Print Friendly and PDF

Translate

The Secret Scripture (2016)

|

 


108 dk

Yönetmen:Jim Sheridan

Senaryo:Sebastian Barry, Jim Sheridan, Johnny Ferguson

Ülke:İrlanda

Tür:Dram, Romantik

Dil:İngilizce

Müzik:Brian Byrne

Nam-ı Diğer:Tss

İzledim

Tavsiye Ekle

İzleyeceğim

Oyuncular

 

    Aidan Turner

Rooney Mara

    Theo James

Eric Bana

    Jack Reynor

Özet

Roseanne McNulty (Redgrave) 50 yıldır yaşadığı ve yakın zamanda yıkılacak olan Roscommon, İrlanda’daki akıl hastanesinde çıkmak zorundadır. Hastanenin psikiyatri Dr. William Grene (Bana) McNulty’i incelemek için çağrılır. Roseanne’in gizemli ritüelleri, tikleri ve İncil’e olan bağlılığından etkilenir. Yıllardır Roseanne’in elinde bulunan bu İncil, içerisinde çizimler ve günlük tadında mesajlar barındırır. Grene, Roseanne’in geçmişine indiğinde onu genç ve çekici bir kadın (Mara) olarak görürüz. Genç Roseanne’in halasının kafesinde çalışmak için Sligo’ya taşındığını ve orada bir savaş pilotuna (Reynor) aşık olduğunu öğreniriz. Ancak kasabanın rahibi de (Theo James) Roseanne’e aşık olur.

Altyazı

ROSE'UN KİTABI

Adım Rose McNulty.

 Ben çocuğumu öldürmedim.

 Adım Rose McNulty.

 Ben çocuğumu öldürmedim.

 Stephen, belgeleri unutma.

 İhtiyacın olacak.

 - Anahtarların var mı?

 - Akşam döndüğümde.

 Haftasonu yokum, ona göre.

 SATILIK YENİ DOĞMUŞ BEBEĞİNİ ÖLDÜREN KADIN 

Dediklerine göre çocuğunu burada öldürmüş.

 Tek istediğim, kadının derhal değerlendirilip   yeni tesislere naklinin sağlanması.

 Zaten kadını bir kere tanıyın   öğle yemeğine kalmaz, çıkışını yaparsınız.

 Sizin gibi ünlü biri nasıl olur da böyle bir konu için gönderilir   anlamış değilim, Dr.

 Grene.

 Girin.

 Günaydın, Florence.

 Yanımda seni görmeye gelmiş olan genç bir bey var.

 - Roseanne Florence Clear?

 - Hayır, Roseanne McNulty.

 Michael McNulty'nin karısıyım.

 Bir oğlumuz var.

 Söyler misiniz, Roseanne, kaç yaşındasınız?

 Bir hanımefendiye böyle soru sorulur mu?

 Siz kaç yaşındasınız?

 Merhaba, saksağan hanım.

 Kocanız nasıl?

 Keder için "Bir" sevinç için "İki".

 Siz hangisisiniz?

 - "İki" yim.

 Adım Doktor Grene.

 - Doktor Grene, demek?

 Burada sonsuza dek kalamazsınız, öyle değil mi Roseanne?

 Kalırım.

 Müsadenizle.

 Siz gerçeksiniz.

 Sizi yeni bir tesise nakletmek zorunda kalabiliriz.

 Olmaz.

 Ben burada kalacağım.

 - Ne zamana kadar, Roseanne?

 - Gitmeyi kendim isteyinceye kadar.

 Burasını otel ve sağlık kulübüne dönüştürüyoruz.

 Ben de otelde kalırım öyleyse.

 Benim için görüşme bitmiştir.

 Caitlin, yarınki otobüse kaç kişi hazırlandı?

 - Şey, sekiz, doktor.

 - Dokuz sanıyordum.

 Biri öldü, doktor.

 Rose'un beşinci koğuştan arkadaşı Joe Grady.

 - Ne üzücü!

 - Söylesenize, doktor  Kulakları duvarların arasından bile duyabilir.

 Kafasının arkasında gözleri vardır.

 Bu mekânda devamlı bir şeyler görür hayallere dalar   evhamlara kapılır.

 - Sadece gerçek hayatta işlevi yok.

 - Tabi ya, gerçek hayat!

 Peki bu gerçek hayat, hangi taraftaydı, Dr.

 Hart?

 Üçüncü koğuş.

 Üçüncü koğuş, demek?

 Bunu unutmamalıyım.

 Teşekkürler, Audrey.

 Evet, bunlar planlar.

 Gördüğünüz gibi geniş bir alan üzerine kurulu bir yer.

 Çepeçevre bir yürüyüş yolu da yapılacak.

 Şuna bakın!

 Hele bir bakın, iyi bakın.

 Şimdi duracak   ve devam edecek.

 Kendi küçük arafında yaşıyor.

 Yeni tesisin bir cennet olduğunu söylemiyorum   ama o kutucuğa bir işaret koymanın vakti geldi, doktor.

 Hadi bakalım, üzücü biliyorum.

 Üzüntülüsünüz   elbette biliyorum.

 Ancak her şey düzelecek, düzelecek.

 Margaret de geldi.

 Atın onu dişarı!

 İnanılır gibi değil!

 Tanrı aşkına, ne yapıyorsunuz?

 Ne yapıyorsunuz?

 Onlar bana ait!

 Tanrı aşkına!

 Aman Tanrım!

 İncilime ne yaptınız?

 Onlar benim kitaplarım, geri verin.

 - Ne yapıyorsunuz?

 - Ben sadece işimi yapıyorum.

 Hemşire Caitlin?

 Hemşire Caitlin?

 Hemşire Caitlin!

 Nasıl?

 Nasıl yani?

 Bu ne biçim bir iş?

 - Hemşire Caitlin!

 - Sakin ol!

 Dur!

 Dur!

 Lütfen, lütfen!

 Bana ait şeyler var arkada.

 - Lütfen sürmeyin!

 - Rose, ne oluyor?

 - Günlüğüm!

 - Anahtarları aldı.

 - Her şeyim kutsal kitapta.

 - Hey, sen bin kamyona.

 - Kutsal kitabım.

 - Rose, sorun ne?

 - Oradaki benim, ben.

 Hayatım oradaki!

 - Neler oluyor, Florence?

 - Ne oluyor be?

 - Benden uzak dur!

 Bana yaklaşmasına izin vermeyin.

 - Yanıma yaklaşmasına izin  - Hemşire, sen işinin başına dön.

 İşinin başına!

 - Pardon?

 - İşinin başına dön dedim.

 - Günlüğünü arıyor.

 - Biliyorum, biliyorum.

 - İyi o, bir şeyi yok.

 - Ona dokunma!

 - Bırak onu!

 - Bu tedavi gerektiren bir durum.

 Öyle değil mi, Florence?

 - Bu kadın kendinde değil.

 - Eşyalarını neden dışarı attırdın?

 Buradan ayrılması gerek de ondan.

 Gitmesi gerek.

 Öyle değil mi, Florence?

 Tamam, işte böyle.

 Tamam işte.

 Bu seni şimdi sakinleştirir.

 İşte böyle.

 İşte böyle.

 - Buyrun.

 - Teşekkürler.

 Konteyneri biraz indirebilir misiniz, lütfen?

 Peki.

 Ayaklarını kaldır biraz.

 Bu tıbbi bir meseleydi.

 Üstünüze vazife değildi, anlıyor musunuz?

 Üstünüze vazife değildi.

 Hemşire, çöp konteyneri karıştırmak da sizin işiniz değil.

 O zaman ben de meseleyi değerlendirmemin bir parçası yaparım.

 Ne?

 Siz şimdi bu hastanın sorumluluğunu üstleneceğinizi mi söylüyorsunuz?

 Evet.

 Pekâlâ, bu durumda, hemşire!

 Hemşire!

 Hastayı yanlız bırakma, anlıyor musun?

 Aklınızı başınıza toplayın, doktor.

 Cumaya kadar vaktiniz var, Dr.

 Grene.

 - Bütün eşyalarını indirin.

 - Peki, tamam.

 Hey, hey, işte İncili orada.

 Ver bana.

 Bütün eşyalarını koğuşuna geri götürün.

 Güzel!

 Kendini nasıl hissediyorsun?

 Sanki biri ruhumu almış gibiyim.

 Gördün mü, haçımı almışlar.

 - Haçını mı?

 - Evet.

 Çok üzgünüm, Rose.

 Rose, okuyacak mısın?

 Ne diye?

 Dr.

 Grene seni yeniden değerlendirebilsin diye.

 Hadi ya, bu kalmaya devam edebilirim mi demek?

 Yarın ayrılmak zorunda kalmayacaksınız demek.

 Tabi ya, yarın.

 40 yıldır buradayım.

 Bebeğim orada dünyaya geldi.

 Bebeğimi kim hatırlayacak ki?

 Hikâyeni dinlemek istiyorum, Rose.

 Dinleyecek kulakların var mı?

 Ölü kaldırıcının kulağa ihtiyacı yok da!

 - Kiraya verse daha iyi!

 - Ölü kaldırıcı da kim?

 - Diğer doktor.

 - Tabi ya!

 "4 Haziran 1942.

" "Bu kelimeleri gizlice yazıyorum, korkuyla ve dehşetle.

" "Beni buradan çıkaracak bir akraba bulmam gerek " " yoksa yaşayan bir ölü mahkumiyetiyle sonsuza dek buradayım.

" Çocukluğum çok mutlu geçti.

 Sligo ilçesinde mutluydum.

 Müzik sevgisi bana babamdan kaldı.

 Babamı çok severdim.

 Öldüğünde, annemin yüreği de onunla beraber öldü.

 Yas elbisesini hiç çıkarmadan   onu alıp götürdükleri güne kadar sabah akşam yas tuttu.

 Benden koparıp götürdükleri güne kadar o elbiseyi hiç çıkarmadı üzerinden.

 Michael McNulty ile ilk karşılaştığımda   onu sonsuza kadar bekleyeceğimi biliyordum.

 O badem bıyıklı korkunç adam olmasaydı   savaşçı pilotumu hiç tanımayacaktım.

 Savaş Belfast'a ulaştığında, işimi kaybettim.

 Savaşta olmayan Cumhuriyetçi bölgeye geçmek zorunda kaldım.

 Annemin kızkardeşi olan Eleanor teyzenin   alkol yasaklı otelinde çalışmaya başladım.

 Gerçeklerden uzak, huzurlu bir dünya olan   çocukluğumun geçtiği Ballytivnan'daki eve geri dönmek   bir peri masalına adım atmak gibiydi.

 - Bavullarınızı alabilir miyim?

 - Teşekkür ederim.

 - Merhaba, Roseanne.

 - Merhaba.

 - Yolculuğun nasıldı?

 - İyiydi.

 Sizi şırfıntılar acele edin!

 Rahibe!

 Gidelim.

 İster Katolik, ister Protestan olsun, teyzemin kafeteryasında   kabul görmek için dış görünüm çok önemliydi.

 Teyzemin değişmez bir oturma düzeni politikası vardı.

 İçeriye girmelerine izin verilenler   dışarıda oturmaya mecbur kalanlar gibi.

 - Hayır!

 - Ve tabii hiç izin verilmeyenler.

 - İşte görüyorsunuz  - Selam, Joe.

  zavallı Joe Brady.

 Kasabanın tepesindeki akıl hastanesinde ölecek bir gün.

 Şey alabilir miyim   hani yuvarlak, şekerli  -Halka çöreği mi?

 - Evet.

 Mutlu olmasına mutluydum da   Ben Bulben semalarındaki savaş uçakları   savaşın çok da uzakta olmadığının bir işaretiydi.

 İNGİLTERE ASKERLİĞE UYGUN İRLANDALILAR İÇİN BAŞVURUYOR.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 Prunty'lerin içki yasaklı otelindeki Rose musun sen?

 - Benim.

 - Ben Michael McNulty.

 McNulty tütün ve alkol ticareti mi?

 Doğru, evet.

 Çok zıtız, bu yüzden  Zıt kutuplar birbirlerinin cazibesine kapılır demezler mi?

 Hadi ya, öyle mi?

 Bir süreliğine uzaklara gidiyorum, Rose.

 Umarım döndüğümde burada olursun.

 Seninle tanıştığıma sevindim, Michael.

 Ben de, Rose.

 Rose?

 Rose Clear?

 - Benim.

 - Seni en son annenin cenazesinde   görmüştüm.

 Küçüktün o zaman.

 Belki de Ballytivnan kurallarını unutmuşsundur.

 Kimlerle dostluk kuracağın konusunda dikkatli olmalısın.

 - Ne demek istiyorsunuz?

 - Sempati mi duyuyorsun?

 Peki, kime?

 Bize mi, İngilizlere mi?

 McNulty ailesi bir dizi mağaza sahibidir.

 Onlarla işimiz olmaz.

 Anlayacağın üzere dilimin her iki tarafı da tereyağlıdır.

 Anlamadım.

 Tarafını seçerken dikkatli ol.

 Gözüm üzerinde olacak.

 Hayırlı günler.

 Selametle Thomas, selametle.

 Durdur şunu, Michael McNulty!

 Ya, durdur şunu!

 Gözün yukarıda olsun, tamam mı?

 Karşı tarafa gidip geldin, ha?

 Gelgit yön değiştirirken denizde dikkatli olmalısın.

 Yüzey sakin görünebilir ama dipte fırtınalar kopar.

 İyi yüzücüyümdür.

 Bak, burası bayanlar için uygun bir yer değil.

 Öyle bir tabela görmedim.

 Bu konularda tabelaların hükmü olmaz.

 Hep öyle olmuştur ve bunu herkes bilir.

 Ben bilmiyordum.

 Buralardan değilsin, değil mi?

 Kazıklı yolun diğer tarafında yüz bundan böyle.

 Tamam.

 Bugünlük afediyorum.

 Polis misin?

 Değilim.

 Cankurtaran mı?

 Öyle de denebilir, evet.

 Olmaz öyle şey   ya cankurtaransındır, ya da değilsindir, arası olmaz.

 Kasap mısın?

 Fırıncı?

 Mumcu?

 Korkusuz birisin, değil mi?

 - Neden korkacağım ki?

 - Neden korkacakmış!

 Buralarda kadınlar, bir erkeğin gözlerinin içine ancak onun   karısı olduklarında bakabilirler.

 Ben en iyisi gideyim.

 Seni bırakmamı ister misin?

 - Bırakmasan da olur.

 - Öyle olsun.

 Hava girsin diye cam açıktı   sonra aynadan baktım ve bir ses seni burada bırakmamamı söyledi.

 -Minik bir kuş muydu söyleyen?

 - Hayır.

 Kocaman bir kuştu, Anka kuşuna benziyordu.

 Peki, bu arabaya binersem, hiç inebilecek miyim?

 - Bu nereye gittiğine bağlı.

 - Ballytivnan'a.

 O zaman Ballytivnan'a gidiyoruz.

 - Söz mü?

 - Söz.

 Pekâlâ.

 - Ballytivnan'da ne yapıyorsun?

 - Teyzem Eleanor için çalışıyorum.

 - Bayan Prunty mi?

 - Evet.

 Sen ne iş yaparsın?

 Hayatımı kazanmak için insanların sorunlarını dinlerim.

 Psikiyatrist misin?

 Hayır.

 Köyün içine beraber girmeyelim.

 Sözünü yiyecek misin?

 Bak, burası küçük bir yer.

 İnsanların konuşmaya başlaması iyi olmaz.

 Teşekkür ederim.

 SIRRI NEYDİ MERAK ETMİŞTİM.

 Afedersin peder.

 Peder Gaunt mu?

 BEN ÇOCUĞUMU ÖLDÜRMEDİM.

 BİR GÜN OĞLUM GELECEK VE BENİ BURADAN ÇIKARACAK - Bütün gece burada mısınız, doktor.

 - Şunu bir dinle.

 21 TEMMUZ 1969.

 AYA AYAK BASANLAR TELEVİZYONDA.

 İRLANDALI.

 BİRİNİN ADI 'Michael.

 ' BU BENİM OĞLUM OLABİLİR Mİ?

 BÖYLESİNE UZAKTA, BÖYLESİNE ÖZGÜR.

 İLHAM VERİCİ.

 BÜTÜN GÜN KENDİMİ BİR KUŞ GİBİ HİSSETTİM.

 Oğlunun ölü olduğuna inanmıyor.

 Bu ne?

 Ayışığı Sonatı sanırım.

 Çok etkileyici.

 Her şey yolunda mı, peder?

 Evet, bayan Prunty.

 Rose, peder Gaunt'a servis açar mısın, lütfen?

 - Merhaba, Rose.

 - Merhaba.

 Bir bakalım menüde neler varmış.

 - Protestan mısın, Rose?

 - Kimse mükemmel değildir, peder.

 Earl Grey alayım ben.

 Bu çeşidi evde yok.

 Adını ikinci Lord Grey'den almış.

 - Birinci değil yani, ikinci?

 - İkinci.

 Bir asır önce İngiltere'nin Başbakanıymış.

 Bir çay çeşidine adını vermişler, demek?

 Vermişler.

 Bu İngilizler komik insanlar.

 Hiç kendine İngiliz gözüyle baktığın olur mu, Rose?

 Ben İngiliz değilim, peder.

 Gerçek ve inançlı bir İrlandalıyım.

 Hepsi bu kadar mı?

 BENİ TAKİP ETTİ.

 HER YERE PEŞİMDEN GELDİ.

 NE YAPACAĞIMI BİLMEZ OLMUŞTUM.

 HAYIR DA DİYEMİYORDUM.

 Pederle beraber arabadaydı.

 - Protestan kız mı?

 - Protestan kız.

 Bu konuda emin misin?

 Evet, eminim.

 Elbette eminim.

 Annene Bakire Annie adını takmıştık.

 Öylesine saftı ki.

 Evlenmeden bir erkeğe bakmazdı bile.

 Sonra babanla tanıştı   dokuz ay sonra da sen dünyaya geldin.

 Hamile kalınca Kaddon nineyi mutlu etmek için evlendiler.

 Demek ki aşk üretimiyim, ne olmuş?

 Kathy Kaddon'un kızı olmanın bir bedeli var.

 Onunla bir ilişkim yok.

 Bayan Prunty.

 Bir daha peder Gaunt ile takıldığını duyarsam seni kovarım.

 Ann!

 Merhaba, Rose.

 Bana nasıl baktığını gördünüz mü?

 Sana baktığından emin misin?

 Daha sonra, söz vermiş olduğu gibi bulutların içinden çıktı geldi.

 O olduğunu biliyordum, Michael idi o.

 Gökyüzünde tek başına benim için dans ediyordu.

 Sonra da savaşa doğru uçtu gitti.

 Ufukta   bir nokta kadar küçülünceye dek seyrettim.

 O dönemde Ballytivnan'daki erkeklerin çoğu sert adamlardı.

 Terzi çetesi mesela.

 - Desi.

 - Eamon.

 Barry.

 Terzi O'Donnell ve centilmen Jack Conroy.

 Rose?

 Adın Rose, öyle değil mi?

 Clear, Rose Clear.

 Benimle çıkar mısın, Rose Clear?

 - Nereye?

 - Neresi olursa.

 Sinema mesela?

 Karışık müşteri kabul eden bir barın kuytusuna?

 Bir tarzın olsaydı belki kabul ederdim.

 Bulurum   o tarz denen şeyi bulurum, Bayan Clear.

 Ve saygı, önce onu bulman gerek.

 Ee, Jack?

 Nasıl gitti?

 Oldu!

 Aman Tanrım!

 Bunu hayal bile edemezdin, Rose.

 Dans etmek ister misin, Rose?

 Olur.

 Sert bir kadınsın, Rose.

 Aksine, kırılganım.

 Araya biraz mesafe koy, Joe Brady.

 Bırak da Kutsal Ruh aradan geçsin!

 Bırak da bayan nefes alsın, Jack.

 O zaman sen dans et onunla!

 Sorun nedir, Rose?

 Rose, iyi misin?

 - Herkes bize bakıyor.

 - Hayır, bakmıyorlar.

 Paranoyakça davranıyorsun.

 Annem gibi mi?

 Rose.

 Rose.

 Herkesin ortak cazibe noktası olmak istemiyorum, Jack.

 Seni seviyorum, Rose.

 - Jack.

 - Evet, seviyorum, Rose.

 Lütfen!

 - Bırak beni.

 - Hayır, olmaz.

 Gözlerime bak   tıpkı geçen gün baktığın gibi, lütfen!

 - Bırak beni gideyim, Jack.

 - Lütfen, Rose.

 Evine git, Jack.

 Erkekleri neden ayartıyorsun, Rose?

 Ben sana ne söyledim?

 Erkeklerin gözlerinin içine bakma.

 Gözlerimin içine bakan asıl sensin.

 Ben bir rahibim, Rose.

 Sen erkekliğini yaşamak isteyen bir rahipsin, Stephen.

 Aklını başına topla sonra da beni oradan çıkar!

 - Eleanor teyze, ben  - İşimi yürütmek zorundayım, Rose.

 Özür dilerim.

 Erkekler üzerinde ne kadar güçlü bir etkin var, görmüyor musun?

 Eşyalarını topla!

 Burada tek başına yapabilecek misin?

 Almanya'nın sesi, Almanya'nın sesi.

 Almanya'nın sesi.

 Fransa'ya yapılan büyük taarruz sona erdi   ve zaferle sonuçlandı.

 Şimdi bütün dünya Britanya topraklarına   taarruzun ne zaman başlayacağını merak ediyor.

 Michael.

 Michael!

 Rose?

 Bu tarafa, buraya!

 Michael, gitmeliyiz.

 Hadi, hadi!

 Michael.

 Olamaz, gitmeliyiz.

 - Michael.

 - Sen git!

 Bağırma!

 Nehre doğru!

 Nehir kıyısını arayın.

 Hadi, hadi!

 Şuraya.

 İşte orada.

 Çabuk olun!

 Saklansan iyi olacak.

 Kapıyı açın!

 Demek buradasın?

 Aç kapıyı!

 Hadi!

 Söyle, nerede?

 Söyle, nerede   yoksa şurada yere yatırır işini bitiririm.

 Bırak onu!

 Bu İngiliz aşığı hain saklıyor onu.

 O bir fahişe!

 Gözlerinden akıyor.

 Yolu açın, çekilin!

 Dışarı!

 Yanlış tarafı seçtin.

 Gidelim, Conway.

 Ölecek.

 Tom!

 Tom.

 Kim bu Tom?

 Bir arkadaşımdı.

 Sırtındaki yanıklar nerede oldu?

 Uçağımız alev aldı.

 Tom canlı canlı yanıyordu.

 Dışarı çıkarmaya çalıştım ama olmadı.

 Ben kaçtım, o öldü.

 Hepsi bu.

 Savaşta böyle şeyler oluyor, Rose.

 Elin nasıl?

 Su iyi geldi.

 Bu sesleri duymayalı çok uzun zaman oldu.

  son bir kaç haftadır   adamızın üzerinde   gittikçe artan bir yoğunluk var.

 Adamızdaki her ev   cesaret ve fedakarlıklarıyla   korkusuzca savaşarak   dünya savaşının gidişatını değiştiren   Britanyalı havacılara şükranlarını gönderiyor.

 Ben de artık gidip katılsam iyi olacak.

 Sanırım yakında çalıştırırım.

  Kraliyet Donanmasının büyük zaferiyle sonuçlandı.

 Aynı anda cephe gerisinde   sivil zayiat artarken   Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin yiğit pilotları   küçük adalarını korumak için Spitfire uçaklarını   göklerde uçurmaya devam ediyor.

 Git saklan.

 Ben defederim onları.

 Burada tek başına yaşayamazsın, Rose.

 Ben iyiyim.

 Bir kâhya kadına ihtiyacım var.

 İçeri girebilir miyim?

 Bunun doğru olacağını sanmıyorum, peder.

 Girmesen iyi olur.

 Neden?

 Teklifini düşüneceğim.

 Bana biraz zaman ver.

 Sadece biraz zaman.

 Öyle ya   zaman.

 Peki, tamam.

 Güzel.

 Vedalaşmadan gittiğini sanmıştım.

 Yanlızlık yine hissettirmişti kendini.

 Ama bu sefer farklıydı   sanki vücudumdan bir parça kopmuştu.

 Sonra bana bıraktığı çiçekleri gördüm.

 Püro ister misin?

 - Püron da mı var?

 - Evet, var.

 Eh, hayır demem.

 St.

 Malachy'de var.

 Şu tımarhane mi?

 Ekili alanlarında tütün yetiştiriyorlar.

 Duman olmazsa hastalar kafayı yer.

 Tanrı yardımcıları olsun.

 Çok mu kötü?

 Şu anda benim için dünyanın en kaliteli tütünü.

 Aşçılığın iyi anladık, müzikle aran nasıl, peki?

 Piyano çalardım.

 Babam öğretmişti.

 Bir ara dinlemeyi çok isterdim.

 Ona Michael'ı hatırlatıyor.

 Gerçek aşk.

 İzninle.

 Tamam.

 Ne düşünüyorsun?

 Annemi.

 Babama delicesine aşıktı.

 Babam ölünce delirdi ve tımarhaneye tıktılar.

 Bazen aşkın onu korkutmuş olduğunu düşünüyorum.

 Ben de sen öleceksin diye korkuyorum.

 - Beni bekler misin, Rose?

 - Sağ kalmaya gayret göster.

 Etraf güvenli.

 Bu ne için?

 Senin için.

 Düşmanla karşılaşma anında gösterilen cesaret için.

 Michael.

 Gitmeni istemiyorum.

 - Yerinden kıpırdama.

 - Michael!

 Kim?

 Önemli değil, ben icabına bakarım.

 İyi  Benimle evlenir misin, Rose?

 - Benimle evlenmek mi istiyorsun?

 - İstiyorum.

 Seni sadece kendime istiyorum.

 Yüzüğün yok ama.

 Maeve, hadi gel.

 Telaşımızı mazur görün.

 Hoşgeldiniz.

 Adınız?

 - Rose Clear.

 - Rose?

 Güzel.

 - Michael McNulty.

 - Michael.

 Yüzük hazır mı?

 Yüzük de takıldığına göre   sizleri karı koca ilan ediyorum.

 Her ne kadar bir püronun marka halkası olsa da   eminim ki Cennet'teki mahkemede şahidiniz olacaktır.

 Ne bekliyorsun, Michael?

 Gelini öpebilirsin.

 Tanrım!

 - Tebrikler.

 - Teşekkürler, peder.

 Papaz efendi, papaz efendi!

 Tebrikler.

 Çok mutlu olacaksınız, eminim.

 Hadi bakalım!

 Gidiyoruz biz!

 Gülümse.

 Hadi, bayan McNulty   çantalarını alalım ve buradan toz olalım.

 Michael, dur!

 Dur!

 Michael, gitmen gerek.

 İçeride biri var.

 Geri dön ve git.

 - Fırlayın, hadi!

 - Benim için geri dön.

 - Git, Michael.

 - Döneceğim, sana döneceğim.

 Git, Michael!

 Git!

 Peder Gaunt?

 İyice göz gezdirebildin mi, Ann?

 Cemaat ile ilgili bir şey olduğunu sanmıştım.

 Özür dilerim, sizi görmedim.

 Gözlerim de iyice bozuldu.

 Hayatta olan tek aile üyesi sizsiniz.

 Bu o kadar üzücü ki.

 O raporda gördüğün en enteresan şey nedir?

 Işığa doğru tut.

 Kağıtta delikler var.

 Peder Gaunt tuşlara çok sert vurmuş   anlaşılan o ki, yazdığı her kelimeye inanmış.

 "Nymphomania " kelimesini harflesene.

 N-Y-M-P-H-O-M   Nympho, A-N-I-A.

 - Eh, doğru yazmış.

 - Evet, bir de buna bak.

 Çavuş, çocuğunu taşla vurarak öldürdüğünü söylemiş.

 Bu  Ben çocuğumu öldürmedim.

 Bebeğimi onlar öldürdü ama ben oğlumu   tuzlu gözyaşından ibaret tuzlu suyla   babasının adına vaftiz ettim.

 Siz jüri olun.

 Bir erkek, bir kadın.

 Bir erkek ve iki kadın.

 Bir erkek, bir kadın.

 İki kişi.

 Ölmeden önce   güvendiğim iki insandan adil bir   duruşma istiyorum.

 Kocamı buldunuz mu?

 Öldü mü?

 Elimdeki bu müzekkereyle   Saint Mallachy akıl hastanesine götürüleceksiniz.

 Neden, neden?

 - Hadi, dışarı!

 - Olmaz!

 Hayır, gidemem.

 Olmaz!

 Geri dönebilir.

 Michael!

 Michael!

 Hayır!

 Michael!

 Yaşayan tek akrabanız olan Bayan Prunty'nin izni   ve mıntıka rahibi peder Gaunt'un onayıyla buradasınız.

 Neden?

 Hoşgörülemez yapıya sahip cinsel davranış.

 Koca mı buldunuz mu?

 Bayan Prunty evli olmadığınızı söylüyor.

 Her şeyi kafanızda kurguluyorsunuz, Rose, tıpkı anneniz gibi.

 Buraya yerleşmeye alışacaksınız, Rose   ve sanırım sizi uzun süre burada tutacağız.

 - Ama ben bir şey yapmadım ki!

 - Hemşire!

 - Hepsi bu kadar.

 - Burası yeni evin, Rose.

 - Hadi canım, benimle gel.

 - Burada güvendesin.

 Sana iyi bakacağız.

 Dışarı!

 Kendini odanın diğer tarafında bulmak istemiyorsan   yatağına gir ve sesini çıkarma.

 Hemen!

 Otur!

 Rose.

 Bu lapadan biraz ye, Rose.

 En azından yediğini görsünler.

 Bununla ben ilgilenirim.

 Yeter!

 Yatağından çıkar şunu!

 Çıkar!

 - Hadi!

 - Kayışla bağlayın.

 Hayır, hayır, hayır!

 Ağzını kapa şunun!

 İşte lapan geliyor.

 - Olmaz.

 - Tutun şunu!

 - Ağzını aç.

 - Hayır!

 - Ağzını açın şunun!

 - Siktir git!

 Şu kirli ağzını aç!

 Aç!

 Ağzını aç yoksa dişlerini kıracağım.

 Şimdi seni temizlememiz gerekecek.

 Bırakın beni!

 Bırakın beni, lütfen!

 - Yatırın!

 - Bırakın beni!

 Kocamı istiyorum.

 Bırakın beni, bırakın beni!

 - Bana kocamı getirin!

 - Kendine zarar vereceksin.

 Aferin.

 Olayın burada vuku bulduğunu söylüyorlar.

 Şu geçitteki kayaların oralarda bir yerde.

 Haklısın, gerçekten güzelmiş.

 Sorabilir miyim, doktor   bu davayı neden üstlendiniz?

 Ebeveynlerimin evinde halletmem gereken bir kaç sorun vardı.

 Yaz tatillerinde buraya geldiğimi hatırlıyorum.

 Sular yükselirken yüzdüğümde, babamın bana nasıl bağırdığını hatırlıyorum.

 50 yıldır kilit altında olmak nasıl bir şeydir, hayal bile edemiyorum.

 İçeride, peder.

 Merhaba, Rose.

 Bizim de odada bulunmamız gerekiyor, peder.

 Beni görmek istemediğini biliyorum, Rose.

 Bayan Prunty salıverilmene izin vermiyor   ancak evlenmiş olsaydın, Rose   beni anlıyor musun?

 Ben hamileyim, peder.

 Hadi, inin!

 -Çocuk pederdenmiş diyorlar.

 - Peder Gaunt mu?

 İtiraflarını dinlemek isterdim.

 Halini düşünsene.

 Bu tütünü St.

 Malachy'ye götüreceğiz.

 - Bebeğini ne yapacaksın?

 - Ne demek istiyorsun  -  vereceğim.

 - İstemiyor musun?

 Seçeneğim yok ki.

 Amerika'ya gönderilecekmiş, yani umarım.

 Umar mısın?

 Sağlıklı doğarsa Amerika'ya gönderilecek.

 Aksi halde hayat boyu burada yaşamak zorunda kalacak.

 Sessiz olun!

 Sen, işine bak!

 Çok güzel haberler var, hemşire Sarah!

 İkizler sonunda evlât edinildi.

 Boston'a gidiyorlar.

 Harikâ haber, değil mi, Rose?

 Benim bebeğimi benden koparmayacaksınız.

 Hayır.

 O burada kalacak.

 Ne zamandır bizimle birliktesin, Teresa?

 -Doğduğumdan beri.

 - Doğduğundan beri.

 Tabii şansı varsa.

 Bu zavallı yavrucakların bazıları yaşama tutunamıyor.

 Rose?

 Arka kapıyı benim için kilitler misin?

 Çabuk ol!

 Rose!

 Rose!

 Rose!

 Rose!

 Benim, Stephen!

 Hadi!

 - Kafayı mı sıyırmış bu?

 - Çabuk olun, boğulabilir.

 Hadi!

 Çekin!

 Kayboldu, peder  -  kayboldu.

 - Devam edin, devam edin!

 - Buradan canlı çıkamaz.

 - Devam edin.

 Peder, çocuk senin mi?

 - Kayalara sürükleniyoruz.

 - Devam, devam!

 Rose!

 Rose!

 Rose!

 Rose!

 Tanrım, bebeği öldürüyor.

 Rose!

 Tanrım!

 Hatıralarım   hatıralarımı aldılar benden.

 Elektrikle aldılar.

 - Bu sen misin?

 - Evet, benim.

 Bebek doğduktan sonra ne oldu?

 Çıkar çıkmaz ağlamaya başladı.

 Ben göbekbağını keserken, ağlıyordu.

 Sonra ne oldu?

 Haçım nerede?

 Düşmanla karşılaşma anında gösterilen cesarete verilen nişan.

 - Haç işte.

 - Nereden aldın?

 Michael vermişti.

 Soyadı?

 Michael McNulty.

 Emin misin?

 Hiç olmadığım kadar.

 Bebek neydi peki?

 Bir oğlan, güzel bir oğlan çocuğu.

 Sen de diğerleri gibi bebeğimi benim öldürdüğümü mü düşünüyorsun.

 Hayır, bayan Rose.

 Bakın, bu bir hastalık   insanlarda gerçeği görmeyi engelleyen bir hastalık var.

 Ya işte!

 Sevgiyle görülen her şey gerçektir.

 Gerisi duman gibidir, yok olur.

 Afedersin, kızım.

 BENİ ÇOCUĞUMA BAĞLAYAN O GÖBEKBAĞINI HİÇ KESMEMELİYDİM.

 - İyi bir dinleyicisin.

 - Teşekkürler.

 Derin sohbetlere girer misin?

 O elindekinden iki tane daha içersem, evet.

 Peki, senin hikâyen nedir, doktor?

 Annem beni çılgınca severdi.

 O kadar çok konuşurdu ki, tüm odadakiler şoka girerdi.

 Babamın ağzından da cımbızla laf alınırdı.

 Bunun anlamı: Çay yap!

 Bunun anlamı: Yeri temizle!

 Bunun anlamı: Yardım edin, ölüyorum.

 Yerde yatıyor   ve bana bir şeyler söylemeye çalışıyor.

 Şöyle: "Annen  Ben diyorum ki: Beni sever mi?

 Şöyle yapıyor: Kendini işaret edince de   ben diyorum ki: Sen beni sever misin?

 Şöyle yapıyor: Hep eksik olan bir şey vardı.

 SATILIK Başpiskopos burada yürüyüş yapmayı sever.

 Diğer tarafta, tabi ki.

 -Beni neden çağırdılar?

 - Bilmem.

 Seni getirip sonra geri götürmem istendi benden.

 Uyandı!

 Bebeği boğmuş.

 Çocuk gerçekten pederden mi?

 Şu erkekler!

 Seni zavallı şey   zavallıcık.

 Onu görebilir miyim?

 Bebeğin daha iyi bir yerde.

 Ne demek istiyorsun?

 Bebeğin öldü.

 Hayır!

 - Evet!

 - Hayır, hayır!

 - Evdesin artık.

 - Bebeğimi istiyorum.

 Seninle ilgileneceğiz.

 Adım Rose McNulty.

 Ben çocuğumu öldürmedim.

 Adım Rose McNulty.

 - Hademeler, sıkı tutun.

 - Ben çocuğumu öl  - Adım Rose McNulty.

 - Ağız koruyucusu!

 - Ben çocuğumu öldürmedim.

 - Hadi, sok şunu ağzına.

 Tutun, tutun kımıldamasın.

 Merhaba, aşkım.

 Beni eve götürmeye mi geldin?

 Evet.

 Michael öldü, Rose.

 Onu öldürdüler.

 Sen neden bahsediyorsun, Michael?

 Michael öldü.

 Beni eve götürmeye mi geldin?

 Hayır, Rose.

 Hayır, Rose.

 Beni dinle.

 - Michael öldü.

 - Michael.

 Rose, o öldü.

 Rose'a onu sevdiğimi   ve ölürken onu düşündüğümü söyle.

 Hayır!

 - Hayır!

 - Onu öldürdüler.

 - Üzgünüm.

 - Hayır!

 Hayır, hayır!

 Peder, gitme zamanı.

 Hayır!

 Üzgünüm.

 Peder, talimatlar böyle.

 Stephen, Stephen.

 Beni, beni bırakma.

 Tamam, sakin ol.

 Sakin ol.

 Sakin ol, Rose.

 Üzgünüm.

 - Üzgünüm, Rose.

 - Michael.

 - Hayır, hayır.

 - Michael.

 Hayır, hayır.

 Hayır, Rose.

 Beni eve götür, Michael.

 - Sakin ol.

 - Michael.

 - Hademeler.

 - Rose, Rose, Rose.

 Hademeler!

 Sakin olun, sakin olun.

 Sakin ol, sorun yok, Rose.

 Ne yapıyorsun?

 - Bana bak, bana bak!

 - Michael nerede?

 - Michael nerede?

 - Ne?

 Onu sen öldürdün.

 - Onu sen öldürdün!

 - Hademe!

 - Onu sen öldürdün!

 - Rose, Rose, Rose!

 - Pekâlâ, peder.

 - Geri durun!

 Onu öldürdün!

 Ne yaptın ona?

 Michael nerede?

 - Onu öldürdün!

 - Rose, kes şunu.

 Kes şunu!

 Sen öldürdün, sen  Tamam, sakinleş.

 Bana bak.

 Rahatla.

 Sakin ol, tamam mı, Rose?

 Tamam mı, Rose?

 Oturalım, olur mu?

 Sakinleş.

 Michael!

 - Onu sen öldürdün!

 - Zaptedin şunu!

 Hademeler!

 Hemşire!

 Yataklarınıza!

 Hadi!

 Kımıldayamaz artık.

 Rose, Rose!

 Hatıralarımı "Rose'un Kitabı" na işledim.

 Onlar ben, ben onlar oldum.

 BU BENİM İNCİLİM Saklı yazıtlarım ve ben.

 Arada hiç fark yok.

 Michael'ın öldüğünü artık kabul ediyorum   ama oğlum sağ!

 ONUN ÇOCUĞU İÇİN YAŞAYACAĞIM.

 Bu gerçek kalbimde bir delik açtı   ve bu delik ancak   oğlumun gelip, beni buradan çıkarmasıyla kapanabilir.

 Dr.

 Grene.

 Bak, bütün gece burada oturmak zorunda değilsin.

 Git kendine uyuyacak başka bir yer bul.

 - Hadi.

 - Söylesene   akıl hastanesine sevk raporu var mı?

 Evet, elbette.

 - Sana ulaştırırım.

 - Tamam, teşekkürler.

 Çok düşünüyorsun.

 Nakliye kamyonu yarın öğlen burada olacak.

 Kısacası, gitmesi gerekecek.

 Akrabası yok, kimse gelip sahip çıkmaz.

 Konuş onunla, izah et.

 Anlamasını sağla.

 SEVK RAPORU Çavuşun raporunu okudun mu?

 Evet.

 İki hikâye var.

 Hangisine inanıyorsun?

 Ben Rose'a inanıyorum.

 Çok şaşırdım!

 İyi misin, Rose?

 Rüyamda oğluma kavuştuğumu gördüm.

 Caitlin, o bölümü bir daha okur musun?

 Kaldığımız bebek evinde bebeğimizin doğum tarihini   bilmememiz için ne takvim vardı ne de saat.

 Bebeğim son nergislerden sonra   elma ağaçları çiçek açmaya başladığında doğdu.

 Doğumgünün ne?

 Kime sorduğuna bağlı.

 Anneme göre Mayısın biri, babama göreyse Mayısın ikisi.

 Şuna bir bak.

 BAŞPİSKOPOS S.

 GAUNT'UN OFİSİ Bu ne şimdi, neler oluyor?

 TAPU SENETLERİ VAFTİZ SERTİFİKASI OĞLUMUZ STEPHEN'A SATILIK Nakliye kamyonu birazdan burada olacak.

 Yerinden kımıldamazsan, ilaçla uyuşturmak zorunda kalırız.

 Neden, Dermot?

 Neden, anlat bana.

 Kilise, Stephen   kilise böyle işte.

 "Sevgili Stephen   kırk yıldır babanım ve seni hep sevdim.

 Seni Margaret ve bana verdiklerinde bir bebektin.

 Tanrı'nın bir hediyesi gibiydin, hayatımıza renk kattın.

 Peder Gaunt bize annenin ölmüş olduğunu söylemişti.

 Peder Gaunt, neredesin?

 Daha sonra henüz hayattayken, bize gelip, tüm gerçeği anlattığında  Peder?

 Peder?

   ne tür acılarla yaşadığını anlamıştık.

 Sana bunları yüzyüze anlatamadığım için çok üzgünüm.

 Baban, Martin Thomas Grene.

 " Not: Bu madalya, cesur bir adam olan öz babana aittir.

 Seni Michael gönderdi, değil mi?

 Evet.

 Gidelim.

 Nereye?

 Eve   evimize.

 -Beni eve götürmeye mi geldin?

 - Evet!

 Çeviri - oezel||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar