Kiralık Katiller (1984) The Hit
| |
98 dk
Yönetmen:Stephen Frears
Senaryo:Peter Prince
Ülke:İngiltere
Tür:Suç, Dram, Gerilim
Vizyon Tarihi:01 Haziran 1984 (İtalya)
Dil:İngilizce, İspanyolca
Müzik:Paco de Lucía
Oyuncular
Freddie Stuart
Ralph Brown
A.J. Clarke
Terence Stamp
Lennie Peters
Özet
Dev bir oyuncu kadrosunun yer aldığı temposu yüksek bir
macera... Suç ortaklarını polise ispiyonlayan Willie Parker, İngiltere'yi terk
ederek İspanya'ya yerleşir. Küçük bir köyde 10 yıl boyunca infaz edilecek günü
bekleyen Parker'ı nihayet iki tetikçi takip etmeye başlar...
Altyazı
Çek git!
Willie.
Saat 6:30.
Willie?
Tamam.
Sahne korkusu mu var,
Willie?
Hadi kıpırdayın.
Çıkıyoruz.
Tamam.
Tamam.
Son adresin 77 A Eton
Grove, Güney Norwood mu?
Evet, efendim.
Ve şunu söylemek
doğru olur mu Bay Parker uzun yıllardan
beri hayatınızı sadece profesyonel
suçlu olarak kazanıyorsunuz?
Evet efendim, maalesef
öyle.
23 Eylül 1971 öğleden
sonra Doğu Dulwich Beavers yolundaki
Barclays Bank şubesi - O baskına siz de
katıldınız mı Bay Parker?
- Evet, efendim.
Peki o olayda suç ortaklarınız
kimlerdi?
Ah Hopwood, Riordan Fellows, Bay Corrigan.
Kim ne yaptı?
Ne?
Ben arabada kaldım ve Lenny, Jimmy ve Jeff bankaya girdiler.
- Ya Corrigan?
- O parayı aldı.
Hepsini mi?
- Hayır.
- Parayı paylaştınız,
değil mi?
Evet.
- Ama Corrigan aslan
payını aldı.
- Doğru.
Çünkü operasyonun arkasındaki
beyin oydu.
Evet.
Bakın Bay Corrigan Evet.
O beyindi.
25 Ekim 1972 sabahı Peckham High yolundaki güvenlik minibüsü Bir nöbetçi yaralandı.
- Sen rol aldın mı?
- Evet, efendim.
Ve Riordan, Fellows ve
Bay Corrigan.
- Hopwood yok.
- Hayır, efendim.
Sanırım Lenny o gün
gripti.
Ya da üşütmüştü.
Nöbetçiye kim ateş
etti?
O Riordan'dı.
Son olarak Bay Parker Size şunu soracağım elinizde ki kanıtları vermeyi kabul ederken hiç vaat aldınız mı ya da cezadan bağışıklık ya da mahkeme ya da polisin elinde özel muamele sözü
verildi mi size acaba?
Hayır, efendim.
Buradayım, bunu
söylüyorum çünkü söylemem gerektiğini
düşünüyorum.
Bence doğrusu bu.
Çok iyi Parker.
Kürsüden inebilirsin.
Emredersiniz efendim.
On yıl sonra - Nasılsın?
Seni gördüğüme
sevindim.
- Merhaba, merhaba.
- Merhaba, ne
istersiniz acaba?
- Sade kahve lütfen.
- Merhaba Willie.
- Merhaba, merhaba.
- Nasılsın?
- İyiyim Bay Juan.
Nasılsın?
- Çok seçkin?
- Evet çok seçkin.
- Bu İspanyolca nasıl
denir?
- Los negocios de
vivir.
Bay Parker!
Bay Parker!
Bay Parker!
Juan!
Ah.
Devam et.
Para!
Hadi.
Pencereyi açabilir
miyim?
- Yeter.
- Tamam.
Affedersiniz, Bay
Braddock.
Bay Braddock.
- Ne zırıldıyorsun
pislik?
- Affedersin.
Bilseydin gülünecek
bir şey olmadığını anlardın.
Bir bilseydim mi?
Bilmediğimi mi
sanıyorsun?
Bilseymişim.
Bay Corrigan nerede?
Londra'da mı?
Bir yerlere sakladığınız
bir tekneniz var mı?
Hayır.
Göremiyorum.
Ve biz kuzeye
gidiyoruz.
Hayır.
Ben Fransa'da durup bir
içki içelim derim, bana kalırsa senin
tek sorunun beni suyun ötesine geçirmektir.
Evet şey, Corrigan Londra'da
değil.
O Paris'te.
- Myron.
- Özür dilerim, Bay
Braddock.
Myron.
Bu alışılmadık bir
isim, Myron.
Evet, Paris.
Yani Sınırı geçeceğiz.
Nereden?
Sessiz bir yer?
Fransa'ya gidiyoruz.
Sabah 5-6 sularında
Paris'e varmış oluruz.
Bay Corrigan ile
hızla konuş ve sonra ışıklar söndü,
Willie.
Cellat ve asistanı.
Evet, biliyor musun?
Bu hiç komik değil.
Değil mi?
- Sana okuduğun bir
şeyi söyleyeyim, Myron.
- Sen.
Parker, Bay Braddock.
Willie Parker.
Sen.
Kapa çeneni.
Biraz pratik yapalım.
Bu sabah gerçekleşen
kazada kasabada oturan İngiliz Willie
Parker ve Juan velásquez bir arabanın
çarpması sonucu yaşamını yitirdi.
Hey, ünlüyüm.
Kaçırılan araba 14
Sedan.
Plaka numarası 33-00-21
- Zavallı yaşlı Juan.
Görünüşe göre beni
kaçıran o adamlar ona vurdular.
Ben de bir şeye çarptık
sandım.
- Kim o?
- Juan.
Juan velásquez.
O bir polis.
Az önce plakasını
verdiğim arabayı görürseniz lütfen en
yakın polis birimine haber verin.
Arabanın plakasını
almışlar.
Her an bir tutuklama
yapmayı bekliyorlar ve bilgi için ödül var.
- Kapa şunu.
Hangi polis?
- Kimse bize pislik
hakkında bir şey demedi.
Yeni bir eklenti, Bay
Corrigan'ın kaçtığını öğrendiler.
- İspanyol polis mi?
- Sivil muhafızlardan
bir iyilik.
Yalan söylüyor, Bay
Braddock.
- Seni pislik, yalan
söylüyorsun!
- Bunu neden yapayım?
Elbette yalan
söylüyor.
Bize pislik atıyor,
işimizi bitiriyor.
- Yoldan çık, bir
sonraki çıkış.
- Bay Braddock Hadi yap.
Burada çıkış falan
yok.
Bizim sorunumuz yok, Bay
Braddock.
Bizi sadece o
İspanyol bunaklar bulabilir, onların çaresine bakarız.
Değil mi?
Hadi onu burada
halledelim.
Burası gayet iyi bir
yer.
Bu ülkeden hemen
çıkalım.
Başka bir araba
bulalım.
Evet.
Çok dikkatli olamayız.
Kapa çeneni!
Çok riskli değil mi
patron?
- Madrid'e gideceğiz.
- Madrid mi?
Madrid.
Lanet olsun, bıktım
artık.
Ben arabaya geri
döneceğim.
- O bir şeyin peşinde.
- Sen ne yaptın?
Evet, biliyorum.
O bir şeyin peşinde!
Öyle mi?
Öyle mi?
- Nereye Bay Braddock?
- Sola.
Uzun zamandan beri Madrid'e
gitmemiştim.
Ve yine Ditchburg'ta.
Bir kez daha, Madden
kazanıyor.
Ve yine Yine Hayır
bu sefer oyunda kaldı Kerry.
Güzel.
Ripper.
gol alanına giriyor.
Voller oraya önce
gidecek.
Bradbury.
Merhaba tatlım.
İkisi de oradalar.
McConkel'ı oradan
çıkardılar.
Orada 3'e karşı 1'ler.
Lanet olsun.
Evet Seni tanıyorum, değil mi?
Bay Mitchell, değil
mi?
- Hayır.
- Elbette öyle.
Tony Mitchell.
Mitch.
Beni hatırladın mı,
Mitch?
Harry.
Roma.
- Beni hatırlıyorsun.
- Burada ne arıyorsun?
Mekanı ödünç aldım.
Sorun yok, Mitch.
Bruno biliyor.
Hayır, aslında
bilmiyor İki yıl önce kadar bana anahtarlarını
verdi ve acelem vardı gitmek
zorundaydım.
Ve Bruno'nun aldırmayacağını
düşündüm.
- Burada birini
bulmayı beklemiyordum.
- Evet, neden onu
kullanıyorsun?
- Evet, silahın
nedeni bu.
- Evet, görebiliyorum.
Bu normal bir uğrama,
değil mi?
Sen bir arkadaşını
uğruyorsun ve dairenin boş olması gerektiğini biliyorsun ve bu pisliklerin buraya geldiğini
anlıyorsun.
Doğal olarak
yapacağın şey Demek istediğim eğer eğer silah taşıyorsan, anlamı yok.
Avustralya maçları.
Onları her hafta
seyrederim.
Benim adım Harry.
Mitch'i tanıyorum.
Ama seni tanımıyorum.
- Hayır.
- Seni de tanımıyorum.
Ama isimleri nedir?
Bruno'nun üç arkadaşı.
Onlar Bruno'nun
arkadaşları.
İyi, yaşlı Bruno.
Nasıl gidiyor, Mitch?
Benim adım Willie
Parker.
Büyük olasılıkla
gazetelerde beni okumuşsundur.
Seni pislik.
Bunu duymamış olayım,
Mitch.
Şakacı biri.
O lanet bir palyaço.
Sana yemin ederim
Mitch.
Onun adını hiç
duymadım.
- Willie Parker.
- Kapa çeneni.
Kapa çeneni!
Bana ne yapmaya
çalışıyorsun?
Sana bir şey yapmaya çalışmıyorum,
Harry.
Bu işte olduğunu
bilmiyordum.
Hiçbir şey bilmiyorum.
Ben gazeteyi okumadım.
Lanet gazeteleri
yakarım.
Hayır, bak.
Yapma.
Maggie, arkadaşlarımla
tanışmanı istiyorum.
Amigos, tamam mı?
Benim en iyi
arkadaşım Bay Mitchell ve bunlar bazı
diğer arkadaşlar.
Merhaba.
Bizim için değil.
Burada telefona
bakmam.
Bakın neden biz Neden biz bira içmiyoruz?
Güzel soğuk bir bira
iyi gider.
Bunu dışarıda
konuşuruz.
- Bir bira isterim,
Bay Braddock.
- Harika.
İhtiyacımız olan da
bu.
Her şeyi çözebiliriz.
- Onun için bir şey
yok.
- Geçmişi unutalım.
Bir bira, biraz
konuşma.
Maggie, üç tane getir
ama çabuk ol tamam mı?
Oturun, oturun.
Rahat edin.
Onun adı Maggie mi?
Magdalena María
victoria Morales.
Güzel değil mi?
Ama çok fazla.
Ben ona Maggie
diyorum.
Bir yıldan beri
benimle.
Yaşadığım en iyi yıl.
Kaç yaşında olduğunu
söylemiştin?
Kaç yaşında olduğunu söylememiştim.
19 mu?
16'ya ne dersin?
Peki ya 15?
Yaşlı bir pislik için
fena değil.
Sanırım bende ne
bulduğunu merak ediyorsunuz elbette
para.
Ama bundan fazlası da
var.
Bu gerçek bir bağ.
Gerçek.
Onunla tanıştığımda
çok kötü bir durumdaydı.
Güzel küçük çocuk sokaklara
düşmüştü.
Mükemmel bir aileden
geliyordu.
Yani bana öyle dedi.
Kardeşi bir rahip.
Hepsi bu ama
biliyorsunuz, ölüm facialar bir dakika önce tepede yaşayan bir prenses bir an sonra barlarda çalışan, düşmüş biri.
Burası İspanya.
- Neden susmuyorsun?
- Susamam!
Madrid'e taşındığımı biliyor
musun, Mitch?
Mitch ve ben Roma'dan
eski arkadaşlarız.
Bazı arkadaşlarımın
sorunlarını çözmek için yardım etmişti.
Birkaç tamahkar
serseri herkesin hayatını berbat eder.
Ve yaşlı Mitch Bir
hafta sonu her şeyi halletmek için
gelir.
- Gracias.
- Bir şey değil.
Burada bırakacağım.
Ne zaman hazır
olursan, Mitch.
Arabanın anahtarı?
Onlar garajda, Mitch.
Arabayı çok az
kullanıyorum.
Bruno'nun arada bir
motoru açmayı seveceğini düşündüm.
Araba istiyorsan telefon
etmen gerek.
- Arabayı
getirmelerini söyle.
- Tamam peki.
Onu getirmek kolay
olmalı.
O beyaz bir Mercedes.
Ne olduğunu biliyorum.
Karbüratörü pek iyi
değil.
Servise sokacaktım
ama sokmadım.
Hemen gidiyor musun?
Bu çok kötü.
Madrid harika bir
şehirdir ve Devam et.
Hey.
Bunu hak etmiyorum,
Mitch.
Kızdan hoşlanıyor musun?
- Maggie'den mi?
- Evet.
Evet.
Evet, hoşlanıyorum.
Yani bazen çok
sinirli olabiliyor ama iyi geçiniyoruz.
Sanırım sonunda şansım
yaver gitti.
Ona iyi bakarım,
Harry.
Senin için
yapabileceğim şey bu.
Bu beni susturacak.
Bu kesin.
Yoksa ben, biliyorsun Buna minnettarım, Mitch.
Onu ne kadar
tutacaksın?
O iyi olmalı.
O iyi bir çocuk.
Sanırım yanlış
zamanda, yanlış yerdeyim.
Evet.
Kızı getir.
Onu yanımızda
götüreceğiz.
Bu yürüyecek mi, Bay
Braddock?
Kızı getir!
Sen, çantalar.
Harry.
Harry!
Harry.
- Harry!
- Sen.
Bu fahişeye söyle, çıkmak
üzereyiz ve uslu durmazsa o zaman çok
sinirleneceğim.
Söylememe gerek olduğunu
sanmıyorum.
Güzel.
Gerçek aşkın bize
geldiğini görebiliyorum.
Ödülü bile var.
- Bekle.
- Bay Braddock.
Bekle.
Onlarla konuşmadım,
Mitch.
Zamanım olmadı.
Şu eski ödül, öyle
değil mi?
Dikkatli olmalıyım.
İçki ister misin?
Maçı seyredelim mi?
Bu benim takımım,
Mitch.
Hawthorn.
Kaybediyorlar.
Ekranları başında
bunu seyreden siz de eminim
görüntülerden çok mutlusunuz.
Gerçekten muhteşem
bir karşılaşma oluyor.
Ve muhteşem bir
sonuca doğru gidiyor Blues.
Her şey yolunda mı, Bay
Braddock?
Bakın, o çok korktu.
Merak etme sen.
Sen güvenli
ellerdesin.
Söylediğim hiçbir şeyi
anlamıyor.
- Çevirmemi ister
misin?
- Hayır.
O çok güzel küçük bir
şey değil mi?
O Avustralyalı onu
harcamış.
Şimdi ona biraz
İngilizce öğrettiğini düşünüyorsun.
- Biraz İngilizce
biliyor musun?
- Ne?
İngilizce.
Hiç İngilizce
konuşuyor musun?
Evet, İngilizce.
Bu iyi.
Tanrım.
Çok azgınım.
İşte, şimdi geliyor.
Bence bana ilgi duydu.
Burada bekle.
Dışarı.
Hadi dışarı.
Ne oluyor?
Hayır!
- Hayır.
- Ne yapıyorsun?
Ne yapıyora benziyorum?
Onu yanımızda
götüremeyiz.
Ve gitmesine de izin
veremeyiz.
Niçin?
Niçin?
Peki ya Harry?
Bunu öğrendiği anda
konuşacaktır.
Harry öldü.
- Ne?
- Yani ona
ihtiyacımız yok.
Sen.
Ondan uzak dur.
Hayır.
Hayır, hayır.
İkisini de arabaya
götür.
İkisini de evde öldürmeliydi.
Bilmiyorum.
Bu çabuk temiz bir iş
olmalıydı.
Ona şimdi bir bak.
Avustralyalılar,
kadınlar.
Bu onun hatası değil.
Bu bir kaza.
Evet ama o kaza yapmak
istemedi.
Belki hata yapıyordur.
- Evet ama ben
yapmıyorum.
- Buna güveniyorum,
evlat.
İçeri gir.
İyi misiniz, Bay
Braddock?
Tanrım.
Herif işimi bitirmeye
çalışıyordu.
Ona söyledim.
Kapa çeneni dedim.
Onunla daha sonra
ilgileniriz.
Karanlık olunca.
Onunla ilgilenmemiz gerektiğinden
emin misiniz?
Yani sessiz bir yer
bulup, gitmesine izin veremez miyiz?
- Ben yumuşak bir şey
yapamam.
- O beni gördü.
İyi olacak değil mi, Bay
Braddock?
Elbette.
Onun ne dediğini
anlamıyorum.
Durup, alışveriş
yapmak istiyor.
- Ne?
- Yeni elbiseler
alması gerekiyormuş.
Niçin?
Orada küçük bir kaza
geçirdi.
Tanrım.
Ne dersiniz, Bay
Braddock?
Bu çok rahat olmayabilir.
Onun yanında oturmak
istemiyorum.
Bence durmalıyız.
Al bakalım dostum.
Umarım uyarlar.
Bulabildiğimin en
iyisi bu.
Bunlar iyi.
Sanırım bir çöp kutusu
falan bulmalıyız.
Bu bir hata olmalı Bay
Braddock.
Bir ipucu falan
bırakabiliriz.
Hoş geldiniz,
müfettiş.
Bunun nesi var
bilmiyorum.
Biliyorum arabaları
tanıdığımı söyledim, ama aslında tanımam.
- Yani çok fazla
tanımam.
- Ben bir deneyeyim
mi?
- Yani arabaları
tanıyor musun?
- Ben sürücüydüm,
değil mi?
- Kapa çeneni.
- Bir kez dene
bakalım.
Yeniden.
Tamam.
Bekle biraz.
İki dakika Bay
Braddock.
Şu ana kadar iyi.
Evet, Myron.
Bu çok iyi, korkusuz.
Bana teşekkür etmek onu
öldürüyor değil mi?
Sen konuşma.
Biraya hiç hayır
demem, Bay Braddock.
Pekala, herkese bira
o zaman.
Sen iyi misin?
Dört bira lütfen, dostum.
- Ne?
- Dört bira.
- Dört.
Dört bira.
- Bira?
İşte bu.
Dört tane.
- Dört bira.
- Evet.
Tamam.
Tamam.
Bayım!
Bayım!
Dört bira.
Tanrım.
Kendimi iyi hissettim.
Bu ülke sonsuza dek yaşayacak,
değil mi?
Bir tane daha var.
Neden bu kadar çok
kaleleri var?
Bu işgalcilerin
rotası.
Bu dağlardan geldiler Romalılar, Galler, Napolyon.
Roncesvalles geçidi.
- Ne?
- Burada savaştılar.
- Kim savaştı?
- Roland ve Oliver.
Eski şövalyeler,
Myron.
Büyük savaşçılar, büyük
şefler.
Büyük dostlar.
Birlikte savaştılar
ve birlikte Roncesvalles'ta öldüler.
Bunu neden yaptın,
Willie?
Neden öttün?
Hapse geri
dönemezdim.
Dönemezdim.
Sonra bu
anlaşmayla geldiler.
İyi bir
anlaşmaydı.
Kanada'ya bir bilet ve
hoşça kal değildi.
Bu yaşam boyuydu.
Kimse böyle bir anlaşma
yapmaz.
Ama çocuklar için, üzülüyorum.
Bu hapisten daha iyi
değil mi?
Bu mu?
Bu hiçbir şey.
İşte bu!
Bu adam.
Patron iyi gidiyor
gibi görünüyor, değil mi?
Sıkıcı bir adam.
Buna eminim.
Paris'e 1000 km.
Var.
Sınırdan oraya kadar.
Onu suçladığımı da söyleyemem.
Neyin peşinde
olduğunu merak ediyorum.
Bence öyle.
Bence peşinde.
- Pekala bilmek
istiyorum.
- Neyi bilmek?
Baştan beri sende bir
şey var.
Senin bir planın var,
bilmek istiyorum.
Yoksa yemin ederim - Benim hiç bir planım yok.
- Peki neden mutlusun?
- Neler oluyor?
- Hiçbir şey olmuyor.
- Seni salak pislik!
Öleceksin!
- Eninde sonunda
sen de öleceksin.
Ama sen yakında
öleceksin, dostum.
Sana bir zamanlar
okuduğum bir şeyi söyleyeyim, Myron.
Anlaşılan ölümden
sonra insana olanlar ölümden önce
olanlardan pek farklı değil.
Fiziksel olarak
söylüyorum.
Hepsi aynı sürecin
bir parçası.
Biliyor musun?
Eğer her şey hep
aynıysa, o zaman endişelenmemelisin.
Sen çatlaksın.
Sen benim için
endişelenme, Myron.
Kendin için
endişelen.
Gerçekten bunun
peşinde misin?
- Ben kendim için
endişe etmiyorum.
- İyi.
O zaman patronun için
endişelen.
Bu iş onu batıracak
mı?
Doğru kararları
veriyor mu?
Şu ya da bu halde işi
devralmak zorunda kalacak mısın?
Bunu bir düşün.
Bir şeyin kötü
gitmesini istemeyiz.
Saçında kuş pisliği
var.
Bak, bak.
Sen 15 yaşında
değilsin.
Nesin sen?
Sence küçük arkadaşın
Myron seni kurtaracak mı?
Seni fahişe Bay Braddock?
Yakında durup bir şey
yememiz gerekir mi sizce?
Bütün gün hiçbir şey yemedim
ve çok açım.
Sanırım tek kişi de
ben değilim.
Kız da öyle.
Her halde o da çok
açtır.
O çoktan yedi.
Yakında duracağım.
Karanlığa kadar
yoldan uzak kalacağız.
Yani bir yerde
takılacağız, değil mi?
Evet.
Bu akşam sınırı
geçmeyi umuyordum.
Karanlık olduğunda
kulübelerinde kalmayı severler.
Bence biraz
eğlenmeliyiz.
Senin eğlencelerin ve
oyunların vardır, Myron.
- Siz yemiyorsunuz
Bay Braddock.
- Ben gidip benzin
alacağım.
Fransa'ya gidecek
kadar benzimiz var, değil mi?
Fransa içinde rahat etmek
istiyorum.
- Onu da yanımda
götüreceğim.
- Neden o?
Böylece ona
bakabilirim.
Ve sen de adama
bakarsın.
Neden onu
götürmüyorsun?
Ben kıza bakarım.
Çünkü Myron, bence o
senin dikkatini dağıtıyor.
Hadi gel.
Bay Braddock, düşünüyordum
da Ona bir şey olmaması gerektiğini
düşünüyorum.
Ne kadar çabuk olursa
o kadar iyi, Myron.
Bu adil değil.
Adil değil mi?
Hayır Bay Braddock,
değil.
Yani o lanet bir
muhbir, arkadaşlarını içeri attırdı.
Ama kız, o hiçbir şey
yapmadı.
Sen doğru
düşünemiyorsun.
İş seni yıprattı.
Ben her türlü oyuna
varım ama bunun bir sınırı var.
Sen doğru
düşünemiyorsun.
Al.
Bu seni emniyette
hissettirir değil mi, Myron?
Al.
Onu arabaya getir,
Myron.
Evet, hadi gidelim!
Evet Bay Braddock.
İşte buyurun.
Sen!
Depoyu doldurmanın İspanyolcası!
Lleno, por favor.
Özür dilerim Bay
Braddock.
Hadi yemeğini ye!
Bana zarar verirsen, seni
öldürecek.
Kim, Myron mu?
Ne fikir ama.
Hey.
- Nereye gidiyorsun?
- Suya bakmaya.
Hadi şu copuna bir bakayım.
Bunu hisset.
Jiletler.
Ne için?
- Hala bir silahım
var biliyorsun.
- Silah mı?
Evet.
- Deri?
- Evet.
- İçi neyle dolu?
- Kum.
Bu yeterli.
Okuldan beri o bende.
Yıllardır.
Elle yapıldı.
Beni hiç mahcup
etmedi.
Güzel yer.
Sana ne diyeceğim.
Bence sen delisin, ama
davranışına hayranım.
Bilmiyorum her şey Gerçi hiçbir şey düşündüğüm gibi olmadı.
Bu benim ilk seferim
biliyor musun?
Bay Braddock'in
dediğine göre bir sınav.
Bu sefer iyi gidersem
beni diğer işlerine de alacak.
Ya gitmezse?
- Ne gitmezse?
- İyi gitmezsen.
En azından bunun için
bin kağıt alacağım, değil mi?
Bilmeni istiyorum, copu
aldığında bu olduğunda, kendimden zevk
almayacağım.
Bu iyi.
- Ben endişe etmezdim.
- Endişeli değilim.
Yani, araba sürmene
ve beni gözlemene ihtiyacı var.
Yani en azından
Paris'e kadar emniyettesin.
Paris'e kadar ikimiz
de emniyetteyiz.
Ama sen biraz risk
aldın.
Sence o buna değer mi?
Hiçbir şeyin kötü gitmesini
istemeyiz, ve o buna engel.
Ondan farklı
değilsin, değil mi?
Bunu nasıl düşündün
bilmiyorum.
Onun benden korkacak bir
şeyi yok.
Sanırım biraz
uzanacağım.
Doldur.
- İmdat!
Yardım edin!
- Seni İmdat!
Yardım edin!
Telefon et!
Domuz!
Polis mi?
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Katil, şeytan!
Adi herif!
Hayvan!
Tanrım.
Aman Tanrım!
Bırak gideyim, lütfen.
Bırak gideyim.
Lütfen.
O nerede?
Tanrım.
Bilmiyorum.
Ona bak.
Hemen gidiyoruz.
Aşağı in.
O ne diyor?
Diyor ki, ikimiz
patronun üzerine birlikte atlarsak birimiz yaşayabiliriz.
- Burada bir silahım
var.
- O zaman kullan onu.
O benim ortağım.
- Aptalsın.
- Sen delisin.
Bak, sakin ol.
Biraz mantıklı ol.
Onunla senin hakkında
konuşacağım.
Nedeni anlayacaktır.
Bunu biliyorum.
Willie, seni
tanımıyorum ve bu bir iş.
Bak ne diyeceğim, durumla
ilgili bir hissim var.
Ve bir şey olacağını
sanmıyorum.
Emin ol.
Sadece inanmıyorum.
Bana yardım edecek
misin?
Şansın varken neden kaçıp
gitmedin?
Ne için?
Beni yeni buldun.
Çocuğun başını belaya
sokardım.
Ben korkmuyorum.
- Korkmalısın?
- Neden?
Herkes korktuğu için
mi?
Sen korkmalısın.
Bilmiyorsun.
- Ölüm.
- Bu, yolculuktaki
bir aşama sadece.
Hepimiz oraya
gideceğiz.
İstisna yok.
Ben ve sen, ve bu sadece bir an.
Buradayız.
Sonra burada
değiliz.
Başka bir yerdeyiz.
Belki Ve bu nefes almak kadar doğal bir şey.
Neden korkalım ki?
Korkuyordum, ilk
başta.
Ölümüne
korkuyordum.
Corrigan'ın bir
gün peşime düşeceğini biliyordum.
Ya da birini
yollayacağını.
Buna hazırlanmak
için 10 yılım vardı.
Düşündüm, okudum.
Bütün bir
kütüphaneyi okumuş olmalıyım.
İnanılmaz şeyler.
İnanılmaz.
Sonunda beni
endişelendiren tek şey peşime
yollayacağı bir pislikti.
Ve düşündüm ki, eğer
iyi birini bulursam işini iyi yapan
birini o zaman kendi işimi yapabilirdim.
Sen hiç Sen kendine hiç Walsh, gibi bir şey dedin mi Wallace onun gibi bir şey?
- Wallace belki.
- Evet.
Öyle düşünmüştüm.
Eski günlerde
seninle tanışmıştım.
Biz, aynı odada
birlikteydik.
Evet.
Seni hatırladım.
Ama sen beni
hatırlamadın.
Gerçek ismin nedir?
Braddock.
Bu konuda bir şey
yapamam.
Bunu biliyorsun.
Bunu John Lennon
öldüğünde, bir dergide okudum.
"Ölüm, sakın
gururlanma " belki bazıları sana
güçlü ve korkutucu diyor olabilir "
ama sanatın öyle değil.
"Seni
aştığını düşünenler için ölüm değilsin "Zavallı
ölüm ya da beni hala öldüremedin.
" Kızı öldürecek misin?
Hazır olduğunu
sanmıyorum.
Sınıra 15 km.
Var, Bay Braddock.
Yakında kenara
çekeceğiz.
Onu kilitledim.
Hala uyuyor.
O cesur bir adam
değil mi?
Öyle görünüyor.
Onu burada
halledeceğiz.
Peki ya kız?
İkisini de halledelim.
Teşekkür ederim, Bay
Braddock.
Bunu yapabileceğini sanmıyorum.
Bu benim ilk seferim,
değil mi?
Öyle ise silaha
ihtiyacın olamayacak değil mi?
Arabadan çıkmalarına
yardım et.
Evet.
Hala bin kağıdımı
alacak mıyım?
Evet, hadi bakalım.
Sorun yok, bebeğim.
Bir şey yok.
Keşke anlamasını sağlayabilseydim.
Sen de Willie.
Ah.
"Willie.
" Teşekkür ederim.
- Ha?
- Sen de dedim.
Ne oldu?
Şimdi yapacağım,
Willie.
Ne?
Şimdi yapacağım.
Bana yapma.
Evet.
- Şimdi mi?
- Evet.
Hayır, yarın.
Yarın yapacaktın.
Yarın oldu, Willie.
Beni Corrigan'a
götürmelisin.
Beni Paris'e götürmek
zorundasın.
Bunu şimdi yapacağım.
İş bu değil.
İş Paris'te bitiyor.
- Sen işini
yapmıyorsun.
- Hadi ama, Willie.
Hayır.
Yapamazsın.
Beni Paris'e götürmek
zorundasın.
Paris'e kadar olmaz.
Yapamazsın.
Şimdi olmaz.
Tanrım.
Myron.
Durdur onu.
Tanrım, lütfen.
Willie.
Kapa çeneni.
Yapamazsın.
Şimdi olmaz.
Nereye gidiyorsun?
Görmek istemiyorum.
Nedir bu?
Yeter.
Yeter.
Yeter!
Evet.
Evet, evet.
Sen çok şanslı bir
kızsın.
Çok şanslı bir kız.
İşte o!
- Emin misin?
- Evet.
Komutan.
Emrinizi bekliyorum.
Bay Braddock!
Olduğunuz yerde kalın!
Çıkış!
Çıkış, dedim!
Çıkış ne taraf?
Çıkış!
Lanet olsun!
Ateş etmeyin, durun!
Sen Dublin'de doğmuş,
Charles Kinnear mısın?
Doğruysa kafanı salla.
Sen Newcastle'da
doğan Raymond John Bakersın?
Sadece bir an.
Buradayız.
Sonra burada değiliz.
Başka bir yerdeyiz Belki.
Ve bu nefes almak
kadar doğal bir şey.
Neden korkalım ki?
||
« Prev Post
Next Post »