Print Friendly and PDF

Translate

Paralel Evren (2013) Coherence

|


89 dk
Yönetmen:James Ward Byrkit
Senaryo:James Ward Byrkit, Alex Manugian
Ülke:ABD , İngiltere
Tür:Korku, Gizem, Bilim-Kurgu
Vizyon Tarihi:19 Eylül 2013
Dil:İngilizce
Müzik:Kristin Øhrn Dyrud
Oyuncular: Emily Baldoni, Maury Sterling,
Nicholas Brendon, Lorene Scafaria

Özet

Bir kuyrukluyıldızın dünyanın yakınından geçtiği o gece, yakın dostlar keyifli bir akşam yemeği için toplanmış. Ancak, gerçekliğin ve ilişkilerin yavaş yavaş kırılmaya başlayacağını az sonra anlayacaklar. Mahallede elektrik kesilince, yemekleri yarım kalıyor. Sadece az ilerideki tuhaf evde elektrik var. Ardı ardına gizemli olaylara tanık olan bu konuklar aslında hiçbir gücün çözemeyeceği bir muammanın içine düştüklerinin er geç farkına varacak. Alacakaranlık Kuşağı’ndan esinlenen Parelel Evren insanı saran, düşük bütçeli, doğaçlamaya dayanan, senaryosuz bir bilimkurgu.

Alt Yazı

Evet, güzeldi.
  İyiydi.
  - Otobandan çıkıyorum.
  Öyle mi?
  Hugh seni ofisten mi aldı yoksa  Evet, Oakland'dan dönüyordu, yine geç kaldı   sonra beni şu avukat barlarından birine götürdü.
  Avukat barı mı?
  - Evet.
  Herkesin avukat tipli olacağını bilemezdim.
  Kravat takmayan bir ben vardım sanki.
  Belki sen de acil durumlar için bir kravat alsan iyi olur.
  Tabii, gardırop aciliyetleri.
  Neyse biz de sonra otobandan gidelim dedik  Kevin!
  Seni zor duyuyorum.
  - Şimdi nasıl?
  - Yine az geliyor.
  - Neredesin?
  Vardın mı?
  - Evet.
  Şimdi vardım.
  Geldim ama dar yere park edeceğim ve kulaklıklarımı takmadım.
  Sen iyi misin?
  Evet, seninle konuşmak istediğim bir şey var, yani belki konuşabiliriz.
  Tamam.
  - Şu an konuşabileceğimiz bir şey mi yoksa.
  - Alo!
  Kevin!
  Duyamıyorum.
  Bebeğim.
  Şaka mı bu!
  Zeytinyağı iyi gider buna bence.
  Biraz daha konabilir.
  Böyle serpiştirmek, sana çekici geliyor mu?
  Çok seksi.
  Bak nasıl da kaydırıyorsun!
  - Ekmek o tatlım.
  - Siz ikiniz, elinizde bıçaklarla  Haftalardır karbonhidrat yemiyorum.
  Şu "arınma" rejimlerinden birini yapıyorum.
  - Ne zamandır yapıyorsun?
  - 21 gündür.
  Sabah meyve suyumu ve meyve püremi içtim ve çok arınmış hissediyorum.
  Açık.
  - Biraz bitkin belki.
  - Şu an bitkin misin?
  Yiyip içeceğim, iyi vakit geçireceğim.
  Selam.
  - Nasılsınız millet?
  - Seni gördüğüme sevindim.
  - Seviyeme inebilmişsin.
  - Evet.
  Kevin'la telefonda konuşuyordum ve birden olana bakın.
  Parçalandı.
  - Tam konuşuyorduk.
  - Düşürdün mü?
  Hayır, düşürmedim tutarken birden parçalandı.
  - Garantisi var mıydı?
  - Ben, emin değilim aslında.
  Garantili alsaydın.
  - Sana gösterdiğim Skype uygulamasını indirdin mi?
  Yok, ama sorun değil.
  Benimle bir şey konuşmak istediğini söyledi.
  Ama haberlerde şu kuyruklu yıldızdan bahsedip duruyorlar.
  Evet  Miller Kuyruklu Yıldızı.
  İnsanlara bunun olabileceğini söyleyip duruyorlar.
  Bence kuyrukluyıldızdan değil.
  Skype'ın varsa, ev internetinden girebiliyorsun baz istasyonu olmadan!
  Ama parazit, baz istasyonları her şeyin bozulduğunu söylüyorlar.
  Biraz şarap ister misin?
  Amir sana Laurie'yi de getirdiğini söyledi mi?
  - Yemeğe  - Laurie'yi mi getiriyor?
  Evet.
  Meşhur Laurie.
  - Hayır, bilmiyordum.
  Bundan haberim yoktu.
  - Laurie kim?
  Şey işte  Laurie'yi biliyorsun.
  Mike ya!
  - Uzun siyah saçlı, biraz cadaloz.
  - Çılgın ve seksi.
  - Biraz garip, çok gizemli.
  - Çok ama çok çok dar elbiseli.
  Problem değil, tam Amir'e göre bir davranış.
  Bakın, bunu saklıyorum arkadaşlar.
  - Bu benim uydurmasyon kaçış çarem.
  - Tabii.
  Kendi karışımımız.
  Oldukça güvenli bence.
  - İğne gerekiyor mu bunun için?
  - Suya biraz damlatmanız yeter.
  Paniklerseniz etkisini azaltıyor.
  Kesin öneriyorum.
  Ekinezya, fırıldak çiçeği, biraz kediotu ve ketamin karışımı.
  - Yani tamamen doğal.
  - Ketamin mi?
  Bu kulağa hiç de doğal gelmiyor.
  Ketamin bir atı bile bayıltır.
  Evet ama bir gıdım var.
  Bir kere denemiştim.
  Ben belki, kutlarız diye.
  - Bunu bana Laurie geliyor diye mi öneriyorsun?
  Aslında herkese.
  - İşte şimdi partiye benzedi.
  - Ketamin mi peynir mi?
  Çok mühim değil ama fikrini değiştirirsen işte burada.
  Ay çok güzelmiş  Nereden aldın?
  Şey, Galaxy, şu ikinci el satan yer.
  Çok seviyorum orayı.
  - Ben de.
  - Merhaba.
  - Selam bebeğim.
  Ne var?
  Gel bakalım buraya.
  - Karıcım!
  - Selam.
  - Nasılsın?
  - İyiyim.
  Merhaba.
  Kim şarap, peynir ya da ketamin ister?
  Deri sana çok yakışmış.
  Aman Tanrım.
  Siz de biliyor muydunuz?
  Laurie de geliyormuş.
  Hayır.
  Laurie mi geliyormuş?
  - Yüzündeki şu gülümsemeye bak ya!
  - Gülümsemedim, öyle gülümsemedim.
  - Aman ya.
  - O neden geliyor ki bugün?
  Amir onu yanında getiriyor.
  - Çünkü Amir eşek herifin teki!
  - Vay!
  - Küfür kavanozuna bir çeyreklik atın.
  - Kime söyledi o zaman?
  Yani biz email'de yani email'de yazmıştı, artı 1 kişi diye  Artı birim var deyince "Ne!
 " dedim ben de.
  - Bu gece öğrenmen mi gerekiyor?
  - Evet.
  Editörüm nasıl otel ve uçak rezervasyonu yapacağını öğrenmek istiyor.
  Yapıp onlara haber vermem gerekiyor.
  - Bu gece öğrenmem gerekiyor.
  - Biliyorsun yapamam.
  Önce biraz daha düşünmek istiyorum çünkü yanlış bir karar vermek istemiyorum.
  Kısa bir süre için gelsen?
  Bir ay mesela, tamı tamına 4 ay değil de bir aylığına gelsen.
  Bir ay bile uzun, hem gelmem demiyorum.
  Bebeğim, evet demeyerek hayır demiş oluyorsun.
  Donduk ve çok açız!
  - İşte!
  - Merhaba.
  - Amir, çok iyi görünüyorsun!
  - Teşekkür ederim.
  - Laurie'yi hatırladın mı?
  - Selam.
  Amir çok süslü kalmayacağımı söylemişti ama şimdi  Hayır, hayır  biz biraz sade giyindik.
  - Selam.
  - Merhaba.
  - Nasılsın?
  - İyiyim.
  - Beth, Laurie'yi hatırladın mı?
  - Evet.
  Seni gördüğüme sevindim.
  Siz merhaba demiştiniz ve  Nasılsın?
  Sizi gördüğüme sevindim.
  - Kırmızı şarap isteyen var mı?
  - Evet, ben kırmızı şarap isterim.
  Yemek yapıyordum, yemek yapıyordum.
  - Görüşmeyeli nasılsın?
  - İyiyim, çok iyiyim.
  Sen?
  Benim de iyi gidiyor.
  Evet.
  Hayat eskisinden çok farklı görünüyor bana iyi anlamda yani.
  İyi, süper.
  Buna sevindim.
  - İşte şarabınız.
  - Teşekkürler.
  A, C, E.  U, S.
  Değil.
  Horace, dinle, piramitlere geldim gel sen de hadi tanrılar olarak konuşacaklarımız var.
  - Hala kimsenin telefonu çekmiyor mu?
  - Benim telefonum komple bozuldu.
  Anı yaşıyorum ben.
  - Bende de tık yok.
  - Benim de sıfır.
  Çok garip.
  Baz istasyonu çökmüştür belki?
  - İstasyon mu çökmüştür?
  - Size söylemiştim çocuklar.
  - Öyle olsa ana haberlik olurdu.
  - Kuyrukluyıldız.
  Kuyrukluyıldız.
  - Miller'ın kuyrukluyıldızı.
  - Evet!
  Teşekkür ederim.
  Bugün 1930'lardan bir kuyrukluyıldız haberi okudum Finlandiya'daymış.
  Hepsini bloke mi etmiş  Bütün baz istasyonlarını bloke mi etmiş?
  Aslında o olay 1923'te olmuş.
  Ve evet, Finlandiya'da.
  Teşekkürler Wikipedia.
  Aslında çok da garip çünkü insanları da etkilemiş.
  Kuyrukluyıldız geçtikten sonra insanlar kaybolmuş.
  Kendilerini başkalarının evinde, bulmuşlar eşyalarını   kaybetmişler nerede olduklarını bilememişler.
  Okuduklarımdan birinde bir kadın polisi arayıp, evdeki adam kocam değil demiş.
  Polis gelip "bu sizin kocanız" dediğinde   "hayır, kocam bu değil ben kocamı dün öldürmüştüm" demiş.
  - İnanılmaz.
  - " o yüzden değil biliyorum" demiş.
  Ama kadını tutuklayamamışlar çünkü adam orada gözlerinin önündeymiş.
  - Neden olduğuna dair bir teorileri var mı?
  - Ne şanslı kadın!
  Adamı tekrar öldürebilir.
  - Belli ki öldürmek istemiş.
  - Finlandiyalılar işte!
  Finler.
  Finler mi denir, Finlandiyalılar mı?
  Halley Kuyrukluyıldızını hatırlayan var mı?
  Ne olay olmuştu ve okulumda da hepimiz   Halley'in Kuyrukluyıldızını canlandırmak zorundaydık.
  Hepimize gökten bir rol verdiler ablama Halley rolü düştü.
  İnanılmaz kıskanmıştım.
  Ablanla hiç tanışmadık.
  Ablasıyla tanışan oldu mu?
  Şurada bir fotoğrafı var camın önünde.
  - Çok komik çıkmış.
  - Ablan bu mu?
  Peki ama neden oraya koydun?
  Hiçbir yere açılmayan kapının önüne.
  Feng Shui'ye göre kullanılmayan bir kapı, ki bu onlardan biri   önüne birinin fotoğrafını koyarsan   o kişiyle çözemediğin durumların var demek.
  Garip bir enerji akışı doğuruyor.
  Burada durmaktan dahi hoşlanmıyorum.
  - Çok ürkütücü.
  - Öyle mi!
  Orada durma o zaman!
  Ne zaman sen  Empatik biriyim.
  - Ve hissedebiliyorum.
  Girdap gibi.
  - En son ne zaman böyle bir araya gelmiştik?
  Düşünüyorum da sanırım Noel'den önceydi   çoğumuz vardı yine ama bazılarımız  Laurie yoktu sanırım.
  - Laura mıydı?
  - Laurie.
  Laurie.
  Özür dilerim.
  Tüm hikayeleri anlatacağız şimdi.
  Ne zaman bir araya gelsek bunu yaparız.
  Peki Laurie, bugünlerde sen neler yapıyorsun?
  Ben mi, şey  Kendini meşgul ediyor musun?
  Evet.
  Aslında Silikon Vadisi'ndeki sosyal yardım programlarında çalışıyorum   ve risk grubundaki gençlerle çalışıyoruz.
  - Vay!
  - Ama sen  hayır, hayır  Hala yoga öğretiyor musun?
  İspanyol Yoga'sı, "Spoga" yı?
  - Hayır, o ben değilim.
  - Emin misin?
  Başka bir kızdı o zaman yine Amir'in Kevin'e ayarladıklarından.
  Vay be!
  Ona bir kürek verin.
  - Peki sen ne yapıyorsun?
  - Oyuncuyum.
  Kapatın çenenizi.
  Bilmiyordum.
  Yani oyuncu olduğunu hatırlamıyorum.
  Daha çok tiyatro mu?
  Evet.
  Yani buraya taşınıp karımın Skype'lama kariyerini desteklemeye başladığımdan beri.
  Ama hayır, bir TV şovundaydım.
  - 4 yıl kadar.
  - Öyle mi?
  Hangisiydi?
  - "Roswell" diye bir programdı.
  - Aman Tanrım, çok severim "Roswell'i.
  - Ne zamandı?
  Hangi bölümlerinde?
  - Bütün hepsinde.
  Yayınlanan  - Nasıl yani?
  - O dizide sürekli olanlardandım.
  Evet, esas oğlandı.
  - Hangi karakteri oynuyordun?
  - Joe.
  - Saçın falan mı farklıydı?
  - Saçım aynıydı.
  Pardon.
  Bir karakteri uzun süre izleyip sonra aslını gördüğünde   hesap edemezsin ya öyle bir şey oldu sanırım.
  Bilemedim.
  - Biraz olgunlaştı yüzü aslında.
  - Yüzü ortaya çıktı.
  Bir daha bir düşün, eminim, "yere bakan köpek duruşu" falan   sana bir şeyler hatırlatır belki.
  Hiç yoga yapmadım.
  Ben değil 
Pekala izlemede kalın programımızı beğendiğiniz için teşekkürler.
  Bence gerçekten iyi bir oyuncusun ve bunu yapmaya devam etmelisin.
  Çok teşekkür ederim.
  Sen neler yapıyorsun?
  En son hatırladığım dans dünyasını kasıp kavuruyordun.
  Sanırım seni son gördüğümde dans şovumu hazırlıyordum.
  Evet.
  Çok da iyi gitti bir süre için ama sonra prömiyerin hemen öncesinde, Svetlana Aserrano'yı getirdiler, ki dünyanın en iyi dansçısıdır,  ve bana da yedek oyuncusu olmamı önerdiler.
  Esas kız olabilirdi.
  Bütün hepsini o yarattı San Francisco'nun baş balerini olabilirdi.
  Bazen böyle şeyler duyuyoruz biliyorsunuz ortaya koyduğun   şeyin kendisinden uzaklaştırılabiliyorsun ve bu korkunç bence.
  Ama bana da iyi bir ders oldu çünkü   gururum yüzünden yedek olmayı istemedim   ve karar vermem çok uzun sürdü, ve bu şansı da kaybettim.
  O rolü de Katherine Merriss'e verdiler ve o  - Berbat!
  O tam rezalet!
  - Hayır, gayet iyi.
  Şu an çok büyük bir isim olmasının sebebi, yükselmesi oldu.
  Svetlana son dakika geri çekildi ve sonunda şovu Katherine yaptı.
  Katherine Merriss mi?
  İsmini söylediğin an düşündüm,  sanırım Katherine Merriss benim tek tanıdığım dansçı.
  Tabii, doğrudur  
O zaman senin bütün yarattığın her şeyi çaldı mı yani?
  Aslında Katherine Merriss senin tüm hayatına el koydu.
  Şey  Kariyerine.
  Şimdilik.
  Senin kendi bir hayatın var ve o sana ışık   tutmadığı için bunların olmuş olması çok yazık.
  O zaman, hayata kendi yönettiğimiz hayata.
  - Kuyrukluyıldıza!
  - Kuyrukluyıldıza!
  Daha mutlu bir hikayesi olan var mı?
  Kevin bize çılgın bir hikaye anlat, aklına ilk geleni.
  - Hayır.
  Pekala.
  - Pardon.
  Laurie'yle çıkıyorduk ve barın birinde çok fazla içtik.
  Bayılmışım ve rüya görmeye başladım büyük siyah bir ayı.
  Arka ayaklarının üzerine kalkmış bana pençe atıyordu.
  Yavaşça, yumuşak bir şekilde.
  Neyse, sonra bir partiye gittik.
  Santa Cruz'da ve içeri girdiğimiz an   büyük bir köpek bana doğru koşmaya başladı  Arka ayaklarının üzerine kalkıp pati attı bana   aynen rüyadaki gibi ve sahibi de şöyle bağırdı  "Ayı, yere in Ayı, yapma!
 " - Ne?
  - Vay!
  Bu bir yetenek.
  Hikayeyi öyle bir anlattın ki sonunda birisi ölecek sandım.
  Bilirsiniz, Ayı en yaygın köpek isimlerindendir.
  - İşte bu hikayeyi daha da ilginç yaptı.
  - Teşekkürler Lee!
  En yaygın ayı ismi mi?
  Henry!
  - Bakın!
  - Aman tanrım!
  - Ne?
  - Bu da senin telefonun gibi oldu.
  İnanamıyorum!
  Aynısı bu akşam benim telefona da oldu.
  Hem de aynen elimde tutarken.
  Tamamen aynı şekilde.
  - Olamaz!
  - Doğru.
  Haberlerde bahsettikleri de buydu.
  Evet, kuyrukluyıldız yüzünden olmalı, Tavuğun tadı ton balığı gibi   ama hep Miller'ın kuyrukluyıldızı yüzünden.
  - Kimsenin telefonu çalışmıyor mu yani?
  - Benimki başka odada.
  - Evde sabit hattınız var mı?
  - Hayır, biz kablosuzuz bebeğim.
  Pekala, benim bir kardeşime ulaşmam lazım.
  Şeyi denesek  Bilgisayarı.
  Skype mı?
  Bir bakayım.
  Ofisteydi değil mi?
  Bakabilir miyim?
  - Kardeşine ne oldu?
  - Hiç iyi.
  O biraz yani Brian'ı bilirsin.
  Şu kuramsal fizikçilerle takılmaya bayılır.
  - İnternet yok.
  - Olmadı mı?
  İnternet nasıl olmaz?
  - Skype uzmanı sensin, sen söyle.
  - Evet.
  Kuyrukluyıldızla ilgili ne diyorlar?
  Merak edecek bir şey yok.
  Onu aramamı söylemişti.
  Garip bir şeyler olursa.
  - Ne gibi mesela?
  Ne olursa?
  - Bunu bana neden söylemedin?
  Şu feng shui olayın yüzünden ve granola mumların, hem seni  Benimle dalga geçmeyi keser misin!
  Alt tarafı gökyüzünden dev bir cisim yaklaşıyor diye seni korkutmak İstemem.
  İşte şimdi beni korkutuyorsun!
  Hepiniz benim "Roswell" adlı şovda oynadığımın   ve her hafta bu konuları irdelediğimizin farkındasınız değil mi?
  - Kahretsin.
  - Aman Tanrım.
  - Tatlım.
  - Hallediyorum.
  - Mum var mı?
  - İyi ki kafam güzel değil şu an.
  Pekala, ben Hiçbir Yere Açılan Kapı'nın önünde durmam!
  - Mike, sigortayı kontrol etsene.
  - El fenerini yakıp sana doğru yürüyeceğim.
  - Yardım lazım mı?
  - Hayır, kibritim var  Şurada olacaktı.
  Mavi lazer çubuğu, kırmızı ve yeşil lazer çubuğu var bende.
  - Millet sadece mumları yakalım hadi.
  - Dışarı mı çıkıyorsun?
  Gidip bir her yerde mi kesinti var diye bakacağım.
  Benimkini burama asacağım.
  Biraz garip ama bütün mahallede elektrikler gitmiş.
  İki blok ötedeki bir ev dışında, ki orası ışıl ışıl.
  - Aslında baya da güzel.
  - Ev mi?
  Görmek istiyorum, hadi gidip bakalım.
  - Dışarıyı hiç bu kadar karanlık görmemiştim.
  - Beni burada bırakamazsın, Ben de geliyorum.
  - Gel hadi.
  - Hadi gidip bakalım.
  - Geliyorum, beni tek bırakmayın.
  - Nereye?
  Görmüyor musun?
  Amir, neden herkesten ayrı önde gidiyorsun?
  Amir, dostum, seni göremiyorum.
  - Önden Laurie gitsin.
  - Çok sağol!
  Çok tatlısın!
  Bebeğim.
  - Gördün mü?
  İki blok ötede.
  - Evet, ışıkları yanıyor.
  Bir tek o evde ışık var.
  Sanırım jeneratör gibi bir şeyleri var.
  - İki blok ötede ne olabilir ki?
  - Güneş enerjisi olabilir mi?
  - Ama sabit hatları çalışır mı?
  - Vay, şuna bakın.
  - Mükemmel.
  - Vay be!
  - Neyse, ben dondum.
  - Oraya doğru mu gitsek.
  - İçeri dönsek daha iyi olabilir.
  - Çok iyiydi değil mi!
  Bunun devrildiğini bile görmedim.
  Kırılırken gören oldu mu?
  Bardağın orada durduğunu bile fark etmemişim.
  Bodruma asla inmem.
  Çocuklar bir dinleyin, ciddiyim, o evin nesi var öyle?
  Neden onlarda ?
  - Jeneratörleri olabilir.
  - Cidden mi?
  Bilmem, olabilir medeniyetten uzaktadır herif belki.
  Belli ki o jeneratörden bizde de var.
  Gerçekten medeniyetten uzak olsalardı anlardım.
  Ama şu an oraya gidip bakmayı düşünmeye başladım.
  - Ne?
  - Ne?
  Hayır, bir yere gitmiyorsun!
  - Tatlım, sorun yok.
  - Çok saçma.
  - O kadar uzak değil, bak kardeşim.
 .
   kuyrukluyıldız geçerken garip bir şey olursa içeride kalmamızı söyledi.
  Ne?
  Bir izin ver Amir.
  İçeride kalmalıyız ona ulaşmak   için elimden geleni yapmalıyım.
  Tek yaptığım bu.
  Garip bir şeyler olursa mı dedi?
  Olanların garip olduğunu düşünen bir ben değilim.
  O kadarda garip değil.
  Yine de içeride kalın dedi, önemli olan kısmı bu.
  Evet ama bu önemli, hem sadece iki Blok ötede.
  5 dakikaya dönmüş olurum.
  - O zaman tek başına gidemezsin.
  - Ben onunla giderim.
  - Tamam işte, Amirle gideriz.
  - Buradaki en önemsiz insan benim.
  Kal lütfen.
  Tamam ama lazerlerinizi de getirin ki, gördüğümüzün siz olduğuna inanalım.
  - İyi fikir.
  - Teşekkürler.
  Çok yardımcı oldun Harika!
  Onları dinleme.
  5 dakika, anlaştık mı?
  - Sadece 5 dakika.
  - Tamam 5 dakika.
  Anlaştık.
  Beth ayakkabılarımı bulamıyorum.
  Seninkileri aldım, pardon.
  Tipik Amir.
  - Onlara 10 dakika verelim.
  - Bir şey olmaz.
  Cep telefonları ve internete bağımlı hale geldiğimiz için bir an şaşırdık.
  Aynen.
  Cep telefonları yokken ne yapıyorduk?
  Buradaki kuyrukluyıldız uzmanı sensin belli ki.
  Geçen sefer neler olmuş?
  Bir önceki 100 yıl önce geçmiş ve çok daha uzaktan.
  - Ama bildiğimiz bir olay var mı?
  - Hiçbir şey olmamış.
  Çok uzakmış.
  O zaman korkmamızı gerektiren bir şey var mı?
  - Yani, bu sefer çok daha yakında.
  - O ne demek?
  Pekala, bir şey daha anlatacağım.
  - Ah, bir hikaye daha!
  - Son bir tane.
  Tungusta Olayı olarak adlandırılmış ve Sibirya üzerinden atmosfere girip   Dünya üzerinde patlayan bir kuyrukluyıldız ya da meteormuş.
  O yüzden fiziksel bir etkisi olmamış.
  Dünya'ya değmemiş.
  Krater falan da düşmemiş ama o patlamanın gücü   yüzlerce kilometre ötedeki ağaçları dümdüz etmiş.
  Ama sadece 1 ya da 2 kişi ölmüş.
  Sibirya dedin, zaten muhtemelen o kadar insan vardır orada.
  Evet ama illa da  - Sibirya'nın nüfusunu silip süpürmüş.
  - Temelde evet.
  Bu daha iyi hissetmemi sağlamadı.
  - Ne zamanmış peki?
  - 1908 ya da 1903  - Tanrım, tanrım, tanrım !
  - O da neydi öyle?
  Bilmiyorum.
  Ön kapıyı kilitleyin.
  Ben hallederim.
  - Mike, şu kapı kitli mi?
  - Bakıyorum.
  - Tatlım, kapıya çok yaklaşma.
  - Hayır, hayır, hayır.
  - Kahretsin, ben bakamayacağım.
  - Yapma, yapma, yapma.
  Aman Allah'ım.
  Durun.
  Orada ne var, bir bakmak istiyorum.
  - Kimse var mı orada?
  - Ön kapıyı kilitledim.
  - Bir şey yok.
  Dışarıda hiçbir şey yok.
  - Tanrım, kalp krizi geçirdiğimi sandım.
  Herkes iyi mi?
  Jeneratörü kontrol et lütfen, lütfen bir dene.
  - Ben bakarım jeneratöre.
  - Bizimkiler yapmış olabilir mi?
  Hayır, hayır, bu kadar aptalca bir şey yapmazlar.
  Tamam, ne kadar oldu onlar gideli?
  Bilmiyorum, 5 dakikada gitseler   5 dakikada dönseler, şu an gelmiş olmaları gerekirdi.
  Şimdiye gelmiş olmaları gerekirdi.
  Tamam, bence gidip onları almalıyız.
  - Hayır, hayır, hayır.
  - Gidip kocamı almak istiyorum.
  - Bu sefer hep beraber gitmeliyiz millet.
  - Bana uyar, farketmez, gidelim yeter.
  - Dışarı çıkmayın.
  - Ben bir yere gitmiyorum.
  Onları görebilecek miyim bir bakalım.
  Gidip onları bulmalıyız.
  Hep beraber olursak yapabiliriz.
  Tamam, güzel, bu iyi oldu.
  - Elektrik mi geldi, jeneratör mü bu?
  - Hayır, bir bizde yanıyor.
  Başka yanan yer yok mu?
  Bir biz miyiz?
  Dışarısı zifiri karanlık.
  Tamam, o zaman bu.
  - Bravo.
  - Teşekkürler.
  - Başardın!
  - Işık sizinle olsun.
  Peki, tamam, bence şimdi gidip hep beraber bizimkileri bulmalıyız.
  - Katılıyorum.
  - Bu sefer grup olarak gidelim.
  Hayır, bu çok saçma olur.
  Ormanda kaybolduysan olduğun yerde kalır, birinin seni bulmasını beklersin.
  Pekala, tamam.
  Bir oturup nefes alalım önce.
  Tamam, bir sefer de olsa dediğinize katılıyorum.
  Bütün gece beni sallamayan sizdiniz.
  Çocuklar, çocuklar  Durun.
  Oh be, bizimkilermiş.
  - Ne oldu sana?
  - Aman tanrım!
  - İyi misin?
  - İyiyim, iyiyim.
  Bu da ne?
  - Bu kutu nedir?
  - Diğer evde buldum.
  Hugh bırakmıştı sanırım sonra köşeden koşup  Öyle aldın mı yani?
  Ben onu takip ettim sadece sonra bu elimdeydi  - Hugh, neler oldu?
  - Ben iyiyim, iyiyim.
  Bunu yere sen mi koydun?
  - Ne diye aldın ki şunu?
  - Sen bıraktın gibi gördüm ama.
  Ben o şeye elimi sürmedim.
  Ne olduğuna dair fikrim yok.
  Neden aldığına da.
  Beyler, neler oldu?
  Diğer evdeydik, Hugh dışarıdan dolaştı.
  Bir ses duydum sandım.
  Bir ses çıkardın ama ne gördün?
  Bana ne gördüğünü söylemiyorsun.
  Neler oluyor anlamıyorum.
  Ne gördün?
  Ne gördün?
  Endişelenmemiz gereken bir halt görmedim.
  - Ne gördün?
  - Önemli değil.
  Bunu geri götürürüm.
  Peki, tamam.
  Önce bir açayım.
  Hayır Mike, ne yapıyorsun?
  - Ne var?
  - Bilmiyorum.
  Hakkında konuşmak istemiyorsun kutuyu da açmak istemiyorsun, o zaman neden  Peki!
  Açın o lanet kutuyu!
  Beni ne ilgilendirir ki?
  Sorun ne?
  Sakin ol.
  - Ne oldu?
  Vay be, işe yaradı.
  - Açtım.
  - Suratına yaklaştırmadan aç.
  - Bomba değil ki bu.
  - Ne biliyorsun ne olduğunu?
  - Sakin olun.
  Aman tanrım pinpon raketiymiş.
  - Pinpon raketi.
  - Bu ne?
  - Neler oluyor?
  - Aman tanrım!
  - Hepimizin fotoğrafı var burada.
  - Bunlar  - Birisi bizi fişlemiş.
  - Bu çok saçma.
  Arkalarında numaralar var.
  - Hugh  - Bebeğim, ne gördün?
  Hugh ne gördün?
  Allah aşkına ama orada öylece bir şey söylemeden duramazsın ne gördün?
  Hugh!
  - Kutudan fotoğraflarımız çıktı!
  - Hugh ne gördün?
  Hugh!
  Cama doğru gittim.
  Ve cama doğru baktım, orada bir masa gördüm   üzerinde kadehler, mumlar ve sekiz kişi için hazırlanmış halde.
  Gördüğüm  Aman tanrım.
  Tamam.
  Lanet olsun Hugh!
  - Gördüm  - Saçmalık.
  Kapıya gelip dalga geçen siz miydiniz?
  Lanet olsun Kevin.
  - Yan kapıya siz mi geldiniz?
  - Hayır, diğer evin yan kapısına gitti.
  Ön kapıyı açmadılar, ben de yan kapıya gittim.
  Moronlar, burada yuvarlak çizip, yine bu kapıyı çaldınız.
  Yuvarlak falan çizmedim!
  İki blok öteye gittik!
  O eve gittik, kapıyı çaldım   kimse açmadı ve gidip yan kapıyı çaldım!
  Kendini gördün mü Hugh?
  - Hayır kendimi görmedim.
  - Hayır, çünkü orada değildin.
  - Daire falan çizmedim!
  - Kahretsin be  - Buna inanmıyorum.
  - Ama bu hala fotoğrafları açıklamıyor.
  - Arkalarında ne var?
  - Numaralar.
  Elimizde 2, 11 ve bu da 5.
  - Hey, hey, nereye gidiyorsun?
  - Oraya geri gideceğim.
  Hayır, hayır, bir dinle.
  Oraya gidip telefonlarını kullanmayı rica edeceğim   ve umarım kardeşime ulaşacağım.
  Orada değillerse de bir not bırakacağım, tamam mı?
  - Hayır.
  - Hayır, hayır, mantıklı değil mi?
  - Geri gitmemelisin.
  - Tamam, sorun yok, bana bir şey olmayacak.
  Notun ne faydası olacak?
  Fotoğraflarımızı tutuyorlarsa manyak tipler olmalı.
  Lanet olsun!
  Dışarıda biri var!
  Dışarıda biri var!
  - Aman tanrım.
  - Kapıda iri bir adam var.
  Kapıda mı?
  Uzaklaşıyor, uzaklaştı.
  Bebeğim, dikkatli ol lütfen.
  Bebeğim.
  Kahretsin.
  Ne?
  Ne var bebeğim?
  "Hey millet, sizi korkutmak istemedim ama   beş dakikalığına telefonunuzu kullanmak isteriz.
  Teşekkürler.
 " - İki çeşit var.
  - Normal yara bandı mı, bez mi?
  Farketmez.
  Bez.
  Pardon, pardon, pardon  Neden üç tane 1 var?
  Bu iki.
  Biz 4,5,6 kişiyiz.
  Kırmızı kalemi olan var mı?
  Tamam, bunlar üç tane 1 yazan.
  6,5,2  4  Ve bu da aynı fotoğraftan.
  Aman tanrım!
  Birisi ikiye bölmüş bunu.
  - Nereden geldi bunlar?
  - Numeroloji falan olabilir mi?
  Hani doğum tarihindeki tüm sayıları ekliyorsun.
  Hayat yolunu gösteren sayılar gibi.
  Eğer öyleyse de, bunlar çıldırmış demektir ve   zaten farketmez.
  1 yazanların ortak noktası ne?
  Biz  Doğumgünü ya da cinsiyet mi?
  En yaşlıdan daha gence mi?
  3 yok.
  Bize bunu yapmak isteyen birileri olabilir mi?
  Birine ters giden falan var mı aranızda?
  - Bu, bu akşam çekilmiş.
  - Ne?
  Nereden anladın?
  Bu hırkayı bugün aldım daha, o yüzden, bu geceye ait.
  Bugün fotoğrafını çeken oldu mu?
  Birisi kutuya bakarken çekmiş olabilir seni.
  - Lensten içeri bakıyordun.
  - Ama o zaman kutunun içinde olmalıydı.
  Bu ne?
  Bir şeye benzetemedim.
  Duvarda noktalar var ve bir de abajur.
  Başka kimsenin ki bu akşama ait değil, değil mi?
  Hayır, hayır, bu fotoğraf geçen sonbahardan.
  Amirin fotoğrafı tam burada çekilmiş.
  Şu zillerin önünde.
  Çocuklar bir durun.
  - Bunun ne olduğunu çıkartamıyorum.
  - Kapıdan mı çekilmiş?
  - Perdenin arkasından mı?
  - Şuradan çekilmiş.
  O zaman, birisi kapıyı çaldığında, sen orada mıydın?
  - Sen gitmiştin  - Ama tam da kameraya bakmışsın.
  O zaman şu kapıdan çekilmiş olmalı değil mi?
  Hatırlamıyor musun, yani bu sensin dostum, Bu sensin.
  - Millet, bu hiçbir şeyi çözmeyecek.
  - Ne yapıyorsun.
  - Bir şeyler içmem gerek.
  - Benim de  Benim elyazıma benziyor bebeğim.
  - Ben yazmışım gibi.
  - Tamam, sakin.
  Bu iş beni korkutmaya başladı.
  Bu senin el yazın.
  Neler oluyor?
  Aklımı kaçırıyorum sanki.
  Düşünmeden edemiyorum Laurie ile bir ortak hikayeni anlatman.
  Anlatacak o kadar şey varken.
  O kadar anımız dururken, onunla ilgili bir hikayeni anlatman.
  - Çok özür dilerim.
  - Herkesin önünde.
  Çılgınca bir hikayeydi.
  Seninle öyle bir hikayemiz yok ki.
  Demek sana yeterince çılgın gelmiyor!
  - Bu iyi bir şey.
  - Aman tanrım.
  Öyle çılgın hikayelere ihtiyacım yok.
  Artık yok.
  Pekala, tamam, boşver şimdi.
  Oraya gideceğim ve teorik olarak hadi gidip teorik diğer bizler orda mı bakalım.
  - Hayır, hayır, hayır.
  - Ben varım.
  Bence burada ilgilenmemiz gereken garip şeyler.
  Bence bir düşünmeliyiz.
  - Daha şimdi düşündüm ve gidiyorum.
  - Burada kalamaz mıyız?
  Benden bir tane daha varsa, gidip onu görmek istiyorum.
  Hadi gidelim.
  Bak, bana yetti.
  Bunu konuşmaktan sıkıldım.
  Yazmaktan da.
  Aynı kağıtlar, aynı fotoğraflar.
  Kimse bizi incitmeye falan çalışmıyor oraya gidelim ve neler dönüyor bir bakalım.
  Peki ya sen?
  Gitmek isteyen sendin.
  O telefonları olabileceğini düşündüğüm zamandı.
  4 lazer çubuğu.
  Burada iki erkek bizimle kalabilir mi lütfen?
  Lütfen.
  Ben kalıyorum, kalıyorum.
  Sen gidiyor musun Amir?
  Lütfen.
  - Hadi gidelim.
  - Ne yani, yine mi dağılıyoruz?
  Hayır, dağılmıyoruz, iki gruba bölünüyoruz.
  - Ah!
  Peki!
  - Lazerler, lazerler.
  Bir saniye sakinleşir misin, geliyorum.
  Çünkü gitmek istiyorum.
  Kevin ile gideceğim.
  - Bize 20 dakika verin.
  - Sonra.
  Sorun yok, bir şey olmayacak.
  İyi olacaksınız.
  Sorun yok.
  Tamam, gidip ne olduğunu bulacağız.
  Araba yok.
  İnsan yok.
  Hiçbir şey yok.
  Hey, bakın!
  Bu benim evim.
  Mike!
  Bu benim evim.
  Mike doğru değil.
  Senin evin değil bu Mike.
  - Benim evim.
  - Senin evin değil Mike.
  Senin evin değil bu.
  - Lee'yi gördüm.
  - Gitmeliyiz.
  Hadi gidelim burdan.
  Mike buradan hemen gitmeliyiz.
  Sokağın oradan birisi geliyor.
  Delilik bu.
  Yani 4 kişi gördünüz ve aynı size benziyorlardı öyle mi?
  Kırmızı lazerleri olması dışında evet.
  Kimdeydi kırmızı lazerler?
  Onlarda.
  Bizde mavi vardı.
  Tek farkımız buydu.
  O zaman ışıklar gittiğinde kırmızı kutuyu açmış olmalılar.
  - Onlara hiçbir şey demediniz mi?
  - Sen olsan der miydin?
  Hayır.
  Öleceğimi falan sanırdım galiba.
  Tamam, tamam, hepsi bu mu?
  Bir de, diğer her yerden çok daha karanlık bir yer var.
  Biz de oradan gittik.
  Evet biz de oradan gittik aşağı giderken  Ne olup bittiğini bulmalıyız.
  İnternet yok ve burada öylece oturamayız.
  Başka ne yapabiliriz?
  Kimsede kitap var mı?
  Ne kitabı?
  Kuyrukluyıldız kitabı mı?
  Kuyrukluyıldızlar, yerçekimi, kara delik.
  Evet, bende Shakespeare ve biraz da Henry Miller var   bir de senaryolar.
  Arkadaşım, oyuncuyum ben ya!
  - Kuantum fiziğiyle ilgili bir şeyler?
  - Evet, tam benlik!
  - Bazı oyuncular kitap da okuyor!
  - Kardeşin bizde bir kitap bırakmıştı.
  Ne?
  Göndeririz diye zarfa koymuştum ama arabanın arkasında duruyor.
  Neyle ilgili?
  Bilmiyorum.
  Onun tarzı kitaplardan biri işte.
  Gidip bir baksan.
  Hep bu tarz konularda oluyor, neden bununla ilgili olmasın?
  - Tamam, giderim.
  Gidip kitabı alayım.
  - Bilmediğim kitabı.
  Kim onunla gider?
  - Raketi getirdin mi?
  - Evet.
  - İyi fikir.
  - Dikkatli ol lütfen bebeğim.
  - Tamam.
  - Lee'yi uyandırsak mi?
  Bu kadar şeyin arasında nasıl uyuyabilir?
  Özür dilerim, pardon bebeğim.
  Tanrım, sakin olun millet.
  Neymiş?
  "Yerçekimi: Günümüz Araştırmalarına Giriş.
 " - Bir faydası olmaz.
  - Kardeşin bilim adamı falan mı?
  Çok tuhaf biri.
  Çok ama çok zeki.
  Mürekkep yalamış tiplerden.
  Ama biraz zor  sanki sesli düşünüyor.
  UD'de eğitmen.
  Bu  Bunlar Brian'ın ders notlarından.
  "Eşevreli Olmama ve Schroedinger'in Kedisi".
  Bundan bahsetmişti.
  Schroedinger'in Kedisi'ni biliyor musunuz?
  - Benim alerjim var.
  - Bir düşünce deneyi.
  Bir kutu içinde yaşama şansı 50/50 olan bir kedi var.
  Çünkü küçük bir şişe zehir de var kutuda.
  Kuramsal fizik iki şans veriyor.
  Kedi ya ölüdür ya da canlı.
  Ama Brian kuantum fizikte iki gerçekliğin de aynı anda var olduğunu tartışıyor.
  Ancak kutuyu açtığında iki gerçeklik de çöküp tek bir duruma iniyor.
  Değil mi?
  Ve şunu dinleyin, onun yazdıklarından.
  "Bir teori daha var: İki durum da ayrı halde   var olmaya devam eder ve birbiriyle eşevreli olmadan   ikisi de yeni bir gerçeklik yaratarak, iki farklı sonuç verirler.
  Kuantum eşevresiziliği bu iki farklı sonucun da   birbiri arasında interaksiyon olmadığını garanti eder.
 " - Bir saniye  - Bu her şeyi açıklar.
  O zaman kutudaki bizleriz.
  Kedi biziz, hem canlı hem ölüyüz.
  Ve bunlar iki ayrı gerçeklik ta ki muhtemelen kuyrukluyıldız geçene kadar.
  Kuyrukluyıldız geçene kadar mı?
  Ya da eşevresizlik sağlandı ve bu iki ayrı gerçeklik   kuyrukluyıldız geçtiği an ayrı olarak kalacak.
  Ve herkes iyi olacak.
  Eşevresizlik bizi birbirimizden ayrı tutuyor.
  - Doğru.
  O zaman neden diğer bizler, bizimle bu şekilde iletişime geçiyorlar?
  - Onlar istemedi.
  - Fotoğraflar var, sayılar.
  Biz başlattık, ışıkları yanan ev bulmaya gittiğimizde.
  Evet belki de kutu bizim için değildi.
  Kutu bizim için değil.
  Ama artık diğer bizlerle interaksiyona geçtik.
  - O zaman şu an kendimizi çökertiyoruz.
  - Birbirimizden ayrı durursak hayır.
  Artık çok geç.
  Oraya gittik bile.
  "Rastlantının Böylesi" filmini hatırlıyor musunuz?
  Saniyenin bir kesimi bile iki ayrı gerçeklik yaratabiliyordu.
  Birinde koşup metroya yetişmeye çalışıp yapamıyor   elini kapıya sıkıştırıyor.
  Diğerinde yetişiyor ve iki ayrı  Bakın, eğer birbirimize geçiyorsak, şu an, ben onlara çökerim.
  Onların bizim üzerimize çökmesine izin veremem.
  Hey, sakin, Mike.
  Oraya gideceğim.
  Oraya gidip, onları öldüreceğim.
  - Ne?
  - Yarı şaka.
  - Mike.
  - Lanet olası hayatımı çok seviyorum.
  - Bir süre için zekamızı kullanalım   aptalca bir şey yapmadan önce ve planımıza sadık kalalım.
  Zekice olan ne?
  Burada oturmak mı?
  Hiçbir şey yapmadan  Şimdi şu kutuyu aldık değil mi?
  İlk hareketimiz   bunu geri bırakmak olmalı.
  Değil mi?
  Yok öyle, hayır kutuyu götürmüyoruz.
  O eve güvenmiyorum.
  Burada kalacak kutu.
  Dur, dur, dur.
  - Seni bu kadar delirten nedir?
  - Aptalca, çok aptalca bir soru.
  Evet güzel!
  Aşağı sokakta bir evle savaşa girecek değiliz.
  Onlarda aynı bizim gibi olabilirler.
  Mike diyor ki hadi gelip bizi öldürün.
  Lanet olsun böyle işe.
  Bunu ilk sen yaparsan, kiminle kavga   halinde olacağını biliyorsun değil mi?
  Kendinle.
  Kendi kendinle çarpışacaksın.
  Kazanan kim olacak?
  Orada camdan içeri baktığında kimi gördün?
  Kendini gördün mü?
  Kendimi görmedim.
  - Ben sana kimi gördüğümü söyledim.
  - Peki, tamam.
  Peki ya oradaki evde içen bensem?
  Yani bir durup düşünsene.
  Berbat halde bir Michael var.
  Lanet olası bir   sarhoş bir Mike'ın gelip beni öldürmesini   bekleyemeyeceğim.
  Seni ve seni ve seni öldürmesini de.
  Bunu beklemeyeceğim.
  Dur, dur, dur bekle biraz.
  Orada kimleri gördün sen?
  Amir'i gördüm, Hugh'yu ve  Lee'yi.
  - Lee.
  - Peki, Lee şu an burada değil.
  Uyukluyor.
  - Ne demek uyukluyor?
  - O zaman başkasıydı.
  Eksik bir şey var.
  Aynı değil.
  Bu gerçeklikte Lee uyuyor.
  Belki o gerçeklikte sen uyuyorsundur.
  Mike da onu o yüzden görmemiştir.
  Evet, eğer Beth o gerçeklikte uyuyorsa  - Onlarda kitap yok.
  - Evet yok.
  Doğru.
  Diğer evdekilerde kitap yok.
  Ve eğer kitapları yoksa şu an bir konuşmayı da yapmıyorlardır.
  O zaman arabadan kitabı alabilirsek, bunların hepsini engelleyebiliriz.
  - Onların kitabını mı alacağız?
  - Bu bir olasılık.
  - Hugh bana anahtarlarını ver.
  - Dur, dur, dur.
  Bunların hiçbiriyle uğraşmak zorunda değiliz.
  Neden riske atalım ki?
  Oraya yine gidip onlarla karşı karşıya gelmekten bahsediyor.
  Neden durumu iyice kötüleştirelim ki?
  Çünkü yoksa gidip onları öldürmem gerekecek.
  Bana anahtarları ver yeter!
  Hayır, hiçbir şey yapmamız gerektiğini düşünmüyorum ve anahtarları da unut.
  Nereye gidiyorsun Mike?
  Onların bizle aynı olduğunu nereden bileceğiz?
  Belki uzaylı falanlar  - Karanlık tarafımız da olabilirler.
  - Evet.
  - Onlar biziz millet.
  - Barışçıl olmayan versiyonlarımız mı?
  Onlar bizsek, evet olabilir.
  Bu iyi bir şey mi?
  Daha yüksek bir bilince ulaşmanın bir yolu olabilir, eğer istiyorsak  Kendi kendin kabullenme gibi mi?
  Evet, yan, hep 'kendini bulmaktan' falan bahsediyoruz ve işte karşımızda   kendimizi cidden, fiziksel olarak da görebileceğimiz bir fırsat.
  - Çok zorlayıcı bir durum.
  - Bakın kim aramızda.
  - Selam millet.
  - Nasılsın tatlım?
  - İyi.
  - Seninle bir saniye konuşabilir miyiz?
  - Kendi ziyafetine hoşgeldin.
  - Evet, nasıl gidiyor partim?
  Seni çok özlemiş.
  Bir fikrim var.
  Arabadan kitabı almalarını engelleyecek bir planım var.
  Neden bahsediyorsun dostum?
  O eve gideceğim ve kendime şantaj yapacağım.
  Mike'ın gidip arabadan kitabı almasını önlemek için onlara bir not yazacağım.
  Şantajdan kastın ne?
  - Ortaya çıkmasını istemediğimi bildiğim bir şey.
  - Neden bahsediyorsun?
  - Beth'le olanlar.
  Beth'le olanlar mı?
  Hugh ile bunu yıllar önce çözdünüz sanıyordum.
  - Evet, bu duyduğum en kötü fikir.
  - Bence mükemmel çünkü bende işe yarardı.
  - Oraya gitmek.
  - Aynı kişi o da.
  Bundan emin değilsin.
  - Geçecek bu durum.
  - Zekice.
  - Hayır, hiç zekice değil.
  - Öyle.
  Dostum, hayır.
  Gözlerindeki bu bakışı tanıyorum.
  Mike yapma bizle aynı kişilerse o zaman   neden birbirimizi rahat bırakmıyoruz?
  Kendimin de böyle yapmasını beklerdim değil mi?
  - Sen iyi misin?
  - Evet, evet.
  O damlalardan mı hala kafam iyi bilmiyorum ama  - Ne damlaları?
  Şey  Ona da verdin mi?
  - Şey, evet  - Evet, o istedi.
  Ama başından beri bir garip hissediyorum.
  Şu stres ilaçlarından, içinde Ekinezya, fırıldak çiçeği, kediotu ve az ketamin var.
  - Az ketamin mi?
  - Az  - Ondan olacak hali yok  - Beth.
  Ne?
  Yanlış bir şey söylüyorsam üzgünüm ama ya da uygunsuz bir şey söylüyorsam  Ne?
  - Yemeğin içine de koydun mu hiç?
  - Evet!
  Bu her şeyi açıklar.
  Hadi ama Amir.
  Ciddi misiniz?
  - Sormak zorundaydım.
  - Biraz istedi, ben de verdim.
  Yıllar önce mantar yediğimizde konuşmuştuk   ve ben de makarna sosuna koydum biraz.
  Bütün grup karar vermiştik.
  Hepimizin onayladığını biliyorum o zaman ama sormalıydım bunu çünkü  Hayır, o zaman yemeğine öylece uyuşturucu koyacağımı düşünüyorsun.
  - Aman tanrım.
  - Tamam, sana göstereyim.
  Her şey bir yana, size uyuşturucu vereceğimi düşündün mü?
  - Size göstereyim.
  - Bakalım içinde ne kadar kalmış.
  Bu getirdiğim şişe.
  Evet ve çeyreği gitmiş.
  Ama bu yani bir iki damla aldı.
  Hepsi bu!
  Bu tamamen farmasotik bir şey.
  - Sulandırılmış halde.
  - Açıp, içine su mu kattın?
  Tamam ama belli miktarda alırsan halüsinasyona yol açar değil mi?
  Çok fazla miktarda alırsan evet.
  Bütün şişeyi içersen mesela.
  - Tamam ama doğru değil mi?
  - Evet.
  Peki, diğer etkilerinden biri de paranoya olabilir doğru mu?
  Evet ama yine ancak hepsini içersen.
  Hepsini.
  Bütün şişeyi.
  Ve asla hepimiz birer şişe içmiş olsak bile toplu halüsinasyona yol açamaz.
  Ben suçlu değilim.
  Ama mantıklı bir açıklama olurdu değil mi?
  Şu an elimizde olandan çok daha iyi bir açıklama.
  - Hepimiz ortak halüsinasyon  - Açıklamamız bu değil!
  - Peki.
  - Sana inanıyorum.
  - Ben istedim.
  - İşte şişe.
  O istedi, ben de verdim.
  - Tamam.
  - Yemeğinize uyuşturucu katmadım.
  Ben  - Anlaşıldı mı?
  - Kes artık, tamam mı?
  Yemin ederim.
  Teşekkürler.
  Hey, nereden aldın bunu?
  Çok sevimli.
  - Şey  Galaxy, şu ikinci el satan yer.
  - Çok seviyorum orayı.
  - Çok güzel.
  - Çok iyi şeyler oluyor orada.
  Benim bir içkiye ihtiyacım var.
  - Evet.
  - Tamam.
  Uyanıp, baştan başlamak istiyorum.
  Şeyi  - Çatlak bile yok.
  - Ne yapacağız?
  - Buradan hemen gitmeliyiz.
  - Tamam.
  Tamam.
  Şunu alalım.
  - Kitabı al.
  - Alıyorum.
  - Kutuyu alacak mıyız?
  - Al kutuyu.
  Aldım.
  Onların da  Hey!
  Sen iyi misin?
  - Nereye gittin?
  - Bir içkiye ihtiyacım vardı.
  - Ne, nereye gittin?
  - Eve gittim dostum.
  - Sana dedim ya.
  - Ne oldu?
  Mektubu bıraktım.
  Kitabı gördüm.
  Ben şey camı kırıp, kitabı alacaktım.
  Ama yapmadım.
  Ben sadece mektubu bıraktım ve sonra da bekleyecektim   tepkilerini görmek için.
  Ama çok korktum.
  - Beş dakikalığına gittin dostum.
  - Sanki 45 dakika oldu.
  - Hayır.
  - Saçmalık.
  Hayır, benimle konuştun, mutfağa gittin.
  - En fazla 5-10 dakika yoktun.
  - Delirmişsin sen.
  Mike.
  Mike, yapma bunu.
  Aman Tanrım.
  Mike?
  Neydi bu  Yapma bunu!
  Mike, lütfen?
  Neden şimdi?
  Neden şimdi olmasın tatlım?
  Neden olmasın?
  Neredeler?
  Hugh ve biz mutfaktayken.
 .
  - Hugh nerede?
  - Amir nerede?
  - Daha önemlisi, kutu nerede?
  - Aman tanrım, kitabı almışlar.
  - Olamaz Mike, nereye gittiler?
  - Hiçbir fikrim yok.
  Şaka yapıyor olmalısın.
  - Sen yanlarındaydın, biz yokken neler oldu?
  - Kitap nerede?
  - Kitap nerede?
  - Neden götürsünler ki bunları diğer eve?
  Onlar  Geri alıp, her şeyi düzgün hale getirmeye çalıştıklarını söylediler.
  İade edip, her şeyi başa almak istediler.
  Ama  - Ama kitabı neden getirsinler  - Bilmiyorum.
   tek istediğimiz  Neyimiz varsa almışlar.
  Bir dakika.
  - Biz buradayız, onlar  - Gidip onları almalıyız  Durun biraz.
  İlk giden onlardı değil mi?
  Sonra geldiler ve   bir şey gördüklerini söylediler, ve o andan beri garip davranıyorlar.
  - Ne demeye çalışıyorsun?
  - Aman tanrım  Hayır bu siz de gittiniz hem.
  Bir düşün!
  Ama herkes sen de gittin!
  Amir geldi ve çok sessizleşti ve sonra da  Amir çok garip davranıyordu.
  Gidip onları getireceğim.
  Neler oluyor bakacağım.
  Bebeğim, gitmiyorsun, hayır.
  Döneceğim.
  Bir dakikaya.
  Onları alıp neler döndüğünü anlayacağım.
  Hayır, bir yere gitmiyorsun.
  - Hayır!
  - Sorun yok, döneceğim!
  - Gitmene izin vermeyeceğim!
  - İyice saçma olacak.
  Pekala.
  O zaman şimdi ne yapacağız?
  Dışarıdalar ve yemin ederim kalp krizi geçirmek üzereyim.
  Bir şey yapmamız gerek.
  Bir şeyler içelim.
  - Bilmiyoruz bile onlar mıydı, değil miydi?
  - Şunu söylemeyi keser misin?
  Hayır, ama onlar değildiyse, o zaman Mike haklı   onlara güvenemeyiz.
  Kendimize güvenemeyiz.
  - Doğru.
  - Allah'ım!
  - Ve delillerimiz de evi az önce terk etti!
  - Hayır, bekle, deliller hala burada.
  Fotoğraflar onlardaysa  Mike, Kevin ile bu fotoğrafımı sen çektin değil mi?
  Yanında mı?
  Daha fazla dayanamıyorum.
  Dayanamıyorum.
  Tatlım  En azından gidip bakamaz mısın?
  Gidip başka şarap var mı diye bakacağım.
  Bu çok aptalca.
  Ona göz kulak olmalı mıyım?
  Sanki, peşine takılmak da istemiyorum, bilemiyorum  Ona bir dakika ver, sonra gidip onunla konuş.
  Bilmiyorum Mike artık  Sadece içtiğinde de değil.
  Aramızda her şey onun içmeye başlamasıyla kötüleşti.
  O yüzden de  O yüzden bir kariyeri olamıyor.
  O yalnızca  Bilemiyorum.
  Evlendiğim adam o değil sanki.
  - Hey.
  Selam!
  - Nasılsın?
  Nasıl gidiyor?
  Her şey yolunda, iyi.
  - Seni takip edemiyorum.
  - Ne  Neler oluyor?
  Amir dedi ki  Vietnam'a gidecekmişsin ve Em de seninle gelmiyormuş.
  Evet, ben  İş için gitmem gerekiyor, bilemiyorum, 4 ay tatil gibi.
  - Onun de gelmesini istiyorum ama  - Delirmiş olmalı seninle gelmiyorsa.
  Evet ben de öyle düşünüyorum  Bilemiyorum, yani ben karışmak istemem   bana düşmez ama sen hep çok tutkulu biriydin   hayatınla ilgili, ne yaptığınla ilgili   ama partnerin sürekli şüphe içinde   bu seni mutlu eder mi bilemiyorum.
  O biraz, yani onu seviyorum ve o böyledir işte biraz  Uzun mu?
  Biraz, uzun mu?
  Ne bileyim, onu öperken böyle ayak üstünde mi durman gerekiyor?
  Ben
 - İnsanlar bazen çok iyi uyuşuyorlar  - Laurie  Şu Sharks' oyunundaki gibi.
  Hadi ama bizim uyuşmadığımızı söyleme bana.
  Kendime gelmek için bir hafta yoga yapmam gerekiyordu.
  Hatırlıyorum.
  Ben düşündüm de belki  Laurie!
  Özür dilerim.
  Seninle olunca her türlü sınırı aşıyorum.
  Evet.
  Bebeğim.
  Selam.
  Biliyor musun bence haklısın.
  Herşeyin bir sebebi var.
  Raketi getireyim mi?
  - Senin için mi, benim için mi?
  - İkisi de olabilir.
  Ne yapıyoruz biz burada?
  Burada kaybedersem, orada da kaybediyorum demektir.
  Böyle olmak zorunda değil.
  - Tabii ki öyle.
  Aynı şey  - Hayır, değil.
  - Nereden biliyorsun?
  - Çünkü orada, ya da başka yerde   benim seni şu an burada sevdiğim kadar seven biri olması imkansız.
  Her şeyi mahvettim.
  - Selam.
  - Selam.
  - Nasıl gidiyor?
  - İyi.
  Her şey yolunda mı?
  Bir şey mi oldu?
  Beth geldi ve çok şey anlatmadı ama   seni Laurie ile koridorda konuşurken görmüş.
  Aman Allah'ım.
  Sanırım şu an endişelenmemiz gereken daha ciddi şeyler var.
  Beth'in söylediklerinden.
  - Aman Tanrım!
  - Hadi ama!
  Şaka mı bu?
  Jeneratördür  Tamam.
  Ne yapacağımızı biliyoruz.
  - Of!
  Şu bulduğum kibritleri kullanalım.
  - Kendini yakma.
  - Kevin, kibritin var mı?
  - Evet, var.
  Şurda.
  Al.
  - Ne  - Şunu masaya bırakmak ister misin?
  Tamam, tamam.
  - Hemen şuradaydı.
  - Benimle dalga mı geçiyorsun?
  Bizim arabalardan biri sanki.
  Dışarıya park etti.
  Bakın, artık dayanamıyorum.
  Neler oluyor bakacağım.
  - Bizsiz gidemezsin.
  - Hep beraber gidelim!
  - Tamam ama ben gidiyorum.
  - Tanrım!
  - Bence gitmemeliyiz.
  Bir fener alalım.
  - Bir şey olmaz.
  Şurada vardı.
  Siz önden gidin beyler.
  - Hazır mısınız?
  - Evet.
  - Yakın durun.
  Yakın durun.
  - Tamam, hadi gidelim.
  - Nereden geldi?
  - Bilmiyorum.
  Bu değil mi?
  İnanmıyorum!
  - İçeride bir şey var mı?
  - Hiçbir şey görmüyorum.
  Aman tanrım!
  Bizim diğer arabalara da bakalım mı?
  Çok acayip.
  Herkes kendi arabasına baksın.
  Bakalım başka bir şey var mı?
  - Hadi bakalım.
  - Hadi.
  Herkesinki yakında mı?
  Çok dağılmayalım.
  Her şey yolunda mı?
  Evet yüzüğümü taktım, hani fuarda verdiğin vardı ya  Hatırladın mı?
  Biliyorum çok klişe ama takmak istedim.
  Peynir topu.
  - Güzel bir gündü.
  - Öyleydi.
  Sorun yok değil mi?
  - Evet bebeğim.
  - Yani şu Laurie olayından.
  Evet, yani onun aklından ne geçiyor bilmiyorum ama evet iyiyiz.
  Buraya gel.
  Hugh'nun arabası ne durumda?
  - Ne demek istiyorsun?
  - Yani onlar bir şey almışlar mı?
  Şimdi kontrol ettiniz ya arabasını, bir şey almışlar mı?
  Hiçbir anlamı yok bunun!
  Sizce birileri bizi korkutmaya mı çalışıyor?
  Korkutmak mı?
  Hayır  Yani, hiçbirimiz, bence, bir şeyin peşindeler ve  - Ama orada hiçbir şey yoktu!
  - Aynen, yoktu, o zaman neden  - Ama bir şey olmadığını onlar da görüyor.
  - Biliyorum.
  Orada bir şey olmadığını biz de görüyoruz.
  Evet ama neden camı kırıyorlar içeride bir şey yoksa?
  Bunun hiçbir anlamı yok.
  Bunların hiçbirinin bir anlamı yok ki!
  Gidip şu yüzüğümü aldım.
  Tamam.
  Tamam, bir durun.
  Bir düşünelim,  biz olsak arabaya neden girerdik.
  Hugh'un arabasına, kitabın orada olmadığını da biliyorsak.
  Kitap için geldiklerini düşünüyoruz da ondan.
  Ya başka bir şey için geldilerse?
  - Bir şey mi duydunuz?
  - Bu da neydi?
  - Dışarıdan geldi.
  - Mike, Mike, Mike, Mike.
  - Olamaz!
  - Ne?
  Birisi geliyor.
  Buraya geliyorlar, bizimkiler!
  Nerede?
  Görebiliyor musun?
  - Hugh mu o?
  - Hugh ve Amir mi?
  Mavi lazer.
  Hugh ve Amir Kapıya doğru geliyorlar.
  - Aman tanrım!
  - Kapıya doğru geliyorlar.
  - Emin misin?
  - Öyle görünüyor.
  Herkes iyi mi?
  Hey, neredeydiniz?
  Ne oldu?
  Nerelerde  - Lütfen ne olduğunu anlatır mısınız?
  - Biz, şey gittik ve telefon edecektik.
  Sonra kapıdan içeri baktığımızda şunu gördük.
   çok korktum ve düşüp başımı vurdum, sonra eve döndük.
  - Bir dakika, bunu biliyordun zaten.
  - Neden bize aynı hikayeyi anlatıyorsun?
  - Kutuyla geldiniz.
  - Bir dakika, ne?
  Çünkü geri geldiniz ve sonra başını vurdun sen.
  - Biz de pansuman yaptık, ve sonra siz de  - Evet ama bu yara bandından değildi.
  - Ne demek istiyorsun?
  - Ben sana gazlı bez vermiştim.
  Bir dakika, burada Hugh ve bir Amir mi vardı yani?
  Evet ve sonra kitapla gittiniz ve fotoğraflarla  Nereye gittiğinizi de bilmiyoruz.
  Herkesin elinde kırmızı lazerler olan bir evdeydik.
  - Anlıyor musunuz?
  - Sizde kırmızı mı vardı?
  Bizde kırmızı lazerlerden vardı çünkü diğer evden aldık bunları.
  Doğru.
  Bakın.
  Bakın!
  Bu açılmamış bir kutu kırmızı lazer!
  Millet, buradan başladılarsa buraya aitlerdir.
  Doğru evdeler.
  O zaman hoşgeldiniz.
  - Hoşgeldiniz Tanrım, çok özür dilerim.
  - Sorun değil.
  Çocuklar, diğer Mike nasıldı?
  Ne yapıyordu?
  - Diğer Mike biraz, senin için endişeliydi.
  - O zaman bize not bırakan sizdiniz.
  Hayır, ben hiç o notla dışarı çıkmadım.
  Sonunda elimizde iki not olmuş oldu.
  Bizim de.
  Nerede  Bizde de iki not var.
  Biri burada yazılan, diğeri de kapıya bırakılan.
  Sen ya da diğer Hugh bırakmadıysa bu notları kim bıraktı o zaman?
  Kuantum eşevresizliği, bir sonucun diğer sonuçla   bir bağı olmayacağı konusunda kesindir.
  Yani notlardan en azından biri, en az 4 kez yazılmış.
  İyi de dışarıda kaç tane Hugh ve Amir var o zaman?
  İlk olarak yapmamız gereken, kendi evimizi nasıl işaretleyeceğimizi bulmak.
  İçeride kalarak!
  Hayır, hayır o haklı.
  İçeride kalmak hiç gerçekçi değil.
  Bir işaretleyiciye ihtiyacımız var.
  Yani bu eve bir işaret koymalıyız.
  Her ev aynıysa ve evin önüne sadece bir işaret koyarsak   bu işarete sahip sayısız evle karşılaşabiliriz.
  O zaman rastgele bir şey yapacağız.
  Taklit edilemeyecek bir şey.
  Benzeri olmayan bir şey.
  - Zarımız var mı?
  - Zar mı?
  - Yatzee zarı var.
  - Evet Yatzee.
  Her birimiz diğerine bir numara verirse, kaç eder?
  6 çarpı, 6 çarpı, 6 
Yeterince rastlantısal.
  Bunun tekrar edilme olasılığı oldukça küçük.
  Peki sonra  Yani görsel bir şey olması lazım elimizde, yazsak mı?
  Yazıp bir şeye koysak?
  Zarfa falan  ama yine de bilemeyeceğiz Hayır, hayır, hayır.
  İşaretleyebileceğimiz bir şey gerek.
  Bir kutuya koyarız.
  - Ama bu  - Onların yaptığının aynısı.
  - Yani bizden öndeler.
  - Evleri bir işaretleme yapıyorlardı.
  Onlara özgün bir işaret yaptılar ve biz onu aldık.
  Bize iyi bir fikir gibi geliyorsa onlara da öyle geliyor olmalı.
  - Kutu var mı?
  - Bakayım.
  - O zaman fotoğrafa ihtiyacımız var.
  - Çok saçma 
- Bu gece başbaşa gidiyoruz.
  - Bir sürü fotoğraf var.
  Şu bile var.
  Çok saçma!
  Grizzly Addams'ın avukatıyım.
  Asla seni tutmazdım 
Kutu olarak bunu kullanabilir miyiz?
  Böyle bir şeyimiz olduğunu bile bilmiyordum!
  Çerçöpün ortasında buldum arkada  - Bu işe yarar.
  - Bu kutu senin mi yani?
  - Hep buradaydı.
  - Öyledir tabii.
  Bu fotoğrafları kesmek de istemiyorum.
  Seninle beraber olduğumuz tek fotoğrafımız bu bebeğim.
  Aslında bende Kevin'in bir fotoğrafı var.
  Biraz garip biliyorum ama ne?
  - Hayır bende  - Ne?
   şu eski fotoğrafın arka kısmı var, hep taşırım cüzdanımda.
  - Burada.
  - Ne?
  Ben en iyisi şunu keseyim.
  Bizim fotoğraflarımızı  Bunu kullan, ne olacak ki.
  Sayıyı yaz gitsin  Kestim!
  Şahane, benim dışımda herkesin bir fotoğrafı var  Arkadaşınız Amirin fotoğraflarını hep yanınızda taşıdığınız için minnettarım.
  Çekelim hemen.
  - Gülümse.
  Adi herif seni.
  - Bakayım.
  Aynısı olmadı.
  - Diğer kutudan çıkanla aynı değil.
  - Tamamen aynı.
  Diğer evde de fotoğrafımı çektiler ama bunun tıpatıp aynısı değil.
  Bahsettiğimiz şey de bu.
  Ayrıldığımız an bu.
  - Şimdi zarlarla yapacağımız şey de bu.
  - Evet.
  Durun, biz mavi ev olduğumuza göre, mavi kalem   kullansak daha iyi olmaz mı?
  Daha da belirgin kılmak için  Mantıklı.
  Tek sayılar üçe kadar gidiyor.
  - Evet.
  - Herkeste zar var mı?
  - Sana kaç geldi?
  Beth?
  - Bakalım.
  6.
  - Hugh?
  - 3.
  - Mike?
  - 4.
  - 6.
  - 2.
  Hızlı şifrenin ne olduğunu biliyor musunuz?
  Banka sitesine giriş yaptığınızda şifre kısmına gelince karşınıza bir resim çıkar.
  -  daha önceden seçtiğiniz.
  - Evet.
  Hızlı şifredir o işte.
  ÇÇKD denir buna, çok çeşitli kimlik doğrulama.
  Biz de yapıyoruz onlardan,  büyük bir site açtığımızda falan, bir ikon olarak çıkar hani.
  Bir nevi rastgele.
  - Rastgele seçilmiş obje.
  - Evet.
  Bunların içinde de her birinde rastgele bir obje olsa   ve bunu hızlı şifre olarak kullansak.
  Doğru.
  O zaman buraya koyabileceğimiz bir şey seçeceğiz.
  O zaman herhangi bir şey koyabiliriz değil mi?
  Mum, kitap  Fırın eldiveni.
  - Ya da pin pon raketi.
  - Ya da pinpon raketi, evet.
  Kesinlikle.
  - Bu nasıl?
  - Altlık olur mu?
  Bu da rastgele sayılır değil mi?
  Bu akşam rastgele olan bir şey var mı ki cidden?
  Evden ayrılmak zorunda kalırsanız, kutuyu kontrol ederken   açın ve içinde bu varsa bilin ki doğru yerdesiniz.
  Tamam o zaman artık kutumuz var  Evet ve bunu başarmamız sadece bir gecemizi aldı!
  Evi işaretledik, bir arada kalır ve uyanık olursak   ve kimse buna uymamazlık etmezse, bu işi atlatırız.
  - Teşekkürler koç.
  - Evet.
  - Bir şey ister misin?
  - Evet su.
  Su iyi gelir.
  Bir içki alayım.
  Bu sayıların ilk kutudakinden farkı ne anlayamadım.
  - Bir bakayım.
  - Hesap makinem nerede benim?
  Bakalım, şimdi 8 kişiysek ve bizden  6 çarpı 6 çarpı 6   olmak üzere 3 farklı renkte lazer varsa.
  6 çarpı 3 desek  5 milyon, 38bin, 848 farklı değişken var.
  Çelişki de bu.
  - Sen iyi misin?
  - Evet.
  - Sayılarla ilgili her şey yolunda mı?
  - Evet.
  Senin fotoğrafının arkasında yazan rakamı hatırlıyor musun?
  - Beş.
  - Öyle mi?
  - Evet.
  Dışarıda iyi bir yer buldum başka bir Hugh ve Amir gelmediği sürece iyiyiz.
  Kevin senin fotoğrafının arkasındaki sayıyı hatırlıyor musun?
  Şey  altı.
  Beth?
  Üç.
  - Hugh, sen hatırlıyor musun?
  - Üçtü.
  - Emin misin?
  - Evet.
  Mutfakta neler oluyor?
  Kek.
  Kek.
  Kızlar, diğer eve kaptırmadan tatlıyı yalayıp yutuyorlar.
  Hey, Mike, sana bir şey göstereceğim.
  Kutudan çıktığını hatırladığım ve diğer evdeki   kutuyla buraya getirilen rakamlar bunlar.
  Fakat bunlar da burada bulduğum rakamlar.
  Bu not defterindekiler.
  Ben de herkese kendi numaralarını sordum ve  Beth ve Lee orijinalinde bu evdenler.
  Çünkü evden hiç çıkmadılar.
  Ama diğerlerimiz, biz bu evden değiliz.
  Misafiriz.
  Yani bu Lee senin karın değil.
  Beni anlayabiliyor musun?
  Dahası var.
  Hugh ve Amir üçüncü bir evdenler.
  Şimdi bana telefonunu gösterdi ekranı çatlamamış!
  Yürüdüğümüz kapkaranlık yol vardı ya, içimden bir his diyor ki   oradan geçen herkes sanki bir rulet tekerleğinden geçmiş gibi oluyor   ve rastgele başka bir eve çıkmış oluyoruz.
  Ve oradan geçenler ilk evlerine geri dönemeyecekler.
  Kuyrukluyıldız geçmeden önce evlerimize dönmeliyiz.
  Çünkü o arada geçerse, burada sıkışıp kalabiliriz.
  - O sırada neredeysek  - Ve ben burada kalmak istemiyorum.
  Teorin doğruysa ve o karanlıktan tekrar geçersek   tekrar ilk evlerimize döneceğimizin de bir garantisi yok.
  Bence en iyisi burada kalmak.
  Sanırım burada kalakaldık.
  Dışarıya kapının yakınına koydum.
  Oldu sanırım.
  Hepimiz burada kalırsak bir sorun olmaz.
  - Açmayın!
  - Kim o?
  Neydi o öyle?
  Mike.
  Ah, kahretsin!
  Tanrım  Mike, dostum.
  Beth artı kitap eşittir Trinidad Kulübü.
  Buna izin verme  Ne olursa olsun dostum.
  - Nedir bu?
  - Bu sadece  Hayır.
  Mike aptalca bir fikre kapıldı ve bu notu dışarıya bırakırsa   kitabı almalarını engeller diye düşündü.
  Önemli bir şey değil.
  Aptalca bir fikirdi.
  Evet ama bizim Mike bunu vermedi değil mi.
  Nedir bu  Hayır, diğer çılgın bir  Mike geziyordu ortalıkta.
  - Bir şey değil bu, önemsiz.
  - Ama sen ne olduğunu biliyorsun.
  Nedir bu?
  - Bunu konuşmuştuk.
  - O zaman, nedir bu?
  Cidden, bir şey değil.
  Canımızı sıkacak bir şey yok.
  - O zaman neden bize anlatamıyorsun?
  - Boş verin tamam mı?
  Beth!
  - Mike, nedir bu?
  - Kahretsin.
  Birşey değil.
  - Önemsizse o zaman neden karımın burnu kanıyor?
  - Tatlım.
  - Aman tanrım.
  Beth, neler oluyor?
  - Sana dedim, bu kötü olur dedim.
  - Neler oluyor?
  - 20 yıl önce Mike ve Beth.
  - Hayır, dalga mı geçiyorsun!
  Kendine şantaj yapacaktı böylece kitabı alamayacaklardı.
  - Bu çok kötü oldu.
  Çok.
  - Bir dakika, Hugh'ya anlatmadın mı?
  Yapılacaklar listemdeydi.
  Bu geceyi atlatmamız lazım, tamam mı?
  Şimdi sadece  - Sana söylediğini söyledi bana.
  - Peki bana neden sen söylemedin?
  - Çünkü sen konuyu hiç açmadın.
  - Başka kim biliyordu?
  - Başka kim?
  Lee?
  Sen biliyor muydun?
  - Evet.
  - Kevin, sen biliyor muydun?
  - Bize anlattı sana da.
  - Benim dışımda herkes biliyor mu?
  - Bize bildiğini söyledi!
  Benim dışımda herkes mi biliyordu?
  Hugh, dinle, göründüğü gibi değil biz buraya ait bile değiliz.
  Sen fazla oluyorsun dostum.
  Çok fazla oluyorsun.
  Bak biz  biz burada misafiriz.
  Burası bizim evimiz değil.
  - Ne diyorsun sen?
  - Burası Lee ve Beth'in evi.
  Karımla yatmışsın ve tek söyleyeceğin bu mu?
  Telefonunu kontrol et.
  Ekranı kırık mı?
  - Ne alakası  - Söylesene.
  Telefonun kırık mı?
  - Ne alakası var bunun  - Göstersene.
  Hayır, telefonum kırık değil.
  Bunun karımla yatmış olmanla ne alakası var?
  Telefonun hep kırıktı, gecenin başından bu yana kırıktı o telefon.
  Hayır, Em'in telefonu kırıktı.
  - Bize telefonunu gösterdin.
  - Seninki de.
  İlk gelen kutuda, rastgele bir işaret vardı.
  - Senin işaretin neydi?
  - Bunun ne alakası var?
  - İşaretin neydi?
  - Ona cevap ver.
  Zımba.
  - Hayır, hayır, hayır, bizimki fırın eldiveniydi.
  Bizimki de pinpon raketiydi.
  - Ne?
  - Benimki peçeteydi.
  - Neden bahsediyorsunuz siz?
  - Hugh, bu benim Lee'm değil  O senin Beth'in değil.
  Ve senin Mike'ın değilim.
  Sen bana kızgın değilsin.
  Başka bir gerçeklikteyiz.
  Evet başka gerçeklikteyiz, çünkü benim geldiğim yerde en iyi arkadaşım karımla yatmazdı.
  Hugh dediğimi anlamıyor musun?
  Her şey bu gece başladı.
  Milyonlarca farklı gerçek de olsa, her birinde karınla yatmış oluyorum.
  Tanrım Mike.
  - Seni  - Hayır, hayır, hayır!
  - Hugh!
  - Hadi ama!
  - Alın onu!
  - Gelsene!
  İyi misin?
  Buz getireyim.
  Hemen getiriyorum.
  İyi misin?
  Otursana.
  İyi misin bebeğim?
  Biraz şundan koyalım.
  Tamam, tamam.
  Tamam, üzerine şundan sürelim.
  Bir şeyle kapatayım.
  Bak, ben bazı seçimler yaptım ve burada takıldım.
  Burada takılıp kaldım.
  Ölen kedi gibiyim anlıyor musun?
  Bütün gece boyunca, dışarıda karanlık yüzümüzün dolaştığından korktuk   ama ya o karanlık hallerimiz buysa?
  Lanet olsun.
  Evde birisi var!
  Gidelim buradan!
  - Hayır, hayır, hayır.
  - Tanrım!
  - İyi misin?
  - Kimdi o be?
  Mike!
  Mike!
  Ne yapılması gerektiğini bilen var mı?
  - Nefes alıyor mu?
  - Aman Tanrım!
  Laurie, tamam!
  Laurie!
  Üzgünüm!
  Üzgünüm!
  Tanrım!
  Sakin ol!
  Laurie!
  Laurie, bir şeyin yok.
  Laurie, Tanrım!
  - Birisi Mike'a yardım edebilir mi?
  - Kevin, sustur şunu!
  Sakin, tamam, geçti Laurie Nefes al.
  Em!
  Em!
  Em, nereye gidiyorsun?
  Sakin ol.
  Bir bez al.
  Havlu.
  Ya da ne bulursan.
  Sen iyi misin?
  Çek onu!
  Kan görmeye dayanamıyorum!
  Nesi var onun?
  Sakin ol!
  Kötü haber.
  Yıllardır birbirimizi görmüyoruz.
  Çok çalışmam gerekiyor ama eğlenceli olacak.
  Hep çalışıyor olacak, sen ne yapacaksın?
  Bilmem, takılırım öyle.
  Etrafı araştırırım.
  Kaynak toplarsın.
  O Vietnamlılardan biraz yatırım kap.
  Kaynak toplamayı San Francisco'da yap.
  Vietnam'da yatırım yap.
  Yine de çok güzel olacaktır.
  Kuzenim bir yıl kadar yaşadı orada ve inanılmaz olduğunu söyler hep.
  Sen gittin mi hiç?
  - Hayır.
  Kamboçya.
  - Kamboçya inanılmazdı.
  - Vay!
  - Bu da neydi?
  - Araba camı gibi bir şeydi.
  - Cam sesi gibiydi.
  - Araba camına benziyordu.
  - Benimki.
  Dışarı çıkarken ışın lazerlerimizi alalım mı he?
  Yeraltı partisine gitmiyoruz dostum.
  Yeraltı partisine mi gitmek istiyordun bebeğim?
  Kimseyi göremiyorum.
  İyi misin?
  - Şu kimin?
  - Of ama ya, kahretsin!
  Hay lanet olsun.
  Daha yeni almıştım.
  Daha yeni almıştım!
  - Üzgünüm.
  - Yapı hasarı yok.
  - Bir şey almışlar mı?
  Almamışlar bir şey.
  - Radyomu almamışlar.
  - Gel hadi.
  Diğer arabalara da baksak ya, neler oluyor anlayalım.
  - Evet.
  - Tatlım, bizim araba neredeydi?
  - Yolun üzerinde.
  - Em, sen iyi misin?
  - Evet, buradayım.
  Hey!
  Sen ne yapıyordun?
  Çocuklar, buradaymış!
  - Biz de seni arıyorduk.
  - Ben, arabamın ordaydım.
  - İyi misin hayatım?
  - Evet ben  - Bizden ayrıldın.
  - Evet.
  Bir ziyafette daha kötü şeyler de olabilirdi.
  Gidip yüzüğümü aldım.
  Em.
  Ne yapıyordun orada?
  Em!
  Ne işin vardı orada?
  Şey manzara çok güzeldi de, kuyrukluyıldıza bakıyordum.
  - O kapıdan mı girdin?
  - Evet.
  - Nesi varmış o kapını?
  - Bu Hiçbir Yere Açılan Kapı.
  Bilmiyor musun?
  - Hadi gidip bakalım.
  - Evet bir bakalım.
  Feng shui dinleyip durduk.
  Çocuklar dışarısı çok soğuk.
  - Hadi ama!
  - Sen söyledin, hadi bir bakalım.
  Bu yolu nasıl hiç kullanmayız?
  Hiç kuyrukluyıldız geçmemişti de ondan.
  - Nereye gidiyor öyle?
  - Parçalanıyor.
  Böyle mi oluyor?
  Evet, sanırım.
  Peki Em sen bir aylığına gittiğinde  Katherine Meriss, yedek oyuncun mu olacak?
  Ah, hayır, o rolü kimse  Vay!
  - Bu iyiydi.
  - Yapmayın.
  O meteorun üstünde lokum kızartmak isterdim.
  - Efendim!
  - Em?
  - Evet.
  - Sen iyi misin?
  Evet, iyiyim.
  Tuvalet taştı da  Bunu kullanma, diğer büyük olanı kullan, olur mu?
  Tamam.
  Çıkıyorum hemen.
  Aman tanrım Em!
  Uyandın mı, kahvaltı hazırlayacağım.
  Beş dakikaya hazır olur tamam mı?
  - Selam.
  Daha iyi misin?
  - Evet.
  Tamam.
  Gidip giyineyim.
  Hemen dönerim.
  Günaydın.
  İyi misin bebeğim?
  İyi misin?
  Dün gece bayıldın.
  Seni koltuğa yatırdım.
  Bunu da banyoda buldum.
  Çok garip.
  Arayan sensin.
  Alo!
 ||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar