Page Eight (2011)
| |
99 dk
Yönetmen:David Hare
Senaryo:David Hare
Ülke:İngiltere
Tür:Dram, Gizem
Vizyon Tarihi:18 Haziran 2011 (İngiltere)
Dil:İngilizce
Müzik:Paul Englishby
Nam-ı Diğer:Masterpiece Contemporary: Page Eight
116 kişi izledi 18 kişi izleyecek 4 kişinin favorisi 26
Oyuncular
Bill Nighy
Rachel Weisz
Tom Hughes
Michael Gambon
Judy Davis
Devam Filmleri
2011 - Page Eight(14,064)6.9
2014 - Turks & Caicos(5,501)6.6
2014 - Salting the Battlefield(3,478)6.6
Özet
Uzun yıllar MI5 teşkilatına hizmet vermekte olan bir memur
bir gün öldürülür. Öldürülen bu memur arkasında bir dosya bırakmıştır. Bu dosya
MI5 teşkilatının varlığını tehlikeye atmaktadır. MI5 memurlarının bu dosyayı
bulup bir an önce yok etmeleri gerekmektedir
Alt yazı
Henüz tanışmadık.
Çöpleri atıyordum.
Saplantılı bir hâlde.
Senin için aşağı
götürmemi ister misin?
Hayır, hayır, önemli
değil.
Sonra hâllederim.
Burada bir yıldır
yaşıyorum ve şahsınızla hiç
karşılaşmadım.
- Ben Nancy Pierpan.
- Johnny Worricker.
- Nasılsınız?
- Merak ediyorum da,
içeri gelip bir şeyler içmek ister misiniz?
Ama konuğunuz var
gibi gözüküyor.
Kesinlikle.
Bu yüzden sizi içeri
davet ediyorum.
Demek bir internet
sitesi kurdun?
Aynen öyle.
İnsanların iletişim
kurabileceği bir yer.
İnsanlar makine
aracılığı ile konuşmayı, direkt konuşmaya göre daha kolay buluyorlar.
Öyle mi?
Çiftler en iyi
iletişimi arabada kurarlar, çünkü yan yanalardır.
- Birbirilerine
bakmak zorunda değiller.
- Bunu sen mi fark
ettin?
Aslında annemdi.
Güzeldi, ama haberler
kötü Ralph, seni kovmak zorundayım.
Ne yani, şimdi mi?
Benim hatam.
Tamamiyle unutmuşum.
Johhny'le romanı
hakkında konuşacağımız için söz verdim.
- Johnny roman mı
yazıyor?
- Evet.
- Sonra görüşecek
miyiz?
- Tabi ki.
Seni arayacağım.
Yaşadığın yeri görmek
harikaydı.
Evet.
Benim için de güzeldi.
Oh, Tanrım.
Üzgünüm.
Özür dilemek
istiyorum.
Özre gerek yok.
Sanırım genç
adamı eve çağırdın ve sonra fikrini
değiştirdin.
- Evet.
Aynen öyle oldu.
- Kimin romanıymış bu?
Kalıp benimle bir
bardak şarap içmenizi çok isterim.
Yapamam.
Eve gitmeliyim.
Çünkü bu konuda
tecrübem yok.
Biraz daha
açmalısınız.
Yani, birini evime
çağırmayalı uzun zaman oldu.
Ve Sizin başınıza hiç böyle bir şey geldi mi?
Birden bir hata
yaptığınızın farkına vardınız mı?
Ve sonra, sizi holde gördüm.
Sanki Tanrı
tarafından gönderilmiş gibiydiniz.
Sizi daha önce hiç
görmemiş olmam çok ilginç.
Yalnız mı
yaşıyorsunuz?
Bu gece çalışmak
zorundayım.
Sakıncası yoksa.
Tanrım.
Çok üzgünüm.
Bir daha olursa beni
ararsın.
Bir daha olmaz.
Ne düşünüyorsun,
Johnny?
Ne düşünüyordun?
Neden bana ne
düşündüğümü sordun?
Sorumlulukları olan, patronum
olan birinin bunu söylemesi inanılmaz.
Komik olduğunu
düşündüm.
Bana anlatmana gerek
yok.
Komik değildi.
S.ktiğimin asansöründe
değil en azından.
Öfke kontrolü, Johnny.
İstersen seni bir
kursa yollayabilirim.
Ben sana "Ne
düşündüğünü" soruyor muyum?
Çünkü kafamın içi
bomboş.
Bu yüzden.
Durum o kadar vahim
ki, dün gece eve gittim ve X Factor'ü izledim.
Dün perşembeydi, X
Factor cumartesi günü.
Yani, yalan
söylediğinin farkındayım.
Yalan söylemiyorum.
Test ediyordum.
- Jill.
- Günaydın, çocuklar.
Yarım saat sonra
yanına uğruyorum.
Jill'in ofisine.
Günaydın, Muna.
Günaydın.
Birçok bilgi dönüp
duruyor.
Korkunç bir trafik.
Bu ne anlama geliyor.
Engeller mi?
Daha ötesinde.
Bu bina bilgi
havuzunda yüzüyor.
Kulaktan dolma bir
sürü bilgimiz var.
- Yani?
- Yani zor olan
şey, birinin sonunda gerçekten kayda değer bir şey söylediğinin farkına varabilmek.
Tepki yok.
Bana karşı kaba
olabileceğini sanıyor.
Bana istediği gibi davranabileceğini sanıyor.
Çünkü, geçmişte aynı
kadınla evlendik.
- Benim için bu
geçmişte kaldı.
- Bütün eşlerin
geçmişte kaldı.
- Jill, eşlerim
hakkında bilgi sahibi olmak zorunda mı?
- Herkes eşlerini
biliyor.
Yani, demek istediğim.
İkinizi beraber
çağırdım.
Sizinle bir kaynağı paylaşmak
istiyorum.
Ve daha ileri
gitmeden, Tanrı çok heyecanlandı.
- Tanrı neden
heyecanlandı.
- Sanırım,
İçişleri Bakanlığındaki herkes gibi,
Tanrı'nın da "çok gizli" dosyalara karşı zaafı var.
Bunu okuyacaksın ve "Dur
bir hele, Amerikalılar aslında
dostlarımızmış diyeceksin.”
Asla öyle bir yanılgıya düşmedim.
Johnny, özel
birlikteliklere inanmıyor, değil mi?
Senin tabirinle,
eşlerini paylaşmıyorlar değil mi?
Daha bakmadın bile.
Belli başlı
kelimeleri gördüm.
Sanırım, Orta Doğu'ya
geri döndük.
Zaten Orta Doğu'dayız.
İnanç işlerinden
hoşlanmıyorum.
İnançla alakalı
hiçbir şeyden hoşlanmıyorum.
Kendine de mi inancın
yok, Johnny?
Sabah güneş doğacak.
Bende saat altıda
içmeye gideceğim.
- Benim inancım bu.
- Gerçekten mi?
Senin kafanda olan
başka insan var mı?
Birçok insan.
Birçok kişi benimle
aynı kafamda.
Doğru düzgün
okuduğunda, benimle konuşmak isteyeceksin.
Bu ülke tehdit
altında.
Ciddi bir tehdit
altında.
Sorunumuz ise
tehdidin türü hakkında bir şey söyleyemiyor olmamız.
Söyleyebilseydik,
istihbaratı paylaşıyor olurduk ve bu da benim tasvip
- Biraz yakın, değil mi?
Burası biraz yakın.
- Rollo.
Buranın
profesyonellerden oluştuğunu sanıyordum.
Bu yüzden saat 11:30'da
yiyoruz.
Kimse bizi
görmeyecek, arkadaşların dışında.
Nasılsın, Johnny?
İyiyim, Rollo.
Ya sen?
- Yeni işime alışmaya
çalışıyorum.
Bir soruşturma ile
ilgili bana yardımcı olabileceğini umuyordum.
Ne soruşturması bu?
Adı Nancy Pierpan.
Adı güzelmiş.
Onun hakkında bir şey
biliyor musun?
Yemek yemeden önce iş
mi konuşacağız?
Yemekle beraber iş
konuşacağız.
Önce bir şeyler
içmeme de mi izin vermeyeceksin?
- Harika görünüyorsun.
- Teşekkürler.
Bende aynı şeyi sizin için söylemeliyim.
Hâlâ sıkıcı bir
şekilde bir adama mı sadıksın?
Ne sıkıcı.
- Ağırlık çalışıyor.
- Gözünden kaçmaz.
Yeni işimi sormadın.
- Yazını okudum, ama
bir kısmına kafam basmadı.
Gerçekten mi?
Çift alanda uzman
değil miydin?
Ben pek zeki değilim,
Rollo.
Bende nasıl derler parlak bir zeka yok.
Ama sen parlaktın.
Tabi canım.
Konuyu nasıl da
değiştirdi.
- Ben bir gazeteciyim.
- Hâlâ bizim için
çalışan bir gazetecisin.
- Öyle miyim?
- Çeklerini almıyor
musun?
Çekler bana ne
kazandıracak.
Toskana'da bir ev mi?
Ne zaman?
Kiminle?
Ne yani, bir garsonla
beraber mi?
Onun geçmişi hakkında
biraz bilgi edinemez misin?
Ben yabancı bürosunda
çalışıyorum, Nancy Pierpan'la nasıl bir alakam olabilir ki?
- Yani kim olduğunu
biliyorsun.
- Her zaman
hızlıydın, Johnny.
Yeterince zeki
değildin, ama hızlıydın.
- İngiltere küçük bir
ülke, değil mi?
- Bana mı söylüyorsun.
Yani, kesinlikle çok
kültürlü.
Shah ve Patel adında
birçok delikanlı var.
Ama hiçbir şey
değişmedi.
Aynı topluluk
tarafından idare ediliyor.
Öyle mi?
İngiltere'yi kim idare
ediyor bilmiyorum.
Bankacılar ediyordu
ama şimdi hâllerine bak.
Söylemek istediğim, hâlâ
korkunç sayıda Baron ve Worricker
adında insanlar var.
Ve Pierpan.
Nancy Şam'da doğdu.
Babası Arap bir
edebiyatçıydı.
Nasıl bir edebiyatçı?
"Çöldeki
aşk", "Arabistanlı Lawrence" gibi şeyler mi?
- Neden bilmek
istiyorsun?
- Çünkü benimle
ilgileniyor.
Nasıl bir ilgi?
Rol mü yapıyor?
Oyun mu oynuyor?
Çöpünü atıyordu.
Tesadüf olmuş gibi
davrandı.
Gururun okşanmadı mı?
Hayır.
Bu dosya ne?
Bana gösterecek misin?
Biliyor musun?
Sanırım hayır.
Bu da ne?
Yeni bir karta
ihtiyacım olduğunu söylediler, bana geçici bir tane verilmiş.
- Neler oluyor?
- Fırça mı
çekeceksiniz?
Tabi ki, fırça çekmeyeceğim.
- En son ne zaman
fırça çektim?
- 7/7.
Kesinlikle.
Fırça çektim,
çünkü intihar bombacıları, Londra sokaklarında
56 kişiyi öldürdü ve bunun olacağı hakkında en ufak bir fikrimiz dahi
yoktu.
Kartım bloke olduğu
için fırça çekmedim.
Hayır.
Gerçekten naziksiniz.
Kartları kim
değiştiriyor?
Kim, değiştirme
kararını alıyor?
Sizce kim?
Dosya hakkında ne
düşünüyorsun?
- Ne mi düşünüyorum?
- Evet.
Henüz bitirmedim.
Üstüne yoğunlaşmadım.
Dosyanın katiyen, bu
binadan çıkmaması gerektiğini, söylememe gerek yok.
Altın değerinde.
Geleceğini
bilmiyordum.
- Söz vermiştim,
değil mi?
- Yurtdışında
olduğunu sanıyordum.
- Kim söyledi?
- Annem.
Annem söyledi.
Her zaman nerede
olduğunu bilir.
Doğa üstü güçleri mi
var?
Medyum falan mı?
- Merhaba, baba.
- Merhaba.
Bunu bana açıklamak
zorundasın.
Ardından yemeğe
gitmeye ne dersin?
Bence seninle bir
yemek için sırada bekleyen bir sürü genç adam vardır.
Benimle yemeğe gitmek
istemezsin.
Öyle mi?
Bu şeylerden en az
senin kadar nefret ediyorum.
- Merhaba, Johnny.
- Max, aman tanrım, ne
yapıyorsun burada.
- Koleksiyon.
Meşhur kızının
işlerini topluyorum.
Aslında bir aile
indirimi yapabilsen fena olmazdı.
- Hâlâ aynı yerde
misin?
- Tabi ki.
Seviyorum, neden değiştireyim ki?
Ya sen, Max?
Savunma?
Savunma tedarik?
Asla popülerliğini
yitirmeyecek bir iş.
Ekonomik krizden
etkilenmez.
Ayrıca bu günlerde
biraz para kaldırıyorum, parti için.
Bana bakma, ben
apolitiğim.
Sen her şeye
"a"'sın, değil mi Johnny?
Bir gün bir tarafa
geçmek zorunda kalacaksın.
Hatırla, insanlar
yolun ortasında öldürüldü.
- Davetiye mi aldın
mı?
- Aldım mı?
Hatırlat bana.
- Sana yazmıştım.
Kolej mezunları toplantısı.
- Evet, sanırım
hatırladım.
- Bana kartını ver,
seni arayacağım.
- Kartım yok.
İnternet sitem var.
Uyan, Johnny.
21. yüzyıl.
Yine sen.
Görünen o ki her
yerdesin.
Neden şaşırdın?
Benim işim bu.
İnsanları tanımak.
Kızın da dahil.
Çok güzel.
Yaptığım bu,
hatırladın mı?
İnsanlarla temas
kurmak.
Bu arada, Nancy kitabını
beğendi mi?
Kaç tane roman yazdın?
Neden bilmek
istiyorsun?
Soruyorum.
Medeni bir soru
soruyorum.
İlk kitabım.
Eee Ne düşündüğünü söylemedin.
- Hayır.
- Neden?
- Bana öyle bakma.
- Neden?
Çünkü seni asla
reddedemem.
Bana gerçeği
söyleyebilirsin.
Hayatında bir kere, bana
gerçeği söylemeyi dene.
Sadece, üstelersen.
Üsteliyorum.
Pekâlâ.
Umutsuzluk ürünü gibi
gözüküyorlar.
Umutsuzluk gerçek
değilse, bundan hoşlanmıyorum, çünkü sahteler.
Hissedilmeden
yapılmış.
Modern bir
eleştiriden öteye gitmezler.
Ama umutsuzluk
gerçek ise, bu çok iç sızlatıcı çünkü
Çünkü, sen benim kızımsın ve senin acı çekmeni
istemiyorum.
Sahte değiller.
Bende öyle
düşünmüştüm.
Peki senin canını
sıkan ne?
Mutsuzsam, bu
senin hatan mı?
Suçlu hissetmene
mi neden oluyorlar?
Seni kaybolan,
sorumluluktan kaçan bir baba mı yapıyor?
Resimler dehşet
verici.
Dehşet vericiler,
Julianne.
Pekâlâ, benim
hatam olabilir, farkındayım.
Yaşlanmayla ilgili
olabilir.
Ama neden daha
hayatını yaşamadan, içine etmek istiyorsun?
Daha fazla
konuşmalı mısın, bilmiyorum.
- Merak ediyorum da - Evet?
şu konuştuğun genç
adam.
- Hangisi?
- Sanırım adı Ralph.
Ralph Wilson.
Ödevini yapmışsın.
Lanet olsun, Benimle
doğru düzgün konuşmuyorsun bile ama ödevini yapmışsın.
- Haydi, seni eve
bırakayım.
- Hayır.
Seni yakınımda
istemiyorum.
Hiç güvenilir bir
ilişkin oldu mu?
Nereden bildim?
Bunu nasıl bilebildim?
Neyi?
Kapıma geleceğini.
Mutsuz
gözüküyorsun.
Misafir ister
misin?
Sana geleceğim.
Kırmızı şarap
alıyorum.
Ben viskiyi tercih ederim.
Sakıncası yoksa?
Zor bir gün
geçirmişsin.
Eee, Kızın kaç
yaşında?
O Bir bakalım, yirmili yaşların ortasında.
Julianne çok gençken annesiyle
ayrıldım.
Buyur.
Bu doğru değil.
Sana doğruyu
anlatacağım.
Annesiyle hamileyken
ayrıldım.
Neden bunu yaptın?
- Çünkü başka birine
aşıktım.
- Çok mu kolay aşık
oluyorsun?
Belki de, bu yüzden kızım
bana güvenmiyor.
Onun için zordu, babasının kalbini kaptırmasını izlemek.
- Çocuklar bundan
hoşlanmaz.
- Hayır.
Bu gece, ona işi
hakkında ne düşündüğümü söyleme hakkım olduğunu hissettim.
Demek ki yokmuş.
Aynı şey yazarlar
için de geçerli.
Kişilikleri
hakkında istediğin şeyi söyleyebilirsin, çünkü
"Değişebilirim, gelişebilirim.”
diye düşünürler.
Ama işler farklı
yürür.
- Peki ya sen?
- Ben mi?
Baban bir yazar değil
mi?
Joseph Pierpan?
Yazar ve aktivist, evet.
Meşhur bir baban olması
garip olmalı.
Açıkçası onu
duyduğuna şaşırdım.
Suriye'de ne kadar meşhur
olabilirsin ki?
Şam'da mı doğdun?
Evet.
Kardeşim, İsrailliler
tarafından öldürüldü.
Ne zaman?
İki yıl önce.
Ne yapıyordu?
Beyaz bir bayrak
sallıyordu.
İsraillilerin, evin
birini yıkmalarını engellemeye çalışıyordu.
İsrailliler işgal
edilmiş bölge boyunca duvar inşa ediyordu.
Duvar evin tam
içinden geçiyordu.
Dünyanın bu kısmında hiç
bulundun mu?
Ne yapıyordun?
- Bilirsin.
- Hayır, bilmiyorum.
Bana anlatmalısın.
- Tatildeydim.
- Batı Şeria'da mı?
Tatil için başka
nerelere gidiyorsun?
Darfur?
Afganistan?
Belki de, bana ne
olup bittiğini söylemen gereken andayız.
Bir şey olduğu yok.
Kardeşim öldüğünde hayatım
değişti.
İsrail Savunma Gücü tarafından
öldürüldü.
Söyledikleri hiçbir
şey bir anlam ifade etmiyor.
Resmi soruşturmanın bir
tek kelimesine bile inanmıyoruz.
Acı çekmek için
yeterli bir sebep, değil mi?
Yani, acı çekmek bile fazlasıyla zor, ama gerçeği bilmediğin zaman her şey donuyor ve kıpırdayamıyorsun.
Pekâlâ, haydi bunu
unutalım.
Seni bir şeyler
içmeye çağırdım, hepsi bu.
Senin gibiyim, işe
gidiyorum, üstesinden gelmem gereken şeyler var.
Jake öldüğünden
beri, arkadaş çevresi edinmeye olan ilgimi kaybettim.
Lütfen, dramatik
bir durum yok ve bir şey istediğim de yok.
Ama iyi bir adama benziyorsun.
Görüyor musun?
Neredeyse katlanamaz
bir görüntüsü var.
Lester Young'a o
kadar abayı yakmış ki, o çalarken buna güçlükle
katlanıyor.
Bununla birlikte sıranın ona geldiğini unutmuyor.
Julianne, keşke seni
bulabilseydim.
Keşke nerede olduğunu
bilebilseydim.
Bu gece kendimi aptal
durumuna düşürdüm ve bu ilk defa olmadı.
Kızgın olmakta
haklıydın.
Pekâlâ.
Lanet toplantıya başlayalım.
Tanrı bilir, o kadar
azmışsın ki kendini tutamıyorsun, Benedict.
Benden çok daha iyi
durumdasın.
Size bir fincan kahve
getireyim mi, Bakan?
- Maden suyu belki de?
- Davet edileceğini
bilmiyordum, Johnny.
Edildim.
Buna uzun saatler
ayırmamız gerekiyor, Bakan.
Uzmanlık ve muhakeme
gerektiriyor.
Annemin söylediği
gibi, derdini söylemeyen, derman bulamaz.
Bir sonraki hamlen ne?
Her şeyi Daily
Mirror'a vermek mi?
İnternete sızdırmak
mı?
Rencide olmamak için büyük
çaba gösteriyorum, Bakan.
- Lütfen çabala.
Sayın Bakan, konuyu
daha az gerilimli bir ortamda yeniden
görüşmemizi ister misiniz.
Başkasını bilmem ama bende
kalp hastalığı var.
Arterlerimde yağ
birikmesi var.
Benedict, bu dosyayı
buradan çıkarıp nehrin karşısındaki SIS'e götürürsem teşkilatın çok fena sıçacaktır.
Teşkilat daha önce
defalarca çok fena sıçtı.
Ve genellikle hükümetiniz sayesinde.
Üstümüze korsan gibi,
azmış bir hâlde saldırdığınız için.
Ve biz her zaman
gemiyi kurtarmasını bildik.
Hop.
Dışarı.
Kusura bakmayın,
Sayın Bakan, ama politikacılar gelip geçidir.
Onları planın içine
dahil ettim, planın dışında tuttum.
Ve benden kurtulmak isterseniz,
yapabilirsiniz.
Bu kayıtlara geçti,
bu arada.
Patagonya'da bir
yürüyüş yapmak isterdim.
Orada vahşi hayatın
olağanüstü olduğunu duydum.
Johnny gitmişti.
- Gittim.
- Orayı sevmişti.
Yani, yeni bir GM
isterseniz, devam edin, bir tane bulun.
Bütün ailemi
toplayıp, onları posta gemisi ile Antarktika'ya yollamayı tercih ederim.
Ve artı olarak,
Atlantik ortaklığı bitene kadar ortalarda dolaşmayacağım.
Anthea, bunu görecek kadar
yaşamayacağım.
Pekâlâ, Amerikalılar
neyin peşinde?
Amerikalılar, her
zaman şüphelendiğimiz şeyin peşinde.
Bu farklı.
Bu sefer kanıt var.
Doğruysa, dünyanın
her yerinde, resmi olarak Siyah
Bölgeler'de bile yer almayan esirleri var.
- Demek ortaya çıktı.
- Bilinmeyen
bölgeler, ortaya çıkmış sayılmaz.
- Resmi değil.
Bu esirler onlara,
onların bize söyleyemeye teveccüh etmediği
şeyler söylüyor.
Daha kötüsü.
Özellikle, Amerikalılar
kendi kapımızın önünde olan bir olayda bizi
yanlarında tutmayı başaramadı.
Tehlikeli olaylar.
İşkence ile edinilen
bilgiye güveneceksek tabi ki.
Aynen.
- Bunu nereden aldın?
- Bunun, bir sonraki sorunuz
olabileceğini tahmin etmiştim.
- Bir sonraki sorum,
evet.
- Ben olabilir
demiştim.
Ve kaynağını
belirtmemek için bana ilahiyat zırvaları anlatma.
Kaynağımı belirtemem.
Benedict, sen ve ben oyun
oynayabiliriz.
Görünen o ki, çoktan
başladık.
Ama, gel gör ki, benim
için çalışıyorsun.
Unutma, insanlar sana
oy vermiyor, bana oy veriyorlar.
Karanlıkta çalışan
insanları sevmezler.
Karanlıkta çalışan
insanı tanımazlar.
Tanımış olsalardı,
güvenlerini kazanır mıydı?
Benim görüşüm
Amerikalılara gidelim.
- Hayır.
- Doğrudan
Amerikalılarla konuşalım.
Onlara, bildikleri
şeyi bizim de bildiğimizi söyleyelim.
Bölgeler arasında bir
iletişim ağına sahip olduklarını, yasa
dışı olarak esirleri alıkoydukları ve işkence ettiklerini söyleyelim.
Onları nerelerde
bölgelerinin olduğunu söyleyerek, telaşlandıralım.
Tayland, Afganistan,
Fas, Polonya, Romanya.
Aptal olmadığımızı
göstermiş oluruz.
- Neden olmasın?
- Çünkü.
- Çünkü ne?
Çünkü, müttefiklerine
size yalan söylediklerini söylemiş olursunuz.
- Sonuçlarını da göze
alarak düşünmelisiniz.
- Göze almadığımı mı
sanıyorsun.
Ayrıca Amerikalılara
gitmenin, kaynağımı tehlikeye atacağını da
unutmamalısınız.
İznime ihtiyacınız
var.
- Ne yapmamı tercih
edersin?
- Şu an mı?
- Evet.
- Yerinizde ben
olsaydım mı?
- Lütfen.
Öyle varsay.
Şimdilik hiçbir şey yapmamanızı
önerirdim.
Bir şey yapmamı
istemiyorsan, dosyayı neden bana verdin?
Çünkü dosyayı size
vermediğimi söylemenizi istemediğim için.
- Yumurta kapıya
dayanınca mı?
- Kesinlikle.
Size cevap verdim.
Dosyayı bana verdin
böylece bir şey yapmayacağım, öyle mi?
Size dosyayı verdim
böylece her şeyi bilesiniz diye.
Mantıklı.
- Johnny Worricker,
mantıklı olduğunu düşünüyor.
- Johnny harika bir
uzman.
Taktiksel açıdan
bazen zayıf olsa da müthiş bir stratejist.
Öyle mi diyorsun?
Johnny'e geri döndün,
değil mi?
Johnny, Cambridge'ten
beri en iyi arkadaşım.
Pekâlâ, belki
"en iyi arkadaş", bize hiçbir şey yapmamanın aslını astarını anlatır.
Bir şey yapmamanın
aslı, Sayın Bakan, çok az şey biliyor oluşunuz.
Ve daha fazla bilgi
edinmeden harekete geçmemelisiniz.
- Devam et.
- İlk olarak Kraliyet hükümeti, defalarca işkence
ortaklığını reddetti.
Bir çok kez
parlamentoda konuşmacı oldunuz.
Basına da söylediniz.
Hikayeyi değiştirmek,
utanç verici olacaktır.
Sadece insanlar
öğrenirse, utanç verici olacaktır.
Nasıl öğrenebilirler?
Bu bilgi, bu odadan
neden çıksın?
Bunu kim sızdırabilir
ki?
- Umarım bu soru
kendini cevaplar nitelikte.
- Bende.
Bende umarım.
Ve, her neyse,
unutmayın, iddiaların doğru olduğu kanısındaydım.
Bunu ileri
sürdüğümde, iddiaların gerçek dışı olduğunu bilmiyordum.
Bu yeterli bir
savunma olabilir, ama olmayabilir de.
Olaylar politik olarak karmakarışık bir hâl alabilir.
- Ve?
- Ne?
"İlk
olarak" demiştin, ikinci şey ne?
Benedict'le henüz
bununla ilgili konuşmadım, Sayın Bakan.
Yani?
En iyi arkadaş
konuşmak için izin mi almak zorunda?
Pekâlâ, bu şöyle.
Bunu gerçekten okuyan
var mı?
Göz gezdirmeden
bahsetmiyorum.
Okudunuz mu, demek
istiyorum.
Jill?
Evet, okuduğum
inancındayım.
Sayın Bakan,
Amerikalıların, bu esirlere sahip olduğunu,
bilmediğinizi söylediniz.
- Bilmiyordum.
Ve işkence
edildiğiyle ilgili elinizde bir kanıt yok.
Kendiniz söylediniz.
Ama belki de,
hükümetinizden başka birinde vardır.
- Başka biri mi?
- Sayfa sekizin en
alt bölümüne bakın.
- Sayfa sekiz mi?
- Evet.
- Sayfa sekizde ne
var?
Okumadınız, değil mi?
Bende öyle düşünmüştüm.
Sayfa sekiz, lütfen.
Amerikan kaynağı
şunu aktarıyor ki, "Downing Street bunu zaten biliyor.”
Sanırım, Benedict'i endişelendiren nokta da buydu.
İki ihtimal var,
değil mi?
Ya kaynağımız yanlış
ve Amerikalılar hepimize yalan söyledi.
Ki bu duruma
"Downing Street" öfkelenecektir.
Ya da kaynağımız
doğru ve Başbakan, her şeyi kelimesi kelimesine biliyor.
Sadece size söyleme zahmetine
girmedi.
Şimdi, bu
ihtimallerden hangisini tercih edersiniz emin değilim.
- İlginç bir toplantı
oldu.
- Teşekkürler.
Aynen öyle oldu.
Önerdiğiniz gibi,
bunu birkaç günlüğüne erteleyeceğim.
- Pekâlâ.
- Johnny?
- Pekâlâ.
- Tekrar bir araya
geliriz.
Anna temasta
olacaktır.
Bu resme bakmaya
devam et.
Hükümetin sanat
koleksiyonundan.
Beni suçlama.
- Ben seçmedim.
- Aslında, benim
kızım tarafından yapıldı.
Hay Allah, o zaman
benden daha çok başın belada.
Teşekkür ederim.
Bunu söylediğine
sevindim.
- Pardon?
- Sayfa sekiz
hakkında.
Birinin söyleyeceğini
umuyordum ve senin söylediğine sevindim.
Pekâlâ.
Emin değildim.
Konuşsam mı,
konuşmasam mı emin değildim.
Hayır, güzel bir
hamleydi.
Böylece, top oyun
alanına girdi.
Sen.
Seninle konuşmalıyım.
Konuşmalıyız.
Acilen.
Burada değil.
Daha güvenilir bir
yerde.
Geleneksel olarak,
orası arşiv deposudur.
- Ne yapıyordun?
- Ne zaman?
- Toplantıda.
Neyin peşindesin?
- Neyin mi peşindeyim?
- Evet.
İşimi yapıyordum.
Ben bir istihbarat analistiyim,
istihbaratı analiz ediyordum.
- Bunun nesi yanlış?
- Yanlış olan ilk
şey, bundan asla bahsetmemeliydin.
Olağanüstü bir
ithamı, pat diye söylemeden önce bizimle konuşman gerekmez miydi?
Ne oldu sana, birden
dilin mi tutuldu?
Kaynağı biliyor musun?
Kaynağa güveniyor
musun?
Tabi ki kaynağı
bilmiyorum.
Bilmek zorunda değilim.
- Bilmek zorunda
değil misin?
Haydi ama Jill.
Ben, kaynak sağlam
diyorsa öyledir.
Oh, tabi, unutmuşum.
Kolejde beraberdiniz.
Bu, lanet olası
binadaki her şeyi özetler.
Sorun ne, Jill?
Sorunu anlayamadım.
Ne zaman uyanacaksın?
Bir devrim
gerçekleşiyor ve sen bunun farkına bile
varmadın.
- Ne çeşit bir devrim?
- Geçmişte yaşıyorsun.
Hâlâ saf
istihbarat diye bir şeyin olduğuna inanıyorsun.
Dünya değişti.
İngiliz
sokaklarında, İngilizler, İngilizleri öldürüyor.
Lanet olsun.
Ne söylediğimi
bilmiyorsan tane tane anlatmayacağım.
- Neden tane tane
anlatasın?
Çek elini.
Ben senin fetihlerinden
biri değilim.
Beni depoda
saldırıyla mı itham edeceksin?
Beni içeri sen
çağırdın.
Asıl ben seni
kışkırtmayla itham ederim.
Tabi.
Gelecek hafta hâlâ
burada olursan.
Başbakan, Alec
Beasley, bugün İngiltere ve Amerika'nın ortak değerleri ve amaçları paylaşan iki ülke olduğunu açıkladı.”
Hiçbir şey, bu iki
ülkeyi, dünya genelinde terörle mücadelede,
ihtilafa düşüremez.”
dedi.
Başbakan, Başkan'ın
daveti ile Washington'a gidiyor.
Burada olmak harika.
Kendimi evimde gibi
hissediyorum.
Anladım.
Ne yani, eve mi
gidiyorsun?
Evet, sakıncası yoksa?
Eve gitmeyi
düşünüyordum.
40 dakika sonra koro
çalışması var ve M4'te müthiş bir trafik var.
- Ve bana neyin
peşinde olduğunu söylemeyecek misin?
- Ben mi?
- Evet, Ben.
- Neyin peşinde miyim?
- Sorum buydu.
- Sanırım, gayet açık.
Suya bir bomba attım
ve ölü balıkların, nereye düşeceğini bekliyorum.
Ve önce beni
uyarmanın daha iyi olacağını düşünmedin mi?
Yoksa, bende balıklardan
biri miyim?
Bana
güvenmiyorsan, Ben, kime güveneceksin?
Güvensizlik berbat
bir huy, farkında mısın?
Öngörü ve hilekârlık
arasında ince bir çizgi var, değil mi?
Daha iyisini
yapmalıydım.
Haklısın.
Sana sayfa sekizi
göstermeliydim.
Johnny, üzgünüm.
Güzel.
Yarın üstüne konuşuruz,
sen ve ben.
Ve bunu dördüncü katta
yapmayacağız.
Çünkü bu, departmanın
ve Başbakan'ın varlığını sürdürmesiyle alakalı.
Ebury Sokak'taki
kafede.
Ne zaman?
Saat 10'da.
Eski tayfa.
- Emma?
- Evet.
- Benim.
Saatin kaç olduğundan
haberin var mı?
Uyanacağını
biliyordum.
Tavukları besliyorum.
Mesele şu, Julianne
ile tartıştık.
Evet.
Bana anlattı.
Kızgın olmaya hakkı
var.
Senden kalmanı
istemiş, çünkü, sana bir şey söylemek istiyordu.
Bana ne söylemek
istiyordu?
Bebeği olacağını.
- İnanmıyorum.
- Doğru.
O hamile.
- Babanın kim
olduğunu biliyor musunuz?
- Bilmiyorum.
Bana anlatmadı.
- Sana anlatmadı mı?
- Johnny, 21.
yüzyıldayız.
Daha kaç defa,
insanlar bunu söylemeye devam edecek?
Sanki her şeyi meşru
kılıyor.
Her aptallık örneğini.
Julianne aptal değil.
Ne yaptığını biliyor.
İleriyi görmeseydi, böyle
bir sorumluluk almazdı.
İyi mi?
İyiydi.
Onu ne zaman
göreceğim?
Johnny, dikkat etmek
zorundasın.
- Kimdi o?
- Johnny.
Yani, haberleri
verdin mi?
Bir mi, yoksa iki
yumurta mı?
Üzgünüm.
İyi olduğunu görmek
istedim.
İyiyim.
Komik, geçen gece bir
yanına uğrayayım dedim.
Kulağa konukların varmış
gibi geliyordu.
- Neden bana uğramak
istedin?
- Çünkü, sana bir CD
almıştım.
İçeri gelebilir miyim?
Evet.
Evet, gelebilirsin.
Vay.
Biliyorum.
Biraz bunaltıcı.
Bir sene önce
toplamaya başladım.
İster inan, ister inanma.
100 poundla başladım.
Ondan sonra iş büyüdü.
İyi bir zevkin var.
Bu Christopher Wood.
Bu harika.
Bir kıstasım yok.
Sadece, hoşuma gideni
alıyorum.
Bir servet değerinde
olmalılar.
Evet.
Ama bu yüzden yapmıyorum.
İkinci eşimin çok iyi
bir zevki vardı.
Kaç tane eşin oldu
senin?
Beşten az.
Gerçekten sende mi?
- Ne?
- CD.
Tabi ki.
Sana niye yalan
söyleyeyim ki?
- Lester Young.
- Oh.
Teşekkür ederim.
Kızım hamile.
Tartışmanın neden
olduğu ortaya çıktı.
Sanat yüzünden
sanıyordum, ama değilmiş.
Kızacağımı biliyordu,
çünkü, sanırım baba ortalarda yok.
Bu yüzden, onu yargılayacağımdan
endişelendi.
Gerçekten ne iş yaptığını
bilmiyorum.
Sanırım gizli
serviste falan çalışıyorsun.
Diğer gece, bana
söylemediğin için çok kızmıştım.
Sana, benim gizli
serviste olduğumu düşündüren ne?
Çünkü, çoğu insan,
genellikle Orta Doğu'ya neden gittiğini söyler.
Ve geçen gece babamla
beraberdim.
Oh, anlıyorum.
O Londra'da mı?
- Bunu nasıl da
bilebildin?
Bu senin, meslek
eğitimin falan mı.
Hayır.
Daha çok endişelerim.
Neden endişelisin?
Çünkü, seni gitgide
daha çok güvenilir buluyorum.
Öyle mi?
Gerçekten mi?
Yoksa, sadece numara mı
yapıyorsun?
Bence bu harika,
çünkü herkese bir ajanın karşısında oturduğumu söyleyebilirim.
- Söylememeni tercih
ederim ama - Sence dürüst olmamız
gerekmiyor mu?
Senin ve benim?
Yani, bu önemli değil
mi?
Şu noktada.
- Evet?
- Johnny?
.
Emma?
Julianne'le ilgili
değil.
O zaman neyle ilgili?
Dün, borsa, Arap dünyasındaki
gösterilere ani bir tepki gösterdi.
Başbakan,
"Hassas bir zamandayız Bir an önce
gelmelisin.
Ne kadar erken gelsen
o kadar iyi olur.
Aferin.
Worricker burada.
Tamam.
Kapatmalıyım.
Bay.
Sebep neymiş?
- Kalp krizi.
Sorgu hakimi geliyor -
Gerçek hakim mi?
Tabi ki, gerçek hakim.
Onu inceleyecek misin?
Yardımı dokunur,
değil mi?
- İlk kimi aradın?
- Downing Street.
- Sen Downing
Street'ten misin?
- Sorumluluk bana
verildi.
Senin bir
sorumluluğun yok.
Benim var.
Julianne nerede?
Emin değilim.
Onu aradın mı?
Tahmin etmeliydim.
Eşyalarını
araştırıyorsun.
Araştırmıyorum, buradan
uzaklaştırıyorum.
Sonra da
araştıracaksın.
Bodur parmaklarıyla o
şeyi açabilirdi.
İlk ve ikinci kalp
krizini geçirdiğinde buradaydım.
İkisi de benzerdi.
Doktor onu uyardı.”
Uzatma dakikalarını
oynuyorsun" dedi.
Bu yüzden bana
şüpheli bir şey söylemeyeceksin.
- Bir curcuna
istemiyorum.
- Biliyorum.
Ve kesinlikle, aşağıdaki
kadınla laf dalaşına girmek istemiyorum.
Ölümüyle ilgili
konuştu mu?
Gelecek için
endişeliydi.
Ama arkasında
nasıl bir karmaşa bırakırsa bıraksın, senin
toparlayacağından emin olduğunu söyledi.
Benedict dürüsttü,
çok çalışırdı ve her şeyin korkusuzca üstüne giderdi.
Yani, onu asla
yarı yolda bırakmaman çok önemliydi.
Julianne, ben baban.
Kötü haberlerim var.
Beni arayabilir misin?
Ya da anneni ara.
Bana ulaşman, bir süre
zor olabilir.
Siz Bay Worricker
olmalısınız?
Joseph Pierpan.
Nasılsınız?
- Kızım hakkınızda
çok şey anlattı.
- Öyle mi?
Nancy, bir çok
kodaman insan tanıdığınızı söyledi.
- İçişlerinde mi
çalışıyorsunuz?
- Size anlatmış.
Oğlum öldürüldü.
Hayal edebiliyor
musunuz?
Ve her gün, bunu
yapan, ama yaptığını reddeden insanlar, benle alay ediyor.
- Çocuğunuz var mı?
- Bir kızım.
Zamanınızı almak
istemem.
Ama yardımcı
olabilirseniz, dünyalar bizim olur.
- Çok naziksin.
- Neden çok naziğim?
Benim de istediğim
bir şey olmadığını mı sanıyorsun?
- Sana ne söylediler?
- Bir kalp krizi
olduğunu söylediler.
- Başka türlü
düşünmen için bir sebep var mı?
- Evet.
Yumurtayı suç üstünde
gördüm.
Birlikte
üniversitedeydik.
Ben, hocamdı.
Vietnam harekatında
bile beraberdik.
Beni işe almıştı.
Önce, anti-casusluk, sonra
anti-terörizm.
Aralarında fark yok.
O yine de, bunun,
onurlu bir şekilde yapabileceğin, onursuz
bir iş olduğunu söylüyordu.
- Daha iyi adam?
Eşimi aldattım ve oda
onunla evlendi.
Bunu benim için mi,
yoksa onun için mi yaptı asla bilemedim.
Hangisi olursa olsun Ona borçluyum.
Her yönüyle, adam
gibi bir adamdı.
- Kocan ne zaman geri
dönecek?
- Geri dönmeyecek.
- Neden?
- Çünkü bir
anlaşmazlığımız oldu.
Evet, Suwannee'ye
gittim.
Su katılmamış bir
manyak için çalıştım.
Tanrım, kedi eti
kadar değersizdi.
Ve aynı zamanda
yüksek mevkideki berbat işimi sürdürmeye çalışıyordum.
- Çıkmak istemiyor
musun?
- Bende o cesaret yok.
Bende o göz yok.
Peşine düşecekler, biliyor
musun?
- Söyle bana.
- Ne yani, tahmin
etmemiş miydin?
Jill Tankard, beni
depoya götürdü ve saf istihbarat diye
bir şeyin olmadığını söyledi.
Anlaşıldı.
Sana güvenmiyorlar.
Benedict'in
ölümünü kullanacaklar.
Departman bazında
yeniden bir yapılanma olacaktır.
- Sana tuzak
kuruyorlar.
- Tuzak mı
kuruyorlar?
Nasıl?
Benedict'i bu işe
senin dahil ettiğini söyleyecekler.
Benedict'e
kaynağı, senin verdiğini söyleyecekler.
Ben vermedim.
Kaynağı ona ben
vermedim.
Dosyayı, ilk defa bu
hafta gördüm.
- Biliyorum.
- Kaynağı bilmiyorum.
- Eminim.
Ama umurlarında olmaz.
Kuyruğunun etrafına
bir kapan kuracaklar ve seni o binadan kaçırmaya
çalışacaklardır.
Senden
hoşlanmıyorlar, Johnny.
- Bu kişisel bir şey.
- Sebepleri var mı?
Genel sebep, senin
anti-Amerikan olduğunu düşünüyorlar.
- Değilim.
- Pekâlâ, o zaman
sadece daha çok eğlendiğini düşünüyorlar.
Bir sorum var.
Cevap vermezsen, önemli
değil.
Fark etmez.
Her şeyi cevaplarım.”
Dosyayı, ilk defa
bu hafta gördüm.”
dediğimde.
sen de
"Biliyorum.”
dedin.
- Oh, evet.
Ne olmuş?
- Nasıl biliyorsun?
Bu önemli Anna.
Nasıl biliyorsun?
Dosyayı
görmediğimi nereden biliyorsun?
Biliyorum, çünkü
seninle yatmaya başladığımda, bir karar verdim.
Ne kararı?
Sana güvenmeye karar
verdim.
- Bu biraz keyfi
olmuş, değil mi?
- Evet.
Ama şu ana kadar beni
asla yanıltmadın.
Kuzey Utsire, alçak
basınç altında, rüzgar dört, beş şiddetinde eserken, daha kuzey bölgelerde yer yer altı şiddetinde
olabilir.
Hava açık.
Güney Utsire'de,
rüzgar kuzeybatı bölgesinden beş ve altı şiddetinde esecek ya da
doğu veya kuzeydoğu yönünden dört, beş şiddetinde esecek.
Hava açık.
Tahmin edilebiliyorsa
bir işe yaramaz.
Hasiktir.
Johnny?
Johnny?
Orada mısın?
Ben Jill.
Cevap veriyorum.
Günaydın, Jill.
Unuttun mu?
Toplantı yapacaktık.
- Toplantımız var.
- Gel gör ki.
Sorun şu ki, bende şu
hasta olacağını bildiğin zaman, boğazında
oluşan gıcık hissi var.
- Neredesin?
Evde değil miyim?
Battersea'deyim,
değil mi?
Burada öyle demiyor.
- Gizlenmek için iyi
bir gün değil.
- Tanrım.
Oyuncaklarınla mı
oynuyorsun.
- Aptal sübyancıyı mı
oynuyorsun?
- Hayır, hiç öyle
değil.
Aptal sübyancıyı
oynayanın sen olduğunu sanıyordum.
Hem de nasıl.
Dünden sonra, elimiz
kolumuz bağlandı.
Herkes mahremini
paylaşmak zorunda.
Mahremimi açmaktan mutluluk
duyarım.
İçinde pek bir şey
yok ama yarım şişe konyak ve biraz tıraş kremi var.
Ama bugün yapamam.
Tüm departmana grip
bulaşabilir.
Benedict'in
gitmesiyle, mertebe atladığını mı sanıyorsun.
Atlamadın, takıldın.
Tanrıdan umarım, ne yaptığını
biliyorsundur.
- Bay Eliot,
geldiğinizi duydum.
- Bayan Ashanti.
- Seni görmeyeli uzun
zaman oldu.
- Seyahat ediyordum.
Yalnızca birkaç günlüğüne
bu ülkedeyim.
MI5'ın genel müdürü Benedict
Baron'un ölümü açıklandı.
Baron, yürüttüğü
politikayla gizli servisi daha sorgulanabilir kılmasıyla hatırlanacak.
Yönetimi altında, organize
işler Road House.
Daha ekonomik olanı
tercih ettin, değil mi?
Burası eskiden Gerry
Adams'la görüştüğün yer değil mi?
Öyle mi, Rollo?
Benden daha iyi
bilirsin.
- Bu sefer kimsin?
- Adım Eliot.
Şiirin sonunda yazar.
- Eliot kim?
- Tom Eliot, seni
aptal.
Hiç duymadım onu.
Ne iş yapar?
- Noel kartları mı?
- İki kahve lütfen.
Ortadan kayboldun.
- İsrail'deydim.
- Güzel.
Sana borçlu muyum?
- Her şey yolunda.
Gazete ödüyor.
- Açacak mısın?
- Senden duymayı
tercih ederim.
- O harika, değil mi?
- Öyle mi?
Sen söyle.
Özene bezene
yaratsalardı, daha güzel olamazdı.
Bana kim olduklarını
söylemelisin.
Sanırım adı Nancy.
Hayatında başka biri
var mı?
- Hiç kimse?
- Sorduğundan beri.
- Nancy, müthiş
hatları olan bir eser.
- Öyle mi?
Bir eser mi?
Bilmek istiyorsan,
evet, parçalar yerine oturuyor.
Evet, öldürülen,
romantik bakışlı, bir kardeşi vardı.
Ve evet, şu İsrail
ordusu asla yanlış bir şey yapmaz diyerek
sonuçlandırılan, İsrail ordusu soruşturmalarından biri var.
Babası gerçekten
kusursuz bir Arap aydını.
Şam'da sessiz ve
mütevazı bir şekilde yaşıyor.
İşte böyle,
haksızlığa uğramış, yaslı kız kardeş.
Seni bekliyor.
İyice prove edildi,
sınırlarını öğrendin, gitmeye hazırsın.
Ne diyorsun?
Gerçek olamayacak
kadar iyi mi?
Benim için
pezevenklik yap demedim, Rollo.
Ve bir kız arkadaşı
ayarla da demedim.
O bir kız arkadaş
değil, o bir komşu.
Evet.
Bir çeşit fantezi komşusu,
değil mi?
Eski değerlerini
kaybetmiş, yaşlı bir ajan için harika.
- Ben inancımı
kaybetmedim.
- Öyle mi?
- Hayır.
Hâlâ inanıyorum.
İstihbaratın amacı
gerçeği ortaya çıkarmak, inandığımız şeyi doğrulamak değil.
Orada ne olduğuna
bakarız, orada neyi bulmak istediğimize değil.
Haydi ama, Johnny.
Komünistleri istediklerinde,
onlara komünistleri verdik.
Şimdi de Arapları
istiyorlar, ve onlara Arapları veriyoruz.
- Teşekkür ederim.
- Ne değişti ki?
Hiçbir şey.
Bak, neyle karşı
karşıya olduğunu biliyorum.
Sakat bir durumda
olmalısın.
Ben, için kötü bir
gündü ama benim için de harika değildi.
Ben, kendi ajanlarını
çalıştırır ve onları yakınında tutar.
Senin pozisyonuna uyan
birkaç kişi var.
Benedict, seni iyi
yetiştirmiş.
Bütün servis, senin, güvenlik
sırlarını para karşılığında gazeteye sızdırdığını
biliyor çünkü, Benedict onlara bunu
anlattı.
Bir telaş var, değil
mi?
Bir meydan savaşı,
ben öyle duyuyorum.
- Öyle mi?
Nereden duyuyorsun
bunu?
- Bana bununla gelme.
S.ktiğimin bir soru
işareti olan, soruya cevap ver, Johnny.
- Soruşturma kursuna
devam etmedim, bunu yazmıştım, hatırladın mı?
- Üzgünüm.
Senin için İsrail'e
gittim, neden, boşa kürek çektim.
Tel Aviv plajının
manzarasına daldım.
Seksi vücudumun her
noktası bronzlaştı.
Yine de, bana bunu
borçlusun.
Pekâlâ.
Mesele şu, Benedict'in kanıtı vardı.
Amerikalıların bölgeleri
var.
Siyah bölgeler.
- Tabi ki var.
- Evet, ama sana şimdi
nerede olduğunu söyleyebiliriz.
Haritayı
işaretleyebiliriz.
Bu neden haber olsun?
Bu haber değil.
Son on senedir feryatları
duyabiliyordun.
Değersiz bir bilgi,
feryatların nereden geldiğini sorgulamama adına çok dikkatliyiz.
- İşkence odalarından
geliyorlar.
Bunu biliyoruz.
- Tahmin ediyorduk.
Kanıtımız yoktu.
Ve bu tamamiyle
farklı.
- Neden?
Neden farklı?
- Çünkü kimin
bildiğini, ortaya çıkardı.
Bunca zamandır bunu
bileni.
Peki, kim biliyormuş?
Bölgeleri kim biliyor?
Başbakanımız.
Bizim Başbakanımız
biliyordu.
Anladım.
- Bir kişilik
parti mi?
Tek başına akşam
yemeği?
- Çok doğru.
Siktiğim tek kişilik
masasında.
Başbakanımızın,
Amerikan istihbaratına girişi vardı ama
İngiliz hayatlarını kurtarabilecek bir bilgiyi, bize anlatmadı.
Kimseye anlatmadı.
- Tamam, tamam, resim
gözümde canlandı.
- Gözünde
canlandığına sevindim.
- Muhtemelen,
Başbakanımız bize anlatmadı, çünkü bize güvenmedi?
- Doğru.
İçişleri Bakanına, da
söylemedi çünkü ona da güvenmiyor.
- Doğru.
- Başbakanımız,
kimseye güvenmiyor.
- Öyle gözüküyor Çünkü,
tek tabanca, ulusunun gerçek kurtarıcısı
ve diğer herkes, onun dışında, sulu bir liberal boku.
- İnanmıyorlar.
Sonra ne oldu?
- Benedict, ortaya
çıkardı.
- Nasıl?
- Bir kaynak
vasıtasıyla.
- Kendi kaynağı mı?
Senin bilmediğin bir
kaynak mı?
İlginç olan tarafıda
bu.
Benedict, bu
durumda ne yapardı?
Başbakan'ının,
kendi gizli servisinden sır sakladığının ortaya çıkması hakkında.
Yapabileceği onca şey
arasında, Ben, ne yapardı?
İlk gününü hatırladın
mı Rollo?
Servisteki ilk gününü.
Tabi ki.
Pazartesi sabahı,
saat 10.
İlk fırçayı senden
yemiştim.
Ve ben ne demiştim?
Asla istihbaratı
paylaşma.
Paylaşmak zorunda
değilsin.
Düşün.
Benedict'e Başbakanı
ile ilgili can alıcı bir bilgi verildi.
Bununla ne yapar?
Anthea'ya verir.
Sana verir.
Planı neydi, o zaman?
Hükümeti indirmek mi?
- Hava değişiyor.
- Kesinlikle öyle.
- Bir dönemin sonu
gelmiş gibi hissediyorum.
- Benim için öyle.
Sıçtım.
Hayatımı ulusal bir
gazeteye hikayeler bularak geçirdim.
Cenazeye bile
gelemiyorum.
Rollo Rollo, beni kaybetmedin.
Tabi.
Ve daha ne kadar
dayanabilirsin?
Sen olduğunu tahmin
etmiştim.
- Güldürme beni.
Neden?
- Çünkü bu sabah
rüyamda seni gördüm.
- Johhny rüyamı
gördüm.
- Sana böyle yalan
söylemeyi kim öğretti?
Kim sanıyorsun?
Eee, seni görmeyeli
kaç sene oldu?
Sanırım beş.
Bana küçük bir Gertler
satmıştın, hatırladın mı?
Emin misin?
Gerçekten bunu satmak
mı istiyorsun?
Christopher Wood.
29 yaşında öldü, kendini
trenin önüne attı.
- Yerinde olsam
bunu satmazdım.
- Satmak
zorundayım.
Kötü günler mi?
Neden bunu buraya
getirdin?
Londra'da bunun
için daha fazla alacağın yerler var.
Çünkü, bir
güvencen var.
Çünkü, sende nakit
var.
- Nereden
biliyorsun?
- Çünkü bana
gösterdin.
- Pekâlâ, 60 alır
mısın?
- Başka bir
seçeneğim var mı?
- İşte.
- Teşekkür ederim.
- Bel Ami by Hermes.
- Aferin.
Senin kızın, iyi iş
çıkarıyor.
- Hâlâ sana tapıyor
mu?
- Sanırım evet.
Sadece göstermekten
çekiniyor, hepsi bu.
Ya sen, Johnny?
Hâlâ çekiciliğinle
büyülüyor musun?
Geciktim.
Teşekkür ederim, Leona.
Gitmeliyim.
Teşekkürler efendim.
- Evet?
- Baba, benim.
Nihayet, neredesin?
Deli oldum burada.
Biliyorum.
Annemi yalnız
bırakamadım.
Julianne, çiftlikte
misin?
- Baba, bir adam beni
görmeye geldi.
- Hangi adam?
Kim?
Bilmiyorum.
Stüdyoma geldi.
- Nerede olduğunu
bilmek istedi.
- Sen ne dedin?
Ona gerçeği söyledim.
Seni görmediğimi
söyledim.
Sonra bir bavul
hazırlayıp, annemin yanına geldim.
Julianne, yakında
yanına geleceğim, söz veriyorum.
Annenin yanında kal,
ne olursa olsun.
Seninle konuşmalıyım.
Seni aradıklarını
söyledi.
Bu bir sürpriz.
Julianne, gitmeliyim,
üzgünüm, Olduğun yerde kal.
Lütfen.
Biri beni çimdiklesin.
- Utangaç çocuğun
gelmeyeceğini sanıyordum.
- Gelmeyecektim.
Fikrini değiştiren ne
oldu?
Bilirsin.
Heves.
Öyle esti.
İyi akşamlar.
Amin.
Hoş geldiniz.
Teşekkür ederim.
İyi akşamlar.
Başbakan bir konuşma
yapacak.
Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.
Uzun bir konuşmayla
böyle harika bir etkinliği bozmak
istemiyorum.
Kızımın söylediği
gibi, "Baba, her şeyi berbat ediyorsun.”
Ama izninizle, birkaç kelime söylemek isterim,
liberal değerler ve onları modern
dünyada savunmanın bedeli hakkında.
Ne düşünüyorsun?
Onun hakkında ne düşünüyorsun?
Bilmiyorum.
Ona asla bir anlam
veremedim.
En azından
söylediğine inanıyor.
Bu yeterli mi?
- Başbakan konuşmak istiyor.
Şimdi değil.
- Ne zaman?
- Sonrasında.
Sana ne zaman
olacağını söyleyeceğiz.
Üzgünüm.
Saat biri geçti.
Uzun bir telefon
konuşması vardı.
Beyaz Ev, farklı bir
zaman dilimi içinde olduğumuzu kabullenmiyor.
Ah, Johnny Uzun zaman oldu.
Öyle oldu.
- Geldiğine şaşırdım.
- Neden?
- Grip olduğunu
duydum.
- Gerçekten mi?
- Bunu size kim
söyledi?
- Neden?
Doğru değil mi?
- Değil mi?
- Belki başlangıcı.
İlk evre.
Ve GM'in kaybıyla, geleceğini
sanmıyordum.
Üzgünüm millet, ama mahremiyete
ihtiyacımız olacak.
Lütfen.
Kuzey İrlanda'ya,
barışın geldiği ilk günü hatırlıyorum.
Ben'i içmeye
götürmüştüm.
O günlerde sadece bir
milletvekiliydim.
Benedict, "Soğuk
Savaş bitti, Kuzey İrlanda istikrara kavuştu.” demişti.”
Bu servis için çok kötü
bir haber olabilir.”
Ben'i saygıyla anıyorum, ama ortaya çıktı ki
yanılıyormuş.
- Tam aksine.
- Evet.
- Hiç olmadığımız kadar
meşguldük - Ve daha büyük.
Sorun bu, değil mi?
O kadar çok bilgi
var ki, sonu gelmeyen bilgiler, ve
üstüne düşünmeye çok az zaman var.
Zor olan şey,
hangisinin önemli olduğuna vakıf olabilmek.
- Bu doğru.
- Ve hangisi değil.
Esas olarak.
Hükümetin ve ülkenin
menfaatlerinin bir arada olduğu zamanlar
vardır.
Aralarına bir sigara
kağıdı bile koyamazsın.
Katılıyor musun?
- Katılıyor musun?
- Katıl ıyorum.
Açık olmalıyım.
Yeniden yapılanmayı
tasarlıyorum.
Bunu duymuş muydun.
- Aslına bakarsanız,
duymuştum.
- Gerçekten mi?
Kimden?
Evet.
Yurtiçi Güvenlik
Departmanı.
Son on senedeki
başarısızlıklardan sonra uygun bir
hareket olur.
Bizi koruyacak bir
Kraliyet Komisyonu kuralım, sonra
servisi baştan aşağı yeniden yapılandıralım.
Neden olmasın?
Herkesin yerinin
belirlendiğini, söylememe gerek yok, büyük
bir ilerleme olabilir, Johnny.
Büyük fırsat.
Ya da tam tersi.
Belki.
Beni anladın.
Görüşmek istediğim
başka bir konu daha var.
Ölmeden önce,
Benedict sana bir dosya verdi.
Kendi görüşüm, bu dosya
etrafa dağıtılmamalı.
Bu yüzden, iade edilmesini
istiyorum.
Eee?
Ne diyeceğimi
bilmiyorum?
Yanımda gizli
dosyalar taşımıyorum, bu yüzden yanımda değil.
Neticede, buraya
sosyal sebeplerden ötürü geldim.
Buna inanmakta
zorlanıyorum.
Beni duygusal bir insan
olarak etkilemedin.
Benimle konuşmak
istediğin için gelmedin mi?
Sanırım ikimiz de
cevap vermemiz gereken sorular olduğunu biliyoruz, Başbakan Ve ne sorusuymuş bu.
Neden, Benedict'in
bana bir dosya verdiğini düşünüyorsun?
- Sen söyle.
- Neden onu herkesle
paylaşsın.
- Bunu neden yapsın?
- Hiçbir fikrim yok.
- İçişleri Bakanı'na
gösterdi.
- Aynen öyle.
Senin görüşün ne?
Konunun hassasiyetine
verilen bu önemle ilgili.
Tahminim, Benedict
hasta olduğunu biliyordu.
Üzgünüm.
Kalp krizi geçirmemiş
miydi?
- Aynı zamanda kolu
uyuşuyordu.
- Kolu mu?
İçişleri Bakanı ile
olan görüşmede fark ettim.
Bilinen bir belirti.
Kağıtlarını
alamıyordu.
- Hangi görüşmeydi bu?
- Sanırım Benedict
öleceğini biliyordu.
Dosyayı dağıttı,
çünkü belli meselelerin tartışılmasını istedi.
Her şeyin açık
olmasını istedi.
Ve, ne olursa
olsun, temennilerine saygı duymalıyız.
Benim arkadaşımdı,
bu yüzden bu benim için bir onur meselesi.
Onur mu?
Sarı kutu hakkında
söylenen ünlü sözü biliyor musun?
Duymadım, hayır.
Çıkışın belirgin
değilse, sarı kutuya girme.
Çıkışının nerede
olduğunu merak ediyorum.
Bir çıkışım yok,
efendim.
Bir stratejim yok.
O kadar ilerisini
düşünmüyorum.
Aklım başımda,
Başbakan, güvenlik yerine politika ile ilgili
bir ortama itildiğimin farkındayım.
Daha önce
söylediğim gibi, olağanüstü hâllerde, bu
ikisi aynı kapıya çıkar.
Hiçbir şey,
insanların bu ikisini birbirinden ayırma gafletine düşmesi kadar tehlikeli değildir.
Ama tabi ki, bu
İçişleri Bakanı'nızla ele almanız gereken
bir konu, değil mi?
- Evet.
Öyle yapmaya
çalışıyorum.
Şu an, seninle
ilgileniyorum.
Pekâlâ.
Dosya doğru ise,
sahip olduğunuz istihbaratı paylaşmakta
başarısız olduğunu gösteriyor.
Potansiyel İngiliz
teröristlerinin, adlarını biliyordunuz, ama
onlar hakkında yaptırım yapmakta başarısız oldunuz.
Çünkü adları nasıl
bulduğunuzun, ortaya çıkmasını istemediniz.
Hayatları riske
ettiniz.
Ve kasıtlı olarak,
parlamentoyu yasadışı eylemler hakkında yanlış yönlendirdiniz.
Gerçekçi olalım.
Bu dosyayı düzenleyen
adam öldü.
Ve onunla birlikte,
kaynağının kim olduğu bilgisi de öldü.
Ben kaynağı
bilmiyorum.
Sen biliyor musun?
Sende benim kadar iyi
biliyorsun ki, kaynak olmadığı takdirde dosyan hiçbir işe yaramaz.
Suçlamalar teyit
edilemez.
Bu nedenle,
suçlamalar doğru olamaz.
Bana söylediğiniz bu
mu, efendim?
Yanlış?
Suçlamalar yanlış?
Saat kaç?
İkiyi geçti.
Dosyanın, diğer bütün
kopyaları iade edildi.
Seninkini 12 saat içinde
istiyorum.
Yarın saat ikide,
diyelim mi?
Uzun yıllar boyunca,
bu ülkeye, sadık bir şekilde hizmet ettin.
Senden hepsini bir
kalemde silmeni beklemiyorum.
Hayır, bende öyle.
Geç oldu, sana bir oda
ayarlayalım mı?
Hayır, teşekkür
ederim.
Bir arkadaşta
kalacağım.
İyi geceler, efendim.
İyi geceler, Max.
İyi geceler, Ted.
Nasıl gitti?
Özel Birlik'i
istiyorum.
Pekâlâ?
Evet.
Ama donuyorum.
Nereye gidiyoruz?
Bunu sevdim.
Geçinmek için bunu mu
yapıyorsun?
Zaman zaman.
Vay.
Vay.
Bir iyilik istersem, yapabilecek
bir insan olduğun hissine kapıldım.
Bana güveniyor musun?
Ne diye bana
güveniyorsun ki?
Çünkü işim bu.
Kime güveneceğine karar
vermek.
Bu iş böyle.
Ayrıca, babana
İçişleri Bakanlığı için çalıştığımı söylemişsin.
- Yalan söyledim.
Evet.
Yalan söylediğim için
mi bana güveniyorsun?
Cambridge'de ne
yapıyordun?
Başbakanı görmeye
gittim elbette.
- Arkamızda kimse var
mı?
- Hayır.
- Londra'ya geri mi
dönüyoruz?
- Hayır.
İki oda, lütfen.
Bir oda.
İki yatak, lütfen.
Konuşmamız gerekmez
mi?
Akşamı bozmak
istemem, ama bir sorum var.
- İlk karşılaştığımız
zaman, şu genç adam - Ralph.
Bana onu nasıl
tanıdığını anlat.
Toplantılara
geliyordu.
Kampanya için mi?
Ortalarda yok.
Damdan mı düştü?
Yardımcı olmak
istediğini söylemişti.
Öyle mi?
- Bu neyle ilgili?
- Sana bir şey
getirdim.
Beni almaya
geldiğinden, teşekkür etmek için.
Nedir bu?
Kardeşinin ölümü
hakkındaki gerçek.
Shabak raporlarına
ulaşabiliyorum.
Nasıl da bunu
yapabildin?
Etkili bir dosya.
Haklısın, Jake soğuk kanlılıkla
öldürüldü.
Örtbas edilmeye
çalışılıyordu.
Adam öldürmeyle
alakalı elinde sağlam bir belge var.
Öldürülebilirsin.
Hepsi içinde.
Sen okudun mu?
Sorun bunu kullanma konusunda
olacaktır.
Niye kullanmamalıyım?
Çünkü herkes, bunu nereden
aldığını bilecektir.
Nereden bilecekler?
İşin bu noktasında vazgeçmeyi
düşünmüyorsun, değil mi?
Ne demek istiyorsun.
Yani, karşımda
oturuyorsun.
Aynı yerde yaşıyoruz.
Anlıyorum.
İçecek ister misin?
Ha.?
Arabayı ben mi
kullanacağım?
Ben varken, hayır.
Konyak.
Anca gerçeği
öğrendiğin zaman yas tutmaya başlarsın derler.
Doğru olduğuna
inanıyor musun?
Bende yas
tutuyorum.
Kime?
Kime yas tutuyorsun?
Birkaç gün önce, en eski
arkadaşım öldü.
Bir ithamda bulundu.
Benim henüz, sadık
kalmayı başaramadığım bir itham.
Anlıyorum.
Zor olmalı.
Öyle.
Bana yapmam için bir iş
bıraktı ve hayatımın yardımcı
olamadığım sürece bir değeri yok.
Hayatımı geri
kazandım.
Sanırım, sana
teşekkür etmeme izin vermezsin.
Sanırım bana teşekkür
etmiş olsaydın ölürdüm.
Sanırım bazı insanlar
yeni mevkiinize biraz şaşırmış olmalı.
Evet, bildiğiniz
gibi, Başbakan ve ben her konuda aynı
görüşte olmayabiliriz.
Ama son gelişmeler
bizi bir araya getirdi, ve ne biliyor musunuz?
Birbirimize karşı,
gerçekten sempati duyduğumuzu gördük.
İyi anlaşıyor musunuz?
Fazlasıyla iyi.
Her zaman bireysel
bazda iyi anlaşırdık ve şimdi de
işbirliği yapmak istiyoruz.
- Kalktığından
haberim yoktu.
- Günaydın, nasılsın?
- Daha iyi, çok daha
iyi.
- Güzel.
İçişleri Bakanı'nı
biliyor musun?
- Özgür olamayız,
çünkü, güvende olmak zorundayız diyen mi?
- Evet o.
- Teşekkürler, Bay
Eliot.
- Çok teşekkür ederim.
- Artık bizim
Başbakan Yardımcımız.
- Sanırım, Başbakan
Yardımcımız yoktu.
Şimdi var.
Beasley onu kanuni mirasçısı
olarak gördüğünü söylüyor.
Onu satın almışlar.
- İşe gitmeliyiz.
Benimle geliyor musun?
- Beni durdurmayı
dene.
Bildiğiniz gibi, bazı
Başbakanlar bir yardımcı atar, bazıları atamaz.
Başbakan'ın, beni bu özel
göreve getirmesi, birlikte ne kadar
uyumla çalıştığımızın bir göstergesi
- Emma, nasılsın?
- Meşgul.
Tanışmadınız, değil
mi?
Nancy Pierpan.
- Tamam.
- Haberinizi alınca
çok üzüldüm.
Benim komşum.
Nazik bir şekilde şoförlük
işimi üstleniyor.
İçeri gelin.
Ambara git.
Seni bekliyor.
Sence Nancy'nin bir
fincan kahve alması, mümkün mü?
Çok üzgünüm.
Berbat şeyler
söyledim.
Benim hatam.
Aptalca davrandım.
Ben kötü bir babayım.
Sadece yüreğime su
serp.
Ralph Wilson değil, değil
mi?
- Ralph Wilson mı?
Neden Ralph olsun ki?
- Çünkü sizi beraber
gördüm.
- Kafayı mı yedin?
- Çok şükür.
Bunu mu düşünüyordun?
Benimle ilgili bunu
- mu düşünüyordun?
- Ne düşüneceğimi
bilmiyordum.
Bilmen gerekirse
Kavramsal sanatçıydı.
İyi.
Kavramsal sanatçı
lafını, duyduğuma sevineceğimi tahmin etmezdim.
Ne kadar sürdü?
Bir hafta sürdü.
İyi bir hafta mıydı?
O hâlde kızının olması
kısmetinmiş.
Kız olduğunu nereden
biliyorsun?
Çünkü, bir kızım var.
Neden hepinize yemek
yapma zahmetine girdim bilmiyorum
Tanrı biliyor, zaten
işim başımdan aşkın.
- Çok lezzetli.
Herkes Benedict'in
öleceğini bildiğini söylüyor, o zaman
neden bize bir vasiyetname yazmadı?
Özel olarak bir şey
istedi mi?
Bilirsin.
İngiltere hakkında bir şeyler.
Klasik hâli.
Ona özgü şeyler.
Benedict'in,
İngiltere'yi zerre taktığını sanmıyorum.
Bir çeşit cennet
falan mı, bekliyordu?
Ütopik.
Diğer bütün cennetler
gibi.
- Belçikalıların,
Belçika hakkında böyle düşündüğüne eminim.
- Eminim öyledir.
Ve lanet Arnavutların.
Ve işe yaramıyorsun.
Jazz gibisin.
Johnny, benimle gelir
misin, lütfen?
Bir politikacı vardı.
Pardon?
Amerikalı bir
politikacı buraya yemek için geldi.
Birkaç hafta önce.
Sanırım adını
hatırlamıyorsun?
Uçağını yerel hava alanına
indirdi.
Bundan daha önce
bahsetmemiştin.
Daha önce kızgındım.
Uçak yeterli bir delil
değil mi?
Kesin değil, ama büyük olasılıkla ülkeden, ayrılmak
zorunda kalabilirim.
İçimde bu haftanın
pek iyi sona ermeyeceği gibi bir his var.
Kozlarım tükeniyor.
Beni Başbakan Yardımcısı
yapmayacaklar.
Seni cenazede görecek
miyim?
Gelmeye çalışacağım.
Gelmeye mi
çalışacaksın, gelmemeye mi çalışacaksın?
Geliyor.
- Bana ne yaptığınızı
söyleyecek misiniz?
- Geçinmek için
yaptığın şeyi yapıyorum.
Gözetleme işinde, değil
misin?
Eşyalarına bakıyor ve
orada ne olduğuna bakıyordum.
Endişe etme, silah ve
şiddet kullanmam.
İçeri nasıl girdin?
Açılması zor bir
kilitti.
Hâlâ kamu sektöründe becerilerimiz
vardır, sende şahsi olarak yok.
Alo, alo.
Nancy, şimdi
gelebilirsin.
Bu pahalı bir takım.
Böyle ciddi bir
parayı kim tahsil eder diye merak ediyordum.
Sonra fırının
üstündeki fotoğrafı gördüm.
- Seni en başından
beri izliyordum.
- İzlediğini
biliyorum.
- Seninle tanıştığım
andan itibaren.
- Operasyonunun - fotoğraflarını
çekiyordum - Bu kamerada mı?
Ve bir bilgisayara
yolluyordum.
Sen Jill Tankard'ın
küçük çocuğusun.
Söyleyecek bir şeyin
yok mu?
Bu, kampanyana destek
veriyormuş gibi davranan adam.
Yaptığına
inanamıyorum.
İnanamıyorum.
- Daha ne kadar
sürdürecektin?
- Seninle yatardım.
Kraliçe ve ülke adına, yapardım.
Ama seninle ilgilenmiyordum.
Onunla ilgileniyordum.
Bir tesadüf olduğuna mı
inanmalıyım?
Bir M15 adamı bir
vatan haini ile karşı komşu.
- Ben vatan haini
değilim.
- O zaman ne sikimsin?
Ralph, annenle
konuşmanın zamanı geldi.
Erken ayrılacağım.
Lütfen, bütün
randevularımı iptal et.
Yeniden temasa geçti.
Burayı seçmene sebep
olan ne?
En iyi sebep, çünkü yemekler
iyi.
Merhaba.
Ben viski alayım, ama
arkadaşım genellikle kırmızı şarap içer.
- Viski.
- Tabi ki.
İlginç seçim.
İşsiz olmak nasıl bir
duygu?
Çantada ne var?
Dosyayı getirdin mi?
- Bu şantajı ne kadar
zamandır sürdürdüğünü hesaplamaya çalışıyorum.
- Ne şantajı bu?
Downing Street'in
dışarısında bir kovboy çetesi çalıştırıyormuşsun.
Kovboy çetesi olarak adlandırabileceğini
sanmıyorum.
- Muhatabımız
Başbakandır.
- Tamamiyle unutmuşum.
Bizim de de öyle.
- Demek istediğin ne?
- Başbakan gizli
servisten hiç hoşlanmadı.
Çünkü ona duymak
istediğini söylemeyi reddettik, çünkü onun canını sürekli gerçeklerle sıkıyorduk.
Bu yüzden kendi istihbarat
birimini kurmaya başladı.
Haklı mıyım?
Amerikalılarla ilk
elden muhatap oluyor.
Geleneksel
uygulama ile, işkencecilerle araya mesafe
konulmalıydı.
Kanıtın yok.
Aslına bakarsan, var.
Ben'in kaynağını
buldum.
Ben'in kaynağıyla
konuştum.
Sana inanmıyorum.
İstediğine inan.
Ve bu kaynak kayıtlara
geçti mi?
Bu kaynağı
gösterebilir misin?
Bu oynamak zorunda olduğun
bir kumar.
Johnny, blöf
yapıyorsun.
Elinde hiçbir şey yok.
Başbakan, bu riski almak
ister mi?
Kaynağı biliyorum.
Bununla yüzleş, dünya
değişti.
İngilizler ne yapacak?
Yeni müttefikler mi
bulacak?
Daha iyi davranan
müttefikler mi?
Benedict ne
çevirdiğini biliyordu, değil mi?
Bu yüzden dosyayı
yaydı.
Çünkü, kendi
departmanına ihanet ettiğini biliyordu.
Başbakan'a bilgi vermek
ihanet değil.
Özel bir girişimi
finanse ettin ve kendi oğlunu kullandın.
Hanesinin
fotoğraflarını çektim.
S.ktir et.
Bu bir veli
toplantısı değil, tartışma yapmaya gelmedim.
Dünya dönmeye devam ediyor,
ve yine döndü.
Çünkü siz çocuklar,
liseli kravatlarınızla ve sizin "lütfen önden buyur eski dost.”
tavrınız fazla bir işe yaramıyordu, değil mi?
Ekibin son
toplantısı, Johnny.
Ekibin son toplantısı.
Son 48 saatte,
kitaptaki tüm kuralları ihlal ettin.
Artık serviste
değilsin, ve bir daha asla çalışmayacaksın.
Emeklilik maaşın
gitti.
Kendini ele verirsen,
aynı zamanda hapse de gideceksin.
İstediğin bu mu?
Bana dosyayı
vermezsen, seni bunlar bekliyor.
- Bir anlaşmaya
varmak istiyorum.
- Neymiş anlaşma?
Kraliyet Komisyonu
olmayacak.
Yeniden yapılanma
olmayacak.
- Hepsi bu mu?
- Hayır.
İsrail'e ait
raporlarda yer alan, Jake Pierpan'ın ölümü basına duyurulacak.
- Sen delisin.
- Bunu sızdıralım.
Hükümet, işgal
edilmiş topraklardaki, bu örtbas hamlesini utanç ve büyük endişe ile karşıladığını beyan etsin.
Anlaşma bu.
- İmkansız olduğunu
biliyorsun.
- Öyle mi?
- Tabi ki.
- Bu al gülüm ver
gülüm.
Sen bana bir şey ver,
bende sana bir şey vereyim.
Bunu düşün, bu çok
daha kötü.
Kahramanlık şevki,
kariyerinde biraz geç başlamadı mı?
Seni çalışırken
gördüm.
Sana her zaman
hayranlık besledim.
Hep, "Johnny
zekidir, Johnny beladan uzak durur, Johnny
şanslı bir adam, bir hayatı var.”
diye düşünürdüm.
Senin bir hayatın yok
mu?
Jill?
Şu kız, değil mi?
Bunu o kız için
yapıyorsun.
Gelir ve giderler, değil
mi Johnny?
Gelir ve giderler.
Bu sefer değil.
Dosya burada mı?
- Merhaba?
- Allegra mı?
- Evet.
Sanırım, arkadaşım
Rollo, size bir dosya verdi.
- Evet.
Devam et.
Yayımla.
İznimi aldın.
- Teşekkür ederim.
- İyi şanslar.
- Ne yapıyorsun?
- Okuyorum.
- Tamam.
Bir sonraki harika romana
bakıyorum.
Bu duyguların
ilginç olduğunu, anlıyora benzemiyorlar
ama dünya da ilginç.
- Kahve ister
misin?
- Elveda demeliyim.
- Elveda mı?
- Evet.
Elveda, ne anlama
geliyor?
Bir Saab istersen, Cambridge'te
bekliyor.
Park cezalarını ödemen
gerekiyor ama senin Peugeot'ndan daha
güzel.
Bu hoşlanabileceğin küçük
bir resim.
Aynı sanatçının, ama
o kadar iyi değil.
- Bunu almam mümkün
değil.
- Alabilirsin.
Uzun yıllar
yaşayacaksın ve yaşlı bir kadın olacaksın,
ve bu sayede duvarında her zaman güzel bir şey duracak.
Bana neden gitmek
zorunda olduğunu söyleyecek misin?
Bir anlaşma yaptım.
Bunu kabullendiler, ama
hoşlanmadılar.
Hayatımın yaşamaya
değer olmadığını düşünecekler.
Seninle gelmemi ister
misin?
Bunu yapmanı isteyemem.
İsteyemez misin
yoksa istemez misin.
Tekrar hislere
sahip olma fikrine alışamadım.
Bu tehlikeli,
değil mi?
Senin için çok mu
tehlikeli?
Korktum.
Her şeyin içine ettim.
Hişş.
- Teşekkür ederim.
- Rica ederim.
- Çok naziksiniz.
Kuzeye gidiyoruz.
Bugün, burada,
Benedict Baron'un hayatını yad etmek için toplandık.
İlahiler ve metinler,
ailesi tarafından seçildi.
Ve ilk ilahi, en
kadim dostu, John Worricker'dan geliyor.”
Kendimi, Ülkeme
Adadım.”
Kendimi, ülkeme adadım.
Bütün dünyevi şeylerden
arınarak.
Yekpare, bütün ve
harika hizmete olan aşkım.
Bu aşk ki Hükümet bugün, BBC tarafından ele geçirilen
dosya hakkında, resmi bir açıklama yaptı.
Dosyada, barış
yanlısı Jack Pierpan'ın, işgal edilmiş
topraklarda, beyaz bayrak tuttuğu açıkça belli
olduğu bir esnada vurularak öldürüldüğü yer alıyordu.
Başbakan, Alec
Beasley bugün seçim bölgesini ziyaret ederken.”
Halk hareketinin,
devrime olan etkisini kabul ettiğini.”
söyledi.
Ulusal kriz
zamanlarında bile insanların mutlak ve
temel özgürlükleri korunmalı.
Asla, düşmanlarımıza
doğruyu söyleme ısrarından vazgeçmemeliyiz
ama bazen dostlarımıza da doğruyu söylemekten çekinmemeliyiz.
Bu zor bir görev, ama ortak değerleri olan demokrasiler
arasında, bu bir elzemdir.
Ve başka bir ülke var
uzun
zaman önce duyduğum.
Onu sevene en
içtenlikle onları tanımak ne harika.
İngiltere'nin dört
bir yanındaki politikacılar, bugün haberlerde yer alan yüksek
öneme sahip, örtbas edilmiş, Shabak raporlarına olan şaşkınlıklarını beyan
ettiler.
Raporlar, İngiliz barış
yanlısı Jack Pierpan'ın İstasyonu
değiştirebilir miyiz acaba?
İstediğiniz bir şey
var mı?
Jazz'ı severim.
« Prev Post
Next Post »