Print Friendly and PDF

Translate

Kızıl Tepe (2015) Crimson Peak

|

119 dk

Yönetmen:Guillermo del Toro

Senaryo:Guillermo del Toro, Matthew Robbins

Ülke:ABD, Kanada

Tür:Dram, Fantastik, Korku

Vizyon Tarihi:16 Ekim 2015 (Türkiye)

Dil:İngilizce

Müzik:Fernando Velázquez

Oyuncular

Mia Wasikowska

Jessica Chastain

Tom Hiddleston

Charlie Hunnam

Jim Beaver

Özet

Genç bir kadın, çekici bir yabancı kalbini çalınca, sonsuza dek peşini bırakmayacak sırlarla dolu, kan kırmızısı toprağa sahip bir dağın tepesindeki eve sürüklenir. Gerçek, Crimson Peak’te tutku ile karanlık; gizem ile delilik arasındaki çizgide yatmaktadır.Crimson Peak, yönetmeni Guillermo del Toro’nun hayalgücünün bir ürünü olan, Tom Hiddleston, Jessica Chastain, Mia Wasikowska ve Charlie Hunnam’ın rol aldığı doğaüstü gizem türünde bir film.

Altyazı

Hayaletler gerçek.

O kadarını biliyorum.

İlk defa hayalet gördüğümde 10 yaşımdaydım.

Annemin hayaletiydi.

Karahummadan ölmüştü.

Peder de tabutu kapattırıp bana bakmamamı söyledi.

Veda öpücüğü veremedim.

Elveda diyemedim.

Son sözlerimi söyleyemedim.

Ta ki geri döndüğü geceye kadar.

  Evladım.

  Zamanı geldiğinde   Kızıl Tepe'den uzak dur.

Aynı sesi yıllar sonra tekrar duyacaktım.

Son çare olarak yaptığı uyarının anlamını da.

Zamanın ötesinden gelen bir uyarı.

Her şeyi anladığımda ise çok geç olacaktı.

  -Alan.

  Ne zaman döndün?

  -2 hafta oluyor.

  -Eunice söylemedi mi?

  -Hayır, haberim olmadı.

  Kadın Londra'yı fethetti resmen.

  -Peki burada ne işin var?

  -Üst kata muayenehane açıyorum.

  Ben de yazılarımı basması için Ogilvie ile toplantıya geldim.

  Saat sabahın dokuzu, farkındasın değil mi?

  Biliyorum ama daha fazla bekleyemedim.

  Zaten yazının tashih edilmesi lazım.

  Vaktin olursa beni ziyarete gel.

  Onunla geçen sonbaharda Alan'ı ziyaret ettiğimiz sırada Britanya Müzesi'nde tanıştık.

  -Anne.

  -O kadar yakışıklıydı ki, inanamazsın.

  Sadece Eunice'ı tekrar görmek için ablasıyla okyanusu aştı da geldi.

  Adam iş için geldi buraya, anne.

  -Baronetmiş galiba.

  -Baronet ne ki?

  Bir çeşit aristokrat herhalde.

  Başkaları arazisinde alın teri dökerken onlardan faydalanan bir adam.

  Unvanı olan bir parazit kısaca.

  Ama bu parazit kusursuz bir çekiciliğe sahip ve harikulade dans ediyor.

  Seni pek ilgilendirmez aslında, Edith.

  Sen Jane Austen gibi kızsın.

  Evde kalmış bir kadın olarak ölmemiş miydi o?

  -Anne, lütfen.

  -Önemli değil.

  Aslında Bayan McMichael, Mary Shelley'e benzetilmeyi tercih ederim.

  Kendisi bir dul olarak vefat etti.

  Alan.

  Ah, Bayan Cushing erkencisiniz.

  Birazcık.

  Hayalet hikâyesi.

  Babanız bunun bir hayalet hikâyesi olduğundan bahsetmemişti.

  Aslında değil.

  Daha çok içinde hayalet olan bir hikâye.

  Hayalet sadece bir metafor.

  Metafor mu?

  Geçmişi temsil ediyor.

  El yazınız pek güzel.

  Güçlü bir anlatım tarzınız var.

  Bayan Cushing?

  Size bir tavsiyede bulunabilir miyim?

  Aşk hikâyesi istediğini söyledi.

  İnanabiliyor musun?

  Ogilvie eski kafalıdır.

  Kadın olduğum için öyle söylüyor.

  Herkes aşık olur yavrum.

  Hatta kadınlar bile.

  Ama sipariş üzerine aşk hikâyesi yazmak istemiyorum.

  Bu hediyeyi kutlama amaçlı vermek istiyordum ama  Ben müteahhidim.

  Bildiğim bir şey varsa o da doğru malzemenin önemi.

  Çok güzel.

  Ama baba ben aslında ofisindeki daktilo ile yazmak istiyorum.

  -Daktilo mu?

  -Hikâyemi aylık Atlantik dergisine göndereceğim.

  El yazımın çok kadınsı olduğunu fark ettim.

  Bu da beni ele veriyor.

  Ona ne şüphe.

Sen de takdir edersin ki, çevresindeki işleme saatin tasarımına uymuyor.

  Bütün günümü alacak ama sence de daha güzel olmadı mı?

  Günaydın, hanımefendi.

  Böldüğüm için kusura bakmayın.

  Bay Carter Everett Cushing.

  ile randevum vardı.

  -Kendisi gibi büyük bir adamla hem de.

  -Maalesef öyle.

  Sör Thomas Sharpe.

  Baronet.

  Birazdan burada olur.

  Teşekkür ederim.

  Geç kalmadınız ya?

  Geç kalanları hiç sevmez.

  Hiç de değil.

  Aslına bakarsanız erken bile geldim.

  Maalesef erken gelenleri de sevmez.

  Merakımı bağışlayın ama bu bir romanın parçası mı?

  Evet.

  -Kimin için daktilo ediyorsunuz?

  -Yarın Atlantik dergisine gönderilecek.

  Kim yazdıysa oldukça güzel olmuş.

  -Gerçekten mi?

  -Benim kesinlikle dikkatimi çekti.

  Ben yazdım.

  Hikâye bana ait.

  Hayaletler?

  -Hayalet sadece bir metafor  -Ben etkilendim.

  Benim geldiğim yerde hayaletler hafife alınmaz.

  Sör Thomas Sharpe.

  Nezih şehrimize hoş geldiniz.

  Benim için zevkti, efendim.

  Kızım Edith ile tanışmıştınız herhalde.

  Sharpe Kil Madeni 1796'dan beri en saf kırmızı kilin çıkarıldığı yer.

  Sıvı haldeyken cevher olarak çok zengin ve işlenebilir durumdadır.

  Öyle ki en güçlü kiremit ve tuğlaları üretebilirsiniz.

  Geçen 20 yıldaki aşırı madencilik eski madenlerimizin çökmesine neden oldu.

  Bu kendi tasarımım olan bir kil çıkarma makinesi.

  Derine doğru kazarken aynı zamanda kili yukarı çıkarıyor.

  Bu makinenin kil madenciliğinde devrim yaratacağından hiç şüphem yok.

  Kapatın lütfen.

  Her yönüyle test ettiniz mi?

  -Hayır, efendim ama para bulabilirsek  -Yani elinizde bir oyuncak   ve birkaç süslü laftan başka bir şey yok.

  Bay Cushing  Daha önce Londra, Edinburgh ve Milan'da   para bulma konusunda başarısız olmuşsunuz.

  -Evet, doğru efendim.

  -Şimdi de buradasınız.

  Yine doğru efendim.

  Bu masadaki herkes alın teri harcayarak buralara geldi.

  Birimiz hariç tabii.

  Bay Ferguson avukattır.

  Ama adam ne yapsın.

  Ben çelik işçisi olarak başladım.

  Binalara sahip olmadan önce onları inşa ettim.

  Ellerim.

  Dokunun.

  Serttir.

  Kim olduğumu yansıtır.

  Ama sizin elinizi sıktığımda bayım 

Şimdiye kadar dokunduğum en yumuşak ellere sahipsiniz.

  Amerika'da biz emeğe bakarız, imtiyazlara değil.

  Bu ülkeyi de öyle kurduk.

  Size elimde ne varsa onunla geldim, efendim.

  Bir isim, bir parça arazi ve onu işleyecek irade ile.

  Tek istediğim naçizane zamanınızdan biraz ayırıp   sizin gibi düzgün bir beyefendiye irademin   en az sizinki kadar güçlü olduğunu kanıtlama şansını bana vermeniz.

  Bana korse lazım.

  Hayır.

  Gayet yakışıklı görünüyorsun.

  -Öyle mi?

  -Evet, delikanlı.

  Keşke fikrini değiştirip benimle gelsen.

  Bayan McMichael çok uğraştı.

  Süslü Lordumuz da gelecekmiş.

  Thomas Sharpe mı demek istedin?

  Sör Thomas Sharpe.

  Baronet.

  Genç Eunice'e ilgisi varmış anlaşılan.

  Bizi gözetlediğini gördüm kızım.

  Nasıl rezil bir teklif yaptı da bu kadar sert cevap verdin adama?

  Sorun teklifinde değildi, kendisindeydi.

  Pek hoşlanmadığım bir yanı var.

  Ne olduğunu ben de bilmiyorum.

  Bilmemek de hoşuma gitmiyor.

  Benim gördüğüm yenilgiye uğramış bir hayalperestti.

  Takımını gördün mü?

  Terziliği çok güzeldi ama en az on yıllıktı.

  Anlaşılan adamı benden daha iyi gözlemlemişsin.

  Ayakkabıları el yapımıydı ama çok giyilmekten aşınmıştı.

  Dr.  McMichael geldi herhalde Motorlu arabasıyla beni almaya gelecekti.

  Gel hem arabasını görürsün hem de bir merhaba dersin.

  Yeni muayenehane açıyormuş.

  Sana da ezelden beri ilgisi var.

  Farkındayım, baba.

  -İyi akşamlar, Mary.

  -İyi akşamlar.

  İyi akşamlar, Bay Cushing.

  -Alan.

  -Merhaba, Edith.

  Bu ne şıklık, Alan.

  Bulup buluşturdum işte.

  Sence de Edith'in bu akşam balonun en güzel kızı olmaz mıydı, Allan?

  Hatırladığım kadarıyla Edith böyle sosyal hovardalıklardan pek haz etmez.

  Siz delikanlılar partinin tadını çıkarın.

  Dikkat et fazla içmesin.

  Gelmiyor yani.

  Keçi gibi inatçıdır.

  -Kime çekmiş acaba?

  -Şikâyetçi değilim.

  O huyunu seviyorum.

  Allerdale Malikânesi Bir şey mi unuttun baba?

  Ne var?

  Ne istiyorsun?

  Kızıl Tepe'den uzak dur.

  Affedersiniz, hanımım.

  İyi misiniz?

  -Ne oldu?

  -Kalkmama yardım eder misin.

  Sör Thomas Sharpe kapıda.

  -Thomas Sharpe mı?

  -İçeri girmek için çok ısrar etti.

  Söz konusu bile olamaz, Eli.

  Lütfen gitmesini söyler misin.

  Denedim.

  Sizinle konuşmak istiyor.

  Bayan Cushing iyi misiniz?

  Solgun görünüyorsunuz.

  Maalesef pekiyi hissetmiyorum, Sör Thomas.

  -Babam evde değil.

  -Biliyorum.

  Yağmur altında gitmesini bekledim.

  McMichaeller'in evindeki davete gittiğini biliyorum.

  Ben de oraya gidiyorum aslında.

  Ama orası Bidwell Parkway'de.

  Burası Masten Park.

  Çok uzaktasınız.

  Gerçekten öyleyim ve yardımınıza ihtiyacım var.

  Hangi konuda?

  Dil konusunda tabii ki.

  Açıkça gördüğünüz gibi hiç Amerikanca konuşamıyorum.

  Neden burada kalmak istiyorsunuz?

  Hem de tek başınıza.

  Allan.

  Bu Sör Thomas Sharpe.

  Sör Thomas, bu da Dr.

  Alan McMichael.

  Hastalanırsanız daha iyisin bulamazsınız.

  Annem ve kız kardeşimden hakkınızda çok şey duydum.

  Ama unvanınızı pek anlayamadığımı itiraf etmeliyim.

  -Baronet.

  -Edith bana açıklamaya çalıştı biraz.

  Bu Leydi Lucille Sharpe.

  Ablam.

  Tanıştığımıza çok memnun oldum, Bayan Cushing.

  Kardeşimi biraz alıkoymuşsunuz galiba.

  Şžimdi tam sırası.

  Zavallı Eunice çaresizlikten ne yapacağını şaşırdı.

  Amerika'da hiçbir centilmenin senin gibi Avrupa valsı yapamadığını söylüyor.

  Gelin benimle.

  -İlginç bir gelişme değil mi sence de?

  -Öyle.

  Bayanlar baylar, lütfen biraz yer açalım.

  Baronet bize bir vals gösterisi sunacak.

  Avrupa stili.

  Bayan McMichael.

  Özür dilemek istiyorum.

  -Edith.

  Seni beklemiyorduk.

  -Biliyorum.

  -Benim gibi birinin burada yeri  -Dert etme evladım.

  Herkesin bir yeri vardır.

  Seninkini de bulacağımdan emin olabilirsin.

  Vals çok karmaşık bir dans değildir.

  Hanım, beyefendinin solunda durur.

  Her şey altı temel adımdan ibarettir.

  Ama valsı en iyi şekilde icra etmenin yolu   hızında, zerafetinde ve akıcılığında gizlidir.

  Dansı yöneten kişinin elindeki mumun alevi sönmemelidir.

  Bu da kusursuz bir eş gerektirir.

  Benim eşim olur musunuz?

  Sanmıyorum.

  Teşekkürler ama  -Eminim Eunice çok sevinecektir.

  -Öyledir herhalde ama ben size soruyorum.

  Bunu neden yapıyoruz?

  Rahatsız olduğum zamanlarda hep gözlerimi kaparım.

  Her şeyi daha kolay hale getirir.

  Gözlerimi kapamak istemiyorum.

  Açık tutmak istiyorum.

  -Bay Holley.

  -Bay Cushing.

  Sabaha ilk iş kulübü açın.

  -Benden başka kimse olmayacak.

  -Güne harika bir başlangıç, efendim.

  Şžu genç adam ve ablasını benim için araştırmanı istiyorum.

  Onlarla ilgili bazı şüphelerim var.

  En kısa sürede sonuçlansın istiyorum.

Damlayı düzenli kullanmıyorsunuz.

  Edith.

  Gelsene.

  Düzgün kullanmanız konusunda ısrar edeceğim.

  Bunu eczacıya verin ve aynen hazırlamasını isteyin.

  Aynı dozda almaya devam edin.

  Göz Hastalıkları.

  Optik Sinir Morfolojisi.

  Optik Kırılma Prensipleri.

  Ve Arthur Connan Doyle.

  Dedektifliğe meraklıyız bakıyorum.

  Pek sayılmaz.

  Ama kendisi de benim gibi göz doktoru.

  Gel.

  Sana göstereceğim şeyi seveceğini düşünüyorum.

  O tarz fotoğrafların sahtesini yapmak çok kolay   ama işin içine cam levha girince imkânsız hale geliyor.

  Bunları Londra'da buldum.

  Hakikiler.

  Resim, gümüş tuz katmanı kullanılarak çekilmiş.

  Çıplak gözle görülemiyor.

  Buna gizli resim deniyor.

  Benim fikrime göre bazı yapılar ve evler   topraktaki çeşitli kimyasal birleşimler veya taşlardaki mineraller   bazı izleri ya da artık yaşamayan birinin görüntüsünü saklayabiliyor.

  Ama herkes göremiyor.

  Az önce çıkan adam diğer hastalıkları dışında bir de renk körü.

  Yani yeşil ve kırmızıyı idrak edemiyor.

  Varlıklarını çevresindeki herkes öyle kabul ettiği için ediyor.

  Belki de bazı şeyleri zamanı geldiğinde fark ediyoruzdur.

  Böyle ilgi alanların olduğundan hiç bahsetmemiştin, Allan.

  Hiç fırsat vermedin ki.

  Sharpe'lara olan hayranlığını anlıyorum, Edith.

  Ama senden tek istediğim kendi iyiliğin için çok dikkatli olman.

  Uzun süre buralarda değildin.

  Bir şekilde başımın çaresine baktım.

  Hayır, Edith.

  Okudukça güzelleşiyor resmen.

  Aşk hikâyesinin yeni ya da eski olmasını da dert etmem.

  -Daha sadece iki bölüm yazdım.

  -Ama ben beğendim.

  -Okuyunca haber ver.

  -Hemen bitiriyorum.

  Kelebek mi o?

  Hayır.

  -Ama yakında olacak.

  -Bunları görmemiştim.

  Ölüyorlar.

  Vücut ısılarını güneşten alıyorlar güneş gidince de ölüyorlar.

  -Çok üzücü.

  -Üzücü değil, Edith.

  Doğa bu.

  Canlıların sürekli öldüğü   ayaklarımızın dibinde birbirini yediği vahşi bir dünya burası.

  Konuya o kadar da basit yaklaşmamak lazım.

  Güzel şeyler kırılgandır.

  Bizim orada sadece siyah güveler vardır.

  Müthiş yaratıklardır ama böyle güzel değiller.

  Karanlık ve soğuk ortamı severler.

  Neyle beslenirler?

  Kelebeklerle maalesef.

  Emin misin?

  Bence yanlış seçim.

  Çok genç hatta daha çocuk, Thomas.

  Anlattım sana, Lucille.

  Yüzüğe ihtiyacım olacak.

  Yüzük benim.

  Benim hakkım.

  Sonra geri isterim.

  O zaman dua et de başarılı olayım.

  Bu satmak zorunda kaldığımız son şey olacak.

  Yüzüğü satmıyorsun.

  Onunla bir şey satın alıyoruz.

  -Bir gelişme mi var, Bay Holley?

  -Bay Cushing  Felaket tellallığı yapmayı sevmem   ama haber kötüyse kendim iletmeyi yeğlerim.

  Burada açmayın.

  Şimdi tam sırası.

  -Edith, konuşabilir miyiz?

  -Biraz sonra.

  Önce babamı çağırayım.

  Baba, herkes seni bekliyor.

  Hemen geliyorum.

  Bayan Cushing.

  Edith, bunu senden istemeye hakkım yok ama  Sör Thomas.

  Sizinle odamda görüşebilir miyiz lütfen?

  Siz ve ablanızla; tabii onu da çağırma nezaketini gösterirseniz.

  Misafirlerimize birazdan onlara katılacağımızı iletiver kızım.

  Leydi Lucille de geldiğine göre

 Sizinle ilk tanıştığımızda, Sör Thomas   sizden pek de hoşlanmadığımı fark etmişsinizdir.

  Bunu gayet açık belli etmiştiniz beyefendi ama zamanla  Buradaki zamanınız doldu, Sör Thomas.

  Açık konuşur musunuz, Bay Cushing?

  Açık konuşacağım, küçük hanım.

  Hatta o kadar açık ki hiç hoşunuza gitmeyecek.

  Son birkaç gündür kardeşiniz kızımın yanına o kadar çok sokuldu ki   iş ile zevki birbirine karıştırdı.

  Hem de benim biricik kızıma.

  Diyecek sözüm yok efendim ama işin aslı 

Ona aşık mı oldunuz yoksa?

  Bunu mu demeye çalışıyorsunuz?

  Rolünüzü iyi oynadınız.

  Geçen gün kızım sizi niye sevmediğimi sordu.

  O sırada verecek bir cevabım yoktu açıkçası.

  Ama artık var.

  Elinizdeki o belge benim cevabım.

  Bu sizden şimdiye kadar gördüğüm en dürüst tepki.

  -Kızınız biliyor mu?

  -Hayır.

  Ama sizi buradan gönderecekse ona söyleyeceğim.

  -İnanması zor ama  -Ona aşık oldunuz.

  Biliyorum.

  Kendinizi tekrar ediyorsunuz.

  Aklı başında birine benziyorsunuz, hanımefendi.

  Haddinden fazla bir meblağ, farkındayım ama çeki istiyorsanız iki şartım olacak.

  Sabah New York'a kalkan bir tren var.

  Kardeşinizle birlikte o trene binseniz iyi edersiziniz.

  -Anlaştık mı?

  -Anlıyoruz.

  -Peki ikinci şart nedir?

  -O kızımla ilgili.

  Bu gece  Acımasızca kızımın kalbini kıracaksın.

  Beyler, bayanlar.

  Beklenmedik bir duyurumuz var.

  Teşekkürler, Bay Cushing.

  Bayanlar, baylar   Amerika'ya ilk geldiğimde kalbim   macera hissiyle yerinden fırlayacak gibiydi.

  Burada gelecek adına yapacaklarım bir anlam kazanacak gibi geliyordu.

  Hepiniz bana sıcak ve arkadaşça davrandınız.

  Ama şimdilik elveda.

  Tekrar görüşmek dileğiyle.

  Belki farklı bir ortamda.

  Kış yaklaşırken ablamla İngiltere'ye doğru yola çıkacağız.

  Ebedi dostluğa.

  Ebedi dostluğa!

  İzninizle.

  Affedersiniz.

  -Edith.

  -Bizi bırakıyorsunuz.

  Bay Turner bize yatırım yapmayı kabul etti.

  Beni Amerika'da tutan bir şey de yok.

  Anlıyorum.

  Romanınız.

  Yeni bölümü de okudum, sabah biriyle gönderirim.

  -Çok naziksiniz.

  Teşekkür ederim.

  -Düşüncelerimi merak ediyor musunuz?

  Söyleyecekseniz eğer 

Duygu çorbası olmuş resmen.

  O ciddiyetle anlattığın aşk acısında   çekilen ıstırapta, kayıpta hiç yaşanmışlık yok.

  Belli ki bu konudaki bilgin okuduklarından ibaret.

  -Yeter!

  -Israrla aşkın verdiği acıyı   anlatmaya çalışıyorsun ama bu konuda en ufak fikrin yok.

  Daha bitirmedim!

  Hayalini kurduğun şey ne?

  Nazik bir adam?

  Kurtarılmayı bekleyen saf bir ruh mu?

  Besleyebileceğin bir kuş mu?

  Şefkat mi?

  Aşkta şefkate yer yoktur, Edith.

  Sana hayalet hikâyelerine dönmeni tavsiye ederim.

  İnsan kalbi, aşk ve bunların getirdiği acı hakkında çok az şey bilmiyorsun.

  Şımarık bir çocuktan başka bir şey değilsin.

  -Su bugün nasılsın Benton?

  -Bayağı sıcak.

  Tam sevdiğiniz gibi efendim.

  Pek güzel.

  Zahmet olmazsa bana yumurta ve salam söyler misin?

  Sıcaksa önden kahve alayım.

  -Biraz da şarap.

  -Derhal efendim.

  -Times da getireyim mi?

  -Zahmet olmazsa.

  -Hanımım.

  -Ne var, Annie?

  Sör Thomas Sharpe sabah yazınızı getirdi.

  Ama sizi erken uyandırmak istemedim.

  Sorun değil, Annie.

  Teşekkürler.

  Oraya bırakıver.

  Mektubu da mı?

  Evet, mektubu da.

Sevgili Edith.

  Sen bunu okurken ben gitmiş olacağım.

Baban, mevcut ekonomik durumumun seni geçindirmeye yetmeyeceğini biliyordu.

  Ben de katılıyorum.

  Annie!

Ayrıca suçu üzerime alarak  Paltomu getir!

 benden kalbini kırmamı istedi.

  Bunu da kabul ettim.

Şuana kadar iki görevi de yerine getirmiş buluyorum.

Ama şunu bilmeni isterim ki rızasını almak dışında bir isteğimin olmadığını babana kanıtlayabileceğim zaman ancak ve ancak o zaman senin için geri döneceğim.

Sonsuza kadar seninim.

  Thomas.

  -Thomas ve Lucille Sharpe.

  -Oda 107-108

Ama  Durun!

  Bekleyin!

  Hanımefendi!

  Trene yetişmek için bu sabah çıkış yaptılar, hanımefendi.

  İyi misiniz, hanımefendi?

  Edith.

  Lucille gitti.

  Baban gitmem için bana rüşvet verdi.

  Seni bırakıp gidemedim, Edith.

  Günün en münasebetsiz zamanlarında   seni düşünür buluyorum kendimi.

  Sanki bir ip bağlamış birbirine kalplerimizi.

  Mesafeler ve zaman koparırsa o ipi 

Korkarım ki kalbim durur, ölüveririm  Ve sen  -Sen de unutursun beni.

  -Asla.

  Seni asla unutamam.

  Cenazeyi teşhis etmen gerekiyor maalesef, Edith.

  Tek yolu bu.

  Durun!

  Duyar duymaz geldim.

  Edith, sakın bakma.

  -Ben teşhis edebilirim.

  -Bu mümkün değil.

  -Doktoru olduğumu biliyorsunuz, Bay Ferguson.

  -Ben de avukatıydım, Dr.  McMichael.

  Formalite icabı değil bu kanuni bir durum maalesef.

  -Nasıl olmuş?

  -Yalnız başınaymış.

  Zemin ıslakmış.

  Kimse bir şey bilmiyor.

  Bakabilir miyim?

  Çevirmeme yardım edin.

  Dokunmayın öyle.

  Durun!

  Dokunmayın öyle ona.

  Babam o benim.

  Affedersin.

  Ben  Haftaya 60 yaşına girecek.

  Yaşını göstermekten çok korkuyor zaten.

  O yüzden çok şık giyinir.

  Uzun yürüyüşlere çıkmasının sebebi de bu.

  Elleri üşümüş.

  Burası neden bu kadar soğuk?

  Buradayım, aşkım.

  Yanındayım.

  Küçük Sharpe Bey gelmiş.

  -Merhaba, Finlay.

  Nasılsın bakalım?

  -Hiç daha iyi olmamıştım.

  Sör Thomas.

  -Bu benim eşim Finlay.

  -Biliyorum, Lordum.

  Biliyorum.

  Bir süredir evlisiniz zaten.

  Bir süredir mi?

  Ne diyor bu?

  Ben de bilmiyorum.

  -Ailesi asırladır bizim yanımızda çalışır.

  -Bu da kim?

  Köpeğin olduğundan bahsetmemiştin.

  -Tasması da var.

  Kaybolmuş herhalde.

  -Mümkün değil.

  En yakın ev millerce uzakta.

  Kasaba da yardım gün mesafede.

  Zavallıcık.

  Açlıktan ölmüş bu.

  -Bizim olsun mu?

  -Nasıl istersen.

  İzninizle hanımefendi.

Siz leydinin eşyalarını alın.

Ben diğerlerini alırım.

İşiniz bitince de atları besleyin.

  Tanrım.

  Kaç oda var burada?

  Bilmem.

  Saymak ister misin?

  Ne düşünüyorsun?

  -İş görür mü?

  -Görür.

  İçerisi dışarıdan daha soğuk gerçi.

  Biliyorum.

  Berbat bir durum.

  Elimizden geldiği kadar iyi bakmaya çalıştık.

  Ama yağmur ve soğuk yüzünden rutubeti ve aşınmayı önlemek imkânsız.

  Altımızdaki madenler yüzünden de tahtalar çürüyor ve ev batıyor maalesef.

  -Yukarı mı çıkarayım, efendim?

  -Evet, lütfen.

  Bu giyinme odasına gidecek.

  Göstereyim.

  Sadece Lucille ile ikiniz nasıl elinizde tuttunuz bu evi?

  Aileden kaldı diyelim.

  Vazgeçmemiz de mümkün değil.

  Bir şekilde idare ettik işte.

  Çalışma odan tavan arasında.

  Sana göstermek için sabırsızlanıyorum.

Çantalarımı odama çıkarır mısın, zahmet olmazsa Finlay.

Ben de hemen geliyorum.

  Lucille?

Bu perdeler çok uzun süredir kapalı.

Onu buraya getirir misin?

  Nereden buldun bunu?

  Asansörde bir kadın gördüm, Thomas.

  -Kadın mı?

  Lucille'yi mi görmüş olmayasın?

  -Hayır, Lucille değildi.

  Gölgedir muhtemelen.

  Bu tertibatın kendi aklı var resmen.

  Kablolar evdeki rutubetten etkileniyor.

  Kil çukurlarına bağlanıyor burası.

  Sen de sakın aşağı ineyim deme.

  Ne işi var bunun burada?

  -Lucille.

  -Thomas.

  -Hoş geldin, Edith.

  -Teşekkür ederim.

  Ben de postanedeydim.

  Birmingham'dan makine parçaların geldi.

  -Finlay'e söyle kaldırsın.

  -Harika.

  Bir sıkıntın mı var, Edith?

  -Bir şey korkuttu beni.

  -Gölge.

  Bu evi gölgeler, iniltiler, çatırtılar mesken edinmiştir.

  O sınırsız hayal gücüne ket vurmanı tavsiye ederim.

  Düzgün bir hoş geldinizi tercih ederim.

  Bundan böyle bu evde sadece dostluk, sevgi ve sıcaklık görmek istiyorum.

  Sıcaklık çok güzel bir başlangıç olur.

  Karın buz gibi, Thomas.

  Elbette.

  Bağışla beni.

  Hemen yukarı çıkıp şömineyi yakalım.

  Ben de sıcak bir banyo yapayım.

  Başta kil yüzünden kırmızı su akar ama kısa sürede normale döner.

  Lucille, müstait olunca evin anahtarlarından bana da verir misin?

  Gerek yok.

  Anlayamadım?

  Evin bazı bölümleri güvenli değil.

  Alışmak birkaç gününü alır.

  Ondan sonra hâlâ ihtiyacın olursa anahtarların birer kopyasını yaptırırım.

Hadi gel, Edith.

  Yukarı çıkarayım seni.

  Köpek öldü demiştin.

  Tek başına dışarı bırakmıştım.

  Soğukta donar sandım.

  O kadar zaman nasıl hayatta kaldı hayret.

  Kırıntıları yedi herhalde.

  -Aynen bizim gibi.

  -Dert etme.

  Artık yemek zorunda değiliz.

  -Öyle mi dersin?

  Parası gelmedi ama.

  -Henüz.

  -Bana güven.

  -Onu seçtin.

  Neden?

  Hazır mısın?

  Git, getir.

  Gel.

  Elime ver.

  Hadi.

  Ver bana.

  Aferin.

  Hadi.

  Getir.

  Hey.

  Topun nerede bakayım?

  Kayıp mı ettin yoksa?

  Nereye gitti topun?

  Nerede top?

  Bu sana iyi gelir.

  -Nedir bu?

  -Frenk üzümü.

  Sana çok iyi gelir.

  Beğenmedin.

  Biraz acı bir tadı var.

  Maalesef bu topraklarda güzel bir şey yetişmiyor.

  Acıya katlanman gerekiyor.

  Yenemeyecek düzeye kadar.

  O ses neydi?

  Doğudan esen rüzgâr.

  Estiğinde bacalar vakum oluşturur, pencereler çarpar ve   ev de nefes alır.

  İnsanın içini ürpertiyor, farkındayım.

  Neyse, gel buraya.

  Ben banyo yapacağım.

  Olur da uykuya dalarsan seni uyandırmam.

  Kaldırırız gözlerimizi tepelere doğru.

  Kusura bakma.

  Böldüm seni.

  Bu çaldığın ne?

  Eski bir ninni.

  Çocukken Thomas'a söylerdim.

  İkinizi burada çocukken hayal edebiliyorum.

  Sen müzik çalıyorsun, Thomas da çılgın bir icatla çıkageliyor.

  Çocukken buraya girmemiz yasaktı.

  Tavan arasındaki çocuk odasından dışarı çıkamazdık.

  Annem bazen piyano çalardı.

  Zeminden onu dinlerdik.

  Ülkeye döndüğünü de öyle anlardık.

  Anne.

  Biraz şey görünüyor sanki  Korkunç mu?

  Evet.

  Harika bir tasvir.

  Bizi oradan izlediğini düşünmeyi tercih ediyorum.

  Yaptığımız hiçbir şeyi kaçırmasın istiyorum.

  -Kitapların hepsi senin mi?

  -Çoğunu annem almış.

  Kenar resimlerini hiç duydun mu?

  Hayır.

  Kitap sayfalarının kenarında gizli resimler vardır.

  O kadar iyi gizlenmişlerdir ki sayfaları bükmeden göremezsin.

  Her şeyde bir sır var işte.

  Thomas ile evlendiğinize göre böyle şeylere fazla şaşırmazsın artık.

  Yasıma çok saygı gösteriyor.

  Henüz bir şey olmadı.

  Ayrı odalarda seyahat ettik.

  Düşünceli davranmış.

  Zamanla her şey yoluna girer.

  Her şeyin bu kadar kısa sürede tasfiye edilmesi çok yazık.

  Sence de çok çabuk olmuyor mu?

  Öyle istiyorlar herhalde.

Bu kasaların gönderilmesi gerekiyor.

Faturasını al, sonra bana getir.

  "Thomas Sharpe.

  Baronet.

 " -Çalışma odamı beğendin mi?

  -Çok güzel.

  Hepsini sen mi yaptın?

  Eskiden Lucille'ye oyuncak yapardım.

  Mutlu olsun diye böyle küçük biblolar filan.

  Tavan arasında hep yalnız başınıza mıydınız?

  Babam çok seyahat ederdi.

  Ailemin serveti kendi kendine harcanmadı.

  Babam çok çaba sarf etti.

  Çok güzelmiş.

  Çok farklısın.

  Kimden?

  Herkesten.

  Ne oldu?

  Bir ses duydum galiba.

  Buradasınızdır diye düşündük.

  Koridorda gezinirken buldum onu da.

  -Çay yaptım.

  -Çok naziksin.

  Lafı bile olmaz.

  Bize de arkadaş lazım zaten.

  Thomas?

  Ben almayayım.

  Sağ ol.

  Çayını iç.

  İçini ısıtır.

  Thomas?

  Thomas?

  Nasıl girdin oraya şapşal köpek?

  Balmumundan silindir ses kayıtları.

  Dur, bekle.

  Enola.

  -Sabit tut.

  -Emredersiniz, efendim.

  -Daha çok kömür lazım, Finlay.

  -Tamam.

  Thomas!

  Thomas.

  Konuşmamız gerekiyor.

  Müstait değilim.

  Lucille içeride.

  Sana evi göstersin.

  Lucille ile değil seninle konuşmak istiyorum.

  Peki.

  Sorun nedir?

  Bu evde kimse öldü mü?

  Edith, ev yüzlerce yıl yaşında.

  Bir sürü kişi ölmüştür herhalde.

  Şiddet içeren ölümler oldu mu diye soruyorum.

  -Bay Sharpe?

  -Şimdi hiç sırası değil.

  Tekrar dene, Finlay.

  İşte oldu.

  Yakında iyileşir.

  Ellerim giderek sertleşiyor.

  Tam babanın istediği gibi.

  Makinem hiç düzgün çalışmayacak.

  Hem de hiç.

  Kendimi kandırıp duruyorum.

  Seni neden buraya getirdim ki?

  Kiminle evlendin sen?

  Başarısız bir adamla.

  Öyle söyleme.

  Senden başka kimsem yok.

  İşçiler karanlık çökünce gidecek.

  Kara karşı yarışıyoruz.

  Yakında hiç aşama kaydedemeyecek duruma geleceğiz.

  O zaman buraya neden Kızıl Tepe dediklerini anlarsın.

  Ne dedin sen?

  Kızıl Tepe.

  Buraya öyle derler.

  Topraktaki kırmızı kil yerden çıkar ve kara bulanır.

  Parlak kırmızı bir görüntü oluşturur.

  "Kızıl Tepe" yani.

  Beni görmek istemişsin.

  Belki de hayırlısı oldu.

  Edith de aradığı mutluluğu buldu.

  Sence de öyle değil mi?

  Bilemem.

  Hiç haber alamadım.

  Ben aldım.

  Tüm parasının İngiltere'ye gönderilmesini istedi.

  Her şeyini o kil makinesine yatıracakmış galiba.

  Denileni yapmaktan başka çarem yok.

  Bu işte bir iş var, Ferguson.

  Yani Cushing'in ölümünde.

  Başına aldığı yara normal değil.

  Son çek Sör Thomas Sharpe adına kesilmiş.

  Mazur gör ama  Cushing ölmeden önce, New York'lu birini tutmuş.

  Adı Holly mi ne?

  Gizli saklı işleri araştıran bir adam.

  Holly ismi geçince durup düşünmeden edemiyor insan.

  Thomas?

  Buradaysan bir işaret ver.

  Elime dokun.

Terk et burayı.

  Thomas!

  Thomas!

Edith.

Kanı senin ellerinde olacak.

  - Edith!

  - Thomas!

  -Thomas, çabuk gel!

  -Ne oluyor, Edith?

  Koridorda bir kadın var.

  Gözleri nefret doluydu.

  Ve ne söylediğinin farkındaydı.

  Kim olduğumu biliyordu.

  Buradan gitmemi istedi.

  Saçmalama, hayatım.

  Hiçbir yere gitmiyorsun.

  Kâbus gördün sadece.

  -Uykunda geziyordun.

  -Hayır!

  -Burada kalırsam aklımı yitireceğim.

  -Hayal görüyorsun, hayatım.

  Neden yarın dışarı çıkmıyoruz?

  Postaneye gideriz mesela.

  Temiz hava sana iyi gelir.

  Hayır.

  Burada gitmeliyim.

  Uzaklaşmalıyım.

  Artık senin evin burası, Edith.

  Gidecek başka yerin yok.

  Ne yapıyor bu kız?

  Annemi nereden biliyor?

  Hiçbir fikrim yok.

  Tek kelime etmedim.

  Ne yapmaya çalışıyor?

  Bilmiyorum.

  Çok korkmuş belli ki.

  Yarın.

  Makine parçaları almak için depoya gideceğim.

  Onu da yanımda götürürüm.

  Biraz temiz hava alsın kız.

  Peki.

  Götür onu buradan.

  Kâğıtları imzaladıktan sonra bu işin bitmesini istiyorum.

  Bu Glasgow'da yaptırdığım vana kontrol cihazı.

  İşleri değiştirebilir.

  İyi şeyler düşün, Edith.

  Bu alet işe yararsa Sharpe madenleri tekrar açılabilir.

  Ah, harika.

  Teşekkürler.

  Siz Leydi Sharpe olmalısınız.

  Kusura bakmayın.

  Size birkaç mektup vardı da.

  İki tanesi hukuk müşavirinizden taahhütlü gelmiş.

  Bir diğeri de ta Milan, İtalya'dan.

  -İtalya'da hiç tanıdığım yok ki.

  -Demek ki varmış, hanımefendi.

  Edith.

  Fırtına yaklaşıyor.

  Biraz çıkmak zorundayız.

  Yoksa eve varamayız.

  Geceyi geçirmek isterseniz aşağıda odamız var, Sör Thomas.

  Neden olmasın?

  -Adreslerinin bu olduğuna emin misiniz?

  -Thomas ve Lucille Sharpe değil mi?

  -Evet.

  Cumberland, İngiltere, efendim.

  -Teşekkür ederim.

  Dr.

  McMichael.

  -Bay Holly.

  -Hizmetinizdeyim, efendim.

  Belgenin kopyasını getirdiniz mi?

  Gazete kupürlerini toplamak biraz zaman aldı.

  Oldukça menfur şeyler.

  Yok yazık oldu.

  Bay Cushing'e sadece kişisel bilgileri verebilmiştim.

  Ama o bile Sör Thomas ve Bayan Cushing'in arasında   ileri bir ilişkiyi önlemesi için yeterli olmuştu.

  Evlenmelerini engellemek gibi.

  Neden?

  Çünkü gördüğünüz üzere Sör Thomas zaten evli.

  Şu Cavendish denen adam.

  Kahramanın.

  Karanlık bir tarafı var.

  Sevim donu.

  Sonun da başarabiliyor mu bari?

  -Tamamen ona kalmış.

  -Nasıl yani?

  Karakterler seninle konuşur.

  Değişirler.

  Seçim yaparlar.

  -Seçim mi?

  -Neye dönüşecekleri hakkında.

  Oda biraz loş gibi geldi bana.

  -En azından sıcak.

  -Burayı daha çok sevdim.

  Neyden daha çok?

  Evden.

  Neden oradan ayrılmıyoruz?

  Tek sahip olduğumuz o ev.

  Her şeyimi arkada bıraktım.

  Sahip olduğum her şeyi.

  -İstediğin her yerde yaşabiliriz.

  -Her yerde mi?

  -Londra.

  -Londra mı?

  -Paris.

  -Paris çok güzeldir.

  Milan.

  Hiç İtalya'ya gittin mi?

  Bir kere gitmiştim.

  Geçmiş, Thomas.

  Sürekli geçmişe bakıyorsun.

  Beni orada bulamazsın.

  Ben buradayım.

  Ben de.

Finlay, kontrol aletini atölyeye taşımama yardım et.

  Lucille?

  Biz geldik, Lucille.

  Kahvaltı hazırlıyordum.

  Yanıyordu.

  Kaldırdım.

  Neredeydiniz?

  Karda mahsur kaldık.

  Dün gece gelmediniz.

  Geceyi depoda geçirdik.

  Orada mı yattınız?

  Ne var bunda?

  O benim kocam.

  Sana bunlar oyun gibi geliyor değil mi?

  Aklımı oynatacaktım!

  Sen neden bahsediyorsun?

  İkiniz fırtınada.

  Yalnız başınıza.

  Kaza geçirmediğinizi nereden bilecektim.

  Yalnız başıma kaldım.

  Yalnız kalamam ben.

  Amerika'dan mı gelmiş bunlar?

  Kendimi iyi hissetmiyorum.

  Sana çay yapayım.

  Bu korkunç ses.

  Ev dibe battıkça daha da korkunç hale bürünüyor.

  Bir şeyler yapmamız lazım.

Sevgili Edith.

Babanın servetinin ilk kısmının transferinin tamamlandığını bildirmek isterim.

Kalan meblağın transferi için gerekli belgeleri imzalaman gerekiyor.

Sonsuz saygılarımla.

  William Ferguson Enola.

  -Çalışıyor, Finlay.

  -Aynen, efendim.

  Gramofon.

  Milan.

  Edinburgh.

Daha önce Londra, Edinburgh ve Milan'da   para bulma konusunda başarısız olmuşsunuz.

  Şimdi de buradasınız.

  Ne kadar güzel değil mi?

  Bir saattir kusursuz şekilde çalışıyor.

  Başardık.

  Başardık, Lucille.

  Edith'in de görmesi için sabırsızlanıyorum.

  Edith mi?

  -Yanında hep ben vardım.

  -Evet, tabii sen vardın.

  -İkimiz yaptık.

  -Leydi Sharpe?

  Başka kimseyle değil.

  Kazanı denemek için daha çok kömür lazım.

  Zahmet olmazsa, Lucille.

  Biraz kömür lazım da.

  Sen Finlay'e anahtarı ver.

  O getirir.

  Lucille?

  Edith?

  Edith?

  Edith?

  Sabahki davranışımdan dolayı özür dilemek istiyorum.

  Sizi merak etmiştim.

  Çayını içmemişsin.

  Kendimi iyi hissetmiyorum.

  Bana soğuk su getirir misin?

  Tabii.

  Mektupları okudun mu?

Evet.

  Avukatımın gönderdiği para transferi için imzalamam gereken kâğıtlar filan işte.

  Bırakayım da dinlen.

  Yakında daha iyi hissedeceksin.

  Bakalım burada ne varmış.

Ben Pamela Upton.

Balmumu silindir kayıt cihazını deniyorum.

Çok güzel bir yıl olan 1887'de sevgili kocam Thomas Sharpe için almıştım bunu.

Konuşsana Thomas.

  Bir şeyler söyle.

Çok güzel alet, Pamela.

Ama teşekkürler.

  Konuşmasam daha iyi.

-Bir şey söyle, Thomas.

  -Tam olarak ne söylememi istiyorsun?

Beni sevdiğini söyle.

  Margaret McDermott.

Ding dong, zil sesi.

Kuyuda var bir kedi.

  Kim atmış onu oraya.

Bizim Çelimsiz Mustafa.

Kim çıkaracakmış peki.

Bizim Şişko Mustafa.

Ne kadar da yaramazmış.

  Zavallı kediyi boğmaya çalışmış.

  Enola Sciotti.

  E.

 S.

Evden gitme planları yapıyorduk ama ben gidemem.

Tek istedikleri o garabet makinesi üzerinde çalışmak için para.

Paradan başka bir şeye önem vermiyorlar.

Bu silindirleri dolaba saklayacağım.

Her kim bulursa bilsin ki bunu bana onlar yaptı.

Kayıta son vermek zorundayım.

  Geldiklerini duyuyorum.

  Bebek.

Bu kayıtları kim bulursa bilmelidir ki beni öldürüyorlar.

Ölüyorum.

Çayın içinde zehir var.

Cesedimi bulursanız evime götürün.

Ölmek istemiyorum.

  Buradan çıkmalıyım.

  Uyanmışsın.

  Seni merdivenlerin dibinde bulduk.

  -Daha iyi misin?

  -Kasabaya gitmem lazım.

  -Doktora görünmeliyim.

  -Olur tabii.

  Ama kardan yollar kapalı.

  Bir şeyler ye o halde.

  Gücünü toplamalısın.

  Anneme bu yatakta bakmıştım.

  Babam hayvan herifin tekiydi.

  Annemden nefret ederdi.

  Bacağını kırdı.

  Bacağını botuyla ikiye böldü resmen.

  Hiçbir zaman tam iyileşemedi.

  Uzun zaman yatalak kaldı.

  Ama ben   ona baktım.

  Besledim.

  Yıkadım.

  Saçlarını taradım.

  Yaralarını merhemle ovaladım.

  Onu iyileştirdim.

  Sana da aynısını yaparım.

  Seni de iyileştiririm.

  Karımla biraz yalnız kalabilir miyim?

  Yakında yataktan kalkacaksın.

  Söz veriyorum.

  Onu içme.

  Sakın.

  -Lucille, kız çok hasta.

  Ölüyor.

  -Elbette ölüyor.

  Her şeyi biliyor.

  Çayı içmeyi bıraktı.

  Sorun değil.

  Zehri yemeğine koyarım artık.

  Lucille yeter atık!

  Bunu yapmak zorunda mıyız?

  Evet.

  Bana neler yapacaklarını bilmiyorsun.

  Beni buradan götürürler.

  Kapatırlar.

  Sen de asılırsın.

  Birlikte durmalıyız.

  Ayrı düşemeyiz.

  Beni bırakmazsın sen.

  -Bırakamazsın.

  -Bırakamam.

  Bırakamam.

  Biliyorum.

  Allerdale Malikânesi'nin yerini soran bir bey var.

  -Bu saatte mi?

  -Evet.

  Hayatta olmaz.

  O atla gidemezsiniz oraya.

  Bitmiş hayvan.

  -Sizden kiralasam.

  -Kış olduğundan kapalıyız.

  -Peki yürüyerek gidebilir miyim?

  -Yolu takip ederseniz dört saat sürer.

  O zaman yol koyulayım.

  -Bayım!

  -Fırtınadan sonra benimle orada buluşun.

  Kim olduğunu biliyorum.

  Adın Enola Sciotti.

  Benden ne istediğini söyle.

  -Her şey ortada artık.

  -Rol yapmana gerek yok.

  Biz böyleyiz.

  Biliyordum.

  -Yapma, Lucille.

  -Biliyordum.

  -Kapıda biri var!

  Sen onun kız kardeşi değilsin.

  İşte bu çok güzel.

  -Öyleyim.

  -Yapma!

  Merhaba, Edith.

  Kıpırdamamaya ve konuşmamaya çalış.

  Çok ağır yatıştırıcılar verdim.

  Bacağını yerine oturmak için seni yatıştırmak zorundaydım.

  İyileşeceksin.

  Habersiz geldiğim için kusura bakmayın.

  İyi ki de geldiniz.

  Telgraf çekmeliydim ama   sürpriz hoşunuz gider diye düşündüm.

  Mucize resmen.

  Biz ne yapacağımızı bilemezdik.

  Çok hasta.

  Hayaller görüyor.

  -Sonra da merdivenden düştü.

  -Benimle konuştu.

  -Kim konuştu?

  -Annem.

  Beni uyarmıştı.

  Kızıl Tepe.

  Gördüğünüz gibi sayıklıyor.

  Zavallıcık.

  Evet.

  Görüyorum.

  -Al.

  İçmeye çalış.

  -Hayır.

  O olmaz.

  O olmaz.

  Bizimle burada kalacaksınız, değil mi?

  Fırtınanın dinmesini bekleyin.

  Madem ısrar ediyorsunuz.

  Ama önce hastamla yalnız kalmalıyım.

  Sizi yalnız bırakalım o zaman.

  Edith, dinle beni.

  Seni götürmeye geldim.

  Duydun mu?

  Seni hemen götürüyorum.

  Birinin onu durdurması lazım.

  Lucille, lütfen.

  Ne yapıyorsun?

  Merak ediyorum.

  Bakalım bu sefer sen yapabilecek misin?

  Kalmaya çalış.

  Pekâlâ.

  Sana zarar vermelerine izin vermeyeceğim.

  Üzerine giyecek bir şey bulmalıyız.

  -Gitme.

  -Hemen döneceğim.

  İşler duygusallaşmaya başlamış gibi doktor bey.

  Çok bitkin.

  Kansızlık emareleri gösteriyor.

  -Onu hastaneye götürüyorum.

  -Buna gerek yok.

  Maalesef, gerekli.

  Onu zehirliyormuşsunuz.

  Edith.

  İlk sayfa.

  Cumberland mezar taşı.

  Leydi Beatrice Sharpe küvette öldürülmüş halde bulunmuş.

  Çok şiddetli bir darbe neredeyse kafasını ikiye ayırmış.

  Tutuklanacak şüpheli dahi bulunamamış.

  O sırada evde kimse yokmuş.

  Sadece çocuklar varmış.

  Gerçek akla gelmeyecek kadar korkunçmuş çünkü.

  -Kes artık, doktor.

  -Siz mi yaptınız?

  -Hayır.

  -O sırada 12 yaşındaydınız.

  Polis sorgusundan sonra yatılı okula gönderilmişsiniz.

  Ama 14 yaşındaki Lucille için hikâyenin kalanı biraz karanlık.

  İsviçre'de bir din okulu deniyor haberlere göre   ama bence farklı bir eğitim kurumuydu.

  Sör Thomas hali hazırda evli.

  Pamela Upton adından biriyle evlenmiş.

  Margaret McDermott ve Enola Sciotti-- E.

 S.  -Bilmediğim şeyler var, Edith.

  -Edith ve ben gidiyoruz.

  Sen dur orada.

  Edith.

  Sen yapacaksın.

  Biraz da sen ellerini kirlet.

  Gel buraya oğlum.

  Pislik.

  Ben yapmazsam o yapacak.

  Dinle beni.

  Sen doktorsun.

  Nereden yapmam gerektiğini göster.

  Hayır!

  Alan!

  Siz canavarsınız!

  İkiniz de!

  Komik.

  Annemin de son sözleri bunlardı.

  Lucille, Edith'i kâğıtları imzalaması için yukarı çıkardı.

  İmzalarsa öldü demektir.

  Gitmem gerekiyor.

  Onu buraya getireceğim.

  Bir yolunu bulacağım.

  Maden yolu açık.

  Oraya gir.

  -Dayanabilir misin?

  -Git.

  Kendini yazar sanıyorsun.

  Hayaletlerle bozmuşsun.

  Neyi bekliyorsun?

  Yaşamak için nedenin kalmadı.

  İmzala.

  Bulduğumuz tüm kadınlarda   Londra'da, Edinburgh'da, Milan'da  -Amerika'da.

  -Evet, Amerika'da var bir de.

  Kadınların hepsinde aradığımız tüm özellikler vardı.

  Para, yitip gitmiş hayaller ve bitmiş akraba ilişkileri.

  Kimse onları aramaya gelmedi.

  Öldürerek onlara iyilik yaptık.

  Benim sonum da mı öyle olacak?

  Ya İtalyan kadın?

  Enola.

  Bebeğini de öldürmüşsünüz.

  Öldürmedim.

  Hiçbiri Thomas'la yatmadı.

  Anlamıyor musun?

  Bebek benimdi.

  Sakat doğmuştu.

  Doğarken öldürmeliydik ama  Bebek sahibi olmak istedim.

  Sahip olabileceğimi söyledi.

  Kararlıydı.

  Yalan söyledi.

  Bu kadar vahşet ne için?

  Para için mi?

  Malikâneyi tutmak için mi?

  Sharpe adı korumak ya da madenler için mi?

  Evlilikler para içindi tabii.

  Ama vahşet.

  Aşk içindi.

  Böyle bir aşk için yaptığımız şeyler; çirkin ve manyakça.

  Ter ve pişmanlıklarla dolu aslında.

  Böyle bir aşk seni yakar ve yaralar.

  İçini dışına çıkarır.

  Canavarların aşkı bizimkisi.

  İçimizdeki canavarları ortaya çıkarması da o yüzden.

  Ama Thomas'ı asıl çocukken görecektin.

  Kusursuzdu.

  Yaptığı her yaramazlıkta   annemin bastonundan onu ben korudum.

  Çok dayak yedim.

  Annem ikimizi öğrendiğinde ise  Thomas'la benim bildiğimiz tek aşk   bu çürümüş duvarların arasında   saklanmak.

  -Doğru değil.

  -Onu boğuyorsun.

  İmzala!

  İmzala dedim sana!

  Babamı kim öldürdü?

  Ne kadar da zevksiz, kendini beğenmiş adamdı.

  Seni seviyordu.

  Kafasını lavaboya vurduğumda o hüzünlü suratını görecektin.

  -Sen!

  Sakın yaklaşma!

  -Dinle beni, Edith.

  -Bırak beni!

  -Edith, lütfen.

  Dinle!

  McMichael hala hayatta.

  -Bana yalan söyledin.

  -Evet söyledim.

  -Beni zehirledin!

  -Evet.

  -Beni sevdiğini söyledin!

  -Evet.

  Edith, lütfen bana bir kez daha güven.

  İstersen git ya da istersen bekle.

  Kâğıtları geri alacağım.

  Bu işe bir son vereceğim.

  Kâğıtları yaktın.

  Lucille.

  Kâğıtları yaktın.

  Evet, Edith ölmeyecek.

  Ona dokunmayacaksın.

  Bana emir mi veriyorsun?

  Gidebiliriz, Lucille.

  Allerdale'den ayrılabiliriz.

  -Gitmek mi?

  -Yeni bir hayata başlayabiliriz.

  -Nerede?

  -Her hangi bir yerde.

  Fark etmez.

  -Nereye gideceğiz?

  -Her şeyi arkamızda bırakırız.

  Sharpe ismi madenlerle birlikte ölür gider.

  Bırakalım garabet yerin dibine göçsün.

  Yıllarca bu duvarları bir arada tutmaya çalıştık.

  Ama sonunda özgür olabiliriz.

  Özgür, Lucille.

  Hepimiz bir arada olabiliriz.

  Hepimiz mi?

  -Ona aşık mısın?

  -Günün birinde olacaktı elbet.

  -Yıllardır ölü gibiyiz, Lucille.

  -Söz vermiştin.

  -Bu çürüyen evde geldiğimiz hale bak.

  -Onu seviyor musun?

  Başkasına aşık olmayacağına söz vermiştin.

  Evet ama oldu işte.

  Buraya geliyor.

  Bizi buradan çıkarıp yardım getireceğim.

  Bana güven.

  Senin için döneceğim.

  Söz veriyorum.

  Saklan.

  Buradan gönderilmeden önce   küçük bir hatıra saklamıştım.

  Annemden kalma.

  Edith?

  Ya sen beni öldüreceksin ya da ben seni.

  Yoksa durmayacağım.

  Yardım et.

  -Sana yardım edecek kimse yok.

  -Evet var.

  Ona bak.

  Dön arkanı.

  -Thomas.

  -Lucille.

  Durmayacağım.

  Ya sen beni öldüreceksin   ya da ben seni.

  Anladık.

Hayaletler gerçek.

O kadarını biliyorum.

Leydi Sharpe!

Onları, bize bağlandıkları gibi bazı yerlere bağlayan nedenler var.

Bazıları bir avuç toprağa bağlıdır.

Bazıları ise belirli günlere ve zamana dökülen kana korkunç bir suça.

Ama başkaları da var.

Bir duyguya sıkı sıkıya tutunanlar.

Bir dürtüye kayıplarına intikama.

Ya da sevgiye.

İşte onlar hiçbir zaman gitmezler.

 


Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar