Aynı Yıldızın Altında (2014)The Fault in Our Stars
| |
126 dk
Yönetmen:Josh Boone
Senaryo:Scott Neustadter, Michael H. Weber, John Green
Ülke:ABD
Tür:Dram, Romantik
Vizyon Tarihi:27 Haziran 2014 (Türkiye)
Dil:İngilizce
Müzik:Mike Mogis, Nate Walcott
Oyuncular
Shailene Woodley
Ansel Elgort
Nat Wolff
Laura Dern
Sam Trammell
Özet
16 yaşındaki Hazel üç yıldır tiroid kanseriyle boğuşmaktadır
ve kanser akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle
gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi
seansı esnasında Augustus isimli bir gençle tanışır. Augustus da beyin
tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İkili birlikte zaman
geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan
Hazel'ın yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği
bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre
Amsterdam'a gidecek ve Hazel'ın en sevdiği yazar olan Peter Van Houten'i
bulmaya çalışacaklardır..
Altyazı
Bence acıklı hikâye anlatmak kişiden kişiye değişir.
İsterseniz
ballandırabilirsiniz yani film ve
romantik kitap evrenlerinde olduğu gibi
güzel insanların güzel dersler aldıkları evrenlerde.
Bir sorunun, bir
özür ve Peter Gabriel şarkısıyla çözülebileceği evrenlerde.
İnanın bana, ben de
her kız gibi o evrendeki versiyonu seviyorum.
Ama bu gerçek dünya
değil.
Gerçek dünya bu.
Üzgünüm.
Yıldızlarımızdaki
Kusur
On yedinci yılımın
kış aylarında annem, depresyonda
olduğuma karar verdi.
Ağzına lokma
girmiyor, evden çıktığı yok.
- Depresyonda falan
değilim anne.
- Aynı kitabı
defalarca okuyor.
- Kesinlikle
depresyonda.
- Depresyonda değilim!
Broşürler ve
internet siteleri depresyonun kanserin
yan etkisi olduğunu söylüyorlar.
Depresyon, kanserin bir
yan etkisi değildir.
Ölmenin yan
etkisidir.
Ben de ölüyordum
zaten.
"Acı,
hissedilmeyi talep eder.”
Seni Zoloft'a ya da Lexapro'ya geçirebilirim.
- Günde bir yerine
iki öğün.
- Niye ikiyle
kısıtlıyorsunuz?
Cidden, arttırın.
Keith Richards'ın kanserli
versiyonuyum ben.
Sana tavsiye ettiğim o
destek grubuna gidiyor musun?
Benlik bir şey değil
o.
Destek grupları,
seninle şey olan insanlar için harika olabilir
- Ney olan?
- Seninle aynı
yolculukta olan.
"Yolculuk"
mu?
Ciddi misiniz?
Hiç değilse bir dene.
Kim bilir, ayrılmak
bile istemeyebilirsin.
Pekâlâ.
Hazır mıyız?
Bugün burada kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbinde
toplandık.
İsa Mesih'in
yanındayız.
Grupla hikâyesini paylaşmak
isteyen var mı?
Adım Angel, akut miyeloid
lösemim var.
Sid, akut
lenfoblastik lösemi.
Selam, adım P.J. nöroblastomam
var.
Ben Patrick, testis
kanseriyim.
Patrick'in testis
kanserinin kanlı detaylarını atlayacağım.
Basite indirgeyecek
olursak, kanseri hayalarında buldu.
Çoğunu kestiler.
Ölümün eşiğinden
döndü ama ölmedi.
Şimdi burada boşanmış, yalnız ailesinin kanepesinde yaşıyor.
Kanserli geçmişini,
kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbini kullanarak defediyor.
eğer şansımız varsa bir gün
onun gibi olabileceğimizi söylüyor.
Başka kim anlatmak
ister?
Hazel?
Adım Hazel.
Aslında tiroit
kanseriyim ama ciğerlerimde - uzak doku metastası var.
- Nasılsın peki?
Tedavi edilemeyecek
kadar ileride olan kanseri saymazsak mı?
İyiyim herhâlde.
Yanındayız Hazel.
Bir şarkı daha ister
misiniz?
# Arkadaşımızdır
bizim İsa Olacaktır hep yanımızda # # Arkadaşımızdır bizim İsa Olacaktır hep
yanımızda # Merhaba canım.
Ee?
Muhteşem miydi?
"Evet anne,
muhteşemdi!
" İşte hayatım
buydu.
Realite şovları doktorlar
günde üç öğün sekiz ayrı ilaç ama
aralarında en beteri destek grubuydu.
- Zorla
yollayamazsınız.
- Tabii yollarız,
anne-babanız senin.
Bunları konuşmuştuk.
Gençsin; çık dolaş,
arkadaş bul.
İlla genç
aktiviteleri yapayım diyorsanız destek grubu şart değil.
Sahte kimlik verin de
barlara gidip votka içeyim - esrar koklayayım.
- Esrar koklanmaz.
Sahte kimliğim
olsaydı bunları bilirdim işte.
Arabaya biner misin
lütfen?
Sonunda gittim işte.
Gitmeyi istediğim
veya yardımı dokunacağı için değil bu günlerde yaptığım her şeyi neden yapıyorsam
onun için gittim: Annemleri memnun etmek
için.
Niye tek başıma
gelmeme izin vermiyorsun, anlamıyorum.
Bir şey yaptığın da
yok hani.
Oturup bekliyorsun.
Hiç de bile.
Eve gidip temizlik
yapacağım.
- Seni seviyorum.
- Ben de seni.
İyi eğlenceler.
Kanserden ölmekten daha
beter bir şey varsa o da kanserli bir
çocuğunuzun olmasıdır.
Arkadaş edin!
Kusura bakmayın, ben
merdivenlerden çıkacağım.
- Sorun değil.
- Teşekkürler.
Pardon.
Önemli değil.
Özür dilerim.
Tanrım.
Kim başlamak ister?
Kim başlamak ister?
Başlangıç vuruşunu
yapmak isteyen?
Lütfen.
Ben Beth Isaac çok zorlu bir dönemden geçiyor.
Grupla paylaşmak
ister misin?
- Belki arkadaşın
paylaşmak ister?
- Hayır, ben
paylaşırım.
Selam millet.
Selam, adım Isaac.
retinoblastomum var.
Küçükken bir gözümden
ameliyat oldum, bu sahte göz.
Diğer gözü de almak
için muhtemelen yine ameliyat olacağım.
O ameliyattan sonra tam
kör olacağım.
Ama inanılmaz seksi,
beni aşan bir sevgilim var: Monica.
Muhteşem arkadaşlarım
da var.
Augustus Waters gibi bana destek olan arkadaşlar.
Durum böyle.
- Teşekkürler.
- Yanındayız Isaac.
Sağ olun.
- Sıra sende Gus.
- Peki, tamam.
Ben Augustus Waters.
18 yaşındayım.
Bir buçuk sene önce kemik
tümörüm vardı.
Bunun sonucu olarak bu
bacağımı kaybettim.
Şimdi yarı cyborg'um,
şikâyetçi de değilim hani.
Ama burada olma
sebebim Isaac istediği için.
- Peki nasılsın Gus?
- Harika.
Sadece yukarı çıkan
bir hız trenindeyim.
Korkularını grupla
paylaşmak ister misin?
Korkularım mı?
Unutulmak.
- Unutulmak mı?
- Evet.
Sıradışı bir hayat
yaşamak istiyorum.
Hatırlanmak istiyorum.
Eğer korkumu soracak
olursanız hatırlanmamak olur.
Bundan bahsetmek
isteyen var mı?
Hazel?
İlginç.
Öyle bir zaman gelecek
ki hepimiz bir gün öleceğiz.
İnsanların olmadığı
zamanlar vardı, insanlık sonrası zamanlar olacak.
Kim bilir, belki
yarın; belki bir milyon yıl sonra.
Bu gerçekleştiğinde kimse
hatırlanmayacak: Ne Kleopatra, ne Muhammet Ali, ne Mozart ne de buradakiler.
Unutulmak kaçınılmazdır.
Bu düşünce seni
korkutuyorsa aklından çıkar gitsin.
Tanrı biliyor ya, hepimiz
öyle yapıyoruz.
Harika bir öneriydi.
Burayı seviyorum çünkü
herkes çıkıp fikrini Sağ olun.
- Sonsuza dek.
- Sonsuza dek.
- Sonsuza dek.
- Sonsuza dek.
Kelimenin gerçek
anlamıyla.
Bir kilise
bodrumundayız sandım başta ama meğerse,
kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbindeymişiz.
Evet.
- Adın ne?
- Hazel.
Hayır, yani
adın-soyadın.
Hazel Grace Lancaster.
- Ne?
- Bir şey demedim.
- Niye öyle
bakıyorsun?
- Çünkü güzelsin.
- Tanrım - Güzel insanları izlemekten keyif alıyorum.
Bir süre önce
varoluşun basit zevklerinden kendimi alıkoymayacağıma karar vermiştim ama sonra sen gelip yakında öleceğimizi söyleyip
her şeyi baltaladın.
- İyi, hoş da; ben
güzel değilim.
- Selam Lisa.
- Önce sen söyle.
- Önce sen söyle.
- Sonsuza dek.
- Sonsuza dek.
- "Sonsuza
dek" muhabbeti nedir?
- "Sonsuza
dek" onların mottosu gibi.
"Seni sonsuza
dek seveceğim" gibisinden falan.
Herhalde bu sene
birbirlerine 14 milyon kez "sonsuza dek" diye mesaj atmıştırlar.
Göğsünü acıtmıyor
mudur o ya?
- Gel film izleyelim.
- Ne?
Bu hafta bayağı
doluyum Şimdi izleyelim diyorum.
- Baltalı bir katil
olabilirsin.
- O ihtimal hep var.
- Hadi Hazel Grace,
riske gir.
- Bilmi - Ciddi misin?
İğrençsin!
- Ne?
Havalı falan mısın
sanıyorsun?
Her şeyi berbat ettin.
- Her şeyi mi?
- Evet, her şeyi!
Çok fena mahvettin
hem de.
Tanrım.
Bir hamarti olmasa olmaz
zaten, değil mi?
Kanser olmana rağmen daha
çok kanser yaysın diye bir şirkete para mı kazandırıyorsun?
Emin ol, nefes
alamamak cidden hiç güzel değil.
- Hem de hiç güzel
değil.
- "Hamarti"
mi?
- Kusur demek.
- Kusur Hazel Grace, yakmadığın sürece bir zararları
dokunmuyor.
Hiç yakmadım.
Bir metafor bu.
Bu öldürücü şeyi dişlerinin
arasına koyuyorsun ama seni öldürmesi
için gerekli gücü bahşetmiyorsun.
Metafor.
Merhaba canım.
Top Model izlemeye
hazır mısın?
Hayır.
Augustus Waters'la
plan yaptım.
Tanrım!
Sınavdan birkaç kez
kalmıştım da Hadi canım!
Aslında sınava
dördüncü girişimde böyle kötü gidiyordu.
Bittikten sonra eğitmen
bana baktı ve "Sürüşün hoş olmadığı
gibi teknik açıdan güvenli de değil.”
dedi.
- Kanser Avantası.
- Kesinlikle.
Kendinden bahset
biraz.
Farkına vardıklarında
13 yaşındaydım.
Bulunabilecek en
kötü durumlardan biriydi.
Tiroid kanseri, dördüncü
evre.
Yapılabilecek pek
bir şey yoktu.
Ama bu doktorları
durdurmadı tabii.
Ameliyat, radyasyon,
kemoterapi daha çok radyasyon.
Bir süreliğine iyi
gidiyordu sonra birden durdu.
Sonra bir gün ciğerlerim
suyla dolmaya başladı.
Hemşire!
Hemşire lâzım buraya!
Nefes alamıyordum.
Kimse kontrol altına
alamıyordu.
Rahatlayabilirsin
hayatım.
Korkma.
Orada ölecektim.
Tanrım!
Sonra tuhaf bir şey
oldu.
Antibiyotikler
etkisini gösterdi, ciğerlerimdeki sıvıyı çıkardılar.
Kuvvetlerini geri
kazandılar.
Sonra kendimi,
deneysel bir araştırmada buldum.
Kanseristan
Cumhuriyeti'ndeki İşe Yaramamaları'yla ünlü olanlardan.
Adı
"Palanksiför"dü.
Hastaların %70'inde işe yaramıyordu ama
nedense bende yaradı.
Mucize dediler.
Ciğerlerim, ciğer
olma konusunda hâlâ berbatlar ama bir süre daha berbat olmaya devam edebilirler.
Okula geri dönüyor
musun yani?
GED sınavımı verdim,
yani zaten üniversitede okuyorum.
Üniversite kızı!
Sofistike auran şimdi
anlaşıldı.
Mütevazı evime hoş
geldin.
Bizimkiler bunlara "Teşvikler"
diyorlar.
"Gökkuşağı
istiyorsan ıslanmasını bileceksin.”
Hiç sorma.
- Selam millet.
- Merhaba Augustus.
Yeni arkadaşın mı?
- Evet, Hazel Grace.
- Selam.
Sadece Hazel.
- Nasıl gidiyor
Sadece Hazel?
- Nasılsın?
Biz aşağı gidiyoruz.
- Memnun oldum.
- Ben de.
Augustus'ın Dünyası.
Burası benim odam.
- Epey iyi bir
koleksiyonun varmış.
- Evet, eskiden
oyuncuydum.
- Oturabilir miyim?
- Tabii, rahatına bak.
Benim evim, senin
evin.
Kusura bakma,
merdivenler Benim için Anladım.
- Cidden ama, iyi
misin?
- Evet, evet.
Güzel.
Hikâyen nedir?
Zaten anlattım ya.
- 13 yaşındayken
tiroid - Kanser hikâyeni değil gerçek hikâyeni.
İlgilerin, hobilerin,
tutkuların, fetişlerin.
- Fetişlerim mi?
- Bir şey düşün.
Aklına ilk gelen şey.
Sevdiğin bir şey.
"Görkemli
Izdırap".
Peki.
O ne?
- Roman.
En sevdiğim roman.
- İçinde zombiler var
mı?
- Zombi mi?
Hayır.
- Stormtrooperlar?
- Hayır!
Öyle bir kitap değil.
- Konusu ne?
Kanser.
- Sadece kanser mi?
- Öyle değil.
İnan bana harikadır.
Yazarı Peter Van
Houten ölmenin nasıl bir şey olduğunu
anlayan hayatımda gördüğüm tek ölmemiş
insan.
Anladım.
İçinde zombiler ve stormtrooperlar
olmayan sıkıcı isimli bu kitabı
okuyacağım ama karşılığında sen de bunu
okuyacaksın.
En sevdiğim oyunun,
rüyalara giren ama aynı zamanda müthiş olan kitabı.
"Şafağın
Bedeli" mi?
Gülme, harikadır.
Onur, fedakârlık,
cesaret ve kahramanlık konuludur.
Kaderini
kabullenmek ve dünyada bir iz bırakmak konulu.
Teşekkürler.
Ellerin buz gibi!
Pek soğuk sayılmazlar.
Az oksijen aldıkları
için.
Hazel Grace?
Böyle tıbbî konuşmana
bayılıyorum.
İlginç.
O mu verdi sana?
Uçuğu mu kastediyorsun?
Evet, uçuğu.
Her annenin nihai
hayali.
- Merak etme.
- Hayır anne, merak
etmiyorum.
Önemli değil.
Öyle biraz takıldık, aramasını
falan bekliyor değilim.
- Bu mu?
- Evet.
- Biber sandım.
Bugün Çin'de Ulusal
Kurt Üzümü Günü.
Harika, değil mi?
"Elimdeki
kitabın son on sayfası eksik de lütfen.”
- Çok iyi.
- Güzeller, değil mi?
- Çok kurt üzümü
yiyiliyor mu bu günde?
- Evet.
"Kitap böyle
bitiyor deme bana lütfen!
" Kurt üzümü günü için tatlı ile bir şeyler ayarlamaya
çalıştım Bir kitap, cümlenin yarısında
bitemez!
Ne biçim bir
deliliktir bu!
AAAAHHH!
- Her yıl yapalım
bunu.
- Her yıl.
Cidden sevdim yalnız
bunu.
- Masadan kalkmak
ister misin?
- Ne?
Hazel Grace.
"Görkemli
Izdırap"ı okumanın verdiği tatlı eziyetin hayırlı olsun.
Şimdi tüm kuralları
yıkıyorum!
O ne İyi misin?
Evet, ben gayet
iyiyim.
Isaac'leyim şu an Isaac, Destek Grubu Hazel durumu kötüleştirir
mi iyileştirir mi?
Isaac, bana odaklan.
Ne kadar çabuk gelebilirsin
buraya?
Harika.
Kapı açıktı.
Telefonu kapatmam
lâzım.
Selam?
Hazel.
Isaac, Destek Grubu
Hazel geldi.
- Selam.
- Selam.
Ufak bir hatırlatma: Isaac
şu anda bir sinir krizi geçiriyor.
Çok güzel olmuşsun bu
arada.
- Bu renk sana
yakışmış.
- Teşekkürler.
Isaac.
- Isaac, Hazel geldi.
- Selam Isaac.
Selam Hazel.
- Nasılsın?
- İyiyim.
Isaac ve Monica'nın artık
bir ilişiği kalmadı.
Çok üzüldüm.
Bunu konuşmak ister
misin?
Hayır, sadece oyun
oynayıp ağlamak istiyorum.
Bilgece kadın
tavsiyelerin varsa konuşmaktan zarar gelmez bence.
Bence en iyisini o
bilir.
- Acı, hissedilmeyi
talep eder.
- Benim kitabımdan
alıntı yaptın.
Ameliyattan önce benimle
ayrılmak istediğini söyledi.
Kaldıramazmış.
Görme yetimi
kaybetmek üzereyim ama kaldıramayan o oluyor.
"Sonsuza
dek" deyip durdum ama o benim
sesimi bastırıp aynı şekilde cevap vermedi ve
O anda ölmüştüm sanki.
Biliyor musun İnsanlar verdikleri sözleri o anda idrak
edemiyorlar.
Doğru da Nasıl bir eziksem, verdiği kolyeyi hâlâ
takıyorum.
- Çıkarsana.
- Kanka, çıkarsana.
- Budur.
- Harikasın kanka,
harikasın.
Öfkemi çıkarmam lâzım.
Ona vurma, ona vurma.
- Buna vur.
- Pardon.
Kaç gündür seni
aramak istiyordum ama Görkemli Izdırap hakkında düzgün bir düşünce oluşturmaya çalışıyordum.
Bir dakika.
Isaac!
Yastıklar kırılmaz.
Senin bir şeyleri
kırman lâzım.
Bir de bunu dene.
- Ödülü mü?
- Evet.
Emin misin?
Zaten babama,
basketbolu sevmediğimi söylemek için bir çıkar yol arıyordum.
Hadisene!
Sonsuza dek!
- Görkemli Izdırap.
- Evet.
Beğenmene çok
sevindim.
Evet, beğendim.
Ama o sonu yok mu.
Biliyorum.
Biraz beklenmedikti.
"Biraz
beklenmedik" mi?
Bildiğin şeytancaydı!
Kızın öldüğünü
anlıyorum ama yazarla okuyucu arasında kâğıda
dökülmemiş bir - Gus?
- Efendim?
- Olur mu?
- Olur.
Kâğıda dökülmemiş bir
anlaşma vardır.
Ve bir kitabı, bir
cümlenin ortasında bitirmek, anlaşmayı ihlâl ediyor, değil mi?
Evet, doğru.
Seni anlıyorum ama doğru konuşmak gerekirse oldukça
gerçekçi bir son olmuş.
Hayatın ortasında
ölürsün.
Cümlenin ortasında
ölürsün.
Ama ne bileyim Anna öldükten sonra diğer karakterlere ne
olduğunu merak ediyorum.
- Mesela Anna'nın
annesi.
- Evet, veya
Hollandalı Lale Adam.
- Veya hamster
Sisyphus.
- Evet!
Bu Peter Van
Houten'la iletişime geçmeyi denedin mi?
Tonla mektup yazdım ama
hiç cevap alamadım.
Amsterdam'a taşınmış
ve kendini toplumdan izole etmiş.
- Tüh.
- Doğru.
Isaac, daha iyi misin
kanka?
Acının olayı bu.
- Acı, hissedilmeyi
talep eder.
- Temizlikte yardımcı
olurum.
- Hazel Grace.
- Augustus Waters.
O kitabı aklımdan
çıkaramıyorum.
Rica ederim.
Ama bir son şart, değil
mi?
Ben de mektuplarımda Van
Houten'dan bunu istiyordum.
Ama hiç cevap vermedi.
Evet.
"Sayın Bay
Waters.
Elektronik
mektubunuza teşekkür etmek için yazıyorum.
Kitabımı okumak için
gerekli saatleri ayıran herkese minnettarım.”
- Augustus?
- Evet?
Ne yapıyorsun?
Van Houten'ın
asistanını bulmuş olup, mektup yazmış olabilirim.
Augustus!
O da bu mektubu Van
Houten'a iletmiş olabilir.
- Devam edeyim mi?
- İnanmıyorum!
Evet, hadi, hadi!
"Size teşekkür
borçluyum bayım.”
Hazel Grace, bana "bayım" dedi.
Augustus, devam et.
Devam et!
"Hem Görkemli
Izdırap için sarfettiğiniz güzel sözler için, hem de size ve arkadaşınız Hazel Grace'e, kitabın, sizden
alıntı yapacak olursam 'çok şey ifade
ettiğini' söylediğiniz için teşekkürlerimi sunarım.
Ciddi olamazsın!
Ciddi olamazsın!
- Ciddi olamazsın!
Ciddi olamazsın!
- Tabii ki ciddiyim.
"Sorunuza
gelecek olursak: Hayır, başka bir şey yazmadım ve yazmayacağım.
Düşüncelerimi
okuyucularla paylaşmaya devam etmenin, ne okuyucuya ne de bana faydası olacaktır.
Ancak bu güzel
mektubunuz için size teşekkür ederim.
Sevgilerimle, Peter
Van Houten.
Ciddi ciddi oldu bu.
Aman Tanrım.
Sana da söylemeye
çalışıyordum, ben biraz muhteşemim.
- İzin verirsen ben
de - Gelen kutuna bak.
Aman Tanrım.
İnanmıyorum Augustus.
Çok heyecanlıyım.
Çok heyecanlıyım.
Sayın Peter Van
Houten, Adım Hazel Grace Lancaster.
Kitabınızı benim
tavsiyem üzerine okuyan arkadaşım Augustus Waters bu adresten bir e-posta aldı.
Umarım o e-postayı
benimle paylaşmış olmasında sakınca yoktur.
Kitabın sonuyla
ilgili kafamda kalan soru işaretlerini
ortadan kaldırabilir misiniz diye merak ediyordum.
Özellikle şu soru: Anna'nın annesi Hollandalı Lale Adam'la
evleniyor mu?
Ve Hollandalı Lale
Adam sahtekâr mı, yoksa ortada bir yanlış anlaşılma mı var?
Son olarak da,
hamster Sisyphus'a ne olduğunu soracaktım.
Bu sorular yıllardır
kafamda dönüp dolanıyor ve cevaplarını
almak için ne kadar süremin kaldığını bilmiyorum.
Bunların, önemli
edebî sorular olmadığını ve kitabınızın
önemli edebî sorularla dolu olduğunu biliyorum ama gerçekten cevaplarını öğrenmek istiyorum.
Ayrıca, başka bir
şey yazmaya karar verirseniz seve seve
okurum.
Aslına bakarsanız, alışveriş
listelerinizi bile okuyabilirim.
Hayranlık ve
sevgilerimle, Hazel Grace Lancaster.”
Fena değil.
Öyle mi dersin?
Eh yani, biraz
gösterişçi ama Van Houten da
"tarafgâr" ve "bakanalya" gibi kelimeler kullanıyor, yani Bence beğenecektir.
Saat gerçekten 1 mi?
Öyle mi?
Evet, galiba öyle.
Uyusam iyi olacak.
Peki.
Peki.
Peki.
Peki.
Belki
"peki" bizim "sonsuza dek"imiz olur.
Peki.
Aman Tanrım.
"Bayan Lancaster Sorularınıza cevap veremem, en azından
yazarak çünkü böylesi cevaplar kitaba
devam niteliği taşır ve siz de
yayınlayabilir veya internette paylaşabilirsiniz.
Size güvenmediğimden
değil ama size güvenmiyorum.
Sizi tanımıyorum.
Yolunuz Amsterdam'a
düşerse boş bir vaktinizde lütfen ziyaret edin.”
Ne?
"Sevgilerimle, Peter
Van Houten.”
Aman Tanrım!
Hayata bakar mısın?
Hazel?
- Anne!
- Hazel, n'oldu?
Anne, baksana.
Gel, gel, gel.
Bak.
- Ne?
- Evet.
Peter Van Houten!
Bak ne yazmış!
"Yolunuz
Amsterdam'a düşerse " Gitmeliyim!
- İnanılmaz.
- Amsterdam'a davet
etmiş.
Amsterdam!
- Vay canına.
- Gidebilir miyiz?
Sence gidebilir miyiz?
Amsterdam bu.
Dünyadaki her şeye
sahip olmanı istiyorum.
Ama o kadar paramız
yok.
Tüm bu ekipmanı oraya
götürmek
Nasıl yaparız ki?
Doğru ya, pardon.
Baksana, özür dilerim.
Önemli değil.
Cinler'e sor o zaman.
Dilek hakkını kullan.
- Çoktan kullandım.
Mucize Öncesi'nde.
- Ne istedin?
Disney deme sakın.
Hazel Grace, Disney
World'e gittim deme.
- Tek dilek hakkını
Disney World'e gitmek için
- 13 yaşındaydım.
- kullandım deme.
- Bir de Epcot Center
vardı!
- İnanmıyorum.
- Epey eğlenceli bir
geziydi!
- Hayatımda duyduğum
en üzücü şey bu.
- Goofy'yle tanıştım.
- Utanıyorum bildiğin.
- Sen niye
utanıyorsun?
Bu kadar klişe
dilekleri olan bir kıza âşık olduğuma inanamıyorum.
Rezalet.
Geliyor musun?
MR'a girdiğinizde en
önemli şey tamamen sabit durmaktır.
Ama o gün bu
neredeyse imkânsızdı.
Merhaba Gus!
Nasılsın?
Merhaba Bayan
Lancaster.
Selam.
Rik Smits forması mı?
- Ta kendisi.
- Bayılırdım o herife.
Adım Augustus Waters.
Memnun oldum.
Ben de Michael.
- Ne güzel sürpriz.
- Merhaba Bayan
Lancaster.
- Seni gördüğüme
sevindim.
- Bilmukabele.
- Selam Hazel Grace.
- Selam.
Benimle pikniğe gel
desem, ne derdin?
Çok güzel olurdu
derdim.
Gidelim mi?
Hayır.
Şey Önce bir
Her tarafım hastane kokuyor, önce bir üstümü değişeyim.
Demek sen de mücadelecilerdensin,
ha?
Evet.
Bu küçük beyi boşuna
kestirmedik.
Şimdi sağlığın nasıl?
Harika.
14 aydır kanser
belirtisi yok.
- Ya?
- Evet.
- Harikaymış.
- Evet.
Çok şanslıyım.
Bak Gus Hazel'ın hâlâ hasta olduğunu unutma.
Hayatı boyunca da
düzelmeyecek.
Sana ayak uydurmaya
çalışacaktır.
Öyle bir kız kendisi.
Ama ciğerleri Hazır mısın?
Evet.
Güzel.
Görüşürüz o zaman.
Tamam.
Ne güzel bir gün.
Evet.
Tüm sevgililerini
getirdiğin yer burası mı?
Hem de her birini.
O yüzden hâlâ bakirim.
Bakir falan değilsin.
- Ciddi misin?
- Gel sana bir şey
göstereyim.
Bu daireyi görüyor
musun?
Bu, bakirlerin olduğu
daire.
Bu da tek bacağı olan 18 yaşındaki çocukların
dairesi.
Evet Funky Bones, Joep Van Lieshout'un eseri.
- İsmi Hollandalıya
benziyor.
- Öyle de.
Tıpkı Rik Smits gibi.
Ve laleler gibi.
Sandviç?
- Dur tahmin edeyim.
- Hollanda peyniri ve
domatesli.
Kusura bakma, domatesler
Meksikalı.
Bu ne cüret!
Müthiş değil mi ama?
Bir iskeleti oyun
parkı olarak kullanıyorlar.
Bir düşünsene.
Sembolleri çok
seviyorsun.
Lafı açılmışken,
muhtemelen neden gelmiş burada Rik
Smits formalı bir çocuğun yanında kötü peynirli bir sandviç yiyip portakal suyu içtiğini merak ediyorsundur.
Aklımdan geçmedi
değil.
Hazel Grace, senden
önceki birçok çocuğa dediğimi söyleyeyim.
Bunu, sana özel
olarak büyük bir sevgiyle dile getiriyorum:
dileğini çok saçma şekilde kullanmışsın.
Bunları konuşmuştuk.
13 yaşındaydım.
Lütfen!
Burada büyük bir monologun
ortasındayım.
Gençtin, hassastın Azrail kapının önünde nöbet tutuyordu ve bunlar yüzünden aceleyle istemediğin bir
dilek diledin.
Ama Görkemli
Izdırap'ı okumamış küçük Hazel Grace nereden bilebilirdi ki asıl dileğinin, Amsterdam'da yaşayan Peter
Van Houten'ı ziyaret etmek olacağını?
Ama çoktan kullandım,
o yüzden
Neyse ki ben kendiminkini kullanmadım.
Yani diyorsun ki
Dileğimi falan sana vermeyeceğim Hazel.
Eğer öyle bir
düşünceye kapıldıysan hani.
Ancak benim de bu Bay Peter Van Houten ile görüşmek
gibi bir isteğim var ama beni kitapla tanıştıran
kız olmadan onunla tanışmam pek
mantıklı olmazdı, değil mi?
Cinler'le konuştum, kabul
ettiler.
Bir ay sonra
gidiyoruz.
Yalan.
İnanmıyorum.
İnanmıyorum!
Merhaba.
Selam.
- Selam.
- Gayet iyisin sen.
Ne oldu?
Her zamankinden.
Ciğerlerindeki sıvı oksijen
gidişini engelledi.
Bir tüp bağladılar.
Gece bir buçuk
litresini çektiler.
İyi haber ise tümör büyümemiş.
Yeni tümör çıkmamış.
Çok rahatladık.
Bu gelip geçici bir
şey Hazel.
Bununla yaşayabiliriz.
Bay Lancaster.
- Hazel nasıl?
- Daha iyi.
Teşekkür ederim.
Çok daha iyi.
Beni içeri almadılar.
Sadece aile fertleri
girebiliyormuş.
- Evet, kusura bakma.
- Haklılar tabii.
Buraya geldiğimi
söyleyebilir misiniz?
Tabii.
Tabii ki söylerim.
- Tamam.
- Gus, istersen sen
evine git, olur mu?
Biraz dinlen.
Tamam.
Normalde, tümörler
tedaviye karşı koyarlar ancak bizim vakamızda böyle olmadı henüz.
Ancak ilaç, ödemi kötü yönde etkilemiş olabilir.
Aslına bakarsanız,
çok az kişi Hazel kadar uzun süre Palanksifor aldı.
Uzun vadede nasıl bir
etki yapar, bilemiyoruz.
Biz şu anda endotelyal
büyümeyi önlemeye çalışıyoruz.
Eğer başarısız
olursak hastalığa, zayıflamaya damar
tıkanıklığına ve eritmeye çalıştığımız
tümörlerin yayılmasına neden olacaktır.
Ciddi endotelyal
büyüme görülen hastlarda hayatta kalma
oranı durum ilerledikçe azalmaktadır.
Rahatlayabilirsin
hayatım.
Korkma.
Aman Tanrım.
Artık anne olamayacağım.
Bir sorum var.
Evet Hazel?
Hâlâ Amsterdam'a
gidebilir miyim?
- Bu durumda pek
akıllıca olmaz.
- Neden?
Bu yolculuğu
gerçekleştirmemizin bir yolu yok mu?
Bazı risklerde artışa
sebep olabilir.
- AVM'ye gitmek de
aynısını yapabilir.
- Doğru, ama bir uçak
başka.
Uçaklarda da oksijen
var.
Hastalığın dördüncü
aşamada.
Bu fırsat bir daha karşıma
çıkmayabilir.
Hem de hiç.
Tedavi işe yarıyorsa neden
gidemiyormuşum - Belki bir şekilde - Hayır.
Bunu başka nasıl
söyleyebilirim bilmiyorum Hazel.
Sen fazla hastasın.
Üzgünüm.
Alo?
Evet, bir dakika.
Merhaba.
Yine Gus.
Kusura bakma, uyuyor.
Tamam.
Olur.
Hoşça kal.
Ne düşündüğünü
biliyorum.
Ama ona haksızlık
yapıyorum.
Evet, haksızlık.
Hayatında bir de bunu
çekmesi gerekmiyor.
Kimsenin çekmesi
gerekmiyor.
Bu kadar uğraşa
değmez.
Haklısın.
Annenle ben de aynı
şeyi diyorduk.
Belki de seni sokağa
atmanın vakti gelmiştir.
Bir yetimhaneye
bırakır, onların başına musallat ederiz seni.
Ciddiyim.
Duygulara önem veren
insanlar değiliz sonuçta.
Orada mısın?
Bu sessizlik beni
sağır ediyor.
Hazel Grace.
Selam Augustus.
İyi misin?
Değilim.
Sorun ne?
Konuş.
Bilmem.
Her şey.
Amsterdam'a gitmek
istiyorum Gus.
Van Houten'ın,
kitabının sonunu söylemesini istiyorum.
Ayrıca bu hayatı istemiyorum.
Sorun, gökyüzü.
Gökyüzü beni
kahrediyor.
Bir de babamın ben
küçükken yaptığı bu eski salıncak var Sorun, her şey.
Bu azap verici
salıncağı görmek istiyorum.
Hak veriyorum sana.
Hüzünlendirici bir
salıncakmış.
Hazel Grace, umarım
şunu anlıyorsundur: Bana karşı mesafe koyarak sana olan sevgimi zerre
azaltamazsın.
Beni itme çabaların başarısızlıkla
sonuçlanacak.
Bak Senden hoşlanıyorum.
Seninle zaman
geçirmeyi falan seviyorum ama bu daha
ilerisine gidemez.
Nedenmiş o?
- Çünkü seni incitmek
istemiyorum.
- Benim için sorun
değil.
- Anlamıyorsun.
- Gayet iyi anlıyorum.
- Anlamıyorsun.
- Ne demeye
çalıştığını biliyorum.
Hazel, benim için
sorun değil.
Kalbimin senin
tarafından kırılması benim için ayrıcalıktır.
Gus, ben bir el bombasıyım.
Günün birinde
patlayacağım ve etrafımdaki her şeyi yok
edeceğim.
Ne bileyim Kayıp sayısını azaltmak benim sorumluluğummuş
gibi hissediyorum.
El bombası mı?
Anladığın için
teşekkür ederim arkadaşım.
Peki Peki İnanmıyorum
sana!
Flört etme benimle!
"Sevgili Hazel, Cinler'den,
ayın dördünde annen ve Augustus Waters
ile bizi ziyaret edeceğini öğrendim.”
Anne?
Efendim?
Anne!
- Ne oldu?
- Pardon.
Duş alıyordum.
Cinler'e, gezinin
iptal olduğunu söylemeyi unuttun mu?
Çünkü Van Houten'ın
asistanı az önce e-posta attı bana.
Hâlâ geleceğimizi
sanmış.
Ne oldu?
Babanla birlikte
söyleyecektik.
Anne.
Amsterdam'a gidiyoruz.
Sen ciddi Amsterdam'a mı gidiyoruz?
Amsterdam'a gidiyoruz.
Her şeyi hallettik.
Gidiyoruz.
Dr. Maria, herkes
biliyor.
- Ama üç günlüğüne,
altı değil.
- İnanmıyorum.
Ama her şey var.
Orada bir onkolojist
ayarlandı.
Her şey.
Her şey tamam.
Seni seviyorum.
Seni çok seviyorum.
Ben de seni.
- Otur şöyle.
- Amsterdam'a
gidiyoruz.
Amsterdam'a gidiyoruz.
- Amsterdam'a
gidiyoruz.
- Gelip benimle
konuşabilirsin.
Araman gereken biri
var.
Ara çocuğu!
Pekâlâ ciğerler, bir
hafta daha düzgün duracaksınız.
Anladınız mı?
Bir hafta daha.
Selam Gus, umarım
pasaportun hazırdır!
Her şey yoluna
giriyor!
Yiyecekleri unuttun
mu?
- Pasaportum sende mi?
- Evet, aldım.
Cinler'e dediğim gibi "Ben birinci sınıfta seyahat ederim, yoksa
hiç etmem.”
- Anne, Amsterdam'a gidiyoruz.
- Amsterdam'a
gidiyoruz!
Merhaba Lancaster
ailesi.
Gus.
Seni görmek ne güzel.
Onu ben alayım bayım.
Gus, çok yaratıcısın.
Tamam mı Hazel Grace?
Tamam!
Hiç uçağa binmedin mi?
Hayır.
Heyecan vericidir.
Bayım?
Bu uçakta sigara
içmek yasaktır.
Veya herhangi bir
uçakta.
- Ben sigara içmem.
- Evet, metafor bu.
Öldürücü şeyi dişlerinin
arasına koyuyor ama öldürmesi için gerekli gücü bahşetmiyor.
Ama o metafor bugünkü
uçuşta yasak.
Sayın yolcularımız, kalkışa
hazırlanın lütfen.
Teşekkürler.
Tamam mı?
Gus, senin sürdüğün
araba da böyle bir his veriyor işte.
Aman Tanrım, uçuyoruz.
Uçuyoruz.
Uçuyoruz!
Yere baksana!
Bak İnsanlık tarihinde hiçbir şey hiçbir zaman
böyle görünmedi!
Arabalara baksana.
Sanki - Çok tatlısınız.
- Sadece arkadaşız.
O öyle; ben değilim.
Tanrım!
Uzak dur ondan
orospu!
Şuna baksana Hazel.
İnanılmaz.
Vitraya baksanıza.
Harika.
Ben kaydımızı
yaptırayım.
Seni güzelce bir
giydirmek lâzım çünkü Oranjee'de iki
kişilik bir akşam yemeği randevunuz varmış.
Şöyle yazıyor:
"İyi eğlenceler.
Peter Van Houten.”
Araştırdım biraz ve harika bir yere benziyor.
Rehber kitabında
yazdığına göre birinci sınıf ve oldukça romantikmiş.
Evet.
Birinci sınıf Tanrım.
Peki şimdi ne giyeceksin?
Bana mı bu?
İnanmıyorum.
Mükemmel.
Ben teklifimi
yapıyorum.
Teklifini mi
yapıyorsun?
Genç kızının kendisinden
büyük bir çocukla serbestlik ve
ahlaksızlığıyla ünlü bir şehirde elini
kolunu sallayarak gezmesine müsaade mi ediyorsun yani?
Evet, aşağı yukarı teklifim
buydu.
Gus!
Çok yakışıklı
olmuşsun.
- Teşekkürler efendim.
- Vay be.
Hazel, Gus geldi ve harika olmuş.
Bu restoranın harika
olduğunu duydum.
Ne oldu?
Muhteşem olmuşsun.
Sağ ol.
Burası.
- Oranjee.
Evet, burası.
- Evet.
Masanız burada Bay ve
Bayan Waters.
Teşekkürler.
- Teşekkürler Gus.
- Rica ederim.
- Şampanya bizim
hediyemiz.
Afiyet olsun.
- Teşekkürler.
İyi akşamlar.
Buyurun.
- Peki?
- Peki.
Muhteşemmiş.
Şampanyayı icad
ettikten sonra Dom Pérignon ne demiş, bilir misiniz?
"Hemen
gelin," demiş.
"Yıldızları
içiyorum.”
Oranjee'ye hoş geldiniz.
Menü mü istersiniz yoksa
şefin seçimi mi olsun?
Şefin seçimi güzel
gibi.
Bayım içimden bir ses bundan biraz daha lâzım
olacak diyor.
Bu akşama özel sizin
için tüm yıldızları şişeye doldurduk genç dostlarım.
Şunlar bizim galiba.
- Hanımefendi için
havuçlu rizotto.
- Teşekkürler.
Ve de beyefendi için.
- Teşekkürler.
- Afiyet olsun.
Bu havuçlu rizotto insan
olsun ve Vegas'ta benimle evlensin istiyorum.
Takımını beğendim.
Teşekkürler.
İlk kez giyiyorum.
Cenazelerde giydiğin
takım değil mi?
Değil.
O takımım, şıklıkta bunun
yanında bile geçemez.
İlk hasta olduğumda kanserden kurtulmamın %85 ihtimali olduğu
söylendi.
Çok güzel bir oran.
Bir yıllık bir
cehennem azabı, bir bacağımı kaybetmem ve
%15'lik nüksetme ihtimaliyle sonuçlandı bu.
Ameliyattan önce aileme
güzel bir takım alabilir miyim diye sordum.
- Yani ölüm takımın
bu senin.
- Aynen öyle.
Bende de öyle bir şey
var.
15. yaş günüm için
almıştım.
Bir elbise.
Ama birisiyle
çıkarken falan giymiyorum.
Yani çıkıyor muyuz?
Şansını zorlama.
Bay ve Bayan
Waters'ız sonuçta.
Kadın dilimizi
bilmiyor diye öyle dedi.
Sorarlarsa öyle
diyelim ama.
- Vegas hakkında
dediğini hatırlıyor musun?
- Evet.
Ben de o anlaşmaya katılabilir
miyim?
- Tanrı?
- Belki.
- Peki ya melekler?
- Hayır.
Ölümden sonra hayat?
Hayır.
Belki.
Bilemiyorum.
İnanmıyorum demezdim
ama biraz da kanıt isterim.
Peki ya sen?
- Kesinlikle.
- Cidden mi?
Tüm günü bir ünikorn
sırtında geçirip bulutlardan yapılma bir
mansiyonda yaşadığın bir cennet değil tabii ama evet, bir şeylere inanıyorum.
Eğer yoksa bunların amacı ne ki?
- Belki de amacı
yoktur.
- Onu kabul
etmeyeceğim.
Aşığım sana.
Duydun beni.
Augustus Aşığım sana.
Biliyorum ki aşk,
yalnızca boşluğa yapılmış bir haykırış ve unutulmak kaçınılmazdır ve hepimiz lanetliyizdir ve bir gün
tüm emeklerimiz yalnızca toza dönüşecek.
Ve biliyorum ki
Güneş yaşayacağımız tek Dünya'yı yutacak.
Ve ben sana aşığım.
Üzgünüm.
Biraz daha yıldız?
Hayır, teşekkürler.
Hesabı isteyeceğiz.
Hayır, bayım.
Yemeğiniz, Bay Van
Houten tarafından ödendi.
Ne?
O tişörtü anlamadım.
Ama Van Houten
anlayacaktır.
Görkemli Izdırap'ta
elli tane falan Magritte göndermesi var.
"Bu bir pipo
değil.”
- Ama pipo.
- Ama değil.
Bir pipo resmi.
Anladın mı?
Bir şeyin resmi o
şeyin kendisi değildir.
Veya bir şeyin
resminin bulunduğu tişört de değildir.
Bak sen.
Ne zaman bu kadar
büyüdün?
Kim cevap almak ister?
Ben!
Burası.
Çok heyecanlıyım, çok
zor nefes alıyorum.
- Anormal bir şey mi
bu?
- Bak sen şuna.
Lidewij?
- Merhaba!
- Selam, ben Augustus.
- Lidewij.
- Hazel.
İçeri gelin.
Teşekkürler.
- Peter, onlar
geldiler!
- "Onlar"
kim Tanrı aşkına Lidewij?
Augustus ve Hazel.
Yazıştığın genç
hayranların.
- Amerikanlar mı?
- Sen davet etmiştin.
Gelin lütfen.
Amerika'dan ayrılma
sebebimi biliyorsun Lidewij.
Bir daha
Amerikanlarla karşılaşmamak için.
Sen de Amerikansın.
Makus talihim.
Yolla gitsinler.
Yollamayacağım Peter.
Kibar ol lütfen.
İçeri gelin lütfen.
Temizleyeyim şurayı.
Teşekkürler.
Hanginiz Augustus
Waters?
Ben.
Bu da Hazel.
Bay Van Houten, bize
geri döndüğünüz için çok teşekkür ederiz.
Görüldüğü üzere yanlış
bir karar.
Sadece sizin
mektuplarınıza cevap verdim ve şimdi bakın ne durumdayım.
Viski?
Almayalım,
teşekkürler.
Sadece bana Lidewij.
Bir viski soda daha
lütfen.
Önce bir kahvaltı mı
yapsaydın Peter?
Alkol sorunum
olduğunu düşünüyor.
Ayrıca Dünya'nın yuvarlak
olduğunu da düşünüyorum.
Demek kitabımı
beğendiniz.
- Bayılıyoruz
kitabınıza.
- Evet.
Bayılıyoruz.
Augustus konuşabilelim diye dilek hakkını sizinle
buluşmak için kullandı.
- Rahat olun ama.
- Evet.
Bilerek mi o kız gibi
giyindin?
Sayılır.
Bu arada, efendim, ikimiz
de geçen geceki yemek için teşekkür
etmek istiyoruz.
- Ve tabii ki
şampanya için.
- Harikaydı.
- Büyüleyiciydi.
- Geçen gece bunlara
yemek mi ısmarladık?
Bizim için bir zevkti.
Uzun bir yoldan
gelmişsiniz.
Nasıl yardımcı
olabilirim?
Bazı sorularımız var kitabınızın sonuyla ilgili.
Özellike Anna'nın ardında
bıraktığı kişilerle ilgili.
Mesela annesi, Hollandalı
Lale Adam İsveç hip-hop'una ne kadar
aşinasınız?
Çok değil.
Lidewij,
Bomfalleralla'yı çal hemen.
Peki.
- Biz İsveççe
bilmiyoruz efendim.
- İsveççe bilen kim
zaten?
Önemli olan,
seslerin söylediği saçmalıklar değil seslerin
size hissettirdikleri.
Bizimle dalga mı
geçiyorsun?
Gösteri falan mı bu?
Gus, otur.
Pekâlâ, kitabın
sonunda Anna'nın- Diyelim ki bir kaplumbağayla yarışıyorsun.
Kaplumbağa 10 metre
önden başlıyor.
Senin 10 metreyi kat
ettiğin sürede kaplumbağa belki 1 metre
gitmiş oluyor, sonsuza dek böyle.
Kaplumbağadan
hızlısın ama ona hiç yetişemezsin.
Sadece aranızdaki
mesafeyi kısaltabilirsin.
Tabii işin içine
giren mekanik kısma kafa yormadan kaplumbağanın
yanından geçip gidebilirsin.
Ama bunu yapabilme
şeklin o kadar karışıktır ki kimse
çözememişti bunu, ta ki Cantor'un bazı
sonsuzlukların, diğerlerinden büyük olduğunu gösteren kanıtına dek.
Bunun, sorunu
cevapladığını tahmin ediyorum.
Hazel, üzgünüm.
Hiçbir şey anlamadım.
Ama mektuplarınızda oldukça
zekiydiniz Bay Waters.
Kanser beyninize mi
çıktı yoksa?
Peter!
Bir saniyeliğine de
olsa Anna'ya odaklanabilir miyiz?
Lütfen?
Öldüğü veya
yazamayacak kadar hasta olduğu için kitabın
yarıda bitmesini anlıyorum O kitap
hakkında konuşmak ilgimi çekmiyor.
Ama bu, ailesinin ve
arkadaşlarının bir gelecek sahibi olmadıkları anlamına gelmiyor, değil mi?
- İlgimi çekmiyor,
dedim.
- Ama söz vermiştiniz!
Hiçbir şey olmuyor!
Hayal ürünü bunlar!
Kitap bittiği an
onların da varlığı bitiyor.
Ama bitemez!
- Edebi açıdan falan
tamam da - Bunu yapamayacağım Lidewij.
Kitaptan sonra
olacaklara Çocuksu heveslerinizi tatmin
etmeyeceğim.
Bu yaşına kadar
alıştırıldığın şekilde sana acımayı reddediyorum.
- Acımanızı
istemiyorum.
- Öyle bir istiyorsun
ki!
Tüm hasta çocuklar
gibi varlığın buna bağlı.
- Teşhisin konulduğu
günkü çocuk olarak kalıp - Peter!
günlerinizi öyle
tüketmek kaderinizde var!
Roman bittikten sonra
bir hayatın olduğuna inanan bir çocuk.
Biz de yetişkinler
olarak buna acıyoruz.
Tedavilerinizi
ödüyoruz, oksijen makinelerinizi ödüyoruz.
Peter, yeter ama.
Bireylerin,
başkalarının hayatlarına önem vermediği
evrimsel bir sürecin yan etkilerisiniz.
Mutasyonun başarısızlığa
uğramış deneklerisiniz.
Bana bak dangaloz hastalığım hakkında söyleyeceğin her şeyi
ben zaten biliyorum.
Buraya yalnızca tek
bir şey için geldim: Şu koyduğumun kitabının sonunda ne olduğunu söylemen için!
Söyleyemem.
- Hadi oradan.
- Söyleyemem.
O zaman bir şeyler
uydur.
Gitmenizi
istiyorum.
Hiç durup, neden
aptal sorularına bu kadar önem verdiğini düşündün mü?
Siktir git be adam.
Üzülme.
Ben sana devamını
yazarım.
Ben sana devamını
yazarım.
Bu ayyaşın
yazabileceği bok püsürden güzel olacağı kesin.
İçinde kan olur, cesaret
olur, özveri olur.
Bayılacaksın.
Dileğini bu şerefsiz
için kullandığım için çok özür dilerim.
Hayır, onun için
kullanmadın.
Bizim için kullandın.
Hazel, Augustus!
Çok özür diliyorum.
İçinde bulunduğu koşullar
yüzünden böyle oldu.
Sizinle konuşmak yardımcı
olur sanmıştım Onun çalışmasının gerçek
hayatları şekillendirdiğini görürdü.
Ama çok özür dilerim.
Belki şehri
gezebiliriz?
Anne Frank'in Evi'ne
gittiniz mi hiç?
- O adamla hiçbir
yere gitmem.
- Hayır.
O zaten davetli değil.
Maalesef asansör
yokmuş.
Sorun değil.
Çok fazla basamak var.
- Epey dik basamaklar.
- Çıkabilirim.
- Hazel, yapmasak da - Çıkabilirim.
Hadi.
Frank ailesi aslen Frankfurt,
Almanya kökenlidir.
Anne Frank'in
günlüğü dünya çapında ünlenecekti.
Böyle zamanlarda
yaşamak çok zor.
Tüm ideallerime sırtımı
çevirmemem şaşılacak şey.
Çok saçma ve uygulaması
çok zorlar ama onlardan vazgeçmiyorum çünkü
inanıyorum ki her şeye rağmen insanlar
özlerinde iyiler.
Hayatımı nefret
üzerine kurmam asla Çıkalım mı?
- Evet.
- Evet.
- Hazel, ben taşıyabilirim.
- Ben taşırım.
Frank ailesini
saklayan gerçek kitaplık bu.
- Bende.
- Teşekkür ederim.
Bu sorunlarla başa
çıkmak için fazla genciz ama onlar,
sorunları üzerimize fırlatmaktan vazgeçmiyorlar bir çözüm bulmak için bizi düşünmeye
zorlamalarına dek.
- İyi misin Hazel?
- Evet.
Acelet etme.
Kusura bakmayın.
- Emin misin?
- Evet.
Ama yine de kafamı
kaldırıp gökyüzüne baktığımda her
şeyin daha güzel olacağına inanıyorum.
Bu zulümün bile
biteceğine inanıyorum.
- İyi misin?
- Evet.
Hazel, bence bu
kadarı yeterli.
Oraya da çıkman
gerekmiyor.
Çıkabilirim.
Her şey, olması
gerektiği gibi.
Tanrı, insanları mutlu
görmek istiyor.
- Umudun olduğu
yerde hayat da vardır.
- Hazel.
- Aferin.
- Evet.
- İyi misin?
- Evet.
Geldik, bak.
- İyi misin?
- Evet.
Aman Tanrım.
Sağ olun.
Frank ailesinden
hayatta kalan tek kişi Otto'ydu.
Anne'in babası.
Böylesi zamanlarda acıyı değil hâlâ kalan güzellikleri düşünmeliyim.
İçinizdeki mutluluğu
yakalamaya çalışın.
İçinizdeki ve
etrafınızdaki güzellikleri düşünün ve
mutlu olun.
Bravo.
İnsanların uyuyuş
şekli gibi ona aşık oldum.
Önce yavaşça, sonra
birden.
Dizin hemen üstünde
bitiyor ve inceliyor.
- Ne?
- Bacağım.
Hazırlıklı olasın
diye.
Gus saçmalama.
- Bekle.
- Çıkmıyor, takıldı.
Seni çok seviyorum Augustus
Waters.
Ben de seni seviyorum
Hazel Grace.
Çok, hem de çok.
Augustus, nefes
alamıyorum.
Tamam.
Hazel.
Çok güzelsin.
- Yapma.
- Ama öylesin.
Çok şanslıyım.
Bakirler Tek bacağı
olan 18 yaşındaki çocuklar Aman Tanrım.
Adama
"dangaloz" dediğine inanamıyorum.
- Değil mi ama!
- Öyle mi?
- Nereden buldun o
kelimeyi?
- Ne bileyim, öyle
ağzımdan çıktı.
- İnanılmaz
sinirliydim.
- Gaddar herif!
- Anne, berbattı.
- Sonra ne oldu?
- Anne Frank'in Evi'ne
gittik.
- Öyle mi?
- Harikaydı.
- Güzel miydi?
- Muhteşemdi.
- Ya sonra?
Öyle yürüyüşe çıktık.
Ne güzel.
Tanrım Birkaç saatimiz daha var, değil mi?
- Van Gogh Müzesi'ne
gitsek mi?
- Nasıl isterseniz.
Her şeyi yapacak
vaktimiz muhtemelen yok ama Sonra tekrar
gelmek zorundasın.
Şimdi olsun saçmalamasan
olmaz mı?
Hazel, saçmalamıyorum.
Pozitif bakıyorum.
- Bayan Lancaster?
- Evet?
Hazel'la ben biraz
yalnız kalabilir miyiz?
Tabii ki Gus.
Ben odama gidiyorum ve siz bir şey yapmak isterseniz ben de
hazır olurum.
Yürüyüşe çıkmak ister
misin?
Ne oldu?
Sen hastaneye
gitmeden önce şey olmuştu Kalçamda bir
ağrı hissettim.
Tomografi çektirdim ve bana oradan sabah güneşi gibi
gülümsüyordu.
Göğsümde, karaciğerimde Her yerde.
Özür dilerim.
Sana söylemeliydim.
Haksızlık.
Görünüşe göre
dünya dilek gerçekleştiren bir fabrika değil.
Dinle.
Sakın benim için
endişelenme Hazel Grace, tamam mı?
Bu diyarlarda kalmaya
çalışıp sana gıcıklık yapmaya devam edeceğim.
Ağrın var mı?
Hayır.
İyiyim.
İyi misin?
İyiyim.
Herhalde bunu unutamazsın
şimdi?
Hani ölmüyormuşum
gibi davran.
Bence ölmüyorsun
Augustus.
Kanserin eli değdi
sana.
Sence komik olur
muydu eğer öpüşseydik?
Hemen şimdi?
Muhtemelen.
Benim Güzel Ailem (Ve
Gus) - Gözlerin nasıl Isaac?
- İyiler.
Tek sorun şu ki
yerlerinde değiller.
Onun dışında Görünüşe göre benim tüm bedenim kanserden
oluşuyormuş.
Seni yendiğim için kusura
bakma kanka.
Anma konuşmasını
yazdın mı?
- Kanka - Ne?
- Ne?
- Daha söylemedim
Isaac.
Ne diyorsunuz siz?
- Pardon.
- Augustus?
Cenazemde konuşma
yapacak birileri lâzım.
Ben de umuyordum ki sen
ve Isaac ama çoğunlukla sen bir şeyler
- hazırlayıp konuşurdunuz.
- Çok isterim.
Teşekkür ederim.
Çok tatlısınız.
Bu da midemi
bulandırıyor.
İğrençsiniz.
Monica'dan haber var
mı?
Hayır, tık yok.
Bir kere bile mi
mesaj atmadı?
İyi misin diye sormak
için?
- Hem de hiç.
- O kızdan nefret
ediyorum.
Ama binlerce kız daha
var.
Benim için
endişelenmeyin.
Destek grubuna yeni
bir kız geldi ve iki tane devasa Nereden biliyorsun ki?
Körüm ama o kadar da
kör değilim.
Hazel Grace?
Beş doların var mı?
Peki, şimdi ne
yapıyoruz?
Gençler?
Yumurta kokusu aldım.
Yumurta mı?
Orada mı?
Orada.
Gerildim.
- Gerildi mi?
- Monica orada mı?
Monica'nın nerede
olduğu bizi bağlamaz.
Konu Monica değil.
Konu sensin.
- Tamam.
Bir yumurta alabilir
miyim?
- Hazel Grace - yumurtala
beni.
- Yumurtaladım.
Isaac Hadi bakalım.
- Yaparsın.
- Hadi.
- Bir şey duymadım.
- Bir şey olmaz.
Biraz daha sola.
Soluma mı atayım yoksa
biraz daha sola mı nişan alayım?
Sola nişan al.
- Tamam.
- Az daha sol.
- Gus, bence karanlık
çökene kadar bekleyelim.
- Isaac için her yer
karanlık.
Kanka, sağır değilim.
Sadece körüm.
Engelimle dalga
geçince duyabiliyorum yani.
- Özür dilerim.
- Hoşuma gitmiyor.
- Nereye atıyorum?
- Tüm gücünle.
Evet.
- Evet!
- Evet!
, Ne?
Ne?
Vurdum!
Vurdum!
Şimdi nereye
atacağımı biliyorum.
Acayip motivasyon
verdi bana!
Devam et.
Devam.
Atmaya devam.
Biraz daha, biraz
daha!
- Dur, dur, dur!
- Isaac.
Merhaba.
Monica'nın annesi
misiniz?
- Evet.
- Merhaba hanımefendi.
Kızınız büyük bir taş
kalplilik yaptı.
Biz de intikam almak
için geldik.
Pek belli olmasa da buradaki üç kişide toplam beş bacak, dört
göz ve iki buçuk çift çalışan ciğerler
var.
Ayrıca yirmi tane
yumurtamız var yani yerinizde olsam içeri
girerdim.
- Cidden girdi mi?
- Evet.
Hayatımda duyduğum en
saçma Ciddi ciddi işe yaradı mı?
Al bakalım.
Bekle.
Müthiş bir his!
- Augustus?
- Hazel Grace.
Selam.
Tanrım Selam.
Seni seviyorum.
- Benzinlikteyim.
- Ne?
Bir sorun var.
Hemen buraya Buraya gelebilir misin?
Gelip yardım edebilir
misin?
Gus!
Gus.
Bebeğim, ne oldu?
- Bak.
- Gus, enfekte kapmış
bu.
Derin bir nefes al.
- Gus, birini
aramalıyım.
- Hayır.
Lütfen 911'i arama.
Sakın ailemi ya da
911'i Ararsan seni asla affetmem.
Gus, ne işin var
burada?
Ne işin var?
Sigara almak istedim.
Benimkine ne oldu
bilmiyorum.
Kaybetmiş ya da
çaldırmış olabilirim ama ben Bir şeyi de
kendim yapmak istedim.
Kendim yapmak istedim.
- 911'i aramak
zorundayım.
- Hayır!
- Zorundayım.
- Yapma!
Merhaba, 911 mi?
Bir ambulans lâzım.
Kendimden nefret
ediyorum!
Adım Hazel Grace
Lancaster.
Lütfen hemen gelin.
Benzinlikteki gümüş
renkli cipteyiz.
Keşke, Augustus
Waters en sonuna kadar mizahını kaybetmedi diyebilsem.
Keşke, bir
anlığına bile olsa cesaretinden bir şey eksilmedi diyebilsem.
Ama öyle olmadı.
Gus nasıl?
Zor bir gece geçirdi
Hazel.
Kan basıncı düşük.
Kalbi - Peki ya kemoterapi?
- Kemoterapiyi
kesecekler.
Onu görebilir miyim?
Buraya geldiğini
söyleriz.
- Evet.
- Tamam.
Evet.
Eğer mahsuru yoksa biraz
daha duracağım.
Tabii ki.
Hadi bakalım.
- Oldu mu?
- Çok güzel hayatım.
Tamam.
Ne düşünüyorsun?
Unutulmayı.
Çocukça bir
düşünce, biliyorum ama hep bir kahraman
olmak istemişimdir.
Anlatacak büyük bir hikâyem
olsun istemişimdir.
Tüm gazetelerde
yayınlanacak bir şey Özel olmak
istiyordum.
- Özelsin zaten
Augustus.
- Biliyorum ama demek istediğimi anladın.
Demek istediğini
anladım ama sana katılmıyorum.
Unutulmamaya karşı
olan bu takıntın var ya?
- Sinirlenme.
- Sinirliyim!
Sinirliyim çünkü
özel olduğunu düşünüyorum.
Yeterli değil mi
bu?
Sen sanıyorsun ki dolu
bir hayat yaşamak için herkesin seni
hatırlıyor, seni seviyor olması gerekiyor.
Ama biliyor musun
Gus, senin hayatın bu, tamam mı?
Tüm elindekiler
bunlar.
Ben varım, ailen
var, bu dünya var, hepsi bu.
Bu da sana
yetmiyorsa üzgünüm.
Ama sahip
oldukların hiçe sayılacak gibi değil.
Çünkü ben seni
seviyorum.
Ve seni
hatırlayacağım.
Özür dilerim.
Haklısın.
Elindekilerle mutlu
olmanı istiyorum.
Hayat güzel Hazel
Grace.
Henüz bitmedi.
Augustus Kanser janrının en boktan olmayan geleneklerinden
biri de "Son İyi Gün" olarak
bilinen gelenektir.
Kişinin, amansız
kötüye gidişatının birden durduğu acının,
bir dakikalığına da olsa dayanılabilir olduğu zamandır.
Tabii ki bundaki
eksi de son iyi gününüzün son iyi gün
olduğunu bilemiyorsunuz.
Onu yaşadığınız
anda sizin için normal bir gündür.
Selam Augustus.
İyi akşamlar Hazel
Grace.
Kısa bir soru:
Hazırlamanı istediğim anma konuşmasını yazdın mı?
Belki.
Birkaç dakika sonra
kelimenin gerçek anlamıyla İsa'nın kalbine gelebilir misin?
- Belki.
Her şey yolunda mı?
- Seni seviyorum
Hazel Grace.
Anahtarları alabilir
miyim?
- Nereye?
Yemek yiyecektik.
- Gitmem gerek.
Hazel, açsın,
biliyorum.
Öğlen de bir şey
yemedin.
- Aç değilim.
- Hazel, yememezlik
edemezsin.
Kesinlikle aç değilim.
Hazel, biliyorum Gus
hasta ama kendine de bakmalısın.
Bunun Gus'la alakası
yok.
O zaman sağlığını
bozmamalısın.
Gel hadi, bir şeyler
ye hayatım.
"Sağlığını
bozmamalısın" mı?
Sağlıklı değilim
zaten, ölüp gideceğim.
Farkında mısınız?
Ben ölüyorum.
Siz burada
olacaksınız ve dikkat edeceğiniz ya da üstüne
titreyeceğiniz biri olmayacak ve sen de
artık anne olmayacaksın.
Üzgünüm ama bunu
engelleyemem.
Şimdi gidebilir miyim?
- Neden öyle bir şey
dedin?
- Çünkü sen demiştin.
- Ne diyorsun sen?
- Ben yoğun
bakımdayken.
Hazel Öyle olmayacak.
Yanılmışım.
Tamam mı?
Ölsen bile "Öldüğünde".
Öldüğünde bile her zaman annen olarak kalacağım.
Olabileceğim en
yüksek mertebe bu.
İşte en büyük
korkum da bu anne.
Ben öldükten sonra
artık bir hayatın kalmamış olacak.
Oturup boş boş duvarlara
bakacak ya da kendinizi yiyeceksiniz.
Hazel, hayatım, öyle
bir şey yapmayacağız.
Seni kaybetmek içimizi parçalayacak.
Ama acı içinde yaşamayı en iyi sen bilirsin.
Sen yaşıyorsun işte.
Bazı dersler almaya
başladım.
Ne yaptın?
Evet Çektiğimiz sıkıntıların üstesinden
gelebilirsem ve başkalarına yardım
edersem, hatta onlara danışmanlık yapabilirsem
Anne, bunu bana nasıl söylemezsin?
- Terk edilmiş
hissetmeni istemedik.
- Terk edilmiş
hissetmemi mi?
Bu Harika haber bu!
Git hadi.
Tamam mı?
Bebeğim Dümdüz.
Biraz sola.
- Basamak bu, değil
mi?
- Elini indir.
Sağında kürsü var.
Çok güzel.
Harika.
Selam.
Geciktin.
Nasılsın?
Şahane olmuşsun Hazel
Grace.
Değil mi ama?
- Ne oluyor millet?
- Söyle hadi Gus.
Kendi cenazeme
katılmak istedim.
Tabii hayalet olarak
katılmayı umuyorum ama Ama, olur da gerçekleşmez
diye bu ön cenazeyi planladım.
Hazır mıyız?
Augustus Waters burnu
kalkık ibnenin tekiydi.
Ama onu affettik.
İnsanüstü
yakışıklılığı için veya daha fazla yaşaması
gerekirken 19 yıl yaşadığı için değil.
18 yıl kanka.
Kanka, ciddi misin?
Biraz daha yaşadığını
farzederek konuşuyoruz göt.
Anma konuşmamı
bölüyor Ölüsün oğlum sen bir kere.
Ama gelecekte
bilimadamları evime robot gözlerle
gelip gözleri denememi söylerlerse basıp gitmelerini söyleyeceğim çünkü Gus, senin olmadığın bir dünyayı
görmek istemiyorum.
İstemiyorum.
Augustus
Waters'sız bir dünyayı görmek istemiyorum.
Propagandamı
yaptıktan sonra herhalde robot gözleri takarım
çünkü boru mu, robot gözler bunlar.
Müthiştir kesin.
Bilmiyorum bu çok zor.
Yolun açık olsun.
Hazel, yardım eder
misin?
Biraz sağa.
Evet, dön.
Otur.
Oldu.
Şimdi senin sıran
Hazel Grace.
Merhaba.
Adım Hazel Grace
Lancaster ve Augustur Waters benim
şanssız yegâne aşkımdı.
Bizimki destansı
bir aşk hikâyesiydi ve muhtemelen gözyaşlarımda
boğulmadan bir cümle söyleyemeyeceğim.
Tüm gerçek aşk
hikâyeleri gibi bizimki de bizimle ölecek.
Olması gerektiği
gibi.
Gus'ın benim anma
konuşmamı yapmasını umuyordum.
Çünkü başka kimse Neyse Aşk
hikâyemizden bahsetmeyeceğim çünkü bahsedemem.
Onun yerine matematikten
bahsedeceğim.
Matematikçi
değilim ama bunu biliyorum: Sıfırla bir arasında sonsuz sayı vardır.
0.1 var, 0.2, 0. 112
var ve sonsuza dek böyle gidiyor.
Tabii sıfırla iki
arasında daha çok sonsuz sayı vardır veya
sıfırla bir milyon arasında.
Bazı sonsuzluklar diğerlerinden
daha büyüktür.
Önceden sevdiğimiz
bir yazar söylemişti bunu.
Elime geçen
sayılardan daha fazla yaşamak istiyorum.
Tanrı biliyor ya Augustur Waters'ın da eline geçen sayılardan
daha fazla yaşamasını istiyorum.
Ama Gus hayatımın aşkı bizim küçük sonsuzluğumuz için ne kadar teşekkür etsem az.
Bir dakika.
Bana sayılı günler
içinde sonsuzluk verdin.
Ve bunun için sana müteşekkirim.
Seni çok seviyorum.
Ben de seni.
Augustus Waters yoğun bakımdaki
sekizinci gününde öldü.
Onu oluşturan kanser yine O'nu oluşturan kalbini durdurmuştu.
Dayanılmazdı.
Her şey.
Her saniye geçen son saniyeden
kötüydü.
Acilde size
sordukları ilk şeylerden biri de acınızı
bir ile on arasında derecelendirmeniz olur.
Bu soruya yüzlerce
kez maruz kaldım ve bir keresinde nefesimi toplayamamıştım ve sanki göğsüm
cayır cayır yanıyordu.
Hemşire acıyı
derecelendirmemi istedi.
Konuşamasam da dokuz
parmağımı kaldırmıştım.
Durumum biraz daha iyi
olunca hemşire geldi ve bana
"savaşçı" diye hitap etti.
"Nereden
biliyorum, biliyor musun?
" diye sordu.
"10'luk bir
acıya 9 dedin.”
Ama doğru değildi.
Cesur olduğum için dokuz
dememiştim.
Dokuzla
derecelendirmemin sebebi 10'u sonraya saklıyor olmamdı.
Ve bu da oydu.
Büyük, korkunç 10
buydu.
"Hiçbir şerden
korkmayacağım çünkü sen benim yanımdasın.
Değneğin ve asan içime
huzur salar.
Hasımlarımın önünde bana
sofra kurarsın.
Başıma yağ sürersin.
Kâsem taşıyor.
Ömrüm boyunca
yalnızca iyilik ve sevgi izleyecek beni
ve Tanrı'nın evinde kalacağım sonsuza
dek.”
Augustus Waters yıllarca amansızca mücadele
verdi.
Onunki gözüpek bir
savaştı, ve onun kuvveti
Ne saçmalık, değil mi?
her birimiz için ilham
kaynağıydı.
Dua edelim.
Teşekkür ederiz
Tanrım, Augustus Waters'ın hayatı için Dua
ediyormuş gibi yapmamız lâzım.
kuvveti ve cesareti
için.
Tanrım, senden
isteğimiz şu ki bizimle ol, yanımızda ol bugün arkadaşlarını ve ailesini teselli et.
Varlığın için
teşekkürler Tanrım.
İsa Mesih
dualarımıza şahittir.
- Amin.
- Amin.
Şimdi Gus'ın özel
arkadaşını dinleyeceğiz Hazel Lancaster.
Önemli mi bilmiyorum
ama onun kız arkadaşıydım.
Gus'ın evinde şöyle
bir söz vardı: "Gökkuşağı istiyorsan ıslanmasını bileceksin.”
Son günlerinde bile Tek kelimesine inanmamıştım.
Her zaman
gülebilmesini becermişti.
Ama önemli değildi.
Çünkü doğru şeyin bu
olduğunu biliyordum.
Cenazelerin ölü
için olmadığına karar verdim.
Kalanlar içindi.
- Arkadaş ister misin?
- Hayır, iyi böyle.
Biraz tek başıma
gideceğim.
Seni seviyorum.
Seni seviyorum.
Çok güzel konuştun.
- Görüşürüz.
Dikkatli sür.
- Tamam.
Oturabilir miyim?
Omnis cellula e cellula.
Senin Waters'la son
günlerinde epey bir mektuplaşmıştık.
Şimdi hayran
mektuplarını mı okuyorsun?
Hayran denemez ona.
Benden nefret ederdi.
Ama cenazesine
katılmam ve sana, Anna'yla annesine ne
olduğunu söylemem konusunda epey ısrarcıydı.
Cevabın bu: "Omnis cellula e cellula.”
-
"Her hücre başka bir hücreden oluşur.”
- Hiç havamda değilim.
- Açıklama istemiyor
musun?
- Hayır, istemiyorum.
Yine de teşekkürler.
Güzel bir hayat
dilerim.
Bana onu
hatırlatıyorsun.
Birçok insana birçok
insanı hatırlatıyorum.
Kızım sekiz
yaşındaydı.
Çok uzun bir süre acı
çekti.
Anna gibi lösemisi mi
vardı?
Tıpkı Anna gibi.
Başın sağ olsun.
Senin de.
Tatilinizi mahvettiğim
için de özür dilerim.
Tatilimizi
mahvetmedin.
Muhteşem bir tatil
geçirdik.
Vagon Problemi'ni
bilir misin?
Törebilim alanında
Vagon Problemi olarak bilinen bir düşünce deneyi vardır.
- Philippa Foot,
İngiliz bir filozoftu- - Tanrım.
Hazel, sana bir
şey açıklamaya çalışıyorum.
- İsteğini yerine
getirmeye çalışıyorum.
- Hayır, hiç de bile!
Ayyaş, yüz karası
birisisin ve hemen arabamdan inmeni istiyorum.
Ben de eve gidip kederimle
baş başa kalayım!
Bunu okumak
isteyeceksin.
Hiçbir şey okumak
istemiyorum.
Arabamdan iner misin?
- Lütfen arabamdan in!
- Peki.
Gelebilir miyim?
Çok, çok üzgünüm.
Evet.
Yine de bir
ayrıcalıktı, değil mi?
Onu sevmek.
Bizim sana karşı olan
hislerimizi anlayabilmişsindir.
Hazel?
Bir arkadaşın seni
görmek istiyor.
Acıtmış mıdır,
biliyor musun?
Uzun bir süre nefes
almada güçlük çekmiş ve sonunda bilinci
kapanmış.
Hoş bir şey falan
değil hani.
Ölmek çok kötü.
Gus seni çok
sevmişti, biliyor musun?
Biliyorum.
Hep senden bahsederdi.
Evet.
Sinir bozucuydu.
Senden çok fazla
bahsediyordu.
- Bence o kadar sinir
bozucu değildi.
- Biliyorum.
Biliyorum, sence
değildi.
Şu yazar arkadaşından
mektubunu aldın mı?
Arkadaşım falan değil
o.
Hem senin nereden
haberin var?
Adamla mezarlıkta
konuşuyordum.
Onca yolu, mektubu
sana vermek için geldiğini söyledi.
Umurumda değil.
O şerefsizin yazdığı
tek bir kelimeyi dahi okumak istemiyorum.
Hayır, o yazmadı.
Gus yazdı.
Ne?
Gus bir şeyler yazıp Van
Houten'a yollamış.
Aman Tanrım.
Bay Van Houten, ben
iyi biriyim ama kötü bir yazarım.
Sen de kötü
birisin ama iyi bir yazarsın.
Bence bizden iyi bir
takım olurdu.
Sizden iyilik falan
istemeyeceğim ama vaktiniz varsa, ki gördüğüm
kadarıyla epey vardı lütfen bunu
düzeltin.
Hazel için bir anma
konuşması.
Benden yazmamı
istedi ve ben de çabalıyorum.
Ama biraz sihir iyi
olurdu.
Mesele şu ki hepimiz
hatırlanmak isteriz.
Ama Hazel farklı.
Hazel gerçeğin
farkında.
O, bir milyon hayran
istemedi.
O sadece bir tane
istedi.
Ve isteğine kavuştu
da.
Belki genişçe
sevilmedi ama derinden sevildi.
Çoğumuzdan daha
fazlasını yaşamak değil midir bu zaten?
Hazel
hastalandığında öldüğümün farkındaydım
ama söylemek istemedim.
Yoğun bakımdayken 10
dakikalığına içeri sızdım ve onunla
oturdum, ta ki yakalanana dek.
Gözleri kapalıydı, rengi
solmuştu.
Ama elleri hâlâ onun
elleriydi.
Hâlâ sıcaktı ve
tırnaklarında koyu lacivert bir oje vardı
ve onları öylece tuttum.
Bizsiz bir
dünyayı hayal etmek istedim ve ne
kadar değersiz bir dünya olabileceğini anladım.
O kadar güzel ki.
Ona bakmaktan
sıkılamazsınız.
"Benden zeki
mi," diye paranoya yapamazsınız çünkü zeki.
Kalp kırmadan
komik olabiliyor.
Onu seviyorum.
Öyle bir
seviyorum ki.
Onu sevdiğim için
o kadar şanslıyım ki Van Houten.
İncinip
incinmeyeceğine dair tercih yapma şansın yok
ama seni kimin incitebileceğini seçebilirsin.
Ve ben seçimlerimden
memnunum.
Umarım o da
memnundur.
Tamam mı Hazel Grace?
Peki.
« Prev Post
Next Post »