Print Friendly and PDF

Translate

Gizemli Cinayet Murder Mystery (2019)

|


97 dk
Yönetmen:Kyle Newacheck
Senaryo:James Vanderbilt
Ülke:ABD
Tür:Aksiyon, Komedi, Suç, Gizem, Romantik
Vizyon Tarihi:14 Haziran 2019 (Almanya)
Dil:İngilizce, Fransızca
Müzik:Rupert Gregson-Williams
Çekim Yeri:Montreal, Québec, Kanada
Nam-ı Diğer:Murder Mystery
Oyuncular
Adam Sandler
Jennifer Aniston
JLuke Evans
Terence Stamp
Gemma Arterton

Özet

Murder Mystery, evliliklerini canlandırmak için tatile çıkmayı planlayan bir çiftin başına gelenleri konu ediyor. New York’ta yaşayan bir polis ve eşi, evliliklerinin sönen ateşini yeniden canlandırmak için Avrupa’ya tatile gitmeyi planlar. Çift, adamın işi dolayısıyla sürekli ertelemek zorunda kaldıkları tatile sonunda çıkacak olmanın heyecanı içerisindedir. Her şeyi geride bırakıp Avrupa’ya giden çift, bir gün dost canlısı bir milyarderin yatında yaptığı bir partiye davet edilir. Ancak çiftin tatilleri, kendilerine gelen bu teklifi kabul etmeleriyle kabusa döner. Partide, yaşlı milyarderin öldürülmesi her şeyi altüst eder. Üstelik çift, cinayetin baş şüphelileri olarak gösterilmektedir. Polis ve eşi, kendilerini bu işten kurtarmak için vakit kaybetmeden cinayeti kimin işlediğini bulmak zorundadır.

Altyazı

- Parmağımı şuraya koyup işaretliyorum.
 - Tamam.
 Saat, kalbimde sorun var mı söylüyor.
 Ayna da söylemez mi?
 Evet ama bunda hava durumu da var.
 Peki.
 Hanımlarla olan yemeğe bir saat var.
 - Evet.
 - Bir bira?
 Yapamam.
 Birkaç işim var.
 Ne yani?
 Bira istemiyor musun?
 Sorun ne?
 Dedektiflik sınavının sonuçları belli oldu.
 Yine mi geçemedin?
 O sınava bu yüzden hiç girmedim.
 Tasası, hayal kırıklığı.
 İnsan bir yerden sonra yükselemeyeceğini anlayıp pes etmeli.
 Okullarda konuşma yapmalısın.
 - İlham vericiydi.
 - Evet, çocuklar bunları duymalı.
 Anlamıyorum ki.
 Cevapları bilsem de baskı altında donuyorum.
 Üç ay sınava giremeyeceğim, yani Audrey'e yalan söylemeye devam etmeliyim.
 O yüzden bugün akşam yemeğinde - karına  - Asla.
 Yapma dostum.
 Senin için her zaman yalan söylerim.
 Senin için cinayeti örtbas ederim.
 Ama Holly'den karına yalan söylemesini istersem işi pişirmemiz hayal olur.
 Bugün çılgın cuma.
 Yalan söylemene gerek yok, yalanıma ses etmese yeter.
 Hepsi bu.
 - Peki, tamam.
 - Sağ ol.
 Bana borçlandın.
 Akşam görüşürüz.
 BEBEĞİM, CLARITIN ALIR MISIN?
 Claritin almam gerek.
 Claritin.
 Tanrım.
 Baksana.
 - Tanrım.
 - Kızı helikopterle mi getirmiş?
 Benim kocam siyah Uber bile tutmaz.
 Evet.
 Ben Nick'in en son ne zaman azıcık da olsa romantik bir şey yaptığını hatırlamıyorum.
 Yani, eskiden bana güzel karışık kasetler bırakırdı.
 Banyoya aşk notları bırakırdı.
 Aşk notu kalmadı.
 Benimki seks yapmak istediğinde bana patlıcan ve donut emojisi gönderiyor.
 Patlıcan ve donut  Patlıcan o oluyor yani.
 Daha çok, parmak patates.
 Aslında pek zor değil.
 Kavşakta çiçek satan çocuklar oluyor.
 Pencereyi indir, bir demet al, eve getir.
 Cidden  Daha kolay olamazdı.
 Cidden.
 Yani, yarın 15'inci evlilik yıl dönümümüz.
 Hâlâ düğün günümüzde sözünü verdiği Avrupa gezisini bekliyorum.
 - 15 yıl mı oldu?
 - Evet.
 Şimdiye Avrupa'ya yürümüştüm.
 Ona açıkça söylemelisin.
 Söylemek istemiyorum ki.
 Kendi anlasın istiyorum.
 - Asla anlamazlarlar.
 - Aynen.
 - Bu olmaz.
 - Erkeklere her şeye söylemelisin.
 Lavaboda bulaşık istemiyorsan söylemelisin.
 Yatmadan önce duş alsın istiyorsan söylemelisin.
 Restoran tuvaletlerinde çalışanlara ellerini yıkamasını söyleyen tabelalar bunun için var.
 Kadınlar için değil, erkekler için.
 Belki sen de ona şöyle bir mesaj gönderebilirsin: uçak, kadeh, İtalya bayrağı, patlıcan, donut, donut, donut.
 SANA DELİ OLUYORUM!
 Elli dolarlık olsun.
 Claritin  Hoş geldiniz.
 Teşekkürler.
 Evet, teşekkürler.
 Onlara sırt çantandakilerden bahsedecek misin?
 İşine bak dostum.
 Bunu ödeyeceğim.
 Spor ayakkabılarını beğendim.
 Pahalı olmalı.
 O yüzden mi Monster enerji içeceğine veya acılı Cheetos'a paran yetmiyor?
 - Bekle.
 - Hey, bırak beni dostum.
 Haklı olduğuma inanamıyorum.
 Ağzını kapalı tut.
 Canına okurum ihtiyar.
 İhtiyar.
 Tanrım.
 Öncelikle, sırf bana ihtiyar dediğin için bile seni hapse atabilirim.
 Ama onları yerine koyarsan seni bırakırım çünkü yemeğe geciktim ve kurt gibi açım.
 Devam et.
 Tylenol PM?
 Doğru mu?
 - Onu kullanmaz.
 - Ona iyi gelmiyor.
 - Ne zamanı gittiğine bağlı.
 - Teşekkürler.
 - Bir tane daha.
 - Bir tane daha mı?
 Bugün biz ödeyeceğiz.
 Belki biraz ağırdan alabilirsin.
 - Nick.
 Neyin var senin?
 - Affedersin.
 Bir içki daha almayayım mı Dedektif?
 - Hayır Holly, bir içki daha al.
 - İstediğin kadar al.
 - Şakaydı.
 - Komik değil.
 Çünkü harika bir gün geçirdiğim için keyfim yerinde.
 Harika gündü.
 - Şahaneydi.
 İnanılmazdı.
 - Peki.
 - Sahi mi?
 Yeni dava mı aldın?
 - Evet.
 Ne davası?
 Ne davası mı?
 İyiydi.
 Dinle.
 Harika gidiyor yavrum.
 İnan.
 Bana gittikçe daha çok güveniyorlar ve keşke ne olduğunu söyleyebilsem ama gizli.
 - Bir saniye.
 - Ne oldu?
 Aman Tanrım.
 - Bu ne?
 - Ne o?
 Jimmyciğim doğum günüm için almış.
 - Ne?
 - Jimmy.
 - Kutlama elması.
 - Kaptık onu.
 İnanmıyorum.
 Muhteşem.
 - Sağ ol Audrey.
 - Pahalı.
 - Vay be Jimmy.
 - Değil mi?
 - Sana özel bir şey aldım.
 - Eminim.
 Çok sevineceksin.
 - Sahi mi?
 - Sabırsızlanıyorum.
 Bence Amazon hediye kartı alacak tipte biri olduğunu söylerim ama dedektif değilim.
 - Baksanıza çocuklar.
 - Evet.
 Kadehlerimizi dostlarım Nick ve Audrey'e kaldıralım.
 15 muhteşem yıla.
 - Kesinlikle.
 - Evet.
 - 15 yıla.
 - Gerçek aşka çocuklar.
 On beş yıla.
 Gerçek aşka.
 Akşam yemeği olaydı ama beklenen bir şey.
 Ama Holly'nin buz küplerini çiğnerken çıkardığı sesi kaydedip sabah alarmı olarak kullanmak istiyorum.
 O zaman kesin kalkıp işe gitmek isterim.
 Sorun ne?
 Espriyi beğenmedin mi?
 Diş ipi kullanıyorum.
 Görebiliyorum.
 Bugün fazla sert yapıyorsun.
 Bu akşam vantilatörle uyumayacağım.
 O sesten nefret ediyorum.
 Vantilatöre gerek yok.
 Klimayı açarız bebeğim.
 Ne?
 Bana bağıracak mısın?
 Bunu görebiliyorum.
 Bekle.
 Sinirini diş ipinden çıkar.
 Neden Avrupa'ya gitmedik Nick?
 Bunu açıklamalısın.
 Hiçbir yere gitmiyoruz.
 Seyahat ediyoruz ya.
 Pocono Dağları'na gittik.
 Ne?
 Poco  O cenaze içindi Nick.
 Şey vardı, amcam bakımevindeyken Virginia'ya gidip ölümüne tanık olduk.
 - Bu vardı.
 - Nick.
 Yapma, kartpostaldan bahsediyorum.
 - Hatırlamıyor musun?
 - Elbette hatırlıyorum.
 On beş yıl oldu Nick.
 Neyi bekliyoruz bilmiyorum.
 Yine yaptın yapacağını Audrey.
 Ne?
 Ne yaptım?
 Yemekte büyük bir sürprizim var demiştim, yarın sabaha kadar bekleyemedin mi?
 Hayır.
 Sonunda Avrupa'ya gidiyoruz.
 Mutlu yıl dönümleri.
 Tanrım.
 Tüylerim diken diken oldu.
 Aman Tanrım.
 Ben çok  Sürprizini mahvettim.
 Mahvetmedin.
 Harikasın.
 Hak ediyorsun.
 Seni seviyorum.
 - Seni seviyorum.
 - Hâlâ sürpriz.
 Yemin ederim.
 - Karşılayabiliriz, değil mi?
 Bunlar  - Elbette karşılarız.
 - Peki.
 - Bu yıl zam alacağım.
 - Evet.
 - Her şey tamam.
 Hadi.
 - Merhaba, selam.
 - Merhaba.
 Nasılsınız?
 Biz balayındayız da daha iyi bir yere geçebilir miyiz acaba?
 Çünkü milim var.
 Olabilir mi?
 Bu havayolundan mı bilmiyorum ama bitmiş mi  Beyefendi, önceden istemeliydiniz.
 Bu taraftan lütfen.
 - Teşekkürler, üzgünüm.
 - Önceden aradık.
 - Aramaya çalıştım ve kimse  - Kimi aradın?
 - Meşgul sesi geldi.
 - Gerçekten mi?
 - Meşgul sesi geldi.
 - Kimi aramaya çalıştın?
 RSVP MURDER BİRİNCİ DERECEDEN CİNAYET Açık etmek istemezdim.
 Uşaktı.
 Uşak yaptı.
 Asla uşak değildir.
 Uşak diye bir şey olduğunu bile sanmam.
 Bağımlı olduğun aptal kitaplar için uydurulmuş bir kelime.
 Lütfen biraz  Kitaplarımı rahat bırak, olur mu?
 İzin ver okuyayım.
 Seviyorum işte.
 Beni mutlu ediyor.
 Sen iyi misin?
 Biraz aksisin.
 Sıkıldın mı?
 - Tamam.
 - Uyuyacağım.
 - Kestir biraz.
 - Sorun olmaz mı?
 Dur.
 Ama lütfen tamamen arkaya yatırma.
 - Yatırmayayım mı?
 - Hayır.
 Gıdım görünmesin diye mi?
 Gıdından değil.
 Ayıp olduğu için.
 Peki.
 - Çünkü yayılıyorsun.
 - Peki.
 Koltuğun arkandaki adamın kucağına yatar gibi oluyor.
 - İnsanları düşün biraz.
 - Yatmayacağım.
 Sağ ol.
 Devriliyor.
 Affedersiniz.
 - Merhaba.
 - Merhaba.
 Kulak tıkacı alabilir miyim lütfen?
 Tabii, dokuz dolar.
 Dokuz dolar mı?
 Kulak tıkacına mı?
 Evet.
 Önemli değil.
 Yer fıstığı kullanırım o zaman.
 O zaman  CALLISTRO HAVAYOLLARI Vay be.
 Uyuyamayan biri daha varmış.
 Tanrım.
 Evet.
 Ben  Evet.
 Değil mi?
 Bu şeylerde uyuyamıyorum işte.
 Seni diğer kıyıya atan nedir?
 Aslında, balayım.
 Tebrikler.
 - Teşekkürler.
 - Eşin nerede?
 Öldü.
 Uyuyor.
 Ölü gibi uyuyor.
 Aslında evleneli 15 yıl oldu ama çok yoğunduk.
 Öyleyse fırtına gibi geçen hayatına içelim.
 Evet.
 - Pardon hanımefendi.
 - Evet.
 - Bar yalnızca birinci sınıf yolcular için.
 - Tabii.
 Özür dilerim.
 Evet.
 Ben alt sınıf kabinime dönüp yerime oturayım da biraz kömür küreyeyim.
 - Misafirim.
 - Hayır.
 Maalesef beyefendi, kendi birinci sınıf bileti olmalı.
 - Evet.
 - Charles Cavendish.
 Çok özür dilerim efendim.
 Vay canına.
 Charles Cavendish.
 Gerçek adın mi?
 Korkarım öyle.
 Yani, kulağa bir gizem romanından fırlamış gibi geliyor.
 Ben hangi karakter olurdum peki?
 Böyle bir isimle kötü adam olurdun.
 Pekâlâ, kötü adamlara.
 Tamam, yani nişanlın   yaşlı amcan için   seni terk ediyor, - bu da  - İkiniz biraz susar mısınız?
 Kes sesini.
 Yoksa buraya gizlice soktuğun gelincikten herkese bahsederiz.
 Olanlar çok adiceydi, biliyorum.
 - Adice.
 - Nişanlımı arzuluyordu ve Malcolm amca her zaman istediği şeyi alır.
 Malcolm.
 Malcolm amca.
 - Quince.
 - Amca  Malcolm Quince senin amcan mı?
 Şu milyarder olan?
 - Ta kendisi.
 - İnanmıyorum.
 Tıpkı buna benziyor, bu kırışık zeytinin 70 milyar dolara sahip olduğunu düşün.
 Yetmiş milyar dolar.
 Bu hafta sonu Grand Prix için yeni evlilerle beraber onun yatıyla Monako'ya gideceğim.
 Niye?
 Niye yapıyorsun ki bunu?
 Yaptıklarımdan sonra niye yatlarına biniyorsun?
 Çünkü İngilizim Bayan Spitz.
 Sosyal mazoşizme açım.
 Ve kör kütük sarhoş olup şenliklerini mahvetmeyi planlıyorum.
 Tamam.
 Bunu desteklerim.
 Diyorum ki Audrey, kocanla bu hafta sonu planınız var mı?
 Şaka yaptın.
 Bu  Vay anasını.
 Bu uçağın barı mı varmış?
 Beyefendi, burası birinci sınıf salonu.
 Yerinize dönmenizi rica ediyorum.
 - Artık uçaklarda bar mı var?
 - Birinci sınıf olunca var.
 Bu  Tanrım, keşke annem sağ olsaydı da görseydi.
 Alkolikti ama iyi biriydi.
 Beyefendi, yerinize dönmezseniz aramam gerekecek  Polisleri.
 Şuradaki çenesi çıkık adamla konuşan, benim karım.
 Gidip araya gireceğim, muhtemelen kendime bir bira alırım, belki sana da bir Xanax.
  Portekiz.
 Şarabı mektuba değer.
 İnsanlar artık mektup yazmıyor.
 - Ne kadar yazık.
 - Baştan sona çok taktiksel.
 Evet, doğru.
 Selam.
 Nick.
 - Nasılsın?
 - Selam tatlım.
 Uyanmışsın.
 - İyi kestirdin mi?
 - Uyandım.
 - Seni arıyordum.
 - Evet.
 Buradayım.
 - Bu hoş beyle tanıştım.
 - Öyle mi?
 Charles Cavendish'le tanışmanı isterim.
 - O bir lord.
 Değil mi?
 - Nasılsın?
 - Lord mu?
 - Aslında vikont.
 Ama vikontlara lord diyorlar, sanırım sevgili Audrey o yüzden karıştırdı.
 Bak işte.
 Beni de karıştırıyor.
 Bazen kral oluyorum, bazen babacık.
 Bir Labatts alabilir miyim kardeşim?
 On yedi avro.
 Hayır.
 Lütfen.
 Bira benden.
 Hadi ama.
 Tanımadığım birinden bira kabul etmem.
 Tanrım.
 Umarım diğer teklifimden faydalanırsın.
 Hey.
 Karımla seks yapmak için bana para teklif ederken burada öylece durmam.
 Merak ettim, kaç paradan bahsediyoruz?
 - Harika.
 - Yapmam.
 - Dinle beni.
 - Sadece  Ne?
 Hafta sonunu ailesiyle yatında geçirmemiz için bizi davet ediyor.
 Planlarımız var.
 Bir otobüste.
 Domuz pastırmasını nasıl olgunlaştırdıklarını izleyebileceğimiz San Grigio adındaki cennet gibi bir köye giden otobüste.
 - Şunu açıklayayım.
 - Söyle.
 - Neyi atladım?
 - Şaka mı bu?
 Avrupa limanlarına yelken açacağız.
 - Evet.
 - Taze balık yiyeceğiz.
 - Tamam.
 - Ve şarap içeceğiz.
 - Birlikte olacağız.
 - Ne güzel.
 - Şefleri varmış.
 - Şefleri varmış.
 Adı Maurice.
 Maurice miydi?
 - Maurice, evet.
 - Maurice.
 "Bazıları bana Maurice der.”
 Hatırladın mı?
 - Biraz konuşalım.
 - Tabii.
 - Tamam.
 - Tamamdır.
 Dinle  Ne yapıyorsun sen?
 İki yetişkin bir uçakta neden tuvalete girer?
 Tatlım, yapma.
 Özel konuşmak için.
 Komikti.
 Dinle.
 sadece hayatta bir kez karşımıza çıkacak bir fırsatı niye geri çevirdiğini anlamıyorum.
 Çünkü o adama güvenmiyorum.
 - Neden?
 - İçgüdüler işte.
 İçgüdülerin mi?
 Burada işi pişireceğini söylediler.
 Pişirmeyecek miyiz?
 Hadi ama.
 Bir daha ne zaman yata binebiliriz?
 Ne zaman domuz pastırmalı sandviç yesek nasıl olgunlaştırıyorlar diye soruyorsun ya  - Bir daha o soruyu sormayacağız.
 - Hiç sormadım.
 - Çünkü San Grigio'ya gidip  - Olmadı.
 -  orada bize  - Neden bahsettiğini bilmiyorum.
  bunu anlatacaklar.
 Tamam.
 Gerçeği söyleyeyim mi?
 Kalbimi kırıyorsun.
 - Niye?
 - Enayi gibi hissediyorum çünkü çok çalışıp para biriktirdim ve nedenini biliyorsun.
 Bu geziye çıkabilelim diye.
 Dük de değilim.
 Anlıyorum.
 O bir vikont ama  - Ne olduğunu bilmiyorum.
 - Biliyorum.
 Sorun yok.
 Özür dilerim.
 Seni seviyorum.
 Kendimi kaybettim, kendimi kaptırdım.
 Ama sorun değil.
 Otobüse bineceğiz.
 Harika olacak.
 - Bayılacaksın!
 - Otobüs.
 MÁLAGA İSPANYA Hey!
 Gonzales.
 Hoş geldin şampanyamız nerede?
 - Geldiğimizde  - Baba.
 Summer bana vurdu.
  bir kadeh şampanya sözü verilmişti.
 Kapayın çenenizi!
 İkiniz de!
 Keser misiniz?
 - Duyduğunuzu biliyorum.
 - Vur.
 Anne!
 Kes sesini!
 Şey  Yata binelim, olur mu?
 - Sağ ol.
 - Pekâlâ.
 Cavendish, fikrimizi değiştirdik.
 Geliyoruz.
 Harika.
 <i>- Merhaba.
 - Bienvenidos.
 Teşekkürler.
 <i>- Teşekkürler.
 - De nada.
 <i>- Bu inanılmaz.
 - Señor.
 Daha büyük bekliyordum.
 - Ne?
 - Öyle.
 - Bundan büyük mü?
 - Gerçekten.
 Eminim şuradaki, amcası için Cavendish'i bırakan eski nişanlısıdır.
 Tamam.
 Açlıktan ölüyorum.
 Şu Maurice denen adam nerede?
 Onunla doğrudan konuşacağımızı sanmam.
 - Yemeği bekleyelim.
 - Ne zaman?
 Nereden  Tatlım, sonra işte.
 Bilmiyorum.
 Burası Avrupa.
 Otobüste standart Amerika yemek saati uygulanıyor da  - Bebeğim, resmen tablo gibi.
 - Evet.
 - Hayır, çok güzel.
 - Gerçek değilmiş gibi.
 - Bu  - Tanrım.
 Vay be.
 Baksana, kız çok güzelmiş.
 Çok güzel.
 Öyle bir güzelliği var ki hangi ülkeden geldiğini anlayamıyorsun.
 Yani, ben anlayamadım.
 Sen?
 Japonya.
 Evet.
 Gördün mü?
 Seni duyabiliyor.
 Şu anda televizyonda değil.
 Karşında gerçek bir kişi var.
 Partiye davetsiz siviller getirmek.
 Sarhoş musun?
 Daha öğlen saati Suziciğim.
 Elbette sarhoşum.
 Sevgilin Bay Yaşlılık Lekesi nerede bakalım?
 Malcolm daha gelmedi.
 Havalı girişleri sever, bilirsin.
 Artık Malcolm'un girişlerini herkesten iyi bilirsin.
 - Memnun olduk.
 Müthişsin.
 - Memnun olduk.
 Gördüğünüz için üzgünüm.
 - Aslında ilk kez hoşuma gittin.
 - Hak etmişti.
 - Ağzının payını verdin.
 - Kaba biri.
 - İncinen sensin.
 - Charles.
 Gelebilmene çok sevindim.
 Misafir de getirmişsin.
 Kuzenim Tobey'yle tanıştırayım.
 Malcolm'ın tek oğlu ve gey olmasa Suzi'nin beni bırakma nedeni olurdu.
 - Tamam.
 - Bizi kabul ettiğiniz için teşekkürler.
 Evet.
 Çok güzel oldu.
 Bu babamın teknesi.
 - Ya o?
 - Şanslı.
 Bir keresinde babası çim biçicisini kullanmama izin vermişti, - yani nasıldır bilirim.
 - Evet.
 Charles'ı nereden tanıyorsunuz?
 Altı saatlik bir geçmişimiz var.
 Uçakta tanıştık.
 Nezaketle bizi davet etti.
 Onlar için bir kamaramız vardır.
 Geçmişiniz çok eskiye dayandığı için kesin bir yer bulabiliriz.
 Sıcak karşılama için teşekkürler.
 Buyur.
 - Daha yukarısı mı var?
 - Çok naziksiniz.
 Bu taraftan mı?
 - Merdivenler mermer.
 - Bir güverte daha var tatlım.
 "Şehvet düşkünü Malcolm Quince bu hafta 23 yaşındaki kayak eğitmeni Suzi Nakamura'yla evlendi.
 Tokyo doğumlu rüküş neden takma dişleri alp disiplinine tercih etti?
 Belki de oğlu Tobey'ye miras kalacak 70 milyar dolar için.”
 - Vay be.
 - Tanrım.
 Bebeğim.
 Tam bir TMZ hikâyesinin ortasına düştük.
 Bu yat konusunda haklıymışsın.
 Tıraş kremleri Hindistan cevizi kokuyor.
 - İnanılmaz.
 - Pardon.
 Zenginlere alerjin mi var?
 Hayır.
 Kes şunu!
 Başka şeylere var.
 Claritin verir misin lütfen?
 Peki.
 Al.
 Bebeğim, bu Allegra.
 Claritin'i yanıma aldım, dedin.
 Aynı şey.
 Hayır tatlım.
 Allegra bana iyi gelmiyor.
 Tamam.
 Monako'ya gittiğimizde Claritin'ini alırım.
 Orada adına başka bir şey diyorlar, söyleyeyim.
 Hatırlasana, biz  Mavi kutu.
 Biliyor musun, Fransızcada Allegra "Claritin'le aynı halt" demek.
 - Gülümse.
 - Evet.
 İçmeyi bırakmalısın artık.
 Ayyaşsın.
 Ona baksana.
 - Niye kendine işkence ediyor?
 - Kendimi kaybetmem.
 Zaten Malcolm'la evli.
 Kızın daha ne demesini bekliyor?
 Kız adama ahlaksız diyor, adam da kıza sürtük diyor.
 Ve ikisi de haklı.
 Seni nereden tanıyorum?
 Sen  Oyuncusun, değil mi?
 Tüm kadınlar oyuncudur canım.
 Ben para kazanacak kadar akıllıyım sadece.
 Grace Ballard.
 Aman Tanrım!
 Bu  İnana  Büyük hayranınım.
 - Hey.
 - Bir numaralı hayranın.
 - Resmen  - Evet.
 İnanılmaz bebeğim.
 Ben Nick Spitz.
 Bu da eşim Allison.
 - İnanamıyorum.
 - Audrey.
 İsmim Audrey.
 - Audrey, dedim.
 - Demedin.
 Hayır, Allison onun oynadığı karakter, şeyde  Birlikte izlemiştik, güzel bir kız robot çıkıyordu.
 - Evet.
 - İşte robot o!
 Sütyeninden silahlar çıkıyordu.
 <i>- Evet!
 - Sex Machina.
 - Yıldızımın parladığı rol.
 - Çok iyi.
 Şuna bak, tam karşımızda.
 Karnıma tekme yemiş gibiyim.
 - Tamam.
 Hey.
 - Şaşkına döndüm.
 Tatlım, gel güneş kremi sürelim.
 Bana sürmüştün zaten.
 Hayır, tekrar süreceğiz.
 - Daha fazla mı?
 - Tekrar süreceğiz.
 - Peki, süreriz.
 - Tamam.
 - Memnun olduk.
 - İnanılmaz.
 Harika.
 - Çok heyecanlandı.
 - Aynı gemideyiz.
 Bak, soyadının aslında Ballard olmadığı yazıyor.
 Ne olmuş?
 İnsan nasıl böyle güzel görünür?
 - Her yeri yapma.
 - Ne?
 Dudakları, burnu, çenesi.
 Yok artık.
 İnsanlar çenelerini yaptırıyor mu cidden?
 Bu laf doğrudan banaydı.
 İğrençti.
 Çenemi yaptırmamı istiyorsun ama yaptırmam.
 Seni olduğun gibi seviyorum ama bu bir seçenek.
 Bir saniye izin verir misiniz?
 Şu Mihrace'ye merhaba diyeyim.
 Tabii.
 Bu herkesin ağzında.
 Bir teknedeyiz ve adam "Gidip Mihrace'yle konuşacağım.”
 diyor.
 - Olay resmen.
 - Gerçek mi bu?
 Pardon.
 Maurice burada mı?
 Çünkü kurt gibi acıktım.
 Evet, hazırlıyor.
 Hazırlıyor, tamam.
 Biter mi?
 Lütfen Maurice'e söyleyin, hızlansın.
 Tatlım.
 Tamam, şimdi bakma ama göz bandı olan çok korkunç bir adam tam bize bakıyor.
 - Bakma dediğimde bakma.
 - Göz bandı ve korkunç dersen bakarım.
 Üzgünüm.
 Fiziken bakmamak imkânsız.
 - Buraya geliyor.
 - Korkunç adam.
 - Tatlım.
 - Sorun yok, rahat görün.
 - Selam beyler.
 Ne haber?
 - Selam.
 - Sizi tekneye kim aldı?
 - Pardon?
 Neler oluyor?
 - Pasaportlarımız.
 - Onlar misafirim Albay.
 - Bu, sadece aile arasında.
 - Sahi mi?
 Bildiğim kadarıyla aileden değilsin.
 Şuradaki Sovyet Chewbacca da.
 Nick, Audrey.
 - Aileden olmadığın kesin.
 - Tamam.
 Tanrım.
 Birinin silah taşıdığını gördüm.
 - Silah mı getirmeliydim?
 - Dolu bile değildir.
 O, Namibya Savunma Kuvvetleri'nden Albay Charles Ulenga.
 Malcolm'ın en iyi dostu.
 94'teki bir bombardıman girişiminde hayatını kurtardı.
 - Gözünü o zaman kaybetti ve şeyi  - Sikini mi kaybetti?
 - Tatlım, neden?
 - Belki sikidir diye düşündüm.
 Yanındaki de Sergei Radjenko, eski Spetsnaz ve onun koruması.
 Çılgın göz bantlı adama koruma mı lazım?
 Hey!
 Eli.
 Eli artık vücudunda değil.
 Şuna bak.
 Sikini tüttürüyor.
 - Sikini tüttürüyor.
 - Hayır.
 Tanrım.
 Kessene.
 Sadece eğleniyorum.
 Teknedeyiz.
 Bir şey sorsam?
 Mihrace tam olarak ne demek?
 Niye ona sormuyorsun?
 - Hayır.
 - Vik!
 Tanışmanı istediğim misafirler var.
 - Selam.
 - Nick ve Audrey Spitz, size Mumbai'den soylu Mihrace Vikram Shivan Govindan'ı takdim edeyim.
 - Merhaba.
 - Tanrım.
 Bu harika.
 Sizinle tanışmak  - Sizinle  - Memnun  Hey, çok komikti.
 Eğilip selam vermeler falan.
 Bilirsiniz, esmer eğilip selam verir, beyazlar geriye eğilir.
 - Çak bir beşlik.
 Peki  - Pardon.
 - Pekâlâ.
 - Size saygı gösteriyor.
 - Çok iyiydi.
 Çok komikti.
 - Şakaydı.
 Audrey'nin sana bir sorusu var.
 Söyle bakalım.
 Biz Mihrace'nin tam olarak ne demek olduğunu merak ettik.
 Bunun okulu falan var mı?
 Ben bunun için doğdum.
 - Bunun için doğdun.
 - Bunun için doğdun.
 Senin işin ne Nick?
 - Ben  Şeyde  - Nick dedektif.
 Harika.
 Kimseyi ıslattın mı?
 Nasıl yani?
 Delik açmak, kurşun sıkmak, öldürmek.
 Şey gibi  - Hayır.
 Kimseyi vurmadım.
 - Hayır, Tanrım.
 Bu iyi bir şey.
 Nick  Sadece berbat bir nişancı olduğun için.
 Nişanda berbattır.
 Akademiden zor mezun oldu çünkü atıcılık barajını bile geçemedi.
 Audrey'nin laktoz intoleransı var.
 - Uykusunda bile geğirir.
 - Ne?
 Birbirimizin kusurlarını söylüyoruz ya, ortaya dökmek istersin diye düşündüm.
 Özür dilerim, birini vurdun mu diye sorunca - hassas bir konu olduğunu düşünmedim.
 - Değil.
 - Tanıştığımız herkese söylemen hoş değil.
 - Söylediğim için üzgünüm.
 Boş ver.
 Tanrım.
 Şuna bak.
 - Vay be, olaya bak.
 - Vay canına.
 Bebeğim.
 Bu oda senin kadar güzel görünüyor.
 - Sen büyüleyici görünüyorsun.
 - Teşekkürler tatlım.
 Çok şekersin.
 Ne?
 Herkes smokin giymiş.
 Keşke getirseydim.
 Çorap giymeliydim, haklısın.
 - Hey!
 Juan Carlos!
 - Selam.
 - Bol şans dostum.
 - Selam.
 Merhaba.
 Sana neden şans diliyoruz?
 Yarınki Monako Grand Prix'te yarışacak.
 Vay canına.
 Büyük olay.
 Juan Carlos Rivera.
 Tanıştırayım  Steve ve Leydi Steve.
 - Ne?
 - Hayır.
 - Yani, isterseniz.
 - Hayır.
 Sorun değil.
 - Tanıştık bir kere.
 Ben Audrey.
 - Pekâlâ, baştan alayım.
 Ben Nick.
 Ve biz Spitz'leriz.
 - Evet.
 - Juan Carlos.
 - Juan Carlos.
 - Demek araba yarışçısısın.
 Güzel.
 Evet.
 Öyle bir şeye nasıl biniyorsun?
 Bir numara, evet.
 Dilimizi bilmiyorsun, değil mi?
 Çok hızlı.
 - Hoş geldiniz.
 - Tamam.
 AKDENİZ FRANSA KIYISININ AÇIKLARI O da ne?
 O, Quince hançeri.
 Çin çeliği, taşları doğudan.
 Marco Polo'dan aileye bir hediye, - en azından efsaneye göre.
 - Tanrım.
 Nick'in büyükannesi bize Sears'tan bir tost makinesi bırakmış, en azından efsaneye göre.
 Bakın, babam geliyor.
 Bu da ne?
 Kaptan Wong, misafirlerimle özel olarak konuşmak isterim.
 Kesinlikle.
 Dostlarım, <i>Akdeniz Kraliçesi'ne hoş geldiniz.
 Evliliğimi kutlamak için buralara kadar gelmenizin beni nasıl mutlu ettiğini anlatamam size.
 Yaşlandıkça bir bakacaksınız ki hayatı iyice düşünmeye başlamışsınız, sadece başarılarınızı değil, başaramadıklarınızı da.
 Hayal kırıklığına uğrattıklarınızı da.
 Canım karım Suzi'nin önünde kocaman bir hayat var.
 Grace beyaz perdede ışıl ışıl parlıyor.
 Vaftiz oğlum Juan Carlos yarış takımımı zafere ulaştırmaya çalışıyor.
 Siz  Siz kimsiniz?
 - Merhaba.
 Biz Spitz'leriz.
 - Biz  Kim?
 Audrey ve Nick Spitz.
 - Harika.
 - Tekneye bayıldık.
 - Tekne mi?
 Yani, bu bir gemi.
 - Ötesi.
 - Böylesini görmedim.
 - Eric Laminsolve'un var.
 Balığa çıkıyoruz, Boston Whaler'ı var.
 - Devasa.
 - Yapma.
 Onlar benim misafirim amca.
 Misafir mi getirdin?
 Artı birimi sen aldın.
 Üzgünüm.
 Gitmemizi ister misiniz?
 Gidebiliriz.
 Gerçi nasıl gideriz, bilmem.
 Denize açıldık.
 Burada tekneler için Uber var mı?
 - Odadan gidebiliriz Nick.
 - Odadan mı?
 - Odadan gidebiliriz, kesinlikle  - Hayır.
 Gerek yok.
 - Kalırız o zaman.
 - Kalırız.
 Tamam.
 Yeğenim Charles diken üstünde olmam için hep bir şey buluyor.
 Dostum Albay yıllarca güvende olmamı sağladı.
 Vikram'ın aile serveti daima benimkiyle iç içe oldu.
 Ve Tobias'ım.
 Hep bir erkek evlat istemiştim ve işte buradasın   oğlum.
 Hepinize vasiyetimdeki yerinizden bahsettim.
 Her birinizin gerçekten neye layık olduğunu uzun uzun düşünüp bir sonuca vardım.
 Hepiniz bunca yıldır benim başarılarımdan beslenen, kan emici, iğrenç sülüklersiniz.
 Beni iğrendiriyorsunuz.
 Otobüste bunu göremezdik bebeğim.
 - Bu inanılmaz.
 - Biliyorum.
 - Sağ ol.
 - Ne demek.
 O yüzden yeni bir vasiyet hazırladım.
 Bütün servetimin Suzi'ye kalacağı yazıyor.
 Şu andan itibaren sizinle bağımı kesiyorum.
 Ortada kalacaksınız.
 Belki de yaptığım bu iyilikten sonra sonunda kendi başınıza bir şeyler yapabilirsiniz.
 Anlaşılan havyarımdan yeterince yedi.
 Komikti.
 Hayatım.
 Evde imzalayabilirdiniz.
 Bizi küçük düşürmek için mi buraya çağırdınız?
 Evet ve koşa koşa geldiniz.
 Baba, bunu yapma.
 Yoksa ne olur?
 Evet.
 Ben de öyle düşünmüştüm.
 Ateş etme!
 Ateş etme lütfen!
 Baba!
 Onu vurdun!
 Hayır, birinin onu bıçakladığını gördüm.
 - Kimin?
 - Bilmiyorum.
 Ne oldu?
 Bir çığlık du  Malcolm!
 Aman Tanrım!
 Hayata döndürmeye çalışan oldu mu?
 Kalbine saplanmış bir bıçak var.
 Hayata döndürülebileceğini sanmam.
 Çıkarsak mı?
 Hayır, otuz santimlik bir bıçak.
 Çekersek  Tanrım!
 Bıçağı polisler için içeride bırakmalıydın Albay.
 - Geri koyayım.
 - Koyma.
 Kocamı dinlesenize!
 Kendisi dedektif.
 Evet.
 Ne yapmalıyız Memur Bey?
 Öncelikle cinayet silahını kurbanın göğsüne takıp çıkarmayı bırakalım.
 Hatta hiçbirimiz cesede dokunmayalım.
 Her şeyi elimizden alacaktı.
 Senin için.
 Hey, imzaladı mı?
 Hayır.
 İşte bu.
 Üzerinde başka kopya olmadığından emin olalım.
 Cesedin ceplerini karıştırmak da dokunmaya girer.
 Size söylediğim için üzgünüm Bayan Ballard.
 Harikasınız, çok gösterişlisiniz.
 - Tamam.
 Sırada ne var?
 - Olay yerini korumalıyız.
 Kaptan Wong, burayı kapatmanız mümkün mü acaba?
 Evet, elbette.
 Şüphelileri sorgulamaya başlamalıyız.
 Şüpheliler mi?
 Kimseyi sorgulamayacağız.
 Wong, burayı kapatınca anahtarı bana ver.
 Sonra telsizle Interpol'e ulaşıp Monaco rıhtımına çağır.
 Bu arada ben de karidese biraz daha yakından bakacağım.
 - İnceleme için mi?
 - Hayır Wong, kurt gibi aç olduğum için.
 Sizlerin de yerinde olsam kendimi kamarama kilitlerdim çünkü birimiz bir katil.
 - Audrey.
 - Efendim?
 Kokteyl sosunu getir.
 Peki.
 <i>Bir saniye.
 Ne var yahu bunlarda?
 Bilmem.
 Maurice denen herif her bir karidesi tek tek emziriyor olmalı.
 Yani, çok iyi yaşıyorlar.
 - Tanrım, evet.
 - Tanrım.
 Nerede kalmıştık?
 Pekâlâ.
 Bak ne diyeceğim.
 Cinayette iki kişi olmalı çünkü ışıkların söneceğini nereden bilebilirlerdi ki?
 - Akıllıca.
 - Değil mi?
 Şu anda çok yorgunum.
 Uyuyacağım.
 - Şaka mı bu?
 - Ne?
 Jetlag olmadın mı?
 Nick.
 Tatlım, hadi ama cidden.
 Sence kim yaptı?
 Düşünmüyorum, biliyorum.
 Kim?
 Oğlu yaptı.
 - Tobey.
 - Hayır.
 Mümkün değil.
 İhtimali yok.
 Fazla belirgin.
 Katil asla en belirgin şüpheli değildir.
 Katil her zaman en belirgin şüphelidir.
 Bir kadın öldürüldüğünde katil yüzde 90 kocasıdır.
 Neden bunu örnek verdin?
 Katılmıyorum da.
 Bence insanlar bundan daha karmaşıktır.
 Neye dayanarak yargıda bulunuyorsun?
 Okuduğun kitaplara mı?
 İnsanlar basittir, tamam mı?
 Tobey yaptı.
 Bu işten en fazla kazancı olan oydu, en fazla kaybı olan da.
 Tam da bu yüzden katil o değil.
 Hiç bir teknede yaramazlık yaptın mı?
 Ne kadar eğlenceli olurdu.
 Sadece uzanırım, tüm işi tekne yapar.
 - İyi.
 Senin için çok uygun.
 - Sırtım ağrıyor.
 Senin için çok uygun.
 Peki ya ışıklar?
 Açık bırak, umurumda değil.
 Her türlü olur.
 Seçim kadının.
 Hayır.
 O ışıkları kim söndürdü?
 Ne oluyor?
 Bana öyle bakmayın, hissedebiliyorum.
 POLİS Üzgünüm.
 Affedersin.
 Allegra'yı iç işte, aynı şey.
 - Bunu konuşmayalım.
 - Tanrım.
 Akıllı ama işkence görmüş dedektif, hemen sıraya.
 <i>Mesdames, messieurs.
 Ben Komiser Laurent Delacroix.
 Şimdi sizleri sorgu için teker teker salona çağıracağım.
 Duman halkası ne kadar güzel.
 Nasıl yaptı onu?
 Bozdun.
 Bana Malcolm Quince'ten bahsedin.
 O gördüğüm en müthiş  Domuzdu.
 Hayatımın aşkıydı.
 Anlaşılması güç bir adamdı.
 Bana olanları anlatın.
 Hey!
 Fransız Polis Bey.
 Var ya, çok acayipti.
 Işıklar söndü.
 Bir şey hareket ediyor sanıp ateş ettim.
 Evet.
 Bitiş çizgisi.
 İhtiyar, başına gelenleri hak etti.
 Bir sekiz yedi orospu çoc  Cesede dokunan oldu mu?
 Hayır.
 Peki başka olağan dışı bir şey fark ettiniz mi?
 - Amerikalılar.
 - Evet, bir numara.
 Evet.
 Bizi ayrı ayrı almayacak mısınız?
 Pardon?
 - Sorgu için.
 - Tamam.
 - Cevaplarımız aynı mı diye  - Ne yapıyorsun?
  ayrı ayrı sorgulamak.
 - Tamam.
 - Ne?
 Diyorum ki - masum olduğumuz için cevaplar örtüşür.
 - Evet, doğru.
 - Al işte.
 - Tanrım, bu işte çok iyisiniz.
 Tobey Quince'in süitinde bunu bulduk.
 Babasının cinayetini itiraf ettiği el yazısı bir intihar mektubu.
 El yazısı mı?
 Sık rastlanan bir şey değil.
 - Çok şüphe uyandırıcı.
 - Evet.
 Evet, belli ki birisi babasının cinayetini Tobey'e yüklemeye çalışıyor.
 - Bu inanılmaz.
 - Bu beni heyecanlandırdı.
 Bu olay hakkında fikriniz ne?
 Baş şüphelileriniz kimler?
 Sizsiniz.
 - Evet.
 - Tabii.
 - Çünkü herkes şüpheli.
 - Özellikle o.
 Bunlar birbirlerini yıllardır tanıyan bir arkadaş ve aile grubu.
 Siz geldikten on saat sonra içlerinden ikisi ölüyor.
 Tesadüf mü?
 - Evet.
 - Kesinlikle.
 - Tesadüf.
 - Affedersiniz.
 İkimizin dümen çevirip son anda yabancı birinin teknesine binerek bize hiçbir faydası olmayacak kasti bir cinayet işlediğini mi düşünüyorsunuz yani?
 Teoriniz bu mu?
 Belki parayla yaptınız.
 - Hayır.
 - Parayla yapmak mı?
 Tanrım.
 Keşke.
 Nerede o para?
 - Evet.
 - Bizde  Banka ekstrelerimizi görmek ister misiniz?
 Çulsuzuz.
 Paraya sıkışıksınız.
 Anlıyorum.
 - Şimdi ona bir neden verdin.
 - Hayır.
 Biliyorum.
 - Çulsuzuz diyorsun.
 - Sözlerimi çarpıtıyorsun.
 - Hiçbir şeyimiz yok.
 - Hayır.
 Dinleyin, dedektif dedektife konuşalım.
 Biz yapmadık.
 Gözlerime bakıp anlayabilirsiniz.
 Belki de sizinle ayrı ayrı konuşsam iyi olur.
 Ben zaten  Hey!
 Ben kalkabilirim.
 Hey, tamam.
 Peki, birazdan gelirim.
 Seni seviyorum.
 Kusura bakmayın.
 Heyecanlandı çünkü  Kitap okuyor ve bunu eğlenceli buluyor.
 Masum olduğunuza inanmamı istiyorsunuz.
 Ne yazık ki ben yalancılara inanmam.
 Ama doğruyu söylüyorum.
 - Karınıza ne zamandır yalan söylüyorsunuz?
 - Anlamadım?
 Geçmişinizi araştırmayacağımızı mı sandınız?
 Çavuş Nicholas Spitz, NYPD.
 Dedektiflik sınavında üç kere başarısız oldu.
 Siz  Nasıl denir?
 İddia ettiğiniz gibi dedektif değil, devriye polisisiniz.
 Pekâlâ, insanlara dedektif olduğumu söylüyorum.
 Bu suç değil.
 Dedektif kimliğine bürünmek suçtur.
 Burada suç değildir sandım.
 Belki kurallar farklıdır dedim.
 Bu bizi katil yapmaz.
 Çulsuz, başarısız, karısına yalan söyleyen birini mi?
 Bence yapar.
 Elinizde delil yok.
 Bizi alıkoyamazsınız.
 Evet ama bunları alıkoyabilirim.
 Sanırım Bay Cavendish sizin için Hotel de Savoie'de bir konaklama ayarladı, yani sokakta kalmayacaksınız.
 Ama dediklerimi iyi dinleyin Memur Spitz, Bu cinayetleri işlediğinizi kanıtlayana dek bana uyku yok.
 Bana var çünkü yorgunluktan ölüyorum, dediğiniz o otelde.
 İyi bir yere benziyor.
 Ama iyice dinlenip kahvaltımı ettikten sonra, umarım yemekleri Maurice'inkiler kadar güzeldir, bizim bu cinayetlerle ilgimiz olmadığını kanıtlayana dek bana uyku yok.
 Juan Carlos!
 Juan Carlos!
 Charles herkesin bu yarışta olacağını söyledi.
 Yani bunu her kim yaptıysa gelecek.
 O kişiyi bulmalıyız.
 Biliyorum ama bu senin kitaplara benzemez tatım.
 Yani, kitaplarına benzer ama bu gerçek.
 Gerçekten iki kişi öldü.
 - Biliyorum.
 - Aranan gerçek bir katil var.
 Bebeğim, sakin ol.
 Neyin var senin?
 Gerçekten?
 Hadi ama.
 Lütfen benimle birlikte  - İyi.
 -  odaklanır mısın?
 Evet.
 Her cinayetin üç temel sebebi vardır.
 Evet.
 Birincisi paradır.
 Evet.
 Quince'in vasiyetinde Suzi hariç herkes vardı.
 - Tamam.
 - Pekâlâ.
 İkincisi aşktır.
 Adam pislik olduğundan kimse onu sevmiyordu.
 Suzi sevmiş olabilir.
 - Sen öyle düşün ama ben  - Üçüncüsü ne?
 - İntikam.
 - Evet.
 İşte biz bunu düşünmeliyiz.
 Adamdan en çok nefret eden kişiyi bulursak - katili buluruz.
 - Tamam.
 Şu sakal, inanılmaz.
 Yağ mı, bakım kremi mi kullanıyorsunuz?
 Ondan laf alamazsın.
 Tanrım.
 Milyonların vârisi olmasına rağmen hayatının çoğu ben ve Malcolm gibilere hizmet ederek geçti.
 O da mı zengin?
 Öyle olacaktı ama 16 kardeşten biri ve yarı Fransız.
 Fransa miras hukukunu biliyor musunuz?
 Ana hatlarıyla.
 Şu Albay herif sinirimi bozuyor.
 - Evet.
 - Lanet.
 O adamları senin öldürdüğünü söylüyor.
 - Evet.
 - Ne?
 "Hadi ama adamım öyle şey yapmaz.”
 dedim.
 Hey, bak.
 Ben hiçbir şey yapmadım evlat.
 Vasiyette ne yazarsa yazsın servet çocuklar arasında eşit olarak paylaştırılır.
 Fransızların niye böyle bir kanunu var?
 Fransız erkeklerin Malcolm gibi yapıp her şeylerini metreslerine bırakmaya çalışmalarını engellemek için.
 - Benim teorime göre  - Evet?
  Juan Carlos yaptı.
 Ne?
 Neden yapsın ki?
 Juan Carlos'un babası Malcolm için yarışırdı.
 Malcolm bir güvenlik açığı bulmaya çalışmış, bir şeyler gözden kaçmış.
 - Tamam mı?
 - Tamam.
 Juan Carlos'un babası iki bacağını da kaybetti.
 Evet, ciddiyim.
 - Yapma ya.
 - Gitti.
 - Yani şimdi ödeşme zamanı.
 - Yüzde yüz şüpheli.
 Ne?
 - Aradığın adam Juan Carlos.
 - Evet.
 - Garanti ediyor musun?
 - Garanti.
 Tamam, eyvallah.
 Belki Sergei de yapmış olabilir.
 - Evet.
 - Yani garanti edemiyorsun.
 Yüzde yüz değil.
 Çok yaşa.
 Allegra ister misin?
 - İyi geleceğini sanmam.
 - Evet.
 İyi gelmiyor.
 Nick'e bunu anlatmaya çalıştım.
 Bir şey mi lazım?
 Hayır.
 Beni en çok şaşırtan Cavendish, <i>adam Muhteşem Gatsby görünümü ve çene hattıyla "Hey, ne kadar harikayım.”
 der gibi bir şeylerin acısını çıkarıyor sanki.
 Değil mi?
 Charles Cavendish'te kesinlikle sorun yok.
 - Yani  - Tabii muhtemelen   amcasını öldürmüş olması dışında.
 O da bir sorun.
 <i>Damalı bayrağa geliyor!
 Juan Carlos!
 <i>Bu yılki Monaco Grand Prix'in şampiyonu!
 <i>Suzi Nakamura'yı çok şüpheli buluyorum.
 <i>Malcolm'u öldürme sebebi olmayan tek kişi.
 - Cavendish yaptı, biliyorsun.
 - Hayır.
 - Sadece onu sevmedin.
 - Sevmedim.
 Tiksiniyorum ama ilgisi yok.
 - Onu aşırdın mı?
 - Kan bağıyla vâris olan tek kişi o.
 Servetin en büyük bölümüne konacak kişi o  Birini istiyorum.
 -  ve Malcolm, nişanlısını çaldı.
 - Tamam.
 Üç sebep bir arada: para, aşk, intikam.
 Geçmişiz.
 Neredeyiz bilmiyorum.
 Şurası.
 Bir tane tadar mısın?
 Hayır!
 Tanrım.
 Biliyor musun?
 Bence Cavendish'ten şüphelenme nedenin onu kıskanman.
 - Tanrım.
 - Evet.
 - Kıskanıyor muyum?
 - Kıskanıyorsun.
 Niye?
 Neyini kıskanayım?
 Neyini mi?
 Adam zengin, çekici.
 Harika kokuyor.
 Nasıl yani?
 Ne kokuyor?
 Kurutucudan yeni çıkmış gibi kokuyor.
 Nasıl ya?
 Hayır.
 Dur!
 Önce parmak izlerini test edelim.
 Peki, parmak izi test kiti yanında mı?
 - Ne?
 - Çünkü ben getirmedim.
 Çantanda mı?
 Kes şunu.
 Hadi ama.
 Acele et.
 Bu resmen delilik.
 Tanrım.
 Cidden mi?
 Aldım.
 Bir kiropraktöre görünsene!
 Geçer.
 "802 numaralı süite gelin.”
 - 802'ye gitmeliyiz hemen.
 - Gitmiyoruz.
 Dur.
 - Niye?
 - Tuzak bu.
 Niye kapıyı çalıp, içeri girip bizimle konuşmadı?
 Belki katil onu izliyordur.
 Ya katil bizi izliyorsa?
 Ya içerideyse?
 Belki de fıstıklı drajemi o çalmıştır.
 - Fıstıklı drajeni ben çaldım.
 - Sen mi çaldın?
 Fransa'dakilerle aynı mı diye baktım.
 Yeme artık.
 Yine kilo alacaksın.
 - 802'ye gidiyorum.
 Geliyor musun?
 - Tamam, bekle.
 İzin ver  - Ne?
 -  bir şeyler düşüneyim.
 Lanet olsun.
 - Ne yapıyorsun?
 - Bu bir silah.
 - O bir lamba.
 - Birinin kafasında kırdığımda lamba olmaz.
 Yaptıklarımı sorgulama.
 Yaptıkların sorgulanabilir.
 Burası 808.
 Merhaba?
 Notu atan kişi?
 802'ye gelmemizi söyledin.
 Orada mısın?
 Öldün mü?
 Banyoda olabilir.
 - Aman Tanrım!
 - Vuruldum!
 Yatağa oturun.
 Konuşuyor.
 Konuşamadığını sanmıştım?
 Kapa çeneni, yatağa osur.
 Osuruyorum.
 Oturuyorum.
 Yatağın ucuna oturuyoruz.
 Sorun yok.
 Sırlarını daha fazla saklayamam.
 Albay'ınkileri, değil mi?
 Albay'ın sırlarını mı?
 Bilirim, sır saklamak çok zordur.
 Gerçekten.
 Gwen diye bir arkadaşım var, yatağının altında sakladığı bir kutu  Bana kuaför muhabbetleri yapma.
 Susun bir.
 Dinleyin.
 Kopenhag, 1994.
 Bir eyalet yemeğinden dönüyorduk.
 Bombacıyı görmedim ama Albay yaptı.
 Vücudunu Bay Quince'e fırlattı.
 Kahraman oldu.
 Albay dokuz ay komada kalmak.
 Uyandığında kaybettiği tek şeyin gözü olmadığını anladı.
 Sikini havaya uçurdular.
 Biliyordum.
 - Eli.
 Eli hayatım.
 - Siki.
 Siki diyor.
 - Eli yok.
 - Herkes zor zamanlar geçirir.
 - Sikten bahsetmiyorum.
 - Tamam.
 Kadından bahsediyorum.
 - Benden mi?
 - Ondan mı?
 Hayır.
 Madeleine Le Buttelierre, gördüğüm en güzel kadın.
 Bomba patladığında Albay'ın nişanlısıydı.
 Ve Albay uyandığında Bay Quince'in karısı olmuştu.
 Nesi var bu adamın be?
 - Bir kez de kendi kadınını bulsun.
 - Cidden, sorunu ne?
 Sonra kadın öldü.
 Olamaz.
 Doğum yaparken.
 - Olamaz.
 - Tüh!
 Çocuk da öldü.
 Bir erkek.
 Bütün mirasa konacak bir erkek çocuğu.
 Sonra Albay Madeleine'in adını bir daha ağzına almadı.
 Tek bir gece hariç.
 Ölüm yıl dönümünde yanıma geldi, içiyordu.
 Dedi ki   "Sergei.”
 Şu anda taklit yapıyor.
 "Bay Quince'i öldürecek olsan nasıl öldürürdün?
" Ben de dedim ki "Issız bir yer bulur, kargaşa çıkarırım, öldürmek için sebepleri olan başkalarını da oraya getiririm.”
 Ona adamı nasıl öldüreceğini ben söyledim.
 - Lanet olsun!
 İnanılmaz ya!
 - Teşekkürler.
 Demek ki Malcolm'ı ve Tobey'i kaybettiği aşkı için Albay öldürdü.
 - Mükemmel.
 - Çılgınca.
 Hepsini bir kez daha baştan - anlatır mısın?
 - Onun  Ses kaydı yapmalıyım.
 Nasıl yapılıyor?
 - Siri'ye sorun.
 - Yukarı kaydır.
 - Kaydır.
 - Yaptım.
 "Siri, ses kaydı yapmak istiyorum.”
 deyin.
 Gardıroba girin.
 Tehlikedesiniz.
 - Gardıroba girelim.
 - Tehlikedesiniz.
 Hemen.
 - Çabuk.
 - Tanrım, bilmiyorum  Ne duyarsanız duyun ben söyleyene kadar çıkmayın.
 - Peki efendim.
 - Peki.
 Sen!
 Ne istiyorsun?
 Hayır, burada değiller.
 Gitsen iyi olur.
 Lamba nerede?
 - Dışarıda bıraktım.
 - Neden içeri almadın?
 - Şimdi lambayı beğendin mi?
 Komiksin.
 - Sonuçta bir şey  Kapağı açayım.
 Bekle.
 Tanrı'ya şükür.
 Katil  Ne?
 Tanrım, hayır!
 Aman Tanrım!
 Ölmüş mü?
 Ölmüş.
 Oda servisini arayalım.
 - Aman Tanrım!
 - Tatlım, dikkat et!
 Kapıyı kilitle!
 Aman Tanrım.
 - Yürü, camdan çıkalım.
 - Tanrım.
 Tanrım.
 Ne yapıyorsun?
 Tatlım.
 Pekâlâ, bir pervaz var.
 Pervaz değil o, kenarlık.
 - Hadi.
 - Tanrım.
 Tamam, tuttum seni.
 Garanti.
 Yavaş.
 - Şuraya.
 - Hayır.
 Tanrım.
 Hadi.
 Sakın aşağıya bakma.
 - Bakma.
 - Tanrım.
 - Aşağıya bakma, dedim.
 - Çok uzak.
 Tanrım.
 Diş ipi konusunda senden daha sinirli.
 Boş bir oda bulduk.
 Bingo.
 Tamam, şu harfe basacağız.
 Hazır mısın?
 Hadi.
 Tanrım!
 - İyi misin?
 - Yaşadığım en korkunç şeydi.
 - Gitmemiz gerek.
 Tamam.
 Seni seviyorum.
 - Tanrım.
 - Seni seviyorum.
 Çok korkuyorum.
 - Gidelim.
 Hayır, oraya dönmüyoruz.
 - İşte bu!
 Sonunda!
 - Gel buraya.
 Öp beni Vik.
 Öp beni.
 Buramı öp.
 - Nereni?
 - Buramı.
 - Tanrım!
 Beni yatağa at.
 - Yüce Tanrım.
 - Kalk.
 - Peki.
 Seni bir milkshake'i kamışsız içer gibi içeceğim.
 - Evet.
 Vay canına!
 - Evet!
 Vanilyalı milkshake.
 Vanilyalı, çikolatalı, ne olursa.
 - Evet!
 - Evet!
 - Hadi.
 - Vay be!
 Umarım otelin yaylar için sigortası vardır çünkü bu yatağı çökerteceğim.
 Aman Tanrım!
 - Göründüğünden çok daha güçlüsün.
 - Aynen öyle.
 - Hazır mısın?
 - Hazır mıyım bilmiyorum.
 Grace.
 Grace.
 - Grace.
 - Neden Grace deyip duruyorsun?
 Beni havaya sokan tek şey o.
 Grace, yaşına göre çok iyi görünüyorsun.
 - Yaşına göre çok iyisin.
 - Cildin çok güzel.
 - Hiç kırışıklığın yok.
 - Hiç kırışıklık  Tanrım!
 Grace, ne kadar da  Tanrım!
 Vik.
 Ne oldu?
 Belki biz de konuşarak yapmalıyız.
 Birbirimizi tanımalıyız.
 Gerçekten göz teması kuralım.
 Bana en sevdiğin grubu söyle.
 Evet.
 Ben kumarhaneye gidiyorum, belki orada şansım döner.
 Bak, lütfen bundan kimseye bahsetme çünkü buralarda cinsel itibar sahibiyim, evet.
 Halkım beni tanır.
 Sana şapka alırım.
 Az önce olanlara inanamıyorum.
 Tamam.
 Pekâlâ.
 Sakin olmalıyız.
 - Çok tuhaf bir gündü.
 - Evet.
 Tamam, hadi gidelim buradan.
 Kesinlikle.
 Ama biralı bir yere lütfen.
 "Sana şapka alırım.”
 Sergei bize Albay'ın yaptığını anlatmaya çalışıyordu ama vuruldu.
 Albay'ın vurması imkânsız çünkü Albay diş ipi partisi veriyordu.
 Nasıl coşkulu yapıyordu, gördün mü?
 - Gördüm.
 - İçeride ne vardı acaba?
 Büfe mi?
 Tanrım.
 - Ne diyor?
 - Bilmiyorum.
 Lisede Fransızca görmemiş miydin?
 Liseyi hatırlamıyorum!
 Sen lisede ne gördün?
 - Latince.
 - Harika.
 Kim Latince görür ki?
 Latince hocası seksi olanlar.
 Tamam, şey diyor   pastayla ilgili, buzlu bir şey.
 Kovuldun.
 Affedersiniz beyefendi.
 <i>Bizim için tercüme eder misiniz?
 S'il vous plaît?
 Televizyonda sizi her yerde cinayetten aradıkları   söyleniyor.
 - Tamam, hayır.
 Biz  - Hayır.
 Bu bir yanlış anlaşılma, tamam mı?
 Biz sadece ölen birçok kişinin yakınlarındaydık.
 Biz öldürmedik.
 Ama görüldüğünüz yerde tutuklanacakmışsınız.
 - Biz mi?
 - Pekâlâ, şöyle yapacağız.
 Sen neden bahsediyorsun?
 Ne yapıyorsun?
 Artık SIM kartımızı takip edemezler.
 O zaman SIM kartı çıkarsaydın.
 Telefonlarımızı koca bir biraya atmasaydın.
 Şimdi de hanımefendinin kuaför, sizin polis memuru olduğunuzu söylüyor.
 Hayır, o bir dedektif.
 Hayır, değilmiş.
 - Evet, öyle.
 - Öyleyim.
 Hayır.
 Konuşmuşsunuz, dedektifim diye yalan söylüyormuşsunuz.
 Ne?
 Hayır, uyduruyor.
 Dedektiflik sınavını pek çok kez geçememişsiniz.
 Yeterince tercüman gördüm, sen  Doğaçlama yapıyorsun ve tuhaflaşıyor.
 Ne demek bu?
 Ne diyor?
 <i>Onların dilinde de söyleyeyim.
 <i>Nick Spitz birçok şey olabilir ama bir dedektif değildir.
 Duydum işte.
 Yalan mı söyledin?
 Yalan söylemedim.
 - Adam  O adam  - Tanrım.
 Hayır.
 - Hey.
 - Hayır.
 Tatlım.
 Çok karışık bir konu.
 Karışık, evet.
 İnsanların basit olduğunu sanıyordum.
 Audrey, lütfen.
 Ne?
 Zam aldığın konusunda da mı yalan söyledin?
 Bu geziye nasıl gücümüz yetiyor?
 Seni balayına çıkarmak zorundaymışım gibi hissettirdin.
 Bu balayını zaten ayarladığını söylemiştin.
 Bunu yıl dönümü hediyesi olarak verdin.
 - Tamam.
 - O da mı yalandı?
 Hepsini konuşacağız, tamam mı?
 Ama şimdi bu durumdan nasıl kurtulacağımızı düşünmeliyim.
 Sen mi?
 Bunca zamandır ben ne yapıyordum?
 Bu benim işim tatlım.
 Sense lanet bir kuaförsün.
 Özür dilerim.
 - Nereye gidiyorsun?
 - Bir dakika izin ver.
 - Bir dakikamız yok.
 - Rahat bırak beni.
 Peşimden gelme.
 ÇOK YAKINDA!
 SEVGİLER, NICK Hemen Monte Carlo'dan gitmelisin.
 Seni buna ben bulaştırdım, ben kurtaracağım.
 Gel.
 - Hemen gitmeliyiz.
 - Tamam.
 Como Gölü, arka sokaklardan.
 - Nick nerede?
 - Bilmiyorum.
 Umurumda değil.
 <i>Jimmy, oğlum, ben Nick.
 Neredesin sen?
 Bütün haberlerde siz varsınız.
 Üç kişiyi öldürmüşsünüz.
 Sence bu mümkün mü?
 O nişancılıkla mı?
 Hayır.
 Aynen.
 Sana iki uluslararası numara göndereceğim.
 Birini diğerinden takip edebilmem için bağlar mısın?
 Beni kovdurmaya mı çalışıyorsun?
 - Ama tamam be.
 - Teşekkürler.
 Benim için kontrol etmeni istediğim bir şey daha var.
 COMO GÖLÜ İTALYA Ne yapacağız?
 Avukatımla kısa bir görüşme yapmam gerek.
 Sonra villada Malcolm'ın vasiyetini okuyup hakkımı aldığımdan emin olacağım.
 Charles, bu kulağa bayağı şüpheli geliyor.
 Bu hafta olanlardan hangisi gelmiyor ki?
 Tanrım.
 Tanrım, Claritin.
 Bu Japon Claritin'i.
 Merhaba?
 Charles?
 Audrey!
 Tanrım!
 - Ne  - Ne  Ne işin var burada?
 Suzi'yi takip ettim.
 - Suzi burada mı?
 - Evet.
 Cavendish, Suzi'yi aramaya geldi.
 Cavendish bu işin içinde!
 Biliyordum!
 Pekâlâ, Cavendish'in limuzininin arkasında bir kutu Japon Claritin'i buldum.
 Başından beri bunu mu planlıyorlardı yani?
 Başından beri planları buydu.
 - Malcolm yeni vasiyeti  - Evet.
  imzalayamadan onu ve Tobey'i öldürdüler.
 - Evet.
 - Her şey Cavendish'e kalacak ve Suzi'yle bölüşecek.
 Onu sonra öldürselerdi her şey Suzi'ye kalırdı, - yine bölüşürlerdi.
 - Çift taraflı kazanç.
 Bak şu işe.
 Bütün olayı kim çözdü?
 Kuaför.
 Kuaför.
 - Tuttum!
 - Tanrım!
 Aman Tanrım.
 <i>Tıpkı Kütüphanede Ölüm gibi.
 <i>Kütüphanede Ölüm'de ne oluyor?
 <i>Ölüyorlar.
 O yüzden adı Kütüphanede Ölüm.
 Tanrım!
 Nick, ne yapıyorsun?
 Üç deyince bunu devireceğiz, - sonra da kaçacağız.
 - Ne yapacağız?
 - Bana güvenmiyor musun?
 - Hayır!
 Hazır mısın?
 Bir.
 iki.
 Üç!
 Bak!
 Orada!
 Pardon!
 Tanrım.
 Çok özür dilerim.
 Hadi.
 - O  - Juan Carlos mu?
 - Juan Carlos!
 - Selam!
 Merhaba.
 - Juan Carlos!
 - Nasılım?
 - Hayır, Suzi.
 - Suzi ne tarafa gitti?
 - Malcolm'la evli.
 - İkiniz evlisiniz!
 İyi!
 - Evet!
 - Hayır!
 <i>Suzi vidisti?
 Putamus esse illa interfectorem.
 Evet.
 Latince, bebeğim!
 Hâlâ uluslararası dil.
 Tamam.
 Anladım.
 Yürü.
 Siktir.
 - Orada.
 - Evet!
 Nereye gitti bu?
 Hemen oradaydı.
 Como Gölü'ne asla gelmemeliydiniz.
 - Bekle.
 - Cavendish'le seni biliyoruz.
 Bilmiyorsunuz.
 Hâlâ âşık olduğunuzu ve parasız aşkın zor olduğunu biliyoruz.
 Değil mi Suzi?
 Söylediğine inanıyorum.
 Ayakkabında hâlâ Marshalls çıkartması var.
 - Artık markalı ürünleri var.
 - Bu ne cüret?
 - Ne?
 Tamam.
 - Bunlar Target'tan.
 Ayakkabımda çıkartma olduğunu nasıl söylemezsin?
 - Bakmadım ki!
 - Kesin!
 Suzi, yapma.
 Lütfen yapma bunu.
 Ne yaparsan yap başın dertten kurtulmayacak, söyleyeyim.
 Bir katil her zaman diğer katile ihanet eder.
 - Kitap okuyor da.
 - Bu türün klişesi bu.
 Söylüyorum bak.
 Hey!
 Cadılar Bayramı!
 Tanrım!
 Hadi!
 Cavendish, kımıldarsan beynini uçururum.
 Vur şunu!
 Bebeğim, en kötü nişancısın!
 Onlar uyarı atışıydı tatlım.
 - Evet.
 Hızlı giderim.
 - Git!
 <i>Ambulans!
 Emergencia!
 Suzi, kimin yaptığını söylemelisin.
 Söyleme.
 Sessiz sinema gibi anlat.
 Tamam, elinle anlat.
 Pençe.
 Ayı pençesi.
 Hayır, bozayı pençesi.
 Chewbacca'ye benziyor.
 Sergei mi?
 Yok, Sergei öldü.
 Hey!
 Ayağında lastik mi var senin be?
 Tanrım!
 Kaşıklıyor.
 Yiyor.
 <i>Dondurma.
 Hayır.
 Gelato mu?
 Tanrım.
 Böyle bile çok güzelsin.
 Pardon.
 Hey.
 Hey!
 Hadi!
 Ha siktir!
 Hey!
 <i>Çılgın.
 Çılgın Aptal Aşk.
 Çünkü Cavendish'e çılgınca âşıksın.
 <i>Cavendish, değil mi?
 Yatağımdaki Düşma  Uyuyorsun.
 Uyuyamazsın.
 - Öldü mü?
 - Niye böyle olup duruyor ki?
!
 <i>Hadi, buradan gitmeliyiz.
 <i>- Tanrım.
 Hadi.
 - Nereye?
 Havaalanlarını kapatın.
 Kapı kapı dolaşın.
 Tanrı şahidim olsun ki Nick ve Audrey Spitz'i bulacağım.
 - Komiserim?
 - Evet?
 Nicholas Spitz telefonda sizi istiyor.
 Nicholas Spitz.
 Neredesiniz?
 Şu anda Quince'in villasına gidiyoruz.
 Tamam.
 Pardon.
 Cidden cevap vermenize hazır değildim.
 Şu an iftiraya uğruyoruz.
 Villada buluşalım da katili çıkaralım ortaya.
 - Kafiyeli olması havalı oldu bence.
 - Tanrım.
 - Şuraya bak.
 - Gidelim.
 - Tanrım.
 - Çok büyük.
 Kocaman bir ev.
 Zenginlik diye buna diyorlar işte.
 Lord Cavendish bizi bekliyor.
 İkinci kat, soldan sekizinci kapı.
 Evet, bize de öyle denildi.
 Tamam, al bakalım bir beş kâğıt.
 Sizde beş avro kaç Amerikan doları?
 Altı Amerikan doları.
 Bu düşündüğümden daha  Bir avroyu geri alsam?
 - Amerikalılar için.
 - Sağ olun.
 Parada önde olduklarını bilmiyordum.
 İkinci kat, soldan sekizinci kapı.
 Mermim kalmadı, Interpol gelene dek kurusıkı atacağız.
 Peki.
 Dikkatli ol canım.
 Bu adam tanıdığımız dört kişiyi öldürdü.
 İyi olan, kimin yaptığını biliyoruz.
 - Tamam.
 - Zor kısmı bitti.
 Tamam.
 Ve  Ne haber Dish?
 Kıpırdama.
 Altılı karın kasından vururum.
 - Duydun mu sürtük?
 - Sakin ol.
 Kıpırda da görelim!
 Görelim bakalım  Tanrım!
 - Ölmüş.
 - Ölmüş.
 - Adam ölmüş.
 - Tanrım.
 - Bu ne be?
 - Dosya tekrar açıldı bebeğim.
 İçkisine zehir katmış olmalılar.
 - Nick.
 - Suratına baksana.
 Ağzının köpürmesi dışında hâlâ gayet iyi görünüyor.
 Nesi var bu adamın?
 Polise söyledik.
 Polisi aradık, - buraya çağırdık.
 - Evet.
 Durdurmalıyız.
 Pizza siparişi değil bu tatlım.
 Gel dedin mi gelirler.
 Katil o değilse kim peki?
 Ve onlar buraya gelmeden katili öğrenmezsek işimiz biter.
 Anlıyor musun?
 Bu evde bir yerde olmalı.
 Ne muhteşem bir duvar kâğıdı.
 Kumaş mı?
 Kabartma mı?
 Tatlım, keçileri kaçırıyorsun.
 Şu anda beni delirtiyorsun.
 Biliyorum.
 Bekle.
 Sorun yok.
 İyi misisen?
 Nefes alabiliyor musun?
 - Pardon, böyle nefes almam gerekti.
 - Bana bak.
 - Teslim olmak zorundayız.
 - Dur.
 Ne?
 Hepsi gelecek.
 Kaçarsak bizi vururlar.
 Nasıl?
 Öylece hapse mi girelim?
 Vurulmaktan iyidir, değil mi?
 Ben  Kendimi iyi hissetmiyorum.
 - Bebeğim.
 - Tanrım.
 Bir İtalyan hapishanesi.
 Yemekleri müthiş olur.
 Köfte, pesto sos falan yiyeceğiz.
 Hapishaneler karma değil tatlım.
 Tamam mı?
 Hapiste birlikte olmayacağız.
 Biliyorum.
 Neden bana yalan söyledin?
 Çünkü ben  Utandım.
 Benden mi?
 Neden?
 Çözmene yardım edebilirdim.
 - Beraber olmamızın amacı bu.
 - Biliyorum.
 Hatırlıyor musun, kuaförün kirasını ödeyememiştim de sen "Ben hallederim.”
 demiştin.
 Mülk sahibinin arabasının ceza kilidini çözmüştün.
 Bu bana bir hafta kazandırmıştı.
 - Evet.
 - Tamam.
 Kolesterolün fırlamıştı da sana yumurta beyazı yedirmiştim.
 Yumurta beyazından nefret edersin.
 Sana yedirmiştim ve ben de yemiştim.
 Sayende artık yumurta sarısını özlemiyorum.
 Aynen.
 Biz böyleyiz.
 Her şeyi birlikte yaparız.
 O yüzden lütfen bunu da birlikte çözebilir miyiz?
 Kimin yaptığını bilmiyoruz.
 Ama Nick, kimin yapmadığını biliyoruz, değil mi?
 Doğru.
 O yüzden şimdi aşağı inip olayı çözmüş gibi davranalım.
 Bunu yapacaksak kendimizden emin görünmeliyiz.
 Pekâlâ.
 Kendimizden emin görüneceksek buna göre giyinmeliyiz.
 Ne giymek istediğimi biliyorum.
 Ne?
 VASİYETNAME Ne haber şapşallar?
 Pekâlâ, biz olayı çözdük.
 Bom.
 Hey.
 O güzel kıyafetleri nereden buldunuz?
 Biraz fazla.
 Pekâlâ.
 Ben bu güzel elbiseyi rastgele bir dolaptan buldum.
 - Müthiş görünüyorsun.
 - Ve  Sağ ol bebeğim.
 O da bu büyüleyici smokini şeyden buldu  Niye allayıp pulluyoruz ki?
 - Bir cesetten.
 - Evet.
 Bir ceset daha mı?
 Tanrım.
 Pardon.
 Evet.
 Üst kat, soldan sekizinci kapı.
 Bu ceset kime ait?
 Tabii, bilmiyorsunuz.
 - Kötü haber.
 - Berbat.
 Cavendish öldü.
 Smokini Charlie'nin cesedinden mi çaldın?
 Üstüme tam uydu.
 Kalçamı biraz sıktı ama.
 Şaka şaka.
 Hayır, adam benden iyi.
 Bir dakika.
 Suzi nerede?
 - Öldü.
 - Öldü.
 Aman Tanrım!
 Sizler minyatür Manson ailesi gibisiniz.
 - Hayır.
 - Nick ve Audrey Spitz, - tutuklusunuz.
 - Dinleyin lütfen.
 <i>Ferme la bouche, öyle mi?
 - Bir saniye.
 Halledeceğiz.
 - Halledeceğiz.
 Gel.
 Teşekkürler.
 Pekâlâ hanımlar ve beyler, olguları gözden geçirelim.
 Malcolm Quince, ilk öldürülen oydu.
 Hepimiz Tobey'den şüphelendik.
 Hayır, hepimiz sizden şüphelendik.
 - Tamam.
 - Ama Tobey babasından nefret ediyordu ve milyarlarca dolar mirasa konacaktı.
 Kafasından vurulana kadar.
 Anlıyor musun Raja?
 - Durum bu.
 - Sonra Sergei vurulmadan önce bize Albay yaptı, dedi.
 Ne söyledi?
 Ama yapmadığını biliyoruz Albay çünkü o gece pencerende şimi dansı yaparken seni diş ipiyle görmüştük.
 İkiniz banyomu mu gözetlediniz?
 Güvenin bana.
 O gece görmek istemediğim birçok şey gördüm.
 Sizi seks yaparken görmek zorunda kaldığımız için özür dileriz.
 Siz  Ne gördünüz?
 Mihrace, sana bir tavsiye.
 Arkasını kavrayıp sıkabilirsin.
 Haklısın.
 Her neyse.
 Parmak patates.
 Evet.
 Aslında, Juan Carlos, senin bu işle hiçbir ilgin yoktu.
 Hiçbir ilgin olamazdı çünkü Suzi öldürüldüğünde yanımızdaydın.
 Yani sen değildin.
 Sen değildin.
 - Sen değildin.
 - Hayır.
 Sen değildin.
 Siktir!
 Belki biz yaptık.
 - Ne?
 - Sen mi yaptın?
 Çünkü ben  Hayır, bilmiyordum  Sadece takılıyorum.
 - Al işte.
 - Adam alkışlıyor.
 Hapse giriyoruz.
 Sağ ol.
 Sonunda hepimizin aynı fikirde olmasına sevindim.
 Şimdi, ilk cinayet Fransa bölgesi sularında vuku bulduğundan mahkemeye çıkıp yargılanmanız için sizi Paris'e götüreceğim.
 En azından Paris'e gidiyoruz.
 Hep istiyordun.
 Tatlım, böyle bir zamanda şaka yapıp durursan - olmaz.
 - Neden bilmem  Şansınıza Fransız hukukunda 1997'den beri idam cezası yok.
 - Fransız hukuku.
 - Fransız hukuku.
 Fransız hukuku.
 Tabii Komiser Bey, özellikle de siz Fransa miras hukukunu iyi biliyorsunuzdur.
 Piç çocuklarım olduğunu mu ima ediyorsun?
 Hayır.
 Çünkü var.
 Bilmene şaşırdım.
 O küçük piçleri çok severim.
 Tamam.
 Neyse, Fransız hukukuna göre bir adamın mülkü çocukları arasında eşit olarak bölüştürülmelidir.
 O zaman vasiyetnamede ne yazdığının önemi olmaz.
 Gerçekten de öyle Mihrace.
 İhtiyar, Suzi'yle evlense de evlenmese de parayı çocuklar alacaktı.
 Ama Malcolm'ın iki çocuğu da öldü.
 İki çocuk mu?
 Tobey ve Madeleine Le Buttelierre'den olan çocuğu.
 O çocuk doğumda öldü.
 Öyle mi Albay?
 New York'taki ortağımla konuştum.
 Madeleine ve oğlunun ölüm belgelerini bulmasını istedim.
 Sadece Madeleine'inkini bulabilmiş.
 Sonra düşünmeye başladım, belki ortada ölüm olmadığından ölüm belgesi yok.
 Saçmalık.
 Malcolm, Quince'lerin neslini devam ettirmek için erkek çocuk istiyordu.
 Oğlunu asla terk etmez.
 Peki ya kızı olduysa?
 - Evet!
 - Ya kızı olduysa?
 Hayatının aşkı istenmeyen kız çocuğunu doğururken ölüyor.
 - Evet!
 - Mantıklı denebilir.
 - Mantıklı gibi.
 - Kesinlikle mantıklı.
 - Kızını başkasına verdi.
 - Peki kız nerede şimdi?
 Her yerde olabilir.
 Evlenmiş olabilir.
 Bir çeteye girmiş, adını değiştirmiş olabilir.
 - Kim bilir?
 Devam et.
 - Adını değiştirdi.
 - Sen adını değiştirdin.
 - Evet.
 Soyadın Ballard değil.
 Ne olmuş?
 Birçok sanatçı adını değiştirir.
 Lady Gaga'nın gerçek adı Lady Gaga değil.
 Evet.
 Lady Gaga.
 "Paparazzi" çok iyi.
 <i>Ama Grace Ballard'ın her büyük hayranı bilir ki ilk filmin Summer Wet Down'dı.
 Üç repliğin vardı ve doğum adını kullanıyordun, Grace Uşak.
 <i>Ki bu en Français kabaca Le Buttelierre demek.
 Madeleine Le Buttelierre senin annen.
 Şaka mı bu?
 Malcolm Quince öldürüldüğünde odada bile değildim.
 Peki, o zaman Tobey yaptı ama biraz yardım aldı.
 <i>Işıklar.
 Işıkları sen söndürdün.
 <i>Parayı bölüşebilmek için Tobey'i, Malcolm'ı öldürmeye ikna ettin.
 <i>Sonra da hepsi senin olsun diye Tobey'i öldürdün.
 Sonra bu kız ve ben çok soru sormaya başladık.
 Bizden kurtulmalıydın.
 <i>Onun için şanssızlık olsa da şansımıza Sergei buna engel oldu.
 <i>Sonra bütün gece onunla olduğunu <i>düşünmemiz için Mihrace'yi ayarttın.
 Hey, demek suçsuz görünmek için beni düdükledin.
 Ayıp ettin kızım.
 Kütüphanede bizi öldürmeye çalıştın.
 <i>Çarşıda bizi öldürmeye çalıştın ama Suzi'yi vurdun.
 Ve silah, silahı şimdi tanıdım.
 - Ok mu?
 - Bir filmde vardı.
 Bir gece izlemiştim.
 Sen dışarıdaydın.
 Eve sarhoş gelmiştin, neydi adı?
 <i>Prenses Üflemeli Ok.
 Tanrım.
 Öyle bir film ismi yok.
 - Yemin ederim ki var.
 - Var!
 Ekran koruyucuma bak!
 - Bu o!
 - Aman Tanrım!
 Demek Charles'ı Suzi'nin katilini mutlaka bulacağını bildiğin için öldürdün.
 <i>Çünkü seni değil, Suzi'yi seviyordu!
 Üç sebep: para, aşk, intikam.
 Malcolm Quince cinayetlerinin arkasında sen vardın, değil mi?
 - Suçu bize atan da sendin.
 - Hepsini sen öldürdün, değil mi?
 Değil mi?
 Babam bir canavardı.
 Yani itiraf ediyorsun?
 Evet.
 Ben Malcolm Quince'in ve Madeleine Le Buttelierre'nin kızı ve Quince servetinin tek vârisiyim.
 Peki ya cinayetler?
 Onları ben işlemedim.
 Ama daha iyi insanların başına gelemezdi.
 Peki elinizde başka ne delil var?
 - Ne delili?
 - Ne delili?
 Herkesi onun öldürdüğünün mü?
 Evet.
 Bir şey yapmayacak mısınız?
 Bilmediğimiz bir Fransız tatili mi var?
 Ne yapıyorsunuz siz?
 Bakın, Brooklyn'de işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama burada birini tutuklamak için delil gerekir.
 Pekâlâ, böyle olmaması gerek.
 Cinayetleri dedektifin çözmesi gerek, ki az önce biz çözdük ve katilin baskı altında keçileri kaçırıp itiraf etmesi gerek.
 Başka bir şey yoksa artık paramı harcamaya başlamak istiyorum.
 Şapka.
 Şapkanı çıkar.
 Ne?
 Şapkanı çıkar, dedim.
 Hayır.
 Bunu bana Mihrace aldı ve çok beğeniyorum.
 Nick tabakla katilin kafasına vurdu, iz bırakmıştır, değil mi?
 Ayrıca insan neden yeni şekillendirilmiş bir saçın üstüne şapka takar ki?
 Saçımın yeni şekillendirildiğini nereden biliyorsun?
 Çünkü o lanet bir kuaför.
 Lütfen şapkanızı çıkarın Bayan Uşak.
 Öyle bir şey yapmayacağım.
 Uşak yaptı.
 Grace Uşak yaptı.
 - Uçakta söylemiştim.
 - Yapmasan olmazdı.
 - Yaklaşmayın!
 - Tanrım!
 Herkes!
 - Aman Tanrım!
 - Orospu çocuğu.
 Dur, hayır.
 Kimse kıpırdamasın yoksa onu vururum.
 <i>İndirin.
 Posez vos armes.
 Ambulans çağırın.
 Berbat bir nişancı demiştiniz hani?
 Kadınımı kurtarmam gerektiğinde değilim.
 Ayağına nişan almıştım bu arada.
 Tamam.
 Geçti.
 Araya girip onu durdurmaya çalıştığın için sağ ol Juan Carlos.
 Çok cesurcaydı.
 <i>De nada, señora.
 Cesur olması çok güzel, peki ben neyim, bir hiç mi?
 - Deli misin?
 Cesursun dedim ya.
 - Demedin.
 Birçok kez, "Nick, çok cesursun.”
 dedim.
 <i>"De nada, señora.”
 "Cadılar Bayramı.”
 Hey, bir sorum var.
 Monte Carlo'daki otelde Grace'le beni birlikte gördüğünüzü söylediniz.
 - Sizi duyduk.
 - Sizi duyduk.
 Duyduklarımız hoşumuza gitmedi ama  - Pardon.
 - Umarım bu pantolon yenidir.
 Evet ama işin aslı Grace'le ben odamıza gitmeden bir saat önce barda birlikteydik.
 Benim yanımdaysa Sergei'yi nasıl öldürmüş olabilir?
 Nick.
 Audrey.
 Az önce Juan Carlos dilimizi nasıl anladı?
 Dur!
 Hayır!
 Yaklaşmayın!
 Dilimizi konuşuyor!
 Hayat boyu bu dili konuştum gerzekler ve başka onlarca dili.
 Ve bu arada, Latincen berbat.
 Anladın sonuçta!
 Aklından bile geçirme Albay, yoksa sikini uçururum.
 Eller yukarı, hemen.
 Tobey'i babasını öldürmeye ikna etmesini ona ben söyledim.
 Babam adına bu manyak aileyi mahvetmek için.
 Arabaya bin.
 Geri çekilin!
 Hızlı giderim.
 Hey.
 Şuna bakın, bir Ferrari!
 - Ne?
 - Testarossa!
 <i>Magnum P.
I.
!
 Benim bebeğim!
 Bıyığım var!
 Bu inanılmaz.
 Bu herkes için bir fantezi.
 - Hadi!
 - Nasıl açılıyor?
 Alttan!
 Çek, hadi!
 Tanrım.
 Ne  - Dalga mı geçiyorsun?
 - Çok üzgünüm.
 Ne diyeceğimi bilmiyorum.
 Bas hadi!
 Ellerini kaldır.
 Kaldır!
 Şunu diyeyim, motor, kız kardeşin gibi sinir bozucu, cırtlak ses çıkarmaya başlayınca vites değiştirmelisin.
 Evet!
 Bak ne güzel kullanıyorsun.
 Hey!
 - Tatlım, şurada.
 - Gördüm.
 Bir daha.
 Evet bebeğim!
 İyi dönüştü.
 Kendine bir baksana.
 Takip etmeye devam et.
 Devam et.
 Bas!
 Keçi!
 Vay anasını!
 Ne kadar müthiş göründüğünün farkında mısın?
 Dur, ikinci keçi!
 Bu ne be?
 - Keçilerle alıp veremediğin ne?
 - Bayılırım.
 Aptallar.
 Siktir.
 Devam et bebeğim.
 Bas!
 Bas!
 - Ha siktir!
 - Tanrım!
 - Onu kışkırtmalıyız tatlım.
 - Ne?
 Arka tamponuna vurup patinaj yaptır.
 - Yapamam.
 - Yaparsın.
 Yapamam.
 Adam Formula 1 sürücüsü.
 Daha hızlı!
 Hadi!
 Bu bizim maceramız.
 Göreyim seni.
 Yapabilirim.
 Seni seviyorum.
 Çok güzeldi.
 - Başlıyoruz.
 - Hadi.
 Hayır!
 Patinaj yapmadı.
 Onu çıkarmalıyız.
 - Başlıyoruz.
 - Gazı kökle!
 Ne?
 Frene asıl!
 Ne kadar havalı olduğunun farkında mısın?
 - Mutlu yıl dönümleri bebeğim.
 - Evet.
 Tanrım.
 - Tamam.
 - Tamam.
 - Gidip şu adamı arabadan çıkarayım.
 - Git çıkar.
 - Seni seviyorum.
 - Seni seviyorum.
 Gidelim.
 Gel bakalım.
 Hadi.
 Pekâlâ.
 Senden bıktım be aynasız.
 Buraya hiç gelmemeliydin.
 <i>Evde kalıp sosisli yerken People dergisi okuyup televizyonda reality şov izlemeliydin.
 Bebeğim.
 Biliyor musun, o bizim tur otobüsümüzdü.
 Tuvalet yok, Wi- Fi yok!
 Bir de adam ezdin.
 - Baba, Brittany cam kenarından kalkmıyor!
 - Ölen adamı görmek istiyorum!
 Oturun ve kapayın çenenizi!
 Resim çekeceğim.
 - Seni seviyorum.
 - Niye onu kurtarmaya çalışmadın?
 Pastırma nasıl olgunlaştırılıyormuş?
 Hadi.
 Interpol adına size teşekkür ederim Bayan Spitz.
 Güzel olduğunuz kadar akıllısınız.
 - Tanrım.
 Çok sağ olun.
 - Korkusuzdur, evet.
 - Ve Memur Spitz.
 - Efendim?
 Sonunda iyi bir dedektif oldunuz.
 - Evet, öylesin.
 - Bu kızla birlikte, evet.
 New York'taki amirlerinize bilgi vereceğim.
 Çok makbule geçer.
 Şunu söylemeliyim ki bu deneyim harikaydı.
 - İnanılmazdı.
 - Evet.
 Cinayetler hariç tabii.
 Umarım gezinizin sizin için ayarladığımız bundan sonraki kısmı daha dinlendirici olur.
 - İyi yolculuklar.
 - Teşekkürler.
 Bunu bize borçluydunuz ama teşekkürler.
 New York'a gelecek olursanız uğrayın.
 Bir üçlü cinayet veya adam kaçırma suçunu falan üstünüze yıkarız.
 - Şaka yapıyor.
 - Tamam.
 - Sağ olun.
 - Memnun oldum.
 <i>- Adieu.
 - Dikkat edin.
 - Güzel bir yıl dönümü.
 - Muhteşem.
 - Havalı oldu.
 - Bayıldım.
 Sen bana ne hediye almıştın?
 Ne?
 Sana Amazon hediye kartı aldım.
 - Gerçekten mi?
 - Hayır, hiçbir şey almadım.
 DOĞU EKSPRESİ  

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar