Print Friendly and PDF

Translate

Aynı Yıldızın Altında (2014)The Fault in Our Stars

|

126 dk

Yönetmen:Josh Boone

Senaryo:Scott Neustadter, Michael H. Weber, John Green

Ülke:ABD

Tür:Dram, Romantik

Vizyon Tarihi:27 Haziran 2014 (Türkiye)

Dil:İngilizce

Müzik:Mike Mogis, Nate Walcott

Oyuncular

Shailene Woodley

Ansel Elgort

Nat Wolff

Laura Dern

Sam Trammell

Özet

16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Hazel'ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam'a gidecek ve Hazel'ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten'i bulmaya çalışacaklardır..

Altyazı

Bence acıklı hikâye anlatmak kişiden kişiye değişir.

  İsterseniz ballandırabilirsiniz    yani film ve romantik kitap evrenlerinde olduğu gibi    güzel insanların güzel dersler aldıkları evrenlerde.

  Bir sorunun, bir özür ve Peter Gabriel şarkısıyla çözülebileceği evrenlerde.

  İnanın bana, ben de her kız gibi o evrendeki versiyonu seviyorum.

  Ama bu gerçek dünya değil.

  Gerçek dünya bu.

  Üzgünüm.

 Yıldızlarımızdaki Kusur

 On yedinci yılımın kış aylarında    annem, depresyonda olduğuma karar verdi.

 Ağzına lokma girmiyor, evden çıktığı yok.

 - Depresyonda falan değilim anne.

 - Aynı kitabı defalarca okuyor.

 - Kesinlikle depresyonda.

 - Depresyonda değilim!

  Broşürler ve internet siteleri depresyonun    kanserin yan etkisi olduğunu söylüyorlar.

  Depresyon, kanserin bir yan etkisi değildir.

  Ölmenin yan etkisidir.

  Ben de ölüyordum zaten.

 "Acı, hissedilmeyi talep eder.”

  Seni Zoloft'a ya da Lexapro'ya geçirebilirim.

 - Günde bir yerine iki öğün.

 - Niye ikiyle kısıtlıyorsunuz?

 Cidden, arttırın.

 Keith Richards'ın kanserli versiyonuyum ben.

 Sana tavsiye ettiğim o destek grubuna gidiyor musun?

 Benlik bir şey değil o.

 Destek grupları, seninle şey olan insanlar için harika olabilir  - Ney olan?

 - Seninle aynı yolculukta olan.

 "Yolculuk" mu?

 Ciddi misiniz?

 Hiç değilse bir dene.

 Kim bilir, ayrılmak bile istemeyebilirsin.

 Pekâlâ.

 Hazır mıyız?

 Bugün burada   kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbinde toplandık.

 İsa Mesih'in yanındayız.

 Grupla hikâyesini paylaşmak isteyen var mı?

 Adım Angel, akut miyeloid lösemim var.

 Sid, akut lenfoblastik lösemi.

 Selam, adım P.J. nöroblastomam var.

 Ben Patrick, testis kanseriyim.

  Patrick'in testis kanserinin kanlı detaylarını atlayacağım.

  Basite indirgeyecek olursak, kanseri hayalarında buldu.

  Çoğunu kestiler.

 Ölümün eşiğinden döndü ama ölmedi.

  Şimdi burada    boşanmış, yalnız    ailesinin kanepesinde yaşıyor.

  Kanserli geçmişini, kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbini kullanarak defediyor.

   eğer şansımız varsa    bir gün    onun gibi olabileceğimizi söylüyor.

 Başka kim anlatmak ister?

 Hazel?

 Adım Hazel.

 Aslında tiroit kanseriyim ama ciğerlerimde  -  uzak doku metastası var.

 - Nasılsın peki?

  Tedavi edilemeyecek kadar ileride olan kanseri saymazsak mı?

 İyiyim herhâlde.

 Yanındayız Hazel.

 Bir şarkı daha ister misiniz?

 # Arkadaşımızdır bizim İsa Olacaktır hep yanımızda # # Arkadaşımızdır bizim İsa Olacaktır hep yanımızda # Merhaba canım.

 Ee?

 Muhteşem miydi?

 "Evet anne, muhteşemdi!

"  İşte hayatım buydu.

 Realite şovları   doktorlar   günde üç öğün sekiz ayrı ilaç   ama aralarında en beteri   destek grubuydu.

 - Zorla yollayamazsınız.

 - Tabii yollarız, anne-babanız senin.

 Bunları konuşmuştuk.

 Gençsin; çık dolaş, arkadaş bul.

 İlla genç aktiviteleri yapayım diyorsanız destek grubu şart değil.

 Sahte kimlik verin de barlara gidip votka içeyim  -  esrar koklayayım.

 - Esrar koklanmaz.

 Sahte kimliğim olsaydı bunları bilirdim işte.

 Arabaya biner misin lütfen?

  Sonunda gittim işte.

  Gitmeyi istediğim veya yardımı dokunacağı için değil    bu günlerde yaptığım her şeyi neden yapıyorsam onun için gittim:  Annemleri memnun etmek için.

 Niye tek başıma gelmeme izin vermiyorsun, anlamıyorum.

 Bir şey yaptığın da yok hani.

 Oturup bekliyorsun.

 Hiç de bile.

 Eve gidip temizlik yapacağım.

 - Seni seviyorum.

 - Ben de seni.

 İyi eğlenceler.

  Kanserden ölmekten daha beter bir şey varsa    o da kanserli bir çocuğunuzun olmasıdır.

 Arkadaş edin!

 Kusura bakmayın, ben merdivenlerden çıkacağım.

 - Sorun değil.

 - Teşekkürler.

 Pardon.

 Önemli değil.

 Özür dilerim.

 Tanrım.

  Kim başlamak ister?

  Kim başlamak ister?

 Başlangıç vuruşunu yapmak isteyen?

  Lütfen.

  Ben Beth   Isaac çok zorlu bir dönemden geçiyor.

 Grupla paylaşmak ister misin?

  - Belki arkadaşın paylaşmak ister?

 - Hayır, ben paylaşırım.

 Selam millet.

 Selam, adım Isaac.

 retinoblastomum var.

 Küçükken bir gözümden ameliyat oldum, bu sahte göz.

 Diğer gözü de almak için muhtemelen yine ameliyat olacağım.

 O ameliyattan sonra tam kör olacağım.

 Ama inanılmaz seksi, beni aşan bir sevgilim var: Monica.

 Muhteşem arkadaşlarım da var.

 Augustus Waters gibi   bana destek olan arkadaşlar.

 Durum böyle.

 - Teşekkürler.

 - Yanındayız Isaac.

 Sağ olun.

 - Sıra sende Gus.

 - Peki, tamam.

 Ben Augustus Waters.

 18 yaşındayım.

 Bir buçuk sene önce kemik tümörüm vardı.

 Bunun sonucu olarak bu bacağımı kaybettim.

 Şimdi yarı cyborg'um, şikâyetçi de değilim hani.

 Ama burada olma sebebim Isaac istediği için.

 - Peki nasılsın Gus?

 - Harika.

 Sadece yukarı çıkan bir hız trenindeyim.

 Korkularını grupla paylaşmak ister misin?

 Korkularım mı?

 Unutulmak.

 - Unutulmak mı?

 - Evet.

 Sıradışı bir hayat yaşamak istiyorum.

 Hatırlanmak istiyorum.

 Eğer korkumu soracak olursanız hatırlanmamak olur.

 Bundan bahsetmek isteyen var mı?

 Hazel?

 İlginç.

 Öyle bir zaman gelecek ki hepimiz bir gün öleceğiz.

 İnsanların olmadığı zamanlar vardı, insanlık sonrası zamanlar olacak.

 Kim bilir, belki yarın; belki bir milyon yıl sonra.

 Bu gerçekleştiğinde kimse hatırlanmayacak: Ne Kleopatra, ne Muhammet Ali, ne Mozart   ne de buradakiler.

 Unutulmak kaçınılmazdır.

 Bu düşünce seni korkutuyorsa aklından çıkar gitsin.

 Tanrı biliyor ya, hepimiz öyle yapıyoruz.

 Harika bir öneriydi.

  Burayı seviyorum çünkü herkes çıkıp fikrini  Sağ olun.

 - Sonsuza dek.

 - Sonsuza dek.

 - Sonsuza dek.

 - Sonsuza dek.

 Kelimenin gerçek anlamıyla.

 Bir kilise bodrumundayız sandım başta   ama meğerse, kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbindeymişiz.

 Evet.

 - Adın ne?

 - Hazel.

 Hayır, yani adın-soyadın.

 Hazel Grace Lancaster.

 - Ne?

 - Bir şey demedim.

 - Niye öyle bakıyorsun?

 - Çünkü güzelsin.

 - Tanrım  - Güzel insanları izlemekten keyif alıyorum.

 Bir süre önce varoluşun basit zevklerinden kendimi alıkoymayacağıma karar vermiştim   ama sonra sen gelip yakında öleceğimizi söyleyip her şeyi baltaladın.

 - İyi, hoş da; ben güzel değilim.

 - Selam Lisa.

 - Önce sen söyle.

 - Önce sen söyle.

 - Sonsuza dek.

 - Sonsuza dek.

 - "Sonsuza dek" muhabbeti nedir?

 - "Sonsuza dek" onların mottosu gibi.

 "Seni sonsuza dek seveceğim" gibisinden falan.

 Herhalde bu sene birbirlerine 14 milyon kez "sonsuza dek" diye mesaj atmıştırlar.

 Göğsünü acıtmıyor mudur o ya?

 - Gel film izleyelim.

 - Ne?

 Bu hafta bayağı doluyum  Şimdi izleyelim diyorum.

 - Baltalı bir katil olabilirsin.

 - O ihtimal hep var.

 - Hadi Hazel Grace, riske gir.

 - Bilmi  - Ciddi misin?

 İğrençsin!

 - Ne?

 Havalı falan mısın sanıyorsun?

 Her şeyi berbat ettin.

 - Her şeyi mi?

 - Evet, her şeyi!

 Çok fena mahvettin hem de.

 Tanrım.

 Bir hamarti olmasa olmaz zaten, değil mi?

 Kanser olmana rağmen   daha çok kanser yaysın diye bir şirkete para mı kazandırıyorsun?

 Emin ol, nefes alamamak cidden hiç güzel değil.

 - Hem de hiç güzel değil.

 - "Hamarti" mi?

 - Kusur demek.

 - Kusur  Hazel Grace, yakmadığın sürece bir zararları dokunmuyor.

 Hiç yakmadım.

 Bir metafor bu.

 Bu öldürücü şeyi dişlerinin arasına koyuyorsun   ama seni öldürmesi için gerekli gücü bahşetmiyorsun.

 Metafor.

 Merhaba canım.

 Top Model izlemeye hazır mısın?

 Hayır.

 Augustus Waters'la plan yaptım.

 Tanrım!

 Sınavdan birkaç kez kalmıştım da  Hadi canım!

 Aslında sınava dördüncü girişimde böyle kötü gidiyordu.

 Bittikten sonra eğitmen bana baktı ve  "Sürüşün hoş olmadığı gibi teknik açıdan güvenli de değil.”

  dedi.

 - Kanser Avantası.

 - Kesinlikle.

 Kendinden bahset biraz.

 Farkına vardıklarında 13 yaşındaydım.

  Bulunabilecek en kötü durumlardan biriydi.

  Tiroid kanseri, dördüncü evre.

  Yapılabilecek pek bir şey yoktu.

  Ama bu doktorları durdurmadı tabii.

  Ameliyat, radyasyon, kemoterapi    daha çok radyasyon.

  Bir süreliğine iyi gidiyordu    sonra birden durdu.

  Sonra bir gün ciğerlerim suyla dolmaya başladı.

 Hemşire!

 Hemşire lâzım buraya!

  Nefes alamıyordum.

 Kimse kontrol altına alamıyordu.

 Rahatlayabilirsin hayatım.

 Korkma.

  Orada ölecektim.

 Tanrım!

  Sonra tuhaf bir şey oldu.

  Antibiyotikler etkisini gösterdi, ciğerlerimdeki sıvıyı çıkardılar.

  Kuvvetlerini geri kazandılar.

  Sonra kendimi, deneysel bir araştırmada buldum.

  Kanseristan Cumhuriyeti'ndeki İşe Yaramamaları'yla ünlü olanlardan.

  Adı "Palanksiför"dü.

  Hastaların %70'inde işe yaramıyordu ama nedense bende yaradı.

 Mucize dediler.

 Ciğerlerim, ciğer olma konusunda hâlâ berbatlar ama bir süre daha   berbat olmaya devam edebilirler.

 Okula geri dönüyor musun yani?

 GED sınavımı verdim, yani zaten üniversitede okuyorum.

 Üniversite kızı!

 Sofistike auran şimdi anlaşıldı.

 Mütevazı evime hoş geldin.

 Bizimkiler bunlara "Teşvikler" diyorlar.

 "Gökkuşağı istiyorsan ıslanmasını bileceksin.”

  Hiç sorma.

 - Selam millet.

 - Merhaba Augustus.

 Yeni arkadaşın mı?

 - Evet, Hazel Grace.

 - Selam.

 Sadece Hazel.

 - Nasıl gidiyor Sadece Hazel?

 - Nasılsın?

 Biz aşağı gidiyoruz.

 - Memnun oldum.

 - Ben de.

 Augustus'ın Dünyası.

 Burası benim odam.

 - Epey iyi bir koleksiyonun varmış.

 - Evet, eskiden oyuncuydum.

 - Oturabilir miyim?

 - Tabii, rahatına bak.

  Benim evim, senin evin.

 Kusura bakma, merdivenler  Benim için  Anladım.

 - Cidden ama, iyi misin?

 - Evet, evet.

 Güzel.

 Hikâyen nedir?

 Zaten anlattım ya.

 - 13 yaşındayken tiroid  - Kanser hikâyeni değil   gerçek hikâyeni.

 İlgilerin, hobilerin, tutkuların, fetişlerin.

 - Fetişlerim mi?

 - Bir şey düşün.

 Aklına ilk gelen şey.

 Sevdiğin bir şey.

 "Görkemli Izdırap".

 Peki.

 O ne?

 - Roman.

 En sevdiğim roman.

 - İçinde zombiler var mı?

 - Zombi mi?

 Hayır.

 - Stormtrooperlar?

 - Hayır!

 Öyle bir kitap değil.

 - Konusu ne?

 Kanser.

 - Sadece kanser mi?

 - Öyle değil.

 İnan bana   harikadır.

 Yazarı Peter Van Houten   ölmenin nasıl bir şey olduğunu anlayan   hayatımda gördüğüm tek ölmemiş insan.

 Anladım.

 İçinde zombiler ve stormtrooperlar olmayan   sıkıcı isimli bu kitabı okuyacağım ama karşılığında   sen de bunu okuyacaksın.

 En sevdiğim oyunun, rüyalara giren ama aynı zamanda müthiş olan kitabı.

 "Şafağın Bedeli" mi?

 Gülme, harikadır.

 Onur, fedakârlık, cesaret ve kahramanlık konuludur.

 Kaderini kabullenmek ve dünyada bir iz bırakmak konulu.

 Teşekkürler.

 Ellerin buz gibi!

 Pek soğuk sayılmazlar.

 Az oksijen aldıkları için.

 Hazel Grace?

 Böyle tıbbî konuşmana bayılıyorum.

 İlginç.

 O mu verdi sana?

 Uçuğu mu kastediyorsun?

 Evet, uçuğu.

 Her annenin nihai hayali.

 - Merak etme.

 - Hayır anne, merak etmiyorum.

 Önemli değil.

 Öyle biraz takıldık, aramasını falan bekliyor değilim.

  - Bu mu?

 - Evet.

 - Biber sandım.

  Bugün Çin'de Ulusal Kurt Üzümü Günü.

 Harika, değil mi?

  "Elimdeki kitabın son on sayfası eksik de lütfen.”

  - Çok iyi.

 - Güzeller, değil mi?

 - Çok kurt üzümü yiyiliyor mu bu günde?

 - Evet.

  "Kitap böyle bitiyor deme bana lütfen!

" Kurt üzümü günü için tatlı ile bir şeyler ayarlamaya çalıştım  Bir kitap, cümlenin yarısında bitemez!

 Ne biçim bir deliliktir bu!

 AAAAHHH!

 - Her yıl yapalım bunu.

 - Her yıl.

 Cidden sevdim yalnız bunu.

 - Masadan kalkmak ister misin?

 - Ne?

  Hazel Grace.

 "Görkemli Izdırap"ı okumanın verdiği tatlı eziyetin hayırlı olsun.

  Şimdi tüm kuralları yıkıyorum!

 O ne  İyi misin?

 Evet, ben gayet iyiyim.

 Isaac'leyim şu an  Isaac, Destek Grubu Hazel durumu kötüleştirir mi iyileştirir mi?

 Isaac, bana odaklan.

 Ne kadar çabuk gelebilirsin buraya?

 Harika.

 Kapı açıktı.

 Telefonu kapatmam lâzım.

 Selam?

 Hazel.

 Isaac, Destek Grubu Hazel geldi.

 - Selam.

 - Selam.

 Ufak bir hatırlatma: Isaac şu anda bir sinir krizi geçiriyor.

 Çok güzel olmuşsun bu arada.

 - Bu renk sana yakışmış.

 - Teşekkürler.

 Isaac.

 - Isaac, Hazel geldi.

 - Selam Isaac.

 Selam Hazel.

 - Nasılsın?

 - İyiyim.

 Isaac ve Monica'nın artık bir ilişiği kalmadı.

 Çok üzüldüm.

 Bunu konuşmak ister misin?

 Hayır, sadece oyun oynayıp ağlamak istiyorum.

 Bilgece kadın tavsiyelerin varsa konuşmaktan zarar gelmez bence.

 Bence en iyisini o bilir.

 - Acı, hissedilmeyi talep eder.

 - Benim kitabımdan alıntı yaptın.

 Ameliyattan önce benimle ayrılmak istediğini söyledi.

 Kaldıramazmış.

 Görme yetimi kaybetmek üzereyim ama kaldıramayan o oluyor.

 "Sonsuza dek" deyip durdum   ama o benim sesimi bastırıp aynı şekilde cevap vermedi ve  O anda ölmüştüm sanki.

 Biliyor musun  İnsanlar verdikleri sözleri o anda idrak edemiyorlar.

 Doğru da  Nasıl bir eziksem, verdiği kolyeyi hâlâ takıyorum.

 - Çıkarsana.

 - Kanka, çıkarsana.

 - Budur.

 - Harikasın kanka, harikasın.

 Öfkemi çıkarmam lâzım.

 Ona vurma, ona vurma.

 - Buna vur.

 - Pardon.

 Kaç gündür seni aramak istiyordum ama Görkemli Izdırap hakkında   düzgün bir düşünce oluşturmaya çalışıyordum.

 Bir dakika.

 Isaac!

 Yastıklar kırılmaz.

 Senin bir şeyleri kırman lâzım.

 Bir de bunu dene.

 - Ödülü mü?

 - Evet.

 Emin misin?

 Zaten babama, basketbolu sevmediğimi söylemek için bir çıkar yol arıyordum.

 Hadisene!

 Sonsuza dek!

 - Görkemli Izdırap.

 - Evet.

 Beğenmene çok sevindim.

 Evet, beğendim.

 Ama o sonu yok mu.

 Biliyorum.

 Biraz beklenmedikti.

 "Biraz beklenmedik" mi?

 Bildiğin şeytancaydı!

 Kızın öldüğünü anlıyorum   ama yazarla okuyucu arasında kâğıda dökülmemiş bir  - Gus?

 - Efendim?

 - Olur mu?

 - Olur.

 Kâğıda dökülmemiş bir anlaşma vardır.

 Ve bir kitabı, bir cümlenin ortasında bitirmek, anlaşmayı ihlâl ediyor, değil mi?

 Evet, doğru.

 Seni anlıyorum   ama doğru konuşmak gerekirse oldukça gerçekçi bir son olmuş.

 Hayatın ortasında ölürsün.

 Cümlenin ortasında ölürsün.

 Ama ne bileyim  Anna öldükten sonra diğer karakterlere ne olduğunu merak ediyorum.

 - Mesela Anna'nın annesi.

 - Evet, veya Hollandalı Lale Adam.

 - Veya hamster Sisyphus.

 - Evet!

 Bu Peter Van Houten'la iletişime geçmeyi denedin mi?

 Tonla mektup yazdım ama hiç cevap alamadım.

 Amsterdam'a taşınmış ve kendini toplumdan izole etmiş.

 - Tüh.

 - Doğru.

 Isaac, daha iyi misin kanka?

 Acının olayı bu.

 - Acı, hissedilmeyi talep eder.

 - Temizlikte yardımcı olurum.

  - Hazel Grace.

 - Augustus Waters.

 O kitabı aklımdan çıkaramıyorum.

  Rica ederim.

 Ama bir son şart, değil mi?

 Ben de mektuplarımda Van Houten'dan bunu istiyordum.

 Ama hiç cevap vermedi.

 Evet.

 "Sayın Bay Waters.

 Elektronik mektubunuza teşekkür etmek için yazıyorum.

 Kitabımı okumak için gerekli saatleri ayıran herkese minnettarım.”

   - Augustus?

 - Evet?

 Ne yapıyorsun?

  Van Houten'ın asistanını bulmuş olup, mektup yazmış olabilirim.

 Augustus!

  O da bu mektubu Van Houten'a iletmiş olabilir.

  - Devam edeyim mi?

 - İnanmıyorum!

 Evet, hadi, hadi!

 "Size teşekkür borçluyum bayım.”

  Hazel Grace, bana "bayım" dedi.

 Augustus, devam et.

 Devam et!

 "Hem Görkemli Izdırap için sarfettiğiniz güzel sözler için, hem de size ve    arkadaşınız Hazel Grace'e, kitabın, sizden alıntı yapacak olursam    'çok şey ifade ettiğini' söylediğiniz için teşekkürlerimi sunarım.

  Ciddi olamazsın!

 Ciddi olamazsın!

  - Ciddi olamazsın!

 Ciddi olamazsın!

 - Tabii ki ciddiyim.

 "Sorunuza gelecek olursak: Hayır, başka bir şey yazmadım ve yazmayacağım.

  Düşüncelerimi okuyucularla paylaşmaya devam etmenin, ne okuyucuya    ne de bana faydası olacaktır.

 Ancak bu güzel mektubunuz için   size teşekkür ederim.

 Sevgilerimle, Peter Van Houten.

 Ciddi ciddi oldu bu.

 Aman Tanrım.

 Sana da söylemeye çalışıyordum, ben biraz muhteşemim.

 - İzin verirsen ben de  - Gelen kutuna bak.

 Aman Tanrım.

 İnanmıyorum Augustus.

 Çok heyecanlıyım.

 Çok heyecanlıyım.

  Sayın Peter Van Houten, Adım Hazel Grace Lancaster.

  Kitabınızı benim tavsiyem üzerine okuyan arkadaşım Augustus Waters    bu adresten bir e-posta aldı.

  Umarım o e-postayı benimle paylaşmış olmasında sakınca yoktur.

  Kitabın sonuyla ilgili kafamda kalan soru işaretlerini    ortadan kaldırabilir misiniz diye merak ediyordum.

  Özellikle şu soru:  Anna'nın annesi Hollandalı Lale Adam'la evleniyor mu?

  Ve Hollandalı Lale Adam sahtekâr mı, yoksa ortada bir yanlış anlaşılma mı var?

  Son olarak da, hamster Sisyphus'a ne olduğunu soracaktım.

  Bu sorular yıllardır kafamda dönüp dolanıyor    ve cevaplarını almak için ne kadar süremin kaldığını bilmiyorum.

  Bunların, önemli edebî sorular olmadığını ve kitabınızın   önemli edebî sorularla dolu olduğunu biliyorum   ama gerçekten cevaplarını öğrenmek istiyorum.

  Ayrıca, başka bir şey yazmaya karar verirseniz   seve seve okurum.

 Aslına bakarsanız, alışveriş listelerinizi bile okuyabilirim.

 Hayranlık ve sevgilerimle, Hazel Grace Lancaster.”

  Fena değil.

 Öyle mi dersin?

 Eh yani, biraz gösterişçi ama    Van Houten da "tarafgâr" ve "bakanalya" gibi kelimeler kullanıyor, yani  Bence beğenecektir.

 Saat gerçekten 1 mi?

  Öyle mi?

 Evet, galiba öyle.

 Uyusam iyi olacak.

 Peki.

 Peki.

 Peki.

 Peki.

 Belki "peki" bizim "sonsuza dek"imiz olur.

 Peki.

 Aman Tanrım.

 "Bayan Lancaster  Sorularınıza cevap veremem, en azından yazarak   çünkü böylesi cevaplar kitaba devam niteliği taşır   ve siz de yayınlayabilir veya internette paylaşabilirsiniz.

 Size güvenmediğimden değil ama size güvenmiyorum.

 Sizi tanımıyorum.

 Yolunuz Amsterdam'a düşerse boş bir vaktinizde lütfen ziyaret edin.”

  Ne?

 "Sevgilerimle, Peter Van Houten.”

  Aman Tanrım!

 Hayata bakar mısın?

  Hazel?

 - Anne!

 - Hazel, n'oldu?

 Anne, baksana.

 Gel, gel, gel.

 Bak.

 - Ne?

 - Evet.

 Peter Van Houten!

 Bak ne yazmış!

 "Yolunuz Amsterdam'a düşerse " Gitmeliyim!

 - İnanılmaz.

 - Amsterdam'a davet etmiş.

 Amsterdam!

 - Vay canına.

 - Gidebilir miyiz?

 Sence gidebilir miyiz?

 Amsterdam bu.

 Dünyadaki her şeye sahip olmanı istiyorum.

 Ama o kadar paramız yok.

 Tüm bu ekipmanı oraya götürmek

 Nasıl yaparız ki?

 Doğru ya, pardon.

 Baksana, özür dilerim.

 Önemli değil.

 Cinler'e sor o zaman.

 Dilek hakkını kullan.

 - Çoktan kullandım.

 Mucize Öncesi'nde.

 - Ne istedin?

 Disney deme sakın.

 Hazel Grace, Disney World'e gittim deme.

 - Tek dilek hakkını Disney World'e gitmek için  

- 13 yaşındaydım.

 -  kullandım deme.

 - Bir de Epcot Center vardı!

 - İnanmıyorum.

 - Epey eğlenceli bir geziydi!

 - Hayatımda duyduğum en üzücü şey bu.

 - Goofy'yle tanıştım.

 - Utanıyorum bildiğin.

 - Sen niye utanıyorsun?

 Bu kadar klişe dilekleri olan bir kıza âşık olduğuma inanamıyorum.

 Rezalet.

 Geliyor musun?

  MR'a girdiğinizde en önemli şey    tamamen sabit durmaktır.

  Ama o gün bu neredeyse imkânsızdı.

 Merhaba Gus!

 Nasılsın?

 Merhaba Bayan Lancaster.

 Selam.

 Rik Smits forması mı?

 - Ta kendisi.

 - Bayılırdım o herife.

 Adım Augustus Waters.

 Memnun oldum.

 Ben de Michael.

 - Ne güzel sürpriz.

 - Merhaba Bayan Lancaster.

 - Seni gördüğüme sevindim.

 - Bilmukabele.

 - Selam Hazel Grace.

 - Selam.

 Benimle pikniğe gel desem, ne derdin?

 Çok güzel olurdu derdim.

 Gidelim mi?

 Hayır.

 Şey  Önce bir  Her tarafım hastane kokuyor, önce bir üstümü değişeyim.

 Demek sen de mücadelecilerdensin, ha?

 Evet.

 Bu küçük beyi boşuna kestirmedik.

  Şimdi sağlığın nasıl?

 Harika.

 14 aydır kanser belirtisi yok.

 - Ya?

 - Evet.

 - Harikaymış.

 - Evet.

 Çok şanslıyım.

 Bak Gus  Hazel'ın hâlâ hasta olduğunu unutma.

 Hayatı boyunca da düzelmeyecek.

 Sana ayak uydurmaya çalışacaktır.

 Öyle bir kız kendisi.

 Ama ciğerleri  Hazır mısın?

 Evet.

 Güzel.

 Görüşürüz o zaman.

 Tamam.

 Ne güzel bir gün.

 Evet.

 Tüm sevgililerini getirdiğin yer burası mı?

 Hem de her birini.

 O yüzden hâlâ bakirim.

 Bakir falan değilsin.

 - Ciddi misin?

 - Gel sana bir şey göstereyim.

 Bu daireyi görüyor musun?

 Bu, bakirlerin olduğu daire.

 Bu da   tek bacağı olan 18 yaşındaki çocukların dairesi.

 Evet  Funky Bones, Joep Van Lieshout'un eseri.

 - İsmi Hollandalıya benziyor.

 - Öyle de.

 Tıpkı Rik Smits gibi.

 Ve laleler gibi.

 Sandviç?

 - Dur tahmin edeyim.

 - Hollanda peyniri ve domatesli.

 Kusura bakma, domatesler Meksikalı.

 Bu ne cüret!

 Müthiş değil mi ama?

 Bir iskeleti oyun parkı olarak kullanıyorlar.

 Bir düşünsene.

 Sembolleri çok seviyorsun.

 Lafı açılmışken, muhtemelen neden gelmiş burada   Rik Smits formalı bir çocuğun yanında kötü peynirli bir sandviç yiyip   portakal suyu içtiğini merak ediyorsundur.

 Aklımdan geçmedi değil.

 Hazel Grace, senden önceki birçok çocuğa dediğimi söyleyeyim.

 Bunu, sana özel olarak büyük bir sevgiyle dile getiriyorum:  dileğini çok saçma şekilde kullanmışsın.

 Bunları konuşmuştuk.

 13 yaşındaydım.

 Lütfen!

 Burada büyük bir monologun ortasındayım.

 Gençtin, hassastın   Azrail kapının önünde nöbet tutuyordu   ve bunlar yüzünden aceleyle istemediğin bir dilek diledin.

 Ama Görkemli Izdırap'ı okumamış küçük Hazel Grace nereden bilebilirdi ki   asıl dileğinin, Amsterdam'da yaşayan Peter Van Houten'ı ziyaret etmek olacağını?

 Ama çoktan kullandım, o yüzden 

Neyse ki ben kendiminkini kullanmadım.

 Yani diyorsun ki 

Dileğimi falan sana vermeyeceğim Hazel.

 Eğer öyle bir düşünceye kapıldıysan hani.

 Ancak   benim de bu Bay Peter Van Houten ile görüşmek gibi bir isteğim var   ama beni kitapla tanıştıran kız olmadan   onunla tanışmam pek mantıklı olmazdı, değil mi?

 Cinler'le konuştum, kabul ettiler.

 Bir ay sonra gidiyoruz.

 Yalan.

 İnanmıyorum.

 İnanmıyorum!

 Merhaba.

 Selam.

 - Selam.

 - Gayet iyisin sen.

 Ne oldu?

 Her zamankinden.

 Ciğerlerindeki sıvı oksijen gidişini engelledi.

 Bir tüp bağladılar.

 Gece bir buçuk litresini çektiler.

 İyi haber ise   tümör büyümemiş.

 Yeni tümör çıkmamış.

 Çok rahatladık.

 Bu gelip geçici bir şey Hazel.

 Bununla yaşayabiliriz.

 Bay Lancaster.

 - Hazel nasıl?

 - Daha iyi.

 Teşekkür ederim.

 Çok daha iyi.

 Beni içeri almadılar.

 Sadece aile fertleri girebiliyormuş.

 - Evet, kusura bakma.

 - Haklılar tabii.

 Buraya geldiğimi söyleyebilir misiniz?

 Tabii.

 Tabii ki söylerim.

 - Tamam.

 - Gus, istersen sen evine git, olur mu?

 Biraz dinlen.

 Tamam.

 Normalde, tümörler tedaviye karşı koyarlar ancak bizim vakamızda böyle olmadı   henüz.

 Ancak   ilaç, ödemi kötü yönde etkilemiş olabilir.

 Aslına bakarsanız, çok az kişi Hazel kadar uzun süre Palanksifor aldı.

 Uzun vadede nasıl bir etki yapar, bilemiyoruz.

 Biz şu anda endotelyal büyümeyi önlemeye çalışıyoruz.

 Eğer başarısız olursak hastalığa, zayıflamaya    damar tıkanıklığına    ve eritmeye çalıştığımız tümörlerin yayılmasına neden olacaktır.

  Ciddi endotelyal büyüme görülen hastlarda    hayatta kalma oranı durum ilerledikçe azalmaktadır.

 Rahatlayabilirsin hayatım.

 Korkma.

 Aman Tanrım.

 Artık anne olamayacağım.

 Bir sorum var.

 Evet Hazel?

 Hâlâ Amsterdam'a gidebilir miyim?

 - Bu durumda pek akıllıca olmaz.

 - Neden?

 Bu yolculuğu gerçekleştirmemizin bir yolu yok mu?

 Bazı risklerde artışa sebep olabilir.

 - AVM'ye gitmek de aynısını yapabilir.

 - Doğru, ama bir uçak başka.

 Uçaklarda da oksijen var.

 Hastalığın dördüncü aşamada.

 Bu fırsat bir daha karşıma çıkmayabilir.

 Hem de hiç.

 Tedavi işe yarıyorsa neden gidemiyormuşum  - Belki bir şekilde  - Hayır.

 Bunu başka nasıl söyleyebilirim bilmiyorum Hazel.

 Sen fazla hastasın.

  Üzgünüm.

  Alo?

  Evet, bir dakika.

 Merhaba.

 Yine Gus.

 Kusura bakma, uyuyor.

 Tamam.

 Olur.

 Hoşça kal.

 Ne düşündüğünü biliyorum.

 Ama ona haksızlık yapıyorum.

 Evet, haksızlık.

 Hayatında bir de bunu çekmesi gerekmiyor.

 Kimsenin çekmesi gerekmiyor.

 Bu kadar uğraşa değmez.

 Haklısın.

 Annenle ben de aynı şeyi diyorduk.

 Belki de seni sokağa atmanın vakti gelmiştir.

 Bir yetimhaneye bırakır, onların başına musallat ederiz seni.

 Ciddiyim.

 Duygulara önem veren insanlar değiliz sonuçta.

 Orada mısın?

 Bu sessizlik beni sağır ediyor.

 Hazel Grace.

 Selam Augustus.

  İyi misin?

 Değilim.

  Sorun ne?

  Konuş.

 Bilmem.

 Her şey.

 Amsterdam'a gitmek istiyorum Gus.

 Van Houten'ın, kitabının sonunu söylemesini istiyorum.

 Ayrıca bu hayatı istemiyorum.

 Sorun, gökyüzü.

 Gökyüzü beni kahrediyor.

 Bir de babamın ben küçükken yaptığı   bu eski salıncak var  Sorun, her şey.

  Bu azap verici salıncağı görmek istiyorum.

 Hak veriyorum sana.

 Hüzünlendirici bir salıncakmış.

 Hazel Grace, umarım şunu anlıyorsundur: Bana karşı mesafe koyarak sana olan sevgimi zerre azaltamazsın.

 Beni itme çabaların başarısızlıkla sonuçlanacak.

 Bak  Senden hoşlanıyorum.

 Seninle zaman geçirmeyi falan seviyorum   ama bu daha ilerisine gidemez.

 Nedenmiş o?

 - Çünkü seni incitmek istemiyorum.

 - Benim için sorun değil.

 - Anlamıyorsun.

 - Gayet iyi anlıyorum.

 - Anlamıyorsun.

 - Ne demeye çalıştığını biliyorum.

 Hazel, benim için sorun değil.

 Kalbimin senin tarafından kırılması benim için ayrıcalıktır.

 Gus, ben bir el bombasıyım.

 Günün birinde patlayacağım   ve etrafımdaki her şeyi yok edeceğim.

 Ne bileyim  Kayıp sayısını azaltmak benim sorumluluğummuş gibi hissediyorum.

 El bombası mı?

 Anladığın için teşekkür ederim   arkadaşım.

 Peki  Peki  İnanmıyorum sana!

 Flört etme benimle!

 "Sevgili Hazel, Cinler'den, ayın dördünde   annen ve Augustus Waters ile bizi ziyaret edeceğini öğrendim.”

  Anne?

  Efendim?

 Anne!

 - Ne oldu?

 - Pardon.

 Duş alıyordum.

 Cinler'e, gezinin iptal olduğunu söylemeyi unuttun mu?

 Çünkü Van Houten'ın asistanı az önce e-posta attı bana.

 Hâlâ geleceğimizi sanmış.

 Ne oldu?

 Babanla birlikte söyleyecektik.

 Anne.

 Amsterdam'a gidiyoruz.

 Sen ciddi  Amsterdam'a mı gidiyoruz?

 Amsterdam'a gidiyoruz.

 Her şeyi hallettik.

 Gidiyoruz.

 Dr. Maria, herkes biliyor.

 - Ama üç günlüğüne, altı değil.

 - İnanmıyorum.

 Ama her şey var.

 Orada bir onkolojist ayarlandı.

 Her şey.

 Her şey tamam.

 Seni seviyorum.

 Seni çok seviyorum.

 Ben de seni.

 - Otur şöyle.

 - Amsterdam'a gidiyoruz.

 Amsterdam'a gidiyoruz.

 - Amsterdam'a gidiyoruz.

 - Gelip benimle konuşabilirsin.

 Araman gereken biri var.

  Ara çocuğu!

 Pekâlâ ciğerler, bir hafta daha düzgün duracaksınız.

 Anladınız mı?

 Bir hafta daha.

 Selam Gus, umarım pasaportun hazırdır!

 Her şey yoluna giriyor!

 Yiyecekleri unuttun mu?

 - Pasaportum sende mi?

 - Evet, aldım.

 Cinler'e dediğim gibi  "Ben birinci sınıfta seyahat ederim, yoksa hiç etmem.”

  - Anne, Amsterdam'a gidiyoruz.

 - Amsterdam'a gidiyoruz!

 Merhaba Lancaster ailesi.

 Gus.

 Seni görmek ne güzel.

 Onu ben alayım bayım.

 Gus, çok yaratıcısın.

 Tamam mı Hazel Grace?

 Tamam!

 Hiç uçağa binmedin mi?

 Hayır.

 Heyecan vericidir.

 Bayım?

 Bu uçakta sigara içmek yasaktır.

 Veya herhangi bir uçakta.

 - Ben sigara içmem.

 - Evet, metafor bu.

 Öldürücü şeyi dişlerinin arasına koyuyor ama öldürmesi için gerekli gücü bahşetmiyor.

 Ama o metafor bugünkü uçuşta yasak.

  Sayın yolcularımız, kalkışa hazırlanın lütfen.

 Teşekkürler.

 Tamam mı?

 Gus, senin sürdüğün araba da böyle bir his veriyor işte.

 Aman Tanrım, uçuyoruz.

 Uçuyoruz.

 Uçuyoruz!

 Yere baksana!

 Bak  İnsanlık tarihinde hiçbir şey hiçbir zaman böyle görünmedi!

 Arabalara baksana.

 Sanki  - Çok tatlısınız.

 - Sadece arkadaşız.

 O öyle; ben değilim.

 Tanrım!

  Uzak dur ondan orospu!

 Şuna baksana Hazel.

 İnanılmaz.

 Vitraya baksanıza.

 Harika.

 Ben kaydımızı yaptırayım.

 Seni güzelce bir giydirmek lâzım   çünkü Oranjee'de iki kişilik bir akşam yemeği randevunuz varmış.

 Şöyle yazıyor: "İyi eğlenceler.

 Peter Van Houten.”

  Araştırdım biraz ve harika bir yere benziyor.

 Rehber kitabında yazdığına göre birinci sınıf ve oldukça romantikmiş.

 Evet.

 Birinci sınıf  Tanrım.

 Peki şimdi   ne giyeceksin?

 Bana mı bu?

 İnanmıyorum.

 Mükemmel.

 Ben teklifimi yapıyorum.

 Teklifini mi yapıyorsun?

 Genç kızının kendisinden büyük bir çocukla   serbestlik ve ahlaksızlığıyla ünlü bir şehirde   elini kolunu sallayarak gezmesine müsaade mi ediyorsun yani?

 Evet, aşağı yukarı teklifim buydu.

 Gus!

 Çok yakışıklı olmuşsun.

 - Teşekkürler efendim.

 - Vay be.

 Hazel, Gus geldi   ve harika olmuş.

 Bu restoranın harika olduğunu duydum.

 Ne oldu?

 Muhteşem olmuşsun.

 Sağ ol.

 Burası.

 - Oranjee.

 Evet, burası.

 - Evet.

 Masanız burada Bay ve Bayan Waters.

 Teşekkürler.

 - Teşekkürler Gus.

 - Rica ederim.

 - Şampanya bizim hediyemiz.

 Afiyet olsun.

 - Teşekkürler.

 İyi akşamlar.

  Buyurun.

 - Peki?

 - Peki.

 Muhteşemmiş.

 Şampanyayı icad ettikten sonra Dom Pérignon ne demiş, bilir misiniz?

 "Hemen gelin," demiş.

 "Yıldızları içiyorum.”

  Oranjee'ye hoş geldiniz.

 Menü mü istersiniz yoksa şefin seçimi mi olsun?

 Şefin seçimi güzel gibi.

  Bayım   içimden bir ses bundan biraz daha lâzım olacak diyor.

 Bu akşama özel sizin için tüm yıldızları şişeye doldurduk genç dostlarım.

  Şunlar bizim galiba.

 - Hanımefendi için havuçlu rizotto.

 - Teşekkürler.

 Ve de beyefendi için.

 - Teşekkürler.

 - Afiyet olsun.

 Bu havuçlu rizotto insan olsun   ve Vegas'ta benimle evlensin istiyorum.

 Takımını beğendim.

 Teşekkürler.

 İlk kez giyiyorum.

 Cenazelerde giydiğin takım değil mi?

 Değil.

 O takımım, şıklıkta bunun yanında bile geçemez.

 İlk hasta olduğumda   kanserden kurtulmamın %85 ihtimali olduğu söylendi.

 Çok güzel bir oran.

 Bir yıllık bir cehennem azabı, bir bacağımı kaybetmem   ve %15'lik nüksetme ihtimaliyle sonuçlandı bu.

 Ameliyattan önce aileme güzel bir takım alabilir miyim diye sordum.

 - Yani ölüm takımın bu senin.

 - Aynen öyle.

 Bende de öyle bir şey var.

 15. yaş günüm için almıştım.

 Bir elbise.

 Ama birisiyle çıkarken falan giymiyorum.

 Yani çıkıyor muyuz?

 Şansını zorlama.

 Bay ve Bayan Waters'ız sonuçta.

 Kadın dilimizi bilmiyor diye öyle dedi.

 Sorarlarsa öyle diyelim ama.

 - Vegas hakkında dediğini hatırlıyor musun?

 - Evet.

 Ben de o anlaşmaya katılabilir miyim?

  - Tanrı?

 - Belki.

  - Peki ya melekler?

 - Hayır.

  Ölümden sonra hayat?

 Hayır.

 Belki.

 Bilemiyorum.

 İnanmıyorum demezdim ama biraz da kanıt isterim.

 Peki ya sen?

 - Kesinlikle.

 - Cidden mi?

 Tüm günü bir ünikorn sırtında geçirip bulutlardan yapılma bir   mansiyonda yaşadığın bir cennet değil tabii   ama evet, bir şeylere inanıyorum.

 Eğer yoksa   bunların amacı ne ki?

 - Belki de amacı yoktur.

 - Onu kabul etmeyeceğim.

 Aşığım sana.

 Duydun beni.

 Augustus  Aşığım sana.

 Biliyorum ki aşk, yalnızca boşluğa yapılmış bir haykırış ve unutulmak kaçınılmazdır   ve hepimiz lanetliyizdir   ve bir gün   tüm emeklerimiz yalnızca toza dönüşecek.

 Ve biliyorum ki Güneş yaşayacağımız tek Dünya'yı yutacak.

 Ve ben sana aşığım.

 Üzgünüm.

 Biraz daha yıldız?

 Hayır, teşekkürler.

 Hesabı isteyeceğiz.

  Hayır, bayım.

 Yemeğiniz, Bay Van Houten tarafından ödendi.

 Ne?

 O tişörtü anlamadım.

 Ama Van Houten anlayacaktır.

 Görkemli Izdırap'ta elli tane falan Magritte göndermesi var.

 "Bu bir pipo değil.”

  - Ama pipo.

 - Ama değil.

 Bir pipo resmi.

 Anladın mı?

 Bir şeyin resmi o şeyin kendisi değildir.

 Veya bir şeyin resminin bulunduğu tişört de değildir.

 Bak sen.

 Ne zaman bu kadar büyüdün?

 Kim cevap almak ister?

 Ben!

 Burası.

 Çok heyecanlıyım, çok zor nefes alıyorum.

 - Anormal bir şey mi bu?

 - Bak sen şuna.

  Lidewij?

 - Merhaba!

 - Selam, ben Augustus.

 - Lidewij.

 - Hazel.

 İçeri gelin.

 Teşekkürler.

  - Peter, onlar geldiler!

 - "Onlar" kim Tanrı aşkına Lidewij?

  Augustus ve Hazel.

 Yazıştığın genç hayranların.

  - Amerikanlar mı?

 - Sen davet etmiştin.

  Gelin lütfen.

  Amerika'dan ayrılma sebebimi biliyorsun Lidewij.

  Bir daha Amerikanlarla karşılaşmamak için.

 Sen de Amerikansın.

 Makus talihim.

 Yolla gitsinler.

 Yollamayacağım Peter.

 Kibar ol lütfen.

 İçeri gelin lütfen.

 Temizleyeyim şurayı.

 Teşekkürler.

 Hanginiz Augustus Waters?

 Ben.

 Bu da Hazel.

 Bay Van Houten, bize geri döndüğünüz için çok teşekkür ederiz.

 Görüldüğü üzere yanlış bir karar.

 Sadece sizin mektuplarınıza cevap verdim ve şimdi bakın ne durumdayım.

 Viski?

 Almayalım, teşekkürler.

 Sadece bana Lidewij.

 Bir viski soda daha lütfen.

 Önce bir kahvaltı mı yapsaydın Peter?

 Alkol sorunum olduğunu düşünüyor.

 Ayrıca Dünya'nın yuvarlak olduğunu da düşünüyorum.

 Demek kitabımı beğendiniz.

 - Bayılıyoruz kitabınıza.

 - Evet.

 Bayılıyoruz.

 Augustus   konuşabilelim diye dilek hakkını sizinle buluşmak için kullandı.

  - Rahat olun ama.

 - Evet.

 Bilerek mi o kız gibi giyindin?

 Sayılır.

 Bu arada, efendim, ikimiz de geçen geceki   yemek için teşekkür etmek istiyoruz.

 - Ve tabii ki şampanya için.

 - Harikaydı.

 - Büyüleyiciydi.

 - Geçen gece bunlara yemek mi ısmarladık?

 Bizim için bir zevkti.

 Uzun bir yoldan gelmişsiniz.

 Nasıl yardımcı olabilirim?

 Bazı sorularımız var   kitabınızın sonuyla ilgili.

 Özellike Anna'nın ardında bıraktığı kişilerle ilgili.

 Mesela annesi, Hollandalı Lale Adam  İsveç hip-hop'una ne kadar aşinasınız?

 Çok değil.

 Lidewij, Bomfalleralla'yı çal hemen.

 Peki.

 - Biz İsveççe bilmiyoruz efendim.

 - İsveççe bilen kim zaten?

 Önemli olan, seslerin söylediği saçmalıklar değil   seslerin size hissettirdikleri.

 Bizimle dalga mı geçiyorsun?

 Gösteri falan mı bu?

 Gus, otur.

 Pekâlâ, kitabın sonunda Anna'nın- Diyelim ki bir kaplumbağayla yarışıyorsun.

 Kaplumbağa 10 metre önden başlıyor.

 Senin 10 metreyi kat ettiğin sürede   kaplumbağa belki 1 metre gitmiş oluyor, sonsuza dek böyle.

 Kaplumbağadan hızlısın ama ona hiç yetişemezsin.

 Sadece aranızdaki mesafeyi kısaltabilirsin.

 Tabii işin içine giren mekanik kısma kafa yormadan   kaplumbağanın yanından geçip gidebilirsin.

 Ama bunu yapabilme şeklin o kadar karışıktır ki   kimse çözememişti bunu, ta ki Cantor'un   bazı sonsuzlukların, diğerlerinden büyük olduğunu gösteren kanıtına dek.

 Bunun, sorunu cevapladığını tahmin ediyorum.

 Hazel, üzgünüm.

 Hiçbir şey anlamadım.

 Ama mektuplarınızda oldukça zekiydiniz Bay Waters.

 Kanser beyninize mi çıktı yoksa?

 Peter!

 Bir saniyeliğine de olsa Anna'ya odaklanabilir miyiz?

 Lütfen?

 Öldüğü veya yazamayacak kadar   hasta olduğu için kitabın yarıda bitmesini anlıyorum  O kitap hakkında konuşmak ilgimi çekmiyor.

 Ama bu, ailesinin ve arkadaşlarının bir gelecek sahibi olmadıkları anlamına gelmiyor, değil mi?

 - İlgimi çekmiyor, dedim.

 - Ama söz vermiştiniz!

 Hiçbir şey olmuyor!

 Hayal ürünü bunlar!

 Kitap bittiği an onların da varlığı bitiyor.

 Ama bitemez!

 - Edebi açıdan falan tamam da  - Bunu yapamayacağım Lidewij.

 Kitaptan sonra olacaklara  Çocuksu heveslerinizi tatmin etmeyeceğim.

 Bu yaşına kadar alıştırıldığın şekilde sana acımayı reddediyorum.

 - Acımanızı istemiyorum.

 - Öyle bir istiyorsun ki!

 Tüm hasta çocuklar gibi varlığın buna bağlı.

 - Teşhisin konulduğu günkü çocuk olarak kalıp  - Peter!

  günlerinizi öyle tüketmek kaderinizde var!

 Roman bittikten sonra bir hayatın olduğuna inanan bir çocuk.

 Biz de yetişkinler olarak buna acıyoruz.

 Tedavilerinizi ödüyoruz, oksijen makinelerinizi ödüyoruz.

 Peter, yeter ama.

 Bireylerin, başkalarının hayatlarına önem vermediği   evrimsel bir sürecin yan etkilerisiniz.

 Mutasyonun başarısızlığa uğramış deneklerisiniz.

 Bana bak dangaloz   hastalığım hakkında söyleyeceğin her şeyi ben zaten biliyorum.

 Buraya yalnızca tek bir şey için geldim: Şu koyduğumun kitabının sonunda ne olduğunu söylemen için!

 Söyleyemem.

 - Hadi oradan.

 - Söyleyemem.

 O zaman bir şeyler uydur.

 Gitmenizi istiyorum.

 Hiç durup, neden aptal sorularına bu kadar önem verdiğini düşündün mü?

 Siktir git be adam.

 Üzülme.

 Ben sana devamını yazarım.

 Ben sana devamını yazarım.

 Bu ayyaşın yazabileceği bok püsürden güzel olacağı kesin.

 İçinde kan olur, cesaret olur, özveri olur.

 Bayılacaksın.

 Dileğini bu şerefsiz için kullandığım için çok özür dilerim.

 Hayır, onun için kullanmadın.

 Bizim için kullandın.

 Hazel, Augustus!

 Çok özür diliyorum.

 İçinde bulunduğu koşullar yüzünden böyle oldu.

 Sizinle konuşmak yardımcı olur sanmıştım  Onun çalışmasının gerçek hayatları şekillendirdiğini görürdü.

 Ama  çok özür dilerim.

 Belki şehri gezebiliriz?

 Anne Frank'in Evi'ne gittiniz mi hiç?

 - O adamla hiçbir yere gitmem.

 - Hayır.

 O zaten davetli değil.

 Maalesef asansör yokmuş.

 Sorun değil.

 Çok fazla basamak var.

 - Epey dik basamaklar.

 - Çıkabilirim.

 - Hazel, yapmasak da  - Çıkabilirim.

 Hadi.

  Frank ailesi aslen Frankfurt, Almanya kökenlidir.

  Anne Frank'in günlüğü dünya çapında ünlenecekti.

  Böyle zamanlarda yaşamak çok zor.

  Tüm ideallerime sırtımı çevirmemem şaşılacak şey.

  Çok saçma ve uygulaması çok zorlar    ama onlardan vazgeçmiyorum çünkü inanıyorum ki    her şeye rağmen insanlar özlerinde iyiler.

  Hayatımı nefret üzerine kurmam asla  Çıkalım mı?

 - Evet.

 - Evet.

 - Hazel, ben taşıyabilirim.

 - Ben taşırım.

 Frank ailesini saklayan gerçek kitaplık bu.

 - Bende.

 - Teşekkür ederim.

  Bu sorunlarla başa çıkmak için fazla genciz    ama onlar, sorunları üzerimize fırlatmaktan vazgeçmiyorlar    bir çözüm bulmak için bizi düşünmeye zorlamalarına dek.

 - İyi misin Hazel?

 - Evet.

 Acelet etme.

 Kusura bakmayın.

 - Emin misin?

 - Evet.

  Ama yine de kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda    her şeyin daha güzel olacağına inanıyorum.

  Bu zulümün bile biteceğine inanıyorum.

 - İyi misin?

 - Evet.

 Hazel, bence bu kadarı yeterli.

 Oraya da çıkman gerekmiyor.

 Çıkabilirim.

  Her şey, olması gerektiği gibi.

  Tanrı, insanları mutlu görmek istiyor.

  - Umudun olduğu yerde  hayat da vardır.

- Hazel.

  

 - Aferin.

 - Evet.

 - İyi misin?

 - Evet.

 Geldik, bak.

 - İyi misin?

 - Evet.

 Aman Tanrım.

 Sağ olun.

 Frank ailesinden hayatta kalan tek kişi Otto'ydu.

 Anne'in babası.

  Böylesi zamanlarda    acıyı değil    hâlâ kalan güzellikleri düşünmeliyim.

  İçinizdeki mutluluğu yakalamaya çalışın.

  İçinizdeki ve etrafınızdaki güzellikleri düşünün    ve mutlu olun.

 Bravo.

  İnsanların uyuyuş şekli gibi ona aşık oldum.

  Önce yavaşça, sonra birden.

 Dizin hemen üstünde bitiyor   ve inceliyor.

 - Ne?

 - Bacağım.

 Hazırlıklı olasın diye.

 Gus   saçmalama.

 - Bekle.

 - Çıkmıyor, takıldı.

 Seni çok seviyorum Augustus Waters.

 Ben de seni seviyorum Hazel Grace.

 Çok, hem de çok.

 Augustus, nefes alamıyorum.

 Tamam.

 Hazel.

 Çok güzelsin.

 - Yapma.

 - Ama öylesin.

 Çok şanslıyım.

 Bakirler Tek bacağı olan 18 yaşındaki çocuklar Aman Tanrım.

 Adama "dangaloz" dediğine inanamıyorum.

 - Değil mi ama!

 - Öyle mi?

 - Nereden buldun o kelimeyi?

 - Ne bileyim, öyle ağzımdan çıktı.

 - İnanılmaz sinirliydim.

 - Gaddar herif!

 - Anne, berbattı.

 - Sonra ne oldu?

 - Anne Frank'in Evi'ne gittik.

 - Öyle mi?

 - Harikaydı.

 - Güzel miydi?

 - Muhteşemdi.

 - Ya sonra?

 Öyle yürüyüşe çıktık.

 Ne güzel.

 Tanrım  Birkaç saatimiz daha var, değil mi?

 - Van Gogh Müzesi'ne gitsek mi?

 - Nasıl isterseniz.

 Her şeyi yapacak vaktimiz muhtemelen yok ama  Sonra tekrar gelmek zorundasın.

 Şimdi olsun saçmalamasan olmaz mı?

 Hazel, saçmalamıyorum.

 Pozitif bakıyorum.

 - Bayan Lancaster?

 - Evet?

 Hazel'la ben biraz yalnız kalabilir miyiz?

 Tabii ki Gus.

 Ben odama gidiyorum   ve siz bir şey yapmak isterseniz ben de hazır olurum.

 Yürüyüşe çıkmak ister misin?

 Ne oldu?

 Sen hastaneye gitmeden önce şey olmuştu  Kalçamda bir ağrı hissettim.

 Tomografi çektirdim   ve bana oradan sabah güneşi gibi gülümsüyordu.

 Göğsümde, karaciğerimde  Her yerde.

 Özür dilerim.

 Sana söylemeliydim.

 Haksızlık.

 Görünüşe göre dünya dilek gerçekleştiren bir fabrika değil.

 Dinle.

 Sakın benim için endişelenme Hazel Grace, tamam mı?

 Bu diyarlarda kalmaya çalışıp sana gıcıklık yapmaya devam edeceğim.

 Ağrın var mı?

 Hayır.

 İyiyim.

 İyi misin?

 İyiyim.

 Herhalde bunu unutamazsın şimdi?

 Hani ölmüyormuşum gibi davran.

 Bence ölmüyorsun Augustus.

 Kanserin eli değdi sana.

 Sence komik olur muydu   eğer öpüşseydik?

 Hemen şimdi?

 Muhtemelen.

 Benim Güzel Ailem (Ve Gus) - Gözlerin nasıl Isaac?

 - İyiler.

 Tek sorun şu ki yerlerinde değiller.

 Onun dışında  Görünüşe göre benim tüm bedenim kanserden oluşuyormuş.

 Seni yendiğim için kusura bakma kanka.

 Anma konuşmasını yazdın mı?

 - Kanka  - Ne?

 - Ne?

 - Daha söylemedim Isaac.

 Ne diyorsunuz siz?

 - Pardon.

 - Augustus?

 Cenazemde konuşma yapacak birileri lâzım.

 Ben de umuyordum ki sen ve Isaac   ama çoğunlukla sen   bir şeyler  -  hazırlayıp konuşurdunuz.

 - Çok isterim.

 Teşekkür ederim.

 Çok tatlısınız.

 Bu da midemi bulandırıyor.

 İğrençsiniz.

 Monica'dan haber var mı?

 Hayır, tık yok.

 Bir kere bile mi mesaj atmadı?

 İyi misin diye sormak için?

 - Hem de hiç.

 - O kızdan nefret ediyorum.

 Ama binlerce kız daha var.

 Benim için endişelenmeyin.

 Destek grubuna yeni bir kız geldi   ve iki tane devasa  Nereden biliyorsun ki?

 Körüm ama o kadar da kör değilim.

 Hazel Grace?

 Beş doların var mı?

 Peki, şimdi ne yapıyoruz?

 Gençler?

 Yumurta kokusu aldım.

 Yumurta mı?

 Orada mı?

 Orada.

 Gerildim.

 - Gerildi mi?

 - Monica orada mı?

 Monica'nın nerede olduğu bizi bağlamaz.

 Konu Monica değil.

 Konu sensin.

 - Tamam.

 Bir yumurta alabilir miyim?

 - Hazel Grace  -  yumurtala beni.

 - Yumurtaladım.

 Isaac  Hadi bakalım.

 - Yaparsın.

 - Hadi.

 - Bir şey duymadım.

 - Bir şey olmaz.

 Biraz daha sola.

 Soluma mı atayım yoksa biraz daha sola mı nişan alayım?

 Sola nişan al.

 - Tamam.

 - Az daha sol.

 - Gus, bence karanlık çökene kadar bekleyelim.

 - Isaac için her yer karanlık.

 Kanka, sağır değilim.

 Sadece körüm.

 Engelimle dalga geçince duyabiliyorum yani.

 - Özür dilerim.

 - Hoşuma gitmiyor.

 - Nereye atıyorum?

 - Tüm gücünle.

 Evet.

 - Evet!

 - Evet!

, Ne?

 Ne?

 Vurdum!

 Vurdum!

 Şimdi nereye atacağımı biliyorum.

 Acayip motivasyon verdi bana!

 Devam et.

 Devam.

 Atmaya devam.

 Biraz daha, biraz daha!

 - Dur, dur, dur!

 - Isaac.

 Merhaba.

 Monica'nın annesi misiniz?

 - Evet.

 - Merhaba hanımefendi.

 Kızınız büyük bir taş kalplilik yaptı.

 Biz de intikam almak için geldik.

 Pek belli olmasa da   buradaki üç kişide toplam beş bacak, dört göz   ve iki buçuk çift çalışan ciğerler var.

 Ayrıca yirmi tane yumurtamız var   yani yerinizde olsam içeri girerdim.

 - Cidden girdi mi?

 - Evet.

 Hayatımda duyduğum en saçma  Ciddi ciddi işe yaradı mı?

 Al bakalım.

 Bekle.

  Müthiş bir his!

  - Augustus?

 - Hazel Grace.

 Selam.

 Tanrım  Selam.

 Seni seviyorum.

  - Benzinlikteyim.

 - Ne?

  Bir sorun var.

 Hemen buraya   Buraya gelebilir misin?

 Gelip yardım edebilir misin?

 Gus!

 Gus.

 Bebeğim, ne oldu?

 - Bak.

 - Gus, enfekte kapmış bu.

 Derin bir nefes al.

 - Gus, birini aramalıyım.

 - Hayır.

 Lütfen 911'i arama.

 Sakın ailemi ya da 911'i  Ararsan seni asla affetmem.

 Gus, ne işin var burada?

 Ne işin var?

 Sigara almak istedim.

 Benimkine ne oldu bilmiyorum.

 Kaybetmiş ya da çaldırmış olabilirim ama ben  Bir şeyi de kendim yapmak istedim.

 Kendim yapmak istedim.

 - 911'i aramak zorundayım.

 - Hayır!

 - Zorundayım.

 - Yapma!

 Merhaba, 911 mi?

 Bir ambulans lâzım.

 Kendimden nefret ediyorum!

 Adım Hazel Grace Lancaster.

 Lütfen hemen gelin.

 Benzinlikteki gümüş renkli cipteyiz.

  Keşke, Augustus Waters en sonuna kadar mizahını kaybetmedi diyebilsem.

  Keşke, bir anlığına bile olsa cesaretinden bir şey eksilmedi diyebilsem.

  Ama öyle olmadı.

 Gus nasıl?

 Zor bir gece geçirdi Hazel.

 Kan basıncı düşük.

 Kalbi  - Peki ya kemoterapi?

 - Kemoterapiyi kesecekler.

 Onu görebilir miyim?

 Buraya geldiğini söyleriz.

 - Evet.

 - Tamam.

 Evet.

 Eğer mahsuru yoksa biraz daha duracağım.

 Tabii ki.

 Hadi bakalım.

 - Oldu mu?

 - Çok güzel hayatım.

 Tamam.

 Ne düşünüyorsun?

 Unutulmayı.

 Çocukça bir düşünce, biliyorum ama   hep bir kahraman olmak istemişimdir.

 Anlatacak büyük bir hikâyem olsun istemişimdir.

 Tüm gazetelerde yayınlanacak bir şey  Özel olmak istiyordum.

 - Özelsin zaten Augustus.

 - Biliyorum ama   demek istediğimi anladın.

 Demek istediğini anladım ama sana katılmıyorum.

 Unutulmamaya karşı olan bu takıntın var ya?

 - Sinirlenme.

 - Sinirliyim!

 Sinirliyim çünkü özel olduğunu düşünüyorum.

 Yeterli değil mi bu?

 Sen sanıyorsun ki dolu bir hayat yaşamak için   herkesin seni hatırlıyor, seni seviyor olması gerekiyor.

 Ama biliyor musun Gus, senin hayatın bu, tamam mı?

 Tüm elindekiler bunlar.

 Ben varım, ailen var, bu dünya var, hepsi bu.

 Bu da sana yetmiyorsa   üzgünüm.

 Ama sahip oldukların hiçe sayılacak gibi değil.

 Çünkü ben seni seviyorum.

 Ve seni hatırlayacağım.

 Özür dilerim.

 Haklısın.

 Elindekilerle mutlu olmanı istiyorum.

 Hayat güzel Hazel Grace.

 Henüz bitmedi.

 Augustus   Kanser janrının en boktan olmayan geleneklerinden biri de    "Son İyi Gün" olarak bilinen gelenektir.

  Kişinin, amansız kötüye gidişatının birden durduğu    acının, bir dakikalığına da olsa dayanılabilir olduğu zamandır.

  Tabii ki bundaki eksi de son iyi gününüzün    son iyi gün olduğunu bilemiyorsunuz.

  Onu yaşadığınız anda sizin için normal bir gündür.

 Selam Augustus.

  İyi akşamlar Hazel Grace.

  Kısa bir soru: Hazırlamanı istediğim anma konuşmasını yazdın mı?

 Belki.

  Birkaç dakika sonra kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbine gelebilir misin?

  - Belki.

 Her şey yolunda mı?

 - Seni seviyorum Hazel Grace.

 Anahtarları alabilir miyim?

 - Nereye?

 Yemek yiyecektik.

 - Gitmem gerek.

 Hazel, açsın, biliyorum.

 Öğlen de bir şey yemedin.

 - Aç değilim.

 - Hazel, yememezlik edemezsin.

 Kesinlikle aç değilim.

 Hazel, biliyorum Gus hasta ama kendine de bakmalısın.

 Bunun Gus'la alakası yok.

 O zaman sağlığını bozmamalısın.

 Gel hadi, bir şeyler ye hayatım.

 "Sağlığını bozmamalısın" mı?

 Sağlıklı değilim zaten, ölüp gideceğim.

 Farkında mısınız?

 Ben ölüyorum.

 Siz burada olacaksınız   ve dikkat edeceğiniz ya da üstüne titreyeceğiniz biri olmayacak   ve sen de artık anne olmayacaksın.

 Üzgünüm ama bunu engelleyemem.

 Şimdi gidebilir miyim?

 - Neden öyle bir şey dedin?

 - Çünkü sen demiştin.

 - Ne diyorsun sen?

 - Ben yoğun bakımdayken.

 Hazel  Öyle olmayacak.

 Yanılmışım.

 Tamam mı?

 Ölsen bile  "Öldüğünde".

 Öldüğünde bile   her zaman annen olarak kalacağım.

 Olabileceğim en yüksek mertebe bu.

 İşte en büyük korkum da bu anne.

 Ben öldükten sonra artık bir hayatın kalmamış olacak.

 Oturup boş boş duvarlara bakacak   ya da kendinizi yiyeceksiniz.

 Hazel, hayatım, öyle bir şey yapmayacağız.

 Seni kaybetmek   içimizi parçalayacak.

 Ama acı içinde yaşamayı en iyi sen bilirsin.

 Sen yaşıyorsun işte.

 Bazı dersler almaya başladım.

 Ne yaptın?

 Evet  Çektiğimiz sıkıntıların üstesinden gelebilirsem ve   başkalarına yardım edersem, hatta onlara danışmanlık yapabilirsem  Anne, bunu bana nasıl söylemezsin?

 - Terk edilmiş hissetmeni istemedik.

 - Terk edilmiş hissetmemi mi?

 Bu  Harika haber bu!

 Git hadi.

 Tamam mı?

 Bebeğim  Dümdüz.

 Biraz sola.

 - Basamak bu, değil mi?

 - Elini indir.

 Sağında kürsü var.

 Çok güzel.

 Harika.

 Selam.

 Geciktin.

 Nasılsın?

 Şahane olmuşsun Hazel Grace.

 Değil mi ama?

 - Ne oluyor millet?

 - Söyle hadi Gus.

 Kendi cenazeme katılmak istedim.

 Tabii hayalet olarak katılmayı umuyorum ama  Ama, olur da gerçekleşmez diye   bu ön cenazeyi planladım.

 Hazır mıyız?

 Augustus Waters burnu kalkık ibnenin tekiydi.

 Ama onu affettik.

 İnsanüstü yakışıklılığı için veya   daha fazla yaşaması gerekirken 19 yıl yaşadığı için değil.

 18 yıl kanka.

 Kanka, ciddi misin?

 Biraz daha yaşadığını farzederek konuşuyoruz göt.

 Anma konuşmamı bölüyor  Ölüsün oğlum sen bir kere.

 Ama gelecekte bilimadamları   evime robot gözlerle gelip   gözleri denememi söylerlerse   basıp gitmelerini söyleyeceğim   çünkü Gus, senin olmadığın bir dünyayı görmek istemiyorum.

 İstemiyorum.

 Augustus Waters'sız bir dünyayı görmek istemiyorum.

 Propagandamı yaptıktan sonra herhalde robot gözleri takarım   çünkü boru mu, robot gözler bunlar.

 Müthiştir kesin.

 Bilmiyorum   bu çok zor.

 Yolun açık olsun.

 Hazel, yardım eder misin?

 Biraz sağa.

 Evet, dön.

 Otur.

 Oldu.

 Şimdi senin sıran Hazel Grace.

 Merhaba.

 Adım Hazel Grace Lancaster   ve Augustur Waters benim şanssız yegâne aşkımdı.

 Bizimki destansı bir aşk hikâyesiydi   ve muhtemelen gözyaşlarımda boğulmadan   bir cümle söyleyemeyeceğim.

 Tüm gerçek aşk hikâyeleri gibi bizimki de bizimle ölecek.

 Olması gerektiği gibi.

 Gus'ın benim anma konuşmamı yapmasını umuyordum.

 Çünkü başka kimse  Neyse  Aşk hikâyemizden bahsetmeyeceğim çünkü bahsedemem.

 Onun yerine matematikten bahsedeceğim.

 Matematikçi değilim ama bunu biliyorum: Sıfırla bir arasında sonsuz sayı vardır.

 0.1 var, 0.2, 0. 112 var   ve sonsuza dek böyle gidiyor.

 Tabii sıfırla iki arasında daha çok sonsuz sayı vardır   veya sıfırla bir milyon arasında.

 Bazı sonsuzluklar diğerlerinden daha büyüktür.

 Önceden sevdiğimiz bir yazar söylemişti bunu.

 Elime geçen sayılardan   daha fazla yaşamak istiyorum.

 Tanrı biliyor ya   Augustur Waters'ın da eline geçen sayılardan daha fazla yaşamasını istiyorum.

 Ama Gus   hayatımın aşkı   bizim küçük sonsuzluğumuz için   ne kadar teşekkür etsem az.

 Bir dakika.

 Bana sayılı günler içinde   sonsuzluk verdin.

 Ve bunun için   sana müteşekkirim.

 Seni çok seviyorum.

 Ben de seni.

  Augustus Waters yoğun bakımdaki sekizinci gününde öldü.

  Onu oluşturan kanser    yine O'nu oluşturan kalbini durdurmuştu.

  Dayanılmazdı.

  Her şey.

  Her saniye geçen son saniyeden kötüydü.

  Acilde size sordukları ilk şeylerden biri de    acınızı bir ile on arasında derecelendirmeniz olur.

  Bu soruya yüzlerce kez maruz kaldım    ve bir keresinde    nefesimi toplayamamıştım ve sanki göğsüm cayır cayır yanıyordu.

  Hemşire acıyı derecelendirmemi istedi.

  Konuşamasam da dokuz parmağımı kaldırmıştım.

  Durumum biraz daha iyi olunca    hemşire geldi ve bana "savaşçı" diye hitap etti.

  "Nereden biliyorum, biliyor musun?

" diye sordu.

  "10'luk bir acıya 9 dedin.”

   Ama doğru değildi.

  Cesur olduğum için dokuz dememiştim.

  Dokuzla derecelendirmemin sebebi 10'u sonraya saklıyor olmamdı.

  Ve bu da oydu.

  Büyük, korkunç 10 buydu.

  "Hiçbir şerden korkmayacağım çünkü sen benim yanımdasın.

  Değneğin ve asan içime huzur salar.

  Hasımlarımın önünde bana sofra kurarsın.

  Başıma yağ sürersin.

 Kâsem taşıyor.

  Ömrüm boyunca yalnızca iyilik ve sevgi izleyecek beni    ve Tanrı'nın evinde kalacağım   sonsuza dek.”

  Augustus Waters yıllarca amansızca mücadele verdi.

  Onunki gözüpek bir savaştı, ve onun kuvveti 

Ne saçmalık, değil mi?

   her birimiz için ilham kaynağıydı.

 Dua edelim.

  Teşekkür ederiz Tanrım, Augustus Waters'ın hayatı için  Dua ediyormuş gibi yapmamız lâzım.

   kuvveti ve cesareti için.

  Tanrım, senden isteğimiz şu ki bizimle ol, yanımızda ol bugün    arkadaşlarını ve ailesini teselli et.

  Varlığın için teşekkürler Tanrım.

  İsa Mesih dualarımıza şahittir.

 - Amin.

 - Amin.

 Şimdi Gus'ın özel arkadaşını dinleyeceğiz   Hazel Lancaster.

 Önemli mi bilmiyorum ama onun kız arkadaşıydım.

 Gus'ın evinde şöyle bir söz vardı: "Gökkuşağı istiyorsan ıslanmasını bileceksin.”

  Son günlerinde bile  Tek kelimesine inanmamıştım.

 Her zaman gülebilmesini becermişti.

  Ama önemli değildi.

  Çünkü doğru şeyin bu olduğunu biliyordum.

  Cenazelerin ölü için olmadığına karar verdim.

  Kalanlar içindi.

 - Arkadaş ister misin?

 - Hayır, iyi böyle.

 Biraz tek başıma gideceğim.

 Seni seviyorum.

 Seni seviyorum.

 Çok güzel konuştun.

 - Görüşürüz.

 Dikkatli sür.

 - Tamam.

 Oturabilir miyim?

  Omnis cellula e cellula.

 Senin Waters'la son günlerinde epey bir mektuplaşmıştık.

 Şimdi hayran mektuplarını mı okuyorsun?

 Hayran denemez ona.

 Benden nefret ederdi.

 Ama cenazesine katılmam   ve sana, Anna'yla annesine ne olduğunu söylemem konusunda epey ısrarcıydı.

  Cevabın bu: "Omnis cellula e cellula.”

  - "Her hücre başka bir hücreden oluşur.”

  - Hiç havamda değilim.

 - Açıklama istemiyor musun?

 - Hayır, istemiyorum.

 Yine de teşekkürler.

 Güzel bir hayat dilerim.

 Bana onu hatırlatıyorsun.

 Birçok insana birçok insanı hatırlatıyorum.

 Kızım sekiz yaşındaydı.

 Çok uzun bir süre acı çekti.

 Anna gibi lösemisi mi vardı?

 Tıpkı Anna gibi.

 Başın sağ olsun.

 Senin de.

 Tatilinizi mahvettiğim için de özür dilerim.

 Tatilimizi mahvetmedin.

 Muhteşem bir tatil geçirdik.

 Vagon Problemi'ni bilir misin?

 Törebilim alanında Vagon Problemi olarak bilinen bir düşünce deneyi vardır.

 - Philippa Foot, İngiliz bir filozoftu- - Tanrım.

 Hazel, sana bir şey açıklamaya çalışıyorum.

 - İsteğini yerine getirmeye çalışıyorum.

 - Hayır, hiç de bile!

 Ayyaş, yüz karası birisisin ve hemen arabamdan inmeni istiyorum.

 Ben de eve gidip kederimle baş başa kalayım!

 Bunu okumak isteyeceksin.

 Hiçbir şey okumak istemiyorum.

 Arabamdan iner misin?

 - Lütfen arabamdan in!

 - Peki.

 Gelebilir miyim?

 Çok, çok üzgünüm.

 Evet.

 Yine de bir ayrıcalıktı, değil mi?

 Onu sevmek.

 Bizim sana karşı olan hislerimizi anlayabilmişsindir.

  Hazel?

  Bir arkadaşın seni görmek istiyor.

 Acıtmış mıdır, biliyor musun?

 Uzun bir süre nefes almada güçlük çekmiş   ve sonunda bilinci kapanmış.

 Hoş bir şey falan değil hani.

 Ölmek çok kötü.

 Gus seni çok sevmişti, biliyor musun?

 Biliyorum.

 Hep senden bahsederdi.

 Evet.

 Sinir bozucuydu.

 Senden çok fazla bahsediyordu.

 - Bence o kadar sinir bozucu değildi.

 - Biliyorum.

 Biliyorum, sence değildi.

 Şu yazar arkadaşından mektubunu aldın mı?

 Arkadaşım falan değil o.

 Hem senin nereden haberin var?

 Adamla mezarlıkta konuşuyordum.

 Onca yolu, mektubu sana vermek için geldiğini söyledi.

 Umurumda değil.

 O şerefsizin yazdığı tek bir kelimeyi dahi okumak istemiyorum.

 Hayır, o yazmadı.

 Gus yazdı.

 Ne?

 Gus bir şeyler yazıp Van Houten'a yollamış.

 Aman Tanrım.

  Bay Van Houten, ben iyi biriyim ama kötü bir yazarım.

  Sen de kötü birisin ama iyi bir yazarsın.

  Bence bizden iyi bir takım olurdu.

  Sizden iyilik falan istemeyeceğim    ama vaktiniz varsa, ki gördüğüm kadarıyla epey vardı    lütfen bunu düzeltin.

 Hazel için bir anma konuşması.

  Benden yazmamı istedi ve ben de çabalıyorum.

  Ama biraz sihir iyi olurdu.

  Mesele şu ki hepimiz hatırlanmak isteriz.

  Ama Hazel farklı.

  Hazel gerçeğin farkında.

  O, bir milyon hayran istemedi.

 O sadece bir tane istedi.

  Ve isteğine kavuştu da.

  Belki genişçe sevilmedi ama derinden sevildi.

  Çoğumuzdan daha fazlasını yaşamak değil midir bu zaten?

  Hazel hastalandığında öldüğümün farkındaydım    ama söylemek istemedim.

  Yoğun bakımdayken 10 dakikalığına içeri sızdım    ve onunla oturdum, ta ki yakalanana dek.

  Gözleri kapalıydı, rengi solmuştu.

  Ama elleri hâlâ onun elleriydi.

  Hâlâ sıcaktı ve tırnaklarında koyu lacivert bir oje vardı    ve onları öylece tuttum.

  Bizsiz bir dünyayı hayal etmek istedim    ve ne kadar değersiz bir dünya olabileceğini anladım.

  O kadar güzel ki.

  Ona bakmaktan sıkılamazsınız.

  "Benden zeki mi," diye paranoya yapamazsınız çünkü zeki.

  Kalp kırmadan komik olabiliyor.

  Onu seviyorum.

  Öyle bir seviyorum ki.

 Onu sevdiğim için o kadar şanslıyım ki Van Houten.

  İncinip incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok    ama seni kimin incitebileceğini seçebilirsin.

  Ve ben seçimlerimden memnunum.

  Umarım o da memnundur.

  Tamam mı Hazel Grace?

 Peki.


Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar