Print Friendly and PDF

Translate

Gün Batmadan (2004)Before Sunset

|


80 dk

Yönetmen:Richard Linklater

Senaryo:Richard Linklater, Julie Delpy, Ethan Hawke

Ülke:ABD

Tür:Dram, Romantik

Vizyon Tarihi:24 Şubat 2005 (Türkiye)

Dil:İngilizce, Fransızca

Nam-ı Diğer:Antes del atardecer | Before Sunrise 2 | If Not Now | Untitled Before Sunrise Sequel

Oyuncular

Ethan Hawke

Julie Delpy

Vernon Dobtcheff

Louise Lemoine Torrès

Rodolphe Pauly

Devam Filmleri

1995 - Gün Doğmadan(262,757)8.1

2004 - Gün Batmadan(228,786)8.0

2013 - Geceyarısından Önce(136,540)7.9

Özet

Amerikalı yazar Jesse ile Fransız Celine, Budapeşte'den Viyana'ya giden bir trende tanışırlar. Birbirlerinden hoşlansalar da, herşey orada kalır. Bundan dokuz yıl sonra yeni kitabının tanıtımı için Fransa'ya gelen Jesse, uçağının kalkmasına çok az bir zaman kala Paris'te Celine ile buluşur. Onlara ayrılmış bu bir kaç saati Paris manzarası içinde dolaşarak ve hiç fırsatını bulamadıkları şeylerden konuşarak ve yakınlaşarak geçireceklerdir. Richard Linklater'in uluslararası festivallerde epey ilgi gören filmi, her zaman olduğu gibi yazar/yönetmenin insan ilişkilerinin doğasına yapmayı çok sevdiği yolculuklardan biri. Zeka dolu diyaloglarıyla izleyeni ipnotize ediyor.

Altyazı

"GÜN BATMADAN" SHAKESPEARE VE ARKADAŞLAR YAZAR JESSE WALLACE ROMAN OKUMA VE SORU-CEVAP

Romanınız otobiyografik mi?

 Evet   her şey otobiyografi değil midir?

 Hepimiz dünyayı kendi küçük anahtar deliğimizden görürüz.

 Ben hep Thomas Wolfe'u düşünürüm.

 Look Homeward, Angel'ın başındaki   o bir sayfalık Okuyucuya Not'u gördünüz mü?

 Yaşamlarımızdaki her anın toplamı olduğumuzu   ve her yazarın kendi tecrübelerini kullandığını   ve bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyor.

 Kendi hayatıma baktığımda, itiraf etmeliyim ki   etrafında hiç silahlar ya da şiddet olmadı.

 Ne siyasi bir entrika, ne de bir helikopter kazası oldu.

 Ama kendi bakış açımdan hayatım heyecan doluydu.

 Bu yüzden bir kitap yazabileceğimi düşündüm   biriyle tanışmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan bir kitap.

 Yaşadığım en heyecan verici şeylerden biri   biriyle tanışmak, o bağı kurmaktı.

 Bunu değerli bir şey yapabilirsem o anı yakalayabilirsem   bu bir girişim olacaktı ya da  Sorunuza cevap verdim mi?

 Daha açık olmaya çalışayım.

 Trende tanışıp bir gece geçirdiğiniz   genç bir Fransız bayan var mıydı?

 Bakın, bana göre bu   aslında önemli değil.

 - Yani evet mi?

 Fransa'da olduğum ve kitap turnemin son durağı burası olduğu için, evet.

 Teşekkür ederim.

 Bay Wallace, kitap belirsiz bir notla bitiyor.

 Bilmiyoruz.

 Birbirlerine söz verdikleri gibi   altı ay içinde tekrar bir araya gelecekler mi?

 Söz verdikleri gibi mi?

 Bence buna nasıl cevap vereceğiniz  Bu iyi bir test, romantik misiniz, töreleri küçümseyen biri mi?

 Yani siz bir araya geleceklerini düşünüyorsunuz, değil mi?

 Size göre bu olmayacak.

 - Hayır.

 Ümit ediyorsunuz ama emin değilsiniz.

 Bu yüzden bu soruyu soruyorsunuz.

 - Sizce bir araya gelecekler mi?

 Yani gerçek hayatta siz tekrar bir araya geldiniz mi?

 Gerçek hayatta ?

 Bakın, büyükbabamın sözleriyle söylüyorum  "Buna cevap verirsem, bütün ilgi kaybolur.”

 Son bir soru için daha süremiz var.

 Bir sonraki kitabınız ne?

 Bilmiyorum dostum.

 Bilmiyorum.

 Bir şey düşünüyordum  Hep şöyle bir kitap yazmak istemiştim   her şey, bir tek pop şarkısı süresinde yaşanıyor.

 Yani üç dört dakika içinde.

 Hikaye, yani fikir şöyle; bir adam var   ve tamamen bunalımda.

 En büyük hayali, bir aşık olmak, bir maceraperest olmak   motosikletiyle Güney Amerika'da dolaşmak.

 Ama bunun yerine mermer bir masada oturmuş ıstakoz yiyor.

 İyi bir işi ve güzel bir karısı var  İhtiyacı olan her şeyi var.

 Ama bu önemli değil   çünkü hayatına bir anlam katmak için savaşmak istiyor.

 Bunu yaparken yakalayacağı mutluluğu istiyor.

 İstediğini elde edip edememek önemli değil.

 Orada öylece oturuyor ve tam o anda   beş yaşındaki küçük kızı masaya zıplıyor.

 Ve biliyor ki aşağı inmeli, yoksa bir yerini incitebilir.

 Ama kız, yazlık bir elbise içinde bu pop şarkısıyla dans ediyor.

 Adam aşağı bakıyor   ve birden bire 16 yaşında.

 Ve lisedeki sevgilisi onu eve getiriyor.

 Bekaretlerini kaybediyorlar, kız ona aşık   ve aynı şarkı arabanın radyosunda çalıyor.

 Kız arabanın üstüne çıkıp dans etmeye başlıyor.

 Adam bu sefer onun için endişeleniyor.

 Kız çok güzel, surat ifadesi aynen kızınınki gibi.

 Aslında belki de bu yüzden ondan hoşlanıyor.

 Bakın, adam bu dansı hatırlamıyor   gerçekten orada.

 İki anda da, aynı zamanda orada.

 Bir an için yaşamı, adamı kucaklıyor.

 Ve zamanın bir yalan olduğunu biliyor.

 Her şey her zaman oluyor   ve her anın içinde, başka bir an var   her şey aynı anda oluyor.

 Neyse, böyle bir fikir işte.

 Yazarımız birazdan havaalanına gidecek   bu akşamüstü burada geldiğiniz için hepinize teşekkür ederiz.

 Ve Bay Wallace'a bizimle olduğu için özel olarak teşekkür ediyoruz.

 Teşekkür ederim.

 Sonraki kitabınızla sizi yine burada görmek isteriz.

 Hepinize teşekkürler.

 Havaalanına gitmeden önce ne kadar zamanım var?

 7:30'da ayrılmalısınız.

 En geç 7:30'da.

 - Tamam.

 Selam.

 - Merhaba.

 Nasılsın?

 - İyiyim, sen?

 İyiyim, harikayım.

 Kahve içmek ister misin?

 Uçağa yetişmen gerektiğini söylemedi mi?

 Evet, ama biraz vaktim var.

 Tamam.

 - Tamam mı?

 Pekala  Dışarıda buluşuruz.

 Tamam.

 Affedersin.

 Kahve içmeye gidiyorum.

 7:15'te dönerim.

 - Bunları imzaladın mı?

 Evet, imzaladım.

 - Şoförün Philippe'in kartını al   geç kalırsan onu cepten ararsın.

 Geç kalma diye bavullarını arabaya koyarız.

 Tamam, her şey için sağ olun.

 - Teşekkür ederim.

 Hangisi Philippe?

 Burada olduğuna inanamıyorum.

 - Paris'te yaşıyorum.

 Kalmak zorunda değilsin değil mi?

 Daha konuşman gerekmiyor mu?

 Benden sıkıldılar.

 Geceyi burada geçirdim.

 Öyle mi?

 - Evet, yukarıda bir oda var.

 Nasılsın?

 Bu çok tuhaf.

 - İyiyim.

 Seni görmek güzel.

 - Seni görmek güzel.

 Bir kafeye gitmek ister misin?

 - Evet.

 Tamam.

 Az ilerde sevdiğim bir tane var.

 Seni orada ilk gördüğümde, telaşlanacağımı sandım.

 Burada olacağımı nereden bildin?

 Paris'teki en sevdiğim kitapçıdır.

 Saatlerce oturup okuyabilirsin.

 Bayılıyorum.

 Pireler var ama  Biliyorum.

 Galiba dün gece kafamda bir kedi uyudu.

 Resmini bir ay kadar önce takvimde gördüm   ve orada olacağını öğrendim.

 Tuhaf çünkü kitabın hakkında bir makale okudum   hayal meyal tanıdık geldi.

 - Hayal meyal?

 Evet.

 Ama resmini görene kadar tam anlayamamıştım.

 Okuma fırsatın oldu mu?

 Evet, ben  Tahmin edebileceğin gibi gerçekten çok şaşırdım.

 Aslına bakarsan iki kere okumam gerekti.

 Öyle mi?

 - Evet.

 Hayır, hoşuma gitti.

 Çok romantik.

 Genelde romantik hikaye beğenmem ama bu çok iyi yazılmış.

 Çok iyi yazmışsın.

 Tebrikler.

 - Teşekkür ederim.

 Dur.

 - Ne oldu?

 Bir yere gitmeden önce, bir şey sormalıyım.

 Tabii.

 Nedir?

 Aralık'ta Viyana'ya gittin mi?

 Sen?

 - Hayır, gidemedim.

 Sen?

 Bilmem gerek.

 Benim için önemli.

 - Sen gitmediysen niye önemli ki?

 Sen gittin mi?

 Hayır.

 Tanrıya şükür gitmemişsin.

 Aman Tanrım.

 - Çok şükür gitmemişsin.

 İyi ki ikimiz de gitmemişiz.

 Birimiz yalnız gitseydi   berbat bir şey olurdu.

 - Kendi kendimi üzmüşüm.

 Orada olamadığım için berbat hissettim ama gidemedim.

 Büyükannem öldü ve o gün gömüldü, 16 Aralık'ta.

 Budapeşte'deki mi?

 - Evet.

 Hatırlıyor musun?

 Her şeyi hatırlıyorum.

 - Tabii, kitabında da vardı.

 Neyse, Viyana'ya uçmak üzereydim   ve ölüm haberi geldi ve tabii cenazeye gitmem gerekti.

 Evet, bunu duyduğuma üzüldüm.

 Biliyorum.

 Ama sen de gitmemişsin.

 Dur.

 Sen niye gitmedin?

 Ben gidebilseydim giderdim.

 Planlar yaptım 

İyi bir nedenin olsa iyi olur.

 Ne?

 Olamaz.

 Sen oradaydın değil mi?

 Olamaz, bu çok kötü.

 Gülüyorum ama yanlış anlama.

 Benden nefret ettin mi?

 Etmiş olmalısın.

 Bunca zaman benden nefret mi ettin?

 - Hayır.

 Evet, ettin.

 - Hayır.

 Ama benden şu anda nefret edemezsin, değil mi?

 Yani büyükannem 

- Nefret etmiyorum.

 Onemli değil.

 Oraya kadar gittim ama sen gelmedin.

 Hayatım o zamandan beri kötüleşiyor ama sorun değil.

 Hayır, şaka yapıyorum.

 - Böyle söyleme.

 Buna inanamıyorum.

 Bana çok kızmış olmalısın.

 Çok üzgünüm.

 Orada olmayı dünyadaki her şeyden çok istedim.

 Gerçekten, yemin ediyorum 

- Bana kızamazsın, büyükannem  Biliyorum.

 Bunun gibi bir şey olduğu aklıma gelmişti zaten.

 Kesinlikle hayal kırıklığına uğramıştım ama 

En çok da telefonlarımızı almadığımıza kızdım.

 Bu çok aptalcaydı.

 Hiçbir şekilde temas kuramadık.

 Hiçbir şey yoktu.

 - Soyadını bile bilmiyordum.

 Yazmaya ve aramaya başlarsak romantizmin yavaş yavaş   yok olacağından korkuyorduk.

 - Sana olan ilgim bitmedi.

 Hayır, elbette bitmedi.

 Kaldığımız yerden devam etmek istedik.

 İkimiz de gelebilseydik iyi olacaktı.

 Evet  Viyana'da ne kadar kaldın?

 - Birkaç gün.

 Başka bir kızla tanıştın mı?

 Evet, Gretchen adında harika bir kızdı.

 Aslında kitap ikinizin bir bileşimi.

 Hayır, dalga geçiyorum.

 İnanmazsın.

 Tren istasyonuna bile gittim.

 Geç kalırsan diye otel numaramın olduğu notlar bıraktım.

 Aptallıktı.

 - Bu tarafa gidelim.

 Arayan oldu mu?

 Sadece müşteri arayan birkaç fahişe.

 Korkunç bir şey, yani ne söyleyeyim ki?

 Çok üzücü.

 Özür dilerim.

 Birkaç gün oralarda dolaştım.

 Sonunda eve döndüm.

 Babama iki bin dolar borçlandım   beni Fransız kadınları hakkında uyarmıştı.

 Sana Fransız kadınları hakkında ne söyledi?

 Hiç.

 Hiç Fransız bir kadınla tanışmamış.

 Mississippi'nin doğusundan hiç ayrılmamış.

 Neden romana "6 ay sonra Fransız şıllık gelmedi" diye yazmadın?

 Hayır, yazdım.

 Yazdın mı?

 - Hayır.

 Daha umut verici yaptım.

 Senin geldiğin uydurma bir versiyon yazdım.

 Oh, nasıl oluyor?

 - Şey  Ne?

 10 gün hiç durmadan sevişiyoruz, bir kısmı bu.

 İlginç.

 Yani Fransız bir kaltak?

 - Evet, kesinlikle.

 Daha sonra birbirlerini daha iyi tanımaya başlıyorlar   ve hiç anlaşamadıklarını anlıyorlar.

 Hoşuma gitti.

 Daha gerçekçi.

 - Editörüm böyle düşünmedi.

 Herkes aşka inanmak istiyor.

 Bu satıyor.

 Evet, kesinlikle.

 İşler senin için yolunda gidiyor, değil mi?

 Yani  Kitabın Amerika'da bestseller.

 - Küçük bir bestseller.

 Yapma.

 - Tamam.

 Resmi olarak, evet.

 Çoğu insan Moby Dick'i okumamış.

 Benim kitabımı niye okusunlar?

 Ben de Moby Dick'i okumadım ama kitabını beğendim.

 Teşekkür ederim.

 - O geceyi idealleştirdiğini   düşünsem bile hoşuma gitti.

 Yapma, bu uydurma bir öykü.

 Yani böyle yapmazsam

  - Biliyorum.

 Bazı yerlerde beni şey yapmıştın  Yani, onu.

 Hayır, beni.

 Neyse.

 Fazla evhamlı yapmışsın.

 - Ama zaten biraz evhamlısın.

 Evhamlı olduğumu mu düşünüyorsun?

 - Hayır, dalga geçiyorum.

 Nerede yapmışım bunu?

 Böyle bir şey yapmadım.

 Belki bana öyle gelmiştir 

Karakterin sana dayandırıldığını bilerek bir şey okumak   hem gurur verici, hem de rahatsız edici bir şey.

 Nasıl rahatsız edici oluyor?

 Bilmiyorum.

 Başka birinin hafızasının bir parçası olmak.

 Kendimi senin gözlerinden görmek.

 Kitabı yazman ne kadar sürdü?

 Aralıklı olarak, üç dört yıl kadar.

 Vay canına, bir gece hakkında yazmak için uzun bir süre.

 Evet, biliyorum.

 Bir de bana sor.

 Hep beni unuttuğunu sanıyordum.

 Hayır, resmin beynimde çok netti.

 Sana bir şey söylemeliyim.

 - Ne?

 Çok uzun süre seninle konuşmak istedim.

 Bu gerçek olamaz.

 Bence her şey

 Ne kadar vaktimiz var?

 20 dakika 30 saniye mi?

 Daha fazla var.

 Seni tanımak istiyorum.

 Neler yapıyorsun?

 Nelerden hoşlanırsın?

 Nereden başlayayım?

 Yeşil Haç'ta çalışıyorum.

 Çevreci bir örgüt.

 Nasıl bir şey?

 Farklı çevresel sorunlar üzerinde çalışıyoruz   temiz sudan, kimyasal silahlardan arınmaya kadar.

 Çevre hakkındaki uluslar arası yasalar.

 Onlar için ne yapıyorsun?

 - Bu tarafa gidiyoruz.

 Değişik şeyler.

 Geçen yıl bir ara Hindistan'daydım bir su arıtma tesisinde çalıştım.

 Oradaki pamuk sanayi büyük kirliliğe neden oluyor.

 Gerçekten önemli bir şeyler yapıyorsun.

 Ben de dahil birçok insan sadece oturup söyleniyoruz.

 Amerika'nın dünyanın tüm kaynaklarını tüketmesi   ciplerin kötü bir şey olduğu, küresel ısınma  Fransız karşıtı Amerikalı'lardan olmadığına sevindim.

 Peki bu işe nasıl girdin?

 Hükümet için çalışmak umuduyla, siyasal bilimlerden mezun oldum.

 Ve bir süre çalıştım.

 Korkunçtu.

 - İyi değil miydi?

 Hayır.

 Neyse, çok sıkılmıştım.

 Şu tarafa gidelim.

 Dünyanın nasıl mahvedildiği hakkında   arkadaşlarla sonu gelmeyen sohbetler ediyorduk.

 Sonra gerçekten yapmak istediğim şeyin   düzeltilebilecek şeyler bulmak ve düzeltmek olduğuna karar verdim.

 Her zaman böyle harika bir şeyler yaptığını düşündüm.

 Gerçekten.

 Sağ ol.

 Böyle bir iş yaptığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

 Evet.

 Ben aslında sırayla her şeyin değiştirilemeyecek kadar   berbat olduğunu ve bazı şeylerin iyiye gittiğini düşünüyorum.

 İyiye mi?

 Bunu nasıl söylersin?

 Demek istediğim  Tuhaf geldiğini biliyorum ama iyimser olabileceğimiz şeyler var.

 Kitabının sattığını biliyorum, bu harika, senin adına seviniyorum.

 Ama sana bir haber vereyim; Dünya şu anda felaket durumda.

 Batı'dan bakınca her şey iyiye gidiyor olabilir tabii.

 Sanayiyi, ucuz iş gücü olan ve çevre koruma yasaları olmayan   gelişmekte olan ülkelere kaydırıyoruz.

 Silah sanayi uçuyor.

 Bir yılda önlenebilir, suyla bulaşan hastalıklardan 5 milyon insan öldü.

 Dünya nasıl iyiye gider?

 Kızgın değilim.

 Ama bilmek istiyorum.

 İlgileniyorum.

 Dünyada çok ciddi sorunlar olduğunun farkındayım.

 Tamam.

 Teşekkür ederim.

 - Yani Asya pazarında   bir yayımcım bile yok.

 - Tamam.

 Dur de.

 - Ne?

 Dur.

 Artık daha bilinçliyiz.

 İnsanlar karşı koyacaktır.

 Dünya senin gibi eğitimli ve fikrini söyleyen   insanlar yüzünden daha iyiye gidiyor olabilir.

 Konuşmamızın konusu olan çevre meseleleri bile   kısa süre öncesinde kadar kelime haznemizde yoktu.

 Giderek bir düstur oluyorlar ve sonunda beklenen olabilir.

 Söylediklerine katılıyorum ama aynı zamanda tehlikeli.

 Emperyalist bir ülke bu tür bir düşünceyi   ekonomik açgözlülüğünü haklı çıkarmak için kullanabilir.

 Aklında özel bir emperyalist ülke var mı, Fransız?

 Hayır, yok.

 - Hayır mı?

 Oraya oturalım mı?

 - Evet, burası mükemmel.

 Vay canına.

 Belki de dünya   aynı bir insan gibi gelişerek evrim geçiriyordur.

 Örneği ben.

 Daha kötüleşiyor muyum?

 Gelişiyor muyum?

 Bilmiyorum.

 Daha gençken, daha sağlıklıydım   ama güvensizlik beni enkaz haline getiriyordu.

 Artık daha yaşlıyım ve sorunlarım daha ciddi   ama onlarla baş etmek için daha donanımlıyım.

 Ne sorunların var?

 Şu anda hiç sorunum yok.

 Sadece   burada olduğum için çok mutluyum.

 Ben de.

 Ne zamandır Paris'tesin?

 Dün gece geldim.

 12 günde 10 şehir dolaştım.

 Çok yoruldum.

 Bittiği için çok mutluyum.

 Seyyar satıcı olmaktan sıkıldım.

 Selam.

 - Merhaba.

 Ne istersin?

 Bir fincan kahve.

 Bu kafeyi sevdim.

 Keşke Amerika'da da böyle yerler olsa.

 Evet, orada yaşarken kafeleri ben de özlerdim.

 Hoşuma giden birkaç yer buldum ama  Amerika'da mı yaşıyordun?

 - Evet, 96'dan 99'a kadar.

 New York Üniversitesi'ndeydim.

 Tanrım, buna inanamıyorum, Celine.

 Ne oldu?

 - Hayır, sadece  Hiçbir şey.

 Yani  - Ne?

 98'den beri New York'tayım.

 Yani aynı zamanlarda oradaymışız.

 New York'ta mı?

 - Evet.

 Çok tuhaf.

 Aslında sana rastlayabilirdim birkaç kez   ama küçük bir olasılık, değil mi?

 Hangi şehirde olduğunu bile bilmiyordum.

 Texas'ta bir yerde değil miydin?

 - Evet, kesinlikle.

 Ben  Uzun süre oradaydım.

 New York'u denemek istedim.

 Seni buraya ne getirdi?

 Mastırımı bitirdim   ve vizemin süresi doldu.

 Ve paranoyaklaşmaya başlıyordum.

 Medyadaki şiddet 

Çete şiddeti, cinayetler, özellikle seri katiller 

Ama sabrımı taşıran son damla şey oldu   bir gece yangın çıkmadan sesler geldiğini duydum   911'i aradım ve sonunda polisler geldi.

 Üç saat sonra falan.

 - Tecavüze uğrayıp ölmemden sonra.

 Hayır, bir erkek bir de bayan memur geldi.

 Duyduğum şeyleri anlatıyordum ki   kadın memur polis arabasını çekmeye gitti.

 Erkek polisle yalnız kalmıştım.

 Bana hemen silahım olup olmadığını sordu.”

Tabii ki yok" dedim.”

Bir tane alsan iyi olur" dedi.”

Burası Amerika, Fransa değil" dedi.

 Silah kullanmayı bilmediğimi   ve silahlara ilgim olmadığını söyledim.

 O zaman silahını çıkardı ve şöyle dedi: "Bir gün böyle bir şeyi yüzüne dayayacaklar   ve uzun yaşamak istiyorsan   onlarla kendi aranda bir seçim yapmak zorunda kalacaksın.”

 Ve gittiler.

 Ertesi sabah silah ruhsatı için müracaat ettim.

 Ben ve silah.

 Yani bu gerçekten ürkütücü.

 Ama sonra ters bir şey olduğunu fark ettim.

 Polisin silahını çıkarması ve diğer şeyler  Böylece silah müracaatımı iptal ettim   ve o polisi arayıp ondan şikayetçi olmaya çalıştım.

 Sonra ne oldu?

 - Çok fazla evrak işi vardı   sonra da korktum, boktan öğrenci vizemle 

Sınır dışı edileceğini düşündün.

 - Kesinlikle.

 Vazgeçtim   ve bütün olanları unuttum.

 Ama galiba hiç unutmayacağım.

 - Herhalde.

 Ama yine de orada olmak hoşuma gitti.

 Amerika'da özlediğim çok şey var.

 - Oyle mi?

 Ne gibi?

 Pekala 

İnsanların havası genel olarak iyi.

 Bazen sahte olsa da.

 Mesela, "Nasılsın?”

 "Harika.”

 "Sen nasılsın?”

 "Harika!”

 "İyi günler!”

 Bilmiyorum.

 Parisli'ler çok aksi olabilir.

 Fark ettin mi?

 Hayır, bana herkes çok mutlu görünüyor.

 Mutlu değiller.

 Hayır.

 - Mutlu değiller mi?

 Bilmiyorum.

 Fransız erkeklerini kastediyorum.

 Beni delirtiyorlar.

 Ne olmuş onlara?

 Çok tatlılar.

 Harikalar, etrafta takılırlar   yemeği, şarabı severler, çok iyi aşçıdırlar.

 Ama onlarla şansım pek yaver gitmedi.

 Niye?

 Nasıl yani?

 Bence pek de  - Ne?

 Neydi o kelime?

 Şehvetli?

 Pek şehvetli değiller.

 - Şehvetli mi?

 Bu konuda Amerikalı olduğum için gurur duyuyorum.

 Duymalısın.

 Sadece o konuda.

 Hiç Doğu Avrupa'ya gittin mi?

 Doğu  Hayır, gitmedim.

 Teşekkürler.

 Lisedeyken Varşova'ya gitmiştim   o zamanlar sıkı bir komünist rejim vardı.

 Ki bunu hiç onaylamıyorum.

 - Bundan eminim.

 Hayır ciddiyim.

 - Dalga geçiyorum.

 Neyse, orada olmak çok ilginçti.

 Birkaç hafta sonra, içimde bir şeyler değişti.

 Şehir oldukça kasvetli ve sıkıntılıydı   ama bir süre sonra, düşüncelerim daha netleşti.

 Günlüğüme daha çok şey yazıyordum   hiç düşünmediğim fikirler.

 - Komünist fikirler mi?

 Bak, ben 

- Affedersin.

 Tamam.

 - Devam et.

 Tamam, Daha sonra seni bir işçi kampına göndereceğim.

 Niye öyle farklı hissettiğimi anlamam biraz vakit aldı.

 Bir gün, Yahudi mezarlığında yürürken   neden bilmiyorum ama aklıma orada geldi   son 2 haftamda alışkanlıklarımın çoğundan uzaklaştığımı fark ettim.

 TV anlamadığım bir dildeydi   satın alacak hiçbir şey yoktu, hiçbir yerde reklam yoktu   tek yaptığım   yürümek, düşünmek ve yazmaktı.

 Beynim dinleniyor gibiydi   tüketim çılgınlığından kurtulmuştu.

 Doğal bir sarhoşluk hissediyordum.

 İçim huzur doluydu.

 Başka bir yerde olma arzusu   alışveriş isteği yoktu  Başlarda sıkılmış olabilirim   ama sonra aşırı duygusal oldum.

 Çok ilginçti.

 9 yıl önce Viyana'da yürüdüğümüze inanabiliyor musun?

 9 yıl mı?

 Hayır, bu imkansız.

 - 9 yıl.

 Sanki iki ay önce gibi.

 Ama 94 yazıydı.

 Farklı görünüyor muyum?

 Farklı mıyım?

 Seni çıplak görmem gerekir.

 Ne?

 - Biliyorum, özür dilerim.

 Saçın daha farklıydı.

 Aynı  Açıktı.

 - Evet, açıktı.

 Tamam, açıktı.

 Evet.

 Evet?

 İşte.

 Başka?

 Hadi.

 Söyle.

 Daha incesin galiba.

 Daha zayıfsın.

 O zaman şişman mıydım?

 Hayır  - Evet, şişman olduğumu düşünüyordun.

 Evet öyle düşünmüyordun.

 Şişman bir Fransız kızıyla ilgili kitap yazdın.

 Hayır, dinle.

 - Olamaz.

 Ciddiyim.

 Çok güzel görünüyorsun.

 Ben farklı görünüyor muyum?

 Hayır, hiç.

 Aslında buranda bir çizgi var.

 Biliyorum.

 - Bir yara izi gibi.

 Yara izi mi?

 Kurşun yara sı gibi mi?

 - Hayır, hoşuma gitti.

 Uzgünüm.

 Geçen gün tuhaf, korkunç bir rüya gördüm.

 Bu korkunç kabusumda 32 yaşımdaydım.

 Ve sonra uyandım, 23 yaşımdaydım, çok rahatladım.

 Sonra gerçekten uyandım ve 32 yaşımdaydım.

 Vay canına.

 Bazen olur.

 - Urkütücü.

 Zaman hızla akıp gidiyor.

 Çünkü 20 yaşından sonra   beynimiz yenilenmiyor, yani ondan sonrası bayır aşağı.

 Ben yaşlanmayı seviyorum.

 Hayat daha  Hayatı anı anına yaşıyorum.

 Bazı şeylerin değerini daha iyi biliyorum.

 Evet, ben de öyle.

 Çok hoşuma gidiyor.

 Eskiden   bir orkestrada bateristtim.

 Sahi mi?

 - Evet.

 Aslında oldukça iyiydik.

 Ama solistimiz bize bir plak anlaşması yapmaya çok hevesliydi.

 Sürekli daha büyük gösterilere çıkmayı konuşuyorduk.

 Her zaman tamamen geleceğe odaklanıyorduk.

 Ama şimdi   artık o orkestra yok.

 Geriye dönüp bakınca, çaldığımız konserler   hatta provalar bile çok eğlenceliydi.

 Şimdi olsa her anının tadını çıkarırdım.

 Bir nefes alabilir miyim?

 Kitabın yayımlandı.

 Bu da önemli bir gelişme.

 Tüm Avrupa'yı gezdin.

 Her anın tadını çıkarıyor musun?

 Pek değil.

 - Pek değil mi?

 Hayır.

 Başka sigaran var mı?

 - Evet, tabii.

 Al.

 Benim işimde, gördüğüm insanlar  Afedersin.

 İnsanlar bu işe idealist düşüncelerle başlıyor   daha iyi bir dünya yaratma fikrinin lideri olmak istiyorlar.

 Amaç hoşlarına gidiyor, süreç değil.

 Doğru.

 - Ama işin gerçeği   bazı şeyleri geliştirmek küçük başarılarla oluyor.

 İnsan asıl bundan keyif almalı.

 - Tam olarak ne demek istiyorsun?

 Meksika'daki köylere yardım eden bir organizasyonda çalışıyordum.

 Kalemleri alıp, küçük kasabalardaki çocuklara   nasıl göndereceklerini düşünüyorlardı.

 Konu büyük, devrim niteliğinde fikirler değildi.

 Olay kalemlerdi.

 Gerçek işi yapan insanlar, asıl üzücü tarafı da bu zaten   kendinden en çok şey veren, çok çalışan   dünyayı iyileştirme yeteneğine sahip insanlar   genellikle bir lider olma güvenine ve hırsına sahip değiller.

 Yüzeysel ödüllerle hiç ilgilenmiyorlar.

 Basında isimlerinin çıkması umurlarında değil.

 Asıl diğerlerine yardım etme sürecinden keyif alıyorlar.

 O anı yaşıyorlar.

 - Evet ama bu çok zor   yani anı yaşamak, bazen kendimi   hiçbir şeyden memnun olmamak için yaratılmış gibi hissediyorum.

 Sanki sürekli durumumu iyileştirmeye çalışıyor gibiyim.

 Bir arzumu tatmin ediyorum, bu sefer başka bir arzu doğuyor.

 Ama sonra "ne yapalım" diyorum.

 Arzu, hayatın yakıtıdır.”

Hiçbir şey istemeseydik, asla mutsuz olmazdık"   sence bu doğru mu?

 Bilmiyorum.

 Hiçbir şey istememek, bunalım belirtisi değil midir?

 Evet, öyledir değil mi?

 Yani bir şeyler istemek sağlıklı bir şey.

 Evet.

 Bilmiyorum.

 Budistler her zaman böyle diyor.

 Kendinizi isteklerinizden kurtarın, zaten ihtiyacınız olan   her şeyiniz var.

 - Ama temel ihtiyaçların   dışında bir şey istediğimde kendimi canlı hissediyorum.

 İstemek; ister başka bir insana yakın olmayı istemek   ister bir çift ayakkabı istemek olsun, güzel bir şey.

 Hep yenilenen isteklerimiz olmasını seviyorum.

 Belki sadece bir ad verme duygusudur.

 Hani yeni bir ayakkabıyı hak ettiğini hissedersin ya?

 Alamadığın için kızmadığın sürece, bir şeyler istemekte sorun yok.

 Hayat zor.

 Oyle olmalı zaten.

 Acı çekmeseydik, hiçbir şey öğrenmezdik.

 Sen Budist misin?

 Hayır.

 - Hayır mı?

 Niye?

 Bilmiyorum.

 Hiçbir dine mensup olmamamla aynı şey yüzünden.

 Uzun süre önce her şeye açık olmaya karar verdim   ama bir tek inanç sistemine inanmayacaktım.

 Birkaç yıl önce Trap keşişlerinin manastırına gitmiştim.

 Trap keşişleri mi?

 - Evet, Katolikler.

 Niye böyle bir şey yaptın?

 - Neden mi?

 Bazı şeyler okumuştum.

 İlginç olacağını düşündüm.

 Keşişlerle ya da rahibelerle vakit geçirdin mi?

 Hayır.

 Benim tarzım değil.

 - Oyle mi?

 Ters ve öfkeli insanlar olduklarını sanıyordum ama öyle değilmiş.

 Çok esprili ve cana yakın insanlar.

 Gerçekten, her şeye uyum sağlıyorlar  Kimseyi zorlamıyorlar.

 Tanrıyla ya da neyin ebedi olduğunu düşünüyorlarsa onunla   barış içinde yaşamak ve ölmek istiyorlar.

 Onlarla birlikte olmak insana hayata veriyor.

 Tanıştığın bir çok insanın   daha iyi bir yerlere varmaya çalıştığını anlıyorsun.

 Daha fazla para, saygı kazanmaya   insanların onlara hayran olmasına çalışıyorlar.

 Bu çok yorucu bir şey.

 Ciddiyim.

 - İnsanın kendi olması da yorucu.

 İşte ben burada daha ruhani olmaya çalışıyorum.”

Daha iyi bir insan olmak istiyorum.”

 Kaçamıyorsun.

 Uzun yıllar önce Budist olmak isteyen bir erkek arkadaşım vardı.

 O manastırlardan birini görmek için Asya'ya gitti.

 Bunu ben de düşündüm.

 - Gitmelisin.

 Nedenini söyleyeyim.

 Yakışıklı biriydi, ne zaman o manastırlardan birine gitse   bir keşiş ona oral seks yapmayı teklif ederdi.

 Bu gerçek.

 Sonuçta her şey buna geliyor, değil mi?

 Bu yüzden yaptığın şeye hayranım.

 Nasıl yani?

 Oral seks mi?

 Hayır.

 - Hayır.

 Yanlış cevap.

 Hayır, hayattan kopuk değilsin diyecektim.

 İsteklerini eyleme geçiriyorsun.

 Deniyorum.

 Biliyor musun?

 8 saat boyunca   uçaklarda ve havaalanlarında olacağım.

 Paris'i biraz daha görmek istiyorum.

 Benimle yürümek ister misin?

 - Evet.

 Olur mu?

 - Harika olur.

 İster misin?

 - Evet.

 Hadi gidelim.

 Borcumuz ne?

 4 buçuk mu?

 Ben hallederim, günlük masraflarımı karşılıyorlar.

 Bu kadar bahşiş yeter mi?

 - Evet, yeter.

 Fazla bile.

 - Bunu da bırakayım.

 Buralarda gidecek bir yer var mı?

 - Bugün indirim günü.

 O nedir?

 - Paris'te her şey indirimde.

 Yılda iki kez olur.

 Tamam, alışverişe gidelim.

 Hayır.

 Kötü bir fikir.

 Sana bunu yapamam.

 Bu delilik.

 Şurada bir yol var.

 Çok güzeldir.

 Tamam.

 Alışverişten daha iyidir.

 Senin istediğini yapmak istemediğimden değil.

 Bazen bir şey almaya ihtiyacım olmuyor.

 Bir şeylere denemekten ve bakmaktan başım dönüyor.

 Buraya mı gidiyoruz?

 Bir psikoterapist bunun iyi olduğunu söyler.

 Sahi mi?

 Sen terapiye gittin mi?

 - Hayır.

 Terapide gibi mi görünüyorum?

 - Şaka yapıyorum.

 Cinsel sorunlarına iyi geliyor mu?

 - Cinsel sorunlarım mı?

 Dalga geçiyorum.

 - Bana gerçeği söyle.

 Bizim hiç sorunumuz yoktu.

 - Hayır, şaka yapıyorum.

 Biz seks bile yapmadık.

 - Bu bir espriydi tamam mı?

 Hayır, yapmadık.

 Bu yüzden çok özel bir geceydi.

 Elbette yaptık.

 - Hayır, yapmadık.

 Senin prezervatifin yoktu ben de o olmadan yapmam.

 Aşırı paranoyağımdır.

 İmkansız bir şey  Neler olduğunu hatırlamaman beni korkutuyor.

 Hayır, dinle   ben kitap yazmadım ama günlük tuttum   ve o bütün o geceyi yazdım.

 Bunu kast etmiştim, idealleştiriyorsun.

 Pekala, kullandığımız prezervatifin markasını bile hatırlıyorum.

 Bu iğrenç bir şey.

 Duymak istemiyorum.

 İğrenç falan değil.

 - Hayır.

 Eve döndüğümde 94 günlüğümü kontrol edeceğim ama haklıyım biliyorum.

 Dur bir dakika.

 - Ne?

 Mezarlıkta mıydı?

 - Hayır.

 Hayır, mezarlığa akşamüstü gittik.

 Gece yarısı parkta oldu.

 Parkta mı?

 - Dur biraz.

 Ben  Bu unutulacak bir şey mi?

 Parkı hatırlamıyor musun?

 Tamam, bir dakika.

 Haklı olabilirsin  Benimle kafa buluyorsun.

 Hayır.

 - Benimle kafa mı buluyorsun?

 Hayır.

 Üzgünüm.

 Galiba  Sen iyisin, değil mi?

 Bazen bazı şeyleri kafamdaki çekmecelere koyar ve unuturum.

 Onlarla yaşamaktansa, bazı şeyleri unutmak daha az acı veriyor.

 Yani o gece senin için üzücü bir anı mıydı?

 Özellikle o geceyi kast etmedim.

 Bazı şeylerin unutulması daha iyidir dedim.

 O geceyi tüm yıllardan daha iyi hatırlıyorum.

 Ben de.

 - Sahi mi?

 Hatırladığımı sanıyordum.

 Belki de buluşacağımız gün büyükannemin cenazesi   olduğu için aklımdan çıkarmışımdır.

 Benim için zor bir gündü ama senin için daha kötü olmalı.

 İnanılmazdı.

 Tabuttaki ölü bedenine baktığımı hatırlıyorum   o güzel elleri, beni tutan o elleri o kadar sıcak ve hoştu ki   ama o tabuttaki şey, onu hatırladığım gibi değildi.

 Bütün sıcaklığı gitmişti.

 Ağlıyordum.

 Onu mu, seni mi, hanginizi bir daha   göremeyeceğim için ağlıyordum bilmiyorum.

 Bu şekilde konuştuğum için üzgünüm.

 Bu hafta biraz moralim bozuktu.

 Neden?

 - Bilmiyorum.

 Kötü bir şey değil  Kitabını okuduğum içindir belki.

 O yaz ve sonbaharda ne kadar umut dolu olduğumu düşününce   ve o zamandan beri de  Bilmiyorum.

 Geçmişi yeniden yaşamak zorunda değilsen, hafıza harika bir şey.”

Geçmişi yeniden yaşamak zorunda değilsen, hafıza harika bir şey.”

 Bunu arabamın arkasına yazabilir miyim?

 O gecemiz hakkında bir kitap yazsaydın, bu iyi bir başlık olurdu.

 Ve tamamen farklı bir kitap olurdu.

 - Evet, hiç seks sahnesi olmazdı.

 Ama biliyor musun?

 - Ne?

 Artık yeniden karşılaştığımıza göre   16 Aralık anımızı değiştirebiliriz.

 Artık birbirimizi hiç görmediğimiz o üzücü sonu yok.

 Doğru.

 Galiba yaşadığın sürece bir anı asla bitmez.

 Evet, biliyorum.

 Çocukluğumdan bir anım var   hiç yaşanmadığını fark ettim.

 - Neymiş o?

 8 ya da 9 yaşımdayken, geceleri piyano dersimden eve gelirken   annem o kadar paranoyak olurdu ki   beni pis adamların şeker vermesi   ve pipilerini göstermeleri hakkında uyarırdı.

 Buna kafayı o kadar takmıştı ki, daha sonra hayatımda   bu görüntü gerçekten yaşanmış gibi geldi.

 Eve yürürken seks yaptığımı bile düşündüm.

 Bazen, hatta şimdi bile   seks yaparken, kendimi o sokakta yürürken görüyorum.

 Yemin ederim.

 Çok tuhaf, değil mi?

 Bu sokak yakınlarda mı?

 Yani

 - Yapabilir miyiz?

 Hayır.

 Çok uzakta.

 Çocukken günlük tutar mıydın?

 Evet, ara sıra.

 Tuhaf, geçen gün 83'teki günlüklerimden   birini okudum.

 - Öyle mi?

 Ve beni şaşırtan şey   o zaman da hayatla ilgili düşüncelerim aynıymış.

 Daha umut dolu ve safmışım   ama özüm ve hislerim tamamen aynı.

 Bu, hiç değişmediğimi fark etmemi sağladı.

 Bence kimse değişmiyor.

 İnsanlar kabul etmek istemiyor ama doğuştan gelen bir kişiliğimiz var   ve olan şeyler hemen hemen bu mizacımızı değiştirmiyor.

 Buna inanmıyor musun?

 - Galiba.

 Piyango kazanan ve belden aşağısı felç olan insanları   inceledikleri bir çalışma okumuştum.

 Birinde çok sevineceğini diğerinde intihar edeceğini düşünürsün.

 Ama bu inceleme gösteriyor ki, 6 ay sonra   insanlar yeni durumlarını alışır alışmaz   aşağı yukarı aynı oluyorlar.

 - Aynı mı?

 Evet.

 Yani iyimser, sokulgan biriyse   tekerlekli sandalyede de iyimser, sokulgan bir insan oluyor.

 Eğer dar kafalı, mutsuz bir herifse   yeni Cadillac'ı, teknesi ve eviyle de mutsuz bir dar kafalı oluyor.

 Yani hayatımda harika şeyler olsa da ben hep kederli mi olacağım?

 Kesinlikle.

 - Harika.

 Hayır, yapma, şu an kederli misin?

 Hayır, kederli değilim.

 Ama bazen endişeleniyorum.

 İstediğim her şeyi yapamadan   hayatımın sonuna geleceğim.

 - Ne yapmak istersin?

 Ben  Daha çok resim yapmak, her gün gitar çalmak isterim.

 Ben Çince öğrenmek, daha çok şarkı yazmak isterim.

 Yapmak istediğim çok şey var ama sonuçta pek bir şey yapmıyorum.

 Peki şunu sorayım: Hayaletlere ruhlara falan inanır mısın?

 Hayır.

 Hayır mı?

 - Hayır.

 Peki reenkarnasyon?

 - Hiç inanmam.

 Tanrı?

 - Hayır.

 Peki.

 - Kulağa korkunç geliyor.

 Hayır.

 Ama hiçbir büyüye inanamayan o insanlardan olmak istemiyorum.

 O zaman astroloji?

 - Evet, elbette!

 İşte.

 - Astroloji mantıklı değil mi?

 Sen Akrepsin, ben Yay, uyumluyuz.

 Hayır, hayır.

 Einstein'ın çok sevdiğim bir sözü var.”

Hiçbir büyü ya da gizeme inanmıyorsan, aslında   bir ölüsün demektir" demiş.

 - Bunu beğendim.

 Ben her zaman evrenin gizemli bir özü olduğunu düşündüm.

 Ama kısa süre önce, benim, kişiliğimin, neyse  Burada kalıcı bir yerim yok biliyorsun.

 Ölümsüzlükte ya da her neyse  Ve bunu düşündükçe, hayatımı, hayat önemli değil diyerek geçiremiyorum.

 Hayat bu!

 Hayatımı gerçekten yaşıyorum.

 Sence ne ilginç?

 Ne komik?

 Ne önemli?

 Her gün, son günümüz.

 Böyle hissedince, genelde annemi arayıp onu sevdiğimi söylerim.

 Sahi mi?

 - Ve o da her zaman şöyledir:

 "İyimisin?

 Kanser mi oldun?

 İntihar mı edeceksin?”

 Onu sevdiğimi söylemem önemsizmiş gibi.

 Peki ya biz?

 Ne olmuş bize?

 - Hayır, demek istediğim   ikimiz de bu gece öleceksek  - Kıyamet günü mü geliyor?

 Hayır, o çok dramatik.

 Ama ya sadece ikimiz öleceksek?

 Sence kitabın hakkında mı konuşurduk?

 Çevre hakkında mı?

 Ya da  - Bugün son günümüz olsa mı?

 Evet, ne hakkında konuşurduk?

 Bana ne söylerdin?

 Pekala  - Zor, değil mi?

 Hayır, söyleyeceğim.

 - Tamam.

 Kesinlikle kitabımdan konuşmayı bırakırdım.

 Çevre hakkında da konuşmazdım.

 - Tamam.

 Ama evrendeki sihri yine de konuşmak isterdim.

 Ama bunu bir  - Ne?

  otel odasında yapmak isterdim   ölene kadar vahşice sevişmelerimiz arasında.

 Neden bir otel odasıyla vakit kaybedelim?

 Neden burada bir bankta yapmayalım?

 Buraya gel.

 Tamam.

 Bu gece ölmeyeceğiz.

 Evet.

 Çok kötü.

 Ozür dilerim.

 Çok uç bir örnek oldu.

 Özür dilerim.

 - Tamam.

 Aslında anlatmak istediğim şey   insanlarla gerçekten iletişim kurmanın çok zor olması.

 Biliyorum, günlük sohbetlerimizin çoğu  Hayır, demek istediğim   her şeyi sekse getirmek değil.

 - Neden?

 Hayır, bu bir örnek.

 Bir arkadaşım şeyden bahsediyordu 

Erkek arkadaşıyla yatakta sorunları varmış.

 Bir senedir falan çıkıyorlarmış.

 Kız ona, onu daha çok memnun   etmek için neler yapabileceğini söyleyince bu çocuğu çok üzmüş.

 Niye?

 - Kesinlikle.

 Çocuk yatakta kötü olduğunu düşünmüş olabilir.

 Belki de kız bu kadar beklememeliydi.

 Bir yıl sonra 

- Ama erkekler çok kolay alınıyor.

 Kadınlardan daha çok mu?

 - Bu konuda kesinlikle öyle.

 Öyle mi dersin?

 - Evet.

 Belki de bunun sebebi, erkekleri memnun etmenin   daha kolay olmasıdır.

 - Memnun etmek mi?

 Bilemiyorum.

 - Evet, kesinlikle öyledir.

 Neyse bu arkadaşım, bir daha biriyle çıktığında   nelerden hoşlanıp, nelerden hoşlanmadıkları hakkında   bir anket yapacağını söylemişti.

 - Yazılı mı, sözlü mü?

 Çoğunlukla yazılı.

 Sadece evet ve hayır olmayacak.

 Bundan biraz daha karmaşık olacak.

 Mesela soru: "Sadomazoşist seksten hoşlanır mısın?

 Gibiyse  Cevap: "Hayır ama ara sıra şaplatmak iyidir" olabilir.

 Ya da şöyle olabilir: "Yatakta açık saçık konuşmayı sever misin?

 Böyle bir şey mi?

 - Evet ama sorular genel değil.

 Mesela "Özellikle hangi kelimeyi duymaktan hoşlanırsın?”

 Ben mi?

 - Evet.

 Mesela sen özellikle hangi kelimeyi duymaktan hoşlanırsın?

 Bilmiyorum.”

Vajina" kelimesi sana ne hissettirir?

 Hoşuma gider.

 İyi.

 Son dokuz yılda bu kadar sapık olmamız inanılmaz.

 En azından artık her yeni seks deneyimine hayatı değiştiren   bir olay olarak görmemize gerek yok.

 Şimdiye kadar şeyini eskimek üzere olan birçok şeye sokmuşsundur.

 Tam bir fahişe olduğunu gerçekçi olarak düşünemem.

 Evet, teşekkür ederim.

 - Hayır, ben  Doğru.

 Ne yaparsın?

 - Ne yaparsın?

 Ne tür şarkılar yazıyorsun?

 Bunu yaptığını bilmiyordum.

 Ne tür mü?

 - Evet.

 Bilmiyorum, sadece şarkılar.

 - Mesela?

 Mesela, bazıları insanlar hakkında.

 İlişkiler.

 Biri arabam hakkında.

 Bir tane söylesene.

 - Hayır, yapamam.

 Gitarım yok.

 Hadi.

 Gitarsız söyle.

 - Hayır.

 Gitar olmadan şarkı söylemem.

 Sen delisin.

 Neden olmasın?

 Tamam.

 Şimdi değil.

 Hayır.

 - Bir tane.

 Ne zaman söylersin?

 Altı ay sonra bir gitarla tekrar buluşalım mı?

 Ben uçakla buraya gelirim.

 Sen metroya biner ya da binmezsin.

 - Tamam, çok komik.

 Geri dönmeliyiz.

 - Bir şey olmaz.

 Uçağını kaçıracaksın.

 - Tamam.

 Saint Nehri kıyısından yürüyelim.

 Çok güzeldir.

 Tamam.

 Demek New York'a dönüyorsun?

 - Evet.

 O makalede evli ve bir çocuklu olduğunu okumuştum.

 Bu harika.

 Evet, 4 yaşında.

 Adı ne?

 - Henry.

 Küçük Hank.

 Çok neşeli bir çocuk.

 - Vay canına, eminim.

 Karın ne iş yapıyor?

 - İlkokul öğretmeni.

 Senin çocuğun var mı?

 - Evet, iki tane.

 Kahretsin!

 Ne oldu?

 - Onları arabada bıraktım!

 Camlar kapalıydı.

 6 ay önce!

 Sence iyi midirler?

 Şaka yapıyorum.

 Ama bir gün çocuğum olsun isterim.

 Şu an h azır değilim.

 - Oyle mi?

 Ama güzel bir ilişkim var.

 - Sahi mi?

 İyi.

 Ne iş yapıyor?

 - Fotoğrafçı gazeteci.

 Savaş fotoğrafları çekiyor.

 Çoğu zaman ülke dışında, ki bu iyi bir şey çünkü çok yoğunum.

 Ama bu tehlikeli değil mi?

 Bugünlerde ölümler çok arttı değil mi?

 Tehlikeye girmeyeceğine söz veriyor ama çoğu zaman endişeleniyorum.

 Bir şeyin fotoğrafını çekerken sanki transa geçiyor.

 Nasıl yani?

 - Bir keresinde Yeni Delhi'deydik   ve bir şeyin yanında geçiyorduk  Bomba mı?

 - Dilenci.

 Evsiz biri.

 Tamam.

 Yardıma ihtiyacı vardı ama onun ilk işi adamın fotoğrafını çekmek oldu.

 Yüzüne iyice yaklaştı, renkleri ayarlıyordu   o adam hiç umurunda değil gibiydi.

 Ama işinde iyi olmak için böyle yapman gerekmez mi?

 Evet ama ben yapmam  Onu yargılamıyorum.

 Yaptığı şey çok önemli ve inanılmaz.

 Ama ben kesinlikle yapamam.

 Hadi şu tekneye binelim.

 Hayır!

 - Hadi, eğlenceli olur.

 Vaktin yok!

 - Kalkmak üzere.

 15 dakikam daha var.

 Cep telefonun var mı?

 Evet.

 - Şoförün numarası var.

 Onu ararım ve bizi bir sonraki iskeleden alır.

 Bu tekneler hiç binmedim.

 Bunlar turistler için, çok utanç verici.

 Tamam.

 Hadi.

 Tamam, ben veririm.

 Tamam, tamam.

 Teşekkür ederim.

 Peki o adama aşık mısın?

 - Hangi adama?

 Savaş fotoğrafçısına.

 - Evet, tabii ki.

 Cep telefonunu verir misin?

 Evet.

 Bir bakayım  - Tamam.

 Ona ne diyeyim?

 Seni Quai Henri Quatre'den almasını söyle.

 Hay aksi.

 Quai ?

 Henri Quatre.

 Quai Henri Quatre.

 Henri Quatre.

 Neyin var?

 Ben konuşayım mı?

 Henri Quatre.

 Henry Dört mü?

 - Evet!

 Niye öyle söylemedin?

 - Ozür dilerim.

 Tamam.

 Evet, Philippe'le mi görüşüyorum?

 Evet.

 Philippe, ben Jesse Wallace.

 Evet.

 Ben bir turist teknesindeyim.

 Ve Henry Dört'e gidiyoruz.

 Henry Dört İskelesine.

 Biliyor musun?

 Tamam, harika.

 Çantalarım sende, değil mi?

 Orada olacaksın 

Bilmiyorum, bir sonraki durak.

 Tamam.

 Au revoir.

 Tamam mı?

 - Evet.

 Vay canına.

 Notre Dame.

 Şuna bak!

 - Vay.

 Bir hikaye duymuştum.

 Almanlar Paris'i işgal ederken   geri çekilmek zorunda kalmışlar.

 Notre Dame'a dinamit döşemişler   ve düğmeye basacak bir asker bırakmışlar.

 Ve bu asker düğmeye basamamış.

 Orada oturmuş, ve mekanın güzelliğinde büyülenmiş.

 Ve müttefik birlikler geldiğinde   patlayıcıları ve basılmamış düğmeyi bulmuşlar   ve aynı şeyle Sacré-Coeur, Eiffel Kulesi   ve diğer güzel yerlerde de karşılaşmışlar.

 Bu doğru mu?

 Bilmiyorum.

 Ama bu hikayeyi hep çok sevmişimdir.

 Evet, harika bir hikaye.

 Ama bir gün Notre Dame'ın da yok olacağını düşünmek zorundasın.

 Saint'de eskiden başka bir kilise varmış, tam orada.

 Aynı noktada mı?

 - Evet.

 Bu harika bir şey.

 Daha önce hiç yapmamıştım.

 Paris'in ne kadar güzel olduğunu unutmuşum.

 Bir turist olmak o kadar da kötü bir şey değil.

 Beni tekneye bindirdiğin için sağ ol.

 - Onemli değil.

 Galiba yazdığım kitap, bir şey inşa etmek gibiydi.

 Birlikte geçirdiğimiz zamanın ayrıntılarını unutmayacaktım.

 Geçmişte gerçekten karşılaştığımızın bir hatırlatıcısı.

 Yani bu gerçekti, gerçekten yaşandı.

 Bunu söylediğine sevindim çünkü bir ilişkiyi bir anda   unutamadığım için kendimi hep garip hissetmişimdir.

 İnsanların bir kaçamakları ya da tam bir ilişkileri oluyor   ayrılıyorlar ve unutuyorlar.

 Mısır gevreğinin markasını değiştirmişler gibi devam ediyorlar.

 Birlikte olduğum hiç kimseyi unutamam gibi hissediyorum   çünkü her insanın kendine has özellikleri vardır.

 Kimseyi kimsenin yerine koyamazsın.

 Kaybedilen kaybedilmiştir.

 Her ilişki bittiğinde, bana zarar verir.

 Hiç tam olarak toparlanamam.

 Bu yüzden bir ilişkiye girerken çok dikkat ediyorum   çünkü beni çok incitiyor.

 Hatta sevişmek bile, ki bunu yapmam   çünkü o insanın en olağan şeylerini özlerim.

 Küçük şeylere takıntı yaparım.

 Belki deliyim ama küçük bir kızken   annem okula hep geç kaldığımı söylerdi.

 Bir gün nedenini öğrenmek için beni takip etmiş.

 Kestanelerin ağaçlardan düşüşünü, kaldırımda yuvarlanmalarını   bir karıncanın yolu geçmesini, bir yaprağın ağaçtaki   gölgesini izlermişim.

 Böyle küçük şeyler.

 Bence insanlarda da aynı.

 Onlarda kendilerine has küçük ayrıntıları görüyorum   bu beni etkiliyor ve bunu özlüyorum ve hep özleyeceğim.

 Kimsenin yerine başkasını koyamazsın   çünkü herkes, güzel ve özel ayrıntılardan oluşur.

 Mesela sakalında kızıllar olduğunu hatırlıyorum   ve güneşte parıldıyordu   gitmeden önceki sabah.

 Onu hatırladım ve özledim.

 Gerçekten delilik, değil mi?

 Artık eminim.

 O aptal kitabı niye yazdım biliyor musun?

 Niye?

 - Senin Paris'te bir okuma   toplantısına gelmen ve sana "Neredeydin?”

 diyebilmek için.

 O zaman buraya gelir miydim sanıyorsun?

 Ciddiyim.

 O kitabı galiba bir bakıma seni bulmak için yazdım.

 Bunun doğru olmadığını biliyorum   ama çok tatlısın.

 - Bence doğru.

 Bir daha karşılaşma ihtimalimiz neydi sence?

 O Aralık'tan sonra, bence sıfırdı.

 Ama zaten gerçek değiliz, değil mi?

 Sadece o yaşlı bayanın hayalindeki karakterleriz.

 Kadın ölüm yatağında, gençliğine dalıp gidiyor.

 Yani elbette tekrar karşılaşmak zorundaydık.

 Tanrım!

 Neden Viyana'da değildin?

 Nedenini söyledim.

 - Biliyorum, sadece  Keşke orada olsaydın.

 Hayatlarımız çok farklı olabilirdi.

 Öyle mi düşünüyorsun?

 Evet.

 Belki de farklı olmazdı.

 Belki birbirimizden nefret ederdik.

 Niye, şimdi birbirimizden nefret mi ediyoruz?

 Belki de sadece kısa rastlaşmalarda   sıcak iklimde Avrupa şehirlerinde dolaşmakta iyiyizdir.

 Tanrım.

 Neden telefon numaralarımızı falan almadık ki?

 Bunu neden yapmadık?

 Çünkü genç ve aptaldık.

 Sen hâlâ öyle miyiz?

 Galiba insan gençken   bağlanacağı birçok insan olduğuna inanıyor.

 Ama daha sonra bunun sadece birkaç kez olduğunu anlıyorsun.

 O fırsatı da kaçırabiliyorsun.

 Temas kuramıyorsun.

 Geçmiş, geçmiştir.

 Oyle olması gerekiyordu.

 Buna gerçekten inanıyor musun?

 Her şeyin kader olduğuna?

 Dünya sandığımızdan daha özgür olabilirdi.

 Öyle mi?

 Aynen şu şartlarda, her seferinde aynı şey olur.

 İki parça hidrojen, bir parça oksijenle her seferinde su olur.

 Ya büyükannen bir hafta daha uzun yaşasaydı?

 Ya da bir hafta erken ölseydi?

 Hatta birkaç gün?

 Her şey farklı olabilirdi.

 Böyle düşünemezsin.

 - Çoğu şeyde düşünmemelisin ama  Ama bu olayda, yanlış olan bir şey vardı sanki.

 Evlenmeden birkaç ay önce, sürekli seni düşünüyordum.

 Düğüne giderken bile.

 Arabadayım beni bir arkadaşım götürüyor   pencereden dışarı bakıyorum ve seni gördüğümü sanıyorum   kiliseye çok az kalmış   şemsiyeni katlayıp bir şarküteriye giriyorsun   13. caddeyle Broadway'in köşesinde.

 Delirdiğimi sandım.

 Ama şimdi düşünüyorum da, muhtemelen sendin.

 11. caddeyle Broadway'in köşesinde oturuyordum.

 Gördün mü?

 Evli olmak nasıl bir şey?

 Bundan pek bahsetmedin.

 Bahsetmedim mi?

 Ne garip.

 Bilmiyorum.

 Universitedeyken tanıştık.

 Ayrıldık ve birkaç yıl sonra yine beraber olduk ve sonra  Yine birlikte sayılırdık, hamile kaldı   ve evlendik.

 Nasıl biri?

 Harika bir öğretmen, iyi bir anne.

 Akıllı, güzel.

 O zamanlar şöyle düşündüğümü hatırlıyorum   hayran olduğum adamların çoğu   hayatlarını kendilerinden daha büyük şeylere adamıştı.

 Yani hayran olduğun adamlar evli olduğu için mi evlendin?

 Hayır, başka bir şey  En iyi yanımın bir fikriydi.

 Ve o fikri izlemek istedim   dürüst yanımı bastırsa bile.

 Anlıyor musun?

 O anda kim olduğumun önemli olmadığını düşünüyordum.

 Kimse senin için her şey olamaz   ve önemli olan sadece kendini bir taahhüt altına sokma eylemi   sorumluluklarınla yüzleşme eylemidir.

 Yani, saygı, güven, hayranlık değilse, aşk nedir?

 Bunları hissettim işte.

 Şimdiki zaman geçersek, eskiden çıktığım biriyle   bir anaokulu işletiyor gibiyim.

 Bir keşiş gibiyim.

 Son 4 yılda 10 defadan az seks yaptım.

 Ne?

 Bana mı gülüyorsun?

 - Hayır.

 Acıklı bir durum değil mi?

 - Hangi manastırda keşişler seks

 Haklısın.

 Durumum çoğu keşişten daha iyi.

 Ama biri bana dokunursa   moleküllerime ayrılacağım gibi geliyor.

 Geldik.

 Gitmeliyiz.

 Hadi.

 Lanet olsun.

 Bunu duyduğuma üzüldüm.

 - Neyi?

 Evliliğinden o kadar memnun olmadığına.

 - Psikolog bir arkadaşım var 

- Durumu nasıl?

 Berbat ama  Aynı sebepten dolayı ayrılan çiftlerle   ilgilendiğini söylemişti.

 - Hangi sebepmiş o?

 Birkaç yıl birlikte yaşadıktan sonra   tutkunun, arzunun aynı olmasını bekliyorlar.

 Evet.

 - Bu mümkün değil.

 Bunun için şükretmeli.

 Yoksa sürekli aynı heyecanı yaşasaydık sonunda anevrizma olurdu.

 Hayatta hiçbir şey yapamazdık.

 Her 5 dakikada bir birini becersen, kitabını bitirebilir miydin?

 Bunu denemek hoşuma gidebilirdi.

 Karının oğlunu doğurduktan sonra bütün sevgisini   bebeğe vermesi doğal.

 - Elbette.

 Sekse takıntılı olsaydı seni sürekli tahrik etseydi  Bu hiç mantıklı olmazdı değil mi?

 Söylediklerinin hepsi mantıklı.

 Konu seks değil.

 Biliyorum.

 Belli oluyor.

 Ben  Son zamanlarda çiftlerin kafası karışık.

 Bence erkekler kendilerini gerekli hissetmeli   ama artık böyle hissetmiyorlar.

 Bir şeyler sağlayıcı olmak   yıllardır kafalarında yer etmiş.

 Mesela ben iş hayatımda güçlü ve bağımsız bir kadınım.

 Bir erkeğin beni beslemesine ihtiyacım yok ama yine de   sevebileceğim ve beni sevebilecek bir erkeğe ihtiyacım var.

 Şoförün gelmiş.

 - Evet.

 Galiba vedalaşmalıyız.

 Bana telefonunu  - Hayır, hayır.

 Seni eve bırakalım.

 Metroya binebilirim.

 - Hayır, ben  Uçağım saat 10'da.

 İki saat erken gitmiş olacağım.

 Böylece konuşmaya devam edebiliriz.

 Bayım, acaba ?

 - Evim yolunuzun üstünde değil.

 Ona nerede oturduğunu mu söyledin?

 Evet.

 Nereye gideceğini biliyor mu?

 - Evet.

 Birinin bilmesine sevindim.

 Bu metrodan daha iyi değil mi?

 - Kesinlikle.

 Artık bazı şeyleri romantikleştirmesem daha iyi olacak.

 Sürekli çok acı çekiyordum.

 Hâlâ bir sürü hayalim var ama aşk hayatımla ilgili değil.

 Bu beni üzmüyor, olayların gidişatı böyle.

 Bu yüzden mi hiç buralarda olmayan biriyle ilişkin var?

 Evet, belli ki bir ilişkinin günlük yaşamıyla baş edemiyorum.

 Evet, birlikte heyecanlı anlar geçiriyoruz   o gidiyor, onu özlüyorum ama en azından içten içe ölüp bitmiyorum.

 Biri sürekli etrafımda olunca, boğuluyorum.

 Sevmeye ve sevilmeye ihtiyacın olduğunu söylemiştin.

 Evet ama birini sevince, bu beni hemen hasta ediyor.

 Bu bir felaket.

 Sadece kendi başımayken gerçekten mutlu oluyorum.

 Yalnız olmak, sevgilinin yanında kendini yalnız hissetmekten daha iyi.

 Romantik olmak benim için kolay değil.

 Romantik olmak için başlıyorsun ama birkaç kez çuvallayınca   gerçekçi olmayan fikirlerini unutup, olanları kabul ediyorsun.

 Bu doğru bile değil.

 Ben hiç çuvallamadım   sadece çok fazla sıkıcı ilişkim oldu.

 Kötü değillerdi, bana değer verdiler   ama gerçek bir bağ ya da heyecan yoktu.

 En azından benim açımdan.

 Tanrım, üzgünüm, gerçekten o kadar kötü mü?

 O kadar kötü değil, değil mi?

 Aslında konu o da değil.

 Lanet olası kitabını okuyana kadar iyiydim.

 Beni çok üzdü.

 Bana, aslında ne kadar romantik olduğumu   nasıl umut dolu olduğumu hatırlattı   ve şimdi aşkla ilgili neredeyse hiçbir şeye inanmıyorum.

 Artık insanlar için bir şey hissetmiyorum.

 Bir bakıma bütün romantizmimi o geceye sığdırdım   ve bir daha o şekilde hissedemedim.

 O gece bir şekilde benden bazı şeyleri alıp götürdü   duygularımı sana anlattım ve sen de onları alıp götürdün.

 Kendimi duygusuz, sanki aşk bana göre değilmiş gibi hissettim.

 Buna inanmıyorum.

 Gerçeklik ve aşk benim için sanki bir çelişki.

 Garip, eski erkek arkadaşlarımın hepsi artık evli.

 Erkekler benimle çıkıyor, ayrılıyoruz ve sonra evleniyorlar.

 Ve sonra beni arayıp onlara aşkı, kadınlara saygı duymayı   öğrettiğim için teşekkür ediyorlar.

 Galiba ben de onlardan biriyim.

 - Onları öldürmek istiyorum!

 Neden bana evlenme teklif etmiyorlar?

 Hayır diyebilirdim   ama sormuş olurlardı.

 Hata benim biliyorum çünkü asla   doğru adamı bulamadım.

 Ama doğru adam, hayatının aşkı mı demek?

 Bu görüş saçma.

 Yalnızca başka bir insanla bir bütün   olabileceğimiz fikri berbat.

 - Konuşabilir miyim?

 Kalbim çok kırıldı ve sonra toparlandım.

 Bu yüzden artık başlangıçlarda hiç çaba sarf etmiyorum.

 Çünkü işe yaramayacağını biliyorum.

 - Böyle yapamazsın.

 Acıdan kaçarak yaşamaya çalışamazsın  Bunlar sadece laf.

 Senden uzaklaşmalıyım.

 Durun, inmek istiyorum.

 - Hayır, yapma  Konuşalım.

 - Konu senin etrafında dönüyor.

 Bana dokunma.

 Taksiye bineceğim.

 Hayır, durma.

 Devam et.

 Bak, çok mutluyum.

 Teşekkür ederim, devam et.

 Tamam.

 Seninle birlikte olmaktan çok mutluyum.

 Gerçekten.

 Beni unutmadığın için çok mutluyum.

 Hayır, unutmadım.

 Ve bu beni kızdırıyor, tamam mı?

 Buraya Paris'e geliyorsun, çok romantiksin, ve evlisin.

 Canın cehenneme.

 Beni yanlış anlama, seni elde etmeye çalışmıyorum.

 Yani tek ihtiyacım, evli bir erkek.

 Köprünün altından çok su aktı, konu sen bile değilsin.

 Olay, artık sonsuza kadar yok olan o an.

 Böyle söylüyorsun ama seks yaptığımızı bile hatırlamadın.

 Tabii ki hatırladım.

 Öyle mi?

 - Evet.

 Kadınlar anlamamazlıktan gelir.

 - Oyle mi?

 Ne diyecektim yani?

 Parkta şarap içtiğimizi, güneş doğarken   yıldızların kaybolduğunu hatırladığımı mı?

 İki kere seviştik, seni aptal!

 Bak, seni gördüğüme çok sevindim.

 Sinirli manik-depresif bir çevreci olsan bile   seninle vakit geçirmek hâlâ hoşuma gidiyor.

 Ben de böyle hissediyorum.

 Özür dilerim, ne olduğunu bilmiyorum  İçimi dökmem gerekiyordu.

 - Hiç sorun değil.

 Aşk hayatımda ilişkimde o kadar mutsuzum ki.

 Her zaman duygusal olarak uzak biriymişim gibi rol yapıyorum.

 Ama içten içe ölüyorum.

 Olüyorum çünkü çok duygusuzum.

 Bir nebze bile olsun acı ya da heyecan hissetmiyorum.

 Bir tek sen mi içten içe ölüyorsun sanıyorsun?

 Benim hayatım daima kötü.

 Üzgünüm.

 - Hayır.

 Sadece oğlumla birlikte olduğum zaman mutlu oluyorum.

 Evlilik danışmanına gittim   yapacağımı hiç düşünmediğim şeyler yaptım.

 Mumlar yaktım, "kendine yardım et" kitapları, iç çamaşırları aldım.

 Mumlar işe yaradı mı?

 - Hayır.

 Onun sevilmeye ihtiyacı olma şeklini bile sevmiyorum   bizim için bir gelecek görmüyorum ama sonra küçük oğluma bakınca   karşımda oturuyor, ve hayatı boyunca her an onunla olmak için   her türlü işkenceye katlanırım diye düşünüyorum.

 Bir saniyesini bile kaçırmak istemiyorum.

 Ama evimde hiç neşe ya da kahkaha olmuyor.

 Onun böyle büyümesini istemiyorum.

 - Kahkaha yok mu?

 Bu korkunç.

 Annemle babam 35 yıldır beraber   ve kavga ettiklerinde bile sonunda gülüyorlar.

 52 yaşında boşanan, gözyaşlarına boğulan, eşlerini hiç   sevmediklerini kabul eden ve yaşamları bir elektrik   süpürgesiyle yutulmuş gibi olan insanlardan biri olmak istemiyorum.

 Çok güzel bir hayat istiyorum.

 Onun da güzel bir hayatı   olmasını istiyorum, bunu hak ediyor.

 Ama biz evlilik bahanesiyle, sorumluluğuyla, insanların   nasıl yaşaması gerektiğine dair fikirlerle yaşıyoruz.

 Ama sonra, bazı rüyalar görüyorum 

Nasıl rüyalar?

 Rüyamda   bir setin üzerinde duruyorum   sen trenin içinde sürekli geçip duruyorsun   geçip gidiyorsun, sürekli geçip gidiyorsun 

Ve ter içinde uyanıyorum.

 Başka bir rüyam daha var   yatakta benim yanımda çıplaksın ve hamilesin   sana dokumak istiyorum ama sen hayır deyip başını çeviriyorsun.

 Ama ben yine de dokunuyorum   bileğine dokunuyorum.

 Tenin öyle yumuşak ki  Ağlayarak uyanıyorum.

 Karım oturmuş bana bakıyor ve kendimi ondan milyonlarca   kilometre uzakta hissediyorum.

 Yanlış bir şey olduğunu biliyorum  Bu şekilde yaşayamayacağım, bir bağlılıktan başka   sevecek başka bir şey olmalı diyorum.

 Ama sonra romantik aşk düşüncesinden   tamamen vazgeçmiş olabileceğimi düşünüyorum.

 Bundan ebediyen vazgeçmiş olabilirim  Senin gelmediğin o gün.

 Gerçekten bunu yapmış olabilirim.

 Bunları bana niye anlatıyorsun?

 Özür dilerim.

 Bilmiyorum.

 Ben  Anlatmamalıydım.

 Bu çok tuhaf.

 İnsanlar sadece kendilerinin zor zamanlar geçirdiğini sanıyor.

 Makaleyi okuduğumda hayatının mükemmel olduğunu düşündüm.

 Bir eş, bir çocuk, kitabı yayımlanmış bir yazar.

 Ama özel hayatından benimkinden bile kötü.

 Üzgünüm.

 Bir işe yaradığına sevindim.

 Burada mı oturuyorsun?

 - Evet.

 Senden daha sıkıntılı olduğum için rahatladın mı?

 Evet, kendimi daha iyi hissettim.

 İyi, sevindim.

 Hayır, senin için hep en iyisini dilerim.

 Herkesin kaderinin benim gibi kötü olmasını istemem   iyi bir ilişkim ya da ailem olmadığı için değil.

 Bence bir gün harika bir anne olacaksın.

 Öyle mi düşünüyorsun?

 - Evet   birkaç anti-depresanla, harika olursun.

 Tamam, dur de.

 - Dur.

 Tamam.

 - Hazır mısın?

 Tamam.

 Bir şey denemek istiyorum.

 - Ne?

 Bakalım tek parça mı kalacaksın, moleküllerine mi ayrılacaksın.

 Nasılım?

 Hâlâ buradasın.

 İyi.

 Burada olmayı seviyorum.

 Bu senin apartmanın mı?

 Hayır, orada oturuyorum.

 Orada mı?

 - Evet.

 Bayım, bayanı kapıya kadar bırakacağım.

 İnanılmaz bir yer.

 Burada mı oturuyorsun?

 - Evet.

 Ne zamandır buradasın?

 - 4 yıldır.

 Söylesene  - Ne?

 Rüyaların gerçek mi   yoksa benimle yatmak için mi söyledin?

 Seninle yatmak için söyledim.

 Bunu hep kullanırım.

 - İşe yarar mı?

 Bazen.

 Bak benim kedim.

 Çok şirin.

 Şuna bak.

 Bu kedinin neyini seviyorum biliyor musun?

 Onu her sabah avluya getiririm   ve her sabah, her şeye ilk kez görüyormuş gibi bakar.

 Her köşeye, her ağaca, her bitkiye.

 Minicik burnuyla her şeyi koklar.

 Güzel kedim benim.

 Kedimi çok seviyorum.

 Adı ne?

 - Che.

 Che mi?

 Ne?

 - Komünist mi?

 Hayır, "che" Arjantin"de "hey" demek.

 Tamam.

 - Evet.

 Bebeğim.

 Evet, evet, evet.

 Küçük bir parti veriyoruz.

 Çok eğlenceli.

 Evet  - Evet.

 Bana şarkılarından birini çalar mısın?

 Uçağını kaçıracaksın.

 - Kaçırmam.

 Bir saat boyunca havaalanında olacağım, bir şeyler okuyup   keşke bana bir şarkısını söyleseydi diyeceğim.

 Bir şarkı?

 Tamam ama çabucak.

 Tamam.

 Bu eski merdivenleri çok seviyorum.

 Şunu tut.

 - Bana mı?

 Gel bakalım dostum.

 Che.

 Çay ister misin?

 - Evet, olur.

 Vay canına.

 Papatya çayı olur mu?

 - Evet, Harika.

 Merci.

 - Dağınık mı?

 Sence dairem dağınık mı?

 - Hayır.

 Merci dedim.

 Merci beaucoup.

 - Ah, merci.

 Fransızcan epey ilerlemiş.

 Gerçekten mi?

 - Evet.

 Evet, lisana hakim olmuşsun.

 Pekala, bana hangi şarkıyı çalacaksın?

 Çalamam.

 Çok utanıyorum.

 Olmaz.

 Buraya kadar geldim, şimdi beni ekemezsin.

 Bir şarkı.

 Ne olursa.

 Ama bana gülmeyeceksin.

 Güler miyim sanıyorsun?

 - Evet.

 Hiç sanmam.

 Tamam.

 Ne istersin?

 İngilizce üç şarkım var.

 Biri kedim hakkında   biri eski erkek arkadaşımla ilgili   diğeri de  Küçük bir vals.

 Vals mi?

 Evet.

 Vals çal.

 - Tamam.

 Uzun süredir çalmadım.

 Emin misin?

 Tamam.

 Pekala, vals.

 Sana bir vals söyleyeyim.

 Birden bire aklıma geliverdi.

 Sana bir vals söyleyeyim Bir gecelik bir ilişki hakkında O gece benim için Yaratılmış gibiydin Hayatta hayalini kurduğum Her şeydin Ama artık yoksun Çok uzaktasın Yağmur adana gelen kadar Senin için sadece bir gecelik bir şeydi Ama benim için çok daha önemliydin Bunu bilesin Ne dedikleri umurumda değil O gün benim için Yaratıldığını biliyorum Bir daha denemek istiyorum Bir gece daha istiyorum Pek doğru görünmese de Benim için çok önemliydin Daha önce tanıştıklarımın Hepsinden daha önemli Seninle bir tek gece küçük Jesse Başka biriyle geçen Binlerce geceye bedel İçimde acılık yok, tatlım O bir gecelik şeyi hiç unutmayacağım Yarın başkasının kollarında Olsam bile Kalbim ölene kadar senin olacak Sana bir vals söyleyeyim Hiç beklenmedik bir anda Aklıma geliverdi

Sana bir vals söyleyeyim

Harika bir Bir gecelik ilişki hakkında

 Bir tane daha.

 Lütfen.

 - Hayır.

 Anlaşmamız böyleydi.

 Bir şarkı.

 Hayır, hayır.

 Çayını içtikten sonra

 Sana bir soru soracağım.

 - Ne?

 Buraya gelen her erkek için şarkıdaki ismi değiştiriyor musun?

 Evet, elbette.

 Bu şarkıyı senin için yazdığımı mı sandın?

 Deli misin sen?

 Bu sen misin?

 Küçük, şaşı Celine?

 Evet.

 Çok komik.

 - Şirin.

 Bu büyükannen mi?

 - Evet.

 Vay canına.

 Bal ister misin?

 - Evet.

 Nina Simone'u konserde dinledin mi hiç?

 Hayır.

 Öldüğüne inanamıyorum.

 Evet, çok üzücü.

 Teşekkür ederim.

 Sıcak.

 Ben iki kere konserine gittim.

 Çok güzeldi.

 Bu, en sevdiğim şarkılarından biridir.

 Müthiş biriydi.

 Konserlerinde de çok komikti.

 Bir şarkının tam ortasındayken   durur ve   piyanonun oradan sahnenin ucuna kadar yürürdü.

 Çok yavaş adımlarla.

 Ve izleyicilerin arasından biriyle konuşmaya başlardı.”

Oh, evet bebeğim.

 Oh, evet.

 Ben de seni seviyorum.”

 Ve sonra geri dönerdi.

 Hiç acele etmeden, yavaş yavaş.

 Kocaman, güzel bir poposu vardı.

 Böyle sallanırdı.

 Sonra piyanosuna gider ve biraz daha çalardı.

 Sonra da, ne bileyim   bir şarkının ortasında, başka bir şarkıya başlardı.

 Yine durur ve böyle yapardı

 "Sen, oradaki, klimayı açabilir misin?”

 "Çok tatlısın.”

 "Oh, evet.”

 Bebeğim, uçağını kaçıracaksın.

 Biliyorum.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar