Print Friendly and PDF

Translate

Kirli Para (2014) The Drop

|

 


106 dk

Yönetmen:Michael R. Roskam

Senaryo:Dennis Lehane

Ülke:ABD

Tür:Suç, Dram

Vizyon Tarihi:07 Kasım 2014 (Türkiye)

Dil: İngilizce

Oyuncular

 

    Tom   Hardy

    Noomi   Rapace

    James   Gandolfini

    Matthias  Schoenaerts

    John  Ortiz

Özet

Genç yönetmen Michael R. Roskam'ın kamera arkasına geçtiği film, yeraltı dünyasının kasvetli renklerini izleyiciye solutmayı hedefleyen incelikli bir suç dramasına ev sahipliği yapıyor. Bob ve Marv ikilisinin, kayıp para peşinde sürüklenip gittikleri ve stilize bir ganster filmi olarak tanımlanan The Drop, kelimenin tam anlamıyla yer altı dünyasına post modern bir soluk ve farklı bir grafik yaklaşım getiriyor.

Altyazı

Mahallemde kimsenin asla düşünmediği yerler vardır.

  Her gün göz önündedirler ama hiç aklınıza gelmezler.

  Bu yerlerde çok şey döner ama kimsenin olanları görmesine izin yoktur.

  İşin aslı şu ki, Brooklyn'de para gece boyunca el değiştirir.

  Bankaya yatırabileceğiniz türden bir para değildir bu.

  Ve bütün bu para elbet bir yerde toplanır.

  Kuzen Marv'ın Barı Bu barlara teslimat barı denir.

  Mafya babaları her gece için rastgele bir bar seçer   ve o bar o gece bütün şehrin kasası olur.

  Hangi barın seçileceğini önceden bilmek olanaksızdır.

  Şehrin dört bir yanından mafyanın adamları gelir   ve size şehrin en kirli parasını bırakırlar   ve kimse bu parayı ne gelirken görür ne de giderken.

  Size bir hafta sonra teslimat barı olacağınızı söyleyebilirler.

  Veya bir yıl sonra.

  Bunu bilmek mümkün değildir.

  Bu arada ben   sadece bir barla ilgilenir ve beklerim.

  KİRLİ PARA Bobby, bize birer viski koysan hiç fena olmaz.

  Tek kelimeyle harika.

  Sırf ırmağın bu tarafında   altlarına yapsınlar diye Jersey'den 80 milyon dolara yaşlı bir takım aldık.

  Dedeler takımı.

  O kadar yaşlı değiller.

  Stackhouse'u elinde yürüteciyle LeBron'a blok yaparken gördün mü?

  Beyler, bu içkiler ikramımız.

  Vay be, konuşunca güzel şeyler söylüyormuş.

  - Rardy, sen temizler misin?

  - Richie içinse tamam.

  - Başka pantolonun var mı Sully?

  - Var, bunu kuru temizlemeye gönderirim.

  - Rardy, sana teşekkür etmiyoruz.

  - Canın cehenneme.

  Bu herifi çözebilene aşk olsun.

  - Kuzen Marv, içkiler için sağ ol.

  - Sağ ol Marv.

  Çocuk için iki çift laf edelim.

  - Sully, sen konuş.

  - Evet Sully, hadi.

  Richie "Eski Günler" Whelan.

  Fort Hamilton'lı, 92 mezunu, matrak adamdı.

  Mekanı cennet olsun.

  Eski Günler'e.

  Aynen öyle hocam.

  Dur tahmin edeyim.

  İçkileri sen ısmarladın.

  Evet.

  Sonuçta  Çok yakın bir arkadaşlarının yıl dönümünü kutluyorlar Marv.

  Eleman öleli kaç yıl oldu, 10 mu?

  Bir yerden sonra geçmişe mazi derler.

  Herif gebermiş gitmiş, bunlar bedava içki peşinde.

  Bu arada, bu karının her gece tabureyi bedavaya işgal etmesine son ver.

  - Kim, Millie mi?

  - Evet, Millie.

  - O kadar içmiyor ki.

  - En son ne zaman ona hesap ödettin?

  Ama bu bizim Millie.

  Yasalara aykırı ama on ikiden sonra sigara içmesine göz yumuyorsun.

  Farkında değil miyim sanıyordun?

  Bu akşam hesabını ödeyemezse, ödeyene kadar bir daha buraya gelmesin.

  - Ama hesabı 120 dolar falan.

  - Aslında 140 dolar.

  - Ama parası yok.

  - Oldu, gözlerim doldu.

  Dediğimi duydun mu?

  Şu baston şekerleri ve Noel ışıklarını falan da kaldır.

  Aralık'ın 27'si oldu artık, yeter.

  Beyler.

  Canınız cehenneme.

   adın kutsal kılınsın.

  Egemenliğin gelsin, gökte olduğu gibi, yeryüzünde de senin istediğin olsun.

  Bize gündelik ekmeğimizi ver.

  Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, sen de bizim günahlarımızı bağışla.

  Ayartılmamıza izin verme.

  Bizi kötü olandan kurtar.

  Esen kalın.

  İsa'nın bedeni.

  Olacak iş değil.

  Ne işin var orada senin?

  Dur bakalım, sakin ol.

  Hey.

  Çöpümü neden karıştırıyorsun?

  Çöp tenekende bir köpek var.

  Boxer cinsi.

  Tanrım.

  Çöpünde köpek var.

  Kanaması var.

  - Adın ne?

  - Bob Saginowski.

  - Ehliyetini çıkar.

  - Ehliyetim mi?

  Cüzdanım cebimde.

  Kendin çıkarman gerekecek.

  Çektiğim resmi dört kişiye gönderdim.

  Anladın mı?

  - Hayvan donuyor.

  - Normal, hava soğuk.

  İçeri götürelim.

  Adım Nadia bu arada.

  - Kötü mü?

  - Derin bir yara değil ama çok fena.

  Birileri bu köpeği ölesiye dövmüş.

  Şu yumruları görüyor musun?

  Orası kafatası değil, darbe sonucu oluşmuş şişikler.

  - Veteriner misin?

  - Hayır, Ashmont lzgara'da garsonum.

  Ama bir yaz Hayvan Kurtarma'da asistanlık yapmıştım.

  Dikkat et.

  Bu köpek ırkına ev bulmak çok zor.

  - Boxer'lara mı?

  - Bu bir boxer değil.

  Pitbull.

  Bu cins çok tehlikelidir.

  Sahibi pisliğin tekiyse köpek ne yapsın?

  Şu yavruya bir bakar mısın?

  Dünya tatlısı.

  Sana bir sepet lazım, kendini güvende hisseder.

  Bunu sana ödünç verebilirim.

  Mama ve oyuncak falan da alman lazım.

  Ben sadece tenekenin yanından geçiyordum.

  Ben, olmaz  - En iyisi onu geri götüreyim.

  - Kime?

  Onu döven adama mı?

  Yetkililere götürürüm.

  Hayvan barınağına yani.

  Evet.

  Sahibi yedi gün içinde köpeği sahiplenmezse   isteyen herkes köpeği alabiliyor.

  Ama Allah bilir nasıl bir insan onu alır.

  Bilmem ki.

  Sen alabilirsin.

  Sen al.

  Geceleri çalışıyorum.

  Çok yoğunum.

  Hayvan Kurtarma'ya götürmemiz gerekecek.

  Tamam, bak, rica etsem bana düşünmek için birkaç gün verir misin?

  Lütfen?

  Bunu düşünmem lazım.

  Büyük bir sorumluluk.

  Köpekler hakkında hiçbir şey  Lütfen, sadece birkaç gün.

  Geri geleceğim.

  Lütfen, bir, iki gün.

  Hafta sonuna kadar ona bak.

  Sadece hafta sonu.

  Bir, iki gün.

  Lütfen.

  Lütfen.

  Cumartesi sabahına kadar.

  Teşekkürler.

  Tamam.

  Sağ ol.

  Cumartesi.

  Bob?

  - Köpeğin bir isme ihtiyacı var.

  - Tamam.

  Aman Tanrım.

  Her şey yoluna girecek.

  Nadia Dunn diye birini tanıyor musun?

  Nadia Dunn?

  - Tanımıyor musun?

  - Hayır.

  - Köpek o kızda da.

  - Gene mi şu köpek?

  Düşünüyorum da köpeği eğitmek   tuvalet eğitimi falan   bunlar çok büyük sorumluluk, değil mi?

  Bahsettiğin şey bir it.

  Uzun zamandır görmediğin, özürlü bir akraban, elinde kolostomi torbasıyla   tekerlekli sandalyede karşına çıkmıyor yani.

  "Artık sana emanetim.

  Bana bak.”

 Böyle demiyor.

  İt işte.

  Evet.

  Ne oldu?

  Hayır.

  Bu çok boktan bir fikir.

  Ya hepsini alalım ya da hiç girmeyelim.

  Küçük kardeşim, beni dinle.

  Adamım kendimizi kanıtlamamız gerektiğini söyledi.

  Aşama aşama ilerleyeceğiz.

  İşletme sahiplerinin tepkisine bakacağız.

  Çok fena tepki verebilirler manyak herif.

  Göreceğiz işte.

  Senin o adam var ya, amma da çok şey biliyormuş.

  Burası lanet bir teslimat barı.

  Ama bu akşam değil.

  - Tamam mı?

  - Tamam.

  Aklından bile geçirme, hemen doldur.

  - Tamam, sorun çıkarmak istemiyoruz.

  - Çıkarıyorsun ama!

  - Ne yaptığınızın farkında mısınız?

  - Marv.

  - Bu kimin parası, haberiniz var mı?

  - Doldur lan çantayı!

  Tamam.

  Sakin olun.

  Alın.

  Hadi.

  Sen çok konuşuyorsun.

  Rardy nerede?

  Rardy?

  Ne oldu lan?

  - İyi misin?

  - Tanrım, midem bulanıyor.

  - Tamam.

  - Kafasına bak.

  Karpuz gibi yarılmış.

  Ambulans lazım.

  Çok kötü.

  Rardy, kıpırdama.

  Öylece kal.

  - Çok mu kötü?

  - Kıpırdama.

  İyi görünmüyor.

  Kafana havlu koyuyorum.

  Şöyle tut.

  Al, bununla da yüzünü sil.

  Aziz Dominik Kilisesi, 8 ayini.

  Her sabah birbirimizi görürüz ama tanışmamıştık.

  - Dedektif Evandro Torres.

  - Merhaba.

  Ben de Bob Saginowski.

  - Kilisemize yazık oldu.

  - Neden?

  Kapanıyormuş, artık Azize Meryem'e gitmemiz gerekecekmiş.

  İnanabiliyor musun?

  Haberim yoktu.

  - Barmen sen misin?

  - Evet.

  Şu silahlı tipler  Biraz yürüyelim mi?

  Sesleri daha önce buraya gelen birilerine benziyor muydu?

  Yok.

  Ama bana yakın olan adamın saati durmuştu, onu gördüm.

  Memur Bernardo tepeden tırnağa giyiniktiler dedi.

  Kapüşon, maske falan mı?

  Evet, ama bileğini gördüm, dönerken göründü.

  Saatin yüzü bana bakıyordu, aynen böyle.

  - Durmuştu mu dedin?

  - Evet.

  6.

 15'i gösteriyordu.

  - Ne kadar para aldılar?

  - İşte, kasada ne varsa hepsini aldılar.

  Peki, etrafa sorsam soruştursam, burada bahis oynattığınızı   veya buraya para teslimatı yapıldığını falan duyar mıyım?

  - Efendim?

  - Duymaz mıyım?

  - Yok.

  - Sigortan var mı Rardy?

  - Sence?

  Hayır, sigortamız yok.

  - Tam bir rezalet.

  - Evet ya, kafasına çok kötü vurmuşlar.

  - Hayır, Aziz Dominik'ten bahsediyorum.

  - Ha.

  Evet.

  Çok güzel bir kilise.

  Ayinleri adam gibi yapıyorlardı.

  Duadan sonra grupça sarılmalar, halk şarkıcıları falan yoktu.

  Laikçilerin Kilise ile işi bittiğinde   elimizde sadece vitraylı apartman daireleri kalacak.

  - İçerideki güvenlik kameraları ne alemde?

  - Kayıt yapmıyorlar.

  Sadece caydırma amaçlı.

  - Neden komünyona katılmıyorsun?

  - Efendim?

  Yıllardır seni ayinlerde izliyorum.

  Bir kere bile katılmadın.

  - Orası beni ilgilendirir.

  - Demek öyle?

  Aynen öyle.

  Herhalde öyle.

  Hesap mı vereceğim?

  Ne oldu, seni karısı yapacak mıymış yoksa meme uçlarını sıkınca mı dayanamadın?

  Allah aşkına, neden o polise kol saatiyle ilgili detayı verdin?

  - Bilmiyorum.

  - Demek bilmiyorsun.

  - Ağzımdan çıkıverdi.

  - Bir dahaki sefere bir zahmet dilini ısırıver, olur mu?

  Senin neyin var?

  Ben de kendime şaşırdım Marv.

  - Beş bin küsur dolar aldılar.

  - Beş bin mi?

  Neyse ki zarfı almışlardı, en azından ondan kurtulduk.

  O halde sıkıntı yok.

  Her şey yolunda.

  Hayır, beş bin küsür dolar aldılar.

  Bar onların, para onların.

  O parayı isteyecekler.

  O yüzden hiçbir şey yolunda falan değil.

  - Bob?

  İyi misin?

  - Evet.

  - Sekize daha çok var.

  - Biliyorum.

  Beklerim dedim.

  İçeri gel madem.

  AZİZ ROCCO

Sadece bir kap ve biraz mama var.

  Teşekkürler.

  Sağ ol.

  - Bol şans.

  - Teşekkürler.

  Daha önce hiç köpeğim olmadı  o yüzden  Şu anda ne yaptığıma dair hiçbir fikrim yok.

  Hem de hiç.

  Mama kapları lazım.

  Tasma.

  Dışkı torbaları.

  Artık ayakkabılarını yerden yüksek bir rafta tut.

  Yataklar nerede bir bakalım.

  Ne istiyorsun?

  Bu, köpek eğitimiyle ilgili en iyi kitap.

  Mutlaka okumalısın.

  Her şeyi anlatıyor.

  - Adını ne koyacaksın?

  - İlk başta aklıma Rocco geldi.

  Rocco ismini severim.

  - Ama sonra Mike diye düşündüm.

  - Mike mı?

  - Mike'ı beğenmedin mi?

  - Hayır.

  Köpek için Mike kötü bir isim.

  - Rocco daha iyi.

  - Tamam.

  Senin adını o ünlü jimnastikçi yüzünden mi Nadia koymuşlar?

  - Evet.

  - Jimnastikçi misin?

  Hayır.

  Al bakalım.

  Gördün mü?

  "Rocco".

  Hoşuna gitti.

  Bence Mike daha güzel.

  - Tuttun mu?

  - Evet.

  - Sabırlı ol.

  - Görüşürüz, sağ ol.

  "İki yan panelin alt tabanları mutlaka içte kalsın.”

 Darek Saginowski - Elaine Melville Anısına Rocco?

  Sana güvenli bir yer yaptım.

  Bob?

  Hava soğuk, değil mi?

  Bob varken kar küreme makinesine ne gerek var, değil mi?

  - Bir ara benim eve de uğra.

  - Olur tabii.

  Şaka yapıyorum.

  Alem adam.

  - Sen işsizlik sigortasıyla mı yaşıyorsun?

  - Efendim?

  - Bütün işi Bob yapıyor.

  Sen izliyorsun.

  - Hayır, ben de kürüyordum.

  - Gördüm nasıl kürediğini.

  - Evet, öyle.

  Gelin.

  - Bu adamı tanıyor musunuz?

  - Hayır.

  Ama ben tanıyorum.

  Bir bakışta adamın ne mal olduğunu anladım.

  Birileri barımı soymuş.

  Evet.

  Bu doğru.

  Çok üzgünüm Bay Umarov.

  Babama Bay Umarov de.

  Bob bana Chovka de, tamam mı?

  Bu doğru, çok üzgünüm Bay Chovka, birileri barınızı soydu.

  - Kim barımızı soydu?

  - Bilmiyoruz.

  Maskeleri vardı.

  Evet.

  Yüzlerini göremedik.

  Polis tutanağında bozuk saat yazıyor.

  Siz mi söylediniz?

  Evet, ben söyledim.

  Düşünmeden söyledim.

  Ağzımdan kaçırdım.

  Peki, babamın parasını geri almak için ne yapıyorsunuz?

  - Haber saldık.

  Mahalleye.

  - Evet.

  Mahalleye haber salmışlar.

  Demek haber mahallede, öyle mi?

  - Haber.

  - Evet.

  Benim paramla.

  Bulun lan paramı.

  "Bulun lan paramı.”

 Paranın nerede olduğunu biliyorsak, bizi soyanları tanıyoruz demektir.

  Bu da biz de işin içindeyiz demektir, yani beynimizi dağıtırlar.

  - Soktuğumun Çeçenistanlıları.

  - Çeçen deniyor Marv.

  Memleketin adı Çeçenistan, halkına da Çeçen deniyor.

  Tamam işte, Çeçenistan.

  Ben de öyle dedim.

  İngilizlere, İngiltereli demiyorsun ama, değil mi?

  Ne zırvalıyorsun Allah aşkına?

  Selam gençler.

  Bu akşam ne içiyoruz bakalım?

  - Bardağın var mı?

  - Herhalde yani, dünkü çocuk muyum ben?

  - Şerefe.

  - Salud.

  - Ne var ne yok Evandro?

 - Marvin Stipler'ı hatırlıyor musun?

  Kuzen Marv'ı?

  Dokuz, on yıl önce, bunun bahis defterini Çeçenler dürdü.

  Barı soyuldu.

  Bar, Baba Umarov'un paravan şirketlerinden birine ait.

  Hangi geri zekalı onun barını soymaya kalkar?

  Hiçbir fikrim yok.

  Organize suçlar masası Umarov'ları izliyor mu?

  Son bütçe kesintilerinden sonra zor ayakta duruyoruz.

  Vatandaşın varlığından dahi haberdar olmadığı bir Rus için uğraşamayız.

  - Çeçen.

  - İstiyorsan al senin olsun.

  Küçük kardeşim, yemeğe hazır mısın?

  - Ne?

  - Yemeğe hazır mısın?

  Hayır.

  Yedim ben.

  - Önceden yedim.

  - Ne zaman?

  Yedim dedim ya.

  Hayır.

  Sakın ha.

  Rocco, orada dur.

  Bekle.

  Yapma.

  Yapma.

  Sakın atlama.

  Aman Tanrım.

  Ucuz atlattık.

  Kalpten gidecektim.

  - Nerede kaldın?

  - Yoldaydım.

  - Parayı getirdin mi?

  - Hayır.

  - Ne demek hayır?

  - Çünkü para Bri'da.

  Para Bri'da.

  - Kardeşine benden bahsettin mi?

  - Hayır.

  Neden Rardy'ye o kadar sert vurdunuz?

  - Mecbur kaldım.

  - Mecbur kalmış.

  Ben de mecburen ambulans çağırdım.

  Sonra mecburen polis geldi.

  Saatinin olayı ne?

  Bozuk olduğunu insanlar fark ediyor.

  Yenisini alsın ve o saati atsın.

  Bugün yapsın.

  Sırada hangi aşama var?

  Gerçek bir teslimat barına ne zaman dalıyoruz?

  Beni kafasında planı olmayan bir hıyar mı sandın sen?

  Bir uçak düştüğünde, ertesi gün en güvenli havayolu hangisidir?

  - Düşen uçağın havayolu.

  - Evet.

  Aferin sana.

  Bu yüzden bekleyeceğiz.

  Dediklerinin tek kelimesini bile anlamıyorum.

  Sanki Brezilyaca konuşuyorsun.

  Bu işleri bana bırak, tamam mı?

  Ortalıkta görünmeyin.

  Brezilyaca değil.

  Brezilya'da Portekizce konuşulur.

  - Nereye?

  - Gidiyorum.

  Burada kal.

  Yan yana görülmemeliyiz parlak zeka.

  - Hay sokayım.

  Ne kadar bekleyeceğim?

  - Ne bileyim ben, on dakika!

  Otur.

  Otur.

  Hayır, ayaktasın.

  Buraya gel.

  Koş, koş.

  Hay aksi.

  - Nasılsın?

  - İyiyim.

  Aman.

  Rocco, gel hadi!

  - Gel.

  Aferin oğlum.

  - Kitabı okumadın değil mi?

  Birazını okudum.

  Yok.

  Pek okuyamadım.

  Düşündüm de  Tatil dönemi bitti ve restoranda bir vardiyam azaldı.

  - Çok üzüldüm.

  - Belki bana iş verebilirsin, ne dersin?

  Sen çalışırken Rocco'ya bakıcılık yapmamı ister misin?

  Şey, aslında hiç fena fikir değil.

  Barda çok yoğun çalışıyorum.

  Çok naziksin.

  Seni arayabileceğim bir numara var mı?

  Seni ararım.

  Hem şunu adam gibi konuşuruz.

  Şuraya yazsana.

  - Kalemin var mı?

  - Yok.

  Galiba bende vardı.

  İhtiyacın olduğunda ara ki bulasın.

  - Yazıyor mu?

  - Evet.

  - Al.

  - Harika.

  Harika bir fikir.

  Anahtara ihtiyacım olacak.

  O halde belki ben  ya da beni ararsan, ben şey yaparım   ya da senin eve bırakırım veya bara bırakabilirim.

  - Ara beni.

  - Tamam, ben ararım  - az evvel bana verdiğin bu numaradan.

  - Mutlu yıllar bu arada!

  - Mutlu yıllar!

  O programa katılsak ya.

  Sen şarkı söyleyemezsin.

  Onu demiyorum, diğeri, hani şu yarışmacıların dünyayı dolaşıp ipucu aradıklarını diyorum.

  Çok hoş olur.

  Hadi, katılalım.

  Yeni şeyler görürüz.

  - Ne gibi?

  - Bilmem.

  Başka ülke görürüz.

  Farklı kültürler.

  - Bugün babamı ziyaret ettin mi?

  - Evet, uğradım.

  - Paralarını istiyorlar Marv.

  - Kim?

  - Huzurevi.

  - Yakında alırlar.

  Artık para takibini huzurevi yapmıyor, avukat tutmuşlar.

  Sağlık yardımı azaldı.

  Ben emekli oldum.

  - Yakında onu postalarlar.

  - Nereye?

  Daha kötü bir yere.

  Belki vakti gelmiştir.

  Tabii ya.

  Öldürelim gitsin.

  - Babamızı.

  Neden, çünkü sıkıntı oluyor.

  - O zaten öldü Marv.

  Peki, bağlı olduğu o makinelerden çıkan bip sesleri ekrandaki dalgalar falan ne oluyor?

  - O hayat işte.

  - O elektrik canım, başka bir şey değil.

  Geçen gün elini yanağıma koydum.

  Kan akışını hissettim.

  Fişini çekmek mi istiyorsun?

  Tamam, karar senin.

  - Sakin ol.

  - Hayır, sen kararını ver.

  - Bana her türlü uyar.

  Ne demezsin.

  Boş ver.

  Önemli değil.

  Avrupa'ya başka bir hayatımda giderim.

  Rocco.

  Yanımda yürü.

  Yanımda yürü.

  Yanımda yürü.

  Ve otur.

  - Gördün mü?

  - Evet, gördüm.

  Neredeyse pati verecek.

  Televizyon izlerken, bacağımda uyuyor.

  - Sahiden mi?

  - Tamamen iptal.

  - Gel.

  - Hemen dönerim.

  Çılgın seni.

  Gel hadi.

  - Güzel köpek.

  - Teşekkürler.

  Evet, harbiden güzel köpek.

  Beslemeyi unutma.

  Hastane nerede acaba?

  Buradan bir U dönüşü yap, yolun sonuna kadar git.

  - Sağa dön.

  Tabelaları görürsün.

  - Sağ ol.

  Söz, yarın parka gideceğiz.

  Bugün çok işim var.

  Çok yakında döneceğim.

  Selam hocam, nasılsın?

  İçeri girmemin bir sakıncası var mı?

  Hava çok soğuk.

  Çok sağ ol.

  Tanrım.

  Konu nedir?

  - Onu nerede tutuyorsun?

  - Neden bahsediyorsun?

  Köpeği diyorum.

  Mutfakta mı?

  Bodrumda mı?

  Seni hatırlıyorum.

  Parkta yanıma gelip köpeğin güzel demiştin.

  Sorun da bu ya, köpek senin değil.

  - Hayır, benim.

  - Harbiden mi?

  Kayıt ettirdin mi?

  Yasa gereği kayıt yapman lazım.

  Peki çip taktın mı?

  - Efendim?

  - Güvenlik çipi.

  Köpeğe takılıyor.

  Köpecik kaybolur, bulan kişi veterinere götürür.

  Veteriner tarar.

  Ve sahibinin bilgileri ekranda belirir.

  Sahibinin cebinde ise bir kağıt parçası vardır.

  Kağıtta güvenlik çipinin hesap numarası yazar.

  Al, bak.

  O benim köpeğim.

  Hayır, benim.

  Onu dövdün.

  - Polise senin yaptığını söylerim.

  - Ne istiyorsun?

  Güneşli bir gün, değil mi?

  Ama hava belli olmaz.

  Hiç sormuyorsun.

  Nasıl olduğunu ilk beş dakikada sormayan ilk kişi sensin.

  Bu senin özelin, beni ilgilendirmez.

  Canın ne zaman isterse o zaman anlatırsın veya hiç anlatmazsın.

  - Kendim yaptım.

  Kafam güzeldi.

  - Sen mi yaptın?

  - Hani şey aleti var ya  soyucu.

  - Soyucu mu?

  - Olur ya, patates soyucu.

  - Aman Tanrım, evet, o aleti iyi bilirim.

  Eskiden farklı bir insandım.

  Kendimi pek sevmezdim.

  Şimdi seviyor musun?

  Bayım, içeriye köpek sokmak yasak.

  Sizin ve köpeğin çıkması gerek.

  - Çok ciddiyim.

  Beni takip ediyorlar.

  - Etmiyorlar.

  - Ediyorlar.

  Arabadaki adamı anlattım ya.

  - Adam sana yol sormuş.

  Soruş şekli çok tuhaftı.

  Bana bakışı falan.

  Salak değilim herhalde.

  Ya sen?

  Şemsiyeli adam ne ayak?

  - Onun derdi köpekle.

  - Köpekmiş.

  Nereden biliyorsun?

  Belki de onu bahane ediyordur.

  Sakın ha  aldığınız yere koymayın, aman zahmet olmasın.

  Çöp konteyneri alsana Marv.

  "Çöp konteyneri alsana Marv.

  Bir konteyner al.”

 Tabii.

  - Artık barın sahibi olmadığımı unuttun galiba.

  - Unutmadım.

  Tabii, ne de olsa Chovka senin barını almadı.

  - O olalı on yıl oluyor.

  - Hayır, sekiz buçuk sene oldu.

  - Pekala.

  - Sekiz buçuk sene.

  Dottie Avrupa turu yapmak istiyor.

  Geldiğim şu noktaya bak  kız kardeşiyle Avrupa turuna çıkan adam.

  Tur otobüsüne atlayıp   boynumda fotoğraf makinesiyle mal gibi ortalıkta dolanacağım.

  Ne oldu?

  - Bunu görmen lazım Marv.

  - Hayır, değil.

  Hiçbir şey yapmak zorunda değilim.

  Böylece burada dikileceğim.

  Yerimden kıpırdarsam şerefsizim.

  Hayır.

  Gerçekten bunu görmen lazım.

  Avrupa'yı görmek zorunda değilim.

  Dottie'yi görmek zorunda değilim.

  O torbanın içini de görmek zorunda değilim.

  Bu ne lan?

  Bunu ortadan kaldırmalıyız.

  Neyi, parayı mı yoksa   şeyi mi?

  Bahse girerim buradaki para o gece çalınan kadar çıkacak.

  - Neden bize getirdiler?

  - Geri verelim diye.

  Bu, gün gibi ortada.

  Bir parça et sarar gibi.

  Gören de her gün yapıyorsun sanır.

  Merak ediyor musun, saatten bahsetmemiş olsan  - Hayır, etmiyorum.

  - Ben ediyorum.

  - Selam.

  Sizde Zima var mı?

  - Yok, kapalıyız.

  Kapınız açıktı, o yüzden  Kusura bakma ama kapalıyız, bir zahmet  Tamam.

  Anlıyorum.

  Gitmen lazım.

  Selam Bob.

  Nasılsın?

  Seni gördüğüme sevindim.

  Hadi artık.

  Nadia'ya selam söyle.

  Kendini kesip biçtiğinde onunla ilgileniver, e mi?

  Tek kollu adamın kesik uzvunu kuzu budu gibi sağa solla sallarken   ön kapıyı açık mı bıraktın?

  - Bir şey görmedi.

  - Ama görebilirdi.

  - Ama görmedi.

  - O adamı tanıyor musun?

  Evet.

  Rocco'nun peşinde olan adam.

  Köpeğin kendisinin olduğunu iddia eden mi?

  - O adam asıl kim biliyor musun?

  - Hayır.

  Richie Whelan'ı öldürdüğünü iddia eden adam.

  - O adam mı?

  - Evet.

  - Eric Deeds o mu yani?

  - Evet, o Eric Deeds.

  O herif kafadan kontak.

  Birkaç kere hapse girip çıktı.

  Yanlış hatırlamıyorsam bir ay da tımarhanede yattı.

  O yüzden ayağını denk al.

  - Ne gün ama Marv.

  - Aynen öyle.

  Rica etsem, şu böcek ilacını bana uzatır mısın?

  - Ne demek, memnuniyetle.

  - Sağ ol.

  - Yürüyüşe çıkıyorum.

  - Tamam.

  Aman Tanrım.

  Ona bakma.

  Ona bakma.

  Bu ne, bu ne?

  Git getir.

  Koş.

  Hadi, oyna bakalım.

  Koca kırmızı kemik.

  Git getir.

  Hadi bakalım!

  Kemiği kap!

  - Lanet olsun.

  - Bay Saginowski.

  - Nasılsın?

  - İyiyim.

  - Henüz failleri yakalayamadık.

  - Evet, tahmin etmiştim  İşimizi yapmadığımızı mı?

  Soygun vak'alarında tutuklama pek olmuyormuş diye duydum da.

  - Çanta ne iş?

  - Bu şey  Dışkı torbalarını, tasmaları, topları falan taşımak için.

  - Biraz boş gibi.

  - Dışkı torbalarım yeni bitti, topu da kaybettim.

  Richie Whelan.

  - Ne olmuş ona?

  - Tanıyor musun?

  Tabii.

  Arkadaşları geçen gün bardaydı, yıl dönümü şerefine kadeh kaldırdılar.

  - Ne yıl dönümü?

  - En son görüldüğü günün yıl dönümü.

  - En son sizin barda görüldü.

  - Doğru.

  Sonra bardan çıktı.

  Arabasına bindi ve gitti, sonra sadece arabası bulundu.

  Astoria'da bulundu.

  Yakılmıştı.

  Köpek güzelmiş.

  - Teşekkürler.

  - Eric Deeds diye birini tanıyor musun?

  Uzun boylu, sakallı, sürekli suratı asık bir tip.

  Tanıyor olabilirim.

  Yeme beni, o barda çalışıp da nasıl tanımazsın?

  Sen herkesi tanırsın Bay Saginowski.

  Yanımda resmi var.

  Tanımıyorum.

  Barı onun soyduğunu mu düşünüyorsun?

  Hayır.

  Kulağıma söylentiler geliyor   Whelan'ın ortadan kaybolmasında parmağı olabilirmiş.

  - Sahiden mi?

  - Gerçekten çok güzel bir köpek.

  - Öğleden sonra gezintisini yaptırmaya geldim.

  - Harika.

  - Endişelendim.

  Cebin açık mı?

  - Açık ama titreşimde.

  Hissedemedim.

  - Defalarca aradım.

  - Evet, gördüm.

  Çok üzgünüm.

  - Hani bugün çalışıyordun?

  - Evet ama bir şey çıktı  Gerçekten uzun hikaye.

  Üzgünüm.

  Aramam gerekirdi.

  Özür dilerim.

  Tamam.

  Selam.

  Demek Eric Deeds'i tanıyorsun, öyle mi?

  Hayır.

  Kim olduğunu biliyorum ama buna "tanıyorum" denmez.

  - Tanımıyorsun yani, öyle mi?

  - Pek sayılmaz, hayır.

  Çok ilginç, çünkü o öyle bir dedi ki, ben de şey sandım  - Ne sandın?

  - Ne bileyim, belki  - Bilemedim.

  - Neden ensemde boza pişiriyorsun?

  - Sadece bir soru sordum.

  - Hayır, bir şey ima ettin.

  - Hayır, etmedim.

  - Şimdi de sırf benimle tartışmak için hır çıkarıyorsun.

  - Hayır.

  - Al işte.

  - Alakası yok.

  Bana bunlarla gelme, tamam mı?

  Bir saniye.

  Ne oldu şimdi?

  Yanlış bir şey mi dedim?

  - Beni itip kakabileceğini mi sanıyorsun?

  - Hayır.

  Bir saniye.

  Sakın bana dokunmaya kalkma.

  Anlamıyorum.

  Sadece bir soru sordum.

  Tek bir soru.

  Çok basitti.

  Birden her şey tepetaklak oldu.

  Anlamıyorsun.

  Bunlar böyledir.

  Kaşıkçı Elması'nı versen, çok ağır diye şikayet ederler.

  - Haksız mıyım?

  - Bob, sen bir kızdan mı bahsediyorsun?

  Bobby kendine manita mı yapmış?

  Adam bir köpek aldı, gökten karı yağmaya başladı.

  Bir donlarını çıkarıp atmadıkları kaldı.

  Ben biraz bilardo oynayacağım.

  - Nasılsın?

  - Chovka, sana bir içki koyayım.

  Marv?

  Stella  Andre Stella içer.

  Buyur.

  İşte burada.

  Kilitli poşete koydum.

  Ama hepsi tamam.

  Sayabilirsin.

  Kilitli poşet niye?

  Biraz ıslaktılar da.

  Aslında kuruturdum ama kurutucumuz yok.

  Ben de kilitli poşete koydum.

  Akşamdan bir masaya yayarsan   sabaha hepsi hazır olur.

  Neden bahsettiğini bilmiyorum Bob.

  Geçen sefer bundan vermedin.

  İçki mi?

  Hayır, o Bowmore 18 değil.

  Onu sevmemiştin.

  Ayak kokuyor demiştin.

  Bunu daha çok seversin diye düşündüm.

  Bu çok özel bir içki.

  İrlanda içkisi.

  Ölüyoruz.

  Hepimiz ölüyoruz   Andre.

  Ama ölmeden önce mutlaka bu viskinin tadına bakmalısın.

  Evet ya, ona da koy tabii.

  Al.

  - Teslimat buraya yapılacak.

  - Pekala.

  Hangi akşam?

  Super Bowl gecesi.

  Tamam.

  Güzelmiş.

  Dedektif Evandro Torres.

  - Jimmy Sullivan.

  - Görüşmeyi kabul ettiğin için sağ ol.

  Eski Günler'in kaybolduğu geceyle ilgili başka bir şey hatırlıyor musun?

  Hatırladığım tek şey, ot almak için bardan çıktığı.

  Almaya gittiği tipler de pisliğin önde gideniydi.

  Deeds adında bir manyak ile uyuşturucu müptelası arkadaşı  adı neydi?

  - Tim Brennan.

  Tutanakta adı geçiyor.

  - Aynen, o eleman.

  İkisini de mi görecekti?

  Yoksa birini mi?

  Hatırlamıyorum.

  Peki ya Bob Saginowski ve Kuzen Marv?

  - Onları niye bu işe karıştırıyorsun?

  - Yok, sadece  İş arkadaşlarımın önünde beni muhbir konumuna soktun zaten.

  Çok sağ ol.

  Ama Kuzen Marv'ın yerine gelince  Orası benim barım.

  Anladın mı?

  Barıma bulaşma.

  Şey, dinle  Özür dilerim.

  Onu tanıman umurumda değil.

  Mesele şu ki   sana selam söyleme şeklinden aranızda bir şey varmış gibi geldi bana.

  - Sadece sordum.

  - Başka ne dedi?

  Rocco'nun sahibi olduğunu söyledi.

  Köpeğin boynundaki çipin bunu kanıtlayacağını söyledi.

  Eskiden erkek arkadaşımdı.

  İlk başlarda, çok hoştu.

  Bana çok kibar davranıyordu.

  İnsanlar arkasından atıp tutuyordu ama ben kimseyi yargılamak istemem.

  - Önyargılı olmayı sevmiyorum.

  - Anlıyorum.

  Ama sonra daha fazla katlanamadım.

  Uzun süredir onu görmüyordum.

  Gitti sanmıştım.

  - Üzgünüm.

  - Beni affet.

  - Canım benim.

  - Hiçbir şeyi izah etmek zorunda değilsin.

  Herkesin bir mazisi vardır.

  Bu herifin Rocco'yu çöpüne atması senin kabahatin değil.

  Eminim Rocco da seni suçlamaz.

  Tamam mı?

  Bu olanlara aklı erecek değil ya.

  - Kendiliğinden çekip gidecek bir tip değil.

  - Eric mi?

  Hayır.

  - Pek öyle bir niyeti varmış gibi görünmüyor.

  - Yok zaten.

  Altın Çağ lakaplı çocuğu o öldürdü.

  Evet.

  Öyleymiş.

  Geçen gün duydum.

  Richie Whelan.

  Neden yaptı?

  Bilmem.

  Eric için sebep sonuç ilişkileri oldukça muallaktır.

  - Bu kırılmış.

  - Evet, kırılmış.

  Tamir etmemi ister misin?

  - Tamir etmek mi istiyorsun?

  - Evet.

  Neden olmasın?

  Bir bira daha alır mısın?

  Olur.

  Duyduğuma göre barın sahibi Kuzen Marv değilmiş.

  Mafyaymış.

  Ama sen mafya değilsin.

  - Neden orada çalışıyorsun?

  - Kuzen Marv'la ben çok eskiden tanışırız.

  - Marv aslında gerçekten benim kuzenim.

  - Hadi ya?

  Marv ve kardeşi Dottie'nin babası ile  -  benim annem kız kardeşmiş.

  - Harbiden mi?

  Makyaj malzemelerini de paylaşıyorlar mıymış?

  - Neden öyle bir şey yapsınlar ki?

  - Kız kardeş olduklarını söyledin ya.

  Doğru.

  Ya, ne demek istediğimi anladın ama.

  Neden benimle dalga geçiyorsun?

  - Eğleniyorum be.

  - Eğleniyorsun ha.

  Eğlenmek.

  Marv da kendini mafya sanıyordu.

  Eskiden küçük bir çetemiz vardı.

  O zamanlar, gençliğimizde, üç beş bir şeyler kazandık   ama hiçbir zaman büyük işler çevirmedik  Derken şehre dişli bir organizasyon musallat oldu   bizse bakakaldık.

  Oyunu kaybettik.

  Çete mete kalmadı.

  - Ama hala o taraklarda bezin var.

  - Benim mi?

  Hayır.

  Hayır.

  Kesinlikle yok.

  Ben sadece barmenlik yapıyorum.

  - Ne yapıyorsun?

  Atla hadi.

  - Hayır, sen arabadan in.

  Kafayı mı yedin?

  Hava buz gibi!

  Atla dedim.

  - Arabaya binmem!

  - Bagajı naylonla mı kapladım sanıyorsun?

  - Belli mi olur?

  - Açtım, git bak.

  Hadi.

  Sakın yamuk yapmaya kalkma.

  Sakın diyorum bak!

  - Kimsenin yamuk yaptığı yok.

  - Duydun mu?

  - Tamam mı?

  - Tamam.

  İstersen anneciğini ara da iyiyim de.

  Espri yapma.

  Kardeşimi son kez canlı gördüklerinde birinin arabasına biniyordu.

  Pekala.

  Haklısın.

  Özür dilerim.

  Sakin ol.

  "Risk al, kazan" durumu yaşadık.

  Riski aldık ama şu ana dek işler istediğimiz gibi gitmedi, farkındayım.

  Ama ne?

  Ama Super Bowl teslimatının nereye yapılacağını biliyorum.

  Bri'ın öcünü almak istiyorsan, onların bir milyon dolarını alırsın.

  - Bu intihar olur.

  Tek kelimeyle intihar.

  - Sana haberlerim var Fitzy.

  Biz çoktan öldük, kellemizin uçması an meselesi.

  - Tek çare buradan kaçmak.

  - Ben bir soygun daha yapmam.

  - Yapmaz mısın?

  - Yapmam.

  - Emin misin?

  - Evet, eminim.

  Pekala, o halde seninle ödeşelim.

  Senden bir şey satın alacağım.

  Öncelikle, konuştuklarımızı kimseye anlatma.

  Hiç kimseye anlatma.

  İkincisi, birkaç gün saklanacak bir yere ihtiyacım var.

  Ne oldu, sokakta mı kaldın?

  - Bagajı kapatmamışsın.

  - Kapattım.

  İyi kapatmamışsın.

  - Kapattım diyorum.

  - Bagajı boş ver.

  Hayır, sokakta kalmadım.

  Herkes evimi biliyor.

  Oysa senin evini kimse bilmiyor.

  Bu akşam veya yarın akşam sende kalabilir miyim?

  Bende kalamazsın ama bir yer biliyorum.

  - Tamam mı?

  - Kablolu yayın var mı?

  - Ne geveliyorsun?

  - Kablolu diyorum, kablolu.

  Git işine.

  Arkasına geçip iki elinle iyice bastırman lazım!

  İşte geldik.

  İyi geceler.

  - Ben kapatırım.

  - Bob?

  - Teşekkürler.

  - Ne için?

  İyi geceler.

  Geç kaldığım için kusura bakma.

  Seni yanımda götüremedim.

  Ödül bisküvisi ister misin?

  Al.

  Sana aldım.

  - Oturmamın bir sakıncası var mı?

  - Hayır, otur.

  Ne var?

  Kuzenimi neden sevmediğini merak ediyorum.

  - Köpeğimi aldı.

  - Köpeğini almadı.

  Köpeği ölümüne dövdükten sonra çöpe attın.

  - Ama çok üzüldüm.

  Bunun bir kıymeti yok mu?

  - Var.

  - İyi, güzel.

  - Şimdi de geri istiyorsun.

  Bu ne biçim soru böyle?

  Ben ne istediğimi bilmiyorum.

  Bilmiyorum.

  Ama kendini bir halt zanneder tavırlarla ortalıkta dolaşması canımı sıkıyor.

  - Öğrenmesi lazım.

  - Ne öğrenecek?

  Bana yamuk yapmakla hata ettiğini.

  Sen de mi yamuk yapıyorsun yoksa?

  Ben mi?

  Yok canım, hayır.

  O işler için çok yaşlıyım.

  Niyetim barışçıl.

  - Neden öyle dedin?

  Savaş mı çıktı?

  - Bildiğim kadarıyla hayır.

  - Güzel.

  - Geçen bara geldiğinde kuzenim gerildi.

  Kolay gerilen bir tip değildir.

  Bence bu işi ikimiz için de mutlu bir sonla bitirmenin bir yolu var.

  - Vay be.

  Bugün ne güzelsin böyle.

  - Eric Deeds'in psikiyatri raporu.

  Okumak için üç dakikan var.

  Umarım ellerin yağlı değildir.

  - Bak şu Allah'ın işine.

  - Gene mi seni şaşırtmayı başardı?

  Ne oldu?

  Umduğunu bulamadın galiba?

  Dosyamı alabilir miyim?

  Tabii.

  Sana ne yapacağını söyleyeyim.

  Bana bir onluk vereceksin.

  On bin.

  Yarın sabah alırım.

  - Kim 10.

 000 dolar kaybetmiş de ben buldum?

  - Yapma.

  Dinle.

  Köpeği istiyorsan, on bin söküleceksin.

  Bu kadar basit.

  Beni dinle aslanım.

  İnsanların hayatlarına bodoslama dalıp istediklerini yapmalarını  Dinle, dinle.

  Sakin ol.

  Beni dinle.

  Hayat bu.

  Aynen budur hayat.

  Benim gibiler hiç beklemediğin anda birden ortaya çıkar.

  Yarın saat 10'da senin eve geliyorum, parayı hazır et.

  Dediğimi yapmazsan, polise gider köpeğimi zorla alırım.

  Bu kadar basit.

  Sonra onu beslemeyi unuturum.

  Zırıldamaya başladığında da   elime taşı alır, kafasına kafasına vururum.

  Anladın mı?

  Gözünde bir canlandır.

  İşte böyle.

  Richie Whelan'a yaptıklarımı hatırla.

  - Hatırlıyorum.

  - O zamanlar bir ortağım vardı.

  Hala var.

  İyi misin?

  Tamam.

  Seni gördüğüme sevindim.

  - Bobby nasıl gidiyor?

  - İyi.

  Senden n'aber?

  İyi.

  Ne oluyor?

  Erken emekliliğe ayrıldın sanıyordum.

  Ne yaparsın, birkaç yıl daha çalışmaya devam.

  - Umarım flebitim kötüleşmez.

  - Göreceğiz.

  Marv?

  - Ben işe gidiyorum.

  - İyi günler Dot.

  - Sana da!

  - Bir şeyler yiyecek misin?

  - Evet.

  Tamam.

  Yarın yılın en yoğun günü ama sana bir türlü telefonla ulaşamıyorum.

  Kusura bakma, sana söylemeyi unuttum, pek iyi hissetmiyorum   bara gelemeyeceğim.

  Geçici garson ayarla.

  Ayarladım zaten.

  Super Bowl'da hep lazım olur.

  - O halde bana niye ihtiyacın var?

  - Yok.

  Ama yılın en çok bahşiş getiren gününde işe gelmiyorsun.

  Artık bahşiş için mi çalışıyorum?

  Hiç barın önüne çıkıp   tabelaya baktın mı?

  Kimin adı var?

  Benim adım.

  - Çünkü bir zamanlar benimdi.

  - Evet, bu acıklı hikayeyi çok dinledim.

  Çocuk sandığın o köpeği aldığından beri   senin dilin pabuç gibi oldu.

  Marv, geçmişi değiştiremezsin.

  Tamam mı?

  Onlar baskı kurdu, sen de seyirci kaldın.

  Bitti.

  Geçmiş olsun.

  Uzun süredir bu böyle.

  Hayatıyla hiçbir şey yapamadan bütün ömrünü çöpe atan ben değilim.

  - Ben miyim?

  - En azından bir zamanlar benim bir namım vardı.

  İnsanlar bana saygı duyardı, benden korkardı.

  Bir yere girdiğimde, insanlar oturuşlarına çeki düzen verirlerdi.

  Beni fark ederlerdi.

  Sen ne yaptın?

  Ya yaşlı karıyı oturttuğun o bar taburesi?

  Bunu bilerek yaptığının farkında değil miyim sanıyorsun?

  O benim taburemdi, kimse oturmazdı çünkü o Kuzen Marv'ın taburesiydi.

  Bir anlamı vardı.

  Bir anlamı vardı!

  Hayır, yoktu.

  Hiç olmadı da.

  O sadece bir tabureydi.

  Gözünü karartıp aptalca bir işe mi kalkışacaksın?

  Yine mi?

  Marv?

  Bu sefer temizleyemeyeceğimiz bir iş mi çeviriyorsun?

  Dediğim gibi, iyi hissetmiyorum.

  O yüzden defolup gidersen çok sevinirim.

  - Çok ciddiyim.

  - Hoşça kal Marv.

  Umarım yakında iyileşirsin.

  Bir şeyler yemeyi unutma.

İsa'nın bedeni.

 Bize gündelik ekmeğimizi ver 

Gidelim mi?

  Hadi, gidelim.

  Rocco, birazdan seni kapatmam gerekecek.

  Uzun bir gün bizi bekliyor.

  Selam Didi, nasılsın?

  Seninle  Seninle konuşmam lazım.

  Seni bu akşam bir yere götüreceğim.

  Çok eğleneceğiz.

  Sonra buradan gideceğiz.

  - Selam.

  Nasılsın?

  - Ne istiyorsun?

  Seni burada istemiyorum.

  Lütfen git.

  Hayır, beni dinle.

  Şuraya otur ve beni dinle, tamam mı?

  Gitmeni istiyorum.

  Burası benim evim.

  Artık kız arkadaşın değilim.

  Lütfen evi terk et.

  Hadi ama otur karşıma.

  Hadi.

  Afra tafra yapma bana.

  Otur.

  Seni iyi gördüm bu arada.

  Seni bu akşam bir yere götüreceğim.

  Çok eğleneceğiz.

  - Sonra buradan gideceğiz.

  - Gitmeni istiyorum.

  Lütfen.

  Benimle geleceksin.

  Güzelce süsleneceksin, anladın mı?

  Seni gördüğüme sevindim.

  - Nerelerdeydin?

  - Seni görmeye geldim Jimmy.

  Seni görmek için geldim dedi.

  Hanımlar ve beyler, lütfen ayağa kalkın ve şapkalarınızı çıkarın   ulusal marşımızı söyleyerek Amerika'mızı onurlandıracağız.

  İki tane Dos Equis, üç Amstel, iki tek Jack ve buzlu bir Dewar's.

  - Duydun mu Rardy?

  - Hemen geliyor.

  Hey, Bob?

  Bob?

  Bob!

  13 numaralı masaya iki Heineken alabilir miyim?

  Rardy, duydun mu?

  İki Heineken daha.

  - Beyaz şarap, değil mi?

  - Evet.

  Bana bir buzlu Stoli, arkadaşım için de bir kadeh beyaz şarap.

  - Sabah gelmedin.

  - Ee, ne olmuş yani?

  Parayı istemiyor musun?

  - Getirdin mi?

  - Neyi?

  Parayı getirdin mi?

  Sende parayı yanında taşıyacak tip var.

  - İki Stella, bir Amstel.

  - Tabii.

  Rardy, iki Amstel, bir Stella.

  - Kız neden burada?

  - O benim kız arkadaşım.

  Bana o kağıt parçasını ver ve paranı al.

  Ne kağıdı?

  Mikroçip ve kayıt kağıdı, konuştuğumuz gibi.

  Neden öyle bir şey yapayım ki?

  Çünkü parayı onun karşılığında sana veriyorum.

  Anlaşmamız böyle.

  Anlaşma öyle demek.

  Bir saniye.

  Üstü kalsın.

  Üstü sende kalsın.

  İki Stella ve bir Amstel.

  N'aber?

  Bir dakika.

  Şu anda konuşamam.

  Bir saniye bekle.

  Al bakalım.

  Bu gürültü ne?

  Neredesin?

  - Mekana damladım.

  Senin mekandayım.

  - Bara mı gittin?

  Hangi akla hizmet bu kadar erken gittin?

  Sana basit bir iş verdim.

  Belirtilen zamanda git, işini yap ve oradan ayrıl.

  Saftirik görünebilir ama sakın ona bulaşayım deme.

  Ondan uzak dur.

  Zaten sırf bir köpek yüzünden onu öldürmek istiyorsun sanıyor.

  - Arkada bir yerde takıl.

  - Tamam, anladım.

  Bardasın, sakın çok içme.

  Saat 2'de görüşürüz geri zekalı.

 Ne maç ama!

  Maçın skoru 27-23!

  - Yine beraber misiniz?

  - Hayır.

  O halde neden buradasın?

  - Neden bahsediyordunuz?

  - Dedim ya, havadan sudan.

  - Bob.

  - Aynen öyle.

  Bu hiç iyi değil.

  Hem de hiç.

  Burada olmak istemiyorum.

  Buraya gelmek istemedim.

  Eve geldiğimde beni bekliyordu.

  Üzgünüm Bob.

  Silahı var.

  Tuvalete gidiyorum.

  - Neden bahsediyordunuz?

  - Futbol.

  Bana bir tek daha versene oradan.

  Senin ortağının adı neydi?

  Kim olduğunu bilsen senin için pek de tehdit olmazdı, değil mi Bob?

  Evet ama Richie Whelan'ı öldürmene yardım etti, değil mi?

  - Rivayete göre öyle Bob.

  - Rivayet değil.

  Bunu kendin söyledin.

  O zaman rivayet değil Bob.

  Saat kaç?

  Aslında bana sürekli Bob diye hitap etmesen iyi olur.

  - Bakarız Bob.

  Bu ne?

  - İstediğin 10 bin.

  - Burada 10 bin mi var?

  - Evet.

  Ne düşünüyorum biliyor musun?

  Saat 2'de kasaya bakacağım.

  Tam 2'de saatli kilit devreye giriyor.

  Kapatmak için 90 saniye süren var   yoksa iki sessiz alarm çalıyor.

  - Saat 2'de kasaya bakalım.

  - Şimdi beni dinle.

  Köpek için sana 10 bin ödemeye itirazım yok.

  Evet.

  Köpek için 10 bin.

  Ama o kadar.

  Peki, kız için ne kadar?

  Buna ne diyeceksin?

  Sence senin için ne kadar ödemeli?

  Eric, lütfen.

  Lütfen yapma.

  - Marv nerede?

  - Marv mı?

  Ondan bir şey mi isteyeceksin?

  Bir şey istemiyorum.

  Sadece birden arkamda belirmesini istemiyorum.

  Ah, benim şeker kuzenim Marv.

  Biliyor musun, Marv'ın eskiden başı biraz belaya girdi.

  Yaklaşık 10 yıl önce, çok fena bir şekilde kağıt oyunlarına sardırmıştı.

  - Bunu bilmiyordum Bob.

  - O zamanlar tefecilik yapardı.

  Bir gün genç bir eleman Marv'dan yüklü bir borç aldı.

  Bu parayı da köpek yarışlarında ve basketbol bahislerinde çarçur etti.

  Dejenere gençlik işte.

  Ömür billah o parayı geri ödemesine imkan yoktu.

  Saat 1.

 57, değil mi?

  Derken çocuk Atlantic City'ye gitti   ve kumar makinesinden 22 bin kazandı.

  Güm.

  Kimin aklına gelir?

  Marv'a olan borcundan biraz daha fazlasını kazanmıştı.

  Ama borcunu ödemedi, siz de onu benzettiniz.

  Hayır.

  Öyle olmadı.

  Son kuruşuna dek Marv'a olan borcunu ödedi.

  - İyi çocuktu.

  - 1.

 58 oldu, tamam mı?

  Ama Marv'ın kendi zulasından tırtıkladığını hesaba katmamıştı.

  Kumar alışkanlığı ve borçları yüzünden buna mecbur kalmıştı.

  Çocuğun birden 22 binle ortaya çıkmasına tam ne demişti ya?

  "Krizi fırsata çevirmek.”

 Benim kuzen böyle işte.

  Tek mesele, çocuğun borcunu Marv'a ödediğini kimse bilmemeliydi.

  - Neler olacağını çaktın mı?

  - Çocuğu kazıklamak gerekecekti.

  Hayır.

  Öldürülmesi gerekecekti.

  Böylece kimse borcunu ödediğini öğrenemeyecekti.

  Biz de bunu yaptık.

  - Yani  onu öldürdün.

  - Evet.

  Onu yüzünden vurdum, hem de iki kere.

  Sonra kafasını havluya sarıp göğsüne bıçak sapladım   vücudundaki kan boşalsın diye.

  Onu küvete koydum ve akan kanı izledim.

  Sonra onu bir yakıt deposuna koydum üzerine çamaşır deterjanı ve küllü su ekledim   ve depoyu kapadım.

  - Çocuğun adını bilmek ister misin?

  - İki oldu Bob.

  Saat 2.

  Adı.

  - Bilmiyorum Bob.

  - Biliyorsun.

  Çok iyi biliyorsun.

  - Nereden bileyim Bob?

  - Tahmin et.

  Saat 2, onu biliyorum, kasayı açman lazım!

  Beni dinle.

  Çocuğun adı Richie Whelan'dı.

  - Eski Günler lakaplı eleman var ya.

  - Richie Whelan'ı ben öldürdüm, tamam mı?

  Eminim öyledir.

  Koduğumun serserisi.

  Ev hali kıyafetlerinle yemeğe çık.

  Ayağında saçma sapan palyaço kılıklı pabuçlar.

  Kadınları hor gör.

  Onlara el kaldır.

  Kendini savunamayan zavallı köpekleri döv.

  Bıktım senden be.

  Bıktım.

  Senin adına ben utanıyorum.

  Bu, asla vazgeçmezdi, biliyorsun değil mi?

  Bunun gibiler var ya, onlara elini versen kolunu kaparlar.

  Sürekli onlara borçlusundur ve asla ama asla değişmezler.

  Asla fikirlerini değiştiremezsin.

  Sen  Sen onu vurdun.

  Evet, vurdum.

  Başka yolu yoktu.

  Köpeğimizin canını yakacaktı.

  Bob?

  - Ben  artık gidebilir miyim?

  - Evet, tabii.

  Gidebilirsin.

  - Yani  gitmeme izin verecek misin?

  - Tabii, tabii.

  Neden vermeyeyim?

  Bir daha asla kimse canını yakamayacak.

  Tamam mı?

  Bu iş bitti.

  Tamam mı?

  Eşyalarını aldın mı?

  Hadi git.

  Ama şimdi  sen gördüklerimi anlatırım diye düşünürsün.

  Kimseye anlatmayacağım Bob.

  - Anlatmayacağını biliyorum.

  - Söz veriyorum.

  Anlatmayacağım.

  Nadia, anlatamazsın zaten.

  Bu insanlarla baş edemezsin.

  Seni  Senin insanların Bob.

  Hayır, onlar benim değil  Ben onlar gibi değilim.

  Bu adam gibi de değilim.

  Eminim daha güzel günler geçirmişsindir.

  Andre?

  - Birden içeri daldı.

  - Evet, aynen.

  Kapıyı açtığımda.

  Millie'ye kapıya kadar eşlik ettim ve  Suratına silah dayadı ama sen "Bu akşam olmaz" dedin ha?

  - Hiçbir şey demedim.

  - Daha önce gördüğün bir tip mi?

  Evet.

  Bara geldi.

  Şu tarafta oturdu, maçı izledi.

  - Yalnız olduğu için dikkatimi çekti.

  - Belki de değildi.

  - Yok, yalnızdı.

  - Veya belki de değildi.

  Üzgünüm ama anlayamadım.

  Tabii ki anladın.

  Sen tek başınaydı, yalnızdı diyorsun.

  Ben değildi diyorum.

  Anlaşılmayacak ne var?

  Sen.

  Sen yalnızsın.

  Bazen yalnız olmak iyidir.

  Söyle hadi.

  Söyle.

  - Yalnızım.

  - Yok öyle dostum.

  Dostların var.

  Dostlardan bahsetmişken, senin kuzen Marv   emekli olacağını söyledi bana.

  Barın yeni patronu sen ol istiyor.

  Dedim ki, "Tabii, bar senin.”

 "Ama para senin değil.”

 "Buna rağmen neden sürekli paramı almaya çalışıyorsun?

 " Ona bir teklifte bulundum.

  "Sen ve uyuşturucu müptelası arkadaşların paramdan elinizi çekin   ben de seni sessiz ve sakin bir yere göndereyim.”

 Ne dersin?

  Onun adını indiririz, seninkini asarız.

  "Bob'un Barı.”

 Kulağa hoş geliyor değil mi?

  "Bob'un Barı.”

 "Bob'un Belalı Büyük Barı.”

 - Şaka yapıyorum dostum.

  Biraz neşelen.

  - Tabii.

  - Sığdı mı?

  - Evet.

  Bacaklarını kırınca çok güzel sığdı.

  Gülümse.

  Merak etme, her şey yoluna girecek.

  Git biraz dinlen.

  İyi geceler.

 Öyle günahlar vardır ki, ne kadar deneseniz de geri dönüşü yoktur.

 Mümkün değildir.

  Şeytan adeta bedeninizin pes etmesini bekliyordur.

 Çünkü biliyordur  ruhunuz çoktan ona aittir.

 Bazen de düşünüyorum, belki şeytan yoktur.

 Ölünce Tanrı sizi karşılar ve şöyle der: "Yok.”

 "Sen içeri giremezsin.”

 "Git buradan.”

 "Uzaklara git ve yalnız kal.”

 "Sonsuza dek yalnız kal.”

 Kuzen Marv'a üzüldüm.

  Dediklerine göre arabasını çalmak istemişler, o da direnmiş.

  Oto gaspı mı?

  Tabii.

  Bu bildiğin infazdı.

  Buradan sadece bir sokak ötede.

  - Neyse, yazık oldu, başın sağ olsun.

  - Sen de sağ ol.

  - Yarın kilisenin kapanışına gidecek misin?

  - Evet, tabii.

  Benim durum belli değil.

  Mesaide olacağım.

  Milligan İnşaat'a satmışlar.

  Ne demiştim?

  Vitraylı apartman daireleri.

  Eric Deeds.

  Daha önce de bahsetmiştim.

  Evet, hatırlıyorum.

  - O zaman hatırlamamıştın.

  - Bahsettiğini hatırlıyorum.

  Super Bowl gecesi bu bardaymış.

  Onu gördün mü?

  Hayır.

  Super Bowl gecesi burası tıka basa doluydu, o yüzden  Doğrudur.

  Son olarak burada görülmüş de o yüzden konuyu açtım, sonra  Tıpkı Richie Whelan gibi.

  Kaderin şu cilvesine bak, Whelan'ı sözde Deeds öldürmüştü.

  Bu mahallede kurşunlar havada uçuşuyor, koca koca adamlar ortadan kayboluyor ama   ya gözünü seveyim, gerçekten hiçbir şey görmedin mi?

  Hayır.

  Bu mahalle böyledir işte, ne yaparsın?

  Belki yeniden ortaya çıkar.

  Her gün böyle şeyler oluyor.

  Doğru.

  Çıkarsa da eminim onu tımarhanede buluruz.

  Zira Whelan'ın kaybolduğu gece oradaymış.

  Yalan söylemiyorum.

  Gerçekten.

  Deeds, Whelan'ın kaybolmasını üstlendi çünkü başka kimse üstlenmek istemedi.

  Namım yürür diye düşündü ama Whelan'ı o öldürmedi.

  Öyle mi?

  Aynen öyle.

  Herkesi gafil avlıyorsun, değil mi Bob?

  Rocco.

  Yapmamız gereken bir şey var.

  Bardan ayrıldığında, senden uzak durmamı istediğini biliyorum.

  Anlamı buydu, biliyorum, ama bunu kelimelere dökmedin.

  Şimdi söylersen, inan   hemen giderim.

  Gerçekten Nadia, hemen giderim.

  Ama söylemen lazım.

  Ceketimi alayım.

  Sahiden mi?

  Tabii, tabii.

  Harika.

  JAMES GANDOLFINl'NİN Sevgi Dolu Anısına  

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar