Karanlığın İçinden (1962) The Miracle Worker
| |
106 dkF
Yönetmen:Arthur Penn
Senaryo:William Gibson, Helen Keller
Ülke:ABD
Tür:Biyografi, Dram
Vizyon Tarihi:02 Temmuz 1962 (ABD)
Dil:İngilizce, American Sign Language
Müzik:Laurence Rosenthal
Oyuncular
Anne Bancroft
Victor Jory
Inga Swenson
Andrew Prine
Kathleen Comegys
Özet
Her şeyiyle mükemmel olan Keller ailesinin, kusurlu tek yönü
kör, sağır ve haliyle dilsiz kızlarıdır. Kızlarının yaşıyla birlikte sorunları
da artmaktadır. İstekleri ve ihtiyaçları gün geçtikçe çoğalan Helen'i anlamak,
annesi ve babası için dahi imkansızdır. Bir yandan sevgi, şefkat ve acıma
duyguları işin içine girince, Helen'i terbiye etmeye kimsenin ne gücü, ne de
cesareti yeter. Onu ya bir bakım evine terk etmek gerekmektedir ya da bir hoca
tutarak son seçeneği değerlendirmek. İşe aldıkları öğretmen henüz öğrenciliği
süren, deneyimsiz, bakım evlerinde büyümüş ve görme engelli biridir. Eve adım
attığı anda sorunlar ikiye katlanınca, ailenin tüm umutları tükenir. Öğretmenin
ve Helen'in başarısız olacakları konusunda herkes hemfikirdir ancak gerekli
sabırla tüm dünyayı öğrenmeye çalışmak, denemeye değecek kadar güzeldir.
Altyazı
Yaşayacak.
Bunu şimdi
söyleyebilirim.
Başaramayacağını
düşünmüştüm.
İki çocuk daha
büyüttüm.
Bu karımın ilk bebeği.
O mücadeleden hiç
korkmaz.
Doktor?
Kızım iyileşecek mi?
Yarın sabah Yüzbaşı
Keller'ın çitlerine tırmanıyor olacaktır.
Yapmamız gereken bir
şey yok mu?
Daha sağlam bir çit
yapabiliriz.
İyileşmesini bekleyin.
O bunu bizden daha
iyi biliyor.
Bebeklikte böyle
şeyler hep oluyor.
Nedenini bilmiyoruz.
Midede ya da beyinde akut
kan birikimi diyebiliriz.
Sizi geçireyim doktor.
Önemli olan ateşin
düşmesiydi.
Bu kadar hayat dolu
bir bebek hiç görmedim.
Gerçekten.
Ağlama artık.
Yeteri kadar sorun
yaşadın zaten.
Buna akut kan
birikmesi diyorlarmış.
Buna neyin neden
olduğunu hiç bilmiyorum.
Babana söyler, bunu gazetede
de yayınlatırız.
"Modern tıbbın
mucizeleri.
" Ne olduğunu bilmeseler bile tedavi edebiliyorlar.
Erkekler! Erkekler ve
savaş yaraları! Biz kadınlarsa-
- Helen?
Helen! Yüzbaşı! Yüzbaşı!
Buraya gelin! Katie! Ne var?
Ne oldu?
- Katie! Ne var?
Sorun nedir?
- Bakın! Göremiyor! Gözlerine
bakın! Göremiyor! Helen! Ya da duyamıyor.
Bağırdığım zaman
gözlerini kırpmadı.
- Bir kere bile! -
Helen! - Seni duyamıyor! - Helen! Helen! Sana onunla uğraşma demiştim.
Arthur?
Arthur, bu çocuk için
bir şeyler yapılması şart.
İşte bu yeni bir
öneri.
Ne gibi?
Boston'da Perkins
adında ünlü bir okul var.
Orada harikalar
yaratıyorlarmış.
Çocuğun görmediği
uzman kalmadı.
Baltimore ve
Washington'da da bir şey yapamadılar.
Yüzbaşı çok yakında Perkins
Okulu'na yazacak.
Katie, daha kaç defa kalbini
kırmalarına izin vereceksin?
Görmesi ya da duyması
için bir şans olduğu sürece, sonsuza dek.
- Ne var tatlım?
- Ama yok! Şimdi
işimi bitirmeliyim.
Eğer izin verirseniz
Yüzbaşı, Perkins Okulu'na yazmak istiyorum.
Sana hayır dedim Kate.
Bunun kimseye bir
zararı yok Arthur.
- Sadece ne
yapabileceklerini soracağımız küçük bir mektup.
- Bir şey yapamazlar.
Bunu, siz mektubu
yazmadan bilemeyiz.
Bir işe yaramaz.
Katie Kümeste çalışmak bu evde çalışmaktan daha iyi.
- Bence onu buradan
göndermelisin baba.
- Ne?
- Bir akıl
hastanesine.
En doğrusu bu olur.
- O senin kız
kardeşin James.
Yarı kardeş, yarı dengesiz biri.
Kendi temizliğini
bile yapamıyor.
Onu sürekli böyle
görmek hiç hoş değil.
Göremediği bir şey
için şikâyet etmeye hakkın yok! Kesin artık tartışmayı.
Sabahtan akşama kadar
bu evde çocuk konuşuluyor.
Artık huzur istiyorum.
Nasıl olacağı
umurumda değil.
Ama yeni bir zırva
duymak için ülkeyi baştan sona kat etmeyeceğim.
- Bu durumda benim
sinirlerimi-- - Helen! Düğmelerim.
Gözler.
Bebeğin gözlerinin olmasını
istiyor.
Tanrım.
Düğmelerimden oldum.
Ne yaptığını bilmiyor
Ev Teyze.
Onları yeniden
dikerim.
Bu bütün düğmelere değer
Kate.
Bak.
Bu çocuk tüm Keller erkeklerinden
daha duyarlı.
Aklının onda birine sahip
olsunlar isterdim.
Helen! Helen! Bir
daha böyle şeyler yapma! Bunu anlamanı nasıl sağlayabilirim?
Katie! Beyninin içine
nasıl girebilirim hayatım?
Katie, ona disiplinli
olmanın bir yolunu öğretmen gerek! Özürlü bir çocuğa nasıl disiplinli olmayı öğretebilirsin?
Bu onun suçu mu?
Ben onun suçu
demedim! O hâlde kimin suçu?
Ne yapacağımı ben de
bilmiyorum.
Onu nasıl
eğitebilirim?
Evde serbestçe
dolaşması güvenli değil.
Onu sınırlamanın bir
yolu olmalı.
Kafese kapatarak mı?
Büyüme çağında bir çocuk
o.
Eklemlerini kullanmak
zorunda.
O hâlde cevap ver! Bu,
o bebek için adil bir şey mi?
Onu aradan çıkarmak
mı istiyorsun?
Buna ne diyeceksin?
O bizimle konuşmak senin benim gibi olmak istiyor.
Her gün biraz daha
uzaklaşıyor.
Ona nasıl geri
getireceğimi bilmiyorum.
Hemen Boston'daki o
okula yazacağım.
Okul ona yardım
edemese bile, belki yardım edecek birini gönderirler.
Perkins'e yazacağım
Katie.
New York treni! Kalkıyor!
Senin için çok zor olacağına şüphe yok.
Bu seninle son
konuşmamız Annie.
Bir şeyin eksik
olduğunu biliyorsun.
O en önemli şey.
İletişim yeteneği.
Diğerleriyle diyalog
kurmanı sağlayan beceri.
Seni Perkins'te
defalarca kurtaran tek şey seni sürecek başka bir yer olmamasıydı.
- Gözlerin mi ağrıyor?
- Kulaklarım Bay
Anagnos.
Küstahlıktan başka
bir şey görmediğin o iğrenç yere dönmeni istemiyorum.
Annie, çok mutsuz
olduğunu biliyorum ama o savaş bitti ve
unutuldu.
Neden sen de
unutmuyorsun?
- Bence Tanrı bana
yeniden bir doğuş borçlu.
- Ne?
- Bu savaşı hep o
körüklüyor.
- Böyle söylemek sana
hiç yakışmıyor.
Mütevazi ol.
O çocukla çalışırken sevgilerine
ihtiyacın olacak.
Bu da bizden sana bir
hediye.
Sevgili Bay Anagnos.
Ne diyeceğimi
bilemiyorum.
Ben cahil, sabit
fikirli ve her şeyini sana borçlu olan bir kızım.
Bunların sadece
yarısı doğru Annie.
Hangi yarısı?
İyi şanslar.
Hoşça kal.
Hoşça kal.
Sorun
çıkartmayacağım! Bir hanımefendi gibi davranacağım! Orada olduğumu bile fark
etmeyecekler! - Nereye gidiyoruz Annie?
- Jimmy - Nereye gidiyoruz?
- Sana söyledim, sana
çok iyi bakacağım.
Nereye gidiyoruz?
Annie Sullivan, 9
yaşında.
Neredeyse hiç
görmüyor.
James Sullivan, 7
yaşında.
Bacağının nesi var
evlat?
Kalçasında sorun var
bayım.
Doğuştan böyle.
Koltuk değneği
olmadan yürüyemiyor mu?
Kız kadınlar
koğuşuna,.
.
oğlan da erkekler
tarafına.
Annie! Annie, beni
götürmelerine izin verme! Annie! Annie Tuscumbia!
Tuscumbia! - Bayan Sullivan?
- Benim.
Nihayet.
Birkaç gündür trende
olduğum için ne zaman uyusam hep geri
gittiklerini düşündüm.
- Ben James Keller.
- James?
Jimmy adında bir
kardeşim vardı.
- Helen'ın ağabeyi
misin?
- Aslında üvey
kardeşiyim.
- Ona siz mi
bakacaksınız?
- Evet, deneyeceğim.
Siz de tam olarak bir
mürebbiyeye benzemiyorsunuz.
- Valiziniz var mı
Bayan Sullivan?
- Evet.
Bayan Keller orada.
İki gündür gelen her
treni karşıladık.
Helen'ı
getirmemişsiniz.
Getirirsiniz
sanmıştım.
Hayır, şu anda evde.
- Kasabadan uzakta mı
yaşıyorsunuz Bayan Keller?
- Sadece 2 km.
Zararı yok, 2 km daha
beklerim.
Ama atı kamçılarsam hiç
şaşmayın.
- Ivy Green'e hoş
geldiniz Bayan Sullivan.
- Bu kocam Bayan
Annie.
Yüzbaşı Keller.
- Nasılsınız Yüzbaşı?
- Sizi gördüğüme
sevindim.
- Umarım iyi bir
yolculuk geçirmişsinizdir.
- Fena değildi.
- Arabayı nereye
götüreyim?
- Bayan Sullivan'ın
ulaşabileceği bir yere.
- Evet.
Helen nerede?
- Valizi sen al.
Ben alırım.
Helen için bir şeyler
getirdim.
Onu ne zaman
göreceğim?
İşte orada.
Bu Helen.
Katie - Çok kaba biri Katie.
- Onu gözüm tuttu
Yüzbaşı.
Kaç yaşında?
Genç bir kız
olmadığını biliyorum.
Neden o gözlükleri
takıyor?
Konuştuğum kişilerin
gözlerini görmek isterim.
- Güneş gözlüğü
kullanıyor.
Eskiden körmüş.
- Kör mü?
Dokuz tane göz
ameliyatı geçirmiş.
Sonuncusu kısa bir
süre önceymiş.
Kör mü?
Yüce Tanrım! Bir
körün diğer bir körü eğitmesini mi bekliyorlar?
Orada ne zamandır öğretmenlik
yapıyormuş?
Orada öğrenciymiş.
Yani bu onun ilk işi
mi?
Çok iyi bir eğitim
almış.
Bir ev dolusu
yetişkin onunla başa çıkamıyor.
Yarı kör bir Yanki bunu
nasıl başarabilir?
Mükemmel bir gelişme.
Şimdi bakılacak iki
kişi oldular.
- Sessiz ol.
- Ben sana hak
veriyordum.
Çok konuşuyorsun.
- Ne söylesem yanlış.
- Sen de bir şey
söyleme.
Yaşadığım bunca
zahmetten sonra böyle mi görünüyorum?
Hayır, gecelik olmaz.
Pekâlâ Bayan
O'Sullivan, biz de işe bebekle başlayalım.
B E B E K.
Bebek.
Doğru hecelediniz.
Gıdıklanıp gıdıklanmadığını
mı kontrol ediyorsun?
Gıdıklanır.
- Ne bu, bir oyun mu?
- Alfabe.
Alfabe mi?
Sağırlar için.
- Ne kadar da zeki
bir kız.
- Yani ne yaptığının
farkında mı diyorsun?
O bir maymun.
Her şeyi taklit eder.
Evet, o akıllı bir
maymun, bu doğru.
Bebeğini geri istiyor.
- Hecelediği zaman
alır.
- O heceleyecek bir
isim bile bilmiyor.
Tabii bilmez.
Bunu ondan bekleyen
yok.
Ben sadece parmakları
harfleri öğrensin istiyorum.
Bu onun için bir
anlama gelmez.
Alfabeyi beğenmedi.
Bu yöntemi siz mi icat
ettiniz?
Hayır, suskunluk
yemini eden İspanyol keşişleri.
Ben de sizden aynı
şeyi bekliyorum.
Evet Evet! P A S T A.
Evet.
Parmaklarım ne
yapıyorsa onu yap.
Bir anlam içermesi
gerekmiyor.
Hadi B E B E Tekrar düşün.
K.
Şimdi taklit et.
Daha sonra anlarsın.
İlk dersimiz bitti.
Seni küçük cadı.
Biri sana terbiye
vermek zorunda.
Helen! Helen! Helen!
Helen, aç kapıyı! Merak etme, kaybolmadığını anlayacaklardır.
Burada kaybolmazsın.
Dişim düştü! - Bayan
Sullivan nerede?
- Odasında kilitli
kaldı.
Kilitli mi dedin?
- Helen kapıyı
kilitledi ve anahtarla kaçtı.
- Sen de olan biteni
seyredip bir şey demedin mi?
Bir şey söylememi öğütleyen
sizlerdiniz.
- Viney, sen Helen'ı
bul.
- Kuyunun yanında! Ben
bakarım.
- Bayan Sullivan?
- Evet Yüzbaşı Keller.
O tarafta anahtar yok
mu?
Burada anahtar
olsaydı içeride kilitli kalmazdım.
Anahtarı Helen aldı.
Bu tarafta kalan
sadece benim.
Daha geleli 10 dakika
olmadı.
Bunu nasıl başardın
anlamıyorum.
Üstelik kendi
tarafımda bile değilim.
- Viney?
- Evet efendim?
Yemeği tekrar fırına
koy! - Anahtar yanında değil.
- Saçmalık.
Ceplerine baktın mı?
- Evet ama üzerinde
yok.
- Katie, anahtar onda
olmalı.
- Merdiveni geri
götürün! - Pekâlâ.
- Anahtarı saklamış
olmalı.
- Nereye?
Herhangi bir yere.
Bir taşın altına Bir anahtarı bulmak için bütün çimleri
kesemem! Jimmy! Merdiveni buraya getir! Pekâlâ.
Bebeği neden buraya
getirdin?
Yüzbaşı uyandırdı
Bayan Kate.
Bağrışmalara uyandı.
İşinizin başına
dönün! - Bayan Sullivan?
- Evet Yüzbaşı Keller?
- Saçağa çıkın.
- Demek merdiven getirdiniz.
Çok düşüncelisiniz.
Aşağı inin Bayan
Sullivan.
- Nasıl inebileceğimi
bilmiyorum.
- Ben sizi taşırım.
- Çok naziksiniz ama
bunu kabul edemem.
- Dediğimi yapın
Bayan Sullivan.
Düşüp sakatlanmanıza izin
vermeyeceğim.
Umarım bunu sizden
beklediklerimize bir örnek kabul etmezsiniz.
Biz Helen'a bakarak
bize yardımcı olmanızı bekliyoruz.
Yüzbaşı Keller, bu
merdivenden yalnız da inebilirdim.
Bundan şüpheliyim
Bayan Sullivan.
Boynuma sıkıca sarılın.
Boynum Bayan
Sullivan! - Rahatsızlık verdiysem özür dilerim.
- Rahatsızlık
vermediniz.
Anahtarı
bulamadığımız takdirde kapıyı kırıp anahtarın yuvasını değiştirmemiz gerekecek.
- Her yere bakacağım.
- Teşekkür ederim.
Dışarıdan
kilitlenecek odalara bakmayın.
İşte oldu! Gidin
buradan! Neye bakıyorsunuz?
Bakacak bir şey yok! Şimdi
normal insanlar gibi akşam yemeğimizi yiyebilir miyiz?
- Bayan Sullivan! -
Viney, ben bebeği yatırırım.
İsterseniz bu, burada
kalabilir.
M-e-r-d-i-v-e-n.
Seni haylaz.
Benden kolayca
kurtulabileceğini sanıyorsun, değil mi?
Önce bir iki şeyi
öğrenmen gerekiyor.
Ne yapacak bir işim ne de gidecek bir yerim var.
- Bayan Sullivan! Onu
kırmadan disiplin altına almak Mürekkep.
Mürekkep.
Onun bir adı var.
Aşağısı, altı, üstü.
İğneye dikkat et ama.
Güzel.
Sen mürekkepten uzak
durursan ben de çorbadan uzak dururum.
Tamam, tamam.
Şimdi biraz davranış
çalışıyoruz.
Kötü kız.
İyi kız.
Evet.
Çok iyi kız.
- Ona ne
söylüyorsunuz?
- Sadece sohbet
etmeye çalışıyordum.
Dikiş kartı arası
olduğunu söylüyordum.
Onun için bir anlamı
var mı?
Hayır.
Kelimeleri bilmediği
sürece heceleme nedir bilmeyecektir.
Yüzbaşı bunun çitle
konuşmaya benzediğini söylüyor.
- Demek öyle söylüyor.
- Değil mi?
- Hayır.
Bu bir bebekle
konuşmak gibidir.
- Bebekle mi?
- Herhangi bir bebek.
Gevezelik.
Yetişkin gevezeliği.
Bebekçe sarf edilen
sözler.
Hangisi ilk
söylendiği zaman anlıyor?
Ama duydukça anlamaya
başlıyorlar.
Ben de Helen'ın
duymasını sağlıyorum.
Ama diğer çocuklar onlar sağır değiller.
O beyin asla sağır
değil.
Fare kapanı gibi
çalışıyor.
Peki ne zaman
öğrenecek?
Belki bir milyon
kelimeden sonra.
Belki Dr.
Howe'un kelimelerini siz
de okumak istersiniz.
Bu kelimeleri ben de öğrenmek isterim Bayan Annie.
Yarın sabah size
öğretmeye başlarım.
Bu kişi başı sadece yarım
milyon demek.
- Yatma vakti geldi -
Evet.
Çok üzgünüm.
Beni ısırdığı hâlde neden
ödüllendiriliyor?
Onu kontrol etmek çoğu
zaman pek de kolay değil.
Evet.
Ben de farklı biri
değilim.
İyi geceler.
Hayır ama hakkını
vermek gerekmez mi?
Güneyi iki yıl önce
kaybetmemizin nedeni, Vicksburg önlerinde kurnaz davranmasıydı.
Kurnazlık bir kasap
için fazla masum bir söz.
- Saraç değil miydi?
- Ben kasap diyorum.
Tek gücü yüksek asker
sayısıydı.
Bizimkileri koyun
gibi katletmesinin tek nedeni buydu.
- Nedeni bu bile
olsa, kasap demek yanlış.
- Savaş boyunca da
sarhoş biriydi.
Bunu kabul ediyorum
baba.
Bunu kendi insanları
da söylüyor.
Böyle birinde bu
kadar takdir edilecek ne buluyorsun Jimmy?
- Sarhoşluk mu yoksa
kasaplık mı?
- Hiçbiri.
Sadece bizi yendiği
gerçeğini.
- Yenmedi.
- Size göre savaşı
biz mi kazandık efendim?
O bizi Vicksburg'de
yenmedi.
Biz orayı aptallık
boyutundaki bir ihanetle kaybettik.
Ben bu yüzden
kaybettik diyemem.
Çünkü Grant hiçbir Güneyli generalin önünde duramadığı
biriydi.
O sadece sarhoştu.
- İnatçı.
- İnatçı mı?
Hiçbiri Stonewall'la
kıyaslanamazdı bile.
O olsaydı, Vicksburg
hâlâ bizim olurdu.
Bence o kasap asla
vazgeçmeyecekti.
Gerekirse Vicksburg'e
dört koldan girerdi.
Pemberton gibi kansız
bir hain yerine Güneyli gerçek bir
komutan olsaydı eğer, Vicksburg'e yaklaşamazdı bile.
Neler oluyor?
Bayan Annie, o
tabakları istediği zaman istediği yere koymaya alışıktır.
- Ama ben alışkın
değilim.
- Evet, haklısın.
Viney! - Jimmy, onu
sakinleştirecek bir şey ver.
- Ben en çok sofra
adabını seviyorum.
Bu büyükler olarak konuşabildiğimiz
tek zaman.
- Size başka bir
tabak getirteyim.
- Benim tabağım var,
teşekkür ederim.
Viney! Yüzbaşı Keller
doğru söylüyor.
Sizden istediğini
alana kadar devam edecektir.
- Benim tabağım var.
Onu kullanmak
istiyorum.
- Vicksburg'ü neden
aldıklarını anladın mı?
Bayan Sullivan, bu
bir tabak, bunun için bir çocukla kavga edilir mi?
- Yakında çok daha
büyük nedenlerim olabilir.
- Israr etmek
zorundayım.
- Gördünüz mü, canı
yandı.
- Hayır, bir şeyi yok.
- Lütfen, kolunu
bırakacak mısınız?
- Çocuğu henüz iyi
tanımıyorsunuz.
Yeterince tanıdım ve
şımarık bir çocuğu görür görmez anlarım.
Doğru söyledi.
Bayan Sullivan, biraz
merhametli olsanız o çocuğa daha anlayışlı davranırdınız.
Merhamet mi?
Bu zorba için mi?
Bu evde isteyip de
alamadığı bir şey var mı merak ediyorum.
İstediğini
yapmasına izin verdiğiniz sürece hayatında hiçbir şey düzelmeyecek.
Sürekli alttan
almakla iyilik yaptığınızı zannediyorsunuz.
- Kate, Tanrı aşkına
sen söyle ona.
- Bu şekilde bir şeye hizmet ettiğinizi sanmıyorum.
Çok şeye hizmet eder.
Bir şey öğretmek
yerine acımakla yetinmek çok daha az
zahmetli, değil mi?
Henüz bir şey
öğrettiğinizi göremedim.
- Bu odadan
çıkarsanız hemen başlayacağım.
- Çıkmak mı?
- Herkes dışarı
lütfen! - Siz sadece onu eğitmek için buradasınız.
Ona acımaya devam
ederseniz, yıllar geçse bile tek bir şey öğretemem.
Burada Stonewall
benim! Bayan Keller, yardım etmeye söz verdiniz.
Beni hemen onunla
yalnız bırakın.
Katie, hemen benimle dışarı
gel lütfen! - Tanrı aşkına, neler oluyor?
- Dışarı lütfen.
Bütün yaz sürebilir
General! Hafta sonu gelmeden Boston'a geri dönmesini istiyorum.
Bunu ona sen bildir.
- Ben mi Yüzbaşı?
- O bir çalışan.
Davranışlarını
düzeltmezse ya da özür dilemezse ilk
trenle geri döner.
Bunu anlamasını
sağla, tamam mı?
Bunu ben izah ederken
siz nerede olacaksınız Yüzbaşı?
Ofiste.
Emin misin?
Bence söyledikleri son
derece doğru şeylerdi.
Ben yıllardır
söylüyorum.
- Bunu yüzüne söyle.
Ya da bunu bir bayrak
olarak kabul et Jimmy.
İyi kız Helen.
Burada bir dakika
bile nasıl durduğunu anlamıyorum Kate.
Bu, akşama kadar
devam edebilir.
Yüzbaşıya uğradığını
söylerim.
Onu bana verin Bayan
Kate.
Hissettirmeden
beşiğine yatırırım.
- Bu çocuk beni bir
dakika bile üzmüyor.
- Evet.
Ailenin gözbebeği.
Buna hiç şüphe yok.
- Ne oldu?
- Kendi tabağından
yedi.
Kaşıkla yedi.
Tek başına.
Peçetesini de katladı.
Peçetesini katladı mı?
Oda harap oldu ama
peçetesi katlı.
Ben odamda olacağım
Bayan Keller.
Geç kalmayın Bayan
Annie.
Yemek birazdan hazır
olur.
Peçetesini katlamış.
Helen'ım peçetesini
katlamış.
Bir okul var.
- Bir okul var.
- Hayır, yok.
Bu cahil kıza, ne tür
yalanlar söylüyorsun, seni ahmak?
Ondan daha kötü
körleri bile eğitiyorlar.
- Ne için?
Burunlarıyla
görmeleri için mi?
- Okumak ve yazmak
için.
Görmeden nasıl okuyup
yazabilirler ki?
Seni yaşlı kaçık Mick.
Okula gitmeyeceksin, öyle
değil mi Annie?
Büyüyünce gideceğim.
O zaman da
gitmeyeceksin Annie.
Burada kalıp bana
bakacaksın.
Büyüdüğüm zaman
gideceğim.
Ama sonsuza kadar birlikte
olacağımızı söylemiştin.
Ben büyüyünce okula
gideceğim.
Şimdi rahat bırak
beni.
"Bu insanın
ruhunu kurtarmak için hiç mi bir şey yapılamaz?
Bu kadın derin bir
çukurda diri diri bile gömülü olsa,.
bütün mahalle onu
kurtarmak için koşardı.
Oradan çıkarmak
için hevesle kazarlardı.
İstekli oldukları
kadar sabırlı olabilselerdi,.
onu
kurtarabilirlerdi." - Hepsi buradalar.
- Konuş onlarla.
- Dışarı çıkabilirsin.
- Konuş onlarla.
Bütün müfettişler
buradalar.
- Bu Bay Sanborn.
- O yetkili biri.
Konuş onunla.
Dışarı çıkabilirsin.
Bay Sanborn?
Bay Sanborn, ben
okula gitmek istiyorum.
" ölümsüz
ruhu bununla biraz sağduyu kazanmış olabilirdi.
Belki zayıf bir
ihtimal ama küçücük de olsa o çukuru
kazmaya devam edecekti.
Ruhu orada yatan
bedenden daha mı az önemliydi?
"
Kırıp döktüklerini kimin ödeyeceği de diğer bir konu.
Trenden indiğinden beri
bizim için sorundan başka bir şey olmadı.
Beceriksiz, küstah, yetersiz,
kibirli ve de Peçetesini katlamış
Yüzbaşı.
- Ne yapmış?
- Beceriksiz değil.
Helen peçetesini
katlamış.
Bir peçete katlamanın
nesi bu kadar olağanüstü olabilir?
Siz bu kadarını da yapamadınız
Yüzbaşı.
Katie Tek gerçek, bugün o çocukla anlaşabilmek için
imkânsızı zorladığıydı.
Burada kalmasında ne
fayda gördüğünü hiç anlamıyorum.
- Benden ne yapmamı
istiyorsunuz?
- Ona söylemeni
istiyorum.
- Yapamam.
- O hâlde bunu ben yaparım.
Bayan Sullivan.
Yüzbaşı Keller, konuşmamız
gerektiğini düşündüm.
Evet.
İçeri gelin.
Bayan Sullivan, hiç
memnun olmadığıma karar verdim.
- Daha doğrusu derin
bir hayal kırıklığı yaşıyorum.
- Affedersiniz.
- Köprünün yanındaki
küçük ev hiç kullanıldı mı?
- Av zamanı, evet.
- Bayan Keller-- -
Lütfen dikkatinizi bana verin.
Size müsamaha
göstermeye çalıştım, çünkü siz buraya bu ülkede insanlara, kadınlara demek daha doğru, bunun sonuna
kadar zorlandığı bir yerden geldiniz.
Ancak ben buna rağmen
O gözlükler varken konuşmakta
zorlanıyorum Bayan Sullivan.
Neden onları
takıyorsunuz?
Güneş batalı bir saat
oldu.
Her türlü ışık
gözlerimi rahatsız ediyor.
O hâlde takın Bayan
Sullivan.
Size şans daha vermeye karar verdim.
- Ne için?
- İşinize devam
etmeniz için.
Ama iki şartım var.
Ben kabalığa alışık
değilim.
Eğer kalacaksanız, radikal
bir davranış değişikliği şart.
- Kimin?
- Sizin genç bayan!
Bu açık değil mi?
Ama beni o kızı
eğitmek için küçük de olsa bir umut olduğuna ikna etmelisiniz.
Ve bu çare, bu
evdekilerin denediğinden farklı bir şey olmalı.
- Hiç umut yok.
- Ne diyorsunuz Bayan
Annie?
Bu evde hiç umut yok.
- Doğru mu anladım?
- Aynı fikirde
olduğumuza göre-- Bayan Annie, ben aynı fikirde değilim.
Peçetesini katladı.
O öğreniyor.
Öğreniyor.
6 aylıkken
konuşabildiğini biliyor muydunuz?
Su diyebiliyordu.
Daha doğrusu Mua mua.
Mua mua.
Anlamını biliyordu.
Henüz 6 aylıktı.
Onun kadar akıllı ve
girişken bir çocuk hiç görmedim.
Hâlâ orada bir yerde,
değil mi?
Bayan Annie, ona ve
bize katlanmaya çalışın.
Bize mi?
Lütfen.
Masallardaki kayıp
kuzu gibi, ben onu çok seviyorum.
Bayan Keller, Helen
için en büyük engel kör ya da sağır olması değil.
Bence sevginiz.
Ve ona acımanız.
Ona o kadar
acımışsınız ki hayvan gibi beslemişsiniz.
Ya da sahipsiz bir
köpek gibi.
Ona burada bir şey
öğretmeye çalışmam faydasız olur.
Bayan Annie, siz
gelmeden önce onu akıl hastanesine yatırmayı konuşuyorduk.
Nasıl bir akıl
hastanesi bu?
Zihinsel özürlüler
için.
Oraya gittim.
Gördüklerimi tarif
edemem.
Hastalar hayvanlar
gibiydi.
Koridorlar fare
doluydu.
Siz de bırakırsanız biz
ne yaparız?
Bırakmak mı?
- Umutsuz
demiştiniz.
- Bu evde umutsuz.
Bugün neler yapılması
gerektiğini gördüm.
- Tam sorumluluk
almak istiyorum.
- Buna zaten
sahiptiniz.
Hayır.
Gece gündüz demek
istiyorum.
Tamamıyla bana bağlı
olmalı.
- Niçin?
- Her şey için.
Yediği
yemeklerden, giysilerinden, soluduğu havaya kadar.
Evet, soluduğu
havadan bile.
Vücudunun ihtiyacı
olan her şey ona baştan öğretilmeli.
Tek yolu bu.
Bunları ona
verecek bir öğretmeni olmalı, onu sevenler değil.
- Ama kaçıp bize
dönebilir.
- Evet.
Asıl sorun da bu.
Onunla başka bir
yerde yaşamalıyım.
Ne zamana kadar?
Dinlemeyi ve bana bağımlı
olmayı öğreninceye kadar.
- Eşyalarımın çoğunu
topladım.
- Bayan Sullivan Bu ikimizin de şartlarını karşılar.
Helen'la iletişim
kurabilmemin tek yolu bu.
İşime
karışmayacağınız için de size kabalık etmem söz konusu olmaz.
Hayır dersem
cevabınız ne olacak?
Kalan eşyalarınızı toplayıp o yere, oraya Akıl hastanesi mi?
Ben oraya benzer bir
yerde büyüdüm.
Devlet tımarhanesi.
Fareler.
Kardeşim Jimmy ve ben
oyuncağımız olmadığı için farelerle oynardık.
Ziyaret günleri hariç
Helen'ın ne yaşayacağını belki bilmek istersiniz.
Bir koğuş yaşlı
kadınlarla doluydu; sakat, kör.
Çoğu ölüm
döşeğindeydi.
Götürecekleri başka
yer yoktu.
Bizi oraya koydular.
Karşı koridorda
gençler vardı.
Çoğu fahişeydi, bir
de epilepsi hastaları.
Birkaç da gözleri hep
kızlarda olanlar, özellikle de genç kızlar.
Ve deliler, çoğu
tescilliydi.
Çoğu kızın istemediği
hâlde bebekleri oldu.
Hepsi 13-14
yaşındaydılar.
Kızlar daha sonra
gittiler ama bebekleri kaldı.
Biz de onlarla
oynardık.
Çoğu sözünü etmenin
bile yasak olduğu hastalıklarla telef oldu.
Çok azı yaşadı.
İlk yıl 80 bebekten
70'i öldü.
Jimmy ve ben
cesetlerle mezar kazılıncaya kadar tuttukları morgda oynardık.
- Aman Tanrım.
- Hayır, bu beni
güçlü kıldı.
Ama Helen'ı oraya
göndermenize gerek yok.
O yeterince güçlü
biri.
Bayan Annie.
Evet?
Helen'ı nereye
götüreceksiniz?
Şey - İtalya'ya.
- Ne?
Her isteğim olamaz
tabii.
O küçük ev uygun mu?
Helen'ı uzun bir
yolculuk sonrası oraya getirin.
Böylece bir şey fark
etmez.
O bilmediği sürece onu
her gün görebilirsiniz.
Ne dersiniz?
- Hepsi bu mu?
- Hepsi bu.
Yüzbaşı eğer izin
verirseniz Percy de orada kalabilir mi?
Günlük işleri yapar.
Percy'nin orada
kalmasına izin verebiliriz Yüzbaşı.
- Birkaç da eski
mobilya gerekiyor.
- Depodaki eski
yatakları kullanabiliriz.
Percy'nin gitmesine
henüz onay vermedim.
Ne o eve,. ne bu teklife, ne de Bayan Sullivan'ın burada
kalmasına.
Tamam, hepsine onay
veriyorum.
Sadece iki
haftalığına.
Size o evde iki
hafta veriyorum.
O çocuğun size
katlanmasını sağlamak bile mucize olur.
İki hafta.
İki haftada bunu başarabileceğinizi
düşünüyor musunuz?
Sadece iki hafta.
Sonra çocuk buraya
döner.
Kararınızı verin
Bayan Sullivan.
Evet mi, hayır mı?
İki hafta.
Bana katlanmasını
sağlayacağım.
A.
Birçok şeyin başı.
26.
- Nerede olduğunu biliyor
mu?
- Hayır.
En fazla başka bir
kasabada olduğunu düşünür.
- Beni istiyor.
- Biliyorum.
İki hafta sonra.
Bayan Annie, lütfen
ona iyi davranın.
Bu iki hafta ona çok
iyi davranmaya çalışın.
Çalışırım.
Hayır! İki hafta.
Bu defa nasıl bir işe
bulaştım?
Jimmy! Evet?
Beni mi çağırdın?
Hayır.
- Burada ne
yapıyorsun?
- Eve dönüyordum.
Her şey yolunda mı?
Rüya mı gördün?
Kaç yaşındaydı?
Diğer Jimmy.
Helen'ın yaşındaydı.
Nasıl öldü?
Kalçası çıkıktı.
Mükemmel bir
ikiliydik.
Ben kördüm, o değneğe
bağlıydı.
Ne zaman öldü?
11 yıl önce, Mayıs
ayında.
O günden sonra rüyanda
kimseyi görmedin mi?
Hayır, bir bana yetti.
Kolay unutan biri
değilsin, haksız mıyım?
Gözlerin sağlam olsa çok
güzel bir kız olurdun.
- Bunu kimse
söylemedi mi?
- Herkes söyledi.
Sen de küstahlığın
olmasa gerçek bir beyefendi olurdun.
Gözlüklerin olmasaydı
bunu asla söylemezdin.
Onu bu defa nasıl kazanacaksın,
bu yerde?
Bilmiyorum.
Öfkeme yenildim ve
buradayız işte.
Ama ona güveniyorum.
O küçük beyni bilmek
için can atıyor.
- Neyi?
- Her şeyi.
Tanrı'nın hayat ve
biçim verdiği her şeyi.
Bu iştahı ben de
kullandım.
- Belki o sana bir
şeyler öğretir.
- Elbette.
Ama öğretmeyecek.
Onun kalbinde
sadece boşluk var.
Kabullenmek ve
vazgeçmek.
Er ya da geç hepimiz
vazgeçeriz.
Sizler için belki.
Ama benim için en
büyük günahtır.
- Nedir o?
- Vazgeçmek.
Sana açılmayacak.
Neden onu kendi
hâline bırakıp sadece acımakla yetinmiyorsun?
Bunu bir an bile düşünseydim
çoktan ölmüş olurdum.
Öleceksin de.
Bu uğraş neden?
Yoksa bana mı
öğreteceksin?
Hayır.
Acımak yok.
Buna izin vermem.
İkimize de vermem.
Sana dokunacağım! Ama
nasıl?
Bunu nasıl yapacağım?
Percy! Percy, kalk.
Buraya gel.
Sana ihtiyacım var.
- Percy?
Uyandın mı?
- Hayır.
Helen'la güzel bir oyun
oynamaya ne dersin?
Eline dokun.
Bırak beni! Bırak
beni! - Konuşmaya çalışıyor.
Bana vuracak.
- Eğer bilseydi
konuşabilirdi.
Sana göstereyim.
Harfleri yapıyor.
Bu C C C Bana kızdığı için benimle oynamıyor.
Ama harflerin çoğunu
biliyor.
Bu P.
P A S T A P-A-S-T-A.
Pastayı heceleyen
pastayı alır.
Acıktığı zaman bunu
heceliyor.
Ne tuhaf değil mi?
Hecelemeyi biliyor
ama bildiğin farkında bile değil.
Pekâlâ.
Benimle oynamadığına göre
seninle oynayacağım.
- Yeni bir kelime
öğrenmek ister misin?
- Hayır.
S-Ü-T.
Bu S Ü Bu
çok kolay.
Sadece serçe
parmağıyla yapıyor.
T Seninle neden konuşacakmışım?
Ben Percy'ye yeni bir
kelime öğretiyorum.
Demek kıskanıyorsun?
Pekâlâ.
Güzel.
Sonunda sana
dokunabildiğim yere döndüm.
Dokun ve hisset.
Sevgimiz kaybolmamış.
Al bakalım.
Artık yatağına
gidebilirsin.
İyi bir uykuyu hak
ettin.
Teşekkür ederim.
Şimdi sana öğretmem
gereken şey tek kelime.
Her şey.
Sus küçük bebeğim, tek
kelime etme.
Annen sana alacak
küçük bir serçe.
<i>Eğer serçe
şarkı söylemezse <i>Annen sana bir elmas yüzük alacak <i>Eğer o
elmas yüzük kararırsa <i>Annen sana gözlük alacak <i>Eğer gözlüğün
kırılırsa <i>Annen sana yavru bir keçi alacak <i>Eğer o keçi Ofise gidiyordum, nasıl gittiğini görmek
istedim.
O bana tahammül
ediyor, ben de ona tahammül ediyorum.
Nerede o?
Nesi var?
Görüş ayrılığı.
Ben kendi giyinmeli diyorum
o aksini düşünüyor.
- Bu onun kahvaltısı
mı?
- Evet.
- Yemiyor mu?
- Yemek istiyor.
Saat 10'a geliyor.
Neden vermiyorsunuz?
Vereceğimi biliyorum.
Kendi giyindiği zaman
ama.
Şimdi bunu düşünüyor.
- Sözünüzü aç
bırakarak mı dinleteceksiniz?
- Aç kalmayacak,
öğrenecek.
Aşkta ve savaşta her
şey mubahtır, Yüzbaşı Keller.
Siz hiç mi aç
bırakmadınız?
- Ama bu savaş değil.
- Aşk da değil.
Kuşatma kuşatmadır.
Bayan Sullivan, bu
çocuğu seviyor musunuz?
Ya siz?
Ben sevmeye
başlıyorum.
Boncuk.
Bir adı var.
Ağaç.
Bir adı var.
Ağaç.
Kuş.
Bir adı var.
Evet Hayır! S-U.
Su.
Hayır! S-U.
Su.
Disiplin disiplin.
Dikiş, dikkat dağınıklığı Dikkat dağınıklığı.
Disiplin nerede?
Bu ne biçim sözlük
böyle?
Nasıl heceleyeceğini
göstermeden önce bunu ben hecelemek zorundayım.
Dağınıklık.
Dikkatsizlik.
Disiplin.
Disiplin.
Gözlerinizi bu kadar
yormayın Bayan Annie.
Helen'a öğreteceklerimi
önce ben doğru hecelemek zorundayım.
- Ona bu hafta çok
şey öğrettiniz.
- Ama yetmez.
İtaat yeterli değil.
Evet, bu sabah iki
kelime öğrendi.
Anahtar ve su.
- Ama hâlâ-- - Hayır.
Henüz bir anlamı yok.
Onun için hâlâ bir
parmak oyunu, anlamı yok.
Ama olacak.
Acaba ben bu öğlen onunla
biraz yürüyebilir miyim?
Biz de parmak oyunu oynayalım
mı Bayan Keller?
- Bir hafta daha - Heceleyin.
- çok uzun zaman-- - Heceleyin.
Eğer öğrenirse
birbirinize söyleyecek çok şeyiniz olacak.
Bir içeri, bir dışarı.
Evet, kroşe bu.
K-R-O-Ş-E.
K-R-O-Ş-E.
Dikiş.
Evet bir adı var ama
dikiş değil.
Y-U-M-u-R-T-A.
Yumurta.
Bir adı var.
Her şeyin bir adı
vardır.
Bu çok basit.
Doğumun açıklayacağı
kadar basit.
Helen.
Helen, civciv o
kabuktan çıkmak zorunda.
Sen de doğdun.
Yüksük.
Hayır, anahtar değil.
Yüksük.
A-Ğ-A-Ç.
S-U.
S-Ü Aferin.
B-E-B-E-K.
S-Ü "Her geçen gün kendimi biraz daha
yetersiz hissediyorum.
Harfler gösteriyor ki
benim de Helen gibi bir öğretmene ihtiyacım var.
" Benim de yardıma ihtiyacım var.
Ama kim?
Bu dünyada bana sana
ulaşmayı öğretecek biri yok.
Sana nasıl ulaşacağım?
Sevgiye de ihtiyacı
yok mu?
İhtiyacı olduğunu hiç
göstermiyor.
Sarılmama izin
vermiyor.
Bir hafta daha neyi
değiştirir?
Biz son derece
memnunuz.
Siz ona yapacak çok
şey öğrettiniz.
- Düzenli olmayı,
temiz olmayı - Temiz mi?
Temizlik bizim için Tanrısal
bir kavramdır.
Temizlik sadece bir
hiçtir.
- Bana onunla biraz
daha zaman verin.
- Hayır.
Ne heceliyor?
Su mu?
Köpeğe mi
heceletiyorsunuz?
Bunun ne anlama
geldiğini o köpek de çocuktan daha fazla bilmiyor.
Bence ondan çok şey istiyorsunuz,
kendinizden de.
Tanrı Helen'dan
görmesini ve konuşmasını istememiş de olabilir.
Ben aksini
düşünüyorum.
Bundan size ne?
- Yarım hafta.
- Anlaşma anlaşmadır.
Bayan Keller Onu geri istiyorum.
Viney'yi gönderir eşyalarınızı
aldırırım.
Saat 6'ya kadar olmaz.
6'ya kadar benimle
kalacak.
Saat 6'ya kadar.
Gidelim Katie.
Evet, bundan bana ne?
Onlar memnun.
Onlara çocuklarını ve
köpeklerini geri vereceğim.
İkisi de evsiz.
Ben hariç herkes
memnun.
Ya sen?
Hisset onu.
Dokun.
Bunu öğrenmeni
istiyorum.
Helen, bu dünyadaki
her şey bir an için bizim, sonra yok.
Bizim yaptığımız her
şey, kelimelerin yardımıyla onlara tuttuğumuz ışık.
Kelimelerin ışığında
5000 yıl öncesini görebilirsin.
Hissettiğimiz her
şeyi, bildiklerimizi,.
.
düşüncelerimizi
kelimelerle paylaşırız.
Ruhumuz karanlıkta
kalmasın diye.
Bu, mezara girince
bile devam eder.
Ama biliyorum.
Dünyayı avuçlarına
koyabileceğim bir kelime olduğunu biliyorum.
Bu benim için her
neyse, senin için de o.
Ama nasıl Ama bunun bir kelime,.
kelimenin de bu
olduğunu nasıl anlatabilirim?
Bu kelime işte bu şey
demek, yün.
Ya da bu.
T-A-B-U-R-E bu demek
işte.
Elbise.
Y-Ü-Z.
Yüz.
A-N-N-E.
Anne.
A-N-N-E.
Anne.
İzin verin gelsin.
Girin.
İlk maaşınız Bayan
Annie.
Bunu daha birçokları izleyecek
hiç şüphesiz.
Ama hiçbiri
yaptıklarınızı ödemeye yetmez.
Ben ona tek şey
öğrettim: Hayır.
Onu yapma, bunu yapma.
- Bunca yıl
yapabildiklerimizden fazlasını—
- Ben ona
konuşmayı öğretmek istedim.
Ama itaatten başka
bir şey öğretemedim, bu da başarı değil.
Anlamadan itaat
körlüğün ta kendisidir.
Onun için
istediğiniz bu muydu?
- Hayır.
- Belki.
- Hayır.
Başka ne yapabilirim
bilmiyorum.
Yaptıklarımı yeterli
görüp devam edebilir, içinde derin bir deniz olduğu inancımı korumayı sürdürebilirim.
- Yardım
edebilirsiniz Yüzbaşı Keller.
- Nasıl?
Dünya kimse için kolay
bir yer değil.
Ben sadece itaat
etmesini değil,.
her şeyin bir
yalan olduğunu anlamasını istiyorum.
Onun için.
Ben onu sevmiyorum
bile.
O benim çocuğum
değil.
Evet Bu yalanla arasına girmek zorundasınız.
Kabul ediyorum.
Şimdi yemeğe gelecek
misiniz?
Evet.
Hayatımı nasıl kazanacağımı
çok merak ederdim.
Şimdi biliyorsunuz.
Bildiğim doğru.
Şimdi beni düşündüren
buna dayanabilecek miyim.
Anahtarlar! Tamam,
anahtarlar bende kalsın.
Bana kalırsa bu evde yeterince
kapı kilitledik.
Duayı sen yapar mısın
Jimmy?
"Yakup orada tek
başına bırakıldı.
Gün ağarana kadar
melekle boğuştu.
Ama Yakup'un kalçası
boğuşma sırasında yerinden çıkmıştı.
Melek, Yakup'a 'Bırak
gideyim, gün doğmak üzere.
' der.
Yakup cevap verir:
'Beni kutsayana kadar gitmene izin vermeyeceğim." Amin.
Senin için meleğim.
- Çok tuhaf bir
duaydı James.
- Ama kutsal
kitaptan, öyle değil mi?
Elbette öyle.
Bilmiyor muydun?
- Evet, biliyordum.
- O zaman neden
soruyorsun?
Demek istediğim,
kutsal kitapta yeri var, bu nedenle okunabilir.
Ben o kadar emin
değilim.
Kutsal kitapta
yemekten önce duymak istemeyeceğim çok fazla şey var.
Demek istediğin
Yakup'un yerinden çıkan kalçasıysa, bu pirzolanın kemiği de öyle.
- Seni uyarıyorum
James.
- Turşu Ev teyze?
Ben almayayım.
Turşuyla ilgili
düşüncelerimi biliyorsun.
Bunlar da son
kalanlar.
Geçen yaz yeteri kadar
kurmamıştım.
Ama bu yıl
düşünüyorum.
Geçen gün ofise peder
uğradı.
Tavukların yumurtlamadığından
şikâyet ediyordu.
Zavallı adam.
Aklını kaçırmış gibiydi.
Tek düşündüğü şey - Ben o tavuklardan hep şüphelendim.
- Neden?
Bence papistler.
Sahi siz hiç-- Şimdi
de esprinin sınırlarını zorluyorsun.
Ama inan bana bunu sürdürmeye
devam edersen-- - Bayan Annie, bugün çok özel bir gün.
- Asıl boyun eğersem
özel olacak.
Lütfen, onu bugün
evde ağırlamam bile bir şans.
- Yüzbaşı Keller.
- Bunu konuşmuştuk
Katie.
- Bayan Annie,
Helen'ın davranışlarına-- - Sadece peçete.
Kırılabilir bir şey
değil.
Öğrendiği her şey
kırılabilir.
Bayan Keller, çekiştirme
oyunu oynamayalım.
Ya bana verirsiniz ya
da tekmelerinden korunursunuz.
- Ne yapmak istiyorsunuz?
- Onu masadan
götürmeme izin verin.
Bırakın kalsın.
O daha bir çocuk.
- Lütfen yabancılar
işime karışmasın.
- Yabancı mı?
Ben onun teyzesiyim.
Bir kere olsun izin
veremez misiniz Bayan Annie?
Bu akşam Helen'ımın en
sevdiği yemekleri hazırladım.
Bu onun eve dönüş partisi
Bayan Annie.
- Sizi sınıyor.
- O seni sınıyor.
Sessiz ol Jimmy.
O artık eve döndü.
Doğal olarak-- Sizinle
nasıl olacağını görmek istiyor.
Size asıl endişem bu
demiştim.
- Ama artık
tepinmiyor, değil mi?
- Bunu yapmamayı da
öğrenmiyor.
O sadece sizin ondan beklediğiniz
gibi yaşayacak.
- O seni sınıyor.
- Jimmy.
- Benim de bir fikrim
var.
- Kimse senin
fikrinle ilgilenmiyor.
Ben ilgileniyorum.
Elbette ki beni de
sınıyor.
Öğrendiklerini
korumasına ve benden öğrenmeye devam etmesine izin verin.
Onu elimden alırsanız
her şey biter.
Savurgan olmak.
Bu onun bileceği bir
şey.
Lütfen bana sevdiği
yiyeceklerden verin.
- Götürün onu Bayan
Annie.
- Teşekkür ederim.
Korkarım burada asıl sorun
sizsiniz Bayan Annie.
Öğrendiklerini
koruması önemli.
Haklısınız.
Ama masadan kalkması
gerektiğini sanmıyorum.
Ne de olsa onur
konuğu o, öyle değil mi?
Tabağını geri getirin.
Gören bir çocuk
olsaydı buna asla izin vermezdiniz.
Ama görmüyor! Bu
yeterli olabilecek bir engel.
Tabağını getirin.
Lütfen! Hep olduğu
gibi farklı bir el çok şeyi düzeltebilir.
İşte.
Şimdi baştan
başlayabiliriz.
Bence çoktan başladık.
Orada kalın.
Benim için hiçbir şeyi
düzeltmeye kalkmayın.
İşime asla karışmayın.
Ona gören bir çocuk gibi
davranıyorum çünkü görmesini istiyorum.
Ondan görmesini
bekliyorum! Yaptıklarımın aksini yapmayın! - Onu nereye götürüyorsunuz?
- Ona bu sürahiyi
doldurtacağım.
Seninle böyle
konuşmasına izin mi vereceksin?
Senin için çalışan
bir yaratığa?
Hayır, izin vermeyeceğim.
- Bırak gitsin.
- Ne?
Bırak gitsin dedim! O
haklı.
Çok haklı.
Kate haklı, ben
haklıyım ama sen yanılıyorsun.
Bir gün olsun
bütünüyle yanılmış olabileceğin hiç aklına gelmedi mi?
Pekâlâ.
Pompala.
Hayır, o burada değil.
Pompala.
S-U.
Su.
Bir adı var.
S-U S S S S Evet.
Evet.
Evet.
Canım benim.
Toprak.
Evet! Pompa.
Evet.
Ağaç.
Basamak.
Bayan Keller! Bayan
Keller! Zil.
Bayan Keller! Bayan
Keller Bayan Keller! Anne.
Baba.
Biliyor! Öğretmen.
Öğretmen.
Öğretmen.
Seni seviyorum
Helen.
||
« Prev Post
Next Post »