Print Friendly and PDF

Translate

Mutlak Güç (1997) Absolute Power

|

121 dk

Yönetmen:Clint Eastwood

Senaryo:David Baldacci, William Goldman

Ülke:ABD

Tür:Aksiyon, Suç, Dram

Vizyon Tarihi:12 Eylül 1997 (Türkiye)

Dil:İngilizce, İspanyolca

Müzik:Lennie Niehaus

Oyuncular

Clint Eastwood

Gene Hackman

Ed Harris

Laura Linney

Scott Glenn

Özet

Luther Whitney işinde uzman ve mükkemmeliyetçi biridir. Sessizliğe çok önem verir çünkü yaptıklarıyla böbürlenmek onu hapse düşürecek kadar tehlikelidir: o bir hırsızdır...

Yıllarca hapis yatıp çıktıktan sonra, son bir işle jübilesini yapmaya karar verir. Amerika'nın en zenginlerinden Walter Sullivan'ın malikanesine girer. Ama Luther gibi usta bir hırsızı bile şaşırtacak bir şey bu dünyada her zaman bulunur! Ucu beyaz saraya kadar uzanan, çok ama çok önemli bir sır..

Altyazı

MUTLAK GÜÇ

 Sakın vazgeçme.

 Asla vazgeçmem.

 Bakabilir miyim?

 Ellerinle mi çalışıyorsun?

 RED'İN BARI

- Kızılkafa.

 - Luther.

 Video aletinin kullanışını öğrensen, hayatın daha kolay olurdu.

 Doğru.

 Doğru söze can kurban.

 Bu nedir?

 Tamam, geldik işte.

 Güzel.

 Herşey yolunda.

 O, burada değil.

 Zaten O'na hasta olduğumu söylemiştim.

 Keyfine bakabilirsin.

 Hemen döneceğim.

 Sevdin mi?

 Sahi mi?

 Çok güzel.

 Oynamak mı istiyorsun?

 İyi misin?

 Seni tokatlasam sever misin?

 - Sen vur  - Vurma bana!

 Seni sürtük!

 Alan, ne yapıyorsun?

 Alan!

 Alan, acıtıyorsun!

 Acısın, Allah'ın belası.

 Çok acıtıyorsun!

 Allah'ın belası seni!

 Dayak istiyor musun?

 Döveceğim seni.

 Hoşuna gitti mi?

 - Yapma!

 - Hoşuna gitti mi?

 Sevdin mi?

 Allah belanı versin!

 - Piç!

 - Çekil!

 Buraya gel.

 Buraya gel!

 Dur!

 Dur!

 Alan!

 Ne yapıyorsun?

 Piç   oynamak mı istiyorsun?

 Sana göstereyim.

 Orospu çocuğu!

 Piç!

 Sevdin mi?

 - Gel buraya.

 - Yapma!

 Bırak beni!

 Piç.

 Beni kestin, Allah'ın belası!

 Orospu çocuğu!

 Seni öldüreceğim!

 İmdat!

 İmdat!

 Yardım edin!

 O'nu öldürdün mü?

 Başka çare yoktu, efendim.

 Ne yapacağım?

 - Allah aşkına, Tim.

 Ne yapacağız?

 Başka çare yok.

 Bu da neyin nesiydi?

 Hay Allah!

 Aman, Tanrım.

 Aman, Tanrım.

 Ne büyük bir belanın içinde olduğumuzu biliyor musunuz?

 Haydi, anlat onlara.

 Anlatacak birşey yok.

 Yardım için bağırdı.

 O zamana kadar dehşet çığlığı duymamış mıydınız?

 Daha önceden duymadığımız bir durum değildi.

 - Polisi çağırsam iyi olacak, galiba.

 - Ah, Tanrım.

 Ne?

 Bill   biraz düşünsene.

 Biraz durup da   düşün.

 İyice   bir   düşün.

 İyi bir fikir olmayabilir.

 Tamam.

 Tamam.

 Tamam, olay şöyle: Zavallı Christy   tek başına eve geldi ve bir hırsızlığı engelledi.

 Mantıklı mı?

 Evet, tabii.

 Burayı sterilize etmeliyiz.

 Alan.

 Onunla yattın mı?

 Bilmiyorum.

 Bill, O'nu muayene etmelisin.

 - Ben jinekolog değilim.

 - Şimdi, jinekologluğa başlayacaksın.

 Tanrım!

 O'nu bana ver.

 - İkisinin de parmak izleri var.

 - Teşekkür ederim.

 Gloria.

 Gloria.

 - O'nu öldürdüm mü?

 - Herşey düzelecek, Alan.

 Merak etme.

 - Aman, Tanrım.

 - Şimdi dikkatli ol.

 Sakın üstüne kan sıçratma.

 Ben herşeyle ilgilenirim, olur mu?

 Her zaman ilgilendiğim gibi.

 - Hay Allah.

 - Ne?

 Hanımefendinin cüzdanı.

 - Bayan Russell, müsaade edin.

 - Teşekkür ederim.

 - Tuttum O'nu.

 - Tamam.

 Yavaşça, efendim.

 Aman, Tanrım!

 Bıçak yok!

 - Ne?

 - Bıçak nerede?

 Yatak odasında.

 - Haydi.

 - Yukarıya çıkın!

 Hay Allah!

 Git!

 Affedersin.

 Numarayı aldım.

 Hayret çocuklar, belki de korkunç bir cindi o.

 Yatağın altına bakın.

 Bizi mahvetmiş olabilirsin!

 Ehliyet numarasını aldım.

 Oturup, bizi bekleyeceğini mi sanıyorsun?

 Bak, endişelenme.

 Herkes sussun, anlaşıldı mı?

 Ne buldun?

 Aman, aman.

 İki taraflı ayna.

 Ehliyet numarasını araştırsak iyi olacak.

 Elimizde olan tek o.

 Mektup açacağı Onda.

 Kan   parmak izleri.

 Tanrım!

 O'nun ne yapabileceğini düşün.

 Adam bir hırsız.

 Bir cinayeti gören bir hırsız.

 Görünüşe göre, epeyce para almış.

 Ne yapacağını söyleyeyim.

 Durmadan kaçacak.

 Bizi yediye kazandılar.

 Yediye mi?

 Bu kimin aklına gelir?

 Kate.

 Kate.

 Benim için biraz geç olmuştur, herhalde.

 Koşmak için, yani.

 Sözü böyle başlamak aptalca oluyor.

 Ama seninle konuşmak istemiştim.

 Neyi?

 Havaları.

 Akşamları soğuk oluyor.

 Bu mevsimde böyle olur.

 Ben, havası   daha iyi, yumuşak bir yere gitmeyi düşündüm.

 Tek yakınım sen olduğun için, bunu seninle konuşmak istedim.

 Luther, ben senin yakının değilim.

 Okulda, babasını ziyaret eden tek çocuk olmak   nasıl bir duygu, hiç biliyor musun?

 Taşınacağım yerde sürekli olarak kalacağım, anlıyor musun?

 Zaten birbirimizi hiç görmüyoruz.

 Annemim ölümünden beri hiç görüşmedik.

 Bir yıl oldu.

 Bana bak, sen hayatını seçtin.

 Bu senin hakkındı.

 Benim için ayakaltında değildin.

 Güzel.

 Senin ayakaltında olma gibi bir planım yok.

 Dur biraz.

 Dur.

 Yalan söylüyorsun, değil mi?

 Yine başlıyor musun?

 Bu yüzden mi şu an buradasın?

 Sana inanmıyorum.

 Aman, Tanrım!

 Baba, yine ne yaptın?

 Christy Sullivan?

 Walter'ın karısı.

 Herhalde eve, hırsız varken tesadüfen geldi.

 Hırsızlığa bak.

 Keşke benim halılarım da bu kadar temiz olsa.

 Tek bir parmak izi bile bulamadım.

 - Sen ciddi misin, Laura?

 - Pamuk Prenses gelmiş gibi.

 Bay Sullivan, nerede?

 Üzgünüm, Seth.

 Sullivan'ların hepsi iki gün önce Barbados'a gitti.

 Desteğin için teşekkürler.

 Yok yok, bekle.

 Durum daha da kötü.

 Ateşler buradan açılmış.

 Hırsızlığa rast gelmiş olsa, burada dururdu.

 Ama tam, bulunduğu yerde öldürülmüş.

 Kan izleri bunu gösteriyor.

 Burada ne işi var?

 Herhalde birisi buraya oturmuş ama hiçbir iz bulamadım.

 Yani sen, yaşlı Sullivan'ın bu sandalyeye oturup, karısını   seyrettiğini mi söylüyorsun?

 Öyle olmadığını ümit ederim.

 Kendi iyiliği için.

 O çok iyi bir adamdır.

 Araştırırken dikkat et.

 Görünüşe bakılırsa O'nu boğmaya çalışmış.

 Sonra kapıya gidip, O'nu sırtından mı vurmuş?

 Vajinasını da yoklamış.

 Ne yapmış, dedin?

 Neden?

 Belki, O'nu becerdiğini unuttu.

 Güçlü ama gerizekalı bir hırsız.

 Durumun apaçık olduğu besbelli.

  Yarın sıcaklığın en düşük 10    en yüksek 21 derece olması beklenmektedir.

  Turner, Cougar'ler için oyunu başlatıyor.

  Şu an, önü boş.

  - Yenilecek bir adam var.

 - Tüm gücüyle deniyor!

  Altı puan!

 Bay Sullivan.

 Rahatsız ettim.

 Özür dilerim.

 İsmim Seth Frank, Middletown ilçesinden kıdemli cinayet detektifi.

 Müvekkilim, konuşacak durumda değil.

 Olsun, Sandy.

 Davayla, siz mi ilgileniyorsunuz?

 Evet, efendim.

 Size birkaç soru sormam gerekiyor.

 Ne istiyorsunuz?

 Kimliğimi mi?

 Evet   O benim karımdı.

 Başka birşey var mı?

 İki gündür Barbados'daymışsınız.

 İşçilerimi götürdüm.

 Yılın bu zamanlarında hep öyle yaparım.

 Karınız sizinle gelmemiş.

 Gelecekti de.

 Herşeyi planlamıştık.

 Ama kadınları bilirsiniz.

 Fikrini değiştirdi.

 Rebecca'yla, 47 yıllık evliydim.

 O, ölünce   bu acıyı bir daha yaşamak istememiştim.

 Hep, Christy'nin   benden sonra öleceğini zannederdim.

 Bugünlük bu kadar yeter, sanırım.

 Efendim, size mahzeni sormak zorundayım.

 Mahzendekileri soracaksınız, tabii.

 Sandy, sen önden git.

 - Walter.

 - Yok, sahiden.

 Ben iyiyim.

 Sen görüşmene devam et.

 Gördüğün gibi, ben gidemeyeceğim.

 Herkes, anlayış gösterecektir.

 İçindekilerden bahsetmiyorsunuz.

 Sandalyeyi soruyorsunuz.

 Sandalyeyi mi sormanız lazım?

 Evet, efendim.

 O'nu soruyorum.

 Neden?

 Bağlantı mı var?

 Birisi oraya oturmuş ve cinayete karışmış olabilir.

 Size büyük saygım var.

 Buna mecbur kaldığım için üzgünüm.

 İnanın, bunların hiçbiri benim çıkarıma olmayacak.

 O'nu tatmin edebileceğimi sanmıştım.

 Ama sizin de bildiğiniz gibi   O'nun ihtiyaçları vardı.

 Bana sırt çevirmek istemedi.

 Sandalyeyi önerdi.

 Oraya oturmak isteyeceğimi düşünmüştü.

 Oturmadım.

 80 senedir, onurlu bir hayat   sürmeye çalıştım.

 Yardım kuruluşlarına bir milyar dolar bağışladım.

 Bu konu mahkemeye giderse   bunların hiçbiri hatırlanmayacak.

 Millet bana sadece   gülecek.

 Anlıyorum, efendim.

 Elimden geleni yapacağım.

 Sızlanmamı dinler miydiniz?

 Özür dilerim, Bay Frank.

 İşinizi yapın yeter, ben de benimkini yapacağım.

 Peki, efendim.

 Üzgünüm, efendim.

 Bayanlar ve baylar, sayın Başkan.

 Sandy.

 Sayın Başkan.

 - Beraber yürüyelim.

 - Tabii, efendim.

 Walter'den anlat.

 Nasıl, O?

 80 yaşında ve yalnız, Sayın Başkan.

 Resmi olarak, elimin kolumun bağlı olduğunu anlayışla karşıladı.

 Evet, ama ilginize çok memnun oldu.

 Katilden haber var mı?

 Neden yok?

 Buranın sorumlusu kim?

 En iyilerinden biri.

 New York'da sekiz sene cinayetlerle ilgilendi.

 Duygularınızı anlıyorum.

 Sabırlı olmak çok zor.

 Hissettiklerimi kimse bilemez.

 Güya güçlüyüm   ama en eski arkadaşıma bile yardım edemiyorum.

 İkimiz de biliyoruz, burada olmamın sorumlusu Walter Sullivan'dır.

 Şimdi bana en çok ihtiyaç duyduğunda  Kendini terk edilmiş hissediyordur.

 Bir basın toplantısı yapacağım.

 Walter'ı getirteceğim ve tüm dünyanın önünde O'nu kucaklayacağım.

 Çok hoşuna gidecek.

 Ne cömertçe bir jest.

 Teşekkür ederim, efendim.

 Teşekkür ederim.

 Dirseğim, tenisten.

 Daha da kötüleşiyor, Gloria.

 Bir doktorla görüşmek istiyorum.

 Bütün memleketin bilmesi gerekir, Sayın Başkan.

 Mahremiyet haklarıma ne oldu?

 Bir sinir incitmiş.

 Burton, bir yara olduğunu söylüyor.

 Sen, ne zamandan beri uzman oldun, Bill?

 Sen hiç yaralandın mı?

 Evet, efendim.

 Birkaç kere.

 Basın toplantısı konusunda ciddi misin?

 Ciddiyim, tabii.

 Walter benim için bir baba gibidir.

 Bayan Richmond'u evine getireyim mi?

 Bayan Richmond'un Asya'daki fakirlere   yardım çalışmalarını rahatsız etmemiz gereksiz.

 Şimdiye kadar ne bulduk?

 Araba numarasını araştırdık.

 Arabayı, haciz malları deposundan çalmış.

 Karşımızdaki aptal biri değil, değil mi?

 Hiç aradı mı?

 Burton, arayacağını zannetmiyor.

 Ben de.

 Öyle davrandığım için özür dilerim.

 Gelip giden biri.

 O kadar.

 Bana kalırsa, O'nun bu işle hiçbir ilgisi olmayacak.

 Bundan öteye gidebilir, Alan.

 Gördü.

 Hiçbir şey görmedi.

 Kaba seksi pek seven sarhoş bir kadın gördü.

 O bir hırsız.

 O'na kim inanır?

 Zaten, hiç bir kanıtı yok.

  O bir hırsız.

 O'na kim inanır?

  Zaten, hiçbir kanıtı yok.

 Walter Sullivan'ın Karısı Öldürüldü Mücevher Hırsızı Aranıyor Sen, her zaman çok güzel kaybolurdun, Luther.

 Benim korkak olduğumu mu söylüyorsun?

 Hayır, şanslı olduğunu söylüyorum.

 Bazı müşteriler, ne olursa olsun yine de göze çarpıyorlar.

 Kaç pasaport istiyorsun?

 Dört tane işimizi görür.

 Görünüşler farklı, ehliyetleri enternasyonal ve aynı mı olsun?

 Kredi kartlarını da ilave edeyim.

 Yaptığım halılar işine yarıyor mu?

 Güzel.

 Bıyık ve sakallar da.

 Paranın karşılığını vermeye çalışıyoruz.

 Ülkeden temelli mi ayrılıyorsun?

 Olabilir.

 Nereye gittiğin fark eder mi?

 Asya ülkesi damgalarından bıktım.

 Hayır.

 Avrupa yap.

 Kışın Karayib güzeldir.

 Bu işler ne kadar sürer?

 Epey sürer.

 Senin için biraz daha çabuk yaparım.

 Her zaman güvenilirsin, Valerie.

 Bak Luther   neye bulaştığını bilmek istemiyorum.

 Biliyorum ama sana sormayacağım.

 Buradan temelli ayrılmak  Ne var?

 Kaçanlardan biri olacağın aklıma gelmemişti.

 Benden kaçanların yüzde otuzu, beş yıl içinde intihar eder.

 Şu an, beş yıl fena gelmiyor.

 Kendine iyi bak.

 Görüşürüz.

 Tamam, bakalım işe yarayacak mı.

 Ben Christy Sullivan'ım.

 İçeri girdim ve hırsıza sürpriz yaptım.

 Tamam, şimdi sen mahzenden çıkan şaşkın hırsız ol.

 Silahımı çektim.

 Bum.

 O'nu silahla vurmak varken, neden boğdun?

 O'nu soyduysam, neden tekrar giydireyim?

 Burada ben yardımcı olabilirim.

 Sen, eskiden kuru temizleyiciydin ve güzel kıyafetlerden hoşlanıyorsun.

 Çok teşekkürler.

 Ve tekrar giydirdin çünkü  O iyi bir müşteriydi ve polisler geldiğinde, sıkılmasını istemedin.

 Kanında, 0.

21 oranında alkol bulundu.

 Birşey fark etmez ya.

 Araba kullanmamış.

 Şoförler, kilometre mesafelerini izlerler.

 Barbados'a gittiklerinden beri kullanmamışlar.

 Bölgedeki bütün taksi ve limuzin servislerine baktım.

 Biri O'nu evine götürmüş.

 Kim?

 Neden birşey söylemediler?

 Çünkü O'nu öldüren, evine götüren kişidir, belki.

 Belki.

 Bu davaya bayıldım.

 Teğmen?

 Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum.

 Telefon sorunu vardı ya?

 - Ben hallettim.

 - Sağolun.

 Görevimiz dahilinde.

 Böyle konuşanlardan nefret ederim.

 Zaten işin o.

 Duvardaki kurşun deliğini hatırlıyor musun?

 Tahmin et bakalım?

 Kurşun yok.

 Kadının kafasında kurşun varken, neden duvardaki kurşunu alsın?

 Vücudundakinden farklı mı?

 İki ayrı silah, iki ayrı hırsız demektir.

 İkisi birden mi girmiş?

 İkisi de, pencereden mi çıkmış?

 Saçma birşey!

 Birde şu var: O veya onlar, pahalı alarmı bozarak girmişken   O ya da onlar, neden pencereden çıksınlar?

 - Hey, Seth.

 - Evet?

 Gizli Servis'ten Bill Burton park yerinde.

 Sağol, Bob.

 Park yerinde ne yapıyormuş?

 Bill Burton.

 Selam.

 Selam.

 Seth Frank.

 Bu şerefi neye borçluyum?

 Sen çıldırıyor olmalısın   ama patron gelişmeyle yakından ilgileniyor.

 Belki birbirimize yardım edebiliriz.

 Düşündüğün ne?

 Onunla Sullivan'ın ne kadar yakın olduklarını biliyorsun, değil mi?

 Yeni bilgilere sahip olduğun an   başkana bildiririm.

 Bay Sullivan'ı ilk uyaran O olur.

 Bu O'nun için çok hora geçecek.

 Bu işlemde yardım gerekirse, bana söylemen yeter.

 Numaralarımı vereyim.

 İpucu var mı?

 Hala, ne olduğunu araştırıyoruz.

 - Sherlock Holmes'çuluğu severim.

 - Siz böyle şeyler yapar mısınız?

 Hükümet işlerinden önce, jandarmalık yapmıştım.

 Dur.

 Sen şu Bill Burton musun?

 - O zamanlar genç ve aptaldım.

 - Ben de gençtim.

 Şimdi daha aptalım.

 Teması kesme.

 Aşçım, özellikle benim için yapar.

 Size söz veriyorum, çok lezzetli.

 Çok ikna edicisiniz, Bay Sullivan.

 Bu benim için yeni oluyor.

 Duyduğuma göre, kusursuz ve muhteremmişiniz.

 Bu yüzden sizi işe almak istiyorum, Bay McCarty.

 Anlaşıldı.

 Hala, kimin peşinde olduğumu bilmiyorum.

 Öğrenene kadar   Washington'da talimat bekle.

 Bu imkansız.

 Benim işim yaratıcı değil.

 Bu işi yapıyorum çünkü kendi dışıma çıkıyorum.

 Oturup, durmaya dayanamıyorum.

 Babam, ben 10 yaşındayken ölmüştü.

 Madenciydi.

 Akciğer hastalığından öldü.

 Ben 25 yaşında zengin oldum.

 Yaptığım ilk iş, o madeni satın alıp, kapatmak oldu.

 Her madenciye de 50,000 $ emeklilik parası verdim.

 Washington'da bekleyeceksin, Bay McCarty.

 Ve senin seçtiğin bir İsviçre bankasına masrafların için   bir milyon dolar yatıracağım.

 Zamanı gelince de   her kurşun için iki milyon dolar.

 Tam bir satıcısın, bayım.

 Günah satmak kolaydır.

 - O kim?

 - Luther Whitney   dünyanın en büyük hırsızlarından biridir.

 Bu dava beni çıldırtıyor.

 Bütün gece uyumadım.

 İki hırsız olduğundan bahsetmeni hatırladım.

 Gün doğarken, kendi kendime, "Ya hırsız tek kişiyse   ama iki kişiymiş gibi göstermeye çalıştıysa?

" dedim.

 Bürodan, arkadaşımı aradım.

 Böyle şeyleri izliyorlar.

 Sullivan'ın işini yapabilecek 6 kişi varmış.

 Hepsini izledim.

 Burada oturan, tek kişi Whitneymiş.

 - Neden ondan hiç haber almadım?

 - Son 30 yıldır hiç tutuklanmamış.

 Bu ne?

 Harvard'dan mezuniyetinin resmi mi?

 O'nun geçmişi.

 Serserinin biriymiş, bir çetenin üyesi.

 Başarısızın teki.

 Dışarı çıktığından beri   O'na dokunan olmamış.

 Önemli durumlarda, sorguluyorlar ama arkasından birşey gelmiyor.

 Ah, Seth.

 Biz bunun arkasını getiririz.

 Bahse girerim; O, bizim adamımız.

 O mahalli.

 Daha fazlasını isteyemezsin.

 Bir sorunumuz var.

 Ne?

 45 yıldır kimseyi öldürmemiş.

 Kore.

 Ne olmuş?

 O gazi.

 Sadece gazi değil, malul gazi.

 Elimde O'nun savaş raporları var.

 Mücadeleler, takdirler, neler neler.

 Sakat sakat, tek başına yaşıyor.

 O da bunu söylüyor, zaten.

 Ama   O'nun katil olduğunu sanmıyorum.

 Sadece büyük bir hırsız.

 Ayrıca, savaş kahramanlarıyla çalışmam.

 Vay be, çok akıllı olmalısın.

 Efendim?

 Beni bulmanız genellikle bir hafta sürer.

 Ah, Seth Frank.

 Resmini gazetelerde görmüştüm.

 Luther Whitney.

 Tanıştığımıza sevindim.

 İmzalı bir itiraf mı istersin   yoksa önce bir kahve mi içmek istersin?

 Seni hapse göndermeden önce, ifadeni okumam gerekir, herhalde.

 Bir arkadaşım, Red Bransford'la maç seyrediyordum.

 Kasabada bir salon işletir.

 Bana maçı sorabilirsiniz.

 Yalan söylüyor olabilirim.

 Davayı takip ettiniz mi?

 Evet, ettim.

 Cinayete bayılırım.

 FBI, bu işi üstlenebilecek sadece 5 kişi olduğunu söylüyor.

 Elimde bir liste var.

 Sen de dahilsin.

 Keşke öyle olsa.

 Bu kişi, gece yarısı ön kapıdan girip   pencereden iple dışarı mı çıktı?

 Ben öyle birşey yapabilseydim AEB toplantılarının yıldızı olurdum.

 - Bu ne?

 Amerikalı  - Emekliler Birliği.

 Luther, neden bu o kadar zordu?

 Bu davayı çözmene yardım etmemi mi istiyorsun?

 Ne düşündüğünü merak ediyorum.

 Sen olsaydın ?

 Başka türlü söyleyeyim.

 Bir insan, bu işi nasıl ele alabilir?

 Nasıl birini aramalıyım?

 İp numarasını saymazsan benim gibi yaşlı birini.

 Neden?

 Sabırlı olmalısın.

 İşin sırrı, araştırma ve araştırma.

 Bir kere okumuştum.

 Nasıl bir araştırma?

 Televizyonda gördüğüme göre, çok geniş bir ev.

 Bir mimarlık bürosu olmalı.

 Kütüphaneye gidip, halk kayıtlarına bakıp   bu mimarlık bürosunun nerede olduğunu bulup ve içeriye girersin.

 Planların kopyalarını alıp, sabaha geri getirirsin.

 Niye çalmıyoruz?

 Oraya herkes girebilir, mesele   girdiğini başkalarına çaktırmamak.

 Bir umumi müteahhit var.

 Bir de güvenlik şirketi.

 Bu, güvenlik şirketinin güvenliğini etkizisleştirmenin ustalığıdır.

 O çocuklar bunu nasıl beceriyor, anlamıyorum.

 Bunca zahmet niye, Luther?

 Evin bir mahzeni var.

 Oradan gizli bir giriş olmalı.

 Varmış.

 Anlamadığım da bu işte.

 Ne demek istiyorsun?

 Adam, bahsettiğin incelemeyi muhakkak ki yapmış.

 Mahzeni şuradaki düğmeyle   açabilecekken, neden kol demirini kullanıyor?

 Düğme mi?

 Video aletinin uzaktan kumandası gibi birşey.

 Çok ilginç.

 Bu mahzende bir sürü kıymetli eşya olmalı.

 Toplam değeri beş milyona yakın.

 Komik mi?

 Sen bana bir sürpriz yapacaksın, galiba.

 Deniyorum.

 - Teşekkür ederim.

 - Birşey değil.

 Haydi, bakalım.

 Hırsız, maske takmış olabilir mi?

 Evet, olabilir.

 Bu adamı tutmak istiyorsan, kendini toparlayıp, hazırlanmalısın.

 Biz de adam olduğunu düşünüyoruz, zaten.

 Yapayalnız, acayip biri, hı?

 Belki de sana benzeyen biri.

 Aslında ben, mükemmel bir örneğim.

 Ama aynı yüzü uzun bir süre görünce olaylara bir anlam verebiliyorsun.

 Bu yüzden, bu adamlar kılık değiştirir.

 Anladığım kadarıyla, bazıları makyaj öğreniyor   peruk ustaları tutuyorlar falan.

 Peruk ustalarından anlat bana.

 Anlatırdım  Kalp pilimi kontrol ettirmem lazım.

 Seninle konuşmak çok zevkliydi.

 1: Sende kalp pili yok.

 Ve 2: Yarın dönüyorum.

 Yarın ne olur, kimse bilmez.

 Hoşçakal.

 Kalp piliymiş, kıçımın kenarı.

 Ah, Katie.

 Daha iyi beslenmeye başlamalısın, canım.

 Basın toplantısını burada yapacağım   çünkü Christine Sullivan'ın katili burada   bu mahkemede yargılanacak.

 Bildiğiniz gibi ben yoksul bir kasabada   yaşayan, yoksul bir aileden geliyorum.

  Biz kapılarımızı kilitlemeden   yatardık.

  Şimdi hepimiz, kapılarımızı kilitliyoruz.

  - Beni ilgilendiren bu değil.

 - Bir meşrubat.

  Aynı zamanda, kalplerimizi de kilitliyoruz.

 Şunu kapar mısın?

  - Bu bir kederdir.

 - Bir dakika.

 Bu   bir kayıptır.

 Biz, kalplerimizi üzüntüye kapatıyoruz.

  Kalplerimizi kapıyoruz   yoksullara ve acılarına.

  Kardeşlerimiz   kalplerimizi kapıyoruz kendimize bile.

 Tekrar aç.

 - Ama dedin ki  - Biliyorum, aç.

  Sofrada, şiddet ve vahşete yer açmamızın gerektiğini zannediyoruz.

  Yanlış birşey bu.

 Amerika öyle değil.

  Bu uğurda savaşacağım.

 Sevgili arkadaşım   eski arkadaşım   bu uğurda savaşacağız.

 Fırsat nedir, kim söyleyebilir?

 Tanışmasaydık   ben bugün Başkan olmayacaktım.

 Christine hastalanmasaydı    şimdi beraber Barbados'da olacaktınız.

  Walter, sen benim için bir baba gibiydin.

  Acını azaltabilmek için, dünyaları verirdim.

  Teşekkür ederim.

 Kalpsiz kaltak.

 Senden kaçacak falan değilim.

 Thomas Jefferson, Yeşil Odayı yemek odası olarak kullanıyordu.

 Duvarlar, aynı James Monroe'un   başkanlığı zamanındaki gibi, yeşil ipek.

 Bu odada bir sürü kıymetli eşya ve tablo var.

 Mavi Odaya geçeceğiz.

 James Hoban, Başkan Washington'u memnun etmek için   Mavi Odayı oval yapmış.

 Tatil döneminde   Beyaz Saray'ın Noel ağacı, tam ortada durur.

 Pencereden görünen manzarada Jefferson Anıtı da var.

 Kırmızı Odaya ilerliyoruz.

 Kırmızı Odanın duvarları kırmızı ipekle kaplı.

 O binadaydı.

 Tura katıldı.

 Daha önce hiç şantaja maruz kalmamıştım.

 - Para istemiyor.

 - Şimdi bir de akıl okuyorsun.

 Hayır, sadece arkasına baktım.

 Gördün mü?

 "Para istemiyorum.

" Onda hırsız cesareti var.

 Keşke yanımızda olsa.

 Söyleyeceklerin bitti mi acaba?

 Çünkü bunu nasıl ele alabileceğimi öğrenmek istiyorum.

 Zarf açacağını hallettiğin gibi mi?

 Hayret Bill   bunda eleştiri kokusu alıyorum.

 Benim, düşmanın mı olmamı istiyorsun?

 O gece polisi aramalıydım ama metanetsizdim.

 Sesimi çıkarmamaya ikna ettin beni.

 Pişman oldum.

 Şunu bil ki: Yüzünü her gördüğümde, boğazını sıkmak istiyorum.

 İyi.

 Sidik yarışını sen kazandın.

 Ne yapayım?

 Hiçbir şey.

 Hata yapıyor.

 Zamanı olduğunu sanıyor.

 Yok.

 Seth Frank hayırlıdır.

 O, O'nu bulur.

 Sonra ne olacak?

 Sonra O'nu öldüreceğim.

 Bayan Whitney?

 Teşekkürler.

 Bayan Whitney?

 Ben, Seth Frank.

 Müsaadenizle.

 Sağolun.

 Katı bir savcı olarak, kesinlikle şöhretinize yakışmıyorsunuz.

 Bu iyi mi, kötü mü?

 Bilmiyorum.

 Bak teğmen, telefonda söyledim.

 Babamla pek iyi geçinmem.

 Bu yüzden zamanınızı boşa harcıyorsunuz.

 Buradan çıkıp, gitmemi mi bekliyorsunuz?

 Peki.

 Peki.

 Babanız ortadan kayboldu.

 - Yardımınıza ihtiyacım var.

 - Bana bakın.

 Teğmen, adamı tanımıyorum.

 O hapishanedeydi.

 Çıkınca da, biz annemle kendi kendimize yaşadık.

 Beni düşündüğü falan yok.

 Son bir yıl içinde, O'nu bir kere gördüm.

 Öyle mi?

 Ne zaman?

 Birkaç gün önce.

 Kasabadan göçmeyi düşünüyordu.

 Yardım ettim.

 Şimdi işime dönebilir miyim?

 - Nereye gidebilir, fikrin var mı?

 - Artık vaktimi harcamayın.

 O'nu bulmanızı istemiyor, bulamayacaksınız.

 Buradan tüydüğünü mü söylüyorsunuz?

 O'nu tanımayacağınızı söylüyorum.

 Köşe başında olabilir.

 - Gizli bir evi vardı.

 - Nerede?

 Hiç söylemedi.

 Olduğunu nereden biliyorsunuz?

 Annem O'nu seviyordu, anladınız mı?

 O'nu terk ettiği halde, ölürken bile babamı sayıklıyordu.

 "Keşke yapmasaydı.

 - Keşke bunu yapmasaydı.

" - Başka?

 - Burada ne kadar oturdu?

 - Yıllarca.

 Hiç gelmedim.

 Burası, bir hırsızın anahtar bırakması için tuhaf bir yer.

 Hep bırakırdı.

 Aceleyle gitmiş.

 Acaba, profesyonel bir hırsızı bu kadar korkutan nedir?

 Bu yerlere hiç gitmemişti.

 Kolejden mezun oluşum   hukuk fakültesinden mezun oluşum, annemle kutlama   yaptığımız gece, ilk işime başlamıştım.

 Tek başıma merdivenlerdeyim.

 İlk davamı kazanmıştım.

 Bazen düşünürdüm  Bazen eve gittiğimde, O'nun geldiğini hissederdim.

 Buzdolabını kontrol eder   başını sallardı çünkü iyi beslenmezdim.

 Delice geliyor biliyorum ama hep  Hep yakınlarda olduğunu hissederdim.

 İyi birşey yapabilirsiniz.

 O'nu yakalamama yardım edin.

 Bir mesaj bırakın, O'nu merak ettiğinizi söyleyin.

 Olmaz.

 Ama doğru.

 Endişeleniyorsunuz.

 Bu normal bir durum değil.

 Hayatı tehlikede.

 Ararsanız, O'nu kurtarabilirsiniz.

 Gelmez.

 Elbette gelir.

 Siz O'nun herşeyisiniz.

 Kaçıyor ve korkuyor çünkü yakalanacağını biliyor.

 - Tehlikenin derecesini bilmiyorsunuz.

 - O katil değil.

 Belki de masumdur.

 Bu doğruysa, O'nu birkaç saat içinde evine göndeririz.

 Ya birisi şan olsun diye, O'nu bulacak olursa?

 Güvenliğini garanti ediyorum.

 Siz arayın, ben de söz vereceğim.

 O'na kavuşacaksınız.

  - Seth Frank.

 - Merhaba.

 Mesaj bıraktım.

 Bir saat sonra beni aradı, yarın buluşacağız.

 Nerede?

 Ofisimin yanında, açık havada, Alonzo lokantası.

 Saat kaçta?

  4'te.

  Orası, o zaman bomboş olacak.

  Güzel.

 Çok teşekkürler.

  - Hoşçakal.

 - Hoşçakal.

  Baba, merhaba.

  Benim, Kate.

  Beni arayabilir misin, lütfen.

  Seninle konuşmak istediğim şeyler var.

  Mümkünse görüşsek, çok iyi olur.

  Tamam mı?

  Teşekkür ederim, görüşürüz.

 Hoşçakal.

  Baba, merhaba.

  Benim, Kate.

  Beni arayabilir misin, lütfen.

  Seninle konuşmak istediğim şeyler var.

  Mümkünse görüşsek, çok iyi olur.

 Ne zaman, nereye geleceğini biliyorsunuz.

 Kaypak biri.

 Yılan gibi.

 Polis kokusu alınca, kayboluyor.

 Ben söyleyinceye kadar, kimse kıpırdamasın.

 Sonra, O'nu yakalarız.

 Whitney 4'te gelecek.

 Kızı O'nu bekleyecek.

 Önemli olan, O'nu tutuklama emrini   alana kadar yerlerinizde durmanız.

 Buyurun.

 Biraz krema alabilir miyim?

 Toplanın, beyler.

 Şüpheli, yerine geçene kadar kıpırdamayacaksınız.

 Sorusu olan?

 Alonzo'da görüşürüz.

 Patron minnettar.

 Şahidin orada olmasını, takdir edeceğini düşünmüştüm.

 Bu bizim adamımız.

 Değilse, hemen ortadan kaybolmuştur.

 Orada görüşürüz.

 Şeker?

 Bende var.

 Haydi, Kate.

 - Gelecek mi?

 - Evet, burada olacak.

 Bayan?

 Ne alırsınız?

 Hiçbir şey.

 Teşekkür ederim.

 Mecbursunuz.

 Efendim?

 Oturuyorsanız, birşey almanız lazım.

 Hay Allah, planımda bu yoktu.

 İnanılmaz.

 Birini bekliyorum.

 Oh, O da birşeyler almalı, lütfen.

 Alır.

 Alırız.

 Biz sonra  Menünün yarısını ısmarlayacağız.

 Ama hemen değil.

 Belki bu O'dur, Çinli kılığına girmiştir.

 Şu şapkalı adama bak.

 Bence bu, bizim adam.

 Bütün birimler, şüpheli yaklaşıyor.

 Yerlerinizde kalın.

 İşaretimi bekleyin.

 O'nu ben öldürmedim.

 Buna inanmanı istiyorum.

 Bekleyin.

 Bırakın yerleşsin.

 Buna inanmak zorundasın.

 Galiba hazırız.

 Allah kahretsin!

 Neredeyse.

 İyi misin?

 Neydi bu?

 Bunların nereden geldiğini gören var mı?

 - Siz mi yaptınız?

 - Hayır, biz yapmadık!

 Ateşin nereden açıldığını gören var mı?

 Whitney nerede?

 Durma burada!

 Git bul O'nu!

 Sakin olun.

 Sakin olun.

 Sakin olun.

 Sakin olun Telaşlanmaya gerek yok.

 Herkes sakin olsun.

 Çok düzensiz.

 Bir kadının, bu tarafını severim.

 Al.

 Burada birkaç numara var.

 En üstteki   yerel polis.

 Bu benim evimin, ofisimin, çağrı cihazımın.

 Ben de yalnız yaşıyorum.

 Her zaman arayabilirsin.

 Burada birini bırakmamı ister misin?

 Hayır, biraz uyumak istiyorum.

 Herşey bitene kadar, gözcü dışarıda.

 İçimde, seni arayacağına dair bir his var.

 Önsezilerin var, herhalde.

 Dinle, üzgünüm.

 Dikkatini çeken herhangi   birşey olursa, hemen ara.

 Rahatsız etmezsin.

 Yalnız yaşıyorum.

 Söylemiştin.

 Bazen zayıfım.

 Yol için birşey ister misin?

 Sudan başka birşeyim yok.

 Oldu.

 Soda iyi olur.

 O kadar komik olan ne?

 Yanlış mı söyledim?

 Yorgunum.

 Sadece yorgunum.

 Dinle   söylemeyi unuttuğum   birşey var.

 Yalnız yaşıyorum.

 Kapıyı arkamdan kilitle.

 - Nasıl?

 - Gerçekten güzel.

 Şimdi biraz uyu.

 Teşekkür ederim.

 Sana iki kez ihanet ettim, Luther.

 Bilmeni istedim.

 Sen ilk değilsin.

 Neden geldin?

 Kızımın beni katil sanmasını istemem.

 Bugün öğleden sonrayı kastettim.

 Neden geldin?

 Şüphelendin, ya da hazırlıklı değildin.

 Kızım beni görmek istemişti.

 Onlar gelene kadar soygun iyi gidiyordu.

 Sarhoştular.

 Mahzene saklandım.

 Ve seks sertleşmeye başladı   ve O'nu dövmeye başladı.

 O'nu boğuyordu.

 O'nu öldüreceğini düşündüm.

 Sonra kadın ondan üstün çıktı.

 Zarf açacağını adama saplayacakken, iki kişi O'na ateş ettiler.

 Bugün sana ateş eden iki kişi.

 Herhalde.

 Eğer ateş eden Walter Sullivan değilse.

 Oldukça güçlü bir düşman.

 Çok iyi gidiyor.

 Birleşik Devletler Başkanı'ndan daha güçlü değil.

 Doğru.

 Sarhoş olan Alan Richmond'du.

 O iki adam, Gizli Servis'tendi.

 İşlemle uğraşan da Amir Russell'dı.

 O halde polise git.

 Polise masum insanlar gider.

 Tabii.

 Buraya gelen genç adam   bana Başkan'dan çok mu güvenecek sanıyorsun?

 Sana neden inanacak mışım?

 Çünkü sana yemin ediyorum, Kate.

 Mattie'nin mezarı üzerine yemin ederim.

 Doğru söylüyorum.

 Annenin mezarı üzerine.

 Yalan söyleyeceğime kendimi öldürürüm.

 Aman Tanrım, Luther.

 - Evet.

 Biliyorum.

 - Seni öldürecekler.

 - Biliyorum.

 - Kaçabilir misin?

 Hep hazırdım.

 Havaalanına bile gitmiştim.

 Sonra şu basın toplantısı çıktı.

 Richmond orada yaşlı Sullivan'ı kullandı.

 Christy Sullivan'ı zaten   kurtaramayacaktım belki   ama denemedim bile.

 Ne yapacaksın?

 Birşeyler düşüneceğim.

 Geçen yıl, bir davayı savunmanı izlemiştim.

 Kazandın.

 Çok şükür zekan annene çekmiş.

 Dışarısı tehlikeli.

 Hep öyledir.

 THE WATERGATE OTELİ Affedersiniz.

 Bunu Gloria Russell'a verebilir misiniz?

 - İmzalayacağım birşey var mı?

 - Hayır, dürüst bir yüzünüz var.

 Yardım için sağol AR Aman, Tanrım.

 Bu gece şahanesin.

 Teşekkür ederim, Sayın Başkan.

 Ve teşekkür ederim, Sayın Başkan.

 Ne için?

 Efendim?

 Biliyorsun.

 Öğleden sonra bana bunu göndermiştin.

 Tabii.

 Hepiniz izin verir misiniz?

 Şefimle dans etme isteğimi bastıramadım.

 Benim için şunu tutar mısın?

 Bu saçmalık da ne?

 Umarım bir açıklaması vardır.

 Hediyen, Alan.

 Çok   etkilendim.

 Gönderdiğin not beni çok memnun etti.

 Ben not mu gönderdim?

 Evet, evet.

 Yazını tanımadığımı mı sanıyorsun?

 Bu akşam bunu giymemi isteyeceğini düşündüm.

 - Gloria, çok güzel.

 - Evet.

 Başka ne diyeceğim, biliyor musun?

 Ne, Alan?

 Christy, öldürüldüğü gece bunu takmıştı.

 Bu ne demek, biliyor musun?

 Hayır.

 Whitney'den haber alanlar var.

 Birinci defa değil.

 Benden birşeyler mi saklıyorsun?

 Çok meşgul oldun da.

 Sana söylemeye kıyamadım.

 Dün bana mektup açacağının   Polaroid fotoğrafını yolladı.

 Bunu biraz düşünmeliyim.

 Sabah ofisime gel.

 Bunun, anılarım arasında ilginç bir yeri olacak.

 Sahtekarın kim olduğunu biliyor muyuz?

 Seth Frank'la konuştum.

 Görünüşe göre, Whitney, hapishanede öğrenmiş.

 Yetenekli adam.

 O'nu yakalamaya ne kadar yaklaştık?

 Gece gündüz çalışıyoruz.

 Bunu duymak güzel.

 Bir hata yapacaktır.

 Bunu duymak da güzel.

 Dikkat etmemiz   gereken   birşey daha var.

 Bir kızı var, değil mi?

 Bunu yapmak istediğine emin misin?

 Efendim?

 Kızı, genç bir avukat.

 Avukatlar soru sorar.

 Belki O'nun bildiklerini kızı biliyordur.

 İşe başlayalım, çocuklar.

 Ülkeni sevdiğini göster.

  Kate nasıl?

 Neredesin?

 Yeri tespit etmesinler diye fazla konuşmayacağım.

 Sadece cevap ver.

 Daha emniyetli ellerde olamaz.

 Gizli Servis bizi gözlüyor.

  Alo?

  Alo?

 Dosyaların içinde yazılı.

 O'na verdiğimiz dozu 250'den 500'e çıkardık.

 Hemşire, hemen bakar mısınız, lütfen.

 Nöbet geçiriyor.

 Dr.

 Kevorkian, sanırım.

 Herhalde şu an tam, atardamarına erişmiştir.

 Biraz sersemleyeceksin.

 Ama gerisini de verirsem   beynin fıstık kadar olana değin büzülür.

 Bırak, şunu.

 Luther   O benim Başkanımdı.

 Haklı, ya da haksız.

 Bir hata yaptı.

 Sen de bir hata yaptın.

 Kızımın peşinden gitmeni kabul etmem mümkün değildi.

 Merhamet.

 Daha yeni başlıyorum.

 Baba?

 Uyu, canım.

 Ah, Tanrım!

 Tek bir soru.

 W.

 Sullivan, Christy'nin Barbados'a neden gitmediğini söyledi mi?

 Fikrini değiştirmiş.

 Kimin yaptığını biliyorsun, değil mi?

 Sen de öğreneceksin.

 Telefonlarına bak.

 İyi geceler, Bay Sullivan.

 Kestirmeden mi gidiyorsun, Tommy?

 Bu akşam şoförlüğünüzü ben yapacağım.

 Tommy için endişelenme.

 O, iyi.

 Ne acayip.

 Adın ne?

 Luther, efendim.

 Evime nasıl gidildiğini biliyor musun, Luther?

 Biliyorum, efendim.

 Bütün evlerinizin yerini biliyorum.

 Evinizi soyan adam, benim.

 Sen, beni öldürmeye çalışan adamsın.

 Başaramadığım için üzgünüm.

 Ben, Eski Ahit'e inanırım, efendim.

 Ortada iğrenç bir durum varken, göze göz   davranmanın bir sakıncası yok.

 Senin yaptığın gibi birşey.

 Sen buna inanmak istiyorsun.

 Buna inanmak, sana kolay gelir.

 Burada olmakla, ne kazanacağım?

 Hiçbir fikrim yok.

 Beni yine soyacak mısın?

 Parana ihtiyacım yok, Bay Sullivan.

 Son zamanlarda mahzenine indin mi?

 Herşeyi geri getirdim.

 Korkarım, aramızı yumuşatmak için biraz geç kaldık.

 Maceralı bir akşam geçireceğiz, efendim Oyuncu olmak ister misin, istemez misin?

 Ne olduğunu bilmek istiyor musun, istemiyor musun?

 Çünkü ben oradaydım.

 Bilmek istiyorum.

 Dinlemeye dayanabilecek misin?

 O'nu nasıl dövüp, boğmaya çalıştığını mı?

 Gerçekten, bilmek istiyor musun?

 Ben, ateşin içinden bile geçerim.

 Onlar geldiğinde, ben mahzendeydim.

 Sarhoştular.

 O'nu evire çevire dövüyordu.

 O da karşılık veriyordu.

 Çok sert vurmaya başladı.

 O kendini korumaya çalışıyordu.

 Adam bağırmaya başladı   sümüklü, pişmiş kelle.

 Evde başka kim vardı?

 Gizli Servis.

 O'nu vuran, onlardı.

 Saçma.

 İşlemlerle ilgilenen Gloria Russell'dı.

 Kes şunu!

 Kimin yaptığını bilmek istiyor musun?

 Sen yaptın.

 Yapma, Bay Sullivan.

 İkimiz de bu saçmalıklar için yeterince yaşlandık.

 Kim yaptı, peki?

 Biliyorsun.

 Başını sallama.

 Yalnızken, hırslanıp öç almak istediğinde   düşmanına nasıl bir yüz takınırsın?

 Durdur arabayı!

 Dosdoğru gidiyoruz.

 Bu çok korkunç.

 Evet, öyle.

 Alan'ın ne kadar zampara olduğunu biliyordum ama   beni aldatmayı aklından geçirmezdi.

 O'na Başkanlık vermiştim.

 Basın konferansını hatırlıyor musun?

 Sana sarılıp, Christy   hastalanmasaydı, seninle Barbados'a gelirdi, dediğini?

 O'nun hasta olduğunu nereden biliyordu?

 Sen kimseye söylememiştin.

 Çünkü o gece O'na, kendisi söylemişti.

 Ben tam oradan izliyordum.

 Bu, kanıt sayılmaz.

 Belki bu sayılır.

 Bunu çalmış olabilirsin.

 Çaldım.

 Ama ne üstündeki kan, ne de parmak izi benim değil.

 Bay Sullivan.

 O'nu sevmiştim.

 Hayret, Burton.

 Çok üzgünüm Hala çalışıyor mu?

 Randevum yok ama O'nu görmek istiyorum.

 Randevu gerekmez.

 Gidelim, Bayan Russell.

 Walter.

 Gir.

  Ulusu ve dünyayı müthiş bir yükseliş    öyküsüyle şaşkınlıktan dondurduk.

  Beyaz Saray'dan, bir saat önce   trajik bir olay haberi geldi.

  Şimdi muhabirimize dönüyoruz.

  Diane, bize neler anlatabilirsin?

  W. Sullivan'ın bu akşam   Başkan Richmond'u gördüğü söyleniyor.

  Bu, planlanmamış, özel bir görüşmeymiş.

  Sen hala buradasın.

 Hala buradayım.

  - Başkan olamazdım.

  Christine hastalanmasaydı  seninle Barbados'da olacaktı, şimdi bile.

  Walter, sen benim için bir baba gibiydin.

 Bu, Başkanın, bir hayırsever olan    arkadaşı Sullivan'a bağlılığını    vurguladığı son basın toplantısı.

  Başkan, Sullivan'ın karısının katilini bulmaya and içti.

  Sullivan, Başkan'la bir görüşme yaptı.

 Ne görüştüklerini bilmiyoruz.

  Şimdi Beyaz Saray'la canlı yayın bağlantısı kuruyoruz.

  Başkan'ın neden canına kıydığına dair bir fikriniz var mı?

  Başkan, son zamanlarda ofis stresini her zamankinden çok hissediyordu.

  Bunu hep söylüyordu.

  Ama neden kendini bıçaklasın?

  Bu soruyu, kendi kendime hep soracağım.

  Tabii O'nu durdurmaya çalıştım.

  Alan    benim oğlum gibiydi.

 O Seth miydi?

 Sen iyileşince bize yemeğe gelir, herhalde.

 Telaşlanmana gerek yok.

 Biliyorum.

 Ben iyileşecek miyim?

 Tabii.

 Hepimiz düzeleceğiz.



Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar