Print Friendly and PDF

Translate

Kurtların Kardeşliği (2001) Le pacte des loups

|

 


142 dk

Yönetmen:Christophe Gans

Senaryo:Stéphane Cabel, Christophe Gans

Ülke:Fransa

Tür:Aksiyon, Macera, Dram

Vizyon Tarihi:19 Ekim 2001 (Türkiye)

Dil:Fransızca, Almanca, İtalyanca

Müzik:Joseph LoDuca

Nam-ı Diğer:Brotherhood of the Wolf | Brotherhood of the Wolf | Brotherhood of the Wolf

Oyuncular

Samuel Le Bihan

Mark Dacascos

Jérémie Renier

Vincent Cassel

Émilie Dequenne

Özet

18.yuzyılın Fransa'sında ne old uğu anlaşılamayan bir yaratık, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere herkesi öldürmektedir. Gevardon bölgesinin yerlileri bunun cehennemden gelen bir şeytan olduğunu ileri sürmektedirler. Bir türlü olayı anlayamayan hükümet bir grup kurmaya karar verir. Buna göre bir biyolog, bir botanist ve bir filozofun da aralarında bulunduğu grup, olayı incelemek ve yaratığı yakalamak göreviyle bölgeye gönderilir. Böylece heyecan dolu bir araştırma başlar.

Altyazı

 

Lordum, vakit tamam, gitmelisiniz.

 Sizi tutuklayacaklar!

 Bana mumları getir.

 Bu gece burada çok işim var.

 - Ama lordum 

- Her zamanki gibi bir bardak da şarap.

 Dünyanın değişmesi gerekiyordu.

 Ama Devrim bir teröre dönüştü.

 Nihayet sıra bende; beni de öldürecekleri kesin.

 Sabit fikir, insanları kör etmiş; çıldırtmış.

 Adeta, kalplerini yok etmiş; ve hepsini hayvana dönüştürmüş.

 Tam olarak 1764 yılıydı.

 Söz konusu yaratık ilk kez bu yıl ortaya çıktı.

 Bir yıl sonra ünü bölgemizin sınırlarını aştı, ve herkes, hiçbir ölümlünün ona karşı koyamayacağını düşünmeye başladı.

 Yaptığı saldırılar, Gevaudan bölgesini yavaş yavaş korku dolu bir karanlığa gömdü.

 Dur  Kimsiniz?

 O ne yaptı?

 Ne yaptı dedim?

 - O bir hırsız!

 Ya kız?

 Onun kızı.

 Lanet bir cadı!

 - Ben Baytarım!

 Atlarına baktım ama paramı vermediler!

 - Onu dinlemeyin, bayım!

 Bunların hiçbiri doğru söylemez!

 - Atlarını iyileştirdin mi?

 - Evet.

 Hadi, toz olun!

 Yaratığın şehrine hoşgeldiniz.

 Kurt kapanlarına dikkat edin.

 Şövalye Gregoire de Fronsac   ve Mani adı verilen adam ne avcıydı ne de asker.

 Jardin de Roi'da doğa bilimci olarak görev yapan şövalye  Paris'te bulunduğu dönemlerde "bağımsız düşünen, kültürlü biri" olarak ün yapmıştı.

 Yanındaki adama gelince; o bir yabancıydı  ve hiç kimse hakkında bir şey bilmiyordu.

 İki seyyah, gün batımında  Gevaudan'da görevleri süresince kendilerine sığınaklık  yapacak olan Marquis D'Apcher Şatosu'na ulaştılar.

 İnsanlarımızın korktuğu basit bir kurt değil.

 Bu yaratık farklı.

 Erkeklerden, kaçması gerektiğini bilirmişçesine kaçıyor.

 Ama ne kadınları affediyor ne de çocukları.

 - Siz hiç gördünüz mü?

 - Hayır.

 - Bağışlayın ama, tek bir hayvan söz konusu olduğunu nereden biliyorsunuz?

 - Canlı kurtulabilen herkes ortak izler taşıyor.

 Hayvan çok büyük bir kafatasına sahip.

 Ve dediklerine göre, avcıların kurşunu fayda etmiyormuş.

 Şüpheciliğinizi anlıyorum, Fronsac.

 - Ben de tıpkı sizin gibi, ejderhalara inanmam.

 Ama bu hayvanın yaptıkları   konusunda size oldukça ilginç bir dosya sunabilirim.

 Kararı kendiniz verin.

 Büyükbabam sizin Kanada'da İngilizlerle savaştığınızı söyledi.

 Evet.

 Hayvanları ve doğayı incelemek için gitmiştim, sonra, kraliyet ordusundaki yüzbaşı sayesinde birkaç yarayla geri döndüm.

 Bu hayvanın kurbanları için bir hastane yaptıracağım.

 Eski bir manastırda.

 Bu kadın kurbanlardan biri.

 Evine dönerken   yolda birden saldırıya uğramış.

 Arkadaşları imdat çığlıkları atınca, hayvan kaçmış.

 Ama bu arada yüzünün yarısı gitmiş.

 - Söyler misin Şövalye.

 Bay Buffont nasıl?

 Paris nasıl?

 Peki ya Angelus?

 Angelus'u okudunuz mu?

 - Marquis, felsefeden konuşmak için vakit biraz geç.

 - Haklısınız.

 Tiyatrodan konuşalım.

 Oyuncuları tanır mısınız?

 Bu kış favori oyunun ne?

 Şuraya koyabilirsiniz.

 Oyuncuların çapkın olduğunu söylüyorlar.

 Ne derece doğru bilmiyorum ama, cazibelerini Dük'e rahatça sunuyorlarmış.

 Anlatsanıza biraz.

 Sanırım bu senin merakını tatmin eder.

 'Fransız Merkür'!

 Avignon dışında bulamam sanırdım.

 Sizi salona götürebilirim.

 - Bırak istiyorsa burada uyusun.

 - Pekala.

 İyi akşamlar, şövalye.

 Versailles'a benzemiyor ama gayet iyi.

 'Bir inek kadar büyük.

' Bir değil, bir sürü kurt vardı.

 Ona saldıran hayvansa hiçbir şeye benzemiyormuş.

 Yüzü sarkık, dişleri kocamanmış.

 Madem kurt değildi.

 Neydi peki?

 - Şeytan.

 - Şövalye.

 Kurt, Saint Alban yakınlarında bir kadına saldırmış.

 İşte.

 - Sakin ol şövalye, hiç kimse yok!

 Orada kalın!

 Orada ne yapıyor bunlar?

 Kimse beni ciddiye almıyor mu?

 Selam Yüzbaşı!

 Bay Marquis.

 Saygılarımı sunarım!

 Her yerde tuzak var!

 Duhamel, bu şövalye Gregoire de Fronsac.

 Jardin de Roi'dan.

 Kendisi zavallı kızı yakından görmek istedi.

 Tabii ki, yüksek müsaadelerinizle.

 Kendisi adamlarımı küçümsemek için gönderilen kişi değildir umarım.

 Böyle bir şeyin söz konusu olduğunu bilmiyordum, yüzbaşı.

 Her neyse.

 Geldiğiniz iyi oldu.

 Lütfen özrümü kabul edin.

 Askerlerim bu bölgeden değil.

 Onlar savaş için eğitildiler, av için değil.

 İç organlarını araştırırken zehre karşı dikkatli olun.

 Siz ne tür bir bahçıvansınız?

 Adamlarınız bu hayvanı öldürdüğünde, majesteleri inceleme ve saklama amacıyla   onun hemen Paris'e getirilmesini istiyor.

 Benim görevimse, ölür ölmez onun bir resmini yapıp içini samanla doldurmak.

 Şimdilik bu yaratığı tanımaya çalışıyorum.

 Tanrım.

 Böyle bir çenesi varsa, bu hayvan en az 250 kilo olmalı.

 Bu kez onu öldüreceğim, bay Marquis.

 İlk kar düşmeden onu öldüreceğim.

 Tek dileğim onu kaçmasına fırsat vermeden öldürmek.

 - Daha önce gördünüz mü?

 - Bir kez, bayım.

 Bir kez sadece silahımın ucuna kadar geldi.

 Ona ateş ettim.

 Yıkıldığını gördüm, ama hemen canlanıp kaçtı.

 İzini bile kaybetmiştik; dedikleri gibi ormanda sır olup kaybolmuştu.

 Peki buna benziyor muydu?

 Bunun dışında, parmaklarında bir tür sivri ve kesici şeyler görünüyordu.

 Dostlarım.

 Sizi, bu eskizlerin sahibiyle tanıştırayım.

 Şövalye Gregoire de Fronsac.

 Amacı bizlere yardımcı olmak.

 Madem Paris'ten bizler için geldi.

 - Kurdun krokisi?

 Bu, değerli Piskopos de Mande.

 Monsenyör Duc de Moncan, Monsenyör Comte de Marangias   bu da eşi Madam Kontes.

 Oğulları, Jean-François  kendileri de çok yolculuk yapar.

 İyi çalışma, bayım.

 Sağolun, bayım.

 Bu bay Laffont; savcımız.

 Peder Henri Sardis, Saint Alban papazı.

 Anlat bakalım, bayım.

 Paris'te bu hayvan çok konuşuluyor mu?

 - Şarkılar kadar çok duyuluyor.

 - Dualar kadar demeniz gerekirdi.

 Sizce yüzbaşı Duamel tanrının kendisine yardım etmesini mi bekliyor?

 Beklemediğini kim söyleyebilir?

 Duamel, o hayvanı yakalamak için askerlerini kız kılığına bile soktu.

 - Yine de beceremedi; ne taktik ama.

 - Duamel elinden geleni yapıyor.

 Sizi çok hoşgörülü buluyorum.

 Duamel bu işte yetersiz.

 İnsanlarımızın ölmesi bir yana, bunca paralı asker tuttuk, topraklarımız harab oldu, ama hayvan sürekli ortalıkta.

 - İnanın, Duhamel'e döktüğüm onca parayı ve bunca vergiyi, bu Parisli beyefendiye dökseydim   hala ona sahip olduğum uşaklarımı da büyük bir zevkle verirdim.

 Ne diyorsunuz?

 Şövalyenin size yanıt vereceğini sanmam.

 Dük hazretleri zikzaklı yolları sever.

 Ama çok iyi bir Hıristiyan’dır.

 Bu güzel toplantıya geldiğinizde, hepsi kulağımı  Tanrı manrı diye aşındırıp duruyordu.

 Hatta bu olay için sizi, söz konusu hayvan   acaba şeytanın bir sureti mi değil mi öğrenmesi için Papa'nın gönderdiği bir casusa bile benzettiler.

 Affedersiniz.

 Marianne de Morangias.

 Zor bir kadın.

 Çok zor.

 Bölgedeki çoğu erkek onun için can atıyor.

 - Yanındaki salak kim?

 - Maxim de Forets.

 Tiyatro yazarı.

 - Desene bu iş kolay olacak.

 - Dikkat et.

 O bir Morangias.

 - Matmazel.

 - Selam, bayım.

 Şu anda matmazel ve ben bir konu üzerinde  - Siz Maxim de Forets misiniz?

 - Maximette Ravau.

 - Sizinle tanışmak büyük şeref.

 Bu zamanda sizin kalitenizde çok az yazar var.

 - Marquis D'Apcher bana sizden çok söz etti.

 - Marquis?

 Dinleyin.

 O, ailesinin geçmişini yazacak birini arıyor.

 Ve bu konuda sizi düşünüyor.

 - Gerçekten mi?

 Aramızda kalsın, böyle bir fırsat çok az yakalanır.

 Bu işi zekice yapmalısınız.

 Özellikle, onun adına sizinle konuşan kişiye çok dikkat etmelisiniz.

 - Matmazel, affedersiniz.

 - Hiç utanmanız yok mu?

 - Çok şükür, hayır.

 Pekala bay doğa bilimci; bölgemiz hoşunuza gidiyor mu?

 - Şimdilik pek bir güzelliğini göremedim.

 Bir tanesi hariç.

 Peki ya genç bir kızla avluda konuşmayı saymazsak?

 Hayır, bayım.

 Bölgemizde hala sizin görebileceğiniz bakir yerler var.

 Sizin gibi genç bir kızla karşılaşacaksam, belki de avluları sık sık ziyaret ederim.

 Hizmetçiler servise başlıyor, Şövalye.

 Hadi, yemeğe.

 Önden buyurun.

 İki gündür sizlere torbamda taşıdığım bir şeyi göstermeyi bekliyordum.

 Şu an dünyanın en garip hayvanını size göstermek için sabırsızlanıyorum.

 Kızılderililer bana kutsal balıklarından söz etmişlerdi.

 Ama ben bunun bir efsane olduğuna inanmıştım.

 Şu an önümde alabalık biçiminde ve boyunda, bir balık duruyor.

 Ve gövdesi tıpkı bir keçi gibi siyah kıllarla kaplı.

 - Kıllı alabalık demek?

 Bayım, bizimle alay ediyorsunuz.

 - Hayır, bayım.

 Bunu çok uzaklardan getirdim.

 Kanada'dan.

 Kadife gibi.

 Doğa mucizelerle dolu.

 Bulunduğu sular soğuk olmalı.

 İşte bu olay, imkansızın, imkanlı olabileceğini kanıtlıyor.

 - Güzel cümle.

 - Bu, sizin Jardin de Roi'nın onuruna layık olduğunuzu gösteren bir keşif.

 Ama ben bunu hak ettiğinden kuşkuluyum.

 - Buna karşın şövalyenin komedi için epey yetenekli olduğunu görüyorum.

 İki elim olsaydı, sizi alkışlardım.

 Jean-François.

 Onun adına sizden özür dilerim, bayım.

 Oğlunuz haklı, Kont'um.

 Böyle bir balık yok.

 Jardin de Roi onuruna layık gördüğünüz ben, becerikli biriyimdir.

 Böyle bir çalışmayla sizi rahatsız ettiğim için bağışlayın.

 Sizin bu öykünüzden çıkarılacak ahlak dersi, Gevaudan'da öyle bir kurt olmadığı mı?

 Burada yaşayan bizler, embesil miyiz yani?

 Bundan alınacak ders bayan, şimdiye dek şiirlerde geçen ejderhaların ve tekboynuzlu atların hiç görülmediğidir.

 Yalanlar bazen Latinlerin giysisine bürünüp gerçekmiş gibi dolaşırlar.

 Dikkat edin, bayım.

 Bizim asıl öğrenmek istediğimiz, neden söz ettiğinizdir.

 Hem siz kimsiniz?

 Doğa bilimci mi, filozof mu?

 Yoksa daha kötüsü.

 Komedyen mi?

 Bana kalırsa bay şövalye bir Parisli.

 Pekala bu sahte balıktan yeterince konuştuk.

 Hem sonra, huysuzluğa hiç gerek yok.

 O halde bilmece sorup eğlenelim.

 Söz alacak var mı?

 Ben az önce küçük bir aşk şiiri besteledim.

 Eğer sevgili Kontes izin verirse.

 Eğer açık saçık değilse.

 - Açık saçık mı?

 Hayır, hayır.

 Bu çok temiz ve duru bir övgü.

 Bir anda yazılmış bir şey.

 Böylesi beni heyecanlandırıyor.

 Bu, bu bir tür kurda övgü.

 Kurda.

 "Tamamen korumasızdım.

 Oysa hiçbir kötülük ummaksızın bakıyordum, gözlerinize.

 Siyah bir kilimi döver gibi vuruyordu kalbime darbesini.

 işte o kurt, o kurt, o kurt.

 Sizi tekrar görebilecek miyim?

 - Bana göstereceğiniz başka masal hayvanları da mı var?

 - Benim hakkımda çok yanlış düşünüyorsunuz.

 - Fikrinizi değiştirmeme izin verin.

 - Deneyin.

 - Duhamel'in sürek avına gelir misiniz?

 - Kesinlikle.

 Sana yasak.

 Bu iş çok tehlikeli kızım.

 İtaat, bir genç kızın ilk karşı çıktığı erdemdir.

 Benim de bir bildiğim var.

 O gün, Gevaudan bölgesinde, Fransa Krallığı'nda hiç düzenlenmemiş büyüklükte bir sürek avı düzenlendi.

 Kral, söz konusu hayvanı öldürene altı bin Fransız lirası vermeyi vaat etmişti.

 Savaş salması alan köylülerin yanında, ücretli savaşçılar, askerler bölgedeki tüm avcılar ve maceracılar bir araya gelmişti.

 Bu dev kalabalık içinde, hayvanın bizi yeneceği aklımıza bile gelmemişti.

 - Herkes kendi haritasını ve erzağını yanına alsın.

 Hareket saat yedide başlayacak.

 - Çok güzel.

 - Teşekkür ederim.

 Yapabilirsiniz, yüzbaşı.

 Yapabilirsiniz.

 Adamlarımın yapacak başka işleri yok.

 Cömertliğiniz cesaretinizle tam orantılı sayın Dük.

 Bu kadar yeter Duhamel.

 Bu kez, sayenizde onu öldüreceğimizi umuyorum.

 Hiç kuşkunuz olmasın, Dük'üm.

 Bu şamata da ne?

 İyi bir silah, değil mi?

 Bunu Mande'da bulunan bir silah ustasına yaptırdım.

 Bana sağlayabileceği şeylerin ölçüsünü elbette anlamışsındır.

 Şuna bak.

 Paris'te bile böyle bir kurşunu bulamazsın.

 Bizzat kendim döktüm.

 Gümüşten mi?

 Kurdu ıskalamaktan mı korkuyorsunuz?

 Hayır.

 Ama, çok değişik silahlar üretmeyi severim.

 Ben bir avcıyım, Fronsac.

 Ve bana çok pahalıya mal olmuş bir tutku.

 Başınıza ne geldi?

 Bazı yaban hayvanlarını avlamak için, bana çok daha etkili bir kurşun gerekiyordu.

 Ama Sardis'in dediği gibi acınızı iyileştirecek başka şeyler hep olur.

 - Sizi yaralayan bir ayı mıydı?

 - Bir aslandı.

 - Aslan mı?

 Evet.

 Kraliyet Donanması'nda iki yıl boyunca her yeri dolaştım.

 Afrika'nın nasıl bir yer olduğunu bilmezsiniz, Fronsac.

 Efendim!

 Kızım her şeyi sünger gibi içmiş.

 Götürün onu.

 Artık sarhoşluğundan gına geldi.

 Cadı!

 Uzak durun ondan!

 Şeytanın kızı!

 Dinleyin kardeşlerim.

 O hasta!

 İçinde şeytan yok!

 İçinde şeytan yok!

 O bir büyücü!

 Şeytanın kendisi!

 Cadı o!

 Dilini yutmasına engel olmalısınız.

 Dil çabuk kopar.

 İçinde şeytan yok.

 - İçinde şeytan yok.

 - Biliyorum.

 Doğa bilimci, filozof ve de sağaltıcı.

 Bravo.

 Seninki gelmedi, Fronsac.

 Bana borcunu öde.

 Marquis.

 Onlar yerliler mi?

 Her yerde olduğu gibi burada da boş inançlılar var.

 Kızılderililerde avcılar avladıkları şeyin kalbini yerler.

 Bu güçlerini artırıyormuş.

 Yine de güçlü değiller, değil mi?

 Afrika'daysa güçlü olmak için düşmanlarının kalbini yerler.

 Kont'um.

 Jean-François.

 Adamlarınızı doğuya doğru yönlendirmenizi rica ediyorum.

 Av bölgesi.

 - Hazır mısınız?

 - Anneniz sizin için kaygılanıyor.

 Annem her zaman kaygılıdır.

 Onu dinleseydim hala manastırda olurdum.

 Gerçi siz böyle şeylere inanmazsınız.

 Siz özgür birisiniz.

 - Ama katlanılamaz biri değilim.

 - Beni seviyorsunuz.

 Bu komik değil mi?

 Birbirimizi tanımıyoruz bile.

 Sizden söz ettiğimi mi sanıyorsunuz?

 Marianne!

 Ben o yaştayken babamın yanında bunu yapamazdım.

 Bu yaşta biraz egzersiz yapmasında sakınca yok.

 Babam hiçbir yere gitmeme izin vermezdi.

 Benim oğlum her yere gidebilir.

 Burada insanlar ölmüş.

 Bunu nereden biliyorsun?

 - Çığlıklarını duyuyorum.

 - Mani, bırak artık şunu.

 Haklı.

 Burası eskiden Templier şövalyelerinin tapınma yeriydi.

 Yangın çıktığında bu küçük manastırda 25 sapkın mezhepli diri diri yanmış.

 Kahin mi?

 Kahin olmaya hiç gerek yok.

 Şunu bir incele.

 Küçükken buraya gelir, kardeşimle oyun oynardım.

 Korkmuyor muydun?

 Beni hayaletlere karşı koruyacağını söylerdi.

 - Avı sevmiyor musunuz?

 - Burada bu bir suç mu?

 Kızılderililer, birinin ruhunu çalmak istiyorsanız onun resmini çizin der.

 Ruhumla da ilgileniyor musunuz?

 Sen avlanmak mı yoksa gönül eğlendirmek mi istiyorsun?

 - Benim hatamdı.

 - Size bir şey sormadım, şövalye.

 - Neden engellediniz?

 - O sadece bir kurttu.

 - Ya o yaratıksa?

 - Sen de inanmıyorsun, Marianne.

 Teşekkür ederim.

 Umarım yüzbaşı, o hayvan bu kurtlardan biridir.

 Ne olursa olsun, bu sayede bir sürü kurt yiyeceğiz.

 Ne kadar yalnız bir adam.

 - Bununla nerede tanıştınız?

 - Kanada'da.

 Şu senin yerlilerden biriydi.

 O bir Kızılderili.

 Iroquoi bölgesinden.

 Morho kabilesine bağlı.

 Bir Kızılderili demek?

 Gerçek Kızılderili mi?

 Hiç de Kızılderili havası yok.

 Bu akşam Saint Alban'da bize katılın.

 Uşağınızla biraz eğleniriz.

 O uşağım değil.

 - Peki neyin o halde?

 - Kardeşim.

 Merak ettiğim bir şeyi öğrenmek istiyorum.

 Nasıl oldu da bu vahşiyi, bu topraklara getirebildin?

 Acınızı sizinle paylaşan birine vahşi gözüyle bakamazsınız.

 Ve ben Mani sayesinde İngilizler'in elinden kurtulup buraya gelebildim.

 Bence bir yamyamın hayvandan farkı yoktur.

 Siz istediğiniz gibi görebilirsiniz, bay Laffont.

 Mani, bir hayvan değil.

 Bizim ırkımızdan bir kadınla üremeye girebilir misin?

 Tüm kadınlar aynı renktir.

 Yeter ki onları sevin.

 Evet, baba.

 Bu, ruh için de geçerli.

 Kızılderililer beyazlarla yatıyor.

 Mani'nin çocukları var.

 Bu da aynı türden olduğumuzu kanıtlıyor.

 Size göre öyle.

 Sonuçta, biraz zenci işi oluyor.

 Sen ne düşünüyorsun, Sardis?

 Kardeşiniz, kuşkusuz Tanrı'nın yaratıklarından biri.

 - Onu vaftiz ettirdiniz mi?

 - Benden bunu istemedi.

 Saçma bir neden.

 Buna vaktiniz vardı.

 Mani'nin kendi inancı var.

 O da kendi ülkesinde bir tür, papaz gibi bir şey.

 Kızılderililerin de bir papazı varmış.

 O halde kaybettiler.

 Tam olarak neye inanıyorlar?

 Her insanın bir hayvan ruhuna sahip olduğuna inanıyor.

 Buna totem diyorlar.

 Çok eğlenceli.

 Ama bir şey anlamadım.

 Mani.

 Göster onlara.

 Korkmayın, acıtmaz.

 Sizde  Sizde bir tür geyik ruhu var.

 Evet, bir geyik.

 Ne düşünüyorsun karıcığım?

 Boynuzlarım olduğu için mi bir geyiğim?

 Yoksa yediğimiz şeylerden mi?

 - Peki ya sevgili Thomas'ın?

 Onun   totemi nedir?

 - Fare.

 Benimki, muhtemelen kütüphane faresidir.

 - Yılan.

 - Yılan mı?

 - Kızılderililerde yılan, bilgeliğin göstergesidir.

 Bilge yılan.

 - Ya siz, bay Laffont?

 Yabandomuzu.

 Üzülmene gerek yok, Laffont.

 Belki de tüm barbarlar ve domuzlar da soylulara benziyordur.

 - Pekala sıra Sardis'te.

 - Hayır.

 Hayır.

 Ya ben?

 Ben neyim?

 Yarım bir aslan mı?

 Kartalın yarısı mı?

 Hadi, beni de bir kertenkeleye dönüştür de kolum yeniden çıksın.

 François, yeter artık.

 Ne oldu?

 Ben zevkinizin bir meyvesi değil miyim?

 Bırak beni, bırak beni!

 Matmazel, siz ister misiniz?

 Bağışlayın bayım ama, bu eğlencenizden sıkıldım.

 Bana da balon üzerinde dans eden bir sirk maymunu ruhu yakıştırmadan önce evime gitmeyi yeğlerim.

 İyi akşamlar.

 Burası fikirlerini değiştirecek, Fronsac.

 Paris'teki gibi değil ama, Mande'ın en iyi genel evi.

 Buraya bir tür otel diyebiliriz.

 Hepsi sizin, baylar.

 Ve bir de yeni kraliçemiz var.

 Benim küçük Marquis'm!

 Gel.

 Ücretim pahalıdır, Gregoire de Fronsac.

 - Tanışıyor muyuz?

 - Buradan Gevaudan ufak görüküyor.

 İtalyan mısın?

 Evet.

 Bu güzel ülkede geçici kalıyorum.

 Param var.

 Konu bu değil.

 Benim param söz konusu.

 Evet?

 - Gel benimle.

 Bunu sana kim yaptı?

 Bu, zehirli bir ok.

 Kalbin uzakta değilmiş.

 Belki de şanslı bir adamım.

 Ya bunu?

 Bir ayı.

 Bana savaşın ne olduğunu gösterdi.

 Durumun hala çok parlak.

 Tehlikeli bir mesleğim var.

 Her erkek senin gibi değil.

 Bu da sana benden bir armağan.

 Bu tam bir skandal!

 Benim evimde!

 - Valentine, ne oldu?

 - Madam, ben o büyücüyle yatamam.

 - Bu da ne demek oluyor?

 - Bana boğazındaki yılanın kıpırdadığını söylüyor.

 Bizim ünümüz ne olacak?

 Dostumuz bir Kızılderili, büyücü değil.

 - Bir Kızılderiliyle yatmam.

 - Fahişeleriniz çok hassas.

 Hadi kızlar.

 Kızılderili bayla kim yatmak istiyor?

 İki kat prim vereceğim!

 - Üzerindeki desenleri sevdim.

 - İşte bu.

 Hallettik.

 Merhabaa.

 Sen bir büyücü müsün?

 Benim portremi de yapacak mısın?

 Sen bilge değilsin.

 Haftalar geçti   ama Duhamel'in askerleri korkunç hayvanı bir türlü bulamıyordu.

 Bu, onun komutasında geçireceğimiz üçüncü kıştı.

 Karın ve soğuğun silahlarımızı ve köpeklerimizi   artık durduramayacağını biliyorduk.

 Unutmayalım ki tanrı, bu tehdidi Musa peygamberin ağzından bildirmiştir.

 Sizlere, çocukları çalıp götüren bir ayı kılığında görüneceğim.

 Çocuklarınızı bir aslan gibi yutacağım ve bağırsaklarını söküp atacağım.

 Ve hepinizin gözüne, sizi ve teninizi içine çeken vahşi bir hayvan gibi görüneceğim.

 Şimdilik çöllerde sizin yolunuzu ben göstereceğim.

 Ta ki yüce Tanrım size kızıncaya dek.

 Sence bunca kurban böylesine bir nedene dayandırılabilir mi?

 Her kurban için bir mum.

 Gerçekten de makul bir dünyada yaşadığımızı mı düşünüyorsun?

 Ulu Tanrım!

 Çocuklarım gitti!

 Masum yavrularım!

 Beni kutsayın!

 Ne oldu, oğlum?

 Tanrı beni günahlarım için cezalandırdı.

 Çocuklarım kayboldu, hiçbiri yok!

 Ben lanetliyim!

 Hepimiz lanetliyiz!

 - İnsanları topla, Marquis.

 Hemen gidiyoruz.

 Sen Mani'yle.

 Yolda görüşürüz.

 İyi akşamlar, kurt dostu.

 Sana bir şey getirdim.

 Seninle görüşmek istiyorum, Marianne.

 Yalnız.

 On gün sonra.

 Annem bir süre köydeki sütannemde dinlenmemi istedi.

 On gün mü?

 Bunu ben de istememiştim.

 Meşaleyi getirin.

 Meşaleyi getirin!

 Hava iyice soğuyor.

 İnsanlar yoruldu.

 Dönsek iyi olur.

 Hayır, kızı arayacağız.

 Kızılderili çocuğu buldu!

 Yüzbaşı, bölgeye kurduğunuz tuzaklara kurtlardan çok köylüler yakalandı.

 Adamlarınız halktan zorla haraç almaya başladı.

 Ve göreve getirildiğinizden beri kurt 12 kez öldürülmüş.

 Anlamıyorum.

 Elimizden kurtulan kurt olmadı.

 - Nasıl?

 - Elimizden kurtulan kurt olmadı.

 Ya siz şövalye.

 Sizce ne tür bir kurtla karşı karşıyayız?

 Beyler  tek emin olduğum şey, bunun bir kurt olmadığıdır.

 Kurtlar insanlara saldırmaz.

 Bunu Kanada'da gözlemlemiştim.

 Belki de oranın kurtları farklı.

 Kızgın bir kurt herkese saldırabilir.

 Kurtların öfkesi sadece iki hafta sürer.

 Ama bu hayvan tam iki yıldır size eşlik ediyor.

 Bu arada yaraların üzerinde hiçbir diş izine rastlayamadım.

 Bunun aksine, bir kurbanın bedeninde şu metal parçasını buldum.

 Yani?

 Yani  hiçbir hayvanın demir dişi yoktur.

 Yani bu bir hayvan değil?

 Söyler misin onu nasıl yakalayacağız?

 Biz tartışırken o insanları öldürüyor.

 Beyler, sanırım bay Fronsac'ı büyük bir dikkatle dinledik.

 Anladığımıza göre, size göre bu sıradan bir hayvan değil.

 Sıradan bir hayvan olmadığını kabul ettiğinize sevindim.

 Hiçbir şeyi kabul etmedim efendim.

 Sadece şüphelerim var.

 - Şövalye, başka söyleyeceğiniz bir şey var mı?

 Hayır, bayım.

 Beyler, bu emri Paris'ten aldım.

 Yüzbaşı Duhamel, majesteleri sizin çalışmalarınızdan çok etkilendiğini bildiriyor.

 Ve benden görevinizi yükseltmemi istiyor.

 Siz ve adamlarınız, Sandele'de bulunan Rangogne Alayı'na dahil olacaksınız.

 Majesteleri ve Kral, bu korkunç kurdu öldürmesi için   Bay Bauderne'i görevlendirmiş bulunmaktadır.

 Kendisi bu kurdu öldürebilecek yetenekteki tek kişidir.

 Beyler.

 Beni affedecek misiniz?

 Totemimin ne olduğunu bilmek istiyorum?

 Bu şekilde mi söyleniyordu?

 Sizde   denizkızı ruhu var.

 Hiç ciddi olamayacaksınız.

 Bunu Kızılderilinize soracağım.

 Peki ya hayvan?

 Sonunda onu görebildiniz mi?

 - Hayır.

 - Bundan konuşmak istemiyor musunuz?

 Jardin de Roi'ya burada yaşanan saçma varsayımlardan başka söyleyecek bir şeyim yok.

 Eğer bu hayvanın etle demir karışımı olduğunu söyleseniz  bunun nedenini ve nasıl olup da görünmez olma yeteneği elde edebildiğini sorarlar.

 - Ne düşünüyorsunuz?

 - Sizin onları bunun korkunç bir yaratık olduğuna inandırmaya çalıştığınızı düşünüyorum.

 Asıl bu düşünceden kaçıyorum.

 - Buraya geleli daha üç ay olmadı ama şimdiden işinizi bitirmeyi düşünüyorsunuz.

 Sizce o hayvan yokluğunuzu fark edebilir mi?

 - Belki onu yakalayacak kişi sizdiniz.

 - Eğer siz diyorsanız.

 Bize hala bu zaferi tattıracak vaktiniz var.

 Jean-François sizin Afrika'ya gitmek istediğinizi söyledi.

 Şimdilik bir doğa bilimcinin tek yapacağı kışın geçmesini beklemek.

 Ya siz, hiç başka ufukları keşfetmeyi özlemediniz mi?

 Beni özlemden çok görevler bağlıyor.

 Surun üzerinde bekleyen Sardis'i görüyor musun?

 - Sizi mi takip ediyor?

 - Hayır.

 Bana göz kulak oluyor.

 Sizinle yalnızken bana ne olacağını sadece tanrı bilebilir.

 Dönelim, papazımız üşütecek.

 İyi akşamlar, şövalye.

 İyi akşamlar, şövalye.

 Aşık mısın?

 - Bilmiyorum.

 Ben biliyorum.

 Kartlardan mı?

 Seni tanımak için onlara ihtiyacım yok, dostum.

 Pekala, içelim.

 Matmazel de Morangias'a!

 Nasıl?

 Kardeşi geçen akşam buradaydı.

 Onunla yattın mı?

 Onunla mı?

 Kendisine dokunulmaya tahammül edemiyor.

 Beni izledi, içti   ve çok içtiği için uykusunda konuştu.

 Tüm erkekler gibi.

 - Ben uyurken konuşuyor muyum?

 - Tabii ki.

 - Ne söyledim?

 - Daha!

 Daha!

 - Florantinler'in kocalarını nasıl evde tuttuğunu biliyor musun?

 - Hayır.

 Her sabah ona bir damla zehir verip, her akşam da panzehir verirler.

 Geceyi dışarıda geçiren kocalar çok kötü bir gece yaşasın diye.

 Senin gibi bir kadının buna ihtiyacı yok.

 Hayır.

 Hem, zaten biz evli değiliz.

 Savaşı başlatmaya geldiler!

 Majestelerinin askerleri topraklarımızı bu korkunç yaratıktan   kurtarmak için geldiler!

 - Bayım, adım Gregoire de Fronsac!

 - Evet.

 Şu kültürlü adam.

 Doğa bilimciye randevu verin!

 Bay Bauderne sizi konutunda bekleyecek.

 Saat tam ikide orada olun.

 Majesteleri, benden raporunuzu öğrenmemi istedi.

 Aslında her şey epey karmaşık.

 Ama ben bu hayvanın bir kurt olduğuna inanıyorum.

 Yarın dağlık bölgeye gideceğim.

 Ve sizin benimle gelmenizi istemiyorum.

 Peki neden?

 Kral bu iş için beni görevlendirdi, genç adam.

 Beni rahat bırak, bu işi yalnız halledeceğim.

 Bu hikayenin bitmesi için size ihtiyacım yok.

 Masanın üzerinde Kont Buffont imzalı bir mektup var.

 İçinde kralın da bir tavsiyesi bulunuyor.

 Emirlerinize amadeyim.

 Ama inanın bana bu bir kurt değil.

 Raporunuzu okudum.

 Hayvan hakkında daha fazla enerjinizi tüketmeyin.

 Ben icabına bakacağım.

 Çekilebilirsin.

 Miryam.

 Hadi.

 Hadii!

 Bu kadın kurbanlardan biri.

 Evine dönerken, yolda birden saldırıya uğramış.

 İzini bile kaybetmiştik.

 Tıpkı dedikleri gibi, ormanda sır olup kaybolmuştu.

 Şövalye, kurt Saint Alban yakınlarında küçük bir kıza saldırmış.

 Tanrı beni günahlarım için cezalandırdı!

 Çocuklarım kayboldu!

 Ben de sizin gibi ejderhalara inanmam.

 - Yüzü sarkmıştı.

 - Başka söyleyeceğiniz.

 - Yani sizce bu hayvan.

 - Hizmetçilerimi bile verebilirim.

 - Bu yaratık bir hayvan değil.

 - Kızgın bir kurt herkese saldırabilir.

 Peki nasıl yakalayacağız?

 - Unutmayın ki tanrı .

- Hiçbir hayvanın demir dişi yoktur.

 Şövalye!

 Gelmeniz gerekiyor, hemen!

 Bu da başımıza geldi!

 İnançlı dediğiniz bu muydu!

 O adam küçük kıza sadist şeyler yapıyor!

 Tanrı bunu en kızgın ateşte yakacak!

 Rahat bırakın onu.

 Bir Kızılderili tedavisi yapıyormuş, peder.

 Onu sadece bizim dualarımız kurtarabilir.

 Ama  o kız 

Bu bir mucize.

 Anlat bana.

 Erkek kardeşine ne oldu?

 - Yaratık ile bir adam mı?

- Olamaz.

 Küçük kız ne söylediğini bilmiyor.

 Evet bayım, kurdu öldürdük.

 Karnına on kurşun yedi.

 Ve görüntüsü hiç hoş değil.

 Onun bir portresini yapmanızı istiyorum.

 Çalışmanızı görmek için sabırsızlanıyorlar.

 - Bu o hayvan değil.

 - Hadi, işinizi yapın.

 Bay Bauderne birazdan gelir.

 - Tekrarlıyorum, bu kurt o hayvan değil.

 - Ben de Bay Bauderne'i bekleyin diyorum.

 - Senin tarzını sevmiyorum aptal herif!

 - Merhaba, şövalye!

 Bizi yalnız bırak.

 Fronsac, hayvanımı beğenmedin mi?

 Bu da ne demek oluyor?

 Bunun o yaratık olmadığını biliyorsunuz.

 - Onun çenesi bundan iki kat daha geniş.

 - Sizin tüm yapmanız gereken söylediklerinizi bu kurda uygulamak.

 - Nasıl?

 - Bu hayvanı Paris'e götürmek zorundayım.

 Bunun için bize etkili bir kurt hazırlayacaksınız.

 - Buna kralın inanacağını mı sanıyorsunuz?

 - Hayır, Fronsac.

 Ben onun iradesini uyguluyorum.

 - Sizi daha akıllı davranmaya davet ediyorum.

 - Beni tehdit mi ediyorsunuz?

 Bu yaşta bunu yapmam.

 Beni iyi tanırsın.

 Ve ne zaman tehdide ihtiyaç duyulduğunu anlayacak kadar zekisin.

 Eğer işinizi yaparsanız Kral size cömertliğini gösterecek.

 Yapmazsanız, tam tersi.

 Gerekli her şeye sahipsiniz.

 Gözüm üzerinizde, dostum.

 Görüşürüz.

 İyi akşamlar, yorgun şövalye.

 Paris'e döneceğin için mutlu değil misin?

 Yaratık öldü.

 Mutlu olmalısın.

 Bir sır öğrenmek ister misin?

 Çok sır bilirim.

 Beauterne yalnızca bir kurt öldürdü.

 O bir sahtekar.

 Ben de suç ortağıyım.

 Küçük ihanetimize içelim!

 Sen hiçbir şey görmedin.

 Artık daha fazla istenmiyorsun.

 Git Bayan de Morangias'a burada olduğumu söyle.

 Ben  Oğlum ve ben aslında senin  hakkında konuşuyorduk.

 Kızınızı ziyarete gelmiştim.

 - Mümkün değil.

 - Israr ediyorum.

 Bırak girsin, anne Dikkatli ol, nasıl biteceğini biliyorsun.

 Terket burayı.

 Şövalye, Marianne  hasta.

 Anlamadım.

 Buna karşın  hastalığından siz sorumlusunuz.

 Nerede o?

 Beni izleyin.

 Gelip beni ziyaret etmen çok hoş.

 Paris'e dönmem için emir aldım, ama sen.

.

 söyleyebilirsin  Sana iyi yolculuklar dilerim.

 Böyle söylemiştim.

 Sen bana bir hediye verdin.

 Ben de sana iki tane veriyorum.

 Koleksiyonun için.

 Senin gibi insanlara karşı uyarılmıştım.

 Benim gibi insanlar.

.

 diğerlerini dinlemeden önce onları yargılamazlar.

 Açıklamama izin ver.

 Beladan uzak dur.

 Marianne!

 Olması gerekenden  daha fazla zorlaştırma.

 Size izin veren kızkardeşimin koruması değildi.

.

 konuyu kapatalım.

 Bütün hayatın boyunca kahrınızı mı çekeceğini sanıyorsunuz?

 Fronsac  burayı terketmeyi kabul et.

 Başka bir zaman adamlarım seni hırpalayacaklardır.

 Zaman değişiyor.

 Her yerde değil.

 Başka bir yerde, burada değil.

 Ohh!

 Jean-Francois!

 Üzgünüm.

 Bana da vuracak mısın  Gitmeni istesem  Hoşçakal!

 O buna değmez.

 Bu tarihi günde, öncelikle Jardin de Roi'dan şövalye Gregoire de Fronsac'a teşekkürü bir borç bilirim.

 Gevaudan bölgesine korku salan hayvanın ölümü onun sayesinde gerçekleşti.

 Onu size sunmaktan onur duyarım majesteleri.

 Biliyoruz ki  güçlü hükümdarlık şanına sadece sizin yüce kişiliğiniz layıktır.

 Bunu sadece bir hayvan anlayamamıştı.

 Artık o hayvan da yaşamıyor.

 Gerçekte sadece sizlere layık olmaya çalıştım.

 Gücünüzün büyüklüğünün Gevaudan'da da eşsiz olduğunu kanıtlamaya çalıştım.

 bunun kanıtı silahlarını teslim etmiş hayvan.

 Bay Buffont, bu maskaralık da ne oluyor?

 Bauderne aldığı emirleri yerine getiriyor.

 Hepimiz aynı şeyi yapmak zorundayız, değil mi?

 - Ne emirleri?

 - Benim emirlerim.

 - Seni bay Mercier'le tanıştırayım.

 Majestelerinin içişlerinden sorumlu danışmanı görevindeler.

 Bauderne'i gönderme fikri kendilerine aittir.

 - O yaratığa karşı kazanılan bu yapay zafer fikir de sizin mi beyefendi?

 Herkes size minnettar Fronsac, ama bu bir devlet sorunuydu.

 Bunu okudunuz mu?

 Bunu artık kütüphanelerde bulamazsınız.

 - Kitabı yasakladınız mı?

 - Kralın otoritesine göz diken bir tarz olduğu için tabii.

 Bu çok az duyduğumuz bir şey.

 Ama bu olay tedirgin edici boyutlara ulaşabilirdi.

 İnsanlar çabuk kanar.

 Doğru anladıysam, beyefendi; yalan söylemek, yalan söylenmesine izin vermekten daha iyidir.

 Gerçek çok karmaşık bir şeydir.

 İnsanları yönetmek için daha basit düşünmek gerek.

 Tek bir hayvan bir sorun yaratabilir; ama birçok hayvan, birçok sorun demektir.

 - O halde öldürmeye devam edeceksiniz.

 - Artık kimse konuşmayı beklemeyecek.

 Bu hesaplandı.

 Unutmuşum, Majesteleri her şey için size teşekkür ediyor.

 Ve sizin Afrika'ya gitmek isteyip istemediğinizi bilmek istiyor.

 Altı ay sonra Geuilette'ten Senegal istikametine gidecek bir gemi kalkıyor.

 Eğer isterseniz onunla gidebilirsiniz.

 Ama tabii ki, artık Gevaudan'dan hiç söz etmeyeceğiz, değil mi?

 Bu kadar, Fronsac.

 Marianne de Morangias?

 Madam?

 Sizi tanıdığımı sanmıyorum?

 İkimizin ortak bir arkadaşı var.

 Burada ne yapıyorsunuz?

 Peçe örtmeye gerek yok, Parfümünüz kadınlar için değilmiş gibi.

 - Şşh!         

 Grégoire de Fronsac yalnızca bir kadını seviyor.

 Uykusunda söylediği  senin ismindi.

 Yakında  denize açılacak.

 Umrumda değil.

 Fronsac ile karşılaştığında, ona karşılaştığımızdan söz etme, yoksa onu gerçekten kaybedersin.

 O kimdi, kızım?

 Kimse.

 Şu, hemen şuradaki.

 Kabinimdeki buydu.

 Dikkatli ol!

 İyi günler, Şövalye.

 Selam, Marquis!

 Seni buraya hangi rüzgar attı?

 Saldırılar devam ediyor.

 Kral bize artık daha fazla asker göndermiyor.

 Yaratığı nasıl yakalayacağımı  bilmiyorum.

 Yalnızca seni düşünüyor değildim.

 Mani çocuğu buldu.

 Bir av,  Yalnızca o.

 Senin için bir ay sürerdi.

 Kral, Gevaudan'a dönmemizi yasakladı.

 - O bilmeyecek.

 - Bu kadar emin olma.

 Bu kadar sessiz kaldı, değdi mi o cinayetlere?

 Fikrimi değiştiremeyeceksin.

 İddiaya var mısın?

 Son sefer kaybetmiştin.

 Buna gerek olmasını istemezdim.

 Marianne'den.

 Ya Mani?

 - Dostum!

 Nasılsın?

 Ava geri dönüyoruz, Mani.

 Ve senin yoluna.

 İyi haber, ha?

 Dünyadaki en iyi haber.

 Dünyadaki en iyi haber.

 Gevaudan'da, katiller işine devam ediyordu.

 Resmi olarak yaratık ölmüştü.

 Böylece yaşanan gerçekler tarih kitaplarında yer almayacaktı.

 Gerçeği saklamayı iyi biliyorlar.

 Bize hoş geldiniz mi diyor?

 Bize yardım etmek istiyor.

 Siz şatoya gidin.

 Ben sonra gelirim.

 Kim o?

 Jeanne ve Pierre Roulier'nin evini biliyor musunuz?

 Dosdoğru gidin.

 Köyün en son sırasındaki ev.

 Seni Jeanne'la tanıştırayım.

 Sütannem.

 Gregoire de Fronsac.

 Pierre, git biraz şarap getir.

 Annem beni gözlettiriyor.

 Belki eve haberin çoktan gitmiştir.

 Aileni merak etme, seni onlardan kurtaracağım.

 Artık anneme dayanamıyorum, tabii Jean-François'ya da.

 Gitmek istiyorum.

 - Bir hafta daha kalacağım.

 - Neyi bekleyeceksin?

 Av için geldim.

 Marquis'e söz vermiştim.

 Ben de benim için geldin sanmıştım.

 Dikkat edin!

 Gidin buradan!

 Yavaşça koşma!

 Buraya!

 Bana bak!

 Buraya gel!

 Buraya gel!

 Bu taraftan!

 Hey!

 Grégoire!

 Git, Marianne!

 Hayır!

 Neler oluyor burada?

 Kapıyı aç!

 Pierre!

 Pierre!

 Söyler misin şövalye, bu hayvanı gerçekten bulabileceğimizi düşünüyor musun?

 - Unutma ki artık sayımız çok az.

 - Mani ne yaptığını bilir.

 Bence bu işin arkasında bir insan var.

 Bir insan mı?

 Hayvan sadece hasta ruhlu birine hizmet eden bir silah.

 - Gizli yönetilen bir katil mi?

 - Haklısın Marquis.

 Yaratığın gizemi, birinden emir alması.

 Yaratığı sahibini andırıyor olmalı; amacı korkutmak, kargaşa yaratmak.

 - Nasıl yani?

 - Bu kitap ülkenin her yerinde satıldı.

 Yazar, düşünürlerin tersine, bu hayvanın Kralı ve onun hoşgörüsünü   cezalandırmak için geldiğini savunuyor.

 - Saçmalık.

 Kim yazmış bunu?

 Yazan bilinmiyor.

 Ama yaratığın, bir sahibi var.

 Ve benim istediğim de o.

 Sonunda silahın işimize yarayabilecek.

 Tabii ki kullanman şartıyla.

 - Ya sen Mani?

 Sen hangisini alıyorsun?

 - Mani ateşli silahları sevmez.

 Çok gürültü, çok duman ve kötü koku.

 Her şey yolunda gidecek, büyükbaba.

 Merak etme.

 Çabuk dönerim.

 - Bana Amerika kıtasını anlat, şövalye.

 - Amerika?

 - Oraya bir daha dönmeyecek misin?

 - Orada iyi anılarım yok.

 - Ya Mani?

 Kabilesini özlemiyor mu?

 - Artık bir kabilesi yok.

 Köylerine saldırdığımızda, çiçek hastalığı hepsini çoktan öldürmüştü.

 Kurtulanları da öldürmemiz gerekti.

 Kadınlar  Hatta çocukları da.

 Sadece Mani kurtuldu.

 - Nasıl?

 - Yüzbaşı onu tercüman olarak kullanmak istiyordu.

 Ona kendi dilimizi öğretmekle görevlendirilmiştim.

 Üç hafta sonraysa yüzbaşıyı öldürdü.

 Neden rapor etmediniz?

 O adamlar savaşı nasıl yaşıyordu biliyor musun?

 Hepsi Quebec yakınlarındaki hastanelerde ardı ardına can veriyordu.

 Bir anlamda onları satın alıyorduk.

 Böylece üç hafta sonra savaşı bitirdik.

 - Yani böyle savaştınız?

 - Daha doğrusu savaşı böyle kaybettik.

 O nereye gitti?

 - Ağaçlarla konuşmaya gitti.

 - Ağaçlarla mı?

 Ağaçlar konuşur.

 Beyazlar onları dinlemesini bilmez.

 Görmek gerek.

 Neyi görmek, Mani?

 Öğrenmek ister misin?

 - Nedir bu?

 - Kızılderili ilacı.

 Sana kalmış, Marquis.

 - Peki ne işe yarıyor?

 Kişiye göre değişir.

 Kızılderililere göre bu sayede görünmez olan şeyleri görebiliyorsun.

 - Evet, Mani?

 - Yaratık ormanda.

 - Ve kurt bize yardım edecek.

 - Ben bir şey görmüyorum.

 Bu gece, kan dansı yapacağız.

 Ve yaratık, gün doğumunda bizi almaya gelecek.

 Bu bana bir şey yapmadı.

 Bana hiçbir .

.

 O gece, Mani kendi dilinde ormanın ruhuyla uzun uzun konuştu  ve bundan yakın arkadaşı Fronsac bile hiçbir şey anlamadı.

 Ve kurtlar onu doğruca yaratığa götürdüler.

 Korkmana gerek yok.

 Çabuk iyileşir.

 Yaralandın mı?

 Seni iyileştireceğim.

 İyileştireceğim.

 Bunu sana kim yaptı?

 Bunu kim yaptı?

 Thomas uyuyor.

 Biraz dinlenmesi gerek.

 Kızılderili için çok üzgünüm.

 Burada ne var?

 Söyleyin!

 Bu bölge neresi?

 Bilmem gerekiyor.

 Özel bir alan.

 Bir av bölgesi.

 Şövalye!

 Dinlenmeniz gerek!

 Gidelim!

 Yangın!

 Yangın!

 Şurada.

 Haydi!

 Şövalye, Mani'nin cesedinden çıktı geldi.

 Artık o öcünü almaktan çok uzaktı.

 Ama Şövalye Kızılderili inancına göre, ölen kişinin ruhunun  şafağın ilk ışıklarıyla birlikte, atalarına kavuşacağını biliyordu.

 Ne istiyorsunuz?

 Topraklarımızda çok kan aktı.

 Daha kötüsü olmadan, burayı hemen terk etmelisiniz.

 Gitmek için acele etmiyorum.

 Halledecek bir işim var.

 Tabii ki hayatta kalırsanız.

 - Ne zamandan beri biliyorsunuz?

 - Neden söz ettiğini bilmiyorum.

 Yapma, Sardis.

 Nasıl?

 Nasıl bu noktaya nasıl geldiniz?

 Size kimse inanmayacak.

 Defol buradan, Sardis.

 Tanrı seni korusun.

 Şeytan görsün yüzünüzü!

 Hakkınızda tutuklama emri var.

 Savcımızın bana verdiği yetkiye dayanarak sizi tutukluyorum.

 Bizi takip etseniz iyi olur, direnmeye kalkmayın.

 - Bu çok komik bir  Şef.

 Sizi görmek isteyen bir bayan var.

 - Daha sonra, akşam gelsin.

 Ayağa kalk, ziyaretçin var.

 - Gizli bir dostum mu?

 - Onu bilemem, dostum.

 Marianne?

 Üzgünüm.

 Ona misafirlere verdiğiniz yemekten getirin.

 - Nasıl?

 - Çok fazla sorumluluğum var.

 Bana yardım etmelisin.

 Krala yazmalıyım.

 Yardım etsem bile mektubuna yanıt almadan asılmış olacaksın.

 İmkansız.

 Henüz yargılanmadım bile.

 Alın.

 Yaratık hakkında ne biliyorsun?

 - Güdümlü bir hayvan.

 Bir zırhla kaplamışlar.

 Onu yaraladım.

 - Bunlarla ne zamandır ilgileniyorsun?

 - İki yıl önce   Sardis tarafından yazılmış gizli bir mektup Papa'ya ulaştırıldı.

 Mektupta gizli bir topluluktan söz ediliyordu.

 Amaçları  bir anlamda. kendi seslerini duyurmak  ve kilisenin tüm kutsal olanaklarını yasaklamak.

 Bir antlaşma.

 Sardis.

 Yaratığı kullanıyor.

 Yaratık 

 Kral için bir tehdit.

 Tanrının gücü hesaba katılmamış.

 Cehennem göze alınmış.

 Daha sonra bu insanlar kendilerini tanrının kurtları saydılar.

 Antlaşma kilise için mi yapılacak?

 Sardis, sadece kendisi için çalışıyor.

 Ve görünen ışık onu çılgına çeviriyor.

 Roma, onun örgütünü asla kontrol edemiyor.

 - Sen kimin için çalışıyorsun?

 - Kim iş verirse.

 Ama kimse bana işi kimin verdiğini öğrenemeyecek.

 Ve sen, yeterince biliyorsun.

 Sevgili Matmazel Morangias!

 Sizi görmek ne güzel!

 Anneniz sevgili Kontes nasıllar?

 Rica ederim, oturun.

 Babanız hala tedavi mi görüyor?

 Hala rejimde mi?

 Güzel yemeğe hiç dayanamaz.

 Bay Laffont, Şövalye Fronsac'ı tutuklattınız mı?

 Evet.

 O senin gibileri yok etmeye ant içmiş biri.

 - O ne hayduttu ne de katil.

 - Öyle mi?

 - Dinleyin, şövalye Fronsac kesinlikle haklıydı.

 Belki de yanındaki Kızılderiliyi o adamlar öldürdü.

 - Matmazel görüşülecek bir şey yok.

 Bu yanlış  Hıristiyan kanı dökerek vahşinin öcü alınmaz.

 - Onu ziyaret etmek istiyorum.

 Bu imkansız.

 Pekala.

 Tüm bunları bir de Paris'te tartışırız.

 - Marianne, beni anlamıyorsun.

 Şövalye Fronsac öldü.

 Geceleyin.

 Ne olursa olsun bunu hak etti.

 İyi düşünseydi, yaşama şansı vardı.

 Ölümünden siz sorumlusunuz.

 Belki de her şey bitti.

 - En azından artık yakalayacak bir hayvan kalmadı.

 - Yalan söylüyorsunuz.

 Hepiniz yalancısınız.

 Cesaretli olmalısın, kızım.

 Bu tanrının bir iradesi.

 - Peder.

 - Marianne.

 Gel.

 Seni şatoya götüreyim.

 - Matmazel Morangias dinlenmeli.

 - Hadi.

 - Hayır!

 - Bırak beni.

 - Bu kadar yeter.

 Onun için bir şey yapamazsın.

 - Şimdiden kötü görünüyor.

 Hemen gömelim ve mezartaşına isim yazmayı unutalım.

 Kralı uyarmakla tehdit ediyor.

 O çok tehlikeli  - Aynı akşam, ölüm haberi henüz Paris'e bile ulaşmadan önce  Gregoire de Fronsac defnedildi.

 Kimse, şövalyenin mezarına götürdüğü sırları bilmiyordu.

 Ve birkaç gündür, yaratık kimseyi öldürmüyordu.

 Ama en güçlü ve ölümcül düşmanının ortadan kayboluşu    kasvetli havaya yoğun bir öfke gölgesi bırakmıştı.

 Çabuk olun.

 Hatalarımı kabul ediyorum, peder; çünkü günah işledim.

 Bağışlayın beni.

 Marianne!

 Gece gündüz onu düşünüyorum.

 Kalp atışını göğsümde hissediyorum.

 Bana neler oluyor dersin?

 - Tanrı seni sınıyor.

 Beni sen de sevmiyorsun, çünkü ben bir katilim.

 Babamın görüntüleri hep gözümün önüne geliyor!

 Kurtarın beni, peder.

 Kurtarın beni, artık dayanamıyorum.

 Tek reçeten içini kemiren acıların.

 Hayır.

 Onu içme kardeşim.

 Seni öldürmek istiyorlar.

 Ama ben onları durduracağım.

 Bunu kim yaptı, Jean-François?

 Kim?

 Gitmemiz gerek, Marianne.

 Sadece sen ve ben.

 - Amerika'ya ne dersin?

 - Jean-François 

Bana acı çektiriyorsun.

 Ama seni bağışlıyorum.

 Yalvarırım, ne yapıyorsun?

 Ne yapıyorsun?

 Kal.

 - Sana zarar vereceğimi mi sanıyorsun?

 - Yaklaşma, lütfen.

 Marianne, sana ihtiyacım var.

 Bu hastalıktan beni kurtaracak kişi sensin, başkası değil.

 Senin güleç yüzün koparacak beni kabuslarımdan.

 Beni içine yutan volkandan çıkışım sadece senin elinde.

 Seni yanımda görmek için neleri feda edebileceğimi hayal edemezsin.

 Yalvarıyorum.

 Reddetme beni.

 Neden?

 Seni tiksindiriyor muyum?

 Beni korkutma!

 Git buradan!

 Bunun yüzünden mi?

 Merak etme.

 Bundan sonra seninle ilgilenecek kişi benim.

 İyi bak.

 Hiç kimse bilmiyor.

 Sadece Sardis ve ben.

 - Yapma!

 Çık buradan!

 - Neden?

 - Neden?

 - Sen benim kardeşim değilsin.

 Afrika'dan dönünce başka biri oldun.

 Doğru.

 Ve oraya senin yüzünden gitmiştim.

 Marianne, sensiz hiçbir şey yapamıyorum.

 Hayır.

 - Kokun.

 O yaratığın üzerime saldığı kokuyla aynı!

 - Evet.

 Biz aynı kandanız, Marianne.

 Aynı kandan.

 Babam birazdan gelince seni öldürecek.

 Ya ben onu öldürürsem?

 Bizi bayağı bir zamandır rahatsız ediyor zaten.

 Hadi yap, hadi.

 Hadi, hadi!

 Neden beni öldürmedin?

 Bu o kadar zor değil.

 Bak.

 - Yeter!

 - Beni seviyor musun?

 Marianne!

 - Marianne, seni seviyorum!

 - Bırak beni!

 Kardeşlerim.

 Efendimiz bana anlattı.

 Yaratık geri dönecek ve değerlerimizin yeniden varoluşunu ilan edecek.

  ve yeni Fransa doğacak.

 Biz görünmeyen prensler olacağız.

 Zira tanrı bizimle.

 İnsanlar henüz Tanrı'nın öfkesini görmedi.

 Kralın bu adaletsiz sansürü, yakında kalabalıkları birbirine katacak.

 Ve tüm her şey taşma noktasına geldiğinde, işte o zaman onlara krala yürümelerini önereceğiz.

 Tek bir kişi bile buna karşı çıktığında, tüm bölgede  başka yaratıkların ortaya çıktığını görmeleri ne büyük  karmaşa yaratır düşünebiliyor musunuz kardeşlerim?

 Vakit yaklaşıyor.

 Ektiklerimizin meyvesini toplayacağız.

 Malachi'nin kitabını okuyalım.

 "Papazların dudakları bilimin temsilcileri olacak.

 Ve bizleri kutsal düzenin bilincine yaklaştıracak olan, onun ağzı olacak.

 Zira o, orduların Efendisi'nin meleğidir.

 Burada hayvana tapan birileri var!

 Şimdi Tanrı'nın öfkesini sizler de göreceksiniz.

 Hepiniz ateşte acıdan kıvranacaksınız!

 Meleklerin önünde, inleyeceksiniz!

 Ve bu fırtınanın dumanı   yüzyıllarca durmadan yükselecek!

 Şimdi Tanrı'dan önce isimlerinizi ben açıklıyorum.

 Pierre-Jean Laffont!

 Kontes de Morangias!

 Maxime de Forets!

 Gontrand de Moncan.

 Henri Sardis.

 Jean-François de Morangias!

 Ateş!

 Kaçmayın aşağılık herifler!

 Hepiniz tutuklusunuz!

 En büyük hayalet sensin.

 Seni ikiye böleceğim.

 - Görüyorsun, artık gücünü saklamana gerek kalmadı.

 - Böyle bir niyetim yoktu.

 Artık çok geç, Fronsac.

 Yaratık artık bir ölümsüz.

 O belki.

 Ama sen değil.

 - Sardis seni, sen de yaratığı eğittin.

 - Nasıl bildin?

 İmzandaki gümüş mermiden.

 Marianne!

 Bak!

 Marianne burada değil, zavallı!

 Ona asla kavuşamayacaksın, şövalye.

 Beyler, size ölmek bedava Sen kimsin de bizi tutuyorsun?

 - Çabuk serbest bırak bizi, hasta herif!

 Demek ben şu an sadece Pierre'im?

 Biraz geri çekilin!

 Hadi.

 - Ölmüş.

 - Şimdi kesinlikle.

 Ya Sardis?

 Nereye giderse gitsin, onu bulacağız.

 Bulamazsak da dağlar onun icabına bakar.

 Bu başarımızı nasıl kutlayalım?

 - Beni daha önce bir kez öldürdün.

 - Daha iyi dönmen içindi.

 Sana Roma'yı tanıştırabilirim.

 Benimle gelir misin?

 Çok geç.

 Seni seviyorum, Fronsac.

 Bana tüm sorumluluklarımı unutturuyorsun.

 Fikrimi değiştirmeden, hemen git buradan.

 Marquis!

 Ne oldu?

 Marianne.

 Şu an bizde.

 Ölüyor.

 Hayır.

 Çıkın.

 Sen!

 Hadi, çıkın hepiniz!

 Marianne, uyan.

 Marianne, affet beni.

 Seni seviyorum.

 Aradan uzun yıllar geçti.

 Ama Gregoire de Fronsac ve Marianne de Morangias hafızamdan hiç silinmedi.

 O hayvanı yaratan dünya, yavaş yavaş ölüyor.

 Ve hikayemin sonuna varmak için acele etmeliyim.

 Kendimi hala şövalyenin yanında   yaratığın son nefesini vermeyi beklediği, Jean-François de  Morangias'ın gizli yuvasına ilerlerken görürüm.

 Yaşlı veteriner, bize bildiği her şeyi anlattı.

 Jean-François Afrika'dan garip, bir çeşit yaratık getirmiş.

 Sonra hayvan doğurmuş.

 Sadece birini sahiplenmiş.

 En güçlü olanını.

 Ve içindeki tutkuyla, bu hayvanı en kötü işler için eğitmiş.

 Böylece, Gevaudan yaratığı hayata veda etti.

 Ve ben, Thomas D'Apcher  şüphesiz, tüm gerçekleri hala bilen son kişi olacaktım.

 Şövalye Afrika'ya giderken, kendisine eşlik etmemi önermişti.

 Ama ülke yeniden kuruluyordu.

 Ve kendimi insanlarıma adamıştım.

 Beni yavaş yavaş yaşlılığa götüren tüm  o barış dolu yıllar boyunca, hep Gregoire ve Marianne'ı düşündüm.

 Onları bir daha hiç görmedim.

 Ama ikisinin de mutlu olduğuna inanmak hoşuma gidiyor.

 Buradan uzakta.

||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar