Print Friendly and PDF

Translate

Bir Başkanın Ölümü (2006) Death of a President

|


97 dk
Yönetmen:Gabriel Range
Senaryo:Gabriel Range, Simon Finch
Ülke:İngiltere 
Tür:Suç, Dram, Gizem
Vizyon Tarihi:06 Nisan 2007 (Türkiye)
Dil:İngilizce, Arapça
Müzik:Richard Harvey
Oyuncular: Hend Ayoub, Becky Ann Baker,
Brian Boland, Michael Reilly Burke

Özet

'BİR BAŞKANIN ÖLÜMÜ' 2008 yılında yayınlanan kurmaca bir film olarak tasarlandı. Konusu, 19 Ekim 2007 tarihinde ABD Başkanı George W. Bush'un bir suikaste kurban gitmesi. Bu "belgesel", arşiv görüntüleri ve röportajların son derece profesyonelce bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Heyecan verici bir atmosfere sahip olan film, gerçeğin çarpıtılmasıyla ortaya çıkan daha büyük bir gerçeği anlatmaktadır. Bu öykü, Oliver Stone gibi yönetmenlerin gerçeklere ve tarihe sansasyonel yaklaşımlarının eğlencenin ötesine de taşınabileceğinin en güzel kanıtı. Kim tarihi yeniden yazmak istemez ki? Üstelik herkesin inanacağı kadar gerçekçi bir biçimde. Bunun mümkün olduğunun kanıtı "BİR BAŞKANIN ÖLÜMÜ"dür.

Alt yazı

Beyaz Saray, ABD Hükümeti veya Chicago Polis Departmanı da dahil olmak üzere, bu kurgu filmde yer alan hiçbir gerçek kişi, kurum ya da kuruluşun ne film ne de filmin yapımcıları ile bağlantısı vardır.
 Filmin içeriğine dair bir onay vermemişlerdir.
 Teröristlerin 11 Eylül günü yaptıklarını gördüğümde ağladım.
 Amerikalılar nasıl ağladılarsa ben de öyle ağladım.
 Üç gün boyunca CNN'i izledim.
 Yaptıklarına inanamıyordum.
 Ülkemdeki pek çok insanın şöyle dediğine eminim  "Ne olmuş yani?
 Amerikalılar hep istikrar ve güven içinde yaşadılar.
 Bizim hayat boyu taşıdığımız korkuyu bir defa da onlar tatsa ne olur?
" Ancak bu insanlar ileriyi düşünemiyor ya da göremiyorlar.
 Suikastçıyla konuşabilseydim ona şunu sorardım: "Bir saniye olsun durup düşünmedin mi?
 Silah elindeyken, parmağın tetikteyken, nasıl oldu da yapacaklarının sonuçlarını düşünemedin?
 Bunun oğluna neye mal olacağını düşünemedin mi?
 Amerika'ya?
 Kendi ülkene?
 Hiç mi umursamadın?
" BİR BAŞKANIN ÖLÜMÜ
19 Ekim 2007 Chicago O'Hare Havaalanı Başkan Bush, işadamlarına bir konuşma yapmak üzere bu akşam Chicago'da.
 Savaş karşıtları, ziyaretine denk getirdikleri protestonun, Irak işgalinden beri en geniş katılımlı eylem olmasını umuyor.
 Uzmanlara göre bu gezide Başkan'ın güvenliğini sağlamak 1,5 milyon dolara mal olacak.
 Başkan bana dönüp "Başlıyoruz, Larry" dedi ve dışarı çıktı.
 Çoğu insan uçak indiğinde rahatlar.
 Ancak bizim asıl görevimiz bu noktada başlar ve gerilim giderek artar.
 İlgilenmeniz gereken milyonlarca şey kafanıza üşüşür.
 Göreve hazırlanırsınız.
 Emrimdeki ajanlar, o bölgeye iki hafta öncesinden gitmişti.
 Chicago Polis Departmanı'yla birlikte çalışıyorlardı.
 İstihbaratımız FBI ile ilişkideydi.
 Gezi raporları üzerinde çalışmıştık.
 Hepimizin cebinde bir tane vardı.
 Her ziyaret durağı için sürekli gözden geçiriyorduk.
 Tahliye hatları, bina güvenliği, destek kuvvetler, tıbbi yardım  Hepsi de defalarca gözden geçirilmişti.
 Chicago protestolar açısından zorlu bir şehirdir.
 Tıpkı Portland ve Seattle gibi.
 Başkanı olabildiğince çabuk şekilde getirip geri götürmeye odaklanmıştım.
 Onu Sheraton'a götürecek, konuşmasından sonra da O'Hare Havaalanı'ndan aynı gün 20.
45'de ayrılacaktık.
 Chicago'ya varınca Başkan Bush'la aynı limuzinde yolculuk ettim.
 Çalışmaya biraz daha devam ettik.
 Bu çok ender olurdu.
 Chicago'ya ekonomiden konuşmak için gelmişti.
 Bir gece önce konuşmasının üzerinden son bir kez geçmiştim.
 Okuyup "Ellie, bunun üzerinde biraz daha çalışmalıyız" dedi.
 Ekonomimiz zor durumdaydı.
 Petrol fiyatları tavan yapmıştı.
 Irak politikamız yüzünden her taraftan muhalefete uğruyorduk.
 Ama o, her zamanki gibi, politikamızın doğruluğundan emindi.
 Zamanla bu anlaşılacaktı.
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 Chicago Bush'tan nefret ediyor!
 DÜNYA BEKLEYEMEZ BUSH REJİMİNDEN KURTULUN!
 Başkan'ın Chicago gibi bir şehre gelmesini sır olarak saklayamazsınız.
 Birçok aktivist grubun organize olmak için yeterince zamanı vardı.
 Birleşip protesto gösterileri yapmak anayasal bir hak.
 Üstelik bu onların hakkı ve bu hakkı da kullanacaklardır.
 Ancak bu gezide beni asıl kaygılandıran şey, topluluğun arasına karışmış militan grupların varlığıydı.
 Güvenlik tehdidi oluşturan saldırgan kişiler yani.
 Basının oraya yönlendirilmiştim.
 Benim aracım, sanırım Başkan'ın limuzininin üç araç gerisindeydi.
 Beyaz Saray korumalarına rağmen işler çığırından çıkmıştı.
 Bush'un gittiği her yerde protestolarla karşılaşırdık.
 Ancak bu defaki farklıydı.
 Bu defa karşılaştığımız şey, gerçek bir nefretti.
 Beyaz Saray'ın ilgilenmesi gereken birçok mesele vardı.
 Irak, Kore, İran ve iç meseleler.
 Sanki herkes bu sorunlardan Bush'u sorumlu tutuyordu.
 La Salle'ın köşesini dönünce, protestocuların ve polislerin sayısını gördüm.
 "Onları kontrol etmeleri olanaksız" diye düşündüm.
 Anayasa'nın Birinci Düzenlemesi'nin en önemli iki sözcüğü  "barışçıl" ve "yasalara saygılı"dır.
 Bu insanlar bariyerleri aşıyor, saldırganlaşıyordu.
 Böyle davranarak kendilerinin, çevredekilerin ve en önemlisi  ABD Başkanı'nın güvenliğini tehlikeye atıyorlardı.
 Böyle bir durumda güç kullanmak zorunda kalırsınız.
 Orada da yapılması gereken buydu.
 Herkesin gösteri yapma hakkına saygı duyuyorum.
 Ancak birileri Başkan'a bu derece yaklaşırsa, artık bir gösteri söz konusu değildir.
 Bu bir tehdittir.
 Konvoyun durması, acil durum var demektir.
 Hatta araçtaki ajanlara silahlarını hazırlamalarını söyledim.
 Bunun gibi bir şeyle hiç karşılaşmamıştım.
 İnsanlar Başkan'ın arabasına dokunuyorlardı.
 Bu çok büyük bir güvenlik ihlali idi.
 Başkan'la çalıştığım süre içerisinde karşılaştığım en kızgın protestocu topluluğuydu.
 Dehşete kapılmıştım.
 Başkan ise olabildiğince sakin gözüküyordu.
 Bana "Düşündüklerini ifade etmelerine bir şey dediğim yok, ancak keşke daha sakin olabilselerdi" dedi.
 Konvoyu çevreleyen güvenlik güçlerinin sayısını artırmıştık.
 Ancak yine de sayıca protestoculardan azdık.
 Benim için bu iş, kalp ameliyatı gibidir.
 Ana arter tıkandığında, hemen farklı bir kanal açmalısınız.
 Yoksa ciddi bir sorunla karşılaşırsınız.
 Bizim yaptığımız da buydu.
 Gereğinde kullanabileceğimiz beş farklı yol belirlemiştik.
 Bu yollardan birini kullandık ve konvoya katıldık.
 Protestocuları dağıtıp yolu açmalıydık.
 Bunu yapmayı başardık.
 Onu otele ulaştırdığımızda çok rahatladım.
 Dışarıya göre otel güvenli bir yerdi.
 Tüm binanın etrafı çevrilmişti.
 Etraftaki yüksek binalar beni biraz endişelendirmişti.
 Ancak çevredeki tüm binalarda güvenliği sağlamıştık.
 Girişte birkaç aşamalı kimlik kontrolü vardı.
 Protestocular, Cumhuriyetçi Parti destekçisi veya  muhabirmiş gibi içeri sızıp olay çıkarmasın diye.
 Ölümleri durdurun, bombalamayı kesin, işkenceyi durdurun ve yalanlara dayandırdığınız savaşın bedelini bize ödetmeye son verin.
 Saat beşte, Monroe ve La Salle'da iki grup oluşturun.
 Gecikmeyelim yoksa onu kaçırırız.
 N'apıyorsun sen be!
 Konvoyun başına gelenlerden sonra, protestocuların arasına memurlarımızdan yollayıp grup liderlerini belirlemeye çalıştık.
 Federal Plaza'da birini durdurduk.
 Gizli ajanlarımız onu gözaltına aldı.
 Çünkü Başkan'ın programı hakkında gereğinden fazla şey biliyordu.
 Ne yazık ki tutuklanması için yeterli sebep bulamadık.
 Güvenliği aşmak isteyenlerden biri diye endişeleniyorduk.
 BUSH, TIPKI TAŞ SADECE DAHA APTAL ASKERLER EVE DÖNSÜN!
 Hey Bush, ne dersin?
 Bugün kaç çocuk katlettin?
 İŞGALE DEĞİL EĞİTİME PARA HARCA Şehirde protestocuların toplandığı dört nokta vardı.
 Benim endişem, hepsinin Sheraton'da birleşecek olmasıydı.
 Otelin en fazla üç blok yakınına gelmelerine izin verdik.
 Olanlardan sonra, yeni bir sorunun çıkmasına izin vermeyecektim.
 Başkan'ın güvenliği için onları Sheraton'dan uzak tutmalıydık.
 AMERİKA İÇİN DAHA AYDINLIK BİR GELECEK Konuşma ekonomi üzerineydi ancak Kuzey Kore'ye bir uyarı niteliği de taşıyordu.
 Tam bir umut doğmuştu ki Japon Denizi'nde olanlar  Kim II Jong ile ilişkilerimizi dondurmamıza neden oldu.
 Aldığımız istihbarata göre, nükleer savaş başlıklarını 18 ay içerisinde Amerikan şehirlerine yöneltmiş hale geleceklerdi.
 İran'la birlikte Birleşmiş Milletler'e meydan okuyorlardı.
 Başkan da tüm olasılıkların açık olduğundan, gerekirse güç kullanacağımızdan emin olunmasını istiyordu.
 Konuşmada da buna uygun bir dil kullanmalıydık.
 Bayanlar ve baylar, Chicago Ekonomi Kulübü'nün düzenlediği bu özel buluşmaya hepiniz hoş geldiniz.
 Dışarıdaki protestocular yüzünden, Chicago Polis Departmanı, Başkan'ın salonu terk etmesinden sonraki 20 dakika boyunca  kimsenin dışarıda ya da otelin etrafında bulunamayacağını bildirdi.
 Bölgeye tüm araç ve taksi girişi yasaklandı.
 Yalnızca yaya olarak ayrılabilirsiniz.
 Polis devleti neye benzer?
 İşte aynen buna benzer.
 Şunları çekin!
 Tam donanımlı çok sayıda polisi bölgeye aktarmıştık.
 Protestoculara ne denli ciddi olduğumuzu gösteriyorduk.
 Konvoyun güvenliği tehlikeye düşünce, kendilerinden memnun kalmış olmalılar.
 Bence bu onları, daha da isyankar olmaları için cesaretlendirdi.
 Ortam iyice gerilmişti.
 Çok kontrollü olmamız gerektiğinin farkındaydık.
 Bunun çok hassas bir durum olduğunu düşünüyorduk.
 Bayanlar ve baylar, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı.
 Hepinize teşekkür ederim.
 Bugün dışarıda hava rüzgarlı.
 Rüzgar gibi esen bir konuşmacıya uygun.
 Chicago Ekonomi Kulübü'nün misafiri olmaktan onur duyuyorum.
 Ortam çok sıcaktı.
 Kalabalık ona bayılmıştı.
 Başkan Bush izleyicilerin önünde çok iyi bir performans sergiliyordu.
 Burası Amerika'nın en muhteşem şehirlerinden birisi.
 Bunun sebeplerinden biri, Richard Daley gibi harika bir valinizin olması.
 Farklı siyasal partilerden olsak da ortak noktalarımız var.
 Kendimizden daha güçlü kadınlarla evliyiz.
 En iyi şakalarımın o konuşmaya alınmadığını düşünüyorum.
 Karl Rove daima Başkan'ın fazla komik görünmemesi gerektiğini savunur.
 Ben buna katılmıyorum.
 İyi bir espri, Başkanlık konumunu küçük düşürmeyecektir.
 İkimizin de ünlü ve nüfuzlu kardeşleri var.
 Babalarımız siyasette biraz takılmış.
 Ve ülkemizi, siyasi partimizden daha çok seviyoruz.
 Bush her konuşmasında tipik taşralı halini takınırdı.
 Bunda da gerçekten çok iyiydi.
 Bir başkanın oğlu olduğu düşünülürse bu biraz garipti.
 İnsanların onun hakkındaki fikirlerini biliyor ve buna göre davranıyordu.
 Onu ciddiye almama nedenlerini kullanma konusunda çok yetenekliydi.
 Ülkemize yönelik tehlikelere karşı koymakla yükümlüyüz.
 Her nerede olurlarsa olsunlar.
 Acımasız katillerin her birine adaletin ne demek olduğunu öğreteceğiz.
 Savaş istemiyoruz.
 Savaşa Başkan Bush gitsin.
 BUSH'U DURDURUN Başkan konuşmasını yaparken, dışarıdaki protestocuların hırsı ve sayısından endişelenmiştim, kuşatma gibi bir olayla karşı karşıyaydık.
 Sokaklarda 12 binden fazla insan vardı ve büyük bir bölümü otelin etrafında toplanmaya başlamıştı.
 Bence yeni bir anarşist tipi ortaya çıkmış.
 Bunlar her şeyi yapabilecek zihniyetteler.
 İşin üzücü kısmı ise, bunlarla baş etmenin tek yolunun kaba kuvvet kullanmak olması.
 Ne adalet ne barış  Bir yandan da Kuzey Kore ile uğraşıyoruz.
 Uluslararası denetçileri sınır dışı eden bu rejim, nükleer silah programı ile dünyaya da meydan okumakta.
 Amerika ve diğer uluslar, bu tehdide de karşı koyacaktır.
 Bizim Kuzey Kore topraklarına girmek gibi bir niyetimiz, Kuzey Kore'nin halkı ile bir sorunumuz yok.
 Kore yarımadasında barış istiyoruz.
 Günümüz tehlikeleriyle baş etmek farklı stratejiler gerektiriyor.
 Ama her durumda amacımız son derece açık: Hiçbir rejimin, Amerikan halkının, müttefiklerinin ve dostlarının özgürlüğünü ve güvenliğini tehlikeye atmasına izin vermeyeceğiz.
 Başkan'ın konuşma metinleri yazmak, devasa bir raketle tenis oynamaya benzer.
 Tüm güç elinizdedir  ve tek yapmanız gereken, topa hafifçe vurmaktır.
 Amerika'nın önünü kesen tehditlerle mücadele ediyoruz.
 Ekonomimizi güçlendirip düşmanlarımızla savaşıyoruz.
 Amerikan halkının cesareti ve girişimleri sayesinde bu büyük ulus refaha kavuşacak.
 Başarılı olacağımıza şüphem yok.
 Bu büyük ulus üstün gelecek.
 Tanrı sizi korusun.
 Tanrı Amerika'yı korusun.
 Barikattan uzak durun.
 Geri çekilin.
 Anlamalısınız.
 Bu insanlara geri çekilmelerini söyledik.
 Dinlemediler.
 Dinlemedikleri yetmiyormuş gibi, memurlarımıza tükürdüler, onları kışkırtmak için ne gerekiyorsa yaptılar.
 Dinlemediler.
 Biz de gerekeni yaptık.
 Benim emrimle birlikte, yürüyün ve püskürtün.
 Keyfi yerindeydi.
 Konuşması başarılı geçmişti.
 Bazı davetlilerle samimi bir ortamda görüşmüştü.
 Olabildiğince hızlı şekilde onu bekleme alanına götürdük.
 Normali buydu.
 Bu, toplanıp güvenlik sorunlarını gözden geçirme fırsatı verir.
 Başkan da bazen gerekli telefon görüşmelerini yapar  ekibindekilerle görüşür.
 Çıkışta kalabalıkla buluşacak olmasından huzursuzdum.
 Bunun nedeni gündüz yaşananlardı.
 Konvoy durdurulmuştu.
 Bu buluşmayı iptal etmek gerektiğini düşünüyordum.
 Bunu da belirttim.
 Çevresindekilerden sadece benim "Yapmayın" dediğimi söyledi.
 Ama bunu yapmaya niyetliydi.
 Konuşması iyiydi ve keyifliydi, bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu.
 Ajanlarım ana giriş kapısını kontrol ettiler.
 Herkes arandı.
 Manyetik kapıdan geçtiler yani kimsede silah yoktu.
 Gizli Servis, yapması gereken her şeyi yaptı.
 Ama bazen bir şeylerin olacağını hissedersiniz.
 Somut bir şeye dayandırabileceğiniz, mantıklı bir his değildir.
 İçimde o buluşmaya dair kötü bir his vardı.
 Endişelerimi kendisine tekrarladım.
 "Larry, bir sorun mu var?
" diye sordu.
 Bense, "Hayır efendim, hiçbir sorun yok" dedim.
 Çok güzel konuşmaydı, Sayın Başkan!
 Sizi gördüğüme sevindim.
 Teşekkürler.
 Bu benim için bir onur, efendim.
 Memnun oldum.
 Şarkı mı söylendi?
 Ben de öyle duydum, teşekkürler.
 Merhaba, hepinizi gördüğüme sevindim.
 Merhaba.
 Teşekkürler.
 Başkan gözünüzün içine bakıp elinizi sıktığında, dünyada ondan başkası yokmuş gibi gelir.
 Kendisini tamamen size adamıştır.
 O akşam da öyleydi.
 Chicago halkı ile el sıkışıyordu.
 Sizleri gördüğüme çok sevindim.
 Çok memnun oldum.
 Merhaba.
 Senin ismin ne?
 Sayın Başkan?
 Ters giden bir şeyler var mı diye kontrol ederim.
 Bazı ajanlar ellere dikkat eder.
 Ben gözlere bakarım.
 İnsanların gözlerindeki "Başkan'ın hayranı değilim" bakışını ararım.
 Teşekkürler.
 Merhaba, teşekkür ederim.
 Size bol şans efendim, bol şans.
 Nasılsınız?
 Birden Danny Williams'ı fark ettim.
 Danny Williams Başkan'ı takip eden bir adamdı.
 Katılabileceği tüm organizasyonlara katılırdı.
 Şu çevreci çatlaklardan biriydi.
 Tam anlamıyla bir kaçıktı.
 Buluşma alanına girmesine asla izin verilmemeliydi.
 Olay çıkarmadan önce onu uzaklaştırdığımız için rahatlamıştım.
 Ateş açıldı, ateş açıldı!
 İşte burada, yakaladım!
 Hemen uzaklaştırın!
 Vuruldu!
 Başkan'ın vücudunu yoklayarak nereden vurulduğunu anlamaya çalıştım.
 Göğsünden kan akıyordu, nefes almakta zorlanıyordu.
 Solunum yolunun açık kalmasına çalıştım.
 Hastaneye varana dek solunumu durmasın diye dua ediyordum.
 Sakin olun!
 Sakinleşin!
 Bu adam vurulmuş!
 Geri çekilin!
 Uzaklaşın!
 Kimse ayrılmasın!
 Ben söyleyinceye kadar kimse ayrılmasın!
 Geri çekilin!
 Herkes geri çekilsin!
 Yere yatın.
 Kimse uzaklaşmasın!
 Son haberlere göre, Chicago Sheraton'da, Başkan Bush'un konuşma yaptığı yerde kalabalığa ateş açılmış.
 Başkan'ın vurulup vurulmadığı henüz bilinmiyor.
 Ancak vurulanlar olduğu kesin.
 Gizli Servis'in işi Başkan'ı korumaktır.
 Bunu başaramadıkları anda görevi ben devralırım.
 Benim işim, Büro'nun işi, saldırganı bulup adalete teslim etmektir.
 Bana kalırsa tetikçi orada bir yerdeydi.
 Bu kişi ya da kişileri yakalama olasılığı giderek azalıyordu.
 Gizli Servis başta buluşma alanından ateş açıldığını düşünmüştü.
 Ancak tüm davetliler aranmıştı.
 Kısa süre sonra buluşma alanındaki birçok görgü tanığı, Sheraton'a bakan yüksek binaların birinden ateş edildiğini belirtti.
 Elimizdeki tüm memurları şüpheliyi aramaya gönderdik.
 Ancak kimi aradığımıza dair en ufak bir fikrimiz yoktu.
 Ateş edildikten üç dakika sonra, memurlar  otele bakan bir binadan çıkıp yandaki binaya  420, North Park'a giren birini görmüşler.
 Bölgeye gönderilen SWAT takımı o kişiyi tutukladı.
 Metropolitan Cezaevi'ne getirildiğinde kimliğini belirlemiştik bile.
 O sabah Chicago polisi tarafından durdurulmuştu.
 İsmi Frank Molini'ydi, 28 yaşındaydı.
 Tam zamanlı aktivistti.
 Birinci senesinin sonunda Chicago Illinois Üniversitesi'nden atılmıştı.
 2004 yılında Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nın  telefonlarını dinlediği protestocu gruptandı.
 2004'te New York'ta Cumhuriyetçi Parti Kongresi'ni basmayı planlamışlardı.
 Kordonu aşıp Başkan'ın konuştuğu denetimli bölgeye girmişti.
 Onu suçlayacak bir şey bulmuştuk.
 Beni kelepçelediler ve bir arabaya tıktılar.
 Nezarethaneye götürdüler.
 Hiç konuşmadan oturdum.
 Canlarının istediği bütün soruları sordular.
 Yardımcı olmadım.
 Canım işbirliği yapmak istemiyordu.
 İdam cezasına inanıyorsanız, o buna aday biriydi.
 Yüz binlerce ölümün sorumlusu oydu.
 Savaş suçları mahkemesine çıkarılmış ve suçlu bulunmuş olsaydı, idama mahkum edilebilirdi.
 Beni duyup duyamadığını bilmiyordum.
 Tek istediğim hayatta kalması, biz hastaneye varıncaya dek nefes almasıydı.
 Hastaneye öyle çabuk vardık ki Başkan için  henüz güvenlikli bir bölge hazırlayamamışlardı.
 Onu hastaneye ulaştırdık ve tıbbi ekibe teslim ettik.
 İçimden sürekli, lütfen ölmesin, diyordum.
 Yaralanan kim?
 Bize bir şeyler anlatır mısınız?
 Şimdilik kesin olarak bildiğimiz şey, kendisine iki el ateş edildiği.
 Tedavisi sürüyor.
 Başkan'ın durumuyla ilgili şu anda tek söyleyebileceğim bu.
 - Başkan mı?
 - Evet, Başkan.
 Başkan bir şeyler söyledi mi?
 Acil servisteydik.
 Gizli Servis'tekiler gelip "Çıkın dışarı" dediler.
 Sonra da "Defolun!
" dediler.
 Ben de çıktım.
 Başkan'ın bilinci yerinde miydi?
 Başkan'ı gördüğümde bir sedyedeydi ve bilinci yerinde değildi.
 Konuşmuyor ya da kıpırdamıyordu.
 Bush'u vurmuşlar!
 Başkan'ı vurmuşlar!
 Bush vurulmuş.
 Bush'u vurmuşlar!
 422, North Park'ın 20.
 katından ateş edildiğini belirledik.
 Binayı hemen denetim altına aldık.
 Binanın ve belediyenin kamera kayıtları ile binada çalışanların listesini aldık.
 O binada çalışan ya da son bir hafta içinde  girip çıkan herkesin ismini öğrenmeliydik.
 Her suç mahallindeki gibi, olaya ilk olarak yerel polis müdahale etti.
 Bu olayda FBI'ın Chicago Bölgesi görevlileri oradaydı.
 Kanıt Toplama Ekibi 90 dakikada Washington'dan uçmuştu.
 Hemen kanıt toplamaya başlamışlardı.
 Bulduklarını Quantico'daki adli tıp laboratuvarına gönderiyorlardı.
 Ben de oradaydım.
 Birkaç saat içinde elimize bir şeyler geçmeye başlamıştı.
 Ateş edilen odayı bulmuşlardı.
 Burada adli tıbbı ilgilendiren birçok kanıt vardı.
 Bir keskin nişancının acelesi vardır, hızlı hareket eder ve birçok hata yapar.
 İstediğiniz de budur çünkü bu hatalar kanıt demektir.
 Adli tıp açısından umut verici bir durumdu.
 Çünkü etrafta çok kanıt vardı.
 Saç, iplik ve mermi kovanları bulunmuştu.
 Bir cam açıktı.
 Odada yüzlerce parmak izi vardı.
 Bunları şüphelilerin örnekleri ile karşılaştıracaktık.
 Lake Caddesi'ne bıraktığım arabama geri dönüyordum.
 Birdenbire polisler ortaya çıktı.
 Arabalarından fırlayıp beni bu kapının önünde sıkıştırdılar.
 Saldırganca kimliğimi istediler.
 Gösterdim ve beni kelepçelediler.
 Arabanın arkasına bindirip sorular sormaya başladılar.
 Gazi olduğumu öğrenince benim de protestocu olduğumu sandılar.
 Olmadığımı söyledim.
 Bu insanların protesto hakları olduğunu söyledim.
 David öldükten sonra babam da protestolara katılmıştı.
 Ama ben hiç düşünmemiştim.
 Çığlıklar atıp Bush'a bağırmak anlamsız geliyordu.
 nasıl olsa dinlemiyordu.
 Northwestern Hastanesi, Chicago Başkanın eşini son gördüğümde, görev süresinin bitmesini heyecanla beklediğini söylemişti.
 Birlikte yapacaklarından konuştuk.
 Hastaneye geldiğinde her zamanki gibi ağırbaşlıydı.
 Ancak üzüntüden mahvolmuştu.
 Doktorlar beni sürekli bilgilendiriyordu.
 Durumun çok ciddi olduğunu biliyordum.
 Hayatta kalma şansı zayıftı.
 Asansöre bindiğimizde, Bayan Bush'un durumu anlamak için yüz ifademi incelediğini fark ettim.
 Onunla konuşamadım.
 Kısa bir açıklamam olacak.
 Başkan Bush'un iki kurşun yarası bulunmaktadır.
 Birinci kurşun sağ koltuk altından girmiş.
 Göğüste 7,5 cm.
 İlerleyip beşinci kaburga kemiğinden sekerek çıkmış.
 İkinci kurşunsa aortu tahrip edip sol akciğere saplanmış.
 Bu kurşunu çıkardık.
 İnferior aortanın onarımı için Başkan'a cerrahi müdahalede bulunulacaktır.
 Doktor Wu, yaralarının ciddiyetine rağmen, Başkan'ın yaşına göre son derece güçlü bir kalbi olduğunu söyledi.
 Yani sonuçtan çok umutluyuz.
 Şimdilik bu kadar.
 Silah, binadaki çöp oluğunun dibinde bulundu.
 Amerikan yapımı bir keskin nişancı tüfeğiydi.
 Çok önemli bir kanıt olmasına rağmen bazı sorunlar vardı.
 Aslında bir silahta parmak izi bulmak zordur.
 Çünkü silahlar yağlıdır, kabzaları girintili çıkıntılıdır.
 Ve parmak izi bulmak kolay değildir.
 Filmlere bakıp aksini düşünebilirsiniz.
 Silahın seri numarası silinmişti.
 Bu da tetikçinin profesyonel olduğunu düşündürtüyordu.
 Olanları işten dönünce kocam Cemal'den duydum.
 Çok etkilenmişti.
 Birisinin Bush'u vurduğunu söyledi.
 Haberim yoktu, o gün televizyon izlememiştim.
 Duyduğum anda "Yarabbim", "Bunu yapan Müslüman çıkmasın" diye yalvardım.
 Cemal işten çıktığında sokaklar polis kaynıyormuş.
 Tutuklanmaktan korkmuştu.
 Çünkü bir Müslüman’dı ve oradaydı.
 11 Eylül'den sonra ortadan kaybolan kişilerle ilgili birçok şey duymuştuk.
 Ailelerine haber bile verilmeden Amerika'dan kovulanlar vardı.
 Aynısı bize de olur diye korkmuştuk.
 Cemal, "Sence polise gitsem mi?
" dedi.
 Ama ne anlatacaktı ki?
 Orada olduğunu ama bir şey görmediğini mi?
 Ne anlamı vardı?
 Sadece şüphe yaratacaktı.
 Sabah 4'te 300 kişi gözaltındaydı.
 Olayla ilgili bilgisi olan çok sayıda kişinin gözaltına alınması işimizi çok zorlaştırmıştı.
 Sıradan soruşturmalarda cinayet nedeni şüpheli sayısını azaltmada çok yararlıdır.
 Ancak bu olayda, ateş açılmadan iki saat önce Başkan'dan nefret eden on bin protestocu görmüştük.
 Çoğu anayasal haklarını kullanan barışçıl protestoculardı.
 Ancak çok daha militanları vardı.
 Frank Molini gibi bazı kişiler, Başkan'ın kamuoyuna açıklanmaması gereken programını biliyordu.
 Bush yönetimi, kişisel özgürlükleri ezip geçmeyi denedi.
 Biz de, bu protestoda çok daha becerikli davranıp  istihbarata dayalı türden bir gösteri yaptık.
 Bu istihbaratı sağlamalıydık.
 Çünkü Bush, anlamlı bir protesto yapmamıza olanak vermemişti.
 İstihbarat sayesinde sesimizi duyurabilecektik.
 Gizli Servis görevlilerinin polislerle konuştuğunu görmüştüm.
 Birden kordon otele çok yakın gibi göründü.
 Bu Chicago'da her zaman olur.
 Protesto etme izniniz vardır ancak Bush bunu bastırır.
 Kavga başlayınca polis hattını aştım ve beni durduran olmadı.
 Sheraton'ın karşısındaki herhangi bir binaya girmeye çalıştım ama denediğim birkaç giriş kapısı kilitliydi.
 Sonunda bir döner kapıdan girdim.
 Ancak içeri girince panikledim.
 Çünkü üstüme gelen bir adam vardı.
 Geri dönüp kaçtım.
 Bir afiş taşıyordum.
 Otelin karşısındaki binaya asacaktım.
 Böylelikle Bush ne hissettiğimizi görmek zorunda kalacaktı.
 VATANSEVERLİK YASASI Molini'nin tetiği çekmediğini anlayınca dikkatimizi bir diğer kişiye verdik.
 Kordonu Molini'den birkaç saniye sonra aşmıştı.
 Beyaz beysbol şapkası takan adamın Samir Masri olduğunu belirledik.
 Ateş edildikten bir saat sonra şehir merkezini terk etmeye çalışırken, bir araç kontrol noktasında yakalanmıştı.
 Kimliğime baktıkları anda fark ettiklerini biliyordum.
 Ailem Yemen'den geliyor ama ben bir Amerikan vatandaşıyım.
 Detroit'te doğdum, bir Lions taraftarıyım.
 Bana haklarımı okumadılar, avukat tutmamı önermediler.
 Neden sorgulandığımı bile söylemediler.
 Babamın da terörist olduğunu bildiklerini söylediler.
 11 Eylül'den sonra tutuklanmıştı.
 Çünkü Yemen'den turist vizesiyle gelmişti ve burada kalmaya karar vermişti.
 Milyonlarca kişi turist vizesi ile burada yaşıyor.
 Bu, onları haklı çıkarmaz ancak terörist de yapmaz.
 Bush ve Ashcroft annemi, babamı ve ağabeyimi sınır dışı etti.
 Bunu protesto için oradaydım.
 İşbirliği yapmazsam, "düşman savaşçı" ilan edilecektim.
 Hukuk mahkemesinde yargılanma hakkından olacaktım.
 Önümüze geleni içeri atmıyorduk, hepsi için geçerli nedenimiz vardı.
 Çoğu "422 North Park civarında görülen, beyaz-olmayan erkek" tarifine uyduğu için tutuklanmıştı.
 Ateş edildikten üç dakika sonra servis alanından ayrılan bu kişinin aynı kişi olup olmadığını bulmalıydık.
 Bu, Molini'nin karşılaştığı adam da olabilirdi.
 Ya da tutuklanmadan birkaç dakika önce  Lake Caddesi'nden geçen Casey Claybon da olabilirdi.
 O gün iş arıyordum.
 İş bulma kurumuna uğramıştım.
 Hayatım allak bullaktı.
 Karımdan ayrılmıştım, aileme ayak bağı olmaya katlanamıyordum.
 Uyuşturucu kullanmaya tekrardan başlamıştım.
 Irak'a gittiğimizde en çok konuştuğumuz şey, döndüğümüzde bize hangi gözle bakacaklarıydı.
 Kahraman mı olacaktık, yoksa Bush için savaşan aptallar mı?
 O gün de bunları düşünüyordum.
 Bu insanlar bize kahraman gözüyle bakmıyorlar.
 Onlar için aptalın tekiyiz.
 ASKERLER GERİ ÇEKİLSİN ŞİMDİ SIRA İRAN'DA MI?
 SAVAŞI DURDURUN!
 BENİM OĞLUM NEDEN IRAK'TA?
 Gece boyu beni ve Bayan Bush'u bilgilendirmişlerdi.
 Ne kadar kötü yaralandığını ancak gece 1.
30'da kavrayabildim.
 O saatte telefon açıp "Patronum nasıl?
" diye sordum.
 Hemşire ağlamaya başladı.
 O an anladım.
 Hemen gidip Bayan Bush'la konuştum ve onunla dua ettim.
 Ülke, Başkanımızın korunması için bize güveniyordu.
 Bizim işimiz buydu.
 Başkan'ı koruma konusunda iyi bir iş çıkaramamıştık.
 Bu işi ya yapar ya da yapmazsınız.
 O gün Gizli Servis başarısız olmuştu.
 Ben de.
 Hastanedeki bir kaynaktan aldığımız resmi olmayan bilgiye göre  Hastaneden elimize ulaşan bilgilere göre   Northwestern Hastanesi'nden gelen bilgiye göre   43.
 Başkan George W.
 Bush   öldü.
  öldü.
  kısa bir süre önce öldü.
 Bush 61 yaşındaydı.
 Başkan Yardımcısı Cheney şu anda güvenli bir yerde.
 Yerini tam olarak bilmiyoruz ancak kısa süre içerisinde görev yemini edip ABD'nin 44.
 başkanı olması bekleniyor.
 Chicago'dan gelen bilgiye göre Başkan Bush bir süre önce hayatını kaybetti.
  Amerika Birleşik Devletleri'nin 44.
 Başkanı olmak üzere ofisten ayrıldı.
 Vurulma olayının gerçekleştiği dakikalarda 422, North Park'tan ayrılan kişilerin çoğunu sorgulamayı başardık.
 Ancak ulaşamadığımız kişiler oldu.
 Bunlardan biri, Molini girmeye çalışırken binadan çıkan adamdı.
 Güvenlik görevlilerine kasetleri gösterdik ancak onu tanıyamadılar.
 Biz de çalışanların listesine baktık.
 İlk önce İslami isimleri aradığımız doğru.
 Bu, ırka dayalı profil çıkartma değildi.
 Böyle bir durumda sağduyulu bir yaklaşımdı.
 18.
 katta bir IT firmasında çalıştığını öğrendik.
 İsmi Cemal Ebu Zikri'ydi.
 Gözlerimi açtığımda parlak bir ışık gördüm.
 Oda "FBI!
" diye bağıran adamlarla dolmuştu.
 Cemal'i götürdüler.
 Beni yataktan yere savurdular.
 Oğlum yan odada ağlamaya başladı.
 Yanına gitmek istedim ama bana silah çektiler.
 Dışarı çıktığımda "Kocam nerede?
 Cemal nerede?
" diye bağırdım.
 Yanıt alamadım.
 "Bize neden bu şekilde davranıyorsunuz?
 "Neden hayvan muamelesi yapıyorsunuz?
" "Buraya neden geldiğimizi biliyor musunuz?
" "Özgür olmak için geldik.
" "İşte sizin bize verdiğiniz özgürlük bu" dedim.
 Adli tıp Zikri'nin evini araştırmaya başladı.
 Zikri'nin 422, North Park'ta bulunduğuna dair kanıt arıyorlardı.
 Ya da silahın ona ait olduğuna dair  Bense Zikri'nin sorgudaki davranışına odaklanmıştım.
 Metropolitan Cezaevi'ndeki gerginlik daha girişte hissediliyordu.
 Dördüncü kattaki sorgu odasına çıkana dek herkesin  çok perişan ve gergin olduğu görülüyordu.
 Ancak odadaki adamda duygusal bir karmaşadan iz yoktu.
 Dikkat çekici şekilde sakindi.
 Öylesine konuşmak için içeri girdim.
 Tepkilerini ölçüp biraz tanımak istiyordum.
 İlk izlenimim, vicdan namına hiçbir şey taşımadığı oldu.
 Tam bir sosyopata benziyordu.
 Sözlerinin altında hiçbir duygu yoktu.
 Ruh hali anlaşılmıyordu.
 Sorularımdan hiç etkilenmiyor gibiydi.
 Duvar kağıdı desenlerinden mi konuşuyorduk, yoksa Başkan'ın vurulmasından mı, belli değildi.
 Onu sorgulamamızdan pek endişelenmemiş gibiydi.
 Olay yerine yakınlığı yüzünden orada bulunduğunu anlamış gibiydi.
 Ancak kendisini şüpheli olarak tanımlamamıza çok şaşırmıştı.
 Bence masum rolünü biraz abartmıştı.
 Söylediklerinin tek bir kelimesine bile inanmamıştım.
 Konuşmamızın tonu belli olduktan sonra biraz ileri gidip açığını bulmaya çalıştım.
 Olabildiğince normal bir tonda "Silahlarla aran iyi mi?
" diye sordum.
 "Hayır" dedi.
 "Hiç silah kullanmadın mı?
" "Hayır, hiç kullanmadım" dedi.
 "Bak Cemal, kendine yardımcı olmuyorsun.
" "Evinde, elinde tüfekle fotoğraflarını bulduk" dedim.
 "Onlar mı?
 O fotoğraflar Suriye'deki askerliğim sırasında çekildi" dedi.
 "Herkes askerlik yapmak zorundadır.
" Sanki bu, aklından uçup gitmişti.
 Bence Suriye'de askerlik yapmak kolay unutulacak bir şey değildir.
 FBI'daki kaynağımıza göre suikastçı olduğundan şüphelenilen kişi, Cemal Ebu Zikri adlı bir Suriyeli.
 Şu anda nerede tutulduğunu bilmiyoruz ancak gözaltında olduğunu biliyoruz.
 Kendisinin Suriyeli olduğu doğrulandı.
 Kimi tutukladıklarını ve kimin baş şüpheli olduğunu öğrenmek isteyen haberciler büyük baskı altındaydı.
 Bu bilgiyi her kim sızdırmışsa, ister FBI'dan biri, ister bir polis, bunu yapma nedeni Bush'un ölümünden duyduğu kızgınlıktı.
 Onun Suriyeli olduğunu öğrendikten kısa bir süre sonra, CIA İç İstihbarat şefi ile bir telekonferans gerçekleştirdim.
 Mike Haydon'ın aradığını söyledi.
 Suriye istihbaratı acilen incelenmeliydi.
 Son 6 ay içerisinde Şam'a giden Suriyelilerin belirlenmesini istiyordu.
 Telekonferanstan çıktığımda içim içimi yiyordu.
 Çünkü benim izlemek istediğim yol bu değildi.
 Ajanlarımızdan biri, Ted Fenzell, koşarak geldi.
 "Rob, Başkan hatta.
" Bunun kötü bir şaka olduğunu düşündüm.
 Suratına yumruk atmak üzereydim.
 "Hatta Başkan Cheney var" dedi.
 Başkan Cheney, "Rob, çok işin olduğunu biliyorum ama Esad'a bir göz at.
" "Bu işin onunla ilişkisi var mı diye incele" dedi.
 "Sayın Başkan, şu anda elimizde ona işaret eden bir şey yok.
" "Bu sadece medyanın vardığı kolay bir sonuç" dedim.
 "Biliyorum ancak sen yine de bir incele" "Şam zorluk çıkarırsa ilk bilen ben olmalıyım" dedi.
 Bu olayı kesinlikle soruşturacağız ancak soruşturmayı yürütmek ve suçu Suriye'ye atmak isteyen uluslararası güçler de söz konusu.
 Suriyeliler herkese bizimle işbirliği yaptıklarını söylüyorlardı.
 Ancak gizliden gizliye soruşturmayı engelliyorlardı.
 Zikri'nin askerlik kayıtlarını görme talebimi, Suriye Savunma Bakanlığı açıkça geri çevirdi.
 Beyaz Saray'daki herkes çok kızgındı, Cheney bile bunu beklemiyordu.
 Suriyeliler talebimizi geri çevirdikleri için baskı göreceklerdi.
 Başkan Bush'un öldürülmesinin ardından Dışişleri Bakanlığı, Suriye Büyükelçisi Margaret Scobie'yi acil görüşmeler için geri çağırdı.
 Büyükelçi Scobie, Suriye hükümetine, bu terörist hareket karşısında duyduğumuz endişe ve kızgınlığı belirten bir mesaj iletti.
 Başkan Cheney, USS Nimitz'in Doğu Akdeniz'e açılması emrini verdi.
 Dışişleri ve Savunma Bakanlığı'ndaki yetkililer Şam'a hava saldırısı olasılığını reddetmiyor.
 Hedefler arasında  Bu akşamki konuğum Tarık Hudri, Suriyeli diktatör Başer Esad'ın Baas rejimine karşı sözünü sakınmayan eleştirmenlerden biri.
 Bu suikasta bir Suriyeli'nin karışmasına şaşırmadınız mı?
 Hiç şaşırmadım.
 Bu, devlet destekli bir suikasttır.
 Suriye devletinin desteğini alan bir suikast.
 Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri'nin başına gelen gibi.
 Bu ciddi bir iddia, efendim.
 Elinizde bu iddianızı dayandırdığınız kesin bir bilgi var mı?
 Bu söylediklerimi destekleyen resmi belgeler gördüm.
 Suriye istihbaratının suikast listesini kendim gördüm.
 El-Hariri'nin ismi de listedeydi.
 Bu listede sadece Orta Doğulu değil, Amerikalı politikacılar da mı vardı?
 Sanırım öyle.
 Lübnanlı politikacıların dışında da birçok isim vardı.
 Şaron'un, Başkan Bush'un ve yardımcısı Cheney'nin isimleri vardı.
 Bunun Başer Esad'ın bilgisi dahilinde yapıldığını biliyorum.
 Kendisinin farklı bir gündemi vardı.
 Herkes biliyordu.
 Eğer Esad'ı yerinden edecekse, Suriye Gizli Servisi'nin  Süper Kupa finaline hile karıştırdığını bile söylerdi.
 Cheney Suriye'ye takmıştı.
 Yıllardır Esad'dan kurtulmaya çalışıyordu.
 Bence Lübnan başbakanına suikast düzenleyen Suriye Gizli Servisi'ydi.
 Bundan şüphe duyulmamalı.
 Ancak Bush cinayetinden onları sorumlu tutmak biraz fazla kaçıyor.
 Birkaç gün sonra Cheney, Kongre'nin bu masala inanmayacağını anladı.
 Bu yüzden dikkatini ülke içine verdi.
 Bu sabah yapılan kapalı bir oturumda Kongre, Vatanseverlik Yasası'na yapılan düzenlemeleri oybirliğiyle kabul etti.
 Başkan Cheney, "Vatanseverlik 3" olarak adlandırdığı bu yeni önlemlerin, terörist eylemlerin önlenmesi ve güvenliğin sağlanması için FBI'ın yetkisini genişlettiğini söyledi.
 Vatanseverlik 3, ulusal çıkarları tehdit eden şüpheli terörist organizasyonları ve ülkedeki radikal grupları izlememizi kolaylaştırıyordu.
 Terörizmin tanımını genişletmişti.
 Vatanseverlik Yasası'nı eleştirenler çıkabilir, ama görüldüğü gibi Birleşik Devletler Başkanı suikasta uğramıştı.
 Belki de yaptıklarımız yetersizdi.
 SUİKASTTEN ON GÜN SONRA Vatandaşlarım, ulusça yasta olduğumuz şu günde Amerika'nın bu iyi insanı ne çok sevdiğini ve özleyeceğini gösteriyoruz.
 Yaşamına nezaket, sadelik ve iyilik hakimdi.
 Onu ileriye taşıyan coşkulu mizacı, bir karakter özelliğinden daha fazlasıydı.
 Tanrı'nın amaçlarına inanan, o amaçların doğru ve gerçek olduğuna güvenen inançlı bir ruhun iyimserliğini taşıyordu.
 Ezilene umut verip ezeni utandıran ve iyinin kötüyü yendiğini gösteren de George W.
 Bush'un öngörüsü ve iradesiydi.
 Ulusumuzun ve dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu anda ortaya çıkmış biriydi.
 Vatandaşlarım, burada zarif ve cesur bir adam yatmaktadır.
 Başkan Cheney'nin okuyacağı metni yazmaktan gurur duydum.
 Başkan Bush'un ahlaki yönünü aktarmak istiyordum.
 Onda Tanrı vergisi bir liderlik gücü olduğuna inanıyordum.
 11 Eylül öncesinde, Bridgeview'dan isimsiz bir mektup almıştık.
 Chicago'daki Filistinli mahallesinden.
 Bölgedeki camiye gelenlerin çoğunun Afganistan'daki terörist yetiştirme kamplarına katıldığı yazıyordu.
 11 Eylül'den sonra sorgulanıp tam iki yıl gözetlendiler.
 Ancak elimizdeki tek bilgi Pakistan'a yaptıkları uçuşlardı.
 Afganistan'a geçtiklerine dair bir kanıt yoktu.
 Bir suikast planladıklarına ve El-Kaide ile bağlantılı olduklarına dair hiçbir şey bulamamıştık.
 Soruşturmanın üçüncü haftasında ajanlarımdan Kate Nicholls, Bridgeview soruşturması zamanından bir fotoğrafla çıkageldi.
 Fotoğrafta Zikri, Yemenli Halit Lekavi ile birlikteydi.
 Bu adamın 2001 baharında yandaş toplamak için Chicago'ya geldiğini düşünüyorduk.
 2001 nisanında Zikri Pakistan'a giden bir uçakta bulunuyordu.
 Halit Lekavi'nin Cemal üzerinde büyük etkisi vardı.
 Sürekli Filistin hakkında, kocama yakın gelen şeyler hakkında konuşurdu.
 Sayesinde Cemal, dini hakkında daha çok şey öğrenmek istedi.
 Müslümanların inançlarını savunmaya hazır olmaları gerektiğini söylerdi.
 Metropolitan Cezaevi, Chicago Sorgunun ikinci haftasında Lekavi'den bahsettiğimde yine bir duvar kadar tepkisiz kaldı.
 Bu adamı tanımıyordu, ismi tanıdık gelmiyordu.
 "Lekavi ismini duymadığına emin misin?
" diye üsteledim.
 "Hayır, hiç duymadım" dedi.
 Ona fotoğrafı gösterdim.
 Bir saniyeliğine dondu ve ardından kendine güveni yıkıldı.
 "Bak Cemal, Afganistan'da bulunduğunu biliyorum.
" "Bize anlatmanı istiyorum" dedim.
 Bir dakika durup düşündü, belki de seçeneklerini gözden geçirdi ve itiraf etti: "Evet, pekala, oradaydım.
" Cemal oraya eğitime gittiğini biliyordu.
 Ama hepsi oydu.
 Bir terörist olarak yetiştirileceğinden habersizdi.
 Oraya gittiğinde anlamış.
 Eline bir tüfek verip "Eğitime başlıyorsun" demişler.
 Neler olduğunu anladığında kaçmaya çalışmış.
 "Eğer kaçmaya kalkarsan seni vururuz" demişler.
 Yaralı numarası yapmış, sonunda onu bırakmışlar.
 Onu havaalanında karşıladığımda, "Zehra ben bir hata yaptım, hepsi bir hataydı" dedi.
 Bana olanları anlattı.
 "Bundan kimseye bahsetmeyelim.
" "Pakistan'daydım, hepsi bu" dedi.
 Bunu ilk analiz laboratuvarından birinden duydum.
 Ceketinde barut kalıntıları bulmuşlardı.
 Barut kalıntısı olayla ilişkili kanıtlardandır, ancak ayırıcı bir kanıt değildir.
 Demek istediğim, üzerinde barut izi olan birini ateş açmakla suçlayamazsınız.
 Bu sadece destekleyici bir kanıttır.
 Daha sonra benim bölümümden biri, bir eşleşme, bir parmak izi eşleşmesi bulduğunu söyledi.
 Bulduğu şey, suç mahallindeki kısmi bir izdi.
 Zikri'nin veritabanındaki iziyle dokuz noktada eşleşiyor olduğunu söyledi.
 Bence bu, umut vericiydi ancak aradığımız kesin kanıt değildi.
 İzler dokuz noktada eşleşiyordu.
 Daha azıyla da mahkum edilenler olmuştu.
 Washington'daki başsavcılık, Afganistan'a gittiğini öğrendiğinde Zikri'yi suçlamaya hazırlanmıştı.
 Adli tıp delilleri geldiğinde bu karar kesinleşti.
 Başka sorgulamalar da sürüyordu.
 Başka şüpheliler vardı.
 Ancak böyle güçlü kanıtlar karşısında önemlerini yitirivermişlerdi.
 Bugün, Kuzey Illinois Bölgesi Federal Mahkemesi'nde, Cemal Ebu Zikri'nin ABD Başkanı'na tüfekle  suikast düzenlemek suçundan dava açılmıştır.
 İddianamede belirtildiği üzere, Bay Zikri Afganistan'da El-Kaide'nin eğitimlerine katılmış ve işbirlikçileri ile birlikte bu vahşi suçu işlemiştir.
 Bu dava, Vatanseverlik Yasası sayesinde görülmektedir.
 Bu yasanın öngördüğü gibi, farklı kurumların katıldığı  soruşturmada, yargı ve kolluk kuvvetleri birlikte çalışmıştır.
 Cemal Ebu Zikri ile El-Kaide arasındaki bağlantı, bir kez daha, terör karşıtı mücadelemizde düşmanımızın doğasını göstermiştir.
 Bir teröristin şiddete başvurup gözdağı vererek politikamızı değiştirebileceği izlenimini vermemeliyiz.
 Şiddet gösterilerinde bulunarak ABD hükümetinin tutumunu değiştireceklerini sanmamalılar.
 FBI Zikri'nin diğerleriyle bağlantısını bir türlü ortaya koyamıyordu.
 Bu onlar için bir utanç kaynağıydı.
 Bu ilişkiyi kurup suikastın bir parçası haline getiremezlerse, bunun bir terör eylemi olduğunu kanıtlamaları çok daha zor olacaktı.
 Bunu kanıtlamaları gerekliydi.
 Müvekkilim Afganistan'da bulunmuşsa da buna durumla ilgisiz denemez ama bu onu şüpheli de yapmaz.
 Terörizm konusunu devamlı gündemde tutup insanları bunun suikast gerekçesi olduğuna ikna etmeliydiler.
 Buna verilen önemi, adli tıp dosyasının zayıflığından da anlayabilirsiniz.
 ZİKRİ ÖLÜM CEZASIYLA YARGILANIYOR Barut kalıntısının güvenilir olmadığı bilinir.
 Savcı tanıkları da Cemal'in ceketindeki barut kalıntısının başkasının değmesiyle bulaşmış olabileceğini kabul etmişlerdir.
 Barut kalıntısını bulaştırmak son derece kolaydır.
 Böylece dava, kısmi bir parmak izine indirgenmiş oluyor.
 SUİKASTTEN YEDİ AY SONRA JÜRİ KARARA VARIR Sayın Jüri başkanı, jüri bu davada oybirliği ile bir karara vardı mı?
 Evet.
 Bu kararın altında isimleriniz ve imzalarınız bulunuyor mu?
 Evet.
 Pekala, lütfen kağıdı mübaşire verin.
 Yazman Hanım, kararı okur musunuz lütfen.
 Sayın jüri üyeleri, az sonra okuyacağım karara vardınız.
 ABD halkının Cemal Muhammed Ebu Zikri aleyhine davası.
 Dosya numarası 02CRS281.
 Biz, jürinin 12 üyesi, davalıyı, Başkan George W.
 Bush'a tüfekle suikast düzenleme suçundan, 10 Mayıs 2008'de oybirliği ile suçlu bulduk.
 İmza, Jüri Başkanı Cheryl Jones.
 Vermiş olduğunuz karar bu mudur?
 Evet.
 Cemal mahkemenin kararıyla yıkıldı.
 Ve hepimiz de bu karar karşısında hayal kırıklığına uğradık.
 Ancak mücadeleye devam etmek istiyor.
 Pazartesi günü müvekkilim adına temyize başvuracağım.
 Müvekkilimin bu davadaki kaderi, Brock'ın Adalet Bakanlığı'nın basın toplantısında kendisine "El-Kaide katili" demesi ile çizilmişti.
 El-Kaide'nin "suçlu" ile aynı anlama geldiğinin farkındaydı.
 Artık bu davaya açık fikirli yaklaşan tek bir kişi bile olamazdı.
 Ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı.
 Jüriler adli tıp kanıtına bayılırlar ve önyargısız şekilde bunun yüzde 100 doğru olduğunu düşünürler.
 İnsanlar yalan söyler, bunu herkes bilir.
 Ancak bir parmak izi eşleşmesi sessiz bir tanıktır.
 Kesindir.
 Ancak gerçek biraz daha farklıdır.
 Bir sonuca varmak için üzerinde baskı hissetmeyen tek bir adli tıp çalışanı yoktur.
 Dava sürecinde geriye doğru çalışırlar.
 Ortada suçla ilgili bir hipotez vardır ve bu suçu kanıtlamak için delilleri buna uydurmaya çalışırlar.
 Bilim denilen şey bu değildir.
 Suç mahallinden alınan parmak izi üzerinde incelememi yaptım.
 Bunu defalarca yaptım.
 Sonuçlar gayet makuldü.
 Ancak bu gibi bir durumda makul olmak yetmez.
 Bana bu davanın, laboratuvarda çözümsüz kalamayacak ve mahkemede kaybedilemeyecek kadar önemli olduğu söylendi.
 Ya bunu kabullenecektim ya da çenemi kapatacaktım.
 Şüpheciliğime ve nesnelliğime gerek yoktu.
 Bunlar işe yaramazdı.
 Durumum savunulamazdı.
 Protesto ederek istifa ettim çünkü işimi gerektiği gibi yapamıyordum.
 Dava başlayıncaya dek elimizde, bu suikasta katılanları belirlemek için çalışan 300 soruşturmacı vardı.
 Zikri'nin bir şeyler planladığına dair hiçbir iz bulamadık.
 Afganistan'dan döndükten sonra hiçbir terörist eylemde bulunmamıştı.
 Örgüttekiler ya da yönetimdekiler için, Zikri'nin tek başına hareket ettiğini kabullenmek son derece zordu.
 Bu suikastı tek bir kişi planlamış ve gerçekleştirmiş olamazdı.
 Ancak o dönemde hâlâ katilin Zikri olduğuna inanıyorduk.
 Burada, Rock Island'da, savaşla bağı olmayan hiç kimseyi bulamazsınız.
 Orduda yakını olmayan tek bir kişi bile yoktur.
 Baba, oğul, kız.
 Bizim oğullarımız savaşa gittiklerinde onları desteklediğimizi biliyorlardı.
 Babam ordudaydı.
 Ben de orduda büyüdüm.
 Ve babamın gurur duyacağı biriyle evlendim.
 İlk Körfez Savaşı'na katılmıştı.
 Madalyalı bir binbaşıydı.
 Oğullarım da babalarının izinden gittiler.
 Anne babalar elbette ki endişeleniyor.
 Kim endişelenmez?
 Ama bu Casey'nin başına gelen en güzel şeydi.
 Yanlış bir yola girmişti, uyuşturucu kullanıyordu.
 Ordu onu disipline soktu.
 Oğlumla gurur duyuyorum.
 Bizi korumak için yaptıklarıyla gurur duyuyorum.
 Onda, ülkesine hizmet edecek yürek vardı.
 Irak deneyimim korkunçtu.
 Son derece yetersiz silahlarla savaşıyorduk.
 Bir kere can almaya başladığınızda, kendinizden bir parçanın eksildiğinin farkındasınızdır.
 Öylece oturup sıranın size gelmesini beklersiniz.
 Oraya giderken, bunun sebebinin 11 Eylül olduğunu düşünüyorduk.
 Kitle imha silahlarını arayacaktık.
 Onları asla bulamadık.
 Bu yüzden de kendimizi bir şeylerle avutmalıydık.
 Özgürlük için savaşıyoruz dedik.
 Iraklıların özgürlüğü için  Bizi orada istemedikleri çok açıktı.
 Bizi hiç istememişlerdi.
 Casey'nin görevden yeni döndüğü günlerdi.
 Bir gün kapımız çalındı.
 David'in aracı, Musul'un dışında bir yolda bombalanmıştı.
 İçinde bulunduğu Humvee ters dönmüştü.
 Hepsi bu kadardı.
 O güne dek başa çıktığım en zor durumdu.
 Hepimiz bununla farklı biçimde başa çıktık.
 Kocamla birbirimize destek olmaya çalıştık.
 Casey ise içine kapandı.
 Eve dönmesini istedim, böylece onunla ilgilenebilirdik.
 Onu da David gibi kaybetmek istemiyordum.
 Kocam Al o sabah erkenden kalktı.
 Chicago'ya gidip Casey'i getireceğini söyledi.
 Casey Chicago'da iş aradığını söylemişti ama uyuşturucuya döndüğünü biliyordum.
 O akşam Başkan'ın orada olacağından haberdardım.
 Ancak protestoculara dair hiçbir şey duymamıştım.
 Casey'nin Cindy Sheean tarzı protestoculara işi olmazdı.
 Bunların işe yarayacağına inanmıyordu.
 SON DAKİKA HABERİ BUSH VURULDU Haberlerde Bush'un vurulduğunu duydum.
 Kalbim duracak gibi oldu.
 Tek yaptığım dua etmek oldu.
 Kocama cep telefonundan ulaşmaya çalışıyordum ancak cevap vermiyordu.
 Oğlumuzun iyi olduğunu öğrenmek istiyordum.
 İçeri atıldığımda umutsuzluğa kapılmıştım.
 Ancak iyi bir şekilde çıktım.
 Ayılmıştım.
 Hayatımı bir düzene sokmam gerektiğini fark ettim.
 Bu ben değildim.
 Hayatımda olan bitenin benimle ilgisi yoktu.
 Bana gidebileceğimi söylediklerinde, odada bir başıma oturuyordum.
 İlk yaptığım şey, annemi aramak oldu.
 Deli gibi ağlıyordu, neler olup bittiğini anlayamamıştım.
 Belki de içeri atıldığımı duydu, diye düşündüm.
 Benim için endişelenmiş olabilirdi.
 Başkan'a olanlara da üzülmüş olabilirdi.
 Sonra meselenin babam olduğunu anladım.
 Neler olduğunu o sabah öğrendim.
 Köpeklerini gezdiren birileri babamı arabasında bulmuşlardı.
 Birisi kalbimi söküyormuş gibi hissettim.
 Ona anlatmak istediğim çok şey vardı.
 Babam uzun süredir rahatsızdı.
 Neredeyse Körfez Savaşı'ndan döndüğünden beri.
 Ben o zamanlar küçüktüm.
 David'in başına gelenler bardağı taşırmıştı.
 Ondan hiç bahsetmiyordu, adını bile anmıyordu.
 Bana bir not bırakmıştı.
 Bir kopyasını verdiler.
 "Savunduğum ve sizi de savunmanız için yetiştirdiğim her şeyden zarar gördük.
 Ahlaksız bir sebep yüzünden ölmenin onurlu bir tarafı yok.
 Yalanlar için ölmenin de  Ülkemi seviyorum ama Tanrı'yı da seviyorum.
 Bana verdiği oğulları daha da çok seviyorum.
 Sen ve David için gerekeni yapmalıyım.
 George Bush, David'imizi öldürdü. Bu yaptığını affedemem." Onu okumadım.
 O notu yazan adam, benim kocam olamaz.
 O notu, çaresizlik içindeki zavallı ve güçsüz biri yazmış.
 Bana "Endişelenme evlat, bunu yapanın baban olmadığını biliyoruz.
 Yapanı yakaladık bile.
 El-Kaide'den biri" dediler.
 GAZİ, BUSH'U BABASININ ÖLDÜRDÜĞÜNÜ İDDİA EDİYOR
Casey Claybon, çok sorunlu bir Irak Savaşı gazisi olarak tanıtıldı.
 Muhtemelen travma sonrası stres bozukluğu vardı.
 Uzun süre uyuşturucu kullanmıştı.
 Hakkında, Chicago Sun Times'ın üçüncü ya da dördüncü sayfasındaki birkaç paragraftan başka şey çıkmadı.
 Onlar da Suriye ve El-Kaide konuşmalarının arasında yitip gitti, dava başladığında da hasıraltı edildi.
 Bağlamı yakalamak zorundasınız.
 Casey Claybon, Başkan'ı öldüren kişiyi açıklamaya çalışan tek kişi değildi.
 Amerika, komplo teorisyenlerinin anavatanıdır.
 Sadece Amerika'da bile binlerce suç duyurusunda bulunulmuştu.
 Radikal çevrecileri, kürtaj yanlılarını ve Amerika Devrimci Komünist Partisi'ni soruşturduk.
 Neredeyse tüm radikal İslami gruplar internette bu suçu üstleniyordu.
 O gün sokaklarda olan Bush düşmanı kaçıklardan bahsetmiyorum bile.
 Alabama'da beyazları üstün gören bir kişi de suçu üstlenmek istiyordu.
 O gün Chicago'da bulunmuyordu bile.
 Aloysius Claybon'a potansiyel şüpheli muamelesi yapmadığımız doğru.
 Ancak her soruşturmada, elinizde bulunanları inceler ve kaynaklarınızı hangi tarafa aktaracağınıza karar verirsiniz.
 Claybon'ı bulduğumuzda Zikri zaten tutuklanmıştı.
 Terörizme destek sağladığını kabul etmiş bir adamdı.
 Profile tam olarak uyuyordu.
 Onu suç mahalliyle ilişkilendiren güçlü adli tıp kanıtları vardı.
 Her soruşturmacının aynı sonuçlara ulaşacağına kesinlikle eminim.
 4 Temmuz'da Illinois Eyalet Polisi'nden bir özel ajan beni aradı.
 Casey'nin, babasının eşyalarının arasında Chicago şehir merkezinin askeri tarzda işaretlenmiş bir haritasını bulduğunu söyledi.
 Aloysius'un eşyaları arasındaki bir notu okudu.
 Tekrar okumasını istedim.
 O okurken mideme yumruk yemiş gibi oldum.
 Aloysius'un elindeki o kağıt, bir gezi planıydı.
 O gün konvoyun izleyeceği yol, Başkan'ın tüm hareketleri ve güvenlik önlemleri ayrıntılı şekilde anlatılıyordu.
 "Öncü, saat 19.15'te kürsüde.
" "Öncü, 20.10'da Sheraton'ın batı kapısından çıkacak" gibi şeyler.
 Bana bıraktığı notu okuduğumda, Bush'u öldürenin babam olduğunu anladım.
 Biliyordum.
 Sonra da haritayı buldum, insanların sonunda bana kulak vereceklerini düşündüm.
 Gerçeği açıklamalıydım.
 Babam bunu savunmuştu: Gerçeği ve dürüstlüğü.
 Doğru olanı yapmaya çalışırsınız.
 Ben de yapılması gerekenin bu olduğunu düşündüm.
 Bunun annemi yıkacağını bilsem de.
 Suçladıkları adamın masum olduğunu biliyordum.
 Bunu açıklamam gerekiyordu.
 Aloysius Claybon, Gizli Servis'in nerede konuşlanacağını biliyordu.
 Girişleri ve çıkışları biliyordu.
 Bush'un savunmasız kalacağı yeri bulmuş ve oraya konuşlanmıştı.
 422 numaranın servis alanındaki adamın kimliğini uzun süre belirleyememiştik.
 Şimdi bu adamın muhtemelen Aloysius Claybon olduğunu düşünüyoruz.
 Gezi planı çok fazla kişinin görebileceği bir şey değildi.
 Yönetimden ya da Gizli Servis'ten 107 görevli bu planı görmüş ya da ziyaretin 10 gün öncesinde ondan haberdar olmuştu.
 Bu planı gören herkesle görüşmüştük.
 Bu planı sızdıranı bulmak için geniş bir soruşturma yapıldı.
 Bence birisi onu protestoculara sızdırmıştı.
 Molini'nin olduğu gibi, Al Claybon'ın da eline geçmişti.
 O günkü nefretin, katile Bush'u vurma yetkisi verdiği söyleniyor.
 Bu konuda yorum yapamam.
 Bir Federal Soruşturmacı olarak beni ilgilendiren şey, suçu işleyebilmesi için katile bu bilgiyi kimin sağladığı.
 Vatansever 3'ün bize verdiği yetkiye dayanarak, bu işe karışmış olabilecek tüm protestocu grupların e-postalarını ve telefonlarını devamlı izledik.
 Bu işe karışanları bulacağımıza inanıyorum.
 Al öldüğü için, yetkililer Zikri'nin temyiz isteğini geciktirebileceklerini düşünmüş olabilirler.
 Zikri'nin herhangi birinin suç ortağı olduğunu kanıtlayamamışlardı.
 Tek buldukları, bir yolculuğa çıkıp bazı egzotik bölgelere gittiği ve yanlış bir yaz kampına katıldığı.
 Ancak çoğu kişiye göre, suçlu olsun ya da olmasın, terörizmle en azından flört etmişti.
 O halde içeri tıkılmış olması kimin umurunda?
 Kocam siyasi sebepler yüzünden hapiste, haklı bir sebepten dolayı değil.
 Bu sebebin terörizm olduğunu söylemek yetkililerin işine geliyor.
 Onu hapiste tutmak için başka sebepler bulacaklar ya da sınır dışı edecekler.
 Eğer Claybon'la konuşma şansım olsaydı, ona şunu sorardım: "Bir saniye olsun durup düşünmedin mi?
" "Silah elindeyken, parmağın tetikteyken " "nasıl oldu da yapacaklarının sonuçlarını düşünemedin?
" Babam ordu için yaşardı.
 Amerika'dan ve ona hizmet etmekten gurur duyuyordu.
 Ve David'le benim için yaşıyordu.
 Sanırım  Bush'un tüm bunları mahvettiğini hissetti.
 Mahkum edilmesinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, Cemal Ebu Zikri'nin temyiz talebi için bir sonuç alınamadı.
 Halen Stateville Cezaevi'nde idam mahkumları koğuşunda.
 Bu film için görüşmelerin yapıldığı günlerde, Robert H.
 Maguire FBI Chicago Bölgesi Başkanlığı'ndan istifa etti.
 Suikastı izleyen günlerde kabul edilen ABD Vatanseverlik 3 Yasası, kalıcı bir yasa halini aldı.
 Soruşturmacıların gözaltına alma ve tutuklama yetkilerini genişleten yasa, icra organlarının gücünü artırdı.
||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar