Print Friendly and PDF

Translate

Büyülü Çift (2001) Kate & Leopold

|

 


118 dk

Yönetmen:James Mangold

Senaryo:Steven Rogers, James Mangold

Ülke:ABD

Tür: Komedi, Fantastik, Romantik

Vizyon Tarihi:22 Şubat 2002 (Türkiye)

Dil:

İngilizce, Fransızca

Müzik:Rolfe Kent

Nam-ı Diğer:Kate and Leopold

Oyuncular

    Meg Ryan

Hugh Jackman

    Liev Schreiber

Breckin Meyer

    Natasha Lyonne

Özet

Erkek arkadaşı Stuart'la olan ilişkisinin bittiği gerçeğine inanmak istemeyen Kate ısrarlı aramalarına karşın cevapsız kalınca Stuart'ın evine gitmeye karar verir. Leopold Stuart'a giderken 19. yüzyıldan fırlamışa benzeyen kıyafetler giyen Leopold adında bir adamla tanışır. Bir zaman boşluğundan geçip 21. yüzyıla giren bir 19. yüzyıl beyefendisi olan Leopold zamanın kadını ile kendi çağının kadını arasında ki farkları görünce yaşadıklarının gerçek olduğundan şüphe duymaya başlar. 21. yüzyıl onu çarpmıştır. Fakat kendine özgü bilge tavırları ve ileri görüşlü hali sayesinde ortama ayak uydurur. Üstüne bir de bir reklam yıldızı haline gelir. Bu arada Kate ile aralarında bir yakınlaşma başlar, fakat ikisi de bunu reddetmektedirler. Ancak zaman geçtikçe reddettikleri bu yakınlaşma gerçek olur.

 Altyazı

BÜYÜLÜ ÇİFT

Zaman, birilerinin dediği gibi dördüncü boyut.

 Ama, ölümlü insan için zamanın hiçbir boyutu geçerli değildir.

 Bizler at gözlüğü takmış sadece önündekini gören atlarız.

 Her zaman geleceği tahmin eder ve geçmişimizi uydururuz.

 - Harika.

 - Kesinlikle efendim.

 Sizce bu engelleri kaldırıp, şu anı yaşamayıp   zamanın geniş kanatlarında yayılsak nasıl olur?

 Beni dinlerseniz size anlatırım.

 Bunun sırrı başarılarımız   ve yaratılarımızın devamında saklıdır.

 Piramitlerin Mısırlıları temsil ettiği gibi benim yapım da   ileriki zamanlarda kültürümüzü temsil edecektir.

 İşte karşınızda, bu kıtanın en yüksek yapısı.

 Bu çağın en muazzam yapısı!

 Bu gezegenin en büyük yapısı!

 Tut şunu.

 Herald Gazetesi'nden efendim.

 Bu akşam önemli   bir şey açıklayacağınızı söylemişsiniz.

 İyi günler bayan.

 Lütfen izninizle.

 Perrier Jouet sakinleştirilmeli.

 Anlıyor musun?

 Leopold!

 Nerelerdeydin?

 Otis, senden bir açıklama istiyorum.

 - Saat beş buçuk.

 Kıyafetini bile giymedi.

 - Birazdan hazır olur Lordum.

 Hazır olmasını değil göz kamaştırıcı olmasını istiyorum.

 Bayan Blaine.

 Bir koyun sürüsü gibi dans ediyorsunuz.

 Az bulunan bir tipiniz var.

 Bir odayı aydınlatmak için çıkmanız yeterli oluyor.

 Zengin misiniz Bayan Blaine?

 Yani ben üçüncü Düküm de.

 Kraliyet sarayında bulunan bizler hem işe yaramayız hem de   çok zenginiz.

 - Kendi kendine konuşman   senin için her zaman bir talihsizlik olmuştur Leopold.

 Kendimi bu şekilde eğlendirmeyi evrimsel bir meziyet olarak görüyorum.

 - Lütfen ona dokunma.

 - Bu aletten mi bahsediyordun?

 Papazları   çan kulesine götürmek için?

 - Herkesi istediği yere götürmek için.

 Binalar gittikçe yükseliyor.

 Yakında onlara tırmanacak gücümüz kalmayacak.

 Sen gelişmek ve icatlardan bahsediyorsun.

 Ama aşağıda ben sana   gerçekleri sunuyorum.

 Bir kadın bul ve evlen onunla.

 Evlenmek sonsuza dek süren sevgi sözüdür.

 Şu an bile hissetmiyorum.

 Sonsuza dek süreceğine nasıl söz verebilirim?

 Ayrıcalıklı doğmuşsun ama bundan utanıyorsun.

 Bu senin trajedin.

 Tanrım.

 Ağabeyim seni görseydi kalbi kırılırdı.

 Sen dük falan değilsin.

 Tabii ki değilim.

 Monarşi öldü.

 Biz sadece kalıntılarıyız.

 Bu bir gerçek.

 Artık kral olanlar başarıyı elde edenlerdir.

 Örneğin köprüsüyle Roebling.

 Lambasıyla Edison.

 Diesel, Bell ve Westinghouse.

 Onlar kendilerini bir hiçten yarattılar.

 Oysa sen   ağzında altın kaşıkla doğdun ve hiçbir şey başaramadın.

 Bugünden itibaren senden sorumlu değilim.

 Tanışma listene baksana Leopold.

 Tek güvencen zengin bir kadınla evlenmen.

 Majesteleri!

 Size Schenectady'den Bayan Tree'yi takdim edebilir miyim?

 Bayan Tree?

 Sizinle tanışmak büyük bir şeref Majesteleri.

 Buyurun.

 Birçok hayal var ama hepsi faydasız.

 Kimsin sen?

 Hayır sakın kaçma.

 Lütfen gitme!

 Sana zarar vermek istemiyorum.

 lütfen!

 Özür dilerim.

 Lütfen dur!

 Aman Tanrım.

 Bırak beni.

 Sorun değil.

 Beni anlamıyorsun.

 Bırak beni!

 - Hayır.

 - Sana zarar vermek istemiyorum.

 Bırak beni.

 Aman Tanrım!

 Bart unutmamalıyız ki bazen   çizginin dışına çıkmak harika oluyor.

 - Selam.

 - Avuç içi bilgisayarım nerede?

 - Kate, saat sabahın biri.

 - Ve görünüşe göre sen uyanıksın.

 - Ne olmuş?

 - Avuç içi bilgisayarının nerede olduğunu bilmiyorum.

 Ayrıca birinden telefon bekliyorum.

 Bart.

 Özür dilerim bebeğim.

 O mutlu bir insan değil.

 Lanet olsun.

 - Biliyor musun  - Kate.

 Tanrı aşkına burada birileri var.

 - Biliyorum o kadını gördüm.

 - Hayır görmedin.

 - Evet gördüm.

 - Bir faydası olacaksa onun bir erkek olduğunu söyleyeyim.

 - Onunla yatmaya niyetim yok.

 Şimdi uyu artık.

 - Sakın yüzüme kapatma.

 - Sakın yapma.

 - Lütfen Kate.

 Sana yalvarıyorum.

 Çok büyük bir şeyler oluyor.

 Yani hayatın   anlamını bulmak üzereyim.

 - Tüm hayatın mı?

 Ne olabilir merak ettim?

 - Oturuyor musun?

 - Evet.

 - Oturmuyorsun.

 - Oturuyorum.

 - Oturmuyorsun.

 - Tamam.

 - Buldum.

 - Neyi buldun?

 Portalı.

 Zamanın kanatlarında bir yarık buldum.

 East River'de.

 Tıpkı söylediğim gibi.

 28 Nisan, 1876'a açılan bir portal.

 Bu gün Brooklyn köprüsünden atladım   ve 1876'daydım.

 Eski New York'ta Albany Dükü'nü   takip ettim.

 Beni dinliyor musun?

 - Merakla.

 - En heyecanlı kısmı şimdi geliyor.

 - Neymiş en heyecanlı kısım?

 - O beni buraya kadar takip etti.

 Buffalo  Albany Dükü mü?

 - Sana ondan bahsetmiştim.

 Parlak bir mühendis.

 Ağırlık azaltan makarayı   ve asansörü icat etti.

 - Artık kız arkadaşın değilim.

 Son bir aydır değilim.

 Bana her şeyi anlatabilirsin.

 Time Meydanı'ndan bir travesti aldığını söyleyebilirsin.

 - Umurumda olmaz.

 - Yeter artık Kate.

 İşte ilişkimizin başarısızlığının nedeni.

 Bir kere olsun bana inanmadın.

 İnandım Stuart.

 Hem de 4 sene boyunca ve çok incindim.

 Pekala kim olduğunu öğrenmek istiyor musun?

 O bir Hacker.

 Fanatiklerden bir İngiliz.

 Columbia'dan tanıyorum.

 Bu aralar burada.

 Javits'teki Mac Expo için geldi.

 Birlikte dışarı çıktık.

 Biraz abarttık.

 - Ve şu anda kanepemde kendinden geçmiş durumda.

 - Bu gerçek mi?

 Evet gerçek.

 Mutlu musun?

 Yeterince ikna edici mi?

 - Artık ikna oldun mu?

 - Biliyor musun Stuart?

 - Hayatımın en güzel yıllarını sana verdim.

 - Bu en güzel yılların mıydı?

 Kate, özür dilerim kapatmam lazım.

 Avuç içi bilgisayarını yarın sabah alırsın.

 Dikkat.

 Kırmızı alarm.

 Otis!

 Otis!

 - Bart hayır.

 - Otis!

 Bart!

 Bart, dur!

 Bak.

 - Sen!

 - Sorun yok.

 - Neredeyim ben?

 - Sanırım açıklaması kolay olmayacak.

 Fidye peşindeysen amcam kuruş ödemez.

 Kefenim için verebilir.

 - Seni kaçırmadım.

 Kes sesini Bart.

 - Görebiliyorum.

 O sprey için de sağ ol.

 Gözlerim yanıyor.

 Hangi cehennemde olduğumu söyler misin?

 Bana sorarsan   sen karın deşen Jack olabilirsin.

 Benim   gelecekte mahsur kaldığımı mı söylüyorsun?

 - Evet.

 - Sessiz ol!

 Yürüyüşe çıkması gerekiyor.

 - Yani zamanın kanatlarında   bir yarık bulduğunu mu iddia ediyorsun?

 - Bunu anlamalısın sen bir   bilim adamısın.

 Sen asansörü icat ettin.

 - Asansör mü?

 Neredeyim ben?

 Aslında hiçbir yere gitmedin.

 Hala New York'tasın.

 - Bu New York olamaz.

 - Korkarım öyle.

 - Hayır Kate.

 - Merhaba.

 Senin adın ne?

 - Leopold.

 - G-5'imde bir sorun var.

 söyler misin   OS 9.6'nın düzgün bir şekilde çalışması için ne kadar RAM gerekiyor?

 Mac Expo bitti.

 Demek zamanın dışından   biri olman gerekiyor?

 Yoksa Çavuş Pepper misin?

 - Yalnız kalmamız gerekiyor.

 - Avuç içi bilgisayarım?

 - Belki daha sonra.

 - Avuç içi bilgisayarımı ver bana!

 Bu çok tuhaf.

 Kimdi o?

 Sanki onu daha önce görmüş gibiyim.

 Zaman geçtikçe kadınlar çok değişti.

 Artık çok tehlikeliler.

 Avuç içi bilgisayarın burada.

 Şimdi sen beni kaçırmadığını ve bana zarar vermek istemediğini   söylüyorsun.

 Öyleyse neden kapıyı açmıyorsun?

 - Özür dilerim tamam mı?

 Onun adına özür dilerim.

 Saygımda kusur olmasın ama   dışarıda dolaşmana izin veremem.

 Orası New York.

 Artık pek de güvenli bir yer sayılmaz.

 Rönesans döneminde düzenlenen   kaçıklar toplantısından kaçmış bir psikopata benziyorsun.

 Endişelendiğini anlıyorum.

 Bana güvenmelisin.

 Seni geri göndereceğim.

 Söz veriyorum.

 Portal haftaya Pazartesi tekrar açılacak.

 Dün geri gelemeseydim, haftaya   geri dönecektim.

 Şu an tıpkı tutulma sürecine benziyor.

 - Yani her yirmi senede bir tekrarlanıyor.

 Anladın mı?

 - Genellikle her şeyi   anlarım ama seni gördükten sonra hiçbir şey anlayamıyorum.

 - Bu bir kabus ya da ben öldüm.

 - Hayır ölmedin.

 Gel buraya.

 Otur.

 Süt ister misin?

 Bart!

 Bana biraz  Özür dilerim.

 Onun çıkması gerekiyor.

 Bunlara bir bakarsan gerçekten onur duyarım.

 Döndüğümde sana her şeyi anlatırım.

 Onun çıkması gerekiyor.

 Gel.

 5 dakikada dönerim.

 Spectra'ya küçük bir geziden sonra Nobel Ödülü'nü   kazanırız.

 Hey, gidelim.

 Haydi gidelim!

 Aferin Bart!

 Kal!

 Bart, lütfen kal!

 Stuart!

 Şu kalemini vermedin!

 Stuart!

 Durum çok basit.

 Avuç içi bilgisayarımı verdi ama kalemini vermedi.

 - Stuart senin hakkında beni uyardı.

 - Peki ne dedi?

 Tehlikeli olabileceğini söyledi.

 Pantolon giyen bir bayan tehlikeli olamaz.

 - Kariyer kadını mısın?

 - Pazar araştırmacısıyım.

 Araştırmak bayanlar için uygun bir meslek.

 Tam dişi zihniyetine göre.

 Sen çatlaksın, Lionel.

 Sussex'te kütüphaneci bir bayanla çıkmıştım.

 Senin adına sevindim.

 İtiraf etmeliyim ki daha önce de karşılaştığımızı hissediyorum.

 Stuart'ın hiçbir arkadaşıyla görüşmediğimi, hatta arkadaşı olup   olmadığını bile bilmediğimi göz önünde bulundurursak bu kesinlikle imkansız.

 Bart!

 Bak orayı pisletmiş.

 - Bir köpeği holde böyle bırakamazsın.

 - Bırakmadığımı temin edebilirim.

 - Gidelim.

 - Anlayamadım?

 Haydi gidelim.

 Asansör için özür dilerim.

 - Şu an telefondalar.

 - Bu Lionel.

 Stuart'ın arkadaşı.

 - Nasılsınız?

 - 10 dakika mı?

 Bana biraz  - Dikkat et dostum.

 - Gerçekten özür dilerim.

 Ne yapıyorsun?

 Bu tarafa gitmemiz gerek.

 O tarafta bir dükkan var.

 - Özür dilerim.

 - Orada çim var.

 Onu oraya götür.

 O işini yapar.

 Bunu Stuart'a verir misin?

 Kablolunun faturası.

 Bu sabah Bronx'ta asansörlerin bataryaları gizemli bir şeklide  Özür dilerim.

 Çok özür dilerim.

 Affedersiniz!

 Onu oradan alacak mısın?

 - Anlayamadım.

 - Onu kaldır ve   çöpe at.

 - Kesinlikle yapmam.

 - Sanırım beni anlamadın.

 - Onu orada bırakmak kanunlara aykırı.

 - Yoksa siz erkekler için köpek   pisliğiyle ilgili yasalar olduğunu mu söylüyorsunuz?

 Hayır pisliği alıp çöpe atmanı söylüyorum.

 Tüm saygımla, bunu reddediyorum.

 - Pekala adın ne süslü pantolon?

 - Leopold  Alexis   Elija Walker Thomas Garrett Mountbatten.

 Pekala, Stuart.

 İyi günler.

 Benim için bunu yaptığınıza teşekkür ederim ama J.

J. hala   Londra'dan dönmedi.

 Şu asansörlerin nesi var?

 - Darci.

 - Son sayfa.

 - Özür dilerim.

 - Herkes sonsuza dek mutlu yaşıyor mu?

 Adam adada kadını beklerken kangren oluyor ve bacağını kaybediyor.

 Ama şu an birlikteler.

 Demek avuç içi bilgisayarını geri almışsın.

 - Bir kabustu.

 Pekala kimler var?

 - Tamam.

 Hasbro'daki Bobby.

 Crunch'taki Reeves.

 "Love for Sale"in finali de geldi.

 Dörtte stüdyoyla görüşme ve 15 dakika sonra da şu margarin reklamı toplantısı.

 J.J. ondan önce seninle konuşmak istiyor.

 Hatırlatmamı istemiştin; Yarın kardeşinin dönecek.

 İstersen buz dolabına  Darci, şu an sinirlerimin neden bozulduğunu biliyor musun?

 - Çünkü  - J.J. aradığı için.

 - Cep telefonu bunun içindir.

 - Aramadı ki.

 Birden geldi işte.

 Kafasını uzattı ve   iki cümlesini söyleyip gitti.

 - Demek geri döndü ha?

 - Margo şirket birleşmesinden bahsettiğini söyledi.

 - O nereden biliyor?

 Pekala kafasını uzattı ve tam olarak ne söylediğini söyle?

 - Baştan başla ve her ayrıntısı  - Kate'e   "Farmer's Bounty işini kapacağımı söyle" dedim.

 - J.J.!

 - Günaydın, Kate.

 - Günaydın.

 İçeride görüşürüz.

 Aman Tanrım.

 Hala burada!

 Etrafı değişmiş ama Roebling'in Köprüsü hala ayakta.

 - Bu bir mucize dostum.

 - Ne?

 - Bu bir mucize.

 - Mucize değil köprü.

 Köprüyü buharlı gemiler için ne zaman ayarladılar?

 İtfaiye!

 Ne olduğunu bilmiyorum.

 Onu asansör boşluğunda buldum.

 Leopold, burada ne arıyorsun?

 Hemen içeri gir!

 Onu Goodman Memorial Hastanesin'e götürüyorlar.

 Taze kaymaksı tereyağı.

 Hiçbir şey size bu kadar zevk vermez.

 Aslında verir ve bana katılacağınızı biliyorum.

 Farmer's Bounty   her lokmada size gerçek tereyağı tadı verir.

 İlk tercihimiz.

 Ama seyircilerin%45'i reklamın aldatıcı olduğunu düşünüyor.

 - Hiç iyi değil.

 Kesinlikle öyle.

 - Bence herkes Farmer's Bounty'i   denemeli.

 Tereyağının kaymaksı muhteşem tadını taşıyor.

 Deneyin mutlaka kilo vereceksiniz.

 İşte bu kadar!

 İkinci tercihiniz.

 Ne yazık ki grup onu rahatsız edici ve iğrenç buluyor.

 %72 ise onun ürpertici olduğunu düşünüyor.

 Dört günümüz var.

 Dağıtım başlamış bile.

 Şimdi söyleyin   ne yapmam gerekiyor?

 - Yarın bir daha çalışmam gerekecek.

 Darci'ye National'da bir oda ayırttım.

 Ayrıntıları orada konuşuruz.

 - İyi misin?

 - Evet.

 - Kate, düşmeni istememiştim.

 - Barneys'i ara.

 Bu   öğlene kadar küçük boy bir bluz istiyorum.

 Aman Tanrım.

 Selam.

 Ben Stuart.

 Lütfen mesaj bırakın.

 Leopold?

 Korkma.

 Ben Stuart.

 Bu Bell'in konuşan telgrafı.

 Prototipini   geçen sene bir fuarda görmüştüm.

 - Yeşil parçayı kaldır!

 - Seninle konuşmam lazım.

 - Orada mısın?

 Alo!

 Leopold.

 Röntgenimi çekiyorlar.

 Her şey yoluna girecek.

 - Ama daireden sakın çıkma.

 - Bugün Roebling'in köprüsünü gördüm.

 - Hem de bitmiş.

 - Sakın bir daha dışarı çıkma.

 - Dairede kalmak zorundasın.

 - Ne zamana kadar?

 Bu akşam eve döneceğim.

 Söz veriyorum.

 Dışarı çıkmak yok.

 Alo?

 Stuart?

 Alo?

 Lanet olsun.

 - Merhaba.

 - Kimsin sen?

 Ben Hector.

 Annem Perşembe'leri çalıştığı için Stuart'la TV izliyorum.

 Biraz ister misin?

 Affedersin J.J.  Bluz için sağ ol.

 Çok naziksin.

 Gir.

 Harika.

 Kesinlikle.

 Evet şu an burada.

 Ben ona söylerim.

 Hoşça kal.

 Otur.

 Barry'di.

 Yaptığın işlerden çok etkilenmiş.

 Harika.

 - Çok nadir bulunan bir kadınsın.

 - Efendim?

 Hayallerde yaşamıyorsun.

 Duygusallaşmıyorsun da.

 - Güzel kelimesi seni temsil etmiyor.

 - Etmiyor mu?

 Biraz erkeksisin.

 Evet erkelere benziyorsun.

 Kadınların istek ve arzularını anlayabilen bir erkek.

 Gerçekten anlıyorsun ama onlardan biri sayılmazsın.

 - Açık konuşmamın bir sakıncası yok değil mi?

 - Hayır.

 Denemek ister misin?

 Kate?

 Ama bir gün korsan bayrağını indirdi ve denize açıldı.

 Ne para, ne mücevher   ne altın, ne de başka bir şey için.

 Korsanlar kralı her ne kadar denizlerin   en hünerli kılıcı ve en acımasız adamı olsa da   çok yalnızdı.

 - Daha önce hiçbir bayanla karşılaşmamıştı.

 - Hiçbir bayanla mı?

 Evet.

 Ne kadın ne de kız.

 Hatta kendi annesini bile görmemişti.

 - Sonra ne oldu?

 - Her zamanki gibi, aklına gelebilecek en kötü şey.

 Korsanlar kralı komutanın kızına aşık oldu.

 Geçen ay bunun galasını 5'inci Cadde'de izledim.

 "Penzance" ne zamandan beri 5'inci Cadde'de oynuyor?

 Hiç tanışmadan birlerinin konuşmasını bölmek alışkanlığın mı acaba?

 İşi ilerletmişsin.

 Ben de bir aktörüm.

 Adım Charlie.

 Alt katta oturuyorum.

 - Kate McKay, Kıdemli asbaşkan.

 - Olmadı Darci.

 Tek yaptığı havadan sudan bahsetmekti.

 Bırak da karar geciksin.

 - Böyle daha zevkli olur.

 - Peki kararını ne zaman verecek?

 - Bunu yarın akşamki yemekte konuşacağız.

 - Kate, Stuart seni arıyor.

 - Olmaz.

 - Hastanedeymiş.

 Leopold dairemde yapayalnız.

 Neler olabileceğini ancak Tanrı bilebilir.

 - Bugün dışarı çıktığını biliyor musun?

 - Köpeğini gezdirdi.

 Bunu yapamazsın.

 Tanrı aşkına o 1876'dan gelen bir adam.

 Adetlerimizi bilmiyor.

 Ona bir şey olursa ve 28 Nisan   1876'ya geri dönmezse sonuçlar felakete yol açabilir.

 Evlenmeyecek, çocukları olmayacak.

 Peki asansör ne olacak?

 - Çok ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz.

 - Artık ben usanmaya başladım.

 - Biri ona göz kulak olmak zorunda.

 - O yetişkin bir adam.

 - Kendine bakabilir.

 - Hayır dur.

 Kate, lütfen!

 Bunu Spectra'ya götür ve banyo yaptır.

 O zaman doğruyu söylediğimi anlarsın.

 Manny'e önemli olduğunu söyle.

 - Çifte resim ister misin?

 - Hiç komik değildi.

 - Bu şaka falan değil.

 - Yardıma ihtiyacın var Stuart.

 Charlie?

 - Selam Kate.

 - Seninle aşağıda biraz konuşabilir miyim?

 Birini akşam yemeğine davet ettim.

 O burada yalnız.

 Stuart hastanede.

 - Bir sorunla karşılaşacağını sanmıyordum.

 - Evet sanmıyordum.

 - Oyunculuk kampından bir gün erken döndün.

 - Oyunculuk kampı değil  - Evet bir gün erken geldim.

 Tai Chi  - İşte bunu demek istiyorum.

 Eve geliyorsun ve hemen eski erkek arkadaşımın dairesine giriyorsun.

 - Ve sonra da garip arkadaşını  - Demek asıl sorun bu ha?

 Eski erkek  - Sorun Stuart değil.

 - Selam Kate.

 Charles.

 Selam, Leo.

 İyi davran.

 - Stuart ne zaman geri dönüyor?

 - Belki bir hafta sonra.

 - Bana bu akşam döneceğine dair söz vermişti.

 - Belki gelir.

 Zaten söz tutmakta üstüne yoktur.

 - Sırdaki yemeği alabilir miyim?

 - Sıradaki yemek falan yok.

 Geldiğim yerde yemek hummalı çalışmalar   ve düşüncelerin sonucu oluşur.

 Mönüler tazeliği kaybetmemek adına zamanında hazırlanır.

 Yemek pişirme sanatı olmasaydı gerçekler dayanılmaz olurdu.

 McKay House'ta bir laf vardı.

 Ketçap şişesini sallarsın, sallarsın.

 İlk başta bir şey gelmez ama sonra hepsini dökersin.

 - Neydi bu?

 - Pardon?

 - Neden ayağa kalkıyorsun?

 - Bir bayan masadan ayrıldığı zaman   ayağa kalkma alışkanlığım var.

 Charles, Stuart ve kız kardeşin nişanlıyken acaba   Çağdaş Dünya'yı okudun mu?

 Stuart ve ben hiç nişanlanmadık.

 Böyle bir şey olmadı.

 Ama desteğimi göstermek için onları okumuştum.

 Zaman makinesini devam ediyor mu?

 Aslında yaptığı buluş için makinelere   ihtiyaç yok.

 tek yapması gereken portalların ne zaman açılacağını   hesaplayabilmek.

 Zamanın kanatlarında bulunan bir pencere.

 Görünüşe   göre Stuart modern metorolojiye   dayanarak bir tanesini bulmuş.

 - Portal da ne demek?

 Sadece bir an için açılan bir kapı.

 Sanırım bu gereken hıza ulaşmak için   yüksek bir yerden atlanması gerektiğini açıklıyor.

 Aslında çok zekice.

 Harikasın.

 Bir an için bile durmuyorsun.

 İnanılmaz biri.

 Kes şunu.

 Lütfen sana yalvarıyorum kes şunu.

 Çok yorgunum.

 - Sadece gidebilir misin?

 - O sarhoş Leo.

 Kapa çeneni Charlie!

 Lütfen yukarı çıkar mısın?

 Gider misin lütfen?

 Sizi herhangi bir şekilde kırdıysam gerçekten özür dilerim.

 İyi geceler Charles.

 İyi geceler Leo.

 - Neydi bu yaptığın?

 - O adam 19'uncu yüzyılda yaşadığını sanıyor.

 - Üstelik dük olduğunu düşünüyor.

 - Bu harika değil mi?

 - Hayır.

 - Rolünü yapıyor.

 O bir aktör.

 - Gerçekten mi?

 Büyük bir iş!

 - Birinin maaş bordrosu   yoksa bu o işini ciddiye almıyor anlamına gelmez.

 - Burada neler oluyor?

 - Sanırım burada   bir sorun çıktı.

 Telefonu bana ver.

 Ne yapmamı bekliyorsun ha?

 Cep telefonumu benden aldınız.

 - Hastanede yasak da ondan.

 - Birine telefon etmem lazım.

 - Asla edemeyeceksin.

 - Beni anlamıyorsun.

 Çok önemli bir telefon.

 Hastaneden gitmem gerekiyor.

 Bay Besser, size hiçbir yere gidemezsiniz demekten bıktım usandım.

 - Doktor Feinstein'ın imzası olmadan gidemezsiniz.

 - Hiç bilim okudunuz mu?

 Zeki bir kadına benziyorsunuz.

 Hiç zaman-uzay   dengesini duydunuz mu?

 Kulağa önemli geliyor değil mi?

 Aslında öyle.

 Bu denge bozuldu ve onu eski haline getirebilecek tek kişi benim.

 Bu yüzden   neden aşağıya gidip küçük telefonunu kaldırıp Doktor Feinstein'ı aramıyorsun?

 - İyi geceler Bay Besser.

 - Ona  - Bart, kapa çeneni!

 - Bu alet tam bir felaket!

 - Sadece ekmek kızartma makinesi.

 - Şu sözümona kızartma makinesi   ekmekleri hiç kızartmıyor.

 İki dilim koyduğumdaysa   kömürden başka bir şeyi yapmıyor.

 Yani bunun için sadece bir buçuk dilim   lazım ama bu lanet makine buna izin vermiyor.

 Onu icat edenin icat ettiğinde bunu denemesi gerekiyordu!

 Gurur duymak yerine halkın kullanımına vermeden önce bunu kullanmayı   deneseydi daha iyi olmaz mıydı?

 - Biliyor musun?

 İki kere koyman hiç   kimsenin umurunda değil.

 Neden mi?

 Çünkü herkes   ekmeğini iki kere koyar!

 - Geldiğim yerde öyle değil.

 - Neden?

 Çünkü geldiğin yerde ekmek hummalı   çalışmaların sonucu olduğu için mi?

 - Benimle dalga geçiyorsun   ama bir gün uykudan sıcak börek, marmelat ve   taze kaymaksı tereyağının kokusuyla uyandığında beni anlayacaksın.

 O zaman hayatın iş değil tatlardan ibaret olduğunu anlayacaksın.

 Bunu bir daha söylesene.

 - Pardon?

 - Başladılar mı?

 - Evet.

 - Listesine bakayım.

 Leopold, Darci.

 Darci, Leopold.

 Onu denemek istiyorum.

 Onu hazırlar mısın?

 Darci seni Yeşil Oda'ya   götürüp her şeyi anlatacak.

 - Bunun için bir yer ayarlayın.

 - Bay Dük hazır mı?

 Nerede?

 - Şuna bak!

 Bence bunu geçelim.

 Bay Dük.

 Tam olarak burada duracaksınız.

 - Şu çizginin üstünde duracaksın.

 - Unutun şu adamı.

 - Zamanımı buna harcayamam.

 - Pekala.

 bir sürü seçeneğimiz var.

 - Bunu boş verin.

 - Bence bu bir hata olur Bay J.J.  - Kate, müşteri gitmek istiyor.

 - Ama onu bir denemelisin.

 - Sadece 2 dakika.

 - Quaker Oats adamlarına benziyor.

 Önemli olan senin değil onların ne düşündüğü.

 Sanki bütün gün komadaydılar ama şimdi onlara bir bak.

 Ona bir   baksana.

 Bir rüya gibi.

 Yakışıklı, dürüst ve kibar.

 Odaya girdiğinde ayağa kalkıyor.

 Yatağına börek getiriyor.

 Margarinini yerseniz kalçalarınız küçülebilir.

 - Çok etkileyici olabilir.

 - Sanırım bu Geronimo'daki   elbiselerden?

 - Geronimo mu?

 - Geraldo demek istiyor galiba.

 - Aynen.

 Sessizlik lütfen.

 Ve kamera!

 Konuşmaya başlasana dostum.

 Taze kaymaksı tereyağı.

 Daha lezzetli bir şey olabilir mi?

 Bence olabilir.

 Ve Farmer's Bounty'i tattığınızda siz de bana katılacaksınız.

 Her lokmada damağınıza taze kaymaksı tereyağı tadı verir.

 Ağız dolusu yediğinizdeyse, ağzınızda tereyağı gibi eriyip   gidecek.

 Böylece bel genişliğinizi riske atmadan tereyağı yiyebileceksiniz.

 Fena değil.                           

 Onu nereden buldun?

 Aynı binada oturuyoruz.

 Gerçekten harikaydı Kate.

 - Sağ ol J.J.  - Sanırım akşam yemeğinde konuşulacak çok konumuz olacak.

 - İyi işti.

 Bay Margarin.

 - Teşekkürler.

 Nostaljik elbise giymek gerçekten iyi fikirdi.

 - Memnun görünüyorsun.

 - İçeride harikalar yarattın.

 Ulusal televizyonlarda olacaksın!

 - Bu akşam o adamla yemeğe mi çıkıyorsun?

 - Oh J. J benim patronum.

 Sanırım yanında ona göz kulak olacak birini götürmelisin.

 Niyeti belli.

 - Seninleyim ya.

 Başka birine ihtiyacım yok.

 - Seninle flört etmiyoruz Kate.

 Öyle olsaydı duygularımı yazarak kendimi ifade edebilirdim.

 Neden bunlardan birine binmiyoruz?

 - Onlar turistler için.

 - Üzgünüm.

 Sanırım ilgilenmiyor.

 - Kate.

 - Hey pislik!

 - Bana elini ver.

 - Ne?

 Elini ver kadın.

 Ne yaptığını sanıyorsun?

 Seni uyarıyorum hergele.

 Ata binmeyi Kraliyet Akademisi'nde öğrendim.

 Silah eğitimimi Saray Muhafızları Birliği'nde aldım.

 Kaçacak   yerin yok.

 Kaçarsan da bu kayışın ucundaki demir beynine saplanacaktır.

 - Erkek arkadaşın çok iyi bir binici.

 - Evet.

 - Sen gerçek misin?

 - Pardon?

 - Sen gerçekten var mısın?

 - Sanırım öyle.

 - Ve bir düksün.

 - Evet bir dük olarak doğdum.

 Ama asla bir dük gibi hissetmedim.

 Otur.

 Ayakta kal.

 Kal.

 Kal.

 Aferin oğlum.

 Ben yemeğe gidiyorum.

 Siz neler yapacaksınız?

 Bilmiyorum.

 Ya maçı izleriz ya da dışarı çıkarız.

 Kate, göz kulak olma teklifimi tekrar edebilir miyim?

 - Buna gerek yok Leopold.

 - Onun kardeşi olarak   kız kardeşimin beni en azından denemelere çağıracağını beklerdim.

 - O rolü ben de yapabilirdim.

 - Charlie, sen tam olarak bir margarin   konuşmacısı sayılmazsın.

 - Sana göre ben tereyağı bile satamam.

 - Hakaret etmek istemedim.

 - Tereyağı bile satamaz mıyım?

 - Özür dilerim.

 - Ben herkesi oynayabilirim.

 - Çok iyi bir aktörsün.

 - Örneğin hayatında hiç Met'lerin maçını   izlememiş Victoria dönemine ait bir adam maçı izliyor.

 - Tamam.

 - Seyret.

 Şu küçük adamlar bu fosfor   kutusunda ne arıyorlar.

 Sanırım bu oyun kriketten bile daha cezp edici.

 Hintli şöyle konuşur.

 Harika.

 Tanrım sanırım Mike Piazza oyunu   kazandı.

 Peki Kanadalı ne der?

 Tereyağı sever misin?

 Neden bahsediyorsun dostum?

 - İyi geceler.

 - İyi geceler.

 O kıyafetle içeri girdiği için senin için endişelenmeye başlamıştım.

 Margarini yerseniz kalçalarınız küçülebilir.

 - Phil'i büyük bir sorundan kurtardın.

 - Ancak bu şekilde çözebilirdik.

 - Yani iç güdüsel olarak.

 - İç güdülerine güveniyorum.

 Birer şişe 95 Lynch Bages ve Evian alabilir miyim?

 Sana bir şey söyleyeyim.

 Arkadaşın, Bay Whipple'dan daha popüler olacak.

 - Sağ ol.

 - Onunla yatmıyorsun değil mi?

 Hayır.

 Leo, haydi.

 O kahverengi saçlı kızı görüyor musun?

 İşte o Patrice.

 - Çok güzel.

 - Ondan çok hoşlanıyorum.

 Selam millet, bu Leo!

 Leo, arkadaşlarım.

 - Ne haber Dennis?

 - Shelby, Allison, Monica.

 - Ve bu da doyumsuz Patrice.

 - Selam Charlie.

 Nasılsınız?

 Patrice, sana yardım etmeme izin verir misin?

 Dur ben yakayım.

 Bu akşam güzel görünüyorsun.

 Blume book'taki Judy gibi.

 Bir an için o su birikintisinin su hendeği olduğunu düşündüm.

 Hayır orası bir havuz.

 Ama bahçeler çok kötü.

 - Aslında çok güzeller.

 - Onları görmek için oraya gelmelisin.

 - Evet.

 - Şirketlerin birleşmesinden sonra   orada sıkışıp kalacağım.

 O zaman New York'ta kimin sorumlu   olacağı konusunu düşünebilirim.

 - Ne demek istiyorsun?

 Diyorum ki oraya gelmelisin.

 Uçak biletini ben ayarlarım.

 Bunu duydum.

 Asıl ilgilendiğim önce söylediğin şey.

 Şu sorumluluk hakkında.

 - Orayı pek anlayamadım da.

 - Cumartesi günü operaya ne dersin?

 Met'te La Boheme var.

 Seyirciler gitmek üzereyken o sahneye geri döner   ve seyircilere içi dolu hindi atmaya başlar.

 Sonra da şöyle bağırır.

 "Benden seksini esirge." Ama hiç göz yaşı falan yok.

 - Ham insan tutkusu.

 - Willem Dafoe bu grupta değil miydi?

 Evet.

 Bütün güzel şeylerin bodrumlarda olduğunu anlatan   monoloğu yaptı.

 - Louvre gibi mi?

 Özür dilerim.

 Ne diyordun Charles?

 Hayır Louvre'yi anlatsana.

 - Konuşmaya devam et.

 - Louvre'de sadece aslının bir kısmını   görebilirsiniz.

 asıl harikalar bodrumda.

 - Louvre'in bodrumuna indin mi?

 - Evet.

 - Vassar'da tarih okudum.

 - Orada neler var?

 - Asıl gösteri orada başlıyor.

 Sanat hayranların görmediği.

 Da Vinci.

 Michelangelo.

 - David.

 Chardin.

 - Sana yardım etmeme izin ver Patrice.

 Dur sigaranı ben yakayım Monica.

 Bu mu?

 Bu bizim aile işaretimiz.

 Uzun zamandır  Bodrumda neler var?

 Da Vinci  Michelangelo, Chardin, David.

 Hepsi nemden   etkilenmesin diye mercan süngerleriyle kaplanmıştır.

 Bilgin olsun diye söylüyorum tam da mıntıkaya girmek üzereydim.

 Akşamı   Louvre gezisine çevirmeseydin neredeyse numarasını alacaktım.

 - Özrümü kabul et.

 - Şunu söyleyeyim Patrice senin   şirin ve gay olduğunu düşünüyor.

 Şirin ve gay.

 Leo bu akşamın fatihi.

 Bu numara ona ait.

 Ama sanırım Patrice senin ondan   hoşlandığından habersiz.

 Ve buna şaşırmadım da.

 Sen Merry Andrew gibisin.

 Sence bütün bunlar saçma değil mi?

 Kadınlar samimiyete inanırlar.

 Bu da dilini kontrol   etmek anlamına geliyor.

 Hiçbir kadın palyaço tarafından sevilmek istemez.

 - Bu numarayla ona ulaşabiliyor musun?

 - Evet.

 - O zaman yarın onu ara.

 - Yapamam.

 O numarayı sana verdi.

 - Çünkü ona senin ondan hoşlandığını söyledim.

 - Ne diyorsun sen?

 Ondan hoşlandığını ama şu an başka biriyle flört ettiği için   duygularını ona açamadığını söyledim.

 - Lanet olsun bu harika.

 - Peki ne dedi?

 - Numarasını o peçeteye yazıp bana verdi.

 - Charles, saat geç oldu.

 - Daha eve varmamıştır.

 Telesekretere mesaj   bırakırım.

 Topu ona atarım.

 - Hava içinde kaleler kuruyorsun.

 Bırak da top sende kalsın.

 Haklısın.

 - Yarına kadar hiçbir şey yapma.

 - O zaman yarın ararım.

 Teklif et Charles.

 Ona duygularını aç.

 Onu memnun etmeyi düşün.

 - Onu sinirlendirmeyi değil.

 - Sinirlendirmek yok.

 Sarhoş olmuşsun.

 Sanırım eve dönmeliyiz.

 Kate de eve dönmüştür.

 - Hiç sanmıyorum.

 - Saat neredeyse gece yarısı.

 - Ondan hoşlanıyorsun değil mi?

 - Kimden?

 - Kate'ten değil mi?

 - Charles kes şunu.

 Kız kardeşimden hoşlanıyorsun.

 Duygularını belli ettin işte.

 - Çok içmişsin.

 - Commune buraya çok yakın.

 Oraya uğrayabiliriz.

 Birbirimize yardımcı oluruz.

 Bir sandalye çeker   birkaç jest yaparsın.

 Patrice'le ilgili nasıl da konuşuyordun?

 İş sevdiğin kıza gelince her şey değişiveriyor değil mi?

 Şimdi Merry Andrew kim?

 - Kız kardeşimi rahatsız etmek mi istiyorsun?

 - İtiraf etmeliyim ki   kafam biraz karışık.

 Yok sağ ol.

 Bu akşam beni yemeğe davet ettiğinde konuşacağımız şeyin  - Şirket birleşmesi.

 - Evet evet.

 - Olası bir terfiyi de.

 - Evet ondan da.

 Yemek bitmek üzere ve bunlarla uzaktan ilgisi olan bir şey hakkında bile   konuşmadık.

 o zaman buraya neden geldik?

 - Seni hiç bu kadar   heyecanlı görmemiştim.

 Henüz benimle öpüşmedin bile.

 Seni beğeniyorum J.J.  Aslında bakarsan başarılı bir iş ilişkisi için   şeye de ihtiyaç vardır.

 Bizim iş ilişkimiz tam olarak nedir?

 - Selam Kate!

 - Charlie.

 - Burada ne arıyorsun?

 - Sadece uğrayıp merhaba demek istedik.

 - Seninle biraz konuşabilir miyim?

 - Şu an mı?

 - Özel olarak.

 - Hayır.

 Bay Margarin.

 Lütfen bize katılın.

 - Nerede olduğunu söyledin?

 - Sussex'te.

 Ballmour'da mı?

 - 18'inci yüzyılda yapıldı.

 - 18'inci yüzyılın başlarında.

 Gerçekten mi?

 Emin misin?

 - Evet.

 - Resimleri var.

 Belki de dolandırıldın.

 19'uncu yüzyılın sonunda yapıldığını temin   edebilirim.

 O zamanlar Ballmour'da sadece bir çiftlik vardı.

 - Yanılıyorsun.

 - Asıl sen yanılıyor olabilirsin.

 - Hayır bu mümkün değil.

 O bölgedeki tek malikane Ballmour.

 Çok iyi biliyorum.

 - Çünkü orada büyüdüm.

 - Leo, operadan hoşlanır mısın?

 - Evet. ya sen?

 - Kesinlikle.

 Sanırım beni hayatta tutuyor.

 - Bir favorin var mı?

 - La Boheme.

 Tam 12 kere izledim.

 Fransızca'yı da onun sayesinde öğrendim.

 - Fransızca biliyor musun?

 - Çok akıcı.

 Que ton visage et du duree par la lumiere de la lune.

 Ne dedi?

 Ayın loş ışığında yüzün ne kadar da tatlı görünüyor.

 - Hoşuma gitti.

 - Bu Boheme'in açılış sahnesinden.

 - Enfes bir düet.

 - Andre bu şarkıyı Mimi'ye söylüyor.

 Haftaya Kate'i Met'e davet ettim.

 Oraya hiç gitmemiş.

 Patrone Andre'yi seslendirecek ama o teklifimi reddetti.

 - Şunu açıklayabilir misiniz?

 - Boheme insanoğlunun   en büyük başarılarından birdir ve kesinlikle kaçırılmamalıdır.

 Kate belki de bu daveti ahlaki nedenlerden dolayı reddetti.

 - Nasıl yani?

 - Aramızda bazı insanlar   biriyle aynı işyerinde çalışan bir kadınla çıkmanın yılansı ve şeytani bir emel   olduğunu ve bayanı fahişeye çevirmeye çalışan bir hareket olarak görüyor.

 Bu adam çok yakışıklı.

 Margarin dükü benim   yılan olduğumu düşünüyor.

 - Hayır düşünmüyor.

 Hayır yılan değil.

 Sana göre büyük bir kelime.

 Ve benden   bile az Fransızca bilen aşağılık bir herif.

 Bu arada Boheme'de Andre denen biri yok.

 Rudolfo var.

 Mekanı her ne kadar Fransa olsa da, bu oyun nadiren Fransızca   olarak sunulur.

 Çünkü eser İtalyanca yazıldı.

 İyi geceler.

 Özür dilerim.

 Kate konuşabilir miyiz?

 Günaydın.

 - Kahve içer misin?

 - Hayır sağ ol.

 - Gazeteyi okumak ister misin?

 - Hayır sadece işe gitmek ve   pisliğinizi temizlemek istiyorum.

 Emin misin?

 - Kate!

 Hey Kate!

 - Ne var?

 Metroda kivi yersin diye düşündüm.

 - Bu kivi değil Charlie.

 - Haklısın.

 Ama deneklerin% 80'i bu ürünün çok yumuşak olduğunu ve etkili   etkili olmadığını düşündü.

 Tabii bu biz pazarlamacılar için karışık bir bilmece.

 Yani kısacası   plastik bir kutu ya da ambalaj varken ürüne sert bir   görüntüyü nasıl kazandırabiliriz ki?

 Bana sorarsanız 

Sevgili Katherine, dün akşam tıpkı bir embesil gibi davrandım.

 Sanırım bunda kısmen içkinin, kısmen senin güzelliğinin   ve kısmen de aptalca gururumun suçu var.

 Gerçekten çok üzgünüm.

 Bu akşam saat sekizde çatıdaki akşam yemeğini   af dilemek için yaptığım bir jest olarak kabul eder misin?

 Farmer's Bounty konusunda pozisyonumuz nedir?

 Kate?

 Bizimle paylaşmak ister misin?

 - Farmer's Bounty mi?

 - Evet pozisyonumuz nedir?

 Oldukça iyi.

 Bildiğiniz üzere, reklamda konuşacak   kişiyi de bulduk.

 Deneme odasındakilerin% 96'sı onu onaylıyor.

 Bayanlar onun yakışıklı ve romantik olduğunu düşünüyor.

 Ne kadar seksi diye de birçok not vardı.

 Harika.

 J.J.  Dün akşam için senden tekrar özür dileyecektim.

 - Olaylar bu şekilde gelişmemeliydi.

 - Teşekkür ederim.

 - Yani her şey yolunda mı?

 - Evet.

 Atlamadım.

 Düştüm.

 Arada çok küçük bir fark var.

 Ama sonuçta fark var.

 - Neden düştün?

 - Çünkü orada asansör falan yoktu.

 - Bunda senin suçun var mıydı?

 - Aslında, çok meşgul biri olduğunu   ve birçok hastanın ilgine ihtiyacın olduğunu düşünüyorum.

 Ben kesinlikle o insanlardan biri değilim.

 Bu yüzden bu kapıyı açmanızı   istiyorum.

 - Kendin için bir tehlike oluşturduğunu   düşünüyorum.

 Bu konudaki yasalar senin burada kalmanı gerektiriyor.

 Biri şu kapıyı açsın!

 - Her şey yolunda mı Doktor Geisler?

 - Evet her şey yolunda.

 Stuart, sana Proxlin adında bir ilaç yazacağım.

 Bu hafif bir anti-psikopatik ilaç.

 Yani çok güçlü bir şey değil.

 Acaba bu akşam saat yedi buçukta bana eşlik   eder misin?

 Konuşmamız lazım.

 Çünkü burada telaffuz edemediğim şeyler var.

 - Patrice için buket falan hazırlattın mı?

 - Bir kadını arayıp, ona birden   muhteşem bir şekilde zarif olduğunu söyleyemezsin.

 - Hayır olmaz.

 - Neden?

 Bunun nesi var?

 - Bu turuncu zambak aşırı derecede   nefreti simgeler.

 Begonya ve lavanta sırasıyla tehlike ve şüpheyi simgeler.

 Her çiçeğin bir anlamı var Charles.

 Sana Amarilis çiçeğini   önerebilir miyim?

 Bu alıcının fevkalade güzel olduğunu ifade eder.

 Gül de olabilir.

 Darci!

 - Nedir bu?

 - Leopolis'in davetine cevap.

 - Gidiyorsun değil mi?

 - Henüz karar vermedim.

 - Çatıda bir dükle akşam yemeği?

 - 1876'dan geldiğini düşünen   bir adamla asla olmaz.

 Bu konuyu  Kate, yapma.

 Bu adamın seni kızdıracak ne yaptığını bilmiyorum ama bu   insan tarihinin en mükemmel özür mektubu.

 Haydi imzala onu.

 Saat 4:30.

 Fakslarız.

 Kate McKay'nin ofisi.

 Kapattılar.

 Selam.

 Patrice orada mı?

 Selam Patrice!

 Benim Charlie.

 - Selam Charlie.

 - Sadece çiçeklerimi alıp almadığını kontrol etmek   için aradım.

 Yani çiçeklerini.

 Sana gönderdiğim çiçekleri alıp almadığını   kontrol etmek için aradım.

 - Evet aldım.

 Ve bu akşam sinemaya gitmek isteyip istemediğini merak ediyorum.

 Belki daha sonra yemeğe de gideriz?

 Yani başka planın varsa   seni anlarım.

 Sana sadece şunu söylemek istiyorum.

 - Yani  - Evet.

 Sana şunu söylemek istiyorum ki   senden çok etkilendim.

 Ve bu sadece güzel olmandan kaynaklanan bir şey değil.

 Sen gerçekten harikasın.

 - Bilmiyorum.

 Sen  - Evet?

 Çok zarifsin.

 Hareketlerin, konuşman.

 Bazı insanlar kelimeler konusunda başarılı olurlar.

 Sen onlardan birisin.

 Yani kısacası senden çok hoşlanıyorum.

 - Patrice?

 - Saat yediye ne dersin?

 Yedi mi?

 Muhteşem olur.

 Görüşürüz.

 İşe yaradı.

 Gerçekten işe yaradı.

 Patrice'le kim çıkıyor?

 Patrice Charlie'yle çıkıyor.

 Üstümü çok değiştirmeyeyim çünkü beni bu halimle beğeniyor.

 - Charlie, harika görünüyorsun.

 - Sahi mi?

 Bir randevum var.

 Gitmem gerek.

 - Hoşça kal.

 - Güle güle.

 Kate?

 İyi eğlenceler.

 Aman Tanrım!

 Çok güzel.

 Tam da aradığım kelime.

 Buyurun.

 Annem tam bir romantikti.

 Prens Charles ve Leydi Diana   evlendiğinde parti verip kurabiye ve reçel yaptı.

 Muhteşem bir partiydi.

 Ama sadece anneler için.

 Tam bir hafta ağladı.

 - Onları bilmiyorum.

 - Bilmek de istemezsin.

 Uyarıcı bir   hikaye.

 Kanıtlıyor işte.

 - Neyi kanıtlıyor?

 Peri masallarında yaşayamazsın.

 Erkekler konusunda pek iyi değilim.

 Belki de doğru kişiyi bulamamandan dolayıdır.

 Belki.

 Belki de bu aşk dediğin şey Noel Baba mitinin yetişkinler   versiyonudur.

 Aşk şarkılarıyla dolu filmleri izleyelim diye   dergiler almaya devam edelim diye   kulüplere ve terapilere katılalım diye   öğretilen bir mittir.

 Ama bütün bunlara rağmen Noel Baba'nın neden hep   bacaya sıkıştığını anlayamıyorum.

 Otis hep aşkın "sıçramadan" ibaret olduğunu söylerdi.

 Ve ben hiçbir zaman bu atlayışı gerçekleştirmek istemedim.

 30'uncu yaş günüme geldiğimde ailemin yüzkarası   haline gelmiştim.

 Amcam beni bu ülkeye bir Amerikalıyla evlenme   şartıyla getirmişti.

 Çok şeyi olan bir kadınla yani.

 - Güzelliği mi?

 - Parası.

 Ailem öldüğünde aile servetimiz neredeyse tükenmişti.

 Stuart'ı takip etmeseydim şu an evli olurdum.

 O akşam kiminle evleneceğimi   ilan edecektim.

 - Kim?

 Bilmiyorum.

 Birisi.

 Onlardan birisi.

 - Ne yapıyorsun sen?

 - Etrafı toparlıyorum işte.

 Benimle dans eder misin?

 Lütfen?

 - İyi bir dansçı değilim.

 - O zaman çok yetenekli sayılırsın.

 Leopold  Gerçekten harikaydı.

 Etkilenmiş olsam bu sıçramayı yapıp yapmayacağımdan emin değilim.

 İnsanlar çok cesur olduğumu düşünürler ama hiç de değilim.

 Cesur insanlar önlerinde neler olduğunu çok net görebilen insanlardır.

 Fırsat ve tehlikeyle aynı şekilde başa çıkarlar.

 Çık ve onlarla yüzleş.

 - Selam.

 - Günaydın Charles.

 - Patrice'le nasıl geçti?

 - Güzeldi.

 Gerçekten güzel.

 - Seninki nasıldı?

 - Güzeldi.

 Leo, sence kim olduğunu söylemenin zamanı gelmedi mi?

 - Ne demek istiyorsun?

 - Haftanın yedi günü yirmi dört saat şu dük   rolünü yapmak olmaz.

 Kate'in "Stuart-2" filmini   tekrar görmesini istemiyorum.

 Güçlü görünüyor ama her şeyin bir   sınırı var.

 Hep yanlış insanlara rastlıyor.

 - Tıpkı benim gibi.

 - Anlıyorum Charles.

 - Anlıyor musun?

 - Evet.

 Evet kimsin sen?

 Ablanı seven adamım.

 Kapağı kapat.

 Çekmeceleri de.

 Düğmeye bas.

 Sana bir tavsiye.

 Kate uyanıncaya kadar sakın bu düğmeye basma.

 Böylece senin yaptığını göremez.

 Bir şey daha söyleyeyim.

 Erkekler bulaşık yıkadığında kimse bunu görmemeli.

 - Kahve tatlım.

 - Teşekkürler.

 Kahvaltı?

 Dokuz adet tereyağlı ve çilekli ekmek bayan.

 Sanırım kalori değeri de düşük.

 Gerçekten harika.

 Harika.

 Bugün ne yapalım?

 Hayır hayır sağol!

 Beni ne mutlu ediyor biliyor musun?

 Onlar sana yakışmıyor.

 Onlar hiç de sana göre değil.

 Kate!

 Gel!

 - Leopold, ne yapıyorsun?

 - Hala burada olmasına gerçekten   çok şaşırdım.

 Amcamın evi.

 İşte ben burada yaşıyordum.

 Aman Tanrım.

 Ailemin portresi.

 Yanında da ben varım.

 Leopold?

 Gerçekten burada bu şekilde dolaşamayız.

 Leopold?

 Benim odam.

 Ne yapıyorsun?

 Hey!

 En fazla değer verdiğim eşyalarımı koyduğum yer.

 Amcamın dokunmasını istemediğim eşyalarım.

 Annemin yüzüğü.

 Çok güzel.

 Ben her tarafı   köprülerle bağlı olan bir adada yaşıyorum.

 Bu köprüleri hiç geçmiyorum.

 On senedir burada yaşıyorum ama hiçbir zaman   karşıya geçmedim.

 - Hiç geçmedin mi?

 Geçmedim.

 - Ait olduğun  - Ne?

 Ait olduğun yeri özlüyor musun?

 Bir anlamda.

 Aslında   oranın ritmini özlüyorum.

 - Daha mı sakindi?

 - Evet çok daha sakindi.

 - Bugün gibi mi?

 - Evet.

 Müziği duyuyor musun?

 Hiç "Breakfast at Tiffany's"   filmini izledin mi?

 - Hayır.

 - Hayır mı?

 - Henüz değil.

 Şu ışığı yanan evdeki adamı görüyor musun?

 Bu adam her akşam gece yarısına kadar "Breakfast at Tiffany's   filminin müziğini dinliyor.

 Sonra ışığı kapatıp yatağına giriyor.

 Yarın Pazar.

 Yarının Pazar olmasını istemiyorum.

 1876'dan biraz daha bahsetmek istiyorum.

 Ama Pazarları çalışmıyorsun.

 Biraz daha konuşabiliriz.

 Ama Pazar çalışmam gereken günden bir önceki gün.

 - Yani bu düşünce her şeyi mahvediyor.

 - Anlıyorum.

 Ayrıca yarın şu reklamını da çekmemiz gerekiyor.

 - Kate?

 - Evet?

 Merak ettim de 

Acaba  Acaba benimle  Ha?

 Yatma vakti.

 - Kendimi çok hafif hissediyorum.

 - Harika.

 - Beni yatağıma yatırıyorsun.

 - Evet.

 - Sen benim Otis'imsin.

 - Evet efendim.

 Buraya gel.

 Yukarı gitme.

 Burada kal.

 Seni seviyorum Kate McCay.

 - Börek, efendim?

 - Teşekkürler Millard.

 - Farmer's Bounty getirdin mi?

 - Elbette efendim.

 Taze kaymaksı tereyağı.

 Hiçbir şey size bu kadar zevk vermez.

 Aslında verir ve bana katılacağınızı biliyorum  Farmer's Bounty her lokmada size   gerçek tereyağı tadı verir.

 Ağız dolusu yediğinizdeyse, ağzınızda tereyağı gibi eriyip   gidecek.

 Böylece bel genişliğinizi riske atmadan tereyağı yiyebileceksiniz.

 Bir ısırık al ve gülümse.

 Kes!

 Kontrol edin.

 Benim için yeterince iyiydi.

 Affedersiniz bu söz konusu   ürün mü?

 - Evet neden?

 - Çünkü bunun tadı sabun gibi.

 - Bu seni hiç ilgilendirmez değil mi?

 İlgilendirmez mi?

 Bu ürün gerçekten çok iğrenç.

 Nasıl ilgilendirmezmiş?

 - Bu senin maaş çekin.

 - Bu maaş çeki değil.

 Büyük bir ayıp.

 Leopold!

 Leeopold!

 Leopold, neler oluyor?

 Orada seni istiyorlar.

 - Öyle mi?

 - Evet çekim devam edecek.

 Henüz bitmedi.

 Ben bunda yer almak istemiyorum.

 - Neden?

 - Tadına hiç baktın mı?

 - Farmer's Bounty mi?

 - Evet.

 Farmer's Bounty.

 - Evet baktım.

 - Tiksindirici.

 - Biliyorum.

 - Böyle bir amaca hizmet ettiğin için   hiç vicdan azabı çekmiyor musun?

 - Diet bir ürün olduğu için öyle olması   gerekiyor.

 Sorun nedir?

 - Sana olan sevgimi bir yana bırak.

 Senin için   pislik satmak zorunda kalıyorum.

 - Beni dinle.

 Burada tüm kariyerim söz konusu.

 Çekip gidemezsin.

 Çünkü  Gidebilirim.

 Sen de öyle.

 Kimse erdemli olmayan işleri yapmak zorunda   değil.

 Hemen çekilmelisin.

 - Bazı şeyleri sevmediğin halde yapmak   zorundasın.

 Başladığını bitirmek için bunu gururuna yedirmek zorundasın.

 - Bu hayatın bir parçası.

 - Amcam gibi konuşuyorsun.

 Jansen Foods portföyüm için çok önemli bir firma.

 Geri gelmezsen   başım derde girecek.

 - Sen bu tür işleri mi yapıyorsun?

 İnsanları nasıl kandırabileceğini mi araştırıyorsun?

 Yalanların doğru gibi   görünmesini sağlıyorsun?

 Hafta başında işe başlamaktan neden   korktuğunu şimdi anlıyorum.

 - Bunun için zamanım yok.

 - Dünyaya ne oldu?

 Dürüstlük için zamanları yok.

 - Hayatında bir gün bile   çalışmamış, 200 sene önce yaşamış birinin vaazını dinlemek istemiyorum.

 Hayatım boyunca neler yapmak zorunda kaldığımı bilmiyorsun!

 Sen de benim ne yapmak zorunda kaldığımı bilmiyorsun.

 Hiç rahat bir hayat yaşamadım.

 Çünkü çok ağır bedeller ödedim.

 Çok ağır bedeller ödedim ve artık yoruldum.

 Dinlenmem lazım.

 Ve bunun için pislik satmam gerekiyorsa, öyle olsun.

 Pekala!

 Kendimizi kandırıyoruz Leopold.

 Aslında kim olduğunu bile bilmiyorum.

 Hala kim olduğumu söylediğime inanmıyorsun değil mi?

 Birlikte güzel bir haftasonu geçirdik.

 Bu kadar.

 Yarın Pazartesi.

 Bitti.

 Daha görmediğimiz, bilmediğimiz o kadar çok şey var ki.

 Biliyorum.

 East River'ın altında zamanın kanatlarında   bir yarık bulmak sana saçma gelebilir.

 Aslında, Gretchen, bu bir köpeğin   gökkuşağı bulması kadar   saçma bir şey.

 Köpekler renkleri göremezler.

 Onlar renk körüdür.

 - Gerçekten mi?

 - Evet tıpkı zamanı göremediğimiz gibi.

 Zamanı hissedebiliriz.

 Geçtiğini fark edebiliriz ama   onu göremeyiz.

 Çok bulanık bir şey.

 Bu sanki   süpersonik bir trenle   dünyanın etrafında dönmek gibi.

 Ama bu treni durdurabildiğimizi bir düşün Gretchen.

 Bu treni durdurup, içinden çıkıp, etrafı inceleyip   zamanın gerçekten ne olduğunu öğrendiğimizi bir düşün.

 Bu şey bizim için, köpekler için renklerin ulaşılmaz olduğu gibi   ulaşılmaz ama o kadar da gerçek ve somut.

 Tıpkı oturduğun sandalye gibi.

 Zamana bu açıdan bakabilseydik  Gerçekten bakabilseydik  Hatalarımızı da görebilirdik.

 O kadar basit.

 Ben bunu keşfettim.

 Ben   bu sandalyede kimsenin göremediği yarığı gören adamım.

 Ben gökkuşağını gören köpeğim.

 Ama   başka hiç bir köpek bana inanmıyor.

 Sana inanıyorum.

 Sanırım ben yokken köprünün altından   çok sular geçmiş.

 Ama   geri dönmek zorundasın.

 Unutma ki oradan ayrıldığın güne geri döneceksin.

 Yani 28 Nisan.

 Bazı şeyleri tekrar yaşayabilirsin.

 Hatta beni de göreceksin.

 Ama bu sefer sakın beni takip etme.

 - J.J.  beni istemişsin.

 - Evet içeri gir.

 Sanırım dün çok büyük bir sorunla karşı karşıya kaldın.

 Bay Dük oldukça büyük bir egoya sahip.

 - Evet.

 - Bu hafta İngiltere'ye gideceğim için   bir karar aldım.

 New York ofisimizin yeni sorumlusu sen olacaksın.

 Burası da ofisin olacak.

 Bu akşam bunu resmi olarak açıklayacağım.

 Teşekkürler, J.J.  Bunu hakkettin.

 Birleşme evraklarını imzalamak üzere   Jansen'a gidiyorum.

 Şu Federal Ticaret Komisyonu'na.

 Akşam görüşürüz.

 - Ne oldu?

 - Oldu.

 - Aman Tanrım.

 Bu harika.

 - Bana bir müsaade et.

 Özür dilerim.

 Selam ben Stuart.

 Lütfen mesaj bırakın.

 Alo?

 Leopold!

 Oradaysan lütfen   telefonu aç.

 Başardım.

 Sonunda başardım.

 CRG şirketinin yeni   kıdemli asbaşkanıyım.

 Lütfen beni ara.

 Dün için çok üzgünüm.

 Gerçekten özür dilerim.

 Bu akşam seni görmeyi çok isterdim ama   şu Farmer's Bounty reklamıyla uğraşmak zorundayım.

 Sonra görüşürüz.

 Seni özledim.

 Hey Stuart.

 Nasıl hissediyorsun?

 - Leo nasıl?

 - Geri döndü.

 Demek gerçeği söylüyordu.

 Gerçeği söylüyordu.

 Lanet olsun.

 Şuna bak!

 Aman Tanrım.

 Leopold!

 Bana bir açıklama borçlusun.

 Saat beş buçuk!

 - Giyinmemiş bile.

 - Birazdan hazır olacak efendim.

 Hazır olmasını değil, göz kamaştırıcı olmasını istiyorum.

 İşte davetiye.

 Araba ve masa numarası.

 Morty seni bekliyor olacak.

 Şu an Madison Side'da.

 İşte listen.

 Stuart seni birkaç kere aradı.

 İyi eğlenceler.

 Harika görünüyorsun.

 Sanırım bir hata var.

 2640 Madison'a gitmemiz gerekiyor.

 - Aynı yerdeyiz Bayan McKay.

 - İyi akşamlar.

 Bak izleri hala duruyor.

 Zaten rasgele seçiyorlar.

 - Tebrikler.

 - Teşekkürler Bob.

 - Kate.

 - J.J.  Barry.

 - Çok teşekkürler.

 - Sorunu halletmelerine sevindim.

 - Ofisim lobiye doğru olacaktı.

 - Affedersiniz.

 Çok fazla oyalanma.

 Kısa süre sonra konuşmamı yapacağım.

 Tamam.

 Kaderle oynadığımı ve bunu düzeltmem gerektiğini düşünüyordum.

 Ama bütün bunların kaçınılmaz muhteşem dört boyutlu bir oyun   olabileceğini hiç düşünmemiştim.

 - Bu yoldan çık ve   hemen Madison Park'a git.

 - Geri dönmem gerekiyordu.

 Onun da geri gitmesi gerekiyordu.

 Kate de öyle Papazları çan kulesine götürmek için ha?

 Sen gelişmelerden ve   icatlardan bahsediyorsun ama aşağıda ben sana gerçekleri sunuyorum.

 - Bir kadın bul ve evlen onunla.

 - Zamanımızı buna harcamayalım.

 Kiminle evlenmemi istiyorsun?

 En çok parası olanla mı?

 "Schenectady"den Bayan Tree'yle.

 Pekala.

 Olmuş bilin.

 Otis yüzüğü getir.

 Kararımı gece yarısı bildireceğim.

 - Davetiye lütfen.

 - Merhaba ben Stuart Besser.

 - Listede olmadığımızı biliyorum ama  - Üzgünüm.

 Girmenize izin veremem  Ve bunu yapabileceğimi öğrendim.

 Bu ne para gerektiriyordu ne de muhteşem okullar.

 İnsanları memnun edebileceğimi öğrendim ve bunun kötü   bir şey olmadığını öğrendim.

 - Kate!

 - Stuart!

 Charlie!

 - Burada ne arıyorsunuz?

 - Şu fotoğraflara bir bak.

 - Hayır.

 - Peki New York kalemizi   kim koruyacak?

 Bizim o sürekli yükselen yıldızımız Bayan Kate McKay!

 Şu an bakamam.

 Aşağıda adımı söylediler.

 Kötü bir erkek arkadaş olduğum için üzgünüm.

 Seni mahcup ettim.

 Oysa   sadece güvenebileceğin birini istiyordun.

 Beni dinle.

 Belki de bu bir zaman kaybı değildi.

 Belki de bunun bir nedeni vardı.

 - Neden behsediyorsun sen?

 - Belki de ben sana Leopold'u   bulmakta yardımcı olacaktım.

 Oraya gitmen   gerekiyor Kate.

 Oraya git.

 - Oraya mı?

 Nasıl?

 - Brooklyn Köprüsü'nden atlaman gerekecek.

 Hem de 23 dakika içinde.

 Kate, şu fotoğraflara bir baksana.

 - Kate McKay buralarda mı?

 - Buradayım.

 İşte orada.

 Sizleri fazla oyalamadan bayanlar ve baylar   karşınızda New York ofisimizin yeni sorumlusu Kate McKay.

 - İyi misin?

 - Evet.

 özür dilerim.

 - Teşekkürler.

 - Ne giriş ama!

 Teşekkürler J.J.  Muhteşem bir gece.

 CRG'deki herkes   "İnsanların ne istediğini bulun" ilkesine bağlı kalmıştır.

 Jansen'daki sizlerse "İnsanların istediğini üretin" ilkesine bağlı kalmışsınız.

 Sanırım bir araya gelerek insanların tam olarak   ne istediğini bulup onu yapabileceğiz.

 Böylece müşterilerimiz   tam olarak istedikleri   şeye   kavuşacaklar.

 Ayrıca   istediğinizi elde etmek gerçekten çok önemli.

 Gerçekten öyle.

 Ama bazen istediğinizi elde ederken   onu gerçekten istemediğinizi düşünürsünüz.

 Bunu düşünemiyorsunuz bile.

 İmkansız olduğunu düşünürsünüz.

 Sonra karşınıza aniden tam   olarak ne istediğinizi bilen biri çıkar.

 Hem de hiç sormadan.

 Kalbinizin sesini ve düşüncelerinizi   okuyabilen birileri.

 Kendilerinden çok emin olan birileri.

 Buna inanmak   için anketlere ihtiyaç duymayan birileri.

 Ve sizi seven birileri.

 Ama tereddüt edersiniz.

 Ve  Gitmem gerekiyor.

 Özür dilerim ama gitmem lazım.

 Stuart, şu resimlerde neden göründüğümü bana   bilimsel jargon kullanmadan, iki cümlede kısaca anlatır mısın?

 - Çünkü oradaydın.

 - İnan bana değildim.

 - Orada olsaydım hatırlardım.

 - Ama orada olacaksın.

 - Zamanında yetişebilirsek.

 - Bunlar geçmiş.

 Gelecek değil ki.

 Tam olarak değil.

 Teorik olarak gelecekte geçmişe gidersen   geleceğin geçmişte kalacak.

 Bunlar da geçmişteki geleceğinle ilgili resimler.

 Sanırım koşmamız gerekiyor.

 Gidelim.

 Haydi.

 Çabuk olun.

 Nereye gittiğini sanıyorsun?

 6.80 $ ödemen gerekiyor!

 Kapanacak.

 Haydi!

 Bayanlar ve baylar.

 Bir dakikanızı rica edebilir miyim?

 Albany Dükü 20 dakika sonra tam burada   çok önemli bir açıklama yapacak.

 Ve sanırım bu açıklama şu an   neden evlilik valsı çaldığını açıklayacaktır.

 - İşte en zor kısmı.

 - Ne?

 - Putrel.

 - Putrel mi?

 - Onu geçmek zorundasın.

 - O Putreli mi?

 - Stuart onu geçemem.

 - Onu seviyor musun?

 - Ne?

 - Leopold'u.

 Onu seviyorsun değil mi?

 - Evet.

 - O zaman sadece bu yeterli.

 - Git.

 Bir sorun olmaz.

 - Katie?

 - Charlie, sen ne yapacaksın?

 - Beni merak etme!

 Şimdi, Kate!

 Portal kapanmak üzere.

 - Tamam.

 - Git.

 Başarabilirsin.

 Aşağıya bakma.

 Kahretsin.

 Charlie!

 - Seni hep seveceğim.

 - Seni seviyorum.

 Merak etme.

 Bayan orada ne arıyorsunuz?

 Geri çekilin.

 - Atla.

 - Oradan geri çekilin bayan.

 Kontrol noktası 4. Güneybatı konumunda biri köprüden atlamak istiyor.

 ESU'daki şefe haber verin ve derhal harekete geçin.

 Bayanlar ve baylar, biricik varlığım olan   yeğenim Albany Dükü Leoplod'u sizlere   takdim etmekten büyük bir gurur duyuyorum.

 - Teşekkürler Millard Amca.

 - Ama bayan bu özel bir toplantı.

 - Beni anlamıyorsunuz.

 - Hemen içeri girmem gerekiyor.

 - Buradaki sorun nedir?

 - Otis siz misiniz?

 - Lütfen müstakbel geline   kadeh kaldıralım.

 Bundan böyle onun mutluluğu ve refahı üstüme vazife olacak.

 Albany'nin müstakbel Düşesi  Kate McKay.

 Şeylerin kızı  Massepequa'ların.

 Evet Massepequa'ların.

 - Seni seviyorum.

 - Ben de seni seviyorum.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar