The Secret Scripture (2016)
| |
108 dk
Yönetmen:Jim Sheridan
Senaryo:Sebastian Barry, Jim Sheridan, Johnny Ferguson
Ülke:İrlanda
Tür:Dram, Romantik
Dil:İngilizce
Müzik:Brian Byrne
Nam-ı Diğer:Tss
İzledim
Tavsiye Ekle
İzleyeceğim
Oyuncular
Aidan Turner
Rooney Mara
Theo James
Eric Bana
Jack Reynor
Özet
Roseanne McNulty (Redgrave) 50 yıldır yaşadığı ve yakın
zamanda yıkılacak olan Roscommon, İrlanda’daki akıl hastanesinde çıkmak
zorundadır. Hastanenin psikiyatri Dr. William Grene (Bana) McNulty’i incelemek
için çağrılır. Roseanne’in gizemli ritüelleri, tikleri ve İncil’e olan
bağlılığından etkilenir. Yıllardır Roseanne’in elinde bulunan bu İncil,
içerisinde çizimler ve günlük tadında mesajlar barındırır. Grene, Roseanne’in
geçmişine indiğinde onu genç ve çekici bir kadın (Mara) olarak görürüz. Genç
Roseanne’in halasının kafesinde çalışmak için Sligo’ya taşındığını ve orada bir
savaş pilotuna (Reynor) aşık olduğunu öğreniriz. Ancak kasabanın rahibi de
(Theo James) Roseanne’e aşık olur.
Altyazı
ROSE'UN KİTABI
Adım Rose McNulty.
Ben çocuğumu
öldürmedim.
Adım Rose McNulty.
Ben çocuğumu
öldürmedim.
Stephen, belgeleri
unutma.
İhtiyacın olacak.
- Anahtarların var mı?
- Akşam döndüğümde.
Haftasonu yokum, ona
göre.
SATILIK YENİ DOĞMUŞ
BEBEĞİNİ ÖLDÜREN KADIN
Dediklerine göre çocuğunu burada öldürmüş.
Tek istediğim, kadının
derhal değerlendirilip yeni tesislere
naklinin sağlanması.
Zaten kadını bir kere
tanıyın öğle yemeğine kalmaz, çıkışını
yaparsınız.
Sizin gibi ünlü biri
nasıl olur da böyle bir konu için gönderilir
anlamış değilim, Dr.
Grene.
Girin.
Günaydın, Florence.
Yanımda seni görmeye gelmiş
olan genç bir bey var.
- Roseanne Florence
Clear?
- Hayır, Roseanne
McNulty.
Michael McNulty'nin
karısıyım.
Bir oğlumuz var.
Söyler misiniz,
Roseanne, kaç yaşındasınız?
Bir hanımefendiye böyle
soru sorulur mu?
Siz kaç yaşındasınız?
Merhaba, saksağan
hanım.
Kocanız nasıl?
Keder için
"Bir" sevinç için "İki".
Siz hangisisiniz?
- "İki" yim.
Adım Doktor Grene.
- Doktor Grene, demek?
Burada sonsuza dek
kalamazsınız, öyle değil mi Roseanne?
Kalırım.
Müsadenizle.
Siz gerçeksiniz.
Sizi yeni bir tesise nakletmek
zorunda kalabiliriz.
Olmaz.
Ben burada kalacağım.
- Ne zamana kadar,
Roseanne?
- Gitmeyi kendim
isteyinceye kadar.
Burasını otel ve
sağlık kulübüne dönüştürüyoruz.
Ben de otelde kalırım
öyleyse.
Benim için görüşme
bitmiştir.
Caitlin, yarınki
otobüse kaç kişi hazırlandı?
- Şey, sekiz, doktor.
- Dokuz sanıyordum.
Biri öldü, doktor.
Rose'un beşinci
koğuştan arkadaşı Joe Grady.
- Ne üzücü!
- Söylesenize, doktor Kulakları duvarların arasından bile duyabilir.
Kafasının arkasında
gözleri vardır.
Bu mekânda devamlı
bir şeyler görür hayallere dalar evhamlara
kapılır.
- Sadece gerçek
hayatta işlevi yok.
- Tabi ya, gerçek
hayat!
Peki bu gerçek hayat,
hangi taraftaydı, Dr.
Hart?
Üçüncü koğuş.
Üçüncü koğuş, demek?
Bunu unutmamalıyım.
Teşekkürler, Audrey.
Evet, bunlar planlar.
Gördüğünüz gibi geniş
bir alan üzerine kurulu bir yer.
Çepeçevre bir yürüyüş
yolu da yapılacak.
Şuna bakın!
Hele bir bakın, iyi
bakın.
Şimdi duracak ve devam edecek.
Kendi küçük arafında
yaşıyor.
Yeni tesisin bir
cennet olduğunu söylemiyorum ama o
kutucuğa bir işaret koymanın vakti geldi, doktor.
Hadi bakalım, üzücü
biliyorum.
Üzüntülüsünüz elbette biliyorum.
Ancak her şey
düzelecek, düzelecek.
Margaret de geldi.
Atın onu dişarı!
İnanılır gibi değil!
Tanrı aşkına, ne
yapıyorsunuz?
Ne yapıyorsunuz?
Onlar bana ait!
Tanrı aşkına!
Aman Tanrım!
İncilime ne yaptınız?
Onlar benim
kitaplarım, geri verin.
- Ne yapıyorsunuz?
- Ben sadece işimi
yapıyorum.
Hemşire Caitlin?
Hemşire Caitlin?
Hemşire Caitlin!
Nasıl?
Nasıl yani?
Bu ne biçim bir iş?
- Hemşire Caitlin!
- Sakin ol!
Dur!
Dur!
Lütfen, lütfen!
Bana ait şeyler var
arkada.
- Lütfen sürmeyin!
- Rose, ne oluyor?
- Günlüğüm!
- Anahtarları aldı.
- Her şeyim kutsal
kitapta.
- Hey, sen bin
kamyona.
- Kutsal kitabım.
- Rose, sorun ne?
- Oradaki benim, ben.
Hayatım oradaki!
- Neler oluyor,
Florence?
- Ne oluyor be?
- Benden uzak dur!
Bana yaklaşmasına
izin vermeyin.
- Yanıma yaklaşmasına
izin - Hemşire, sen işinin başına dön.
İşinin başına!
- Pardon?
- İşinin başına dön
dedim.
- Günlüğünü arıyor.
- Biliyorum,
biliyorum.
- İyi o, bir şeyi yok.
- Ona dokunma!
- Bırak onu!
- Bu tedavi
gerektiren bir durum.
Öyle değil mi,
Florence?
- Bu kadın kendinde
değil.
- Eşyalarını neden
dışarı attırdın?
Buradan ayrılması
gerek de ondan.
Gitmesi gerek.
Öyle değil mi,
Florence?
Tamam, işte böyle.
Tamam işte.
Bu seni şimdi
sakinleştirir.
İşte böyle.
İşte böyle.
- Buyrun.
- Teşekkürler.
Konteyneri biraz
indirebilir misiniz, lütfen?
Peki.
Ayaklarını kaldır
biraz.
Bu tıbbi bir
meseleydi.
Üstünüze vazife
değildi, anlıyor musunuz?
Üstünüze vazife
değildi.
Hemşire, çöp
konteyneri karıştırmak da sizin işiniz değil.
O zaman ben de
meseleyi değerlendirmemin bir parçası yaparım.
Ne?
Siz şimdi bu hastanın
sorumluluğunu üstleneceğinizi mi söylüyorsunuz?
Evet.
Pekâlâ, bu durumda,
hemşire!
Hemşire!
Hastayı yanlız
bırakma, anlıyor musun?
Aklınızı başınıza
toplayın, doktor.
Cumaya kadar vaktiniz
var, Dr.
Grene.
- Bütün eşyalarını
indirin.
- Peki, tamam.
Hey, hey, işte İncili
orada.
Ver bana.
Bütün eşyalarını
koğuşuna geri götürün.
Güzel!
Kendini nasıl
hissediyorsun?
Sanki biri ruhumu
almış gibiyim.
Gördün mü, haçımı
almışlar.
- Haçını mı?
- Evet.
Çok üzgünüm, Rose.
Rose, okuyacak mısın?
Ne diye?
Dr.
Grene seni yeniden değerlendirebilsin
diye.
Hadi ya, bu kalmaya devam
edebilirim mi demek?
Yarın ayrılmak
zorunda kalmayacaksınız demek.
Tabi ya, yarın.
40 yıldır buradayım.
Bebeğim orada dünyaya
geldi.
Bebeğimi kim
hatırlayacak ki?
Hikâyeni dinlemek
istiyorum, Rose.
Dinleyecek kulakların
var mı?
Ölü kaldırıcının
kulağa ihtiyacı yok da!
- Kiraya verse daha
iyi!
- Ölü kaldırıcı da
kim?
- Diğer doktor.
- Tabi ya!
"4 Haziran 1942.
" "Bu kelimeleri gizlice yazıyorum, korkuyla ve
dehşetle.
" "Beni buradan çıkaracak bir akraba bulmam gerek "
" yoksa yaşayan bir ölü mahkumiyetiyle sonsuza dek buradayım.
" Çocukluğum çok mutlu geçti.
Sligo ilçesinde
mutluydum.
Müzik sevgisi bana
babamdan kaldı.
Babamı çok severdim.
Öldüğünde, annemin
yüreği de onunla beraber öldü.
Yas elbisesini hiç
çıkarmadan onu alıp götürdükleri güne
kadar sabah akşam yas tuttu.
Benden koparıp
götürdükleri güne kadar o elbiseyi hiç çıkarmadı üzerinden.
Michael McNulty ile
ilk karşılaştığımda onu sonsuza kadar bekleyeceğimi
biliyordum.
O badem bıyıklı korkunç
adam olmasaydı savaşçı pilotumu hiç
tanımayacaktım.
Savaş Belfast'a
ulaştığında, işimi kaybettim.
Savaşta olmayan
Cumhuriyetçi bölgeye geçmek zorunda kaldım.
Annemin kızkardeşi
olan Eleanor teyzenin alkol yasaklı
otelinde çalışmaya başladım.
Gerçeklerden uzak, huzurlu
bir dünya olan çocukluğumun geçtiği Ballytivnan'daki
eve geri dönmek bir peri masalına adım
atmak gibiydi.
- Bavullarınızı
alabilir miyim?
- Teşekkür ederim.
- Merhaba, Roseanne.
- Merhaba.
- Yolculuğun nasıldı?
- İyiydi.
Sizi şırfıntılar
acele edin!
Rahibe!
Gidelim.
İster Katolik, ister
Protestan olsun, teyzemin kafeteryasında
kabul görmek için dış görünüm çok önemliydi.
Teyzemin değişmez bir
oturma düzeni politikası vardı.
İçeriye girmelerine
izin verilenler dışarıda oturmaya mecbur
kalanlar gibi.
- Hayır!
- Ve tabii hiç izin
verilmeyenler.
- İşte görüyorsunuz - Selam, Joe.
zavallı Joe Brady.
Kasabanın tepesindeki
akıl hastanesinde ölecek bir gün.
Şey alabilir miyim hani yuvarlak, şekerli -Halka çöreği mi?
- Evet.
Mutlu olmasına
mutluydum da Ben Bulben semalarındaki savaş
uçakları savaşın çok da uzakta olmadığının
bir işaretiydi.
İNGİLTERE ASKERLİĞE
UYGUN İRLANDALILAR İÇİN BAŞVURUYOR.
- Merhaba.
- Merhaba.
Prunty'lerin içki
yasaklı otelindeki Rose musun sen?
- Benim.
- Ben Michael McNulty.
McNulty tütün ve
alkol ticareti mi?
Doğru, evet.
Çok zıtız, bu yüzden Zıt kutuplar birbirlerinin cazibesine kapılır
demezler mi?
Hadi ya, öyle mi?
Bir süreliğine uzaklara
gidiyorum, Rose.
Umarım döndüğümde burada
olursun.
Seninle tanıştığıma sevindim,
Michael.
Ben de, Rose.
Rose?
Rose Clear?
- Benim.
- Seni en son annenin
cenazesinde görmüştüm.
Küçüktün o zaman.
Belki de Ballytivnan kurallarını
unutmuşsundur.
Kimlerle dostluk
kuracağın konusunda dikkatli olmalısın.
- Ne demek istiyorsunuz?
- Sempati mi
duyuyorsun?
Peki, kime?
Bize mi, İngilizlere
mi?
McNulty ailesi bir
dizi mağaza sahibidir.
Onlarla işimiz olmaz.
Anlayacağın üzere
dilimin her iki tarafı da tereyağlıdır.
Anlamadım.
Tarafını seçerken
dikkatli ol.
Gözüm üzerinde olacak.
Hayırlı günler.
Selametle Thomas,
selametle.
Durdur şunu, Michael
McNulty!
Ya, durdur şunu!
Gözün yukarıda olsun,
tamam mı?
Karşı tarafa gidip
geldin, ha?
Gelgit yön
değiştirirken denizde dikkatli olmalısın.
Yüzey sakin
görünebilir ama dipte fırtınalar kopar.
İyi yüzücüyümdür.
Bak, burası bayanlar
için uygun bir yer değil.
Öyle bir tabela
görmedim.
Bu konularda tabelaların
hükmü olmaz.
Hep öyle olmuştur ve
bunu herkes bilir.
Ben bilmiyordum.
Buralardan değilsin,
değil mi?
Kazıklı yolun diğer
tarafında yüz bundan böyle.
Tamam.
Bugünlük afediyorum.
Polis misin?
Değilim.
Cankurtaran mı?
Öyle de denebilir,
evet.
Olmaz öyle şey ya cankurtaransındır, ya da değilsindir,
arası olmaz.
Kasap mısın?
Fırıncı?
Mumcu?
Korkusuz birisin,
değil mi?
- Neden korkacağım ki?
- Neden korkacakmış!
Buralarda kadınlar,
bir erkeğin gözlerinin içine ancak onun
karısı olduklarında bakabilirler.
Ben en iyisi gideyim.
Seni bırakmamı ister
misin?
- Bırakmasan da olur.
- Öyle olsun.
Hava girsin diye cam
açıktı sonra aynadan baktım ve bir ses seni
burada bırakmamamı söyledi.
-Minik bir kuş muydu
söyleyen?
- Hayır.
Kocaman bir kuştu, Anka
kuşuna benziyordu.
Peki, bu arabaya
binersem, hiç inebilecek miyim?
- Bu nereye gittiğine
bağlı.
- Ballytivnan'a.
O zaman Ballytivnan'a
gidiyoruz.
- Söz mü?
- Söz.
Pekâlâ.
- Ballytivnan'da ne
yapıyorsun?
- Teyzem Eleanor için
çalışıyorum.
- Bayan Prunty mi?
- Evet.
Sen ne iş yaparsın?
Hayatımı kazanmak
için insanların sorunlarını dinlerim.
Psikiyatrist misin?
Hayır.
Köyün içine beraber
girmeyelim.
Sözünü yiyecek misin?
Bak, burası küçük bir
yer.
İnsanların konuşmaya
başlaması iyi olmaz.
Teşekkür ederim.
SIRRI NEYDİ MERAK
ETMİŞTİM.
Afedersin peder.
Peder Gaunt mu?
BEN ÇOCUĞUMU
ÖLDÜRMEDİM.
BİR GÜN OĞLUM GELECEK
VE BENİ BURADAN ÇIKARACAK - Bütün gece burada mısınız, doktor.
- Şunu bir dinle.
21 TEMMUZ 1969.
AYA AYAK BASANLAR
TELEVİZYONDA.
İRLANDALI.
BİRİNİN ADI 'Michael.
' BU BENİM OĞLUM
OLABİLİR Mİ?
BÖYLESİNE UZAKTA,
BÖYLESİNE ÖZGÜR.
İLHAM VERİCİ.
BÜTÜN GÜN KENDİMİ BİR
KUŞ GİBİ HİSSETTİM.
Oğlunun ölü olduğuna
inanmıyor.
Bu ne?
Ayışığı Sonatı
sanırım.
Çok etkileyici.
Her şey yolunda mı,
peder?
Evet, bayan Prunty.
Rose, peder Gaunt'a servis
açar mısın, lütfen?
- Merhaba, Rose.
- Merhaba.
Bir bakalım menüde
neler varmış.
- Protestan mısın,
Rose?
- Kimse mükemmel
değildir, peder.
Earl Grey alayım ben.
Bu çeşidi evde yok.
Adını ikinci Lord
Grey'den almış.
- Birinci değil yani,
ikinci?
- İkinci.
Bir asır önce İngiltere'nin
Başbakanıymış.
Bir çay çeşidine adını
vermişler, demek?
Vermişler.
Bu İngilizler komik
insanlar.
Hiç kendine İngiliz
gözüyle baktığın olur mu, Rose?
Ben İngiliz değilim,
peder.
Gerçek ve inançlı bir
İrlandalıyım.
Hepsi bu kadar mı?
BENİ TAKİP ETTİ.
HER YERE PEŞİMDEN
GELDİ.
NE YAPACAĞIMI BİLMEZ
OLMUŞTUM.
HAYIR DA DİYEMİYORDUM.
Pederle beraber
arabadaydı.
- Protestan kız mı?
- Protestan kız.
Bu konuda emin misin?
Evet, eminim.
Elbette eminim.
Annene Bakire Annie
adını takmıştık.
Öylesine saftı ki.
Evlenmeden bir erkeğe
bakmazdı bile.
Sonra babanla tanıştı dokuz ay sonra da sen dünyaya geldin.
Hamile kalınca Kaddon
nineyi mutlu etmek için evlendiler.
Demek ki aşk
üretimiyim, ne olmuş?
Kathy Kaddon'un kızı olmanın
bir bedeli var.
Onunla bir ilişkim
yok.
Bayan Prunty.
Bir daha peder Gaunt
ile takıldığını duyarsam seni kovarım.
Ann!
Merhaba, Rose.
Bana nasıl baktığını
gördünüz mü?
Sana baktığından emin
misin?
Daha sonra, söz
vermiş olduğu gibi bulutların içinden çıktı geldi.
O olduğunu
biliyordum, Michael idi o.
Gökyüzünde tek başına
benim için dans ediyordu.
Sonra da savaşa doğru
uçtu gitti.
Ufukta bir nokta kadar küçülünceye dek seyrettim.
O dönemde
Ballytivnan'daki erkeklerin çoğu sert adamlardı.
Terzi çetesi mesela.
- Desi.
- Eamon.
Barry.
Terzi O'Donnell ve
centilmen Jack Conroy.
Rose?
Adın Rose, öyle değil
mi?
Clear, Rose Clear.
Benimle çıkar mısın,
Rose Clear?
- Nereye?
- Neresi olursa.
Sinema mesela?
Karışık müşteri kabul
eden bir barın kuytusuna?
Bir tarzın olsaydı
belki kabul ederdim.
Bulurum o tarz denen şeyi bulurum, Bayan Clear.
Ve saygı, önce onu
bulman gerek.
Ee, Jack?
Nasıl gitti?
Oldu!
Aman Tanrım!
Bunu hayal bile
edemezdin, Rose.
Dans etmek ister
misin, Rose?
Olur.
Sert bir kadınsın,
Rose.
Aksine, kırılganım.
Araya biraz mesafe
koy, Joe Brady.
Bırak da Kutsal Ruh
aradan geçsin!
Bırak da bayan nefes
alsın, Jack.
O zaman sen dans et
onunla!
Sorun nedir, Rose?
Rose, iyi misin?
- Herkes bize bakıyor.
- Hayır, bakmıyorlar.
Paranoyakça
davranıyorsun.
Annem gibi mi?
Rose.
Rose.
Herkesin ortak cazibe
noktası olmak istemiyorum, Jack.
Seni seviyorum, Rose.
- Jack.
- Evet, seviyorum,
Rose.
Lütfen!
- Bırak beni.
- Hayır, olmaz.
Gözlerime bak tıpkı geçen gün baktığın gibi, lütfen!
- Bırak beni gideyim,
Jack.
- Lütfen, Rose.
Evine git, Jack.
Erkekleri neden
ayartıyorsun, Rose?
Ben sana ne söyledim?
Erkeklerin gözlerinin
içine bakma.
Gözlerimin içine
bakan asıl sensin.
Ben bir rahibim, Rose.
Sen erkekliğini
yaşamak isteyen bir rahipsin, Stephen.
Aklını başına topla sonra
da beni oradan çıkar!
- Eleanor teyze, ben - İşimi yürütmek zorundayım, Rose.
Özür dilerim.
Erkekler üzerinde ne
kadar güçlü bir etkin var, görmüyor musun?
Eşyalarını topla!
Burada tek başına yapabilecek
misin?
Almanya'nın sesi,
Almanya'nın sesi.
Almanya'nın sesi.
Fransa'ya yapılan büyük
taarruz sona erdi ve zaferle sonuçlandı.
Şimdi bütün dünya Britanya
topraklarına taarruzun ne zaman başlayacağını
merak ediyor.
Michael.
Michael!
Rose?
Bu tarafa, buraya!
Michael, gitmeliyiz.
Hadi, hadi!
Michael.
Olamaz, gitmeliyiz.
- Michael.
- Sen git!
Bağırma!
Nehre doğru!
Nehir kıyısını arayın.
Hadi, hadi!
Şuraya.
İşte orada.
Çabuk olun!
Saklansan iyi olacak.
Kapıyı açın!
Demek buradasın?
Aç kapıyı!
Hadi!
Söyle, nerede?
Söyle, nerede yoksa şurada yere yatırır işini bitiririm.
Bırak onu!
Bu İngiliz aşığı hain
saklıyor onu.
O bir fahişe!
Gözlerinden akıyor.
Yolu açın, çekilin!
Dışarı!
Yanlış tarafı seçtin.
Gidelim, Conway.
Ölecek.
Tom!
Tom.
Kim bu Tom?
Bir arkadaşımdı.
Sırtındaki yanıklar
nerede oldu?
Uçağımız alev aldı.
Tom canlı canlı
yanıyordu.
Dışarı çıkarmaya
çalıştım ama olmadı.
Ben kaçtım, o öldü.
Hepsi bu.
Savaşta böyle şeyler
oluyor, Rose.
Elin nasıl?
Su iyi geldi.
Bu sesleri duymayalı çok
uzun zaman oldu.
son bir kaç haftadır adamızın üzerinde gittikçe artan bir yoğunluk var.
Adamızdaki her ev cesaret ve fedakarlıklarıyla korkusuzca savaşarak dünya savaşının gidişatını değiştiren Britanyalı havacılara şükranlarını
gönderiyor.
Ben de artık gidip
katılsam iyi olacak.
Sanırım yakında
çalıştırırım.
Kraliyet
Donanmasının büyük zaferiyle sonuçlandı.
Aynı anda cephe
gerisinde sivil zayiat artarken Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin yiğit pilotları küçük adalarını korumak için Spitfire
uçaklarını göklerde uçurmaya devam
ediyor.
Git saklan.
Ben defederim onları.
Burada tek başına yaşayamazsın,
Rose.
Ben iyiyim.
Bir kâhya kadına
ihtiyacım var.
İçeri girebilir miyim?
Bunun doğru olacağını
sanmıyorum, peder.
Girmesen iyi olur.
Neden?
Teklifini düşüneceğim.
Bana biraz zaman ver.
Sadece biraz zaman.
Öyle ya zaman.
Peki, tamam.
Güzel.
Vedalaşmadan
gittiğini sanmıştım.
Yanlızlık yine
hissettirmişti kendini.
Ama bu sefer
farklıydı sanki vücudumdan bir parça
kopmuştu.
Sonra bana bıraktığı çiçekleri
gördüm.
Püro ister misin?
- Püron da mı var?
- Evet, var.
Eh, hayır demem.
St.
Malachy'de var.
Şu tımarhane mi?
Ekili alanlarında
tütün yetiştiriyorlar.
Duman olmazsa hastalar
kafayı yer.
Tanrı yardımcıları
olsun.
Çok mu kötü?
Şu anda benim için dünyanın
en kaliteli tütünü.
Aşçılığın iyi
anladık, müzikle aran nasıl, peki?
Piyano çalardım.
Babam öğretmişti.
Bir ara dinlemeyi çok
isterdim.
Ona Michael'ı
hatırlatıyor.
Gerçek aşk.
İzninle.
Tamam.
Ne düşünüyorsun?
Annemi.
Babama delicesine
aşıktı.
Babam ölünce delirdi ve
tımarhaneye tıktılar.
Bazen aşkın onu
korkutmuş olduğunu düşünüyorum.
Ben de sen öleceksin diye
korkuyorum.
- Beni bekler misin,
Rose?
- Sağ kalmaya gayret
göster.
Etraf güvenli.
Bu ne için?
Senin için.
Düşmanla karşılaşma
anında gösterilen cesaret için.
Michael.
Gitmeni istemiyorum.
- Yerinden kıpırdama.
- Michael!
Kim?
Önemli değil, ben
icabına bakarım.
İyi Benimle evlenir misin, Rose?
- Benimle evlenmek mi
istiyorsun?
- İstiyorum.
Seni sadece kendime
istiyorum.
Yüzüğün yok ama.
Maeve, hadi gel.
Telaşımızı mazur
görün.
Hoşgeldiniz.
Adınız?
- Rose Clear.
- Rose?
Güzel.
- Michael McNulty.
- Michael.
Yüzük hazır mı?
Yüzük de takıldığına
göre sizleri karı koca ilan ediyorum.
Her ne kadar bir
püronun marka halkası olsa da eminim ki
Cennet'teki mahkemede şahidiniz olacaktır.
Ne bekliyorsun,
Michael?
Gelini öpebilirsin.
Tanrım!
- Tebrikler.
- Teşekkürler, peder.
Papaz efendi, papaz
efendi!
Tebrikler.
Çok mutlu
olacaksınız, eminim.
Hadi bakalım!
Gidiyoruz biz!
Gülümse.
Hadi, bayan McNulty çantalarını alalım ve buradan toz olalım.
Michael, dur!
Dur!
Michael, gitmen gerek.
İçeride biri var.
Geri dön ve git.
- Fırlayın, hadi!
- Benim için geri dön.
- Git, Michael.
- Döneceğim, sana
döneceğim.
Git, Michael!
Git!
Peder Gaunt?
İyice göz
gezdirebildin mi, Ann?
Cemaat ile ilgili bir
şey olduğunu sanmıştım.
Özür dilerim, sizi
görmedim.
Gözlerim de iyice
bozuldu.
Hayatta olan tek aile
üyesi sizsiniz.
Bu o kadar üzücü ki.
O raporda gördüğün en
enteresan şey nedir?
Işığa doğru tut.
Kağıtta delikler var.
Peder Gaunt tuşlara çok
sert vurmuş anlaşılan o ki, yazdığı her
kelimeye inanmış.
"Nymphomania
" kelimesini harflesene.
N-Y-M-P-H-O-M Nympho, A-N-I-A.
- Eh, doğru yazmış.
- Evet, bir de buna
bak.
Çavuş, çocuğunu taşla
vurarak öldürdüğünü söylemiş.
Bu Ben çocuğumu öldürmedim.
Bebeğimi onlar
öldürdü ama ben oğlumu tuzlu
gözyaşından ibaret tuzlu suyla babasının
adına vaftiz ettim.
Siz jüri olun.
Bir erkek, bir kadın.
Bir erkek ve iki
kadın.
Bir erkek, bir kadın.
İki kişi.
Ölmeden önce güvendiğim iki insandan adil bir duruşma istiyorum.
Kocamı buldunuz mu?
Öldü mü?
Elimdeki bu
müzekkereyle Saint Mallachy akıl
hastanesine götürüleceksiniz.
Neden, neden?
- Hadi, dışarı!
- Olmaz!
Hayır, gidemem.
Olmaz!
Geri dönebilir.
Michael!
Michael!
Hayır!
Michael!
Yaşayan tek akrabanız
olan Bayan Prunty'nin izni ve mıntıka
rahibi peder Gaunt'un onayıyla buradasınız.
Neden?
Hoşgörülemez yapıya
sahip cinsel davranış.
Koca mı buldunuz mu?
Bayan Prunty evli
olmadığınızı söylüyor.
Her şeyi kafanızda
kurguluyorsunuz, Rose, tıpkı anneniz gibi.
Buraya yerleşmeye alışacaksınız,
Rose ve sanırım sizi uzun süre burada
tutacağız.
- Ama ben bir şey
yapmadım ki!
- Hemşire!
- Hepsi bu kadar.
- Burası yeni evin,
Rose.
- Hadi canım, benimle
gel.
- Burada güvendesin.
Sana iyi bakacağız.
Dışarı!
Kendini odanın diğer
tarafında bulmak istemiyorsan yatağına
gir ve sesini çıkarma.
Hemen!
Otur!
Rose.
Bu lapadan biraz ye,
Rose.
En azından yediğini
görsünler.
Bununla ben
ilgilenirim.
Yeter!
Yatağından çıkar şunu!
Çıkar!
- Hadi!
- Kayışla bağlayın.
Hayır, hayır, hayır!
Ağzını kapa şunun!
İşte lapan geliyor.
- Olmaz.
- Tutun şunu!
- Ağzını aç.
- Hayır!
- Ağzını açın şunun!
- Siktir git!
Şu kirli ağzını aç!
Aç!
Ağzını aç yoksa
dişlerini kıracağım.
Şimdi seni temizlememiz
gerekecek.
Bırakın beni!
Bırakın beni, lütfen!
- Yatırın!
- Bırakın beni!
Kocamı istiyorum.
Bırakın beni, bırakın
beni!
- Bana kocamı getirin!
- Kendine zarar
vereceksin.
Aferin.
Olayın burada vuku
bulduğunu söylüyorlar.
Şu geçitteki
kayaların oralarda bir yerde.
Haklısın, gerçekten
güzelmiş.
Sorabilir miyim,
doktor bu davayı neden üstlendiniz?
Ebeveynlerimin evinde
halletmem gereken bir kaç sorun vardı.
Yaz tatillerinde buraya
geldiğimi hatırlıyorum.
Sular yükselirken
yüzdüğümde, babamın bana nasıl bağırdığını hatırlıyorum.
50 yıldır kilit
altında olmak nasıl bir şeydir, hayal bile edemiyorum.
İçeride, peder.
Merhaba, Rose.
Bizim de odada
bulunmamız gerekiyor, peder.
Beni görmek
istemediğini biliyorum, Rose.
Bayan Prunty
salıverilmene izin vermiyor ancak
evlenmiş olsaydın, Rose beni anlıyor
musun?
Ben hamileyim, peder.
Hadi, inin!
-Çocuk pederdenmiş
diyorlar.
- Peder Gaunt mu?
İtiraflarını dinlemek
isterdim.
Halini düşünsene.
Bu tütünü St.
Malachy'ye
götüreceğiz.
- Bebeğini ne
yapacaksın?
- Ne demek istiyorsun - vereceğim.
- İstemiyor musun?
Seçeneğim yok ki.
Amerika'ya
gönderilecekmiş, yani umarım.
Umar mısın?
Sağlıklı doğarsa Amerika'ya
gönderilecek.
Aksi halde hayat boyu
burada yaşamak zorunda kalacak.
Sessiz olun!
Sen, işine bak!
Çok güzel haberler
var, hemşire Sarah!
İkizler sonunda evlât
edinildi.
Boston'a gidiyorlar.
Harikâ haber, değil
mi, Rose?
Benim bebeğimi benden
koparmayacaksınız.
Hayır.
O burada kalacak.
Ne zamandır bizimle
birliktesin, Teresa?
-Doğduğumdan beri.
- Doğduğundan beri.
Tabii şansı varsa.
Bu zavallı
yavrucakların bazıları yaşama tutunamıyor.
Rose?
Arka kapıyı benim
için kilitler misin?
Çabuk ol!
Rose!
Rose!
Rose!
Rose!
Benim, Stephen!
Hadi!
- Kafayı mı sıyırmış
bu?
- Çabuk olun,
boğulabilir.
Hadi!
Çekin!
Kayboldu, peder - kayboldu.
- Devam edin, devam
edin!
- Buradan canlı
çıkamaz.
- Devam edin.
Peder, çocuk senin mi?
- Kayalara
sürükleniyoruz.
- Devam, devam!
Rose!
Rose!
Rose!
Rose!
Tanrım, bebeği
öldürüyor.
Rose!
Tanrım!
Hatıralarım hatıralarımı aldılar benden.
Elektrikle aldılar.
- Bu sen misin?
- Evet, benim.
Bebek doğduktan sonra
ne oldu?
Çıkar çıkmaz ağlamaya
başladı.
Ben göbekbağını
keserken, ağlıyordu.
Sonra ne oldu?
Haçım nerede?
Düşmanla karşılaşma
anında gösterilen cesarete verilen nişan.
- Haç işte.
- Nereden aldın?
Michael vermişti.
Soyadı?
Michael McNulty.
Emin misin?
Hiç olmadığım kadar.
Bebek neydi peki?
Bir oğlan, güzel bir
oğlan çocuğu.
Sen de diğerleri gibi
bebeğimi benim öldürdüğümü mü düşünüyorsun.
Hayır, bayan Rose.
Bakın, bu bir
hastalık insanlarda gerçeği görmeyi engelleyen
bir hastalık var.
Ya işte!
Sevgiyle görülen her
şey gerçektir.
Gerisi duman gibidir,
yok olur.
Afedersin, kızım.
BENİ ÇOCUĞUMA
BAĞLAYAN O GÖBEKBAĞINI HİÇ KESMEMELİYDİM.
- İyi bir
dinleyicisin.
- Teşekkürler.
Derin sohbetlere
girer misin?
O elindekinden iki
tane daha içersem, evet.
Peki, senin hikâyen
nedir, doktor?
Annem beni çılgınca
severdi.
O kadar çok konuşurdu
ki, tüm odadakiler şoka girerdi.
Babamın ağzından da cımbızla
laf alınırdı.
Bunun anlamı: Çay yap!
Bunun anlamı: Yeri
temizle!
Bunun anlamı: Yardım
edin, ölüyorum.
Yerde yatıyor ve bana bir şeyler söylemeye çalışıyor.
Şöyle: "Annen Ben diyorum ki: Beni sever mi?
Şöyle yapıyor: Kendini
işaret edince de ben diyorum ki: Sen
beni sever misin?
Şöyle yapıyor: Hep
eksik olan bir şey vardı.
SATILIK Başpiskopos
burada yürüyüş yapmayı sever.
Diğer tarafta, tabi
ki.
-Beni neden
çağırdılar?
- Bilmem.
Seni getirip sonra geri
götürmem istendi benden.
Uyandı!
Bebeği boğmuş.
Çocuk gerçekten
pederden mi?
Şu erkekler!
Seni zavallı şey zavallıcık.
Onu görebilir miyim?
Bebeğin daha iyi bir
yerde.
Ne demek istiyorsun?
Bebeğin öldü.
Hayır!
- Evet!
- Hayır, hayır!
- Evdesin artık.
- Bebeğimi istiyorum.
Seninle ilgileneceğiz.
Adım Rose McNulty.
Ben çocuğumu
öldürmedim.
Adım Rose McNulty.
- Hademeler, sıkı
tutun.
- Ben çocuğumu öl - Adım Rose McNulty.
- Ağız koruyucusu!
- Ben çocuğumu
öldürmedim.
- Hadi, sok şunu
ağzına.
Tutun, tutun
kımıldamasın.
Merhaba, aşkım.
Beni eve götürmeye mi
geldin?
Evet.
Michael öldü, Rose.
Onu öldürdüler.
Sen neden
bahsediyorsun, Michael?
Michael öldü.
Beni eve götürmeye mi
geldin?
Hayır, Rose.
Hayır, Rose.
Beni dinle.
- Michael öldü.
- Michael.
Rose, o öldü.
Rose'a onu sevdiğimi ve ölürken onu düşündüğümü söyle.
Hayır!
- Hayır!
- Onu öldürdüler.
- Üzgünüm.
- Hayır!
Hayır, hayır!
Peder, gitme zamanı.
Hayır!
Üzgünüm.
Peder, talimatlar
böyle.
Stephen, Stephen.
Beni, beni bırakma.
Tamam, sakin ol.
Sakin ol.
Sakin ol, Rose.
Üzgünüm.
- Üzgünüm, Rose.
- Michael.
- Hayır, hayır.
- Michael.
Hayır, hayır.
Hayır, Rose.
Beni eve götür,
Michael.
- Sakin ol.
- Michael.
- Hademeler.
- Rose, Rose, Rose.
Hademeler!
Sakin olun, sakin
olun.
Sakin ol, sorun yok,
Rose.
Ne yapıyorsun?
- Bana bak, bana bak!
- Michael nerede?
- Michael nerede?
- Ne?
Onu sen öldürdün.
- Onu sen öldürdün!
- Hademe!
- Onu sen öldürdün!
- Rose, Rose, Rose!
- Pekâlâ, peder.
- Geri durun!
Onu öldürdün!
Ne yaptın ona?
Michael nerede?
- Onu öldürdün!
- Rose, kes şunu.
Kes şunu!
Sen öldürdün, sen Tamam, sakinleş.
Bana bak.
Rahatla.
Sakin ol, tamam mı,
Rose?
Tamam mı, Rose?
Oturalım, olur mu?
Sakinleş.
Michael!
- Onu sen öldürdün!
- Zaptedin şunu!
Hademeler!
Hemşire!
Yataklarınıza!
Hadi!
Kımıldayamaz artık.
Rose, Rose!
Hatıralarımı "Rose'un
Kitabı" na işledim.
Onlar ben, ben onlar
oldum.
BU BENİM İNCİLİM Saklı
yazıtlarım ve ben.
Arada hiç fark yok.
Michael'ın öldüğünü artık
kabul ediyorum ama oğlum sağ!
ONUN ÇOCUĞU İÇİN
YAŞAYACAĞIM.
Bu gerçek kalbimde
bir delik açtı ve bu delik ancak oğlumun gelip, beni buradan çıkarmasıyla
kapanabilir.
Dr.
Grene.
Bak, bütün gece
burada oturmak zorunda değilsin.
Git kendine uyuyacak
başka bir yer bul.
- Hadi.
- Söylesene akıl hastanesine sevk raporu var mı?
Evet, elbette.
- Sana ulaştırırım.
- Tamam, teşekkürler.
Çok düşünüyorsun.
Nakliye kamyonu yarın
öğlen burada olacak.
Kısacası, gitmesi
gerekecek.
Akrabası yok, kimse
gelip sahip çıkmaz.
Konuş onunla, izah et.
Anlamasını sağla.
SEVK RAPORU Çavuşun
raporunu okudun mu?
Evet.
İki hikâye var.
Hangisine inanıyorsun?
Ben Rose'a inanıyorum.
Çok şaşırdım!
İyi misin, Rose?
Rüyamda oğluma kavuştuğumu
gördüm.
Caitlin, o bölümü bir
daha okur musun?
Kaldığımız bebek
evinde bebeğimizin doğum tarihini bilmememiz
için ne takvim vardı ne de saat.
Bebeğim son
nergislerden sonra elma ağaçları çiçek
açmaya başladığında doğdu.
Doğumgünün ne?
Kime sorduğuna bağlı.
Anneme göre Mayısın
biri, babama göreyse Mayısın ikisi.
Şuna bir bak.
BAŞPİSKOPOS S.
GAUNT'UN OFİSİ Bu ne
şimdi, neler oluyor?
TAPU SENETLERİ VAFTİZ
SERTİFİKASI OĞLUMUZ STEPHEN'A SATILIK Nakliye kamyonu birazdan burada olacak.
Yerinden
kımıldamazsan, ilaçla uyuşturmak zorunda kalırız.
Neden, Dermot?
Neden, anlat bana.
Kilise, Stephen kilise böyle işte.
"Sevgili Stephen kırk yıldır babanım ve seni hep sevdim.
Seni Margaret ve bana
verdiklerinde bir bebektin.
Tanrı'nın bir
hediyesi gibiydin, hayatımıza renk kattın.
Peder Gaunt bize annenin
ölmüş olduğunu söylemişti.
Peder Gaunt,
neredesin?
Daha sonra henüz
hayattayken, bize gelip, tüm gerçeği anlattığında Peder?
Peder?
ne tür acılarla yaşadığını anlamıştık.
Sana bunları yüzyüze anlatamadığım
için çok üzgünüm.
Baban, Martin Thomas
Grene.
" Not: Bu
madalya, cesur bir adam olan öz babana aittir.
Seni Michael
gönderdi, değil mi?
Evet.
Gidelim.
Nereye?
Eve evimize.
-Beni eve götürmeye
mi geldin?
- Evet!
Çeviri - oezel||
« Prev Post
Next Post »