Print Friendly and PDF

Translate

Camdan Adam (2011) The Glass Man

|

 


108 dk

Yönetmen:Cristian Solimeno

Senaryo:Cristian Solimeno

Ülke: İngiltere

Tür:Gerilim

Vizyon Tarihi:26 Ağustos 2011 (İngiltere)

Dil:İngilizce

Oyuncular

    Andy   Nyman

    James   Cosmo

    Neve  Campbell

    Brett  Gary Allen

    Gary Aylett

 

Özet

Kısa süre önce işini kaybetmiş olan Martin, giderek borç batağına saplanmaktayken bir gece kapısını çalan Pecco, ona reddedemeyeceği bir teklifte bulunur

Altyazı

Tatlım?

  Şekerim?

  - Kemerimi gördün mü?

  - Ne?

  Kahverengi kemerim?

  Gördün mü?

  Bulamıyorum.

  Duyamıyorum.

  Kemerin mi?

  Evet, selam, kahverengi kemerimi istiyorum tatlım.

  Gördün mü?

  Başka bir kemer tak o zaman.

  Bir sürü kemerin var.

  Hayır.

  Taba ayakkabılarımı giymek istiyorum, o yüzden kahverengi   kemerim lazım.

  Bugün iş yerinde önemli bir toplantım var   sana bahsetmiştim.

  Cidden de o kadar önemli bir toplantı.

  - Tatlım.

  - Ne?

  - Kahverengi kemerim lazım.

  - Nerede olduğunu bilmiyorum.

  Mutlaka kahverengi kemerim lazım.

 - Tabii ki öyleydi  - Bu doğru, evet.

  Toby mi?

  Hiç kahverengi olmaması gerektiğini sanıyordum.

  - Saatin uymuyor.

  - Biliyorum.

  Ama en sevdiğin, değil mi?

  Toby'nin yeni filmi çok iyi değil mi?

  Cuma günü gidelim mi?

  - Biraz abartılı değil mi?

  - Evet, ama yine de.

  Televizyonda bunu söylediğine inanamıyorum.

  - Postada ne vardı?

  - Hiçbir şey.

  - O zaman mektup kutusundan ne geldi?

  - Tanıtım mektupları ve   Tony'le Susan'ın orada açılan yeni golf kulübüne davetiye.

  Evet, belki üye olurum.

  Belki de olmam.

  İşler bayağı yoğun yani  Gidişata bir bak, gidecek vaktin olmayan başka bir kulübe üye olma.

  Bu tür şeyler bağlantı kurmak için bayağı önemli oluyor tatlım.

  - Öğle yemeğin.

  - Teşekkürler.

  - Mısır gevreği, en sevdiğim.

  - Biliyorum.

  Bugün yiyeceğin tek şeker olacağına söz ver.

  - Söz veriyorum.

  - İyi misin?

  - Evet, neden?

  - Pek iyi görünmüyorsun o kadar.

  İyiyim.

  Tamam.

  Evlatlık çocuklar için bağış yemeği toplantısı var ama   yemeğe dönmüş olurum.

  - Tamam.

  Tatlım, birkaç gün içinde hesabıma para atar mısın?

  Azaldı da.

  - Evet, tabii.

  - Birikim hesabından mı alayım?

  Hayır.

  Mecbur kalmadıkça ona dokunmayalım.

  Muhtemelen haklısın.

  Duş almalıyım.

  Ofiste harika bir gün geçir.

 Düğün için endişelenme, halkının sana ihtiyacı var.

 Beni dinle.

  Bu karmaşayı düzelteceğim.

Ne olursa olsun evleneceğiz.

  Merak etme, her şey düzelecek.

  - Merhaba dostum.

  - Selam Dennis, nasılsın?

  İyi, harika.

  Dürüst olmak gerekirse harika değil ama  Sen iyi misin?

  - Evet.

  Harika, gerçekten harika.

  - Evet.

  - Çok iyi.

  Amy nasıl?

  - Amy iyi.

  Evet, o iyi.

  Harika.

  - Muhteşem.

  Amy harika.

  - Evet, öyle.

  Teşekkürler.

  - Yukarıda işler nasıl?

  - Harika.

  Gayet iyiyiz.

  Güzel.

  - Aslına bakarsan harika değil.

  Hayır.

  - Gerçekten mi?

  - Hem de hiç iyi değil.

  - Başına gelenler senin hatan değil.

  - Öyle mi?

  - Anton pisliğin teki ve   hepimiz ondan nefret ediyoruz.

  - Evet.

  Sanırım öyle.

  - Buradan kimse seninle konuştu mu?

  - Hayır, konuşmadılar.

  Konuşmamamız emredildi.

  İkramiyelerimiz kesilir yoksa.

  - Ne?

  - Evet, şu an ikramiyemi   riske atıyorum.

  - Kahretsin.

  Anton, kurulla konuştu ve onları tehlikeli, manyağın teki   olduğuna ikna etti.

  - Ne?

  - Evet, çok manyakça, değil mi?

  - Evet, kesinlikle.

  O pislik  Biliyorum!

  Görüşemediğimiz için üzgünüm ama Roger seninle   konuşmaktan çok korkuyor.

  - Oğlum  Herkesin şirketlerin birleşmesi yüzünden meşgul olduğunu sanıyordum.

  Evet, ama hayır.

  Ofise girsen herkes camdanmışçasına seni görmezden gelir.

  - Durum o kadar kötü, çok saçma!

  - Tanrım!

  - Julie buna ne diyor?

  - Ne demek istiyorsun?

  Ona kovulduğunu söylediğinde yorum yapmadı mı?

  Ona söylemedim.

  Her sabah kalktım, işe gidiyor gibi çıktım.

  Bilmiyor.

  Çok iyi Dennis.

  Harika davranacağını biliyordum.

  Kovulsam Amy kesin beni öldürürdü.

  Julie'nin rahat olması çok iyiymiş.

  Delireceğini düşünmüştüm.

  - İyi misin?

  - Hayır.

  Aslına bakarsan değilim.

  Referansınla ilgili bir şikâyetin varsa, bu formu doldur ve   arka sayfadaki adrese gönder.

  Aslına bakarsan şikâyetini   geçersiz kılabilirler.

  - Ne?

  Bilmiyorum, belki bilgisayarlar işlediği için olabilir.

  - Ben sana şikâyet etmek istiyorum.

  - Yapamazsın.

  - Tamam.

  Ama sen İK değil misin?

  - Evet.

  Tamam o zaman, bu referans için sana şikâyette bulunmak istiyorum.

  Nefesini boşa tüketmiş olursun, yapabileceğim hiçbir şey yok.

  - Neden böyle davranıyorsun Janie?

  - Sadece işimi yapıyorum Martin.

  - Hâlâ bir işim olduğu için şanslıyım.

  - Tamam, anladım.

  İşini tehlikeye   atmadım, yemin ederim.

  - Orada değildim.

  Hayır, değildin.

  - Sadece işimi yapıyorum.

  - Hayır, yapmıyorsun.

  Bu referans hakkında sana şikâyette bulunmak istiyorum.

  - Benim işim değil.

  - Evet, senin işin.

  Senin işin!

  Birinin beni dinlemesi için ne yapmalıyım?

  Mahkemeye mi gitmeliyim?

  İş oraya mı varmalı?

  Seninle hiçbir şeyi tartışmamam söylendi.

  Kusura bakma   seni dinleyemem.

  Üzgünüm.

  - Ne demek beni dinleyemezsin?

  Ne demek dinleyemezsin?

  Beni dinliyor musun?

  Tamam.

  Anladım.

  Bu hiç hoş değil.

  Rosie, bunu görmelisin, aşağılık herif  Charlie.

  Benimle konuşmamanı söylediklerini biliyorum ama   hakkımda yazdıklarına bakmalısın.

  Buna itiraz etmeliyim.

  Şuna bak.

  Charlie lütfen, mahkemeye gitmem gerekecek ve bana destek olacak   birilerine ihtiyacım var.

  Şuna bak.

  Hakkımda söylediklerine bak.

  - Mahkemeye gitmeliyim.

  - Burada ne halt ettiğini sanıyorsun?

  Burada ne işin var?

  Doğru.

  Güvenliği çağırmamı ister misin?

  - O zaman burada ne işin var?

  - Neden bu kadar kötü referans verdin?

  Neden hakkımda böyle şeyler yazdın?

  Yalan söylememi istemezdin, değil mi?

  - Ama bu doğru değil.

  - Hepsi görüş meselesi, değil mi?

  - Ama gerçekler var.

  - Hayır, senin gerçeğin ve   benim gerçeğim var.

  Ortalıkta gezen bu kemirgenlerin de   kendi gerçekleri var.

  - Ama hakikat denen bir şey var.

  Bu!

  İşte bu gerçek.

  - Olan bu değildi.

  - Defol!

  - Olan bu değildi.

  - Bütün geleceğimi tehlikeye attın.

  Sadece benim değil, hepimizin.

  Buradaki herkesin.

  Neden?

  Çünkü gerçeği söylemek istedin, çünkü önemli ve çok dürüstsün!

  Buna meydan okuyacağım, yanına kalmayacak.

  Meydan oku.

  Anlaşma o zamana kadar yapılır.

  O zaman sana tazminat   davası açarım.

  Umarım avukata verecek bir sürü paran vardır.

  Çünkü ihtiyacın olacak, bize kafa tutmaya çalışırsan.

  Defol!

  Yürü!

  Millet, Martin'e bu kadar dürüst olduğu için bir alkış.

 50 milyon sterlin!

  Haftada 130 bin eder millet.

 Kıskançlık etmek istemem ama çimenler üzerinde bir topa vurması için  biraz fazla ödemiş olmuyorlar mı?

  Kanseri tedavi etmek ya da  İngilizlerin gri dünyasına renk katan radyo DJ'i olmak gibi  faydalı bir şey yapmıyor.

  - Çok üzgünüm efendim, reddedildi.

  - Öyle mi?

  - Çok üzgünüm.

  - Sorun değil.

  Bir kez daha deneyelim.

  - Emin misiniz?

  - Teşekkürler.

  Buyurun.

  - Çok güzel bir takım efendim.

  - Teşekkürler.

  - Nereden aldınız?

  - Alman sokağından aldım.

  Ölçülerinizi aldılar mı, yoksa raftan mı seçtiniz?

  - Hayır, tabii ki bana göre yapıldı.

  - Çok güzel bir takım.

  - Şeklim biraz kötü de.

  - Hiç değil.

  - Yine reddedildi.

  Üzgünüm.

  - Gerçekten mi?

  - Evet, bunun için üzgünüm.

  - Sorun değil.

  Nakdi özlüyorum.

  - Onun yerine bundan çekin.

  - Evet.

  - Bu iyi.

  Deneyin.

  - Teşekkürler.

  - Özür dilerim, yine reddedildi.

  - Makineniz çalışıyor mu?

  Kafasına göre takılıyor, kablosuz olduğu için bazen sapıtıyor.

  Şu an emin değilim.

  Yemek vakti çalışıyordu.

  Ne yapacağımı bilemiyorum, başka bir kart verebilirim.

  - Sizin için denemeye devam ederim.

  - Bunu tekrar deneyin.

  - Ya da bankamatik var mı buralarda?

  - Evet, sol tarafta.

  Eski usul yapalım o zaman.

  Bunları satmazsınız değil mi?

  Hiç sorun değil efendim, hazır olduğunuzda buradan alırsınız.

  - Neredeydi?

  - Hemen solda.

  - Tamam, çok yardımcı oldunuz.

  - Tamam.

  - Birazdan görüşürüz.

  - Görüşürüz.

  - Hemen solda değil mi?

  - Hemen solda.

  - Biliyor musunuz?

  Büyük boy alacağım.

  - Daha iyi.

  Evet.

  Teşekkürler.

  Naneli çikolatalı.

  Evet.

  Sadece naneli çikolatalı mı?

  - Başka aromalar da alabilirsiniz.

  - Gerçekten mi?

  - Üç ya da dört tane.

  - Gerçekten mi?

  Tamam, o zaman naneli çikolatalı, fıstıklı, ki bayılırım.

  - Başka?

  - Evet, en sevdiğin hangisi?

  Vanilyalı, Madagascar Vanilya, çok iyidir.

  O zaman Madagascar Vanilya mükemmel.

  Bunların hepsini kendiniz mi   yapıyorsunuz?

  - Evet.

  Arka tarafta.

  - Vay canına!

  - Buyurun.

  - Çok güzel.

  Ne kadar?

  - 4 sterlin.

  - 4 mü?

  Bakalım, bu tam olmalı.

  - Teşekkürler.

  - Sağ olun.

  Burada oturabilir miyim?

  - Lütfen oturun, efendim.

  Teşekkürler.

  Yardımcı olabilir miyim?

  Bir saniye.

  Evet.

  İnanılmaz.

  Affedersin.

  Dikkat eder misin?

  - Merhaba tatlım.

  - Neredesin?

  - İşteyim, neden?

  - Sokak sesleri duyabiliyorum.

  - Evet, dışarı çıktım, sokaktayım.

  - Hangisi o zaman?

  - Tanrı aşkına, ne oldu?

  - Alışverişten döndüm ve   iş yerinden bir kız mesaj bırakmış, olanlar için üzgünmüş.

  - Bunu telafi etmeye çalışacakmış.

  - Gerçekten mi?

  Evet.

  Gerçekten.

  Nasıl telafi edeceğini de söylemiş mi?

  - Aletini emerek sanırım.

  - Efendim?

  - Beni ne sanıyorsun Martin?

  - Ben  - Kim o?

  - İşten bir kız o kadar.

  Buna inanamıyorum.

  - Hem de bugün!

  Tam denk geldi.

  - Dinle, lütfen  Lütfen ne?

  Lütfen aşikâr olan şeyi görmezden mi geleyim?

  Lütfen hayatın hiç yaşanmıyor gibi mi yapayım?

  Seni seviyorum.

  Seni gerçekten seviyorum.

  - Canın cehenneme!

  - Julie lütfe  Julie.

  - Gittiğin yere dikkat etsene.

  - Hareket bile etmiyordum.

  - Ne?

  - Hareket bile etmiyordum dedim.

  - Bana ne dedin?

  - Hiç.

  Hiçbir şey demedim.

  - Neden bana dokunuyorsun?

  - Sana dokunmuyorum.

  - Neden bana bakıyorsun?

  - Sana bakmıyorum.

  Neden yalan söylüyorsun, neden bana bakıyorsun?

  Bakmıyorum.

  - Yalancısın oğlum.

  Hiç paran var mı?

  - Hayır, hiç param yok.

  - Yalan söylüyorsun.

  - Hayır, söylemiyorum.

  - Saat kaç?

  - İkiyi yirmi geçiyor.

  Şu saate bir bakayım.

  Bakayım.

  Çıkarsana.

  - Hayır.

  - Neden?

  - Çünkü çıkarmak istemiyorum.

  - Ne sanıyorsun?

  Çalacak mıyım?

  - Hayır.

  - Bana hırsız mı diyorsun?

  - Hayır.

  - Çıkar o zaman.

  - Çok güzelmiş.

  Nereden aldın?

  - Hatırlamıyorum.

  Hatırlamıyor musun?

  O kadar pahalı olamaz o zaman.

  - Bunu ödünç alayım.

  - Ne?

  Bir kızla buluşacağım ve böyle bir şey onu çok etkiler.

  - Yarın iade ederim.

  - Nasıl vereceksin ki?

  Yarın saat ikide buluşuruz, iade ederim.

  - Hayır.

  - Veya adresini ver.

  Evine getireyim.

  - Tamam.

  Saat ikide.

  - Tamam!

  Çok iyi, çok teşekkürler - Kesinlikle yanlış anladın tatlım.

  - Bana tatlım deme.

  Tamam, o zaman açıkla bakalım, neler oluyor?

  Kim o?

  İş yerinden bir kız, adı Jenny Slater, IK'da çalışıyor.

  Sana bahsetmiştim, bir konuda küçük bir anlaşmazlık yaşadık  Ne?

  Hangi konuda anlaşamadınız?

  Önümüzdeki yıl hangi dosya yedekleme sistemini kullanacağına dair.

  - Bunun IK'yla ne ilgisi var?

  - Ben de bunu diyorum, ilgisi yok.

  Cidden, departmanında bulunmasını istiyor.

  Bu çok saçma.

  - Saçma mı?

  - Evet yeni çıkan bir sistemi istiyor.

  Proteus Sistemi, hiç test edilmemiş.

  Ben beklemelerini söyledim.

  Çok sinirlendi, bir şeyler söylemeye başladı, aslında beni rahatsız   etmeyen şeylerdi ama onun kafasında önemliymiş demek ki.

  Mesajı dinlesene?

 Kayıtlı mesaj.

 Merhaba Martin.

  Bugün olanlar için üzgünüm, benden istediğin  çok önemli değildi, elimden bu kadarı gelmeliydi ama Üzgünüm.

  Ayrılma şeklin yüzünden sana biraz kızgındım ama bugün  olanlardan sonra hikâyenin aslını anlamadığımı hissediyorum.

  Belki Bu konuda sorun çıkarmak istemiyorum ama en azından konuşalım.

 Bunu telafi etmek istiyorum, cep telefonum hâlâ sende var mı  bilmiyorum ama 07855760877 numaram.

  Beni ara.

  Hoşça kal.

  - Bunu açıklamak ister misin?

  - Açıkladım zaten.

  Ayrıldığında, bu ne demek?

  Sorun çıkarmak istemiyor, ne demek?

  Hikâyenin tamamını anlamamış, bu ne demek Martin?

  Bu ne demek?

  Neden bahsettiğini hiç bilmiyorum.

  Ne?

  - Saatin nerede?

  - Bilmiyorum.

  Saatinin nerede olduğunu bilmiyor musun?

  - Hatırlamıyorum  - Saatini nerede bıraktığını   hatırlamıyorsun.

  - Belki ofisteki lavaboda unuttum.

  Belki birileri bulmuştur, arayıp sorayım.

  - O saati çok seversin.

  - Evet.

  - Julie!

  - Beni ne sanıyorsun Martin?

  - Onu geçen gün hediye ettim sana.

  - Evet.

  Son zamanlarda bana   aldığın bütün o pahalı hediyeler anlam kazanmaya başladı.

  - Ne?

  - Çünkü vicdanın rahatsız!

  - Değil mi sevgili kocacığım.

  - Bilemiyorum.

  Sana bugün ne oldu bilmiyorum.

  Belki biriyle konuşmalısın   bir terapistle, annenle, bir şey yapmalısın.

  Neler olduğunu bilmiyorum ama bana yalan söylendiğinde anlarım.

  Çok ters bir şeyler olduğunu hissediyorum.

  Neden ne olduğunu söylemiyorsun?

  Hemen şimdi, itiraf et.

  - Söyleyecek bir şey yok.

  - Ben de öyle sanmıştım.

  - Ona âşık mısın?

  - Ne?

  - Ona âşık mısın?

  - Ne diyorsun

- Ona âşık mısın?

  - Hiçbir şey olmuyor.

  Tanrım!

  Bir şeye çok baskı koyarsan milyonlarca parçaya ayrılır ya?

  Ben de öyle hissediyorum.

  Milyonlarca parçaya ayrılabilirmişim gibi.

  Söylemeye çalıştığım şu ki, iş yerinde çok stres altındayım.

  - Sen de zina yapmaya karar verdin.

  - Hayır.

  Herkes çok stresli ve bunu algılıyorsun.

  Hayal gücün bir şeyi, başka bir şey dönüştürüyor.

  Yorgunum.

  Çok yorgunum.

  Yatacağım.

  Yarın işten döndüğünde doğru dürüst bir cevap istiyorum yoksa giderim.

  - Lütfen bunu yapma  - Evlendiğimizde beni sevdiğine   yemin ettin, bana bakacağına söz verdin, yalan mı söylüyordun?

  Ne o zaman?

  Seni gerçekten seviyorum.

  Ve sana bakacağım.

  Bana yaptığına bakar mısın?

  Yarın sabah temizlikçi gelecek, yarım ay ücretini ödemeliyiz.

  Başucuma bırakır mısın?

  - Ne kadar borcumuz?

  - 280.

  - Sorun değil.

  - Teşekkürler.

  Camları toplama, sabah hallederim.

  Dikkatli ol, o şekilde kırıldığında çok keskin oluyor, tehlikeli.

  Julie.

  Ben  Özür dilerim.

  Çok üzgünüm.

  Her şeyi kaybedeceğiz.

  Her şeyi.

  Hepsi benim hatam.

  İlişkim yok.

  Bunu yapamam!

  Kovuldum.

  Kovuldum.

  O pislikler!

  Bana yalan söylediler.

  Julie.

  Tatlım!

  Tatlım!

  Nasıl hâlâ uyuyabiliyorsun?

  Kahretsin!

  Julie!

  - İyi akşamlar.

  - Yardımcı olabilir miyim?

  - Evet.

  - Nasıl yardım edebilirim?

  - İçeri davet etmeyecek misin?

  - Kim olduğunu bilmiyorum.

  - Ne istiyorsun?

  - Bana borçlusun.

  - Ne?

  - Bana borçlusun.

  - Tamam, kim için çalışıyorsun?

  - Arkadaşın Tom.

  - Öyle mi?

  - Ondan borç aldın, değil mi?

  Kim olduğunu bilmiyorum ve işlerimi seninle konuşmayacağım.

  - Tom bir keş.

  Bunu biliyor muydun?

  - Ne, Tom mu?

  - Hayır, cidden emin misin?

  - Evet.

  Köşeye sıkıştı.

  Sahip olduğu tek şeyi bana sattı, borcunu.

  Yani şimdi bana borcun var.

  - Hiç bilmiyordum.

  - Evet.

  Tabii.

  Borç verenlere üye olmalısın.

  - Bu yasal değil.

  - Bence de değil.

  Herhangi biri bunu basmış olabilir.

  Herhangi biri olabilirsin, çok anlamsız.

  - Bir kimlik daha görmek ister misin?

  - Hayır.

  İçeri gelsen iyi olur.

  - İçeride sigara içemezsin.

  - Evet.

  Burada sigara içemezsin.

  Evet.

  Ne yapıyorsun?

  - Ne yapıyorsun?

  - Param sende mi?

  - Şu anda hiçbir şeyim yok.

  - Öyle diyeceğini düşündüm.

  Eski iş yerimden çok iyi bir referans aldım, iyi bir referansım olmadığı   için iş bulamamıştım ama artık var, ayrıca deneyimliyim   yani birkaç gün içinde iyi bir iş ayarlarım  - Öyle mi?

  - Ne yapıyorsun?

  Saçma sorular sorma.

  Sana yakışmıyor.

  - Bunu konuşamaz mıyız?

  - Buradan paramla çıkacağım.

  Nakit, mal veya altın formunda.

  Her ne şekilde olursa.

  Ama bana borcunu tahsil edeceğim.

  Hepsini.

  Dinle.

  Lütfen.

  Çok dikkatli ol.

  Çok eskiler.

  - Bazıları ilk baskı mı?

  - Evet.

  Bunların bazılarına mesai harcamış olmalısın.

  - Evet.

  - Hepsini okudun mu?

  - Evet.

  - Gerçekten mi?

  Tarih.

  Roma İmparatorluğu'nun Yükselişi ve Çöküşü.

  Onu değil.

  Ama diğerlerinin çoğunu, bunlardan bazılarını.

  Lütfen.

  Bu kopyalar, koleksiyoncu parçalarıdır o yüzden okuyamazsın.

  - Çünkü zarar verebilirsin.

  - Anladım.

  - Kitapları çok severim.

  - Evet.

  Neden?

  Bilmiyorum.

  Bu herhalde sana çok saçma geliyordur.

  Evet.

  Salak gibi konuşuyorsun.

  Bunların hiçbirini okumadın.

  Akıllı gibi davranmayı bırak, hayatını satmışsın.

  Bekle.

  Oraya gidemezsin  - Yukarı çıkamazsın.

  - Neden?

  Çünkü eşim uyuyor.

  Yukarı çıkamazsın.

  - Neden?

  - Hayır.

  - Onu uyandıracağımı mı sanıyorsun?

  - Onu uyandıramazsın, olmaz.

  - Yukarı çıkacağım.

  - Çıkamazsın.

  - Onu uyandıracağım.

  - Yukarı çıkamazsın.

  Onu uyandırırsam, giderim ve bir daha dönemem.

  Bu nasıl?

  Bu nasıl?

  Bu nasıl?

  Bir şeyler var mı?

  - Ne?

  - Uyuşturucu.

  Aspirin.

  Bazen kötü bir baş ağrısıyla uyanıyorum ama   kullanmamaya çalışıyorum.

  İyi bir şey, kenara koy.

  Seni mahvetmek istemezdim, keşke başka yolu olsa.

  Çay çok güzeldi.

  Hem de çok.

  Kurabiye var mı?

  - Sen yiyecek misin?

  - Hayır.

  Şeker yememden hoşlanmıyor.

  Sadece konuklar için.

  Bazen o yokken yemek istiyorum.

  Gerçekten mi?

  Dinle.

  Bu gece halletmem gereken bir iş var.

  Biri bana yardım edecekti ama el atacak çocuk son dakikada vazgeçti.

  Güvenilmez, çok iyi bir çocuk.

  Ama çok güvenilmez.

  Bu gece adamım olursan, bu gece halletmeni istediğim işleri   yaparsan, sadece bu gece için, bana olan borcunu temizleyebilirim.

  Ne yapmam gerekecek?

  Öyle olmuyor.

  Hayır, dersen, sana anlattıklarımdan sonra buradan   ayrılamam.

  Anlıyor musun?

  - Bir şeyler söyleyebilmelisin ama.

  - Yakında öğreneceksin zaten.

  - Bilemiyorum 

- Evet mi, hayır mı?

  - Bilemiyorum  - Evet mi, hayır mı?

  - Yasadışı bir şey yapmak istemiyorum.

  - Evet mi, hayır mı?

  - Henüz bilmiyorum.

  Evet mi, hayır mı?

  Evet.

  - Evet mi?

  - Evet.

  - Bunu mu giyeceksin?

  - Evet, neden?

  Donacaksın.

  Daha sıcak bir şeyler giy.

  Eldiven al varsa.

  Evet, daha iyi.

  Orman çok soğuk oluyor.

  - Nereye gidiyoruz?

  - Kapa çeneni de kullan.

  - Tamam, neredeyse geldik.

  - Neredeyse, nereye geldik?

  - Aman Tanrım!

  - Ne?

  Karımla ilk tanıştığımda burada yaşardı.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  Hayatımın en mutlu dönemiymiş.

  O zaman hiç farkında olmuyorsun, ne tuhaf değil mi?

  Evet.

  Tuhaf.

  İşlerin giderek düzeleceğini sanıyordum ama hayır.

  İşte.

  Şurada kenara çek.

  - Tamam, şimdi ne olacak?

  - Burada beni bekle.

  - Ne yapıyorsun?

  - Gidip bir şey alacağım.

  - Senin için sakıncası mı vardı?

  - Hayır.

  Ben ne yapayım?

  - Arabada beni bekle.

  - Motoru çalışır durumda mı tutayım?

  Yapmasan daha iyi, çevre için zararlı.

  - Merhaba, buraya park edemezsiniz.

  - Biliyorum.

  Arkadaşımı bekliyorum.

  - Sadece iki dakika sürecek.

  - Kırmızı bölge, park etmek yasak.

  - Tamam, biliyorum ama bu çok önemli.

  - İlerlemelisiniz.

  Lütfen.

  Hayır, gidemem, onu beklemem gerekiyor.

  Sana nazik davranıyorum, istesem sana ceza yazarım, 120 sterlin.

  Evet, iyi, peki tamam.

  Ne kadar zor ki?

  Ya çıkarsa?

  Çıkma, sakın çıkma!

  Lütfen çıkma.

  Tamam, eve git.

  Yürü.

  Eve git.

  Geri git!

  Yürü.

  Uzaklaş.

  Beni bulacak!

  Ye beni bulursa?

  O zaman ne yapacak?

  Geri git, iyiyim.

  Geri git!

  Ya çıkarsa, eve gidebilirim.

  Beni öldürecek.

  Hadi!

  Geri dönmeliyim!

  Hadi, hadi!

  Geri git!

  Eve gidemezsin!

  Aklından bile geçirme.

  Çekil yolumdan.

  Aklından bile geçirme.

  Lütfen sokakta bekliyor olma.

  Yapamam, Tanrı aşkına!

  Tanrım!

  Kahretsin!

  - Arkadaşın Tom, düzgün adam.

  - Öyledir.

  - Ne zamandan beri tanıyorsun?

  - Evet, aynı okula gittik.

  - Doğru.

  Adam keş.

  - Bunu bilmiyordum.

  - Uyuşturucu.

  - Evet.

  Avustralyalı.

  İkinizin de b.

 ktan bir duruma düşmenize şaşırdım.

  Tom ikinizin de Toby Huxley'i tanıdığınızı söyledi, bu doğru mu?

  Evet, bizimle aynı okuldaydı.

  - Öyle mi?

  - Evet.

  - Nasıl biriydi?

  - Çok nazik, çok iyi bir adam.

  Filmlerine bayılıyorum.

  Kesinlikle çok seviyorum.

  - Evet, çok iyiler.

  - Harika filmler.

  - Prisoner Of Mars.

  - Evet, muhteşem.

  Zamanının en iyi bilim kurgu Vahşi Batı filmi.

  Evet.

  - Devamı hakkında ne düşünüyorsun?

  - Ne?

  - Watch Chronicles.

  - Tanrım  - Toby devam filmlerinde de mi oynuyor?

  - Arkadaşın olduğunu sanıyordum.

  Öyle, yaptığı çoğu şeyi izledim ama devam filmlerinde   oynadığını bilmiyordum.

  - Arkadaşım film yıldızı olsaydı.

  Bütün filmlerini izlerdim, hepsini baştan sona bilirdim.

  Aşinalık küçümsemeye üretir.

  Hapishaneler barlar ve duvarlar   değildir, her birimizin kafasında bir hapis vardır.

  Kaçabilir miyiz   çıkabilir miyiz, yoksa burada ölmeli miyiz?

  Bunu tanıyor musun?

  - Hayır.

  - Prisoner of Mars.

  Muhteşem!

  Burada ne işimiz var?

  Buralar çok güzel, değil mi?

  Evet.

  Kesinlikle çok güzel.

  - Nedir?

  - Adı Bluebell Ormanları.

  Doğru.

  Aman Tanrım!

  Nedir o?

  Sen merak etme.

  Kaz.

  - Kazsana!

  Hadi pislik, kaz.

  - Tamam, tamam.

  Kazıyorum.

  İşte böyle.

  Devam et.

  - Kusura bakma.

  - Acaba doğru yerde miyim?

  - Sen aldırma, kaz.

  - Kazıyorum.

  İşe yaramaz herif.

  - Düşüyorum.

  - Düş o zaman.

  - Yapamam.

  - Hadi acele et.

  Tamam, özür dilerim.

  Ne bulacağız?

  Acaba ne bulacağız?

  Kazmak önemli değil.

  Sadece ne olduğunu bilmek istiyorum.

  - Birazdan öğreneceksin.

  - Lütfen.

  İşte oldu.

  Daha derine.

  Ne kadar derin bu?

  Tanrım!

  Aman Tanrım!

  Orada bir şey var.

  Bir şey var.

  Kahretsin!

  Al.

  Tut.

  Nedir?

  Nedir?

  - Rubic'in küpü.

  - Ne?

  - Sen evlisin, değil mi?

  - Neden?

  Karımı seviyorum.

  Ölmek istemiyorum.

  Kimse istemez.

  Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.

  Doğru.

  Evlendiğimde yemin ettim, ölüm bizi ayırana kadar sana bakacağım.

  - Ne olmuş?

  - Ben olmazsam ona kim bakacak?

  Güzel düşünce.

  Sensiz daha mutlu olacak.

  Mali sıkıntıları kalmayacak.

  Daha mutlu olacak.

  Birlikte çalışıyoruz.

  Bizi ayıramazsın.

  - Sadece bir düşünce.

  - Lütfen yapma!

  İlk randevumuzu dünmüş gibi hatırlıyorum.

  Hiç bir hayvanın öldüğünü gördün mü?

  İzlemek hoşuma gidiyor.

  Gri bir elbise giyiyordu.

  Çok güzel görünüyordu.

  Benim için çaba harcadığını görebiliyordum.

  Onca korku ve çaba, sürekli kanın bedenin çekilir, sonra acı biter   aniden.

  Daha önce her ne olduysa, ne kadar korkunç olursa olsun   hepiniz ölümde huzuru bulursunuz.

  Çok güzel.

  Hayır!

  Lütfen yapma!

  Arkadaşın Toby, neden ondan para istemiyorsun?

  - Ne?

  Toby mi?

  - Tom, Toby Londra'ya   ilk geldiğinde bir sene yanında kaldığını söyledi.

  Bu doğru mu?

  Evet.

  Ayakları yere basana kadar ona bakmışsın, doğru mu?

  Evet, arkadaşımdı, elimden geleni yaptım.

  - Şimdi o büyük bir yıldız.

  - Evet, çok iyidir.

  Hak ediyor.

  Şimdi tabiri caizse o diğer uçta.

  İhtiyacı olan sensin   onun da hali vakti yerinde.

  Neden ondan para istemiyorsun?

  - Yapamam.

  - Bence istemelisin.

  Geri gitmek için çok geç değil.

  Arkadaşın Toby elini cebine atıp   sana borcunu öderse, bence sıkıntı kalmaz.

  Bu işi böyle bırakırız.

  - Gerçekten mi?

  - Evet.

  Teşekkürler.

  Sağ ol.

  - Ondan para isteyemem!

  Yapamam!

  - Tamam.

  O zaman bu akşamki işimize dönelim.

  - Daha önce bunlardan görmüş müydün?

  - Evet, gördüm.

  - Gerçekten mi?

  Nerede?

  - Birkaç kez atış yaptım.

  Çalıştığım şirket, eskiden çalıştığım şirketin başkanında vardı.

  - Aileden zengindir.

  - Çok ilginç.

  - Bunu neden yapıyorsun?

  - Sonunu testerelersen daha   ölümcül bir silah haline geliyor.

  Yakın menzilde.

  İçeride kullanmak ve dar alanlar için ideal.

  Tamam, tabii ki.

  Biliyor musun, aslında düşününce Toby cidden de bana borçlu.

  Ben de bunu diyorum.

  Ondan asla para ya da yardım istemedim.

  Çünkü  - Bilemiyorum.

  - Pek bir şey bilmiyorsun, değil mi?

  Bunu yapamam!

  Yapamam!

  Nahoş bir şekilde sonuçlanacağını biliyorum.

  Bu akşam yapacaklarımız da son derece nahoş olabilir.

  Tamam, buradan fazla uzakta yaşamıyor.

  Sanırım biz  Yani ben ona uğrayıp, belki  Zamanımız varsa ondan bir şeyler isteyebilirim.

  Vaktimiz var mı?

  Var.

  - Merhaba?

  - Selam, ben Martin.

  Pardon, kameranın önünde durur musun?

  - Pardon, duruyorum.

  - Kameranın önünde durur musun?

  - Evet, duruyorum zaten.

  - Hayır, o değil.

  Kapı zilinde de var.

  Tamam.

  - Martin.

  - Merhaba.

  - Martin, sen misin?

  - Evet.

  - Bir dakika.

  - Tamam.

  Tanrı aşkına.

  İçeri gel.

  Seni gördüğüme sevindim, ne güzel bir sürpriz.

  İyi misin?

  Evet.

  Beni takip eden manyaklardan biri sandım.

  Tam bir kâbus bu.

  - Tanrı aşkına!

  - Asla ünlü olma.

  Tam bir kâbus.

  Affedersin.

  - Geçebilir misin?

  - Evet.

  - Çayım nerede?

  - Taşınıyor musun?

  Evet, yarın.

  Nakliyeciler sabah gelecekler.

  O zamana kadar bunların hepsini paketlemem gerekiyor.

  - Shel nerede?

  - Annesinde kalıyor.

  Bunca şey olurken burada kalmasını istemedim.

  Bilirsin.

  - Hayır, ne oldu ki?

  - Sana anlatmadım mı?

  - Hayır.

  - Emin misin?

  - Evet.

  - Tanrı aşkına, çay ister misin?

  - Hayır.

  - Sana bir şey vereyim.

  - Hayır, ben iyiyim.

  - Su koyayım, çay yapacağım.

  - Neler oluyor?

  - Sana anlatmadım mı?

  - Hayır, anlatmadın.

  - Emin misin?

  - Evet.

  - Çok tuhaf.

  Birkaç ay önce oldu.

  Shelley köpekleri çıkarmak için geldi.

  Ve bir kaka vardı.

  - Nerede?

  - Ön kapıda.

  Hemen dışarıda.

  - Tanrım!

  - Evet.

  B klar arasındaki   farkı söyleyemeyeceğini sanırsın biliyorum ama kapı eşiğinde   bir yığın insan b ku görünce ne olduğunu hemen anlıyorsun.

  - Tanrım.

  - Evet.

  Bunu hatırladın mı?

  İlk başta bir evsiz yaptı sandık, tuvaletini yapmak için   kalabalıktan saklanıyor dedik.

  Üzerine durmadık.

  - Hâlâ şeker kullanmıyor musun?

  - Hayır, teşekkürler.

  - Tamam.

  Süt alıyorsun ama.

  - Evet.

  Pardon, bu kadar benden bahsettiğimiz yeter.

  Sen nasılsın?

  - Nasıl oldu da uğradın?

  - Julie erkenden yattı.

  Arabayla dolaşıyordum ve uğrayıp merhaba diyeyim dedim.

  Bütün bunlardan haberim olmadığı için üzgünüm.

  Evet, çok uzun süredir konuşamadık, değil mi?

  Hayır.

  Kanada'dan döndüğünden beri görüşemedik.

  Evet.

  Hatırladım.

  Tundra 2'nin çekimleri yeni bitmişti, değil mi?

  Evet, oydu.

  Sonra ödül almak için Monte Carlo'ya gittim.

  - Ne ödülü?

  - En iyi oyuncu ödülü.

  Monte Carlo harika ama  Çayımı gördün mü?

  - Şurada.

  - Doğru, teşekkürler.

  Sonra Edinborough, Venice, Fransa'nın Güneyi, Gestadt, bir de   şu psikopat meselesi var.

  Tam bir kâbus.

  Benim sıkıcı hayatımı boş ver.

  Sen nasılsın, eminim daha ilgi çekicidir.

  Neler oluyor?

  Hiçbir şey, oldukça dengeli.

  Cidden.

  Kaka olayından sonra ne oldu?

  - Otursana?

  - Hayır, ben iyiyim.

  İyiyim.

  Bu çok değerli.

  Pardon.

  Şunu tutar mısın?

  Otur.

  - Çayın nasıl?

  - Güzel.

  Şekeri özlüyorum.

  - Yaramış ama.

  Kilo mu verdin?

  - Evet.

  Nerede kalmıştım?

  Evsiz evet, önce evsiz sandık.

  Sonra başka korkunç şeyler olmaya başladı.

  - Ne gibi?

  - Her sabah sileceklerime   kullanılmış prezervatifler buldum.

  - Tanrı aşkına!

  Sonra bahçede ölü hayvanlar bulmaya başladık.

  Bayağı kötüydü çünkü tuhaf bir heykel gibi dizilmişlerdi.

  - Sonra mektuplar gelmeye başladı.

  - Mektuplarda ne vardı?

  Filmlerde gördüğün mektuplar gibiydiler, her harf başka bir   dergiden kesilmişti.

  Bir tane burada var, görmek ister misin?

  Geçen gün bir tane geldi.

  Bakmak ister misin?

  - Hayır.

  - Göstereyim.

  Neredeydi?

  İşte.

  Şuna bak.

  - Tanrım!

  - Çok korkutucu.

  Prison Of Mars'dan bir replik.

  Hatırlarsın herhalde.

  Bütün harfler, filmlerimden replikler.

  Bütün filmlerimi izlemişler.

  Çok ürkütücü.

  Bütün filmlerini izlemiş biri çok korkutucu.

  Evet.

  - Kurabiye ister misin?

  - Hayır.

  Bir tane getireyim.

  İyi bir şey oldu ama, bugün eşyaları toplarken, Tom, sen ve   benim eski bir fotoğrafımızı buldum.

  - Öyle mi?

  - Tom'un doğum günüydü sanırım.

  - Evet.

  - Tom'un doğum günüydü, değil mi?

  Evet.

  - Bulup getireyim.

  - Görmeyi çok isterim.

  O şekilde görünce kalbim durdu sanki.

  Tanrım.

  O fotoğrafı görmeyi çok isterim.

  Bunu sorduğum için tuhaf hissediyorum ama birilerine borcun var mı?

  - Borcum mu?

  Hayır, çok zenginim.

  - Tamam.

  - Pecco diye birini tanıyor musun?

  - Pecco mu?

  - Bir yara izi var.

  - Hayır, üzgünüm.

  - Hiç Tom'u düşünüyor musun?

  - Tabii ki.

  Hâlâ hayatta olsaydı ne yapardı diye düşünüyorum bazen.

  - Taşındığını bilmediğime üzüldüm.

  - Kimseye söylemedim, polis öyle dedi.

  - Polis mi?

  - Köpekleri de öldürdüler.

  - Yapma!

  - Evet, Frank ve Elvis öldü.

  - Pislikler köpeklerimi öldürdü.

  - Nasıl?

  Bir gece bahçedeydiler, çitin altından geçmişler, köpekleri   azdırmışlar, çitten sonra hiçbir şey yok, sadece ormanlık.

  Bir silah sesi duyduk, dışarı koştuk.

  Çok aptalcaydı, öldürülebilirdik.

  Köpekleri ölü bulduk.

  Gördüğüm en korkunç şeydi.

  - Onları vurmuşlar mı?

  - Evet.

  Çok kötüydü.

  Evet, çifteliymiş.

  Mahvetmişlerdi.

  Korkunçtu.

  - Tanrım!

  - Evet.

  Ne?

  - Evde başkası var mı?

  - Hayır.

  Sadece sen ve ben.

  Bir şey duydum sanki.

  - Sen de duydun mu?

  - Hiçbir şey duyamıyorum.

  - Duyuyor musun?

  - Kahretsin, sanırım bir şey duydum.

  - Evin içinde biri var.

  - Kahretsin.

  Kapıyı kapat.

  Üst katta.

  Güvende hissetmiyorum.

  Tamam, Martin.

  Evde başkası olduğunu sanmıyorum.

  Alarmlarım, bloklarım, panik düğmeleri var, birinin eve   girmiş olması mümkün değil.

  Evde başkasının olması mümkün değil.

  - Sadece sen ve ben varız.

  - O zaman neden fısıldıyorsun?

  Neden fısıldadığımı bilmiyorum ama demek istediğim başkası olamaz.

  Güven bana, evde birinin olmasına imkân yok, söz veriyorum.

  - Çok üzgünüm.

  - Hayır, ben üzgünüm.

  O hikâyeyle ödümüzü patlatmayı başardım.

  Çok korktuk değil mi?

  Toby.

  Ne?

  İyi misin?

  Hayır.

  Hayalet görmüş gibisin.

  Bu adam manyak Martin.

  Ne?

  Sakin ol, sana bir duble viski vereceğim.

  Sinirlerini yatıştırır.

  Aslında içmiyorsun biliyorum ama bir duble iyi gelir.

  - Neler oluyor!

  - Çok emin değilim.

  Arkadaşını dinle, bence aklı tamamen yerinde değil.

  - Gerçekten mi?

  - Yapma.

  Onu takip eden biri.

  Ölü hayvanlar, kapısında kaka.

  Köpekleri vurulmuş.

  Hadi canım!

  Kim böyle bir şeyi yapar?

  Ayrıca alarm da yok - Ben nasıl girdim?

  - Bilmiyorum.

  - İyi misin dostum?

  - Evet.

  Affedersin, viski kutulardan birinin içinde.

  Önce bulmam gerekiyor.

  Tamam.

  - Gitmelisin, buradan çıkmalısın.

  - Yukarı bir bakacağım.

  - Her şey koşer değil.

  - Gerçekten mi?

  - Hayır.

  Bence karısı onu terk etti.

  - Shelly mi?

  Evet, Shelly onu terk etti, çok üzücü değil mi?

  - Evet.

  Bunu neden yapsın ki?

  - Bilmiyorum.

  Onu duydun.

  - Sürekli seyahat ediyor.

  - Evet.

  Neden seni göremiyor?

  Açıkçası buna hiç şaşırmadım.

  Bunları daha önce de gördüm.

  - Gerçekten mi?

  - Evet.

  Birçok kez.

  - Bence aklını kaçırmış.

  - Gerçekten mi?

  Ona parayı sormanın anlamı yok artık.

  Hiç etik olmaz.

  - Evet, anlıyorum.

  - Buldum!

  - Tamam.

  Ne yapmalıyım?

  - Gidelim.

  Hayır, onu bırakmak istemiyorum.

  Kötü hissederim.

  Hayır, o idare eder.

  Ona iyi bir arkadaş oldun.

  O büyük bir film yıldızı, harika bir oyuncu.

  - Evet.

  - İkiniz arasında en şanslı o.

  Evet.

  Son zamanlarda başına gelenlere bak ama yine de kendine hâkimsin.

  Karısı onu terk etti diye aklını kaçırdı.

  Yapma.

  Ona sert davranma, onu çok seviyor.

  Evet, haklısın.

  Bilmeliyim.

  Aşk insanı kötü yapıyor.

  - Evet.

  - Hadi.

  - Al bakalım.

  - Şuna bak.

  Zavallı beni göremiyor bile.

  Gitmiş iyice.

  - Shelly'yi sor.

  Hadi.

  - Shel nasıl?

  O bayağı stresli.

  Kim onu suçlayabilir ki?

  - İnsanı çıldırtacak bir durum.

  - Evet.

  - Dostluğa.

  - İçme.

  Zehir koymuş olabilir.

  - Gitmeliyim.

  Buradan çıkmalıyım.

  - Ne oldu?

  Martin?

  Senin için endişeleniyorum.

  Ben iyiyim.

  Seni sormalı, sen iyi misin?

  Evet.

  Ben iyiyim ama senin için endişeleniyorum.

  - Şeyden beri seni böyle görmemiştim  - Ne?

  Saçmalama Martin, neden bahsettiğimi biliyorsun.

  Hastaneden beri.

  - Tom öldüğünde.

  - Evet.

  - Evet.

  Sen iyi misin?

  - Evet.

  Birini aramamı ister misin, birini arayayım mı?

  Buradan gitmeliyiz evlat.

  Aklını kaçırıyor olabilir.

  - Tehlikeli olabilir.

  - Martin.

  - Birini aramalı mıyım?

  - O tehlikeli.

  - Sana uzanırsa çekiçle saldır.

  - Hayır.

  - Tamam.

  - Ben iyiyim.

  Tamam.

  Tamam, iyi bir arkadaşsın.

  Doğru olanı yaptın.

  Şimdi gidelim.

  - Bu çok manyakça.

  - Gitmeliyim.

  - Tamam.

  - Seni yarın ararım.

  Muhtemelen benden kaynaklanıyordur, çünkü çok stres altındayım.

  Olanlardan sonra benim stresim seni de germiş olmalı.

  Çok üzgünüm.

  Tamam.

  Unutuyordum.

  Silah arıyor.

  Bitir şunu Martin, ya sen ya o.

  Yap.

  Hadi ama!

  Tanrı aşkına!

  Yap şunu!

  Yapsana!

  Kafasını dağıt!

  Hadi Martin!

  Yap!

  - Tanrı aşkına!

  - Çekiçti, üzgünüm!

  Ne yapıyorsun yahu!

  Fotoğraf!

  - Vay canına!

  - Buldum.

  Bugün buldum.

  Uğraman çok tesadüf oldu.

  Tom'u hâlâ düşünüyorum.

  Hayatı nasıl olurdu.

  - Tom'u özlüyorum.

  - Evet, ben de.

  - Teşekkürler.

  - Sende kalabilir.

  Öyle mi?

  Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara, tamam mı?

  Sen de beni.

  Hiç böyle bir şey görmemiştim.

  Seni nasıl göremez?

  Doğru.

  Belki de haklısın.

  Belki gerçekten de aklını kaçırıyor.

  Bu hiç mantıklı değil.

  Toby, aklını kaçırıyor.

  Evet.

  Kesinlikle!

  Tamam!

  Nereye gittiğimizi bilmiyorum.

  Tamam.

  Ama bana yol göstermelisin.

  Çünkü aksi takdirde  Karımla ilk randevumu hatırlıyorum.

  Gri giymişti.

  Benim için hazırlandı.

  Benim için hazırlandığı belliydi.

  Çok güzeldi.

  Bunu anlattım mı?

  - Hayır, sanmıyorum.

  - Baleye bilet almıştı.

  - Evet.

  - Ne izlediniz?

  Adını hatırlamıyorum ama sonunda bir sahne vardı, bir kız ölüyordu.

  Adam onu tutuyordu ve bir dans ettiler.

  Gördüğüm en güzel şeydi.

  Nefesimi sahne sonuna kadar tutmuştum.

  Adının ne olduğunu   asla bilemeyeceğim.

  - Karın ne olduğunu biliyordur.

  - Karım öldü Martin.

  - Ne?

  Hayır, değil.

  Çok uzun süre hastaydı.

  Sonra birden öldü.

  Hayır.

  Bu bir hata.

  Hayır.

  Hata yok.

  Motoru çalıştır Martin.

  Martin, motoru çalıştır.

  Martin.

  Arabayı çalıştır.

  - Hayır.

  - Her şey iyi olacak.

  Arabayı çalıştır.

  - Merhaba dostum.

  - Yine sen, park etmemeni söylemiştim.

  Özür dilerim, 5 dakika burada durmak zorundayım.

  - Hayır, ilerlemelisin.

  - Lütfen.

  5 dakika ver.

  - Birini bekliyorum.

  Çok önemli.

  - Ama bu seni ilgilendirir.

  - Beni değil.

  Yürü.

  - İşini yaptığını biliyorum.

  Ama bana biraz yardımcı ol.

  5 dakika lütfen.

  Ne?

  - İşimi düzgün yapamıyorum.

  - İşini düzgün yapman gerek   biliyorum ama sadece 5 dakika sürecek, hatta 4 dakika kaldı.

  Benim işim hoşuma gitse de gitmese de ceza yazmak.

  - Biliyorum, anlıyorum.

  - Yürü.

  İşini yapmaya çalışıyorsun anladım ama senden erkek erkeğe   yardım etmeni istiyorum.

  Lütfen.

  Özür dilerim.

  İşimi yapmalıyım.

  Ceza yazacağım.

  - Mecbur değilsin.

  - Mecburum.

  - Ceza yazmak zorunda değilsin.

  - Zorundayım.

  Bu benim işim.

  İşin olduğunu biliyorum, sürekli bunu tekrarlama.

  Rica ediyorum.

  - Hayır.

  - İki dakika.

  - Çok üzgünüm.

  - Sadece bir arkadaş bekliyorum.

  Çok üzgünüm.

  Ceza yazmak zorundayım.

  - Madem üzgünsün, yapma o zaman.

  - Ceza yazmak zorundayım.

  Zorunda değilsin, makine değilsin ki.

  Ceza yazma lütfen, insanlık et.

  Senin neyin var?

  Yardım et!

  Ne oldu?

  - Bana saldırdı.

  - Ne zaman?

  - Bana korkunç şeyler yaptı.

  - Tanrım!

  Bana saldırdı.

  Kiminle konuşuyorsun?

  - Bana tecavüz etti.

  - Aman Tanrım!

  Kim?

  Aman Tanrım!

  - Bir şey yok.

  - Ne yaptın?

  Merak etme.

  Bir şey yok.

  Geçti.

  Geçti.

  Geçti.

  Artık güvendesin.

  Tamam mı?

  - Tanrım, beni kurtardın!

  - Kim olsa aynını yapardı.

  Hayır, bu doğru değil.

  Bir kahramansın.

  İyi misin?

  - Özür dilerim, karşı koyamadım.

  - Önemli değil.

  Anlıyorum.

  Atik davranmak istemem ama belki bir gün tiyatroya gidebiliriz.

  Ya da çok havalı bir barda kokteyl içebiliriz.

  Ünlü insanlarla.

  Çok çekici bir kadınsın ama ben evliyim.

  Evet, tabii ki evlisin.

  Karın çok şanslı bir kadın.

  Öyle mi dersin?

  Sana ne oldu?

  O adam çok çekici bir kıza saldırdı ben de onu korumak zorundaydım.

  Beni öptü ve çıkma teklif etti ama ona evli olduğumu söyledim.

  Tanrım!

  Ne yaptım?

  Tanrım!

  Ne yaptım?

  - Bir dakika, bu adamı tanıyorum.

  - Gerçekten mi?

  Evet.

  Uzun süre önce hapisteydik.

  Tecavüzcüydü.

  Çok aşağılık biri.

  - Doğru olanı yaptın.

  - Gerçekten mi?

  Evet, benim için bir kahramansın.

  Hadi, gidelim.

  Ortalık kalabalıklaşmadan.

  Beni öldürmeni istiyorum Martin.

  Sence bunu yapabilir misin?

  Bilmiyorum.

  - Bence uğruna yaşanacak çok şey var.

  - Uğruna yaşanacak bir şey kalmadı.

  - Ama  - Bunu beynine sok.

  Uğruna yaşanacak bir şey kalmadı.

  Beni duydun mu?

  - Evet.

  - Beni anlıyor musun?

  - Evet.

  - Sen aklı selimsin.

  Akıllısın.

  - Yapmak istemiyorum.

  - Söyle Martin, hemen şimdi.

  - Uğruna yaşanacak bir şey kalmadı.

  - Sana katılıyorum.

  Bana borçlu olduğun için bunu yapmanı istemiyorum.

  Şu andan itibaren borcunu temizlenmiş sayıyorum.

  Teşekkürler.

  Çok fazla gerçek arkadaşı olan biri değilim.

  Ama bu gece dost   olduğumuzu hissediyorum.

  - Dost olduk.

  - İyi arkadaş mıyız?

  - Evet, çok iyi arkadaşız.

  Bunu bir dost olarak yapmanı istiyorum.

  Beni öldürmeni istiyorum.

  Karımla hak ettiğimizi bulmamızı sağlamanı istiyorum.

  - Bunu benim için yapar mısın?

  - Yaparım.

  Bunu söylediğine sevindim.

  Bence bir insanın o kadar çok parası olması suç.

  - Evet.

  - Çok saçma.

  - Evet.

  - Sen iyi bir adamsın.

  - Evet.

  - Seven bir kocasın.

  - Evet.

  - Sana bunu yapması yanlış.

  - Evet.

  - Çantamda ne olduğunu sordun.

  - Evet.

  - Birçok şey demiştim.

  - Hatırladın mı?

  - Evet.

  O çantanın içinde küçük bir hediye var.

  - Nedir?

  - Yarım milyon sterlin nakit var.

  - Ne?

  - Yarım milyon sterlin nakit.

  Bütün birikimim.

  Yanımda götüremem.

  Gittiğimde kullanırsın.

  - Ne diyeceğimi bilmiyorum.

  - Umarım, bir bak.

  - Çok para değil mi?

  - Aman Tanrım!

  Tanrım!

  İnanamıyorum!

  Ciddi olamazsın!

  - Çok ciddiyim!

  - İnanılmaz bir şey.

  Yarım milyon sterlin nakit.

  - Benim olabilir mi?

  - Evet.

  Tanrım!

  Çok teşekkürler!

  - Elimden bu kadarı gelsin.

  - Çok yardımcı oldun.

  Yarın temizlikçi gelecek ve maaşını ödeyecek param yok.

  Teşekkürler.

  - Bir şey diyeceğim.

  - Evet?

  Karımın suratını kapatır mısın?

  Ölülere biraz saygı göster.

  - Kapatayım mı?

  - Biraz saygılı ol Martin.

  Tamam.

  Üzgünüm.

  Martin.

  Ben hazırım.

  Bana bir iyilik yapar mısın?

  Sonrasında dua eder misin?

  Tamam.

  - Sen bana bir iyilik yapar mısın?

  - Tabii.

  Cennete gittiğinde, arkadaşım Tom'u görürsen, benden selam söyler misin?

  Söylerim.

  Teşekkürler.

  Bebeğim.

  Neredeydin?

  Gece yarısı uyandım ve burada değildin.

  - Halletmem gereken bir iş vardı.

  - Her şey yolunda mı?

  Her şey mahvolmuştu ama düzelttim.

  Merak etme.

  Her şey iyi olacak.

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar