Print Friendly and PDF

Translate

Joe Black (1998) Meet Joe Black

|

 

 


 178 dk

Yönetmen:Martin Brest

Senaryo:Ron Osborn, Jeff Reno, Kevin Wade

Ülke:ABD

Tür:Dram, Fantastik, Romantik

Vizyon Tarihi:

15 Ocak 1999 (Türkiye)

Oyuncular

    Brad   Pitt

    Anthony   Hopkins

    Claire   Forlani

    Jake   Weber

    Marcia   Gay Harden

Özet

Başarılı ve varlıklı medya patronu William Parrish (Hopkins), 65. yaş günü yaklaşırken ölüm meleği Joe (Pitt) ile tanışır. Çok geçmeden aralarında bir anlaşma yaparlar. Joe hayatı ona tanıtması karşılığında Bill'in ölümünü erteleyecektir. Masum, gizemli ve çoğu zaman neşeli Joe, Bill'in farklı ve entrikalarla dolu dünyasına girer ve yaşamını altüst eder. Anlaşmanın kuralları Joe'nun Bill'in güzel kızına aşık olmaya başlamasıyla değişmek zorunda kalacaktır. Bill şimdi sadece geleceği için değil aynı zamanda ölümle yaşamın acı tatlı hikayesinde sevdiği herşey için mücadele etmek zorundadır.

Altyazı

Evet.

  Evet.

  Evet.

  Lütfen.

  Lütfen.

  Merak etme.

  Merak etme.

  Burada tam bir kargaşa var.

  Korkarım zamanımız azalıyor.

  Çok mu mükemmel olmaya çalışıyorum?

  - Oh, oh, ama mükemmel olmasını istiyorum.

  - Biz de.

  - Ama biz çok mükemmel olmaya uğraşıyoruz.

  - Neden yıldızlara ulaşmayalım?

  - Günaydın.

  - Günaydın.

  - Çiçeklere ilişkin bazı cevaplara ihtiyacımız var.

  - Ah, evet, frezya, frezya.

  Her yer frezya!

  Babam frezyayı sever.

  Günaydın.

  Günaydın.

  Oh.

  Selam.

  Merhaba.

  - Ya ışıklar?

  - "Işıklar" Ne çok parlak, ne de çok karanlık.

  Safran parıltısını arıyorum,   20'lerin çay dansı türünde.

  Yemek bir partinin düzyazısı ise,    aydınlık, onun şiiridir.

  İşe yarar.

  Yemek bir partinin düzyazısı ise, aydınlık onun şiiridir.

  Hoşuma gitti.

  Müzik, aşkın gıdası ise, çalmaya devam et.

  Kafayı yiyeceğim.

  Günaydın Bay Parrish.

  - Bütün bunlar hakkında ne düşünüyorsun, Helen?

  - Her şey daha güzel olacak.

  Allison Başkan'ın gelebileceğini söyledi.

  - Başkan doğum günü partime gelmekten daha iyi şeyler yapabilir - Ne mesela?

  - Baba?

  Bir dakikan var mı?

  - Günaydın, Allison.

  Fazla değil.

  Büyük şehirde büyük gün.

  - Kafanda ne var?

  - Havai fişekler!

  - Mavnada 65 numarayı inşa ediyoruz.

  - Mm-hmm.

  New Paltz Koleji okçuları ateşli oklar fırlatacaklar.

  Ateş aldığında, Viking cenazesi havası yaratacak,    tabi kimse ölmeyecek.

  Hudson Nehri yetkilileri özel bir izin ayarlayacaklarını söylediler.

  Fakat tabi ki, Poughkeepsie İtfaiyesi için   fazla mesai ödemesi söz konusu olacak.

  Pekâlâ, ne düşünüyorsun?

  İyi mi?

  Kötü mü?

  Allison, sana güveniyorum.

  Bu senin işin.

  Fakat bu senin doğum günün.

  Oklardan nefret ederim.

  Beni sinirlendirirler.

  - Günaydın baba.

  - Günaydın tatlım.

  -Günaydın.

  -Günaydın.

  Sen "tatlım", ben "Allison" Oh.

  Baba, Drew helikopterden aradı, hala iki dakika uzaktalarmış.

  - Drew içinde mi?

  - Mm-hmm.

  Seninle iş yerine birlikte gitmek istedi.

  Neden oturup rahatlamıyorsun ve şu düz karnını biraz yemekle doldurmuyorsun?

  - Geliyor musun?

  - Hayır.

  Senin alakadar olacak sabrın var.

  Benimse üç histerik aşçıbaşım var.

  Bir tanesi yer mantarını seviyor, diğeri nefret ediyor,    ve üçüncüsü yer mantarının ne olduğunu bile bilmiyor.

  - Partilerden nefret ediyorum.

  - Fakat baba, sakin ol.

  Bu çok hoşuna gidecek.

  Yemin ederim.

  Bunun için hatırlanmaksızın yeryüzünde 65 yıl bulunmak yeterli değil mi?

  Hayır.

  Dinlenecek misin?

  Biliyorum bu büyük bir gün.

  - Nereden biliyorsun?

  - Drew anlattı.

  Sana her şeyi anlatır mı?

  Umarım anlatıyordur.

  Ondan hoşlanıyorsun, değil mi?

  Evet, sanırım.

  - Karışmak istemem ama  - Karışma o zaman.

  Pekâlâ, işte adamımız geliyor.

  Gidiyor muyuz?

  - Tamam.

  - Merhaba güzelim.

  Merhaba.

  Günaydın, Drew.

  Geldiğin için sağ ol.

  Şey, büyük gün.

  Başlamadan önce biraz talim yapmak istedim.

  Son dakika rötuşu, düşüncesi olan?

  Değişiklik ya da başka bir şey?

  Düşünceler, hayır.

  Dün gece bir ses duydum.

  - Bir ses mi?

  - Rüyamda.

  - Ne söyledi?

  - "Evet" - Anlaşmaya mı evet?

  - Belki.

  Kim bilir?

  Seslerin nasıl olduğunu bilirsiniz.

  Hmm?

  Teşekkürler, Delia.

  Tamam, gidelim.

  Delia, kalemin.

  - Selam Bill.

  Nasılsın?

  - Günaydın Quince.

  - Çok iyiyim.

  Ya sen?

  - Oh, süper.

  - İşte bu, "B-günü" - Ha, pardon?

  Bontecou günü.

  Kapatacağız  Büyük John ile.

  Kendine bir bak, Bill.

  Bir kedi kadar sakinsin.

  Bontecou hakkında iddiaya girerim.

  Altına yapacak… Unutmayın millet, bu gece babamın büyük toplantısı var.

  Akşam yemeği.

  Sen de, Drew.

  Yarım kalmış işlerimiz var.

  - Yine mi doğum günüm?

  - Sadece bir kere 65 yaşında olabilirsin, baba.

  Tanrıya şükür.

  Haydi, güne başlayalım.

  Unutma, babamlarda akşam yemeği var!

  Mm-hmm.

  Çok komik.

  Drew'ı seviyor musun?

  Hayır, bir şey söyleme, sadece nerede-- - Drew'ı seviyor musun?

  - Bundan daha iyi bir teklif elde edemeyecek.

  - Yani, anneni sevdiğin gibi mi?

  - Beni ve annemi boş ver.

  - Onunla evlenecek misin?

  - Oh, hadi.

  Belki.

  Bak, bu adama bayılıyorum.

  Zeki, saldırgan.

  Parrish İletişim'i ve beni 21.

  yüzyıla taşıyabilir.

  Mm-hmm.

  Pekâlâ, sorun nedir?

  Bu işin benimle ilgili kısmıydı.

  Ben senden bahsediyorum.

  Drew hakkında söylediklerin önemli değil.

  Önemli olan söylemediklerin.

  Beni dinlemiyorsun sanırım.

  Oh, hayır dinliyorum.

  Ne istiyorsa ona ver.

  En ufak heyecan yok, bir heyecan kırıntısı bile.

  Bu ilişki bir çift arıkuşunun tutkusuna sahip.

  Senin sırılsıklam âşık olmanı istiyorum.

  Ayaklarının yerden kesilmesini istiyorum  Kendinden geçerek şarkı söylemeni ve Mevleviler gibi dans etmeni.

  - Oh, hepsi bu mu?

  - Evet.

  Çılgınca mutlu olmanı   ya da en azından buna açık olmanı.

  Tamam.

  "Çılgınca mutlu olmak" Olacağım-- Elimden geleni yapacağım.

  Aptalca bir şey, biliyorum.

  Fakat aşk tutkudur,    ihtirastır,    onsuz yaşayamayacağın birisidir.

  Sana tepe üstü düşmeni söylüyorum.

  Çılgın gibi sevebileceğin ve aynı şekilde seni sevecek birisini bul.

  Onu nasıl bulursun?

  Şey, beynini unut Kalbinin sesini dinle.

  Ben bir kalp sesi duymuyorum.

  Çünkü gerçek, tatlım, bu olmaksızın hayatın hiç bir anlamı yok.

  Aşka yolculuk yapmadan, sırılsıklam âşık olmadan.

  Tabi, henüz hayatını yaşamadın.

  Ama çabalamalısın, çünkü çabalamazsan, yaşayamazsın.

  Bravo!

  Oh, epey güçlüsün.

  Affedersin.

  Tamam.

  Hadi baştan anlat.

  Ama bu sefer kısasından olsun.

  Tamam.

  Açık ol.

  Kim bilir?

  Şimşek çakabilir.

  Öyle mi?

  Evet.

  Ne düşünüyorsun?

  Sadece bir uygulama komitesi mi   yoksa beni kullanacak adamlar mısınız?

  Quince, adamım, teklif için teşekkürler fakat bunların hepsi sadece benim ve Bill için düzenlendi.

  - Belki daha fazla kişi-- - Biliyorum.

  Biliyorum, içine ettim.

  "Çılgınca âşık olmanı istiyorum" - Ha?

  - Quince'e diyordum ki, ona ihtiyacımız olmayacak-- -Bir şey duydun mu?

  -Evet, Quince'e diyordum ki-- - Hayır, hayır, hayır.

  Sen değil.

  - Ne var baba?

  - Hiç bir şey.

  Affedersiniz.

  - "Ayaklarının yerden kesilmesini istiyorum.

  Kendinden geçerek şarkı söylemeni ve bir Mevlevi gibi dans etmeni istiyorum" - "Mevlevi gibi dans etmek?

 " - Baba, nedir bu?

  Hiç bir şey, kendi kendime konuşuyordum.

  Beni bilirsin.

  Hayır, kendi kendine konuşmazsın sen.

  Oh, pekâlâ, Seni bırakabilir miyim?

  - Hayır, taksi çağıracağım.

  Baksana, sen iyi misin?

  - Evet.

  Jartiyerimi giydim, kulaklarımı diktim, maceraya hazırım.

  Tamam.

  Pekâlâ.

  Git ve getir onları, fıstık.

  Kesinlikle haklısın.

  Tamam.

  Mm-hmm.

  Mm-hmm.

  Oh, bunu daha önce duymadım.

  Affedersin.

  Söylemeliydim.

  - Hayatım  Hayatım.

  - Selam, George.

  Tatlım, devam etmelisin.

  Tamam mı?

  Ekmenin bir zamanı olduğu gibi biçmenin de bir zamanı vardır.

  Ekmelisin.

  Affedersin.

  Özür dilerim.

  Hayır, onu sevmiştim.

  Artık onu sevmiyorum.

  Çünkü sen benim fıstığımsın.

  Biri seni üzerse, karşısında beni bulur.

  Öyle.

  Bir kalp atışı uzaklıktayım.

  Bırak bileyim bunu.

  Evet, eve telefon aldığımda, ilk arayacağım sensin.

  Söz veriyorum.

  Çok çalış, mezun ol.

  O zaman beraber kapıya tabelayı asarız.

  Nasıl?

  Mmm?

  Tamam.

  İyi misin?

  Evet.

  Öyle san.

  Güçlü ol.

  Seni seviyorum.

  Hoşça kal.

  - Günaydın.

  - Günaydın.

  Sanırım biraz yüksek sesle konuştum.

  Affedersin.

  Oh, sorun değil.

  Çok ilginçti.

  Sahi mi?

  ilginç olan nedir?

  Eee  Sen ve  "fıstık" - Küçük kız kardeşim.

  - Oh.

  Erkek arkadaşından ayrıldı   ve hukuktan ayrılmayı düşünüyor.

  - Oh, affedersin.

  - Hayır, üzülmeye değmez.

  - Erkekle kadın arasında bu böyledir, değil mi?

  - Nasıldır?

  Asla bitmez.

  Oh.

  Evet, aynı fikirdeyim.

  Sahi mi?

  Neden?

  Hayır, sadece ilgimi çekti.

  Sadece mutabık olmaya çalışıyordum.

  Tamam.

  Pekâlâ.

  Tuzağa düşürmeye çalışıyordum.

  - Oh.

  - Hayır, sadece şu "asla bitmez" olayı.

  Sorun "fıstık"ın erkeği.

  O ne istediğini bilmiyordu.

  Yani, öylesine dolaşıyordu ve kız onu fark etti.

  Bilirsin, tek sevgili onun için yeterli değil.

  - Yani, tek eşliliğe inanan bir erkeksin.

  - Evet, öyleyim.

  - Doğru.

  - Doğru.

  Aslında şimdi onu arıyorum.

  Mmm.

  Kim bilir?

  O sen olabilirsin.

  Hayır, gülme.

  Şehre yeni geldim.

  Yeni bir iş buldum.

  Bu apartmana yerleşmeye çalışıyorum.

  Her neyse, demek sen bir doktorsun.

  Mmm.

  Nereden biliyorsun?

  Çünkü burada herkes doktor.

  Bu apartmanda herkesin yeşil terliği, yeşil pijaması var.

  Evi boşaltmasını beklediğim adam  - Doktor.

  - Doktor.

  Ne doktorusun?

  Dâhiliyeciyim.

  Yani, bir doktora ihtiyacım olursa, bu sen olabilirsin.

  O ben olabilirim.

  Evet.

  O sen  Olabilirsin.

  Uh-huh.

  Evet, olabilirim.

  - Ben  Ben hastanede çalışıyorum, şey-- - Anlıyorum.

  Bugün şanslı günüm.

  Büyük, kötü şehre geldim, Sadece bir doktor bulmadım, aynı zamanda güzel bir kadın buldum.

  Bunu söylememde bir sakınca var mı?

  Oh.

  Hayır, elbette.

  Hayır, dert değil.

  Dert değil.

  Sadece-- Baksana, sana bir fincan kahve alabilir miyim?

  - Bekleyen hastalarım var, sanırım  - Tabi, tabi.

  - İşine bak.

  - Apartmana yerleşmeliyim ve işe başlamalıyım.

  - Evet.

  - Ama bir fincan kahve daha almak istiyorum.

  - Eee  - Müsaade eder misin?

  - Şey, evet, tabi.

  - Tamam.

  Mmm.

  - Günaydın Bay Parrish.

  - Günaydın Jennifer.

  Yarın yönetim kurulu toplanıyor demek.

  Anlaşmayı yapmamızı önereceksin ve bu bir iş, değil mi?

  Sıkı bir anlaşmanın olacağı kadar.

  Olimpiyatlar.

  Evet.

  Evet.

  - "Evet" ne?

  - Evet sorduğun sorunun cevabı.

  Ah.

  Ben bir soru sormadım.

  Bence sordun.

  Kimsin sen?

  - Lanet olsun.

  Burada ne oluyor?

  - Bildiğini sanıyorum.

  - Bilmiyorum.

  - Düşün.

  "Çünkü çabalamazsan, yaşayamazsın" Neden bahsediyorsun?

  Senin bahsettiğin şeyden.

  Kim var orada?

  - Bana kim olduğunu söyle.

  - Bana emir mi veriyorsun?

  - Hayır.

  Üzgünüm, ben-- - Hayır, üzgün değilsin.

  Durumu kontrol altına almaya çalışıyorsun.

  Fakat bu durum, asla kontrol altına alamayacağın bir şey.

  Bu kadarı yeter.

  Şimdi.

  Ha?

  Konuş benimle, lütfen.

  Bunun için çok vaktimiz olacak.

  Ne demek istiyorsun?

  Sanırım biliyorsun Bill.

  Bir tür bedelsiz iş.

  - "Bedelsiz iş" mi?

  - Evet.

  - Yani, hayırlı bir iş.

  - Bu benim işim.

  Hayatın boyunca iyilik mi yapacaksın?

  - Ne dediğini anlıyorum.

  Çok para getirmiyor ama seviyorum.

  - Mm-hmm.

  Sonuç olarak evleneceğim kadına bağlı.

  Belki bir sürü çocuk ister, daha büyük bir ev, daha iyi bir araba  Üniversite ucuz değil.

  Sen bilirsin.

  Ben bilmem.

  Vay!

  Evlendiğin kadın için isteğinden vazgeç.

  Hmm.

  Evet, biliyor musun?

  Yaparım.

  - Öyle mi?

  - Memnuniyetle.

  Çünkü kararlarını sen verirsin, değil mi?

  Söylesene, sen ve ben evli olsaydık  Hayır, mesela yani, tamam mı?

  Sen ve ben evli olsaydık, istediklerini sana vermek isterdim.

  Hepsi bu.

  Tarafların birbirlerini ellerinden geldiğince kollamalarından bahsediyorum.

  Bir kadını kollamanın nesi yanlış?

  O da sana göz kulak olur.

  Bugünlerde bu tür bir kadın bulmakta zorlanacaksın.

  - Öyle mi düşünüyorsun?

  - Mm-hmm.

  Bilmiyorum.

  Şimşek çakabilir.

  Gitmeliyim.

  - Evet.

  Dinle, Yanlış bir şey mi söyledim?

  Hayır mı?

  - Hayır.

  - Hayır.

  Hayır.

  - Emin misin?

  Çok doğruydu, beni korkuttu.

  Hepsi bu.

  Sadece  Biliyor musun, düşünüyordum da, doktorum olmanı istemiyorum.

  Beni muayene etmeni istemiyorum ve  Neden?

  Çünkü senden çok hoşlandım.

  Şey, ben  Ben de seni muayene etmek istemiyorum.

  İstemiyor musun?

  Neden?

  Çünkü senden çok hoşlandım.

  Oh, evlat.

  Tamam.

  Şimdi gitmek zorundayım, şey  - Evet, anlıyorum.

  - Pekâlâ.

  Pekâlâ.

  Yeterli sanırım.

  Görüşürüz.

  - Güle güle.

  Güle güle.

  - Güle güle.

  Müzik.

  Müziği ne kadar çok sevdiğini biliyorum, baba.

  Seni memnun eden müziği almak istiyorum  ama başkalarının uykusunu getirmeyen.

  - Çok sıkıntı çektim ve sonunda Sidney Brown'da karar kıldım.

  - Güzel.

  - Yirmi dört adam.

  Çok seçkin.

  - Mm-hmm.

  Artı, onlar ara verdiğinde Latin altılısı olacak.

  Anlattıklarımın bir kelimesini bile dinlemedin, değil mi?

  - Efendim tatlım?

  Affedersin.

  - Baba.

  Evet.

  Baba?

  Bay Parrish?

  - Evet.

  - Yemek hazır.

  - Evet.

  - Sorun değil.

  Bana bırak.

  Beni özledin mi, Bill?

  Yemek zamanı, beyler.

  Öyle kızmış gibi ne bakıyorsun?

  Beni özledin mi?

  Bu normal bir soru.

  Seni özledim.

  Nasıl telafi edebilirim?

  "En ufak heyecan yok,    bir heyecan kırıntısı bile.

  Bu ilişki bir çift arıkuşunun tutkusuna sahip" Seni dışarıda, kapının önünde bekliyorum.

  Valiyle konuştun mu?

  - Geliyor.

  - Ya karısı?

  Evet, ne yazık ki.

  Bronx Hayvanat Bahçesi yardımında aralarına oturdum.

  Sekoya'dan daha iyiydi.

  Ön kapıda seni bekliyorum, Bill.

  Biri beni içeri almayacak mı?

  Lillian!

  - Ön kapıda biri mi var?

  - Zili duymadım efendim.

  Bakar mısın lütfen?

  Ya belediye başkanı?

  - Kesinlikle orada olacağını söyledi.

  - Güzel.

  - Belki onun boğazını sıkarlar.

  - Lütfen negatif olma, Drew.

  - Affedersin.

  - Beyaz Saray'ı gururlandıracak bir davetli listemiz var.

  F. C. C. 'nin başkanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri,   - Vay.

  -  dokuz senatör,    çok sayıda kongre üyesi ve Fortune Dergisi'nin seçtiği "Zirvedeki 500"den en az 12 kişi.

  - Hiç sporcu var mı?

  Hmm?

  - Hayır.

  Laflayabileceğim 20 oyun kazanmış Büyük Şampiyon biri yok mu?

  Haklısınız, Bay Parrish.

  Kapıda bir beyefendi var.

  Sizi antrede bekliyor.

  - Ona kütüphaneyi göster.

  Kendisine az sonra orada olacağımı söyle.

  - Tabi efendim.

  Bayanlar için ufak hediyeler, gümüş çekici bilezikler ayarladım,   - Mmm.

  -  ve erkekler için platinyum anahtarlıklar.

  Hepsine "W. P. " harfleri kazınmış olacak.

  Ama şimdi onlardan vazgeçmeyi düşünüyorum.

  Çok sıradan görünüyorlar.

  Sıradan mı?

  Sana da öyle mi görünüyor baba?

  Bilmiyorum.

  Bilmiyorum.

  Ben, uh  Bir bakayım.

  Sıradan olduklarını düşünmüyorum.

  Bence muhteşemler.

  Anahtarlıkları seviyorum.

  Merhaba.

  Burada birisi var mı?

  - "Burada birisi var mı?

 " dedim.

  - Sessiz olun.

  - Neredesin?

  - Buradayım.

  Bu ne, bir şaka mı?

  Bir çeşit iyi planlanmış şaka mı?

  40.  yılda bir araya geldiğimizde, sınıf başkanının otel odasındakilere   bir tabut göndermiştik, oh  Sessiz ol.

  Nereye gidiyorsun, Bill?

  Ben, uh  Büyük Bill Parrish dilini mi yuttu?

  Dudaklarından "kendinden geçme","tutku" ve "ihtiras" sözcükleri dökülen adam.

  Tüm bu nasihatler: "Çılgınca mutlu olmak,    sensiz hayatın anlamı yoktur" Çıkardığın tüm bu kıvılcım ve enerji,   dağıttığın parlak öneriler, harika biçimli formlar.

  Nedir bu?

  Kimsin sen?

  Sonu olmayan zamanla birleşmiş binyılların   milyonlarla çarpıldığını düşün.

  Bunca zaman ben hep vardım.

  Ancak yaptıklarının benim ilgimi çekmesi çok yeni oldu.

  Can sıkıntısı diyebilirsin.

  Meraklı tabiatım, var oluşun  en devamlı ve en önemli unsuru, seni görmeye geldi.

  Neyle ilgili?

  Seni almadan önce biraz ortalığa göz atmak istiyorum.

  Beni nereye götüreceksin?

  Bu, yetenek, erdem ve deneyim gerektiriyor.

  Referanslarda senin hakkında bütün söylenenler   ve sen seçilmiş olansın.

  - Ne için?

  - Bana göster.

  Rehberim ol.

  Dönüşte, alacaksın  Ne alacağım?

  Zaman: Dakikalar, günler, haftalar.

  Detaylara girmeyelim.

  Önemli olan benim ilgili kalmam.

  Evet.

  "Evet", ne?

  "Evet", senin sorunun cevabı.

  - Ne sorusu?

  - Oh, Bill.

  Haydi.

  O soru.

  Artan sıklıkla kendine sorduğun soru,   Delhi'de oynarken hentbol maçının uzatmasında   nefes nefese kaldığında   geçen gece yatağında oturduğunda ve bu sabah ofiste tepen attığında,    gırtlağının arkasında   kanın beynine gitmesini engelleyen   kulaklarında sürekli çınlayan soru.

  - "Soru" - Evet, Bill.

  "Soru" Soru.

  Ölecek miyim?

  Evet.

  Düş mü görüyorum?

  Sen bir düş müsün?

  Ben bir düş değilim.

  Beni götürmeye mi geldin?

  Nedir bu?

  ve sen de kimsin?

  Sen  Evet?

  Ben kimim?

  Ölüm.

  Sen Ölüm müsün?

  Evet.

  - Ölüm.

  - O benim.

  Sen Ölüm değilsin.

  Sen takım elbisenin içindeki bir çocuksun.

  Elbise, vücudunu aldığım çocukla geldi.

  Fikrini sormama izin ver.

  Yakışmış mı?

  Senin rehberin olmamı mı istiyorsun?

  Sen bu iş için uygunsun Bill.

  - Ben mi?

  - Mmm.

  Uzun kalacak mısın?

  Uzun olmasını umalım.

  Ya sonra?

  Biter.

  Biter.

  Bay Parrish!

  Beyefendi akşam yemeği için kalacak mı, efendim?

  Evet.

  Teşekkürler.

  Bu çılgınca.

  Bizimle akşam yemeği yemeyeceksin.

  Hayır, seninle yemek yiyeceğim.

  Ve senin ailen ile.

  Bunu birlikte yapacağız.

  Bu tartışmaya açık değil, hiç bir şey değil.

  Anlıyor musun?

  Evet.

  Güzel.

  Şimdi yolu göster.

  Bill,    yolu göster.

  - Özür dilerim, bir şey söyleyebilir miyim?

  - Evet, tabi.

  Şey, sanki bana, eğer, uh  Söyle, lütfen.

  Seni tanıştırdığımda eğer kim olduğunu söylersem,    sanırım kimse yemek için kalmayacaktır.

  O zaman söyleme.

  Başka bir olasılık var.

  Az zamanımız var ama ne düşündüğünü söyle bana.

  Kaleydoskoplar.

  Küçük altın kaleydoskoplar.

  Bir Alman şirketi battı ve Tiffany bütün bunları topladı   ve bunlar mükemmel parti bağışları.

  Tamam, onlar kişisel şeyler değildi.

  Onlar sadece kış manzaralarıydı.

  Mazılar, kar taneleri.

  Selam millet.

  Merhaba.

  Affedersiniz.

  Sizden uzun bir süre ayrı kaldım.

  Bu benim bir arkadaşım.

  Bana uğramasını istemiştim.

  Biz konuşuyorduk ve uh 

O, akşam yemeği için bize katılacak.

  - Harika.

  - Tanıştığımıza memnun oldum.

  Babamın sizi bizimle tanıştırması hoş olmaz mı?

  Tanıştığımıza memnun oldum.

  Evet, bağışlayın.

  Bu benim kızım, Allison ve kocası, Quince   ve Drew, sağ kolum, benim için çalışır.

  Baba, arkadaşının bir ismi var mı?

  - Bir isim?

  - Seslenebileceğimiz bir şey?

  Oh, evet, özür dilerim.

  Bu, uh  Bu, um  - Baba, hadi.

  Bir isim.

  - Bill, bu gecikme beni öldürüyor.

  Affedersiniz.

  O, uh  Kafamdan uçtu gitti.

  Um  Affedersiniz.

  Bu  Joe.

  - Joe.

  Bu ismi sevdim.

  - Sadece Joe.

  Ben de.

  Hey ahbap.

  - Peki bir devamı var mı?

  - Ne demek istiyorsun?

  "Smith" gibi "Jones" ya da  - Black.

  - Oh, en sonunda.

  - Tanıştığımıza memnun oldum, Bay Black.

  - Hey, hey, Joe Black.

  Brooklyn Dodgers için 1952'de 15 sayı yaptı, 2 sayı kaybetti.

  Barbekü liginin kralıydım.

  - Sen mi?

  - Evet, O.

  Oturacak mıyız?

  Oraya.

  Daha önce karşılaştık mı?

  - O şehir dışından.

  - Ne kadar zaman buradasın, Joe?

  Mümkün olduğu kadar fazla.

  - Sen ve Bill, eski arkadaş mısınız?

  - Hayır.

  Hayır, teşekkürler.

  Bir tane var, teşekkürler.

  - Daha önce bazı işler yaptığınızı sanıyorum.

  - Aldım.

  Daha önce bazı işler yaptınız mı?

  Şu an bir anlaşmamız var.

  Ne tür bir işle uğraştığınızı söylemiştiniz?

  Henüz söylemedim.

  Joe tanıdık birisine benziyor, Bill.

  Siz ikinizin engin deneyimleri olduğunu düşünüyorum.

  Ayrıntılar hakkında yardıma ihtiyacın var mı?

  Affedersiniz, akşam yemeğinde iş konuşması!

  - Kabalığımı bağışlayın.

  - Kesinlikle.

  Selam, millet.

  Geç kaldığım için bağışlayın.

  - Bölüm şefi ile yemek yemeliydim.

  - Siz yediniz mi?

  Bunun için buradayım, değil mi?

  Büyük toplantıyı kaçırmak istemem.

  Masadaki tartışma nedir?

  Parti bağışları, çiçekler  - Merhaba baba.

  - Merhaba.

  - Selam.

  - Selam Drew.

  Sen burada ne yapıyorsun?

  Siz birbirinizi tanıyor musunuz?

  Tanıştık.

  Bu sabah, Corinth Kafe'de.

  O, uh  Bir doktor arıyordu.

  Hmm, sanırım bir tane buldu.

  Joe, hiç boş durmuyorsun.

  - Bu senin adın mı?

  - Hoş değil mi?

  Çok sağlam, çok doğru.

  Kes şunu.

  Aklıma gelmişken, Joe, nerede kalıyorsun?

  - Burada.

  - Burada mı kalıyorsun?

  - Bu evde mi?

  - Evet, bu evde.

  Harika.

  Harika.

  Harika.

  Alır mısın Joe?

  Aklıma gelmişken, Joe ne?

  Black.

  Bu çok komik.

  Evet.

  Evet, Quince, öyle.

  Pekâlâ, burada ne yapıyorsun, Joe?

  Dilini mi yuttun?

  Bu sabah bu kadar sakin değildin.

  Bu sabah, evet.

  Pek kendimde değildim.

  Şey, kim olursan ol, bu gece burada olamamak bir ayıp.

  Yapma, Susan.

  Konuşmalıyız.

  Yarın yoğun gün millet.

  Joe, haydi gidelim.

  Evet.

  Susan ve senin arandaki şey beni çok şaşırttı.

  Şaşırtmak mı?

  Nasıl?

  Beni sarstı.

  Yani kızımla tanışman nasıl oldu?

  Onunla ben tanışmadım.

  Vücudunu aldığım genç adam tanıştı.

  Bu sabah kafede karşılaştığı adamla tanıştı.

  Ona ne oldu?

  Bir vücuda ihtiyacım vardı, Bill.

  Pekâlâ.

  içeri gel.

  Oh, banyo, küvet, havlu, sauna,   sandalyeler, lambalar, yatak.

  Şey, başka bir şey varsa  - Çekinme.

  - Çekinmem.

  - Çabalarım.

  - Önümüzdeki hafta mı olacak?

  Bilmiyorum.

  Buyurun efendim.

  Merhaba.

  Ben Joe Black.

  Tanıştığımıza memnun oldum.

  Evet tabi, Bay Black, efendim.

  Bir zevkti.

  Eh-- Nedir bu?

  - Bu mu efendim?

  - Evet.

  Bu, Laura Scudder'ın fıstık ezmesi efendim.

  Hoşunuza gitti mi?

  Şey, bana kalırsa  Burada Jif ve Skippy var.

  Tatmak ister misiniz efendim?

  - Evet.

  - Pekâlâ.

  Beğendiniz mi efendim?

  Biraz daha?

  Evet.

  Mmm.

  Mmm.

  Siz bir fıstık ezmesi tutkunusunuz efendim.

  Evet, sanırım öyleyim.

  Bu fıstık ezmesini gerçekten çok sevdim   ve sizlerle tanışmaktan çok memnun oldum.

  - Biraz dolaşacağım.

  - Elbette, efendim.

  Burada ne yapıyorsun?

  Kayboldum.

  Bugün senden kurtuluş yok.

  - Affedersin.

  - Evet.

  Şunlardan birini verebilir misin?

  Babamla çok büyük işler yapıyor olmalısın.

  - Büyük mü?

  - Evet.

  Onun keyifli yanına denk gelmişsin.

  Onun evinde kalmak, ailesiyle birlikte yemek yemek  Bu, pratikte bu bir ilk.

  İş dünyasının içinde yer alıyorsun.

  Senin sıradan bir Joe olduğunu düşündüm.

  - Ben Joe'yum.

  - Bu sabah karşılaştığım kişi değil.

  Sanki bana uzun zamandır yapılıyormuş gibi çok hoş bir kur yapıldı.

  İkincisi, benim babamın kızı olduğumu öğrendin.

  Şey, bir yabancı gibi davrandın.

  Böyle bir amacım yoktu.

  Amaçların nelerdir?

  Yani, sadece   kafelerde küçük dramalar yaratmak, kadınların başını döndürmek mi?

  Başımın dönmesini pek umursamıyorum.

  B-Ben bundan hoşlandım.

  Ama şey, on saat sonra aptal gibi hissediyorum.

  Bunu kabullenemem.

  Yapamam.

  Sen, babam, burada, bu evde.

  Bu, oh  Beni alt üst ediyor ve ben  Kafedeki o tatlı çocuğa ne oldu?

  Bu arada, kimsin sen?

  Ve  Ne yiyorsun?

  Fıstık ezmesi.

  Hmm.

  Ama yeni bitti.

  Hayır, teşekkürler.

  Sanki daha önce hiç fıstık ezmesi yememiş gibi davranıyorsun.

  - Yemedim.

  - Ne tür bir çocukluk geçirdin?

  - Drew’ı seviyor musun?

  Anlamadım?

  Dudaklarını onunkine değdirdiğinde bu sık tekrarlanan bir şey gibi geldi bana.

  Drew seni ilgilendirmez,    dudaklarımı nereye değdirdiğim de.

  Özür dilerim.

  Burada mı yaşıyorsun?

  Hayır, Joe.

  Burada yüzüyorum ve şimdi eve gidiyorum.

  Evet, sanırım söylemeye çalıştığım şey  Eğer arkadaş olabilirsek memnun olacağım.

  Bir sürü arkadaşım var.

  Benim yok.

  Neden olduğunu anlayabiliyorum.

  Yemekte seni gücendirmek istemedim.

  Bazı zamanlar ben,    evde insanlar varken pek havamda olmuyorum.

  Yaptığım işle çok meşgul oluyorum   ve pek uyum sağlamış görünmüyorum  Öyle mi?

  Yapmam gereken belli bir iş var ve görünürde zamanımın çoğunu alıyor.

  Ama bazen ben  herhangi bir şey için odayı terk etmediğimi  düşünüyorum.

  Hmm.

  Ne kastettiğini bildiğimi söylediğim için üzgünüm.

  Şey  İyi geceler Joe.

  Evet.

  Sana da iyi geceler Susan.

  - Günaydın Madeline.

  - Oh, günaydın Bay Parrish.

  - Her şey yolunda mı?

  - Evet, efendim.

  Güzel.

  Günaydın.

  Günaydın Bill.

  Bugünkü gündemde neler var?

  - Gündem mi?

  - Hmm, evet.

  Ne yapacağız?

  - Pekâlâ, İşe gitmeliyim ve  - Fevkalade.

  Sana katılacağım.

  Oh.

  Arabayla mı, yürüyerek mi gitmek istersin?

  Yürümek.

  Dünyayı görmek isterim.

  Bu çılgınca.

  Bu tüm zaman boyunca ıskaladığım bir şey.

  Ben  Bunu nasıl anlatacağımı bilemiyorum.

  - Ne yapabilirim?

  Aileme ne anlatabilirim?

  - Bunu anlatırsın Bill.

  Ailen söz konusu olduğu sürece bir şey söylemeyeceğim.

  Dün geceki mükemmel başlangıcı mahvedeceksin.

  Hmm.

  Bana içinizden biri gibi davranıldığını hissetim.

  Evet, Joe bu, Joe şu.

  Hoş bir gülümseme.

  Quince bana çörekleri uzattı.

  Söylemekte kararlı olduğun şeylerde tutku yok, kendinden geçme yok ya da bu fevkalade şeylerden herhangi biri.

  Ama eminim ki   kim olduğumu söylersen maceramız birdenbire sona erecektir.

  Mm-hmm.

  Ve ailenden çok hoşlandım.

  Ailemle ne ilgisi var?

  Bu macera sadece beni kapsıyor, değil mi?

  Ne demek istiyorsun?

  Ne olduğunu söyleyeceğim.

  Senin bu girişimin   sadece beni kapsıyor ve  Ve ne?

  - Kimseye senin kim olduğunu söylemeyeceğim.

  - Kâfi gözüküyor.

  Güzel.

  Bu bir anlaşma mı?

  - Bir anlaşma mı?

  - Evet.

  Sen söyleyeceğini söyledin, söylediğimizi yapacağımız da benim sözüm.

  - Mm-hmm.

  - Bu iki kişi arasında bir anlaşma.

  - Bill?

  - Ne var?

  Bir anlaşma yaptın.

  Bu harika!

  Harika!

  Biliyor musun, aklıma takıldı.

  Buradayken ve görünürde meşgulken   işlerini nasıl yürütüyorsun?

  Yani, başka yerlerde?

  Bu sabah tıraş olurken sadece tıraş olmuyordun.

  - Ne demek istiyorsun?

  - Bir yandan düşünüyordun,    planlar yapıyordun, kararlar veriyordun, değil mi?

  Evet, sanırım öyle.

  Yani fikri anladın.

  Bir kısmın bir şey üzerinde meşgulken,    diğer kısmın başka bir şey yapar, hatta işinle ilgili problemlerle meşgulken.

  - Doğru mu?

  - Elbette.

  Fikri anladın.

  Tebrikler, Bill.

  Bunu sonsuzlukla çarp, bunu sonsuzluğun derinliklerine götür   ve neden bahsettiğim hakkında kısa bir bakış açısına sahip olabilirsin.

  - Joe?

  - Evet Bill?

  Bu adama fırsat vermeye ne dersin?

  Bir istisna yaratmak mı?

  - Şey, her şeyin bir istisnası vardır.

  - Bunun değil.

  Ailemi ara.

  Bu gece onlarla akşam yemeği yemek istiyorum.

  Aile dün gece birlikte olmadı mı?

  - Jennifer.

  - Tabi, Bay Parrish, hemen.

  - Ofisimde beklemek istersen  - Hayır.

  Söylemeye çalıştığım şey, bu bir yönetim kurulu toplantısı ve sen bir üye değilsin.

  Bunu idare edecek bir şey bulacağından eminim.

  Tanıştığımıza memnun oldum.

  Günaydın.

  Günaydın.

  Teşekkürler Eddie.

  Bu Joe Black.

  - O benim kişisel ortağım ve… - Merhaba Quince.

  - Hey.

  - O bu sabah bize katılacak.

  Biliyorum, bu sıra dışı ve kusura bakmamanızı ve  - Drew, devam et.

  - Seni görmek güzel.

  Seni beklemiyordum ama   iyi bir şey sana kesinlikle yetmez.

  - Teşekkürler.

  - Joe, buraya oturmak ister misin?

  Tabi.

  Parrish İletişim Yönetim Kurulu bu vesileyle toplantıyı açar.

  İlk maddemiz  İlk mad  Bugün görüşeceğimiz ilk madde  John Bontecou'nun cömert teklifinin kabulü.

  - Sanırım Bill  - Bu kurabiyelerden daha var mı?

  Jölelisinden mi?

  Mmm.

  Ve bir fincan çay.

  Sütlü lütfen.

  İngiliz tarzını denemek isterim.

  Evet.

  Bir fincan sütlü çay, lütfen.

  Başka bir şey ister misiniz Bay Black?

  - Biraz suya ne dersiniz?

  - Neden?

  Evet, teşekkürler.

  - Sıcak mı, soğuk mu?

  - Soğuk.

  - Bardak?

  - Mmm.

  Özetlersek.

  Burada gerçekten detaylarla uğraşıyoruz.

  Bill, dün John Bontecou ile harika ve nihai bir toplantı yaptı   ve bize kalan şey bunu oylamaya koymamız.

  Teşekkürler.

  Drew, eee  Evet.

  Hoşlandım, daha doğrusu dün  John Bontecou ile toplantı ilgimi çekti   ve   etkileyici idi, sanırım.

  Ama  Ama  Bazı şeyleri düşünmeme sebep oldu.

  Bakın, bu işe giriştim, çünkü bu yapmak istediğim bir şeydi.

  Büyük Amerikan romanını yazmadığımı biliyordum.

  Ama biliyordum ki  Hayatın bir şeyi bir dolara alıp iki dolara satmaktan   daha fazla bir şey olduğunu da biliyordum.

  Bir şey yaratmayı umut ettim, en yüksek standartlara   ulaşabilecek bir şey.

  Ve farkına vardım ki   dünyaya sesimi duyurmak istemişim.

  Ve bunu yalın bir şekilde yapmak istedim.

  Birbirimiz hakkında ne kadar çok şey bilirsek, var olmak için de o kadar şansımız olur.

  Tabi kâr yapmak istedim.

  Bunsuz var olamazsınız ama  John Bontecou tümüyle kârdır.

  Eğer Ona Parrish İletişim'i yutma izni verirsek   bizden sonra tüm dünyaya ulaşmak için   gözlerini diğerlerine dikecektir.

  John Bontecou'yu yönetim kurulunda onaylamak zorundasınız.

  Ve sadece bunu yapması için ona para ödemeyeceksiniz.

  Daha da önemlisi onunla aynı fikirde olmak zorundasınız.

  Haberleri sunmak bir ayrıcalık ve bir sorumluluktur   ve bu istismar edilemez.

  Parrish İletişim bu ayrıcalığı kazandı.

  John Bontecou bunu satın almak istiyor.

  Yönetim Kurulu Başkanı olarak   bir karar vermenizi istiyorum.

  Bu firma satılık değildir.

  Bize tartışılacak bir şey bırakmıyorsun.

  - Teşekkürler.

  - Bir şey değil.

  Biliyorum.

  Affedersin, ben  Fikrimi değiştirmiş gibi gözüküyorum.

  Bu senin ayrıcalığın, Bill.

  İhtiyaçlarımızı düşünerek,    büyümek için mutlak gerekliliği düşünerek, geleceği düşünerek.

  Gerçek şu ki, John Bontecou ile birleşmek, ölüm ve vergi kadar kesin bir iştir.

  - Ölüm ve vergiler mi?

  - Evet.

  - Ölüm ve vergiler mi?

  - Evet.

  - Ne tuhaf ikili.

  - Bu sadece bir deyiş, Bay Black.

  - Mmm.

  Kim demiş?

  - Fark etmez.

  O zaman neden bahsettin?

  "Bu dünyada hiç bir şey, ölüm ve vergi kadar   kesin değildir" deyiminden haberdar değilsin sanırım?

  - Pekâlâ, şimdi biliyorum.

  - Yardımcı olduğuma memnun oldum.

  Sizin için ofiste saatler geçiriyorum.

  Deyişler, genel deyimler,    konuşma tarzlarına dair yeni gelişmeleri takip etmek için.

  Kapım size sonuna kadar açık.

  Size çay ve hatta süt bile sağlayabilirim.

  Az yağlı.

  Evet, tamam, şey  Sanırım bu sabah yapacağımız her şeyi tamamladık.

  Bitirelim mi?

  - Ama konu hala ortada, Bill.

  - Joe?

  Evet.

  Lezzetli kurabiyeler için teşekkürler.

  Mmm.

  Kim bu adam?

  Yani   burada ne işi var?

  Sonuna kadar bana rahat vermeyecek misin?

  - Anlamıyorum.

  - Bir süre yalnız kalmak istiyorum.

  - Üzgün müsün Bill?

  - Evet, öyleyim.

  Neden biraz yürüyüşe çıkmıyorsun ve biraz hava almıyorsun?

  Görüşelim.

  Tamam.

  Güzel.

  Şimdi yalnız kalmak istiyorum.

  Bu, bir süre düşünmeni sağlayacaktır.

  - Para hakkında ne biliyorsun?

  - Mutluluğu satın alamaz?

  Evet.

  Jennifer.

  - Bay Black'e şehrin haritasını verir misin?

  - Tamam, Bill.

  Başımın çaresine bakarım.

  - Merhaba.

  - Merhaba.

  Laboratuar için sosyal güvenlik numaralarına ihtiyacım var.

  - Uh-huh.

  Kocasını aramaya devam eder misiniz?

  Numara yukarda.

  Tomografi hazır olunca anons ettirir misin?

  - Oh, elbette.

  - Teşekkürler canım.

  Ne kadar hoş gözüküyorsun.

  Bu senin üniforman mı?

  Burada ne arıyorsun?

  - Hasta mısın?

  - Oh, Tanrım, hayır.

  - O zaman neden buradasın Joe?

  - Seni görmek için geldim.

  Joe, yapamam  Seni şimdi görmek için zamanım yok.

  Ben  Hastaları dolaşmak üzereyim   ve akşam yemeğine kadar peş peşe hastalara bakacağım.

  Çok güzel.

  İzleyeceğim.

  - Ne yaptığımı mı izleyeceksin?

  - Dolaşmanı ve peş peşe hastaları muayene etmeni.

  Joe, bu imkânsız.

  - Ben bir doktorum.

  - Ben de bir ziyaretçiyim.

  - Hastaların ziyaretçisi olur, doktorların değil.

  - Umurumda değil.

  Bayan  Bayan.

  - Doktor.

  - Oh, bir saniye.

  Orada olacağım.

  Lütfen.

  Annem ondan daha hasta.

  Tamam.

  - Obeah.

  - Hayır anne.

  Obeah.

  - Öleceğim.

  - Anne, kes şunu.

  O sadece bir adam.

  - Obeah nedir?

  - Kötü Ruh.

  Ateşi çıktı.

  - Tepki vermiyor.

  Lütfen bize yardım et.

  - Tabi.

  Obeah değil kardeşim.

  Her şey yoluna girecek.

  - Kayıt yaptırdınız mı?

  - Hayır.

  Tamam.

  - İyi olacaksın?

  - Doktor hanımla git.

  Anneniz iyi olacak.

  Beni bırakma, beni bırakma.

  - Geri dönecek, tamam mı?

  - Anne.

  - Obeah.

  Obeah kötü.

  Ben kötü değilim kadın.

  O zaman nesin sen?

  Ben öbür taraftanım.

  Bizi almak için mi burada bekliyorsun?

  Bizi oraya götürecek olan otobüs şoförü müsün?

  Hayır, ben tatildeyim.

  Tam yerindesin.

  Oh.

  Mmm.

  Acı.

  Acı kötüdür, kötü.

  Buna yapabileceğim bir şey yok, biliyorsun.

  - Bitir bu acıyı.

  - Doktor hanım seni iyileştirecek.

  Oh-oh.

  Bu acıyı değil.

  Bu acı beni yiyip bitiriyor.

  - Bitir bu acıyı.

  - Yapamam, kardeşim.

  Yapabilirsin bayım.

  Beni öbür tarafa götür.

  - Şu an vakti değil.

  - Vakti gelsin.

  Olması gereken şeyleri değiştiremezsin.

  Lütfen.

  Doğduğu yerde.

  Kapa gözlerini.

  Devam et, kardeşim.

  Yakında.

  Sen  Onunla gidebilirsin.

  Orada olacağım.

  Gel hadi anne.

  - Çok fazla acı çekiyor.

  - Evet.

  - Jamaika'da çok uzun süre mi kaldın?

  - Bir süre.

  Burada olmamın uygun olmadığını   şimdi anlıyorum.

  Oh, hayır, lütfen  Lütfen özür dileme.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  Geldiğine memnun oldum.

  Teşekkürler, Susan.

  Burada olmaktan mutlu oldum.

  Joe, Ben Drew ile birlikteyim.

  Şu an değil.

  Gitmeliyim.

  - Söylediğim için üzgünüm.

  - Hiç bir şey için üzgün olma.

  Doğru.

  - Teşekkürler Joe.

  - Güle güle Susan.

  - Güzel mi?

  - Mmm.

  - Evet, bu nedir?

  - Maydanozlu soğuk kuzu sandviç.

  Bir miktar Coleman hardalı.

  Bu, uh, harika.

  Beğendiğinize memnun oldum.

  Eşim soğuk sandviçlere merakımı artırdı.

  - Joan  Karımdı.

  - Mm-hmm.

  Evet.

  Soğuk kuzu sandviçleri.

  Ne sığır eti kadar esaslıdır, ne de tavuk kadar sıkıcı.

  Bu tür şeyleri bilirdi.

  Her şey bana onu hatırlatıyor.

  Onu düşünmeden bir gün bile geçirmiyorum.

  Bir gün kendini iyi hissetmiyordu.

  Ertesi gün öldü.

  Peki sen ne yapacaksın?

  Evet.

  Sanırım bunu binlerce kez duymuşsundur.

  - Daha fazla.

  - Neden beni durdurmadın?

  Bilmiyorum.

  Onunla ilk karşılaşmanı anlatsana.

  Sanırım bunu daha önce binlerce defa duydun.

  Bu ilgilendiğim bölüm.

  Şey, üzerinde kırmızı bir şerit bulunan   beyaz yakalı,    küçük mavi bir elbise giymişti.

  Öyle mi?

  Selam.

  - Rahatsız ediyor muyum?

  - Evet.

  - Hayır.

  - Şaka mı yapıyorsun?

  Otur Drew.

  Yalnız kalabileceğimizi ummuştum Bill.

  Şey, Joe ve ben birbirimizden sır saklamayız.

  Sizin adınıza sevindim.

  Açık sözlülüğüm için kusura bakmayın ama bu sabahki kararına şaşırdım.

  - Neden?

  - Anlaşmayı yapmıştım.

  Sen, benden Parrish İletişim'i 21.

  yüzyıla götürmek için yardım istedin.

  - Bu birleşme bir vasıta.

  Tahminimce  - Belki de birleşme   Bill'in şirketini 21.  yüzyıla götürmek içindir ve belki de değildir.

  Ve belki Groton okulunda felsefe sınavında kopya çekmek   diplomanı almak için elverişli bir çareydi, belki de değildi.

  Olabilir tabi, Drew, bir soru farklı şekilde de tartışılabilir.

  Joe, kes şunu.

  Sen de, Drew.

  - Bunun pratikte gerçekleşmiş bir anlaşma olduğunu düşünüyorum - Şimdi gerçekleşmemiş, değil mi?

  Bontecou'yu unut.

  İptal et.

  Havalı isminden de, cömert teklifinden de sıkıldım.

  Bunu istemiyorum.

  Tamam.

  Bill, bu noktada   neden kendini iş konularıyla meşgul ediyorsun?

  Çünkü kimsenin hayatımın işini satın almasını istemiyorum.

  Amaçlanmayan bir şeye dönüşmesini de.

  Bir adam arkasında bir şey bırakmak ister.

  Yaptığı şekilde kalsın ister.

  Kendi yönettiği gibi yönetilmesini ister.

  Onur, dürüstlük ve bağlılık hissiyle.

  Sakin ol, Bill.

  Kalp krizi geçireceksin   ve tatilimi berbat edeceksin.

  Şimdi dinle.

  Bontecou olayında her şeyiyle seni anlıyorum   ve nereden geldiğini biliyorum ve yüzde 101 seninleyim.

  Teşekkürler Quince.

  Ama sana söylemeliyim ki,    eğer birleşmeler söz konusuysa,    büyük başarılar elde ettim.

  Seninle konuşmak istiyorum.

  Önümüzdeki hafta hakkında.

  - Önümüzdeki hafta mı?

  - Evet.

  Ya da sonraki hafta.

  - İyi değil mi?

  - Hayır.

  Neden?

  Her şey olası.

  - Joe'ya bağlı.

  - Joe.

  Ekipte olmandan ne kadar mutlu olduğumu bilmiyorsun.

  Çünkü yaşlı adamın yükünü biraz azaltabilen birisi varsa  Ben  Onun tarafındayım.

  - Senin adına çok sevindim, Quince.

  - Ah, problem değil.

  Pekâlâ, siz ikinizi yalnız bırakacağım.

  Çünkü ben  Diyeceğim şu ki   ateşte bir şey unuttun.

  Şimdi, bak, biliyorum üzgünsün.

  Ama biliyorsun, üzgün olduğunda gidecek yer yoktur.

  Teşekkürler Quince.

  Bontecou'yu unut.

  Koltuğumun altında diğer başka birleşme olasılıkları da var   ve bunları yaşlı adama aktaracağım.

  - Sen miydin?

  - Evet.

  - Hey, dinle.

  - Mm-hmm.

  Birlikte gireceğiz.

  Sizi aydınlatacağım.

  Zamanlama doğru olmalı,    çünkü yaşlı adam bunun Joe'ya bağlı olduğunu söylüyor.

  - Bunun Joe'ya bağlı olduğunu mu söyledi?

  - Mm-hmm.

  - Bunlar onun kelimeleri mi?

  - Evet.

  - Bu Joe'ya bağlı, ha?

  - Evet.

  - Söylediği bu muydu?

  - Söylediği buydu.

  Bu çok ilginç.

  Evet, evet, evet.

  Ben de öyle düşündüm.

  Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim.

  Oh, ailem, hmm, Allison ve Quince,    Susan ve diğer üyeler.

  Ve uh  Tekrar bir arada olduğumuz için memnunum.

  Biliyorum, hepinizin meşgul hayatları var.

  - Bak şu konuşana.

  - Evet.

  Kendin için konuş.

  Evet.

  Sizin küçük kızlar olduğunuz zamanı hatırlıyorum.

  Küçük kızları severim.

  Şimdi, hepiniz büyüdünüz ve ben   bazı sözler hazırladım ama   onları unuttum.

  Ee  Bekle bir dakika  - Söylemek istediğim çok şey var  - Baba?

  - İstersen oturabilirsin.

  - Evet.

  Söylemek istediğim çok şey… Söyleyeceğim çok şey ama   yapamıyorum ve  Evet, otursam iyi olur.

  İşinize bakın lütfen.

  Oh, bir şey daha.

  Neden hepimiz   yarın gece tekrar yemek yemiyoruz?

  - Yeniden akşam yemeği mi?

  - Evet.

  Bizden sıkılmadın mı henüz, baba?

  Mmm  Mmm  Hayır.

  Gel buraya.

  - Burada olacağız.

  - Emin ol burada olacağız.

  Parlak gözlü ve çalı kuyruklu.

  Joe.

  Oh, hayır.

  Ben biraz fıstık ezmesi istiyorum.

  - Nasıl istersiniz, beyefendi?

  Kızarmış ekmeğin üstünde mi?

  - Kızarmış ekmeğin üstünde.

  - Hayır, sadece ezme.

  - Baş üstüne efendim.

  Neden fıstık ezmesini bu kadar çok seviyorsun?

  Bilmiyorum.

  Hmm.

  Bu tür şeylere bayılırım.

  Yemeden durulamayan yiyecekler.

  Değil mi?

  Evet.

  - Seni rahatlatıyor, değil mi?

  - Evet, öyle.

  - Kusmamda sakınca var mı?

  - Drew.

  Lütfen.

  Bugün tedavi ettiğin kadın için çok kaygılandım.

  - Ben de.

  - Ağrıları azaldı mı?

  Onun için elimizden geleni yapıyoruz ama   durumu çok iyi gözükmüyor.

  - Bunu duyduğuma üzüldüm.

  - Evet.

  Kimden bahsediyorsunuz?

  Ama onunla ilgilendiğin için onun minnettar olduğunu biliyorum.

  Bu bir devlet sırrı mı?

  - Hayır.

  Benim bir hastamdan bahsediyoruz, çünkü   Joe bugün hastaneye uğradı.

  Öyle mi?

  Buna haddini aşmak denir.

  Belki gelecek sefer hastaneye gittiğinde bizi de götürürsün.

  - Belki bana hatırlatırsın.

  - Şey, bunu not edeceğim.

  - Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı?

  - Ben de birlikte gelmek isterim.

  - Susie'nin çalım satışına bakarız.

  - Tam üstüne bastın Quincie.

  Hedef, hastane.

  Joe, sen tur rehberi olabilirsin, tamam mı?

  Susan harika bir doktor.

  Eminim öyle.

  - Bill?

  - Evet.

  Gitmeliyim.

  Harika bir gündü.

  - İşlerimi halletmek için biraz zamana ihtiyacım var.

  - Yarın görüşürüz.

  Joe?

  Evet Bill?

  Um  - Neden hastaneye gittin?

  - Bilmiyorum.

  - Sadece meraktan mı?

  - Sanırım.

  Susan için mi?

  - Ben öyle demezdim.

  - Nasıl derdin?

  - Sen söyle Bill.

  - Hayır, sen bana söyle.

  Basit bir soru soruyorum, düzgün bir cevap bekliyorum.

  Bu hep yaptığım şey.

  Bana onu vermeyen herkesi kovarım.

  Beni de kovacak mısın, Bill?

  Drew.

  Senle yarın gece görüşeceğiz, değil mi?

  Beni unut.

  Bu toplantılardan gına geldi.

  Bunu kastetmiyorsun.

  Babamı hayal kırıklığına uğratmak istemezsin.

  Baban iyi olacak.

  Yanında Joe var.

  Bu senin için de geçerli.

  - Çizgiyi aştın.

  - Pekâlâ, olabilir.

  Ama her yerde bulunan can sıkıcı adamları sevmem.

  Sana bakmasından hoşlanmıyorum.

  Seninle konuşmasından hoşlanmıyorum.

  Ve tam tersi.

  Affedersin.

  Çünkü bana bakmasını ve benimle konuşmasını beğeniyorum.

  Ve tam tersi.

  Tamam mı?

  Tamam değil.

  İyi bir ilişkimiz olduğunu sanıyordum.

  İyi gittiğini sanıyordum.

  Pekâlâ, kaçırdığın fırsatı bilemeyeceksin.

  İyi geceler.

  İyi geceler.

  Ne zamandır orada dikiliyorsun?

  Seninle konuşma tarzından hoşlanmadım.

  Ama şimdi daha iyi hissediyorum.

  Ona karşılık verme tarzın nedeniyle.

  Bana kendinden bahset Joe.

  Yani sen kimsin?

  Burada babamla ne yapıyorsun?

  Bana söylemeyecek misin?

  Evlisin, değil mi?

  Neden ki?

  Çünkü kendileri hakkında hiç bir şey söylemeyen erkekler   daima evlidirler.

  - Sen evli misin?

  - Hayır, değilim.

  Ama sen  Senin bir kız arkadaşın vardır.

  Hayır.

  - Gay misin?

  - Hayır.

  Pekâlâ, söylesene Joe.

  Bir erkek bu kadar çekici, akıllı,    güzel konuşan,    baştan çıkarma işinde utangaç   ve güçlü olup,  bu dünyada nasıl yalnız olabilir?

  Affedersin.

  Ben   özel hayatına karışmak istemezdim  …ve açıkçası, sen bana anlatmak istemiyorsun.

  Şey, biz bunu  Bunu bir sır olarak bırakalım.

  - Bu senin istediğin gibi, değil mi?

  - Evet, teşekkürler.

  Nereye gidiyorsun?

  Yatağa.

  - Yatağa mı?

  - Evet.

  Yorgunum.

  - İyi geceler baba.

  - İyi geceler, iyi uykular.

  - Tamam.

  Yarın görüşürüz.

  - İyi geceler.

  Görüşürüz.

  - İyi geceler, Susie.

  Biraz uyu.

  - İyi geceler.

  - Evet.

  - Yarın görüşürüz.

  - İyi geceler.

  - İyi geceler.

  - Harikaydı.

  - Mmm.

  - Bir arada olmak güzel.

  - Mm-hmm.

  Bir uyarı bayrağı kaldırmamda sakınca var mı?

  Kaldır.

  Joe ile ilgilenmenin ardında ne var?

  Şey  Şimşek çakmasını bana nasıl anlattığını hatırlıyor musun?

  Mm-hmm.

  Bunun doğası orada bir yerde.

  Evet.

  Şey, yanlış yolda olduğunu söylemeyeceğim ama  O zaman ne söyleyeceksin?

  Bunun senin aradığın şimşek olmadığını düşünüyorum.

  Yani, Drew iyi bir adam.

  Daha önce onun tarafında olmadığımı biliyorum.

  Ama takdir etmeliyim ki  Şimdi Drew’ı seviyoruz ve Joe uygun değil, öyle mi?

  - Neler oluyor?

  - Hiç bir şey.

  Bu şekilde "hiç bir şey" dediğin zaman, bu hiç bir şey değildir.

  - O zaman bu ne?

  - Bu şey.

  Tamam.

  İyi geceler.

  - Yarın görüşürüz.

  - Evet.

  İyi geceler.

  Biliyorum, bu şekilde toplanmaktan siz de benim kadar rahatsızsınız.

  Ama John Bontecou ile dün gece konuştum.

  Sadece hala ilgilenmiyor, teklifini daha da güzelleştiriyor.

  Bunun bana acı vermesine rağmen, benim düşünceme göre,    Bill Parrish, Bontecou ile   herhangi bir anlaşmayı başından reddediyor.

  Bu nedenle, bunu söylediğim için üzgünüm.

  Bu yeni teklifi değerlendireceksek,    bunu Parrish İletişim'in yönetim kurulu başkanı olmaksızın   yapmamız gerekiyor.

  İlave bir unsur daha var.

  Bontecou şirketi satın almaya çok istekli.

  Parrish İletişim'i alacağını söyledi.

  Bill Parrishli olsun ya da olmasın.

  Bu krizde, temin ederim ki   bu bir kriz,    bunları söylemek hoş değil.

  Eğer yapmazsam ihmalkâr olacağım.

  Bontecou'nun yeni teklifini Bill'e sunduğumuzda   ve bunu tekrar düşünmemiz için reddettiğinde,    bir kere daha kararlı veya duygusal bir reddetme olursa başka bir seçeneğimiz olmayacak.

  Çok ileri gidiyorsun Drew.

  Buna mecbur değil miyim?

  Quince burada olsaydı görürdük.

  Bütün bunlar nasıl oldu?

  Kriz, Bill Parrish.

  Kriz, onun şirketi.

  Bizim için kriz.

  Bu, Bay Joe Black'in ortaya çıkmasıyla meydana geldi.

  - Bay Joe kim?

  - Joe Black.

  Yönetim Kurulu toplantılarımıza katılıyor.

  Bill'in evinde yatıyor.

  Onun ofisinde oturuyor.

  Onun yanından asla ayrılmıyor ve benim düşünceme göre   Bill'in kulağına ne yapması gerektiğini söylüyor.

  Ve Bill dinliyor.

  Joe Black kim?

  Ve  Bill Parrish ile ilişkisi nedir?

  Ve en önemlisi, başkanımız üzerindeki etkisinin arkasında ne var?

  Daha önce de danışmanlarımız oldu.

  Kimse Bill'e ne yapması gerektiğini söyleyemez.

  - Geldiğin için teşekkürler, Quince.

  - Tabi.

  Selam, Ed.

  Selam millet.

  Herkesin burada olacağını bilmiyordum.

  Hoş sürpriz.

  Yeni dedikodular neler?

  Drew’ın casusluk oyunları.

  Bu gizli bir toplantı Quince.

  Umarım bu şekilde de kalır.

  Otursana Quince.

  Şimdi, burada yapmaya çalıştığımız şey   Bill'in Bontecou'nun teklifini reddetmesi ışığında düşüncelerimizi bir araya getirmek   ve ona uygun bir şekilde   bu şirketin ilerleyebilmesi için nasıl düşündüğümüzü açıklamak.

  Dün gece bize verdiğin bilgiyi yönetim kuruluyla paylaşmayacak mısın?

  Şey, uh, ben  İyi haberler aldığımı söylediğim için mutluyum.

  Drew’a anlattığım gibi,   Bontecou'nun yıldızı parlarken bir fırsat kolluyordum.

  Birleşme için iki, belki üç, yeni ve olası müşteri.

  Mm-hmm.

  Ve Bill buna nasıl tepki gösterdi?

  - İlgilendi.

  - Evet, ama zamanlama konusunda endişelendi, değil mi?

  - Zamanlama mı?

  - Evet, ama zamanlama konusunda endişelendi, değil mi?

  Evet.

  Bunun Joe'ya bağlı olduğunu söyledi.

  Joe'ya bağlı.

  - Um, Annie yaptı bunları.

  - Annie kim?

  Teşekkürler Lillian.

  La Rosette'den mi?

  Amerika'nın en ünlü pasta ustası.

  Hmm, bu portakal gerçek Sevilla portakalından yapılmıştır.

  - Oh.

  - Ve bu, milföy ekmeği üzeri limon.

  Pastadan hoşlanmam.

  Parti için baba.

  Ah!

  Kahrolası parti.

  Kahrolası parti.

  Mm-hmm.

  - Bunu duydun mu?

  - Özür dilerim.

  Kahrolası parti.

  Oh.

  - Haydi, ben  - İşte, bunu al  işte burada.

  Mmm.

  Bu, bu harika.

  Bu  İçinde votka var Bill.

  Biraz votka, değil mi?

  Meyveli votka mı?

  İçinde şu lezzetli şeyler olan?

  Bill, tadına bak bunun.

  Bu dünyaya ait değil bu.

  Affedersin tatlım.

  Biliyorsun, bu konuda iyi değilim.

  Neden dilediğin pastayı seçmiyorsun?

  - Hmm?

  - Bunu söyleyeceğini biliyordum.

  - Ne?

  - Umursamıyorsun diyorum.

  Oh, neden bunu yapıyorum?

  Gidip yine aklımı kontrol ettirmeliyim.

  Oh, Tanrım.

  İki gündür babam için   yüzyılın partisini hazırlamaya çalışıyorum.

  - Ve senin umurunda bile değil.

  - Umursuyor.

  - Hiç de umurunda değil!

  - Umurunda.

  - Allison.

  - Umurunda.

  Öyle değil mi Bill?

  Haydi.

  Haydi.

  - Haydi.

  Gülümse.

  - Özür dilerim.

  Annie'ye ne söylemeliyiz?

  İşte bu.

  Mmm.

  Umursuyor!

  Harikulade!

  Teşekkürler.

  Bay Black, bir parça ister misiniz?

  Evet, bir tane isterim.

  Babamın nadir kitaplarına bakmak için   hiç fırsatın oldu mu?

  Jefferson'un parlamento notları var ve   Kasvetli Ev'in ilk baskısı.

  Kokunu seviyorum.

  Şey, ben de senin koklama tarzını seviyorum.

  Annem daima derdi ki, kalbini bu saate göre ayarlayabilirsin.

  Denedin mi?

  Asla denemedim.

  Şu ana dek.

  - Joe?

  - Hmm Seni öpebilir miyim?

  Neden?

  Evet, öpebilirsin.

  Mmm.

  Teşekkürler.

  Bir şey değil.

  - Joe?

  - Mmm.

  Kim olduğunu bilmiyorum.

  - Ben Joe'yum.

  - Mm-hmm.

  Ve uh, sen Susan'sın.

  Mmm.

  ve  Dizlerimin   titrediğini hissediyorum.

  - Ve kalbin tuhaf bir şekilde atıyor mu?

  - Evet.

  - Mm-hmm.

  - Daha hızlı.

  Dudaklarının tadı ve dilinin değmesi  Bu harikaydı.

  Mmm.

  Ben, um  Gitmeliyim.

  Mmm.

  Kalmalı mıyım?

  Evet.

  - İyi geceler baba.

  - İyi geceler.

  Merhaba Bill.

  Merhaba.

  Bizimle içkiye katılmak ister misin?

  Hayır.

  Şimdi olmaz.

  Tamam.

  O zaman iyi geceler diyorum.

  İyi geceler Bill.

  - Günaydın Quince.

  - Günaydın Bill.

  - Selam Quince.

  - Hey!

  - Selam Jennifer.

  - Günaydın Bay Parrish.

  - Yönetim kurulu bekliyor.

  - Ne?

  - Yönetim kurulu mu?

  - Yönetim kurulunun toplanmasını istemediniz mi?

  Hayır.

  - Günaydın.

  - Günaydın Bill.

  Bir fincan kahve ya da başka bir şey ister misin, Bill?

  Sanmıyorum.

  Ya sen?

  Sadede gelirsek, John Bontecou'dan yeni bir bilgi aldık,    bu şirketin onunki ile birleşme arzularına ilişkin.

  Ve biz detayları sizden önce belirlemek istedik.

  - Bu mu?

  - Bontecou çabuk bir cevap istiyor ve  Cevabım HAYIR.

  Sizin için yeteri kadar çabuk mu?

  - Detayları duymak istemiyor musunuz?

  - İlgilenmiyorum.

  Büyük resimle de ilgilenmiyorum.

  İlgilendiğim şey,    yönetim kurulumun benden habersiz nasıl toplanma kararı aldığı ve   iş yapmak için beni kızdıran bir adamdan gelen eğlenceli başka bir teklif.

  Bir karar verdim.

  Konu kapanmıştır.

  Cevabınızı, Bontecou'nun teklifinin detaylarını   duymak istemediğiniz olarak mı anladım?

  Evet, doğru anladınız.

  Ve şimdi, size bir soru sorabilir miyim?

  - Elbette Bill.

  - Bu kurulu siz mi yönetiyorsunuz, ben mi?

  Bu mu?

  Önümüzde yoğun bir gün var.

  Bu toplantı çok vaktimi aldı.

  - Oturuma son verelim mi?

  - Daha önce, Bill, biz buradayken   yönetim kurulunun cevabını öğrenmek istediği ikinci bir soru var.

  Daha basitçe bir soru.

  Sol tarafında duran adam kimdir?

  Sizlere Bay Black'i tanıtmıştım.

  Ama kim o?

  Kimliğini açıklayabilir misin?

  Seninle ilişkisi nedir?

  Yönetim Kurulu çok merak ediyor.

  Bay Black'in yalnızca sizin kararlarınızı etkilediğini düşünmüyoruz, aynı zamanda   bu şirket adına   kararları sizin için almasına izin verdiğinizi düşünüyoruz.

  Sorumluluk eksikliği, Bill.

  Doğru bir davranış değil.

  Bizler senin yönetim kurulunuz.

  Bu şirketi nasıl yönettiğini bilme hakkımız var.

  ve en önemlisi, bunu yapması için birisine yetki verip vermediğini.

  Bitti mi?

  Bir kez daha.

  Joe Black kim?

  Şirket tüzüğünün 19.  maddesine başvurmak için   yönetim kuruluna bir teklif getirildi.

  İngilizce lütfen.

  Yönetim Kurulu başkanımızın 65.  yaş gününde zorunlu emekliliği   ve başkanımızın fahri başkan olarak kabul edilmesi.

  Tüm toplantılarımıza davetli olacaksınız   ve şirketin uluslararası sözcüsü olarak hizmet edeceksiniz.

  Artı, tabi ki, bir tazminat.

  Yere asla ayağınızı değdirmeyecek ağırlıkta bir altın paraşüt.

  Lütfen oyunuzu evet ya da hayır olarak belirtiniz.

  - Evet.

  - Evet.

  - Evet.

  Evet.

  - Hayır.

  - Hayır.

  Teklif kabul edildi.

  Elbette, eski başkanımıza saygımızdan duyuruyu erteleyeceğiz.

  Bu hafta sonu yapılacak doğum günü kutlaması sonrasına kadar.

  Şey, yüzümün akıyla çıkmama izin verdiğin için teşekkürler Drew.

  Bontecou lnternational ile bu şirketin birleşmesi için   John Bontecou'nun teklifinin kabulü ise diğer tekliftir.

  Tamam.

  Joe.

  Benim kim olduğum   ve William Parrish ile ilişkimin ne olduğu   uygun bir zamanda açıklanacaktır.

  Tamam.

  Teşekkürler Bay Black.

  Bu iş daha bitmedi.

  Lütfen, Eddie, "son söz" muhabbetini kes.

  Bu ekipte hala tereddüt olduğunu hissediyorum.

  Tersine çevirebiliriz.

  - Kır evine gelecek misin?

  - Evet.

  Zorunlu emeklilik, doğum günümün büyük kutlaması.

  Sen şeref misafirisin Eddie.

  Biraz burada kalacağım.

  Hala bir şansımız var.

  John'un ofisini ara, 20 dakika sonra orada olacağımı söyle.

  Ne yaptın?

  - İhtiyarı kovdun.

  - Biz yaptık.

  Teşekkürler.

  Açıkçası sallanıyordu ama sen öldürücü darbeyi vurdun.

  Buna bir son vereceğim.

  Quince, kırılmış yumurtaları birleştiremezsin.

  Ben bunu yapmayı kastetmedim.

  Tren raydan çıktı, ahbap ve sen de içindesin.

  Şimdi, işin aslını duymak ister misin?

  Dinle şunu.

  John Bontecou, Parrish İletişim'i alınca   parçalara ayıracak, en yüksek fiyata parça parça satacak.

  Başından beri oyunun planı buydu.

  Bunu onun için organize ettim ve o geriye kalanlar için dertleniyor.

  Sana bir şube ayarladı mı?

  Haddini aşıyorsun.

  Hisselerini satacaksın, para içinde yüzeceksin.

  Dalkavukluk yapmayacaksın.

  Gerçek bir adam gibi olmak nasıl bir duygu?

  Seni teşhir edeceğim.

  Tamam.

  Hiç durma.

  William Parrish'e, ona gizli bir toplantıda nasıl ihanet ettiğini anlat.

  Allison'a, babasının şirketini kaybetmesine nasıl yardımcı olduğunu anlat.

  Hayat bu, Quincie.

  Uyan ve akasyaları kokla.

  Buradasın.

  Buradayım.

  Ben  Sadece uğradım.

  Biraz yemek aranmalıyım dedim.

  Buralardaydım.

  Memnun oldum.

  Aradığımda dediler ki, sen ve babam ofisten yeni ayrılmışsınız.

  Mm-hmm.

  Şekerleme yapıyor.

  Oh.

  Evet.

  Şey, yorgun olmalı.

  Biliyorsun, şu Bontecou olayı   um, görünüyor ki  Evet, yorgun.

  Eminim öyledir.

  Evet.

  Acıkmış olmalısın.

  Hayır.

  Artık değil.

  Öyle mi?

  Seninle sevişmek hoşuma gitti.

  Bu, sanki ilk defa sevişen birisi ile   sevişmek gibi bir şeydi.

  Teşekkürler.

  Benimle sevişmekten hoşlandın mı?

  Evet.

  Fıstık ezmesinden daha mı fazla?

  Evet.

  Daha fazla.

  - Nereye gidiyorsun?

  - Hiç bir yere.

  Buradayım.

  Ne kadar daha?

  Umarım uzun, upuzun bir süre.

  Ben de.

  Şimdi ne yapacağız?

  Um  Oluruna bırakalım.

  Selam Bill.

  Güzel uyudun mu?

  - Uyuyamadım.

  - Bunu duyduğuma üzüldüm.

  Kendime gelirim.

  Neler oluyor?

  Hmm?

  Seni Susan'ı öperken gördüm.

  Evet, beni gördüğünü gördüm.

  Yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış kadınla berabersin.

  - Buna ben karar veririm.

  - Ben onun babasıyım.

  Yeteri kadar saygımla Bill, senin iznini sormuyorum.

  Seni lanet olası, sormalısın!

  Hayatıma girdin.

  Bir adamın alabileceği en kötü haberi verdin.

  Ailemle, işimle ilgili her şeye karıştın.

  - Şimdi kızımla mı oynaşıyorsun?

  - "Oynaşmak"?

  Evet!

  Söylediğim her şeyi tekrarlamayı ve bir soruya dönüştürmeyi bırak.

  Oynaşmak, zamparalık yapmak ve Tanrı bilir ne.

  Oh, farkına vardın.

  Neden beni seçtiğini hala anlamıyorum.

  Yaşama zevkin, mükemmelliğin ve   yönetme gücün nedeniyle seni seçtim.

  Birinci sınıf bir hayat yaşadın ve bunu mevki olarak kullanışlı buldum.

  Ne istiyorsun?

  Ha?

  Herkes bir şey ister Joe.

  Beni dertten derde sokuyorsun.

  Ve uh  Kim olduğunu bildiğimi sanıyordum ve bu eğlenceli değildi.

  Bu biraz olsun dayanılır bir şeydi.

  Ama şimdi sende çok, çok tuhaf   bir şey hissediyorum.

  İstediğin nedir?

  Yalnızca Parrish atasözünü yaşıyorum   "bir parça heyecan" arayarak.

  "Onsuz hayatın bir anlamının olmadığı bir heyecan kırıntısı" Ne demek istediğimi anlıyor musun Bill?

  Evrenin yasalarını ihlal ediyorsun.

  - Bu evren mi?

  - Var olan ya da var olmuş her evren.

  Profesyonel olabilirsin Joe ama kim olduğunu biliyorum   ve sen tamamıyla kafayı yemişsin.

  Sesinin tonundan hoşlanmadım ve göndermelerinden hoşlanmadım.

  ve umurumda değilsin.

  Belki sana hatırlatma zamanı.

  Bu pek istenilen basit bir tartışma değil.

  Bu benim.

  Dikkatli ol Bill.

  Kes şu "Bill" saçmalığını, seni orospu çocuğu.

  Tekrar söylüyorum.

  Dikkatli ol, Bill.

  Yardımcı olabilir miyim?

  Özür dilerim, yardımcı olabilir miyim?

  Evet.

  Dr.  Parrish, lütfen.

  Kendisi buraya saat 6'da gelir.

  Oh.

  Selam.

  - Joe nerede?

  - Joe mu?

  Joe burada değil.

  - Nerede olduğunu biliyor musun?

  - Bilmiyorum.

  Oh.

  Neden Joe'yu arıyorsun?

  Aşk.

  Tutku.

  İhtiras.

  Aramam gerektiğini söylediğin şeyler.

  - Onları buldum.

  - Bu çılgınca.

  Neden?

  Bir adam ortaya çıkıyor.

  Senin yanından neredeyse hiç ayrılmıyor.

  Şey, ona açıkça güveniyorsun.

  Peki neden bu şeyler benim için yeterli olmasın?

  - Joe hakkında hiç bir şey bilmiyorsun.

  - Neden korkuyorsun?

  Joe'ya sırılsıklam âşık olmamdan mı?

  Âşık oldum.

  Senin anneme âşık olduğun gibi.

  Benim için hep istediğin şey bu değil miydi?

  Susan  Sanıyorum Joe uzun bir süre bizimle birlikte olmayacak.

  Nereye gidiyor?

  Bilmiyorum.

  - Söyleyemem.

  - Oh, haydi.

  Adam seninle çalışıyor.

  Seninle çalışanlar hakkında her şeyi bilirsin.

  Bu durumda bilemem.

  Ben  Sana Joe ile ilgili şunu söyleyebilirim.

  Joe ile birlikteliğin çok tehlikeli.

  Onu seviyorum.

  Onu sevmeni umursamıyorum!

  Sana söylüyorum!

  Joe senin için iyi değil.

  Tabi değil baba.

  Özür dilerim.

  Ben de seni seviyorum.

  Bay Kötü Haber.

  Sonunda geldin.

  Öfkelenme kardeşim.

  Öfkeli değilim bayım.

  Benim için mi geldin?

  Bu iyi haber.

  Hayır, doktoru görmeye geldim.

  - Doktor mu?

  - Mm-hmm.

  - Sorun nedir?

  - Hiç bir şey.

  Oh.

  Doktor hanımı görmeye mi geldin?

  - Evet.

  - Benim doktor hanımı mı?

  Benim de, bilirsin.

  Ona âşık mısın?

  O da seni seviyor mu?

  İyi yanını biliyor mu?

  - Nasıl hissettiğini biliyor.

  - Kıçıma anlat!

  Ne boktan iş bu.

  Onayına ihtiyacım yok.

  Aklın bir karış havada.

  Senin için kötü.

  Onun için kötü.

  Benim için kötü.

  Burada beynimde   beni zehirleyen   kocaman bir ur var.

  Sana çiçek getiriyorum ve tüm karşılaştığım kızgınlık.

  Görmek istediğim yegâne çiçekler   huzur bulacağım toprak mezarımın üzerindekilerdir.

  Kimseye yaranamıyorsun.

  Seni almaya geldim, sen kalmak istiyorsun.

  Seni burada bırakıyorum, sen gitmek istiyorsun.

  Doğru yerde değilsin bayım.

  Ben de.

  Yeter artık.

  Beni al ve sen de benimle gel.

  Ama ben burada yalnız değilim.

  Birisi beni burada istiyor.

  Hmm.

  Buna sevindim.

  Adaya gelip tatil yapmak gibi.

  Güneş seni kıpkırmızı yakmamış, sadece bronzlaştırmış.

  Uyuyorsun ve  Ve hiç bir sivrisinek seni yemiyor.

  Ama gerçek şu ki, olacağı kesin,    eğer yeteri kadar kalırsan.

  Güzel fotoğraflar çek ve giderken evine götür.

  Ama şaşırma sakın.

  Burada en yalnız olan bizleriz.

  Eğer şanslıysak, belki  Yanımızda hoş resimler götürürüz.

  Senin güzel fotoğrafların var mı?

  Evet.

  Güle güle kardeşim.

  Evet?

  Sürekli düşünüyorum da   uğruna yaptığım bu yolculuk amacına ulaştı.

  Ne söylüyorsun?

  Gitme zamanı mı?

  Hazırım.

  Hazır mısın?

  Evet.

  Güzel.

  Yarın.

  Partiden sonra.

  - Evet, Helen.

  - Telefon geldi efendim.

  - New York'tan Bay Sloane.

  - Teşekkürler.

  Özür dilerim.

  Teşekkürler.

  Hey!

  Hey.

  Kırmızı mı, beyaz mı?

  - Hayır.

  Hayır, teşekkürler.

  - Bir şeyler iç.

  - Görünüşe bakılırsa, buna benim kadar senin de ihtiyacın var.

  - Benim mi?

  - Quince mi?

  - Mm-hmm.

  Biraz kafam karışık.

  - Karışık ha?

  - Evet.

  - Neden?

  - Aşk.

  Aşk.

  Oh, adamım.

  Benim kendi problemlerim var.

  - Allison'u seviyorsun, değil mi?

  - Evet, seviyorum.

  Nasıl tanıştınız?

  Şey, um  Ben çok başarılı bir kaybedendim, o da mutlu zengin küçük kız idi.

  Ve bir sebepten dolayı beni kabul etti.

  Ama Allison seni seviyor.

  Nereden biliyorsun?

  Çünkü hakkımda en kötü şeyi biliyor ve bu doğru.

  - Nedir?

  - Hayır, bu bir şey değil.

  Bu sadece bir kavram, Joe.

  Bu sadece, um, um  Bu bir başkasının sırrını bilmek gibi bir şey,    en derin, en karanlık sırlarını.

  - En derin, en karanlık sırlarını mı?

  - Evet.

  Ve sonra sen  Sen özgürsündür.

  Özgür mü?

  Özgürsün!

  Özgürsün  Tümüyle birbirini seversen  Korku kalmaz.

  Birbiriniz hakkında bilmediğiniz şey kalmaz ve bu durumu idare eder.

  Hmm.

  - Benden hoşlanıyor musun Joe?

  - Oh, evet, Quince.

  Sevdiklerimden birisin.

  Bill Parrish'i yıkan kişinin ben olduğumu bilseydin ne derdin peki?

  Oh, ben Drew'e ve yönetim kuruluna Bill'in sana bağımlı olduğunu söyledim.

  Drew ve Bontecou şirketi parçalayacaklar, parçalayıp satacaklar.

  Bontecou dış güç, Drew de iç güç idi.

  Ve ben bunların olmasını sağlayan aptaldım.

  Ohh  Tanrım.

  Ne yapacağım?

  Bill Parrish'e git ve ona gerçeği anlat.

  Seni bağışlayacaktır.

  - Öyle mi düşünüyorsun?

  - Evet.

  Sence parti sonrasına kadar beklemeli miyim?

  Hayır.

  Hayır.

  Dört tanesi aşağı ve mersin balığı yukarı.

  Bu mükemmel.

  Kesinlikle.

  Tamam, sanırım, dört tane de böyle istiyorum  - Selam, baba.

  - Selam.

  Ne düşünüyorsun?

  Şey, hoşuma gitmeye başladı.

  Oh, bir balalaykalı bariton buldum.

  Rus Çay Evi'nden geliyor.

  Ona bir Kazak kıyafeti giydirdim, Nelson Eddy şarkıları söyleyecek.

  Vaay!

  Gerçekten inanılmazsın.

  Ama neden, Allison, bütün bunları neden yapıyorsun?

  Bunu yapıyorum çünkü seni seviyorum.

  Herkes seni seviyor: Annem, her neredeyse, Susan, Quince,    seninle çalışan herkes, seninle tanışan herkes.

  Oh, baba.

  Her şey bir yana, sen harika bir babasın.

  Evet, şey   sana babalık yapamadım ama  - Ama Susan'a yaptın.

  - Bunu söylemeyecektim.

  Ama düşündüğün buydu.

  Bu doğru.

  Beni sevdiğini biliyorum.

  Onu sevdiğin gibi değil tabi.

  O odaya girdiği zaman gözlerin parlıyor.

  Daima senden bir gülücük alıyor, tam gözümün önünde.

  Ben geldiğimde,    bu bakış yüzüne yerleşiyor.

  Sanki "şimdi yine ne istiyor bu?

 " gibi.

  Ama bizden hiç bir şeyi eksik etmedin.

  Oh, Tanrım.

  Daha fazlası, baba, daha fazlası.

  Âşık oldum ve önemli olan bu.

  Pekâlâ, en sevilenleri dert etme.

  Senin de bir tane olması hakkın.

  Önemli olan sen hep benimdin.

  Oh, Allison.

  Oh.

  Öyle hissediyorum ki   doğum günüm için isteyebileceğim her şeye sahibim.

  Oh, bekle bir dakika!

  Dahası.

  Daha fazlası, sevgin gibi.

  Biliyorsun, bu harika bir parti olacak.

  Evet öyle.

  Teşekkürler.

  Teşekkürler.

  - Mutlu yıllar!

  - Teşekkürler.

  - Teşekkürler.

  - Hoş geldiniz.

  - İyi akşamlar.

  - Teşekkürler.

  - Selam.

  - Hoş geldiniz.

  - Selam Susan.

  - Selam Simone.

  Nasılsın?

  - Selam tatlım.

  - Oh, selam Gene.

  Merhaba.

  Babam senin gidebileceğini söyledi.

  Baban ve ben  Birlikteliğimizin sonu geldi.

  Bir adamı seviyorum   ama kim olduğunu bilmiyorum.

  Nereye ve ne zaman gideceğini de.

  Ne zaman olacağını söyleyebilirim.

  Bu gece.

  Öyleyse daha da kötü olacak.

  Benden daha kötü olamaz.

  Bir kadına aşığım   ve gitmek istemiyorum.

  Gitmek istemiyorum.

  Ohh.

  O zaman gitme.

  Birbirimiz hakkında çok az şey biliyoruz.

  Sana anlatabileceğim daha çok şey var.

  Anlatacaksın.

  Anlatacaksın.

  - Öyle mi?

  - Mm-hmm.

  Seninle olmak istiyorum Joe.

  Koca ağzımı çoğu kez tutamadım.

  Söylediğim her şey çarpıtıldı.

  Tamam Quince.

  Anlıyorum Sen hep iyiydin ve ben bunu takdir ediyorum.

  Bazen olaylar tersine döner.

  Öyle mi?

  - Özür dilerim.

  - Hayır, hayır  Oh Joe, içeri gel.

  Sana teşekkür etmek istiyorum.

  Tamam mı, Bill?

  - Elbette.

  - Joe tüm hikâyeyi biliyor.

  Ona anlattım.

  Her şeyi olduğu gibi anlatma fikri onundu.

  Her şeyi olduğu gibi anlatmak istedim ama  Bana cesaret verdi.

  Dediğimi anlıyor musun?

  Evet, anlıyorum.

  Neyse, uh 

Sizin yapmanız gereken işler olduğunun farkındayım.

  Hayır.

  Ancak, Drew ile yapılacak bir işim var.

  Onu helikoptere bindir ve buraya getir.

  Bu adama yüz yüze nasıl hissettiğimi anlatacağım.

  Bu zor bir iş olabilir.

  Drew'ın yüz yüze görüşmek isteyeceğinden şüpheliyim.

  - Postayı teslim edeceğim.

  - Tamam.

  - Nasılsın?

  - Ne zamandır önemsiyorsun?

  Sadece soruyorum Bill.

  Bilmek istiyor musun?

  Sana söyleyeceğim.

  Ölümün gölgesindeki vadiye doğru yürümeyen bir adama bakıyorsun.

  Dörtnala gidiyor oraya.

  Aynı zamanda, kendi elleriyle   ve kafasıyla yarattığı işe, bir çift ucuz korsan tarafından el konuluyor.

  Oh, evet!

  Neredeyse unuttum.

  Kızım Ölüm'e âşık oldu.

  Ve ben senin kızına âşık oldum.

  Tekrar söyler misin?

  Ben senin kızına âşık oldum ve bu gece onu yanımda götürüyorum.

  - Sen ne diyorsun?

  - Sanırım beni duydun Bill.

  Susan'ı hiç bir yere götürmüyorsun.

  Bu ne demek oluyor?

  Anlaşmamız var.

  Affedersin.

  Susan benim kızım.

  Önünde çok harika bir yaşam var.

  Onu bundan mahrum edeceksin ve bana üzgün olduğunu mu söylüyorsun?

  Kusura bakma.

  Özrün kabul edilmedi.

  Umursamıyorum Bill.

  Onu seviyorum.

  Senin için ne kadar muhteşem,    istediğin her şeyi götürmek.

  Çünkü bu seni mutlu ediyor.

  Bu aşk değil.

  O zaman ne?

  Amaçsız bir çılgınlık, anlık, müptelai bir his.

  Önemli noktaları gözden kaçırıyorsun.

  Ne gibi?

  Dürüst olmak, sorumluluk,    seçimlerinin ve düşüncelerinin ağırlığını taşımak   ve hayatının kalanını onlar için yaşayarak geçirmek   ve bunların dışında sevdiğin şeye zarar vermemek.

  Bu William Parrish'e göre bir aşk mı?

  Sonsuzla çarp ve ebediyetin derinliğine götür.

  Bahsettiğim şeyi zor da olsa görebilirsin.

  - Bunlar benim sözlerim.

  - Şimdi de benim.

  Bill, Susan benimle gelmek istiyor.

  O beni seviyor.

  - Seni seviyor mu?

  - Mm-hmm.

  Sen kimsin?

  Ona kim olduğunu söyledin mi?

  - Hayır.

  - Nereye gittiğini biliyor mu?

  Ha?

  Anlamıyor musun?

  Susan, senin vücudunu aldığın   zavallı piç kurusundan hoşlandı.

  Sen aşkın ne olduğunu bilmiyorsun.

  O senin kim olduğunu bilmiyor.

  Bir anlaşma yaptın, şimdi bozuyorsun.

  Uzun sözün kısası Joe,    onun ruhunu dolandırıyorsun ve bunu bilinçli yapıyorsun.

  - Söylediğinden hoşlanmadım.

  - Hoşlanıp hoşlanmadığını artık umursamıyorum.

  - Benim kızımı çalıyorsun ve buna izin vermeyeceğim.

  - İzin vermeyecek misin?

  - Hayır.

  - Beni tehdit mi ediyorsun?

  Evet, kesinlikle öyle.

  Evet.

  Doğduğundan beri Susan'ı sevdim.

  Onu şimdi de seviyorum.

  Onu keşfedecek bir adam hayal ettim ve onun keşfedeceği bir adam.

  Onu sevecek, ona yakışacak, bu dünyadan birisi.

  İncelik, şefkat ve metanet sahibi.

  O hayat çizgisini belirlerken,    onun yanında olacak birisi.

  Yeter!

  Ne istediğimi biliyorum ve istediğim Susan.

  Onu alacağım ve o da beni alacak.

  Bu böyle olacak.

  Yapabileceğin bir şey yok.

  Neden bana bütün bunları anlattın Joe?

  Sen büyük patronsun, her şeyin en büyük patronu.

  İzin almak zorunda değilsin ama bunu yapıyorsun.

  Neden biliyor musun?

  Çünkü bir şekilde iyi bir adama dönüştün ve bunun tümüyle yanlış olduğunu biliyorsun.

  Ne yapacağını bilmiyorum ama   bu nasıl aşk olabilir?

  O senin kim olduğunu bilmiyor.

  Neden ona söylemiyorsun?

  Denesene bak ne oluyor.

  Kendinle ilgili bilinmesi gerekenleri açıkla ve eteğindekileri dök.

  Tamam mı?

  Bu benim en iyi hamlemdi.

  Umuyorum bu konuyu ertelemeyi düşünürsün.

  Oh, um  Özür dilerim.

  Beni affedecek misin?

  - Elbette.

  - Tamam.

  Seni görmek güzel.

  Seni görmek güzel.

  Kalabalığın ortasında   öyle seksi duruyorsun ki,    seninle hemen burada sevişebilirim.

  Bana geleceğimi anlatmaya çalışıyorsan yanlış yöne bakıyorsun.

  Sana söylemek istediğim bir şey var.

  Ama söyleyemiyor musun?

  Sen tereddüt ettiğinde, ben ürperiyorum.

  Kafedeki o sabahı hatırlıyor musun?

  "Bir kadını kollamanın nesi yanlış   O seni kollar" dediğinde.

  - Öyle mi dedim?

  - Mm-hmm.

  Ve bugünlerde böyle bir kadın bulmakta zorlanacağını söyledim.

  Şey, bir tane buldun Joe.

  Kafede.

  Yer orasıydı ve o adam da sendin.

  Ve sen dedin ki,    doktorun olmamı istemediğini söyledin, çünkü   benim seni muayene etmemi istemedin.

  Her şeye rağmen seni muayene etmek zorundayım.

  Seninle gelebilirim.

  Beklememi mi istiyorsun?

  Geri gelecek misin?

  Seni öpebilir miyim?

  Sanki hoşça kal öpücüğü gibiydi.

  Neler oluyor Joe?

  Sanki havalanıyoruz gibi geldi.

  Ama hala buradayım.

  Ama sen değilsin.

  Sen başka bir yerdesin.

  Sen başka birisisin.

  Kim olduğumu sormak istemiyor musun?

  - Evet ama  - Ama?

  Joe, ben korkuyorum.

  Öğrenmekten mi korkuyorsun?

  Korkma.

  Ne olduğum önemli değil.

  Kim olduğumu biliyorsun.

  Sen  Sen  Sen Joe'sun.

  Evet, ben Joe'yum.

  Oh.

  Ve sana söz veriyorum   kafede bulduğun şeye sahip olacaksın.

  Beni sevdiğini söyle.

  Beni sevdiğini şimdi söyle.

  Şimdi seni seviyorum.

  Seni daima seveceğim.

  Susan.

  Evet?

  Beni sevdiğin için teşekkürler.

  Yavaş yavaş hazırlanmalıyız Bill.

  Mm-hmm.

  Sadece ikimiz olacağız.

  Teşekkürler.

  Bill?

  İçeri gel.

  Onu ayarladım.

  Helikopter iki dakika içinde burada olacak.

  Zamanında olur muyuz?

  Tamam.

  Onu içeri getir.

  Acaba?

  - Evet, efendim?

  - Biliyorum, meşgulsün   ama benim için Eddie Sloan'ı aramanı istiyorum.

  - Evden mi efendim?

  - Hayır, ofisinde şu an.

  Tam Bill'e göre acayip büyük.

  - Oh.

  İyi misin?

  - Evet.

  Ve zeki, biliyorsun değil mi?

  Şey, başka şansı yoktu.

  Senin zorlu bir rakip olduğunu biliyor.

  - Bunu mu söyledi?

  - Evet, yani, onu köşeye sıkıştırdın.

  Evet, hem de nasıl.

  - Hepimiz buradayız, Bill.

  - Bunu takdir ediyorum, Eddie.

  Yönetim Kurulu Üyeleri, bu çok az zamanınızı alacak.

  Şirketin sorumluları olarak, sizin için değerli olan ya da   olmayan bilgileri alabilirsiniz.

  - Her halükarda teşekkürler.

  - Hepimiz seni dinliyoruz.

  Teşekkürler.

  İyi akşamlar Bill.

  Teşekkürler Quince.

  Bu durumdan ne kadar minnettar olduğumu söylemek istedim, büyük jestti.

  Kapa çeneni ve otur.

  İşe yaramaz bir bok çuvalısın Drew.

  John Bontecou ile birlikte üçkâğıt yaptınız.

  öyle ki, benim şirketimi kendi avuçlarına almak için parçalayabilirsin.

  Bu düşünceye nasıl vardığını bilmiyorum.

  Yönetim kurulu  Yönetim Kurulu, içeri sızmış bir casus olduğunu bilmiyordu.

  Hepimizi gömebilirsin.

  Bu Bay Black'in fantezisi mi?

  Onun kuyruklu yalanlarından bir diğeri mi?

  Bu hergelenin etrafta dolaşmasına sinir olmadın mı?

  Kimse onun kim olduğunu bilmiyor.

  Ama herkesin bildiği bir şey var,    bir şekilde kulağını ele geçirdi ve o zamandan beri içine zehir akıtıyor.

  Zehir sensin Drew.

  Zümresini, zarafetini, itibarını seninle paylaşmış bir adamı   ayartmak için perde arkasından numaralar çevirdin.

  Aldatılmanın her aşamasına ve her türüne şahit olmak için fırsatım vardı.

  Ama Bill Parrish, entrikaları sonlara doğru fark etmeye başladı.

  Öyle ki Makyavelcilik,    deneyimlerim arasında nadiren karşı karşıya geldiğim bir durumdur.

  Yine de, metanetle ve başkalarını da düşünerek kimliğimi açığa çıkarmadan mücadele etti.

  Verdiği gizlilik sözünü tutmasaydı,    görevi de çok kolay olurdu.

  Yenilgiyi zafere dönüştürebilirdi.

  Ama o bunu yaptırmak için çok onurlu adam.

  Benim yüzümden işini, şirketini, itibarını kaybetti.

  Şimdi, verilen bu kayıplarla,    gizliliğe bir son vermeye mecburum.

  Size kim olduğumu söyleme zamanı geldi.

  Pekâlâ, söyle bakalım.

  Altıma yapıyorum.

  - Daha fazla yapacaksın.

  - Joe, bunu yapma.

  Tamam, Bill.

  Bu adamı ait olduğu yere göndermenin zamanı.

  Bu gerekli değil, Joe.

  Drew gidiyor zaten… - Bir yere gitmiyorum.

  - Centilmenliğini takdir ediyorum.

  Artık bu hançer yerini bulmalı.

  - Hançer mi?

  - Çeneni kapamanı söyledim!

  Hazırlan Drew.

  - Ben  - Joe lütfen.

  Bunu memnuniyetle yapacağım.

  - Ben  - Yapma.

  Federal Gelirler Dairesi ajanıyım.

  - Bill?

  - Ha?

  Bill?

  - Bill?

  - Evet.

  Evet, O, um  Federal Gelirler Dairesi ajanı.

  Mmm, evet, önceki anlaşmalarında   Bontecou'nun birleşmelerinde ve kazançlarında   şüpheli ve muğlâk yönler bulduk, yükümlü olduğu vergilerini ödemekten kaçmak gibi.

  Kurum, Bontecou soruşturmasında Bill'den işbirliği talep etti.

  Peşinden gitmek istedik ve bu anlaşma bize mükemmel bir fırsat verdi.

  - Ve işbirliği önerdim.

  - Hepimiz minnettarız.

  Ajan Joe Black  Elbette, bu onun gerçek ismi değil.

  Bağlantınızın izini sürdü Drew.

  İki taraflı çalıştığına dair kanıtlar buldu.

  Ne yazık ki bu, çıkar çatışması olarak bilinen bir durum.

  Gelirlerin gizlenmesi.

  - Bir suç.

  - Cezai bir suç.

  - Ve büyük ihtimalle bir mahkûmiyet.

  - Büyük olasılıkla.

  Sanırım avukatımla konuşmalıyım.

  Avukata gerek yok, Drew.

  Sana bir anlaşma önereceğiz.

  Ortaklığının her detayını yönetim kuruluna itiraf et, sonra istifanı sun.

  Ne elde edeceğim?

  Hapishaneye girmekten kurtulacaksın.

  Palavra atıyorsunuz.

  Bana anlaşma öneriyorsunuz, çünkü kanıtınız yok.

  - Kanıt mı?

  Çok kanıtımız var.

  - O, bu konuda çok ciddi.

  Drew, hata yapma.

  Bu durumda   kararlılığımı test edersen, algılama sınırlarının ötesinde   bir sonuca ulaşırsın.

  Kapısı olmayan bir yerde   yalnızca ayları, yılları değil, milyon yılları da sayıyor olursun.

  Pekâlâ, siz kazandınız.

  Şehre gider gitmez kurulla görüşeceğim, yönetim kurulu ile görüşeceğim.

  Şu an yönetim kurulu ile görüşüyorsun, Drew.

  İstifan kabul edildi.

  Ayrıca, William Parrish'in yeniden Parrish İletişim'in  yönetim kurulu başkanı olması ve aynı zamanda Bontecou International ile   birleşilmesinin de reddedilmesi için bir öneri sunuyorum.

  - Yönetim kurulu ne diyor?

  - Evet.

  - Evet.

  - Evet.

  - Evet.

  - Öneri kabul edilmiştir.

  Teşekkürler.

  Bu harika.

  Beklediğimden daha fazlası.

  Sadece kaydı doğru yapmak istemiştim.

  Yaptın.

  Bu adamlar seni geri istiyor sanırım Bill.

  Özürlerini sonra kabul ederiz.

  Bu arada, partinin tadını çıkar.

  Kutla bunu.

  Ben can sıkıcı detaylarla ilgileneceğim.

  Ve Bay Black, size teşekkür edebilir miyiz?

  Benim için zevkti.

  Bu bir ajanın hayalidir.

  Bunun için bölüm şefliğine terfi edeceğim.

  Kimin aklına gelirdi ki?

  Senin Federal Gelirler Dairesi ajanı olman.

  Ölüm ve vergiler.

  - Kooonuuş!

  Kooonuuş!

  - Kooonuuş!

  Kooonuuş!

  Kooonuuş!

  Kooonuuş!

  Teşekkürler.

  - Bu gece sessizce kaçabileceğimi sanıyordum.

  - Hayır!

  Ne harika bir gece.

  Gördüğüm her yüz, bir anı.

  Hepsi mükemmel bir anı olmayabilir elbette.

  Bazen inişlerimiz ve çıkışlarımız oldu.

  Ama işte yine birlikteyiz.

  Bu gecelik benimsiniz.

  Bir istisna yapacağım ve bir dileğimi sizlere anlatacağım.

  Benimki gibi şanslı bir hayatınızın olmasını   ve bir sabah uyanıp şöyle demenizi isterim: "Daha fazlasını istemiyorum" Altmış beş yıl.

  Göz açıp kapayıncaya kadar geçmedi mi?

  Selam.

  Oh.

  Ne gece.

  Harika vakit geçiriyorum.

  Haklıydın  Joe hakkında.

  O, uh  O bir yere gidiyor.

  Affedersin.

  Rahatladın mı?

  Evet ama  Ama ne?

  Seni ne kadar sevdiğimi bilmeni istiyorum.

  Hayatıma çok büyük bir anlam kazandırdın.

  Bunu benden kimse alamayacak.

  - Baba  - Hayır!

  Seni çok seviyorum   ve senden bir şey için söz vermeni istiyorum.

  Benim için üzülmeni asla istemiyorum.

  Eğer bana bir şey olursa, ben iyi olacağım.

  Her şey güzel olacak.

  Hiç pişman değilim.

  Senin de aynı şekilde düşünmeni istiyorum.

  Seni seviyorum baba.

  İşte şimdi tamam.

  Pişmanlık yok, değil mi?

  Pişmanlık yok.

  Bu güzel bir duygu, değil mi?

  Evet.

  Herkes bana veda ediyor.

  Ben hala buradayım.

  Benimle dans eder misin Susan?

  Evet.

  Benim gibi yaşlı bir bunakla dans etmenin sakıncası yoksa.

  Oh baba, sen yaşlı değilsin   ve hiç yaşlanmayacaksın.

  Bir şey ister miydiniz efendim?

  Hayır.

  Fıstık ezmesi var mı?

  Oh, sanmıyorum efendim.

  Mmm.

  Yine de teşekkürler.

  Bir şey değil.

  Bu da ne?

  Havai fişekleri patlatıyorlar.

  Aşağı gidelim ve izleyelim.

  - Biz mi?

  - Sen önden git tatlım.

  Ben biraz dinleneceğim.

  Tamam.

  Tamam.

  Mutlu yıllar Bill.

  Teşekkürler.

  Veda ettin mi?

  Pek değil.

  Sanırım nedenlerin vardır.

  Evet.

  Biraz vaktimiz olduğuna göre,    Susan için yaptıkların için minnettarlığımı sunmama izin ver.

  Senden bahsettiği gibi hiç bir erkekten bahsettiğini duymadım.

  Bu nedenle hep onu istedim.

  Şimdi ona ne olacak?

  Ben bunu dert etmezdim Bill.

  Bazı şeyler kendiliğinden olur.

  Minnettarlığımı sunmama izin verir misin?

  Senin için,    bana verdiğin zaman için,    sen olduğun için.

  Şımartma beni.

  Otopsimi mahvedeceksin.

  Bırakıp gitmek zor, değil mi?

  Evet, öyle Bill.

  Şey, hayat bu.

  Sana ne diyebilirim?

  Korkmalı mıyım?

  Senin gibi birisi değil.

  Sen buradasın.

  Aynen öyle.

  Şey, nereye gittin?

  Bilmiyorum.

  Ben  Ben  Bilmiyorum.

  Bilirsin, ben  Her şey bulanıklaştı ve belirsizleşti ama  Eğer bunu çözemediğimi söylersem beni anlayabilir misin?

  Ama şimdi geri döndüm.

  Hepsi bu mu?

  Şey, başka ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

  Müthiş bir partiye benziyor.

  Öyle mi düşünüyorsun?

  Güzel görünüyorsun.

  Köşede kaybolduğunda   seni bir daha göreceğimden emin değildim.

  Hey, iyi misin?

  - Kafede  - Evet?

  Sana yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi sordum, sen 'hayır' dedin.

  Bu öyle doğruydu ki seni korkuttu.

  Ve sonra dedin ki   bunu söylediğim için beni affet, o zamandan beri içimde.

  Nedir?

  Benden hoşlandığını söyledin.

  - Hayır.

  - Demedin mi?

  Dedim  

Senden çok hoşlandım.

  Evet.

  Birbirimiz hakkında çok az şey biliyoruz.

  Ama zamanımız var.

  Evet.

  Babamı   yakından tanımanı isterdim.

  Ben de.

  Ben de.

  Şimdi ne yapıyoruz?

  Bunu şansa bırakalım.

  Evet.

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar