Kızıl Tepe (2015) Crimson Peak
| |
119 dk
Yönetmen:Guillermo del Toro
Senaryo:Guillermo del Toro, Matthew Robbins
Ülke:ABD, Kanada
Tür:Dram, Fantastik, Korku
Vizyon Tarihi:16 Ekim 2015 (Türkiye)
Dil:İngilizce
Müzik:Fernando Velázquez
Oyuncular
Mia Wasikowska
Jessica Chastain
Tom Hiddleston
Charlie Hunnam
Jim Beaver
Özet
Genç bir kadın, çekici bir yabancı kalbini çalınca, sonsuza
dek peşini bırakmayacak sırlarla dolu, kan kırmızısı toprağa sahip bir dağın
tepesindeki eve sürüklenir. Gerçek, Crimson Peak’te tutku ile karanlık; gizem
ile delilik arasındaki çizgide yatmaktadır.Crimson Peak, yönetmeni Guillermo
del Toro’nun hayalgücünün bir ürünü olan, Tom Hiddleston, Jessica Chastain, Mia
Wasikowska ve Charlie Hunnam’ın rol aldığı doğaüstü gizem türünde bir film.
Altyazı
Hayaletler gerçek.
O kadarını biliyorum.
İlk defa hayalet gördüğümde 10 yaşımdaydım.
Annemin hayaletiydi.
Karahummadan ölmüştü.
Peder de tabutu kapattırıp bana bakmamamı söyledi.
Veda öpücüğü veremedim.
Elveda diyemedim.
Son sözlerimi söyleyemedim.
Ta ki geri döndüğü geceye kadar.
Evladım.
Zamanı geldiğinde Kızıl Tepe'den uzak dur.
Aynı sesi yıllar sonra tekrar duyacaktım.
Son çare olarak yaptığı uyarının anlamını da.
Zamanın ötesinden gelen bir uyarı.
Her şeyi anladığımda ise çok geç olacaktı.
-Alan.
Ne zaman döndün?
-2 hafta oluyor.
-Eunice söylemedi mi?
-Hayır, haberim
olmadı.
Kadın Londra'yı
fethetti resmen.
-Peki burada ne işin
var?
-Üst kata
muayenehane açıyorum.
Ben de yazılarımı
basması için Ogilvie ile toplantıya geldim.
Saat sabahın dokuzu,
farkındasın değil mi?
Biliyorum ama daha
fazla bekleyemedim.
Zaten yazının tashih
edilmesi lazım.
Vaktin olursa beni
ziyarete gel.
Onunla geçen
sonbaharda Alan'ı ziyaret ettiğimiz sırada Britanya Müzesi'nde tanıştık.
-Anne.
-O kadar
yakışıklıydı ki, inanamazsın.
Sadece Eunice'ı
tekrar görmek için ablasıyla okyanusu aştı da geldi.
Adam iş için geldi
buraya, anne.
-Baronetmiş galiba.
-Baronet ne ki?
Bir çeşit aristokrat
herhalde.
Başkaları arazisinde
alın teri dökerken onlardan faydalanan bir adam.
Unvanı olan bir
parazit kısaca.
Ama bu parazit
kusursuz bir çekiciliğe sahip ve harikulade dans ediyor.
Seni pek
ilgilendirmez aslında, Edith.
Sen Jane Austen gibi
kızsın.
Evde kalmış bir
kadın olarak ölmemiş miydi o?
-Anne, lütfen.
-Önemli değil.
Aslında Bayan
McMichael, Mary Shelley'e benzetilmeyi tercih ederim.
Kendisi bir dul
olarak vefat etti.
Alan.
Ah, Bayan Cushing
erkencisiniz.
Birazcık.
Hayalet hikâyesi.
Babanız bunun bir
hayalet hikâyesi olduğundan bahsetmemişti.
Aslında değil.
Daha çok içinde hayalet olan bir hikâye.
Hayalet sadece bir
metafor.
Metafor mu?
Geçmişi temsil
ediyor.
El yazınız pek güzel.
Güçlü bir anlatım
tarzınız var.
Bayan Cushing?
Size bir tavsiyede
bulunabilir miyim?
Aşk hikâyesi
istediğini söyledi.
İnanabiliyor musun?
Ogilvie eski
kafalıdır.
Kadın olduğum için
öyle söylüyor.
Herkes aşık olur
yavrum.
Hatta kadınlar bile.
Ama sipariş üzerine
aşk hikâyesi yazmak istemiyorum.
Bu hediyeyi kutlama
amaçlı vermek istiyordum ama Ben
müteahhidim.
Bildiğim bir şey varsa o da doğru malzemenin
önemi.
Çok güzel.
Ama baba ben aslında
ofisindeki daktilo ile yazmak istiyorum.
-Daktilo mu?
-Hikâyemi aylık Atlantik dergisine
göndereceğim.
El yazımın çok
kadınsı olduğunu fark ettim.
Bu da beni ele veriyor.
Ona ne şüphe.
Sen de takdir edersin ki, çevresindeki işleme saatin tasarımına
uymuyor.
Bütün günümü alacak
ama sence de daha güzel olmadı mı?
Günaydın,
hanımefendi.
Böldüğüm için kusura
bakmayın.
Bay Carter Everett
Cushing.
ile randevum vardı.
-Kendisi gibi büyük
bir adamla hem de.
-Maalesef öyle.
Sör Thomas Sharpe.
Baronet.
Birazdan burada olur.
Teşekkür ederim.
Geç kalmadınız ya?
Geç kalanları hiç
sevmez.
Hiç de değil.
Aslına bakarsanız
erken bile geldim.
Maalesef erken gelenleri
de sevmez.
Merakımı bağışlayın
ama bu bir romanın parçası mı?
Evet.
-Kimin için daktilo
ediyorsunuz?
-Yarın Atlantik
dergisine gönderilecek.
Kim yazdıysa oldukça
güzel olmuş.
-Gerçekten mi?
-Benim kesinlikle
dikkatimi çekti.
Ben yazdım.
Hikâye bana ait.
Hayaletler?
-Hayalet sadece bir
metafor -Ben etkilendim.
Benim geldiğim yerde
hayaletler hafife alınmaz.
Sör Thomas Sharpe.
Nezih şehrimize hoş
geldiniz.
Benim için zevkti,
efendim.
Kızım Edith ile
tanışmıştınız herhalde.
Sharpe Kil Madeni
1796'dan beri en saf kırmızı kilin çıkarıldığı yer.
Sıvı haldeyken
cevher olarak çok zengin ve işlenebilir durumdadır.
Öyle ki en güçlü
kiremit ve tuğlaları üretebilirsiniz.
Geçen 20 yıldaki
aşırı madencilik eski madenlerimizin çökmesine neden oldu.
Bu kendi tasarımım
olan bir kil çıkarma makinesi.
Derine doğru
kazarken aynı zamanda kili yukarı çıkarıyor.
Bu makinenin kil
madenciliğinde devrim yaratacağından hiç şüphem yok.
Kapatın lütfen.
Her yönüyle test
ettiniz mi?
-Hayır, efendim ama
para bulabilirsek -Yani elinizde bir
oyuncak ve birkaç süslü laftan başka
bir şey yok.
Bay Cushing Daha önce Londra, Edinburgh ve Milan'da para bulma konusunda başarısız olmuşsunuz.
-Evet, doğru efendim.
-Şimdi de buradasınız.
Yine doğru efendim.
Bu masadaki herkes
alın teri harcayarak buralara geldi.
Birimiz hariç tabii.
Bay Ferguson
avukattır.
Ama adam ne yapsın.
Ben çelik işçisi
olarak başladım.
Binalara sahip olmadan önce onları inşa ettim.
Ellerim.
Dokunun.
Serttir.
Kim olduğumu
yansıtır.
Ama sizin elinizi sıktığımda
bayım
Şimdiye kadar dokunduğum en yumuşak ellere sahipsiniz.
Amerika'da biz emeğe
bakarız, imtiyazlara değil.
Bu ülkeyi de öyle
kurduk.
Size elimde ne varsa
onunla geldim, efendim.
Bir isim, bir parça
arazi ve onu işleyecek irade ile.
Tek istediğim
naçizane zamanınızdan biraz ayırıp sizin
gibi düzgün bir beyefendiye irademin en
az sizinki kadar güçlü olduğunu kanıtlama şansını bana vermeniz.
Bana korse lazım.
Hayır.
Gayet yakışıklı görünüyorsun.
-Öyle mi?
-Evet, delikanlı.
Keşke fikrini
değiştirip benimle gelsen.
Bayan McMichael çok
uğraştı.
Süslü Lordumuz da
gelecekmiş.
Thomas Sharpe mı
demek istedin?
Sör Thomas Sharpe.
Baronet.
Genç Eunice'e ilgisi
varmış anlaşılan.
Bizi gözetlediğini
gördüm kızım.
Nasıl rezil bir
teklif yaptı da bu kadar sert cevap verdin adama?
Sorun teklifinde
değildi, kendisindeydi.
Pek hoşlanmadığım
bir yanı var.
Ne olduğunu ben de
bilmiyorum.
Bilmemek de hoşuma
gitmiyor.
Benim gördüğüm
yenilgiye uğramış bir hayalperestti.
Takımını gördün mü?
Terziliği çok
güzeldi ama en az on yıllıktı.
Anlaşılan adamı
benden daha iyi gözlemlemişsin.
Ayakkabıları el
yapımıydı ama çok giyilmekten aşınmıştı.
Dr. McMichael geldi herhalde Motorlu arabasıyla
beni almaya gelecekti.
Gel hem arabasını
görürsün hem de bir merhaba dersin.
Yeni muayenehane
açıyormuş.
Sana da ezelden beri
ilgisi var.
Farkındayım, baba.
-İyi akşamlar, Mary.
-İyi akşamlar.
İyi akşamlar, Bay
Cushing.
-Alan.
-Merhaba, Edith.
Bu ne şıklık, Alan.
Bulup buluşturdum
işte.
Sence de Edith'in bu
akşam balonun en güzel kızı olmaz mıydı, Allan?
Hatırladığım
kadarıyla Edith böyle sosyal hovardalıklardan pek haz etmez.
Siz delikanlılar
partinin tadını çıkarın.
Dikkat et fazla
içmesin.
Gelmiyor yani.
Keçi gibi inatçıdır.
-Kime çekmiş acaba?
-Şikâyetçi değilim.
O huyunu seviyorum.
Allerdale Malikânesi
Bir şey mi unuttun baba?
Ne var?
Ne istiyorsun?
Kızıl Tepe'den
uzak dur.
Affedersiniz,
hanımım.
İyi misiniz?
-Ne oldu?
-Kalkmama yardım
eder misin.
Sör Thomas Sharpe
kapıda.
-Thomas Sharpe mı?
-İçeri girmek için
çok ısrar etti.
Söz konusu bile
olamaz, Eli.
Lütfen gitmesini
söyler misin.
Denedim.
Sizinle konuşmak
istiyor.
Bayan Cushing iyi
misiniz?
Solgun görünüyorsunuz.
Maalesef pekiyi hissetmiyorum,
Sör Thomas.
-Babam evde değil.
-Biliyorum.
Yağmur altında
gitmesini bekledim.
McMichaeller'in
evindeki davete gittiğini biliyorum.
Ben de oraya
gidiyorum aslında.
Ama orası Bidwell
Parkway'de.
Burası Masten Park.
Çok uzaktasınız.
Gerçekten öyleyim ve
yardımınıza ihtiyacım var.
Hangi konuda?
Dil konusunda tabii
ki.
Açıkça gördüğünüz gibi hiç Amerikanca
konuşamıyorum.
Neden burada kalmak
istiyorsunuz?
Hem de tek başınıza.
Allan.
Bu Sör Thomas Sharpe.
Sör Thomas, bu da Dr.
Alan McMichael.
Hastalanırsanız daha
iyisin bulamazsınız.
Annem ve kız
kardeşimden hakkınızda çok şey duydum.
Ama unvanınızı pek
anlayamadığımı itiraf etmeliyim.
-Baronet.
-Edith bana
açıklamaya çalıştı biraz.
Bu Leydi Lucille
Sharpe.
Ablam.
Tanıştığımıza çok memnun
oldum, Bayan Cushing.
Kardeşimi biraz alıkoymuşsunuz
galiba.
Şimdi tam sırası.
Zavallı Eunice çaresizlikten ne yapacağını şaşırdı.
Amerika'da hiçbir centilmenin senin gibi Avrupa valsı
yapamadığını söylüyor.
Gelin benimle.
-İlginç bir gelişme
değil mi sence de?
-Öyle.
Bayanlar baylar, lütfen
biraz yer açalım.
Baronet bize bir vals
gösterisi sunacak.
Avrupa stili.
Bayan McMichael.
Özür dilemek
istiyorum.
-Edith.
Seni beklemiyorduk.
-Biliyorum.
-Benim gibi birinin
burada yeri -Dert etme evladım.
Herkesin bir yeri
vardır.
Seninkini de
bulacağımdan emin olabilirsin.
Vals çok karmaşık
bir dans değildir.
Hanım, beyefendinin
solunda durur.
Her şey altı temel
adımdan ibarettir.
Ama valsı en iyi
şekilde icra etmenin yolu hızında,
zerafetinde ve akıcılığında gizlidir.
Dansı yöneten
kişinin elindeki mumun alevi sönmemelidir.
Bu da kusursuz bir
eş gerektirir.
Benim eşim olur
musunuz?
Sanmıyorum.
Teşekkürler ama -Eminim Eunice çok sevinecektir.
-Öyledir herhalde
ama ben size soruyorum.
Bunu neden yapıyoruz?
Rahatsız olduğum
zamanlarda hep gözlerimi kaparım.
Her şeyi daha kolay
hale getirir.
Gözlerimi kapamak
istemiyorum.
Açık tutmak istiyorum.
-Bay Holley.
-Bay Cushing.
Sabaha ilk iş kulübü
açın.
-Benden başka kimse
olmayacak.
-Güne harika bir
başlangıç, efendim.
Şu genç adam ve ablasını benim için
araştırmanı istiyorum.
Onlarla ilgili bazı şüphelerim var.
En kısa sürede sonuçlansın istiyorum.
Damlayı düzenli
kullanmıyorsunuz.
Edith.
Gelsene.
Düzgün kullanmanız konusunda ısrar edeceğim.
Bunu eczacıya verin
ve aynen hazırlamasını isteyin.
Aynı dozda almaya
devam edin.
Göz Hastalıkları.
Optik Sinir Morfolojisi.
Optik Kırılma
Prensipleri.
Ve Arthur Connan
Doyle.
Dedektifliğe
meraklıyız bakıyorum.
Pek sayılmaz.
Ama kendisi de benim gibi göz doktoru.
Gel.
Sana göstereceğim şeyi seveceğini düşünüyorum.
O tarz fotoğrafların
sahtesini yapmak çok kolay ama işin
içine cam levha girince imkânsız hale geliyor.
Bunları Londra'da
buldum.
Hakikiler.
Resim, gümüş tuz
katmanı kullanılarak çekilmiş.
Çıplak gözle
görülemiyor.
Buna gizli resim
deniyor.
Benim fikrime göre bazı
yapılar ve evler topraktaki çeşitli
kimyasal birleşimler veya taşlardaki mineraller bazı izleri ya da artık yaşamayan birinin
görüntüsünü saklayabiliyor.
Ama herkes göremiyor.
Az önce çıkan adam
diğer hastalıkları dışında bir de renk körü.
Yani yeşil ve
kırmızıyı idrak edemiyor.
Varlıklarını
çevresindeki herkes öyle kabul ettiği için ediyor.
Belki de bazı
şeyleri zamanı geldiğinde fark ediyoruzdur.
Böyle ilgi alanların
olduğundan hiç bahsetmemiştin, Allan.
Hiç fırsat vermedin
ki.
Sharpe'lara olan hayranlığını
anlıyorum, Edith.
Ama senden tek
istediğim kendi iyiliğin için çok dikkatli olman.
Uzun süre buralarda
değildin.
Bir şekilde başımın
çaresine baktım.
Hayır, Edith.
Okudukça
güzelleşiyor resmen.
Aşk hikâyesinin yeni
ya da eski olmasını da dert etmem.
-Daha sadece iki
bölüm yazdım.
-Ama ben beğendim.
-Okuyunca haber ver.
-Hemen bitiriyorum.
Kelebek mi o?
Hayır.
-Ama yakında olacak.
-Bunları görmemiştim.
Ölüyorlar.
Vücut ısılarını
güneşten alıyorlar güneş gidince de ölüyorlar.
-Çok üzücü.
-Üzücü değil, Edith.
Doğa bu.
Canlıların sürekli
öldüğü ayaklarımızın dibinde birbirini yediği
vahşi bir dünya burası.
Konuya o kadar da basit
yaklaşmamak lazım.
Güzel şeyler
kırılgandır.
Bizim orada sadece siyah
güveler vardır.
Müthiş yaratıklardır
ama böyle güzel değiller.
Karanlık ve soğuk
ortamı severler.
Neyle beslenirler?
Kelebeklerle
maalesef.
Emin misin?
Bence yanlış seçim.
Çok genç hatta daha çocuk, Thomas.
Anlattım sana,
Lucille.
Yüzüğe ihtiyacım olacak.
Yüzük benim.
Benim hakkım.
Sonra geri isterim.
O zaman dua et de başarılı
olayım.
Bu satmak zorunda
kaldığımız son şey olacak.
Yüzüğü satmıyorsun.
Onunla bir şey satın
alıyoruz.
-Bir gelişme mi var,
Bay Holley?
-Bay Cushing Felaket tellallığı yapmayı sevmem ama haber kötüyse kendim iletmeyi yeğlerim.
Burada açmayın.
Şimdi tam sırası.
-Edith, konuşabilir miyiz?
-Biraz sonra.
Önce babamı çağırayım.
Baba, herkes seni
bekliyor.
Hemen geliyorum.
Bayan Cushing.
Edith, bunu senden
istemeye hakkım yok ama Sör Thomas.
Sizinle odamda görüşebilir miyiz lütfen?
Siz ve ablanızla;
tabii onu da çağırma nezaketini gösterirseniz.
Misafirlerimize
birazdan onlara katılacağımızı iletiver kızım.
Leydi Lucille de
geldiğine göre
Sizinle ilk
tanıştığımızda, Sör Thomas sizden pek
de hoşlanmadığımı fark etmişsinizdir.
Bunu gayet açık
belli etmiştiniz beyefendi ama zamanla Buradaki
zamanınız doldu, Sör Thomas.
Açık konuşur
musunuz, Bay Cushing?
Açık konuşacağım,
küçük hanım.
Hatta o kadar açık ki hiç hoşunuza gitmeyecek.
Son birkaç gündür
kardeşiniz kızımın yanına o kadar çok sokuldu ki iş ile zevki birbirine karıştırdı.
Hem de benim biricik
kızıma.
Diyecek sözüm yok efendim
ama işin aslı
Ona aşık mı oldunuz yoksa?
Bunu mu demeye
çalışıyorsunuz?
Rolünüzü iyi
oynadınız.
Geçen gün kızım sizi
niye sevmediğimi sordu.
O sırada verecek bir
cevabım yoktu açıkçası.
Ama artık var.
Elinizdeki o belge benim cevabım.
Bu sizden şimdiye
kadar gördüğüm en dürüst tepki.
-Kızınız biliyor mu?
-Hayır.
Ama sizi buradan
gönderecekse ona söyleyeceğim.
-İnanması zor ama -Ona aşık oldunuz.
Biliyorum.
Kendinizi tekrar
ediyorsunuz.
Aklı başında birine benziyorsunuz,
hanımefendi.
Haddinden fazla bir
meblağ, farkındayım ama çeki istiyorsanız iki şartım olacak.
Sabah New York'a kalkan
bir tren var.
Kardeşinizle
birlikte o trene binseniz iyi edersiziniz.
-Anlaştık mı?
-Anlıyoruz.
-Peki ikinci şart
nedir?
-O kızımla ilgili.
Bu gece Acımasızca kızımın kalbini kıracaksın.
Beyler, bayanlar.
Beklenmedik bir
duyurumuz var.
Teşekkürler, Bay
Cushing.
Bayanlar, baylar Amerika'ya ilk geldiğimde kalbim macera hissiyle yerinden fırlayacak gibiydi.
Burada gelecek adına
yapacaklarım bir anlam kazanacak gibi geliyordu.
Hepiniz bana sıcak ve
arkadaşça davrandınız.
Ama şimdilik elveda.
Tekrar görüşmek
dileğiyle.
Belki farklı bir
ortamda.
Kış yaklaşırken
ablamla İngiltere'ye doğru yola çıkacağız.
Ebedi dostluğa.
Ebedi dostluğa!
İzninizle.
Affedersiniz.
-Edith.
-Bizi bırakıyorsunuz.
Bay Turner bize
yatırım yapmayı kabul etti.
Beni Amerika'da
tutan bir şey de yok.
Anlıyorum.
Romanınız.
Yeni bölümü de okudum, sabah biriyle
gönderirim.
-Çok naziksiniz.
Teşekkür ederim.
-Düşüncelerimi merak
ediyor musunuz?
Söyleyecekseniz eğer
Duygu çorbası olmuş resmen.
O ciddiyetle
anlattığın aşk acısında çekilen
ıstırapta, kayıpta hiç yaşanmışlık yok.
Belli ki bu
konudaki bilgin okuduklarından ibaret.
-Yeter!
-Israrla aşkın
verdiği acıyı anlatmaya çalışıyorsun ama
bu konuda en ufak fikrin yok.
Daha bitirmedim!
Hayalini kurduğun
şey ne?
Nazik bir adam?
Kurtarılmayı
bekleyen saf bir ruh mu?
Besleyebileceğin
bir kuş mu?
Şefkat mi?
Aşkta şefkate yer
yoktur, Edith.
Sana hayalet
hikâyelerine dönmeni tavsiye ederim.
İnsan kalbi, aşk
ve bunların getirdiği acı hakkında çok az şey bilmiyorsun.
Şımarık bir
çocuktan başka bir şey değilsin.
-Su bugün nasılsın
Benton?
-Bayağı sıcak.
Tam sevdiğiniz gibi
efendim.
Pek güzel.
Zahmet olmazsa bana yumurta ve salam söyler
misin?
Sıcaksa önden kahve
alayım.
-Biraz da şarap.
-Derhal efendim.
-Times da getireyim
mi?
-Zahmet olmazsa.
-Hanımım.
-Ne var, Annie?
Sör Thomas Sharpe sabah
yazınızı getirdi.
Ama sizi erken uyandırmak
istemedim.
Sorun değil, Annie.
Teşekkürler.
Oraya bırakıver.
Mektubu da mı?
Evet, mektubu da.
Sevgili Edith.
Sen bunu okurken ben gitmiş olacağım.
Baban, mevcut ekonomik durumumun seni geçindirmeye yetmeyeceğini
biliyordu.
Ben de katılıyorum.
Annie!
Ayrıca suçu üzerime alarak
Paltomu getir!
benden kalbini
kırmamı istedi.
Bunu da kabul ettim.
Şuana kadar iki görevi de yerine getirmiş buluyorum.
Ama şunu bilmeni isterim ki rızasını almak dışında bir
isteğimin olmadığını babana kanıtlayabileceğim zaman ancak ve ancak o zaman senin
için geri döneceğim.
Sonsuza kadar seninim.
Thomas.
-Thomas ve Lucille
Sharpe.
-Oda 107-108
Ama Durun!
Bekleyin!
Hanımefendi!
Trene yetişmek için
bu sabah çıkış yaptılar, hanımefendi.
İyi misiniz,
hanımefendi?
Edith.
Lucille gitti.
Baban gitmem için bana
rüşvet verdi.
Seni bırakıp
gidemedim, Edith.
Günün en
münasebetsiz zamanlarında seni düşünür
buluyorum kendimi.
Sanki bir ip bağlamış birbirine kalplerimizi.
Mesafeler ve
zaman koparırsa o ipi
Korkarım ki kalbim durur, ölüveririm Ve sen
-Sen de unutursun beni.
-Asla.
Seni asla
unutamam.
Cenazeyi teşhis
etmen gerekiyor maalesef, Edith.
Tek yolu bu.
Durun!
Duyar duymaz geldim.
Edith, sakın bakma.
-Ben teşhis
edebilirim.
-Bu mümkün değil.
-Doktoru olduğumu
biliyorsunuz, Bay Ferguson.
-Ben de avukatıydım,
Dr. McMichael.
Formalite icabı
değil bu kanuni bir durum maalesef.
-Nasıl olmuş?
-Yalnız başınaymış.
Zemin ıslakmış.
Kimse bir şey
bilmiyor.
Bakabilir miyim?
Çevirmeme yardım
edin.
Dokunmayın öyle.
Durun!
Dokunmayın öyle ona.
Babam o benim.
Affedersin.
Ben Haftaya 60 yaşına girecek.
Yaşını göstermekten çok
korkuyor zaten.
O yüzden çok şık
giyinir.
Uzun yürüyüşlere çıkmasının
sebebi de bu.
Elleri üşümüş.
Burası neden bu
kadar soğuk?
Buradayım, aşkım.
Yanındayım.
Küçük Sharpe Bey
gelmiş.
-Merhaba, Finlay.
Nasılsın bakalım?
-Hiç daha iyi
olmamıştım.
Sör Thomas.
-Bu benim eşim
Finlay.
-Biliyorum, Lordum.
Biliyorum.
Bir süredir
evlisiniz zaten.
Bir süredir mi?
Ne diyor bu?
Ben de bilmiyorum.
-Ailesi asırladır
bizim yanımızda çalışır.
-Bu da kim?
Köpeğin olduğundan bahsetmemiştin.
-Tasması da var.
Kaybolmuş herhalde.
-Mümkün değil.
En yakın ev millerce
uzakta.
Kasaba da yardım gün
mesafede.
Zavallıcık.
Açlıktan ölmüş bu.
-Bizim olsun mu?
-Nasıl istersen.
İzninizle
hanımefendi.
Siz leydinin eşyalarını alın.
Ben diğerlerini alırım.
İşiniz bitince de atları besleyin.
Tanrım.
Kaç oda var burada?
Bilmem.
Saymak ister misin?
Ne düşünüyorsun?
-İş görür mü?
-Görür.
İçerisi dışarıdan
daha soğuk gerçi.
Biliyorum.
Berbat bir durum.
Elimizden geldiği
kadar iyi bakmaya çalıştık.
Ama yağmur ve soğuk
yüzünden rutubeti ve aşınmayı önlemek imkânsız.
Altımızdaki madenler
yüzünden de tahtalar çürüyor ve ev batıyor maalesef.
-Yukarı mı
çıkarayım, efendim?
-Evet, lütfen.
Bu giyinme odasına
gidecek.
Göstereyim.
Sadece Lucille ile
ikiniz nasıl elinizde tuttunuz bu evi?
Aileden kaldı
diyelim.
Vazgeçmemiz de
mümkün değil.
Bir şekilde idare
ettik işte.
Çalışma odan tavan
arasında.
Sana göstermek için sabırsızlanıyorum.
Çantalarımı odama çıkarır mısın, zahmet olmazsa Finlay.
Ben de hemen geliyorum.
Lucille?
Bu perdeler çok uzun süredir kapalı.
Onu buraya getirir misin?
Nereden buldun bunu?
Asansörde bir kadın
gördüm, Thomas.
-Kadın mı?
Lucille'yi mi görmüş olmayasın?
-Hayır, Lucille
değildi.
Gölgedir muhtemelen.
Bu tertibatın kendi
aklı var resmen.
Kablolar evdeki rutubetten
etkileniyor.
Kil çukurlarına bağlanıyor
burası.
Sen de sakın aşağı ineyim
deme.
Ne işi var bunun
burada?
-Lucille.
-Thomas.
-Hoş geldin, Edith.
-Teşekkür ederim.
Ben de postanedeydim.
Birmingham'dan makine
parçaların geldi.
-Finlay'e söyle
kaldırsın.
-Harika.
Bir sıkıntın mı var,
Edith?
-Bir şey korkuttu
beni.
-Gölge.
Bu evi gölgeler,
iniltiler, çatırtılar mesken edinmiştir.
O sınırsız hayal
gücüne ket vurmanı tavsiye ederim.
Düzgün bir hoş
geldinizi tercih ederim.
Bundan böyle bu evde
sadece dostluk, sevgi ve sıcaklık görmek istiyorum.
Sıcaklık çok
güzel bir başlangıç olur.
Karın buz gibi,
Thomas.
Elbette.
Bağışla beni.
Hemen yukarı çıkıp
şömineyi yakalım.
Ben de sıcak bir
banyo yapayım.
Başta kil yüzünden
kırmızı su akar ama kısa sürede normale döner.
Lucille, müstait
olunca evin anahtarlarından bana da verir misin?
Gerek yok.
Anlayamadım?
Evin bazı bölümleri güvenli
değil.
Alışmak birkaç
gününü alır.
Ondan sonra hâlâ
ihtiyacın olursa anahtarların birer kopyasını yaptırırım.
Hadi gel, Edith.
Yukarı çıkarayım
seni.
Köpek öldü demiştin.
Tek başına dışarı bırakmıştım.
Soğukta donar sandım.
O kadar zaman nasıl hayatta
kaldı hayret.
Kırıntıları yedi
herhalde.
-Aynen bizim gibi.
-Dert etme.
Artık yemek zorunda
değiliz.
-Öyle mi dersin?
Parası gelmedi ama.
-Henüz.
-Bana güven.
-Onu seçtin.
Neden?
Hazır mısın?
Git, getir.
Gel.
Elime ver.
Hadi.
Ver bana.
Aferin.
Hadi.
Getir.
Hey.
Topun nerede bakayım?
Kayıp mı ettin yoksa?
Nereye gitti topun?
Nerede top?
Bu sana iyi gelir.
-Nedir bu?
-Frenk üzümü.
Sana çok iyi gelir.
Beğenmedin.
Biraz acı bir tadı
var.
Maalesef bu
topraklarda güzel bir şey yetişmiyor.
Acıya katlanman
gerekiyor.
Yenemeyecek düzeye
kadar.
O ses neydi?
Doğudan esen rüzgâr.
Estiğinde bacalar
vakum oluşturur, pencereler çarpar ve ev
de nefes alır.
İnsanın içini
ürpertiyor, farkındayım.
Neyse, gel buraya.
Ben banyo yapacağım.
Olur da uykuya
dalarsan seni uyandırmam.
Kaldırırız
gözlerimizi tepelere doğru.
Kusura bakma.
Böldüm seni.
Bu çaldığın ne?
Eski bir ninni.
Çocukken Thomas'a
söylerdim.
İkinizi burada
çocukken hayal edebiliyorum.
Sen müzik
çalıyorsun, Thomas da çılgın bir icatla çıkageliyor.
Çocukken buraya girmemiz
yasaktı.
Tavan arasındaki
çocuk odasından dışarı çıkamazdık.
Annem bazen piyano
çalardı.
Zeminden onu
dinlerdik.
Ülkeye döndüğünü de
öyle anlardık.
Anne.
Biraz şey görünüyor
sanki Korkunç mu?
Evet.
Harika bir tasvir.
Bizi oradan
izlediğini düşünmeyi tercih ediyorum.
Yaptığımız hiçbir
şeyi kaçırmasın istiyorum.
-Kitapların hepsi
senin mi?
-Çoğunu annem almış.
Kenar resimlerini
hiç duydun mu?
Hayır.
Kitap sayfalarının
kenarında gizli resimler vardır.
O kadar iyi
gizlenmişlerdir ki sayfaları bükmeden göremezsin.
Her şeyde bir sır
var işte.
Thomas ile evlendiğinize
göre böyle şeylere fazla şaşırmazsın artık.
Yasıma çok saygı
gösteriyor.
Henüz bir şey olmadı.
Ayrı odalarda
seyahat ettik.
Düşünceli davranmış.
Zamanla her şey
yoluna girer.
Her şeyin bu kadar
kısa sürede tasfiye edilmesi çok yazık.
Sence de çok çabuk olmuyor
mu?
Öyle istiyorlar
herhalde.
Bu kasaların gönderilmesi gerekiyor.
Faturasını al, sonra bana getir.
"Thomas Sharpe.
Baronet.
" -Çalışma odamı
beğendin mi?
-Çok güzel.
Hepsini sen mi
yaptın?
Eskiden Lucille'ye oyuncak
yapardım.
Mutlu olsun diye
böyle küçük biblolar filan.
Tavan arasında hep yalnız
başınıza mıydınız?
Babam çok seyahat
ederdi.
Ailemin serveti
kendi kendine harcanmadı.
Babam çok çaba sarf
etti.
Çok güzelmiş.
Çok farklısın.
Kimden?
Herkesten.
Ne oldu?
Bir ses duydum
galiba.
Buradasınızdır diye
düşündük.
Koridorda gezinirken
buldum onu da.
-Çay yaptım.
-Çok naziksin.
Lafı bile olmaz.
Bize de arkadaş
lazım zaten.
Thomas?
Ben almayayım.
Sağ ol.
Çayını iç.
İçini ısıtır.
Thomas?
Thomas?
Nasıl girdin oraya şapşal
köpek?
Balmumundan silindir
ses kayıtları.
Dur, bekle.
Enola.
-Sabit tut.
-Emredersiniz,
efendim.
-Daha çok kömür
lazım, Finlay.
-Tamam.
Thomas!
Thomas.
Konuşmamız gerekiyor.
Müstait değilim.
Lucille içeride.
Sana evi göstersin.
Lucille ile değil
seninle konuşmak istiyorum.
Peki.
Sorun nedir?
Bu evde kimse öldü
mü?
Edith, ev yüzlerce
yıl yaşında.
Bir sürü kişi
ölmüştür herhalde.
Şiddet içeren
ölümler oldu mu diye soruyorum.
-Bay Sharpe?
-Şimdi hiç sırası
değil.
Tekrar dene, Finlay.
İşte oldu.
Yakında iyileşir.
Ellerim giderek
sertleşiyor.
Tam babanın istediği
gibi.
Makinem hiç düzgün çalışmayacak.
Hem de hiç.
Kendimi kandırıp
duruyorum.
Seni neden buraya
getirdim ki?
Kiminle evlendin sen?
Başarısız bir adamla.
Öyle söyleme.
Senden başka kimsem
yok.
İşçiler karanlık
çökünce gidecek.
Kara karşı
yarışıyoruz.
Yakında hiç aşama kaydedemeyecek
duruma geleceğiz.
O zaman buraya neden
Kızıl Tepe dediklerini anlarsın.
Ne dedin sen?
Kızıl Tepe.
Buraya öyle derler.
Topraktaki kırmızı
kil yerden çıkar ve kara bulanır.
Parlak kırmızı bir
görüntü oluşturur.
"Kızıl
Tepe" yani.
Beni görmek
istemişsin.
Belki de hayırlısı
oldu.
Edith de aradığı
mutluluğu buldu.
Sence de öyle değil
mi?
Bilemem.
Hiç haber alamadım.
Ben aldım.
Tüm parasının İngiltere'ye gönderilmesini
istedi.
Her şeyini o kil
makinesine yatıracakmış galiba.
Denileni yapmaktan başka
çarem yok.
Bu işte bir iş var,
Ferguson.
Yani Cushing'in
ölümünde.
Başına aldığı yara
normal değil.
Son çek Sör Thomas
Sharpe adına kesilmiş.
Mazur gör ama Cushing ölmeden önce, New York'lu birini
tutmuş.
Adı Holly mi ne?
Gizli saklı
işleri araştıran bir adam.
Holly ismi geçince
durup düşünmeden edemiyor insan.
Thomas?
Buradaysan bir
işaret ver.
Elime dokun.
Terk et burayı.
Thomas!
Thomas!
Edith.
Kanı senin ellerinde olacak.
- Edith!
- Thomas!
-Thomas, çabuk gel!
-Ne oluyor, Edith?
Koridorda bir kadın
var.
Gözleri nefret
doluydu.
Ve ne söylediğinin
farkındaydı.
Kim olduğumu
biliyordu.
Buradan gitmemi
istedi.
Saçmalama, hayatım.
Hiçbir yere
gitmiyorsun.
Kâbus gördün sadece.
-Uykunda geziyordun.
-Hayır!
-Burada kalırsam
aklımı yitireceğim.
-Hayal görüyorsun,
hayatım.
Neden yarın dışarı
çıkmıyoruz?
Postaneye gideriz
mesela.
Temiz hava sana iyi
gelir.
Hayır.
Burada gitmeliyim.
Uzaklaşmalıyım.
Artık senin evin
burası, Edith.
Gidecek başka yerin
yok.
Ne yapıyor bu kız?
Annemi nereden
biliyor?
Hiçbir fikrim yok.
Tek kelime etmedim.
Ne yapmaya çalışıyor?
Bilmiyorum.
Çok korkmuş belli ki.
Yarın.
Makine parçaları
almak için depoya gideceğim.
Onu da yanımda götürürüm.
Biraz temiz hava
alsın kız.
Peki.
Götür onu buradan.
Kâğıtları
imzaladıktan sonra bu işin bitmesini istiyorum.
Bu Glasgow'da
yaptırdığım vana kontrol cihazı.
İşleri
değiştirebilir.
İyi şeyler düşün,
Edith.
Bu alet işe yararsa
Sharpe madenleri tekrar açılabilir.
Ah, harika.
Teşekkürler.
Siz Leydi Sharpe
olmalısınız.
Kusura bakmayın.
Size birkaç mektup
vardı da.
İki tanesi hukuk
müşavirinizden taahhütlü gelmiş.
Bir diğeri de ta
Milan, İtalya'dan.
-İtalya'da hiç
tanıdığım yok ki.
-Demek ki varmış,
hanımefendi.
Edith.
Fırtına yaklaşıyor.
Biraz çıkmak
zorundayız.
Yoksa eve varamayız.
Geceyi geçirmek
isterseniz aşağıda odamız var, Sör Thomas.
Neden olmasın?
-Adreslerinin bu
olduğuna emin misiniz?
-Thomas ve Lucille
Sharpe değil mi?
-Evet.
Cumberland, İngiltere, efendim.
-Teşekkür ederim.
Dr.
McMichael.
-Bay Holly.
-Hizmetinizdeyim,
efendim.
Belgenin kopyasını
getirdiniz mi?
Gazete kupürlerini
toplamak biraz zaman aldı.
Oldukça menfur
şeyler.
Yok yazık oldu.
Bay Cushing'e sadece kişisel bilgileri
verebilmiştim.
Ama o bile Sör
Thomas ve Bayan Cushing'in arasında ileri
bir ilişkiyi önlemesi için yeterli olmuştu.
Evlenmelerini engellemek
gibi.
Neden?
Çünkü gördüğünüz
üzere Sör Thomas zaten evli.
Şu Cavendish denen
adam.
Kahramanın.
Karanlık bir tarafı var.
Sevim donu.
Sonun da başarabiliyor mu bari?
-Tamamen ona kalmış.
-Nasıl yani?
Karakterler
seninle konuşur.
Değişirler.
Seçim yaparlar.
-Seçim mi?
-Neye dönüşecekleri
hakkında.
Oda biraz loş gibi
geldi bana.
-En azından sıcak.
-Burayı daha çok
sevdim.
Neyden daha çok?
Evden.
Neden oradan
ayrılmıyoruz?
Tek sahip olduğumuz
o ev.
Her şeyimi arkada
bıraktım.
Sahip olduğum her
şeyi.
-İstediğin her yerde
yaşabiliriz.
-Her yerde mi?
-Londra.
-Londra mı?
-Paris.
-Paris çok güzeldir.
Milan.
Hiç İtalya'ya gittin
mi?
Bir kere gitmiştim.
Geçmiş, Thomas.
Sürekli geçmişe
bakıyorsun.
Beni orada
bulamazsın.
Ben buradayım.
Ben de.
Finlay, kontrol aletini atölyeye taşımama yardım et.
Lucille?
Biz geldik, Lucille.
Kahvaltı
hazırlıyordum.
Yanıyordu.
Kaldırdım.
Neredeydiniz?
Karda mahsur kaldık.
Dün gece gelmediniz.
Geceyi depoda
geçirdik.
Orada mı yattınız?
Ne var bunda?
O benim kocam.
Sana bunlar oyun gibi
geliyor değil mi?
Aklımı oynatacaktım!
Sen neden
bahsediyorsun?
İkiniz fırtınada.
Yalnız başınıza.
Kaza geçirmediğinizi
nereden bilecektim.
Yalnız başıma kaldım.
Yalnız kalamam ben.
Amerika'dan mı
gelmiş bunlar?
Kendimi iyi
hissetmiyorum.
Sana çay yapayım.
Bu korkunç ses.
Ev dibe battıkça
daha da korkunç hale bürünüyor.
Bir şeyler yapmamız
lazım.
Sevgili Edith.
Babanın servetinin ilk kısmının transferinin tamamlandığını bildirmek
isterim.
Kalan meblağın transferi için gerekli belgeleri imzalaman
gerekiyor.
Sonsuz saygılarımla.
William Ferguson Enola.
-Çalışıyor, Finlay.
-Aynen, efendim.
Gramofon.
Milan.
Edinburgh.
Daha önce Londra, Edinburgh ve Milan'da para bulma konusunda başarısız olmuşsunuz.
Şimdi de buradasınız.
Ne kadar güzel değil
mi?
Bir saattir kusursuz
şekilde çalışıyor.
Başardık.
Başardık, Lucille.
Edith'in de görmesi için
sabırsızlanıyorum.
Edith mi?
-Yanında hep ben
vardım.
-Evet, tabii sen
vardın.
-İkimiz yaptık.
-Leydi Sharpe?
Başka kimseyle değil.
Kazanı denemek için daha
çok kömür lazım.
Zahmet olmazsa,
Lucille.
Biraz kömür lazım da.
Sen Finlay'e
anahtarı ver.
O getirir.
Lucille?
Edith?
Edith?
Edith?
Sabahki
davranışımdan dolayı özür dilemek istiyorum.
Sizi merak etmiştim.
Çayını içmemişsin.
Kendimi iyi
hissetmiyorum.
Bana soğuk su
getirir misin?
Tabii.
Mektupları okudun mu?
Evet.
Avukatımın gönderdiği para transferi için imzalamam
gereken kâğıtlar filan işte.
Bırakayım da dinlen.
Yakında daha iyi
hissedeceksin.
Bakalım burada ne
varmış.
Ben Pamela Upton.
Balmumu silindir kayıt cihazını deniyorum.
Çok güzel bir yıl olan 1887'de sevgili kocam Thomas Sharpe
için almıştım bunu.
Konuşsana Thomas.
Bir şeyler söyle.
Çok güzel alet, Pamela.
Ama teşekkürler.
Konuşmasam daha iyi.
-Bir şey söyle, Thomas.
-Tam olarak ne
söylememi istiyorsun?
Beni sevdiğini söyle.
Margaret McDermott.
Ding dong, zil sesi.
Kuyuda var bir kedi.
Kim atmış onu oraya.
Bizim Çelimsiz Mustafa.
Kim çıkaracakmış peki.
Bizim Şişko Mustafa.
Ne kadar da yaramazmış.
Zavallı kediyi
boğmaya çalışmış.
Enola Sciotti.
E.
S.
Evden gitme planları yapıyorduk ama ben gidemem.
Tek istedikleri o garabet makinesi üzerinde çalışmak için
para.
Paradan başka bir şeye önem vermiyorlar.
Bu silindirleri dolaba saklayacağım.
Her kim bulursa bilsin ki bunu bana onlar yaptı.
Kayıta son vermek zorundayım.
Geldiklerini
duyuyorum.
Bebek.
Bu kayıtları kim bulursa bilmelidir ki beni öldürüyorlar.
Ölüyorum.
Çayın içinde zehir var.
Cesedimi bulursanız evime götürün.
Ölmek istemiyorum.
Buradan çıkmalıyım.
Uyanmışsın.
Seni merdivenlerin dibinde
bulduk.
-Daha iyi misin?
-Kasabaya gitmem
lazım.
-Doktora
görünmeliyim.
-Olur tabii.
Ama kardan yollar
kapalı.
Bir şeyler ye o
halde.
Gücünü toplamalısın.
Anneme bu yatakta
bakmıştım.
Babam hayvan herifin
tekiydi.
Annemden nefret
ederdi.
Bacağını kırdı.
Bacağını botuyla ikiye
böldü resmen.
Hiçbir zaman tam
iyileşemedi.
Uzun zaman yatalak
kaldı.
Ama ben ona baktım.
Besledim.
Yıkadım.
Saçlarını taradım.
Yaralarını merhemle
ovaladım.
Onu iyileştirdim.
Sana da aynısını
yaparım.
Seni de
iyileştiririm.
Karımla biraz yalnız
kalabilir miyim?
Yakında yataktan
kalkacaksın.
Söz veriyorum.
Onu içme.
Sakın.
-Lucille, kız çok
hasta.
Ölüyor.
-Elbette ölüyor.
Her şeyi biliyor.
Çayı içmeyi bıraktı.
Sorun değil.
Zehri yemeğine koyarım artık.
Lucille yeter atık!
Bunu yapmak zorunda
mıyız?
Evet.
Bana neler
yapacaklarını bilmiyorsun.
Beni buradan
götürürler.
Kapatırlar.
Sen de asılırsın.
Birlikte durmalıyız.
Ayrı düşemeyiz.
Beni bırakmazsın sen.
-Bırakamazsın.
-Bırakamam.
Bırakamam.
Biliyorum.
Allerdale
Malikânesi'nin yerini soran bir bey var.
-Bu saatte mi?
-Evet.
Hayatta olmaz.
O atla gidemezsiniz
oraya.
Bitmiş hayvan.
-Sizden kiralasam.
-Kış olduğundan
kapalıyız.
-Peki yürüyerek
gidebilir miyim?
-Yolu takip
ederseniz dört saat sürer.
O zaman yol
koyulayım.
-Bayım!
-Fırtınadan sonra
benimle orada buluşun.
Kim olduğunu
biliyorum.
Adın Enola Sciotti.
Benden ne istediğini
söyle.
-Her şey ortada
artık.
-Rol yapmana gerek
yok.
Biz böyleyiz.
Biliyordum.
-Yapma, Lucille.
-Biliyordum.
-Kapıda biri var!
Sen onun kız kardeşi
değilsin.
İşte bu çok güzel.
-Öyleyim.
-Yapma!
Merhaba, Edith.
Kıpırdamamaya ve
konuşmamaya çalış.
Çok ağır
yatıştırıcılar verdim.
Bacağını yerine
oturmak için seni yatıştırmak zorundaydım.
İyileşeceksin.
Habersiz geldiğim
için kusura bakmayın.
İyi ki de geldiniz.
Telgraf çekmeliydim
ama sürpriz hoşunuz gider diye düşündüm.
Mucize resmen.
Biz ne yapacağımızı
bilemezdik.
Çok hasta.
Hayaller görüyor.
-Sonra da
merdivenden düştü.
-Benimle konuştu.
-Kim konuştu?
-Annem.
Beni uyarmıştı.
Kızıl Tepe.
Gördüğünüz gibi
sayıklıyor.
Zavallıcık.
Evet.
Görüyorum.
-Al.
İçmeye çalış.
-Hayır.
O olmaz.
O olmaz.
Bizimle burada kalacaksınız,
değil mi?
Fırtınanın dinmesini
bekleyin.
Madem ısrar
ediyorsunuz.
Ama önce hastamla yalnız
kalmalıyım.
Sizi yalnız
bırakalım o zaman.
Edith, dinle beni.
Seni götürmeye
geldim.
Duydun mu?
Seni hemen
götürüyorum.
Birinin onu
durdurması lazım.
Lucille, lütfen.
Ne yapıyorsun?
Merak ediyorum.
Bakalım bu sefer sen
yapabilecek misin?
Kalmaya çalış.
Pekâlâ.
Sana zarar vermelerine
izin vermeyeceğim.
Üzerine giyecek bir
şey bulmalıyız.
-Gitme.
-Hemen döneceğim.
İşler
duygusallaşmaya başlamış gibi doktor bey.
Çok bitkin.
Kansızlık emareleri
gösteriyor.
-Onu hastaneye
götürüyorum.
-Buna gerek yok.
Maalesef, gerekli.
Onu
zehirliyormuşsunuz.
Edith.
İlk sayfa.
Cumberland mezar
taşı.
Leydi Beatrice
Sharpe küvette öldürülmüş halde bulunmuş.
Çok şiddetli bir
darbe neredeyse kafasını ikiye ayırmış.
Tutuklanacak şüpheli
dahi bulunamamış.
O sırada evde kimse
yokmuş.
Sadece çocuklar
varmış.
Gerçek akla
gelmeyecek kadar korkunçmuş çünkü.
-Kes artık, doktor.
-Siz mi yaptınız?
-Hayır.
-O sırada 12
yaşındaydınız.
Polis sorgusundan
sonra yatılı okula gönderilmişsiniz.
Ama 14 yaşındaki
Lucille için hikâyenin kalanı biraz karanlık.
İsviçre'de bir din
okulu deniyor haberlere göre ama bence
farklı bir eğitim kurumuydu.
Sör Thomas hali
hazırda evli.
Pamela Upton adından
biriyle evlenmiş.
Margaret McDermott ve
Enola Sciotti-- E.
S. -Bilmediğim şeyler var, Edith.
-Edith ve ben
gidiyoruz.
Sen dur orada.
Edith.
Sen yapacaksın.
Biraz da sen
ellerini kirlet.
Gel buraya oğlum.
Pislik.
Ben yapmazsam o
yapacak.
Dinle beni.
Sen doktorsun.
Nereden yapmam gerektiğini
göster.
Hayır!
Alan!
Siz canavarsınız!
İkiniz de!
Komik.
Annemin de son
sözleri bunlardı.
Lucille, Edith'i
kâğıtları imzalaması için yukarı çıkardı.
İmzalarsa öldü
demektir.
Gitmem gerekiyor.
Onu buraya
getireceğim.
Bir yolunu bulacağım.
Maden yolu açık.
Oraya gir.
-Dayanabilir misin?
-Git.
Kendini yazar
sanıyorsun.
Hayaletlerle
bozmuşsun.
Neyi bekliyorsun?
Yaşamak için nedenin
kalmadı.
İmzala.
Bulduğumuz tüm
kadınlarda Londra'da, Edinburgh'da,
Milan'da -Amerika'da.
-Evet, Amerika'da
var bir de.
Kadınların hepsinde
aradığımız tüm özellikler vardı.
Para, yitip gitmiş
hayaller ve bitmiş akraba ilişkileri.
Kimse onları aramaya
gelmedi.
Öldürerek onlara
iyilik yaptık.
Benim sonum da mı
öyle olacak?
Ya İtalyan kadın?
Enola.
Bebeğini de
öldürmüşsünüz.
Öldürmedim.
Hiçbiri Thomas'la
yatmadı.
Anlamıyor musun?
Bebek benimdi.
Sakat doğmuştu.
Doğarken
öldürmeliydik ama Bebek sahibi olmak
istedim.
Sahip olabileceğimi
söyledi.
Kararlıydı.
Yalan söyledi.
Bu kadar vahşet ne
için?
Para için mi?
Malikâneyi tutmak
için mi?
Sharpe adı korumak
ya da madenler için mi?
Evlilikler para
içindi tabii.
Ama vahşet.
Aşk içindi.
Böyle bir aşk için
yaptığımız şeyler; çirkin ve manyakça.
Ter ve pişmanlıklarla
dolu aslında.
Böyle bir aşk seni yakar
ve yaralar.
İçini dışına çıkarır.
Canavarların aşkı
bizimkisi.
İçimizdeki
canavarları ortaya çıkarması da o yüzden.
Ama Thomas'ı asıl çocukken
görecektin.
Kusursuzdu.
Yaptığı her
yaramazlıkta annemin bastonundan onu
ben korudum.
Çok dayak yedim.
Annem ikimizi
öğrendiğinde ise Thomas'la benim bildiğimiz
tek aşk bu çürümüş duvarların arasında saklanmak.
-Doğru değil.
-Onu boğuyorsun.
İmzala!
İmzala dedim sana!
Babamı kim öldürdü?
Ne kadar da zevksiz,
kendini beğenmiş adamdı.
Seni seviyordu.
Kafasını lavaboya
vurduğumda o hüzünlü suratını görecektin.
-Sen!
Sakın yaklaşma!
-Dinle beni, Edith.
-Bırak beni!
-Edith, lütfen.
Dinle!
McMichael hala hayatta.
-Bana yalan söyledin.
-Evet söyledim.
-Beni zehirledin!
-Evet.
-Beni sevdiğini
söyledin!
-Evet.
Edith, lütfen bana bir
kez daha güven.
İstersen git ya da
istersen bekle.
Kâğıtları geri
alacağım.
Bu işe bir son
vereceğim.
Kâğıtları yaktın.
Lucille.
Kâğıtları yaktın.
Evet, Edith
ölmeyecek.
Ona dokunmayacaksın.
Bana emir mi
veriyorsun?
Gidebiliriz, Lucille.
Allerdale'den
ayrılabiliriz.
-Gitmek mi?
-Yeni bir hayata
başlayabiliriz.
-Nerede?
-Her hangi bir yerde.
Fark etmez.
-Nereye gideceğiz?
-Her şeyi arkamızda
bırakırız.
Sharpe ismi
madenlerle birlikte ölür gider.
Bırakalım garabet yerin
dibine göçsün.
Yıllarca bu
duvarları bir arada tutmaya çalıştık.
Ama sonunda özgür olabiliriz.
Özgür, Lucille.
Hepimiz bir arada
olabiliriz.
Hepimiz mi?
-Ona aşık mısın?
-Günün birinde
olacaktı elbet.
-Yıllardır ölü
gibiyiz, Lucille.
-Söz vermiştin.
-Bu çürüyen evde
geldiğimiz hale bak.
-Onu seviyor musun?
Başkasına aşık
olmayacağına söz vermiştin.
Evet ama oldu işte.
Buraya geliyor.
Bizi buradan çıkarıp
yardım getireceğim.
Bana güven.
Senin için döneceğim.
Söz veriyorum.
Saklan.
Buradan
gönderilmeden önce küçük bir hatıra
saklamıştım.
Annemden kalma.
Edith?
Ya sen beni
öldüreceksin ya da ben seni.
Yoksa durmayacağım.
Yardım et.
-Sana yardım edecek
kimse yok.
-Evet var.
Ona bak.
Dön arkanı.
-Thomas.
-Lucille.
Durmayacağım.
Ya sen beni
öldüreceksin ya da ben seni.
Anladık.
Hayaletler gerçek.
O kadarını biliyorum.
Leydi Sharpe!
Onları, bize bağlandıkları gibi bazı yerlere bağlayan
nedenler var.
Bazıları bir avuç toprağa bağlıdır.
Bazıları ise belirli günlere ve zamana dökülen kana korkunç
bir suça.
Ama başkaları da var.
Bir duyguya sıkı sıkıya tutunanlar.
Bir dürtüye kayıplarına intikama.
Ya da sevgiye.
İşte onlar hiçbir zaman gitmezler.
« Prev Post
Next Post »