Gün Doğmadan (1995) Before Sunrise
| |
101 dk
Yönetmen:Richard Linklater
Senaryo:Richard Linklater, Kim Krizan
Ülke:ABD, Avusturya, İsviçre
Tür:Dram, Romantik
Vizyon Tarihi:19 Mayıs 1995 (Türkiye)
Dil:İngilizce, Almanca, Fransızca
Müzik:Fred Frith
Oyuncular
Ethan Hawke
Julie Delpy
Andrea Eckert
Hanno Pöschl
Karl Bruckschwaiger
Devam Filmleri
1995 - Gün Doğmadan(262,757)8.1
2004 - Gün Batmadan(228,786)8.0
2013 - Geceyarısından Önce(136,518)7.9
Özet
Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile
Amerikalı Jesse (Ethan Hawke), Budapeşte - Viyana treninde bir çiftin kavgası
ile tesadüfen tanışırlar. Jesse, Celine'e, ertesi gün uçağa bineceğini ancak
parası olmadığından sabaha kadar Viyana caddelerinde dolaşacağını söyler ve
Celine'in kendisine eşlik etmesini ister. Viyana'da trenden inerler ve 14 saat
boyunca hayatlarını derinden etkileyecek bir beraberliğe adım atarlar
Altyazı
Herhalde yakında ezberlemiş olursun!
Gerçi seni ilgilendirmez ama, seninle ilgili bir haber var.
70. 00 kadın alkol müptelasıymış.
Sen de onlardan
birisin.
Bu seni hiç ilgilendirmez.
Burada, alkol düşkünü biri varsa o da sensin.
Burada bir aynam var.
Bir aynaya bakar
mısın?
Benim bir nedenim var, çünkü seninle evliyim.
Şu kahrolası gazeteyi artık, bir kenara bırakır mısın?
15 yıIdan beridir zaten bunu yapıyorum bana bir iyilik yapıp
beni rahat bırakır mısın?
Ben de seni zaten rahat bırakmak istiyorum.
Sana bir teklifim var, sen de beni rahat bırak.
Hatta daha da muhteşem bir teklifim var.
Annenin yanına taşınıp, tüm yemek kitaplarını da yanında
götürebilirsin.
Bu muhteşem bir teklif!
Bunu ayda en az 2 kez gündeme getiriyorsun zaten.
Yaptığın şey gerçekten gerekli miydi?
gerekli miydi?
Annenin yanıAnnenin yanına geri git.
Artık buna
dayanamıyorum.
Git artık çünkü hep aynı hikaye ve, artık buna dayanamıyorum.
Çok can sıkıcısın.
AsıI can sıkıcı olan sensin ayrıca, evi Kaos'a bırakamam.
Kaos seni ilgilendirmez.
Artık kedi beslemek
yok.
Bu arada kediden bahsetmişken, Iütfen köpeği göndermeyi de
unutma.
Köpeği sen satın almadın.
Ben yemekli vagona
geçiyorum.
Şimdi mi?
Bir dakika bekle
Benimle gelmeni istemiyorum.
Bir dakika bekle
Bu lanet olası kapı neden açıImıyor!
Niye kavga
ettiklerine dair bir fikriniz var mı?
- İngilizce biliyor
musunuz?
- Evet.
Hayır, bir fikrim
yok, Almancam pek iyi değil.
Çiftler yaşlandıkça birbirini
dinleme yetisini - kaybedermiş, biliyor
muydunuz?
- Hayır.
Erkekler tiz
sesleri, kadınlarsa alçak perdeden sesleri
duyma yetisini zamanla kaybedermiş.
- Galiba böylece
birbirlerini etkisiz kıIıyorlar.
- Galiba.
Çiftlerin
birbirini öldürmeden birlikte yaşlanmasını
doğa bu şekilde sağIıyor olmalı.
Ne okuyorsunuz?
Öyle mi?
Ya siz?
KINSKI
- İHTİYACIM OLAN TEK ŞEY AŞK
Bakın, yemek vagonuna
gitmeyi düşünüyordum.
- Benimle gelmek
ister misiniz?
- Evet.
Pekala.
İngilizce'yi nasıI bu
kadar iyi konuşuyorsunuz?
Los Angeles'ta yaz
okuluna gitmiştim.
- Şöyle oturalım mı?
- Evet, tabii.
Londra'da da bir
süre yaşadım.
Siz İngilizce'yi
nasıI bu kadar iyi konuşuyorsunuz?
Ben mi?
Ben Amerikalıyım.
- Amerikalı mısınız?
Emin misiniz?
- Evet.
Hayır, şaka
yapıyorum.
Amerikalı olduğunuzu
biliyordum.
Ve tabii ki başka
bir dil bilmiyorsunuz, değil mi?
Evet, anladım.
Hiç yabancı dil
bilmeyen, kültürsüz, kaba, aptal ve pespaye
bir Amerikalıyım, değil mi?
Ama denedim.
Lisede dört yıI
Fransızca dersi aldım.
Paris'e ilk gittiğim
zaman metro istasyonunda kuyruğa girdim.
Söyleyeceklerim
ezberimdeydi.
Her neyse.
İşte metro
istasyonuna gittim gişedeki kadına
baktım ve o anda her şeyi unuttum.
Ve "Bakın, şeye
gitmek için bir bilet istiyorum " Anlarsınız
ya.
Neyse işte.
Ee, nereye
gidiyorsunuz?
Paris'e geri
dönüyorum.
- Derslerim haftaya
başIıyor.
- Hala okuyor
musunuz?
Nerede?
- Evet, Sorbonne'da.
Duydunuz mu?
- Elbette.
Budapeşte'den mi
geliyorsunuz?
- Evet, büyükannemi
ziyaret ediyordum.
- Büyükanneniz nasıI?
Gayet iyi.
- SağIığı nasıI?
- Çok iyi.
- Ya siz?
Siz nereye gidiyorsunuz?
- Viyana'ya gidiyorum.
Viyana mı?
Orada ne var?
Bilmiyorum.
Oradan yarın ayrılacağım zaten.
Tatil mi
yapıyorsunuz?
Ne yaptığımdan pek
emin değilim.
Sadece oradan oraya
seyahat ediyorum Son iki, üç haftadır bir
trenden inip diğerine biniyorum.
Arkadaşlarınızı mı
görüyorsunuz, yoksa yalnız mısınız?
- Evet, Madrid'de
bir arkadaşım vardı, ama - Madrid, ne
güzel.
Evet, bir tren pası
aldım, işte hepsi bu.
Harika.
Peki bu Avrupa
seyahatinden memnun kaldınız mı?
Evet, tabii.
Berbattı.
Efendim?
Yani bazı Aslında
haftalarca pencerenin önünde oturup etrafı seyretmek çok harikaydı.
Ne demek
istiyorsunuz?
Mesela normalde hiç gelmeyecek fikirler geliyor
insanın aklına.
- NasıI fikirler?
- Anlatmamı ister
misiniz?
- Evet, anlatın.
- Pekala.
Bir televizyon
programı yapma fikrim var.
Yerel televizyon
yapımcısı bazı arkadaşlarım var.
Yerel televizyon
nedir biliyor musunuz?
Çok ucuz çekilmiş
bir filmi bile yayınlamak zorundalar.
Bir yıI boyunca her
gün 24 saat sürecek bir program fikrim var.
Yapacağınız şey, dünyanın
dört bir köşesindeki şehirlerden 365
kişi seçip gerçek zamanlı 24 saatlik belgesellerini
çekmek.
Hayatı yaşandığı
gibi filme çekmek yani.
Sabah kalkıp uzun
bir duş alan hafif bir kahvaltı edip kahvesini içen ve gazetesini okuyan bir adamla başlayabilir Bir dakika.
Herkesin her Allahın günü yapması gereken tüm o gündelik, sıkıcı
şeyleri mi?
Ben "Günlük
yaşamın şiiri" diyecektim.
Ama siz ne derseniz
deyin, ben bildiğimi söylerim.
- Şöyle düşünün - Bunu kim seyredecek?
Şöyle düşünün bunu.
Güneşte uyuklayan
bir köpek niye güzeldir?
Güzeldir.
Çok güzeldir.
Ama bankamatikten para
çekmeye çalışan bir adam niye tam bir
geri zekalı gibi görünür?
Yani bu, National
Geographic programı gibi, ama insanlar üzerine.
Evet.
Ne düşünüyorsunuz?
Evet, tahayyül
edebiliyorum.
24 sıkıcı saat.
Pardon.
Bir de, işi biter bitmez uykuya daldığı üç
dakikalık bir seks sahnesi.
Evet.
Ve bu harika bir bölüm olur.
Herkes o bölümü konuşur.
Yani, isterseniz siz
de arkadaşlarınızla Paris'te bir film çekebilirsiniz.
Bilmiyorum.
Beni en çok düşündüren nokta, dağıtım meselesi.
Programın sürmesi
için, kasetlerin bütün şehir ve kasabalara ulaştırıIması lazım.
Çünkü programın
aralıksız sürmesi lazım, yoksa bir işe yaramaz.
Teşekkür ederim.
Teşekkürler.
Biliyor musunuz?
Servise hiç önem
verilmiyor burada.
Avrupa hakkında bir
gözlem sadece.
Annemle babam,
aşık olabileceğim ya da evlenip çoluk
çocuğa karışabileceğim ihtimalini hiç konuşmazlardı.
Küçük bir kızken
bile kendimi geleceğin kariyer sahibi
bir insanı, yani bir iç mimar ya da
avukat falan gibi görmemi istediler hep.
Babama "Yazar
olmak istiyorum" derdim.
O ise
"Gazeteci" derdi.
Ben "Sahipsiz
kediler için sığınak açmak istiyorum" derdim.
"Veteriner" derdi.
Ben "Oyuncu
olmak istiyorum" derdim.
"Televizyon
spikeri" derdi.
Tüm hayalperest
tutkularım pratik ve kazançIı birer
atıIıma dönüştürülürdü sürekli.
Çocukken insanların
yalanını anlama konusunda çok ustaydım.
Bana yalan
söylediklerini hemen anlardım.
Liseye girdiğimde, hayatta
ne yapmam konusunda herkesin fikrini
dinleyip tam tersini yapmaya çok
meraklıydım.
Kimsenin kötü bir
niyeti yoktu.
Sadece başkalarının benim hayatıma dair hırsları
beni hiçbir zaman heyecanlandıramadı.
Ama biliyor musunuz?
Eğer ebeveyniniz asla
size tam anlamıyla karşı çıkmıyorsa ve
temelde size iyi davranıp destek oluyorsa
açıkça şikayet etmeniz daha da zorlaşıyor.
YanıIıyor olsalar
da, onlara cepheden saldıramıyorsunuz.
Anlatabiliyor muyum?
Bundan nefret
ediyorum.
Gerçekten nefret
ediyorum.
Biliyor musunuz bütün bu saçmalıklara rağmen yine de
çocukluğumu sihirli bir dönem olarak
hatırlarım.
Gerçekten.
Annemin bana ilk kez
ölümden bahsedişini hatırlıyorum.
Büyük büyükannem
yeni ölmüştü.
Bütün aile cenaze
için Florida'ya gitmiştik.
Üç, üç buçuk
yaşlarındaydım.
Neyse, arka bahçede
oyun oynuyordum.
Ablam bana bahçe
hortumunu belli bir şekilde tutup güneşe
doğru fışkırtırsam gökkuşağı
yapabileceğimi daha yeni öğretmişti.
İşte ben bunu
yaparken su damlalarının buğusu içinden büyükannemi
görebiliyordum.
Orada duruyor ve
bana gülümsüyordu.
Ben de hortumu uzun
süre aynı şekilde tutup ona baktım.
Sonunda, hortumun
başını bırakıverdim.
Sonra hortum elimden
düştü ve büyükannem yok oldu.
Hemen içeri koşup bunu
annemle babama anlattım.
Onlar da beni
karşılarına oturtup ölenleri bir daha göremeyeceğimiz ve bunu benim hayal ettiğim hakkında bir
nutuk çektiler.
Ama ben gördüğüm
şeyi biliyordum.
Bunu gördüğüme çok
memnundum.
Yani o zamandan beri
böyle bir şey görmedim.
Ama bilmiyorum.
Her şeyin ne kadar
muğlak olduğunu öğrenmemi sağladı bu.
ÖIümün bile.
ÖIüme karşı böyle
bir yaklaşımınız olduğu için çok şanslısınız.
Sanırım ben günün 24
saati ölümden korkuyorum.
Yemin ederim.
Yani o yüzden şu
anda trendeyim.
Paris'e uçakla
gidebilirdim, ama çok korkuyorum.
- Yapmayın.
- Elimde değil.
İstatistiklere göre
uçak daha güvenli, biliyorum.
Yine de.
Uçağa binince
patlamayı görebiliyorum.
Bulutların arasından
düşüşümü Ve ölmeden önceki, az sonra
öleceğinizi bildiğiniz o birkaç
saniyelik bilinç halinden çok korkuyorum.
Böyle düşünmekten
kendimi alamıyorum.
- Çok yorucu bir şey.
- Evet, eminim.
Gerçekten çok yorucu.
- Sanırım burası
Viyana.
- Evet.
- Siz burada
iniyorsunuz, değil mi?
- Ne kötü.
Keşke daha önce
tanışsaydık.
Sizinle konuşmak çok
hoşuma gitti.
Evet, benim de.
Tanıştığımıza çok
sevindim.
Çok saçma bir
fikrim var, ama size sormazsam
- Ömrüm boyunca aklımda kalacak.
- Nedir?
Sizinle konuşmaya
devam etmek istiyorum.
Sizi bilmem ama ben aramızda bir tür bağ olduğunu
düşünüyorum.
Doğru değil mi?
Evet, ben de.
Harika.
Dinleyin, işte planımız.
Yapmamız gereken şu.
Benimle burada
Viyana'da inip şehri gezin.
- Efendim?
- Hadi.
Eğlenceli olur.
- Hadi.
- Ne yapacağız ki?
Bilmiyorum.
Bütün bildiğim, yarın sabah 9. 30'da Avusturya
Havayolları uçağında olmam gerektiği.
Otele verecek param
yok o yüzden, sabaha kadar dolaşacaktım.
İki kişiyle daha
eğlenceli olur.
Bir tür psikopat
olduğum ortaya çıkarsa sonraki trene binersiniz.
Pekala.
Şöyle düşünün.
10 ya da 20 yıI
ileri gidin, tamam mı?
Ve evlisiniz.
Ama evliliğiniz
başlangıçtaki coşkusunu yitirmiş.
Kocanızı
suçlamaya başIıyorsunuz.
Ömrünüz boyunca
tanıştığınız erkekleri ve onlardan
birini seçseydiniz ne olabileceğini düşünüyorsunuz.
İşte ben o
erkeklerden biriyim.
Ben oyum.
Yani bunu zamanda
yolculuk gibi düşünün.
O zamandan bu ana
geri gelip neyi kaçırdığınızı öğrenmek için.
Bakın, hiçbir şey
kaçırmadığınızı öğrenmek siz ve
müstakbel kocanız için çok hayırlı olabilir.
Ben de kocanız
kadar beceriksiz ve sıkıcıyım.
Siz de doğru seçimi
yapmışsınız ve mutlusunuz.
Valizimi alayım.
- Bunları emanete
bırakalım.
- Tamam.
Adın ne?
Benim adım mı?
Jesse.
Aslında James, ama
herkes bana Jesse der.
Jesse James'ten
bahsetmiyorsun ya?
- Hayır, sadece
Jesse.
- Ben Celine.
- Ne güzel bir köprü.
- Evet.
- Biraz tuhaf bir
durum.
- Tuhaf bir durum,
değil mi?
Yani, kendimi biraz
tuhaf hissediyorum.
Ama güzel, değil mi?
Harika.
Hadi bir yerlere gidelim.
Rehberine bak.
Viyana'dayız,
görülecek yerlerini görelim.
- Şu adamlara
soralım.
- Peki.
Affedersiniz?
- İngilizce biliyor
musunuz?
- Evet.
Tabii.
- Peki siz Almanca
biliyor musunuz?
- Efendim?
Boşverin, şaka
yapıyordum.
Viyana'ya bugün
geldik ve eğlenceli bir şeyler yapmak istiyoruz.
Müze, sergi gibi
şeyler
Ama müzeler pek
eğlenceli sayıImaz.
Şu anda kapanmak
üzereler.
- Burada ne kadar
kalacaksınız?
- Sadece bir gece.
Viyana'ya neden
geldiniz?
Ne görmeyi
umuyordunuz?
Balayındayız.
Evet, sevgilim
hamile kaldı ve evlenmemiz gerekti Sana
inanmıyorum.
Yalan söyleyemiyorsun.
Biz bir oyunda
oynuyoruz - ve sizi davet etmek
istiyoruz.
- Oyuncu musunuz?
Profesyonel oyuncu
değiliz.
Bu bizim hobimiz.
Bu oyun da Hintlilerin
arayıp durduğu bir inek hakkında.
- Ayrıca politikacılar,
Meksikalılar var - Ruslar, komünistler
de var.
- Sahnede gerçek bir
inek mi var?
- Hayır, inek
kostümü giymiş bir oyuncu.
- İnek o.
- Evet, inek benim.
- İnek biraz tuhaf.
- İneğin bir
hastalığı var.
Biraz tuhaf
davranıyor.
Köpek gibi.
Biri bir sopa atınca
hemen onu yakalayıp geri getiriyor.
Ayaklarıyla sigara
içebiliyor falan.
- Harika.
- İşte, adres burada
yazıIı.
- İkinci bölgede.
- Prater'e yakın.
Orayı biliyor musunuz?
- Dönme dolabın
orası mı?
Gitmeliyiz.
- Dönme dolap,
herkes biliyor Belki de oyundan önce Prater'e
gidebilirsiniz.
Oyun 21. 30'da
başIıyor.
- 21. 30 mu?
- 9. 30'da yani.
- 9. 30.
- Evet.
Harika.
Bu oyunun adı ne?
Wilmington'ın İneğinin Boynuzlarını Getirin Bana diye çevrilebilir.
Ben Wilmington'ın
ineğiyim.
- Pekala.
- Harika.
- Gelecek misiniz?
- Deneyeceğiz.
- Ben ineğim.
- Sen ineksin.
Hoşça kalın.
- Pekala, bir fikrim
var.
Hazır mısın?
- Evet.
Soru-cevap zamanı.
Bir süredir
birbirimizi tanıyoruz artık.
Bir süre daha
birlikteyiz ve birbirimize doğrudan sorular soracağız.
- Tamam mı?
- Yani birbirimize
soru soracağız.
Evet.
Dürüst cevap vermek zorundasın.
- Elbette.
- Tamam.
Pekala, ilk soru.
- Sen sor.
- Evet, ben sana soracağım.
Bir insana karşı
hissettiğin ilk cinsel duyguları bana
anlat.
İIk cinsel
duygularım mı?
Aman tanrım.
Biliyorum.
Jean-Marc Fleury.
Jean-Marc Fleury mi?
Yaz kampında
beraberdik ve o bir yüzücüydü.
Klorla rengi açıImış
saçları ve yeşil gözleri vardı.
Ve daha hızlı
yüzebilmek için kol ve bacaklarındaki kılları tıraş ederdi.
- İğrenç.
- Muhteşem bir yunus
balığına benziyordu.
Arkadaşım Emma ondan
çok hoşIanıyordu.
Bir gün kırların
ortasından geçip odama gidiyordum o da
yanımda yürüyordu.
Ona şöyle dedim "Emma'yla çıkmalısın çünkü senden çok
hoşIanıyor.
" Bana döndü ve şöyle dedi "Çok yazık, çünkü ben senden çok
hoşIanıyorum.
" Evet, bu beni acayip korkuttu çünkü onu çok zarif buluyordum.
Sonra resmen bana
çıkma teklif etti.
Ondan hoşlanmıyormuş
gibi yaptım.
Bilirsin,
yapacaklarımdan çok korkmuştum.
Birkaç kez onu yüzme
müsabakalarında izlemeye gittim.
Çok seksiydi.
Gerçekten.
Yani cidden çok
seksiydi.
Yazın sonunda
birbirimize aşk mektupları yazdık ve
sonsuza kadar birbirimize yazacağımıza
çok yakında yine buluşacağımıza söz verdik.
- Buluştunuz mu?
- Tabii ki hayır.
Olağanüstü bir
yüzücü olduğumu söylemenin tam zamanı öyleyse.
- Sahi mi?
- Evet.
- Bunu dikkate
alırım.
- Tamam.
- Şimdi sıra bende,
değil mi?
- Evet, sıra sende.
Hiç aşık oldun
mu?
Evet.
Sıradaki soru.
- Neyi - Bir dakika.
- Tek kelimelik
cevap mümkün mü?
- Niye olmasın?
İIk cinsel
duygularıma dair mahrem detaylar anlattıktan sonra ha?
Onlar çok farklı iki
soru.
Cinsel duygu
sorusuna cevap verebilirdim.
Ama bilirsin, aşk
Yani ben sana aşk
hakkında sorsaydım?
Yalan söylerdim, ama
en azından harika bir öykü uydururdum.
Aşk karmaşık bir
mesele, biliyor musun?
Yani, bu şey
gibi Evet, daha önce birine onu
sevdiğimi söyledim ve bunda samimiydim.
Ama bu tamamen
çıkarsız, özverili bir aşk mıydı?
Güzel bir şey
miydi?
Pek sayıImaz.
Bilirsin, aşk şey
gibidir
Yani, bilmiyorum.
Anlıyor musun?
Evet.
Demek istediğini anlıyorum.
Ama cinsel duygular
meselesine gelince, 1978 Temmuz Güzeli'yle
saplantıIı bir ilişkiyle başladı.
- Playboy dergisini
biliyor musun?
- Duydum.
- Crystal'ı biliyor
musun?
- Yok.
Crystal'ı bilmiyor
musun?
Ben biliyordum.
Şimdi sıra bende mi?
Pekala.
Seni gerçekten
kızdıran bir şeyi söyle.
- Seni çileden
çıkaran bir şeyi.
- Beni kızdıran şey.
- Tanrım, her şey
beni kızdırıyor.
- Birkaç tanesini
anlat.
Buldum.
Yabancı erkeklerin, sokakta tanımadığım
erkeklerin sıkıcı hayatlarına renk
katmak için onlara gülümsememi
istemesinden nefret ederim.
Başka?
Şeyden Buraya 300 kilometre mesafede devam eden bir
savaş olmasından insanların ölmesi ve kimsenin
ne yapacağını bilmemesinden.
Ya da sadece
umurlarında değil.
Bilmiyorum.
Medyanın
düşüncelerimizi kontrol etmeye çalışmasından hoşlanmıyorum.
- Medya mı?
- Evet, medya.
Çok belli
belirsiz, ama bu gerçekten yeni bir tür faşizm.
Şeyden Yabancı bir ülkedeyken, özellikle de
Amerika'dayken, o en kötüsüdür siyah
giydiğimde ya da sinirlendiğimde veya bir yorum yaptığımda
"Ah, tam bir Fransız. Ne şeker" denmesinden nefret ediyorum.
Buna ifrit oluyorum.
Katlanamıyorum.
Sahiden.
Hepsi bu mu?
Aslında birçok şey
var, ama
- Öyleyse sıra bende.
- Tamam.
- Cevap vereceksin.
- Evet, vereceğim.
Senin için
"sorun" nedir?
Sensin, muhtemelen.
Ne?
Geçen gün, sorun
olarak nitelenebilecek bir şey geldi
aklıma.
Nedir?
Trende aklıma gelen
bir düşünce
Tamam.
Pekala.
Reenkarnasyona
inanır mısın?
Evet, bu ilginç bir
şey.
Birçok kişi daha
önceki hayatlardan falan bahseder.
Belirli bir şekilde
buna inanmasalar da insanlarda ölümsüz
ruh mefhumu var, değil mi?
- Evet.
- Tamam.
İşte benim görüşüm:
50. 000 yıI önce, insan nüfusu bir milyon bile değildi.
On bin yıI önce
gezegende yaklaşık iki milyon insan vardı.
Bugünse beş ila altı
milyar civarında.
Her birimizin tekil, eşsiz bir
ruhu varsa bütün bu insanlar nereden
geldi?
Modern ruhlar, ilk ruhların küçük
parçaları mı?
Çünkü öyleyse, sadece son 50. 000 yıI içinde,
ki bu yeryüzü için bir an demek, her bir
ruhtan 5000 beden ortaya çıktı.
En iyi ihtimalle, ortalıkta dolaşan minik insan parçalarıyız O yüzden mi her birimiz bir yere dağıImışız?
O yüzden mi bu kadar uzmanlaşma var?
Bir dakika, emin
değilim.
Ben Evet,
biliyorum.
Tamamen deli saçması.
- Bu yüzden de
mantıklı geliyor.
- Evet, sana
katıIıyorum.
Bu salak trenden
inelim.
- Burası çok hoş.
- Evet.
Şurada dinleme
kabini bile var.
Bu şarkıcıyı duymuş
muydun?
Sanırım Amerikalı.
Bir arkadaşım
bahsetmişti.
Şu kabine girip hala
çalıyor mu diye bakmak ister misin?
Evet, tamam.
Şuna bak.
Çok güzel.
Çabuk ol.
Kalkıyor.
Bak, bir tavşan.
Evet.
Hey, tavşancık.
Çok şeker.
Buraya ergenlik çağımda
gelmiştim.
O zaman gittiğimiz
bütün müzelerden - daha çok etkilemişti
beni.
- Öyle mi?
- Minicik.
- Biliyorum.
Bizimle konuşan
ihtiyar bir adam vardı.
Mezarlık
bekçisiydi.
Burada gömülü
insanların çoğunun Tuna kıyısına vuran
cesetler olduğunu söyledi.
Bunlar kaç
yıllık?
Yirminci yüzyıIın
başından falan.
Meçhul insanlar
mezarlığı deniyor buraya.
Çünkü genellikle
kim oldukları bilinmiyormuş.
Belki sadece ilk
isimleri, hepsi bu.
Bu cesetler niye
kıyıya vurmuş?
Sanırım bazısı
tekne kazaları falan sonucunda olmuş.
Ama çoğu nehre
atlayıp intihar edenlerin cesediymiş.
Böyle kaybolmuş
ve isimsiz insanların olması fikri hep hoşuma gitmiştir.
Küçük bir
kızken ailen ve arkadaşların öldüğünü
bilmezse ölmemişsin gibi olur diye
düşünürdüm.
Hakkında iyi ya
da kötü hikayeler uydururlar.
İşte burada
sanırım.
Evet, en çok bunu
hatırlıyorum.
ÖIdüğünde daha 13
yaşındaymış.
Onu ilk
gördüğümde ben de 13 yaşındaydım.
O yüzden benim için
çok önemliydi.
Şimdi ben 10 yıI
daha yaşIıyım, ama o hala 13 yaşında sanırım.
Bu çok tuhaf.
İşte, Tuna şu
tarafta.
- O bir nehir, değil
mi?
- Evet.
Bu muhteşem.
Evet, çok güzel.
Yani, burada Günbatımını izleyebiliriz.
- Evet.
- Dönme dolabımız da
var.
Sanki zamanı gelmiş gibi Neyin?
Bilirsin
Beni öpmek istediğini mi söylemeye çalışıyorsun?
Öyle mi?
- Ama biliyor musun?
- Neyi?
Hangi dönemde
doğduğun hiç fark etmiyor aslında.
Mesela, annemle
babam.
Onlar 1968'in, her
şeye isyan eden öfkeli gençleriydi.
Hükümete,
muhafazakar Katolik geçmişlerine isyan ederlerdi.
Ben doğduktan sonra babam
başarıIı bir mimar oldu.
O köprüler, kuleler
falan inşa ederken biz de dünyayı dolaştık.
Yani, aslında hiçbir
şeyden şikayet edemem.
Dünyadaki her şeyden
çok beni seviyorlar ve uğrunda
savaştıkları özgürlükle büyütüldüm.
Yine de, şimdi benim
için başka bir savaş var.
Biz de aynı
şeylerle başa çıkmak zorundayız, ama düşmanın kim ya da ne olduğunu gerçekten bilemiyoruz.
Gerçekten bir düşman
var mı bilmiyorum.
Her ebeveyn,
çocuğunun hayatını mahveder.
Zenginler
çocuklarına çok fazla şey verir.
Fakirlerse çok
az.
Ya fazla ilgi
gösterilir, ya da yetersiz.
Ya onları terk
ederler, ya da yanlış şeyler öğretirler.
Benim annemle babam evlenip
çocuk yapmaya karar vermiş birbirinden
pek hoşlanmayan iki insandı.
Bana iyi davranmak
için ellerinden geleni yaptılar.
Annenle baban
boşandı mı?
Evet, nihayet.
Bunu çok önce
yapmaları gerekirdi.
Kız kardeşimle benim
iyiliğimiz için birbirlerine katlandılar.
Çok teşekkürler!
Hatırlıyorum, annem
bir keresinde babamla kavga ederken babamın
beni istemediğini söyledi.
Bana hamile olduğunu
öğrendiğinde çok kızdığını.
Benim bir hata
olduğumu.
Bu hayat görüşümü
belirledi.
Dünyayı hep olmamam
gereken bir yer gibi gördüm.
Çok üzücü.
Yani, sonunda bundan
gurur duymaya da başladım.
Sanki hayatımı
kendim yapmışım gibi falan.
Sanki davetsiz bir
misafirmişim gibi.
Böyle de denebilir
tabii.
Benim annemle babam
hala evli ve sanırım mutlular.
Ama bence senden
önce gelen her şeye isyan etmek çok sağIıklı bir şey.
Evet.
Son zamanlarda, mutlu ilişkisi
olan birini tanıyor musun acaba?
Evet, tabii.
Mutlu çiftler tanıyorum.
Ama bence birbirlerine yalan söylüyorlar.
Evet.
İnsan hayatını bir yalan olarak yaşayabilir.
Büyükannem ömrü
boyunca bir adamla evli kaldı.
Ve onun basit bir
aşk hayatı yaşamış olduğunu düşünürdüm hep.
Ama geçenlerde, tüm
ömrünü aşık olduğu başka bir adamı hayal
ederek geçirdiğini bana itiraf etti.
Sadece kaderini
kabullenmiş.
Ne kadar üzücü.
Aynı zamanda, hiç
sahip olmadığını düşündüğüm böyle duygu
ve düşüncelerinin olması hoşuma gitti.
Seni temin ederim ki
böylesi daha iyi.
Aşığıyla beraber
olsaydı, adam onu düş kırıklığına uğratırdı.
- Nereden biliyorsun?
Onları tanımıyorsun.
- Biliyorum.
İnsanlar her şeye
romantik hayallerini yansıtır.
Bu hiçbir gerçekliğe
dayanmaz.
- Romantik hayaller
mi?
- Evet.
Dönme dolaptaki Bay
Romantik kimdi?
"Oh, öp beni.
Günbatımı.
Ah, ne kadar güzel.
" Pekala.
Bana büyükanneni anlat.
Onun hakkında ne
diyordun?
Şu adamlara bak.
"Hans, bir
itirafta bulunacağım.
"Cüppemin
altında iç çamaşırı giymiyorum.
" "Sahi mi?
Bu seni korkutuyor mu?
" - Sana bir sır
verebilir miyim?
- Evet.
Buraya gel.
- Ne oldu?
- Buraya gel.
Şu falcıya bak.
Çok ilginç görünüyor.
Evet.
- Ne oldu?
- Az önce onunla göz
göze geldim.
- Buraya gelmiyordur
umarım.
- Geliyor.
Kahretsin.
Olamaz.
- El falına baktırmak
ister misin?
- Hayır.
- Emin misin?
- Eminim.
- Tamam.
- Merhaba.
İşte geliyor.
El falına bakmak
istiyorum.
Evet.
Ne kadar?
- Senin için 50
şilin olur, tamam mı?
- Tamam.
Şu anda bir
seyahattesin ve burada yabancısın.
Sen bir
maceraperestsin.
Bir arayış içindesin.
İçsel bir arayış bu.
GüçIü kadınlara
hayransın.
Manevi güçleri ve
yaratıcıIığı olan kadınlara.
Öyle bir kadın
olacaksın.
Hayatın
tuhaflıklarına kendini bırakmalısın.
Ancak kendi içindeki
huzuru bulduğun takdirde başkalarıyla
gerçek bir ilişki kurabilirsin.
O iyi tanımadığın
biri mi?
Sanırım.
Ondan sana zarar
gelmez.
Öğreniyor.
Tamam.
Para.
İkiniz de
yıIdızsınız.
Bunu unutmayın.
Milyarlarca yıI önce
yıIdızlar patladığında bu dünyadaki her
şeye şekil verdiler.
Bildiğimiz her şey
yıIdız tozudur.
Sakın unutmayın, siz
yıIdız tozusunuz.
Hepsi çok hoştu.
Yani, hepimizin
yıIdız tozu olduğu, senin müthiş bir kadına dönüşeceğin Umarım bunu, günlük gazetelerdeki burç tahminlerinden daha ciddiye
almıyorsundur?
Sen neden
bahsediyorsun?
Tatilde olduğumu, birbirimizi
tanımadığımızı ve bu harika kadına
dönüşeceğimi bildi.
Ama öğreniyor
olduğum saçmalığı neydi öyle?
Ben buna büyüklük
taslamak derim.
Yani, benim falıma
bile bakmıyordu.
Yani onun gibi
fırsatçılar gerçeği söylemek zorunda kalsa
işsiz kalırlardı.
Yani bir kere olsun,
bütün parasını falcıya gitmek için biriktirmiş
yaşIı bir hanım görmek isterim.
Geleceğini
öğreneceği için heyecan duyarak falcıya gitse ve falcı da şöyle dese "Yarın ve ömrünün geri kalan bütün
günleri aynen bugün gibi "saatin
usandırıcı tik taklarıyla dolu olacak.
"Yeni
tutkuların, yeni düşüncelerin ya da yeni seyahatlerin "olmayacak.
"Ve öldüğün
zaman tamamen unutulacaksın.
"Elli şilin
Iütfen.
" İşte bunu görmek isterim.
Çok komik.
Seni neredeyse fark
etmeyecekti.
Çok tuhaf.
Niye acaba?
- Gerçekten çok
bilge ve derin biriydi.
- Evet.
- Söylediklerini çok
sevdim.
- Tabii ki seversin.
Kendini iyi
hissettirecek şeyi duymak için para verdin.
Belki Viyana'nın
sefih mahalleleri de vardır.
Bir doz kokain
alabiliriz.
- Hoşuna gider mi?
Öyle mi?
- Sen o kadar YıIdız tozu.
Bir sergi var.
Evet.
Sanırım biz kaçıracağız.
Gelecek hafta
başIıyor.
Evet, sanırım.
Aslında bunu birkaç
yıI önce bir müzede gördüm.
Dakikalarca
seyrettim.
45 dakika falan
olmalı.
Çok hoşuma gidiyor.
Demir Yolu.
Harika.
İnsanların arka
planda dağıIıp gidişini çok beğeniyorum.
Şuna bak.
Sanki çevre,
insanlardan daha güçIü gibi.
İnsan figürleri o
kadar fani görünüyor ki.
Çok garip.
Fani mi denir?
Fani.
- Sence açık mıdır?
- Bilmem.
Deneyelim.
Birkaç gün önce
Budapeşte'de büyükannemle beraber böyle
eski bir kiliseye gitmiştik.
Dinle ilgili birçok
şeyi reddetmeme karşın kendini çaresiz,
acıIı ya da suçlu hissedip buraya bir
cevap bulmaya gelen insanları çok iyi
anlayabiliyorum.
Bir tek mekanın,
sayısız neslin acılarını ve mutluluklarını barındırması beni büyülüyor.
Büyükannenle yakın
mısın?
Evet.
Hep hissettiğim o
garip duyguyla, kendimi ölüm döşeğinde yatan
yaşIı bir kadın gibi hissetmemle alakalı sanırım.
Hayatımın o kadının
hatıralarından ibaret olduğunu falan düşünürüm.
Çok çıIgınca bir şey
bu.
NasıI yetişkin
olunacağını bilmeyen benim hayatımı
yaşıyormuş gibi yapan sonra yapacağı
şeyler için not alan hala 13 yaşında bir
oğIan olduğumu düşünüyorum hep.
Sanki yıI sonu
müsameresinin kostümlü provasında gibiyim.
Çok komik.
O halde,
dönmedolapta o küçücük oğIanı öpen çok
yaşIı bir kadın vardı.
Değil mi?
Quaker'lar ve Quaker
mezhebi hakkında bir şey bilir misin?
Hayır, pek sayıImaz.
Bir keresinde bir
Quaker düğününe gittim, müthişti.
Tören şöyleydi gelinle damat gelip tüm cemaatin önünde diz çöküyor ve sadece birbirlerine bakıyorlar.
Tanrı'dan bir işaret
geldiğini hissetmediği sürece kimse tek
kelime etmiyor.
Ve sonra, bir saat
falan öylece birbirlerine baktıktan
sonra evli oluyorlar.
Çok güzel.
Buna bayıIdım.
Aklıma korkunç bir hikaye
geldi.
Nedir?
- Böyle bir yerde
anlatılacak bir şey değil.
- Ne?
Bir arkadaşımla
arabayla geziyorduk.
Kendisi tam bir
ateisttir.
Evsiz bir adamın
yanında durdu.
Cebinden 100 dolar
çıkardı ve pencereden sarkıp "Tanrı'ya inanıyor musun?
" diye sordu.
Adam bir arkadaşıma,
bir de paraya baktı.
Ve şöyle dedi "Evet, inanıyorum.
" Arkadaşım "Yanlış cevap"
deyip gaza bastı.
- Çok kötü.
- Evet.
Benimle birlikte
trenden inmeseydin Paris'e varmış olur muydun şimdi?
Hayır, henüz değil.
Sen ne yapıyor
olurdun?
Havaalanında dolaşıp
dergi okuyor, benimle gelmedin diye göz
yaşlarımı kahveme akıtıyor olurdum.
Muhtemelen başka
biriyle Salzburg'da trenden inerdim.
Öyle mi?
Ah, anlıyorum.
Yani geçici olarak
boş tuvalini süsleyen aptal bir Amerikalı mıyım sadece?
Harika vakit
geçiriyorum.
- Sahi mi?
- Evet.
Ben de.
Kimse burada
olduğumu bilmediği için ve yaptığın kötü
şeyleri bana anlatacak birilerini tanımadığım için memnunum.
- Ben sana birkaçını
söylerim.
- Evet, eminim.
Yani insanlar
hakkında öyle kötü şeyler söylerler ki.
Biriyle çıkmaya
başlarken kendimi bir ordunun generali gibi hissederim hep.
Yapacağım taktik ve
manevralara karar veririm.
Zayıf noktalarını,
onu inciten ya da baştan çıkaran şeyleri öğrenirim.
Korkunç bir şey.
Her zaman beraber
olsaydık benimle ilgili seni çileden
çıkaran ilk şey ne olurdu?
Hayır.
Bu soruya cevap vermeyeceğim.
Sürekli bu soruyu
soran bir kızla çıkmıştım bir zamanlar.
"Hangi
özelliğim seni kızdırıyor?
" Sonunda
"Eleştiri kaldırabildiğini sanmıyorum" dedim.
Küplere bindi ve
benden ayrıIdı.
Bu gerçek bir hikaye.
Bütün istediği benim hatalarımı söylemek için bir bahane
bulmakmış.
- Senin istediğin bu
mu?
- Ne?
- Kızdığın
özelliklerimi söylemek?
- Hayır.
- Seni rahatsız eden
bir özelliğim var mı?
- Hiç yok.
Bir şey söylemen
gerekse, ne söylerdin?
Bir şey söylemem
gerekse, düşünmek zorunda kalsam el falı
bakan kadına karşı tepkini pek beğenmezdim.
Külhanbeyi gibiydin.
Külhanbeyi gibi
miydim?
İIgi odağı olamadığı
için zırıIdayan küçük bir oğIan gibiydin.
Pekala, dinle.
Bu kadın ayak üstü seni soydu, tamam mı?
Dondurmacının
önünden geçerken, annesi ona muzlu süt
almadı diye ağlayan küçük bir oğIan gibiydin.
O şarlatanın
söylediği şeyler umurumda değil Merhaba.
Efendim?
Ben biraz Almanca
anlıyorum, ama o hiç anlamıyor.
Kusura bakmayın.
Önemli değil.
- Size bir soru
sorabilir miyim?
- Tabii.
Sizinle bir anlaşma
yapmak istiyorum.
Yani, sizden doğrudan
para istemek yerine bir kelime istiyorum.
Bana bir kelime
verin, o kelimeyi alıp içinde o
kelimenin yer aldığı bir şiir yazayım.
Ve onu severseniz,
şiirimi beğenirseniz hayatınıza bir şey
kattığına inanırsanız o zaman
gönlünüzden ne koparsa verirsiniz.
İngilizce yazacağım
tabii ki.
- Tamam.
Harika.
- Pekala.
Harika.
Ee?
Bir kelime seçin.
Bir kelime.
- Muzlu süt.
- Muzlu süt mü?
Güzel.
Ben
"Külhanbeyi" diyecektim.
Ama harika.
Muzlu süt olsun.
Muzlu süt mü?
Tamam, muzlu süt.
- Pekala, işte - Güzel.
İtiraf etmeliyim ki,
Viyana'ya has bu serseriyi sevdim.
Hayatımıza bir şey
katmak hakkında söylediği çok hoştu.
Yani, o anda ilk
kavgamızı mı ediyorduk?
- Hayır.
- Bence öyle.
Bence ediyorduk.
Öyleyse bile, niye
herkes tartışmanın kötü bir şey olduğunu söyler?
Tartışmalardan iyi
sonuçlar çıkabilir.
Evet, sanırım öyle.
Hayatımın zor
olacağı gerçeğini bunu beklemem
gerektiğini kabul edebilsem, o zaman hiçbir şey
beni kızdırmazdı diye düşünmüşümdür hep.
Ve başıma güzel
bir şey gelince sadece memnun olurdum.
Belki bu yüzden hala
okuyorum.
Profesörlere karşı
çıkmak çok daha kolay.
Hepimizin içine
rekabet hissi işlenmiş.
Tamamen önemsiz bir
şey yapabilirim.
Dart oynuyor, ya da
bilardo topuna vuruyor olabilirim.
Sonra birden rekabet
dürtüsü benliğimi ele geçirir.
Kazanmak zorundayım.
O yüzden mi beni
trenden indirmeye çalıştın?
Rekabet yüzünden mi?
- Ne demek
istiyorsun?
- Tamam.
- İşte şiirinizi
yazdım.
- Pekala.
Onu bize okur musun?
Elbette.
Tamam.
"Sanrılar
içindeyim "Kapkara kirpikler "Melek yüzlü sevgilim "Kadehime
dökülsün göz yaşın "Şu badem gözlere bakın "Her şeyimsin benim
"Şekerparem, muzlu sütüm "Her an seni sayıklıyorum "Hayallere
dalıyorum "İIan-ı aşk ediyorum işte Kalbimdekileri bilesin diye
"Bilmiyorsun nereden geldiğimi "Bilmiyoruz nereye gittiğimizi
"TakıIdık hayata, nehirdeki dallar gibi "Akıntıya tutulmuş gidiyoruz
"Ben seni taşırım, sen de beni "İşte, böyle olabilirdi
"Tanımıyor musun beni?
"Hala
tanımıyor musun beni?
" Harika.
- Teşekkürler.
- Teşekkürler dostum.
Al bakalım.
- Sağol.
- Önemli değil.
- Buyur.
Teşekkür ederim.
- Teşekkürler.
İyi şanslar.
- Hoşça kalın.
- Güle güle.
- Harikaydı, değil
mi?
- Evet.
- Ne oldu?
- Muhtemelen şiiri
şimdi yazmadı.
Daha önce yazdı, ama
muhtemelen sadece o kelimeyi ekledi.
Yani "muzlu
süt" kelimesini.
- Ne demek
istiyorsun?
- Hiçbir şey.
Çok beğendim.
Harikaydı.
- Beni kızdıran ne
biliyor musun?
- Ne?
İnsanlar
teknolojinin harikuladeliğinden, zaman kazandırdığından bahsediyor.
Ama kimse
kullanmıyorsa zaman kazanmanın ne yararı var?
- İşler giderek daha
da yoğunlaşıyor.
- Evet.
Hiç kimse
"Bilgisayar programımı kullanarak kazandığım zaman sayesinde "zen manastırına gidip takılacağım"
demiyor.
- Böyle şeyler
denmiyor.
- Zaman soyut bir
şey zaten.
- O kıza mı
bakıyordun?
- Efendim?
Yok bir şey.
- Buraya girmek
ister misin?
- Efendim?
- Buraya girmek
ister misin?
- Evet.
Bir kulüp, değil mi?
Girmek ister misin?
Elli şilin.
- Kişi başı.
- Bende 100 şilin
var.
İşte, buyurun.
Sana bir bira alırım.
Teşekkür ederim.
- Bana bira alacak
mısın?
- Evet.
Old Milwaukee burada
pahalı mıdır sence?
Henüz bunu
konuşmadık, ama çıktığın biri var mı?
Seni Paris'te
bekleyen bir erkek arkadaşın falan var mı?
- Hayır, şu anda yok.
- Ama vardı.
- Altı ay önce
ayrıIdık.
- Altı ay önce mi?
- Evet.
- Üzüldüm.
Yani, o kadar da
üzülmedim.
Bana bunu anlatsana.
Hayır, olmaz.
Anlatamam.
Çok sıkıcı.
Hadi.
Anlat bana.
Tamam.
Büyük bir düş kırıklığı yaşadım.
Bunun biraz
süreceğini düşünüyordum.
Yani adam çok
aptaldı, yatakta kötüydü, alkolikti -
Bilirsin.
- Dört dörtlük ha?
Ona iyilik
yapıyordum diyebiliriz.
Ama onu aşırı
sevdiğimi söyledi ve beni terk etti.
Sanatsal
yaratıcıIığına ket vuruyormuşum falan gibi şeyler saçmaladı.
Ama ben çok
sarsıIdım ve ona daha çok kafayı taktım.
Sonra bir terapiste
gittim.
Seans sırasında,
yazdığım aptal bir öyküyü anlatmaya başladım.
Öyküdeki kadının sevgilisini
öldürmeye çalışmasını ve bütün ince
ayrıntılarıyla bunu nasıI planladığını -
yakalanmamak için nasıI - Erkek
arkadaşını mı öldürecekti?
Evet, öyle.
Benim yapacağım bir
şey değil, sadece bir yazıydı.
Hayır, anlıyorum.
Ama o aptal terapist
söylediğim her şeye inanmış.
İIk seansımızdı.
Polisi arayacağını söyledi.
- Polisi mi
arayacaktı?
- Evet.
Kadın Lanet olsun!
Bunu gerçekten
yapacağıma tamamen inanmıştı.
Bunun sadece bir
öykü olduğunu söylediğimde bile Gözlerimin
içine bakıp şöyle dedi "Söyleyiş
tarzınızdan bunu yapacağınızı anlıyorum.
"Söyleyiş
tarzınızdan.
" Kadın kafayı yemişti.
- İIk ve son seansım
oldu.
- Sonra ne oldu?
O adamı tamamen
aklımdan çıkardım.
Ama şimdi de 1000 kilometre uzakta, bir kazada ölecek diye
kafamı takıyorum.
Ve beni
suçlayacaklar.
Pek de sevmediği
kişilere niye böyle kafasını takar insan?
- Dediğimi anlıyor
musun?
- Bilmiyorum.
Ya sen?
- Efendim?
- Senin çıktığın biri
var mı?
Bunca zaman bu
sorudan kaçınmayı başarmamız çok komik, değil mi?
Ama şimdi bana
söylemek zorundasın.
Aşkın, yalnız
kalmayı bilmeyen iki kişi için bir
kaçamak olduğunu düşünmüşümdür hep.
Yani, çok komik.
İnsanlar hep
aşkın ne kadar çıkarsız, özverili bir
şey olduğundan bahseder.
Ama düşünürsen,
bundan daha bencilce bir şey yok.
Biliyorum.
Ee, seni kim terk
etti bakalım?
Efendim?
Kalbi kırık biri
gibi konuştun.
- Ben mi?
- Evet.
Pekala.
Büyük itiraf.
Bunu sana daha önce
anlatmalıydım.
Avrupa'ya, sadece
hoşça vakit geçirip Paris'te Hemingway
okumak için falan gelmedim.
Madrid'e uçup bütün
yazı kız arkadaşımla geçirmek için aylarca
para biriktirdim - Kız arkadaşın mı?
- Eski kız arkadaşım.
Son bir yıIdır aptal
bir sanat tarihi programına devam ediyordu.
Neyse, buraya geldim.
Uzun bir ayrıIıktan sonra nihayet kavuşmuştuk.
İIk gecemizde, altı
arkadaşıyla birlikte yemeğe çıktık.
Pedro, Antonio,
Gonzalo, Maria, memleketten de Suzy.
İIk birkaç gün benimle
yalnız olmaktan kaçındı.
Bir süre sonra aslında
beni görmek istemediğini anladım.
Ben de yarın
Viyana'dan kalkacak bu ucuz uçak biletini buldum.
Ama daha birkaç
haftam vardı, ben de bir tren pası aldım.
Birinin seni terk
etmesinin en kötü yanı ne biliyor musun?
Terk ettiğin
kişileri ne kadar az düşündüğünü fark
ettiğin zaman seni terk edenlerin de seni
ne kadar az düşündüğünü anlamak.
İkinizin de ayrıIık
acısı çektiğinizi düşünmek istiyorsun, ama
aslında "Oh, iyi ki gittin" diyor.
İnan bana biliyorum.
- Parlak renklere
bakmalısın.
- Efendim?
Terapist bana böyle
demişti.
ÖIdürme eğilimi
olan bir manyak olduğumu, ama parlak renklere yoğunlaşırsam takıntımdan kurtulabileceğimi söylemesi için
saatine 900 frank ödüyordum.
İşe yaradı mı?
- Tilt oyununda işe
yaramamış.
- Hem de hiç.
Evet, yani bu
yakınlarda birini öldürmedim.
Öyle mi?
Güzel.
Demek ki iyileştin.
Bütün yaptıkları
sürekli sevişmek olan bir tür maymun var
biliyor musun?
Şiddete en az
eğilimli, en huzurlu, en mutlu maymun türü onlarmış.
Belki de önüne
gelenle yatmak o kadar kötü bir şey değildir.
- Maymunlardan mı
bahsediyorsun?
- Evet, onlardan
bahsediyorum.
- Öyle düşünmüştüm.
- Niye?
Bunu hiç duymamıştım.
Ama önüne gelenle
yatmalarını meşrulaştırmaya yarayan mükemmel
bir erkek söylemine beziyor.
Dişi maymunlar da
önüne gelenle yatıyor.
Herkes önüne gelenle
yatıyor.
Evet, çok hoş.
Feminizmin, önüne gelenle daha rahat
yatabilmek için erkekler tarafından icat
edildiği gibi korkunç, paranoyak bir
görüşüm var.
"Kadın, kafanı
özgürleştir, bedenini özgürleştir.
Benimle yat.
" "İstediğim kadar sevişebildiğim
sürece hepimiz mutlu ve özgürüz.
" Pekala.
Ama belki de işin içinde bazı biyolojik
olgular vardır.
İçinde 99 kadın ve sadece bir erkeğin yaşadığı bir ada düşün.
Bir yıI içinde 99
bebeğin doğması olasıIığı var.
Ama bir adada 99
erkek ve sadece bir kadın yaşasa bir yıI
içinde sadece bir bebeğin doğması olasıIığı var.
Yani Biliyor musun?
O adada sadece 43 erkek
hayatta kalır bence.
O zavallı kadınla
yatabilmek için birbirlerini öldürürler.
Öbür adada ise 99 kadın, 99 bebek olur ve hiç erkek kalmaz.
Çünkü hepsi bir
araya gelip erkeği canlı canlı yerler.
- Öyle mi?
- Evet.
Bunda bir doğruluk
payı var.
Aslına bakarsan, kadınlar
rahatlıkla bir erkeği mahvedebilir.
Bir keresinde eski
sevgilimle sokakta yürüyorduk Camaro
marka bir arabanın yanında duran kabadayı kıIıklı dört adam gördük.
Adamlardan biri "Yavrum,
ne güzel popo!
" dedi.
Ben de "Önemli
bir şey değil.
Şimdi buna
sinirlenemem" dedim.
- Ayrıca, dört
kişiydiler.
- Kesinlikle.
Sevgilim dönüp
"Siktirin ayılar!
" dedi.
Ben de "Tamam.
Bir dakika" dedim.
Gelip onu
dövemeyecekler sonuçta.
Onun söyledikleri
için kimden hesap soracaklar?
Kadınlar, koruyup
kollayan erkeklerden nefret eder.
Ama işlerine
gelince de bizi korkak ve mızmız olmakla suçlarlar.
Biliyor musun?
Bence kadınlar gerçekten erkekleri yok etmek
istemez.
İsteseler bile, bunu
başaramazlar.
Hatta eminim ki erkekler
kadınları yok ediyor.
Ya da kadınlardan
daha fazla yok etme kapasitesine sahiptirler.
Neyse, bu çok
bunaltıcı.
Yani, anlıyor musun?
- Bu konuda
konuşmasak ha?
- Nefret ediyorum.
Erkek, kadın
meselesi Sonu gelmez bu konunun.
- Bozuk plak gibi
bir şey.
- Evet.
Dünya kurulalı beri her
çift bu konuşmayı yapmıştır.
Ve kimse bir sonuca
varamamıştır.
Bu konuda bir
belgesel seyretmiştim.
Doğum dansı bu.
- Doğum dansı mı?
- Evet.
Ona para vereyim mi?
İIginç olan her şey
biraz paraya mal olur.
Doğum dansı demek?
Çiftleşme dansı gibi
geldi bana.
Hayır, sahiden.
Kadınlar doğum
yaparken böyle dans ederdi.
Dünyanın bazı
bölgelerinde hala bunu yapıyorlar.
Doğum yapan kadın
bir çadıra girer ve kabilenin kadınları onun
etrafında dans eder.
Doğum daha az
sancıIı olsun diye doğum yapan kadını dans
etmesi için cesaretlendirirler.
Ve bebek doğunca herkes
kutlama için dans eder.
Annem böyle dans
etmezdi herhalde.
Dansın böyle sosyal
bir işlevi olması çok hoş.
- Herkesin
katılabileceği bir şey.
- Biliyorum.
Gençlerin dans
edişini seyreden yaşIı bir adam varmış.
"Ne kadar
güzel" demiş.
"Cinsel
organlarını düşürüp melek olmaya çalışıyorlar.
" - Bu hoşuma gitti.
- Ama bir soru cevapsız
kalıyor.
Kadınlar dans edip
böyle manevileşirken erkekler nerede?
Yiyecek toplamaya mı
gittik?
Davet mi edilmedik?
Bize ihtiyacınız mı yok?
Çiftleştikten sonra kafanızı
koparmadığımıza şükredin.
Örümcek gibi bazı
böcekler böyle yapar.
Yaşamanıza izin
veriyoruz.
Niye şikayet
ediyorsunuz?
Aslında şaka
yapıyorsun.
Ama her şakada bir
gerçek payı vardır.
- Böyle konular
bulup duruyorsun.
- Ne?
- Evet.
- Hayır, bir dakika.
Ben ciddi
konuşuyorum.
GüçIü ve bağımsız
kadınlık timsali olmak ve hayatım bir erkeğin etrafında dönüyormuş gibi göstermemek için üzerimde
korkunç bir baskı hissediyorum.
Ama birini
sevmek ve sevilmek benim için çok
önemli.
Sürekli bu konuda
şaka yapıyorum ama hayatta yaptığımız
her şey, biraz daha sevilmek için değil mi?
Bilmiyorum.
Bazen iyi bir
baba ve iyi bir koca olmayı hayal
ediyorum.
Ve bazen cidden
yapabilirmişim gibi geliyor.
Ama diğer
zamanlarda bu çok aptalca geliyor bütün hayatımı mahvedermiş gibi hissediyorum.
Ve bu sadece
bağlanma korkusundan ya da birini
sahiplenip sevmeyi beceremeyeceğimden değil.
Yapabilirim.
Sadece, kendime
karşı tamamen dürüst olduğumda bir şeyi
çok iyi başardığımı bilerek ölmek daha çok hoşuma gider diye düşünüyorum.
Yani, güzel ve
sevgi dolu bir ilişkim olmasından daha
çok, bir konuda mükemmel olmak hoşuma giderdi.
YaşIı bir adam
için çalışıyordum, bir kere bana bütün
ömrünü kariyerini ve işini düşünerek geçirdiğini söyledi.
52 yaşındaydı ve birden gerçekte kendinden hiçbir şey vermemiş
olduğunu fark etmişti.
Hayatı bomboş ve anlamsızdı.
Bunu söylerken gözleri doldu.
Biliyor musun, eğer bir çeşit Tanrı
varsa herhangi birimizde, sende ya da
bende değil de aradaki küçük alanda
olurdu.
Bu dünyada sihir diye bir şey varsa bu, birini anlamak, bir şeyi paylaşmak çabası
olmalı.
Biliyorum, bunu başarmak neredeyse
imkansız ama kimin umurunda?
Çabanın kendisi önemli olmalı.
Gerçekten bu çökmek üzere olan bir medeniyet.
Servise baksana.
- Servis mi?
- Garson nerede?
New York'ta bu
yüzden işten kovulurdu.
Sekiz saat sonra
öğle yemeği için buluşmam gereken Paris'teki
en yakın arkadaşımı arayacağım.
- Kaldır.
- Efendim?
- Ahizeyi kaldır.
- Alo?
Son zamanlarda
İngilizce çalışıyorum.
Eğlenmek için İngilizce
konuşmalım mı?
Evet, tamam.
İyi bir fikir.
Bugün öğle yemeğine
çıkamayacağım.
Özür dilerim.
Trende bir adamla
tanıştım ve onunla Viyana'da indim.
Hala buradayız.
Sen deli misin?
Muhtemelen.
- Avusturyalı mı?
Oralı mı?
- Hayır.
Bir turist.
Amerikalı.
Yarın sabah
memleketine dönüyor.
Niye trenden onunla
indin?
Beni ikna etti.
Aslında, aramızdaki
kısa sohbetten sonra onunla inmek için çoktan
hazırdım.
Çok tatlıydı,
kendimi tutamadım.
Yemek vagonundaydık ve
kendinden bahsetmeye başladı.
Küçükken büyük
büyükannesinin hayaletini gördüğünü anlattı.
Sanırım tam o anda
ona vuruldum.
Sadece, bir sürü
güzel hayali olan küçük bir oğIan çocuğu imgesi
Beni tuzağa düşürdü.
Çok da yakışıklı.
Çok güzel mavi gözleri biçimli pembe dudakları yağIı saçları var.
Çok hoşuma gidiyor.
Boyu bayağı uzun ve
biraz sakar.
Ben başka yere
bakarken beni süzmesi çok hoş.
Yeniyetmeler gibi
öpüşüyor.
Çok şeker.
- Ne?
- Evet, öpüştük.
Muhteşemdi.
Gece ilerledikçe, onu
daha çok sevmeye başladım.
Ama maalesef benden
korkuyor.
Eski sevgilisini
öldüren kadın hakkındaki öyküyü anlattım ona.
Ödü kopmuş olmalı.
Dalavereci, kötü bir
kadın olduğumu düşünüyor olmalı.
Umarım hakkımda böyle
şeyler düşünmüyordur.
Çünkü beni bilirsin, ben karıncaya bile zarar
veremem.
Gerçekten zarar
verebileceğim tek kişi, yine benim.
Senden korktuğunu
sanmıyorum.
Bence senin için
deli oluyor.
- Sahi mi?
- Seni uzun süredir
tanıyorum.
İçimde iyi bir his
var.
Onu tekrar görecek
misin?
Henüz bu konuda
konuşmadık.
Tamam, sıra sende.
Sen arkadaşını ara.
- Tamam mı?
- Pekala.
Aslında onun hep
telesekreteri çıkar.
Selam dostum.
Ne haber?
Selam Frank.
Nerelerdesin?
Döndüğüne sevindim.
Harika.
Evet.
Madrid nasıIdı?
Madrid berbattı.
Lisa'yla ben gecikmiş
krizimizi yaşayıp ayrıIdık.
Çok yazık.
Sana söylemiştim, değil mi?
Evet.
Uzun mesafeli ilişkiler asla yürümez.
Madrid'de sadece
birkaç gün kaldım.
Viyana'dan kalkan
ucuz bir uçak buldum.
Aslında o kadar ucuz
değildi.
Ben sadece
hemen eve dönemezdim.
Tanıdığım hiç
kimseyi görmek istemedim.
Bir hayalet gibi, meçhul
bir şekilde dolaşmak istedim.
- Ee, şimdi iyi
misin?
- Evet.
Çok iyiyim.
Başka bir şeyin de önemi yok.
Çok mutluyum.
Ve sana nedenini
anlatacağım.
Avrupa'daki son
gecemde biriyle tanıştım.
İnanabiliyor musun?
- İnanıImaz bir şey.
- Biliyorum.
Birbirimizin hem
şeytanı, hem de meleği olduğumuz söylenir ya?
Bana her şeyin
yoluna gireceğini söyleyen gerçek bir
Boticelli meleği gibiydi.
NasıI tanıştınız?
Trende.
Kavga etmeye
başlayan tuhaf bir çiftin yanında oturuyordu, kalkmak zorunda kaldı.
Yan taraftaki
koltuğa oturdu.
Böylece konuşmaya
başladık.
İIk anda benden pek
hoşlanmadı.
Çok zeki
çok tutkulu ve çok güzel.
Ve ben kendimden hiç
emin değildim.
Söylediğim her şeyin
ona aptalca geldiğini düşünüyordum.
- Dostum, bu konuyu
dert etme.
- Hayır.
Hayır, seni
yargılamadığından eminim.
Hayır.
Bu arada, sana yakın oturmuş.
Bunu bilerek
yaptığından eminim.
- Öyle mi?
- Evet.
Biz erkekler çok
aptalız.
Kadınlarla ilgili hiçbir şeyi anlayamıyoruz.
Onları az tanıyorum,
ama tuhaf davranıyorlar.
Öyle değil mi?
Evet.
Sanki bir rüya
alemindeymişiz gibi hissediyorum.
Evet, çok tuhaf.
Birlikte
geçireceğimiz zaman sadece bizim.
Bizim yarattığımız
bir şey.
Sanki ben senin
rüyandayım, sen de benim rüyamdasın.
En harika yanı ise, birlikte
geçirdiğimiz bu gecenin hiç planlanmamış
olması.
Evet, biliyorum.
Belki de o yüzden bu kadar masalsı geliyordur.
Ama sabah olacak ve
biz balkabağına dönüşeceğiz, değil mi?
Biliyorum.
Ama şimdi, camdan
pabuçları çıkarıp ayağıma oluyor mu diye
bakman gerek.
Ayağına olacak.
Bir arkadaşımın
çocuğu oldu.
Doğum evde yapıIdı, o
da her şeye yardım ediyordu.
Ama doğumun en
yoğun anında çocuğunun hayatla ilk
temasını, ilk nefes alışını
izliyormuş ve o anda bütün
düşündüğü, baktığı şeyin, bir gün gelip
ölecek bir şey olduğuymuş.
Bu fikri aklından
çıkaramamış.
Ve bence bu çok
doğru.
Her şeyin bir
sonu var.
Ama hayatımızı ve
özel anlarımızı bu kadar önemli yapanın
bu olduğunu düşünmüyor musun?
Evet, öyle.
Bu gece bizim için
de aynı şey geçerli.
Yarından sonra,
muhtemelen birbirimizi bir daha görmeyeceğiz.
Bir daha birbirimizi
göreceğimizi düşünmüyor musun?
Sen ne düşünüyorsun?
Aslında, bilmiyorum.
- Başka bir yolculuk
planlamamıştım
- Ben de.
Ben Paris'te
yaşıyorum, sen ABD'de.
Anlıyorum.
Uçmak zorunda
kalmanı istemem.
Hiç sevmiyorsun,
değil mi?
Uçmaktan o kadar
korkmuyorum.
Yani, uçabilirim
aslında.
Eğer bir gün
Amerika'ya gelirsen ya da eğer, yani Ya da ben buraya geri gelebilirim.
Ne oldu?
Hayır, aklı başında
yetişkinler gibi davranalım.
Belki farklı bir
şey denemeliyiz.
Bu gecenin tek
gecemiz olması o kadar kötü değil, değil mi?
Herkes birbirine
numarasını, adresini verir.
Bir kere yazışırlar,
birkaç kez telefonlaşırlar.
Doğru.
Sonra unutup giderler.
Evet, ben bunu
istemiyorum.
Bundan nefret ederim.
Ben de nefret ederim.
Niye herkes ilişkilerin ebediyen
sürmesi gerektiğini düşünür ki zaten?
Evet, neden?
Çok aptalca.
Ama sence bu geceyle mi kalır?
Yani, bu gece tek gecemiz mi olacak?
Başka yolu var mı?
Pekala.
Hadi yapalım.
Olmayacak hayallere kapıImak yok.
Bu geceyi harika bir gece yapalım.
- Tamam, yapalım.
- Tamam.
El sıkışalım falan.
Bana elini ver.
Birlikte
geçirdiğimiz tek geceye ve kalan
saatlerimize.
Ne oldu?
Sadece Çok hüzünlü, değil mi?
Şimdi
düşüneceğimiz tek şey yarın birbirimize
veda etmek zorunda oluşumuz.
Şimdi
vedalaşalım.
Böylece bir daha
bunu dert etmeyelim.
- Şimdi mi?
- Evet.
Hadi vedalaşalım.
- Hoşça kal.
- Hoşça kal.
Au revoir.
- Görüşürüz.
- Evet, görüşürüz.
Planımız şöyle.
Sen kadehleri
çalacaksın, ben de şarabı.
- Kırmızı şarap.
- Kırmızı şarap.
Evet.
- Bunu yapabilir
misin sence?
- Hiç sorun değil.
- Bana şans dile.
- İyi şanslar.
Merhaba.
- İngilizce biliyor
musunuz?
- Biraz.
Öyle mi?
Biraz mı?
Pekala.
Tuhaf bir durumdayım
Şuradaki kızı görüyor musun?
- Evet.
- Bu, birlikte
geçireceğimiz tek gece ve o Derdimi şöyle anlatayım.
Kız bir şişe kırmızı
şarap istiyor ve benim hiç param yok.
Ama sen bana bu barın
adresini verirsen ben de sana parayı
göndereceğime dair söz veririm ve
sayende gecemiz eksiksiz olur.
- Bana parayı
gönderecek misin?
- Evet.
Ver elini.
Tamam.
- Hayatının en
harika gecesi için.
- Çok teşekkür
ederim.
Yani birileriyle
birlikte oldum ve onlarla güzel anlar paylaştım.
Seyahat ettik,
bütün gece uyumadık ve gün doğumunu izledik falan.
Ve o anların çok özel olduğunu
biliyordum.
Ama her zaman eksik bir şey vardı sanki.
Hep başka biriyle olmayı arzuluyordum.
Birlikte olduğum insanların benim için önemli olan şeyleri anlamadığını
biliyordum.
Ama seninleyken çok mutluyum.
Böyle bir gecenin, şu anda hayatım için
önemini muhtemelen anlayamazsın, ama
öyle.
- Çok güzel bir sabah.
- Gerçekten harika bir sabah.
Bu sabah gibi başka sabahlarımız olacak mı
sence?
- Ne var?
- Aklı başında,
yetişkin kararımıza ne oldu?
Ah, evet.
Yanımda olmayan
birini arzularım derken ne kastettiğini anladım.
Aslında ben
çoğunlukla kendimden kaçmak istiyorum.
Cidden, bir
düşünsene.
Kendimin olmadığı
bir yere hiç gitmedim.
Öpüşenlerden birinin
ben olmadığım bir öpücük almadım.
İzleyiciler arasında
kendimin yer almadığı bir sinemaya hiç gitmedim.
Aptal şakalardan
birini kendimin yapmadığı bir bovling oyunu oynamadım.
Bence çoğu kişinin
kendinden nefret etmesinin sebebi bu.
Cidden.
İnsanlar sürekli
kendileriyle olmaktan fenalık getiriyor.
Farz edelim,
senle ben her an birlikteyiz.
Birçok tavrımdan
bıkmaya başlarsın.
Evimize her misafir
gelişinde kendimi güvensiz hissedip biraz
fazla içişimden.
Ya da aynı aptal,
entel hikayeyi defalarca anlatışımdan.
Anlarsın ya, bütün
bu hikayeleri dinledim ve tabii ki
kendimden bıkmış durumdayım.
Ama seninle olmak bana kendimi olduğumdan farklı hissettirdi.
Yani, kendini olduğundan farklı hissetmenin
başka yolları dans, alkol ya da uyuşturucu gibi şeylerdir.
Bir de sevişmek.
Sevişmek, evet.
Bu da bir yol.
Ne istediğimi
biliyor musun?
Ne?
Öpülmek.
Bunu yapabilirim.
Dur.
Aptalca bir şey söylemek
istiyorum.
Pekala.
Çok aptalca.
Bence sevişmemeliyiz.
İstiyorum, ama
birbirimizi bir daha görmeyeceğimiz için
kendimi kötü hissedeceğim.
Kimlerle olduğunu
merak edeceğim.
Seni özleyeceğim.
Biliyorum, olgun bir
davranış değil.
Belki de kadınsı bir
tepkidir.
Elimde değil.
Birbirimizi tekrar
görelim.
Hayır, sadece
yatabilelim diye yeminimizi bozmanı istemiyorum.
Sırf yatmak olsun
diye yatalım istemem.
Aslında istiyorum,
ama
Yani, bence sevişmeliyiz.
Sabah ayrıIıyoruz,
değil mi?
- Sanırım yapmalıyız.
- Öyleyse, bir erkek
fantezisi bu.
Trende bir Fransız
kızla tanış, seviş ve onu bir daha hiç görme.
Ve anlatacak hikayen
olsun.
Hikayenin kahramanı
olmak istemem.
Bu güzel gecenin,
sadece bundan ibaret olmasını istemem.
Tamam, sevişmek
zorunda değiliz.
Hiç önemli değil.
Beni bir daha
görmek istemiyor musun?
Evet, tabii ki
istiyorum.
Onu bir daha hiç
görmeyeceksin ya da onunla evleneceksin
deseler seninle evlenmeyi seçerdim.
Belki bu romantik
bir saçmalıktır ama insanlar çok daha
azı için evleniyor.
Aslında sanırım trenden indiğimizde seninle sevişmek
istediğime karar vermiştim.
Şimdi o kadar çok
konuştuk ki, artık bilemiyorum.
Niye her şeyi bu
kadar karmaşık hale getiririz?
Bilmiyorum.
Paris'e dönünce ilk
olarak ne yapacaksın?
Annemle babamı
arayacağım.
Ya sen?
Bilmem.
Muhtemelen gidip köpeğimi alırım.
Bir arkadaşımda
kalıyor.
Köpeğin mi var?
Köpeklere bayıIırım.
- Öyle mi?
- Evet.
- Kahretsin.
- Ne oldu?
Bilmem.
Gerçek zamana geri döndük.
Biliyorum.
Bundan nefret ediyorum.
Bu ne?
- Klavsene benziyor.
- Dinlesene.
Biri çalıyor.
Çok hoş.
- Bu müzikte dans
edebilir miyiz?
- Elbette.
- Vay.
- Ne oldu?
Resmini çekeceğim ve
böylece seni ve bu anı asla unutmayacağım.
Tamam, ben de.
"Yıllar su gibi
akıp gidiyor" Efendim?
Yok bir şey.
Dylan Thomas'ın, W. H.
Auden'ın bir şiirini okuduğu bir
kasetim var.
Thomas'ın sesi harika.
Şiir şöyle bir şey "Şehrin bütün saatleri "çınlamaya başladı:
"'Zaman seni kandırmasın "'Zamanı fethedemezsin "'Acılar ve
endişeler içinde "'hayat akıp gider öylece "'Ve Zaman oyununu
oynayacaktır "'Belki yarın, belki yarından da yakın"' Böyle bir şey.
Çok güzel.
Birkaç yıI birlikte yaşadıktan
sonra, birbirinin tepkisini tahmin
ettikleri, ya da birbirinin tavırlarından
bıktıkları için, çiftler birbirinden nefret etmeye başlar demiştin.
Bence benim için tam tersi olur.
Birini çok iyi tanıyınca, ona gerçekten aşık
olabileceğimi düşünüyorum.
Saçını tarayış şeklini, o gün hangi gömleği
giyeceğini herhangi bir durumda hangi
öyküyü anlatacağını kesinlikle bilirsem
gerçekten aşık olduğumu o zaman anlayacağımdan eminim.
- Ne oldu, biliyor
musun?
- Ne?
O çocukların oyununa
gitmedik.
- Oyun mu?
- Evet.
- İnek mi?
- Evet.
Ah, evet, gitmedik.
Olamaz, kaçırdık.
Havaalanına hangi
otobüsle gideceksin?
Sen merak etme.
- Benim buna binmem
lazım.
- Tam burada.
Binmek mi istiyorsun?
- Sanırım sonuna
geldik, değil mi?
- Evet.
Ben aslında
- Bilirsin
- Evet, biliyorum.
Ben de.
Ömrün boyunca
mutluluklar dilerim.
Her şey gönlünce
olsun.
- Okulunda falan
başarılar.
- Sağol.
Bundan nefret
ediyorum.
Ben de.
Tren kalkmak üzere.
Birbirimizi görmemek
konusunda konuştuğumuz şeyler var ya?
- Ben bunu
istemiyorum.
- Ben de.
- Sen de mi?
- Senin söylemeni
bekledim.
Niye sen bir şey
söylemedin?
- Beni görmek
istemeyeceğinden korktum.
- Pekala, ne yapmak
istersin?
Belki de beş yıI
sonra falan burada buluşmalıyız.
Beş yıI mı?
Bu çok uzun bir süre.
Çok korkunç.
Sanki sosyolojik bir
deney gibi.
- Bir yıI sonraya ne
dersin?
- Bir yıI sonra.
Tamam.
- Altı ay sonraya ne
dersin?
- Altı ay mı?
- Hava buz gibi olur.
- Evet.
Kimin umurunda?
Burada buluşup başka
bir yere gideriz.
Bugünden itibaren
altı ay sonra mı?
Dün geceden itibaren.
Dün gece, yani 16 hazirandan itibaren altı ay
sonra.
Dokuzuncu platform, tam
altı ay sonra, saat 18'de.
Aralıkta.
Sen bir trenle
gelirsin, ama ben kaç saat uçmak zorundayım.
Ama burada olacağım.
- Tamam, ben de.
- Pekala.
- Telefon etmek,
yazmak yok
- Evet, çok sıkıcı.
- Evet, tamam.
- Pekala.
Trenin kalkmak üzere.
Vedalaşalım.
Hoşça kal.
Hoşça kal.
Au revoir.
Görüşürüz.
« Prev Post
Next Post »