Print Friendly and PDF

Translate

Zirveye Giden Yol (2011) The Ides of March

|

 


101 dk

Yönetmen:George Clooney

Senaryo:George Clooney, Grant Heslov, Beau Willimon

Ülke:ABD

Tür:Dram, Gerilim

Vizyon Tarihi:25 Kasım 2011 (Türkiye)

Dil:İngilizce

Müzik:Alexandre Desplat

Nam-ı Diğer:Farragut North

Oyuncular

Ryan Gosling

George Clooney

Philip Seymour Hoffman

Paul Giamatti

Evan Rachel Wood

Özet

Ohio eyaletinde seçim kampanyaları oldukça çekişmeli geçmektedir ve başkanlık adayları mücadelede son aşamaya gelmişlerdir. Başkan Mike Morris 'in (George Clooney) kampanya basın sözcüsü olan Stephen Myers (Ryan Gosling) Morris'e sadık biçimde var gücüyle çalışırken, birden politik bir skandalın içene doğru çekildiğini fark eder. Şimdi bir karar verme sırası ondadır...

 

Oscar ödüllü aktör George Clooney'in yönetmenliğinde çekilen ve senaryosunu da gene Clooney ile Grant Heslov'un Beau Willimon'ın "Farragut North" adlı oyunundan uyarladığı film, Amerika'da vizyona girmeden önce Venedik, Toronto, Atine ve Rio de Janeiro film festivallerinde seyirciyle buluşarak eleştirmenlerden yüksek not almayı da başardı. Filmin başrollerinde Clooney'nin yanı sıra Drive ve Çılgın Aptal Aşk ile başarılıb ir çıkış yakalan Ryan Gosling, ağır rollerin damı Philip Seymour Hoffman, Paul Giamatti ve güzel oyuncu Evan Rachel Wood yer alıyor.

 

Ülkemizde 25 Kasım'da vizyona girecek olan yapım, Venedik Film Festivali'nde George Clooney'ye Altın Aslan'a adaylığı getirmişti

Altyazı

 

Ben Hıristiyan değilim.

  Ateist de değilim.

  Yahudi değilim.

  Müslüman değilim.

  Benim dinimin ve inandığım kitabın adı  Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'dır!

  - Bekleyin bir saniye!

  - Bunu duydunuz mu?

  Şunları da açayım!

  Tamam, başlayın.

  Size göre yeterince dindar değilsem, oyunuzu bana vermeyin.

  Size göre yeterince deneyimli değilsem   oyunuzu bana vermeyin.

  Aslında biliyor musunuz?

  Bana oy vermeyin!

  Ne yaparsanız yapın ama bana oy vermeyin!

  Bu nasıl?

  - Tamam.

  Hallettik.

  Teşekkürler.

  - Tamam.

  Sesi biraz yükseltebilir miyiz?

  Vali Bey sesini rahat duyabilsin.

  Anlaşıldı.

  Ayrıca, daha önce konuştuğumuz üzere   bu podyumları yükseltecek miyiz?

  Biliyorum.

  Fakat teknik özellikler ancak dün gece elimize ulaştı.

  - Altına kaydırılacak türden bir şey imal ediyorlar.

  - Tamam.

  Teşekkürler.

  Podyum normalden biraz alçak, notlarını okumasını güçleştiriyor.

  Arkadaşlar teşekkür ederim, birkaç saat sonra görüşürüz.

  Vali Bey'in notlarını okumakta zorlandığını bilmiyordum.

  Yok, zorlanmıyor.

  Ama Pullman'ın boyu 1. 70.

  Orada cüce gibi görünecek!

  En büyük Mike!

  En büyük Mike!

  İşte sonuçta buradayız.

  Ohio delege seçimlerine bir hafta kaldı.

  Geriye iki Demokrat aday kaldı.

  Arkansas Senatörü Pullman,  Pennsylvania Valisi Morris'in gerisinde.

  Vali Morris 2. 047 delege toplayarak ciddi bir farka ulaştı.

  New Hampshire, California, New York ve Michigan'daki ön seçimleri kazandı.

  Ancak 1302 delegeye sahip olan Senatör Pullman da hala yarışta.

  O da Florida, Tennessee, Virginia ve Missouri'de ön seçimleri kazandı.

  Ohio'da kazandığı takdirde, Arkansas Senatörü durumu tersine çevirebilir.

  Bir hafta sonra, gelecek Salı günü   161 Ohio delegesinin vereceği karar sonucu ortaya çıkarabilir.

  Tekrar tarihi gerçek karşımızda.

  "Ohio'nun kararı, ülkenin kararı olur.

 " - Kendinizi Hıristiyan olarak görüyor musunuz?

  - Ne önemi var?

  Bunlar sizin sözleriniz: "Öldükten sonra ne oluyor bilmiyorum.

 " "Belki de hiçbir şey.

  Belki de doğumdan önceki gibi" demişsiniz.

  - Bunu siz yazmışsınız, Vali Bey.

  - Bırakın detaylı açıklayayım.

  Lütfen, buyurun.

  Katolik olarak yetiştirildim, ancak vecibelerini yerine getirmiyorum.

  Ve öldükten sonra ne olduğuna dair bir fikrim yok.

  Senatör Bey bu konuda bilgili ise, belki de o Başkan olmalı.

  Ben de ona oy veririm.

  Sizin detaylı açıklama dediğiniz bu mu?

  - Daha detaya gireyim o halde.

  - Zahmet olacak!

  Ben Hıristiyan veya Ateist değilim.

  Yahudi veya Müslüman da değilim.

  Benim inancım, dinim   Anayasa adı verilen bir kağıt parçasının üzerinde yazılıdır.

  Bu da demektir ki, inandığınız Tanrı'ya ibadet etme hakkınızı   son nefesimi verinceye kadar koruyacağım!

  Yeter ki bu başkalarına zarar vermesin.

  İnanıyorum ki, ülkemiz hakkındaki yargıyı   durumu olmayanlara nasıl baktığımız ortaya çıkarmalı.

  İşte benim dinim budur!

  Size göre yeterince dindar değilsem, oyunuzu bana vermeyin.

  Sizce yeterince deneyimli veya uzun boylu değilsem, oyunuzu bana vermeyin!

  Çünkü seçilmek uğruna bunları değiştiremem.

  Sade kahve.

  Sizden tek istediğim İncil'e inandığınızı açıkça söylemenizdi.

  Bu Demokrat Parti'nin delege seçimi mi, yoksa genel seçim mi?

  İyi de Vali Bey, bu seçimin galibi Başkanlık için parti adayı olacak.

  Bu tür soruların genel seçimde can alıcı olacağını zannetmiyorsanız   hayal dünyasında yaşıyorsunuz demektir!

  Ben gün gibi ortada olanı vurguluyorum sadece.

  Bizler ABD'nin Başkan adaylığı için yarışıyoruz.

  Öğrenci Birliği Başkanlığı için değil!

  - Şöyle böyle mi?

  - Evet, şöyle böyle.

  Lanet olsun şu ulusal güvenlik konusuna!

  - Helal olsun!

  - Bitirdiniz işini!

  Ohio Miami Üniversitesi Mezunları bu geceki   tartışmaya katıldığınız için sizlere teşekkür eder.

  Adaylar sahneyi terk edinceye kadar yerlerinizden kalkmamanızı rica eder.

  Hepinize çok teşekkürler.

  Demokratların daha önce ateist bir aday   çıkardıklarını hatırlamıyorum doğrusu!

  Yani, daha önce dangalağın tekini aday gösterdiklerini biliyoruz ama!

  Herhalde konuşmayı sen hazırladın Stephen.

  - Paul o kadar zeki değildir.

  - Sen daima beyni çalışan biri   olmuşsundur ama benim de ön takımlarım sağlamdır!

  Neyse, görünüşe bakılırsa, artık senin de bir beynin var!

  Ama dikkatli ol, onu senden çalmak zorunda kalabilirim.

  Ne gıcık herif!

  Pekâlâ Paul, bilmediğim bir şeyi söyle bana.

  Ayın 15'inde ne olacak dersin?

  - Aman Tanrım!

  - Ne var ki?

  - Senin fikrin ne Stephen?

  - Bence rahat kazanacağız.

  - Öyle mi?

  Ben?

  - Evet, kazanacağız!

  - Senin fikrin ne Ida?

  - Ben sana sormuştum!

  Sen söyle, ben de söylerim.

  Tahminime göre, başa baş geçer; ama burun farkıyla kazanırsınız.

  "Burun farkı" mı?

  Gördünüz, değil mi?

  Beni sinir etmeye çalışıyor!

  - Peki, ne olacak sence?

  - Yüzde dokuz fark atarız!

  Yani burada kazanacağınıza eminsin.

  - Emin değilim.

  Ama inançlıyım.

  - Daha şimdi % 9 fark atarız diyordun!

  Evet, öyle sanıyorum.

  Ama sana bu kesinkes olur demiyorum.

  Lanet

Cebrail seçim günü Sur borusunu üfler ve mahşerin 4 atlısıyla   seçim sandıklarına hile karıştırırsa hiç şaşırmam!

  Yönettiğim 6 başkanlık kampanyasında hiç bu kadar rahat olmamıştım.

  Ama burada oturup ta "Hey, Ohio cepte keklik" asla demem.

  Mümkün değil!

  Son 30 yılda, 73 Demokrat başkanlık seçimlerinde mücadele etti   ve kaçı kazandı?

  Üçü!

  Kazanma ihtimali olduğunu düşünen 70 kişi seçime girdi ve hepsi kaybetti.

  Yani kazanamama ihtimalinizin de yüksek olduğunu mu söylüyorsun?

  Hayır.

  Sözlerimi çarpıtma Ida!

  Söylediğim şey, sana bir zafer sözü veremeyeceğimdir.

  İlk Körfez Savaşı için Baba Bush'tan madalya aldı, ikinciyi ise protesto etti   adaylığını koyduğunda eyaletinde denk bütçe ve ülkenin 4.  en yüksek eğitim oranı vardı.

  Cumhuriyetçiler arasında bu adamla baş edebilecek kimse yok!

  Yani şu anda bu seçim, bu delege seçimi, aslında başkanlık seçimi!

  Ve Ida, içinde bulunduğumuz durum işte bu.

  Ve bu nedenle   şimdi gidip sıçacağım!

  - Pekâlâ, Stephen!

  - Pekâlâ, lda.

  - Stephen, Stephen, Stephen.

  - Ida, Ida, Ida!

  - Paul havaalanına gidiyor.

  - Evet.

  - Bir uçağa binecek.

  - Havaalanına gidince zaten bunu yaparsın!

  O uçak nereye gidiyor peki?

  Pekâlâ.

  - Sana 3 tahmin hakkı veriyorum!

  - Kampanya merkezine dönmüyor.

  - Doğru.

  - Texas'a da gitmiyor.

  Gerek yok.

  Texas'ta oyları paylaşacağız zaten, fitiz yani.

  Peki ya Kuzey Carolina dersem?

  - Tahminin bu mu?

  - Kuzey Carolina'ya gidiyor!

  - Bunu ne teyit, ne de reddedebilirim.

  - Biliyordum!

  Şimdi nedenini söyle.

  - Bunu yapamam.

  - Senden nefret ediyorum!

  - Beni seviyorsun.

  - Ben Paul'ü seviyorum.

  Sense nefretliksin!

  Onu sevmenin nedeni sana özel bilgiler veriyor olması.

  - Cinsel bir lütufa ne dersin?

  - Sen nişanlısın.

  Atlatacağım iyi bir haber karşılığıysa, anlayış gösterir.

  Tüm bu saçmalıklara gerçekten inanıyor musun?

  Tüm bu "vatanı geri kazanalım" safsatasına!

  Ida, ben o kadar toy değilim.

  Çalıştığım kampanya sayısına   çoğu insan 40 yaşında bile ulaşamaz.

  Dediğim gibi, bu adam bu işi başaracak!

  - Sen gerçekten afyon yutmuşsun!

  - Kafayı buldum.

  Çok hoş.

  Dinle bak!

  Onun anketlerde önde olması umurumda bile değil!

  Ayrıca tüm doğru beceriye sahip olup olmamasına da aldırış etmiyorum!

  Gerçek şu ki, insanların hayatlarında   fark yaratabilecek tek aday o.

  Hatta ondan nefret edenlerin hayatlarında bile!

  Ve Mike Morris Başkan olursa,   bu ondan ziyade, bizler hakkında çok şey söyleyecek.

  Kazanabilir mi hiç umurumda değil!

  Kazanmak zorunda!

  Ya kazanamazsa?

  O halde ne olacak?

  Dünya altüst mü olacak?

  Kim kazanırsa kazansın, birazcık olsun fark etmez!

  Sıradan insanların günlük hayatları hep aynı kalır.

  Uyanıp işe giden, yemek yiyip, uyuyan   ve tekrar işe gidenlerin.

  Senin adam kazanırsa, Beyaz Saray'da bir işin olur.

  Kaybederse, başkentteki danışmanlık şirketine geri dönersin.

  Olacak şey budur işte!

  O adam için bu kadar   heyecan duymadan önce de bunu biliyordun zaten.

  Mike Morris bir politikacı.

  Beyefendi bir adam.

  Hepsi öyledir.

  Seni hayal kırıklığına uğratacaktır.

  Er ya da geç!

  - Söyleyeceklerim çok, çok gizli.

  - Ne?

  - Franklin Thompson'ı göreceğim!

  - Cidden mi?

  Benden duymuş olma!

  Bunu bilenler sadece Vali Bey, Stephen ve benim.

  Dudaklarım mühürlüdür.

  Yarın Thompson'ın evinde bir görüşmem var.

  - Destek mi verecek?

  - Onunla konuştuktan sonra, ne dersin?

  Bu büyük olay.

  Büyükten de öte!

  Ona oy taahhüdünde bulunmuş 356 delegesi var.

  Hepsi onunla birlikte geliyor.

  Bu da bizi öne geçiriyor.

  Kimseye destek vermeyeceğini resmen açıklamıştı!

  Evet, hepsi başta böyle söyler, ta ki bir odada baş başa kalıncaya kadar!

  - Yani bu gerçek!

  - Aynen!

  - Neredeyse çantada keklik!

  - Ne zaman açıklayacaksınız?

  Olmaz, şimdilik öğrenebileceğin bu kadar!

  Pekâlâ, iyi dinleyin.

  Bunlar yeni cep telefonlarınız.

  Shelly önemli numaraları kaydetti.

  Özel görüşme yok Kevin!

  Bunları kaybederseniz, Parti Ulusal Komitesi evinizi basar!

  - Yeni cep telefonları.

  Eskisini ver.

  - Daha sonra alırım.

  Başarabileceğimize inanmam şart.

  Düşmanlarımız varsa, neden bize düşman olduklarını anlamamız lazım.

  Güç kullanmak yerine yapabileceğimiz bir şey olup olmadığını görmeliyiz.

  Tarihten iyi bildiğimiz üzere   aşırıcılığa karşı çözüm aşırıcılık olamaz!

  Bu lanet sözleri beni öldürüyor!

  Bu görüntüler nereden?

  Adaylığını ilan etmeden önce, Pennsylvania'daki bir toplantıdan.

  Şükürler olsun ki yurt dışından değilmiş!

  Ortadan kaldırın şunu.

  - Kitlesine uygunsa neden kullanmıyoruz ki?

  - Kafan iyi mi senin?

  Genel seçimlerde Cumhuriyetçilerin ona karşı kullanacağı görüntüler bunlar!

  Övünülecek bir şey değil yani!

  Merhaba, ben kabiliyetsizin tekiyim ve başkomutanınız olmak istiyorum!

  Ama bu bir şekilde piyasaya çıkacaksa  Çıkarsa çıkar ama yayın masrafları bize ait olmaz dostum!

  Pullman'ın Liberia'daki bir elmas madenine   yatırım yaptığı gerçek mi sence?

  Hala araştırıyoruz, ama bunu bir blog'tan öğrendik.

  Yani bilmek zor!

  Doğru olup olmadığı umurumda değil.

  Benim tek istediğim bunu inkâr etmesi.

  Haber gerçekse, mükemmel, ortaya çıkar.

  Ama değilse o zaman gazetelere bunun yalan olduğunu   anlatmaya çalışarak vakit kaybetsinler!

  - Yani Kazan-Kazan durumundayız!

  - Tamam.

  Yalnız dün geceki Hıristiyanlık tartışmasına karşı atağa geçmeliyiz.

  30 saniyelik ve 1 dakikalık yeni TV reklamları istiyorum.

  Bunları öğleden sonra yapılacak toplantıda ona sunarız.

  - Selam!

  - Selam!

  Ben, toplantı öncesinde bunlara bakıp onay vermeni istiyor.

  Tamam.

  Teşekkür ederim, ben de bunları bekliyordum.

  İlginç bir şey mi?

  Bu gece dağıtmam gereken bir beyaz bülten.

  Beyaz bülten ne demek?

  Olumsuz propaganda.

  Rakibimiz hakkında yapılan araştırmaları   basına sızdırıyoruz ve tepkileri ölçüyoruz.

  Ne tür bir olumsuz propaganda?

  - Yarın gazetede okursun.

  - Hangi gazetede?

  - Hangisi olursa.

  Tüm gazetelerde.

  - Yani önemli bir şey mi?

  Daha önemli bir şey olsun isterdim.

  Gündeme girmesi için üzerlerinde fena oynayacağım.

  - Zaten bu senin uzmanlık alanın, değil mi?

  - Sanırım öyle.

  Ona tamammış de.

  Yeni cep telefonunu aldın mı?

  Gerçekten heyecan verici, değil mi?

  Sen nesin, bir"Bearcat" mi?

  Ne miyim?

  "Bearcat", Cincinnati Üniversitesi öğrencisi yani.

  Yok, hayır.

  Ben buralı değilim.

  Seninle Iowa'da da çalışmıştık aslında.

  Haklısın.

  Ama bir değişiklik yapmışsın.

  - Saçım mı?

  - Saçını değiştirmişsin!

  Hayır!

  Anladım.

  Şu anda tam bir dangalak gibi göründüğüme eminim!

  Değil mi?

  Yok, hiç de değil.

  Sen bu takımdaki kodamansın!

  Bense sıradan bir stajyerim.

  Yo, ben hiç de öyle görmüyorum.

  Sen Millennium'da kalıyorsun.

  - Bizleri bir motele yerleştirdiler.

  - Haklısın.

  - Ben takımdaki kodamanım!

  - Gerçekleri görmeye başladın işte!

  - Ama bizim barımız sizinkinden güzel.

  - Bunu duymuştum.

  Bir gece gelmelisin.

  İşçi arılarla bir tek atmaya!

  Evet, bunu yapabilirim.

  Olabilir.

  Hangi gece en iyisi?

  - Bu gece iyidir.

  - Bu gece mi?

  Salı gecesi mi?

  - Evet, sakin olur.

  - Sükûnet iyidir.

  İyi o halde, sende telefon numaram var.

  Öyle mi?

  Yeni cep telefonuna yüklenmiş durumda.

  - "Mary" diye!

  - Adının Mary olduğunu biliyorum.

  Benim adım Molly!

  Evet!

  Benim kulağıma gelen de bu.

  Süper Salı'dan beri, aniden çok popüler biri oluverdim!

  Yaptırdığın anketler ne diyor?

 .

  Pullman'a olumsuz bakanların oranı yüksek; 45 civarında.

  Senatörüm, Beyaz Saray'da boş bir koltuk var!

  Cumhuriyetçiler hikâye!

  Darmadağın bir haldeler.

  Salaklığı dünya çapında olmayan bir aday çıkaramayacaklardır.

  Demokratlardan bir farkları yok yani!

  Hiçbir Cumhuriyetçi gidip böyle bir adaya oy vermez.

  Ama Pullman Demokratların adayı olursa, ona karşı oy kullanırlar.

  Peki senin adayının durumu farklı mı?

  Tarafsızlar Morris'e destek verir mi?

  Bundan eminim.

  Senatörüm, kafam biraz karışık.

  Delegelerinizin oyuna ihtiyacımız var.

  Size ihtiyacımız var.

  Maddi destek sağlamanıza ihtiyacımız var.

  Ve sanırım   Ohio ön seçimlerinden bir hafta önce vereceğiniz destek   bizim kazanmamızı sağlayabilir.

  - Teşekkür ederim.

  - Estella.

  Bana buz kovasını verir misin?

  - Paul'ün fikri mi, yoksa senin mi?

  - Paul biliyor ve benimle aynı fikirde.

  Ben, ulusal sosyal programlar hakkındaki makalem nerede?

  - Ondan daha kolay yararlanabilirim.

  - İşte burada efendim.

  - Bana bir kopyasını ver.

  - Çıktı alabilir miyiz?

  - Gidip yazıcıdan getirebilir misin?

  - Hemen.

  - Pekâlâ, değişiklik isterseniz  - Bir saniye bekler misin, lütfen?

  Sosyal programlarınız diğer ulusal politikalarınız kadar destek görmüyor.

  Anketler umurumda bile değil, Stephen!

  Sana kulak asmayacağım!

  - Paul'le iyi polis-kötü polisi mi oynuyorsunuz?

  - Biz iyi polis-iyi polisiz.

  Değişiklik yapmayacağım!

  İşte burada.

  Pekâlâ, bakalım.

  İnsanların eğitim almalarına yardım edeceğiz diyor   ve ulusal bir birlik sağlayacağız, gençlere bir el becerisi öğreteceğiz   ve onların üniversite kredileriyle ilgili borçlarını sileceğiz diyor.

  - Bunun neresi sakat?

  - Bunların hepsi doğru şeyler.

  Ancak söz yetmiyor, yapmak gerekiyor.

  İsteğe bağlı olmasın, mecburi olsun!

  - Bu da anketlere olumlu yansır!

  - Mecburi.

  18 yaşını bitiren veya liseden mezun olan herkes   ülkesine iki yıl hizmet etsin.

  Askerlik olabilir, Barış Gücü olabilir, ağaç dikme olabilir, neyse!

  Ve bunun karşılığında, üniversite masraflarınız karşılanır, nokta!

  Bunların hepsini sağlıyoruz zaten, işte burada.

  Hayır, Efendim, sağlamıyorsunuz.

  İşi sonuna kadar götürmüyorsunuz.

  Mecburi olsun.

  Paul bunu beğeniyor mu?

  Sizler benim beyin takımımsınız.

  İşin güzel yanı, 18'ini bitirmiş herkes bunu destekleyecek.

  Peki ya diğerleri?

  Oy veremezler.

  Çok genç olduklarından.

  Yazıkmış!

  Bundan size zarar gelmez.

  Stephen?

  3.  hatta seni arayan biri var, babanmış.

  Pekâlâ.

  Sen ve Ben bunu seçim konuşmama dahil edin.

  Daha sonra da bana çıktısını getirin.

  Kendi sözcüklerimle yeniden yazacağım.

  - 6'da Charlie Rose'da olacaksınız.

  - Tamam.

  Niye söyleşisine katılıyorum?

  - Detaylı söyleşi çünkü.

  Rose uçakla geliyor.

  - Paul de geliyor mu?

  Paul olmayacak; ama Ben'le beraber size eşlik edeceğiz.

  Bana birisinin öldüğünü söyleme sakın!

  Selam, Stephen!

  - Sen de kimsin?

  - Ben Tom Duffy.

  Baban arıyor hikâyesi için özür dilerim!

  Adımın Morris'in seçim kampanyası ofisinde telaffuz edilmesini   istemeyeceğini düşündüm de!

  - Ne istiyorsun?

  - Bir kaç dakikan var mı?

  - Seninle oturup konuşmak istiyorum.

  - Niçin?

  Yani, önemli olduğunu sanıyorum.

  Önemliyse Paul'ü araman gerekmez miydi?

  Ne var yani, ben seni aradım işte!

  Anlatacaklarım cidden önemli, Stephen!

  Bana 5 dakika ayır yeter.

  - Seninle konuşamam.

  - Seni anlıyorum.

  Ama önümüzdeki iki saat boyunca Head First Sports Bar'da olacağım.

  Yapamam, Tom!

  Orada başka kimse olmayacak, tamam mı?

  Şansın var, sana göstermek istediğim bir şey var.

  Paul, beni ara.

  Önemli bir konu!

  - Sen yanlış adam için çalışıyorsun!

  - Sen yanlış adam için çalışıyorsun!

  Tam tersine, yanlış adam için çalışıyorsun!

  Sende başkalarında olmayan bir şey var!

  - Ya, öyle mi?

  - Tam olarak ne bu?

  "Çekicilik" doğru sözcük değil.

  - Bu tam doğru sözcük!

  - Yok.

  Bundan daha fazlası var.

  Etrafa bir şey yayıyorsun sen.

  İnsanları kendine çekiyorsun.

  Muhabirlerin hepsi seni seviyor; senden nefret edenler bile!

  Onlarla satranç taşlarıymış gibi oynuyorsun ve buna basit bir işmiş izlenimi veriyorsun.

  Ve ikimiz de bunun ne kadar zor olduğunu biliyoruz!

  Sürekli tetikte olmanın.

  Her sözü, her jesti tartmanın.

  Ama dışarıdan bakan birine kolay işmiş gibi gösteriyorsun.

  İnsanlar senden korkuyor.

  Bunu nasıl yaptığını anlamıyorlar ve seni bu yüzden seviyorlar.

  Bu meslekte en değer verilen özellik de budur.

  İnsanlara korkularını sevgiymiş gibi hissettirerek   saygılarını kazanma yeteneği.

  Şimdi ne söyleyeceğimi tahmin edebilirsin.

  - Edebileceğimi sanmıyorum.

  - Bizim için çalışmanı istiyorum.

  - Ne, dalga mı geçiyorsun?

  - Yok, hiç bile değil!

  - Ohio'da kaybedeceksiniz.

  - Kaybetmeyeceğim.

  Tüm demokratların %6'sını kapsayan iki ankette de   % 6 civarında öndesiniz.

  - % 8!

  - Hayır, % 6.

  Ama fark etmez.

  Ohio'daki herkese açık bir aday seçimi, değil mi?

  Tarafsızlar ve Cumhuriyetçiler de Demokrat aday için oy kullanacaklar.

  Senin adamı beğendiklerini sanıyor musun?

  - Kürtaj ve vergi yanlısı bir liberali?

  - Lanet olsun!

  Ondan nefret ediyorlar.

  Benim adamı başkanlık seçiminde alt edebileceklerini düşünüyorlar.

  Buna karşın seninki hakkında epeyce endişeliler.

  Yarın sabahtan itibaren yoğun bir basın kampanyasıyla karşılaşacaksın.

  Sağ eğilimli tüm bloglar   "Oyuna Sahip Çık" kampanyası başlatıyorlar.

  Aslında başladı bile.

  Ohio'daki her muhafazakâr seçmen sıraya girip benimki için oy verecek.

  Ve bu sadece tek bir adım.

  Ohio'yu kaybettiniz.

  Anketler bir bok ifade etmiyor.

  Yarın sabah herkes bu durumu anlayacak.

  Bu yüzden basında çıkabilecek çatlak seslerle ilgilenmeni istiyorum.

  Ha bu arada, Thompson da bizi destekliyor.

  Thompson'ın desteğini sağlayamadığınızı biliyorum!

  Yok, ona dışişleri bakanlığını taahhüt ettik.

  Ohio tamamdır.

  İşi bitireli haftalar oldu.

  Şimdi de Thompson'un delegeleriyle  Ben artık geleceği düşünüyorum.

  Seni istememin nedeni de bu.

  - Yapamam.

  - Seni hemen işin başına geçireceğiz.

  Senden şu anda bir cevap almam gerekmiyor.

  - Daha önce pislik yaptım, değil mi?

  - Bunu duyduğuma üzüldüm.

  Artık pislik yapmak zorunda değilim çünkü Morris için çalışıyorum.

  İşlerin demokratik süreçle ilgisi yok.

  Mesele adamını başkan seçtirmek.

  - Bunlar Cumhuriyetçilerin tarzı boktan işler.

  – Biliyor musun?

  Bizim de onlardan ders alma vaktimiz geldi artık!

  Onlar bizden daha zalim, daha azimli ve daha disiplinli.

  25 yıldır bu meslekteyim ve haddinden fazla  Demokrat adayın başarısız olduğunu gördüm.

  Çünkü bu lanet olası fillerle aynı çamura batmayı istemediler.

  - Paul benim dostum.

  - Dostun için mi, yoksa   Başkan için mi çalışmak istiyorsun?

  Bu konuda biraz düşün.

  Telefon numaramı biliyorsun.

  Paul.

  Hey, şu uyku ilacı Quaaludes'i artık imal etmiyorlar değil mi?

  Bildiğim kadarıyla hayır.

  Thompson'la neler oluyor?

  Bir şey istiyor ama  Sonuç iyi olacak.

  O kadar önemli olan neydi?

  Hiçbir şey.

  Meseleyi çözdüm.

  Pekâlâ.

  Bana ihtiyacın olursa cebim açık.

  Yarın Washington'a uçuyorum ama gece geri döneceğim.

  Tamam.

  Ben de şu Quaaludes'i araştırayım.

  Sağlam herifsin!

  Blogları bir kontrol et, bakalım zevzeklik eden var mı?

  - Ne tür bir zevzeklik?

  - Bilmiyorum.

  - Nelerden bahsediyorlar bir bakıver.

  - Stephen, sen hala bekâr mısın?

  Ben kampanyayla evliyim, Vali Bey.

  Kampanyayla evliymiş.

  İyi cevap!

  Wall Street Journal'a göre oranımızı koruyoruz.

  - Pullman'ınki 1 puan düşmüş.

  - Anketi ne zaman yapmışlar?

  - Şimdi öğreniyorum.

  - Pullman'ın oranı bir puan düşmüş.

  Doğru yönde ilerliyoruz.

  Ben, sen hala bekâr mısın?

  - Ben kampanyayla evliyim, Vali Bey.

  - İşlerine âşık bir ekibim var!

  Yayına girmeden Charlie Rose'a bu rakamlar iletilmiş olsun.

  Hemen hallederim.

  Ayrılmadan önce de söyleşinin bir DVD kopyasını al.

  Kürtaj zor bir karar mı?

  Öyle olduğuna inanmak zorundayım.

  Ben yaptırır mıydım?

  Hayır.

  Fakat ne benim, ne de bir başkasının, hele de bir hükümetin   bir kadına ne yapması gerektiğini dikta ettirmesini düşünemiyorum.

  Yani bir yargıç mı atardınız?

  Kendimi onun yerine koymadan birini yargılamayı küstahlık sayarım.

  Ama idam cezasına karşısınız.

  Bir toplum olarak, bizler hakkında verdiği fikir yüzünden.

  Diyelim ki Vali Bey, söz konusu kişi sizin eşiniz.

  Ve o öldürülmüş olsun.

  Ne mi yapardım?

  İş kişiselleşince daha karmaşıklaşıyor.

  Elbette.

  Pekâlâ, eğer katile ulaşabilirsem   onu öldürmenin bir yolunu bulurdum.

  Yani siz, Vali Bey, ona idam cezası verirdiniz.

  Hayır, karşılığında sevinerek hapse gireceğim bir suç işlerdim.

  O halde neden toplumun bunu yapmasına izin vermeyelim?

  Çünkü toplumun kişilerden daha iyi olması gerekir.

  Bunu yapmış olsaydım, yanlış iş olurdu.

  - Silahlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

  - Bir reklam arası vakti gelmedi mi?

  Bu kamu televizyonu.

  Bizde reklam olmaz.

  Ne büyük talihsizlik!

  Iowa'dan sonra nereye gittin?

  Kaliforniya'ya.

  Süper Salı nedeniyle.

  - Benim de New York'a gitmem gerekmişti.

  - Biliyorum.

  Sizlerin orada daha fazla yardıma ihtiyacınız vardı.

  Aynen.

  Pekâlâ, neden politika?

  Parası iyi olduğundan, tabii ki!

  Sana pek uygun bir alan değil gibi!

  Jack Stearns benim babamdır.

  - Vay, iyi adamdır.

  - Aşağılık bir heriftir!

  Ama o senin patronun tabii ki!

  O benim patronum değil!

  O Parti Ulusal Komitesi'nin başkanı.

  Ne yani, sen Demokrat Parti Ulusal Komitesi için çalışmıyor musun?

  Hayır, ben Paul için çalışıyorum.

  Paul de Morris için çalışıyor.

  Ve eğer Morris seçimleri kazanırsa, senin babanın patronu olacak.

  Babama bunu söyleme sakın.

  Sen de babana pek çok şeyi söyleme!

  Asla!

  - Yarın kaçta işte olman gerekiyor?

  - Sabah 9'da.

  Yeni stajyerlere otomatik arayıp mesaj bırakan telefonları göstereceğim.

  Çünkü ben en deneyimli stajyerim.

  Anlıyor musun?

  Anlıyorum.

  Sen kaç yaşındasın?

  Kaç yaşında olduğumu sanıyorsun?

  30.

  - 30 yaşında olduğumu mu sanıyorsun?

  - Kusura bakma.

  Kaç yaşındasın?

  30!

  Ya sen kaç yaşındasın?

  Kaç yaşında olduğumu sanıyorsun?

  21 mi?

  20.

  Gençmişsin!

  30 yaşında biriyle düzüşmek için çok mu gencim?

  Şey  Bak şimdi, bu konudaki kanunlar eyaletten eyalete değişiyor.

  Burada, otelinin bulunduğu Kentucky'de uygun bulunmuyor.

  Ama köprüyü geçerek Ohio'ya gidersek  - Ki senin otelin de orada!

  - Evet, şaşırtıcı bir biçimde   gençlerle ilgili kanunlarında gayet toleranslılar.

  - Araban var mı?

  Ben kullanmıyorum.

  - Taksiyle geldim.

  Kampanya otobüsünün anahtarları bende!

  Doğruyu söylemek gerekirse, bu daha önce denenmişti.

  Muhafazakar Rush Limbaugh "Kaos Operasyonu" adını vermişti.

  Cumhuriyetçiler, genel seçimlerde alt edebileceklerini düşündükleri   bir Demokrat'a oy vermişlerdi.

  Senatör Pullman'ın kampanya yöneticisine   sağcıların oylarını almaktan mutlu olup olmadığını sorduk.

  Sonuç üzerinde etkisi olur mu?

  Tabii ki hayır!

  Ama bakın, seçim anketlerinin hata payının bulunduğuna   ve senatörün Ohio'da kazanacağına inanıyoruz.

  Evet, Paul ne zaman dönüyor?

  Lanet olsun!

  Anketler hakkında kiminle görüşüyoruz?

  Tarafsızlar ve sağcı fanatiklerle ilgili anket yaptırmalıyım.

  Gitmemi istiyor musun?

  Wall Street Journal'daki o adamın adı neydi?

  - İşin var gibi, ben gideyim.

  - Bekler misin?

  Konuşmamız lazım.

  Adler, evet.

  Onu bana bul.

  Hiç kimse.

  Oda temizlikçisi.

  Telefon et ve söylediklerimizin arkasında durduğumuzu belirt.

  Yani yarışın anketlerde yansıtılandan daha başa baş olduğunu!

  Yok, bunu söyleme!

  Sadece onu telefonla bul ve beni ara.

  Ben ilgilenirim.

  Özür dilerim.

  - "Oda Temizlikçisi" ha!

  - Evet.

  Benim için oda temizlikçisi dedin!

  Bu yüzden bana kızmadın, değil mi?

  - Yo, neden kızacakmışım ki?

  - Doğru.

  - Jack Stearns'le konuştum.

  - Vay, hey.

  Baksana!

  Biliyorum ki benden bir tür tepki bekliyorsunuz, ama bakın.

  Başa baş geçmekte olan bir mücadelede iki muhteşem adayımız var.

  Ve sonuçta, sonbahardaki seçimlerde bu partiyi   en iyi kimin temsil edeceğine seçmenler karar verecek.

  Fakat bu tür bir karmaşanın bu yıl partinizin   vurgulamak istediği hususlara zararı olmuyor mu?

  Haklısın.

  Baban aşağılık bir herif!

  - Böyle dediğini ona söyleyeceğim.

  - Evet, yap bunu!

  Benimle bir konu hakkında konuşmak istemiyor muydun?

  Evet.

  Açık konuşmak isterim; kafa karışıklığı olsun istemiyorum.

  Dün geceden kimseye söz etmeyeceğim.

  Bu ikimizin arasında kalırsa mükemmel olur.

  - İnsanları bilirsin!

  - Evet.

  Gerçekten de bir stajyeri düzmen hoş karşılanmaz!

  Öyle değil.

  Sarhoş oldum ve başımıza bu geldi durumu değil.

  Senden hoşlanıyorum.

  Sadece bir beklenti içine girmeni istemiyorum.

  - Bir şey söylemek zorunda değilsin.

  - Pekâlâ.

  Sadece benim bir gönül avcısı olduğumu sanmanı istemiyorum.

  Biraz gönül avcısı gibisin ama 

- Kibar davranmaya çalışıyordum.

  - Palavra!

  - Beni tavlamaya çalışıyordun!

  - Yok, öyle değildi.

  Bunu oldukça açık biçimde ifade ettin.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  - İncelikli davrandığımı sanıyordum.

  - Hayır, gayet cüretkârdın.

  Beni bara davet ederken asıl cüretkâr olan sendin.

  Doğrusu, bir süredir seninle yatmaya çalışıyordum.

  - Biraz kaltağım, değil mi?

  - Hiç de değil.

  - Garip ama buna saygı duyuyorum.

  - İyi.

  - Kravat nasıl bağlanır hiçbir fikrin yok.

  - Hiçbir fikrim yok!

  Gayet olgunsun.

  Bir yeni yetme için!

  Ne zaman dönüyorsun?

  Etkinliğe geç katılacağım.

  Lanet herifler boktan yollara saptılar!

  - Thompson'dan ne çıktı?

  - Hiçbir şey!

  Kalleş herif!

  Onu tamamen ablukaya almıştık.

  O orospu çocuğunu!

  Durum ne kadar kötü?

  Bilmiyorum.

  En yeni anket sonuçlarını almaya çalışıyorum Paul.

  Pekâlâ.

  Üç saat içinde orada olacağım.

  Gerçek rakamları istiyorum!

  Ve bir de yeni strateji!

  Evet, üzerinde çalışıyorum.

  Kaçmam gerekiyor.

  - Sen iyi misin?

  - Evet.

  Kampanya duraklarımızı saptamaya çalışıyorum.

  Sanırım buna havanın durumu karar verecek.

  Tabii eğer inebilirsek!

  Her şey yolunda gidecek.

  Yapmamız gerekiyor ve yapılacak en doğru şey de bu.

  Ve doğru şeyi yaptığında başına hiç kötü bir şey gelmez.

  Bu senin kişisel teorin mi?

  Çünkü savını çürütebilirim!

  Örneğin insani yardım uçuşunda ölen Roberto Clemente.

  İyi de, her kuralın bazı istisnaları vardır.

  Peki, durumumuz nasıl?

  - İyi durumdayız diye düşünüyorum.

  - Kampanyayı sordum.

  Nasıl gidiyor?

  Oh, mükemmel.

  Stephen, sen Paul değilsin!

  Paul'e "mükemmel" desin diye maaş veriyorum; sana ise gerçeği söylemen için!

  Sağlam durumda olduğumuzu zannediyorum.

  Tamam, Paul!

  Vali Bey, Paul ile benim aramda büyük bir fark var.

  Paul sadece galip gelmeye inanıyor, o yüzden kazanmak için her şeyi yapar.

  Ama sen öyle yapmazsın.

  Eğer inanıyorsam her şeyi yapar veya söylerim!

  Ama davaya inanmam şart.

  Bu meslekten ayrıldıktan sonra berbat bir danışman olacaksın.

  Siz ortada olduğunuz sürece bu meslekten ayrılmayacağım efendim.

  Demek ki en fazla 8 yılın daha kaldı.

  Sonra Farragut North'taki küçük bir danışmanlık şirketinde olacaksın!

  Yılda 750 bin dolar kazanıp, The Palm'da yemek yiyecek   ve Suudi prenslere eski senatörleri pazarlayacaksın!

  Eski Başkan'ları da pazarlayabilirim!

  O halde seçimi kazanmamda yarar var!

  Aynen!

  Ben evleneli 11 yıl oldu.

  Normal bir evliliğimiz var.

  Bu da, aynı fikirde olmadığımızda karımın kazandığı anlamına geliyor!

  Üzerinde hiç tartışmadığımız konu   bu gezegeni kızımıza nasıl bırakacağımız.

  Daha mı iyi, yoksa daha mı kötü bir dünya bırakacağız?

  Bu ülkedeki en zengin kişiler üzerlerine düşeni ödemiyorlar.

  Ve onlardan bu talep edildiğinde, "sosyalizm" diye feryat ediyorlar!

  "Servetin yeniden dağıtımı" gibi cümleler kullanıyorlar.

  Evet.

  Bu da herkesi korkutuyor ve hepsi kaçıp saklanıyorlar.

  Kayıtlara geçsin isterim,   benim seçim kampanyam, servetin hükümet eliyle en zengin   Amerikalılara dağıtılmasına şiddetle karşı!

  Ve adaylığımı buna dayandıracağım.

  Doğru olduğunu zannetmemiştim, ama bunu dün söylemiş olmam gerekirdi.

  - Ağır ol biraz!

  - Üzgünüm.

  Dün Tom Duffy ile buluştum.

  Ne?

  Sen uçaktayken beni aradı.

  Buluşmak istediğini söyledi.

  "Neden?

 " diye sordum.

  Çok önemli olduğunu söyleyince ben de görüştüm.

  - Bunu söylemem gerekirdi, üzgünüm.

  - Dur.

  Şunu net olarak anlayayım!

  - Demek Tom Duffy ile buluştun.

  - Evet.

  Peki, ne istedi Stephen?

  Beni işe almak istiyor.

  Bu gemiyi terk edip onunla çalışmamı istiyor.

  Gerçekten çok boktan bir iş.

  Ellerinde Pullman'ı 4 önde gösteren anket verilerinin bulunduğunu söyledi.

  Ve başımız fena halde belada, çünkü bana stratejilerini açıkladı.

  Otomatik aramalar, suni uzun sıralar, sahte iddialar ve Thompson!

  Thompson'a Dışişleri Bakanlığını önermişler!

  Terörle nasıl savaşılır, biliyor musunuz?

  Ürünlerine ihtiyaç duymayarak.

  Ürünleri de petrol.

  Petrole muhtaç olmayın yeter, defolup giderler.

  Kimseyi bombalamamıza, hiçbir yeri işgal etmemize gerek yok!

  Eğer bu anlattıkların saçma sapan bir şakaysa   lanet olası tansiyonum şu anda tavanı delip geçti bile!

  Paul, özür dilerim.

  İnan bana  -  doğru olduğunu sanmamıştım.

  - Ne düşündüğünün hiçbir önemi yok!

  Ne yaptığın önemli.

  Ne yapmadığın önemli!

  - Haklısın.

  - Çünkü bu bilgiler doğruysa   dangalak gibi davranmış ve stratejimizi ifşa etmişim demektir!

  Lütfen bana inan, yemin ederim ki senin gelip bana   Thompson'ın kesinlikle bizden yana olduğunu söyleyeceğine inanmıştım.

  Anlatmaya gerek görmedim.

  - Bu hatamı düzeltmiyor ve üzgünüm.

  - Bir düşüneyim.

  Bir düşüneyim  Başkanınız olursam, ilk yapacağım iş   göreve başladığım günden itibaren on yıl içinde Amerika'daki hiçbir   yeni aracın benzinli motorla çalışmamasını sağlamak olacak!

  Yüz binlerce yeni iş yaratacağız 

Bundan sonraki teknik devrimi başlatacağız!

  Ve yeniden dünyanın lideri olacağız.

  Bir zamanlar alıştığımız gibi.

  Bu duygusal konuşmasını bitirir bitirmez, Vali Bey'le görüşeceğiz.

  Ve ona bildiğimiz her şeyi anlatacağız.

  - Toplantıda kimleri istiyorsun?

  - Sen, ben ve Vali Bey.

  Hepsi bu.

  - Daha sonraki programı ne?

  - Bağış toplanan bir sosyal etkinlik.

  Demek ki geç kalacak!

  Ona, Thompson'a kabinede bir bakanlık vermezse   Başkan adayı olamayacağını söyleyeceğiz.

  - Bunu kabul edecek mi?

  - Kahretsin ki bilmiyorum, Stephen!

  Bize uygun bir oda bul!

  Bu rakamlar ne kadar gerçek?

  Birkaç puan arttırabiliriz, ama 3 veya 4'le kaybedeceğiz.

  Kim bilebilir ki, Vali Bey?

  Ama risk de alamayız.

  Ne düşünüyorsun?

  Kampanyayı Ohio'da bitirmeliyiz diye düşünüyorum!

  Yenilgiyi kabullenelim   günahını pis oyunlar çeviren Cumhuriyetçilere atalım ve Kuzey Carolina'ya doğru yola koyulalım!

  - Ohio'dan kaçamam.

  Tefe koyarlar!

  - Thompson'un desteğiyle bir şey yapmazlar.

  Bunu yapmayacağım.

  Ne istiyor ki?

  FDA başkanlığı gibi bir şey mi?

  Kabinede bir koltuk!

  - Hangisi?

  Çalışma Bakanlığı mı?

  - Dışişleri!

  Dalga mı geçiyorsun?

  Yani Dışişleri Bakanlığı'nı Birleşmiş Milletler'i   tırpanlamaya hevesli bir adama mı vereceğim?

  Başladığımız sırada, bu tür şeylere yanaşmayacağımı söylemiştim.

  Ohio'yu kaybederseniz ve Thompson'ın delegelerini ele geçirirlerse   Kuzey Carolina'yı da kazanır ve öne geçerler.

  Öne geçerlerse de bir daha üstesinden gelemezsiniz.

  Ohio'da yenilgiyi kabul eder ve Thompson'ı tavlayıp lanet bakanlığı   verirsek, Thompson'ın eyaleti Kuzey Carolina'yı, ardından da sizin   eyaletiniz Pennsylvania'yı kazanırız.

  Sonrası matematik, Mike!

  Thompson'ın desteğini alırsanız bu yarış biter!

  Paul, sana saygı duyuyorum.

  Fikrine saygı duyuyorum.

  Ama önerini asla uygulamayacağım.

  Demek ki Ohio'yu kazanmanın bir yolunu bulmalıyız!

  Başka bir şey var mıydı?

  - Bu beni kesmez.

  - Tüm kiralık araba şirketlerinin listesi.

  Salı günü için minibüslerin hepsi rezerve edilmiş!

  Lanet olsun!

  Jess, seni tekrar arayacağım!

  - Hepsi mi?

  - Hepsi!

  Beni mahvettin!

  Şimdiye kadar edindiğim bilgiler şöyle.

  Tarafsızlar değil ama Cumhuriyetçiler sorun!

  Veya öyle diyorlar.

  Tarafsızlar anketlerde Demokratlara oy vereceklerini beyan etmezler ki!

  Görüşmem sonucunda, Kentucky eyaletinden yüz minibüs bulabileceğiz.

  - Lanet minibüslere ihtiyacımız yok!

  - Söylediğim bu değil!

  - Pullman'ın minibüsleri almasını istemiyoruz!

  - Önce de zayıf olan   bizdik ve hala aynı durumdayız.

  Aynen, Salı yaklaştıkça oranların da yaklaşacağını zaten biliyorduk.

  Beklentilerimizi düşürmüyoruz.

  Yani sana Ohio'yu cepte keklik gördüğümüzü hiç söylemiş miydim?

  O halde, en azından bunu köşende yazma nezaketini göster.

  Ne yazıyorsun?

  Hidrojen enerjisi hakkında atılmış en büyük nutku!

  Bu konuda çıta da epeyce yüksektir hani!

  Bilmez miyim?

  Mitchell'in karısı benden bir şey istedi.

  Amerikan Devrimi'nin Kızları yemeğinde boy göstermeni bekliyor.

  Mitchell de kim?

  Ohio birinci bölgeden kongre üyesi.

  Onu hatırlamanda yarar var!

  Lanet kongre üyeleri!

  Şu ıstırabı her 2 yılda bir çekebilir misin?

  Hayır, çekemem!

  Sadece bir kere daha deneyelim.

  - 4 yıl sonra.

  - Aynen!

  Anlaştık!

  Sence Ohio'yu kaybedecek miyiz?

  Bilmiyorum.

  Thompson'un delegelerini alsaydın bu yarış biterdi.

  Ohio'nun bir önemi kalmazdı.

  Paul şimdi de seni mi ikna etmeye çalışıyor?

  Stephen.

  İkisi de akıllı.

  - Thompson o kadar kötü biri mi?

  - Boktan bir herif!

  - Pullman'dan da mı kötü?

  - Evet, Stephen!

  Her defa kırmızı çizgilerimi çekiyorum ama sonra taviz veriyorum.

  Bağış toplama toplantıları, sendika anlaşmaları.

  Hiçbirini istemiyordum.

  Rakibimle ilgili olumsuz reklamlar… Bu kez taviz veremem.

  Thompson olmaz!

  Bayan Mitchell'e o kahrolası yemeğine katılacağımı söyle!

  Yaşlı hanımlara biraz saçlarımı okşatayım!

  - Saçların muhteşem!

  - Sen de öylesin, bebeğim!

  - Eşcinsel evliliği hakkında?

  - Zevzeklik ediyorlar.

  - % 50 öyle düşünmüyor.

  - Yaşı % 50'nin üzerindekiler.

  Oy verenler, sandıklara gidenler de onlar zaten!

  Bu durum değişiyor, neyse ki bu konunun çerçevesi de  - Dinsel bir meseleyken- - İnsan hakları meselesine dönüştü.

  Aslında hiç de öyle değil!

  Eskiden ırklar arası evlilikler yasaktı, kadınlar oy veremiyordu.

  Paul?

  Procter & Gamble'daki adam telefonda.

  - Vali Bey'e göz kulak ol!

  - Tamam.

  - Orada neler oluyor bilmek istiyorum.

  - Pekâlâ, hey durun hele.

  Bir fikri var.

  Tamam, hadi söyle.

  Savım: kadın ve erkek birbirinden ayrı ama eşit olarak nitelendirilebilir.

  - Irklar içinse bu mümkün değildir.

  - Nasıl yani?

  Erkekler ve kadınlar için ayrı umumi tuvalet uygulaması var.

  Ama bunu farklı iki ırk için yaparsanız kanuna aykırı olur.

  - Şimdilerde.

  - Evet, şimdilerde.

  Benim söylediğim de bu.

  Bak, savını bir çerçeveye oturtuyoruz  - Bu saat kaçta yayınlanacak?

  - 9'da.

  - Nasıldık?

  - İyi iş çıkardık!

  Evet, ben de öyle biliyorum ama emir büyük yerden.

  Tamam, bana mail atman yeterli.

  - Tamam.

  - Ben de ona iletebilirim.

  Güzel, o zaman maile ekleyip bana yollayın.

  Evet, ben şansımı kaybettim.

  - Şimdi mi?

  - Evet, şimdi.

  Bu ülke değişik ırklardan oluşan özgür bir ülkedir.

  Amerika'yı farklı ve güçlü yapan özelliği budur  Dininiz ne olursa olsun, renginiz ne olursa olsun   düşüncelerinizi özgürce ifade edebilirsiniz.

  Ben bunu savunuyorum.

  Ben buyum.

  Benim ne olduğum belli.

  Benim inandığım işte bu.

  Tavrım da bu.

  Cazibenizi açık yürekliliğiniz mi sağlıyor sizce?

  Özür dilerim!

  Lanet olsun!

  Senin yüzünden değil.

  - Molly?

  - Alo!

  Hey, telefonun çaldı.

  Telefonun çaldı!

  Öyle mi?

  Seni sabahın iki buçuğunda kim arar ki?

  Bilmiyorum.

  Sahi mi?

  Çünkü sana adınla hitap etti de!

  - Sen de cevap mı verdin?

  - Kendi telefonum sandım!

  Kimdi o?

  Bilmiyorum.

  Sarhoş bir stajyer mi arıyor seni?

  İşte bu hiç olacak şey değil!

  Şu numaraya bir bakayım!

  - İnanamıyorum!

  - Stephen, dur yapma!

  - Hayır, onu geri arıyorum!

  - Kes şunu!

  - Komik değil.

  Ver telefonumu!

  - Ona baban olduğumu söyleyeceğim!

  Komik değil dedim!

  Ver şu telefonumu!

  - Av tüfeğim olduğunu söyleyeceğim!

  - Kapat şu telefonu!

  Vali Bey seni sabahın iki buçuğunda neden arıyor ki?

  Molly.

  Vali Bey seni neden arar ki?

  Başım dertte!

  Vali Bey'le mi?

  Neler oluyor?

  Iowa'daki seçim kampanyasında çalışıyordum.

  Des Moines'daki toplantının ardından Ben'in odasında bir parti verildi.

  Partide sen, Ben ve Vali Bey mi vardı?

  - Hayır, o yoktu.

  - Neredeydi peki?

  Anket sonuçlarının çıktısını odasına götürdüm.

  Partiden sonra mı?

  Gece yarısı sularıydı.

  Kapı aralığında karşısında duruyordum.

  Uzun bir süre konuştuk.

  Sonra arkama uzanıp kapıyı kapattı.

  Vay anasını!

  Sarhoş muydun?

  O kadar sarhoş değildim!

  - Bu iş kaç kere oldu?

  - Sadece o sefer!

  - Sadece o sefer mi?

  - Evet, bir kez!

  - Başka birisinin haberi var mı?

  - Hiç kimse bilmiyor.

  - Kimse seni gördü mü?

  - Hayır!

  - Nasıl bilebilirsin ki?

  - Biliyorum işte!

  - Peki, neden şimdi seni arıyor?

  - Onu önce ben aradım!

  - Neden?

  - Çünkü başka kime gidebileceğimi kestiremedim!

  Ve de 900 dolara ihtiyacım vardı!

  Ne yapmak için?

  Babama gidemem!

  Bizler Katoliğiz.

  Yani ne yapabilirdim?

  Stephen?

  Ne var, ne yok?

  Masraf kasasından en fazla ne kadar çekebiliyoruz?

  - 500 dolar galiba.

  Neden?

  - Tamamına ihtiyacım var.

  Her şey yolunda mı?

  - Herhangi bir yardıma ihtiyacın var mı?

  - Bunu deftere işleme!

  Hepsi bu!

  - Ne açıklama yazacağım?

  - Hiçbir şey yazma!

  - Ama 100 doların üstündekini kaydetmeliyim.

  - Dediğimi yap!

  Molly.

  - Tamam.

  - Onu geri alayım.

  Hepsi bu!

  - Evet, Ida?

  - Stephen.

  Aramızda kalacak  Yok, Kuzey Carolina'da ne olup bittiğini sana anlatamam.

  Sana sormak istediğim şey bu değildi.

  - Pekâlâ, neymiş?

  - Duffy ile buluşmuşsun.

  - Bunu sana kim söyledi?

  - Minik bir kuş!

  - Kim?

  - Onunla buluştun mu?

  Neredesin sen?

  İki gün önce, basın toplantısının hemen öncesinde   Cincinnati'deki ufak bir barda buluştuğunuzu öğrendim.

  - Duffy tavuk kanadı ısmarlamış.

  - Bunu kim söyledi?

  Duffy mi?

  Adı gizli.

  Duffy ile neler oldu?

  Sözde dostum olacaksın.

  Palavra bir hikâyeyle neden sırtımdan bıçaklamak istiyorsun?

  - Dost olduğumuzu mu sanmıştın?

  - Sana istediğin her şeyi verdim!

  Her hikâyeyi, her atlatma haberi, Paul'le ilgili detaylı makaleni.

  Şimdi açık konuşalım, Stephen!

  Bana iyi davranmanın tek nedeni, New York Times'ta çalışıyor olmam.

  İstediğimi veriyorsun, ben de iyi hikâyeler yazıyorum.

  Bu kadar!

  Duffy ile neden buluştun?

  - Siktir git!

  - İşini kolaylaştırayım.

  Duffy'yi unutalım!

  Paul ile Thompson'ın buluşmasında neler oldu?

  Sesini alçaltır mısın?

  Beni ne duruma düşüreceğini düşünmüyor musun?

  Zaten o yüzden sana bir seçim şansı verdim!

  İşimden kovulabilirim!

  O halde karar vermen zor olmasa gerek!

  Yarın öğleden sonra 3'te yazımı yollamış olmalıyım.

  Karar vermek için o saate kadar vaktin var.

  - Seni orospu çocuğu!

  - Affedersin?

  - Medyaya sızdırmışsın!

  - Neyi sızdırmışım?

  Bana palavra sıkma, Tom!

  Palavra mı?

  Neden söz ettiğine dair hiçbir fikrim yok!

  - Az önce Ida Horowicz'le konuştum.

  - Evet?

  Hikâyeyi yayınlamakla tehdit ediyor!

  - Hangi kahrolası hikâyeyi?

  - Lanet olası o görüşmemizi!

  - Nasıl öğrenmiş?

  - Bana aptal numarası yapma, Tom!

  - Benim sızdırdığımı mı sanıyorsun?

  - Aynen!

  Başka kim olabilir ki?

  - Bunu ona ben sızdırmadım, Stephen!

  - Ben değilim, geriye sen kalıyorsun!

  Pekâlâ.

  Ne biliyor?

  Ona söylediklerini biliyor!

  Yemin ederim ki ona bunu sızdırmadım, Stephen!

  Bu hikâyenin ortaya çıkmasını ben de senin kadar istemem.

  - İyi de, çok geç artık!

  - Sana ne anlattı?

  Nerede, ne zaman buluştuğumuzu biliyor.

  Senin yediğin lanet olası tavuk kanatlarını bile biliyor!

  - Bir haber kaynağı mı var yani?

  - Aynen, bir haber kaynağı var!

  Ve bunun kim olduğu hakkında bir fikrin yok!

  Evet, var!

  Sen!

  Şunu bilesin ki, ben değilim ve o gün lânet olası tavuk kanadı yemedim!

  Demek ki, başka biri olmalı.

  - Kimseye bahsetmiş miydin?

  - Hayır.

  Ya sen?

  - Hayır.

  - Buluştuğunu kabul ettin mi?

  - Hayır.

  - Pekâlâ.

  O halde ona bilgi vermeyi reddederiz ve havasını alır!

  O da hikâyeyi alır, Drudge, Roll Call veya benzeri yerlere götürür!

  Onu durduramaz mısın?

  Bana şantaj yapmaya çalışıyor.

  Thompson hakkında bilgi istiyor.

  İyi ya işte, ne öğrenmek istiyorsa anlat ona.

  Bunu yapamam.

  - Ortaya çıkmasına izin veremezsin!

  - Şantaja boyun eğmeyeceğim, Tom!

  Bu durumda fazla seçeneğin yok, Stephen!

  Thompson hakkında bilgi verirsem, sizi desteklediğini söylemem gerekir.

  Ona bunu söyle.

  Basın aramaya başlarsa ben buradan hallederim.

  Asla olmaz!

  Paul ona Thompson'ın cepte keklik olduğunu söylemiş!

  Böyle bir bilgi onu salak durumuna düşürür.

  Bunu yapamam.

  Biliyor musun, batmakta olan bir gemidesin, Stephen.

  Ona öğrenmek istediklerini anlat ve gemiden atla!

  Bizim tarafımıza geç.

  Biz bu meseleyi kontrol edebiliriz.

  - Stephen?

  - Kapatmam lazım.

  Ben buradayım.

  Ödümü koparttın!

  İşte.

  Neredeyse 1. 800 dolar var.

  Hemen randevuyu almalısın, bugün gibi telefon kulübesinden ara.

  Seni kliniğe götürür, sonra da gelir alırım; ama başkası olmayacak!

  Anlıyor musun?

  Evet.

  Paranın geriye kalan kısmıyla da evine dönüş biletini al.

  Artık burada kalamazsın.

  Bu riski alamayız.

  Özellikle de gelecek hafta olacaklardan sonra!

  Ve bu durum ortalıkta bulunmamalı.

  - Ben ortalıkta bulunmamalıyım demek istiyorsun.

  - Üstüne bastın!

  Stephen, kimseye anlatmayacağım.

  Umarım anlatmazsın.

  O halde neden kalamıyorum?

  Çünkü işi yüzüne gözüne bulaştırdın!

  - O ve ben, beraber bulaştırdık!

  - Bu da doğru.

  Ona karşı ve daha da önemlisi, kampanyaya karşı bir sorumluluğum var.

  Kuzey Carolina'ya gidip kampanyada çalışabilirdim.

  Molly, lanet olsun uyan artık!

  Bu oyun çok büyük!

  Acımasız!

  Hata yaptığında oynama hakkını kaybediyorsun!

  Randevuyu al.

  Ne zaman, nereye gitmemiz gerektiğini bana söyle.

  Dinle bak!

  N. Y.  Times'ta yerimiz hazır.

  600 lanet makalenin önüne geçtik!

  Tom Duffy 2008'de şöyle demiş: "Bu umut ve korku arasındaki bir karşılaşma.

  Çoğunlukla korkuya oynayan aday daha deneyimlidir.

  Ama başkanlık seçimlerinde, deneyimsiz olan neredeyse hep kazanmıştır.

  JFK, Nixon'a; Carter, Ford'a; Bush, Gore'a karşı kazanmıştır.

 " Yeni çocukla şansımız olacaktır.

 " Alıntının sonu.

  Thomas "Lanet" Duffy!

  Şu sıralarda nüzul geçiriyordur sanırım!

  Pekâlâ, hazır olduğunda beni ara, olmaz mı?

  Bu boktan durumdan nefret ediyorum!

  Geri döndüğümde tüm sorunlar halledilmiş olacak.

  Öyle.

  Kesin olarak.

  Hiç şüphesiz.

  Öyle, ancak şimdi daha genel anlamda düşünmeliyiz.

  Her şeyi yeniden düşünmeliyiz.

  Yani evet, nasıl halledeceğimi biliyorum.

  Stephen şu an içeri girdi.

  Birkaç dakika sonra arayabilir miyim?

  Tamam, hoşça kalın.

  Vali Bey.

  Dönerken uzun, güzel bir sohbet ettik.

  Tüm yeni gelişmelerden haberdar.

  Tepkisi nasıl?

  Tahmin ettiğimden daha iyi.

  Thompson'ın desteğini almayı hala reddediyor.

  Paul, sana nasıl anlatacağımı bilemediğim bir şeyi söylemem lazım!

  Nedir?

  Ida, Duffy ile buluştuğumu biliyor.

  Nasıl öğrendiğini anlamadım ama biliyor.

  Ve bana şantaj yapmaya kalkıştı.

  Bu hikâyeyi yayınlayacağını söylüyor meğerki senin   Thompson'la yaptığın toplantının tüm detaylarını ona anlatmazsam!

  Demek bu konu gazetelere düşecek.

  Muhtemelen.

  Hikâyeyi götüreceği kişi de beni arayıp bir açıklama isteyecek.

  Her şeyi inkâr edersem ama Duffy kabul ederse, daha da kötüleşir.

  Sadece "yorum yok" dersem, peşimi bırakmayacaklardır.

  Bu bilgiyi lda'ya ben sızdırdım!

  Etkinlik sırasında.

  - Anlamıyorum.

  - Onunla bir anlaşma yaptık.

  Paul, ama onlar- Onlar bu hikâyeyi yarın gazetelerde yayınlayacaklar.

  Biliyorum.

  Peki, niçin yaptın bunu?

  Neden böyle bir şeyi yapasın ki?

  Neden kampanyaya karşı böyle bir şeyi yapasın ki?

  Kampanya bunun üstesinden gelecektir.

  - Neden bana böyle bir şeyi yapasın ki?

  - Seni yollamamızı kolaylaştıracak.

  Ne?

  Duffy ile neden buluştun?

  Bir hata yaptım.

  Salakça bir hata yaptım.

  Hayır Stephen, hata yapmadın.

  Bir seçim yaptın.

  Beni aradın, geri aramam için mesaj bıraktın ve önemli diye belirttin.

  Ama seni aradığımda bana unutmamı söyledin.

  Bana anlatmamayı seçtin.

  Neden bu seçimi yaptın?

  Çünkü Paul, önemli olduğunu düşünemedim.

  Lanet olsun, yok düşündün!

  Yine de gittin, çünkü gururun okşanmıştı!

  Özel hissetmiştin.

  Duffy'nin benimle değil de seninle konuşmayı istediğini zannettin.

  Çünkü kendi kendine "bundan bana bir şey çıkabilir" diye düşündün.

  Çünkü bu kendini önemli biri gibi hissetmeni sağladı.

  Yönettiğim ilk kampanya Kentucky'deki küçük bir mücadele içindi.

  Eyalet senatosundaki bir sandalyeye   aday, Sam McGuthrie adında önemsiz bir kıro içindi.

  Çalışacak eleman yoktu, para yoktu, lanet bir ofis bile yoktu!

  Herkes hiçbir şansımızın olmadığını düşünüyordu.

  Rekabet edecek halimiz bile yoktu, tamam mı?

  İşte tam o sırada   bir kaç seçim bölgesi ötede kongre üyeliğine aday biri beni aradı.

  Ve bana dedi ki: "Şu bizim gariban   Sam için yaptıklarını takdir ediyorum.

  Ama o hapı yutmuş biri.

 " Neden gelip benim için çalışmıyorsun?

 " Peki, ben ne yaptım?

  İşte Stephen, seninle benim farkımız burada.

  Sam'e bu telefon konuşmasından bahsettim.

  Sam de şöyle dedi: "Paul, bu adamın şansı olduğunu düşünüyorsan   ve sana benim verebileceğimden daha iyi bir ücret   ödeyebiliyorsa ve doğru olduğunu düşünüyorsan sana engel olmam  Ben de ona: "Sam, beni hiç kimse tanımazken   sen bir risk aldın ve beni bu iş için tuttun.

  Bu yüzden, işler sarpa sarıyor diye gemiyi terk edersem adam değilim!

  O seçimi sonunda kaybettik!

  Ama 3 yıl sonra, Sam   valiliğe aday olmaya karar verince, kimi aradı dersin?

  O seçimi kazandık ve 20 yıl sonra işte bu yüzden bulunduğum yerdeyim!

  Bak Stephen, dünyada değer verdiğim bir şey vardır, o da sadakattir.

  Biri sadık değilse, beş para etmez!

  O zaman güvenecek kimsen kalmaz.

  Peki ya politikada?

  Lanet olası politikada?

  Güvenebileceğin tek geçer akçe budur.

  İşte bu nedenle seni yolluyorum.

  Becerikli olmadığından değil.

  Seni sevmediğimden değil.

  Güveni yeteneğe tercih ettiğimden.

  Ve artık sana güvenim kalmadı.

  Bana güvenmemenin önemi yok.

  Önemli olan Vali Bey'in ne düşündüğü.

  Zaten haberi var.

  Ve bunun yapılacak en doğru şey olduğunu düşünüyor.

  - Öyle mi düşünüyor?

  - Aynen ve bak sana ne diyeceğim?

  Yerinde olsam bu gece iyi bir uyku çekerdim.

  Çünkü sabah basın tarafından telefon bombardımanına tutulacaksın.

  - Selam.

  - Selam.

  Bugün nerelerdeydin?

  Bugün kendimi iyi hissetmiyorum, Ben.

  Tam da hasta olup izin alacak günü seçtin!

  - Tanrım, ne manyak gibi bir gündü!

  - Neden?

  Ne oldu ki?

  Stephen kampanyadan alındı.

  Paul kovdu onu!

  Sadakatle ilgili bir tezgaha karışmış!

  Stephen, seçim kampanyasında Duffy ile birlikte ikili oynuyormuş!

  Paul, Stephen'a kovulduğunu söylediğinde odada oturuyordum.

  Stephen "Benim yerimi kim alacak?

 " diye sordu.

  Paul de beni gösterdi.

  Biliyorum, ben de kendi kendime "Aman sakin ol, evladım" dedim.

  Sonra Stephen küplere bindi, Paul sadakat üzerine nutuk attı   ve Stephen'ın ağzına sıçtı, acayip onur kırıcı şeyler söyledi!

  Ne zaman oldu bunlar?

  Molly.

  Dinlesene beni!

  Paul'un denetimi altında kampanyayı ben yöneteceğim artık.

  Stephen Duffy'ye gidiyor.

  Ben de bir anda üç yıl kazandım!

  Sonuçta, yarın sabahtan itibaren hasar kontrolü yapacağız.

  Söylediğim gibi, Stephen çok sinirlendi.

  Giderken herkesin ipliğini pazara çıkaracağını söyledi.

  Morris'in, herkesin!

  Lanet olsun, cevap vermek zorundayım.

  Bir şeye ihtiyacın var mı?

  Yok.

  Paul.

  Ne var, ne yok?

  Sana tüm o dosyaları e-postayla yolluyorum.

  - Duffy nerede?

  - Randevunuz var mıydı?

  Joe, odayı bir dakikalığına kullanabilir miyiz?

  - Tamam.

  - Teşekkür ederim.

  Buraya bu şekilde girmen pek akılıca değil, Stephen!

  Kabul ediyorum.

  - Sizinle çalışmaya geliyorum.

  - Öğleden sonra bir muhabir aradı.

  Haberi kimin sızdırdığını öğrendim.

  - Kimmiş?

  - Paul.

  Paul'e söylemiş miydin?

  - Paul'e söylemiştim ve o sızdırdı!

  - Ah Stephen!

  - Ona söylememeliydin!

  - Söylemem gerekir gibi gelmişti.

  Paul'le çalıştım.

  Paranoyaklaşıyor.

  - Besbelli!

  - Yani seni kovdu.

  - Ben ayrıldım.

  - Bana yalan söylüyorsun.

  Hadi ama!

  Ben ayrıldım!

  Sana tüm bilgileri vereceğim.

  Sana Morris'i vereceğim.

  Stratejisinin tamamını alacaksın.

  Zaten bende var.

  Paul her şeyi Thompson'a anlatmış.

  Peki ya bende başka bir şey varsa?

  Yani bunu Morris'e yapar mısın?

  Paul'e?

  - Evet!

  - Yo, bu olmaz!

  Öç alma duygusu insanı ne yapacağı belli olmayan birine dönüştürür, Stephen!

  Ne yapacağını kestiremeyeceğim, dengesiz birini işe alamam.

  - Ben dengesiz değilim!

  - Temiz biçimde ayrılmış olsaydın   hikâye ortalığa yayılmadan Morris'i terk etmiş olsaydın   sorun olmazdı.

  Bunu kontrol edebilirdik.

  Ama böylesi?

  Paul seni kovuyor ve bunun üzerine sen gelip benimle çalışmak istiyorsun.

  Bu beni başkalarının artıklarını toplayan birisiymişim gibi gösterir.

  Bu ipleri Morris'in eline geçirir.

  Buna izin veremem!

  - Peki değerli bir bilgiye sahipsem?

  - Ne gibi?

  Çok değerli bir şey.

  Morris'i bitirecek bir şey!

  Nedir bu?

  Bana işi ver hele.

  Yok, böyle bir şey olmayacak.

  Üzgünüm.

  Uzun, güzel bir tatile çık.

  Akıllı bir adamsın.

  Geçen gün sana söylediğim her şey tamamen gerçekti.

  Ama belki de politika sana göre değil.

  Politika benim hayatım!

  Kendine bir iyilik yap.

  Henüz yapabilecekken politikadan uzaklaş.

  Eğlence sektörüne veya iş dünyasına gir.

  Git Kosta Rica'da lanet olası bir lokanta aç.

  Ne olursa!

  Seni mutlu edecek bir şeyler yap.

  Tamam mı?

  Yoksa bu işte uzun süre kalırsan, bezgin ve müstehzi birine dönüşürsün.

  - Senin gibi yani!

  - Aynen!

  Tıpkı benim gibi.

  Gidip Paul'e anlatacağımı biliyordun, değil mi?

  Hayır, bilmiyordum.

  Yapabileceğini düşünmüştüm ama emin değildim.

  Gidip ona anlatacağımı biliyordun.

  Ve onun da beni kovacağını biliyordun.

  Yani, bu Paul'ün takıntısı.

  Sadakat onun için çok önemli.

  Evet, biliyorum.

  Kısa süre önce bu konuda sıkı bir nutuk dinledim!

  Sen beni işe almayı asla düşünmedin!

  Kendini benim yerime koy, Stephen.

  Rakibin olan adayın ekibinde, ülkenin en iyi medya beyni çalışıyor olsun!

  Ne yaparsın?

  Ya onu kendi kadrona dâhil edersin veya durumu öyle ayarlarsın ki   ona sen sahip olamazsan, diğer ekip de olamaz.

  Bu da benim için "kazan-kazan" durumudur!

  Gelip benimle çalışırsan?

  Harika.

  Paul artık sana sahip olamayacaktır.

  Ya da Paul seni kovar, ben de istemem, mükemmel!

  Paul yine sana sahip değildir artık.

  Her iki durumda da ben kazanmış olurum!

  Ve de senin gelip o iskemleye oturduğun anda  -  kazandığımı biliyordum!

  - Bu- Sözünü ettiğin şey benim hayatım!

  İş çevirmek beni mutlu etmiyor.

  Bana zevk verdiğini düşünme sakın!

  Yok, senin için üzülüyorum, gerçekten!

  Kendine iyi bak!

  Üçüncü kattayım.

  Bulunduğunuz yere geliyorum.

  Hiçbir şey.

  Yok.

  Hayır hanımefendi, nefes almıyor!

  Bilmiyorum.

  15 dakikadır.

  Onu tanıyor musunuz?

  Ölmüş.

  Özür dilerim, ne dediniz?

  Evet, şimdi onları duyabiliyorum.

  Üçüncü kattayız.

  Evet.

  Evet, hanımefendi.

  Evet, hanımefendi.

  Evet, hanımefendi.

  Neredesin?

  Saat 4'ü geçti.

  Bir kaç dakika sonra burayı kapatacaklar!

  Stephen, ben Ben.

  Dinle.

  Yani, nedir bu iş?

  Tanrım!

  Ne yapacaksın?

  Stephen, az önce Ben söyledi  Lütfen saçma bir şey yapma!

  Lanet olsun, seni piç herif, aç şu telefonu!

  Yapma bunu!

  Hiçbir yere gitmiyorum!

  Tıbbi müfettiş, otel odasında bulunan kanıtlara dayanarak bunun kaza eseri   gerçekleşmiş yüksek doza bağlı bir ölüm olduğunu açıkladı.

  Alkol ile ilaçların bir karışımı söz konusu.

  Cincinnati Polis Şefi Darryl Matthews kapsamlı bir soruşturma başlattı.

  İlgili kan tahlili raporunun alınması iki haftayı bulabilir.

  Bu olay, şu anda Demokrat Parti Ulusal Komitesi Başkanı olan   eski senatör Jack Stearns ve   ailesi için korkunç bir durum.

  Partinin başkan yardımcısı aday listesinde yer almayı istiyorum.

  O listede bana ihtiyacınız var, delegelerimi de kullanabilirsiniz.

  Ve onlara bu Salı gününden önce ihtiyacınız var!

  Pazar gazeteleri için de güzel bir haber olur.

  Yani, ya senden yarın öğlene kadar olumlu bir haber gelir   ya da Pullman'ı destekleyip bakan koltuğuna otururum.

  Konuşmak istediğin başka bir husus var mıydı, Stephen?

  Tüm ekibim, hepimiz büyük bir şoktayız.

  Jack ve Joanna Stearns ile ailelerine taziyelerimizi iletmek istiyorum.

  Ve tabii ki, büyük acılarını paylaşıyoruz.

  Şu anda neler hissettiklerini hayal etmek bile güç.

  Şu anda bildiğimiz tek şey bunun doz aşımına bağlı bir ölüm olduğu.

  Yani kazaen fazla miktarda ilaç yutmuş.

  - Ida?

  - İntihar ihtimal dışı mı?

  Böyle bir şey düşünmek için gerekçemiz yok.

  Tam bir bilgiye sahip değiliz, ama kapsamlı bir soruşturma yapılacak.

  Söylemek istediğimiz, kalbimizle   dualarımızla, ailesinin yanındayız.

  Gerçekten o da bizim ailemizin bir üyesiydi.

  - Neal?

  - Onu iyi tanıyor muydunuz, Vali Bey?

  Pek iyi değil ama tanışıyorduk.

  Ve ona baktığımda gördüğüm, çalışkan   ve coşkulu bir genç kadındı.

  Kampanyamız için gerçekten üzücü bir gün.

  Ve babası Jack'i tanıyan bizler için de çok acı bir gün.

  Vali Bey, ne kadar zamandır sizin için çalışıyordu?

  Bizlerle birlikte yollara düşeli daha birkaç hafta olmuştu.

  Belki dört hafta kadar, sanıyorum.

  Doğruluğunu kontrol ederim.

  Bugünkü programınızda değişiklik var mı?

  Programımıza tamamen bağlı kalacağız.

  Anlaşılan benimle konuşmak istediğin bir şey var.

  Öyle mi görünüyor?

  Eğer bir şey varsa veya seni rahatsız eden bir şeyin   olduğunu düşünüyorsan, neden söylemiyorsun?

  Konuşmayı ben yapsam, sen de dinlesen, nasıl olur?

  Pekâlâ.

  Yarından itibaren kampanyanda bazı değişiklikler olacak.

  Paul gidecek.

  Kampanyanın en kıdemli yöneticisi ben olacağım.

  Bir demeç taslağı hazırlayacağım.

  "Kampanyamız değişiklikler yapmamızı gerektiren bir noktaya geldi.

 " - Kendi sözcüklerini kullanabilirsin.

  - Neden böyle bir şeyi yapayım ki?

  Çünkü kazanmak istiyorsun.

  Çünkü politikadaki tek kuralı çiğnedin.

  Başkan mı olmak istiyorsun?

  Savaş başlatabilirsin, yalan söyleyebilirsin, hile yapabilirsin,.

 .

   ülkeyi iflasa sürükleyebilirsin fakat stajyer kızları düzemezsin!

  Bunun hesabını senden sorarlar!

  Elinde ne olduğunu sanıyorsun, Stephen?

  - Sorunlu bir kız sana bir hikâye anlatmış  - Sorunlu, hamile bir kız!

  - Sana böyle mi söyledi?

  - Kürtaj için paraya ihtiyacı olan biri!

  Sen ne yaptın peki?

  Ona para mı verdin?

  Belki paraya ihtiyacı vardı ve seni kandırılmaya uygun biri olarak gördü.

  - En iyi cevabın bu mu?

  - Bu işe o kadar muhtaçsın ki   kalkıp böyle dandik bir şeyle bana geliyorsun!

  Elinde bir şey yok!

  O halde neden buradasın?

  Haklısın Mike, elimde hiçbir şey yok.

  Ne sesli bir mesaj,   ne bir e-posta, ne bir resim, ne bir video kaydı.

  Yine de burada karşında duruyorum.

  Evet.

  O halde evine dön.

  Arkasında bir not bırakmış.

  - Bunu nasıl bilebilirsin?

  - Senin pisliğini temizliyordum!

  Cep telefonunu aldım ve mesajı buldum.

  - Bir kaza olduğunu sanıyordum.

  - Bilemiyorum, Mike.

  Bana anlatmak durumundasın.

  Son aradığı kişi senmişsin!

  Notunda hamile olduğunu, kürtaj yaptırdığını ve   sana zarar vermek istemediğini söylüyor.

  Peki, sadece bu işe yarayacak böyle bir notu neden bırakmış olsun ki?

  Çünkü 20 yaşındaydı!

  - Ne istiyorsun?

  - Paul yolcu!

  Hem de bugün!

  Thompson'la görüşme ayarladım.

  Başkan yardımcısı adaylığını ona vereceksin!

  Ona sadık 356 delegenin oyunu alacaksın, Kuzey Carolina'da   ön seçimi kazanıp Başkan olacaksın   ve bugüne kadar başkalarının yanlış yaptığı işleri düzelteceksin!

  - İdeallerimizi gerçekleştireceksin!

  - Ben zorbalığa inanmam.

  Önümüzdeki 8 yıl seninle çalışmak zorunda kalmaya da niyetim yok!

  Sadece 4 yıl.

  O kadar havaya girmemize henüz gerek yok!

  Sen kızın odasında ne yapıyordun?

  Baş sayfalarda haber olmayasın diye oda temizliği!

  Kovulmuştun.

  Artık benim için çalışmıyordun.

  Odasında ne arıyordun?

  Durumu düzeltmeye çalışıyordum.

  Telefonla haber verdiler.

  Oteldekilerden biri beni aradı.

  Demek artık kampanya için çalışmadığın halde   durumu düzeltmenin önemli olduğunu düşündün!

  Geçen gece telefondaki ses senindi.

  Onu beceriyordun!

  Sen ne yaptın, Stephen?

  - Biraz para verdim ve onu götürdüm.

  - Eminim öyle yapmışsındır!

  Not filan yok!

  - Tamam Mike, not filan yok!

  - Varsa göster!

  Buraya getireceğimi mi sandın?

  Bunu yapan insanların başına bela gelebiliyor.

  Pekâlâ, şu durumu bir değerlendirelim.

  Üzerinde dinleme cihazı yok, çünkü önerdiğin her şey kanunsuz!

  Ve federal hapishanede hiç şansın olmaz!

  Kızı beceriyordun ve sana durumundan söz etti.

  Kızla konuşmalarımızın herhangi bir kaydı yok.

  Ve de kürtaj yaptırdığına göre, DNA kanıtı da ortadan kalktı.

  Yani, not filan yoksa   geriye ikimizin karşılıklı söyleyecekleri kalır.

  Senin sözüne mi güvenilir?

  Kovulmuş, fena halde bozulmuş bir elemanınkine mi?

  Yoksa hala vali pozisyonunda birisininkine mi?

  Not filan yok!

  Karar senin, Vali Bey!

  - Paul, bir dakika konuşabilir miyiz?

  - Olur.

  Ohio ön seçimlerinden hemen önce   böylesi bir değişiklik, kampanyaya ne kadar zarar verebilir?

  Paul Zara'ya, görevden alınmasının adayına nasıl bir yardımı olabileceğini sordum.

  Değişen anket sonuçları karşısında, Vali Bey ve ben Kampanyaya   yeni bir çehre kazandırmanın yararlı olacağını düşündük.

  Stephen çok yeteneklidir.

  Çok zekidir.

  İnsanların hep sıralı ölümlerden   evrenin düzeninden söz ettiklerini duyarsınız.

  Bir ebeveynin evladını toprağa vermesinden   daha büyük bir acı olamaz.

  Büyüklerin acımasız dünyasında, ayakta durmaya çalışan bir kızdı o!

  Her hatanın büyütüldüğü bir dünyada.

  O zeki, güzel bir kızdı ve o kadar da gençti ki!

  Sayın Peder, bizlerden Tanrı'nın planını kabul etmemizi ve   onun takdirini sorgulamamamızı istiyorsunuz.

  Kusuruma bakmayın ama takdir edilen bu hükmü ben kabullenemiyorum!

  O bu dünyayı daha güzel bir yere dönüştürmüştü.

  Sadece benim için değil   ama elinin değdiği herkes için!

  Metin yazarı olarak Jack'i görevlendirmelisin!

  Bunu aklımın bir köşesinde tutarım.

  - Buraya beni görmek için mi geldin?

  - Yok, hayır.

  Aile dostuyum.

  Ona stajyerlik görevini ben sağlamıştım.

  Elime doğmuştu.

  Affedersin.

  Vali Bey uçağa yetişemedi mi?

  Şu anda Thompson'la toplantıda.

  Şu haline bir bak!

  Bir anda büyüdün, olgunlaştın!

  İşi en iyi bilenden öğrendim!

  Pekâlâ, bir gün seninle karşılıklı birer bira açarız   ve bana, Vali Bey hakkında beni işimden edecek bilgiyi anlatırsın!

  Ona senin hakkında bir şeyler anlatmadığımı nereden biliyorsun?

  Pekâlâ, sanırım artık gitsen iyi olur.

  Senin ilgileneceğin bir kampanya var.

  Benim de bakacağım ofisler.

  Farragut North'ta mı?

  Başkentte güzel bir danışmanlık şirketine girdim.

  Yılda bir milyon dolar alacağım.

  Bana ihanet edecek kimse de yok!

  - Kulağa hoş geliyor.

  - Değil mi?

  Bu zor günlerde, bu büyük ulusa   yön verecek en doğru adam   ve bundan sonraki Amerika Birleşik Devletleri'nin Başkanı: Vali Mike Morris!

  Yaşasın, Mike!

  Ve sizlerden çok önemli bir şey istiyorum: Hepimiz birlikte, Demokrat Parti için kol kola   omuz omuza destek verelim!

  İşte bu bakımdan, desteklerini almaktan onur duyduğum   356 sadık delegeme, artık Vali Bey'i desteklemelerini   şiddet ve ısrarla tavsiye ediyorum.

  Şu ön seçimde olan bitenleri geride bırakalım   ve tüm dikkatimizi, gayretimizi Beyaz Saray'a yönlendirelim!

  Teşekkür ediyorum.

  Tanrı sizden razı olsun!

  ABD Tanrı'ya emanet olsun!

  Bayanlar ve baylar, Vali Mike Morris!

  Senatör Thompson, size teşekkür ederim!

  - Pekâlâ, Sayın Başkan!

  - Sandıklar tamamen kapanmadı ama   Senatör Pullman'ı ve Cumhuriyet Partili seçmenlerini kutlamak   istiyorum burada.

  Ohio'da ön seçimi kazanmış oldukları için.

  Senatör Thompson, burada, sizinle yan yana bulunmaktan onur duyuyorum.

  Ve nazik sözleriniz beni mahcup etti.

  Teşekkür ederim.

  Bayanlar ve baylar, bugün iki farklı ideal arasındaki mücadelenin ilk günü.

  Ülke olarak ya ileri gideceğiz, ya da geçmişimizde yaşayacağız.

  Ya yeniden dünyanın teknoloji lideri olacağız   ya da kafalarımızı kuma gömeceğiz!

  Suudi Arabistan'ın kumlarına, Irak'ın kumlarına!

  Ya açgözlülüğün ve yolsuzlukların, sanayimizi   ve sahil şeritlerimizi mahvetmesine izin vereceğiz   ya da bu vatanı geri kazanacağız!

  Biz ikinci sırada olmaya alışık bir ulus değiliz.

  Ya da üçüncü sırada olmaya!

  Hayır, henüz hiçbir şey kesin değil.

  Daha birkaç ön seçim var   ve o eyaletler sonucu etkilemek isteyeceklerdir.

  Ve gördüğüm kadarıyla Ohio'da kazanıyoruz.

  Ama kabul etmeniz gerekir ki efendim, bu 356 delege   sizin yeterli sayıya ulaşmanızı engelleyecektir.

  Süper delegelerin Morris'ten yana oylarının üç misli olduğu açıklandı.

  Daha birkaç ön seçim var Rachel ve Ohio bizim için büyük bir zafer oldu!

  Peki, gerekli maddi kaynaklara sahip misiniz?

  Tabii ki sahibiz.

  Her gün yeni bağışlar alıyoruz.

  - Selam, siz Ben misiniz?

  - Evet?

  Sizinle konuşmam söylendi.

  Bir cep telefonu almam gerekiyormuş da.

  - Peki, sen kimsin?

  - Jill Morris.

  Akrabası değilim!

  - Bir"Bearcat" misin Jill Morris?

  - Yok, ben Colombus'luyum.

  Ohio State öğrencisi bir"Buckeye"ım!

  Beni millete rezil ettin!

  - Nasıl oldu ki bu?

  - Senin kampanyadan kovulduğunu ve   Thompson'ın Pullman'a destek olacağını haber geçtim.

  Her okuduğuna inanmayacaksın!

  Sana yeni makalem hakkında bir yorum yapma fırsatı vermek isterim.

  Makalemde, Thompson'ı senin getirdiğini yazdım.

  356 delegeyi ve adaylığı senin kararlarının sağladığını   ve karşılığında sadece Paul'ün görevini istediğini.

  - Bunu teyit eder misin?

  - Basın mensupları buradan ileriye gidemez.

  - Artık mizah sayfalarında okurum bunu!

  - Hadi ama Stephen!

  Artık seninle dost değil miyiz?

  Sen benim en iyi dostumsun, Ida!

  Jay, ben New York'tan Sean.

  Bir mikrofon testi yaptırtabilir misin?

  Benim için 10'a kadar sayabilir misiniz?

  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10.

  Ses iyi geliyor.

  Tamamdır.

  Senatör Thompson, bu seçime dürüstlüğü   yeniden getirdiğiniz için gururluyum.

  Çünkü eninde sonunda her şey buna bağlı: dürüstlüğe.

  Nasıl biri olduğumuza.

  Çünkü kendimizi dünyaya nasıl sunduğumuz önemli.

  Saygınlık önemli.

  Dürüstlük önemli.

  Geleceğimiz bunlara dayanıyor!

  Morris!

  Morris!

  Morris!

  Şimdi de Vali Morris'in kampanyadaki yeni baş danışmanı   Stephen Myers karşınızda.

  Xavier Üniversitesi'nden yayına bağlanıyor.

  Senatör Thompson'ın kısa süre önce Vali Morris'i desteklediği   ve böylece bu ön seçimleri adeta bitirdiği yerde.

  Stephen, bu noktaya nasıl gelindiğini,   işin iç yüzünü bize biraz anlatabilir misin?

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar