Print Friendly and PDF

Translate

Doğaüstü (2012) Chronicle

|


84 dk
Yönetmen:Josh Trank
Senaryo:Max Landis, Josh Trank
Ülke:ABD
Tür:Dram, Bilim-Kurgu, Gerilim
Vizyon Tarihi:28 Ocak 2012 (Fransa)
Dil:İngilizce
Web Sitesi:Resmi Facebook Sayfası
Bütçe:$12,000,000 / Hasılat: $126,775,175
Çekim Yeri:Cape Town, Western Cape, Güney Afrika
Kelimeler:lise, keşif, lise öğrencisi, devamı...
Oyuncular
Dane DeHaan
Alex Russell
Michael B. Jordan
Ashley Hinshaw
Özet
Dane Dehaan, Alex Russell, Michael B. Jordan ve Michael Kelly'nin rol aldığı ''Doğaüstü'' filminin (Chronicle) yönetmenliğini alışılmışın dışında bir tarza sahip Josh Trank üstlendi.
Zengin soundtrack'iyle de ilgi çeken filmde, gizemli bir şekilde süper güç sahibi olan 3 yakın arkadaşın hikayesi anlatılıyor.
Bir süre sonra kişisel problemler nedeniyle araları bozulan arkadaşlar, başlangıçta güçlerinin kendilerine kazandırdığı güvenle tehlikeyi eğlence haline getirirken, sonunda güçlerini birbirlerine çeviriyor
Altyazı
- Ne istiyorsun?
 - Bu kapı neden kilitli, Andrew?
 Okula gitmeye hazırlanıyorum.
 Aç şu kapıyı, Andrew! - Beni dinle.
  - Hayır.
  Sen sarhoşsun.
 Neyim?
 Ne dedin?
 Kapıyı aç dedim sana! Andrew! Baba saat sabahın 7:30'u ve sen sarhoşsun.
  - Bana sarhoşsun deme, pislik! - Değil misin?
 Ne yapıyorsun burada?
 Bunu filme çekiyorum.
 - Ne?
 - Kendime bir kamera aldım ve şu andan itibaren her şeyi çekiyorum.
  Anne?
 Anne.
  Selam.
  Benim için yeni kamerama merhaba de.
  - İzleyiciler kim peki?
 - Birkaç milyon kişi evinde izleyecek o kadar.
  - Kötü görünüyor muyum?
 - Hayır, anne.
  Harika görünüyorsun.
  - Bu çok güzel bir kamera.
  - Sağ ol, anne.
  Ee, kamera ne iş?
 Bilmiyorum ki.
  Olan biteni çekiyorum.
  - Her şeyi çekiyorum.
  - Öyle mi?
 - Evet.
  - Peki.
 Neden herkes bu kadar takıntılı?
 Para bize mutluluk satın alamıyor Hepimiz yavaşlayabilir ve şu anın tadını çıkarmalıyız Herkes soluna baksın Herkes sağına baksın Tanrım, lütfen kes şunu! Mesele para değil Mesele para değil Biz dünyayı dans ettirmek istiyoruz Fiyat etiketini unutun Hiç Arthur Schopenhauer okudun mu?
 Hayır.
  Arthur Schopenhauer ne?
 Bir filozof, şu an onun bir kitabını okuyorum.
  - Okul için mi?
 - Yok, hayır.
  Temelde insanların kendilerini   saf iradeli varlıklar olarak tanıması gerektiğini anlatıyor.
  Yani tüm duygusal ve fiziksel arzular hiç karşılanmamalı.
  Yaşamayı bırakmalısın diyorsun yani.
  Aynen.
  - Hadi, dostum! - Tanrım.
  - Sonra görüşürüz.
  - Tamamdır, görüşürüz.
  Öğrenme zamanı! Çekil yoldan! - Sen girmiyor musun?
 - Biraz geç gireceğim, tamam mı?
 - Ama ilk derse geç kalacaksın.
  - Evet.
  Saat yediden sonra seni alırım.
  Burası benim okulum.
  Sanırım.
  Oldu! Hey, sen! Başkanlık için Steve oy ver.
  - Steve'e oy ver.
  - Tamam, anladım.
  Burada da yemeğimi yiyorum.
  Tribünlerde oturarak.
  Selam.
  Selam.
  Bizi çekmesen olur mu?
 Gerçekten çok tüyler ürpertici.
  Yok çekmiyordum.
 Burası da dolabımın olduğu koridor.
  Bu da ne?
 N'aber, Detmer?
 TV'ye çıkmış olmalısın dostum.
  TV'ye çıktın, lan.
  Kamerada iyi görünüyorsun.
  Gülümse, dostum.
  İyi görünüyorsun.
  Ağlayacak mısın?
 Ağlayacak mısın?
 Hadi, Sean.
  Geri ver şunu.
 Kamerayı mı istiyorsun?
 Bu boktan şey 2004'ten falan mı kalma?
 Al bakalım, tek parça hâlinde geliyor.
  Yapmayın, çocuklar.
 Neredeyse tek parça.
 İbneler! Bu gece parti var.
  Peki.
  Haven Hills'te.
  Haven Hills'in kapatıldığını sanıyordum?
 Evet, terk edilmiş.
  Neden, gelmek istiyor musun?
 Hayır.
  - En son ne zaman bir partiye gittin?
 - Ben partilere gitmiyorum.
  - Sen son sınıfsın yahu! - Ben partilere gitmiyorum.
  - Gel işte.
  - Düşüneceğim, tamam mı?
 Tamam.
  Bu gece gittiğimizde Andrew, sana ufak bir tavsiye verebilir miyim?
 Ne?
 Belki kameranı evde bırakmalısın.
  - Neden?
 - Çünkü biraz tuhaf kaçıyor.
  Bir işe yarıyor.
  Burada iyi bir kuzen olmaya çalışıyorum, tamam mı?
 Arkadaşın olarak kamerayı   partiye getirmemelisin diyorum.
 Pekâlâ.
 Burası benim sokağım.
 Çocuklar da resmen salak! - Bu ne böyle?
 - Harika! Hey, ne yapıyorsun sen?
 Andrew! - Çekmiyordum.
  - Çekme lan, Detmer.
  Kaç bakalım, pislik.
 Burada da yemeğimi yiyorum.
 Tribünlerde oturarak.
  Ne istiyorsun?
 Kapıyı aç dediğimde açacaksın anladın mı?
 Kahrolası ödevini bitir şimdi.
  - Mekânın burada olduğundan emin misin, Matt?
 - Burada, sakin ol.
  İşte orada.
  Evet.
  Çılgın partiye bakın! "Aa, bak kamerası olan bir inek!" Tüm gece peşimde dolanma, olur mu?
 Ne demek istiyorsun?
 Seninle gelmemi istediğini sanıyordum.
  Evet, istedim.
  Bir kere olsun kendi dalgana bak diyorum.
  Bir bira iç, insanlarla konuş.
  Ama ben içki içmem ki.
  Pardon.
  Ne için çekim yapıyorsun?
 Ben  Ne?
 - Seni duyamıyorum.
  - Çekiyorum işte öylesine.
  Güzel.
  Ben bloğumda paylaşıyorum.
  Bir göz gezdirmelisin.
  Güzeldir  - Selam, Casey.
  - Selam.
  - Nabersin?
 - İyiyim, iyiyim.
  Çok sıkıcı parti, değil mi?
 Neden?
 Bilirsin işte, Jung der ki, partiler insanların   geniş gerçeklilik aradığı yoldur.
  Ben o havalı olmaya çalışan çocuklardan değilimdir.
  Bu boktan partide analitik psikoloji   martavalı okuman harika, Matt.
  Harika! Harika.
  - Harika olan sensin.
  - Hey Matt.
  Jung ışıklı çubuklar hakkında ne demiş peki?
 Sen benim manitayı mı çekiyorsun?
 Çekiyor musun çekmiyor musun?
 Hayır, partide çekim yapan tek kişi ben değilim.
  Peki a…ına koymam lazım, biliyor musun?
 - Hayır, ben  - Cevap verme bana.
  Kaltak.
  Andrew?
 Andrew.
  Andrew.
  Kamera.
  - Bu şeyi kullanabilir miyiz?
 - Ne?
 Manyak bir şey bulduk çekmemiz lazım.
  - Olmaz.
  - Hayırdır, dostum?
 - Sen iyi misin?
 - Evet, adım Andrew.
  Ben de Steve.
  - Steve Montgomery.
  - Evet, biliyorum.
  Sahi mi?
 Matt'le takılırken   o manyak şeyi bulduk.
  Bir dakika, Matt'le misin sen?
 - Bunu çekmek isteyebilirsin.
  - Bilemiyorum.
  Dostum, hadi, çek işte.
  Harika olacak.
  - Bilemiyorum.
  - Güven bana.
  Tamam.
  Burada bir sürü kız var, farkındasın değil mi?
 Sen de ağacın yanında tek oturuyorsun.
  Çok seçiciyimdir.
  - Bak, ben pek  - Kameranın kendi ışığı yok mu?
 Evet, işte.
  Burada ne yapıyorsunuz ki siz?
 Bir sürü insan vardı burada, bu şeyi takmıştık kafamıza.
  Ne şeyi?
 Göreceksin.
  Evet, Andrew Detmer! Seni birinci sınıftan hatırladım.
  Şu gri fermuarlı kapüşonlu şeyi giyiyordun hep.
  - Garetty! - Bunu hatırladın mı?
 Evet, yüzleri unutmam.
  Bu yüzden siyaset okuyacağım.
  İroniktir, aslında çok komik  - Aşağıdayız.
  - Oradalar işte.
  Garetty, n'aber.
  Seni görüyorum! Matt! - Beni görüyor musun?
 - Millet nereye gitti?
 Gittiler işte.
  Hadi, gidelim, gidelim.
  - Bunu görüyor musun?
 - Nedir bu çocuklar?
 - Kamera mı o?
 - Evet, Andrew'i getirdim.
  - Buradan nasıl döneceğimizi biliyor musunuz?
 - Hâlâ ses geliyor mu?
 Evet, Andrew'a anlattın mı?
 Andrew, ses geliyor buradan dostum.
  Andrew, gel şu sesi dinle.
  Gel de dinle şunu.
  - Hayır, hayır yaklaşmalısın.
  - Tamam, tamam.
  - Yaklaşmalısın, deliğe girecek kadar yaklaşmalısın.
  - Tamam, itme.
  Şuna bir bak.
  İtmeyeceğiz, sadece bunu filme çekmeye çalışıyoruz.
  - Dinle.
  - Bunu duydun mu?
 Bu da ne! Sanırım çektik.
  Tüyler ürpertici değil mi lan?
 - Ses nereden geliyor?
 - Bilmiyorum, ama bayağı gürültülü.
  Merhaba! Tamam, içeri giriyoruz.
  Ben dönüyorum.
  Hadi ama, çocuklar.
  Matt, gerçekten mi?
 Bekle, bekle.
  Steve! Steve! Siktir, herif ninja lan.
  Matt! Matt, ne yapıyorsun?
 Sen ciddi misin?
 - Andrew, ışığı buraya tut.
  - Aptal olma, Matt.
  Matt, beni eve götürecektin! Merhaba?
 Berbat kokuyor.
  Çocuklar! Matt! Kimse var mı?
 Andrew, çok korkak lan! Daha derine falan mı iniyoruz?
 Aynen, bu bayağı gidiyor böyle.
  Andrew, ışığı getir.
  Şu duvarlar bak, dümdüz.
  40-45 metre inmişizdir.
  Bundan bahsetmesen olmaz mı?
 Platon’un Mağara Teorisi’ni okudun mu hiç?
 Bilmiyorum, Matt.
  Bir an önce halledelim şunu.
  Ha siktir! Ha siktir.
  Bu ne lan?
 Matt, dalga geçmiyorum.
  Nefes alamıyorum! Hadi.
  Şuna bak, Andrew.
  Bu da ne! Buna inanabiliyor musun?
 Matt.
  Bu da ne?
 Ha siktir! Çok korkuyorum şu anda! Matt, n'olur çıkalım buradan.
  Kamerada da böyle parlıyor mu bu şey?
 Bilmiyorum, dostum.
  Bir şeyler oldu kameraya.
  Çekmek istemiyorum.
  Sana yenisini alırım.
  Dokunuyor.
  Matt! - Şuna bak, Matt.
  - Ne?
 Şuna bak! Bu ne böyle?
 Hadi lan oradan! Renk değiştiriyor! Aman Tanrım! - Seni duyamıyorum.
  - Bu harika bir şey.
  Dostum, burnun! Steve, Steve! Steve! - Matt, bırak şu telefonu.
  - Kapat şunu.
  - Sen de Steve! - Tamam, tamam.
  Bunu belgelememiz lazım.
  - Siz hazır mısınız?
 - Evet, hazırım.
  - Tamam, hadi bakalım.
  Tamam, Steve.
  - Ne?
 Az sola geçsene.
  - Oldu mu?
 - Tamam, oldu.
  Matt sen de   Steve'in tam önüne geçer misin?
 - Oldu mu?
 - Tamam, harika.
  Top testi.
  - Hazır mısın?
 - Evet.
  Bu neydi amına koyayım, Steve?
 Bırak lan.
  Ne sikime kafama atıyorsun?
 Denedim, dostum denedim.
  Tekrar.
  Bir dakika.
  Hazır mıyız?
 - Kafana değil mi?
 - Aynen.
  Tamamdır.
  - Daha sert at.
  - Bu sefer beni alt edemeyeceksin.
  - Hazır mısın?
 - Evet.
  - Hadi bakayım! - Ne diyorsun hiç bilmiyorum.
  At hadi.
  Evet! Seyirciler çılgına dönüyor! Sert atıyorsun Matt.
  Pekâlâ.
  Ha siktir! Dur, dur, dur.
  Harika! - Başardın! - Başardım! - Manyak bir şey bu! - Aman Tanrım.
  - Şuna bak.
  - Aman Tanrım.
  - Ha siktir.
  - Aman Tanrım.
  Aman Tanrım, dostum burnun kanıyor! Siktir lan.
  Dur, dur, mendil al bakayım.
  Başardın! Evet! Pekâlâ.
  Fırlatıyorum.
  Hazır mısınız?
 Evet! - Müziği aç.
  - Tamam.
  Evet  Evet.
  Matt, onları beraber elinde sıkıştırman lazım.
  Ben de öyle yapıyorum.
  Yapıyorum bak.
  Yapamıyorum, dostum.
  Pes ettim.
  Sen yap, sen daha iyisini yapıyorsun.
  Sahi mi?
 Yap işte.
  Lanet olsun! Dostum, senden nefret ediyorum.
  Etkilendim, çok etkilendim.
  Harikaydı.
  Harikaydı dostum.
  - Hayır.
  - Hadi ama, dostum.
  - Bu hiç hoş değildi! - Ne var?
 - Hiç hoş değdi.
  - Lego benim, legom.
 Siz ikiniz üç haftadır ortalarda yoksunuz.
 - Üç hafta! - Salak değilim ben! Benden bir şey saklıyorsun sanırım.
  Beni arasan iyi edersin.
 Seni seviyorum.
  Kaçacağım ben.
  Acayip korktum.
  Yakında seçim yapılacak, buna ayıracak vaktim yok.
  Dostum, sevgilin konusunda bizden niye tavsiye istiyorsun?
 Çünkü biz onun "metresi"yiz.
  Ne diyorsun yani?
 Radyasyon falan mı sence?
 - Ne radyasyonu?
 - Kesin devletin işi bu, kanka.
  - Ne?
 - Ne diyorsun sen, Matt?
 Aslında biraz yorgun hissediyorum.
  Andrew, sakin ol.
  Çok tuhaf.
  Gündüz tamamen farklı bir yer gibi.
  Bakın umurumda değil, tamam mı?
 O deliğe yine girmeyeceğim.
  Yavşak.
  Gömülmüş gibi görünüyor.
  - Eski kamerana elveda de lan.
  - Hadi be.
  Çok tuhaf, hâlâ hissedebiliyorum.
  Buradan canlı çıktığımıza inanamıyorum.
  Cevap orada, değil mi?
 Ne cevabı yahu?
 Ne olduğunu hâlâ bilmiyoruz.
  Hâlâ yaşıyoruz.
  Hey! - Burada duramazsınız.
  Gitmeniz lazım.
  - Neden?
 Zemin sabit değil.
  Bölgeyi şerit altına alıyoruz.
  Peki, gidiyoruz.
  Steve oy verin! Yeni kamera işini görüyor.
  - Güzel.
  - Bayağı sağlam değil mi?
 - Diğerinden küçük.
  - Kasede mi çekiyor peki?
 Direk kameraya çekiyor.
  Sadece yaptığımız her şeyi kaydetmek istiyorum.
  İyi de her zaman mı?
 Bunun biraz tuhaf olduğunu düşünmüyor musun?
 Sanki kendinle diğer şeylerin arasına bir şeyi koyuyormuşsun gibi.
  Bilemiyorum.
  Belki öyle olmasını istiyorumdur.
  Ee, baban ne iş?
 Nerede çalışıyor?
 Babam itfaiyeci benim.
  - İyiymiş.
  Süper bir şey olmalı.
  - Eskiden itfaiyeciydi sanırım.
  - Ne oldu ki?
 - Bilmiyorum ki, ölmedi falan   ama iş başındayken yaralandı.
  Sigortadan para alıyor.
  Aslında, bir iş yaptığı yok.
  Sabah gidiyor, ama nereye gittiğini bilmiyorum.
  Çok içiyor.
  Bunu iyi biliyorum.
  Aslında benim de ailemle ilgili sorunlarım var.
  Öyle mi?
 Aynen.
  Seninkiler gibi değiller ama.
  Yani, aslında  Neyse, boşver.
  Son zamanlarda çok kavga ediyorlar.
  Sanırım annem gerçekten babamı aldatıyor.
  Bundan kimseye bahsetmesen olur mu?
 - Kimseye söylemem.
  - Sağ ol.
 Evet.
  Karen Detmer.
 D E T M E R.
 Evet, teşekkür ederim.
 Acı çekiyor.
 Daha güçlü bir ilaca ihtiyacı var.
 Nefes alış verişi kötüye gidiyor.
 O acı çekiyor, bayım.
 Lütfen yardım edin.
 Ben engelliyim.
  700 doları karşılayamam.
 Lütfen, beni beklemeye almayın.
  Nefes alamıyor.
  Artık ne yapacağımı bilmiyorum! Çalışıyor mu?
 Evet, hemen çözdün.
  Seni bu hâlinle hatırlamak istiyorum.
  Anne.
  Sen bundan daha güçlüsün.
  Bunu benim için söyler misin?
 Lütfen.
  Bundan daha güçlüyüm.
  Güzel.
  Pekâlâ, bunu izle.
  Hey, Matt.
  Evet?
 Beni seviyor musun?
 Evet, seviyorum tabii.
  Yani  - Yani her zaman sevmiyordum ama.
  - Nasıl yani?
 Bilmiyorum ki.
  Seninle konuşmak  Seninle konuşmak hep kolay değildi.
  Şu an öyle demiyorum sadece  Yavşaksın oğlum.
  Bunu diyorum işte, dostça davranmıyorsun.
  Daha iyi.
  - Matt.
  - Evet?
 Bundan fazlasını   yapmayı düşündün mü hiç?
 Bu gücü kullanarak mı?
 Pek düşünmedim.
  Neden ki?
 Aklında ne var?
 - Telekinesis.
  - Anlat bakayım.
  Hareket, titreşim kaldırma yeteneği.
  En sevdiğim de bu.
  Zihinsel veya akıl gücünün doğrudan etkisi ile   nesneleri fırlatma, bükme veya kırmaya denir.
  Tanıdık geliyor.
  - Tanıdık geliyor.
  - Hem de çok.
  Doğrudan etkisini görmek ister musunuz?
 Andrew.
  Bugün siyah iç çamaşırı giymiş.
  Selam! Alın size doğrudan etki.
  Dinle bak.
  Bundan daha güçlüyüm ben.
  Hatta dün gece yatağı havaya kaldırdım.
  - Burnum kanamadı.
  - Ben de ağırlık kaldırdım.
  Benim teorim bunun bir kas gibi olduğu yönünde.
  Elastik gibi.
  Çok uzatırsanız eğer yırtılır.
  Bence bu yüzden güçleniyoruz.
  Pratik yapıyoruz, düşkünü oluyoruz.
  Öyle mi?
 Peki buna ne diyorsun?
 Ha siktir.
  Harikaydı.
  Hayvansın.
  Çekiciyim.
  Sanırım insan içine çıkma vakti geldi.
  Dur, dur, dur.
  Burası harika.
  - Harbi mi?
 - Aynen.
  - Matt.
  - Evet.
  Şununla dalga geçelim.
  Hey! Ulan Andrew! Biri tutsun şunu! Dur! Bunu ben hallederim.
  Bırak tutsun bacaklarını.
  Bak şimdi.
  Uçuyorum! Kız dondu kaldı lan! Neye bakıyorsun kızım?
 Hadi okuluna! Sakız çiğneyen çocuğu görüyor musun?
 Sakızı ağzından çekip çıkaracağım.
  Tamamdır, çekiyorum.
  Dur.
  Niye kaçıyorsunuz?
 Ne gerek var kaçmaya?
 - Beş.
  - Yapmak istemiyorum.
  - Dört.
  - Yapmak istemiyorum.
  - Yapmak istemiyorum yahu.
  - Götlük yapma, yap işte lan.
  Masaya koy elini.
  - Tamam, hazır mısın?
 Sapla.
  - Geriye say, tamam mı?
 Tamam, söz  Eline geçirdin! Ne demiştim?
 Tam dediğim gibi oldu! Dememiş miydim?
 Gördünüz mü?
 Kafanda bir engel varmış gibi düşün   bir şeyler sana zarar verecekken sen hazır olduğun sürece   o engel sayesinde sana zarar veremeyecekler.
  - Çok seksi.
  Burada biz de varız lan.
  Steve.
  Denemen lazım.
  Ver elini hadi.
  Ben çocukken çocuk olmak istemiştim.
  - Polis mi?
 Hadi be.
  - Evet.
  Polis olduğunda ot içemiyorsun biliyorsun, değil mi Matt?
 Hadi canım, sahi mi?
 Hiç bilmiyordum.
  Fedakârlık yapmak isterdim aslında.
  Ne demek bu, Matt?
 İşleri insanlar için daha iyi yapmak gibi.
  Sahi mi?
 Bunu sürekli hayatın ne kadar anlamsız olduğunu anlatan adam mı söylüyor?
 Evet, biliyorum ama son zamanlarda bunu düşünüyorum.
  Geçmişimi düşünüyorum, ve sadece   eskiden düşündüğüm şeklin iyi bir yol olmadığını düşünüyorum.
  Ne yani?
 Gidip bir hayır kurumunda falan mı çalışacaksın?
 - Çok kötü.
  - Bir dakika, nedenmiş o?
 Bilmem.
  Salak.
  Her konuda iyi değilimdir.
  Ama o konularda elimden geleni yapmak istiyorum.
  Tamam mı?
 Bu işte.
  Yani her zaman felsefik martavallar okuyorsun   ama gerçekten ne başardın?
 Bir üniversiteye başvurmuşluğun var mı?
 Hayır, ama başvuracağım.
  - Öyle de yapmalısın zaten.
  - Yapıyorum.
  Bu dediklerimi kullanabilirsin.
  Sen de susabilirsin.
  Ne diyorsun bu işe?
 - İnisiyatiften yoksunsun.
  - Sen de çükünden yoksunsun.
  Burada ne oluyor anlatır mısınız, çocuklar.
  Görünen o ki Bakire Marry   bir garibanın gözlemesinde göründü.
  Hayır, görünmemiş.
  Bir saniye izin verin.
  Burada kesinlikle doğaüstü bir işler dönüyor.
  Bakar mısınız?
 Çabuk buraya gelir misiniz?
 Şuna bakar mısınız?
 Aman Tanrım! Yerden gitti yahu.
  Çok baskı var üstümde.
  Andrew.
  Yapma, kanka.
  Rahat bırak kadını.
  Ciddi misin sen?
 Dostum! Yapma be.
  Çok kötüydü bu.
  Başı belaya girecek kadının.
  - Çok iğrenç yahu.
  - Bardaklarınızı kullanıyor musunuz?
 Hayır.
  Şu arabayı görüyor musun?
 - Kırmızı olanı.
  - Evet.
  Sakız olayı iyiydi.
  Denedin.
  Başarısız bir denemeydi.
  Şimdi bunu izleyin.
  - Ne yapıyorsun?
 - İzle.
  Hadi, hadi.
  Ne?
 Hadi be! Siktir! Dostum! Siktir! Nasıldım?
 - İşte bundan bahsediyorum! - Gören oldu mu bunu?
 Başkan Steve Montgomery! - Sanki yüz adeti geçiriyor gibiyim.
  - İğrençsin.
  Kes be! Çocuklar, işte geliyor.
  Geliyor.
  Bakmayın, bakmayın.
  Steve, bakma.
  Arabayı bulamayınca, çalındı sandı.
  "Evet, bu sefer zenci çocuk yaptı.
 " "Yemin ederim, arabayı buraya bırakmıştım Arabam nerede benim?
" Bizi görmezden gelin.
  Aptalın tekiyiz işte.
  Ne demek bu?
 Ne demek?
 Garetty kıkır kıkır gülüyor.
  Bu harikaydı.
  Yavaş ol biraz, tamam mı?
 Nasıl oldu da kimse görmedi?
 Ulu orta yaptık.
  Kadının yüzünün hâli gözümün önünden gitmiyor.
  Müthişti.
  Arkadaki araba kim?
 Senin bu fikrin bana yapacak bir sürü malzeme verdi.
  - Geç işte.
  - Bir kaç amele herif işte.
  - Geç işte be.
  - Steve, kamerayı al.
  Zoom yapma çok.
  - Tamamdır, seni görebiliyorum.
  - Anladık yahu.
  Ne yapıyor öyle?
 Bu herifin derdi ne lan?
 Ne yapıyorsun?
 Abracadabra! Andrew, siktir! - Ne yaptın lan sen?
 - Matt, arabayı durdur, durdur! - Delirdin mi?
 - Kenara çek, bakmamız lazım.
  Üzgünüm, çocuklar! Ne yaptın sen?
 Neden yaptın?
 Yapmak istemedim.
  Neyin var lan senin, şuna bir bak.
  - Sakin olun.
  - Orada hâlâ.
  Üzgünüm, tamam mı?
 - Andrew, çekme artık.
  - Yardım edebilirim.
  Onları çıkarabilirim.
  Steve! Steve! Steve, dikkatli ol! Sikeyim.
  Oyun mu oynuyorsun, Andrew?
 Steve! Tanrım, Tanrım! Kahretsin.
  Steve! Andrew! Siktir! Siktir! Siktir! Çıkardı.
  Çıkardı.
  Yardım edin.
  Çekiyorum.
  Çek hadi.
  Onunla kal, Steve yardım çağıracağım.
  - Polisleri mi arıyorsun?
 - Evet.
  - Dur.
  Onları duyamıyorum.
  - Kapatır mısın şunu?
 White Crescent Köprüsü'nü yeni geçtik.
  Sorun yok, Matt.
  Sorun yok, Matt.
  Dur, adamı duyamıyorum.
  Hey! Buradayız! Yoldan çıkıp, göle girmiş.
  - Sence bu oyun falan mı?
 - Nasıl bu kadar kızabiliyorsunuz anlamıyorum.
  Nasıl bu kadar kızıyoruz anlamıyor musun?
 Andrew  Bu gece birini hastanelik ettin, tamam mı?
 Anlıyor musun?
 Andrew, bana bak.
  Herifin birini hastanelik ettin.
  Ne diyorsun buna?
 Birini yaraladın.
  Bize kurallar lazım.
  Kural 1: Canlılar üzerinde kullanmak yok! Kural 2: Öfkeni alet edemezsin, o kadar! Kural 3: Bunu halk içinde yapmamalıyız bence.
  Ya da birine söylememeliyiz.
  Kuralları sen koyamazsın.
  Ben koyarım.
  Sen bir şey yaptığında  Kuralları ben koyarım tabii.
  Bunu yapmaya devam edeceksek eğer.
  Sürekli güçleniyoruz yani kurallarımız olmalı.
  Kurallarımız olmalı, değil mi?
 Matt haklı, kurallarımız olmalı.
 Andrew, aç şu lanet telefonu! Andrew! Matt, ne diyorsun?
 Bana hâlâ kızgın mısın?
 - Hayır, değilim.
  - Öyle görünüyor ama.
  Değilim  Sadece bundan sonra daha dikkatli olmalıyız bence.
  Biraz daha düşünmemiz lazım.
  Kafamıza göre iş yapamayız, önce düşünmeliyiz.
  - Anladım.
  - Güzel.
  Steve, niye burada değil?
 Neredeyiz biz?
 Steve?
 Arabası burada.
  - Evet.
  - Neredesin, Steve?
 Steve! "Yukarı bakın.
 " Merhaba, çocuklar.
  Ne?
 - O ne lan?
 - İmkânsız! - İmkânsız.
  - Dinleyin.
  - Uçuyorsun! - Ha siktir.
  - İmkânsız.
  - Dinleyin.
  Ne yapıyorsun?
 Göründüğünden daha kolay, yemin ederim.
  Çok daha kolay.
  Aman Tanrım, dostum.
  Kendinizi tutmaya çalışın ve zıplamayın.
   ya da kendinizi çevirin.
  - Anladım.
  - Hadi, Matt.
  - Tamam.
  Ha siktir! Dostum! - Amanın, üstün başın battı.
  - Çekil yolumdan.
  Ne demek çekil yolumdan?
 Harrier Jet'i düşün.
  Dostum! - Kahretsin! - İyi misin?
 - İzliyorum.
  - Sadece konsantre ol.
  - Odaklan, tamam mı?
 - Tamam, bekle.
  Bu odaklanmış hâlin mi?
 Aman Tanrım, dostum.
  Hadi be! - Çıktım.
  - Dalga mı geçiyorsun benimle?
 - Ha siktir! - Öyle dur! - Başardım! - Başardın, dostum.
  Olay budur.
  Yapıyorsun! Andrew, çok uzağa gitme yoksa bulamayız seni.
  - Steve, durdur beni! - Aman Tanrım! Aman Tanrım! - Uçuyorsunuz! - Beraber çok tatlı görünüyorsunuz.
  Ben de geliyorum! Kamerayı da getiriyorum, tamam mı?
 Pekâlâ.
  Pekâlâ, nasıl iniyoruz?
 Andrew, burası çok soğuk! Seni duyamıyorum.
  Hiper uçuş! Neredeyiz?
 - Yakala beni, hadi.
  - Ne?
 Bu manyak bir şey! Dostum! Dikkat et! Matt, sonunda bir şeyi anladın! Çok kolay! Tut bakalım! - Bravo, Steve.
  - Gol! Tamam, topu babacığına at bakayım! İyi yakaladın, kanka! - Steve! - Matt! Bunu duyuyor musun?
 Nedir bu?
 Steve! Siktir, az daha ölüyorduk lan! Neredeyse ölüyorduk, lan! Hayatımı kurtardın! Hayatımı kurtardın! Az daha ölüyordum! Nefes alamıyorum! Siktir! Kamerayı mı aldın?
 Kameradan bahsetmemiştin bana! Lütfen her şeyi çektiğini söyle! - Yaşıyoruz! - Ne oldu?
 Ne olduğunu görmedin mi lan! Andrew.
  Andrew, sen bir dâhisin.
  Bunu izlememiz lazım! Tanrım! Ayaklarımız yere basıyor.
  Tarih yazdık lan! Mağara adamlarından, Mısırlılardan Beyaz Kardeşlerden   bahsediyorum oğlum.
  Gel buraya, gel.
  "Ben uçabiliyorum" de.
  - "Ben uçabiliyorum!" - Ben uçabiliyorum! - Hadi ama.
  - Yürekten söyle! - Uçabiliyorum! - Uçabiliyorum! Seni kurtarmaya çalıştım dostum, Andrew daha hızlı çıktı ama.
 - Nasıl yaptık biz bunu?
 - Neredeyse ölüyordun.
 - Lütfen.
  - Hadi bakalım.
  Nasıl oldu da senin kız bunu görmedi?
 Hadi ama, ciddi olalım beyler   benim daha iyi olduğumu tabii ki gördü.
  - Yani kurnaz olmanız lazım - Evet.
  Çok iyi yahu.
  - Yazdan beri seks yapmadım, beyler.
  - Ben hiç yapmadım! Harbi mi?
 Bu kabul edilemez bir şey.
  Evet.
  Nasıl bu kadar havalısınız hem?
 Sıvı nitrojen ile.
  Çocuklar?
 Uyanık mısınız, çocuklar?
 Evet.
  Bugün  Sanırım  Hayatımdaki en güzel gündü sanırım.
  Düşünüyordum da  Bugün olduğumdan iyi olduğum   bir gün daha bilmiyorum.
  Gerçekten.
  Öyle sanırım.
  Evet.
  Hemfikir miyiz?
 Evet.
  Pekâlâ.
  Pekâlâ, şunu dinleyin.
  Söyle ama hafta sonu için Malibu'da rezervasyon yaptırmayı düşünüyorum.
  Ciddi misin?
 Gidebiliriz.
  Ben de aynı şeyi düşünüyordum   ama ben hep Tibet'e gitmeyi istemişimdir.
  - Neden Tibet?
 - Tibet mi?
 Bilmem ki.
  Çok güzel görünüyor.
  Sus be! Anıtları olsun dağları olsun bir harika.
  Bilemiyorum.
  Ve keşişler de ermiş gibiler   herifler uçmuş sanki.
  Yani her şeyi yapabiliriz.
  Heriflerin keliyle bayağı uğraşırdık kanka.
  Gerçekten, bence gitmeliyiz.
  Harika olur.
  Huzur verir.
  Bence gayet iyi bir fikir.
  Ben gitmek isterim aslında.
  Ben gelirim.
  Peki ya sen, Steve?
 Bilmiyorum, oğlum.
  Tibet'te bikinili hatunlar yok.
  Orada ne yaparım bilmiyorum.
  Harikaydı, dostum.
  Kadın işini kaybetmiş olabilir.
  Lanet olsun, bugün annemin doğum günü.
  Gitmeliyim.
  - Bugün Deb teyzenin doğum günü mü?
 - Evet, gitmeliyim.
  - Selam söyle.
  - Görüşürüz, Matt.
  Pekâlâ, şimdi ne yapalım?
 Nereye gitmek istersin?
 Bilmiyorum ki.
  Eve gitmek istemiyorum ama.
  Şehre inmek ister misin?
 - Çok trafik vardır, kanka.
  - Bize ne trafikten?
 Haklısın, hadi gidelim.
  - Selam, şunu bir yazayım  - Selam.
  Çekmemin sakıncası var mı?
 Biraz.
  Pek kameraya çekilmeyi sevmem de.
  Belki pozlama tedavisi görmelisin.
  Yok, bir şey vermeye geldim sadece.
  Öyle mi?
 Ne?
 Senin bloğunu   takip ediyordum.
  Afrika'daki kıtlık hakkındaki yazını gördüm.
  Ucuz ve iyi bir vasıta buldum ben de.
  Tabii.
  Düşünceli, resmin tümünü gören, böyle konularla ilgilendiğin   anlaşılıyor zaten.
  - Evet.
  Matt, bunu kendin de gönderebilirsin.
  Annen değilim sonuçta.
  Peki.
  Ben o zaman  Ne peki bu?
 Yeni hâlin mi?
 Çok zeki olduğun, sekizinci sınıfta nasıl eğlendiğin falan mı?
 Ne yani?
 Casey, dinle.
  Biraz konuşabilir miyiz?
 Sana bir şey diyebilir miyim?
 Eskisi gibi olmadığımı bilmeni istedim.
  - Havalıyım yani.
  - Öyle mi?
 Lisede popülerlik tuhaf bir rekabet gibi bir şey.
  - Ben düşündüm ki  - Yani  - Yani herkesten daha mı iyisin?
 - Hayır.
  - Kendimi sadece diğerlerinden ayrı görüyorum.
  - Anladım.
  - Anladım.
  - Anladın mı?
 Biliyorum kulağa tuhaf geliyor ama bilmeni istedim sadece.
  Havalı olduğunu mu?
 Elime yüzüme bulaştırdım.
  Düşündüğün kadar çok batırmadın.
  - Sahi mi?
 - Hoşça kal.
  - Casey.
  - Gitmeliyim, görüşürüz.
  Bunu yapmaya ne zaman başladın?
 Ne zamandan beri?
 - Kamerayla birlikte mi?
 - Evet.
  Bilmiyorum, oldu biraz.
  Galiba.
  Bunu yapamam.
  Beceri gerektiren şeyleri yapamam ben.
  Dün adımı yazmaya çalıştım, klavye kırıldı.
  Yok be, bu çok kolay bak.
  Onu tuttuğunu düşün.
  - İşte ben de bundan bahsediyorum.
  - Ne?
 Sürekli yapabileceğimiz yeni şeyler düşünüyorsun.
  - Çok harika bu.
  - Ben  - Evet! - Evet.
  Evet, sanırım düşünüyorum.
  Annem artık eve gelmiyor.
  Babamın hâlini görsen.
  Çok sessiz.
  Öylece oturuyor.
  Onunla konuşmak da saçma çünkü söyleyecek lafı yok.
  Bak işte farklı bir şey bu.
  Hep arkadaşlarınız olacak.
  İnsanlar sizinle konuşmak, çevrenizde olmak isteyecek.
  Benim hiç öyle arkadaşım olmadı.
  Bu olaylardan önce kuzenim olmasına rağmen Matt'le çok az takılıyordum.
  Küçükken yakındık bayağı.
  Bilemiyorum, lise her şeyi değiştirdi.
  Space Needle'a gittin mi hiç?
 Evet.
  5 yaşımdayken falan.
  Turistler içindir orası.
  Bilmiyorum ki.
  Bir gün babamla gitmiştim ben   7 yaşımda falandım sanırım.
  Bilemiyorum.
  Aslında çok güzel bir gündü.
  Hatırlıyor musun ki?
 Evet, hatırlıyorum.
  Sana sormak istedim aslında.
  Sömestr tatili geliyor.
  Benimle yetenek gösterisine gelmelisin.
  - Hadi oradan.
  - Neden olmasın ki?
 Oraya gitmek sana iyi gelecek.
  Yeni insanlarla tanışırsın, kızlarla tanışırsın.
  Öyle değil işte.
  - Ne?
 - Çok utangacım ben.
  Benim hiç yeteneğim bile yok.
  O yüzden  Ne diyorsun sen?
 Yeteneğin var.
  Bal gibi de var! Hayatta olmaz, dostum.
  Çok yakışıklı olmuşsun.
  Teşekkür ederim.
  Steve ödünç verdi.
  Bunları giyince daha havalı mı ne olacakmışım.
  Arkadaşlarınla bu kadar vakit geçirmene çok seviniyorum.
  Evet, ben de.
  Ne var?
 Okula neyle gidiyorsun?
 Ne diyorsun bilmiyorum.
  Bana martaval okuma, gerizekalı.
  Matt gelmiyor.
  Seni o bırakmıyor.
  Evden çıkıyorsun.
  Peki seni okula kim bırakıyor?
 - Matt.
  - Ne var biliyor musun?
 Yalan söylüyorsun.
  Bir şeyler peşindesin.
  Belli oluyor.
  Öylece gidebileceğini mi sanıyorsun?
 Evimde sırıta sırıta sinsi sinsi gezeceğini?
 Gözüm üstünde.
  Bakayım nasıl çalışıyor.
  Tamamdır.
  - Selam.
  - Selam.
  Ne yapıyorsun burada?
 Yetenek gösterisini çekiyorum.
  Matt Garetty yetenek gösterisini mi çekiyor?
 Evet, çekiyorum.
  Neden peki?
 Okulun yeni örnek insanı falan mı oldun?
 Kamera başında nasıl buldun beni?
 Pek umursamıyorum açıkçası.
  Başlıyor.
  Ne oldu?
 Filozofik söz falan söylemeyecek misin?
 Muhtemelen bunu çekmememi isteyeceksin.
  Yetenek Gösterisine hazır mısınız?
 Bütün sınıflar, biraz daha bağırın! Yetmez bu! Bütün sınıflar, biraz daha bağırın! 2012 Mezunlarını görelim bakalım! Şimdi genç ve çok yetenekli arkadaşımız   Bay Andrew Detmer için alkış istiyorum.
  Ve sahnedesin.
  Ne yapıyorsunuz siz?
 Kuzenine eşek şakası falan mı yapıyorsunuz?
 Yani Matt'e.
  İzle de gör.
  Ne yapıyor öyle?
 Bu iyiydi.
  Vay canına! Evet, Andrew! Ne?
 - Onun üstünde yürüyecek mi?
 - Sence?
 Yapıyor, yapıyor.
  Sakin.
  Evet, başardın.
  Vay canına! Bravo! Tanrım, Andrew inanılmaz! Cidden, nasıl yapıyorlar bunu?
 Bilmiyorum.
  Sihir.
  Harikaydı! Aman Tanrım, beyninin patladığını görebiliyorum.
  - Ne?
 - Bu senin yükselişinin başlangıcı.
  Gururlan biraz.
  O ne demek, dostum?
 - Hayır, ne demek gerçekten?
 - Sen ciddi misin?
 - Ciddi ne demek?
 - Ne?
 - Gir hadi.
  - İtme, giriyorum.
  Adamın dibisin.
  Şu eve bakın bir! - Çok büyük görünüyor.
  - Biliyorum.
  - Matt.
  - Andrew.
  Nerede kaldın?
 Herkes seni bekliyor.
  VIP! Açın yolu.
  Andrew Detmer ortamlarda! Nasılsın?
 İyiyim.
  Emin misin?
 Selam.
  - O hile çok iyiydi.
  - Teşekkürler.
  Ee, beni hatırladın mı?
 - Monica'ydi değil mi?
 - Evet! Monica! Kamerayı şuraya bırakayım.
  Lanet olsun.
  Pardon.
  Şu oyunu oynadın mı hiç?
 Hayır, oynamadım.
  - Emin misin?
 - Evet, oynamadım.
  Oynasan kesin iyi oynarsın.
  Topları bardağın içine mi sokuyorsun sadece?
 Şuan gerçekten iyi oynayabilirim.
  - Öyle mi?
 - Belki.
  - Hadi o zaman.
  - Hayır.
  - Hadi! Hadi! - Tamam, peki.
  Geliyorum.
  İşte oldu.
  Andrew nerede?
 Andrew, üst katta pembe saçlı kızla beraber.
  Nasıl yani, beraberler mi yani?
 Adamımdan bahsediyoruz.
  Tabii beraberler.
  Andrew, umarım bunu izliyorsundur.
  Tebrikler efenim.
  Bunlardan önce  Yani tüm bu olaylar olmadan önce senin için endişeleniyordum.
  Ama işler senin için çok daha iyi bir hâl almaya başladı, dostum.
  Bunu gerçekten hissediyorum.
  Seni sevdiğimi bilmeni istiyorum.
  Seni seviyorum, dostum.
  Sen ve ben, Detmer ve Garetty geniş ailesi, omuz omuzalar! - Üzgünüm.
  - Dikkatli olsana.
  Burada durmuş kendimi çekiyorum.
  Selam, Matt.
  Selam, Casey.
  Ne çekiyorsun?
 Çekiyorum işte öyle.
  Büyük bir şey değil.
  Beni düşünmeye sevk ettiğini söylemek istedim.
  Beni hayatımla ilgili çok düşündürdü  Hâlâ da düşünüyorum.
  Kendime uyguladığım takdirde neler yapabileceğimi   düşündüm, anlatabiliyor muyum?
 Dünyayı değiştirebilirim.
  - Yani çok şey yapabilirim  - Sen sarhoşsun.
  Ne?
 Casey.
  İkinci yıldan   beri peşindeyim.
  "Peşindeyim" kelimesini kullandığım için üzgünüm.
  Buradan gitmek ister misin?
 - Sahi mi?
 - Evet.
  Evet, kesinlikle.
  Önce kamerayı bırakmalıyım.
  Pekâlâ çocuklar, tarihe tanık olmaya hazır olun.
  Şuan göğsü kabarmış bir baba gibi hissediyorum.
  Çünkü bu duvarların arkasında Andrew Detmer erkek oluyor! Bu duvarların ardında korkmuş küçük bir çocuk var.
  Kozasından çıkmaya hazırlanan bir kelebek gibi tıpkı.
  - Ucube! - Dur, ne oldu?
 Çekil yolumdan.
  Drew! Drew, takma oğlum bu en iyimizde bile olur.
  Biraz fazla içtin o kadar.
  - Ne oluyor, dostum?
 - Neden gülüyorsun?
 Hem de ceketime attırmışsın.
  - Gülmeyi kes.
  - Ne diyorsun sen?
 - Sorun değil, dostum.
  - Gayet de sorun, Steve! - Kes artık.
  - Neden?
 Sorun değil, dostum.
  - Tamam.
  - Çık buradan.
  Defol! Derdin ne senin?
 Sence komik mi bu?
 - Hayır, hayır gülmüyorum tamam.
  - Defol! Baba! Annem acıdan kıvranıyor, ilaca ihtiyacı var neredesin?
 Neredesin?
 Baba! Annen orada ölürken sen kameraya 500 dolar mı verdin?
 Sen ne kadar bencilsin! Görüntüleri gördüm.
  Ne gördün?
 Ne kadar aptal olduğunu.
  Bu insanların senin arkadaşın olduğunu mu sanıyorsun?
 Değiller.
  Yüz karasısın sen! Kasabayı geziyorsun, benim paramı yiyorsun! Seninle konuşurken yüzüme bak! Senin bir kuruş paranı yemedim, Richard.
  Çünkü yenecek tek kuruşum yok.
  Her kuruşu  Yüzüme bak! Her kuruşu senin okuluna ve annenin ilaçlarına gidiyor.
  Artık onu bile  Devlet okuluna para verilmiyor, aptal herif! Ne dedin sen bana?
 Bana aptal mı dedin?
 Bana aptal mı dedin! Pislik! Kalk ayağa! Seni ezip geçebilirim, biliyor musun?
 Ezerim! Gülümse, Matt.
  - Matt, Aman Tanrım.
  - Şuan çekmesen olur mu, lütfen?
 Ne oldu?
 - Birden kanadı işte.
  - İyi misin?
 Başım çok ağrıyor.
  - Steve arıyor yine.
  - Sonra ararım ben onu.
  Şimdi seninle ilgileneceğim.
  - Matt! Matt! Yapma.
  - Bunu beklemiyordum açıkçası.
  Kameramı ver.
  Hey ahmak, ne yapıyorsun burada?
 Beni rahat bırak, Steve.
  Orada duramazsın, dostum.
  Fırtına var! Kimseyle konuşmak istemiyorum.
  - Ne yapıyorsun burada?
 - Beni rahat bırak.
  - Beni nasıl buldun?
 - Bilemiyorum, dostum.
  Burnum kanıyor, tuhaf bir ses duydum.
  Yüzüne ne oldu?
 Hiçbir şey, dostum.
  Beni rahat bırak.
  Hayır, bırakmam.
  Baban seni dövmüş.
  Sana bunu yapamaz.
  Çok da sikindeymişim gibi davranmayı kes! Benimle niye böyle konuşuyorsun?
 Ben senin en iyi arkadaşınım.
  Benim arkadaşım yok.
  Bunlar olmadan önce arkadaşım falan da değildin.
  Neredeyse her gün seninle ve Matt'le beraberdim.
  Beraber dünyayı turladık.
  Unuttun mu?
 - Diğerlerine anlattığımı mı sanıyorsun?
 - Benimle konuşmayı kes.
  Beni rahat bırak.
  Steve, sana diyorum.
  Git başımdan! Hemen git başımdan! Lütfen! Tanrı'nın gücüyle alınıp, inancıyla birlikte kurtuldu.
 Şu an onu görmeseniz bile  onun tarifsiz şerefli mutluluğu için sevinin.
 İmanın amacına ulaştığı  ruhu kurtulduğu için.
  Ne yapıyorsun, mezarları mı çekiyorsun?
 - Anlamadım.
  - Neden umurunda ki?
 O kadar aradım neden beni aramadın?
 - Meşguldüm.
  - Hayır, değildin.
  Beni niye aramadın?
 - Konuşma havamda değilim.
  - Kamerayı kapat.
  - Olmaz.
  - Andrew, kapat şu kamerayı.
  Andrew.
  Kayıtlarda hiç fırtına yokken   ona nasıl yıldırım çarptı?
 Nasıl?
 Ve Steve'i sahanın ortasında buldular.
  Steve neden fırtına varken dışarı çıksın, Andrew?
 - Ne?
 Ne?
 - Ne olduğunu bilmiyorum, Matt.
  Sana inanmıyorum, tamam mı?
 Kamerayı kapatıp benimle konuşmanı istiyorum.
  - Olmaz, neden?
 - Çünkü seninle konuşmak istiyorum.
  - Kapat.
  - Bana ne yapacağımı söyleyemezsin.
  - Ver şunu.
  - Bırak beni! Andrew.
  Bu senin için bir şaka mı, Andrew?
 Ne yaptın, Andrew?
 Ne yaptın?
 Bunu gidip kime anlatayım ben?
 Kiminle konuşayım?
 Bu olaydan kime bahsedeyim?
 Neden ne olduğunu anlatmıyorsun, Andrew?
 Lütfen inan bana, Steve.
  Lütfen.
  Ne yaptığımı bilmiyorum.
  Kontrolümü kaybettim.
  Çok üzgünüm.
  Bu şey artık benim bir parçam oluyor.
  Ben  Seni özlüyorum, Steve.
  İşte sonra böyle yapmış.
  Hey, Andrew! Hey, Wayne! Bunu görüyorsunuz değil mi?
 Bu temiz oldu çünkü kökünü kementledim.
  Ama bu ikisini o kadar iyi yapmadım.
  Ne kadar kırıldıklarını görüyor musunuz?
 Sanırım nedeni ortadan aldığım için.
  Kökünden kopardım.
  Yapıştı kaldı.
  İnternette falan çok okudum.
  Evrim ve doğal seleksiyon ile ilgili.
  Olay şu, buna Uç Yırtıcı diyorlar.
  Basitçe şudur ki, ekosistemdeki en güçlü hayvan.
  İnsanlar olarak Uç Yırtıcıyı   silahlarımız olduğu için   küçük hayvanlar bizden beslenemez olarak nitelendiriyoruz.
  Bir aslan geyik öldürdüğünde suçlu hissetmez, değil mi?
 Siz de bir sineği öldürdüğünüz zaman suçlu hissetmeyin.
  Bence bu bir anlama geliyor.
  Gerçekten bir anlamı var bence.
 Bu temiz oldu çünkü kökünü kementledim.
  Andrew, okulda ne oldu?
 Annemin ilaçlarını almam lazım.
  Yine kuralları mı çiğniyorsun?
 Sen bundan daha güçlüsün, Andrew! Eğer bunu yaptıysan, yapman gerekeni biliyorsun.
  - Biraz düşünmen lazım! - Sen istediğini yap.
  - Yaptıklarının bir sonucu var.
  - Sen bana hiçbir şey yapmadın.
  - Çünkü, ben senden güçlüyüm Matt.
  - Ne yaptığını biliyorum.
  Aptal kurallarını çiğnemeyeceğim, oldu mu?
 Canın cehenneme ve hayatımdan uzak dur.
  Nefes alamıyorum.
  Teşekkür ederim.
  - Karen Detmer.
  - Bir dakika.
  Yarın teslim edilecek.
  Toplam, 750 dolar 83 sent tutuyor.
  O kadar param yok.
  Babana söyle zaten, evlat.
  Yarın teslim almak için ön ödeme yapabilirsiniz.
  - Başka türlü yardımcı olamam.
  - Aptal herif.
  - Sökülün bütün paranızı! - Neyi, sen kimsin?
 Kim olduğum önemli değil.
  Bütün paranızı verin.
  - Yoksa  - Yoksa ne olur?
 Lanet olsun, dostum.
  Andrew mu lan bu?
 Sesi Andrew’e benziyor.
  Sırt çantandan tanıdık.
  - Silahın var demek?
 - Ben de de var.
  Kaç! Hadi, hadi, hadi.
  Hadi, hadi! Soruşturma için gözaltında tutulacak.
 Aman Tanrım.
Oğlumla biraz yalnız kalabilir miyim?
Eğer bilinci yerine gelirse, memurlar kapıda olacak.
 Tamam.
  Annen öldü.
  Dün gece ben seni ararken öldü.
  Eve geldiğimde   öylece yatakta yatıyordu.
  Eğer biraz daha önce orada olsaydım  Sen işleri berbat etmeden ben hep onunla beraberdim.
  Ve bir kere  Bir kez olsun   bana ihtiyacı vardı ama sen aldın onu ellerimden.
  Benden özür dilemeni istiyorum.
  Beni duyabildiğini biliyorum, o yüzden doğrulup   benden özür dilemeni istiyorum.
  Bencil pislik! Bu senin suçun! Buna sen sebep  Beni duyuyor musun?
 Senin yüzünden annen öldü! Mutlu yıllar! Hadi, hediyeyi açın.
  Şu büyük olanı.
  Aman Tanrım, Matt.
  Matt, yine burnun kanıyor.
  İyi misin?
 - Siktir.
  - Cidden kanaman var, bebeğim.
  Matt, burnun.
  - Aman Tanrım Matt  - Bunu duyuyor musun?
 Bunu nasıl duymazsın?
 - Ne duyuyorsun ki?
 - Andrew'la ilgili ters giden bir şey var.
 Yayını böldüğümüz için özür dileriz.
 Ama şuan bütün haber helikopterleri  Seattle'a King Kasabası'na gidiyorlar.
 Şuan için elimizde az bilgi var.
 Fakat bir hastanede bomba patlamışa benziyor.
  Casey, buraya gel.
  - Arabana ihtiyacım var.
  - Haberleri izlemedin mi, Matt?
 - Anahtarlar nerede?
 - Ne?
 Sen kal burada, döneceğim.
  Oraya gitmem lazım.
  Dur, lütfen.
  - Andrew'ın başı dertte.
  - Ne?
 Andrew'ın iyi olduğuna eminim.
  Andrew'ın bana ihtiyacı var, oraya gitmem lazım.
  Lanet olsun, oraya gitmeliyim.
  Bizden başka buraya giden yok.
  Konuş benimle! Casey, sus biraz düşünmem lazım.
  Kasabaya gitmenin başka bir yolunu bulmalıyım.
  - Lanet olsun.
  - Madison Çıkışına dön.
  Hadi.
  - Burada bekle, Casey.
  - Bekle.
  Beni bekle, Matt.
  İzin verir misiniz?
 Bayım, izin verir misiniz?
 Matt.
  Burada ne yapıyoruz?
 Aman Tanrım.
  Aman Tanrım! Lanet olsun! - Matt.
  - Casey, tut.
  - Kapıyı aç, hadi.
  - Tanrım.
  - Andrew kontrolden çıktı.
  - Neden bahsediyorsun?
 Çok üzgünüm.
  Sana anlatmak istemiştim.
  Aman Tanrım Matt, helikopter çarpacak! - Siktir.
  - Sıkı tutun.
  Siktir! Çok üzgünüm.
  Yoldan hemen çekilin.
  Aman Tanrım! Bana tutun! Benim, Andrew.
  Sıkı tutun.
  Durduramıyorum.
  Kontrol edemiyorum.
  Siktir! Andrew! Aman Tanrım! Sıkı tutun! Bana tutun! Kapıyı açamıyorum.
  - Aman Tanrım.
  - Andrew! Andrew, dur! Casey! Matt! Yardım et! Casey, sıkı tutun! Burada kal, tamam mı?
 Burada kal.
  Matt, gitme lütfen.
  Matt! Yanan bir araç var.
 Söndürülmesi gerekiyor.
 Bunu nasıl açıklasam bilmiyorum.
  Ama galiba  Aman Tanrım! Ben Needle, ve gördüğünüz gibi birden fazla şahıs uç Orada ne yapıyor onlar öyle?
 Eğilin! Andrew.
  Buna hemen bir son vermelisin.
  Vaziyet çok kötü.
  Onu neden yakaladın?
 Dinle, sadece odaklan olur mu?
 Onu bırakmıştım, yakaladın?
 Bu oyun değil, anladın mı?
 İnsanlara zarar veriyorsun.
  Zayıfsın, Matt.
  Hepiniz zayıfsınız.
  - Andrew.
  - Ben hepinizden güçlüyüm.
  Andrew, beni dinle.
  Sadece beni dinlemeni istiyorum.
  - Sadece odaklan.
  - Bana ne yapacağımı söyleme! Ne olduğunu bilmiyorum.
  Anlamaya çalışıyorum.
  İki tane  Bizi durduramazlar, gitmek için çok geç değil.
  Çok geç.
  Ben bittim.
  Bana bir pislik gibi davrandın.
  - Beni yalnız bıraktın.
  - Burada yalnız değilsin, Andrew.
  Seninleyim! Başından beri seninle olmalıydım   ama şimdi yanındayım ve bunu durdurabiliriz, Hemen, ikimiz.
  Andrew, uçup gideriz.
  Buradan gidebiliriz.
  Aile olabiliriz.
  Andrew.
  Andrew, hâline bak.
  Sen bu değilsin.
  Uç Yırtıcı.
  Ne?
 Ben Uç Yırtıcıyım.
 Aman Tanrım! Hayır! - Pencereden uzaklaş! - Tamam.
  - Bunu gördün mü?
 - Pencereden uzaklaş dedim! Yerde kal, canım.
  Yerde kal! Andrew! Andrew, bana bak.
  Her şey yoluna girecek, iyileşeceksin tamam mı?
 Seni buradan çıkaracağım, tamam mı?
 Gidin buradan.
  Burası güvenli değil.
  Andrew.
 Bunu çekiyor musun?
 - Durun.
  - Kaldır ellerini.
  Durun, durun.
  Yardıma ihtiyacım var.
  - Kaldır ellerini.
  - Ateş etmeyin, lütfen.
  Arkadaşım yaralandı.
  - Yere yat! - Durun, durun! - Dediğimi yap! - Yat yere! Yere yat! - Dediğimi yap! - Yere yat! Yere yat! - Lütfen vurmayın onu.
  - Seni vuracağız! Tekrar söylemeyeceğim.
  - Cama dikkat! - İndirin! Beni rahat bırakın! Yerimizi aldık.
 Orada kalın! Hayır, durun! Etrafınız sarıldı! Hayır.
 Kaldır ellerini.
 Yerde kal! Tekrar ediyorum, kıpırdama! Yerinizde kalın.
 Ek birimler diğer taraftan! Andrew! Andrew, dur! Onlara zarar verme, Andrew.
  Andrew, dur! Lütfen, dur! Andrew.
  Bana bunu yaptırma! Dur! Ne yapıyor bu?
 Merhaba, Andrew.
  Sadece şunu söylemek istedim  Çok üzgünüm ve  Umarım   yapmak zorunda olduğum şeyi anlamışsındır.
  Sen kötü biri değilsin.
  Biliyorum.
  Önemli olan bu.
  Ve  Bundan sonra daha iyi olacağımı bilmeni istiyorum.
  İnsanlara yardım edeceğim.
  Bize orada ne olduğunu öğreneceğim.
  Ne kadar süreceği umurumda değil.
  Cevapları alacağım.
  Bunu senin, ve Steve için yapacağım.
  Ben  Seni seviyorum, dostum.
  Bunu söyleme şansım olmadı ama seni seviyorum.
  Bil bakalım neredeyim?
 Başardın.
  Çok güzel değil, mi?
 Hoşça kal, Andrew.


Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar