Kemik Balta (2015) Bone Tomahawk
| |
132 dk
Yönetmen:S. Craig Zahler
Senaryo:S. Craig Zahler
Ülke:ABD
Tür:Macera, Dram, Korku
Dil:İngilizce
Müzik:Jeff Herriott, S. Craig Zahler
Oyuncular
Kurt Russell
Patrick Wilson
Matthew Fox
Richard Jenkins
Lili Simmons
Özet
Dört cesur adamın, bir grup esiri, yamyam bir kabilenin
elinden kurtarma girişimini anlatacak olan film, eski usül western konseptine
de fazlasıyla yakın duran bir görsel estetiğe ve öykü evrenine sahip olacak
gibi görünüyor.
Altyazı
- Niye hep altlarına işiyorlar?
- İşine bak sen.
- Kitapları var.
- Salla o zaman.
Sayfaların arasından para
düşecek mi görürürüz.
İçindekiler kısmında
yazmaz herhalde.
Şu kimsenin
beğenmediği esprilerini ateşin başına oturacağımız vakte sakla.
Yeterince derinden
kesmemişsin herifi.
Kanı çok akmıştı, her
zamankinden çok daha fazla.
Diğerleriyle aynı
akmış.
Yardım et de kalkayım.
Boyun bölgesinde
on altı tane önemli damar bulunur ve
senin, hepsini birden kesmen gerekir.
- On altı tane
yok.
Amcamın, eskiden
doktor olan bir tanıdığı vardı, adam böyle demişti.
Şimdi işine dön.
Beş kuruş yok.
İncil'i ateşe atma
öyle.
Biliyorum, kötü şans
getirir.
Ayrıca aptalın tekine
satma ihtimalimiz de var hep.
Buddy, at sesi
duyuyorum.
Emin misin?
Kesinlikle.
Lanet olsun!
Şu silah sesi
yüzünden oldu.
- Çin'deki yarasalar
bile duymuştur o sesi.
- Dörtnala geliyorlar.
Şu kayalıklara çıkıp saklanmamız
gerek.
- On beş dakikaya
burada olurlar.
- Acele et.
- Duydun mu şunu?
- Rüzgârın sesi o.
- Bayağı nağmeli
rüzgârmış.
- Yani?
Hayra alamet değil.
Karı gibi hayaller
kurmanın vakti değil.
Git haydi.
Ne bu?
Kurt mu?
Ayı gibi duruyor.
Bu, bir tür işaret
falan mı?
"Girilmez"
gibisinden.
İznimiz var elimizde.
Bizden mi çıkıyor o
ses?
Güneş öbür tarafta
sanıyordum.
Artık bu tarafta işte.
İlerle.
Şuraya gidiyoruz.
Dümdüz ilerleyip
derinlere gireceğiz.
Mezarlığa benzeyen
bir yerden geçmesek daha iyi olur sanki.
Tanrıtanımaz
vahşilerin mezarlığı sonuçta.
Çağdaş insanlar için sıkıntı
olmaz bunlar.
Alevler içinde bir
mapus bile böyle bir yerden güvenli olur.
O çukurda beklemekten
yeğdir bir taraftan atlılar gelecek, öteki
taraftan vahşiler.
Dönmek istiyorsan dön
geri.
Bu da rüzgârsa,
enstrüman çalmayı öğrenmiş demektir!
İyi dinleyin!
İsteseniz de, istemeseniz
de geçeceğiz buradan!
- Buddy!
- Tanrım!
<b>KEMİK BALTA<b>Çeviri: Zafer BAYRAKTAR (ghost_rider_96)ON
BİR GÜN SONRA BRIGHT HOPE'A HOŞGELDİNİZ NÜFUSUMUZ 268 - Kahve ister miydin?
- Uyanık kalmaya
gerek yok.
Ne kadar çok uyursam sonbahar
o denli çabuk gelir.
- Arthur O'Dwyer!
- Kızınca çok güzel
oluyorsun!
Önümüzdeki on iki
hafta boyunca orada oturup surat asmak niyetinde misin?
Ne yapmamı istiyorsun?
Fırtına esnasında
çatıya çıkmaman konusunda uyarmıştım ama
beni dinlemeyip "işleri halletme isteği içinde" olduğunu söylemiştin.
- Ama o konuyu
deşmeye gerek yok.
- Az önce deşmedin mi
zaten?
- Niyetin bu mu yani?
- Neymiş niyetim?
- On iki hafta boyu
surat mı asacaksın?
- Surat asmıyorum,
keyfim yok.
- Sorumu geçiştirme.
- Ne dememi
bekliyorsun?
Şu anki konumuma
gelebilmek için kötüyle daha kötü arasında
gidip gelen her türlü ekiple oradan oraya hayvan taşıdım.
Yaptığım onca işi sen
de biliyorsun.
Büyük ödülüm bu
olacaktı ama olduğum yerde sıkışıp kaldım.
Bunun seni ne kadar
hayal kırıklığına uğrattığını biliyorum.
Çoğu adam, ustabaşı
olamaz hiç.
Ben olunca da,
olanlara bak.
Sonbahara kadar
gelmeyecekler, sen de burada kaldın -
Durumumdan haberdarım.
- Burada benimle
kaldın.
Evlendiğimizden beri,
en fazla bu kadar birlikte olduk.
O kadar da kötü
olmadığını göremiyor musun?
Görüyorum tabii.
İneklerin çoğundan
güzel olduğun için söylemiyorum bunu.
- Çoğu mu?
- Jessica'yı görmedin
tabii.
Niye bu kadar sessiz
burası?
Dün büyükbaşları
sürdüler, dün de dediğim gibi.
Karıları, çocukları
ve sefiller hariç kimse kalmadı
buralarda.
- İyi akşamlar Bay
Brooder.
- İyi akşamlar.
Kilise gibi olmuş
burası, dindar kadınlar olmasa da.
Şu piyanonun
başındaki adamı uyandırmaya ne dersiniz?
Ortalık neşelenmiş
olur hem.
- Afedersin.
- İyi akşamlar.
Madem tek şarkı üç
sent ediyor, niye üç şarkı on sent oluyor?
Fiyatımız böyle.
Daha çok şarkı
istendiğinde fiyatın düşmesi gerekmez mi?
İkinciden sonra
yoruluyorum, o yüzden üçüncü daha pahalı.
Dört şarkıya da bir
dolar istiyor musun?
Şarkı almayacaksan
git.
On sentti o.
Özgürlük Anıtı'nın
sesini nerede duysam anlarım.
BAŞLAMA ÜCRETİ - BİR İÇKİ Bir viski alayım.
Viski ver.
Efendim.
- İyi akşamlar şerif.
- Chicory.
Gezmeye çıkmıştım da O çay da fena kokuyormuş yahu.
Çorba bu.
Biraz alabilir miyim
acaba?
Bugün adamakıllı bir
şey yemedim, hiçbir şey yememiş de olabilirim.
Çek şu sandalyeyi de
otur.
Kaşıkları unutmuşum,
ağzını yakmadan içebilir misin sence bunu?
Zorluğu severim.
Vay be, cidden güzel
kokuyormuş.
Şimdi çay olmadığını
biliyorum ya bir de.
Her gün, bir-iki kez
güzel bir şeyler yemeye dikkat etmelisin.
Yedek yardımcımın,
yemek yemeyi unuttu diye bayılmasını göze alamam.
Tabii olmaz efendim.
Utanç verici olur bu.
- Olmaz efendim.
- Biraz soğusun.
Şu gezintini
anlatacaktın.
Doğru,
hatırlattığınıza o kadar sevindim ki.
Gezmeye çıkmıştım,
gece gezmesi.
Biraz temiz hava
alayım diye.
Bir de Nadine'in
mezarına taze çiçekler koyayım diye.
Bilirsiniz işte.
Sonra da madem öyle, uzun yoldan gideyim dedim.
İspanya'da Serrano
devriyeyi böyle yapıyor ya hani.
Uzun yoldan gidince
bir herif gördüm.
Şerif, adamı hiç
tanımıyorum.
Mısır tadı var bunda.
Mısırlı türlü çünkü.
O zaman taşlar yerine
oturdu.
Peki bir şey yaptı mı?
Yabancı mı?
Acele etme.
Üstünü değiştirdi, bir-iki
eşyası vardı onları da çukura atıp
üstünü kapadı.
Kasabaya girdi.
Yedek yardımcı olarak
resmi görüşüm davranışlarının şüpheli olduğu yönünde.
- Nerede şimdi?
- Kim?
- Yabancı.
- Bilge Keçi'de.
Gidip bir soruşturalım.
- Kaval kemiğin nasıl?
- Şu an aklımda kaval
yok.
- Canını mı yaktım?
- Şu işi doğru yoldan
yapalım.
Eleştiri miydi bu?
İçgüdü bu.
- İşte böyle.
- Dikkatli ol.
Yapabileceğine emin Lütfen devam et.
Ne isterdiniz bayım?
Güçlü bir şey
gerekiyormuş gibi bir hâliniz var.
Ya da her şeye gücü
yeten bir şey.
Kardeşim yapar bunu.
Üstüne ağaç düşmüş
gibi çarpar.
Hem de sekoya.
Şerif, ikiniz gelip
de herkesi korkutmadan da yeterince
sakin mekân.
- İşimiz var.
- Mühim bir iş.
İyi akşamlar.
- Dilsiz değilsin
değil mi?
- Hayır.
Bright Hope gibi medeni
kasabalarda konuşurken insanın yüzüne
bakarlar.
Yanlış bir şey
yapmadım.
Oturdum, içkimi
içiyordum.
Yanlış bir şey yaptın
diyen olmadı, adın neydi?
- Buddy.
- Bir an
hatırlayamadın, değil mi?
- Benim adım Buddy.
- Niye geldin buraya?
- Biriyle görüşeceğim.
- Bugünün tarihi ne?
Buluşacağın biri
varsa tarihten haberdar olurdun sanki.
Dur, daha kolay bir
soru sorayım.
- Üstündeki
kıyafetleri kimden çaldın?
- Bir şey çalmadım
ben!
Vay be, Buddy isminde
birine göre epey öfkeli çıktın.
İçeri girdiğinden
beri damarıma basıp durdun.
- Suç falan işlemedim
ben.
- Suç işini niye
açtın şimdi?
Silahın var mı
üstünde?
Silah olsun, bıçak
olsun, ucu sivri mektup açacağı da olur.
- Dinamit falan?
- Yok.
- Memurum.
- Kollarını kaldır.
Çabuk bir hareket
yapmaya kalkarsan, mermiyi takarım.
Bir tek bu var
üstünde.
Az önce de dediğim
gibi üstümde silah yok.
Kazdığın o çukura
gömdüğün için mi?
- İyi misin ihtiyar?
- Tabii.
Yakaladım sanmıştım.
Bir kolundan tut.
Brooder, Doktor
Taylor'ı uyandır.
İçkiliyse de kahve
içir.
Kalbinin üstüne
kaldırman gerek ayağını.
Bu yüzden mi bu kadar
yastık alıyorsun?
Yastıkları güzel
oldukları için alıyorum.
Hiç rahat değil bu.
- Olması gerekmiyor
zaten.
- Tam yerinde olmuş o
vakit.
- Ne durumda?
- Aynı.
Şu cehennemî yanma
hissi geçince iyi geliyor gibi sanki.
Sağ olasın Rica
ederim.
Bana çok iyi
bakıyorsun.
Senin için
yapabileceğim bir şey var mı?
Evet.
Şunu sesli okur musun?
Wyoming'te yazdığın
şiir bu.
Şiir değil o.
Aklımdan geçenlerle bazı
duygularımı yazmıştım.
Bana okur musun?
Dışımdan okuyunca
aptalca duracak.
Durmaz, çok güzel bu.
Ne zaman yalnız
kalsam bunu okur, kendimi iyi hissederdim.
N'olur?
Bundan kurtulmanın kibar
bir yolunu bulamadım.
Yok da ondan.
- Saat kaç?
- On buçuk.
Bay ve Bayan O'Dwyer, bendeniz John Brooder.
Tıbbî bir sorun sebebiyle geldim.
- İyi akşamlar Bayan
O'Dwyer.
- Yaralı mısınız?
Yaralı olan ben
değilim, bir olay oldu.
Gezginin teki şerife
oyun oynamaya kalktı.
- Bacağından mı
vuruldu?
- Bacağından vuruldu.
- Doktor Taylor'ın da
kafası güzel.
- Hem de nasıl,
ekipmanını getirdim.
- Benim kendi
ekipmanım var.
- Sizinkinde iki şişe
votka var mıydı?
- Şu gezgin nerede?
- Hapiste.
- Arthur?
- Evet?
Çıkarmam gereken bir
kurşun var, Bay Brooder bana eşlik edecek.
- Tamam, John?
- Evet?
Karım yanındayken kur yapacak gibi olursan karşılığı olur.
- Uslu dururum kovboy.
Bacağını yukarıda tut lütfen.
Yaparım.
- Güle güle.
- Güle güle.
Yeteneklisin bu işte.
Dört kardeşim vardı
ve küçükken hep soğuk olan bir yerde yaşardık.
- Damadan başka
eğlencemiz yoktu.
- Nick'i damada
yenebildin mi hiç?
Hayır, gerçi sadece
iki kez oynadık ama.
Yüz kez oynadım ben, bir
şey değişmiyor.
Bahse girmesem artık
iyi olacak galiba.
- Ne o?
- Sarı bir saç.
- Kadın saçı gibi.
- Şüpheli davranıyor
demiştim.
- Sen misin doktor?
- Ben John Brooder, Bayan
O'Dwyer'ı getirdim.
- İyi akşamlar Bayan
O'Dwyer.
- Hanımefendi.
- Geldiğiniz için sağ
olun.
- Yardım edebilirsem
ne mutlu.
- Sen gidebilirsin.
- Bir şey değil.
Kapıyı aç.
Bizden ne istersiniz?
- Bir tencere kaynar
su.
- Getireyim.
- Zincirlerini
çıkarabilir misiniz?
- Olmaz hanımefendi.
- O denli tehlikeli
mi yani?
- Şunları, kasabanın
dışında bir yere gömmüş.
Kendine ait değil ve
her tarafında kan izleri var.
- Yanıyor bu adam.
- Sadece bacağından
vurdum.
- Hobisi onun bu.
- Memurum!
Silahınızın önüne
atlayan herkesin sağlığı yerinde olacak diye bir şey yok.
Elinizden geleni
yapın.
Kuvvetle muhtemel
asılacak ama pusuya düşürdüğü insanların
aileleri kasabaya gelip de ipte can vermesini görse iyi olurdu.
- Kadını teşvik eder
ya bu.
- Yardımcım.
Senden bu gece burada
kalmanı istiyorum.
Bayan O'Dwyer'a ne
gerekiyorsa yardımcı ol.
Her yeri kilitle ve
hanımefendinin işi bitince, evine kadar eşlik et.
Yedek yardımcımızın
olması sırf bunları yapsın diye değil mi?
Tabii, işleri
hallederim ben.
Birkaç saat daha
uyumam zaten.
Nick kalacak.
Senin dinlenmeni istiyorum.
Bugün çok iyi iş
çıkardın.
Adı var mı?
Buddy olduğunu
söyledi ama muhtemelen ya sevmediği, ya da ölen birinin ismidir.
Pekâlâ, kocama beni
beklememesini söyler misiniz acaba?
Burada kalıp ameliyat
sonrası hastanın ateşini izlemem gerek.
Peki hanımefendi.
Chicory.
Bekle biraz.
Tahmin ettiğimden
daha iyi oynamışım.
- Hem de çok daha iyi.
- Benim tarafımdan
bakıyorsun.
- İyi geceler.
- İyi geceler Bayan
O'Dwyer.
- İyi geceler.
- İyi geceler
hanımefendi.
Isınmaya başlamış.
- Parmağınızı suya
sokmasanız.
- Tabii hanımefendi,
özür dilerim.
- Haber verdiğin için
sağ olasın.
- Karını ödünç
verdiğin için sağ olasın.
Şerif Yardımcısı Nick
mi getirecek onu?
Öyle.
Karın nasıl?
Daha iyi.
Zatürree sanmıştık ama sadece ağır bir soğuk algınlığıymış
anlaşılan.
Sevindim, geçmiş
olsun dileklerimi iletirsiniz.
İletirim.
İyi geceler.
"Sevgili
Samantha, Bright Hope'da işler istediğin gibi gidiyordur " " Doktor
Taylor da az içiyordur umarım.”
"Şu anda
Wyoming'deyim.”
"Buraya
gelirkenki yolculuğumuz uzun ve zorluydu " " ve ustabaşının bazılarını
yola getirmesi " " bazılarını da işten atması gerekti " " bu
da kalanlar için işleri epey zorlaştırdı, özellikle bu buz gibi havada.”
"Bir süre,
hayvanların gece toplanmasından ben sorumluydum ve bayağı iyi düzenledim.”
"Uzun süre
çalıştığım zamanlarda " " diğer kovboyların yüzüne bakınca " "
baştan ayağa sefil hâlde olduklarını görebiliyordum.”
"Ama seninle
tanıştığımdan beri bunu eskisi gibi hissetmiyorum.”
"Bedenimin
tam merkezinde bir sıcaklık veriyorsun bana " " burada başıma ne
gelirse gelsin soğumuyor orası.”
"Geçen gün sınırdaki
tepeleri gördüm " " biçimleri bana seni anımsattı " " yatağın
kendi tarafında, yanıbaşımda yatarkenki hâlini.”
"Bazen seni
şelalelerde ve bulutlarda görüyorum " " hep yüzünde çok mutlu bir
ifade oluyor " " sanki ayrı kalmamız sona ermiş de " " aylar
sonra ilk defa dudaklarımız buluşacakmış gibi.”
Şiir değil ki bu.
Hiç de bile.
Vücudum pamuk gibi
hafif.
Sana biraz afyon
tentürü verdim.
- İşiniz bitti mi?
- Yarayı temizleyip
dikmem lazım.
Geliyorum hanımlar,
sakin olun.
Bay Wallington?
Siz misiniz?
Samantha, dönmedin mi
daha?
Sam?
Dün gece, kahvaltıyı ben
hazırlarım dedim o kadar.
- Sen gidip yatsana.
- Ben yapmak
istiyorum Frank.
- Bugün daha iyi
hissediyorum.
- Dün gece de iyi
hissediyordun.
Derdime deva oldun.
Bir de puf böreği
yapıyorsun.
Niyetim o yönde.
İyi de kaşıkları
nereye koydun?
Akla gelecek hiçbir
yerde yoklar.
Bu sorunun cevabını sen
verirsin diyordum.
Şerif Hunt?
- Sen misin Clarence?
- Benim.
Kapı açık.
Kahvaltımla arama
niye girdin bakayım.
Bir olay var da.
- Ciddi bir şey.
- Sizi yalnız
bırakayım.
- Anlat.
- Sabah tayımı tımar
etmeye çıktım yeni nal gerekiyordu, haraya
vardığımda seyisim Buford'ı gördüm yerde ölü yatıyordu, paramparça olmuştu.
- Hayvanlar mı yapmış?
- Bilmiyorum,
anlayamadım.
Beklemeye niyetim
yoktu.
Direk ofisinize
gittim yardımcılardan birine haber verecektim
ama içeri girdiğimde kimse yoktu.
- Kimse yok muydu?
- Hücrede bile mi?
- Yoktu efendim,
bomboştu.
Sokağa çıkıp
Chicory'yi çağır, benimle harada buluşun.
Tabii efendim.
Biraz uzaklaş.
Dinleyin!
Ben, Şerif Franklin
Hunt.
İçeride biri varsa, ya
hemen adını söyler ya da gördüğüm yerde
vururum.
Zavallı çocuk.
Wallington burada kaç
at bulundururdu?
Benim tayım hariç beş
tane vardı.
Mapusa dönelim.
- Kızılderililer mi?
- Öyle görünüyor ama sanmıyorum.
Profesörü bulup Bilge
Keçi'ye getir.
Ona şunu göster.
Yirmi dakikaya ben de
orada olurum.
- Bay O'Dwyer'la
konuşacak mısınız?
- Evet.
Şerif, karım hâlâ
hapiste mi?
İçeride konuşalım Bay
O'Dwyer.
Bir şey mi oldu?
- Oturabileceğiniz
bir yerde konuşalım.
- Burada, lafı
dolandırmadan söyleyin.
Bayan O'Dwyer
kaçırıldı.
Bence içeri girip
oturun.
- Konuşuruz - Kim kaçırdı?
Kızılderililer gibi
duruyor.
Nick'i de almışlar.
Bilge Keçi'de
toplanıp ne yapılabileceğini konuşacağız.
BİLGE KEÇİ Clarence?
Bay O'Dwyer, oturun
lütfen.
Gizzard, biraz kahve
yapabilir misin?
- Bir sorun mu var?
- Evet.
Onun kahvesine viski
de koy.
Şerif Hunt, atlarımla
ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Şu anda önceliğim
onlar değil.
- En iyi atlarımdı
onlar - Sessiz ol!
Atlarını bir daha
soracak olursan suratına tokadı yapıştırırım!
Benimle gelin Bay
Wallington, bardan özel şişenizi indireyim.
Uzmanımızı getirdim.
Bunu kim yapmış,
biliyor musun?
Bununla avlanan tek
bir grup var.
- Kim?
- İsimleri yok.
- Nasıl bir kabilenin
ismi olmaz?
- Dili olmayan bir
kabilenin.
Mağara adamları.
- Nerede olduklarını
biliyor musun?
- Aşağı yukarı bir
fikrim var.
- Bizi onlara götürür
müsün?
- Götürmem.
- Kızılderili olduğun
için mi?
- Öldürülmek
istemediğim için.
- Kendi halkından mı
korkuyorsun?
- Onlar bizden değil.
Onlar, kendi
annelerine tecavüz edip yiyen akraba evliliği, bozuk bir kandan geliyor.
- Ne peki onlar?
- İlkel insanlar.
Nasıl görünüyorlar?
Sizin gibiler, onları
Kızılderililerden ayırt edemez.
Tamamen başka bir şey
olmalarına rağmen.
Neden o seyisi
paramparça edip bırakmışlar ama diğerlerini almışlar?
Zencileri yemezler.
- Zehirli mi
sanıyorlar?
- Chicory.
- Nerede olduklarını
gösterir misin?
- Bölgelerine
girerseniz öldürürler Adam onu sormadı!
Yerlerini göster.
- Kararımızdan
dönmeyeceğiz.
- Bana batı
bölgesinin bir haritasını bulun.
Eski arazi tetkik haritası
vardı.
Bulabilecek misin
Gizzard?
Neden kocam, yani
belediye başkanı bu durumdan derhal haberdar edilmedi?
Şerif, git konuş dedi
de ihtiyarlığımdan unutmuşum.
- Buna inanmamı mı
bekliyorsun?
- Öyle umuyordum.
- Kızılderililer mi
yapmış?
İlkeller yapmış.
Şu boş alan, dağ
sırası oluyor.
Yasaklı bölge,
yüzyıllardır da öyledir.
Kuzeybatısında kalan
bir yerde de halkımın Aç Adam Vadisi dediği
yer vardır.
- İlkellerin orada
yaşadığı söylenir.
- Buradan birkaç gün
mesafede orası.
- Kaç tane vardır
sence?
- Fark etmez.
Kaç tane olurlarsa
olsunlar karşılarında şansınız yok.
Bay O'Dwyer'la at
üstünde yola düşüyoruz çünkü ikimizin
de başka bir çaresi yok.
Diğerleri burada
kalabilir.
Öldürürler sizi.
- Ben de geliyorum.
- Burada kalıp göz
kulak olman Olmaz, geliyorum dediysem
geliyorum.
Nick yok, yedek
dediğin bu vakitte gerek acil durumda
yardım etmek için, geride kalmak için değil.
Geliyorum işte.
- Tamam o zaman
ihtiyar.
- İntihar bu.
Toparlanıp, on beş
dakikaya sizinle mapusun önünde buluşurum.
Ben de öyle.
Karını getirip olaya
dahil eden bendim.
İkinize de karşı bir
sorumluluğum var.
Buradaki insanların
hepsini toplasan benim kadar Kızılderili öldürmemiştir.
Ne çirkin bir övünme
bu böyle.
Övünme değil, gerçek.
Gatesville'e telegraf
çekin, burada olanları haber verin.
Ben yokken işlerle
ilgilenmesi için birkaç memur göndersinler.
Başkana direk hitap
edin.
- Evet, edin.
- Birinin Buford'ı
gömmesi gerek.
- Bright Hope'da
akrabası yok.
- Dua okunup
gömülmesiyle ilgilenirim.
Minnettarım.
"İlkeller"
nasıl yazılıyordu, bilen var mı?
Telegraf için
soruyorum.
Yakında okuduğumu
duyacaksın.
Duygusuzca gelsin
istemem ama gerçekten hâlâ hayatta olduklarına
inanıyor musun?
Bu konuda tahmin
yürütmeyeceğim.
Kasaba şerifinin
sorumluluklarının da bir sınırı vardır.
- Öyle at üstünde
yasaklı - Lorna, gideceğim.
Başka çarem yok.
Bunu daha fazla
konuşmayalım.
Franklin.
Lütfen geri dön.
N'aber Greg?
Al bakalım.
Taze yaban
çiçeklerinden getirdim.
Başı dertte olan birkaç
iyi insan var.
Benim de onlar için elimden
geleni yapmam gerek.
Yani, burada
görüşürüz yine.
Ya da yukarılarda.
- Karımın ekipmanı mı
o?
- Öyle.
Ben taşırım.
Wallington'ın
atlarını bulamazsak sizin at, Bayan O'Dwyer'la ikinizi taşır mı?
- Onu ben taşırım.
- Güzel.
Gerekirse Nick de
benimle gelir, bu hayvan bayağı güçlü.
Bay O'Dwyer, bunu
size söylemem gerek ama alınmanızı istemem.
Beş günlük yolu, üç
günde gideceğiz.
Uzun süre atta olup,
çok az uyuyacağız.
Bu sürede, hem bu
hayvanlara, hem de kendimize bakmamız gerek.
Şu an kendimi
düşünmüyorum ben.
Düşünmediğinizi
bildiğim için böyle doğrudan konuşuyorum.
Atlarımız, oraya
varamadan ölürse veyahut düşman toprağına
zayıf ve yorgunluktan aklımız karışık girersek, kimseyi kurtaramayız.
O, mağara adamları
üzerindeki tek kozumuz daha akıllı
olmamız.
Bunu kaybetmemeye
çalışalım.
Onlar vahşilerin
elindeyken kamp kurmak kolay olmayacak Olmayacağını
biliyorum ama kendimizi toparlamamız gerek.
Kolay olmayacak.
- Dinamit getirdim.
- Kaç tane?
- Altı tane.
- Hiç yüzüne bakılası
at değilmiş bu.
Haydi, haydi!
- İnmene yardım
edeyim.
- Kendim yapabilirim.
Hoş bir şekilde olmaz
ama.
Acı, vücudunun
seninle konuşmasıdır.
Dinlesen iyi edersin.
- Bay O'Dwyer.
- Evet?
Karanlık çökmeden
karşımıza bir-iki gölet daha çıkacak mı?
Buranın batısında ne
var, hiç bilmiyorum.
O tarafa giden büyükbaş
izi falan da yok.
Burada dolduralım
mataraları.
Aklıma geldi, Noel
ağacını getirmeyi unuttum.
- Aranızda
sairfilmenam var mı?
- Bu özel bir mesele.
- Uyurgezer var mı,
diyor.
- Yok, bende yok.
- Bende de.
- Yok.
İyi.
Silahınız yanınızda
uyuyun, zili çalan ne varsa vurun.
Masum bir hayvan ya
da kaybolmuş biri olabilir.
Atlarımız öteye bağlı.
Bize gelen hayvan,
kesin avcıdır.
Karanlıkta, bir kampa
kendini tanıtmadan yaklaşan ya
suçludur, ya da vahşi.
Zil sesi duyarsanız silahınızı
doğrultup ateş edin.
Siz çekemeden ateş
etmiş olurum kesin ama sizi kurtarmama bel bağlamayın.
Bırak peşini.
Yapamam.
Kanun adamlarıyla
konuşurken lafına dikkat et özellikle
de şerifle.
Buranın reisi sen
değilsin.
Değilim ama
aranızdaki en akıllı adam benim ve
hayatta kalmamızı sağlamaya niyetliyim.
Buradaki en akıllı
sensin.
Bu da mı gerçek?
Öyle.
Şerif Hunt'ın karısı
var, Bay O'Dwyer'ın da öyle.
Sen de dulsun.
Öyle de, bunun
konumuzla ne alakası var?
Akıllı adam evlenmez.
Seni isteyen kadın
yok da ondan.
Tatlı yemeye davet
eden çok kadın oldu.
- Sırf Bright Hope'da
on bir tane.
- John, bu muhabbet
yetti artık.
Öyle diyorsan öyledir
kovboy.
- Yeter mi?
- Fazla bile.
- Emin misin?
- Evet.
- Önce üfle.
- Tabii, evet efendim.
Dua edelim.
Kutsa bizi Tanrım, almak
üzere olduğumuz bu nimetlerin ki bunlar
Ne zaman çıkıyoruz yola?
Uyanınca herkesi
uyandırırım.
Geceleri dört saatten
fazla uyumam.
Şerif?
Banyoda kitap okur
musun hiç?
Ne sorduğunu
anlamadım.
Sorduğum şu, küvete
oturup sıcak su içinde kitap okuyabilir
misin?
Hiç denemedim.
Elalemin yaptığını
duydum ama ben ne vakit denesem, kitap mahvoluyor.
Ya kitaba su sıçratıyorum
ya da sayfaları çevirirken ıslatıyorum.
Hatta bazılarını suya
düşürdüm.
Niye banyo yaparken
azimle edebi eser okumaya çalışıyorsun?
Sadece, hiçbir şey o
küvette öylece oturmanın tadını vermiyor
ama sürekli ayak parmaklarına bakmak, sıkıyor bir müddet sonra.
Niye nota
sehpalarından almıyorsun?
Orkestradakilerin ya
da koro yönetmeninin kullandıklarından.
İyi fikirmiş bak.
Kitabı ona koyup küvetin
yanına getirirsin.
Yanında bir de havlu
bulundurursun, böylece sayfaları çevirmeden önce parmaklarını kurutabilirsin.
Döner dönmez, ilk iş
o sehpalardan bir tane alacağım.
Bay Brooder böyle bir
çözüm bulamazdı kesin.
- İyi geceler ihtiyar.
- İyi geceler.
Yedek yardımcının,
Bay O'Dwyer'ın davranışlarıyla ilgili resmi
görüşü şüpheli olduğu yönünde.
Aklında bir sürü şey
var.
- Şu dürbünü alabilir
miyim?
- Kırarsan, Hamburg'a
gidip yenisini alacak mısın?
- Tabii ki alırım.
Peter şnitzeli sever
zaten.
Kendim bakarım.
Ne görüyorsun?
Ağaçta bir yılan var.
Ne tür bir yılan?
Mefta türden.
Tanrım, Allah
kahretsin!
Kusura bakma.
Lanet olsun, lanet
olsun!
- Zamanını
biliyorsun, değil mi?
- Evet efendim.
Brooder, araya girme.
Girmem.
- Bacağın nasıl?
- Şişmiş.
- İltihap kapmış gibi
duruyor mu?
- Sanmam.
Bu gece kamp yapınca
Chicory bir baksın.
Savaşta ameliyat
yapmışlığı var.
- Kendim ilgilenirim.
- Şu afyon tentürüyle
mi?
Eşyalarımı mı
karıştırdın, karımın eşyalarını mı?
- Karıştırdım.
- Karıştırmaman
gerekirdi!
Ver şunu geri salak
herif!
Chicory'ye hakaret
etme, sadece emri uyguluyor.
- Şimdi şu şişeyi ver.
- Almaya hakkın yok.
Onu kullanırsan
yakında eğerden düşersin.
Bu kazayı önlemeye
çalışıyorum.
Almadım hiç.
Karının eşyalarını
karıştırdığım için özür dilerim.
Verecek misin şişeyi?
Bay O'Dwyer en önden
gidiyor.
- Bay Kory.
- Bana Chicory de.
Chicory sana saldırdığım için özür dilerim.
Karım da eskiden salak
herif derdi bana.
Hoşuma bile gitti.
Brooder.
Dürbünle bir bak.
Konaklamamız yakındır.
Etrafı gözetlerim.
- Şerif.
- İhtiyar?
Dünyanın yuvarlak
olması gerektiğini biliyorum ama
buradan pek emin değilim.
Tamamen hissiz.
O iltihap, kangrene
dönebilir mi?
İki türlü de olabilir.
- Birinin bacağını
kestin mi hiç?
- Evet.
Savaştayken.
Ama düzgün yapılsa
bile pek şansı yok.
Son günlerini geçirmek
için acayip sefil bir yol gibi.
En beteri.
Sakin olun beyler,
sakin olun.
- Korkmayın, dostum
ben.
- Değilsin.
- Yabancısın ve
sinsisin.
- Kendimi
tanıtacaktım zaten.
Bir kibrit yak da
seni doğru düzgün görebilelim yoksa
ortalığı silahlarımızla aydınlatırız.
Arkamızı kollayın.
Bir saniye lütfen.
- Benim adım Ramiro.
- Yanında birileri
var mı?
- Ortağım var.
- Söyle, o da kibrit
yaksın.
Dediklerini yap.
- Tek o mu var?
- Tek o var.
Etrafta başkalarını
görürsek ikinizi de infaz ederiz.
Doğruyu söylüyorum, kendimi
tanıtacaktım zaten.
Sessiz olup
silahlarınızı atın.
Ortağımın silahı yok.
Öne gelin.
O kibritleri
düşürmeyin.
Kamp ateşini canlandırabilecek
misin, bir bak.
Lanet olsun!
Memurum, silahını
indir.
Silahını kılıfına sok.
Vurmak için sebebin
yoktu.
Yağmacılar için keşfe
gelmişlerdi.
- Ya da hırsızdırlar.
- Bunu bilemezsin.
Öyle ya da böyle,
onlardan bilgi almak isterdim.
Her şeyi bırak, hangi
yılda olduğumuzu bile söylemezlerdi.
- Adam sorgulamayı
bilirim.
- Sistemi var.
Her şeyimizi toplayıp
başka bir yerde, savunabileceğimiz bir yerde
ateş yakmadan kamp kurmamız gerek.
Benim ahlâkımı
sorgulamak istiyorsan, sonraya bırak.
Sorgulayacak bir şey
yok.
Ne oldu?
Bay Brooder az önce iki Meksikalıya aşikâr kaderin anlamını öğretti.
Hak ettiler mi?
Bilmiyorum.
Kampı topluyor muyuz?
Yok, sen uyumaya
devam et.
Ayaklanınca ben seni Yemek istiyorsan ayrı tabii.
Al bakalım, sana
domuz etiyle bezelye ayırdık.
Sağ olasın.
Silahları var mıydı?
Gibi gibi.
Saat kaç?
Dokuz gibi ama sanki bir
hafta geçmiş gibi.
Bir yer gördüm.
Bir tarafı kapalı.
Kâfi gelir.
O Meksikalıları
vurmaman gerekirdi.
Duydun mu Brooder?
Bu yaptığın doğru
değildi.
Yat artık eski
toprak.
- Birinin boynunda
haç vardı.
- İsa yardım
etseydi o zaman.
Tam da şu sıralar
Tanrı'nın dikkatini üstüne çekmemen gerekir.
- Pek umursadığım
söylenemez.
- Sessiz olun!
Elimize geçen her bir
dakikayı uyuyarak değerlendirmeliyiz.
Durumumuz hâli
hazırda kötü zaten.
- Yanlış etti işte - Memurum.
Evet efendim.
Pusu kurmuşlar!
Lanet olsun!
Atları aldılar!
Kurşun harcamayın.
Çok uzaklaştılar.
Nasıl oldu da hepsini
alabildiler anlamıyorum.
Saucy, o
Meksikalıları sırtına almazdı katiyyen.
Bağnazlık eğitimi mi
verdin ona?
Kızım hem akıllı, hem
de sadıktı.
John.
Seninki direnmiş
anlaşılan.
Geliyorum.
Hizmetlerin için
minnettarım.
Gerekli şeyleri
toparlayıp kalanını gömmemiz gerek.
Uyuyacak olduğumuz
zaman gündüz vakti uyumalı, bu vakitlerde değil.
Bay O'Dwyer, vadi yürüyerek
en az iki gün mesafede.
Ayak uydurmaya
çalışırım.
Geride kalırsam siz
uyurken yetişirim.
Pekâlâ.
Brooder, yanına
sadece en gerekli eşyalarını al.
- Alırım.
- Saucy için üzgünüm.
Evet efendim, çok
kaliteli attı.
Sağ olun.
Senin eşyalarını biz
taşıyacağız.
Ayaklan, bizden önde
git.
Toplarken karımın tıbbî
malzemelerini unutmayın.
Unutmayız.
Bundan böyle yollara
dikkat et.
Bir kötü düşecek
olsan bacağından olabilirsin.
Eşkıyalara karşı
gözünü dört aç.
Mississippi'deyken
Nadine'le tek bacaklı, koltuk değnekli
bir sakatın normal biriyle yarışıp kazandığını gördük.
Bir ön, bir arka
yaparak uzun uzun, sarkaç misali
atlıyordu.
Alışılmadık derecede
hızlıydı, evet.
Yaralı bir bacakla
aynı şey değil bu.
Sadece olasılıklara dikkatini
çekeyim demiştim.
Bay O'Dwyer!
- İyi misiniz?
- İyiyim ben!
Acaba Peter, Meksika yemeklerini
sevecek mi?
Tamales sever diyorum
mesela.
Biri acı biber
verecek olursa suratına çifteyi yer.
Yorulmadın mı?
Hiç de bile!
Bu ovalarda yük katırıymış gibi davranıyorum.
Ağzını açıp kapamanı hiç
etkilemiyor mu bu?
Bunun yerine yorgun
ayak sesleriyle bir avuç erkeğin soluk
alıp verişini dinlemeyi mi yeğlerdiniz?
Öyle daha kötü olur.
- Siz devam edin, ben
yetişirim.
- Emin misin?
Başka çarem yok.
Arada bir gittiğiniz
yola dört taşla işaret koyun kâfi.
- Koyarız.
- Al bakalım.
Bizi izleyeceksen al
şunu.
Biz Brooder'ın
dürbününü kullanırız.
Peter, Meksikalı
kadınları sevmeyi öğrenecektir bence.
Atı kıskanmaya
başladım.
Ben Arthur O'Dwyer!
Kampa doğru geliyorum!
Vurmayız, neredeyse
kesin.
Tuzak ipe dikkat et.
Birkaç saattir
buradayız.
Alacakaranlıkta yola
düşeceğiz.
O vakit
uyandırırsınız.
Gitme vakti.
Bay Brooder.
Bay Brooder bir gölet
buldu, biz de mataralarınızı doldurduk.
El çantana da biraz
erzak koyduk.
Enerji verecek bir
sürü yiyecek peynir, fındık, biraz da
biftek gibi.
- Sağ olun.
- Bay O'Dwyer.
- Şerif?
Yoldan şaşmaman için,
geçtiğimiz yerlere dört taşla iz bırakacağız.
Yok, hayır.
Ben de sizinle
geliyorum.
Kendi hızınızla
izleyin bizi.
Buluşamadan varacak
olursak Bayan O'Dwyer'a kur yapmaktan kendimi
alıkoymaya çalışırım.
Tanrım!
Karımla ilgili öyle
konuşma!
Onda gözün vardı,
biliyorum!
Bu, yıllar önceydi ve
kendisi beni reddetti.
Burada, ikiniz için
hayatımı tehlikeye attığıma göre arada
bir gönderme yapma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.
Hakkın yok ama!
O benim her şeyimdi.
O vahşiler onu
kaçırdılar Tanrı bilir, ona neler
yapıyorlardır ve oyalandığımız her bir
saniyede Git buradan.
Lanet olsun.
Tanrım!
Tıbbî malzemelerimi
çıkarır mısınız?
Kıpırdama, bir
bakayım.
Ne kadar kötü?
Bay O'Dwyer, geride
kalıyorsunuz.
Hayır, sizinle
geliyorum.
- Gelemezsiniz.
- Bal gibi de gelirim.
Değneğimi geri getir.
O bacağı göz ardı
edemeyiz, burada kalıyorsunuz.
Otoritenize de,
işleri yapma şeklinize de lanet olsun!
Bright Hope'da o
gezgini vurmayacak ve karımı işe dahil etmeyecektiniz.
Brooder da o
Meksikalıları infaz edip işleri daha beter hâle getirmeyecekti.
Meksikalılarla
işimizin nasıl gideceğini de gezgini
salsam ne olacağını da bilemem doğrusu.
Ama bu noktaya geldik
işte.
Bu bacakla bir yere
gidemezsin.
Ameliyat olman lazım.
Bay O'Dwyer.
Şuna bir bak.
Chicory'nin o O bacağı kesmesi gerekecek.
- Hayır, hayır.
- Kesmezsek kangren
olacaksın Hayır, olmaz.
Hayır, karar bana
kalmış, size değil!
Ben de olmaz diyorum!
Hayır!
Olmaz.
- Yerine oturtabilir
misin?
- Oturtabilirim.
Kararın buysa, öyle
olsun madem.
Takip etmem için taş
bırakır mısınız?
Olur da başınıza bir
şey gelirse diye.
Yolumuzu işaretlerim.
Sağ olun.
Ameliyat
yapabileceğin kadar ver yeter.
Bir ay sonra uyanmak
istemiyorum.
Kalanını da yanınıza
alın, olur da karıma lazım olursa diye ya
da Şerif Yardımcısı Nick'e.
Viski matarasına
biraz koyar, kalanını da sana bırakırım.
Ama günde bir
kaşıktan fazlasını alma.
Siz giderken uyanık
olur muyum, bilmiyorum o yüzden, size
celallendiğim için özür dilemek isterim.
- Genelde kolay kolay
asabileşmem.
- Biliyoruz.
- Kendine çok
yüklenme.
- Bence işleri
ilginçleştirmişti zaten.
Yaptıklarınız için
minettarım.
Minnet duymadığımı
sanmayın.
Karımı güvende tutun
yeter.
Bayan O'Dwyer'ı
kurtarmadan geri dönmeyiz.
- İlaç etkisini
gösterdi mi?
- Ellerim
karıncalanıyor.
Arkana yat.
Başını şuraya koy.
Bastır onu.
Tentürün faydası
dokunur ama bunun girişini
hissedeceksin.
Görüşmek üzere kovboy.
- Hayatta kalabilecek
mi?
- İhtimal dahilinde.
Duydunuz mu bunu?
Ne duydun?
Kesildi, bekle biraz.
Gaipten sesler
duyuyorum sanıyordum.
Kaçırılmanın olduğu
gün, Bright Hope'da bu sesleri duyduğuma gayet eminim.
İşaret gibi sanki.
Uyarı da olabilir.
Silahlarınızı kontrol
edin.
Yerimizi gördüler.
Yedek yardımcı olarak
resmi görüşüm taşlardan iz bırakmanın yedek
yardımcının görevi olduğu yönünde.
Ona ben yaparım
demiştim.
- Yine mi o bu?
- Evet.
Öncekinden daha
uzakta gibi.
- Korkmuşlardır belki.
- Bizden mi?
Hayır.
- Onlardan kaç tane
öldürdün gerçekten?
- Yeterince değil.
Hepsi şu cesur
savaşçılardan mıydı?
Çoğu.
- Bazısı cesur değil
miydi?
- Bazıları erkek
değildi.
Kadın da olsa
Kızılderili, Kızılderilidir.
Yayı da, mızrağı da
kullanmasını bilir, çocukları da öyle.
Onlardan niye bu
kadar nefret ediyorsun?
Annemle kız
kardeşlerime sormalısın.
- Tanışmadık hiç
onlarla.
- Aynen öyle,
tanışmadınız.
- Kızılderililer
öldürdü, öyle mi?
- Adamı rahat bırak
ihtiyar.
Böyle bir olay, on
yaşındaki bir çocuğun üstünde kayda değer bir etki bırakıyor.
Onlara olanlar için
üzgünüm ama bir kadını ya da çocuğu
öldürebileceğimi sanmam böyle bir şey
olsa bile - Memurum.
Şu ağzını kapatabilmen
mümkün mü?
- Görüyor musun?
- Birkaç tane
görüyorum.
Hangisi Aç Adam
Vadisi, ayırt edebiliyor musun?
Edemiyorum.
- Dürbününle bana
güveniyor musun?
- Kullanışını gördüm.
Ben - Aman Tanrım!
- Ne oldu?
Ne oldu?
Ah keşke rodeoya
gittiğimde yanımda bu olsaydı.
- Netliğiyle - Vadileri görüyor musun?
Birkaç tane görüyorum.
Hepsi aynı görünüyor.
Şerif Hunt da
deneyebilir mi?
Deneyebilir.
Bence en yakındakiyle
başlayalım.
Önden ben giderim.
İkinizden biri,
dürbünle ardımızı gözlesin.
Bir şey görür ya da
duyacak olursan ateş etmeden önce bize
göster.
- Gösteririm.
Şartları aleyhime döndürmeyeceği
müddetçe.
Brooder, buraya
birilerini kurtarmaya geldik, katliam yapmaya değil.
- At izleri.
- Bay
Wallington'unkiler mi, bizimkiler mi?
Bir nalı eksik, ufak
bir at var mı bir bak.
İşte burada.
- Clarence'ın tayı mı
sence o?
- Emin sayılrıım.
Yönümüzü
değiştireceğiz demek bu.
- Haydi bakalım.
- Evet.
Batınızdaki izler
oraya gidiyor.
Hataları burada.
Burası mı yani?
Emin olunca bir
işaret gönderirim.
Otuz saniye benden
haber almazsanız, gidin.
İşaret ne peki?
İçeride bir
hareketlilik görüyor musun?
Chicory.
Bağla şunu.
Silah lazım bana.
Bana dinamit bırakın ve ben kullanana kadar dönmeyin.
Sakat yaşayamayacak
kadar kibirliyim.
Burası benim
ayrıldığım nokta.
Bir puro iyi giderdi.
Sorunun cevabı yüz on altı.
Yüz on altı
Kızılderili öldürdün, öyle mi?
Elveda Bay Brooder.
Bunların beyhude
olmadığına emin olacağız.
Olun lütfen.
Elimden en fazla kaç
tanesi geliyorsa öldüreceğim.
Yola düşmemiz Şerif Hunt?
Bay Kory?
- Bayan O'Dwyer, siz - Girmezseniz öldürürler sizi.
Girin!
Bayan O'Dwyer.
- Yaralı mısınız?
- Hayattayım işte.
Yanınızdaki Nick mi?
Durumu iyi değil.
- Peki ya şu gezgin?
- Yediler onu.
Hayır, o olmaz.
Cehennemdeyiz.
- Onu almayın!
- Nick!
Uyan!
Yapmayın bunu.
Bunu yapmayın, n'olur!
Nick!
Uyan!
Lanet olsun Nick!
Uyansana!
Lanet olası vahşiler.
Haydi ihtiyar!
Buradan çıkmamız
gerek, haydi!
İt!
Daha kuvvetli!
Daha kuvvetli it
ihtiyar!
Chicory, bağla şunu.
Şerif Hunt, orada
mısınız?
Buradayım Nick,
yanıbaşındayım.
Şu gezginle ilgili
haklıymışsınız.
Bir sürü kişiyi
öldürmüş.
Uykularında katletmiş
hepsini sonra da soymuş.
Adı Purvis'miş.
Sonra da bu şeylerin
mezarlıklarına saygısızlık mı etmiş, ne!
Kızılderili midir,
neyse artık bunlar.
Ölmeden evvel hepsini
anlattı.
Söylediğin için sağ
ol.
- O adam ölmeyi hak
etti.
- Peki.
Eşyalarımı Michigan'a
geri gönderir misiniz?
- Onların çoğu
kardeşlerimin.
- Gönderirim.
Sağ olun.
Hayır, hayır!
Nick, dinle beni.
Bu vahşilerin hepsi katledilecek, bunu bilmeni istiyorum.
Gatesville'den bir
süvari buraya doğru geliyor şu an.
Bu tanrıtanımaz
varlıkların her birini gebertecekler.
Gerçek değil, değil
mi?
O söylediklerin?
- Ne?
- Şu süvarilerle
ilgili şeyler.
Hayır, değildi.
Gizli bir yedek
planın olabilir demiştim de.
- Kusura bakma
ihtiyar.
- Niye dedin o hâlde?
Bana yapsalardı bunu,
duymak istediğim tek şey bu olurdu.
- İntikamınızın
alınacağı mı?
- Kocama ne oldu?
Öldü mü?
Yaşıyor.
Arthur, o olmadan
kurtarmaya kalkmanıza izin vermezdi.
O da bizimle geldi,
ancak bir gün önce yaralandı.
İyileşme döneminde şu
an.
Ama onun için bir iz
bıraktık gelirken.
Niye yaptınız bunu?
- Bizi izlesin diye.
- Chicory!
Buraya mı?
Bu yere mi?
Buranın nasıl
olduğunu bilmiyorduk.
Yeni yerleşimcilerin
hayatı bu yüzden zor işte.
Kızılderililer ya da ortam
koşulları değil aptallar yüzünden!
- Özür dilerim
hanımefendi.
- Özür dileriz.
Aptalsınız!
Arthur'un da aşağı
kalır yanı yok, o kadar çatıya çıkma demiştim
Gelmemesini söyledim ama Adam
kararlıydı.
O buraya gelmeden
evvel elimizden geleni yapmalıyız ki onlara
karşı bir şansı olsun.
İki tanesini öldürdük
zaten.
- Brooder da birini
öldürdü.
- Üç o hâlde.
Bayan O'Dwyer bu toplulukta kaç kişi var, bilginiz var mı
acaba?
Bayan O'Dwyer?
On iki erkek, belki
daha fazla.
İki de hamile kadın
var, hem kör, hem sakatlar.
Pekâlâ.
Şu viski matarası
hâlâ yanında mı?
Evet.
Yanımda.
Ama içinde tentür var.
- Yanınızda afyon
tentürü mü var?
- Var.
İki parmak kadarıyla kaç
tanesini zehirleyebiliriz?
Koca James, kaçan
inek var mı diye bir bakıver.
Canına yandığımın
yamacı!
Beni
durduramayacaksın.
Canına yandığımın
tentürü.
İzliyor musun?
Bunları görüyor musun?
Hayatım boyunca bunun
için dua ettim, şu zamanımda yardım etmen için.
Şerif.
Bırak biraz, bırak da
son bir kez içeyim.
Biraz bırak dibinde.
Tadına bakayım yeter.
Tamam, al.
Hayır, hayır.
İç onu.
Tadı, insan etinden daha
iyi olsa gerek.
Lanet olsun.
Başında kurt kafatası
olan uzun bir süre için bilincini
yitirecek ama yaşayabilir.
İkincisi ölecek üçüncüsüneyse bir şey olmayacak.
- Tamam.
- İki tane de hiç
yoktan iyidir.
Yani, kocamın en az
yedi tanesiyle başa çıkması gerekecek.
Yaban domuzu dişiyle gezen
herif de dahil.
Arthur O'Dwyer azimli
adam.
Sakat aynı zamanda.
Mücevher mi o?
Lanet olası canavar.
İşlerin sarpa sardığı
yer burası.
Arka yol.
Görüyor musun bunu?
- Bayan O'Dwyer?
- Evet?
Sizi kaçırdıklarından
beri bir şey yediniz mi?
Az biraz.
Birkaç günü geçti size verdikleri şu kuştan biraz yemeye
çalışmalısınız.
Niye?
Vücudunuzun besine
ihtiyacı var.
Zayıflamamızı
istemezler.
Şu pire sirkini çok
düşünür oldum.
Bright Hope'a gelen
bir tane vardı, hatırlar mısın?
- Hatırlıyorum.
- Gitmiş miydin?
- Gidememiştim.
- Ben Nadine'le
gitmiştim.
İki Avrupalı adam
yönetiyordu.
Kardeştiler,
muhtemelen tek yumurta ikiziydiler ama
biri, diğerinden otuz santim kadar kısaydı
o yüzden olmayabilirler de.
Adlarını
hatırlamıyorum ama.
Sandersonlar.
- İzlemiş miydiniz?
- Arthur gitmek
istemişti.
Sizin düşünceniz ne
bilmem ama karım, hepsi numara demişti.
Kardeşler bize o
büyüteçleri verdiğinde ve o pirelerin,
o küçük posta arabasını depoya çektiğini
ya da o minik topları yuvarlayıp savaş
alanına götürdüklerini gördüğümüzde bile
karım, o pireler ölü demişti.
Saat ya da kurmalı
araçlar gibi kendi kendine oynayan mekanik bir düzenekmiş.
Yine de ben gerçek
olduğunu düşünüyordum, ona da dedim "O
kadar sesli konuşma, göstericiler duyacak" dedim.
Çünkü pirelerin nasıl
duyduklarını bilmiyordum ya da köpekler
gibi, sesteki iyiliği anlayıp anlamadıklarını.
Köpek kanı
içiyorlardı, olabilir yani.
Bence gerçekti.
O pirelerin
yaşadığına ve yetenekli olduklarına inanıyorum.
Çoğu pire sirkinde
numara yaparlar ama Sandersonlar
gerçek, canlı pireler kullanıyorlar.
Gerçek olduğunu
biliyordum!
Hissetmiştim.
Onayladığın için çok
teşekkür ederim.
Rica ederim.
- Çözdüler galiba.
- Öyle gibi.
Şerif!
Uyan!
Uyan!
Şerif!
Şerif, kalk ayağa!
Kalk!
İntikamının
alındığına emin olacağım, merak etme!
Şerif, intikamını
alacağım!
Alacağım, bundan emin
ol!
Salak herif, yeniden doldurmayı
bilmiyor!
Arthur!
Burada bir tane Arthur!
Kaç tanesini öldürdün?
Bu hariç, üç tanesini.
O vakit, en az üç
tane daha var buralarda bir yerlerde.
- Brooder?
- Öldü.
- Yaşayacak mısın
şerif?
- Hayır.
- Emin misin?
- Evet.
- Memurum.
- Evet efendim?
Ben burada kalıyorum.
Bütün erkeklerin
işini bitirme niyetindeyim sonuçta
Bright Hope'u biliyorlar.
Senden O'Dwyerlara
evlerine kadar eşlik etmeni istiyorum.
- Sağ salim
ulaştıklarına emin ol.
- Evet efendim.
- Bacağın nasıl?
- Chicory'ye yardım
et.
Şerif.
Senin için
yapabileceğim bir şey var mı?
Şu tüfeği elime koy.
Geldiğin yerden çıkın.
Oyalanmayın.
- Teşekkür ederim.
- Bayan O'Dwyer.
Bay O'Dwyer'la konuş.
Evet efendim.
Yedek yardımcının
resmi görüşü onunla konuşmanın iyi bir
fikir olduğu yönünde.
Karıma veda ettiğimi
söyle.
Ben de seninkine
selamını götürürüm.
Evet efendim.
Gidelim.
- İyi misin?
- Evet.
Doğru düzgün öpüşmek
isterdim ama ağzına tuttuğun o şey var
ya.
- Oldu mu?
- Evet.
- Silah sesi miydi
onlar?
- Öyle.
Haydi gidelim.
- Devam edebilecek
misin?
- Evet, haydi gidelim.
« Prev Post
Next Post »