Çölde Çay (1990) The Sheltering Sky
| |
138 dk
Yönetmen:Bernardo Bertolucci
Senaryo:Paul Bowles, Mark Peploe, Bernardo Bertolucci
Ülke: İngiltere, İtalya
Tür:Macera, Dram, Romantik
Vizyon Tarihi:01 Mayıs 1991 (Türkiye)
Dil:İngilizce, Fransızca, Arapça
Müzik:Ryûichi Sakamoto
Oyuncular
Debra Winger
John Malkovich
Campbell Scott
Jill Bennett
Timothy Spall
Özet
Bir kadının tehlikeli ve erotik yolculuğu... Turist, gezinin
en başında evine ne zaman döneceğini bilir, oysa bir gezginin ne zaman geri
döneceği hatta ve hatta dönüp dönmeyeceği bile belli değildir. Kit (Debra
Winger) ve kocası Port (John Malkovich) New York'ta geçen on yıllık evliliğin
ardından Fas'ın Tanca limanına gezgin olarak gelirler.
Birbirlerini derinden sevmelerine karşın artık ilişki
kuramamaktadırlar. Birbirlerine ulaşma arayışlarını bu yeni coğrafyada giderek
derinleştirerek dışsallaştırırlar. Yorgun evliliklerini, hatta yorgun ruhlarını
canlandırmayı beklerken bu yolculuk onları trajik sonuçlara götürür.
Bertolucci, Time dergisi tarafından 1923'den beri
İngilizce'de yazılmış en iyi 100 kitap arasında gösterilen P. Bowles'in aynı
adlı eserinden uyarladığı bu filmde insan ruhunun ıssızlığını ve yalnızlığını
sorgular. Bunun için seçilen mekan da bu kavramalarının maddi ifadesi olan
Sahra Çölüdür. Muhteşem görüntü ve renkleriyle dikkat çeken film ayrıca özgün
müziğiyle de Altın Küre ödülü almıştır.
Çölde Çay seyircileri egzotik, erotik, ölümcül, çılgın
duyusal bir merkezin derinlerine çeken bir filmdir.
Altyazı
5. CADDE İşte.
Karadayız.
Herhalde savaştan
sonra buraya gelen ilk turist biziz.
Tunner, biz turist
değiliz, biz gezginiz.
Ne farkı var?
Turist bir yere
vardığı anda, evine geri dönmeyi düşünür.
Oysa bir gezgin, hiç
geri dönmeyebilir.
Yani, ben turist
miyim?
Evet.
Ben de, yarı turistim.
Oniki, onüç, ondört.
İşiniz yok mu?
Bildiğim kadarıyla
yok.
Ama bakın, Mösyö.
Madam bir yazar, Mösyö
Tunner, bir işadamı.
Sizin de bir işiniz
olmalı.
Öyle değil mi?
Eşim bir oyun yazdı
Mösyö, beş yıl oldu ve bence çok iyiydi, ama aramızda kalsın, eleştirmenler
biraz çekingen davrandılar ve Bay Tunner'ın tek işi de, Long Island'da parti
vermektir.
Teker teker, teker
teker!
Mösyö, eşim bir
bestecidir.
Bugün,
alçakgönüllülüğü üzerinde.
Evet, şimdi oldu.
Bir sanatçı.
Çok güzel, harika.
Burada ne kadar kalmayı
düşünüyorsunuz?
Sanırım, Bay Tunner
üç-dört hafta kadar kalacak ama eşimle ben, bir-iki yıl buradayız.
Bir-iki yıl mı?
Burada mı?
Başka yok!
Başka yok!
İtalyanlar, kadınlara
oy hakkı vermeyi kabul etmişler.
Üç Perno lütfen.
Boussife'e trenle
gidebiliriz ama oradan otobüse binmemiz gerekiyor.
Sen daha önce Kuzey
Afrika'ya geldin Port.
Kit'le ben, senin
programına uyarız.
Benim tek
programım, hiç programımın olmaması.
Anladım.
Sen ne dersen.
Çünkü Kit'in de,
Port'un da, hiç düzenli bir hayatları olmamıştı.
İkisi de öylesine,
zaman hiç yokmuş gibi yaşama hatasına düşmüşlerdi.
Yıllar, aynı şekilde birbirini
kovalardı.
Zamanla, her şey
olabilirdi.
Şimdi aklıma geldi, gece
tuhaf bir rüya gördüm.
Port, lütfen.
Başkalarının rüyaları
çok sıkıcı oluyor.
Biliyorum sıkıcı ama,
anlatmazsam unuturum.
Bir trende
gidiyordum, birden, farkettim ki, dağ gibi olmuş bir çarşaf yığınına
çarpacaktık.
Madam La Hueff'in
''Çingene Rüyaları Sözlüğü''ne bakabilirsin.
Sussana sen.
Çarpacağımızı biliyordum
ama ne?
Ne?
Yapma!
Sıkıcı olduğunu bile
bile, hala niye anlatıyorsun?
Ne bileyim?
Belki Tunner dinlemek
ister.
İster misin, Tunner?
Rüyalara bayılırım.
Bir ara, ağzımı açıp
bağırırsam, sanki çarpışmayı durdurabilirim diye düşündüm.
Ama farkettim ki, iş
işten geçmişti.
Çünkü, kendi
ellerimle dişlerimi kırmıştım.
Sanki sıvadan yapılmışlar gibi.
Sonra ağlamaya
başladım.
Zangır zangır
titriyordum, korkunç bir ağlama krizine girdim.
Bir şey yok Tunner,
bırak gitsin.
Ağlıyor mu?
Kit bazen her
şeyi, başka bir şeyin işareti olarak görür.
Örneğin, beyaz bir
Mercedes, sadece beyaz bir Mercedes değildir.
Onun, hayatla
ilgili başka bir gizli anlamı olmalıdır.
Her şey, başka bir
şeyin işaretidir.
Hiçbir şey, sadece
kendi değildir.
Bunu komiden aldım.
''General
Montgomery'nin,'' dedi.
Nasıl buldun?
Bence de Monty'nin
olabilir.
Affedersiniz.
Grand Otel'de kalıyor
olmalısınız, değil mi?
Evet.
Çok iyi.
Adım Eric Lyle.
Merhaba.
Acaba, yani, bana Yirmi sent borç verebilir misiniz?
Şeri için, yani.
Bozuk param kalmamış
da.
Teşekkürler, çok
teşekkürler.
Yine kime
yamanıyorsun?
Ne masallar
uyduruyorsun?
Merhaba, anne.
Sadece sigara
alacaktım.
Seni pis yalancı!
İçkiden başka bir şey
yok aklında.
''Doktor alkolle
ilgili ne dedi,'' biliyorsun.
N'oldu hayatım?
Hiçbir şey.
Yine de, niye
Tunner'ın önünde rüyanı anlattın anlamadım.
Tunner'ın önünde
anlatmadım.
Tunner'a anlattım,
tıpkı sana anlattığım gibi.
Rüyaları sıkıcı
bulduğunu biliyorum ama Tanrım Niye her
şeyi bu kadar ciddiye alıyorsun ki?
Alt tarafı, bir rüya.
Sadece, Tunner'a
güvenmiyorum.
Dedikoducunun teki.
Tunner mı?
Ayrıca, burada kiminle
dedikodu yapacak?
Bir gün New York'a
geri döneceğimizi unutuyorsun.
Evet, belki bir gün
döneriz.
Ama isterse, Doğu
kıyısındaki herkese rüyamı anlatsın.
Bana ne?
Umurumda değil.
Ayrıca, ''Tunner'a güvenmiyorum,''
demekle, ne demek istedin?
Sadece kendimi onun
yanında rahat hissetmiyorum, o kadar.
Bunu onunla Atlantiği
geçmeden önce söylesen, daha iyi olurdu.
- Onu davet eden
sendin.
- O, kendi kendini
davet etti.
Tamam da, biz de ona ''gel,''
dedik; sen dedin.
Yani; beni yanlış
anlama.
Uzun boylu, çok
zengin ve yakışıklı.
Ondan çok
hoşlanıyorum.
''Ona güvenmiyorum,''
demek de, ne demek?
Sanırım bir şey demek
istiyorsun.
Tabii ki bir şey
demek istiyorum.
Ama önemi yok.
Ben yürüyüşe
çıkacağım, gelmek ister misin?
Yok, sağol.
Denizin üstünde o
kadar kalınca, bu oda iyi geldi.
Ben yürüyüşe
çıkacağım, gelmek ister misin?
Yok, sağol.
Denizin üstünde o
kadar kalınca, bu oda iyi geldi.
- Ben yürüyüşe
çıkacağım.
- Yok sağol.
Ne yapmak istiyorsun?
Sence, karnımı okşama
zamanı gelmedi mi?
Ne düşündüğünü
biliyorum.
Harika kokuyorsun.
''Tunner'a
güvenmiyorum,'' demekle ne demek istiyorsun?
Port, lütfen bu
konuya girmeyelim.
Tamam, bebeğim.
Aslında, Tunner
benden çok seninle ilgili bir konu.
Orada ne arıyorsunuz?
Orada ne yapıyorsunuz?
Hiç.
Benim adım Smail.
Beşinci Nişancı
Taburu'ndaydım.
Bakın.
Ben savaştaydım.
Çok adam öldü.
Yiyecek bir şey
yoktu, hepsi bu işte.
Üzgünsünüz, Mösyö.
Yok, sadece yorgunum.
Hayat kısa.
Eğlenmeye bakın.
Keyfini çıkarın,
eğlenin.
Evet, biliyorum.
Sizi bir
arkadaşıma götüreceğim.
Bir kıza Çok güzel.
Dünya güzeli.
Fahişeye mi?
Fahişe mi?
Odanızı toplayayım mı
madam?
Yok, teşekkür ederim.
Nasıl isterseniz.
Gelin Mösyö, gelin.
Kendi gözlerinizle
görün.
Mösyö.
Dinleyin.
Çok geç oldu.
Nereye gidiyoruz?
İşte şurası çadırı
orada.
Gelin mösyö, gelin.
Gelin.
Gelin.
Ayakkabılarınızı çıkarmıyor
musunuz, Mösyö?
Yok, sağol.
Onun zamanını
aldığınız için para vereceksiniz, o kadar Mösyö.
Niye fısır fısır
konuşuyorsun?
Öbür çadırlardaki
adamlar yüzünden.
Adı Mahrnia.
Bırak!
Bırak beni!
Aman Tanrım!
Kim o?
Benim.
Uyandın mı?
Pek değil.
Günün en güzel
zamanı, bunu kaçırmamalısın.
Şimdi geliyorum,
Tunner.
İyi misin?
Evet.
Günaydın.
Günaydın.
Günaydın, Tunner.
Seansta mısın, yoksa?
Çekilmeyecek kadar iyi
formdasın bugün.
Sana bakıyorum.
Dün gece Port'a ne
oldu?
Onu bekleyip durdum.
Onu mu bekledin?
''Kafede buluşuruz,''
demiştik.
Sonra Geç vakte kadar, yatakta kitap okudum.
- Saat dörtte hala
gelmemişti.
- Demek ki pek
uyumamış.
Çünkü yine dışarı
çıkmış.
Yani, ''hala
gelmemiş,'' mi demek istiyorsun?
Bana kahvaltı söyler
misin?
O iğrenç kahveyle,
odun gibi kruasandan istiyorum.
Alo.
Sen çok değişik
birisin.
Seni anlamak çok zor.
İlginç olmaya
çalışma, sana hiç uymuyor.
Bunun için fazla
yakışıklısın.
Hazır mısın?
Seni alışverişe
götüreceğim.
Öyle mi?
Evet.
Hava çok ısınmadan.
Cibinlik almak
istediğini söylememiş miydin?
O, dündü.
Bu sabah çok yorgunum.
Ne istediğimi
bilmiyorum.
Sen giyin.
Ben, Port'un odasında
beklerim.
Hatta, kapıyı da
kapatırım.
Siz hiç Port'la aynı
odayı paylaşmaz mısınız?
Bak Tunner, aylarca birlikte
yolculuk yapınca, sonunda böyle olması gerekiyor.
Ama cinsellikten söz
ediyorsan, evliliğin ilk kuralı, onu uykuyla karıştırmamaktır.
Ayrıca Port, genelde geceleri
çalışır.
Horlar mı diyorsun?
Ya da sen.
Baş belası, bela bela.
Girebilir miyim?
Tabii ki.
N'oldu sana?
Neler oluyor?
Hiç, Tunner içeride.
Odamda ne işi var?
Biliyor musun, Kit?
Bana ihtiyacın
olduğuna karar verdim.
Port, sadece
giyinmemi bekliyor.
- Kes şunu, kes şunu.
- Git de, hazırlan.
Şuna bakın!
Buranın hali ne böyle?
Savaştan çıkmış gibi,
değil mi?
Aynı senin gibi.
Kit'le ben yürüyüşe
çıkacaktık.
Tanrım, şu haline bir
bak.
Evet, bir kahve içsem
iyi olacak.
Siz ikiniz de buradan
cehennem olup, - yürüyüşünüze çıkın.
- Tunner, haydi.
Sonra görüşürüz
dostum, biraz uyu.
Çok sıcak!
Bugün felaket.
Yine sıtma geliyor
galiba.
Geçen yıl
Massachusetts'de, hani o küçük çocukları doğrayan bir cani vardı; ona benziyor,
hatırladın mı?
Bence o cani, daha
düzgün duruyordu.
Ne iğrenç bir su!
O zaman içme, hanım
evladı!
Senin bu pislikmiş,
kurtmuş, sözlerinden fenalık geldi.
İçme!
İçip içmemen, -
Kimsenin umurunda değil.
- İkisi de birer
canavar.
Kadın, yolculuklarla
ilgili, gezi kitapları yazıyormuş.
O beyaz Mercedes
onların, ve yarın Boussif'e gidiyorlarmış.
Aman Tanrım, felakete
bak.
İşkencelerden işkence
beğeneceğiz.
Ya trene bineceğiz, ya
da onlarla gideceğiz.
Dur bakalım, sanki bize
''gelin,'' mi dediler?
Harika.
İşte bir işaret
daha.
Yine mi?
Bir işe yaramıyor!
Evet, ben.
Lütfen bir Kebap ve, ve
Onun yanında, Bu arada, sabahleyin Tunner'la neler oldu öyle?
Benim odamda yatmış
gibiydi.
Dün gece gelmediğini
Tunner'ın bilmesini istemedim.
- Bunda karşı çıkacak
bir şey mi var?
- Hayır.
Çok düşünceli
davranmışsın.
Yine de, odamda ne
işi olduğunu bana söylemedin.
Sen de bana, dün gece
ne yaptığını söylemedin.
Sormadın ki.
Ve, sormayacağım da.
Eminim, bize de
''gelin,'' diyecekler.
Ve trenden çok
korkuyorum.
Seçim yapmaktan da
nefret ediyorum.
Kit, aralarındaki
ufak tefek gerginlikleri hafifletmeye çalışacağına, hemen her şeye karşı tavır
alıyordu.
O çok istedikleri
beraberliği, er veya geç yakalayabilirlerdi.
Ama bu sadece Port'un
çabasıyla olabilirdi.
Haklıymışsın.
Canavar oğlan beni
uyandırdı.
Bir saat içinde
Mercedes'le Boussif'e doğru yola çıkıyorlarmış.
Ve daha da iyi haber;
Bize de ''gelin,'' dediler.
Biliyordum.
Tabii, arabayla daha
hızlı gideriz.
Onbir saat yerine,
beş saatte filan.
Ayrıca, herhalde
araba, daha güvenlidir.
En azından, daha
rahattır.
Trenler bir felaket.
Niye dışarısı bu kadar
karanlık?
Karanlık değil ki.
Dışarısı çok güzel.
Yalnız, küçük bir
sorun var.
Üçümüzü birden
alamıyorlar.
İyi, konu kapandı o
zaman.
Tunner'ı bırakamayız.
Ne demek Tunner'ı
bırakamayız?
O bizim konuğumuz
değil ya.
Her dakika birlikte
olmak zorunda mıyız yani?
Tabii ki, zorunda
değilsin.
Sen mi zorundasın
peki?
Port, Tunner'ı burada
bırakıp o iğrenç kızıl kafayla ve cani oğlanla, o Nazi arabasına binecek
değilim.
Cani oğlan mı?
Beni dehşete
düşürüyor.
Ama sen, istediğini
yapabilirsin.
Ben Tunner'la, trenle
gideceğim.
Ama sen trenden
korkarsın.
Öyle.
Ama, kararımı verdim.
Tunner'la mı
gideceksin?
Evet.
Bu ışıkta
okuyabiliyor musun?
Sadece resimlere
bakıyorum.
Affedersin.
Sadece trende çok
gergin oluyorum.
Şimdi bak.
Her şeyi kafandan
silmeni istiyorum.
Ben, sana kötü bir
şey olmasın diye yanındayım.
Odalarımızı
karıştırıyorlar.
Eşyalarımızı
çalıyorlar ve bizi gizli gizli dinliyorlar.
- Pardon.
Kim yapıyor bütün
bunları?
- Araplar tabi ki.
O kokuşmuş aşağılık
ırk, casusluktan başka hiçbir şey yapmaz.
Neyle geçindiklerini
sanıyorsunuz?
Tabii ki hepimizden
nefret ediyorlar.
Fransızlar da öyle
ama en çok onlar nefret ediyor.
Ben Arapları sempatik
buluyorum.
Çünkü köle ruhlular.
Ama arkanızı dönmeye
görün.
- Bir keresinde, Mogadore'dayken.
- Kapa çeneni.
Kim ister, senin budalalıklarını
dinlemeyi?
- Yapma, anne!
- Ne demek ''yapma
anne!
''?
Benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
Öyle anlaşılıyor ki, suratına
bir tokat istiyorsun.
Sinirlere iyi gelecek
bir ilaca ne dersin?
Şampanya olamaz,
değil mi?
Tam ihtiyacımız olan
şey.
Kurtulduk.
- Port buna kızardı.
- Evet, ama Port burada değil.
Bakın!
Bir eşek!
Bana İspanya'yı
hatırlattı.
Orası korkunç bir
ülke.
- Askerler, rahipler,
Yahudiler dolu.
- Yahudiler mi?
Her yerde olduğu
gibi, orayı da onlar yönetiyor.
Tek fark, İspanya'da
kendilerine, ''Katoliko!
Katoliko!
'' diyorlar.
- Yok, hepsini
bitirmemeliyiz.
- Neden?
Çünkü o bir sihir, bir
treni durdurabilir.
Ama bende sihir çok.
Biri şarkı mı
söylüyor?
Anlaşılmıyor.
İçsene.
Ben yaşamak için
doğmadım sanıyorum.
Bak Kit Gergin olduğunu biliyorum, şampanyayı da onun
için getirdim.
Biliyor musun, hiçbir
şeyin o kadar önemi yok.
Yalnızca gevşe, rahat
ol.
- Kim demişti?
- Hayır, Tunner!
Yapma.
şampanyaya evet, felsefeye
hayır.
Tanrım!
Ne pitoresk görüntü,
değil mi?
Evet.
Ayrıca, siz de
manzarayı tamamlıyorsunuz.
Sevgili eşiniz rahat
gelmiş mi?
Evet, geldi,
teşekkürler.
Dün gece geldi, ama onu
henüz görmedim.
- Hala uyuyor.
- Doğrudur.
Yarın Ain Krorfa'ya
gidiyoruz.
Şeker!
Anlaşılan, orada
oldukça iyi bir otel varmış.
Bunun kadar güzel
olamaz ama Güzel mi?
Sevgili Bay Moresby.
Burası gerçekten lüks
bir otel.
Buradan Kongo'ya
kadar, en iyi otel diyorlar.
Buradan öteye, akan
su bulamazsınız.
Hiç, bulamazsınız.
Bay Moresby.
Yanınıza gelebilir
miyim?
Boussif çok sıkıcı bir
yer, öyle değil mi?
Hele annem ortalıkta olunca,
daha feci.
Acaba diyordum Bana biraz borç verebilir misiniz?
Fazla değil.
On bin frank kadar.
Aslında, beş bin de
olur.
Borç olarak tabii.
Bakın, ben Bütün Amerikalıların milyoner olduğunu sanan,
geri zekalılardan değilim.
Sadece, annem çok
öfkeli yani, bana bir kuruş bile vermiyor.
Yani; başka ne
yapabilirim ki?
Aslında, beş yüz de
olur.
İki haftalık sigara
parama yeter.
Sana para veremem,
çünkü hiçbir zaman geri alamam ve boşa harcayacak param da yok.
Eğer bir yararı
olacaksa, sana üç yüz frank kadar verebilirim.
Bakıyorum, buranın sigarasından
içiyorsun, neyse ki o ucuz.
Aman Tanrım!
Uyan!
Uyan Tunner!
Ne?
Ne var?
- Benim odamdasın!
- Merhaba.
Haydi, çık buradan.
Tanrım!
Saat kaç?
Neredeyse öğlen.
Ne oldu?
Hiçbir şey
hatırlamıyorum.
- Tunner, sonra
görüşürüz.
- Evet, tabii.
Şampanya kaldı mı?
Şampanya.
Panik haldeyim.
- Sonuncusu.
- Sağ ol.
Horluyor muyum?
Horlamak mı?
Hayır.
Merhaba.
Port ve Kit.
Kit ve Port.
Sizi seviyorum.
Port ve Kit.
Sizi seviyorum.
Kit ve Port.
Zincirim çıkarsa beni
alır mısın?
Hayır!
Biliyor musun, Tunner
gündüzleri bu kadar uyumasaydı, seninle hiç yalnız kalamayacaktık.
Sanırım sana aşık.
Port, saçma sapan
konuşma.
Daha saçma şeyler de
oluyor.
Abuk sabuk konuşarak,
ortalıkta dolanması.
DDT şişesini
tutarken, sana bakışları.
Başka?
Canı gönülden
bavullarını sayması.
Ama, seninkileri de
sayıyor.
- Aynı şey değil.
- Bak.
Bir gün Fransızları
bu ülkeden, kapı dışarı edecekler.
Pantolonlarına
bakınca, kim onları suçlayabilir ki?
Geçide kadar
yarışalım mı?
Dur!
Bekle.
- Hoşça kal.
- Bekle!
Bekle!
Biliyor musun,
hayatta en çok, böyle anları, böyle yerleri özlüyorum.
Biliyorum.
Ve sana bunu
göstermek istemiştim.
Burayı.
Evet.
Haydi.
Burada, gökyüzü o
kadar tuhaf ki.
Sanki katı gibi.
Sanki bizi
ötelerdeki birşeylerden koruyor.
Bak.
Ötelerde ne var?
Hiçbir şey.
Sadece gece.
Senin gibi olmak
isterdim, ama olamıyorum.
Belki ikimiz de
aynı şeyden korkuyoruz.
Hayır.
Öyle değil!
Sen yalnız
kalmaktan korkmuyorsun.
Ve hiçbir şeye
ihtiyacın yok.
Hiç kimseye
ihtiyacın yok.
Bensiz de
yaşayabilirsin.
Benim için sevmek,
seni sevmek demek; biliyorsun.
Ne sorunumuz
olursa olsun, başka biri olamaz.
Belki ikimiz de,
çok sevmekten korkuyoruz.
Haydi gidelim.
Olur.
Tamam.
Tanrım!
Pis sinekler!
Ain Krorfa'ya vardığımız
belli oldu.
Pearl Harbour, Tunner.
Baskın var!
Tanrım!
Esas, kasabaya
gelince görün.
''Kara kar,'' deniyor.
Bir sonraki otobüs ne
zaman?
Pazar günü Bou
Noura'ya var.
Bazen de, Messad'a
kamyon gider.
Anladım.
İyi o zaman, doğru
Messad'a gidelim!
Burada bir hafta
kalırsam, ölürüm.
Günaydın.
Günaydın.
Tanrım!
Bu sinekler de ne?
Ain Krorfa'ya hoş
geldin!
Kendine özgü bir kokusu
var, değil mi?
Hoş geldiniz.
Sizin için güzel bir
odam var.
Hayır.
Biz üç oda istiyoruz.
Buyurun.
Sence Port, bir
şeyden şüpheleniyor mu?
Bence biliyor.
Ama, bildiğini
bilmiyor.
Bu şarkı ne?
Sürekli duyuyorum.
Abd-el-wahap.
''Mezarında ağlıyorum.
'' Ben de cin tonik için ağlıyorum.
Gerçi Port'a göre,
herkes herşeye er geç alışır.
Bu doğru olsaydı,
ilerleme olmazdı.
Yok, doğru olduğuna
eminim.
Ama iyi mi, kötü mü
bilmiyorum.
İkisi de değil.
Burası kasabanın tek
oteli olabilir.
Ama herhalde çarşıda bundan
iyisi vardır.
Böcek ölüsü.
Ekin biti.
Herhalde eriştede
vardı.
Ama şimdi çorbamdalar.
Çorba onlarla dolu.
Bakın.
Siz yemeğinizi bu ''Carrion
Kuleleri''nde yiyebilirsiniz.
Ben çarşıda daha
iyisini bulabilirim.
Güle güle, o zaman.
Tamam.
Anlaşılan seninle
yalnız kalmamın tek yolu, kötü yemek.
Gerçekten de feci,
değil mi?
Evet, öyle.
Belki mutfakta
yumurta vardır.
- Hayır.
- Evet.
Defet şu veletleri!
Buraya gel, anneciğim.
Haydi gidin!
Defolun!
Haydi!
Gidin!
- Defolun!
- Defolun!
- Defol buradan seni
piç kurusu!
- Haydi gidin!
Haydi.
Yok olun leş kokulu aşağılık
veletler!
Defol.
Burada mutlu olabilir
miydin?
Mutlu mu?
Ne anlamda?
Yani, burayı
sevebilir miydin?
Nereden bileyim?
Tanrım, bana böyle
sorular sormasan.
Gerçekten
yanıtlayamıyorum.
Ne söylememi
istiyorsun?
''Evet, Afrika'da
mutlu olurum,'' mu?
Ain Krorfa'yı çok
seviyorum.
Ama bir ay kalmayı
mı, yoksa yarın dönmeyi mi istediğimi bilmiyorum.
İsteseydin de, yarın
dönemezdin.
- Merhaba.
- Merhaba.
Buradan nasıl gidilebileceğini
öğrenemedim.
Otobüs yok, meyva
kamyonu bile yok.
Kimse İngilizce
bilmiyor.
İçki isteyen var mı?
Ben istemem, sağol.
İyi o zaman, iyi
geceler.
Emin misin?
Evet.
Çok naziksin sağol, ama
istemem.
İyi geceler.
İyi geceler.
Girin.
Benim, Eric.
Umarım Seni rahatsız etmiyorum, babalık.
Niye parmak uçlarına
basıyorsun?
Bilmem.
Verdiğin borç var ya Ödemeye geldim.
Buna gerek yok, o
hediyeydi.
Yok hayır, yine de
ödemek istiyorum.
Evet.
Üç yüz.
Üç yüz franktı, değil
mi?
Yalnız, yarın sabah
annemle gidiyoruz ve burada kaldığınızı biliyordum ve umarım, bin frank
bozabilirsin.
Bakmamı istiyor musun?
Zahmet olmazsa.
- Yarın sabah nereye
gidiyorsunuz?
- Messad'a.
Ciddi misin?
Tam da, arkadaşımın
gitmek istediği yer.
Bay Tunner'ın.
Evet.
Ben Biz Gün
doğmadan yola çıkacağız.
Hemen gidip ona
söyleyebilirim.
Yani, onu da
alırsanız, sizin için bir sorun olmaz değil mi?
Benim sigaramdan
almak ister misin?
Evet, teşekkür ederim.
Parayı da
unutabiliriz.
Peki.
Olur.
Gerçekten ondan, kurtulmak
istiyorsan.
Affedersin.
Mersi.
Kit, Lyle'larla
Messad'a gidiyorum.
Belki sana biraz daha
şampanya bulurum.
Bou Noura'da
görüşürüz.
Sevgiler, Tunner.
Tunner'a ne oldu?
Canavarlarla gitti.
Bana minderini
bırakmış.
İyi.
Yani bir kaç gün
sonra Bou Noura'da mı buluşacağız?
Program öyle mi?
Öyle sayılır.
Evet.
Öyle mi sayılır?
Aslında, pek öyle
sayılmaz.
Port, toplanıyor
musun?
Evet, öyle.
Sonunda Bou Noura'ya
bir otobüs olduğunu keşfettim.
Bugün mü?
Evet, öğleden
sonraları kalkıyormuş.
Nereden çıkmış bu
otobüs?
Daha düne kadar yoktu.
Buralarda ulaşım
nasıl biliyorsun.
Hiç programlı değil
ki.
Bu sandık.
Meksika Uvertür'ünü bu
sandığın üzerine oturup yazmıştın, hatırladın mı?
Öyle miydi?
Evet.
Demek biz kendi
yolumuza gideceğiz.
Evet.
Evleneli epey oldu,
Port.
Bence on yıl, o kadar
da uzun değil.
Tanrı aşkına, ne
yapıyorsun?
Bir şey kutluyorum.
Ne kutladığımı
bilmiyorum ama kutluyorum.
Tanrım, neyim var
neyim yok görmeyince, ölüyorum sandım.
Mülteciler gibi
yaşıyoruz, Port.
Gemiden indiğimizden
beri, eşyalarımı çıkarmadım.
Yalnız tek bir sorun
var, burada ayna yok.
Nasıl görünüyorum?
Bir de, bağa
çerçeveli gözlüğümü gördün mü?
Hani klipsli olan.
Sen de pasaportumu
gördün mü?
Hani o fotoğraflı
olan.
Hayır!
Kaybettim.
Olamaz!
Şimdi beni çok
rahatlattın.
Oldu işte!
Tanrım, al başına
bela!
Buraya geldikten
sonra, odamda kimseyi gördün mü?
Her yeri iyice aradığından
emin misin?
Evet.
Port, üşüyor musun?
Evet, biraz.
Birilerine haber
vermeliyim.
Acele etsem, iyi olur.
Sence, acele etmek
iyi mi olur?
Bu arada; İyi
görünüyorsun.
Merhaba.
Pasaportumu
kaybetmemişim, Eric Lyle çalmış.
Sana ''Onda suçlu tipi
var,'' demiştim.
Teğmen, '' Messad'da
Yabancı Legion kışlasına götürürler, çünkü en yüksek fiyatı orada verirler,''
dedi ve Eric de Messad'a gidiyordu.
Biliyor musun?
Sahra Çölü'nün
ortasında, Eylül ayında, birisinin soğuktan donarak dolaşması bana çok tuhaf
geliyor.
El Gaa'ya gidince
daha iyi olurum.
El Gaa'mı?
Sahra'nın en güzel
şehri.
Aslında yanımda resmi
bir evrak olmadan burada kalmak biraz garip.
El Gaa'ya ne zaman
gidiyoruz?
Aslında yarınki
otobüse binebilirdik, ama doluydu.
Merak etme,
eşyalarını ben toplarım.
O zaman programımız
ne olacak?
Tunner'a ne olacak?
Ne olacak ki Tunner'a?
Bize yetişir.
Belki hala burada
oluruz.
Farkında mısın, bir mezarlıkta
duruyoruz.
Öyle mi?
Taşlara bak.
İsim yok, tarih yok.
Sadece çanak çömlek parçaları.
Bir yerde durmamız, bir
süreliğine de olsa, kalmamız gerek diye düşünmüyor musun?
- Durmak mı?
Gerçekten durmak mı?
Kalmak mı?
Belki El Gaa'da
kalabiliriz.
Orası çok güzel ve kesinlikle
daha sıcak.
Timbuctoo, El Gaa,
farketmez.
Ama seni mutlu
edecekse, daha iyi olacaksan, El Gaa'ya gideriz.
El Gaa'da kalırız.
Eğer hastalığını
satmazsan, alıcı bulamazsın.
Eğer hastalığını
satmazsan, alıcı bulamazsın.
Kurtulamazsın.
Bir dakika.
İyi haber.
Pasaportunuzu Messad'da
bulmuşlar.
Bay Tunner yarın
burada olacak.
Bay Tunner mı?
Evet, arkadaşınız.
Yarın mı?
Evet, pasaportunuzu
getirecek.
Mösyö.
Mersi.
Hayır efendim, size
söyledim.
El Gaa otobüsü bir
haftadır dolu.
Mümkün değil.
Hasta mısınız?
Hayır.
Ben değil, karım
hasta ve biz bugün; gitmeliyiz.
Mümkün değil.
Mümkün, çok mümkün.
Mümkün.
Çok mümkün.
Mümkün, çok mümkün.
Mümkün, çok mümkün.
Mümkün, çok mümkün.
Şimdi?
Mümkün mü?
- Şimdi mümkün mü?
- Mümkün.
Amerikalı mı?
N'olmuş?
Haydi, kalk.
Sırtını inciteceksin,
kalk.
Haydi, kalk.
- Port, lütfen.
Haydi.
- Ben iyiyim.
Otur, yardım edeyim.
Haydi.
Port, lütfen.
Haydi.
İşte, haydi.
Dur.
Üstünü örteyim, buz
kesmişsin.
Böyle daha mı iyi?
Tanrım!
Ben gerçekten iyi
değilim.
Gerçekten iyi değilim.
Sence ne olabilir?
Ne zaman varacağız?
Ne zaman varacağız?
Öğlene doğru mu?
- Uyumalısın.
- Yarın mı?
Haydi sevgilim,
başını böyle koy, haydi.
Uyuman gerek, tamam
mı?
Tamam mı?
Uyuyabilir misin?
Uyumak iyi gelir.
Uyuyabilir misin?
Bana ''sevgilim,''
demeyeli, bir yıldan, fazla oldu.
El Gaa, Madam.
Herşey gelir El
Gaa'ya.
Sudan'dan tuz,
devekuşu tüyü, hatta leopar derisi.
Madam!
İyi misin?
Teşekkürler.
İyi misin?
Evet, çok iyi uyudum.
Burası harika bir yer.
Aman Tanrım.
Rüzgar.
Harika.
Şuna bak.
Suit daireyi de
ayarladın mı?
Evet, ayrıca dört
yıldızlı bir lokanta da buldum.
- Şunlara bak.
- Birazdan verandada
içki servisi.
Herkesi böyle
kalabalıkta çok seviyorum.
Yalnızlarken değil
ama.
Onu demek istemedim.
Neden bu kadar Ne oldu?
Neyin var?
Kalkabilir misin?
Yardım edin!
Yardım edin!
Kalk Port, lütfen.
Kalkmaya çalış.
Lütfen kalkmaya çalış.
Yürüyebilir misin?
- Evet.
- Lütfen.
- Duyuyor musun?
Duyuyor musun?
- Evet.
Evet.
Tamam, iyisin, kalk
ve kollarını omzuma dola.
Ben, ben dilimi
ısırdım.
Şu taraftan.
Bir şey yok.
Kervansaray var mı?
O tarafta Madam.
Dilimi ısırmak nasıl
birşey diye, hep merak etmiştim.
Yürüyebiliyor musun?
- Biraz daha
yürüyebilir misin?
- Ben, bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Bir yerde biraz
kalırsan, bir şeyin kalmaz.
Port, kalk lütfen.
- Lütfen iyi misin?
- Ateşim var mı?
Evet, tatlım,
yanıyorsun.
Port lütfen.
Paniğe kapılma.
Ben sana bakacağım.
Neydi o?
Salzburg'daki otel?
Hani tabak Tabaklarında ren geyiği vardı.
- Burada kalabilir
misin?
- Ben, evet iyiyim.
- Acele et, acele et.
- Acele edeceğim.
Lütfen, Otel Du Ksar?
- İyi misin?
- Evet, iyiyim.
Üşüyorum.
Hemen döneceğim.
Lütfen, acele edelim.
Otel nerede?
Otel nerede?
Az kaldı.
Daha var mı?
Uzak mı?
Birkaç dakika.
Çok var mı?
Hayır, hayır.
Haydi.
Otel orada.
Yürü!
Haydi açın!
Lütfen kapıyı açın!
Haydi lütfen!
Neden kapıyı
açmıyorlar?
Kapıyı açın, lütfen!
Kimsiniz Madam?
Buranın sahibi
misiniz?
Sizi içeri almamı
beklemeyin.
Otelimizde salgın hastalık
hiç görülmedi.
Madam, ne salgını?
Bilmiyor muydunuz?
Bu benim hatam değil
Tamam, sakin ol.
Gelin Madam.
Nereye?
Han'a.
Evet, buradan
gitmeliyiz.
Gitmeliyiz.
Gitmeliyiz, ama şimdi
değil.
Beni dinle!
Kamyon, araba, otobüs.
Parası önemli değil.
Kesin!
Kesin!
Yeter!
Çekilin!
Port bak!
Haydi, yardım
etmelisin, tek başıma yapamam.
Haydi.
- Şimdi gel benimle.
- Flüt bitti mi?
Çalın.
- Beni duyabiliyor
musun?
- Biraz daha çalın.
Bir daha, bir daha.
Çalın, çalın.
Beni duyuyor musun?
Bir kamyon buldum.
Sba diye bir köye
gideceğiz.
Orada bir tabya
varmış.
Yabancı Legionu
varmış.
Herşey iyi olacak.
Herşey düzelecek.
Dikkat edin.
İyi misin?
İyi misin bebeğim?
İyi misin?
Madam!
Madam!
Madam!
Tifo insanı öldürür
mü?
Öldürmeyebilir madam.
Adamlarım bir yatak
getirecekler.
Çok rahat değil,
tabii.
Ama ne
bekleyebilirsiniz ki?
Sba'dasınız, Paris'te
değil.
Hapları her iki
saatte bir verin.
Cesaretinizi
kaybetmeyin, madam.
Bunları almalısın.
İki tane hap var.
Onları yutacaksın.
İşte.
Su da veriyorum.
İlaç zamanı geldi.
İlaç zamanı geldi.
Haydi bakalım.
İşte burada.
Biraz da su.
Yutmaya çalış.
Yuttun mu?
Ben dışarı çıkacağım.
Tamam mı?
Biraz hava alacağım.
Az sonra dönerim.
Ateşin biraz düşmüş.
Evet.
Merhaba.
Size yiyecek bir
şeyler getirdim.
Teşekkürler bayan.
Teşekkürler.
Biraz çorba içer
misin?
Güzele benziyor.
Biraz doğrulabilir
misin?
İyi.
İşte Port.
Yutmaya çalış.
Bir daha dene.
Haydi, lütfen biraz
daha içmeye çalış, soğumadan.
Bak.
Hapları ılık süte
karıştırdım.
Lütfen içmeye çalış.
Yutabilir misin?
Yutmaya çalışır mısın?
Sadece yut.
Biraz daha vereceğim.
Tamam mı?
Yut tatlım.
Yut tatlım.
Yutabiliyor musun?
Hayır mı?
Bir dener misin?
Yut lütfen.
Yut.
Lütfen.
Tamam.
Evet.
Geri dönmeye çalışıyordum,
ve şu anda döndüm.
Burada Kimse var mı?
Ne?
Burada kimse var mı?
Yok, yok.
Hayır, hayır, hiç
kimse yok.
Nasılsın, iyi misin?
Seni görmek güzel.
O kapı kilitli mi?
Evet.
Sana, söylemek
istediğim şeyler var.
Ama ben hepsini
hatırlayamıyorum.
Evet, tabii.
Yüksek ateşten.
- Fazla - Biraz ılık süt ister misin?
Fazla zamanımın
kaldığını sanmıyorum.
Bilmem ki - Yok, ben şimdi hemen getiririm.
- Lütfen Lütfen,
lütfen gitme.
Daha iyi olduğuna o
kadar sevindim ki.
Neredeyse
deliriyordum.
Burada hiç kimse yok,
konuşacak kimse yok.
Daha iyi olduğuna o kadar
sevindim ki.
Dinle.
Korkmamam
gerektiğini, biliyorum ama korkuyorum.
Çünkü bazen, buradan
gidiyorum.
Ve orası Çok uzaklarda.
Ve yapayalnızım.
Yapayalnızım ve
sanırım
Kimse oraya gidemez.
Ya sen?
Hayır.
Hayır, hayır orada
yatmalısın Port.
Uzaklarda, Kit.
Biliyor musun ne
kadar korkunç biliyor musun?
Bak.
Bütün bu yıllar
boyunca, senin için yaşadım ama farkında değildim.
Şimdi bunu biliyorum.
Evet, biliyorum.
- Port, ben buradayım.
- Ama şimdi
gidiyorsun.
Hayır, gitmiyorum,
işte buradayım.
- Buradayım, Port.
Buradayım.
- Hayır.
Hayır.
Burada kalacak mısın?
- Burada kalacak
mısın?
- Hayır, hayır.
Lütfen bu odada kal.
Port.
Ben buradayım.
- Kalamazsın.
- Hayır.
- Kalamazsın.
- Hayır.
Burada kal.
Lütfen.
Lütfen burada kal.
Yanımda kal.
Bana bak.
Bak.
Buradayım.
Beni görüyor musun?
Lütfen burada kal.
Lütfen gitme.
Lütfen gitme, lütfen.
Lütfen.
Doktor var mı?
Yardım eder misiniz?
Doktor var mı?
Hangi cehennemde bu
kadın?
Onu kilitlemeliydim!
Yardım edin!
Yardım edin!
Doktor yok mu?
Yardım eder misin?
Yardım edin!
N'olur!
Birisi yardım etsin!
N'olur yardım edin!
Bunu da koyabilir
misin?
Lütfen al, lütfen.
Diz.
Uyluk.
Sevdin mi?
Güle güle.
Aman Tanrım.
Evet o.
İşte o Tunner.
Ne?
Hala burada.
Haydi!
Haydi!
Hoş geldiniz Madam.
Evet, hoşgeldiniz.
Yolculuğunuz iyi
geçti mi?
- Çok yorgun
değilsiniz ya?
- Yok, hayır.
Herhalde aynı odayı
istersiniz?
Merhaba, merhaba.
Merhaba.
Amerika'ya
döndüğünüzü sanıyordum.
Ben Ne zamandır Bou Noura'dasınız?
Üç aydır.
Moresby'lerle beraber
misiniz?
Ne kadar hoş
insanlardı.
Hiç onlardan haber
aldınız mı?
Evet, iyiler.
İzninizle.
İyi günler, iyi
günler.
Buyurun Madam,
buyurun dinlenin.
Çabuk bavulları
getirin.
Haydi.
Haydi, lütfen.
Haydi.
Haydi, çabuk, çabuk!
''B.
Bir yolculuğunda
terketti.
'' Buyurun, buyurun.
Buyurun, alın.
Al şunu.
Para o, gerçek para.
Fransız parası,
görmüyor musun?
Al işte, hepsini al.
Hayır!
Ne istiyor?
Hayır, hayır, bırakın
beni!
Lütfen.
Hayır, bırakın
gideyim.
Bırakın lütfen.
Lütfen bırakın.
Aman Tanrım!
Tanrım!
Lütfen!
Nefes alamıyorum.
Nefes alamıyorum.
Bırakın!
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Bırakın!
Bayan Ketrin Moresby
mi?
Amerikan Büyükelçiliği'nden
geliyorum.
Bitap düşmüş
olmalısınız.
Buraya sizi geri götürmek
için geldim.
Ne zamandır
buradasınız?
Size Grand Otel'de
oda tuttuk.
Orada daha rahat
edersiniz.
Ahım şahım bir yer
değil tabii, ama sizin kaldığınız o iğrenç yerden bin kere daha rahattır.
Bu arada Bay Tunner diye bir arkadaşınız, buradaki
Konsolosluğa aylardır telgraf ve mektup yağdırıyor.
Sizin için çok
endişeleniyordu, biz de sizi bulduğumuzu haber verdik.
Umarım haddimi
aştığımı düşünmüyorsunuz.
Ama buraya geleceğinizden
emin olur olmaz, bu Bay Tunner'a telgraf çektim.
Buraya gelmişse hiç
şaşırmam.
Belki de oteldedir.
İşte geldik.
Taksiyi bekleteceğim.
O zaman ben gidip,
bir bakayım.
Yolunuzu mu
kaybettiniz?
Evet.
Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz
için, hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir.
Ama hiçbir şey çok tekrarlamaz
kendini.
Aslında çok az
tekrarlar.
Çocukluğunuzun bir
öğleden sonrasını, öyle ki, hayatınızı onsuz düşünemediğiniz, sizi derinden
etkilemiş bir öğleden sonrayı, daha kaç kez anımsayabilirsiniz ki?
Belki dört, beş kez
daha.
Belki o kadar bile
değil.
Dolunayın çıkışını
daha kaç kez izleyebileceksiniz?
Belki yirmi.
Ama yine de,
herşey sonsuzmuş gibi gelir.
||
« Prev Post
Next Post »