Kefaret (2007) Atonement
| |
123 dk
Yönetmen:Joe Wright
Senaryo:Ian McEwan, Christopher Hampton
Ülke: İngiltere, Fransa, ABD
Tür:Dram, Gizem, Romantik
Vizyon Tarihi:26 Ekim 2007 (Türkiye)
Dil:İngilizce, Fransızca
Müzik:Dario Marianelli
Oyuncular
Saoirse Ronan
Ailidh Mackay
Brenda Blethyn
Julia West
James McAvoy
Özet
1935 yılının çok sıcak bir yaz gününde 13 yaşındaki Briony
Tallis, ablası Cecilia (Keira Knightley) ile hizmetçinin oğlu Robbie Turner
(James McAvoy) arasında gelişen küçük bir flört olayına gizlice tanıklık eder.
Ancak büyüklere özgü davranış biçimlerini yeterince kavrayamayan küçük Briony,
gördüğü bu tabloyu Tanrı vergisi edebiyat yeteneğiyle birleştirince hepsinin
yaşamını sonsuza dek değiştirecek bir suç işleyecektir.
“Pride & Prejudice”nin BAFTA ödüllü yönetmeni Joe
Wright, İngiliz edebiyatının bir başka klasiği “Atonement”ten yaptığı
uyarlamada Oscar adayı yıldız Keira Knightley ile bir kez daha işbirliği yaptı.
Filmin başrolünde Knightley’e “The Last King of Scotland” ile BAFTA adaylığı
alan James McAvoy eşlik etti. Senaryosunu “Dangerous Liaisons” ile Oscar ödülü
kazanan Christopher Hampton, Ian McEwan’ın 2002 yılında yayınlanan aynı adlı
kitabından uyarladı.
Çekimleri İngiltere’de gerçekleştirilen filmin öyküsü 60
yıllık bir süreye yayılır. 1935 yılında henüz 13 yaşında acemi / çaylak bir
yazar olan Briony Tallis (Saoirse Ronan) ve ailesi, görkemli malikanelerinde
zengin ve seçkin bir yaşam sürmektedirler. Yılın en sıcak gününde Briony’nin
keskin hayalgücünü ateşleyecek bir gelişme yaşanır. Evin hizmetçisinin eğitimli
oğlu Robbie Turner (James McAvoy), Briony’nin inatçı ve dikbaşlı ablası
Cecilia’ya (Keira Knightley) kur yapmaktadır.
Robbie, Cecilia’nın da benzer duygular hissettiğini
ummaktadır. İkisi arasındaki ilişkinin alev alması için tek bir kıvılcım yeter.
Ancak olaya tanıklık eden küçük Briony’nin de gizliden gizliye Robbie’ye ilgisi
olduğu için öfkeye kapılır ve hayal gücünü çalıştırarak Robbie’yi işlemediği
bir tecavüzden suçlayacak kadar ileri gider. Cecilia ile Robbie artık birbirlerini
sevdiklerini açıklamışlardır ama Robbie tecavüz iddiasıyla tutuklanır.
Mahkemede Briony’nin de yalancı tanıklık yapmasıyla üçünün hayatı sonsuza kadar
değişecektir. Briony sonraki yıllarda çocukken işlediği günah için affedilmenin
yolunu aramaya devam eder. Sonunda müthiş cüretkar hayal gücünün de yardımıyla
günahının kefaretini ödemenin çaresini bularak kalıcı sevginin gücüne eşlik
eden anlayışlılığa ulaşmayı başaracaktır.
Altyazı
KEFARET
SON BRIONY TALLIS'ten
ARABELLA'NIN ÇİLELERİ
- Oyunumu bitirdim.
- Aferin.
Annemi gördün mü?
Herhalde misafir
odasındadır.
Umarım bugün
ayağımızın altında dolanmazsınız, Bayan Briony.
Hazırlamamız gereken
10 kişilik bir akşam yemeği var.
- Dostum, bir oyun
sahneleyecekmişsin.
- Kim söyledi?
Kuşlar.
- Gelip görecek misin?
- Pek emin değilim,
acaba bu Neden okumama izin vermiyorsun?
Bana tüm
hikayelerinin o güzel ciltli kopyalarını yapardın.
- Hepsini sakladım.
- Yine de gelmeni
istiyorum.
- Bakarız.
- Şimdi gitmeliyim.
Anne, sana ihtiyacım
var!
Müthiş.
Bu müthiş, hayatım.
İlk oyunun.
Öyle mi düşünüyorsun?
Sence Leon beğenecek
mi?
Elbette beğenecek.
Briony Tallis'ten Arabella'nın Çileleri.
- Cee.
- Efendim?
Sence başkası olmak
nasıl bir şey olurdu?
Çok daha iyi, diye
umuyorum.
- Oyun hakkında
endişeliyim.
- Eminim ki bir
şaheserdir.
Ama sadece öğleden
sonra prova yapabiliriz.
Ya ikizler
oynayamazsa?
Onlara nazik
davranmalısın.
Acaba senin annen radyoda haberleri okuyan Bay Bilmem Kim ile
kaçsaydı, sen kendini nasıl hissederdin?
Belki de Leon'a bir
hikaye yazmalıydım.
Bir hikaye yazarken
sadece "kale" sözcüğünü söylediğin zaman kuleleri, koruluğu ve aşağıdaki köyü de
gözünde canlandırabilirsin, ama Bir
oyunda, her şey Her şey diğer insanlara
bağlı.
- Cee.
- Efendim?
Neden artık Robbie
ile konuşmuyorsun?
Konuşuyorum.
Sadece farklı
çevrelere kaydık, hepsi bu.
- Bir oyun
hazırlamaya mecbur muyuz?
- Neden mecbur olalım?
- Ağabeyim Leon'un
ziyaretini kutlamak için.
- Oyunlardan nefret
ediyorum.
- Ben de öyle.
- Oyunlardan nasıl
nefret edebilirsiniz?
- Gösterişten başka
bir şey değil.
- Oynamazsan yumruğu
yersin.
- Ve annemlere
söylerim.
- Bizi yumruklamaya
hakkın yok.
Bu evde misafiriz.
Ve annemizle babamız nasıl
olmamız gerektiğini söyledi?
- Ha, Pierrot?
- Uyumlu.
- Jackson?
- Uyumlu.
Uyumlu, doğru.
Ee, Briony, oyununun
konusu ne?
Oyunun konusu,.
.
aşkın her şeyiyle
çok güzel olduğu ama mantıklı olunması gerektiği.
- Herhalde sen
Arabella olacaksın.
- Şart değil.
- O halde, onu ben
oynasam olur mu?
- Lola okul piyesinde
oynamıştı.
Evet de.
Bu aylardır başıma
gelen ilk güzel şey olacak.
Şey, evet, tamam.
Sanırım okuyarak
başlamalıyız.
Sen Arabella
olacaksan, o zaman ben de yönetmen olacağım, çok sağ ol.
Üzgünüm.
Giriş kısmını ben
okuyacağım.
"Giriş.
" "Bu, yabancı bir adamla kaçan ne yapacağı belirsiz Arabella'nın hikayesi.
" "İlk çocuklarının Eastbourne'a gitmek için evinden ayrıldığını görmek ailesini kedere
boğuyor.
" Evet?
- Yok bir şey.
İzleyebileceğimi
düşünmüştüm.
- Ne yazık ki
provalar özel.
Oyunu bu akşam
izleyebilirsin.
- Akşama çalışmak
zorundayım.
- O zaman kusura
bakma, Danny.
- Şimdi yüzmeye
gidebilir miyiz?
- Evet, evet, evet!
- Hayır, bence buna
zaman yok!
- Cecilia izin verir.
Eminim ki yarım
saatlik bir mola hepimize iyi gelir.
Cecilia?
Cecilia!
Cecilia!
Cecilia!
Cecilia, Cecilia.
Lütfen, yüzmeye
gidebilir miyiz, Cecilia?
Evet, neden olmasın?
Su boyunuzu geçmesin
ama!
Bana şu Bolşevik
sigaralarından bir tane sarar mısın?
- Güzel bir gün.
- Herhalde öyledir.
Benim için fazla
sıcak.
- Kitap hoşuna gitti
mi?
- Hayır, pek değil.
Sonradan güzelleşiyor.
Ben her koşulda
Fielding'i tercih ederim.
Çok daha tutkulu.
- Bugün Leon geliyor,
biliyor muydun?
- Öyle bir söylenti
duydum.
Yanında bir
arkadaşını getiriyor.
Paul Marshall,
çikolata milyoneriymiş.
- Çiçekler onun için
mi?
- Neden olmasınlar?
Leon çok yakışıklı
olduğunu söylüyor.
Dün gece benim Peder
aradı.
Senin doktor olmak
istediğini söyledi.
- Öyle düşünüyorum,
evet.
- Altı yıllık
öğrencilik hayatı daha.
- Başka nasıl doktor
olunur ki?
- Öğretim görevlisi
olabilirsin değil mi?
Aldığın dereceyle?
- Öğretmenlik yapmak
istemiyorum.
Babana borcumu geri
ödeyeceğimi söyledim.
Ben kesinlikle bunu
kastetmemiştim.
- Dur sana yardım
edeyim.
- Hayır, böyle
iyiyim, sağ ol.
- Çiçekleri alayım.
Çiçekleri alayım.
- Böyle iyiyim.
Böyle iyiyim.
Seni sersem.
Bunun belki de sahip
olduğumuz en değerli şey olduğunun farkında mısın?
Artık değil.
Dikkat et!
Ben Merhaba, Robbie!
Onu cesaretlendirmeye
gerek yok.
Cee?
Anne?
- Herkes nerede,
Danny?
- Bilmiyorum, efendim.
- Efendim.
- Dilim damağıma
yapıştı.
- Sen içer misin?
- Kesinlikle.
- Viski?
- Lütfen.
- Leon!
- İşte burada.
Seni çok özledim.
Burada tamamen aklımı
kaçırıyordum.
- Bu kardeşim,
Cecilia.
Paul Marshall.
- Hakkında çok fazla
şey duydum.
- Aynı şekilde.
- Onu nereye
yerleştiriyoruz?
Mavi odaya.
Annem yatıyor, yine
migreni tuttu.
Hiç şaşırmadım, bu
sıcakta doğal.
Çocuk odasının
yanındaki büyük oda.
Bizim Peder kasabada
mı kalıyor?
Öyle görünüyor.
Bakanlıkta bir telaş
var.
- Oyunu yapmıyor
muyuz şimdi?
- Hayır.
- Neden?
- Bana sorma.
Burayı sevmiyorum.
Yeni bir marka
çıkarken daima bir sorun yaşanır.
Yeniden pazarlama,
yeniden ambalajlama, yeniden şekillendirme.
Hatta bazı durumlarda
yeniden tatlandırma ya da tamamen yeni bir teknoloji.
Bence temel sorunumuz
yeni Amo Bar'ı piyasaya sürüp sürmemek.
Army Amo.
Anladın mı?
Amo'yu uzatır mısın?
Bakanlık'taki
kaynağım çok güvenilir.
Harrow'da
ayakkabılarını temizlerdim.
Bana bunu standart asker azığına koyma ihtimalimizin yüksek
olduğunu söyledi.
Yani en az üç fabrika
daha açmam gerekecek.
Mecburi askerlik
çıkarsa daha da fazla, ki Herr Hitler geri
adım atmazsa öyle olacak gibi görünüyor.
Bunu yapmayacağı da
gün gibi ortada sence de öyle değil mi?
- Bu pek güzel değil.
- Ezilmiş buz, rom
ve erimiş siyah çikolata ile bir
kokteyl yapıyorum.
Tek kelimeyle müthiş.
- Gelirken kime
rastladık, tahmin et?
- Robbie.
- Ona bu gece bize
katılmasını söyledim.
- Leon, yapamazsın.
Bu Robbie kahya
kadının oğlu, babası 20 yıl önce onları terk etti.
Lisede burs kazandı, Peder
onu Cambridge'e gönderdi.
Cee ile aynı zamanda
gittiler ve üç yıl onunla hemen hemen hiç konuşmadı.
Onu Roedeanlı kız
arkadaşlarının bir mil yakınına yaklaştırmadı.
Sigarası olan var mı?
Bugünlerde ne halt
ediyor bilmiyorum, çiçek tarhlarında oyalanıp duruyor.
İşin aslı, tıp
eğitimi almayı planlıyor.
Peki, Peder buna evet
dedi mi?
Bak, bence gerçekten
kulübeye inip ona gelmemesini söylemelisin.
Neden?
Aranızda bir şey mi
oldu?
Tanrı aşkına.
- Ne zaman eve
gidebiliriz?
- Yakında.
Eve gidemeyiz.
Boşandılar.
- Bunu söylemeye
nasıl cüret edersin?
- Ama doğru!
Bir daha asla bu
kelimeyi kullanmayacaksın!
Anladın mı?
- Şimdi ne yapacağız?
- Ben de hep kendime
bunu soruyorum.
Adım Paul Marshall.
Siz kuzeyden gelen
kuzenler olmalısınız.
- İsimleriniz ne?
- Pierrot.
- Jackson.
- Ne şahane isimler.
- Annemizle babamızı
tanıyor musunuz?
- Gazetede
haberlerini okudum.
- Tam olarak ne
okudunuz?
- Bilirsin işte.
Her zamanki
saçmalıklar.
Bunları çocukların
önünde konuşmazsanız minnettar kalırım.
Annenizle babanız tek
kelimeyle harika insanlar bu gayet
aşikar ve sizi seviyor, sürekli de düşünüyorlar.
Kıyak pantolon.
Bir gösteri izlemeye
gittiğimizde Liberty'den aldım.
- Gösterinin adı neydi?
- Hamlet.
Evet.
"Olmak ya da
olmamak.
" Ayakkabıların hoşuma gitti.
Turl'deki Duckers'tan.
Ayağının şeklini alan
tahta bir şey yapıyorlar.
Sonsuza kadar
kullanabilirsin.
Açlıktan ölüyorum.
Akşam yemeği ne zaman?
Benim ne iş yaptığımı
tahmin edebilirseniz, size bu konuda yardımcı olabilirim.
- Bir çikolata
fabrikan var.
- Bunu herkes biliyor.
O zaman bu bir tahmin
olmadı, değil mi?
İngiliz Ordusu'ndaki
her askerin yol çantasında bunlardan biri olacak.
- Şeker kaplamalı, o
yüzden erimiyor.
- Neden bedava şeker
alıyorlar?
Çünkü ülkeleri için
savaşacaklar.
Babamız savaş
olmayacağını söylüyor.
Babanız yanılıyor.
- Adını Army Amo koyduk.
- Amo, amas, amat.
Pek iyi.
Her şeyin
"o" ile bitmesi çok sıkıcı.
"Polo" ve
"Aero".
- Bir de
"Oxo" ve "Brillo".
- Anlaşılan siz
istemiyorsunuz.
O zaman ben de
ablanıza veririm.
Isır.
Isırman gerek.
Prenses onun amansız kötülüğünün gayet farkındaydı.
Ama bu, kalbinde Sör Romulus'a duyduğu aşkın üstesinden
gelmesini kolaylaştırmıyordu.
Prenses içgüdüsel
olarak kızıl saçlı olana güvenilmeyeceğini
biliyordu.
Genç koruyucusu tekrar tekrar gölün derinliklerine dalıp büyülü kadehi ararken Sör Romulus gür bıyıklarını burdu.
Sör Romulus iki arkadaşıyla kuzeye doğru yol alarak parlak denize daha da yaklaşıyordu.
Tavırları çok kahramanca, sözleri çok yiğitçeydi.
Hiç kimse Sör Romulus Turnbull'un kalbinde gizlenen karanlığı tahmin edemezdi.
Dünyanın en tehlikeli adamıydı.
"Sevgili
Cecilia, hoyrat ve düşüncesiz davranışımdan ötürü özür dilemek için yazmam gerektiğini
düşündüm."
"Tuhaf görünürsem beni affet, ama ben " rüyalarımda
..cığını öpüyorum."
"Tatlı, ıslak ..cığını."
Sevgili Cecilia, bu öğleden sonraki davranışımdan sonra beni deli olarak düşünmeni mazur görürüm.
İşin aslı senin varlığın başımı döndürdü ve beni sersemletti
Cee ve bunun için sıcak havayı
suçlayamam.
"Beni affedecek
misin?
" "Robbie" Çıkıyor musun?
Evet, Leon akşam
yemeğinde onlara katılmamı istedi.
Demek bu yüzden bütün
öğleden sonra gümüş parlattım.
Kaşıkta yüzümü
gördüğümde seni düşüneceğim.
Babana hiç
benzemiyorsun.
Hiçbir açıdan.
Çünkü tamamen sana
aidim.
Geç kalacağım.
Gömleklerin üst katta
asılı.
- Oğlum.
- Efendim?
Yok bir şey.
Briony!
Sen misin?
Sen iyi misin?
Bana bir iyilik
yapabilir misin acaba?
Bunu bir koşu gidip Cee'ye
verebilir misin?
Ben - Kendim verirsem aptal gibi hissedeceğim.
- Tamam.
Briony.
Briony!
…cık!
- Sanırım gözde bekar
denebilecek cinsten.
- Şüphesiz.
Kesinlikle kendisini
çok çekici buluyor gibi görünüyor.
Kulaklarından kıllar
fışkırdığı düşünülürse, bu tuhaf.
Herhalde bir sürü
yaygaracı, mankafa oğullar verirdi.
- Aslında gayet iyi
huylu bir çocuk.
- Herkes hakkında
böyle söylüyorsun.
- Leon!
- Bak sen, benim
küçük kardeşim mi gelmiş!
Sana bir oyun yazdım,
Leon.
Senin için bir oyun
yapmak istedim.
- Arabella'nın Çileleri.
- Hala vakit var.
- Bu gece olması
gerekmiyor.
- Hayır, bu imkansız.
- Briony.
- Bak ne diyeceğim.
Ben taklitte iyiyim sen daha da iyisin, o halde yemekten sonra
yüksek sesle okuruz.
- Briony, bu mektubu
okudun mu?
- Evet, hadi.
Bu harika bir fikir.
- Briony!
- İşte.
Çik-teylim.
Denemeniz için ısrar
ediyorum.
Bir zarfı yok muydu?
İçeri girebilir miyim?
Hayatımın en berbat
gecesini geçirdim.
İkizler bana işkence
ediyor.
Bak.
Ne fena.
Çimdik izleri.
Doğru.
Eve gitmek istiyorlar.
Onları burada benim
tuttuğumu düşünüyorlar.
Lola.
Sana bir şey
söyleyebilir mirim?
Gerçekten korkunç bir
şey.
Evet, tabii.
Aklına gelebilecek en
kötü kelime nedir?
- O bir seks manyağı!
- Evet.
- Cecilia ne yapacak?
- Bilmiyorum.
- Polisi aramalısın.
- Öyle mi
düşünüyorsun?
Gün boyu bunu
düşündüğünü söylemiş.
Tek yapman gereken, onlara
mektubu göstermek.
- Kimseye
söylemeyeceksin, söz mü?
- Söz.
İyi.
Eğer öğrenirse, kim
bilir neler yapar.
Haklısın.
Yüzünü yıkasan iyi
olur.
Benim üzerimi
değiştirmem lazım.
Sağ ol, Briony.
Çok yardımseversin.
Cecilia!
- Bir hataydı.
- Briony okumuş.
Tanrım, çok üzgünüm.
O yanlış versiyondu.
Evet.
- Asla okunmaması
gerekiyordu.
- Öyle.
Okumam gereken
versiyonda ne yazıyordu?
Bilmiyorum.
Daha resmiydi.
Daha az - Anatomik miydi?
- Evet.
Haftalardır bu
duygular içindeyim ama bu sabah çeşmenin başında Daha önce hiç öyle bir şey yapmamıştım.
Sana çok kızgındım,
kendime de öyle.
Tıp okuluna gidersen mutlu
olacağımı düşünmüştüm ama kendimi nasıl
bu kadar az tanıyabilmişim bilmiyorum.
Nasıl bu kadar aptal olabilmişim.
Neden söz ettiğimi
biliyorsun değil mi?
Ben söylemeden de biliyordun.
Neden ağlıyorsun?
Bilmiyor musun?
Evet, kesinlikle
biliyorum.
Robbie.
Cecilia.
Seni seviyorum.
Seni seviyorum.
Biri içeri girdi.
Cecilia!
İnsanlar dışarıda
oturmuş, kaldırımda yemek yiyorlardı.
Aileme göre, sıcak
havalar daima insanı ahlaksızlığa teşvik ederdi.
Yazın en sıcak
vaktinde, kız kardeşim ve benim evden çıkmamız yasaktı.
Köylülerin durup
dururken tahrik olacaklarını düşünürlerdi.
Ne diyorsun, Cee?
Sıcak hava sana da
kötü şeyler yaptırıyor mu?
- Tanrım, yüzün
kızarıyor.
- Burası sıcak, hepsi
bu.
Lola, sil o ruju.
Sen daha çok küçüksün.
Peki ya sen, Briony?
Bugün ne günahlar
işledin?
- Yanlış hiçbir şey
yapmadım.
- Bu yakınlarda
ikizleri gördün mü?
Onları son gördüğümde
pek mutlu görünmüyorlardı, zavallı ufaklıklar.
- Sen ne biliyorsun
ki?
- Briony.
Neden böyle
davranıyorsun?
- Hiç bu kadar
kabalaşmazdın.
- Onlar zavallı
ufaklıklar falan değil.
- Lola'ya
yaptıklarına bir baksana.
- Sen neden söz
ediyorsun?
Jackson ve Pierrot
kolunu çürütmüşler.
Ona çimdik atmışlar.
Ne yazık ki çok haklı.
Onları kızın
üzerinden almak zorunda kaldım.
Savaş yaram da oradan
kalma.
- Bunu ikizler mi
yaptı, Lola?
- Evet, anlaşılan her
şey bir tür güreşe dönüştü.
Yine de zarar yok, değil
mi Lola?
Lütfen gidip şu
oğlanları bulur musun, Briony?
Onlara yemeğin hazır
olduğunu söyle ve sor bakalım, edepleri nerede kalmış?
- Neden benim gitmem
gerekiyor?
- Briony, sana
söyleneni yapacaksın yoksa dosdoğru
odana gidersin.
- Bu bir mektup!
- Onu bana ver!
- Kaçmışlar.
- Kim?
İkizler.
"Kaçacağız,
çünkü Lola bize çok korkunç davranıyor ve eve gitmek istiyoruz.
" - "Ayrıca oyun da oynanmadı.
" - Merak etmeyin.
Birkaç arama ekibi
göndeririz.
Uzağa gitmiş
olamazlar.
Cee, sen benimle gel.
Pierrot!
Jackson!
Çocuklar!
Jackson!
Pierrot!
Lola?
İyi misin?
Üzgünüm.
Ben Üzgünüm.
Kimdi o?
Onu gördüm.
Onu gördüm.
- Oydu, değil mi?
- Evet, oydu.
Lola, kimdi?
Robbie'ydi, değil mi?
Robbie?
- Onu gördün mü?
- Dediğin gibi, o bir
seks manyağı.
Ve akşam yemeğinden
önce ne olduğunu bilmiyorsun bile.
Onu kütüphanede kız
kardeşime saldırırken yakaladım.
Ben gelmeseydim neler
yapardı, bilmiyorum.
- Gerçekten onu
gördün mü?
- Elbette gördüm.
Gün gibi ortadaydı.
Beni yere itti.
Sonra elleriyle
gözlerimi kapattı.
- Ben gerçekten Ben hiç
- Dinle.
Onu doğduğumdan beri tanıyorum ve gördüğüm oydu.
Çünkü ben eminim
diyemem.
Ben diyebilirim.
Ve diyeceğim de.
Polisi ara.
Bir de doktora
ihtiyacı olacak.
- Geçti, canım.
Şimdi hepsi geçti.
- Robbie dönmedi mi?
Onu görmedim.
Kimin yaptığını
biliyorum.
- Onu gördün yani?
- Evet, onu gördüm.
- Beni gördüğün gibi
mi?
- O olduğunu
biliyorum.
O olduğunu biliyor
musun?
Yoksa onu gördün mü?
- Evet, onu gördüm.
- Kendi gözlerinle mi?
Evet.
Onu gördüm, onu kendi
gözlerimle gördüm.
Aferin sana, hayatım.
Ağabeyim ve ben ikisini
gölün yanında bulduk.
Başka kimseyi
görmediniz mi?
Ben Briony'nin size
söylediği her şeye inanmıyorum.
Çok hayalperesttir.
Onlar aramaya
gittiğinde ben de babamın yanına çıktım.
- Cidden öyle.
- Neden peki?
Ona olanları anlatmak
için.
- Açmamam gerektiğini
biliyorum.
- Evet, açmamalıydın.
Ama en azından şimdi
doğru olanı yaptın.
Efendim, biri geliyor.
- Yatma vaktin geldi.
- Ama Hemen.
Cecilia!
Sizi yalancılar!
Sizi yalancılar!
Yalancılar!
Yalancılar!
KUZEY FRANSA 4 YIL
SONRA
Ona dedim ki, "İstersen sen burada oyalanıp beyninin havaya uçmasını bekleyebilirsin.
" "Ben gidiyorum.
"- İyi akşamlar efendim.
İyi akşamlar?
- Bırak ben yapayım.
Ne istiyormuş?
- Bize bir şey
getirdiğini söylüyor.
- Siktir!
Dur!
Sizin için yemeğim
var.
Ekmek, şeker Ve şarap!
Burada ne arıyorsun?
Geri çekilme
başladığında, panzerler saldırdı ve
birliğimden koparıldım.
Yani doğru,
İngilizler geri çekiliyor.
Güneş doğmadan
gideriz.
Onca yıl savaştık, onca
kişiyi kaybettik şimdi Almanlar yine
Fransa'da.
Geri dönüp onları dışarı atacağız.
Söz veriyorum.
İyi şanslar.
Hadi, o zaman.
Senin gibi, Fransızca
falan konuşan üst sınıf biri, nasıl oldu da er oldu?
Doğrudan hapisten
katılınca subay eğitimine seçilemiyorsun.
- Kafa buluyorsun
herhalde.
- Hayır, kafa
bulmuyorum.
Bana bir seçenek
verdiler.
Ya hapiste kal ya
orduya katıl.
Ve bu arada, olabileceğim
en son şey üst sınıftır.
6 AY ÖNCE
Üzgünüm, geciktim, kayboldum da.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Oturalım mı?
- Evet, elbette.
- Üzgünüm, unuttum,
kaç şekerli
- İki.
Sağ ol.
Nerede yaşıyorsun?
Balham'da ufak bir
dairede.
Berbat bir yer.
- Ev sahibesi kaba ve
işgüzar bir kadın.
- Hiç değişmemişsin.
- Üniforma dışında,
tabii.
- Evet, üzgünüm.
Yarım saat içinde hastaneye dönmem gerek.
- Aman Tanrım, bu
- Üzgünüm.
- Hayır.
Ailenle görüşüyor
musun?
Hayır, sana
görüşmeyeceğimi söylemiştim.
Geçen hafta Leon
hastanenin önünde bekliyordu.
Önünden geçip gittim.
Cee, bana hiçbir şey
borçlu değilsin.
Robbie, mektuplarımı
okumadın mı?
Seni ziyaret etme
iznim olsaydı, bana her gün izin verselerdi
her gün orada olurdum.
- Evet, ama Aramızdakiler sadece üç buçuk yıl önce bir
kütüphanede geçirdiğimiz birkaç saniyeden
ibaretse, o zaman acaba,.
- Bilmiyorum, eğer -
Robbie, bana bak.
Bana bak.
Geri dön.
Bana geri dön.
Çok sevgili Cecilia.
Çok sevgili Cecilia.
Cecilia.
Bir arkadaşımın deniz
kıyısında küçük bir kulübesi var.
Senin bir sonraki
izninde onu ödünç alabileceğimizi söyledi.
Maviye boyalı pencere
pervazları ile beyaz kaplama tahtaları var.
- Keşke bu otobüs hiç
gelmese.
- Şunu al.
Uzaktayken hayalini
kurabileceğin bir şey.
Seni seviyorum.
Fakirin biri uçaktan
düşen bir paketi yakalayacak.
Sevgilim.
Briony her nasılsa
adresimi bulmuş ve bana bir mektup göndermiş.
İlk sürpriz Cambridge'e gitmemiş olmasıydı.
Eski hastanemde hemşirelik eğitimi alıyormuş.
Bunu bir tür günah çıkartma olarak yapıyor olabilir.
Yaptığı şeyi ve nelere mal olduğunu iyice anlamaya
başladığını söylüyor.
Gelip benimle konuşmak istiyormuş.
Seni seviyorum.
Seni bekleyeceğim.
Geri dön.
644.5841, Er Turner "A"
Bölüğü, 1.Tabur.
Bana geri dön.
Royal Sussex Alayı, B.
E. F. Fransa.
Geri dön.
Bana geri dön.
Geri dön.
Bana geri dön.
Nereye gidiyoruz,
patron?
Şu çizmelerden
iğreniyorum!
O lanet Almanların
tümünden bile daha çok nefret ediyorum!
Çoraplarınla
İngiltere'ye dönmek bir hayli zor olur.
Hadi, dostum,
giyinmelisin.
- Düşersem, beni
kurtarır mıydın?
- Elbette.
Briony!
Sağ ol.
Sağ ol!
Sağ ol, sağ ol!
Bunu yapman inanılmaz
aptalcaydı.
- Beni kurtarmanı
istedim.
- Ne kadar kolay boğulabileceğini biliyor musun sen?
- Beni kurtardın.
- Aptal çocuk!
İkimizi de
öldürebilirdin.
Espri anlayışın bu mu
senin?
Hayatımı kurtardığın
için sana teşekkür etmek istiyorum.
Sana sonsuza dek
minnettar kalacağım.
Hikaye kaldığı yerden devam edebilir.
Hikayemiz kaldığı yerden devam edebilir.
Ben devam edeceğim
işte.
Alman, gel de lanet
Güney Sahilinde bizimle şansını bir dene.
Ya da daha iyisi,
Trafalgar Meydanı'nda.
Orada kimse o lanet
dili konuşmaz.
"Bisküviyi
uzatsana" ya da "El bombam nerede?" diyemezsin.
Sadece omuz silkerler.
Çünkü bizden de nefret
ediyorlar.
Mesele bu.
Fransa'da savaşırız, Fransızlar
bizden nefret eder.
Beni İçişleri Bakanı
yapsınlar, bir dakikada bunu çözerim.
Hindistan'ı ve
Afrika'yı aldık, değil mi?
Almanlar da
Fransa'yı, Belçika'yı, başka nereyi isterlerse alabilirler.
Polonya'ya giden var
mı?
Bütün mesele yer,
imparatorluk.
Büyük bir
imparatorluk istiyorlar.
Onlara bu bok
çukurunu verelim bizimki bizde kalsın her
şey güllük gülistanlık olsun.
Şunu bir düşünün.
Çok sevgili Cecilia.
Hikaye kaldığı yerden
devam edebilir.
O akşam yürüyüşünde planladığım hani.
Ben yine, bir zamanlar alacakaranlıkta en güzel takım
elbisemle hayatın vaat ettikleriyle
kasılarak Surrey parkını geçen o adam olabilirim.
Kütüphanede saf bir tutkuyla seninle sevişen o adam.
Hikaye kaldığı yerden devam edebilir.
Geri döneceğim seni
bulacağım, seveceğim seninle evleneceğim.
Ve başımı önüme
eğmeden yaşayacağım.
Denizin kokusu
duyuluyor.
Yeme beni.
- İncil'den fırlamış
bir şey gibi.
- Yüce İsa.
Hadi, bu pisliği
temizlemek için herkesi toplayın.
Biz yeni geldik,
efendim.
Bize ne yapmamız gerektiğini
söyleyebilir misiniz?
- Hiçbir şey.
Bekleyin.
- Gemiler nerede?
Birkaç tanesi dün
geldi, Luftwaffe hepsini yok etti.
Lancastria'yı batırdıklarında 3.000 adam kaybettik.
Başkomutan, sonsuz
zekasıyla, hava koruması almamızı reddediyor.
Rezalet, korkunç bir
facia.
Hayır, bakın, mesele
şu ki, dönmemi bekliyorlar.
Bu sahilde 300.000'i
aşkın adam var, Er. Sıranı beklemek zorundasın.
Yaralanmadığına
şükret.
Yaralıları geride
bırakma emri aldım.
Hayır, hayır, bırak!
Bir denizciye karada asla
güvenme.
Bulaşmasan iyi olur.
Bu doğru değil.
Tanrım.
Beni duyabiliyor
musunuz, beyler?
Eve dönüyorum!
Ruhlarımızdan sıkıntıyı ve gerilimi al.
Ve izin ver itiraf edelim düzenli hayatlarımızda
Barışının güzelliğini
Barışının güzelliğini
Arzularımızın sıcaklığı içinde senin serinliğin ve güzel kokun eser.
Hisler uyuşsun, etler çekilsin bir yana
Depremle, rüzgarla ve ateşle konuş
Ey, sükunetin durgun, küçük sesi Patron.
İçecek bir şey
bulmalıyım.
İhtiyacın var.
Rengin griye dönmüş.
Baştan aşağı griye
dönmüş, görebiliyor musun?
İşte.
Hadi.
Şu an tek istediğim
bir fincan çay.
Ne halt ediyorsun?
Eve dönüyorum!
Laddie, eve dönüyorum!
Salla hepsini!
Salla hepsini!
Uzununu, kısasını,
hepsini
Salla tüm çavuşları ve gedikli subayları Salla bütün
askerleri ve onların piç oğullarını
Çünkü hepsine elveda diyoruz koğuşlarına doğru sürünürlerken
Okyanusun bu yanında almazsın hiçbir terfi
O yüzden bakın keyfinize, dostlarım
Sallayın hepsini!
Mike!
Mike!
Dur, patron.
Burada bekle.
Neden oturmuyorsun?
Burası çok sıcak.
Çizmelerini çıkar.
Geri dönmeliyim.
Ona söz verdim.
İşleri yoluna
koyacağıma dair.
Ve beni seviyor.
Beni bekliyor.
Bekle, bekle, bekle.
Hey, çizmelerine ne
yaptın?
- Kendini iyi
hissettiğine emin misin?
- Daha iyi olmamıştım.
Sahil akşam yemeği için
iyi yer mi merak ediyorum doğrusu.
- Emin değilim,
tanımıyorum.
- Bilmiyorum.
- Burası iyidir,
aşağısı.
- Hayır.
- Hayır, hayır, daha
ötede.
- Ne?
O bildiğim yer,
maviye boyalı pencere pervazları ile beyaz
kaplama tahtaları olan eski bir kulübe.
Evet.
Tabii ya, oraya
gidiyoruz.
- Buraya yakın.
- Oradayız.
İşte bu.
Geldik, patron.
Burada.
Yok bir şey, patron.
Tamam.
Başını eğ.
Başını eğ.
İşte.
Burada yat.
Isın.
Biraz bundan çiğne.
Ama sessiz ol, yoksa
hepsi biraz ister.
Biraz uyumaya çalış.
Seni bulacağım.
Seni seviyorum.
Seninle evleneceğim.
Ve başımı önüme eğmeden yaşayacağım.
Seni seviyorum.
Geri dön.
Bana geri dön.
- Biraz fazla gürültü
çıkardın, patron.
- Ne?
- Ne gürültüsü?
- Bağırıp duruyorsun.
- Çocuklardan bazıları
biraz rahatsız oldu.
- Ne?
- Tanrım.
Kötü görünüyorsun.
- İşin aslı, burada
kalmaya karar verdim.
Biriyle buluşacağım ve
onu hep bekletiyorum.
Şimdi dinle.
Dinle beni, patron.
Demin su dökmeye
çıktım.
Bil bakalım ne gördüm!
Sahilde gruplara ayrılıyorlar.
Gemiler geri döndü ve
Buffs'tan bir herif saat 7:00'de bizi götürecek.
Gidiyoruz.
Eve doğru yola
çıkıyoruz, dostum.
O yüzden biraz daha
uyu ve artık o korkunç bağırmalarını bırak.
- Tamam mı?
- Tek kelime
etmeyeceğim.
Beni 7:00'den önce uyandır,
tamam mı?
Çok teşekkür ederim.
Benden tek kelime
daha duymayacaksın.
Söz veriyorum.
LONDRA 3 HAFTA ÖNCE
Yatak tekerlekleri düz ve içeri dönük olmalı.
Dün öyle olmayan üç
tanesine rastladım.
Yapan kendini bilir.
Bugün battaniyeleri
toplamaktan kim sorumluydu?
- Ben, Efendim.
- Herhalde bize neyi
yanlış yaptığını söyleyemezsin?
- Hayır, Efendim.
Etiketler içeri doğru
kıvrılmıştı değil mi?
- Evet, Efendim.
- Onları tekrar yap.
Hemşire Tallis,
ofisimde görüşelim.
Geri kalanlarınız
serbest.
- Bu iş senin için
hiç önemli mi, Tallis?
- Çok önemli, efendim.
Dün erkek cerrahisine
geçici olarak atandın.
Hastan anesteziden
çıkar çıkmaz, ilk yaptığı şey Briony'i
sormak oldu.
Briony kim acaba?
- Benim, Efendim.
- Briony diye biri
yok.
Sen Tallis'sin.
Hemşire Tallis.
Anlaşıldı mı?
Evet, Efendim.
Briony diye biri yok.
Burası BBC Vatan Servisi.
Şimdi haberler.
BEF, Fransız müttefikleriyle birlikte Batı Cephesi'nin kuzey
bölgesinde umutsuz bir mücadele veriyor.
Müttefik Kuvvetler bütünlüklerini yitirmedi ve moralleri
yüksek.
İngiliz Hava Kuvvetleri yetkisindeki tüm desteği, kuzey doğu
Fransa ve Belçika'daki Müttefik
ordularına vermeye devam ediyor.
Demiryolları yollar, köprüler ve düşman askerleri devamlı
saldırıya maruz kalıyor.
Dün Sağ ol.
Makas işini asla sol
elimle yapamazdım.
Bunu benim için hep
annem yapardı.
İşte, bitti.
Lanet olsun!
İyi geceler, Ponty.
İyi geceler, Tallis.
Panik yapma!
Benim.
Fiona, neredeyse ödüm
kopacaktı.
Demek ışıklar
kapandığında tüyüp geldiğin yer burası.
Ben de fırtınalı bir
aşkın ortasında olabileceğini düşünmüştüm.
Burada donmuyor musun?
Londra'yı seviyorum.
Sence tüm bunlar
bombalanıp öylece yok mu olacak?
Hayır.
Bilmiyorum.
Bayan Brummond
hakkında yazıyor musun?
- Benim hakkımda yazıyor
musun?
- Bazen.
- Bakabilir miyim?
- Bakmamanı tercih
ederim.
Özel.
Briony Tallis'ten Bir
Çeşme Başında İki Kişi Kimseye okutmayacaksan hikaye yazmanın bir anlamı yok
bence.
- Henüz hazır değil.
Bitmedi.
- Konusu ne?
- Karmaşık.
- Öyle mi?
Bu Genç bir kız hakkında, genç ve aptal bir kız.
Yatak odası
penceresinden anlamadığı bir şey
görüyor, ama anladığını sanıyor.
Muhtemelen bunu hiç
bitirmeyeceğim.
Şu haline bak Tallis,
ne kadar gizemlisin.
Ben hiç gizemli
olmadım.
- Bu gece neye karar
verdim, biliyor musun?
- Neye?
Kraliyet
Donanması'nda bulunmamış bir adamla asla evlenemem.
İşte.
Cecilia Tallis.
Sanırım bu onun
adresi.
Teşekkür ederim.
Sevgili Cecilia.
Lütfen bunu okumadan
atma.
Mektup kağıdından da görebileceğin gibi ben St.
Thomas'tayım ve hemşirelik eğitimi görüyorum.
Cambridge'e yazılmamaya karar verdim.
Aman Tanrım.
Kendimi faydalı kılmaya karar verdim.
Yararlı bir şey
yapmaya.
Gazetede Ordu'nun
stratejik geri çekilmeler yaptığı yazıyor.
Evet, onu gördüm.
Bu zorunlu geri
çekilmenin daha yumuşak ifadesi.
Ne kadar çalışırsam çalışayım, saatler ne kadar uzun olursa
olsun yapmış olduğum şeyden ve onun mal olduklarından kaçamıyorum.
Yaptığım şeyin büyüklüğünü yeni yeni kavramaya başlıyorum.
Cee, lütfen bana yaz ve buluşabileceğimizi söyle.
Kardeşin, Briony.
- Ee, var mı?
- Ne var mı?
Fransa'da gizli bir
nişanlın.
Herkes öyle düşünüyor.
Hayır, elbette yok.
Onun bir daha dönüp
dönmeyeceğini bilmediğini düşünsene.
Ben hiç aşık olmadım.
Ne?
Hiç mi?
Hoşlanma bile mi
olmadı?
Bir keresinde
birinden hoşlanmıştım.
10 ya da 11
yaşlarındayken.
Beni boğulmaktan
kurtarıp kurtarmayacağını görmek için nehre atlamıştım.
- Dalga geçiyorsun.
- Hayır.
Ve beni kurtarmıştı.
Ama ona onu sevdiğimi
söyler söylemez o his yok oluverdi.
Bir şey oldu.
Dışarı, çabuk.
Robbie.
Affedersiniz.
Hemşire Tallis, siz
biraz Fransızca konuşuyordunuz, yanlış hatırlamıyorsam.
Sadece okul
Fransızcam var, Efendim.
13. Yatak'ta bir
asker var.
Gidip bir dakika
yanına otur.
Elini tut.
Gidebilirsin.
Nihayet buradasın.
Beni baş hemşire
gönderdi biraz sohbet etmek için.
Ablanı hatırlıyorum.
Her zaman çok hoş
biriydi.
Şimdi ne yapıyor?
O da bir hemşire.
Aşık olduğu o adamla
nihayet evlendi mi?
Adını unuttum.
Robbie mi?
Umarım yakında
evlenir.
Robbie.
Evet, doğru Peki ya
sen?
Senin adın ne?
Luc.
Luc Cornet.
Senin?
Tallis.
Tallis.
Çok güzel.
Seni şimdi
hatırlıyorum.
İngiliz kız.
Millau'ya ilk
ziyaretini hatırlıyor musun?
Babamla birlikte
fırında çalışıyordum.
Aksanını duymuştum.
Bana küçük bir iyilik
yapabilir misin Tallis?
Bu bandajlar çok sıkı onları biraz gevşetir misin, lütfen?
Elbette.
Küçük kardeşim Anne'i
hatırlıyor musun?
Hala o küçük Debussy
oyununu oynuyor hatırlıyor musun?
Oynarken çok ciddi
görünüyor.
Peki ayçöreklerimiz?
Onlar hakkında ne
düşündün?
Millau'nun en
lezzetlileriydi.
Evet.
Tereyağının
kalitesinden kaynaklanıyor.
Evet.
O yüzden mi her gün
geliyordun?
Çünkü biliyorsun annem seni çok seviyor ve ona göre
yazın evlenmeliyiz.
Öyle mi?
Evet.
Umarım böyle daha
rahattır.
Beni seviyor musun?
Evet.
Biraz kalabilir misin?
Korkuyorum.
- Tallis.
- Briony.
Benim adım Briony.
Ayağa kalk, Hemşire
Tallis.
Şimdi git ve
yüzündeki kanı temizle.
Donanma, sonsuz minnetimizi kazandı.
Ordu yenilmiyor.
Cesaretleri onları yenilemez kıldı, ruhları boyun eğmedi.
Bu Dunkirk destanı.
Savaşlar tarihinde ebediyen yaşayacak bir isim.
KORUMA
BÖLGESİNDEKapsamlı bir gezi sırasında Kraliçe Elizabeth kuzey İngiltere'deki bir çikolata fabrikasını
ziyaret ederken görülüyor.
Şekerleme fabrikası patronu ve İngiliz Donanması'nın dostu Bay Paul Marshall, yakında evleneceği güzel
nişanlısı Bayan Lola Quincey ile.
Kraliçe'ye Army Amo fabrikasını gezdirdi.
Ne kadar da imrenilesi bir çiftler.
Amo'yu üretmeye devam.
Çocuklarımız
şekerleri sever.
İkinci olarak, günahı
telafi etmek ve zinayı önlemek için nefsine
hakim olma yetisi gelişmemiş böyle insanlar
evlenerek kendilerini İsa'nın bedeninin lekelenmemiş parçaları olarak
tutabilirler.
Üçüncü olarak, buyurulmuştur
ki karşılıklı fayda, yardım ve rahatlık için
kişi bir diğerine sahip olmalıdır.
Onu gördüm.
Bu yüzden, onların
kanunen birlikte olamayacaklarına dair herhangi
bir sebep gösterebilecek biri varsa O
olduğunu biliyorum.
ya şimdi konuşsun ya
da sonsuza dek sussun.
Onu gördüm.
Onu kendi gözlerimle
gördüm.
Bırakın hemşire
geçsin.
Bugün şehir dışına
tahliye ediliyorlar.
Daha önce hiç Londra
dışına çıkmadılar.
Umarım iyi bir aile
bulurlar.
Bu çocuklarla
başlarına nasıl bir dert aldıklarından haberleri yok.
Hadi.
Bayan Tallis'i
arıyorum.
Cecilia Tallis.
İçeride mi?
Tallis!
Kapı!
Yazmayı denedim.
Cevap vermedin.
Seninle konuşmam
gerek.
- Şimdi koğuş
hemşiresisin yani?
- Evet.
Sağ ol.
Bir hakim önüne çıkıp
ifademi değiştirmek istiyorum, Cee.
Bana öyle hitap etme.
Lütfen bana öyle
hitap etme.
Yaptığım şeyin
korkunç olduğunu biliyorum.
Senden beni affetmeni
beklemiyorum.
Merak etme,
etmeyeceğim.
Sen güvenilmez bir
tanıksın.
Davayı asla yeniden
açmazlar.
En azından diğer herkese
yaptığım şeyi anlatabilirim.
Eve gidip anneme,
babama ve Leon'a olan biteni anlat - O
halde seni durduran ne?
- Önce seni görmek
istedim.
Artık bu konu
hakkında bir şey duymak istemiyorum.
Bu tatsızlık tamamen
geçmişte kaldı, çok teşekkür ederim.
Ama Geç kalacağım.
Gitsem iyi olur.
Affedersiniz.
Çok derin uyuyor.
- O burada ne arıyor?
- Benimle konuşmak
istedi.
Öyle mi, ne hakkında?
Yaptığım korkunç şey
hakkında.
Robbie.
Sevgilim.
Sana oldukça dürüst
davranacağım.
Burada boynunu kırmakla
seni merdivenlerden aşağı atmak arasında kararsızım.
Aman Tanrım.
Hapishanenin nasıl
bir yer olduğuna dair hiçbir fikrin var mı?
Elbette yok.
Söyle bana, beni
içeride düşünmek sana zevk verdi mi?
- Hayır.
- Ama bunun için bir
şey de yapmadın.
- Yapmadım.
- Kuzenine
saldırdığımı düşünüyor musun?
- Hayır.
- O zaman öyle
düşünmüş müydün?
Evet.
Ama hem evet hem
hayır.
- Peki şimdi nasıl bu
kadar emin oldun?
- Büyüdüm.
- Büyüdün mü?
- 13 yaşındaydım.
Doğruyla yanlış
arasındaki farkı bilmen için kaç yaşında olman gerekiyor?
Şimdi nesin, 18 mi?
Bir yalanı kabul
etmek için 18 yaşına mı gelmen gerekiyordu?
18 yaşında askerler
var, yolun kenarında ölüme terk edilecek kadar büyükler bunu biliyor muydun?
- Evet.
Beş yıl önce, doğruyu
söylemek hiç umurunda olmadı.
Sen, tüm ailen, tüm
tahsilime rağmen böyle düşündünüz sizin
gözünüzde yine de bir uşaktım.
Yine de güvenilmezdim!
Sayende hepsi bir
araya toplanıp beni kurtlar sofrasına attılar!
- Robbie!
Bana bak, bana bak.
- Yapma!
Geri dön.
Geri dön.
Bana geri dön.
Briony.
Fazla zaman yok.
Robbie'nin 6:00'da
görev başında olması gerek ve yetişeceği bir tren var.
O yüzden otur.
Bizim için yapacağın
bazı şeyler var.
En yakın zamanda annenle
babanın yanına gidip verdiğin ifadenin sahte
olduğuna inanmaları için onlara
bilmeleri gereken ne varsa anlatacaksın.
Bir avukatla
görüşeceksin, ifade vereceksin imzalatacaksın,
tanıklık ettireceksin, ve kopyalarını göndereceksin.
Anlaşıldı mı?
Evet.
Bana detaylı bir
mektup yazacak, beni gölün kenarında gördüğünü
söyleyene kadar geçen her şeyi bir bir açıklayacaksın.
Danny Hardman'ın o
gece ne yaptığına dair hatırlayabildiğin ne varsa eklemeye çalış.
- Hardman mı?
- Evet.
Danny Hardman değildi.
Leon'un arkadaşı,
Marshall'dı.
Sana inanmıyorum.
Lola ile evlendi.
Düğünlerinden
geliyorum.
Lola artık onun
aleyhine tanıklık edemez.
Kurtuldu.
Sebep olduğum büyük
acı için çok ama çok özür dilerim.
Çok ama çok özür
dilerim.
Sadece senden
istediğimizi yap.
Hepsini bir yere yaz,
sadece gerçeği.
Kafiye, süsleme,
sıfat kullanmadan.
Sonra da bizi rahat
bırak.
Yapacağım, söz.
Üzgünüm.
Bir saniye durabilir
miyiz?
Elbette.
Bir sorun mu var?
Sadece birkaç dakika yalnız kalmak istiyorum.
Birkaç dakika yalnız.
Briony Tallis, yeni ve yirmi birinci romanınızın adı
Atonement.
Bu Briony?
Üzgünüm.
Bir saniye durabilir
miyiz?
Briony Tallis, şimdi yeni romanınız Atonement hakkında
konuşmak istiyorum.
Birkaç gün içinde
çıkıyor ve çıkışı doğum gününüze rastlıyor.
- Bu sizin yirmi
birinci romanınız.
- Bu son romanım.
Sahi mi?
Emekli mi oluyorsunuz?
Ölüyorum.
Doktorum bende
vasküler demans denen bir şey olduğunu söyledi.
Yani bilincin sürekli
bir dizi küçük felç geçirmesi.
Beyniniz işlevini
yitiriyor, yavaş yavaş kelimeleri ve hafızanızı yitiriyorsunuz ki bu bir yazar için hayatın özüdür.
O yüzden nihayet bu
kitabı yazabildim, sanırım.
Buna mecburdum.
İşte bu yüzden bu
benim son romanım.
İlginçtir ki buna ilk romanım demek de hiç yanlış
olmayacaktır.
Savaş sırasında St.
Thomas Hastanesi'nde geçen
dönemimde birçok taslak yazmıştım.
Onu asla yazmak
istediğim gibi yazamadım.
Romanın otobiyografik
olmasından ötürü değil mi?
Evet, kesinlikle.
Kendiminki de dahil hiçbir
ismi değiştirmedim.
Sorun bu muydu?
Hayır.
Uzun zamandır gerçeği
tüm çıplaklığıyla anlatmaya kararlıydım.
Kafiye, süsleme
kullanmadan.
Ve bence Kitabı okudunuz, nedenini anlarsınız.
Bizzat tanıklık
etmediğim tüm olayları birinci elden öğrendim.
Hapisteki koşulları, Dunkirk'e
yapılan tahliyeyi, her şeyi.
Ama tüm bu
dürüstlüğün etkisi oldukça acımasızdı.
Artık onun ne amaca hizmet
ettiğini bile tahayyül edemiyordum.
Neyin?
Pardon.
Dürüstlüğün mü?
Dürüstlüğün.
Ya da gerçeğin.
Çünkü aslında Haziran, 1940'ta ablamı görmeye gidemeyecek
kadar korkaktım.
Balham'a o ziyareti hiç yapmadım.
Hapishanenin nasıl bir yer olduğuna dair hiçbir fikrin var
mı?
Yani onlara itirafta bulunduğum sahne hayal ürünü.
Çok derin uyuyor.
Uydurma.
Doğruyla yanlış arasındaki farkı bilmen için kaç yaşında
olman gerekiyor?
Ve aslında, bu hiç gerçekleşemezdi.
Çünkü Robbie Turner, 1
Haziran 1940'ta tahliyenin son gününde Bray-Dunes'ta septisemiden öldü.
Elveda, dostum.
Ablam Cecilia ile aramı asla düzeltemedim çünkü Balham metrosunun üzerindeki gaz ve su
borularını tahrip eden bir bomba
yüzünden 15 Ekim 1940'ta öldü.
Yani Ablam ve Robbie, uzun zamandır özlemini
çektikleri ve hak ettikleri zamanı
birlikte geçiremediler.
Ve o zamandan beri O zamandan beri kendimi hep engellenmiş
hissettim.
Ama öyle bir sondan bir okuyucu nasıl bir umut veya keyif hissi
alabilirdi?
Yani, kitapta, Robbie
ve Cecilia'ya, hayatta kaybettikleri şansı vermek istedim.
Bunu bir zayıflık ya
da üzerimdeki yükten kurtulma değil de son
bir iyilik olarak düşünmek istiyorum.
Onlara mutluluklarını
verdim.
||
Önceki Yazı
« Prev Post
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »
Next Post »