Print Friendly and PDF

Translate

Gün Doğmadan (1995) Before Sunrise

|

 

 101 dk

Yönetmen:Richard Linklater

Senaryo:Richard Linklater, Kim Krizan

Ülke:ABD, Avusturya, İsviçre

Tür:Dram, Romantik

Vizyon Tarihi:19 Mayıs 1995 (Türkiye)

Dil:İngilizce, Almanca, Fransızca

Müzik:Fred Frith

Oyuncular

Ethan Hawke

Julie Delpy

Andrea Eckert

Hanno Pöschl

Karl Bruckschwaiger

Devam Filmleri

1995 - Gün Doğmadan(262,757)8.1

2004 - Gün Batmadan(228,786)8.0

2013 - Geceyarısından Önce(136,518)7.9

Özet

Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile Amerikalı Jesse (Ethan Hawke), Budapeşte - Viyana treninde bir çiftin kavgası ile tesadüfen tanışırlar. Jesse, Celine'e, ertesi gün uçağa bineceğini ancak parası olmadığından sabaha kadar Viyana caddelerinde dolaşacağını söyler ve Celine'in kendisine eşlik etmesini ister. Viyana'da trenden inerler ve 14 saat boyunca hayatlarını derinden etkileyecek bir beraberliğe adım atarlar

Altyazı

Herhalde yakında ezberlemiş olursun!

Gerçi seni ilgilendirmez ama, seninle ilgili bir haber var.

70. 00 kadın alkol müptelasıymış.

  Sen de onlardan birisin.

Bu seni hiç ilgilendirmez.

  Burada, alkol düşkünü biri varsa o da sensin.

Burada bir aynam var.

  Bir aynaya bakar mısın?

Benim bir nedenim var, çünkü seninle evliyim.

Şu kahrolası gazeteyi artık, bir kenara bırakır mısın?

15 yıIdan beridir zaten bunu yapıyorum bana bir iyilik yapıp beni rahat bırakır mısın?

Ben de seni zaten rahat bırakmak istiyorum.

Sana bir teklifim var, sen de beni rahat bırak.

Hatta daha da muhteşem bir teklifim var.

Annenin yanına taşınıp, tüm yemek kitaplarını da yanında götürebilirsin.

Bu muhteşem bir teklif!

Bunu ayda en az 2 kez gündeme getiriyorsun zaten.

Yaptığın şey gerçekten gerekli miydi?

    gerekli miydi?

Annenin yanıAnnenin yanına geri git.

  Artık buna dayanamıyorum.

Git artık çünkü hep aynı hikaye ve, artık buna dayanamıyorum.

Çok can sıkıcısın.

AsıI can sıkıcı olan sensin ayrıca, evi Kaos'a bırakamam.

Kaos seni ilgilendirmez.

  Artık kedi beslemek yok.

Bu arada kediden bahsetmişken, Iütfen köpeği göndermeyi de unutma.

Köpeği sen satın almadın.

  Ben yemekli vagona geçiyorum.

Şimdi mi?

  Bir dakika bekle

Benimle gelmeni istemiyorum.

Bir dakika bekle

Bu lanet olası kapı neden açıImıyor!

  Niye kavga ettiklerine dair bir fikriniz var mı?

  - İngilizce biliyor musunuz?

  - Evet.

  Hayır, bir fikrim yok, Almancam pek iyi değil.

  Çiftler yaşlandıkça birbirini dinleme yetisini  - kaybedermiş, biliyor muydunuz?

  - Hayır.

  Erkekler tiz sesleri, kadınlarsa alçak perdeden sesleri  duyma yetisini zamanla kaybedermiş.

  - Galiba böylece birbirlerini etkisiz kıIıyorlar.

  - Galiba.

  Çiftlerin birbirini öldürmeden birlikte yaşlanmasını  doğa bu şekilde sağIıyor olmalı.

  Ne okuyorsunuz?

  Öyle mi?

  Ya siz?

  KINSKI

- İHTİYACIM OLAN TEK ŞEY AŞK

 Bakın, yemek vagonuna gitmeyi düşünüyordum.

  - Benimle gelmek ister misiniz?

  - Evet.

  Pekala.

  İngilizce'yi nasıI bu kadar iyi konuşuyorsunuz?

  Los Angeles'ta yaz okuluna gitmiştim.

  - Şöyle oturalım mı?

  - Evet, tabii.

  Londra'da da bir süre yaşadım.

  Siz İngilizce'yi nasıI bu kadar iyi konuşuyorsunuz?

  Ben mi?

  Ben Amerikalıyım.

  - Amerikalı mısınız?

  Emin misiniz?

  - Evet.

  Hayır, şaka yapıyorum.

  Amerikalı olduğunuzu biliyordum.

  Ve tabii ki başka bir dil bilmiyorsunuz, değil mi?

  Evet, anladım.

  Hiç yabancı dil bilmeyen, kültürsüz, kaba, aptal ve pespaye  bir Amerikalıyım, değil mi?

  Ama denedim.

  Lisede dört yıI Fransızca dersi aldım.

  Paris'e ilk gittiğim zaman  metro istasyonunda kuyruğa girdim.

  Söyleyeceklerim ezberimdeydi.

  Her neyse.

  İşte metro istasyonuna gittim  gişedeki kadına baktım ve o anda her şeyi unuttum.

  Ve "Bakın, şeye gitmek için bir bilet istiyorum  " Anlarsınız ya.

  Neyse işte.

  Ee, nereye gidiyorsunuz?

  Paris'e geri dönüyorum.

  - Derslerim haftaya başIıyor.

  - Hala okuyor musunuz?

  Nerede?

  - Evet, Sorbonne'da.

  Duydunuz mu?

  - Elbette.

  Budapeşte'den mi geliyorsunuz?

  - Evet, büyükannemi ziyaret ediyordum.

  - Büyükanneniz nasıI?

  Gayet iyi.

  - SağIığı nasıI?

  - Çok iyi.

  - Ya siz?

  Siz nereye gidiyorsunuz?

  - Viyana'ya gidiyorum.

  Viyana mı?

  Orada ne var?

  Bilmiyorum.

  Oradan yarın ayrılacağım zaten.

  Tatil mi yapıyorsunuz?

  Ne yaptığımdan pek emin değilim.

  Sadece oradan oraya seyahat ediyorum  Son iki, üç haftadır bir trenden inip diğerine biniyorum.

  Arkadaşlarınızı mı görüyorsunuz, yoksa yalnız mısınız?

  - Evet, Madrid'de bir arkadaşım vardı, ama  - Madrid, ne güzel.

  Evet, bir tren pası aldım, işte hepsi bu.

  Harika.

  Peki bu Avrupa seyahatinden memnun kaldınız mı?

  Evet, tabii.

  Berbattı.

  Efendim?

  Yani bazı  Aslında  haftalarca pencerenin önünde oturup etrafı seyretmek çok harikaydı.

  Ne demek istiyorsunuz?

  Mesela  normalde hiç gelmeyecek fikirler geliyor insanın aklına.

  - NasıI fikirler?

  - Anlatmamı ister misiniz?

  - Evet, anlatın.

  - Pekala.

  Bir televizyon programı yapma fikrim var.

  Yerel televizyon yapımcısı bazı arkadaşlarım var.

  Yerel televizyon nedir biliyor musunuz?

  Çok ucuz çekilmiş bir filmi bile yayınlamak zorundalar.

  Bir yıI boyunca her gün 24 saat sürecek bir program fikrim var.

  Yapacağınız şey, dünyanın dört bir köşesindeki şehirlerden  365 kişi seçip  gerçek zamanlı 24 saatlik belgesellerini çekmek.

  Hayatı yaşandığı gibi filme çekmek yani.

  Sabah kalkıp uzun bir duş alan  hafif bir kahvaltı edip  kahvesini içen ve gazetesini okuyan  bir adamla başlayabilir  Bir dakika.

  Herkesin her Allahın günü  yapması gereken tüm o gündelik, sıkıcı şeyleri mi?

  Ben "Günlük yaşamın şiiri" diyecektim.

  Ama siz ne derseniz deyin, ben bildiğimi söylerim.

  - Şöyle düşünün  - Bunu kim seyredecek?

  Şöyle düşünün bunu.

  Güneşte uyuklayan bir köpek niye güzeldir?

  Güzeldir.

  Çok güzeldir.

  Ama bankamatikten para çekmeye çalışan bir adam  niye tam bir geri zekalı gibi görünür?

  Yani bu, National Geographic programı gibi, ama insanlar üzerine.

  Evet.

  Ne düşünüyorsunuz?

  Evet, tahayyül edebiliyorum.

  24 sıkıcı saat.

  Pardon.

  Bir de, işi biter bitmez uykuya daldığı üç dakikalık bir seks sahnesi.

  Evet.

  Ve bu harika bir bölüm olur.

  Herkes o bölümü konuşur.

  Yani, isterseniz siz de arkadaşlarınızla Paris'te bir film çekebilirsiniz.

  Bilmiyorum.

  Beni en çok düşündüren nokta, dağıtım meselesi.

  Programın sürmesi için, kasetlerin bütün şehir ve kasabalara ulaştırıIması lazım.

  Çünkü programın aralıksız sürmesi lazım, yoksa bir işe yaramaz.

  Teşekkür ederim.

  Teşekkürler.

  Biliyor musunuz?

  Servise hiç önem verilmiyor burada.

  Avrupa hakkında bir gözlem sadece.

  Annemle babam, aşık olabileceğim ya da evlenip  çoluk çocuğa karışabileceğim ihtimalini hiç konuşmazlardı.

  Küçük bir kızken bile  kendimi geleceğin kariyer sahibi bir insanı, yani bir iç mimar  ya da avukat falan gibi görmemi istediler hep.

  Babama "Yazar olmak istiyorum" derdim.

  O ise "Gazeteci" derdi.

  Ben "Sahipsiz kediler için sığınak açmak istiyorum" derdim.

  "Veteriner" derdi.

  Ben "Oyuncu olmak istiyorum" derdim.

  "Televizyon spikeri" derdi.

  Tüm hayalperest tutkularım  pratik ve kazançIı birer atıIıma dönüştürülürdü sürekli.

  Çocukken insanların yalanını anlama konusunda çok ustaydım.

  Bana yalan söylediklerini hemen anlardım.

  Liseye girdiğimde, hayatta ne yapmam konusunda  herkesin fikrini dinleyip tam tersini yapmaya  çok meraklıydım.

  Kimsenin kötü bir niyeti yoktu.

  Sadece  başkalarının benim hayatıma dair hırsları beni hiçbir zaman heyecanlandıramadı.

  Ama biliyor musunuz?

  Eğer ebeveyniniz asla size tam anlamıyla karşı çıkmıyorsa  ve temelde size iyi davranıp destek oluyorsa  açıkça şikayet etmeniz daha da zorlaşıyor.

  YanıIıyor olsalar da, onlara cepheden saldıramıyorsunuz.

  Anlatabiliyor muyum?

  Bundan nefret ediyorum.

  Gerçekten nefret ediyorum.

  Biliyor musunuz  bütün bu saçmalıklara rağmen yine de çocukluğumu  sihirli bir dönem olarak hatırlarım.

  Gerçekten.

  Annemin bana ilk kez ölümden bahsedişini hatırlıyorum.

  Büyük büyükannem yeni ölmüştü.

  Bütün aile cenaze için Florida'ya gitmiştik.

  Üç, üç buçuk yaşlarındaydım.

  Neyse, arka bahçede oyun oynuyordum.

  Ablam bana bahçe hortumunu belli bir şekilde tutup  güneşe doğru fışkırtırsam  gökkuşağı yapabileceğimi daha yeni öğretmişti.

  İşte ben bunu yaparken  su damlalarının buğusu içinden büyükannemi görebiliyordum.

  Orada duruyor ve bana gülümsüyordu.

  Ben de hortumu uzun süre aynı şekilde tutup  ona baktım.

  Sonunda, hortumun başını bırakıverdim.

  Sonra hortum elimden düştü ve büyükannem yok oldu.

  Hemen içeri koşup bunu annemle babama anlattım.

  Onlar da beni karşılarına oturtup ölenleri bir daha göremeyeceğimiz  ve bunu benim hayal ettiğim hakkında bir nutuk çektiler.

  Ama ben gördüğüm şeyi biliyordum.

  Bunu gördüğüme çok memnundum.

  Yani o zamandan beri böyle bir şey görmedim.

  Ama bilmiyorum.

  Her şeyin ne kadar muğlak olduğunu öğrenmemi sağladı bu.

  ÖIümün bile.

  ÖIüme karşı böyle bir yaklaşımınız olduğu için çok şanslısınız.

  Sanırım ben günün 24 saati ölümden korkuyorum.

  Yemin ederim.

  Yani o yüzden şu anda trendeyim.

  Paris'e uçakla gidebilirdim, ama çok korkuyorum.

  - Yapmayın.

  - Elimde değil.

  İstatistiklere göre uçak daha güvenli, biliyorum.

  Yine de.

  Uçağa binince patlamayı görebiliyorum.

  Bulutların arasından düşüşümü  Ve ölmeden önceki, az sonra öleceğinizi bildiğiniz  o birkaç saniyelik bilinç halinden çok korkuyorum.

  Böyle düşünmekten kendimi alamıyorum.

  - Çok yorucu bir şey.

  - Evet, eminim.

  Gerçekten çok yorucu.

  - Sanırım burası Viyana.

  - Evet.

  - Siz burada iniyorsunuz, değil mi?

  - Ne kötü.

  Keşke daha önce tanışsaydık.

  Sizinle konuşmak çok hoşuma gitti.

  Evet, benim de.

  Tanıştığımıza çok sevindim.

  Çok saçma bir fikrim var, ama size sormazsam 

- Ömrüm boyunca aklımda kalacak.

  - Nedir?

  Sizinle konuşmaya devam etmek istiyorum.

  Sizi bilmem  ama ben aramızda bir tür bağ olduğunu düşünüyorum.

  Doğru değil mi?

  Evet, ben de.

  Harika.

  Dinleyin, işte planımız.

  Yapmamız gereken şu.

  Benimle burada Viyana'da inip şehri gezin.

  - Efendim?

  - Hadi.

  Eğlenceli olur.

  - Hadi.

  - Ne yapacağız ki?

  Bilmiyorum.

  Bütün bildiğim, yarın sabah 9. 30'da Avusturya Havayolları  uçağında olmam gerektiği.

  Otele verecek param yok  o yüzden, sabaha kadar dolaşacaktım.

  İki kişiyle daha eğlenceli olur.

  Bir tür psikopat olduğum ortaya çıkarsa sonraki trene binersiniz.

  Pekala.

  Şöyle düşünün.

  10 ya da 20 yıI ileri gidin, tamam mı?

  Ve evlisiniz.

  Ama evliliğiniz başlangıçtaki coşkusunu yitirmiş.

  Kocanızı suçlamaya başIıyorsunuz.

  Ömrünüz boyunca tanıştığınız erkekleri  ve onlardan birini seçseydiniz ne olabileceğini düşünüyorsunuz.

  İşte ben o erkeklerden biriyim.

  Ben oyum.

  Yani bunu zamanda yolculuk gibi düşünün.

  O zamandan bu ana geri gelip neyi kaçırdığınızı öğrenmek için.

  Bakın, hiçbir şey kaçırmadığınızı öğrenmek  siz ve müstakbel kocanız için çok hayırlı olabilir.

  Ben de kocanız kadar beceriksiz ve sıkıcıyım.

  Siz de doğru seçimi yapmışsınız ve mutlusunuz.

  Valizimi alayım.

  - Bunları emanete bırakalım.

  - Tamam.

  Adın ne?

  Benim adım mı?

  Jesse.

  Aslında James, ama herkes bana Jesse der.

  Jesse James'ten bahsetmiyorsun ya?

  - Hayır, sadece Jesse.

  - Ben Celine.

  - Ne güzel bir köprü.

  - Evet.

  - Biraz tuhaf bir durum.

  - Tuhaf bir durum, değil mi?

  Yani, kendimi biraz tuhaf hissediyorum.

  Ama güzel, değil mi?

  Harika.

  Hadi bir yerlere gidelim.

  Rehberine bak.

  Viyana'dayız, görülecek yerlerini görelim.

  - Şu adamlara soralım.

  - Peki.

  Affedersiniz?

  - İngilizce biliyor musunuz?

  - Evet.

  Tabii.

  - Peki siz Almanca biliyor musunuz?

  - Efendim?

  Boşverin, şaka yapıyordum.

  Viyana'ya bugün geldik ve eğlenceli bir şeyler yapmak istiyoruz.

  Müze, sergi gibi şeyler

 Ama müzeler pek eğlenceli sayıImaz.

  Şu anda kapanmak üzereler.

  - Burada ne kadar kalacaksınız?

  - Sadece bir gece.

  Viyana'ya neden geldiniz?

  Ne görmeyi umuyordunuz?

  Balayındayız.

  Evet, sevgilim hamile kaldı ve evlenmemiz gerekti  Sana inanmıyorum.

  Yalan söyleyemiyorsun.

  Biz bir oyunda oynuyoruz  - ve sizi davet etmek istiyoruz.

  - Oyuncu musunuz?

  Profesyonel oyuncu değiliz.

  Bu bizim hobimiz.

  Bu oyun da Hintlilerin arayıp durduğu bir inek hakkında.

  - Ayrıca politikacılar, Meksikalılar var  - Ruslar, komünistler de var.

  - Sahnede gerçek bir inek mi var?

  - Hayır, inek kostümü giymiş bir oyuncu.

  - İnek o.

  - Evet, inek benim.

  - İnek biraz tuhaf.

  - İneğin bir hastalığı var.

  Biraz tuhaf davranıyor.

  Köpek gibi.

  Biri bir sopa atınca hemen onu yakalayıp geri getiriyor.

  Ayaklarıyla sigara içebiliyor falan.

  - Harika.

  - İşte, adres burada yazıIı.

  - İkinci bölgede.

  - Prater'e yakın.

  Orayı biliyor musunuz?

  - Dönme dolabın orası mı?

  Gitmeliyiz.

  - Dönme dolap, herkes biliyor  Belki de oyundan önce Prater'e gidebilirsiniz.

  Oyun 21. 30'da başIıyor.

  - 21. 30 mu?

  - 9. 30'da yani.

  - 9. 30.

  - Evet.

  Harika.

  Bu oyunun adı ne?

Wilmington'ın İneğinin Boynuzlarını Getirin Bana diye çevrilebilir.

  Ben Wilmington'ın ineğiyim.

  - Pekala.

  - Harika.

  - Gelecek misiniz?

  - Deneyeceğiz.

  - Ben ineğim.

  - Sen ineksin.

  Hoşça kalın.

  - Pekala, bir fikrim var.

  Hazır mısın?

  - Evet.

  Soru-cevap zamanı.

  Bir süredir birbirimizi tanıyoruz artık.

  Bir süre daha birlikteyiz ve birbirimize doğrudan sorular soracağız.

  - Tamam mı?

  - Yani birbirimize soru soracağız.

  Evet.

  Dürüst cevap vermek zorundasın.

  - Elbette.

  - Tamam.

  Pekala, ilk soru.

  - Sen sor.

  - Evet, ben sana soracağım.

  Bir insana karşı hissettiğin ilk cinsel duyguları  bana anlat.

  İIk cinsel duygularım mı?

  Aman tanrım.

  Biliyorum.

  Jean-Marc Fleury.

  Jean-Marc Fleury mi?

  Yaz kampında beraberdik ve o bir yüzücüydü.

  Klorla rengi açıImış saçları ve yeşil gözleri vardı.

  Ve daha hızlı yüzebilmek için kol ve bacaklarındaki kılları tıraş ederdi.

  - İğrenç.

  - Muhteşem bir yunus balığına benziyordu.

  Arkadaşım Emma ondan çok hoşIanıyordu.

  Bir gün kırların ortasından geçip odama gidiyordum  o da yanımda yürüyordu.

  Ona şöyle dedim  "Emma'yla çıkmalısın çünkü senden çok hoşIanıyor.

  " Bana döndü ve şöyle dedi  "Çok yazık, çünkü ben senden çok hoşIanıyorum.

  " Evet, bu beni acayip korkuttu  çünkü onu çok zarif buluyordum.

  Sonra resmen bana çıkma teklif etti.

  Ondan hoşlanmıyormuş gibi yaptım.

  Bilirsin, yapacaklarımdan çok korkmuştum.

  Birkaç kez onu yüzme müsabakalarında izlemeye gittim.

  Çok seksiydi.

  Gerçekten.

  Yani cidden çok seksiydi.

  Yazın sonunda birbirimize aşk mektupları yazdık  ve sonsuza kadar birbirimize yazacağımıza  çok yakında yine buluşacağımıza söz verdik.

  - Buluştunuz mu?

  - Tabii ki hayır.

  Olağanüstü bir yüzücü olduğumu söylemenin tam zamanı öyleyse.

  - Sahi mi?

  - Evet.

  - Bunu dikkate alırım.

  - Tamam.

  - Şimdi sıra bende, değil mi?

  - Evet, sıra sende.

  Hiç aşık oldun mu?

  Evet.

  Sıradaki soru.

  - Neyi  - Bir dakika.

  - Tek kelimelik cevap mümkün mü?

  - Niye olmasın?

  İIk cinsel duygularıma dair mahrem detaylar anlattıktan sonra ha?

  Onlar çok farklı iki soru.

  Cinsel duygu sorusuna cevap verebilirdim.

  Ama bilirsin, aşk

 Yani ben sana aşk hakkında sorsaydım?

  Yalan söylerdim, ama en azından harika bir öykü uydururdum.

  Aşk karmaşık bir mesele, biliyor musun?

  Yani, bu şey gibi  Evet, daha önce birine onu sevdiğimi söyledim ve bunda samimiydim.

  Ama bu tamamen çıkarsız, özverili bir aşk mıydı?

  Güzel bir şey miydi?

  Pek sayıImaz.

  Bilirsin, aşk şey gibidir  

Yani, bilmiyorum.

  Anlıyor musun?

  Evet.

  Demek istediğini anlıyorum.

  Ama cinsel duygular meselesine gelince, 1978 Temmuz Güzeli'yle  saplantıIı bir ilişkiyle başladı.

  - Playboy dergisini biliyor musun?

  - Duydum.

  - Crystal'ı biliyor musun?

  - Yok.

  Crystal'ı bilmiyor musun?

  Ben biliyordum.

  Şimdi sıra bende mi?

  Pekala.

  Seni gerçekten kızdıran bir şeyi söyle.

  - Seni çileden çıkaran bir şeyi.

  - Beni kızdıran şey.

  - Tanrım, her şey beni kızdırıyor.

  - Birkaç tanesini anlat.

  Buldum.

  Yabancı erkeklerin, sokakta tanımadığım erkeklerin  sıkıcı hayatlarına renk katmak için  onlara gülümsememi istemesinden nefret ederim.

  Başka?

  Şeyden  Buraya 300 kilometre mesafede devam eden bir savaş olmasından  insanların ölmesi ve kimsenin ne yapacağını bilmemesinden.

  Ya da sadece umurlarında değil.

  Bilmiyorum.

  Medyanın düşüncelerimizi kontrol etmeye çalışmasından hoşlanmıyorum.

  - Medya mı?

  - Evet, medya.

  Çok belli belirsiz, ama bu gerçekten yeni bir tür faşizm.

  Şeyden  Yabancı bir ülkedeyken, özellikle de Amerika'dayken, o en kötüsüdür  siyah giydiğimde ya da sinirlendiğimde veya bir yorum yaptığımda 

"Ah, tam bir Fransız.  Ne şeker" denmesinden nefret ediyorum.

  Buna ifrit oluyorum.

  Katlanamıyorum.

  Sahiden.

  Hepsi bu mu?

  Aslında birçok şey var, ama 

- Öyleyse sıra bende.

  - Tamam.

  - Cevap vereceksin.

  - Evet, vereceğim.

  Senin için "sorun" nedir?

  Sensin, muhtemelen.

  Ne?

  Geçen gün, sorun olarak nitelenebilecek bir şey  geldi aklıma.

  Nedir?

  Trende aklıma gelen bir düşünce

 Tamam.

  Pekala.

  Reenkarnasyona inanır mısın?

  Evet, bu ilginç bir şey.

  Birçok kişi daha önceki hayatlardan falan bahseder.

  Belirli bir şekilde buna inanmasalar da  insanlarda ölümsüz ruh mefhumu var, değil mi?

  - Evet.

  - Tamam.

  İşte benim görüşüm: 50. 000 yıI önce, insan nüfusu bir milyon bile değildi.

  On bin yıI önce gezegende yaklaşık iki milyon insan vardı.

  Bugünse beş ila altı milyar civarında.

  Her birimizin tekil, eşsiz bir ruhu varsa  bütün bu insanlar nereden geldi?

  Modern ruhlar, ilk ruhların küçük parçaları mı?

  Çünkü öyleyse, sadece son 50. 000 yıI içinde, ki bu  yeryüzü için bir an demek, her bir ruhtan 5000 beden ortaya çıktı.

  En iyi ihtimalle, ortalıkta dolaşan  minik insan parçalarıyız  O yüzden mi her birimiz bir yere dağıImışız?

  O yüzden mi bu kadar uzmanlaşma var?

  Bir dakika, emin değilim.

  Ben  Evet, biliyorum.

  Tamamen deli saçması.

  - Bu yüzden de mantıklı geliyor.

  - Evet, sana katıIıyorum.

  Bu salak trenden inelim.

  - Burası çok hoş.

  - Evet.

  Şurada dinleme kabini bile var.

  Bu şarkıcıyı duymuş muydun?

  Sanırım Amerikalı.

  Bir arkadaşım bahsetmişti.

  Şu kabine girip hala çalıyor mu diye bakmak ister misin?

  Evet, tamam.

  Şuna bak.

  Çok güzel.

  Çabuk ol.

  Kalkıyor.

  Bak, bir tavşan.

  Evet.

  Hey, tavşancık.

  Çok şeker.

  Buraya ergenlik çağımda gelmiştim.

  O zaman gittiğimiz bütün müzelerden  - daha çok etkilemişti beni.

  - Öyle mi?

  - Minicik.

  - Biliyorum.

  Bizimle konuşan ihtiyar bir adam vardı.

  Mezarlık bekçisiydi.

  Burada gömülü insanların çoğunun  Tuna kıyısına vuran cesetler olduğunu söyledi.

  Bunlar kaç yıllık?

  Yirminci yüzyıIın başından falan.

  Meçhul insanlar mezarlığı deniyor buraya.

  Çünkü genellikle kim oldukları bilinmiyormuş.

  Belki sadece ilk isimleri, hepsi bu.

  Bu cesetler niye kıyıya vurmuş?

  Sanırım bazısı tekne kazaları falan sonucunda olmuş.

  Ama çoğu nehre atlayıp intihar edenlerin cesediymiş.

  Böyle kaybolmuş ve isimsiz insanların olması fikri hep hoşuma gitmiştir.

  Küçük bir kızken  ailen ve arkadaşların öldüğünü bilmezse  ölmemişsin gibi olur diye düşünürdüm.

  Hakkında iyi ya da kötü hikayeler uydururlar.

  İşte burada sanırım.

  Evet, en çok bunu hatırlıyorum.

  ÖIdüğünde daha 13 yaşındaymış.

  Onu ilk gördüğümde ben de 13 yaşındaydım.

  O yüzden benim için çok önemliydi.

  Şimdi ben 10 yıI daha yaşIıyım, ama o hala 13 yaşında sanırım.

  Bu çok tuhaf.

  İşte, Tuna şu tarafta.

  - O bir nehir, değil mi?

  - Evet.

  Bu  muhteşem.

  Evet, çok güzel.

  Yani, burada  Günbatımını izleyebiliriz.

  - Evet.

  - Dönme dolabımız da var.

  Sanki  zamanı gelmiş gibi  Neyin?

  Bilirsin 

Beni öpmek istediğini mi söylemeye çalışıyorsun?

  Öyle mi?

  - Ama biliyor musun?

  - Neyi?

  Hangi dönemde doğduğun hiç fark etmiyor aslında.

  Mesela, annemle babam.

  Onlar 1968'in, her şeye isyan eden öfkeli gençleriydi.

  Hükümete, muhafazakar Katolik geçmişlerine isyan ederlerdi.

  Ben doğduktan sonra babam başarıIı bir mimar oldu.

  O köprüler, kuleler falan inşa ederken biz de dünyayı dolaştık.

  Yani, aslında hiçbir şeyden şikayet edemem.

  Dünyadaki her şeyden çok beni seviyorlar  ve uğrunda savaştıkları özgürlükle büyütüldüm.

  Yine de, şimdi benim için başka bir savaş var.

  Biz de aynı şeylerle başa çıkmak zorundayız, ama düşmanın kim  ya da ne olduğunu gerçekten bilemiyoruz.

  Gerçekten bir düşman var mı bilmiyorum.

  Her ebeveyn, çocuğunun hayatını mahveder.

  Zenginler çocuklarına çok fazla şey verir.

  Fakirlerse çok az.

  Ya fazla ilgi gösterilir, ya da yetersiz.

  Ya onları terk ederler, ya da yanlış şeyler öğretirler.

  Benim annemle babam evlenip çocuk yapmaya karar vermiş  birbirinden pek hoşlanmayan iki insandı.

  Bana iyi davranmak için ellerinden geleni yaptılar.

  Annenle baban boşandı mı?

  Evet, nihayet.

  Bunu çok önce yapmaları gerekirdi.

  Kız kardeşimle benim iyiliğimiz için birbirlerine katlandılar.

  Çok teşekkürler!

  Hatırlıyorum, annem bir keresinde babamla kavga ederken  babamın beni istemediğini söyledi.

  Bana hamile olduğunu öğrendiğinde çok kızdığını.

  Benim bir hata olduğumu.

  Bu hayat görüşümü belirledi.

  Dünyayı hep olmamam gereken bir yer gibi gördüm.

  Çok üzücü.

  Yani, sonunda bundan gurur duymaya da başladım.

  Sanki hayatımı kendim yapmışım gibi falan.

  Sanki davetsiz bir misafirmişim gibi.

  Böyle de denebilir tabii.

  Benim annemle babam hala evli ve sanırım mutlular.

  Ama bence senden önce gelen her şeye isyan etmek çok sağIıklı bir şey.

  Evet.

  Son zamanlarda, mutlu ilişkisi olan  birini tanıyor musun acaba?

  Evet, tabii.

  Mutlu çiftler tanıyorum.

  Ama bence birbirlerine yalan söylüyorlar.

  Evet.

  İnsan hayatını bir yalan olarak yaşayabilir.

  Büyükannem ömrü boyunca bir adamla evli kaldı.

  Ve onun basit bir aşk hayatı yaşamış olduğunu düşünürdüm hep.

  Ama geçenlerde, tüm ömrünü aşık olduğu başka bir adamı  hayal ederek geçirdiğini bana itiraf etti.

  Sadece kaderini kabullenmiş.

  Ne kadar üzücü.

  Aynı zamanda, hiç sahip olmadığını düşündüğüm  böyle duygu ve düşüncelerinin olması hoşuma gitti.

  Seni temin ederim ki böylesi daha iyi.

  Aşığıyla beraber olsaydı, adam onu düş kırıklığına uğratırdı.

  - Nereden biliyorsun?

  Onları tanımıyorsun.

  - Biliyorum.

  İnsanlar her şeye romantik hayallerini yansıtır.

  Bu hiçbir gerçekliğe dayanmaz.

  - Romantik hayaller mi?

  - Evet.

  Dönme dolaptaki Bay Romantik kimdi?

  "Oh, öp beni.

  Günbatımı.

  Ah, ne kadar güzel.

  " Pekala.

  Bana büyükanneni anlat.

  Onun hakkında ne diyordun?

  Şu adamlara bak.

  "Hans, bir itirafta bulunacağım.

  "Cüppemin altında iç çamaşırı giymiyorum.

  " "Sahi mi?

  Bu seni korkutuyor mu?

 " - Sana bir sır verebilir miyim?

  - Evet.

  Buraya gel.

  - Ne oldu?

  - Buraya gel.

  Şu falcıya bak.

  Çok ilginç görünüyor.

  Evet.

  - Ne oldu?

  - Az önce onunla göz göze geldim.

  - Buraya gelmiyordur umarım.

  - Geliyor.

  Kahretsin.

  Olamaz.

  - El falına baktırmak ister misin?

  - Hayır.

  - Emin misin?

  - Eminim.

  - Tamam.

  - Merhaba.

  İşte geliyor.

  El falına bakmak istiyorum.

  Evet.

  Ne kadar?

  - Senin için 50 şilin olur, tamam mı?

  - Tamam.

  Şu anda bir seyahattesin  ve burada yabancısın.

  Sen bir maceraperestsin.

  Bir arayış içindesin.

  İçsel bir arayış bu.

  GüçIü kadınlara hayransın.

  Manevi güçleri ve yaratıcıIığı olan kadınlara.

  Öyle bir kadın olacaksın.

  Hayatın tuhaflıklarına kendini bırakmalısın.

  Ancak kendi içindeki huzuru bulduğun takdirde  başkalarıyla gerçek bir ilişki kurabilirsin.

  O iyi tanımadığın biri mi?

  Sanırım.

  Ondan sana zarar gelmez.

  Öğreniyor.

  Tamam.

  Para.

  İkiniz de yıIdızsınız.

  Bunu unutmayın.

  Milyarlarca yıI önce yıIdızlar patladığında  bu dünyadaki her şeye şekil verdiler.

  Bildiğimiz her şey yıIdız tozudur.

  Sakın unutmayın, siz yıIdız tozusunuz.

  Hepsi çok hoştu.

  Yani, hepimizin yıIdız tozu olduğu, senin müthiş bir kadına dönüşeceğin  Umarım bunu, günlük gazetelerdeki  burç tahminlerinden daha ciddiye almıyorsundur?

  Sen neden bahsediyorsun?

  Tatilde olduğumu, birbirimizi tanımadığımızı  ve bu harika kadına dönüşeceğimi bildi.

  Ama öğreniyor olduğum saçmalığı neydi öyle?

  Ben buna büyüklük taslamak derim.

  Yani, benim falıma bile bakmıyordu.

  Yani onun gibi fırsatçılar gerçeği söylemek zorunda kalsa  işsiz kalırlardı.

  Yani bir kere olsun, bütün parasını falcıya gitmek için  biriktirmiş yaşIı bir hanım görmek isterim.

  Geleceğini öğreneceği için heyecan duyarak falcıya gitse ve falcı da şöyle dese  "Yarın ve ömrünün geri kalan bütün günleri aynen bugün gibi  "saatin usandırıcı tik taklarıyla dolu olacak.

  "Yeni tutkuların, yeni düşüncelerin ya da yeni seyahatlerin  "olmayacak.

  "Ve öldüğün zaman tamamen unutulacaksın.

  "Elli şilin Iütfen.

  " İşte bunu görmek isterim.

  Çok komik.

  Seni neredeyse fark etmeyecekti.

  Çok tuhaf.

  Niye acaba?

  - Gerçekten çok bilge ve derin biriydi.

  - Evet.

  - Söylediklerini çok sevdim.

  - Tabii ki seversin.

  Kendini iyi hissettirecek şeyi duymak için para verdin.

  Belki Viyana'nın sefih mahalleleri de vardır.

  Bir doz kokain alabiliriz.

  - Hoşuna gider mi?

  Öyle mi?

  - Sen o kadar  YıIdız tozu.

  Bir sergi var.

  Evet.

  Sanırım biz kaçıracağız.

  Gelecek hafta başIıyor.

  Evet, sanırım.

  Aslında bunu birkaç yıI önce bir müzede gördüm.

  Dakikalarca seyrettim.

  45 dakika falan olmalı.

  Çok hoşuma gidiyor.

  Demir Yolu.

  Harika.

  İnsanların arka planda dağıIıp gidişini çok beğeniyorum.

  Şuna bak.

  Sanki çevre, insanlardan daha güçIü gibi.

  İnsan figürleri o kadar fani görünüyor ki.

  Çok garip.

  Fani mi denir?

  Fani.

  - Sence açık mıdır?

  - Bilmem.

  Deneyelim.

  Birkaç gün önce Budapeşte'de  büyükannemle beraber böyle eski bir kiliseye gitmiştik.

  Dinle ilgili birçok şeyi reddetmeme karşın  kendini çaresiz, acıIı ya da suçlu hissedip  buraya bir cevap bulmaya gelen insanları  çok iyi anlayabiliyorum.

  Bir tek mekanın, sayısız neslin acılarını ve mutluluklarını barındırması  beni büyülüyor.

  Büyükannenle yakın mısın?

  Evet.

  Hep hissettiğim o garip duyguyla, kendimi ölüm döşeğinde yatan  yaşIı bir kadın gibi hissetmemle alakalı sanırım.

  Hayatımın o kadının hatıralarından ibaret olduğunu falan düşünürüm.

  Çok çıIgınca bir şey bu.

  NasıI yetişkin olunacağını bilmeyen  benim hayatımı yaşıyormuş gibi yapan  sonra yapacağı şeyler için not alan  hala 13 yaşında bir oğIan olduğumu düşünüyorum hep.

  Sanki yıI sonu müsameresinin kostümlü provasında gibiyim.

  Çok komik.

  O halde, dönmedolapta  o küçücük oğIanı öpen çok yaşIı bir kadın vardı.

  Değil mi?

  Quaker'lar ve Quaker mezhebi hakkında bir şey bilir misin?

  Hayır, pek sayıImaz.

  Bir keresinde bir Quaker düğününe gittim, müthişti.

  Tören şöyleydi  gelinle damat gelip tüm cemaatin önünde diz çöküyor  ve sadece birbirlerine bakıyorlar.

  Tanrı'dan bir işaret geldiğini hissetmediği sürece  kimse tek kelime etmiyor.

  Ve sonra, bir saat falan  öylece birbirlerine baktıktan sonra evli oluyorlar.

  Çok güzel.

  Buna bayıIdım.

  Aklıma korkunç bir hikaye geldi.

  Nedir?

  - Böyle bir yerde anlatılacak bir şey değil.

  - Ne?

  Bir arkadaşımla arabayla geziyorduk.

  Kendisi tam bir ateisttir.

  Evsiz bir adamın yanında durdu.

  Cebinden 100 dolar çıkardı  ve pencereden sarkıp  "Tanrı'ya inanıyor musun?

 " diye sordu.

  Adam bir arkadaşıma, bir de paraya baktı.

  Ve şöyle dedi  "Evet, inanıyorum.

  " Arkadaşım "Yanlış cevap" deyip gaza bastı.

  - Çok kötü.

  - Evet.

  Benimle birlikte trenden inmeseydin Paris'e varmış olur muydun şimdi?

  Hayır, henüz değil.

  Sen ne yapıyor olurdun?

  Havaalanında dolaşıp dergi okuyor, benimle gelmedin diye  göz yaşlarımı kahveme akıtıyor olurdum.

  Muhtemelen başka biriyle Salzburg'da trenden inerdim.

  Öyle mi?

  Ah, anlıyorum.

  Yani geçici olarak boş tuvalini süsleyen aptal bir Amerikalı mıyım sadece?

  Harika vakit geçiriyorum.

  - Sahi mi?

  - Evet.

  Ben de.

  Kimse burada olduğumu bilmediği için  ve yaptığın kötü şeyleri bana anlatacak birilerini tanımadığım için memnunum.

  - Ben sana birkaçını söylerim.

  - Evet, eminim.

  Yani insanlar hakkında öyle kötü şeyler söylerler ki.

  Biriyle çıkmaya başlarken kendimi bir ordunun generali gibi hissederim hep.

  Yapacağım taktik ve manevralara karar veririm.

  Zayıf noktalarını, onu inciten ya da baştan çıkaran şeyleri öğrenirim.

  Korkunç bir şey.

  Her zaman beraber olsaydık  benimle ilgili seni çileden çıkaran ilk şey ne olurdu?

  Hayır.

  Bu soruya cevap vermeyeceğim.

  Sürekli bu soruyu soran bir kızla çıkmıştım bir zamanlar.

  "Hangi özelliğim seni kızdırıyor?

 " Sonunda "Eleştiri kaldırabildiğini sanmıyorum" dedim.

  Küplere bindi ve benden ayrıIdı.

  Bu gerçek bir hikaye.

  Bütün istediği  benim hatalarımı söylemek için bir bahane bulmakmış.

  - Senin istediğin bu mu?

  - Ne?

  - Kızdığın özelliklerimi söylemek?

  - Hayır.

  - Seni rahatsız eden bir özelliğim var mı?

  - Hiç yok.

  Bir şey söylemen gerekse, ne söylerdin?

  Bir şey söylemem gerekse, düşünmek zorunda kalsam  el falı bakan kadına karşı tepkini pek beğenmezdim.

  Külhanbeyi gibiydin.

  Külhanbeyi gibi miydim?

  İIgi odağı olamadığı için zırıIdayan küçük bir oğIan gibiydin.

  Pekala, dinle.

  Bu kadın ayak üstü seni soydu, tamam mı?

  Dondurmacının önünden geçerken, annesi ona  muzlu süt almadı diye ağlayan küçük bir oğIan gibiydin.

  O şarlatanın söylediği şeyler umurumda değil  Merhaba.

  Efendim?

  Ben biraz Almanca anlıyorum, ama o hiç anlamıyor.

  Kusura bakmayın.

  Önemli değil.

  - Size bir soru sorabilir miyim?

  - Tabii.

  Sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum.

  Yani, sizden doğrudan para istemek yerine bir kelime istiyorum.

  Bana bir kelime verin, o kelimeyi alıp  içinde o kelimenin yer aldığı bir şiir yazayım.

  Ve onu severseniz, şiirimi beğenirseniz  hayatınıza bir şey kattığına inanırsanız  o zaman gönlünüzden ne koparsa verirsiniz.

  İngilizce yazacağım tabii ki.

  - Tamam.

  Harika.

  - Pekala.

  Harika.

  Ee?

  Bir kelime seçin.

  Bir kelime.

  - Muzlu süt.

  - Muzlu süt mü?

  Güzel.

  Ben "Külhanbeyi" diyecektim.

  Ama harika.

  Muzlu süt olsun.

  Muzlu süt mü?

  Tamam, muzlu süt.

  - Pekala, işte  - Güzel.

  İtiraf etmeliyim ki, Viyana'ya has bu serseriyi sevdim.

  Hayatımıza bir şey katmak hakkında söylediği çok hoştu.

  Yani, o anda ilk kavgamızı mı ediyorduk?

  - Hayır.

  - Bence öyle.

  Bence ediyorduk.

  Öyleyse bile, niye herkes tartışmanın kötü bir şey olduğunu söyler?

  Tartışmalardan iyi sonuçlar çıkabilir.

  Evet, sanırım öyle.

  Hayatımın zor olacağı gerçeğini  bunu beklemem gerektiğini kabul edebilsem, o zaman hiçbir şey  beni kızdırmazdı diye düşünmüşümdür hep.

  Ve başıma güzel bir şey gelince sadece memnun olurdum.

  Belki bu yüzden hala okuyorum.

  Profesörlere karşı çıkmak çok daha kolay.

  Hepimizin içine rekabet hissi işlenmiş.

  Tamamen önemsiz bir şey yapabilirim.

  Dart oynuyor, ya da bilardo topuna vuruyor olabilirim.

  Sonra birden rekabet dürtüsü benliğimi ele geçirir.

  Kazanmak zorundayım.

  O yüzden mi beni trenden indirmeye çalıştın?

  Rekabet yüzünden mi?

  - Ne demek istiyorsun?

  - Tamam.

  - İşte şiirinizi yazdım.

  - Pekala.

  Onu bize okur musun?

  Elbette.

  Tamam.

  "Sanrılar içindeyim "Kapkara kirpikler "Melek yüzlü sevgilim "Kadehime dökülsün göz yaşın "Şu badem gözlere bakın "Her şeyimsin benim "Şekerparem, muzlu sütüm "Her an seni sayıklıyorum "Hayallere dalıyorum "İIan-ı aşk ediyorum işte Kalbimdekileri bilesin diye "Bilmiyorsun nereden geldiğimi "Bilmiyoruz nereye gittiğimizi "TakıIdık hayata, nehirdeki dallar gibi "Akıntıya tutulmuş gidiyoruz "Ben seni taşırım, sen de beni "İşte, böyle olabilirdi "Tanımıyor musun beni?

  "Hala tanımıyor musun beni?

 " Harika.

  - Teşekkürler.

  - Teşekkürler dostum.

  Al bakalım.

  - Sağol.

  - Önemli değil.

  - Buyur.

  Teşekkür ederim.

  - Teşekkürler.

  İyi şanslar.

  - Hoşça kalın.

  - Güle güle.

  - Harikaydı, değil mi?

  - Evet.

  - Ne oldu?

  - Muhtemelen şiiri şimdi yazmadı.

  Daha önce yazdı, ama muhtemelen sadece o kelimeyi ekledi.

  Yani "muzlu süt" kelimesini.

  - Ne demek istiyorsun?

  - Hiçbir şey.

  Çok beğendim.

  Harikaydı.

  - Beni kızdıran ne biliyor musun?

  - Ne?

  İnsanlar teknolojinin harikuladeliğinden, zaman kazandırdığından bahsediyor.

  Ama kimse kullanmıyorsa zaman kazanmanın ne yararı var?

  - İşler giderek daha da yoğunlaşıyor.

  - Evet.

  Hiç kimse "Bilgisayar programımı kullanarak kazandığım zaman sayesinde  "zen manastırına gidip takılacağım" demiyor.

  - Böyle şeyler denmiyor.

  - Zaman soyut bir şey zaten.

  - O kıza mı bakıyordun?

  - Efendim?

  Yok bir şey.

  - Buraya girmek ister misin?

  - Efendim?

  - Buraya girmek ister misin?

  - Evet.

  Bir kulüp, değil mi?

  Girmek ister misin?

  Elli şilin.

  - Kişi başı.

  - Bende 100 şilin var.

  İşte, buyurun.

  Sana bir bira alırım.

  Teşekkür ederim.

  - Bana bira alacak mısın?

  - Evet.

  Old Milwaukee burada pahalı mıdır sence?

  Henüz bunu konuşmadık, ama çıktığın biri var mı?

  Seni Paris'te bekleyen bir erkek arkadaşın falan var mı?

  - Hayır, şu anda yok.

  - Ama vardı.

  - Altı ay önce ayrıIdık.

  - Altı ay önce mi?

  - Evet.

  - Üzüldüm.

  Yani, o kadar da üzülmedim.

  Bana bunu anlatsana.

  Hayır, olmaz.

  Anlatamam.

  Çok sıkıcı.

  Hadi.

  Anlat bana.

  Tamam.

  Büyük bir düş kırıklığı yaşadım.

  Bunun biraz süreceğini düşünüyordum.

  Yani adam çok aptaldı, yatakta kötüydü, alkolikti  - Bilirsin.

  - Dört dörtlük ha?

  Ona iyilik yapıyordum diyebiliriz.

  Ama onu aşırı sevdiğimi söyledi ve beni terk etti.

  Sanatsal yaratıcıIığına ket vuruyormuşum falan gibi şeyler saçmaladı.

  Ama ben çok sarsıIdım  ve ona daha çok kafayı taktım.

  Sonra bir terapiste gittim.

  Seans sırasında, yazdığım aptal bir öyküyü anlatmaya başladım.

  Öyküdeki kadının sevgilisini öldürmeye çalışmasını  ve bütün ince ayrıntılarıyla bunu nasıI planladığını  - yakalanmamak için nasıI  - Erkek arkadaşını mı öldürecekti?

  Evet, öyle.

  Benim yapacağım bir şey değil, sadece bir yazıydı.

  Hayır, anlıyorum.

  Ama o aptal terapist söylediğim her şeye inanmış.

  İIk seansımızdı.

  Polisi arayacağını söyledi.

  - Polisi mi arayacaktı?

  - Evet.

  Kadın  Lanet olsun!

  Bunu gerçekten yapacağıma tamamen inanmıştı.

  Bunun sadece bir öykü olduğunu söylediğimde bile  Gözlerimin içine bakıp şöyle dedi  "Söyleyiş tarzınızdan bunu yapacağınızı anlıyorum.

  "Söyleyiş tarzınızdan.

  " Kadın kafayı yemişti.

  - İIk ve son seansım oldu.

  - Sonra ne oldu?

  O adamı tamamen aklımdan çıkardım.

  Ama şimdi de  1000 kilometre uzakta, bir kazada ölecek diye kafamı takıyorum.

  Ve beni suçlayacaklar.

  Pek de sevmediği kişilere niye böyle kafasını takar insan?

  - Dediğimi anlıyor musun?

  - Bilmiyorum.

  Ya sen?

  - Efendim?

  - Senin çıktığın biri var mı?

  Bunca zaman bu sorudan kaçınmayı başarmamız çok komik, değil mi?

  Ama şimdi bana söylemek zorundasın.

  Aşkın, yalnız kalmayı bilmeyen  iki kişi için bir kaçamak olduğunu düşünmüşümdür hep.

  Yani, çok komik.

  İnsanlar hep aşkın ne kadar  çıkarsız, özverili bir şey olduğundan bahseder.

  Ama düşünürsen, bundan daha bencilce bir şey yok.

  Biliyorum.

  Ee, seni kim terk etti bakalım?

  Efendim?

  Kalbi kırık biri gibi konuştun.

  - Ben mi?

  - Evet.

  Pekala.

  Büyük itiraf.

  Bunu sana daha önce anlatmalıydım.

  Avrupa'ya, sadece hoşça vakit geçirip  Paris'te Hemingway okumak için falan gelmedim.

  Madrid'e uçup bütün yazı kız arkadaşımla geçirmek için  aylarca para biriktirdim  - Kız arkadaşın mı?

  - Eski kız arkadaşım.

  Son bir yıIdır aptal bir sanat tarihi programına devam ediyordu.

  Neyse, buraya geldim.

  Uzun bir ayrıIıktan sonra nihayet kavuşmuştuk.

  İIk gecemizde, altı arkadaşıyla birlikte yemeğe çıktık.

  Pedro, Antonio, Gonzalo, Maria, memleketten de Suzy.

  İIk birkaç gün benimle yalnız olmaktan kaçındı.

  Bir süre sonra aslında beni görmek istemediğini anladım.

  Ben de yarın Viyana'dan kalkacak bu ucuz uçak biletini buldum.

  Ama daha birkaç haftam vardı, ben de bir tren pası aldım.

  Birinin seni terk etmesinin en kötü yanı ne biliyor musun?

  Terk ettiğin kişileri ne kadar az düşündüğünü  fark ettiğin zaman  seni terk edenlerin de seni ne kadar az düşündüğünü anlamak.

  İkinizin de ayrıIık acısı çektiğinizi  düşünmek istiyorsun, ama aslında "Oh, iyi ki gittin" diyor.

  İnan bana biliyorum.

  - Parlak renklere bakmalısın.

  - Efendim?

  Terapist bana böyle demişti.

  ÖIdürme eğilimi olan bir manyak olduğumu, ama parlak renklere yoğunlaşırsam  takıntımdan kurtulabileceğimi söylemesi için saatine 900 frank ödüyordum.

  İşe yaradı mı?

  - Tilt oyununda işe yaramamış.

  - Hem de hiç.

  Evet, yani bu yakınlarda birini öldürmedim.

  Öyle mi?

  Güzel.

  Demek ki iyileştin.

  Bütün yaptıkları sürekli sevişmek olan bir tür maymun var  biliyor musun?

  Şiddete en az eğilimli, en huzurlu, en mutlu maymun türü onlarmış.

  Belki de önüne gelenle yatmak o kadar kötü bir şey değildir.

  - Maymunlardan mı bahsediyorsun?

  - Evet, onlardan bahsediyorum.

  - Öyle düşünmüştüm.

  - Niye?

  Bunu hiç duymamıştım.

  Ama önüne gelenle yatmalarını meşrulaştırmaya yarayan  mükemmel bir erkek söylemine beziyor.

  Dişi maymunlar da önüne gelenle yatıyor.

  Herkes önüne gelenle yatıyor.

  Evet, çok hoş.

  Feminizmin, önüne gelenle daha rahat yatabilmek için  erkekler tarafından icat edildiği gibi  korkunç, paranoyak bir görüşüm var.

  "Kadın, kafanı özgürleştir, bedenini özgürleştir.

  Benimle yat.

  " "İstediğim kadar sevişebildiğim sürece hepimiz mutlu ve özgürüz.

  " Pekala.

  Ama belki de işin içinde bazı biyolojik olgular vardır.

  İçinde 99 kadın  ve sadece bir erkeğin yaşadığı bir ada düşün.

  Bir yıI içinde 99 bebeğin doğması olasıIığı var.

  Ama bir adada 99 erkek ve sadece bir kadın yaşasa  bir yıI içinde sadece bir bebeğin doğması olasıIığı var.

  Yani  Biliyor musun?

  O adada sadece 43 erkek hayatta kalır bence.

  O zavallı kadınla yatabilmek için birbirlerini öldürürler.

  Öbür adada ise  99 kadın, 99 bebek olur ve hiç erkek kalmaz.

  Çünkü hepsi bir araya gelip erkeği canlı canlı yerler.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  Bunda bir doğruluk payı var.

  Aslına bakarsan, kadınlar rahatlıkla bir erkeği mahvedebilir.

  Bir keresinde eski sevgilimle sokakta yürüyorduk  Camaro marka bir arabanın yanında duran kabadayı kıIıklı dört adam gördük.

  Adamlardan biri "Yavrum, ne güzel popo!

 " dedi.

  Ben de "Önemli bir şey değil.

  Şimdi buna sinirlenemem" dedim.

  - Ayrıca, dört kişiydiler.

  - Kesinlikle.

  Sevgilim dönüp "Siktirin ayılar!

 " dedi.

  Ben de "Tamam.

  Bir dakika" dedim.

  Gelip onu dövemeyecekler sonuçta.

  Onun söyledikleri için kimden hesap soracaklar?

  Kadınlar, koruyup kollayan erkeklerden nefret eder.

  Ama işlerine gelince de bizi korkak ve mızmız olmakla suçlarlar.

  Biliyor musun?

  Bence kadınlar gerçekten erkekleri yok etmek istemez.

  İsteseler bile, bunu başaramazlar.

  Hatta eminim ki erkekler kadınları yok ediyor.

  Ya da kadınlardan daha fazla yok etme kapasitesine sahiptirler.

  Neyse, bu çok bunaltıcı.

  Yani, anlıyor musun?

  - Bu konuda konuşmasak ha?

  - Nefret ediyorum.

  Erkek, kadın meselesi  Sonu gelmez bu konunun.

  - Bozuk plak gibi bir şey.

  - Evet.

  Dünya kurulalı beri her çift bu konuşmayı yapmıştır.

  Ve kimse bir sonuca varamamıştır.

  Bu konuda bir belgesel seyretmiştim.

  Doğum dansı bu.

  - Doğum dansı mı?

  - Evet.

  Ona para vereyim mi?

  İIginç olan her şey biraz paraya mal olur.

  Doğum dansı demek?

  Çiftleşme dansı gibi geldi bana.

  Hayır, sahiden.

  Kadınlar doğum yaparken böyle dans ederdi.

  Dünyanın bazı bölgelerinde hala bunu yapıyorlar.

  Doğum yapan kadın bir çadıra girer  ve kabilenin kadınları onun etrafında dans eder.

  Doğum daha az sancıIı olsun diye doğum yapan kadını  dans etmesi için cesaretlendirirler.

  Ve bebek doğunca herkes kutlama için dans eder.

  Annem böyle dans etmezdi herhalde.

  Dansın böyle sosyal bir işlevi olması çok hoş.

  - Herkesin katılabileceği bir şey.

  - Biliyorum.

  Gençlerin dans edişini seyreden yaşIı bir adam varmış.

  "Ne kadar güzel" demiş.

  "Cinsel organlarını düşürüp melek olmaya çalışıyorlar.

  " - Bu hoşuma gitti.

  - Ama bir soru cevapsız kalıyor.

  Kadınlar dans edip böyle manevileşirken  erkekler nerede?

  Yiyecek toplamaya mı gittik?

  Davet mi edilmedik?

  Bize ihtiyacınız mı yok?

  Çiftleştikten sonra kafanızı koparmadığımıza şükredin.

  Örümcek gibi bazı böcekler böyle yapar.

  Yaşamanıza izin veriyoruz.

  Niye şikayet ediyorsunuz?

  Aslında şaka yapıyorsun.

  Ama her şakada bir gerçek payı vardır.

  - Böyle konular bulup duruyorsun.

  - Ne?

  - Evet.

  - Hayır, bir dakika.

  Ben ciddi konuşuyorum.

  GüçIü ve bağımsız kadınlık timsali olmak ve hayatım bir erkeğin etrafında  dönüyormuş gibi göstermemek için üzerimde korkunç bir baskı hissediyorum.

  Ama birini sevmek  ve sevilmek benim için çok önemli.

  Sürekli bu konuda şaka yapıyorum  ama hayatta yaptığımız her şey, biraz daha sevilmek için değil mi?

  Bilmiyorum.

  Bazen iyi bir baba  ve iyi bir koca olmayı hayal ediyorum.

  Ve bazen cidden yapabilirmişim gibi geliyor.

  Ama diğer zamanlarda  bu çok aptalca geliyor  bütün hayatımı mahvedermiş gibi hissediyorum.

  Ve bu sadece bağlanma korkusundan  ya da birini sahiplenip sevmeyi beceremeyeceğimden değil.

  Yapabilirim.

  Sadece, kendime karşı tamamen dürüst olduğumda  bir şeyi çok iyi başardığımı bilerek ölmek daha çok hoşuma gider diye düşünüyorum.

  Yani, güzel ve sevgi dolu bir ilişkim  olmasından daha çok, bir konuda mükemmel olmak hoşuma giderdi.

  YaşIı bir adam için çalışıyordum, bir kere bana  bütün ömrünü kariyerini ve işini düşünerek geçirdiğini söyledi.

  52 yaşındaydı ve birden  gerçekte kendinden hiçbir şey vermemiş olduğunu fark etmişti.

  Hayatı bomboş ve anlamsızdı.

  Bunu söylerken gözleri doldu.

  Biliyor musun, eğer bir çeşit Tanrı varsa  herhangi birimizde, sende ya da bende değil de  aradaki küçük alanda olurdu.

  Bu dünyada sihir diye bir şey varsa  bu, birini anlamak, bir şeyi paylaşmak çabası olmalı.

  Biliyorum, bunu başarmak neredeyse imkansız  ama kimin umurunda?

  Çabanın kendisi önemli olmalı.

  Gerçekten bu çökmek üzere olan bir medeniyet.

  Servise baksana.

  - Servis mi?

  - Garson nerede?

  New York'ta bu yüzden işten kovulurdu.

  Sekiz saat sonra öğle yemeği için  buluşmam gereken Paris'teki en yakın arkadaşımı arayacağım.

  - Kaldır.

  - Efendim?

  - Ahizeyi kaldır.

  - Alo?

  Son zamanlarda İngilizce çalışıyorum.

  Eğlenmek için İngilizce konuşmalım mı?

  Evet, tamam.

  İyi bir fikir.

  Bugün öğle yemeğine çıkamayacağım.

  Özür dilerim.

  Trende bir adamla tanıştım ve onunla Viyana'da indim.

  Hala buradayız.

  Sen deli misin?

  Muhtemelen.

  - Avusturyalı mı?

  Oralı mı?

  - Hayır.

  Bir turist.

  Amerikalı.

  Yarın sabah memleketine dönüyor.

  Niye trenden onunla indin?

  Beni ikna etti.

  Aslında, aramızdaki kısa sohbetten sonra onunla inmek için  çoktan hazırdım.

  Çok tatlıydı, kendimi tutamadım.

  Yemek vagonundaydık ve kendinden bahsetmeye başladı.

  Küçükken büyük büyükannesinin hayaletini gördüğünü anlattı.

  Sanırım tam o anda ona vuruldum.

  Sadece, bir sürü güzel hayali olan küçük bir oğIan çocuğu imgesi

 Beni tuzağa düşürdü.

  Çok da yakışıklı.

  Çok güzel mavi gözleri  biçimli pembe dudakları  yağIı saçları var.

  Çok hoşuma gidiyor.

  Boyu bayağı uzun ve biraz sakar.

  Ben başka yere bakarken beni süzmesi çok hoş.

  Yeniyetmeler gibi öpüşüyor.

  Çok şeker.

  - Ne?

  - Evet, öpüştük.

  Muhteşemdi.

  Gece ilerledikçe, onu daha çok sevmeye başladım.

  Ama maalesef benden korkuyor.

  Eski sevgilisini öldüren kadın hakkındaki öyküyü anlattım ona.

  Ödü kopmuş olmalı.

  Dalavereci, kötü bir kadın olduğumu düşünüyor olmalı.

  Umarım hakkımda böyle şeyler düşünmüyordur.

  Çünkü beni bilirsin, ben karıncaya bile zarar veremem.

  Gerçekten zarar verebileceğim tek kişi, yine benim.

  Senden korktuğunu sanmıyorum.

  Bence senin için deli oluyor.

  - Sahi mi?

  - Seni uzun süredir tanıyorum.

  İçimde iyi bir his var.

  Onu tekrar görecek misin?

  Henüz bu konuda konuşmadık.

  Tamam, sıra sende.

  Sen arkadaşını ara.

  - Tamam mı?

  - Pekala.

  Aslında onun hep telesekreteri çıkar.

  Selam dostum.

  Ne haber?

  Selam Frank.

  Nerelerdesin?

  Döndüğüne sevindim.

  Harika.

  Evet.

  Madrid nasıIdı?

  Madrid berbattı.

  Lisa'yla ben gecikmiş krizimizi yaşayıp ayrıIdık.

  Çok yazık.

  Sana söylemiştim, değil mi?

  Evet.

  Uzun mesafeli ilişkiler asla yürümez.

  Madrid'de sadece birkaç gün kaldım.

  Viyana'dan kalkan ucuz bir uçak buldum.

  Aslında o kadar ucuz değildi.

  Ben sadece  hemen eve dönemezdim.

  Tanıdığım hiç kimseyi görmek istemedim.

  Bir hayalet gibi, meçhul bir şekilde dolaşmak istedim.

  - Ee, şimdi iyi misin?

  - Evet.

  Çok iyiyim.

  Başka bir şeyin de önemi yok.

  Çok mutluyum.

  Ve sana nedenini anlatacağım.

  Avrupa'daki son gecemde biriyle tanıştım.

  İnanabiliyor musun?

  - İnanıImaz bir şey.

  - Biliyorum.

  Birbirimizin hem şeytanı, hem de meleği olduğumuz söylenir ya?

  Bana her şeyin yoluna gireceğini söyleyen  gerçek bir Boticelli meleği gibiydi.

  NasıI tanıştınız?

  Trende.

  Kavga etmeye başlayan tuhaf bir çiftin yanında oturuyordu, kalkmak zorunda kaldı.

  Yan taraftaki koltuğa oturdu.

  Böylece konuşmaya başladık.

  İIk anda benden pek hoşlanmadı.

  Çok zeki  çok tutkulu  ve çok güzel.

  Ve ben kendimden hiç emin değildim.

  Söylediğim her şeyin ona aptalca geldiğini düşünüyordum.

  - Dostum, bu konuyu dert etme.

  - Hayır.

  Hayır, seni yargılamadığından eminim.

  Hayır.

  Bu arada, sana yakın oturmuş.

  Bunu bilerek yaptığından eminim.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  Biz erkekler çok aptalız.

  Kadınlarla ilgili hiçbir şeyi anlayamıyoruz.

  Onları az tanıyorum, ama tuhaf davranıyorlar.

  Öyle değil mi?

  Evet.

  Sanki bir rüya alemindeymişiz gibi hissediyorum.

  Evet, çok tuhaf.

  Birlikte geçireceğimiz zaman sadece bizim.

  Bizim yarattığımız bir şey.

  Sanki ben senin rüyandayım, sen de benim rüyamdasın.

  En harika yanı ise, birlikte geçirdiğimiz bu gecenin  hiç planlanmamış olması.

  Evet, biliyorum.

  Belki de o yüzden bu kadar masalsı geliyordur.

  Ama sabah olacak ve biz balkabağına dönüşeceğiz, değil mi?

  Biliyorum.

  Ama şimdi, camdan pabuçları çıkarıp ayağıma oluyor mu diye  bakman gerek.

  Ayağına olacak.

  Bir arkadaşımın çocuğu oldu.

  Doğum evde yapıIdı, o da her şeye yardım ediyordu.

  Ama doğumun en yoğun anında  çocuğunun hayatla ilk temasını, ilk nefes alışını  izliyormuş  ve o anda bütün düşündüğü, baktığı şeyin, bir gün gelip  ölecek bir şey olduğuymuş.

  Bu fikri aklından çıkaramamış.

  Ve bence bu çok doğru.

  Her şeyin bir sonu var.

  Ama hayatımızı ve özel anlarımızı bu kadar önemli yapanın  bu olduğunu düşünmüyor musun?

  Evet, öyle.

  Bu gece bizim için de aynı şey geçerli.

  Yarından sonra, muhtemelen birbirimizi bir daha görmeyeceğiz.

  Bir daha birbirimizi göreceğimizi düşünmüyor musun?

  Sen ne düşünüyorsun?

  Aslında, bilmiyorum.

  - Başka bir yolculuk planlamamıştım 

- Ben de.

  Ben Paris'te yaşıyorum, sen ABD'de.

  Anlıyorum.

  Uçmak zorunda kalmanı istemem.

  Hiç sevmiyorsun, değil mi?

  Uçmaktan o kadar korkmuyorum.

  Yani, uçabilirim aslında.

  Eğer bir gün Amerika'ya gelirsen  ya da eğer, yani  Ya da ben buraya geri gelebilirim.

  Ne oldu?

  Hayır, aklı başında yetişkinler gibi davranalım.

  Belki farklı bir şey denemeliyiz.

  Bu gecenin tek gecemiz olması o kadar kötü değil, değil mi?

  Herkes birbirine numarasını, adresini verir.

  Bir kere yazışırlar, birkaç kez telefonlaşırlar.

  Doğru.

  Sonra unutup giderler.

  Evet, ben bunu istemiyorum.

  Bundan nefret ederim.

  Ben de nefret ederim.

  Niye herkes ilişkilerin ebediyen sürmesi gerektiğini düşünür ki zaten?

  Evet, neden?

  Çok aptalca.

  Ama sence bu geceyle mi kalır?

  Yani, bu gece tek gecemiz mi olacak?

  Başka yolu var mı?

  Pekala.

  Hadi yapalım.

  Olmayacak hayallere kapıImak yok.

  Bu geceyi harika bir gece yapalım.

  - Tamam, yapalım.

  - Tamam.

  El sıkışalım falan.

  Bana elini ver.

  Birlikte geçirdiğimiz tek geceye  ve kalan saatlerimize.

  Ne oldu?

  Sadece  Çok hüzünlü, değil mi?

  Şimdi düşüneceğimiz tek şey  yarın birbirimize veda etmek zorunda oluşumuz.

  Şimdi vedalaşalım.

  Böylece bir daha bunu dert etmeyelim.

  - Şimdi mi?

  - Evet.

  Hadi vedalaşalım.

  - Hoşça kal.

  - Hoşça kal.

  Au revoir.

  - Görüşürüz.

  - Evet, görüşürüz.

  Planımız şöyle.

  Sen kadehleri çalacaksın, ben de şarabı.

  - Kırmızı şarap.

  - Kırmızı şarap.

  Evet.

  - Bunu yapabilir misin sence?

  - Hiç sorun değil.

  - Bana şans dile.

  - İyi şanslar.

  Merhaba.

  - İngilizce biliyor musunuz?

  - Biraz.

  Öyle mi?

  Biraz mı?

  Pekala.

  Tuhaf bir durumdayım 

Şuradaki kızı görüyor musun?

  - Evet.

  - Bu, birlikte geçireceğimiz tek gece  ve o  Derdimi şöyle anlatayım.

  Kız bir şişe kırmızı şarap istiyor  ve benim hiç param yok.

  Ama sen bana bu barın adresini verirsen  ben de sana parayı göndereceğime dair söz veririm  ve sayende gecemiz eksiksiz olur.

  - Bana parayı gönderecek misin?

  - Evet.

  Ver elini.

  Tamam.

  - Hayatının en harika gecesi için.

  - Çok teşekkür ederim.

  Yani birileriyle birlikte oldum ve onlarla güzel anlar paylaştım.

  Seyahat ettik, bütün gece uyumadık ve gün doğumunu izledik falan.

  Ve o anların çok özel olduğunu biliyordum.

  Ama her zaman eksik bir şey vardı sanki.

  Hep başka biriyle olmayı arzuluyordum.

  Birlikte olduğum insanların  benim için önemli olan şeyleri anlamadığını biliyordum.

  Ama seninleyken çok mutluyum.

  Böyle bir gecenin, şu anda hayatım için önemini  muhtemelen anlayamazsın, ama öyle.

  - Çok güzel bir sabah.

  - Gerçekten harika bir sabah.

  Bu sabah gibi başka sabahlarımız olacak mı sence?

  - Ne var?

  - Aklı başında, yetişkin kararımıza ne oldu?

  Ah, evet.

  Yanımda olmayan birini arzularım derken ne kastettiğini anladım.

  Aslında ben çoğunlukla kendimden kaçmak istiyorum.

  Cidden, bir düşünsene.

  Kendimin olmadığı bir yere hiç gitmedim.

  Öpüşenlerden birinin ben olmadığım bir öpücük almadım.

  İzleyiciler arasında kendimin yer almadığı bir sinemaya hiç gitmedim.

  Aptal şakalardan birini kendimin yapmadığı bir bovling oyunu oynamadım.

  Bence çoğu kişinin kendinden nefret etmesinin sebebi bu.

  Cidden.

  İnsanlar sürekli kendileriyle olmaktan fenalık getiriyor.

  Farz edelim, senle ben her an birlikteyiz.

  Birçok tavrımdan bıkmaya başlarsın.

  Evimize her misafir gelişinde  kendimi güvensiz hissedip biraz fazla içişimden.

  Ya da aynı aptal, entel hikayeyi  defalarca anlatışımdan.

  Anlarsın ya, bütün bu hikayeleri dinledim  ve tabii ki kendimden bıkmış durumdayım.

  Ama seninle olmak  bana kendimi olduğumdan farklı hissettirdi.

  Yani, kendini olduğundan farklı hissetmenin başka yolları  dans, alkol  ya da uyuşturucu gibi şeylerdir.

  Bir de sevişmek.

  Sevişmek, evet.

  Bu da bir yol.

  Ne istediğimi biliyor musun?

  Ne?

  Öpülmek.

  Bunu yapabilirim.

  Dur.

  Aptalca bir şey söylemek istiyorum.

  Pekala.

  Çok aptalca.

  Bence sevişmemeliyiz.

  İstiyorum, ama birbirimizi bir daha görmeyeceğimiz için  kendimi kötü hissedeceğim.

  Kimlerle olduğunu merak edeceğim.

  Seni özleyeceğim.

  Biliyorum, olgun bir davranış değil.

  Belki de kadınsı bir tepkidir.

  Elimde değil.

  Birbirimizi tekrar görelim.

  Hayır, sadece yatabilelim diye yeminimizi bozmanı istemiyorum.

  Sırf yatmak olsun diye yatalım istemem.

  Aslında istiyorum, ama 

Yani, bence sevişmeliyiz.

  Sabah ayrıIıyoruz, değil mi?

  - Sanırım yapmalıyız.

  - Öyleyse, bir erkek fantezisi bu.

  Trende bir Fransız kızla tanış, seviş ve onu bir daha hiç görme.

  Ve anlatacak hikayen olsun.

  Hikayenin kahramanı olmak istemem.

  Bu güzel gecenin, sadece bundan ibaret olmasını istemem.

  Tamam, sevişmek zorunda değiliz.

  Hiç önemli değil.

  Beni bir daha görmek istemiyor musun?

  Evet, tabii ki istiyorum.

  Onu bir daha hiç görmeyeceksin  ya da onunla evleneceksin deseler  seninle evlenmeyi seçerdim.

  Belki bu romantik bir saçmalıktır  ama insanlar çok daha azı için evleniyor.

  Aslında  sanırım trenden indiğimizde seninle sevişmek istediğime karar vermiştim.

  Şimdi o kadar çok konuştuk ki, artık bilemiyorum.

  Niye her şeyi bu kadar karmaşık hale getiririz?

  Bilmiyorum.

  Paris'e dönünce ilk olarak ne yapacaksın?

  Annemle babamı arayacağım.

  Ya sen?

  Bilmem.

  Muhtemelen gidip köpeğimi alırım.

  Bir arkadaşımda kalıyor.

  Köpeğin mi var?

  Köpeklere bayıIırım.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  - Kahretsin.

  - Ne oldu?

  Bilmem.

  Gerçek zamana geri döndük.

  Biliyorum.

  Bundan nefret ediyorum.

  Bu ne?

  - Klavsene benziyor.

  - Dinlesene.

  Biri çalıyor.

  Çok hoş.

  - Bu müzikte dans edebilir miyiz?

  - Elbette.

  - Vay.

  - Ne oldu?

  Resmini çekeceğim ve böylece  seni ve bu anı  asla unutmayacağım.

  Tamam, ben de.

  "Yıllar su gibi akıp gidiyor" Efendim?

  Yok bir şey.

  Dylan Thomas'ın, W.  H.  Auden'ın bir şiirini okuduğu  bir kasetim var.

  Thomas'ın sesi harika.

  Şiir şöyle bir şey  "Şehrin bütün saatleri "çınlamaya başladı: "'Zaman seni kandırmasın "'Zamanı fethedemezsin "'Acılar ve endişeler içinde "'hayat akıp gider öylece "'Ve Zaman oyununu oynayacaktır "'Belki yarın, belki yarından da yakın"' Böyle bir şey.

  Çok güzel.

  Birkaç yıI birlikte yaşadıktan sonra, birbirinin tepkisini  tahmin ettikleri, ya da birbirinin tavırlarından  bıktıkları için, çiftler birbirinden nefret etmeye başlar demiştin.

  Bence benim için tam tersi olur.

  Birini çok iyi tanıyınca, ona gerçekten aşık olabileceğimi düşünüyorum.

  Saçını tarayış şeklini, o gün hangi gömleği giyeceğini  herhangi bir durumda hangi öyküyü anlatacağını kesinlikle bilirsem  gerçekten aşık olduğumu o zaman anlayacağımdan eminim.

  - Ne oldu, biliyor musun?

  - Ne?

  O çocukların oyununa gitmedik.

  - Oyun mu?

  - Evet.

  - İnek mi?

  - Evet.

  Ah, evet, gitmedik.

  Olamaz, kaçırdık.

  Havaalanına hangi otobüsle gideceksin?

  Sen merak etme.

  - Benim buna binmem lazım.

  - Tam burada.

  Binmek mi istiyorsun?

  - Sanırım sonuna geldik, değil mi?

  - Evet.

  Ben aslında 

- Bilirsin

 - Evet, biliyorum.

  Ben de.

  Ömrün boyunca mutluluklar dilerim.

  Her şey gönlünce olsun.

  - Okulunda falan başarılar.

  - Sağol.

  Bundan nefret ediyorum.

  Ben de.

  Tren kalkmak üzere.

  Birbirimizi görmemek konusunda konuştuğumuz şeyler var ya?

  - Ben bunu istemiyorum.

  - Ben de.

  - Sen de mi?

  - Senin söylemeni bekledim.

  Niye sen bir şey söylemedin?

  - Beni görmek istemeyeceğinden korktum.

  - Pekala, ne yapmak istersin?

  Belki de beş yıI sonra falan burada buluşmalıyız.

  Beş yıI mı?

  Bu çok uzun bir süre.

  Çok korkunç.

  Sanki sosyolojik bir deney gibi.

  - Bir yıI sonraya ne dersin?

  - Bir yıI sonra.

  Tamam.

  - Altı ay sonraya ne dersin?

  - Altı ay mı?

  - Hava buz gibi olur.

  - Evet.

  Kimin umurunda?

  Burada buluşup başka bir yere gideriz.

  Bugünden itibaren altı ay sonra mı?

  Dün geceden itibaren.

  Dün gece, yani 16 hazirandan itibaren altı ay sonra.

  Dokuzuncu platform, tam altı ay sonra, saat 18'de.

  Aralıkta.

  Sen bir trenle gelirsin, ama ben kaç saat uçmak zorundayım.

  Ama burada olacağım.

  - Tamam, ben de.

  - Pekala.

  - Telefon etmek, yazmak yok 

- Evet, çok sıkıcı.

  - Evet, tamam.

  - Pekala.

  Trenin kalkmak üzere.

  Vedalaşalım.

  Hoşça kal.

  Hoşça kal.

  Au revoir.

  Görüşürüz.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar