Gün Batmadan (2004)Before Sunset
| |
80 dk
Yönetmen:Richard Linklater
Senaryo:Richard Linklater, Julie Delpy, Ethan Hawke
Ülke:ABD
Tür:Dram, Romantik
Vizyon Tarihi:24 Şubat 2005 (Türkiye)
Dil:İngilizce, Fransızca
Nam-ı Diğer:Antes del atardecer | Before Sunrise 2 | If Not
Now | Untitled Before Sunrise Sequel
Oyuncular
Ethan Hawke
Julie Delpy
Vernon Dobtcheff
Louise Lemoine Torrès
Rodolphe Pauly
Devam Filmleri
1995 - Gün Doğmadan(262,757)8.1
2004 - Gün Batmadan(228,786)8.0
2013 - Geceyarısından Önce(136,540)7.9
Özet
Amerikalı yazar Jesse ile Fransız Celine, Budapeşte'den
Viyana'ya giden bir trende tanışırlar. Birbirlerinden hoşlansalar da, herşey
orada kalır. Bundan dokuz yıl sonra yeni kitabının tanıtımı için Fransa'ya
gelen Jesse, uçağının kalkmasına çok az bir zaman kala Paris'te Celine ile
buluşur. Onlara ayrılmış bu bir kaç saati Paris manzarası içinde dolaşarak ve
hiç fırsatını bulamadıkları şeylerden konuşarak ve yakınlaşarak
geçireceklerdir. Richard Linklater'in uluslararası festivallerde epey ilgi gören
filmi, her zaman olduğu gibi yazar/yönetmenin insan ilişkilerinin doğasına
yapmayı çok sevdiği yolculuklardan biri. Zeka dolu diyaloglarıyla izleyeni
ipnotize ediyor.
Altyazı
"GÜN BATMADAN" SHAKESPEARE VE ARKADAŞLAR YAZAR
JESSE WALLACE ROMAN OKUMA VE SORU-CEVAP
Romanınız otobiyografik mi?
Evet her şey otobiyografi değil midir?
Hepimiz dünyayı kendi
küçük anahtar deliğimizden görürüz.
Ben hep Thomas
Wolfe'u düşünürüm.
Look Homeward, Angel'ın
başındaki o bir sayfalık Okuyucuya
Not'u gördünüz mü?
Yaşamlarımızdaki
her anın toplamı olduğumuzu ve her
yazarın kendi tecrübelerini kullandığını
ve bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyor.
Kendi hayatıma
baktığımda, itiraf etmeliyim ki
etrafında hiç silahlar ya da şiddet olmadı.
Ne siyasi bir
entrika, ne de bir helikopter kazası oldu.
Ama kendi bakış
açımdan hayatım heyecan doluydu.
Bu yüzden bir
kitap yazabileceğimi düşündüm biriyle
tanışmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan bir kitap.
Yaşadığım en
heyecan verici şeylerden biri biriyle
tanışmak, o bağı kurmaktı.
Bunu değerli bir
şey yapabilirsem o anı yakalayabilirsem
bu bir girişim olacaktı ya da
Sorunuza cevap verdim mi?
Daha açık olmaya
çalışayım.
Trende tanışıp bir
gece geçirdiğiniz genç bir Fransız
bayan var mıydı?
Bakın, bana göre bu aslında önemli değil.
- Yani evet mi?
Fransa'da olduğum ve
kitap turnemin son durağı burası olduğu için, evet.
Teşekkür ederim.
Bay Wallace, kitap
belirsiz bir notla bitiyor.
Bilmiyoruz.
Birbirlerine söz
verdikleri gibi altı ay içinde tekrar
bir araya gelecekler mi?
Söz verdikleri
gibi mi?
Bence buna nasıl
cevap vereceğiniz Bu iyi bir test,
romantik misiniz, töreleri küçümseyen biri mi?
Yani siz bir araya
geleceklerini düşünüyorsunuz, değil mi?
Size göre bu
olmayacak.
- Hayır.
Ümit ediyorsunuz ama
emin değilsiniz.
Bu yüzden bu soruyu
soruyorsunuz.
- Sizce bir araya
gelecekler mi?
Yani gerçek hayatta
siz tekrar bir araya geldiniz mi?
Gerçek hayatta ?
Bakın, büyükbabamın
sözleriyle söylüyorum "Buna cevap
verirsem, bütün ilgi kaybolur.”
Son bir soru için
daha süremiz var.
Bir sonraki kitabınız
ne?
Bilmiyorum dostum.
Bilmiyorum.
Bir şey düşünüyordum Hep şöyle bir kitap yazmak istemiştim her şey, bir tek pop şarkısı süresinde
yaşanıyor.
Yani üç dört dakika
içinde.
Hikaye, yani fikir şöyle;
bir adam var ve tamamen bunalımda.
En büyük hayali, bir
aşık olmak, bir maceraperest olmak motosikletiyle
Güney Amerika'da dolaşmak.
Ama bunun yerine
mermer bir masada oturmuş ıstakoz yiyor.
İyi bir işi ve güzel
bir karısı var İhtiyacı olan her şeyi
var.
Ama bu önemli değil çünkü hayatına bir anlam katmak için
savaşmak istiyor.
Bunu yaparken
yakalayacağı mutluluğu istiyor.
İstediğini elde edip edememek
önemli değil.
Orada öylece oturuyor
ve tam o anda beş yaşındaki küçük kızı masaya
zıplıyor.
Ve biliyor ki aşağı
inmeli, yoksa bir yerini incitebilir.
Ama kız, yazlık bir
elbise içinde bu pop şarkısıyla dans ediyor.
Adam aşağı bakıyor ve birden bire 16 yaşında.
Ve lisedeki sevgilisi
onu eve getiriyor.
Bekaretlerini
kaybediyorlar, kız ona aşık ve aynı
şarkı arabanın radyosunda çalıyor.
Kız arabanın üstüne
çıkıp dans etmeye başlıyor.
Adam bu sefer onun
için endişeleniyor.
Kız çok güzel, surat
ifadesi aynen kızınınki gibi.
Aslında belki de bu
yüzden ondan hoşlanıyor.
Bakın, adam bu dansı
hatırlamıyor gerçekten orada.
İki anda da, aynı
zamanda orada.
Bir an için yaşamı,
adamı kucaklıyor.
Ve zamanın bir yalan
olduğunu biliyor.
Her şey her zaman
oluyor ve her anın içinde, başka bir an
var her şey aynı anda oluyor.
Neyse, böyle bir
fikir işte.
Yazarımız birazdan havaalanına
gidecek bu akşamüstü burada geldiğiniz için
hepinize teşekkür ederiz.
Ve Bay Wallace'a
bizimle olduğu için özel olarak teşekkür ediyoruz.
Teşekkür ederim.
Sonraki kitabınızla
sizi yine burada görmek isteriz.
Hepinize teşekkürler.
Havaalanına gitmeden
önce ne kadar zamanım var?
7:30'da
ayrılmalısınız.
En geç 7:30'da.
- Tamam.
Selam.
- Merhaba.
Nasılsın?
- İyiyim, sen?
İyiyim, harikayım.
Kahve içmek ister
misin?
Uçağa yetişmen
gerektiğini söylemedi mi?
Evet, ama biraz
vaktim var.
Tamam.
- Tamam mı?
Pekala Dışarıda buluşuruz.
Tamam.
Affedersin.
Kahve içmeye
gidiyorum.
7:15'te dönerim.
- Bunları imzaladın
mı?
Evet, imzaladım.
- Şoförün Philippe'in
kartını al geç kalırsan onu cepten
ararsın.
Geç kalma diye
bavullarını arabaya koyarız.
Tamam, her şey için
sağ olun.
- Teşekkür ederim.
Hangisi Philippe?
Burada olduğuna
inanamıyorum.
- Paris'te yaşıyorum.
Kalmak zorunda
değilsin değil mi?
Daha konuşman
gerekmiyor mu?
Benden sıkıldılar.
Geceyi burada
geçirdim.
Öyle mi?
- Evet, yukarıda bir
oda var.
Nasılsın?
Bu çok tuhaf.
- İyiyim.
Seni görmek güzel.
- Seni görmek güzel.
Bir kafeye gitmek
ister misin?
- Evet.
Tamam.
Az ilerde sevdiğim
bir tane var.
Seni orada ilk gördüğümde,
telaşlanacağımı sandım.
Burada olacağımı nereden
bildin?
Paris'teki en
sevdiğim kitapçıdır.
Saatlerce oturup
okuyabilirsin.
Bayılıyorum.
Pireler var ama Biliyorum.
Galiba dün gece kafamda
bir kedi uyudu.
Resmini bir ay kadar önce
takvimde gördüm ve orada olacağını
öğrendim.
Tuhaf çünkü kitabın
hakkında bir makale okudum hayal meyal
tanıdık geldi.
- Hayal meyal?
Evet.
Ama resmini görene
kadar tam anlayamamıştım.
Okuma fırsatın oldu
mu?
Evet, ben Tahmin edebileceğin gibi gerçekten çok
şaşırdım.
Aslına bakarsan iki
kere okumam gerekti.
Öyle mi?
- Evet.
Hayır, hoşuma gitti.
Çok romantik.
Genelde romantik
hikaye beğenmem ama bu çok iyi yazılmış.
Çok iyi yazmışsın.
Tebrikler.
- Teşekkür ederim.
Dur.
- Ne oldu?
Bir yere gitmeden
önce, bir şey sormalıyım.
Tabii.
Nedir?
Aralık'ta Viyana'ya
gittin mi?
Sen?
- Hayır, gidemedim.
Sen?
Bilmem gerek.
Benim için önemli.
- Sen gitmediysen
niye önemli ki?
Sen gittin mi?
Hayır.
Tanrıya şükür
gitmemişsin.
Aman Tanrım.
- Çok şükür
gitmemişsin.
İyi ki ikimiz de
gitmemişiz.
Birimiz yalnız
gitseydi berbat bir şey olurdu.
- Kendi kendimi
üzmüşüm.
Orada olamadığım için
berbat hissettim ama gidemedim.
Büyükannem öldü ve o
gün gömüldü, 16 Aralık'ta.
Budapeşte'deki mi?
- Evet.
Hatırlıyor musun?
Her şeyi hatırlıyorum.
- Tabii, kitabında da
vardı.
Neyse, Viyana'ya uçmak
üzereydim ve ölüm haberi geldi ve tabii
cenazeye gitmem gerekti.
Evet, bunu duyduğuma
üzüldüm.
Biliyorum.
Ama sen de
gitmemişsin.
Dur.
Sen niye gitmedin?
Ben gidebilseydim
giderdim.
Planlar yaptım
İyi bir nedenin olsa iyi olur.
Ne?
Olamaz.
Sen oradaydın değil
mi?
Olamaz, bu çok kötü.
Gülüyorum ama yanlış
anlama.
Benden nefret ettin
mi?
Etmiş olmalısın.
Bunca zaman benden
nefret mi ettin?
- Hayır.
Evet, ettin.
- Hayır.
Ama benden şu anda nefret
edemezsin, değil mi?
Yani büyükannem
- Nefret etmiyorum.
Onemli değil.
Oraya kadar gittim ama sen
gelmedin.
Hayatım o zamandan beri kötüleşiyor
ama sorun değil.
Hayır, şaka yapıyorum.
- Böyle söyleme.
Buna inanamıyorum.
Bana çok kızmış
olmalısın.
Çok üzgünüm.
Orada olmayı
dünyadaki her şeyden çok istedim.
Gerçekten, yemin
ediyorum
- Bana kızamazsın, büyükannem Biliyorum.
Bunun gibi bir şey olduğu
aklıma gelmişti zaten.
Kesinlikle hayal
kırıklığına uğramıştım ama
En çok da telefonlarımızı almadığımıza kızdım.
Bu çok aptalcaydı.
Hiçbir şekilde temas
kuramadık.
Hiçbir şey yoktu.
- Soyadını bile
bilmiyordum.
Yazmaya ve aramaya
başlarsak romantizmin yavaş yavaş yok
olacağından korkuyorduk.
- Sana olan ilgim
bitmedi.
Hayır, elbette
bitmedi.
Kaldığımız yerden
devam etmek istedik.
İkimiz de
gelebilseydik iyi olacaktı.
Evet Viyana'da ne kadar kaldın?
- Birkaç gün.
Başka bir kızla
tanıştın mı?
Evet, Gretchen
adında harika bir kızdı.
Aslında kitap
ikinizin bir bileşimi.
Hayır, dalga
geçiyorum.
İnanmazsın.
Tren istasyonuna
bile gittim.
Geç kalırsan diye
otel numaramın olduğu notlar bıraktım.
Aptallıktı.
- Bu tarafa gidelim.
Arayan oldu mu?
Sadece müşteri arayan
birkaç fahişe.
Korkunç bir şey, yani
ne söyleyeyim ki?
Çok üzücü.
Özür dilerim.
Birkaç gün oralarda
dolaştım.
Sonunda eve döndüm.
Babama iki bin dolar
borçlandım beni Fransız kadınları hakkında
uyarmıştı.
Sana Fransız
kadınları hakkında ne söyledi?
Hiç.
Hiç Fransız bir
kadınla tanışmamış.
Mississippi'nin
doğusundan hiç ayrılmamış.
Neden romana
"6 ay sonra Fransız şıllık gelmedi" diye yazmadın?
Hayır, yazdım.
Yazdın mı?
- Hayır.
Daha umut verici
yaptım.
Senin geldiğin
uydurma bir versiyon yazdım.
Oh, nasıl oluyor?
- Şey Ne?
10 gün hiç durmadan sevişiyoruz,
bir kısmı bu.
İlginç.
Yani Fransız bir
kaltak?
- Evet, kesinlikle.
Daha sonra
birbirlerini daha iyi tanımaya başlıyorlar
ve hiç anlaşamadıklarını anlıyorlar.
Hoşuma gitti.
Daha gerçekçi.
- Editörüm böyle
düşünmedi.
Herkes aşka
inanmak istiyor.
Bu satıyor.
Evet, kesinlikle.
İşler senin için
yolunda gidiyor, değil mi?
Yani Kitabın Amerika'da bestseller.
- Küçük bir
bestseller.
Yapma.
- Tamam.
Resmi olarak, evet.
Çoğu insan Moby Dick'i
okumamış.
Benim kitabımı niye
okusunlar?
Ben de Moby Dick'i
okumadım ama kitabını beğendim.
Teşekkür ederim.
- O geceyi idealleştirdiğini düşünsem bile hoşuma gitti.
Yapma, bu uydurma bir öykü.
Yani böyle yapmazsam
- Biliyorum.
Bazı yerlerde beni
şey yapmıştın Yani, onu.
Hayır, beni.
Neyse.
Fazla evhamlı
yapmışsın.
- Ama zaten biraz
evhamlısın.
Evhamlı olduğumu mu
düşünüyorsun?
- Hayır, dalga
geçiyorum.
Nerede yapmışım bunu?
Böyle bir şey
yapmadım.
Belki bana öyle
gelmiştir
Karakterin
sana dayandırıldığını bilerek bir şey okumak
hem gurur verici, hem de rahatsız edici bir şey.
Nasıl rahatsız edici oluyor?
Bilmiyorum.
Başka birinin hafızasının bir parçası olmak.
Kendimi senin gözlerinden görmek.
Kitabı yazman ne kadar sürdü?
Aralıklı olarak, üç
dört yıl kadar.
Vay canına, bir gece
hakkında yazmak için uzun bir süre.
Evet, biliyorum.
Bir de bana sor.
Hep beni
unuttuğunu sanıyordum.
Hayır, resmin
beynimde çok netti.
Sana bir şey
söylemeliyim.
- Ne?
Çok uzun süre
seninle konuşmak istedim.
Bu gerçek olamaz.
Bence her şey
Ne kadar vaktimiz var?
20 dakika 30 saniye
mi?
Daha fazla var.
Seni tanımak
istiyorum.
Neler yapıyorsun?
Nelerden hoşlanırsın?
Nereden başlayayım?
Yeşil Haç'ta çalışıyorum.
Çevreci bir örgüt.
Nasıl bir şey?
Farklı çevresel
sorunlar üzerinde çalışıyoruz temiz
sudan, kimyasal silahlardan arınmaya kadar.
Çevre hakkındaki uluslar
arası yasalar.
Onlar için ne
yapıyorsun?
- Bu tarafa gidiyoruz.
Değişik şeyler.
Geçen yıl bir ara
Hindistan'daydım bir su arıtma tesisinde çalıştım.
Oradaki pamuk sanayi büyük
kirliliğe neden oluyor.
Gerçekten önemli bir
şeyler yapıyorsun.
Ben de dahil birçok
insan sadece oturup söyleniyoruz.
Amerika'nın
dünyanın tüm kaynaklarını tüketmesi ciplerin
kötü bir şey olduğu, küresel ısınma Fransız
karşıtı Amerikalı'lardan olmadığına sevindim.
Peki bu işe nasıl
girdin?
Hükümet için çalışmak
umuduyla, siyasal bilimlerden mezun oldum.
Ve bir süre çalıştım.
Korkunçtu.
- İyi değil miydi?
Hayır.
Neyse, çok sıkılmıştım.
Şu tarafa gidelim.
Dünyanın nasıl
mahvedildiği hakkında arkadaşlarla sonu
gelmeyen sohbetler ediyorduk.
Sonra gerçekten yapmak
istediğim şeyin düzeltilebilecek şeyler
bulmak ve düzeltmek olduğuna karar verdim.
Her zaman böyle
harika bir şeyler yaptığını düşündüm.
Gerçekten.
Sağ ol.
Böyle bir iş yaptığım
için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Evet.
Ben aslında sırayla
her şeyin değiştirilemeyecek kadar berbat
olduğunu ve bazı şeylerin iyiye gittiğini düşünüyorum.
İyiye mi?
Bunu nasıl söylersin?
Demek istediğim Tuhaf geldiğini biliyorum ama iyimser
olabileceğimiz şeyler var.
Kitabının sattığını
biliyorum, bu harika, senin adına seviniyorum.
Ama sana bir haber
vereyim; Dünya şu anda felaket durumda.
Batı'dan bakınca her
şey iyiye gidiyor olabilir tabii.
Sanayiyi, ucuz iş
gücü olan ve çevre koruma yasaları olmayan
gelişmekte olan ülkelere kaydırıyoruz.
Silah sanayi uçuyor.
Bir yılda
önlenebilir, suyla bulaşan hastalıklardan 5 milyon insan öldü.
Dünya nasıl iyiye
gider?
Kızgın değilim.
Ama bilmek istiyorum.
İlgileniyorum.
Dünyada çok ciddi
sorunlar olduğunun farkındayım.
Tamam.
Teşekkür ederim.
- Yani Asya pazarında bir yayımcım bile yok.
- Tamam.
Dur de.
- Ne?
Dur.
Artık daha
bilinçliyiz.
İnsanlar karşı
koyacaktır.
Dünya senin gibi
eğitimli ve fikrini söyleyen insanlar
yüzünden daha iyiye gidiyor olabilir.
Konuşmamızın konusu
olan çevre meseleleri bile kısa süre
öncesinde kadar kelime haznemizde yoktu.
Giderek bir düstur
oluyorlar ve sonunda beklenen olabilir.
Söylediklerine
katılıyorum ama aynı zamanda tehlikeli.
Emperyalist bir
ülke bu tür bir düşünceyi ekonomik
açgözlülüğünü haklı çıkarmak için kullanabilir.
Aklında özel bir
emperyalist ülke var mı, Fransız?
Hayır, yok.
- Hayır mı?
Oraya oturalım mı?
- Evet, burası
mükemmel.
Vay canına.
Belki de dünya aynı bir insan gibi gelişerek evrim
geçiriyordur.
Örneği ben.
Daha kötüleşiyor
muyum?
Gelişiyor muyum?
Bilmiyorum.
Daha gençken, daha sağlıklıydım ama güvensizlik beni enkaz haline
getiriyordu.
Artık daha yaşlıyım ve sorunlarım daha ciddi ama onlarla baş etmek için daha donanımlıyım.
Ne sorunların var?
Şu anda hiç sorunum
yok.
Sadece burada olduğum için çok mutluyum.
Ben de.
Ne zamandır
Paris'tesin?
Dün gece geldim.
12 günde 10 şehir dolaştım.
Çok yoruldum.
Bittiği için çok
mutluyum.
Seyyar satıcı olmaktan
sıkıldım.
Selam.
- Merhaba.
Ne istersin?
Bir fincan kahve.
Bu kafeyi sevdim.
Keşke Amerika'da da
böyle yerler olsa.
Evet, orada yaşarken kafeleri
ben de özlerdim.
Hoşuma giden birkaç yer
buldum ama Amerika'da mı yaşıyordun?
- Evet, 96'dan 99'a
kadar.
New York
Üniversitesi'ndeydim.
Tanrım, buna
inanamıyorum, Celine.
Ne oldu?
- Hayır, sadece Hiçbir şey.
Yani - Ne?
98'den beri New
York'tayım.
Yani aynı zamanlarda
oradaymışız.
New York'ta mı?
- Evet.
Çok tuhaf.
Aslında sana rastlayabilirdim
birkaç kez ama küçük bir olasılık,
değil mi?
Hangi şehirde
olduğunu bile bilmiyordum.
Texas'ta bir yerde
değil miydin?
- Evet, kesinlikle.
Ben Uzun süre oradaydım.
New York'u denemek
istedim.
Seni buraya ne
getirdi?
Mastırımı bitirdim ve vizemin süresi doldu.
Ve paranoyaklaşmaya
başlıyordum.
Medyadaki şiddet
Çete şiddeti, cinayetler, özellikle seri katiller
Ama sabrımı taşıran son damla şey oldu bir gece yangın çıkmadan sesler geldiğini
duydum 911'i aradım ve sonunda polisler
geldi.
Üç saat sonra falan.
- Tecavüze uğrayıp
ölmemden sonra.
Hayır, bir erkek bir
de bayan memur geldi.
Duyduğum şeyleri anlatıyordum
ki kadın memur polis arabasını çekmeye
gitti.
Erkek polisle yalnız kalmıştım.
Bana hemen silahım
olup olmadığını sordu.”
Tabii ki yok" dedim.”
Bir tane alsan iyi olur" dedi.”
Burası Amerika, Fransa değil" dedi.
Silah kullanmayı bilmediğimi ve silahlara ilgim olmadığını söyledim.
O zaman silahını çıkardı
ve şöyle dedi: "Bir
gün böyle bir şeyi yüzüne dayayacaklar ve
uzun yaşamak istiyorsan onlarla kendi
aranda bir seçim yapmak zorunda kalacaksın.”
Ve gittiler.
Ertesi sabah silah ruhsatı
için müracaat ettim.
Ben ve silah.
Yani bu gerçekten ürkütücü.
Ama sonra ters bir
şey olduğunu fark ettim.
Polisin silahını
çıkarması ve diğer şeyler Böylece silah
müracaatımı iptal ettim ve o polisi
arayıp ondan şikayetçi olmaya çalıştım.
Sonra ne oldu?
- Çok fazla evrak işi
vardı sonra da korktum, boktan öğrenci
vizemle
Sınır dışı edileceğini düşündün.
- Kesinlikle.
Vazgeçtim ve bütün olanları unuttum.
Ama galiba hiç
unutmayacağım.
- Herhalde.
Ama yine de orada olmak
hoşuma gitti.
Amerika'da özlediğim
çok şey var.
- Oyle mi?
Ne gibi?
Pekala
İnsanların havası genel olarak iyi.
Bazen sahte olsa
da.
Mesela,
"Nasılsın?”
"Harika.”
"Sen nasılsın?”
"Harika!”
"İyi günler!”
Bilmiyorum.
Parisli'ler çok aksi
olabilir.
Fark ettin mi?
Hayır, bana herkes çok
mutlu görünüyor.
Mutlu değiller.
Hayır.
- Mutlu değiller mi?
Bilmiyorum.
Fransız erkeklerini kastediyorum.
Beni delirtiyorlar.
Ne olmuş onlara?
Çok tatlılar.
Harikalar, etrafta
takılırlar yemeği, şarabı severler, çok
iyi aşçıdırlar.
Ama onlarla şansım pek
yaver gitmedi.
Niye?
Nasıl yani?
Bence pek de - Ne?
Neydi o kelime?
Şehvetli?
Pek şehvetli değiller.
- Şehvetli mi?
Bu konuda Amerikalı
olduğum için gurur duyuyorum.
Duymalısın.
Sadece o konuda.
Hiç Doğu Avrupa'ya gittin
mi?
Doğu Hayır, gitmedim.
Teşekkürler.
Lisedeyken Varşova'ya
gitmiştim o zamanlar sıkı bir komünist
rejim vardı.
Ki bunu hiç
onaylamıyorum.
- Bundan eminim.
Hayır ciddiyim.
- Dalga geçiyorum.
Neyse, orada olmak
çok ilginçti.
Birkaç hafta sonra, içimde
bir şeyler değişti.
Şehir oldukça kasvetli
ve sıkıntılıydı ama bir süre sonra, düşüncelerim
daha netleşti.
Günlüğüme daha çok şey
yazıyordum hiç düşünmediğim fikirler.
- Komünist fikirler
mi?
Bak, ben
- Affedersin.
Tamam.
- Devam et.
Tamam, Daha sonra
seni bir işçi kampına göndereceğim.
Niye öyle farklı
hissettiğimi anlamam biraz vakit aldı.
Bir gün, Yahudi
mezarlığında yürürken neden bilmiyorum
ama aklıma orada geldi son 2 haftamda
alışkanlıklarımın çoğundan uzaklaştığımı fark ettim.
TV anlamadığım bir
dildeydi satın alacak hiçbir şey yoktu,
hiçbir yerde reklam yoktu tek yaptığım yürümek, düşünmek ve yazmaktı.
Beynim dinleniyor
gibiydi tüketim çılgınlığından
kurtulmuştu.
Doğal bir sarhoşluk
hissediyordum.
İçim huzur doluydu.
Başka bir yerde olma
arzusu alışveriş isteği yoktu Başlarda sıkılmış olabilirim ama sonra aşırı duygusal oldum.
Çok ilginçti.
9 yıl önce Viyana'da
yürüdüğümüze inanabiliyor musun?
9 yıl mı?
Hayır, bu imkansız.
- 9 yıl.
Sanki iki ay önce
gibi.
Ama 94 yazıydı.
Farklı görünüyor muyum?
Farklı mıyım?
Seni çıplak görmem gerekir.
Ne?
- Biliyorum, özür
dilerim.
Saçın daha
farklıydı.
Aynı Açıktı.
- Evet, açıktı.
Tamam, açıktı.
Evet.
Evet?
İşte.
Başka?
Hadi.
Söyle.
Daha incesin galiba.
Daha zayıfsın.
O zaman şişman mıydım?
Hayır - Evet, şişman olduğumu düşünüyordun.
Evet öyle
düşünmüyordun.
Şişman bir Fransız
kızıyla ilgili kitap yazdın.
Hayır, dinle.
- Olamaz.
Ciddiyim.
Çok güzel görünüyorsun.
Ben farklı görünüyor
muyum?
Hayır, hiç.
Aslında buranda bir
çizgi var.
Biliyorum.
- Bir yara izi gibi.
Yara izi mi?
Kurşun yara sı gibi
mi?
- Hayır, hoşuma gitti.
Uzgünüm.
Geçen gün tuhaf,
korkunç bir rüya gördüm.
Bu korkunç kabusumda 32
yaşımdaydım.
Ve sonra uyandım, 23
yaşımdaydım, çok rahatladım.
Sonra gerçekten
uyandım ve 32 yaşımdaydım.
Vay canına.
Bazen olur.
- Urkütücü.
Zaman hızla akıp
gidiyor.
Çünkü 20 yaşından
sonra beynimiz yenilenmiyor, yani ondan
sonrası bayır aşağı.
Ben yaşlanmayı
seviyorum.
Hayat daha Hayatı anı anına yaşıyorum.
Bazı şeylerin
değerini daha iyi biliyorum.
Evet, ben de öyle.
Çok hoşuma gidiyor.
Eskiden bir orkestrada bateristtim.
Sahi mi?
- Evet.
Aslında oldukça
iyiydik.
Ama solistimiz bize
bir plak anlaşması yapmaya çok hevesliydi.
Sürekli daha büyük
gösterilere çıkmayı konuşuyorduk.
Her zaman tamamen
geleceğe odaklanıyorduk.
Ama şimdi artık o orkestra yok.
Geriye dönüp bakınca,
çaldığımız konserler hatta provalar
bile çok eğlenceliydi.
Şimdi olsa her anının
tadını çıkarırdım.
Bir nefes alabilir
miyim?
Kitabın yayımlandı.
Bu da önemli bir
gelişme.
Tüm Avrupa'yı gezdin.
Her anın tadını
çıkarıyor musun?
Pek değil.
- Pek değil mi?
Hayır.
Başka sigaran var mı?
- Evet, tabii.
Al.
Benim işimde,
gördüğüm insanlar Afedersin.
İnsanlar bu işe
idealist düşüncelerle başlıyor daha iyi
bir dünya yaratma fikrinin lideri olmak istiyorlar.
Amaç hoşlarına
gidiyor, süreç değil.
Doğru.
- Ama işin gerçeği bazı şeyleri geliştirmek küçük başarılarla
oluyor.
İnsan asıl bundan
keyif almalı.
- Tam olarak ne demek
istiyorsun?
Meksika'daki köylere
yardım eden bir organizasyonda çalışıyordum.
Kalemleri alıp, küçük
kasabalardaki çocuklara nasıl
göndereceklerini düşünüyorlardı.
Konu büyük, devrim
niteliğinde fikirler değildi.
Olay kalemlerdi.
Gerçek işi yapan insanlar, asıl
üzücü tarafı da bu zaten kendinden en
çok şey veren, çok çalışan dünyayı
iyileştirme yeteneğine sahip insanlar genellikle
bir lider olma güvenine ve hırsına sahip değiller.
Yüzeysel ödüllerle hiç ilgilenmiyorlar.
Basında isimlerinin çıkması umurlarında değil.
Asıl diğerlerine yardım etme sürecinden keyif
alıyorlar.
O anı yaşıyorlar.
- Evet ama bu çok
zor yani anı yaşamak, bazen kendimi hiçbir şeyden memnun olmamak için yaratılmış
gibi hissediyorum.
Sanki sürekli
durumumu iyileştirmeye çalışıyor gibiyim.
Bir arzumu tatmin
ediyorum, bu sefer başka bir arzu doğuyor.
Ama sonra "ne
yapalım" diyorum.
Arzu, hayatın
yakıtıdır.”
Hiçbir şey istemeseydik, asla mutsuz olmazdık" sence bu doğru mu?
Bilmiyorum.
Hiçbir şey istememek,
bunalım belirtisi değil midir?
Evet, öyledir değil
mi?
Yani bir şeyler
istemek sağlıklı bir şey.
Evet.
Bilmiyorum.
Budistler her zaman böyle diyor.
Kendinizi isteklerinizden kurtarın, zaten
ihtiyacınız olan her şeyiniz var.
- Ama temel ihtiyaçların dışında bir şey istediğimde kendimi canlı
hissediyorum.
İstemek; ister başka bir insana yakın olmayı
istemek ister bir çift ayakkabı istemek
olsun, güzel bir şey.
Hep yenilenen isteklerimiz olmasını seviyorum.
Belki sadece bir ad verme
duygusudur.
Hani yeni bir
ayakkabıyı hak ettiğini hissedersin ya?
Alamadığın için
kızmadığın sürece, bir şeyler istemekte sorun yok.
Hayat zor.
Oyle olmalı zaten.
Acı çekmeseydik, hiçbir
şey öğrenmezdik.
Sen Budist misin?
Hayır.
- Hayır mı?
Niye?
Bilmiyorum.
Hiçbir dine mensup olmamamla
aynı şey yüzünden.
Uzun süre önce her şeye açık olmaya karar
verdim ama bir tek inanç sistemine inanmayacaktım.
Birkaç yıl önce Trap keşişlerinin manastırına
gitmiştim.
Trap keşişleri mi?
- Evet, Katolikler.
Niye böyle bir şey
yaptın?
- Neden mi?
Bazı şeyler okumuştum.
İlginç olacağını
düşündüm.
Keşişlerle ya da
rahibelerle vakit geçirdin mi?
Hayır.
Benim tarzım değil.
- Oyle mi?
Ters ve öfkeli
insanlar olduklarını sanıyordum ama öyle değilmiş.
Çok esprili ve cana
yakın insanlar.
Gerçekten, her şeye uyum
sağlıyorlar Kimseyi zorlamıyorlar.
Tanrıyla ya da
neyin ebedi olduğunu düşünüyorlarsa onunla
barış içinde yaşamak ve ölmek istiyorlar.
Onlarla birlikte
olmak insana hayata veriyor.
Tanıştığın bir çok
insanın daha iyi bir yerlere varmaya çalıştığını
anlıyorsun.
Daha fazla para, saygı
kazanmaya insanların onlara hayran
olmasına çalışıyorlar.
Bu çok yorucu bir şey.
Ciddiyim.
- İnsanın kendi
olması da yorucu.
İşte ben burada daha ruhani
olmaya çalışıyorum.”
Daha iyi bir insan olmak istiyorum.”
Kaçamıyorsun.
Uzun yıllar önce
Budist olmak isteyen bir erkek arkadaşım vardı.
O manastırlardan
birini görmek için Asya'ya gitti.
Bunu ben de düşündüm.
- Gitmelisin.
Nedenini söyleyeyim.
Yakışıklı biriydi,
ne zaman o manastırlardan birine gitse bir
keşiş ona oral seks yapmayı teklif ederdi.
Bu gerçek.
Sonuçta her şey buna geliyor,
değil mi?
Bu yüzden yaptığın şeye
hayranım.
Nasıl yani?
Oral seks mi?
Hayır.
- Hayır.
Yanlış cevap.
Hayır, hayattan kopuk
değilsin diyecektim.
İsteklerini eyleme
geçiriyorsun.
Deniyorum.
Biliyor musun?
8 saat boyunca uçaklarda ve havaalanlarında olacağım.
Paris'i biraz daha
görmek istiyorum.
Benimle yürümek ister
misin?
- Evet.
Olur mu?
- Harika olur.
İster misin?
- Evet.
Hadi gidelim.
Borcumuz ne?
4 buçuk mu?
Ben hallederim,
günlük masraflarımı karşılıyorlar.
Bu kadar bahşiş yeter
mi?
- Evet, yeter.
Fazla bile.
- Bunu da bırakayım.
Buralarda gidecek bir
yer var mı?
- Bugün indirim günü.
O nedir?
- Paris'te her şey
indirimde.
Yılda iki kez olur.
Tamam, alışverişe
gidelim.
Hayır.
Kötü bir fikir.
Sana bunu yapamam.
Bu delilik.
Şurada bir yol var.
Çok güzeldir.
Tamam.
Alışverişten daha
iyidir.
Senin istediğini
yapmak istemediğimden değil.
Bazen bir şey almaya ihtiyacım
olmuyor.
Bir şeylere
denemekten ve bakmaktan başım dönüyor.
Buraya mı gidiyoruz?
Bir psikoterapist
bunun iyi olduğunu söyler.
Sahi mi?
Sen terapiye gittin
mi?
- Hayır.
Terapide gibi mi
görünüyorum?
- Şaka yapıyorum.
Cinsel sorunlarına
iyi geliyor mu?
- Cinsel sorunlarım
mı?
Dalga geçiyorum.
- Bana gerçeği söyle.
Bizim hiç sorunumuz
yoktu.
- Hayır, şaka
yapıyorum.
Biz seks bile
yapmadık.
- Bu bir espriydi
tamam mı?
Hayır, yapmadık.
Bu yüzden çok özel
bir geceydi.
Elbette yaptık.
- Hayır, yapmadık.
Senin prezervatifin
yoktu ben de o olmadan yapmam.
Aşırı paranoyağımdır.
İmkansız bir şey Neler olduğunu hatırlamaman beni korkutuyor.
Hayır, dinle ben kitap yazmadım ama günlük tuttum ve o bütün o geceyi yazdım.
Bunu kast etmiştim,
idealleştiriyorsun.
Pekala, kullandığımız
prezervatifin markasını bile hatırlıyorum.
Bu iğrenç bir şey.
Duymak istemiyorum.
İğrenç falan değil.
- Hayır.
Eve döndüğümde 94
günlüğümü kontrol edeceğim ama haklıyım biliyorum.
Dur bir dakika.
- Ne?
Mezarlıkta mıydı?
- Hayır.
Hayır, mezarlığa akşamüstü
gittik.
Gece yarısı parkta
oldu.
Parkta mı?
- Dur biraz.
Ben Bu unutulacak bir şey mi?
Parkı hatırlamıyor
musun?
Tamam, bir dakika.
Haklı olabilirsin Benimle kafa buluyorsun.
Hayır.
- Benimle kafa mı
buluyorsun?
Hayır.
Üzgünüm.
Galiba Sen iyisin, değil mi?
Bazen bazı şeyleri kafamdaki çekmecelere
koyar ve unuturum.
Onlarla yaşamaktansa, bazı şeyleri unutmak
daha az acı veriyor.
Yani o gece senin
için üzücü bir anı mıydı?
Özellikle o geceyi kast
etmedim.
Bazı şeylerin
unutulması daha iyidir dedim.
O geceyi tüm
yıllardan daha iyi hatırlıyorum.
Ben de.
- Sahi mi?
Hatırladığımı
sanıyordum.
Belki de
buluşacağımız gün büyükannemin cenazesi
olduğu için aklımdan çıkarmışımdır.
Benim için zor bir
gündü ama senin için daha kötü olmalı.
İnanılmazdı.
Tabuttaki ölü
bedenine baktığımı hatırlıyorum o güzel
elleri, beni tutan o elleri o kadar sıcak ve hoştu ki ama o tabuttaki şey, onu hatırladığım gibi
değildi.
Bütün sıcaklığı
gitmişti.
Ağlıyordum.
Onu mu, seni mi, hanginizi
bir daha göremeyeceğim için ağlıyordum
bilmiyorum.
Bu şekilde konuştuğum
için üzgünüm.
Bu hafta biraz
moralim bozuktu.
Neden?
- Bilmiyorum.
Kötü bir şey değil Kitabını okuduğum içindir belki.
O yaz ve sonbaharda
ne kadar umut dolu olduğumu düşününce ve
o zamandan beri de Bilmiyorum.
Geçmişi yeniden yaşamak zorunda değilsen,
hafıza harika bir şey.”
Geçmişi
yeniden yaşamak zorunda değilsen, hafıza harika bir şey.”
Bunu arabamın arkasına
yazabilir miyim?
O gecemiz hakkında
bir kitap yazsaydın, bu iyi bir başlık olurdu.
Ve tamamen farklı bir
kitap olurdu.
- Evet, hiç seks
sahnesi olmazdı.
Ama biliyor musun?
- Ne?
Artık yeniden
karşılaştığımıza göre 16 Aralık anımızı
değiştirebiliriz.
Artık birbirimizi hiç
görmediğimiz o üzücü sonu yok.
Doğru.
Galiba yaşadığın sürece
bir anı asla bitmez.
Evet, biliyorum.
Çocukluğumdan bir
anım var hiç yaşanmadığını fark ettim.
- Neymiş o?
8 ya da 9
yaşımdayken, geceleri piyano dersimden eve gelirken annem o kadar paranoyak olurdu ki beni pis adamların şeker vermesi ve pipilerini göstermeleri hakkında uyarırdı.
Buna kafayı o kadar takmıştı ki,
daha sonra hayatımda bu görüntü
gerçekten yaşanmış gibi geldi.
Eve yürürken seks yaptığımı
bile düşündüm.
Bazen, hatta şimdi
bile seks yaparken, kendimi o sokakta
yürürken görüyorum.
Yemin ederim.
Çok tuhaf, değil mi?
Bu sokak yakınlarda
mı?
Yani
- Yapabilir miyiz?
Hayır.
Çok uzakta.
Çocukken günlük tutar
mıydın?
Evet, ara sıra.
Tuhaf, geçen gün
83'teki günlüklerimden birini okudum.
- Öyle mi?
Ve beni şaşırtan şey o zaman da hayatla ilgili düşüncelerim
aynıymış.
Daha umut dolu ve safmışım ama özüm ve hislerim tamamen aynı.
Bu, hiç değişmediğimi fark etmemi sağladı.
Bence kimse değişmiyor.
İnsanlar kabul etmek istemiyor ama doğuştan
gelen bir kişiliğimiz var ve olan
şeyler hemen hemen bu mizacımızı değiştirmiyor.
Buna inanmıyor musun?
- Galiba.
Piyango kazanan ve
belden aşağısı felç olan insanları inceledikleri
bir çalışma okumuştum.
Birinde çok
sevineceğini diğerinde intihar edeceğini düşünürsün.
Ama bu inceleme
gösteriyor ki, 6 ay sonra insanlar yeni
durumlarını alışır alışmaz aşağı yukarı
aynı oluyorlar.
- Aynı mı?
Evet.
Yani iyimser, sokulgan
biriyse tekerlekli sandalyede de
iyimser, sokulgan bir insan oluyor.
Eğer dar kafalı, mutsuz
bir herifse yeni Cadillac'ı, teknesi ve
eviyle de mutsuz bir dar kafalı oluyor.
Yani hayatımda
harika şeyler olsa da ben hep kederli mi olacağım?
Kesinlikle.
- Harika.
Hayır, yapma, şu an
kederli misin?
Hayır, kederli
değilim.
Ama bazen
endişeleniyorum.
İstediğim her şeyi
yapamadan hayatımın sonuna geleceğim.
- Ne yapmak istersin?
Ben Daha çok resim yapmak, her gün gitar çalmak
isterim.
Ben Çince öğrenmek,
daha çok şarkı yazmak isterim.
Yapmak istediğim çok
şey var ama sonuçta pek bir şey yapmıyorum.
Peki şunu sorayım: Hayaletlere ruhlara
falan inanır mısın?
Hayır.
Hayır mı?
- Hayır.
Peki reenkarnasyon?
- Hiç inanmam.
Tanrı?
- Hayır.
Peki.
- Kulağa korkunç
geliyor.
Hayır.
Ama hiçbir büyüye
inanamayan o insanlardan olmak istemiyorum.
O zaman astroloji?
- Evet, elbette!
İşte.
- Astroloji
mantıklı değil mi?
Sen Akrepsin, ben
Yay, uyumluyuz.
Hayır, hayır.
Einstein'ın çok
sevdiğim bir sözü var.”
Hiçbir
büyü ya da gizeme inanmıyorsan, aslında
bir ölüsün demektir" demiş.
- Bunu beğendim.
Ben her zaman
evrenin gizemli bir özü olduğunu düşündüm.
Ama kısa süre
önce, benim, kişiliğimin, neyse Burada
kalıcı bir yerim yok biliyorsun.
Ölümsüzlükte ya da
her neyse Ve bunu düşündükçe, hayatımı,
hayat önemli değil diyerek geçiremiyorum.
Hayat bu!
Hayatımı gerçekten
yaşıyorum.
Sence ne ilginç?
Ne komik?
Ne önemli?
Her gün, son
günümüz.
Böyle hissedince,
genelde annemi arayıp onu sevdiğimi söylerim.
Sahi mi?
- Ve o da her zaman
şöyledir:
"İyimisin?
Kanser mi oldun?
İntihar mı
edeceksin?”
Onu sevdiğimi
söylemem önemsizmiş gibi.
Peki ya biz?
Ne olmuş bize?
- Hayır, demek
istediğim ikimiz de bu gece öleceksek - Kıyamet günü mü geliyor?
Hayır, o çok dramatik.
Ama ya sadece ikimiz
öleceksek?
Sence kitabın
hakkında mı konuşurduk?
Çevre hakkında mı?
Ya da - Bugün son günümüz olsa mı?
Evet, ne hakkında
konuşurduk?
Bana ne söylerdin?
Pekala - Zor, değil mi?
Hayır, söyleyeceğim.
- Tamam.
Kesinlikle kitabımdan
konuşmayı bırakırdım.
Çevre hakkında da
konuşmazdım.
- Tamam.
Ama evrendeki sihri yine de
konuşmak isterdim.
Ama bunu bir - Ne?
otel odasında yapmak
isterdim ölene kadar vahşice sevişmelerimiz
arasında.
Neden bir otel
odasıyla vakit kaybedelim?
Neden burada bir bankta
yapmayalım?
Buraya gel.
Tamam.
Bu gece ölmeyeceğiz.
Evet.
Çok kötü.
Ozür dilerim.
Çok uç bir örnek oldu.
Özür dilerim.
- Tamam.
Aslında anlatmak istediğim
şey insanlarla gerçekten iletişim kurmanın
çok zor olması.
Biliyorum, günlük sohbetlerimizin
çoğu Hayır, demek istediğim her şeyi sekse getirmek değil.
- Neden?
Hayır, bu bir örnek.
Bir arkadaşım şeyden
bahsediyordu
Erkek arkadaşıyla yatakta sorunları varmış.
Bir senedir falan
çıkıyorlarmış.
Kız ona, onu daha çok
memnun etmek için neler yapabileceğini söyleyince
bu çocuğu çok üzmüş.
Niye?
- Kesinlikle.
Çocuk yatakta kötü olduğunu
düşünmüş olabilir.
Belki de kız bu kadar
beklememeliydi.
Bir yıl sonra
- Ama erkekler çok kolay alınıyor.
Kadınlardan daha çok
mu?
- Bu konuda
kesinlikle öyle.
Öyle mi dersin?
- Evet.
Belki de bunun
sebebi, erkekleri memnun etmenin daha
kolay olmasıdır.
- Memnun etmek mi?
Bilemiyorum.
- Evet, kesinlikle
öyledir.
Neyse bu arkadaşım, bir
daha biriyle çıktığında nelerden
hoşlanıp, nelerden hoşlanmadıkları hakkında
bir anket yapacağını söylemişti.
- Yazılı mı, sözlü mü?
Çoğunlukla yazılı.
Sadece evet ve hayır
olmayacak.
Bundan biraz daha
karmaşık olacak.
Mesela soru:
"Sadomazoşist seksten hoşlanır mısın?
Gibiyse Cevap: "Hayır ama ara sıra şaplatmak
iyidir" olabilir.
Ya da şöyle olabilir:
"Yatakta açık saçık konuşmayı sever misin?
Böyle bir şey mi?
- Evet ama sorular
genel değil.
Mesela
"Özellikle hangi kelimeyi duymaktan hoşlanırsın?”
Ben mi?
- Evet.
Mesela sen
özellikle hangi kelimeyi duymaktan hoşlanırsın?
Bilmiyorum.”
Vajina" kelimesi sana ne hissettirir?
Hoşuma gider.
İyi.
Son dokuz yılda bu
kadar sapık olmamız inanılmaz.
En azından artık her
yeni seks deneyimine hayatı değiştiren bir
olay olarak görmemize gerek yok.
Şimdiye kadar şeyini
eskimek üzere olan birçok şeye sokmuşsundur.
Tam bir fahişe
olduğunu gerçekçi olarak düşünemem.
Evet, teşekkür ederim.
- Hayır, ben Doğru.
Ne yaparsın?
- Ne yaparsın?
Ne tür şarkılar
yazıyorsun?
Bunu yaptığını
bilmiyordum.
Ne tür mü?
- Evet.
Bilmiyorum, sadece
şarkılar.
- Mesela?
Mesela, bazıları insanlar
hakkında.
İlişkiler.
Biri arabam hakkında.
Bir tane söylesene.
- Hayır, yapamam.
Gitarım yok.
Hadi.
Gitarsız söyle.
- Hayır.
Gitar olmadan şarkı
söylemem.
Sen delisin.
Neden olmasın?
Tamam.
Şimdi değil.
Hayır.
- Bir tane.
Ne zaman söylersin?
Altı ay sonra bir
gitarla tekrar buluşalım mı?
Ben uçakla buraya
gelirim.
Sen metroya biner ya
da binmezsin.
- Tamam, çok komik.
Geri dönmeliyiz.
- Bir şey olmaz.
Uçağını kaçıracaksın.
- Tamam.
Saint Nehri
kıyısından yürüyelim.
Çok güzeldir.
Tamam.
Demek New York'a
dönüyorsun?
- Evet.
O makalede evli ve
bir çocuklu olduğunu okumuştum.
Bu harika.
Evet, 4 yaşında.
Adı ne?
- Henry.
Küçük Hank.
Çok neşeli bir çocuk.
- Vay canına, eminim.
Karın ne iş yapıyor?
- İlkokul öğretmeni.
Senin çocuğun var mı?
- Evet, iki tane.
Kahretsin!
Ne oldu?
- Onları arabada
bıraktım!
Camlar kapalıydı.
6 ay önce!
Sence iyi midirler?
Şaka yapıyorum.
Ama bir gün çocuğum
olsun isterim.
Şu an h azır değilim.
- Oyle mi?
Ama güzel bir ilişkim
var.
- Sahi mi?
İyi.
Ne iş yapıyor?
- Fotoğrafçı gazeteci.
Savaş fotoğrafları
çekiyor.
Çoğu zaman ülke
dışında, ki bu iyi bir şey çünkü çok yoğunum.
Ama bu tehlikeli
değil mi?
Bugünlerde ölümler
çok arttı değil mi?
Tehlikeye
girmeyeceğine söz veriyor ama çoğu zaman endişeleniyorum.
Bir şeyin fotoğrafını
çekerken sanki transa geçiyor.
Nasıl yani?
- Bir keresinde Yeni
Delhi'deydik ve bir şeyin yanında geçiyorduk Bomba mı?
- Dilenci.
Evsiz biri.
Tamam.
Yardıma ihtiyacı
vardı ama onun ilk işi adamın fotoğrafını çekmek oldu.
Yüzüne iyice
yaklaştı, renkleri ayarlıyordu o adam
hiç umurunda değil gibiydi.
Ama işinde iyi olmak
için böyle yapman gerekmez mi?
Evet ama ben yapmam Onu yargılamıyorum.
Yaptığı şey çok
önemli ve inanılmaz.
Ama ben kesinlikle
yapamam.
Hadi şu tekneye
binelim.
Hayır!
- Hadi, eğlenceli
olur.
Vaktin yok!
- Kalkmak üzere.
15 dakikam daha var.
Cep telefonun var mı?
Evet.
- Şoförün numarası
var.
Onu ararım ve bizi bir
sonraki iskeleden alır.
Bu tekneler hiç
binmedim.
Bunlar turistler
için, çok utanç verici.
Tamam.
Hadi.
Tamam, ben veririm.
Tamam, tamam.
Teşekkür ederim.
Peki o adama aşık
mısın?
- Hangi adama?
Savaş fotoğrafçısına.
- Evet, tabii ki.
Cep telefonunu verir
misin?
Evet.
Bir bakayım - Tamam.
Ona ne diyeyim?
Seni Quai Henri
Quatre'den almasını söyle.
Hay aksi.
Quai ?
Henri Quatre.
Quai Henri Quatre.
Henri Quatre.
Neyin var?
Ben konuşayım mı?
Henri Quatre.
Henry Dört mü?
- Evet!
Niye öyle söylemedin?
- Ozür dilerim.
Tamam.
Evet, Philippe'le mi görüşüyorum?
Evet.
Philippe, ben Jesse
Wallace.
Evet.
Ben bir turist teknesindeyim.
Ve Henry Dört'e
gidiyoruz.
Henry Dört İskelesine.
Biliyor musun?
Tamam, harika.
Çantalarım sende,
değil mi?
Orada olacaksın
Bilmiyorum, bir sonraki durak.
Tamam.
Au revoir.
Tamam mı?
- Evet.
Vay canına.
Notre Dame.
Şuna bak!
- Vay.
Bir hikaye duymuştum.
Almanlar Paris'i
işgal ederken geri çekilmek zorunda
kalmışlar.
Notre Dame'a dinamit döşemişler ve düğmeye basacak bir asker bırakmışlar.
Ve bu asker düğmeye basamamış.
Orada oturmuş, ve
mekanın güzelliğinde büyülenmiş.
Ve müttefik
birlikler geldiğinde patlayıcıları ve
basılmamış düğmeyi bulmuşlar ve aynı
şeyle Sacré-Coeur, Eiffel Kulesi ve
diğer güzel yerlerde de karşılaşmışlar.
Bu doğru mu?
Bilmiyorum.
Ama bu hikayeyi hep
çok sevmişimdir.
Evet, harika bir
hikaye.
Ama bir gün Notre
Dame'ın da yok olacağını düşünmek zorundasın.
Saint'de eskiden
başka bir kilise varmış, tam orada.
Aynı noktada mı?
- Evet.
Bu harika bir şey.
Daha önce hiç
yapmamıştım.
Paris'in ne kadar
güzel olduğunu unutmuşum.
Bir turist olmak o
kadar da kötü bir şey değil.
Beni tekneye
bindirdiğin için sağ ol.
- Onemli değil.
Galiba yazdığım
kitap, bir şey inşa etmek gibiydi.
Birlikte geçirdiğimiz
zamanın ayrıntılarını unutmayacaktım.
Geçmişte gerçekten karşılaştığımızın
bir hatırlatıcısı.
Yani bu gerçekti, gerçekten yaşandı.
Bunu söylediğine sevindim çünkü bir ilişkiyi
bir anda unutamadığım için kendimi hep
garip hissetmişimdir.
İnsanların bir kaçamakları ya da tam bir
ilişkileri oluyor ayrılıyorlar ve
unutuyorlar.
Mısır gevreğinin
markasını değiştirmişler gibi devam ediyorlar.
Birlikte olduğum hiç
kimseyi unutamam gibi hissediyorum çünkü
her insanın kendine has özellikleri vardır.
Kimseyi kimsenin
yerine koyamazsın.
Kaybedilen kaybedilmiştir.
Her ilişki bittiğinde, bana zarar verir.
Hiç tam olarak toparlanamam.
Bu yüzden bir ilişkiye girerken çok dikkat
ediyorum çünkü beni çok incitiyor.
Hatta sevişmek bile, ki bunu yapmam çünkü o insanın en olağan şeylerini özlerim.
Küçük şeylere takıntı yaparım.
Belki deliyim ama
küçük bir kızken annem okula hep geç
kaldığımı söylerdi.
Bir gün nedenini
öğrenmek için beni takip etmiş.
Kestanelerin
ağaçlardan düşüşünü, kaldırımda yuvarlanmalarını bir karıncanın yolu geçmesini, bir yaprağın
ağaçtaki gölgesini izlermişim.
Böyle küçük şeyler.
Bence insanlarda
da aynı.
Onlarda
kendilerine has küçük ayrıntıları görüyorum
bu beni etkiliyor ve bunu özlüyorum ve hep özleyeceğim.
Kimsenin yerine başkasını
koyamazsın çünkü herkes, güzel ve özel
ayrıntılardan oluşur.
Mesela sakalında
kızıllar olduğunu hatırlıyorum ve
güneşte parıldıyordu gitmeden önceki
sabah.
Onu hatırladım ve
özledim.
Gerçekten delilik,
değil mi?
Artık eminim.
O aptal kitabı niye
yazdım biliyor musun?
Niye?
- Senin Paris'te bir
okuma toplantısına gelmen ve sana "Neredeydin?”
diyebilmek için.
O zaman buraya gelir miydim sanıyorsun?
Ciddiyim.
O kitabı galiba bir bakıma seni bulmak için
yazdım.
Bunun doğru olmadığını biliyorum ama çok tatlısın.
- Bence doğru.
Bir daha karşılaşma ihtimalimiz neydi sence?
O Aralık'tan sonra,
bence sıfırdı.
Ama zaten gerçek
değiliz, değil mi?
Sadece o yaşlı
bayanın hayalindeki karakterleriz.
Kadın ölüm yatağında,
gençliğine dalıp gidiyor.
Yani elbette tekrar
karşılaşmak zorundaydık.
Tanrım!
Neden Viyana'da
değildin?
Nedenini söyledim.
- Biliyorum, sadece Keşke orada olsaydın.
Hayatlarımız çok farklı olabilirdi.
Öyle mi düşünüyorsun?
Evet.
Belki de farklı olmazdı.
Belki birbirimizden nefret ederdik.
Niye, şimdi birbirimizden nefret mi ediyoruz?
Belki de sadece kısa
rastlaşmalarda sıcak iklimde Avrupa şehirlerinde
dolaşmakta iyiyizdir.
Tanrım.
Neden telefon numaralarımızı
falan almadık ki?
Bunu neden yapmadık?
Çünkü genç ve
aptaldık.
Sen hâlâ öyle
miyiz?
Galiba insan
gençken bağlanacağı birçok insan olduğuna
inanıyor.
Ama daha sonra
bunun sadece birkaç kez olduğunu anlıyorsun.
O fırsatı da
kaçırabiliyorsun.
Temas kuramıyorsun.
Geçmiş, geçmiştir.
Oyle olması
gerekiyordu.
Buna gerçekten
inanıyor musun?
Her şeyin kader
olduğuna?
Dünya
sandığımızdan daha özgür olabilirdi.
Öyle mi?
Aynen şu
şartlarda, her seferinde aynı şey olur.
İki parça
hidrojen, bir parça oksijenle her seferinde su olur.
Ya büyükannen bir
hafta daha uzun yaşasaydı?
Ya da bir hafta
erken ölseydi?
Hatta birkaç gün?
Her şey farklı
olabilirdi.
Böyle düşünemezsin.
- Çoğu şeyde
düşünmemelisin ama Ama bu olayda, yanlış
olan bir şey vardı sanki.
Evlenmeden birkaç
ay önce, sürekli seni düşünüyordum.
Düğüne giderken
bile.
Arabadayım beni
bir arkadaşım götürüyor pencereden
dışarı bakıyorum ve seni gördüğümü sanıyorum
kiliseye çok az kalmış şemsiyeni
katlayıp bir şarküteriye giriyorsun 13.
caddeyle Broadway'in köşesinde.
Delirdiğimi sandım.
Ama şimdi düşünüyorum
da, muhtemelen sendin.
11. caddeyle
Broadway'in köşesinde oturuyordum.
Gördün mü?
Evli olmak nasıl bir
şey?
Bundan pek
bahsetmedin.
Bahsetmedim mi?
Ne garip.
Bilmiyorum.
Universitedeyken
tanıştık.
Ayrıldık ve birkaç
yıl sonra yine beraber olduk ve sonra Yine
birlikte sayılırdık, hamile kaldı ve
evlendik.
Nasıl biri?
Harika bir öğretmen, iyi
bir anne.
Akıllı, güzel.
O zamanlar şöyle düşündüğümü
hatırlıyorum hayran olduğum adamların
çoğu hayatlarını kendilerinden daha
büyük şeylere adamıştı.
Yani hayran
olduğun adamlar evli olduğu için mi evlendin?
Hayır, başka bir şey En iyi yanımın bir fikriydi.
Ve o fikri izlemek
istedim dürüst yanımı bastırsa bile.
Anlıyor musun?
O anda kim olduğumun önemli olmadığını
düşünüyordum.
Kimse senin için her şey olamaz ve önemli olan sadece kendini bir taahhüt
altına sokma eylemi sorumluluklarınla yüzleşme
eylemidir.
Yani, saygı, güven, hayranlık değilse, aşk
nedir?
Bunları hissettim işte.
Şimdiki zaman geçersek, eskiden çıktığım
biriyle bir anaokulu işletiyor gibiyim.
Bir keşiş gibiyim.
Son 4 yılda 10 defadan
az seks yaptım.
Ne?
Bana mı gülüyorsun?
- Hayır.
Acıklı bir durum
değil mi?
- Hangi manastırda
keşişler seks
Haklısın.
Durumum çoğu keşişten
daha iyi.
Ama biri bana dokunursa moleküllerime ayrılacağım gibi geliyor.
Geldik.
Gitmeliyiz.
Hadi.
Lanet olsun.
Bunu duyduğuma
üzüldüm.
- Neyi?
Evliliğinden o
kadar memnun olmadığına.
- Psikolog bir
arkadaşım var
- Durumu nasıl?
Berbat ama Aynı sebepten dolayı ayrılan çiftlerle ilgilendiğini söylemişti.
- Hangi sebepmiş o?
Birkaç yıl birlikte
yaşadıktan sonra tutkunun, arzunun aynı
olmasını bekliyorlar.
Evet.
- Bu mümkün değil.
Bunun için
şükretmeli.
Yoksa sürekli aynı
heyecanı yaşasaydık sonunda anevrizma olurdu.
Hayatta hiçbir şey
yapamazdık.
Her 5 dakikada bir
birini becersen, kitabını bitirebilir miydin?
Bunu denemek hoşuma
gidebilirdi.
Karının oğlunu
doğurduktan sonra bütün sevgisini bebeğe
vermesi doğal.
- Elbette.
Sekse takıntılı
olsaydı seni sürekli tahrik etseydi Bu
hiç mantıklı olmazdı değil mi?
Söylediklerinin hepsi
mantıklı.
Konu seks değil.
Biliyorum.
Belli oluyor.
Ben Son zamanlarda çiftlerin kafası karışık.
Bence erkekler kendilerini gerekli hissetmeli ama artık böyle hissetmiyorlar.
Bir şeyler sağlayıcı olmak yıllardır kafalarında yer etmiş.
Mesela ben iş hayatımda güçlü ve bağımsız bir
kadınım.
Bir erkeğin beni beslemesine ihtiyacım yok ama
yine de sevebileceğim ve beni
sevebilecek bir erkeğe ihtiyacım var.
Şoförün gelmiş.
- Evet.
Galiba vedalaşmalıyız.
Bana telefonunu - Hayır, hayır.
Seni eve bırakalım.
Metroya binebilirim.
- Hayır, ben Uçağım saat 10'da.
İki saat erken gitmiş
olacağım.
Böylece konuşmaya devam
edebiliriz.
Bayım, acaba ?
- Evim yolunuzun
üstünde değil.
Ona nerede oturduğunu
mu söyledin?
Evet.
Nereye gideceğini biliyor
mu?
- Evet.
Birinin bilmesine
sevindim.
Bu metrodan daha iyi
değil mi?
- Kesinlikle.
Artık bazı şeyleri romantikleştirmesem
daha iyi olacak.
Sürekli çok acı
çekiyordum.
Hâlâ bir sürü hayalim var ama
aşk hayatımla ilgili değil.
Bu beni üzmüyor, olayların
gidişatı böyle.
Bu yüzden mi hiç
buralarda olmayan biriyle ilişkin var?
Evet, belli ki bir
ilişkinin günlük yaşamıyla baş edemiyorum.
Evet, birlikte
heyecanlı anlar geçiriyoruz o gidiyor,
onu özlüyorum ama en azından içten içe ölüp bitmiyorum.
Biri sürekli etrafımda olunca,
boğuluyorum.
Sevmeye ve sevilmeye ihtiyacın olduğunu
söylemiştin.
Evet ama birini sevince, bu beni hemen hasta
ediyor.
Bu bir felaket.
Sadece kendi başımayken gerçekten mutlu
oluyorum.
Yalnız olmak, sevgilinin yanında
kendini yalnız hissetmekten daha iyi.
Romantik olmak benim
için kolay değil.
Romantik olmak
için başlıyorsun ama birkaç kez çuvallayınca
gerçekçi olmayan fikirlerini unutup, olanları kabul ediyorsun.
Bu doğru bile
değil.
Ben hiç
çuvallamadım sadece çok fazla sıkıcı
ilişkim oldu.
Kötü değillerdi, bana
değer verdiler ama gerçek bir bağ ya da
heyecan yoktu.
En azından benim
açımdan.
Tanrım, üzgünüm,
gerçekten o kadar kötü mü?
O kadar kötü
değil, değil mi?
Aslında konu o da
değil.
Lanet olası
kitabını okuyana kadar iyiydim.
Beni çok üzdü.
Bana, aslında ne
kadar romantik olduğumu nasıl umut dolu
olduğumu hatırlattı ve şimdi aşkla
ilgili neredeyse hiçbir şeye inanmıyorum.
Artık insanlar
için bir şey hissetmiyorum.
Bir bakıma bütün
romantizmimi o geceye sığdırdım ve bir
daha o şekilde hissedemedim.
O gece bir şekilde
benden bazı şeyleri alıp götürdü duygularımı
sana anlattım ve sen de onları alıp götürdün.
Kendimi duygusuz,
sanki aşk bana göre değilmiş gibi hissettim.
Buna inanmıyorum.
Gerçeklik ve aşk
benim için sanki bir çelişki.
Garip, eski erkek
arkadaşlarımın hepsi artık evli.
Erkekler benimle
çıkıyor, ayrılıyoruz ve sonra evleniyorlar.
Ve sonra beni
arayıp onlara aşkı, kadınlara saygı duymayı
öğrettiğim için teşekkür ediyorlar.
Galiba ben de
onlardan biriyim.
- Onları öldürmek
istiyorum!
Neden bana evlenme
teklif etmiyorlar?
Hayır diyebilirdim ama sormuş olurlardı.
Hata benim
biliyorum çünkü asla doğru adamı
bulamadım.
Ama doğru adam,
hayatının aşkı mı demek?
Bu görüş saçma.
Yalnızca başka bir
insanla bir bütün olabileceğimiz fikri
berbat.
- Konuşabilir
miyim?
Kalbim çok kırıldı
ve sonra toparlandım.
Bu yüzden artık
başlangıçlarda hiç çaba sarf etmiyorum.
Çünkü işe
yaramayacağını biliyorum.
- Böyle yapamazsın.
Acıdan kaçarak yaşamaya
çalışamazsın Bunlar sadece laf.
Senden
uzaklaşmalıyım.
Durun, inmek
istiyorum.
- Hayır, yapma Konuşalım.
- Konu senin
etrafında dönüyor.
Bana dokunma.
Taksiye bineceğim.
Hayır, durma.
Devam et.
Bak, çok mutluyum.
Teşekkür ederim,
devam et.
Tamam.
Seninle birlikte olmaktan çok
mutluyum.
Gerçekten.
Beni unutmadığın için çok mutluyum.
Hayır, unutmadım.
Ve bu beni kızdırıyor, tamam mı?
Buraya Paris'e geliyorsun, çok romantiksin, ve
evlisin.
Canın cehenneme.
Beni yanlış anlama, seni elde etmeye
çalışmıyorum.
Yani tek ihtiyacım, evli bir erkek.
Köprünün altından çok su aktı, konu
sen bile değilsin.
Olay, artık sonsuza kadar yok olan o an.
Böyle söylüyorsun ama seks yaptığımızı bile
hatırlamadın.
Tabii ki hatırladım.
Öyle mi?
- Evet.
Kadınlar anlamamazlıktan gelir.
- Oyle mi?
Ne diyecektim yani?
Parkta şarap içtiğimizi, güneş doğarken yıldızların kaybolduğunu hatırladığımı mı?
İki kere seviştik, seni aptal!
Bak, seni gördüğüme çok
sevindim.
Sinirli manik-depresif
bir çevreci olsan bile seninle vakit
geçirmek hâlâ hoşuma gidiyor.
Ben de böyle
hissediyorum.
Özür dilerim, ne
olduğunu bilmiyorum İçimi dökmem
gerekiyordu.
- Hiç sorun değil.
Aşk hayatımda
ilişkimde o kadar mutsuzum ki.
Her zaman duygusal
olarak uzak biriymişim gibi rol yapıyorum.
Ama içten içe
ölüyorum.
Olüyorum çünkü çok
duygusuzum.
Bir nebze bile olsun
acı ya da heyecan hissetmiyorum.
Bir tek sen mi içten
içe ölüyorsun sanıyorsun?
Benim hayatım daima
kötü.
Üzgünüm.
- Hayır.
Sadece oğlumla
birlikte olduğum zaman mutlu oluyorum.
Evlilik danışmanına
gittim yapacağımı hiç düşünmediğim şeyler
yaptım.
Mumlar yaktım,
"kendine yardım et" kitapları, iç çamaşırları aldım.
Mumlar işe yaradı mı?
- Hayır.
Onun sevilmeye ihtiyacı olma
şeklini bile sevmiyorum bizim için bir
gelecek görmüyorum ama sonra küçük oğluma bakınca karşımda oturuyor, ve hayatı boyunca her an
onunla olmak için her türlü işkenceye katlanırım
diye düşünüyorum.
Bir saniyesini bile kaçırmak
istemiyorum.
Ama evimde hiç neşe ya
da kahkaha olmuyor.
Onun böyle büyümesini
istemiyorum.
- Kahkaha yok mu?
Bu korkunç.
Annemle babam 35
yıldır beraber ve kavga ettiklerinde
bile sonunda gülüyorlar.
52 yaşında
boşanan, gözyaşlarına boğulan, eşlerini hiç
sevmediklerini kabul eden ve yaşamları bir elektrik süpürgesiyle yutulmuş gibi olan insanlardan
biri olmak istemiyorum.
Çok güzel bir
hayat istiyorum.
Onun da güzel bir
hayatı olmasını istiyorum, bunu hak
ediyor.
Ama biz evlilik
bahanesiyle, sorumluluğuyla, insanların
nasıl yaşaması gerektiğine dair fikirlerle yaşıyoruz.
Ama sonra, bazı
rüyalar görüyorum
Nasıl rüyalar?
Rüyamda bir setin üzerinde duruyorum sen trenin içinde sürekli geçip duruyorsun geçip gidiyorsun, sürekli geçip gidiyorsun
Ve ter
içinde uyanıyorum.
Başka bir rüyam daha var yatakta benim yanımda çıplaksın ve hamilesin sana dokumak istiyorum ama sen hayır deyip
başını çeviriyorsun.
Ama ben yine de dokunuyorum bileğine dokunuyorum.
Tenin öyle yumuşak ki Ağlayarak uyanıyorum.
Karım oturmuş bana bakıyor ve kendimi ondan
milyonlarca kilometre uzakta
hissediyorum.
Yanlış bir şey olduğunu biliyorum Bu şekilde yaşayamayacağım, bir bağlılıktan
başka sevecek başka bir şey olmalı
diyorum.
Ama sonra romantik aşk
düşüncesinden tamamen vazgeçmiş olabileceğimi
düşünüyorum.
Bundan ebediyen vazgeçmiş olabilirim Senin gelmediğin o gün.
Gerçekten bunu yapmış olabilirim.
Bunları bana niye anlatıyorsun?
Özür dilerim.
Bilmiyorum.
Ben Anlatmamalıydım.
Bu çok tuhaf.
İnsanlar sadece
kendilerinin zor zamanlar geçirdiğini sanıyor.
Makaleyi
okuduğumda hayatının mükemmel olduğunu düşündüm.
Bir eş, bir çocuk,
kitabı yayımlanmış bir yazar.
Ama özel hayatından benimkinden
bile kötü.
Üzgünüm.
Bir işe yaradığına
sevindim.
Burada mı oturuyorsun?
- Evet.
Senden daha sıkıntılı
olduğum için rahatladın mı?
Evet, kendimi daha
iyi hissettim.
İyi, sevindim.
Hayır, senin için hep
en iyisini dilerim.
Herkesin kaderinin
benim gibi kötü olmasını istemem iyi
bir ilişkim ya da ailem olmadığı için değil.
Bence bir gün harika bir
anne olacaksın.
Öyle mi düşünüyorsun?
- Evet birkaç anti-depresanla, harika olursun.
Tamam, dur de.
- Dur.
Tamam.
- Hazır mısın?
Tamam.
Bir şey denemek
istiyorum.
- Ne?
Bakalım tek parça mı
kalacaksın, moleküllerine mi ayrılacaksın.
Nasılım?
Hâlâ buradasın.
İyi.
Burada olmayı seviyorum.
Bu senin apartmanın
mı?
Hayır, orada
oturuyorum.
Orada mı?
- Evet.
Bayım, bayanı kapıya kadar
bırakacağım.
İnanılmaz bir yer.
Burada mı oturuyorsun?
- Evet.
Ne zamandır buradasın?
- 4 yıldır.
Söylesene - Ne?
Rüyaların gerçek mi yoksa benimle yatmak için mi söyledin?
Seninle yatmak için
söyledim.
Bunu hep kullanırım.
- İşe yarar mı?
Bazen.
Bak benim kedim.
Çok şirin.
Şuna bak.
Bu kedinin neyini seviyorum
biliyor musun?
Onu her sabah avluya
getiririm ve her sabah, her şeye ilk kez
görüyormuş gibi bakar.
Her köşeye, her
ağaca, her bitkiye.
Minicik burnuyla her
şeyi koklar.
Güzel kedim benim.
Kedimi çok seviyorum.
Adı ne?
- Che.
Che mi?
Ne?
- Komünist mi?
Hayır,
"che" Arjantin"de "hey" demek.
Tamam.
- Evet.
Bebeğim.
Evet, evet, evet.
Küçük bir parti
veriyoruz.
Çok eğlenceli.
Evet - Evet.
Bana şarkılarından
birini çalar mısın?
Uçağını kaçıracaksın.
- Kaçırmam.
Bir saat boyunca havaalanında
olacağım, bir şeyler okuyup keşke bana
bir şarkısını söyleseydi diyeceğim.
Bir şarkı?
Tamam ama çabucak.
Tamam.
Bu eski merdivenleri çok
seviyorum.
Şunu tut.
- Bana mı?
Gel bakalım dostum.
Che.
Çay ister misin?
- Evet, olur.
Vay canına.
Papatya çayı olur mu?
- Evet, Harika.
Merci.
- Dağınık mı?
Sence dairem dağınık
mı?
- Hayır.
Merci dedim.
Merci beaucoup.
- Ah, merci.
Fransızcan epey ilerlemiş.
Gerçekten mi?
- Evet.
Evet, lisana hakim olmuşsun.
Pekala, bana hangi şarkıyı
çalacaksın?
Çalamam.
Çok utanıyorum.
Olmaz.
Buraya kadar geldim, şimdi
beni ekemezsin.
Bir şarkı.
Ne olursa.
Ama bana
gülmeyeceksin.
Güler miyim
sanıyorsun?
- Evet.
Hiç sanmam.
Tamam.
Ne istersin?
İngilizce üç şarkım
var.
Biri kedim hakkında biri eski erkek arkadaşımla ilgili diğeri de
Küçük bir vals.
Vals mi?
Evet.
Vals çal.
- Tamam.
Uzun süredir çalmadım.
Emin misin?
Tamam.
Pekala, vals.
Sana bir vals
söyleyeyim.
Birden bire aklıma
geliverdi.
Sana bir vals
söyleyeyim Bir gecelik bir
ilişki hakkında O gece benim için Yaratılmış gibiydin Hayatta hayalini kurduğum
Her şeydin Ama artık yoksun Çok uzaktasın Yağmur adana gelen kadar Senin için
sadece bir gecelik bir şeydi Ama benim için çok daha önemliydin Bunu bilesin Ne
dedikleri umurumda değil O gün benim için Yaratıldığını biliyorum Bir daha
denemek istiyorum Bir gece daha istiyorum Pek doğru görünmese de Benim için çok
önemliydin Daha önce tanıştıklarımın Hepsinden daha önemli Seninle bir tek gece
küçük Jesse Başka biriyle geçen Binlerce geceye bedel İçimde acılık yok, tatlım
O bir gecelik şeyi hiç unutmayacağım Yarın başkasının kollarında Olsam bile Kalbim
ölene kadar senin olacak Sana bir vals söyleyeyim Hiç beklenmedik bir anda Aklıma
geliverdi
Sana bir
vals söyleyeyim
Harika
bir Bir gecelik ilişki hakkında
Bir tane daha.
Lütfen.
- Hayır.
Anlaşmamız böyleydi.
Bir şarkı.
Hayır, hayır.
Çayını içtikten sonra
Sana bir soru
soracağım.
- Ne?
Buraya gelen her
erkek için şarkıdaki ismi değiştiriyor musun?
Evet, elbette.
Bu şarkıyı senin
için yazdığımı mı sandın?
Deli misin sen?
Bu sen misin?
Küçük, şaşı Celine?
Evet.
Çok komik.
- Şirin.
Bu büyükannen mi?
- Evet.
Vay canına.
Bal ister misin?
- Evet.
Nina Simone'u
konserde dinledin mi hiç?
Hayır.
Öldüğüne inanamıyorum.
Evet, çok üzücü.
Teşekkür ederim.
Sıcak.
Ben iki kere
konserine gittim.
Çok güzeldi.
Bu, en sevdiğim şarkılarından
biridir.
Müthiş biriydi.
Konserlerinde de çok
komikti.
Bir şarkının tam ortasındayken durur ve
piyanonun oradan sahnenin ucuna kadar yürürdü.
Çok yavaş adımlarla.
Ve izleyicilerin arasından biriyle konuşmaya
başlardı.”
Oh, evet bebeğim.
Oh, evet.
Ben de seni seviyorum.”
Ve sonra geri dönerdi.
Hiç acele etmeden,
yavaş yavaş.
Kocaman, güzel bir
poposu vardı.
Böyle sallanırdı.
Sonra piyanosuna
gider ve biraz daha çalardı.
Sonra da, ne bileyim bir şarkının ortasında, başka bir şarkıya
başlardı.
Yine durur ve böyle
yapardı
"Sen, oradaki,
klimayı açabilir misin?”
"Çok tatlısın.”
"Oh, evet.”
Bebeğim, uçağını kaçıracaksın.
Biliyorum.
« Prev Post
Next Post »