Kurtların Kardeşliği (2001) Le pacte des loups
| |
142 dk
Yönetmen:Christophe Gans
Senaryo:Stéphane Cabel, Christophe Gans
Ülke:Fransa
Tür:Aksiyon, Macera, Dram
Vizyon Tarihi:19 Ekim 2001 (Türkiye)
Dil:Fransızca, Almanca, İtalyanca
Müzik:Joseph LoDuca
Nam-ı Diğer:Brotherhood of the Wolf | Brotherhood of the
Wolf | Brotherhood of the Wolf
Oyuncular
Samuel Le Bihan
Mark Dacascos
Jérémie Renier
Vincent Cassel
Émilie Dequenne
Özet
18.yuzyılın Fransa'sında ne old uğu anlaşılamayan bir
yaratık, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere herkesi öldürmektedir. Gevardon
bölgesinin yerlileri bunun cehennemden gelen bir şeytan olduğunu ileri
sürmektedirler. Bir türlü olayı anlayamayan hükümet bir grup kurmaya karar
verir. Buna göre bir biyolog, bir botanist ve bir filozofun da aralarında
bulunduğu grup, olayı incelemek ve yaratığı yakalamak göreviyle bölgeye
gönderilir. Böylece heyecan dolu bir araştırma başlar.
Altyazı
Lordum, vakit tamam, gitmelisiniz.
Sizi tutuklayacaklar!
Bana mumları getir.
Bu gece burada çok
işim var.
- Ama lordum
- Her zamanki gibi bir bardak da şarap.
Dünyanın değişmesi
gerekiyordu.
Ama Devrim bir
teröre dönüştü.
Nihayet sıra
bende; beni de öldürecekleri kesin.
Sabit fikir,
insanları kör etmiş; çıldırtmış.
Adeta, kalplerini
yok etmiş; ve hepsini hayvana dönüştürmüş.
Tam olarak 1764
yılıydı.
Söz konusu yaratık ilk
kez bu yıl ortaya çıktı.
Bir yıl sonra ünü bölgemizin
sınırlarını aştı, ve herkes, hiçbir ölümlünün ona karşı koyamayacağını
düşünmeye başladı.
Yaptığı saldırılar,
Gevaudan bölgesini yavaş yavaş korku dolu bir karanlığa gömdü.
Dur Kimsiniz?
O ne yaptı?
Ne yaptı dedim?
- O bir hırsız!
Ya kız?
Onun kızı.
Lanet bir cadı!
- Ben Baytarım!
Atlarına baktım ama
paramı vermediler!
- Onu dinlemeyin,
bayım!
Bunların hiçbiri doğru
söylemez!
- Atlarını
iyileştirdin mi?
- Evet.
Hadi, toz olun!
Yaratığın şehrine
hoşgeldiniz.
Kurt kapanlarına
dikkat edin.
Şövalye Gregoire de
Fronsac ve Mani adı verilen adam ne
avcıydı ne de asker.
Jardin de Roi'da doğa
bilimci olarak görev yapan şövalye Paris'te
bulunduğu dönemlerde "bağımsız düşünen, kültürlü biri" olarak ün
yapmıştı.
Yanındaki adama
gelince; o bir yabancıydı ve hiç kimse
hakkında bir şey bilmiyordu.
İki seyyah, gün
batımında Gevaudan'da görevleri
süresince kendilerine sığınaklık yapacak
olan Marquis D'Apcher Şatosu'na ulaştılar.
İnsanlarımızın
korktuğu basit bir kurt değil.
Bu yaratık farklı.
Erkeklerden, kaçması
gerektiğini bilirmişçesine kaçıyor.
Ama ne kadınları
affediyor ne de çocukları.
- Siz hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Bağışlayın ama, tek
bir hayvan söz konusu olduğunu nereden biliyorsunuz?
- Canlı kurtulabilen
herkes ortak izler taşıyor.
Hayvan çok büyük bir
kafatasına sahip.
Ve dediklerine göre,
avcıların kurşunu fayda etmiyormuş.
Şüpheciliğinizi anlıyorum,
Fronsac.
- Ben de tıpkı sizin
gibi, ejderhalara inanmam.
Ama bu hayvanın
yaptıkları konusunda size oldukça
ilginç bir dosya sunabilirim.
Kararı kendiniz verin.
Büyükbabam sizin
Kanada'da İngilizlerle savaştığınızı söyledi.
Evet.
Hayvanları ve doğayı incelemek
için gitmiştim, sonra, kraliyet ordusundaki yüzbaşı sayesinde birkaç yarayla
geri döndüm.
Bu hayvanın
kurbanları için bir hastane yaptıracağım.
Eski bir manastırda.
Bu kadın kurbanlardan
biri.
Evine dönerken yolda birden saldırıya uğramış.
Arkadaşları imdat
çığlıkları atınca, hayvan kaçmış.
Ama bu arada yüzünün yarısı
gitmiş.
- Söyler misin
Şövalye.
Bay Buffont nasıl?
Paris nasıl?
Peki ya Angelus?
Angelus'u okudunuz mu?
- Marquis, felsefeden
konuşmak için vakit biraz geç.
- Haklısınız.
Tiyatrodan konuşalım.
Oyuncuları tanır
mısınız?
Bu kış favori oyunun
ne?
Şuraya koyabilirsiniz.
Oyuncuların çapkın
olduğunu söylüyorlar.
Ne derece doğru
bilmiyorum ama, cazibelerini Dük'e rahatça sunuyorlarmış.
Anlatsanıza biraz.
Sanırım bu senin
merakını tatmin eder.
'Fransız Merkür'!
Avignon dışında
bulamam sanırdım.
Sizi salona
götürebilirim.
- Bırak istiyorsa
burada uyusun.
- Pekala.
İyi akşamlar, şövalye.
Versailles'a
benzemiyor ama gayet iyi.
'Bir inek kadar büyük.
' Bir değil, bir sürü kurt vardı.
Ona saldıran hayvansa
hiçbir şeye benzemiyormuş.
Yüzü sarkık, dişleri
kocamanmış.
Madem kurt değildi.
Neydi peki?
- Şeytan.
- Şövalye.
Kurt, Saint Alban
yakınlarında bir kadına saldırmış.
İşte.
- Sakin ol şövalye,
hiç kimse yok!
Orada kalın!
Orada ne yapıyor
bunlar?
Kimse beni ciddiye
almıyor mu?
Selam Yüzbaşı!
Bay Marquis.
Saygılarımı sunarım!
Her yerde tuzak var!
Duhamel, bu şövalye
Gregoire de Fronsac.
Jardin de Roi'dan.
Kendisi zavallı kızı yakından
görmek istedi.
Tabii ki, yüksek
müsaadelerinizle.
Kendisi adamlarımı
küçümsemek için gönderilen kişi değildir umarım.
Böyle bir şeyin söz
konusu olduğunu bilmiyordum, yüzbaşı.
Her neyse.
Geldiğiniz iyi oldu.
Lütfen özrümü kabul
edin.
Askerlerim bu
bölgeden değil.
Onlar savaş için
eğitildiler, av için değil.
İç organlarını araştırırken
zehre karşı dikkatli olun.
Siz ne tür bir
bahçıvansınız?
Adamlarınız bu
hayvanı öldürdüğünde, majesteleri inceleme ve saklama amacıyla onun hemen Paris'e getirilmesini istiyor.
Benim görevimse, ölür
ölmez onun bir resmini yapıp içini samanla doldurmak.
Şimdilik bu yaratığı
tanımaya çalışıyorum.
Tanrım.
Böyle bir çenesi
varsa, bu hayvan en az 250 kilo olmalı.
Bu kez onu
öldüreceğim, bay Marquis.
İlk kar düşmeden onu
öldüreceğim.
Tek dileğim onu
kaçmasına fırsat vermeden öldürmek.
- Daha önce gördünüz
mü?
- Bir kez, bayım.
Bir kez sadece
silahımın ucuna kadar geldi.
Ona ateş ettim.
Yıkıldığını gördüm, ama
hemen canlanıp kaçtı.
İzini bile
kaybetmiştik; dedikleri gibi ormanda sır olup kaybolmuştu.
Peki buna benziyor
muydu?
Bunun dışında,
parmaklarında bir tür sivri ve kesici şeyler görünüyordu.
Dostlarım.
Sizi, bu eskizlerin sahibiyle
tanıştırayım.
Şövalye Gregoire de
Fronsac.
Amacı bizlere
yardımcı olmak.
Madem Paris'ten
bizler için geldi.
- Kurdun krokisi?
Bu, değerli Piskopos
de Mande.
Monsenyör Duc de
Moncan, Monsenyör Comte de Marangias bu
da eşi Madam Kontes.
Oğulları,
Jean-François kendileri de çok yolculuk
yapar.
İyi çalışma, bayım.
Sağolun, bayım.
Bu bay Laffont;
savcımız.
Peder Henri Sardis, Saint
Alban papazı.
Anlat bakalım, bayım.
Paris'te bu hayvan
çok konuşuluyor mu?
- Şarkılar kadar çok
duyuluyor.
- Dualar kadar
demeniz gerekirdi.
Sizce yüzbaşı Duamel
tanrının kendisine yardım etmesini mi bekliyor?
Beklemediğini kim
söyleyebilir?
Duamel, o hayvanı
yakalamak için askerlerini kız kılığına bile soktu.
- Yine de beceremedi;
ne taktik ama.
- Duamel elinden
geleni yapıyor.
Sizi çok hoşgörülü
buluyorum.
Duamel bu işte
yetersiz.
İnsanlarımızın ölmesi
bir yana, bunca paralı asker tuttuk, topraklarımız harab oldu, ama hayvan
sürekli ortalıkta.
- İnanın, Duhamel'e
döktüğüm onca parayı ve bunca vergiyi, bu Parisli beyefendiye dökseydim hala ona sahip olduğum uşaklarımı da büyük
bir zevkle verirdim.
Ne diyorsunuz?
Şövalyenin size yanıt
vereceğini sanmam.
Dük hazretleri
zikzaklı yolları sever.
Ama çok iyi bir
Hıristiyan’dır.
Bu güzel toplantıya
geldiğinizde, hepsi kulağımı Tanrı manrı
diye aşındırıp duruyordu.
Hatta bu olay için sizi,
söz konusu hayvan acaba şeytanın bir
sureti mi değil mi öğrenmesi için Papa'nın gönderdiği bir casusa bile
benzettiler.
Affedersiniz.
Marianne de Morangias.
Zor bir kadın.
Çok zor.
Bölgedeki çoğu erkek
onun için can atıyor.
- Yanındaki salak kim?
- Maxim de Forets.
Tiyatro yazarı.
- Desene bu iş kolay
olacak.
- Dikkat et.
O bir Morangias.
- Matmazel.
- Selam, bayım.
Şu anda matmazel ve
ben bir konu üzerinde - Siz Maxim de
Forets misiniz?
- Maximette Ravau.
- Sizinle tanışmak
büyük şeref.
Bu zamanda sizin
kalitenizde çok az yazar var.
- Marquis D'Apcher
bana sizden çok söz etti.
- Marquis?
Dinleyin.
O, ailesinin geçmişini
yazacak birini arıyor.
Ve bu konuda sizi
düşünüyor.
- Gerçekten mi?
Aramızda kalsın,
böyle bir fırsat çok az yakalanır.
Bu işi zekice
yapmalısınız.
Özellikle, onun adına
sizinle konuşan kişiye çok dikkat etmelisiniz.
- Matmazel,
affedersiniz.
- Hiç utanmanız yok
mu?
- Çok şükür, hayır.
Pekala bay doğa
bilimci; bölgemiz hoşunuza gidiyor mu?
- Şimdilik pek bir
güzelliğini göremedim.
Bir tanesi hariç.
Peki ya genç bir
kızla avluda konuşmayı saymazsak?
Hayır, bayım.
Bölgemizde hala sizin
görebileceğiniz bakir yerler var.
Sizin gibi genç bir
kızla karşılaşacaksam, belki de avluları sık sık ziyaret ederim.
Hizmetçiler servise
başlıyor, Şövalye.
Hadi, yemeğe.
Önden buyurun.
İki gündür sizlere
torbamda taşıdığım bir şeyi göstermeyi bekliyordum.
Şu an dünyanın en
garip hayvanını size göstermek için sabırsızlanıyorum.
Kızılderililer bana
kutsal balıklarından söz etmişlerdi.
Ama ben bunun bir
efsane olduğuna inanmıştım.
Şu an önümde alabalık
biçiminde ve boyunda, bir balık duruyor.
Ve gövdesi tıpkı bir
keçi gibi siyah kıllarla kaplı.
- Kıllı alabalık
demek?
Bayım, bizimle alay
ediyorsunuz.
- Hayır, bayım.
Bunu çok uzaklardan
getirdim.
Kanada'dan.
Kadife gibi.
Doğa mucizelerle dolu.
Bulunduğu sular soğuk
olmalı.
İşte bu olay,
imkansızın, imkanlı olabileceğini kanıtlıyor.
- Güzel cümle.
- Bu, sizin Jardin de
Roi'nın onuruna layık olduğunuzu gösteren bir keşif.
Ama ben bunu hak
ettiğinden kuşkuluyum.
- Buna karşın
şövalyenin komedi için epey yetenekli olduğunu görüyorum.
İki elim olsaydı,
sizi alkışlardım.
Jean-François.
Onun adına sizden
özür dilerim, bayım.
Oğlunuz haklı,
Kont'um.
Böyle bir balık yok.
Jardin de Roi onuruna
layık gördüğünüz ben, becerikli biriyimdir.
Böyle bir çalışmayla
sizi rahatsız ettiğim için bağışlayın.
Sizin bu öykünüzden
çıkarılacak ahlak dersi, Gevaudan'da öyle bir kurt olmadığı mı?
Burada yaşayan bizler,
embesil miyiz yani?
Bundan alınacak ders
bayan, şimdiye dek şiirlerde geçen ejderhaların ve tekboynuzlu atların hiç
görülmediğidir.
Yalanlar bazen
Latinlerin giysisine bürünüp gerçekmiş gibi dolaşırlar.
Dikkat edin, bayım.
Bizim asıl öğrenmek istediğimiz,
neden söz ettiğinizdir.
Hem siz kimsiniz?
Doğa bilimci mi,
filozof mu?
Yoksa daha kötüsü.
Komedyen mi?
Bana kalırsa bay
şövalye bir Parisli.
Pekala bu sahte
balıktan yeterince konuştuk.
Hem sonra, huysuzluğa
hiç gerek yok.
O halde bilmece sorup
eğlenelim.
Söz alacak var mı?
Ben az önce küçük bir
aşk şiiri besteledim.
Eğer sevgili Kontes
izin verirse.
Eğer açık saçık
değilse.
- Açık saçık mı?
Hayır, hayır.
Bu çok temiz ve duru
bir övgü.
Bir anda yazılmış bir
şey.
Böylesi beni
heyecanlandırıyor.
Bu, bu bir tür kurda
övgü.
Kurda.
"Tamamen
korumasızdım.
Oysa hiçbir
kötülük ummaksızın bakıyordum, gözlerinize.
Siyah bir kilimi
döver gibi vuruyordu kalbime darbesini.
işte o kurt, o kurt,
o kurt.
Sizi tekrar
görebilecek miyim?
- Bana göstereceğiniz
başka masal hayvanları da mı var?
- Benim hakkımda çok
yanlış düşünüyorsunuz.
- Fikrinizi
değiştirmeme izin verin.
- Deneyin.
- Duhamel'in sürek
avına gelir misiniz?
- Kesinlikle.
Sana yasak.
Bu iş çok tehlikeli
kızım.
İtaat, bir genç kızın
ilk karşı çıktığı erdemdir.
Benim de bir bildiğim
var.
O gün, Gevaudan
bölgesinde, Fransa Krallığı'nda hiç düzenlenmemiş büyüklükte bir sürek avı
düzenlendi.
Kral, söz konusu
hayvanı öldürene altı bin Fransız lirası vermeyi vaat etmişti.
Savaş salması alan
köylülerin yanında, ücretli savaşçılar, askerler bölgedeki tüm avcılar ve
maceracılar bir araya gelmişti.
Bu dev kalabalık
içinde, hayvanın bizi yeneceği aklımıza bile gelmemişti.
- Herkes kendi
haritasını ve erzağını yanına alsın.
Hareket saat yedide
başlayacak.
- Çok güzel.
- Teşekkür ederim.
Yapabilirsiniz,
yüzbaşı.
Yapabilirsiniz.
Adamlarımın yapacak
başka işleri yok.
Cömertliğiniz
cesaretinizle tam orantılı sayın Dük.
Bu kadar yeter
Duhamel.
Bu kez, sayenizde onu
öldüreceğimizi umuyorum.
Hiç kuşkunuz olmasın,
Dük'üm.
Bu şamata da ne?
İyi bir silah, değil
mi?
Bunu Mande'da bulunan
bir silah ustasına yaptırdım.
Bana sağlayabileceği
şeylerin ölçüsünü elbette anlamışsındır.
Şuna bak.
Paris'te bile böyle
bir kurşunu bulamazsın.
Bizzat kendim döktüm.
Gümüşten mi?
Kurdu ıskalamaktan mı
korkuyorsunuz?
Hayır.
Ama, çok değişik silahlar
üretmeyi severim.
Ben bir avcıyım,
Fronsac.
Ve bana çok pahalıya
mal olmuş bir tutku.
Başınıza ne geldi?
Bazı yaban
hayvanlarını avlamak için, bana çok daha etkili bir kurşun gerekiyordu.
Ama Sardis'in dediği
gibi acınızı iyileştirecek başka şeyler hep olur.
- Sizi yaralayan bir
ayı mıydı?
- Bir aslandı.
- Aslan mı?
Evet.
Kraliyet
Donanması'nda iki yıl boyunca her yeri dolaştım.
Afrika'nın nasıl bir
yer olduğunu bilmezsiniz, Fronsac.
Efendim!
Kızım her şeyi sünger
gibi içmiş.
Götürün onu.
Artık sarhoşluğundan
gına geldi.
Cadı!
Uzak durun ondan!
Şeytanın kızı!
Dinleyin kardeşlerim.
O hasta!
İçinde şeytan yok!
İçinde şeytan yok!
O bir büyücü!
Şeytanın kendisi!
Cadı o!
Dilini yutmasına
engel olmalısınız.
Dil çabuk kopar.
İçinde şeytan yok.
- İçinde şeytan yok.
- Biliyorum.
Doğa bilimci, filozof
ve de sağaltıcı.
Bravo.
Seninki gelmedi,
Fronsac.
Bana borcunu öde.
Marquis.
Onlar yerliler mi?
Her yerde olduğu gibi
burada da boş inançlılar var.
Kızılderililerde
avcılar avladıkları şeyin kalbini yerler.
Bu güçlerini
artırıyormuş.
Yine de güçlü
değiller, değil mi?
Afrika'daysa güçlü
olmak için düşmanlarının kalbini yerler.
Kont'um.
Jean-François.
Adamlarınızı doğuya doğru
yönlendirmenizi rica ediyorum.
Av bölgesi.
- Hazır mısınız?
- Anneniz sizin için
kaygılanıyor.
Annem her zaman
kaygılıdır.
Onu dinleseydim hala
manastırda olurdum.
Gerçi siz böyle
şeylere inanmazsınız.
Siz özgür birisiniz.
- Ama katlanılamaz
biri değilim.
- Beni seviyorsunuz.
Bu komik değil mi?
Birbirimizi
tanımıyoruz bile.
Sizden söz ettiğimi
mi sanıyorsunuz?
Marianne!
Ben o yaştayken
babamın yanında bunu yapamazdım.
Bu yaşta biraz
egzersiz yapmasında sakınca yok.
Babam hiçbir yere
gitmeme izin vermezdi.
Benim oğlum her yere
gidebilir.
Burada insanlar ölmüş.
Bunu nereden
biliyorsun?
- Çığlıklarını
duyuyorum.
- Mani, bırak artık
şunu.
Haklı.
Burası eskiden
Templier şövalyelerinin tapınma yeriydi.
Yangın çıktığında
bu küçük manastırda 25 sapkın mezhepli diri diri yanmış.
Kahin mi?
Kahin olmaya hiç
gerek yok.
Şunu bir incele.
Küçükken buraya
gelir, kardeşimle oyun oynardım.
Korkmuyor muydun?
Beni hayaletlere
karşı koruyacağını söylerdi.
- Avı sevmiyor
musunuz?
- Burada bu bir suç
mu?
Kızılderililer,
birinin ruhunu çalmak istiyorsanız onun resmini çizin der.
Ruhumla da
ilgileniyor musunuz?
Sen avlanmak mı
yoksa gönül eğlendirmek mi istiyorsun?
- Benim hatamdı.
- Size bir şey sormadım,
şövalye.
- Neden engellediniz?
- O sadece bir kurttu.
- Ya o yaratıksa?
- Sen de
inanmıyorsun, Marianne.
Teşekkür ederim.
Umarım yüzbaşı, o
hayvan bu kurtlardan biridir.
Ne olursa olsun, bu
sayede bir sürü kurt yiyeceğiz.
Ne kadar yalnız
bir adam.
- Bununla nerede
tanıştınız?
- Kanada'da.
Şu senin yerlilerden
biriydi.
O bir Kızılderili.
Iroquoi bölgesinden.
Morho kabilesine
bağlı.
Bir Kızılderili demek?
Gerçek Kızılderili mi?
Hiç de Kızılderili
havası yok.
Bu akşam Saint
Alban'da bize katılın.
Uşağınızla biraz
eğleniriz.
O uşağım değil.
- Peki neyin o halde?
- Kardeşim.
Merak ettiğim bir
şeyi öğrenmek istiyorum.
Nasıl oldu da bu
vahşiyi, bu topraklara getirebildin?
Acınızı sizinle
paylaşan birine vahşi gözüyle bakamazsınız.
Ve ben Mani sayesinde
İngilizler'in elinden kurtulup buraya gelebildim.
Bence bir yamyamın
hayvandan farkı yoktur.
Siz istediğiniz gibi
görebilirsiniz, bay Laffont.
Mani, bir hayvan
değil.
Bizim ırkımızdan bir
kadınla üremeye girebilir misin?
Tüm kadınlar aynı
renktir.
Yeter ki onları
sevin.
Evet, baba.
Bu, ruh için de
geçerli.
Kızılderililer
beyazlarla yatıyor.
Mani'nin çocukları
var.
Bu da aynı türden olduğumuzu
kanıtlıyor.
Size göre öyle.
Sonuçta, biraz zenci
işi oluyor.
Sen ne düşünüyorsun,
Sardis?
Kardeşiniz, kuşkusuz Tanrı'nın
yaratıklarından biri.
- Onu vaftiz
ettirdiniz mi?
- Benden bunu
istemedi.
Saçma bir neden.
Buna vaktiniz vardı.
Mani'nin kendi
inancı var.
O da kendi ülkesinde
bir tür, papaz gibi bir şey.
Kızılderililerin
de bir papazı varmış.
O halde kaybettiler.
Tam olarak neye
inanıyorlar?
Her insanın bir
hayvan ruhuna sahip olduğuna inanıyor.
Buna totem diyorlar.
Çok eğlenceli.
Ama bir şey anlamadım.
Mani.
Göster onlara.
Korkmayın, acıtmaz.
Sizde Sizde bir tür geyik ruhu var.
Evet, bir geyik.
Ne düşünüyorsun
karıcığım?
Boynuzlarım olduğu
için mi bir geyiğim?
Yoksa yediğimiz
şeylerden mi?
- Peki ya sevgili
Thomas'ın?
Onun totemi nedir?
- Fare.
Benimki, muhtemelen
kütüphane faresidir.
- Yılan.
- Yılan mı?
- Kızılderililerde
yılan, bilgeliğin göstergesidir.
Bilge yılan.
- Ya siz, bay Laffont?
Yabandomuzu.
Üzülmene gerek yok,
Laffont.
Belki de tüm
barbarlar ve domuzlar da soylulara benziyordur.
- Pekala sıra
Sardis'te.
- Hayır.
Hayır.
Ya ben?
Ben neyim?
Yarım bir aslan mı?
Kartalın yarısı mı?
Hadi, beni de bir
kertenkeleye dönüştür de kolum yeniden çıksın.
François, yeter artık.
Ne oldu?
Ben zevkinizin bir
meyvesi değil miyim?
Bırak beni, bırak
beni!
Matmazel, siz ister
misiniz?
Bağışlayın bayım ama,
bu eğlencenizden sıkıldım.
Bana da balon
üzerinde dans eden bir sirk maymunu ruhu yakıştırmadan önce evime gitmeyi
yeğlerim.
İyi akşamlar.
Burası fikirlerini değiştirecek,
Fronsac.
Paris'teki gibi değil
ama, Mande'ın en iyi genel evi.
Buraya bir tür otel
diyebiliriz.
Hepsi sizin, baylar.
Ve bir de yeni
kraliçemiz var.
Benim küçük Marquis'm!
Gel.
Ücretim pahalıdır,
Gregoire de Fronsac.
- Tanışıyor muyuz?
- Buradan Gevaudan
ufak görüküyor.
İtalyan mısın?
Evet.
Bu güzel ülkede geçici
kalıyorum.
Param var.
Konu bu değil.
Benim param söz
konusu.
Evet?
- Gel benimle.
Bunu sana kim yaptı?
Bu, zehirli bir ok.
Kalbin uzakta
değilmiş.
Belki de şanslı bir
adamım.
Ya bunu?
Bir ayı.
Bana savaşın ne
olduğunu gösterdi.
Durumun hala çok
parlak.
Tehlikeli bir
mesleğim var.
Her erkek senin gibi
değil.
Bu da sana benden bir
armağan.
Bu tam bir skandal!
Benim evimde!
- Valentine, ne oldu?
- Madam, ben o
büyücüyle yatamam.
- Bu da ne demek
oluyor?
- Bana boğazındaki
yılanın kıpırdadığını söylüyor.
Bizim ünümüz ne
olacak?
Dostumuz bir
Kızılderili, büyücü değil.
- Bir Kızılderiliyle
yatmam.
- Fahişeleriniz çok
hassas.
Hadi kızlar.
Kızılderili bayla kim
yatmak istiyor?
İki kat prim
vereceğim!
- Üzerindeki
desenleri sevdim.
- İşte bu.
Hallettik.
Merhabaa.
Sen bir büyücü müsün?
Benim portremi de
yapacak mısın?
Sen bilge değilsin.
Haftalar geçti ama Duhamel'in askerleri korkunç hayvanı bir
türlü bulamıyordu.
Bu, onun komutasında
geçireceğimiz üçüncü kıştı.
Karın ve soğuğun
silahlarımızı ve köpeklerimizi artık
durduramayacağını biliyorduk.
Unutmayalım ki tanrı,
bu tehdidi Musa peygamberin ağzından bildirmiştir.
Sizlere, çocukları
çalıp götüren bir ayı kılığında görüneceğim.
Çocuklarınızı bir
aslan gibi yutacağım ve bağırsaklarını söküp atacağım.
Ve hepinizin gözüne,
sizi ve teninizi içine çeken vahşi bir hayvan gibi görüneceğim.
Şimdilik çöllerde
sizin yolunuzu ben göstereceğim.
Ta ki yüce Tanrım
size kızıncaya dek.
Sence bunca kurban
böylesine bir nedene dayandırılabilir mi?
Her kurban için bir
mum.
Gerçekten de makul
bir dünyada yaşadığımızı mı düşünüyorsun?
Ulu Tanrım!
Çocuklarım gitti!
Masum yavrularım!
Beni kutsayın!
Ne oldu, oğlum?
Tanrı beni günahlarım
için cezalandırdı.
Çocuklarım kayboldu,
hiçbiri yok!
Ben lanetliyim!
Hepimiz lanetliyiz!
- İnsanları topla,
Marquis.
Hemen gidiyoruz.
Sen Mani'yle.
Yolda görüşürüz.
İyi akşamlar, kurt
dostu.
Sana bir şey getirdim.
Seninle görüşmek
istiyorum, Marianne.
Yalnız.
On gün sonra.
Annem bir süre köydeki
sütannemde dinlenmemi istedi.
On gün mü?
Bunu ben de
istememiştim.
Meşaleyi getirin.
Meşaleyi getirin!
Hava iyice soğuyor.
İnsanlar yoruldu.
Dönsek iyi olur.
Hayır, kızı
arayacağız.
Kızılderili çocuğu
buldu!
Yüzbaşı, bölgeye
kurduğunuz tuzaklara kurtlardan çok köylüler yakalandı.
Adamlarınız halktan
zorla haraç almaya başladı.
Ve göreve
getirildiğinizden beri kurt 12 kez öldürülmüş.
Anlamıyorum.
Elimizden kurtulan
kurt olmadı.
- Nasıl?
- Elimizden kurtulan
kurt olmadı.
Ya siz şövalye.
Sizce ne tür bir
kurtla karşı karşıyayız?
Beyler tek emin olduğum şey, bunun bir kurt
olmadığıdır.
Kurtlar insanlara
saldırmaz.
Bunu Kanada'da
gözlemlemiştim.
Belki de oranın
kurtları farklı.
Kızgın bir kurt
herkese saldırabilir.
Kurtların öfkesi sadece
iki hafta sürer.
Ama bu hayvan tam iki
yıldır size eşlik ediyor.
Bu arada yaraların
üzerinde hiçbir diş izine rastlayamadım.
Bunun aksine, bir
kurbanın bedeninde şu metal parçasını buldum.
Yani?
Yani hiçbir hayvanın demir dişi yoktur.
Yani bu bir hayvan
değil?
Söyler misin onu
nasıl yakalayacağız?
Biz tartışırken o
insanları öldürüyor.
Beyler, sanırım bay
Fronsac'ı büyük bir dikkatle dinledik.
Anladığımıza göre,
size göre bu sıradan bir hayvan değil.
Sıradan bir hayvan
olmadığını kabul ettiğinize sevindim.
Hiçbir şeyi kabul
etmedim efendim.
Sadece şüphelerim var.
- Şövalye, başka
söyleyeceğiniz bir şey var mı?
Hayır, bayım.
Beyler, bu emri
Paris'ten aldım.
Yüzbaşı Duhamel,
majesteleri sizin çalışmalarınızdan çok etkilendiğini bildiriyor.
Ve benden görevinizi
yükseltmemi istiyor.
Siz ve adamlarınız,
Sandele'de bulunan Rangogne Alayı'na dahil olacaksınız.
Majesteleri ve Kral,
bu korkunç kurdu öldürmesi için Bay
Bauderne'i görevlendirmiş bulunmaktadır.
Kendisi bu kurdu
öldürebilecek yetenekteki tek kişidir.
Beyler.
Beni affedecek
misiniz?
Totemimin ne olduğunu
bilmek istiyorum?
Bu şekilde mi
söyleniyordu?
Sizde denizkızı ruhu var.
Hiç ciddi
olamayacaksınız.
Bunu Kızılderilinize
soracağım.
Peki ya hayvan?
Sonunda onu görebildiniz
mi?
- Hayır.
- Bundan konuşmak
istemiyor musunuz?
Jardin de Roi'ya
burada yaşanan saçma varsayımlardan başka söyleyecek bir şeyim yok.
Eğer bu hayvanın etle
demir karışımı olduğunu söyleseniz bunun
nedenini ve nasıl olup da görünmez olma yeteneği elde edebildiğini sorarlar.
- Ne düşünüyorsunuz?
- Sizin onları bunun
korkunç bir yaratık olduğuna inandırmaya çalıştığınızı düşünüyorum.
Asıl bu düşünceden
kaçıyorum.
- Buraya geleli daha
üç ay olmadı ama şimdiden işinizi bitirmeyi düşünüyorsunuz.
Sizce o hayvan
yokluğunuzu fark edebilir mi?
- Belki onu
yakalayacak kişi sizdiniz.
- Eğer siz diyorsanız.
Bize hala bu zaferi
tattıracak vaktiniz var.
Jean-François sizin
Afrika'ya gitmek istediğinizi söyledi.
Şimdilik bir doğa
bilimcinin tek yapacağı kışın geçmesini beklemek.
Ya siz, hiç başka
ufukları keşfetmeyi özlemediniz mi?
Beni özlemden çok
görevler bağlıyor.
Surun üzerinde
bekleyen Sardis'i görüyor musun?
- Sizi mi takip
ediyor?
- Hayır.
Bana göz kulak oluyor.
Sizinle yalnızken
bana ne olacağını sadece tanrı bilebilir.
Dönelim, papazımız
üşütecek.
İyi akşamlar, şövalye.
İyi akşamlar, şövalye.
Aşık mısın?
- Bilmiyorum.
Ben biliyorum.
Kartlardan mı?
Seni tanımak için
onlara ihtiyacım yok, dostum.
Pekala, içelim.
Matmazel de Morangias'a!
Nasıl?
Kardeşi geçen akşam
buradaydı.
Onunla yattın mı?
Onunla mı?
Kendisine dokunulmaya
tahammül edemiyor.
Beni izledi, içti ve çok içtiği için uykusunda konuştu.
Tüm erkekler gibi.
- Ben uyurken
konuşuyor muyum?
- Tabii ki.
- Ne söyledim?
- Daha!
Daha!
- Florantinler'in
kocalarını nasıl evde tuttuğunu biliyor musun?
- Hayır.
Her sabah ona bir
damla zehir verip, her akşam da panzehir verirler.
Geceyi dışarıda
geçiren kocalar çok kötü bir gece yaşasın diye.
Senin gibi bir kadının
buna ihtiyacı yok.
Hayır.
Hem, zaten biz evli
değiliz.
Savaşı başlatmaya
geldiler!
Majestelerinin
askerleri topraklarımızı bu korkunç yaratıktan
kurtarmak için geldiler!
- Bayım, adım
Gregoire de Fronsac!
- Evet.
Şu kültürlü adam.
Doğa bilimciye
randevu verin!
Bay Bauderne sizi
konutunda bekleyecek.
Saat tam ikide orada
olun.
Majesteleri, benden
raporunuzu öğrenmemi istedi.
Aslında her şey epey
karmaşık.
Ama ben bu hayvanın
bir kurt olduğuna inanıyorum.
Yarın dağlık bölgeye
gideceğim.
Ve sizin benimle
gelmenizi istemiyorum.
Peki neden?
Kral bu iş için beni
görevlendirdi, genç adam.
Beni rahat bırak, bu
işi yalnız halledeceğim.
Bu hikayenin bitmesi
için size ihtiyacım yok.
Masanın üzerinde Kont
Buffont imzalı bir mektup var.
İçinde kralın da bir
tavsiyesi bulunuyor.
Emirlerinize amadeyim.
Ama inanın bana bu
bir kurt değil.
Raporunuzu okudum.
Hayvan hakkında daha
fazla enerjinizi tüketmeyin.
Ben icabına bakacağım.
Çekilebilirsin.
Miryam.
Hadi.
Hadii!
Bu kadın kurbanlardan
biri.
Evine dönerken, yolda
birden saldırıya uğramış.
İzini bile
kaybetmiştik.
Tıpkı dedikleri gibi,
ormanda sır olup kaybolmuştu.
Şövalye, kurt Saint
Alban yakınlarında küçük bir kıza saldırmış.
Tanrı beni günahlarım
için cezalandırdı!
Çocuklarım kayboldu!
Ben de sizin gibi
ejderhalara inanmam.
- Yüzü sarkmıştı.
- Başka
söyleyeceğiniz.
- Yani sizce bu
hayvan.
- Hizmetçilerimi bile
verebilirim.
- Bu yaratık bir
hayvan değil.
- Kızgın bir kurt
herkese saldırabilir.
Peki nasıl
yakalayacağız?
- Unutmayın ki tanrı .
- Hiçbir hayvanın demir dişi yoktur.
Şövalye!
Gelmeniz gerekiyor,
hemen!
Bu da başımıza geldi!
İnançlı dediğiniz bu
muydu!
O adam küçük kıza
sadist şeyler yapıyor!
Tanrı bunu en kızgın
ateşte yakacak!
Rahat bırakın onu.
Bir Kızılderili
tedavisi yapıyormuş, peder.
Onu sadece bizim
dualarımız kurtarabilir.
Ama o kız
Bu bir mucize.
Anlat bana.
Erkek kardeşine ne
oldu?
- Yaratık ile bir
adam mı?
- Olamaz.
Küçük kız ne
söylediğini bilmiyor.
Evet bayım, kurdu
öldürdük.
Karnına on kurşun
yedi.
Ve görüntüsü hiç hoş
değil.
Onun bir portresini
yapmanızı istiyorum.
Çalışmanızı görmek
için sabırsızlanıyorlar.
- Bu o hayvan değil.
- Hadi, işinizi yapın.
Bay Bauderne birazdan
gelir.
- Tekrarlıyorum, bu
kurt o hayvan değil.
- Ben de Bay
Bauderne'i bekleyin diyorum.
- Senin tarzını
sevmiyorum aptal herif!
- Merhaba, şövalye!
Bizi yalnız bırak.
Fronsac, hayvanımı
beğenmedin mi?
Bu da ne demek oluyor?
Bunun o yaratık
olmadığını biliyorsunuz.
- Onun çenesi bundan
iki kat daha geniş.
- Sizin tüm yapmanız
gereken söylediklerinizi bu kurda uygulamak.
- Nasıl?
- Bu hayvanı Paris'e
götürmek zorundayım.
Bunun için bize
etkili bir kurt hazırlayacaksınız.
- Buna kralın
inanacağını mı sanıyorsunuz?
- Hayır, Fronsac.
Ben onun iradesini
uyguluyorum.
- Sizi daha akıllı
davranmaya davet ediyorum.
- Beni tehdit mi
ediyorsunuz?
Bu yaşta bunu yapmam.
Beni iyi tanırsın.
Ve ne zaman tehdide
ihtiyaç duyulduğunu anlayacak kadar zekisin.
Eğer işinizi
yaparsanız Kral size cömertliğini gösterecek.
Yapmazsanız, tam
tersi.
Gerekli her şeye
sahipsiniz.
Gözüm üzerinizde,
dostum.
Görüşürüz.
İyi akşamlar, yorgun
şövalye.
Paris'e döneceğin
için mutlu değil misin?
Yaratık öldü.
Mutlu olmalısın.
Bir sır öğrenmek
ister misin?
Çok sır bilirim.
Beauterne yalnızca
bir kurt öldürdü.
O bir sahtekar.
Ben de suç ortağıyım.
Küçük ihanetimize
içelim!
Sen hiçbir şey
görmedin.
Artık daha fazla
istenmiyorsun.
Git Bayan de
Morangias'a burada olduğumu söyle.
Ben Oğlum ve ben aslında senin hakkında konuşuyorduk.
Kızınızı ziyarete
gelmiştim.
- Mümkün değil.
- Israr ediyorum.
Bırak girsin, anne Dikkatli
ol, nasıl biteceğini biliyorsun.
Terket burayı.
Şövalye, Marianne hasta.
Anlamadım.
Buna karşın hastalığından siz sorumlusunuz.
Nerede o?
Beni izleyin.
Gelip beni ziyaret
etmen çok hoş.
Paris'e dönmem için
emir aldım, ama sen.
.
söyleyebilirsin Sana iyi yolculuklar dilerim.
Böyle söylemiştim.
Sen bana bir hediye
verdin.
Ben de sana iki tane
veriyorum.
Koleksiyonun için.
Senin gibi insanlara
karşı uyarılmıştım.
Benim gibi insanlar.
.
diğerlerini
dinlemeden önce onları yargılamazlar.
Açıklamama izin ver.
Beladan uzak dur.
Marianne!
Olması gerekenden daha fazla zorlaştırma.
Size izin veren
kızkardeşimin koruması değildi.
.
konuyu kapatalım.
Bütün hayatın boyunca
kahrınızı mı çekeceğini sanıyorsunuz?
Fronsac burayı terketmeyi kabul et.
Başka bir zaman
adamlarım seni hırpalayacaklardır.
Zaman değişiyor.
Her yerde değil.
Başka bir yerde,
burada değil.
Ohh!
Jean-Francois!
Üzgünüm.
Bana da vuracak mısın Gitmeni istesem Hoşçakal!
O buna değmez.
Bu tarihi günde,
öncelikle Jardin de Roi'dan şövalye Gregoire de Fronsac'a teşekkürü bir borç
bilirim.
Gevaudan bölgesine
korku salan hayvanın ölümü onun sayesinde gerçekleşti.
Onu size sunmaktan
onur duyarım majesteleri.
Biliyoruz ki güçlü hükümdarlık şanına sadece sizin yüce
kişiliğiniz layıktır.
Bunu sadece bir
hayvan anlayamamıştı.
Artık o hayvan da
yaşamıyor.
Gerçekte sadece
sizlere layık olmaya çalıştım.
Gücünüzün
büyüklüğünün Gevaudan'da da eşsiz olduğunu kanıtlamaya çalıştım.
bunun kanıtı
silahlarını teslim etmiş hayvan.
Bay Buffont, bu maskaralık
da ne oluyor?
Bauderne aldığı
emirleri yerine getiriyor.
Hepimiz aynı şeyi
yapmak zorundayız, değil mi?
- Ne emirleri?
- Benim emirlerim.
- Seni bay Mercier'le
tanıştırayım.
Majestelerinin
içişlerinden sorumlu danışmanı görevindeler.
Bauderne'i gönderme
fikri kendilerine aittir.
- O yaratığa karşı
kazanılan bu yapay zafer fikir de sizin mi beyefendi?
Herkes size
minnettar Fronsac, ama bu bir devlet sorunuydu.
Bunu okudunuz mu?
Bunu artık
kütüphanelerde bulamazsınız.
- Kitabı yasakladınız
mı?
- Kralın
otoritesine göz diken bir tarz olduğu için tabii.
Bu çok az duyduğumuz
bir şey.
Ama bu olay tedirgin edici
boyutlara ulaşabilirdi.
İnsanlar çabuk kanar.
Doğru anladıysam,
beyefendi; yalan söylemek, yalan söylenmesine izin vermekten daha iyidir.
Gerçek çok
karmaşık bir şeydir.
İnsanları yönetmek
için daha basit düşünmek gerek.
Tek bir hayvan bir
sorun yaratabilir; ama birçok hayvan, birçok sorun demektir.
- O halde
öldürmeye devam edeceksiniz.
- Artık kimse
konuşmayı beklemeyecek.
Bu hesaplandı.
Unutmuşum,
Majesteleri her şey için size teşekkür ediyor.
Ve sizin Afrika'ya
gitmek isteyip istemediğinizi bilmek istiyor.
Altı ay sonra
Geuilette'ten Senegal istikametine gidecek bir gemi kalkıyor.
Eğer isterseniz
onunla gidebilirsiniz.
Ama tabii ki, artık
Gevaudan'dan hiç söz etmeyeceğiz, değil mi?
Bu kadar, Fronsac.
Marianne de Morangias?
Madam?
Sizi tanıdığımı
sanmıyorum?
İkimizin ortak bir
arkadaşı var.
Burada ne
yapıyorsunuz?
Peçe örtmeye gerek
yok, Parfümünüz kadınlar için değilmiş gibi.
- Şşh!
Grégoire de Fronsac
yalnızca bir kadını seviyor.
Uykusunda söylediği senin ismindi.
Yakında denize açılacak.
Umrumda değil.
Fronsac ile
karşılaştığında, ona karşılaştığımızdan söz etme, yoksa onu gerçekten
kaybedersin.
O kimdi, kızım?
Kimse.
Şu, hemen şuradaki.
Kabinimdeki buydu.
Dikkatli ol!
İyi günler, Şövalye.
Selam, Marquis!
Seni buraya hangi
rüzgar attı?
Saldırılar devam
ediyor.
Kral bize artık daha
fazla asker göndermiyor.
Yaratığı nasıl
yakalayacağımı bilmiyorum.
Yalnızca seni
düşünüyor değildim.
Mani çocuğu buldu.
Bir av, Yalnızca o.
Senin için bir ay
sürerdi.
Kral, Gevaudan'a
dönmemizi yasakladı.
- O bilmeyecek.
- Bu kadar emin olma.
Bu kadar sessiz
kaldı, değdi mi o cinayetlere?
Fikrimi
değiştiremeyeceksin.
İddiaya var mısın?
Son sefer
kaybetmiştin.
Buna gerek olmasını
istemezdim.
Marianne'den.
Ya Mani?
- Dostum!
Nasılsın?
Ava geri dönüyoruz,
Mani.
Ve senin yoluna.
İyi haber, ha?
Dünyadaki en iyi
haber.
Dünyadaki en iyi
haber.
Gevaudan'da, katiller
işine devam ediyordu.
Resmi olarak yaratık
ölmüştü.
Böylece yaşanan
gerçekler tarih kitaplarında yer almayacaktı.
Gerçeği saklamayı iyi
biliyorlar.
Bize hoş geldiniz mi
diyor?
Bize yardım etmek
istiyor.
Siz şatoya gidin.
Ben sonra gelirim.
Kim o?
Jeanne ve Pierre
Roulier'nin evini biliyor musunuz?
Dosdoğru gidin.
Köyün en son
sırasındaki ev.
Seni Jeanne'la
tanıştırayım.
Sütannem.
Gregoire de Fronsac.
Pierre, git biraz
şarap getir.
Annem beni
gözlettiriyor.
Belki eve haberin
çoktan gitmiştir.
Aileni merak etme,
seni onlardan kurtaracağım.
Artık anneme
dayanamıyorum, tabii Jean-François'ya da.
Gitmek istiyorum.
- Bir hafta daha
kalacağım.
- Neyi bekleyeceksin?
Av için geldim.
Marquis'e söz
vermiştim.
Ben de benim için
geldin sanmıştım.
Dikkat edin!
Gidin buradan!
Yavaşça koşma!
Buraya!
Bana bak!
Buraya gel!
Buraya gel!
Bu taraftan!
Hey!
Grégoire!
Git, Marianne!
Hayır!
Neler oluyor burada?
Kapıyı aç!
Pierre!
Pierre!
Söyler misin şövalye,
bu hayvanı gerçekten bulabileceğimizi düşünüyor musun?
- Unutma ki artık
sayımız çok az.
- Mani ne yaptığını
bilir.
Bence bu işin
arkasında bir insan var.
Bir insan mı?
Hayvan sadece hasta
ruhlu birine hizmet eden bir silah.
- Gizli yönetilen bir
katil mi?
- Haklısın Marquis.
Yaratığın gizemi, birinden
emir alması.
Yaratığı sahibini
andırıyor olmalı; amacı korkutmak, kargaşa yaratmak.
- Nasıl yani?
- Bu kitap ülkenin
her yerinde satıldı.
Yazar, düşünürlerin
tersine, bu hayvanın Kralı ve onun hoşgörüsünü
cezalandırmak için geldiğini savunuyor.
- Saçmalık.
Kim yazmış bunu?
Yazan bilinmiyor.
Ama yaratığın, bir
sahibi var.
Ve benim istediğim de
o.
Sonunda silahın
işimize yarayabilecek.
Tabii ki kullanman
şartıyla.
- Ya sen Mani?
Sen hangisini
alıyorsun?
- Mani ateşli
silahları sevmez.
Çok gürültü, çok
duman ve kötü koku.
Her şey yolunda
gidecek, büyükbaba.
Merak etme.
Çabuk dönerim.
- Bana Amerika
kıtasını anlat, şövalye.
- Amerika?
- Oraya bir daha
dönmeyecek misin?
- Orada iyi anılarım
yok.
- Ya Mani?
Kabilesini özlemiyor
mu?
- Artık bir kabilesi
yok.
Köylerine
saldırdığımızda, çiçek hastalığı hepsini çoktan öldürmüştü.
Kurtulanları da
öldürmemiz gerekti.
Kadınlar Hatta çocukları da.
Sadece Mani kurtuldu.
- Nasıl?
- Yüzbaşı onu
tercüman olarak kullanmak istiyordu.
Ona kendi dilimizi
öğretmekle görevlendirilmiştim.
Üç hafta sonraysa
yüzbaşıyı öldürdü.
Neden rapor etmediniz?
O adamlar savaşı
nasıl yaşıyordu biliyor musun?
Hepsi Quebec
yakınlarındaki hastanelerde ardı ardına can veriyordu.
Bir anlamda onları
satın alıyorduk.
Böylece üç hafta
sonra savaşı bitirdik.
- Yani böyle
savaştınız?
- Daha doğrusu savaşı
böyle kaybettik.
O nereye gitti?
- Ağaçlarla konuşmaya
gitti.
- Ağaçlarla mı?
Ağaçlar konuşur.
Beyazlar onları
dinlemesini bilmez.
Görmek gerek.
Neyi görmek, Mani?
Öğrenmek ister misin?
- Nedir bu?
- Kızılderili ilacı.
Sana kalmış, Marquis.
- Peki ne işe yarıyor?
Kişiye göre değişir.
Kızılderililere göre
bu sayede görünmez olan şeyleri görebiliyorsun.
- Evet, Mani?
- Yaratık ormanda.
- Ve kurt bize yardım
edecek.
- Ben bir şey
görmüyorum.
Bu gece, kan dansı
yapacağız.
Ve yaratık, gün
doğumunda bizi almaya gelecek.
Bu bana bir şey
yapmadı.
Bana hiçbir .
.
O gece, Mani kendi
dilinde ormanın ruhuyla uzun uzun konuştu
ve bundan yakın arkadaşı Fronsac bile hiçbir şey anlamadı.
Ve kurtlar onu
doğruca yaratığa götürdüler.
Korkmana gerek yok.
Çabuk iyileşir.
Yaralandın mı?
Seni iyileştireceğim.
İyileştireceğim.
Bunu sana kim yaptı?
Bunu kim yaptı?
Thomas uyuyor.
Biraz dinlenmesi
gerek.
Kızılderili için çok
üzgünüm.
Burada ne var?
Söyleyin!
Bu bölge neresi?
Bilmem gerekiyor.
Özel bir alan.
Bir av bölgesi.
Şövalye!
Dinlenmeniz gerek!
Gidelim!
Yangın!
Yangın!
Şurada.
Haydi!
Şövalye, Mani'nin
cesedinden çıktı geldi.
Artık o öcünü
almaktan çok uzaktı.
Ama Şövalye
Kızılderili inancına göre, ölen kişinin ruhunun
şafağın ilk ışıklarıyla birlikte, atalarına kavuşacağını biliyordu.
Ne istiyorsunuz?
Topraklarımızda çok
kan aktı.
Daha kötüsü olmadan, burayı
hemen terk etmelisiniz.
Gitmek için acele
etmiyorum.
Halledecek bir işim
var.
Tabii ki hayatta
kalırsanız.
- Ne zamandan beri
biliyorsunuz?
- Neden söz ettiğini
bilmiyorum.
Yapma, Sardis.
Nasıl?
Nasıl bu noktaya
nasıl geldiniz?
Size kimse
inanmayacak.
Defol buradan, Sardis.
Tanrı seni korusun.
Şeytan görsün
yüzünüzü!
Hakkınızda tutuklama
emri var.
Savcımızın bana
verdiği yetkiye dayanarak sizi tutukluyorum.
Bizi takip etseniz
iyi olur, direnmeye kalkmayın.
- Bu çok komik bir Şef.
Sizi görmek isteyen
bir bayan var.
- Daha sonra, akşam
gelsin.
Ayağa kalk,
ziyaretçin var.
- Gizli bir dostum mu?
- Onu bilemem, dostum.
Marianne?
Üzgünüm.
Ona misafirlere
verdiğiniz yemekten getirin.
- Nasıl?
- Çok fazla
sorumluluğum var.
Bana yardım etmelisin.
Krala yazmalıyım.
Yardım etsem bile
mektubuna yanıt almadan asılmış olacaksın.
İmkansız.
Henüz yargılanmadım
bile.
Alın.
Yaratık hakkında ne
biliyorsun?
- Güdümlü bir hayvan.
Bir zırhla
kaplamışlar.
Onu yaraladım.
- Bunlarla ne
zamandır ilgileniyorsun?
- İki yıl önce Sardis tarafından yazılmış gizli bir mektup
Papa'ya ulaştırıldı.
Mektupta gizli bir
topluluktan söz ediliyordu.
Amaçları bir anlamda. kendi seslerini duyurmak ve kilisenin tüm kutsal olanaklarını
yasaklamak.
Bir antlaşma.
Sardis.
Yaratığı kullanıyor.
Yaratık
Kral için bir tehdit.
Tanrının gücü hesaba
katılmamış.
Cehennem göze alınmış.
Daha sonra bu
insanlar kendilerini tanrının kurtları saydılar.
Antlaşma kilise için
mi yapılacak?
Sardis, sadece
kendisi için çalışıyor.
Ve görünen ışık onu
çılgına çeviriyor.
Roma, onun örgütünü
asla kontrol edemiyor.
- Sen kimin için
çalışıyorsun?
- Kim iş verirse.
Ama kimse bana işi
kimin verdiğini öğrenemeyecek.
Ve sen, yeterince
biliyorsun.
Sevgili Matmazel
Morangias!
Sizi görmek ne güzel!
Anneniz sevgili
Kontes nasıllar?
Rica ederim, oturun.
Babanız hala tedavi
mi görüyor?
Hala rejimde mi?
Güzel yemeğe hiç
dayanamaz.
Bay Laffont, Şövalye Fronsac'ı
tutuklattınız mı?
Evet.
O senin gibileri yok etmeye
ant içmiş biri.
- O ne hayduttu ne de
katil.
- Öyle mi?
- Dinleyin, şövalye
Fronsac kesinlikle haklıydı.
Belki de yanındaki
Kızılderiliyi o adamlar öldürdü.
- Matmazel
görüşülecek bir şey yok.
Bu yanlış Hıristiyan kanı dökerek vahşinin öcü alınmaz.
- Onu ziyaret etmek
istiyorum.
Bu imkansız.
Pekala.
Tüm bunları bir de Paris'te
tartışırız.
- Marianne, beni
anlamıyorsun.
Şövalye Fronsac öldü.
Geceleyin.
Ne olursa olsun bunu
hak etti.
İyi düşünseydi,
yaşama şansı vardı.
Ölümünden siz
sorumlusunuz.
Belki de her şey
bitti.
- En azından artık
yakalayacak bir hayvan kalmadı.
- Yalan söylüyorsunuz.
Hepiniz yalancısınız.
Cesaretli olmalısın,
kızım.
Bu tanrının bir
iradesi.
- Peder.
- Marianne.
Gel.
Seni şatoya götüreyim.
- Matmazel Morangias
dinlenmeli.
- Hadi.
- Hayır!
- Bırak beni.
- Bu kadar yeter.
Onun için bir şey
yapamazsın.
- Şimdiden kötü
görünüyor.
Hemen gömelim ve
mezartaşına isim yazmayı unutalım.
Kralı uyarmakla
tehdit ediyor.
O çok tehlikeli - Aynı akşam, ölüm haberi henüz Paris'e bile
ulaşmadan önce Gregoire de Fronsac
defnedildi.
Kimse, şövalyenin
mezarına götürdüğü sırları bilmiyordu.
Ve birkaç gündür,
yaratık kimseyi öldürmüyordu.
Ama en güçlü ve
ölümcül düşmanının ortadan kayboluşu kasvetli havaya yoğun bir öfke gölgesi
bırakmıştı.
Çabuk olun.
Hatalarımı kabul
ediyorum, peder; çünkü günah işledim.
Bağışlayın beni.
Marianne!
Gece gündüz onu
düşünüyorum.
Kalp atışını göğsümde
hissediyorum.
Bana neler oluyor
dersin?
- Tanrı seni sınıyor.
Beni sen de
sevmiyorsun, çünkü ben bir katilim.
Babamın görüntüleri hep
gözümün önüne geliyor!
Kurtarın beni, peder.
Kurtarın beni, artık
dayanamıyorum.
Tek reçeten içini
kemiren acıların.
Hayır.
Onu içme kardeşim.
Seni öldürmek
istiyorlar.
Ama ben onları
durduracağım.
Bunu kim yaptı,
Jean-François?
Kim?
Gitmemiz gerek,
Marianne.
Sadece sen ve ben.
- Amerika'ya ne
dersin?
- Jean-François
Bana acı çektiriyorsun.
Ama seni bağışlıyorum.
Yalvarırım, ne
yapıyorsun?
Ne yapıyorsun?
Kal.
- Sana zarar
vereceğimi mi sanıyorsun?
- Yaklaşma, lütfen.
Marianne, sana
ihtiyacım var.
Bu hastalıktan
beni kurtaracak kişi sensin, başkası değil.
Senin güleç yüzün
koparacak beni kabuslarımdan.
Beni içine yutan
volkandan çıkışım sadece senin elinde.
Seni yanımda
görmek için neleri feda edebileceğimi hayal edemezsin.
Yalvarıyorum.
Reddetme beni.
Neden?
Seni tiksindiriyor
muyum?
Beni korkutma!
Git buradan!
Bunun yüzünden mi?
Merak etme.
Bundan sonra
seninle ilgilenecek kişi benim.
İyi bak.
Hiç kimse bilmiyor.
Sadece Sardis ve ben.
- Yapma!
Çık buradan!
- Neden?
- Neden?
- Sen benim kardeşim
değilsin.
Afrika'dan dönünce
başka biri oldun.
Doğru.
Ve oraya senin yüzünden
gitmiştim.
Marianne, sensiz
hiçbir şey yapamıyorum.
Hayır.
- Kokun.
O yaratığın
üzerime saldığı kokuyla aynı!
- Evet.
Biz aynı kandanız, Marianne.
Aynı kandan.
Babam birazdan
gelince seni öldürecek.
Ya ben onu öldürürsem?
Bizi bayağı bir
zamandır rahatsız ediyor zaten.
Hadi yap, hadi.
Hadi, hadi!
Neden beni öldürmedin?
Bu o kadar zor değil.
Bak.
- Yeter!
- Beni seviyor musun?
Marianne!
- Marianne, seni
seviyorum!
- Bırak beni!
Kardeşlerim.
Efendimiz bana
anlattı.
Yaratık geri dönecek
ve değerlerimizin yeniden varoluşunu ilan edecek.
ve yeni Fransa
doğacak.
Biz görünmeyen
prensler olacağız.
Zira tanrı bizimle.
İnsanlar henüz
Tanrı'nın öfkesini görmedi.
Kralın bu adaletsiz
sansürü, yakında kalabalıkları birbirine katacak.
Ve tüm her şey taşma
noktasına geldiğinde, işte o zaman onlara krala yürümelerini önereceğiz.
Tek bir kişi bile
buna karşı çıktığında, tüm bölgede başka
yaratıkların ortaya çıktığını görmeleri ne büyük karmaşa yaratır düşünebiliyor musunuz
kardeşlerim?
Vakit yaklaşıyor.
Ektiklerimizin meyvesini
toplayacağız.
Malachi'nin kitabını
okuyalım.
"Papazların
dudakları bilimin temsilcileri olacak.
Ve bizleri kutsal
düzenin bilincine yaklaştıracak olan, onun ağzı olacak.
Zira o, orduların Efendisi'nin
meleğidir.
Burada hayvana tapan
birileri var!
Şimdi Tanrı'nın
öfkesini sizler de göreceksiniz.
Hepiniz ateşte acıdan
kıvranacaksınız!
Meleklerin önünde,
inleyeceksiniz!
Ve bu fırtınanın
dumanı yüzyıllarca durmadan yükselecek!
Şimdi Tanrı'dan önce
isimlerinizi ben açıklıyorum.
Pierre-Jean
Laffont!
Kontes de
Morangias!
Maxime de Forets!
Gontrand de Moncan.
Henri Sardis.
Jean-François de
Morangias!
Ateş!
Kaçmayın aşağılık
herifler!
Hepiniz tutuklusunuz!
En büyük hayalet
sensin.
Seni ikiye böleceğim.
- Görüyorsun, artık
gücünü saklamana gerek kalmadı.
- Böyle bir niyetim
yoktu.
Artık çok geç,
Fronsac.
Yaratık artık bir
ölümsüz.
O belki.
Ama sen değil.
- Sardis seni, sen de
yaratığı eğittin.
- Nasıl bildin?
İmzandaki gümüş
mermiden.
Marianne!
Bak!
Marianne burada
değil, zavallı!
Ona asla
kavuşamayacaksın, şövalye.
Beyler, size ölmek
bedava Sen kimsin de bizi tutuyorsun?
- Çabuk serbest bırak
bizi, hasta herif!
Demek ben şu an
sadece Pierre'im?
Biraz geri çekilin!
Hadi.
- Ölmüş.
- Şimdi kesinlikle.
Ya Sardis?
Nereye giderse
gitsin, onu bulacağız.
Bulamazsak da dağlar
onun icabına bakar.
Bu başarımızı nasıl
kutlayalım?
- Beni daha önce bir
kez öldürdün.
- Daha iyi dönmen
içindi.
Sana Roma'yı
tanıştırabilirim.
Benimle gelir misin?
Çok geç.
Seni seviyorum,
Fronsac.
Bana tüm
sorumluluklarımı unutturuyorsun.
Fikrimi
değiştirmeden, hemen git buradan.
Marquis!
Ne oldu?
Marianne.
Şu an bizde.
Ölüyor.
Hayır.
Çıkın.
Sen!
Hadi, çıkın hepiniz!
Marianne, uyan.
Marianne, affet beni.
Seni seviyorum.
Aradan uzun yıllar
geçti.
Ama Gregoire de
Fronsac ve Marianne de Morangias hafızamdan hiç silinmedi.
O hayvanı yaratan
dünya, yavaş yavaş ölüyor.
Ve hikayemin sonuna
varmak için acele etmeliyim.
Kendimi hala
şövalyenin yanında yaratığın son
nefesini vermeyi beklediği, Jean-François de
Morangias'ın gizli yuvasına ilerlerken görürüm.
Yaşlı veteriner, bize
bildiği her şeyi anlattı.
Jean-François
Afrika'dan garip, bir çeşit yaratık getirmiş.
Sonra hayvan doğurmuş.
Sadece birini
sahiplenmiş.
En güçlü olanını.
Ve içindeki tutkuyla,
bu hayvanı en kötü işler için eğitmiş.
Böylece, Gevaudan
yaratığı hayata veda etti.
Ve ben, Thomas
D'Apcher şüphesiz, tüm gerçekleri hala
bilen son kişi olacaktım.
Şövalye Afrika'ya
giderken, kendisine eşlik etmemi önermişti.
Ama ülke yeniden
kuruluyordu.
Ve kendimi
insanlarıma adamıştım.
Beni yavaş yavaş
yaşlılığa götüren tüm o barış dolu
yıllar boyunca, hep Gregoire ve Marianne'ı düşündüm.
Onları bir daha hiç
görmedim.
Ama ikisinin de mutlu
olduğuna inanmak hoşuma gidiyor.
Buradan uzakta.
||
« Prev Post
Next Post »