Print Friendly and PDF

Translate

28 Gün Sonra (2002) 28 Days Later...

|


113 dk,
Yönetmen:Danny Boyle
Senaryo:Alex Garland
Ülke:İngiltere
Tür:Dram, Korku, Bilim-Kurgu
Vizyon Tarihi:11 Temmuz 2003 (Türkiye)
Dil:İngilizce, İspanyolca
Müzik:John Murphy
Nam-ı Diğer:Exterminio | 29 Days Later
Oyuncular: Alex Palmer,Bindu De Stoppani, Jukka Hiltunen,
David Schneider, Cillian Murphy
Tüm Kadro
Devam Filmleri
2002 - 28 Gün Sonra(356,184)7.6
2007 - 28 Hafta Sonra(248,202)7.0
2007 - 28 Days Later: The Aftermath (Chapter 3) - Decimation(247)6.5

Özet

İngilterede bulunan bir araştırma laboratuvarından yayılan ve kan yoluyla bulaşıp etkisini saniyeler içinde gösteren bir virüs ülkeyi tehdit etmeye başlar. Bunun için mücadele eden insanlar virüsle birlikte hastalığın etkisi altına giren insanlarla da mücadele etmek zorunda kalırlar.
Askerlerin yönetimindeki bir sığınağa ulaştıktan sonra ise hiç ummadıkları sorunlarla karşılaşmaya başlarlar.
Danny Boyle’un Kumsal (The Beach) filminin uyarlandığı romanın yazarı olarak bildiğimiz Alex Garland, yeni filmin senaryosunu yazmış. Kıyamet sonrası bir atmosferde geçen film, kimileri tarafından son yıllarda İngiltere’den gelen en iyi korku filmi olarak kabul ediliyor. Özellikle dijital kamerayla yaratılan atmosferi ile dikkat çeken yapımı kaçırmamakta fayda var.

Altyazı

Bingo.
 Kahretsin.
 Kendini topla.
 Eğer onları buradan çıkartmak istiyorsan.
 - Kafesleri açabilirim.
 - Aç öyleyse.
 Güvenlik, izinsiz giriş var.
 Kim olduğunuzu ve ne yaptığınızı biliyorum  Eğer yaralanmak istemiyorsanız, susun ve kıpırdamayın.
 Şempanzeler hasta.
 Çok bulaşıcı bir zehir verilmiş.
 - Onlara ne verildi?
 - İyileştirmek için, önce anlamalısın.
 Onlara ne verildi?
 Öfke.
 - Neden bahsediyor?
 - Kafesleri açın.
 Seni hasta pislik.
 İşkence kurbanlarını yanımıza alıyoruz.
 - Sizi çıkaracağız.
 - Onlar bulaşıcı.
 Mikrop kanlarında ve salyalarında.
 Bir ısırık Dur!
 Anlamıyorsunuz.
 Çekin.
 - Nesi var onun?
 - Onu öldürmelisiniz.
 - Nesi var onun?
 - Onu hemen öldürmeliyiz.
 28 gün sonra  Kimse yok mu?
 TAHLİYE GÖRDÜNÜZ MÜ  ''MEZARlNl KAZACAĞlM ÇÜNKÜ ALÇAKSlN''.
 KAHROLASl KlYAMET KAPlDA Hey?
 Peder?
 İyi misiniz?
 Bunu yapmamalıydım.
 Bu tarafta.
 Bu tarafta.
 - Devam et.
 - Ne halt oluyor?
 Kim bu insanlar?
 - Gidelim.
 - Ne halt oluyor?
 Haydi.
 Adamın biri yanında bir zürafa ile bara girer.
 İkisi de sarhoş olurlar.
 Zürafa yere düşer.
 Adam da çıkmak ister.
 Barmen der ki ''Bunu burada yatarken bırakamazsın'' Adam ''O bir aslan değil, bir zürafa'' der.
 Hiç espri anlayışı yokmuş.
 İkiniz iyi geçiniyor olmalısınız.
 Peki sen kimsin?
 Sen hastanedensin.
 - Doktor musun?
 - O bir hasta.
 Ben bisikletli kuryeyim.
 Farrington'dan Shaftesbury'ye bir paket götürüyordum, karşıma bir araba fırladı.
 Sonra gözümü hastenede açtım, ve halüsinasyon gördüm, ya da  İsmin ne?
 Jim.
 Ben Mark.
 Bu Selena.
 Kötü haberlerim var.
 Herşey bir isyan gibi başladı ve başından beri bunun farklı olacağı belliydi.
 Çünkü bu, küçük kasabalarda, köylerde görülüyordu.
 Ve artık televizyonda da çıkmıyordu.
 Dışarıda sokaklardaydı, pencerenden içeri giriyordu.
 Bu bir virüstü.
 Bir enfeksiyon.
 Bunu bir doktorun söylemesine gerek yoktu.
 Kandı.
 Kanın içinde birşey vardı.
 Şehirleri boşaltmaya kalktıklarında, artık çok geç idi.
 Enfeksiyon her yere yayılmıştı.
 Ordunun barikatları yetmedi.
 Ve kaçış o zaman başladı.
 Yayın kesilmeden önce, Paris ve New York'da da enfeksiyon olduğunu bildirdiler.
 Daha sonra başka bir haber almadık.
 - Peki ya Hükümet?
 - Hükümet yok.
 Daima bir Hükümet vardır.
 Bir sığınakta veya bir uçakta  Hükümet yok, polis yok, ordu yok.
 TV yok, radyo yok, elektrik yok.
 Altı gündür gördüğümüz mikrop bulaşmamış ilk kişi sensin.
 Ailen nerede?
 - Öldüler.
 Selena'nınkiler de.
 - Seninkiler de ölmüştür.
 Onları bulmalıyım.
 Deptford'da yaşıyorlar.
 Yürüyebilirim.
 Gidip, geri geleceksin, öyle mi?
 Gelmeyeceksin.
 Kimse geri gelmez.
 Yani, ders bir.
 Hiçbiryere yanlız gidemezsin, aksine mecbur kalmadıkça.
 Ders iki.
 Sadece günışığında seyahat edeceksin, aksine mecbur kalmadıkça.
 Yarın gidip, ölmüş aileni buluruz.
 Ye.
 Yavaşlamasını istiyorsan, söylemelisin.
 - İçeride kimseyi görürsen  - Anlıyorum.
 Bekle.
 Jim - sonsuz sevgilerimizle, seni uyurken bıraktık.
 Şimdi seninle uyuyoruz.
 Uyanma.
 Huzur içinde öldüler.
 Minnettar olmalısın.
 Minnettar değilim.
 Ailem ve kızkardeşimle, Paddington İstasyonuna gittik, Bir uçak bulmayı umuyorduk, para ödeyerek kurtulmayı umuyorduk.
 Babamın üzerinde yüklü miktarda nakit vardı, naktin hiçbir işe yaramamasına rağmen.
 Neredeyse 20,000 kişi daha aynı şeyi düşünmüştü.
 Kalabalık dalgalanıyordu.
 Kızkardeşimin elini kaçırdım.
 Hatırlıyorum, zemin yumuşaktı.
 Aşağıya baktım ve insanların üzerinde olduğumu gördüm.
 Bir halı gibi.
 Yere düşen insanlar ve  Kalabalığın arasında Mikroplular vardı.
 Hızla yayıldı.
 Kimse kaçamadı.
 Tek yapabildiğin tırmanmaktı.
 İnsanların üzerine tırmanmak.
 Ben de öyle yaptım.
 Büfenin üzerine çıktım.
 Aşağıya bakınca, kimin mikroplu olduğunu bilemiyordum.
 Sonra babamı gördüm.
 Annem veya kızkardeşimi değil.
 Babamı.
 Yüzü  Selena haklı.
 Minnettar olmalısın.
 Karanlık olmadan geri dönecek vaktimiz yok.
 Bu gece burada kalmalıyız.
 Benim odam yukarıda.
 Orada kalabilirsin.
 Hayır, aynı odada yatmamız daha güvenli.
 ANNENİN FAVORİ YEMEK TARİFLERİ
 Döndün.
 - Nasıldı?
 - İyi.
 - Bir yudum içebilir miyim ondan, verir misin?
 - Bitti.
 Çalışmaya başlayayım öyleyse.
 Temiz.
 - Bu Bay Bridges.
 - lsırıldın mı?
 - Kızı.
 Beş kat aşağıda yaşarlar.
 - lsırıldın mı?
 Ağzının içine hiç kan girdi mi?
 Bekle.
 Şunu temizle.
 Burada hiç kıyafetin var mı?
 Bul ve üzerini giyin.
 Hemen gitmeliyiz.
 Başka Mikroplular gelecektir.
 Hep gelirler.
 Onun mikroplu olduğunu nasıl bildin?
 - Kan.
 - Benim ve senin üzerinde de kan vardı.
 Onun mikroplu olduğunu bilmiyordum.
 O biliyordu.
 Yüzünden belliydi.
 Eğer birisi mikrop kaparsa, öldürmek için yaklaşık 20 saniyen vardır.
 Bu senin kardeşin veya dostun olabilir.
 Farketmez.
 Şimdi vaziyeti anladın, sana olursa, göz açıp kapayana kadar yaparım.
 Onun planları vardı.
 Senin hiç planın var mı?
 Dünyayı kurtarmamızı mı istiyorsun, yoksa aşık olup benimle yatmak mı?
 Planlar işe yaramaz.
 Hayatta kalabilmek en iyi ihtimal.
 Bu neydi?
 Gidelim.
 Yüksek bloklar ve alışveriş arabaları, ne alaka?
 Kes konuşmayı.
 Yolumuz uzun.
 Ara vermek ister misin?
 Sen?
 Şimdi ara vermek isterim.
 Ne oldu?
 Hiç.
 - Başım ağrıyor.
 - Çok mu?
 - Daha önce niye birşey söylemedin?
 - Umursamazsın sandım.
 Vücudunda hiç yağ yok ve sadece şeker yedin.
 O yüzden fenalaştın.
 Sana ağrı kesici ve şeker vermekten başka çaremiz yok.
 Şeker olarak, Pepsi veya Lilt?
 Hiç Tango yok mu?
 Bir kutu Tango olacaktı bir yerlerde.
 Yavaş.
 Bu bir Mikroplu.
 İçerideler.
 Kıpırda.
 Bekle, Selena.
 Beni bekle, lütfen.
 - Koş.
 - Bekle.
 Kahretsin.
 Koridordan aşağı.
 Daire 157.
 Teşekkürler.
 Kapıyı açın.
 - Açın.
 - Babam nerede?
 Ne?
 - Aç şu kapıyı.
 - Babam nerede?
 İçeri al, Hannah.
 Girin.
 Ben Frank, bu arada.
 Memnun oldum.
 Bu kızım Hannah.
 Merhaba de tatlım.
 Bu harika.
 Bunu kutlamalıyız derim.
 Neden oturmuyorsunuz?
 Hannah, ikram edecek ne var?
 Annemin créme de menthe'si.
 Harika.
 Créme de menthe.
 Oturun lütfen.
 Rahat edin.
 - Bardaklar nerede?
 - Orta dolap.
 İyi bardaklar.
 Bu bir kutlama.
 Üst dolap.
 Demek eviniz burası?
 Güzelmiş.
 Fazla birşey değil ama şerefe.
 İyi misin orada?
 Su veremediğimiz için üzgünüm.
 Tuvalet de aynı.
 Sifon çalışmıyor.
 Kovayı kullanmak zorundasın.
 Her sabah boşaltmayı unutma.
 Balkondan aşağı fırlat yeter.
 Burada çevreciler kalmadı.
 Olur.
 Geç oldu.
 Artık yatacağız.
 Boş bir odamız var.
 Sen ve Selena ?
 Oturma odasında kalırım.
 Peki, tamam.
 - İyi geceler öyleyse.
 - İyi geceler Frank.
 Çok şık.
 Rendelenmiş.
 - Onları nasıl buldun?
 - Çaresizler.
 Muhtemelen onların bize daha çok ihtiyacı var.
 Bence onlar iyi insanlar.
 İyi insanlar mı?
 Asıl, onlar seni yavaşlatırlar mı diye düşünmelisin.
 - Çünkü eğer yavaşlatırlarsa
 - Onları bırakırdım.
 Hiç düşünmeden.
 Ben yapmazdım.
 Sonra da kendini ölmüş bulursun.
 Ben biraz uyuyacağım.
 Anlamadığımı sanıyorsun ama anlıyorum.
 Ve biliyorum, seninle karşılaşmasaydım çoktan ölmüştüm.
 Tamamdır.
 Yani, teşekkürler.
 Yani, tamam.
 İyi geceler Jim.
 3 hafta evvel su bitti.
 Diğer dairelerin suyuyla idare ederiz sandım.
 Ama o kadar hızlı bitiyor ki inanamazsın.
 İçiliyor, buharlaşıyor, kirleniyor.
 Hepsi boş.
 On gündür yağmur yağmadı.
 Plastik bir örtü ile çiğ ve yoğunlaşmadan faydalanabirsin.
 Televizyonda izlemiştim, ama beceremedim.
 Hiç aklına gelmez.
 Yağmura bu kadar ihtiyaç duymak.
 Hele İngiltere'de.
 Jim, burada daha fazla kalamayacağız.
 - Haftalardır yayınlar kesik.
 - Dinle.
 Kurtuluş burada.
 Enfeksiyona çare burada.
 Bunu duyuyorsanız, yanlız değilsiniz.
 Sizin gibi başkaları da var.
 Başka hayatta kalanlar.
 Biz askeriz ve silahlıyız.
 Tanrım.
 Askerler.
 - Sessiz.
 Dahası var.
 - Yerimiz 42'nci barikat, M602, Manchester'ın 27 mil kuzeydoğusu.
 Bizi bulmalısınız.
 Kurtuluş  - Sonra tekrar ediyor.
 - Yani bu bir kayıt mı?
 Bize buraya gitmemizi söylüyorlar.
 Görünüşe bakılırsa, oraya ulaşmamız iki üç günü bulur.
 ''Biz'' mi?
 Bu daire ses geçiriyor.
 Hannah ve ben size daha çok ihtiyaç duyuyoruz.
 Doğru.
 Sadece ikimiz olursak, burayı terkedemem.
 Bana birşey olursa, Hannah yalnız kalır.
 Ancak başkalarıyla  Bu kaydı yapan askerler ölmüş olabilirler.
 - Bu mümkün.
 - Enfeksiyona çare mi?
 Çare yok.
 Vereceği zararı verdi.
 - Belki onlarda bir tedavi vardır.
 - Belki de yoktur.
 - Bunu öğrenmenin tek yolu onlara ulaşmak.
 - Denerken ölebiliriz.
 Veya burada.
 Babamın söylediği doğru değil.
 Sizin de bize ihtiyacınız var.
 Birbirimize ihtiyacımız var.
 Ve şehirde güvende olamayız.
 Askerler bizi koruyabilir.
 - Yani oraya gitmeyi denemeliyiz.
 - Nasıl gideceğiz?
 Haberiniz olsun, kredi kartı ve çek kabul etmiyorum.
 - Ne dersin?
 - En kestirme yol bu.
 Diğer taraftan gidelim.
 Aydınlık olan ve yeraltında olmayan yoldan.
 Haydi bitirelim şu işi.
 Bak, bu gerçekten aptalca bir fikir.
 Neden biliyor musun?
 Çünkü sahiden aptalca bir fikir.
 Kaza yapmış arabalarla dolu bir tünele girmek.
 Gerçekten aptalca bir fikir.
 Tutunun.
 Kahretsin.
 - Lastik patlatmak için en kötü yer.
 - Acele etmeliyiz.
 Tekerlek bende.
 Sen de krikoyu al.
 Duyuyor musun?
 Neyi?
 Tamam, yaptım.
 Baba?
 Aman tanrım.
 Pis fareler.
 Mikroplular'dan kaçıyorlar.
 Kıpırda.
 Krikoyu boşver.
 Vakit yok.
 Kaldırın, herkes.
 Tutun.
 Bir, iki, üç, kaldırın.
 - Onlara bakma.
 - Onları görebiliyorum.
 Geliyorlar.
 Haydi, Hannah.
 Neredeyse.
 - Lastiği tak.
 - Deniyorum.
 Üç, iki, bir  Bırakın.
 Arabaya binin.
 Frank, gazla.
 Güle güle, pislikler.
 Arabayı durdur.
 Alışveriş yapalım.
 Sen  Çörek gören var mı?
 Radyasyonlu.
 - Pişirilecek birşey almayın.
 - Bence hepsini yiyebilirsin.
 Kafeinsiz kahve.
 Onu geri koy.
 Her beğendiğini alamazsın.
 Bir daha çikolata bile yiyemeyeceksem, öleyim daha iyi.
 Terry'nin Portakallı Çikolatası sayılmaz.
 Tek malt, 16 yıllık.
 ''Koyu, tam lezzet'' ''llık ama acı değil.
 Lezzetli'' ''Ateşini alıyor ama ılık bir tat kalıyor.
'' Bunu ya şimdi yapacağız, ya da yürüyeceğiz.
 Sen değil.
 - Yakın kal.
 - Ne?
 Duydun.
 Nereye gidiyorsun?
 Yeterince gıdamız var.
 Hiç çizburgerimiz yok.
 Sanki teyzemlerle tatile gidiyorum.
 Merhaba?
 Senden nefret ediyorum.
 Birşey buldun mu?
 - Hayır.
 Gidelim buradan.
 - İşimiz bitti.
 Yavaş.
 Fren!
 Dışarı.
 Aman Tanrım.
 C vitamini tadı alıyorum.
 Kuru üzümler çok nemli.
 Ne dedin?
 Buraya bak.
 - Aile gibi.
 - Sence mikroplular mı?
 Gayet iyiler.
 Yiyelim.
 - Ne düşünüyordum biliyor musun?
 - Bir daha yeni bir müzik dinleyemeyeceksin.
 Daha önce yazılmamış bir kitabı okuyamayacaksın, veya daha önce çekilmemiş bir film izleyemeyeceksin.
 Bunları sen düşünüyordun.
 Ben yanıldığımı düşünüyordum.
 Ne hakkında?
 Bütün ölümler.
 Bütün bu pislik.
 Frank ve Hannah'ya pek bir şey ifade etmiyor çünkü  Kızın babası var, onun da kızı var.
 Yüzsüz maymun.
 En iyi ihtimal hayatta kalmak derken yanılmışım.
 İşte ben de bunu düşünüyordum.
 Aklımı okudun.
 Üzgünüm.
 Önemli değil.
 Sende kalsın.
 Geç oluyor.
 Gece burada kalmalıyız.
 Uyuyamıyorum.
 Ben de.
 Dışarısı güvenli değil, değil mi?
 Bence güvendeyiz.
 Selena'nın uyuyamama derdi yok galiba.
 Farkettim.
 Ne?
 Nasıl uyudun?
 Onlar için kesin reçete gerekiyordur.
 Benim ihtiyacım olmadı.
 Eczacılık iznim var.
 Harika.
 Valium.
 Hem uyumamızı sağlar, hem de saldırırlarsa umursamayız.
 - İkişer tane.
 - Ben istemem.
 - Peki ben baba?
 - Pek sanmam.
 Lütfen?
 - Hayır.
 - Uyuyamıyorum.
 Bırak hayatını yaşasın.
 - Ona yarım ver.
 - Tamamdır.
 İyi geceler.
 Koca bir korkaksın Frank.
 Kabus görüyorsun o kadar.
 Teşekkürler baba.
 Haydi, uykucu.
 Haydi, Bebek Ruth.
 Acele et.
 - Kahvaltıyı kaçırdım mı?
 - Sen her yerde uyursun.
 - Kızartma mı yediniz?
 - Yolda bir barda dururuz.
 Kapı.
 Yerimiz 42'inci barikat, M602, Manchester'ın 27 mil kuzeydoğusu.
 Bizi bulmalısınız.
 Kurtuluş burada.
 Enfeksiyona çare burada.
 Manchester olmalı.
 Manchester'ın tamamı, bütün şehir.
 Söndürecek itfaiye yok.
 42'inci barikat.
 İşte burası.
 Anlamıyorum.
 Gitmişler mi?
 Bu hoşuma gitmiyor.
 Bence gidelim.
 Araçlara bakalım.
 Birşey olmalı.
 Hiçbirşey.
 İnanamıyorum.
 Gitmeliyiz.
 Hangi cehenneme?
 Git buradan.
 Baba, iyi misin?
 İyiyim hayatım.
 Üzgünüm, kendimi kaybettim.
 Seni çok seviyorum.
 - Ne?
 - Benden uzak dur.
 Olduğun yerde kal.
 Benden uzak dur.
 Neyin var?
 O mikroplu.
 Öldür onu.
 Ondan uzak dur.
 Cesetten uzak durun.
 Üç canlı.
 Bir erkek, iki kadın.
 Tekrar ediyorum.
 Bir erkek, iki kadın.
 ETA, 15.
 Suyu kaynatın.
 Ben Binbaşı Henry West.
 Hoş geldiniz.
 Merhaba Jim.
 Temiz çarşaflı yataklarımız ve sıcak su için şofben var.
 Yani hepiniz yıkanabilirsiniz.
 İhtiyacınız var gibi.
 Komik değil.
 Yemek pişirmem lazım, seni pislik Doris.
 Ez onu.
 Durumu nasıl?
 Babası öldü.
 Durumu bu.
 Herşey b.tan.
 Ne demek istiyorsun?
 Böyle yapma.
 Hannah Frank'in dediği gibi.
 Sağlam, kuvvetli ve başedebilir, biz de.
 Başetmek zorunda olmasını istemiyorum.
 Onun iyi olmasını istiyorum.
 Hannah babası varken iyiydi.
 Biz de iyiydik, onlar da.
 Şimdi herşey b.tan.
 Yayınımızı mı duydunuz?
 - Duyduk.
 - Hayalkırıklığı olmalı.
 Helikopterler ve hastane olan bir askeri üs bekliyordunuz.
 - Biz sadece  - Enfeksiyona çare.
 Burada.
 Hayal ettiğiniz gibi olmasa da.
 - Sizi bulduğumuz için şanslıyız.
 - Öylesiniz.
 Yangın yüzünden yüzlerce Mikroplu Manchester'ı terketti.
 Bölge onlarla dolu.
 Ama merak etme.
 Burada güvendesiniz.
 Evin etrafı açık alan.
 Jeneratöre kuvvetli ışıklar bağladık.
 Yüksek çevre duvarı işe yarıyor.
 Zemine tuzaklar ve mayınlar döşedik.
 Toprağı bozmak istemezdim ama içeri girdiklerinde duyabiliriz.
 Korunmadan sonra, ikinci görevimiz, yeniden inşa etmek.
 Baştan başlamak.
 Evin kalbi.
 Sıcak su için şofben.
 Medeniyete doğru ilk adım.
 Mutfak.
 Seni değiştireceğim.
 - Harcama.
 - Bize de biraz.
 Kavga etmeyin.
 Bunu geri koyacak mısın?
 Jones, bizim konserve açıcısı.
 Ne pişiriyorsun?
 - Sürpriz Efendim.
 - Bekleyemiyorum.
 Ve son olarak, Mailer.
 İki gün önce mikrop kaptı.
 Mitchell onu devirmeyi başardı ve boynuna zincir geçirdik.
 Hayatta mı tutuyorsunuz?
 Amaç enfeksiyon hakkında birşeyler öğrenmek.
 Bana öğretmesi için.
 Öğretti mi?
 Bir şekilde.
 Artık ekmek pişirmeyeceğini söyledi.
 Tarım, hayvancılık.
 Geleceği olmadığını söylüyor.
 Eninde sonunda Mikroplular'ın açlığa ne kadar dayandıklarını öğretecek.
 Umarım patates kızartmasıdır.
 Umarız patates kızartmasıdır.
 Şapka.
 Ne var bakalım?
 Konserve jambon, konserve bezelye, konserve
 - Harika, Doris.
 - Omlet.
 - Ziyafet.
 - Onur konuklarımıza.
 Kesinlikle.
 Ben de kadeh kaldıracaktım ama bu omlet de idare eder.
 Yeni dostlara.
 Jones farkettin mi, yumurtalar bozuk?
 Tuz tadını alır diye düşündüm.
 Atın şunu.
 Doris, seni salak.
 Yemek pişirebildiğini sanmıyorum.
 Mutfakta, hünerli birine nasıl ihtiyacımız var anlatamam.
 Ne hayalkırıklığı.
 Yumurtaları gördüm, Noel sandım.
 Herşey normale dönünce yumurta yeriz.
 Seni kukla.
 Şuna bak.
 Marks and Spencer yine açılsın diye bekliyor.
 - Hiçbirşey bilmiyorsun.
 - Bence Bill haklı sayılır.
 Eğer gezegenin yaşamına bakarsan, biz insanlar sadece göz açıp kapayana kadar yaşadık.
 Yani eğer enfeksiyon bizi yokederse, bu normale dönüş olur.
 Bunu mu demek istedin, Bill?
 Bizim yeni nesil çavuşla tanıştın mı?
 Bizim ruhani liderimiz.
 Farrell, orduya katılma sebebin nedir?
 Enfeksiyonun başladığı dört haftadan beri gördüğüm şu: Birbirini öldüren insanlar.
 Enfeksiyondan dört hafta önce de aynı şeyi gördüm, ondan evvel de.
 Kendimi bildim bileli, birbirini öldüren insanlar.
 Bu da bana göre, bizi şu an normal bir duruma sokuyor.
 - Yemiyor musun?
 - İstemiyorum.
 Yemelisin.
 Yemek istemiyorum.
 Babamı gömmek istiyorum.
 O bahsettiğin insanlardan biri.
 Ön tarafta düşman.
 Vurdum bir tane.
 Ne istiyorsun, şeker mi?
 Ateşe devam pislik.
 Kahretsin.
 Sekti.
 - Ateş kes.
 - Böyle birşey hayatımda görmedim.
 - Rapor verin.
 - Kahretsin.
 Temiz.
 Merhaba.
 Dinle tatlım buna daha fazla ihtiyacın olmayacak.
 Seni korumak için ben varım.
 Büyük bir motora binmek istersen, gel beni gör.
 - Defol.
 - Bu bir teklif Mitch.
 Hemen şimdi.
 Ne dersin?
 Sakin ol kaplan.
 Benimle kavga etmek istemezsin.
 Çavuş Farrell.
 - İlk iş.
 - Çevrede güvenliği sağlamak.
 Sen git.
 Jones, Bedford, onunla gidin.
 Yavaş ol.
 Çavuş?
 Çimlerdeki cesetleri temizleyin.
 Kalanlar, onunla gidin.
 Affedersiniz.
 İçki?
 Bizi koruduğunuz için minnettarız ama eğer burada kalacaksak  - Sen kimi öldürdün?
 - Kimseyi.
 Birini öldürmeseydin, hayatta olamazdın.
 Bir çocuk öldürdüm.
 Çocuk mu?
 Ama mecburdun.
 Yoksa o seni öldürecekti.
 Hayatta kalma.
 Anlıyorum.
 Onlara kadın sözü verdim.
 Ne?
 Sekiz gün önce, Jones'u ağzında silahıyla buldum.
 Kendini öldürmek istiyordu çünkü bir gelecek yoktu.
 Ona ne diyebilirdim?
 Mikroplular ile savaşırız ya da açlıktan ölmelerini bekleriz, peki sonra?
 Dokuz erkek kendi ölümlerini beklemekten başka ne yapabilir?
 Barikattan ayrıldık, radyo yayınına başladık, ben de kadın sözü verdim.
 Çünkü kadınlar gelecek demek.
 - Ne?
 - Gitmeliyiz.
 - Bekle.
 - Vakit yok.
 Arabaya binip gidiyoruz.
 Onları burada tutmayacaksın.
 Onları bırakmalısın.
 Olduğun yerde kal.
 Onları burada tutmana izin veremem.
 Bunu yapamazsın.
 Yakalayın.
 Sana bir şans vermek istiyorum.
 Bizimle olabilirsin.
 Ama onları bırakamam.
 Onu da.
 Smithers der ki ''Kadınlar ve meni karışmaz.'' Bay Burns der ki ''Hepimiz aklındakini biliyoruz''.
 Simpsons'da en sevdiğim espri.
 Kanalın veya Atlantik'in ötesinde yaptıkları bu.
 Akşam yemeği yiyip, Simpsons izlemek.
 Karılarının yanında, yatakta uyumak.
 Fakat biz kahrolası bir radyatöre zincirlendik, çünkü komutan delirdi.
 Dünyanın gerisi durmamışken, yeniden bir dünya kurmak.
 Hayal et sadece, düşün bunu.
 Enfeksiyon okyanusları nasıl aşacak?
 Ya da dağları ve nehirleri.
 Bu durdurulabilir.
 Şu an TV yayında, uçaklar uçuyor ve dünyanın kalanı normal devam ediyor.
 Düşün.
 Bunun hakkında düşün.
 Hastalıklı küçük bir ada için sen ne yapardın?
 Bizi karantinaya aldılar.
 ''Enfeksiyon yok.
 Sadece insanlar birbirlerini öldürüyorlar.
'' O delirmiş.
 Gitme zamanı.
 Karantina?
 - Lütfen  - İnan bana, hiç ilgilenmiyorum.
 Ben siyah olanı alacağım.
 Ve onu kıvrandırtacağım.
 Yemin ederim bu sana pahalıya patlayacak.
 Kıpırda.
 Haydi, kalk.
 Kalk, sürtük.
 Kaldır kıçını.
 Haydi sizi korkak pislikler.
 İlk beni halledin.
 Mitch, süngüyü kullan.
 - Beni bıçaklayacak mısınız?
 - Vur onları.
 - Neden?
 - Daha hızlı olur.
 Çavuşunuzu böyle mi halledeceksiniz?
 - Ben vururum.
 - Hayır.
 Bıçaklamasına izin mi vereceksin?
 Bir köpek gibi?
 Bu hoşuma gidecek.
 Seni aptal.
 Beni vurmak mı istiyorsun?
 Öldürürüm.
 Hangi cehenneme gitti?
 Kahretsin.
 Peşine düş.
 - Kıpırda.
 - Onu görebiliyorum.
 Neredesin?
 - Görebiliyor musun?
 - Şu aradan.
 Mahvolduk.
 Rahatla.
 Duvarın diğer tarafında.
 Aracı ve silahı yok.
 O öldü.
 İlk işimiz sizi daha çekici kılmak.
 Evsahibesinin geniş bir gardrobu var ve artık kesinlikle ihtiyacı kalmadı.
 - Bunu Hannah'ya yapamazsın.
 - Yatak odasına gidin, beğendiklerinizi seçin.
 Bayanlar.
 - Sadece giyineceksiniz.
 - Kızlar giyinmekten hoşlanır sanırdım.
 Rahatla.
 Beni Hannah ile yalnız bırakmalısınız.
 - Komutan dedi ki  - Bizim güzel giyinmemizi.
 Eğer giyinmemizi istiyorsanız, odayı terketmelisiniz.
 Nezaket icabı.
 Pekala.
 Odadan çıkalım.
 Bunları yiyeceğiz.
 Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?
 Umursamamanı istiyorum.
 Ne yapıyorsunuz?
 Barikatta birisi var.
 Kıyafetleri giyin.
 Gidelim.
 - Ölür sanmıştık.
 - Burada kalın.
 Davis?
 Kahretsin.
 - O neydi?
 - Şimşek.
 Birşey duydum.
 Bana Claymore gibi geldi.
 Ben ışıkları vuracağım, sen bir bıçak bul.
 Kızlar, ona göz kulak olun, olur mu?
 Haplar, sanırım etkilerini gösteriyorlar.
 Hissediyorum.
 Uykum yok.
 Uzun zaman oldu, yoklar.
 Geri dönmezlerse ne yapacaksın?
 Eğer Henry öldüyse, komuta sana mı geçer?
 İşler öyle mi yürür?
 Kes sesini.
 Bence geri dönmeyecekler.
 Öldürüldüler.
 Kes sesini dedim.
 Öldürüldüler.
 Ve sırada sen varsın.
 Kalk ayağa.
 Buradan çıkacağız.
 Kendini topla.
 Merak etme.
 Ben iyiyim.
 Şunu alın tepemden.
 O lanetli.
 Ne halt ediyorsunuz.
 Çığlıklar nedir?
 Orada öyle durma, seni salak.
 Peşlerinden gidin.
 İkiniz, buraya.
 Haydi, öyleyse.
 Şimdi ne halt edeceksin?
 Bu merdivenleri senin hayatınla koruyacağım.
 Mailer serbest.
 Üzgünüm.
 Hiç kurşunum kalmadı.
 Beni bırakma.
 Haydi.
 Kıpırda.
 Sadece ikimiz kaldık.
 Ama merak etme, seni çıkaracağım.
 Sonra ufak, güzel bir yer bulacağız.
 Ve sonsuza dek mutlu yaşayacağız.
 Bu göz açıp kapamaktan hızlıydı.
 O kadar berbat değil.
 İyi olacağız.
 O kadar berbat değil.
 Kes sesini.
 Herşey düzelecek.
 Tamam.
 Mikroplu değil.
 - Seni ısırıyor sandım.
 - Onu öpüyordum.
 Kafan mı iyi?
 Uzun hikaye.
 Buradan çıkmalıyız.
 Kıpırda.
 Bütün adamlarımı öldürdün.
 Bekle.
 Binin.
 Kilitli.
 Kapılar kilitli.
 Haydi hallet şunu.
 28 gün sonra  Nefes al.
 Haydi nefes al.
 Perdeleri değil.
 Bu sana yakışıyordu biliyor musun?
 Geliyor.
 Kesinlikle duydun mu?
 - Ben birşey duyamıyorum.
 - Size söyledim, duydum.
 Haydi.
 MERHABA Sizce bu sefer bizi gördü mü?
||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar