Print Friendly and PDF

Translate

Atlayıcı (2008)Jumper

|


88 dk

Yönetmen:Doug Liman

Senaryo:David S. Goyer, Jim Uhls, Simon Kinberg

Ülke:ABD, Kanada

Tür:Aksiyon, Macera, Bilim-Kurgu

Vizyon Tarihi:07 Mart 2008 (Türkiye)

Dil:İngilizce, İtalyanca, Japonca, Çince

Müzik:John Powell

Oyuncular

Hayden Christensen

Jamie Bell

Rachel Bilson

Diane Lane

Samuel L. Jackson

Devam Filmleri

2008 - Atlayıcı(283,838)6.1

0 - Jumper 2(?)?

Özet

David Rice, birçoklarının hayatında sadece hayal edebildiği bir güçle büyümüştür. Uzay-zaman dokusu içindeki yırtıkları kullanarak, kendini zihninde canlandırabildiği herhangi bir yere anında nakledebilmektedir. Mısır’daki Spenks üzerinde kahvaltısını edip, Avustralya’ya sörf yapmaya, oradan Paris’e akşam yemeğine ve Tokyo’ya kahve içmeye gidebilir.Duvarların içinden geçebilir, kilitli banka kasalarına ve en gizli odalara girebilir. Şimdiye kadar, bu gücünü sadece geçmişindeki tatsız anılardan kaçmak, sınırsız zenginliğin ve vahşi özgürlüğün tadını çıkartmak için kullanır.

 

Ancak David birgün kendisi gibi güçleri olan Griffin adındaki hırslı bir gezgin ile karşılaşır, böylece kendisinin ‘Sıçrayanlar’ denilen uzun bir genetik sülaleye ait olduğunu öğrenir. David bundan sonra, onu ve tüm Sıçrayanlar’ı ortadan kaldırmayı kendilerine amaç edinmiş güçlerle uğraşmak zorundadır.

Altyazı

Günümün nasıl geçtiğini anlatayım.

Paris'te kahve içtim, Maldivlerde sörf yaptım ve Kilimanjaro Dağı'nda azıcık kestirdim.

Ha, bir de Rio'da Polonyalı bir kızın telefon numarasını aldım.

Sonra NBA finallerinin son çeyreğine sıçradım.

Saha kenarına tabii.

Bunların hepsi öğle yemeğinden önceydi.

Anlatmaya devam edebilirim, ama işin özü şu: Dünyanın zirvesindeyim.

 Şuradaki açık renkli bölgede Bu hep böyle değildi.

  daha çok krater var.

Bir zamanlar normal biriydim.

 Hödüğün tekiydim, aynı sizler gibi.

 - Selam Millie.

 - Selam David.

 Ne kadar çok şehir var orada.

 İnsan büyük düşler kurmalı, değil mi?

 Doğru.

 Sonra görüşürüz.

 Hey Millie!

 Bir saniye.

 Merhaba.

 Sersemin teki.

Sana bunu vermek istemiştim.

 Plymouth'daki bir tezgahtan aldım.

 Beğeneceğini düşündüm.

 Biraz çizilmiş, birkaç basamağı da eksik, ama  Çok beğendim.

 - Sahi mi?

 - Evet.

 Vay canına Pilav Kasesi!

 Mark.

 Nedir bu?

 - Mark, kes şunu.

 - Noel erken mi geldi?

 - Mark ver onu.

 - Vay canına!

- Bakın, Millie'ye ne vermiş!

 - Mark, yapma.

Eyfel Kulesi'ni sever misiniz?

 Vay be!

 Kuvvetlice sallayınca Eyfel Kulesi hareket ediyor, yemin ederim.

 Hey!

 Kim sallamak ister?

 Yeter!

 Kes şunu.

 Geri ver.

 Pekala, tamam.

 Özür dilerim.

 Al bakalım.

 Kusura bakma ahbap.

 Galiba gücümü kontrol edemiyorum.

 - Saçmaladın ama.

 - Takılıyorum işte.

 - Hiç de komik değildi.

 - Millet eğlendi ama.

 David?

 David, gitme oraya!

 Tehlikeli!

 David, boş ver onu!

 Haydi Pilav Kasesi.

 Aptallık etme!

 David, geri gel!

 Haydi, bırak onu.

 Sorun değil.

 Dur!

 Buna değmez.

 Geri gel lütfen.

 Haydi David.

 Dikkatli ol.

 Haydi gel.

 Bir şey olmamış, bak!

 Harika.

 Çabuk geri gel!

 - David!

 - Millie, gitme oraya!

 David!

 Yardım çağırın!

 Mark, bırak beni!

 David!

 Yardım çağırın!

 İmdat!

 Lütfen!

 İmdat!

 David!

- 911'i ara!

 - Ona yardım edemezsin!

 David!

 Millie, dur, dur!

ANN ARBOR HALK KÜTÜPHANESİ'NE AİTTİRİşte ilk kez bu şekilde oldu.

Bir an ölüyorum,sonra kendimi Ann Arbor Halk Kütüphanesi'nde buluyorum.

Benim güzel evim.

Ben beş yaşındayken annem evi terk etti.

Babama gelince  Pek babalık yapmadı diyebilirim.

 Geç kaldın!

 Yemek soğudu.

 Hem neredeydin sen?

 Bir soru sorduğumda cevap almak isterim, tamam mı?

 Hey, hey.

 Ne oldu sana?

 Okuldaki çocuklar yüzünden.

 Hey!

 Hey David!

 İn aşağıya, bir paspas alıp şu pisliği temizle hemen!

 David!

 Yukarı gelirsem fena olur!

 David!

 Doğru karar ver!

 David?

 David!

 Aç kapıyı!

 Az önce ışınlandım mı?

 KÜTÜPHANENE KAÇ

 Harika.

 Kütüphaneye ışınlanabiliyorum.

 SU BASKINI YÜZÜNDEN KULLANIMA KAPALI RAFLAR Hayır, gitmiyorum.

 Peki  - Arabaya bin.

 - Hayır.

 Ben hiçbir yere gitmiyorum.

İşte o zaman farkına vardım.

Az önce olan şey bana özgürlük kazandırabilirdi.

O evden kaçtıysa, ben de kaçabilirdim.

 Tamam.

Ona her şeyi anlatmak istiyordum.

 David?

 David?

Ama bana kim inanırdı ki?

 David?

Yola çıkma zamanı gelmişti.

 ELK OTELİ Bir oda istiyorum.

 Sorun çıkarmayacaksın, değil mi?

 Tuhaf işler yok yani.

 Hayır.

 Tuhaf işler yok.

İşte oradaydım.

 Aklımda milyonlarca soru vardı.

Bu nasıl gerçekleşiyordu?

 Onu nasıl kontrol edecektim?

- Oraya gitmiştim.

 - Anne!

 Anne!

 Okyanus dahil her şey görünüyor!

Şansımız yaver giderse King Kong'u bile görebiliriz.

 Sahi mi?

 Beni sıkı tutuyor musun?

 Tutuyorum ve hiç bırakmayacağım.

 GÖÇMEN BANKASI

15 yaşındaydım.

Haydi ama.

 Siz olsanız ne yapardınız?

Bir gün geri öderim diye düşünüyordum.

 Müşteriler için bir tuvalet var mı?

 Hey.

 Bu taraftan.

 İşte.

 Elini çabuk tut.

 Tamamdır.

 Teşekkürler.

Daha büyük bir torbaya ihtiyacım olacak.

 Vay canına.

 Hey!

 Tuhaf işler olmayacak demiştim!

 Haydi.

 İki günün ücretini ver!

 Bana borçlusun!

 Hey!

 Hey!

 Polis ve FBI burayı inceledi.

 Siz kimlerdensiniz?

 Ulusal Güvenlik.

 Hiç akıl erdiremediler.

 Kasanın zaman kilidi, basınçlı kapısı, çelik plakaları var.

 - Adam kapıyı bile açmamış.

 - Açmamış mı?

 Öğlene dek soyulduğumuzu anlamadık bile.

 Bu ayın güvenlik kamerası kayıtlarını istiyorum.

 Ayrıca o kasada kutusu olan herkesin adını bilmek istiyorum.

 Hayır, bu bilgi gizlidir.

 İsimlere neden ihtiyacınız var?

 Kasanızı soyan kişi daha önce de oraya girmiş.

 İsimleri de kasetleri de istiyorum.

 Bugün.

Böylece hikaye mutlu sonla bitti.

Pilav Kasesi ölmüştü, ama ben her zamankinden canlıydım.

Şimdi New York'ta yaşıyorum.

Ama tüm dünya elinizin altındayken, neden belli bir yere yerleşesiniz ki?

  nehre daha yakın.

Ama gördüğünüz gibi sel 10 dakika önce daha da ciddi bir hal aldı.

Şimdi soru şu Pat: Bu insanlara ne olacak?

Onları kurtarmak için bir mucize gerekiyor.

 İyi akşamlar Bay Jones.

 - Nasıl gidiyor?

 - İlk yarı altı sayı gerideyiz.

 Şemsiye gerekeceğini sanmam.

 Hiç belli olmaz.

 Dikkat etsene!

 Sana eşlik edebilir miyim?

 - Tabii.

 - Ne içmek istersiniz?

 Sen ne içiyorsun?

 Cin tonik.

 Tanqueray ve cin.

 İki tane lütfen.

Londra'da mı oturuyorsun?

 Taksi!

 Kahretsin.

 Vaziyet berbat.

 Fırtına buraya gelecek sanıyordum.

Fiji'yi vurmuş.

 Fiji, ha?

 Evet, dalga yüksekliği 10 metreyi bulmuş.

 Sahi mi?

 Sola!

 Haydi!

 Onu yakaladık!

 Gidelim.

 Tamam, tamam.

 - Neden?

 - İğrenç birisin de ondan.

Her an her yerde olabilme gücü sadece Tanrı'ya ait olmalı.

 Birinizden daha kurtulduk.

 Kes ipini de insin!

 Gidelim buradan.

 Evet.

Banka konusunda bir ipucu bulduk efendim.

 İlk uçakla geliyorum.

 Angelo, maç nasıl gitti?

 Pek iyi değil.

 Şemsiye gerekmez demiştim.

 Evet.

 Haklıymışsın.

 Kaçma.

 Sekiz yıldır seni arıyoruz.

 Kimsin sen?

 Adım Roland.

 - Evimde ne arıyorsun?

 - Ona geleceğiz.

 BORÇ SENEDİ

Hangi soyguncu not bırakır ki?

 Avukatlarımla konuşmalıyım.

 Neden?

 Tutuklu değilsin.

 - Sakın sen şey olmayasın

 - Polis mi?

 Herkes banka soyabilir.

 Ben asıl, kapı açmadan nasıl banka soyduğunu merak ediyorum.

 Haydi.

 Bir şeyler düşünebilirsin.

 Bak, eğer polis değilsen ve ben de tutuklu değilsem, gitmek istiyorum.

 Yardıma ihtiyacın var mı?

 Epeydir kapı falan kullanmıyorsun.

 Kim olduğunu biliyorum.

 Ne olduğunu da biliyorum.

 Bu konuşma burada bitmiştir.

 Bu konuşma ancak sen sorularımı yanıtlayınca bitecek!

 Söyle bakalım, nasıl bu kadar sürdürebildin?

 Sana kim yardım ediyor?

 Sıçrayanlar.

 Beyninden 1000 volt elektrik geçerken sıçramak zordur, değil mi?

 Seni kim koruyor?

 Bana cevap ver ki çekip gideyim.

 Sıçrayanlardan nefret ediyorum.

 Sonsuza dek böyle devam edebileceğini mi sanıyordun?

 Bu hayatın bir bedeli olmayacak mı?

 Daima bir bedel vardır.

 Nereye gidiyorsun?

 Yakaladım seni.

 Duvarın arkasına saklanabileceğini mi sandın?

 Artık hiçbir yere gidemezsin, hiçbir şey yapamazsın!

 David?

 David?

 Sen misin?

 David!

 David, gitme!

 Gitme.

 Beni dinle, tamam mı?

 David, belki de deliriyorum, tamam mı?

 Bugünlerde anlamadığım pek çok şey oluyor, ama beni duyuyorsan  Bekle David.

 Gitme, seninle konuşmalıyım!

 David, beni duyuyorsan, sorun yok oğlum.

 İstediğin zaman eve gelebilirsin.

 Deli değilsin.

Telekomünikasyon.

 Ben Roland.

 Kaçtı.

 Sıçrama noktalarını bulduk.

 Herkesin hazır olmasını istiyorum.

 Herkesin.

 Bu da kim?

 Yardımcı olabilir miyim?

 Evet  Merhaba Bayan Harris.

 Benim, David.

 David mi?

 David Rice mı?

 - Millie haklıymış.

 Sen  - Ölmedim.

 Evet.

Aslında Millie'yi nerede bulabileceğimi sormaya gelmiştim.

 Millie mi?

 Ayrı eve çıktı.

 Morton Sokağı 260 numarada oturuyor.

 Hala burada mı?

Evet.

 Kampüste, Hoolihan'ın barında çalışıyor.

 Millie, getir şu bardakları!

 Pekala, onu gördün.

 Vay canına!

 Pilav Kasesi, ha?

 Mark!

 Mark Kobold!

 Kusura bakma.

 Seni tanımıyorum.

 Tanrım, hayalet mi görüyorum?

 Altıncı his zımbırtısı falan mı bu?

 Neden bahsettiğini anlamıyorum, tamam mı?

 Hey millet, bu Pilav Kasesi!

 Haydi.

 Liseden eski bir arkadaşınla bira içmek istemez misin?

 - Ben o  - David?

 Pirinç Keki olduğunu biliyordum.

 Millie?

 Merhaba.

 Bir şey söylemeden gidecek miydin?

 - Kusura bakma, seni görmemiştim.

 - Görmedin mi?

 45 dakikadır bana bakmıyor muydun?

 Evet David.

 Neden bir şey söylemedin, ha?

 - Sarhoşsun.

 - Sarhoş değilim, tamam mı?

 İyiyim.

 %110 iyiyim.

 Evet, belli oluyor.

 Gidip bir banka uzan ve bir güzel uyu.

 Bana bir içki hazırlar mısın tatlım?

 Bir şaplak.

 Hey!

 Haydi gel!

 Mark!

 Kesin şunu!

 Haydi çocuklar.

 Durun!

 - Kalk!

 - Pilav Kasesi düştü!

 Bana ne yaptın böyle ucube?

 Galiba gücümü kontrol edemiyorum.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - İyi misin?

 - Evet.

 Mark nerede?

 - Gitti.

 - Ne?

 Evet, yakında döneceğini sanmam.

 Yüzün kanıyor.

 Bununla ilgilenmeliyiz.

 Haydi gel.

 Demek geldiğimde beni gördün.

 Olabilir.

 Ne diyeceğimi bilemedim.

"Merhaba" veya "Selam" diyebilirdin.

 "Uzun zaman oldu.

" "Nasılsın?

" Evet!

 Merhaba.

 Merhaba.

 Uzun zaman oldu.

 Nasılsın?

 İyiyim.

 Ya sen?

 Sıkıcı kısmı geçsek ya.

 Hala burada olacağını sanmıyordum.

 Başka nerede olacaktım?

 Listelerin vardı ya.

 Dünyayı dolaşacaktın ve  Bazı şeyler değişiyor.

 Artık büyümeliyiz, değil mi?

 Peki sen ne yapıyorsun?

 Bankacıyım.

 Bankacı mı?

 O işe nasıl girdin?

 Aslında çok kolay oldu.

 Kendimi orada buldum diyebilirim.

 Cebirden kalmamış mıydın sen?

 Hayır.

 Fiona, ara vereceğim, tamam mı?

 Evet, tabii.

 Demek döndün.

 Ya şimdi?

 Planın nedir?

 Belki biraz seyahat ederim.

Gidip Roma'yı görmeyi düşünüyorum.

Roma'ya gitmeyi mi düşünüyordun?

 Bu benim rüyamdı.

 Hayallerimi çalma, tamam mı?

 - Benimle gel.

 - Seninle mi geleyim?

Beni Roma'ya mı çağırıyorsun?

 Ama sıkıcı kısımları geçmek şartıyla.

 Ben alayım.

 Ben taşırım!

 Sağ ol.

 - Nasıl isterseniz.

 - Evet.

 Evet.

Daha 10 saat önce Ann Arbor'da olduğumuza inanabiliyor musun?

 Evet.

 CIA bununla ne yapacak?

 Bu gizli bilgi.

 Gerçekten mi?

 Maalesef arama izni görmem gerekiyor.

 Çünkü söylediğin kişi olduğuna inanmıyorum.

 Elbette.

 Harika.

 Bir polis daha.

 Mark, bana bankada olanları anlat.

 Onlara anlattım ya.

 Sen de onlar gibisin.

 Bana inanmayacaksın.

 Burada kasaya ışınlandığın yazıyor.

 Gülecek misin?

 Durma, gül haydi.

 Güldüğümü duyuyor musun?

 Kızın adı Millie Harris.

16 saat önce Roma'ya giden bir uçağa binmiş, üstelik yalnız değilmiş.

 Evet, ne diyorsun?

 Bence bana söylemediğin bir şeyler var.

 Ne demek istiyorsun?

 Bu oda.

 Birinci sınıf.

 Genellikle hayatımda bir şey gerçek olmayacak kadar iyiyse, sahiden gerçek değildir.

 - Bankacıyım demiştim.

 - Bankacı mı?

 Cebirden kaldığını biliyorum.

 David, bana her şeyi anlatmak istemiyorsan, sorun değil.

 Yeter ki yalan söyleme.

 Yalan söylemiyorum.

 Söylemiyor musun?

 Güzel.

 Yetişemiyorum.

 Acıktım.

 Bana çıkma teklif etmen yeterdi.

 Burası listemin bir numarasıydı.

 Biliyorum.

 Bu konuda çok başarılısın herhalde, öyle değil mi?

 Hangi konuda?

 Çaylak.

 Hiçbir şeyden haberi yok.

 Hey, hey!

 Dur, dur!

 Özür dilerim bayım.

 Kusura bakmayın.

 Olmaz.

 - Ne?

 - Hayır, imkansız.

 Kapalı.

 - Kapalı mı?

 - Evet.

Ne demek "kapalı"?

 Nasıl olur?

 İçeri girmek istiyoruz.

 Sadece biraz dolaşacağız, tamam mı?

 İmkansız.

 Olmaz.

 Burası Colosseum.

 Nasıl kapalı olur?

 İmkansız.

 David, sorun değil.

 Dışarıdan gördüm.

 O da yeter.

 Onca yolu içeri girmek için geldik.

 Hey, haydi ama.

 Pardon, o biraz  Ne bileyim işte.

 Güle güle.

 Millie!

 Haydi gel.

 - Ne oldu?

 - Gel!

 Özel tur ister misin?

Kapalı.

 Colosseum'a izinsiz giremeyiz.

 Kim demiş kapalı diye?

 Kapı açıktı.

Colosseum'u görmek istiyor musun, istemiyor musun?

 Haydi gel.

 Bunu yapmamalıyız.

 Müthiş bir yer.

 Görmeni istedim.

 Kabul etmelisin ki buna değer.

 Evet.

 - Süper bir yer!

 - Öyle.

 Gladyatörler ve kafesler içindeki aslanlar aşağıda dururmuş.

 - Aşağıya inelim.

 - İnemeyiz.

 - Burası açıkken bile oraya girilmiyor.

 - Girilemeyecek yer yoktur.

 Ne?

 Millie!

 O kapı da mı açıktı?

 - Artık açık.

 - Evet.

 Bunu görmek isteyeceğinden eminim.

 İnan bana.

 Çok para eder bu.

 Olabilir.

Bence sana "Girme" diyor.

 İtalyanca biliyor musun?

 Hayır.

Şey, "L'ingresso," "İçeri gir" demek.

Ben "Haydi oradan" demek sanıyordum.

 Bunun anlamı şu: Sen burada kal, ben etrafından dolaşıp öteki taraftan açayım.

 Dert etme.

 Zamanla sen de öğrenirsin.

Çok teşekkürler.

 Bir dahaki gösterimiz saat 6'da.

 Yer gösterenlere bahşiş vermeyi unutmayın.

 - Oh, Ohv.

.

 - Nee?

 - Birazcık meşgulüm burada.

 Evet, görebiliyorum.

 Neyse.

 Yerinde olsam o kapıyı açmazdım.

 Sevgilim hayatta kalsın istiyorsam kapıyı açmazdım.

 Ama bu benim tercihim.

 Ne yapacaksın ki?

 Onunla birlikte romantik bir piknik mi?

 Veya çay partisi.

 - Öyle mi olacak sanıyorsun?

 - Eğer ona  Ne yapacaksın?

 Beni buradan ışınlayacak mısın?

 Bir tek sen varsın diye mi düşünüyordun?

 Hiç haberin yok, değil mi?

 İstediğin gibi yaşıyorsun.

Roma'ya tatile gideceğini ve kimsenin bunu fark etmeyeceğini mi sanıyordun?

 Sıçrayıp duruyorsun.

 Çat oraya, çat buraya.

 Hiçbir şey olmayacak mı sanıyordun?

 Fark ettiler işte.

 Kendimden söz etmiyorum, ben zaten biliyordum.

 Onlar fark etti.

 Oradakiler.

 Selam çocuklar.

 Bir ben varım o halde.

 Bu yeniymiş.

 Savaşa hoş geldin.

 Yorulursanız haber verin!

 Çok yaklaştın.

 David?

 Neler oluyor?

 Harika!

 Artık sevgilinle tanışayım.

 Kim bu insanlar?

 Paladinler.

 Paladinler Sıçrayanları öldürür.

 Ben Paladinleri öldürürüm.

 Ders bitti.

 Dur!

 Senin sıçrama izinden geldim.

 Burada ne işin var?

 Yerinde olsam hemen geri dönerdim.

 Bunları görmemelisin.

 Buraya gelmemen gerekiyor.

 Git buradan.

 Şimdi geldiğin gibi defolup git, belki sevgilin hala yaşıyordur.

 - Selam.

 - Hey.

 - Ne oldu sana?

 - Hiç.

 - Haydi gidelim.

 - Ne?

 Buradan çıkmalıyız.

 Sesleri hiçbir şeye benzetemedim.

 Haklıydın.

 Aşağıya inmemeliymişim.

 - David  - Her şey yolunda.

 Haydi gel.

 Müzeye yetişebiliriz.

 David, benimle konuşacak mısın?

 Lütfen?

 Buralarda bir taksi olmalı.

 Neden benimle konuşmuyorsun?

 Lütfen benimle konuşur musun?

 Otele dönünce her şeyi anlatırım, tamam mı?

 Otele kadar bekleyemem.

 Bak Millie, her şey yolunda, tamam mı?

 Sadece  - Hayır, her şey yolunda değil.

 - Oraya gitmemeliydim.

 - Hayır, sanırım bir hata yaptınız.

 - Susun.

 Şu adamı arıyorsunuz, değil mi?

 Biliyorum, biz  Özür dilerim.

 Oraya girmemeliydim, biliyorum.

 Şuradaki adamı arıyorsunuz, tamam mı?

 Sadece uyarıp gitmemize izin veremez misiniz?

 Tamam, tamam.

 Tamam, tamam.

 - Millie, otele geri dön, tamam mı?

 - Olmaz.

 - Hayır, birlikte değiliz.

 - Evet, onunlayım.

 Onu tanımıyorum.

 Millie, otele geri dön.

 Hayır.

Millie'yi görmek istediğimi söyledim size.

 Ceset nerede?

 Ben bir şey yapmadım, tamam mı?

 Daha kaç kere aynı şeyi söyleyeceğim?

 Orada daha ne kadar kalacak?

Magistrato'yu bekliyoruz.

Evet, biliyorum.

 Bütün gece şu magistrato'yu bekledik.

 Sizin dilinizi  Ne dediğinizi anlamıyorum.

 Ya oturun, ya da biz sizi oturturuz.

 Peki, oturuyorum.

 - Oturun!

 - Oturuyorum.

 Onun bu işle bir ilgisi yok.

 Sulh yargıcı geldi.

 Pasaportunuza el koyacağız.

 Merak etmeyin.

 Gideceğiniz yerde ona ihtiyacınız olmayacak.

 Merhaba David.

 30 saniye sonra kapıdan içeri girecekler.

 Anlıyor musun?

 Buradan gitmelisin.

 Kızı bırak.

 Seninle birlikteyse ölür.

 Anne!

 Anne!

 20 saniye David.

 Anne!

 Anne!

 Hey!

 Millie.

 - Hepsi geçti.

 İyi misin?

 - Evet.

 - Gidebiliriz.

 - Seni bıraktılar mı?

 Bıraktılar.

 - Öylece bıraktılar, ha?

 - Öylece bıraktılar.

 Madem seni bıraktılar, neden koşuyoruz?

 Kenti hemen terk etmemizi istediler.

 - Sana ne dediler?

 - Birkaç soru sordular.

 Sekiz saat boyunca mı?

 Soracakları çok şey varmış.

 Sana güvenmek istiyorum.

 Ama bunu zorlaştırıyorsun.

 Tamam, güven bana.

 Gidelim haydi.

 Hey, bizi götürebilir misin?

 Olur mu?

 Taksiye bin Millie.

 Millie, taksiye bin.

 Lütfen, taksiye bin.

 Bu senin.

 Her şeyi anlatmak zorunda değilsin, demiştim ya  Fikrimi değiştirdim.

 Sırt çantanda ne var?

 Nereden buldun?

 Sana yalan söylemek istemiyorum.

 Ama doğruyu söylemek de istemiyorsun.

 Seninle o uçağa binemem Millie.

 Buradan öteye birlikte gidemeyiz.

Detroit'e mi?

- Roland.

 - Onu kaybettik efendim.

- Kaç kişi gönderdin?

 - İki kişi.

 Herkesi göndermeni söylemiştim.

İki kişi yeter dedi.

 Ama onu ellerinden kaçırdılar.

Geleceğimizi biliyordu sanki.

Bölgeyi arayacağız.

 Beni haberdar edin.

 Ben farklı bir yöntem izleyeceğim.

 - William Rice?

 - Evet.

 Vergi dairesi.

 İçeri girip konuşabilir miyiz?

 Aslında sormama gerek yok, nezaketen soruyorum.

 Bu ziyaretin sebebi nedir?

 Oğlunuz David.

 Neden?

 Başı dertte mi yoksa?

 Soruları benim sormama izin verirseniz işimiz çok daha kolay olur.

 Oğlunuzu en son ne zaman gördünüz?

 Sekiz yıl önce.

 Sekiz yıl mı?

 Evet.

 Ya arkadaşları?

 - Konuşabileceğim biri var mı?

 - Pek fazla arkadaşı yoktu.

Mümkünse David'in annesiyle görüşmek isterim.

 Evet, bunu ben de isterim.

 Eğer onu bulursanız selam söyleyin.

 Bu o mu?

 Mary Rice, en azından bir zamanlar adı buydu.

 Onu en son ne zaman gördünüz?

 Çocuk beş yaşına bastığında evi terk etti.

 Beş.

 O zamandan beri hiç haber almadım.

 Bir şey duyarsam size haber veririm.

 Hayır, haber vermezsin.

 Hayır, haber vermem.

 Şu yeni şeyle özel bir hareket yapabiliyorsun.

 Yeni bir kontrol eklemişler, çift tıkladığında  Gördün mü?

 Acayip bir şey.

 Hala hayattasın bakıyorum.

- Öldü!

 - Ne?

 Bu harika işte.

 - Başkaları da var mı?

 - Yüzlercesi.

 Şu anda on tanesini izliyorum.

 Ama çok daha kalabalıklar.

 - Ya gerisi?

 - Gerisi mi?

 Dediğim gibi, onları avlıyorum.

 - Kim bu adamlar?

 - Dedim ya, Paladinler.

 Evet, adlarını söyledin.

 Ne istediklerini söylemedin.

 Çok basit, öyle değil mi?

 Ölmemizi istiyorlar.

 Daha anlayamadın mı?

 Evet, o kadarını anladım.

 - İyi, sevindim.

 Müsaadenle  - Evet, sağ ol.

 Neden?

 Çünkü istediğimiz her şeyi yapabiliyoruz.

 Şimdi lütfen çekil de - Öldü.

 - Harika.

 Sağ ol.

 Hiç anlamıyorsun, değil mi?

 Paladinler, yıllardır Sıçrayanları öldürüyor,Orta Çağ'dan beri böyle bu.

 Fanatikler, dindar meczuplar.

 Engizisyon, cadı avı  Hepsinin ardında onlar var.

 Zekiler, hızlılar, örgütlüler.

 Ne pahasına olursa olsun, yollarına çıkan herkesi öldürecekler, mesela aileni ve arkadaşlarını,Roma'da gezdirdiğin sevgilini.

 Hepsi ölecek.

 Hepsi.

 Bu fikre alışsan iyi olur.

 Bu bir an meselesi.

 Yiyecek bir şeyler alıp geleceğim.

 Sen de ister misin?

 Biri yardım çağırsın!

 Hemen!

 - Ne oldu?

 - Burada neler oluyor?

 Sedye getirin!

 Ben bakayım.

 Şok cihazını getirin!

 Öteki odada camın içinden mi geçti?

 İyi misin?

 Kıpırdama.

 Durumu nasıl?

 - Nabız alamıyorum.

 - Şok verelim!

 Burada neler oldu?

 - Mark.

 - Ulu Tanrım.

 Ona ne anlattın?

- Dokunma bana.

 - Ann Arbor'u nasıl öğrendiler?

 - Benden uzak dur!

 - Kime söyledin?

 Kiminle konuştun?

 Beyaz saçlı bir zenci miydi?

 Adı Ronald mıydı?

 Soruma cevap ver,yoksa seni Everest'in tepesinden aşağıya atarım.

 - Ne?

 Ben  - Ona ne söyledin?

 Ne?

 Ne mi söyledim?

Ona bizim oradan söz ettin, değil mi?

 Ann Arbor'dan söz ettin.

- Millie'den de bahsettin mi?

 - Her şeyi anlattım.

 Neden?

 Bunu neden yaptın?

 - Neden anlatmayayım?

 - Tanrım!

 Kimsin sen?

 Paladin nereye gitti?

- Yüzmeye.

 - Pasifik'te mi?

Hayır, Atlantik'te.

 Küba yakınlarında güzel bir köpekbalığı yuvasında.

 Sen ne yaptığını sanıyorsun?

 Koy onları yerine.

 Birkaç şey ödünç almam gerekiyor.

 Duvardan uzak dur!

 Gözlerini oyacağım!

- Roland'ı bulmalıyım.

 - Hayır.

 Hayır, bunu yapma!

 - Sadece sekiz saatim var.

 - Sekiz saat mi?

 Bir kız var.

 Uçağı sekiz saat sonra inecek.

 Bunlar işe yarar mı sanıyorsun?

 Bunlar dört yıllık.

 Bir şeyler öğrenmen için seni liseye yollamamı ister misin?

 10 yıldır onun peşindeyim.

 Şuna bak.

 Baksana.

Görüyor musun?

 Nepal'deki ilk randevumuz.

Hele Prag'da yaptığını bir görsen.

Unut gitsin.

 Roland'ı unut.

 Vaktini ziyan etme.

 Bu işi bana bırak.

 - Rica etsem!

 - Bak  Biraz saygı göster.

 Bu bana ait.

 Arkanı dön.

 Eğer birlik olursak onu yenebiliriz.

 - Ne?

 Yani sen ve ben mi?

 - Evet.

 - Ekip mi olacağız?

 - Evet.

 Kusura bakma, ama ben başkalarıyla pek iyi anlaşamam.

 Bana bir iyilik yap, olur mu?

 Döndüğümde burada olma.

 Bir kaya bul, altına saklan, orada kal.

Zai huei, birader.

Çince "hoşça kal" demek.

 Evet, arayacaktım, gerçekten.

 Yine de dövmeyi yaptırmak istiyorum.

 Pekala  Beni böyle izleyemezsin.

 Aslında bunu yapabilecek tek kişi benim.

 Ne mutlu bana.

 Neden yürüyorsun?

Tokyo'yu gayet iyi tanıyorum.

 Burada bir sürü sıçrama noktam var.

 Değişiklik olsun diye yürüyorum.

 Kendimi normalmiş gibi hissediyorum.

Marvel Team-Up'ı okumuş muydun?

 Evet, okudum.

 Ne olmuş?

 İki süper kahraman sınırlı bir süre için güçlerini birleştiriyor.

 Ne yapmaya çalıştığını anlıyorum.

 Ben yokum.

 Kendi iyiliğin için, eve dön.

 - Sen mağarada yaşıyorsun.

 - Oraya in denir.

 Ne olmuş?

 İkimiz de aynı durumdayız.

Ve ben Roland'ın nerede olduğunu biliyorum.

 Bu işte birlikte miyiz?

 Kusura bakma.

 Vites sıkıştı.

 Çok incesin.

 Senden kurtulamayacağım, değil mi?

 Sıkı dur evlat.

 İyi sıyırdık.

 Fena değil.

 Bu araba rahat iki ton çekiyordur.

 Nasıl oluyor da  Hareket eden şeyi ışınlarım.

 Bir zamanlar bir Sıçrayan tanırdım.

 Çılgın herifin tekiydi.

 Koca binayı ışınlamaya kalktı.

 Bir daha öyle şeylere kalkışmayacak.

 - Neden?

 - Çünkü öldü.

 Denerken öldü.

 Ama binayı biraz sarsmayı başardı.

 Bunu ne zamandır yapıyorsun?

 - Neyi?

 Araba kullanmayı mı?

 - Hayır.

 Sıçramayı.

 - Beş yaşımdan beri.

 - Beş mi?

 Evet.

 İnsanlardan, mesela annenle babandan nasıl gizledin?

 Etrafta olmadıkları için pek zor olmadı.

 Neredeydiler?

 Yoklardı.

 Annem ben beş yaşındayken evi terk etti.

 Yani nasıl olduğunu biliyorum.

 Babamsa  Aileni sordum mu sana?

Oprah'nın programında mıyız?

 Griffin, buna devam edemem!

 Gitmeliyim.

 Uçağı her an inebilir.

 Bir cevap istiyorum.

Son kez soruyorum.

 Marvel Team-Up, ya şimdi ya da asla.

 Sınırlı bir süre için, değil mi?

Kızı kurtarıp Roland'ı öldüreceğim.

 Ortaklığımız bitecek.

 Pekala Spidey.

Artırılan güvenlik önlemleri uyarınca tüm bagajlar aranacaktır.

Detroit Uluslararası Havaalanı olarakbagajınızı gözetim altında tutmanızı rica ediyoruz.

 Hey.

 Roma uçağı bir saat önce inmiş.

 Olamaz.

 Saatine bakmadın, değil mi?

 Pekala, onu bulmak zorundayız.

 Sen git onu bul.

 Ben silahlanacağım.

 İnde buluşalım.

 - Anlaştık.

 - Güzel.

 Ne bakıyorsun?

 Bö!

Merhaba.

 Ben Millie'nin arkadaşı David'im.

 Burada mı?

 Son gördüğümde seninleydi.

 Hey!

 Arkadaşın uğradı.

 Ne demek istiyorsun?

 Beyaz saçlı zenci.

 Biraz önce gitti.

 Haydi.

 Hey.

 - Tanrım.

 - Merhaba.

 David, ne  Burada ne işin var?

 Aşağıdan zili çaldım ama açmadın.

 Gizlice mi girdin?

 Evet.

 İyi olduğundan emin olmalıydım.

 Hayır David, iyi değilim.

Roma'da bir havaalanında terk edildim.

 Özür dilerim.

 Özür mü diliyorsun?

 Sağ ol.

 Bence artık gitmelisin.

 David, gitmen gerekiyor!

 Haydi.

 Çabuk.

 Fazla vaktimiz yok.

 Ne?

 Ne yapıyorsun?

 David, sana gitmeni söyledim.

 Ne oluyor?

 - Bankacı değilim, tamam mı?

 - Ne?

 Sahi mi?

 Para bir bankadan geldi.

 Evet.

 Aslında birkaç bankadan.

 Yani sen banka soyguncusu musun?

 Bu, işin ufak kısmı.

 Evimden gider misin lütfen?

 Millie, özür dilerim.

 Tamam.

 - Çok özür dilerim.

 - Git.

 - Gitmeliyiz.

 - Beni rahat bırak!

 Haydi!

 Biraz canın yanabilir, tamam mı?

 Yok bir şey.

 Bana güven.

 Sana zarar vermeyeceğim.

 - İlk sıçrama biraz  - Sakın bana yaklaşma.

 Dokunma bana.

 Yaklaşma!

 Bunu açıklayacağım, tamam mı?

 Her şeyi açıklayacağım.

 Buraya.

 Olduğun yerde kal, tamam mı?

 Orada kal.

 David!

 Çabuk ol!

 Kapanıyor!

 Griffin!

 Sana söylemem gereken bir şey var.

 Kızı buldun mu?

 Kızacağın bir şey oldu.

 - Kızmak mı?

 - David?

 - Nedir bu?

 - David?

 Burada ne işi var?

 Burası kulüp falan değil.

 - David, neler oluyor?

 - Millie, içeride kal demiştim.

Everest'in zirvesini görmek ister misin?

 Ya da dibini?

 - Sana kalmış.

 - Ne?

 Griffin, beni dinle.

 Ben de sana bunu anlatmaya çalışıyordum.

 Onu getirdiğin için burayı bulacaklar!

 Bir aletleri var.

 Solucandelikleri açabiliyor.

 - Nasıl yani?

 - Peşimizden her yere gelebiliyorlar!

 Sen de onu buraya getirdin!

 Kahretsin.

 İki kişi misiniz?

 David, neler oluyor?

 - Millie, burada kal!

 - Hayır.

 Ne yaptın?

 - Griffin  - Nereye gitti şu şey?

 - Gitmeliyiz.

 - David, ne yaptın?

 Allah kahretsin.

 Anne?

 Beni arkadaşına götürdüğün için sağ ol.

 Dur, dur!

 Bunu bana neden yapıyorsun?

 Sana zarar vermedim.

 Kimseye zarar vermedim.

 Şimdilik öyle, ama bir gün zarar vereceksin.

 Er geç hepiniz kötülük yaparsınız.

 Ya ben farklıysam?

 - Farklı değilsin.

 - Farklıyım.

 Bö!

 Çabuk!

 Seni eve, annenin yanına gönderme vakti geldi.

 - David?

 - Millie!

 David?

 Millie, git buradan.

 Kaç, tamam mı?

 Millie!

 Millie, koş!

 Beni buradan götüresin diye indiriyorum seni.

 Tamam.

 Şimdi beni götürür müsün?

 Tamam, seni götüreceğim.

 Seni rahat bırakacağım.

 Senden başkasını sevmedim.

 Beş yaşından beri.

 Hep sana aşıktım.

 Lütfen götür beni.

 Derin bir nefes al.

 Başardım!

 Onları tuzağa düşürdüm.

 Aletleri yok, hapı yuttular!

 Millie!

 - Onu yakaladı!

 - Hayır!

 Millie!

 Vay canına  Hay Allah.

 Bunu beklemiyordum.

 Bilmiyordum.

 Artık bize gelmek zorundalar.

 Şu yangını söndürelim.

 - Nedir o?

 - Ne?

 Ne?

 Ne yapıyorsun?

 Hiç.

 Bovlinge gitmeyi düşünüyordum.

 Ne?

 Roland ordusuyla birlikte orada.

 Oraya dönüp buna bir son vereceğim.

 Ne diyorsun?

Evet, onları Timbuktu'ya uçuracağım.

 Millie orada.

 Evet, o da var, ama  Onu kurtarmalıyım.

 Griffin, orada olması benim suçum, değil mi?

 - Bunu yapamazsın.

 - Ne?

 Onu kurtarmalıyız, değil mi?

 - Onu kurtarmalıyız!

 - Duyuyorum!

 Sağır değilim!

 Seni anlıyorum.

 - Kulağım duyuyor.

 - Pekala.

 Çok yazık doğrusu, ama biliyor musun?

 Bazen fedakarlık yapmamız gerekir.

 Bilirsin.

 Nerede şu patlatıcı?

 - Sen hiç fedakarlık yapmıyorsun.

 - Fedakarlık yaptım.

 Tamam mı?

 Beş yaşındayken.

 Roland evime gelip annemle babamı öldürdü.

 David, David.

 Bu iş çığrından çıkmadan önce konuşalım  Sadece  Buna ne dersin?

 Mesajı iletebiliyor muyum?

 Bunu yapmana izin veremem.

 Bak David, ona bir daha dokunursan seni gebertirim!

 Anladın mı?

 Patlatıcıyı bana ver David!

 Ver şunu!

 Kusura bakma Griffin!

 Geri ver!

 Yapma.

 Yanlış hareket.

 Kahretsin.

Çeçenistan'dan nefret ediyorum!

 Nereye gittin?

 Pekala birader, sanırım sınırlı süre bitti.

 Bildiğimiz elektrik numarası mı?

 İyi hareketti.

 Sağ ol.

 İndir beni de şu işi bitirelim, olur mu?

 Böyle olması gerekmiyordu.

 Orada beş kişiler!

 Tek başına dönersen ölürsün!

 Duydun mu?

 Kazanamazsın!

 İndir beni David!

 Bunu tek başına yaparsan ölürsün!

 Kahraman değilsin David!

 Sen bir Sıçrayansın!

 Biz kızı kurtarmayız!

 Anlamıyor musun?

 Çekil yoldan!

 - İp fırlat!

 - Yakaladım!

 Her zaman sıçrayamazsın David!

Sadece Tanrı'nın böyle bir gücü olmalı.

 Senin değil David.

 David, daha önce söylediklerim için çok özür dilerim.

 Derin bir nefes al.

 David?

 Hey!

 Hey!

 David?

 Hey!

 Hey!

 David!

 - Kahretsin!

 Çok özür dilerim.

 - Neredeyiz?

 Çamaşır makinemin kütüphanede ne işi var?

 David!

 Etkilendim.

 - Burada kal, tamam mı?

 - Ne?

 Banka soyduğun günlerden bu yana epey yol kat etmişsin.

 Farklı olduğumu söylemiştim.

 Seni köpekbalıklarına atabilirdim.

 Merhaba.

 Yardımcı olabilir miyim?

 Mary burada mı?

 Anne?

 - Sen yukarı çıkar mısın canım?

 - Peki.

 Seni bulmak kolay olmadı.

 Buraya gelmemeliydin.

 Demek doğruymuş.

 Sen de onlardansın.

 Evet, doğru.

 İlk sıçradığında beş yaşındaydın.

 İki seçeneğim vardı.

 Seni öldürmek ya da terk etmek.

 Ve terk ettin.

 Seni korumak için.

 Beş yaşındaydım.

 Yapmam gerekeni yaptım.

 Bir gün bile aklımdan çıkmadın.

 Ben Sıçrayanım.

 Sen Paladinsin.

 Doğru.

 Ne olacak şimdi?

 Sana bir şans tanıyacağım oğlum.

 Çünkü seni seviyorum.

 İyi şanslar.

 Selam.

 İyi misin?

 Evet.

 Emin misin?

 Evet, eminim.

 Güzel.

 Donuyorum.

 Sıcak bir yere gidebilir miyiz?

 - Nereye gitmek istersin?

 - Sürpriz olsun.

||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar