Büyük Balık (2003) Big Fish
| |
125 dk
8.1/10 puan 1396 kullanıcı oyladı
Yönetmen:Tim Burton
Senaryo:Daniel Wallace, John August
Ülke:ABD
Tür:Macera, Dram, Fantastik
Vizyon Tarihi:01 Ocak 2004 (ABD)
Dil:İngilizce, Çin Lehçesi
Müzik:Danny Elfman
Web Sitesi:Sony Pictures
Nam-ı Diğer:El gran pez
Oyuncular
Ewan McGregor
Albert Finney
Billy Crudup
Jessica Lange
Helena Bonham Carter
Özet
William Bloom, babası kanser nedeniyle ölüm döşeğinde olduğu
için, aile evine geri döner. Gezgin bir satıcı olan babasını yakından tanımak
için, efsanevi bir kişiliği olan adamın gençliğinde yaşadıklarına dair öyküler
toplamaya başlar.
Babasının yaşadıklarına dair efsaneler ve mitler, bir
puzzle'ın parçaları gibi yerine oturacak ve anlaşılması güç olan adamın
yaşamını zaferleriyle ve zaaflarıyla ortaya dökecektir.
Daniel Wallace'ın kitabından uyarlandı. Tim Burton'ın her
zaman olduğu gibi nefes kesici bir filme imza atmış.
Altyazı
Bazı balıklar yakalanamaz.
Büyük veya hızlı olduklarından değil.
Farklı bir yönleri
olduğundan.
Canavar da böyle bir
balıktı.
Ben doğduğumda bir
efsane olmuştu bile.
Alabama'da 100
dolarlık yemlerin yüzüne bakmayan tek balıktı.
Bu balık, kimine göre, 60
yıl önce nehirde boğulan bir hırsızın
ruhuydu.
Kimi ise
"Kretase" Döneminden kalma bir dinozor olduğunu söylüyordu.
Bu söylentilere veya
hurafelere inanmadım.
Ama daha senin
yaşındayken o balığın peşine düşmüştüm.
Ve doğduğun gün Sonunda
o gün balığı yakaladım.
Her şeyi denemiştim.
Solucan, yem, fıstık
ezmesi, fıstık ezmesi ve peynir.
Ama o gün aklıma
bir fikir geldi: Eğer o balık Henry Walls'ın ruhuysa, geleneksel yem işe
yaramazdı.
Çok sevdiği bir şeyi yem
yerine kullanmalıydım.
-Parmağını mı?
-Altın.
Yüzüğümü bir köprüyü birkaç
dakika kaldırabilecek kadar sağlam bir misinaya bağladım.
Ve nehire attım.
Yüzük daha suya
değmeden Canavar sıçradı ve kaptı.
Ve yine aynı hızla
misinayı kopardı.
Felaketimi görüyorsun.
Nikah yüzüğüm, hamile
karıma sadakatimin - sembolü -Söyle de sussun.
yakalanamayan bir
balığın midesindeydi.
Ne yaptın?
Nehirde o balığı
aradım.
Bu balığa, Canavar'a başından
beri erkek diyorduk ama aslında dişiydi.
Karnı yumurta doluydu.
İkilem içindeydim.
Onu yakalayıp
yüzüğümü alabilirdim ama Ashton Irmağı'nın en zeki yayın balığını da öldürmüş
olacaktım.
Oğlumu bu balığı
yakalama fırsatından yoksun bırakabilir miydim?
Bu balık ve ben -Aynı
kaderi paylaşıyorduk.
-"Aynı denklemin
parçalarıydık.”
Nasıl oldu da hiçbir
şey Ah, hayatım, hayatım, bu gece senin gecen.
ilgisini çekmezken
altını kaptı, diye sormak aklınıza gelebilir.
O gün öğrendiğim ders
buydu oğlumun doğduğu gün.
Bazen,
yakalanamayacak bir kadını yakalamanın tek yolu ona nikah yüzüğü vermektir.
Bir baba oğlu
hakkında konuşamaz mı?
Baba, ben o öyküde hiç
yaşamadığın büyük maceranın başlangıcında sadece bir dipnotum.
O sıralar Wichita'da yeni
ürünler pazarlıyordun.
Yapma, Will.
Bu öyküye herkes
bayılır!
Bayılmıyorlar.
Ben de sevmiyorum.
Binlerce kez
dinlediğim için!
Noktasına kadar
biliyorum.
Senin kadar iyi
anlatabilirim!
Bir kez, hayatında
bir kez dünya Edward Bloom'un etrafında dönmesin.
-Bunu nasıl
göremezsin?
-Seni utandırdığım
için üzgünüm.
Baba, sen kendini
utanılacak duruma düşürüyorsun.
O geceden sonra
babamla üç yıl görüşmedim.
William Bloom, Uluslararası
Birleşik Basın.
Sadece Haberleşmemiz
dolaylı oluyordu.
Annem mektupları ve
tebrikleri her ikisi için yazıyordu.
Telefon ettiğimde de
babamın dışarıda veya havuzda olduğunu söylüyordu.
Küs oluşumuz hakkında
hiç konuşmadık.
Gerçek şu ki, babamda
kendimi göremiyordum.
Onun da bende kendini
gördüğünü sanmıyorum.
Birbirini çok iyi
tanıyan iki yabancı gibiydik.
Babamın yaşamını
anlatırken gerçekle hayali, olanla
efsaneyi ayırt etmek imkansız.
En iyisi, onun
bana anlattığı şekilde anlatmak.
Çoğu pek akla
yatkın değil ve hiç olmadı.
Yüzüğümü geri ver!
Teşekkürler!
Ama işte öykü böyle
bir öykü.
Doğumuyla sıra dışı
yaşamı başladı.
Çok uzun bir yaşam
değil ama efsanevi.
Öyküleri giderek
tuhaflaşıyordu ama sonları her zaman çok
şaşırtıcıydı.
Evet.
Evet, burada.
Annen.
Dr. Bennett ne diyor?
Hayır, tabii,
konuşurum.
Tamam, beklerim.
Kötü mü?
Evet sandıklarından
kötüymüş.
Kemoterapiyi
kesiyorlar.
-Gitmelisin.
-Bu gece gitsem iyi
olur.
-Ben de geliyorum.
-Hayır, hayır, hayır.
Gelme.
Ben de geliyorum.
Hangisini istersin?”
Ahırdaki Maymun" u mu "Yoldaki Köpek" i mi?
Cadılı olanı.
Cadılı olanı.
Cadılı olanı.
Annen bir daha onu anlatmamamı
söyledi.
Annen bir daha onu anlatmamamı
söyledi.
-Kabus görüyorsun.
-Ama korkmuyorum.
Önceleri ben de
korkmuyordum.
Olay Ashton dışındaki
bataklıkta oldu.
Yılan, örümcek ve
daha sesini çıkaramadan insanı yutan bataklık yüzünden çocukların oraya gitmesi
yasaktı.
O gece orada beş
kişiydik: Ben, Ruthie, Wilbur Freely ve
Price Kardeşler, Don ve Zacky.
Ve hiçbirimiz
başımıza geleceklerin farkında değildik.
Yaramazlık eden
çocukları veya bahçesine giren köpek
yavrularını yiyen cadılar olduğunu herkes
bilir.
Cadılar onların
kemikleriyle büyü yapar toprağı
çoraklaştırırlar.
-Bir gözünün cam
olduğu doğru mu?
-Çingenelerden duydum.
-Çingene nedir?
-Senin annen çingene.
Seninki orospu.
Küfür etme.
Bayanlar var.
-Lanet.
-Kahretsin.
Hassiktir.
Fenerleri söndürün.
Görecek!
Alabama'daki onca
cadı arasında o en korkunç olanıydı.
Çünkü, doğaüstü
güçleri olan bir cam gözü vardı.
Gözünün içine
bakarsan nasıl öleceğini görüyormuşsun.
Deli saçması.
O gerçek bir cadı
bile değil.
O kadar eminsen, gözü
getir.
Onu bir kutuda
sakladığını duydum.
Yoksa korkuyor musun?
Gidip gözü
getireceğim.
-Haydi git.
-Tamam, gidiyorum.
-İyi, git.
-İyi, gidiyorum.
Edward, gitme!
Seni sabun yapar.
Evet, sabun yapar.
İnsanları sabun
yapıyormuş.
Bayan, adım Edward
Bloom arkadaşlarım gözü görmek istiyor.
-Gözü aldın mı?
-Getirdim.
Görelim.
Aman, imdat!
Nasıl öleceğimi
gördüm.
Yaşlıyım ve düşüyorum.
Ben yaşlanmadan
ölüyorum.
Ölümü düşündüm.
Nasıl öleceğimi
görmeyi.
Yani, eğer insan
sadece ölümü düşünürse aklını kaçırabilir.
Ama aynı zamanda
yararı da var, değil mi?
Çünkü başına ne
gelirse gelsin, ölmeyeceğini bilirsin.
Sanırım, ben bilmek
istiyorum.
Demek böyle ölüyorum.
Merhaba anne.
-Şu Dr. Bennett'in
arabası mı?
-Evet.
Yukarıda, babanın
yanında.
-Babam nasıl?
-Şey Tamam, ben aldım.
Çok zor bir hasta.
Yemiyor.
Yemediği için de
zayıf.
Zayıf olduğu için de
yemiyor.
-Ne kadar zamanı
kaldı?
-Bu konuyu konuşma.
Daha değil.
Will.
Dr. Bennett.
Sizi görmek ne güzel.
Karım Josephine.
Memnun oldum.
-Yedi aylık hamilesin.
-Tamı tamına!
Oğlan olacak.
Şunu içirmeye çalış.
İçmeyecek ama yine de
dene.
Baba?
Su ister misin?
-Başına gelecekleri
bilmiyorsun.
-Öyle mi?
Bebek her şeyi
değiştirir.
Alt değiştirme, gaz
çıkarma, gece maması.
-Sen bunları yaptın
mı?
-Hayır.
Ama çok zormuş diye
duydum.
Sonra, yıllarca bu
çocuğu bozmaya, yönlendirmeye, ona saçmalıklar öğretmeye çalışıyor insan ama yine
de ortaya iyi bir şey çıkıyor.
-Sence iyi bir baba
olur muyum?
-Öğretmenin babaların
en iyisiydi.
Yarısını iç.
Hepsini içtiğini
söylerim.
Herkes memnun olur.
Kimse korkmasın.
Daha zamanım dolmadı.
Böyle ölmeyeceğim.
-Öyle mi?
-Gerçekten.
Gözde gördüm.
-Bataklıktaki yaşlı
kadın mı?
-O bir cadıydı.
Hayır, yaşlı bir
bunaktı.
Gözde nasıl öleceğimi
gördüm, böyle ölmüyorum.
Nasıl ölüyorsun?
Sürpriz bir son.
Söylersem tadı
kaçar.
Annen bir daha görüşmeyeceğimizi
sanıyordu.
Ama bak.
Ne güzel konuşuyoruz.
Biz masalcıyız.
İkimiz de.
Ben benimkileri
anlatıyorum.
Sen seninkileri
yazıyorsun.
Aynı şey.
Baba Hazır buradayken
konuşmak istiyorum.
Ben buradayken demek
istiyorsun.
Bazı şeylerin
gerçekte nasıl olduklarını bilmek istiyorum.
Olayların.
Öykülerin.
Senin.
Annen havuzu ihmal
etti.
-İstersen bir bak.
-Olur, bakarım.
-Kimyasal
kullanmalısın.
-Sen yokken ben
yapardım.
Evde yaşamaktan
hoşlanmıyordum.
Çok boğucu geliyordu.
Şimdi, yatağa bağımlı
olmak
Ölüyor olmak başıma gelen en kötü şey.
-Hani ölmeyeceğini
söylemiştin.
-Böyle ölmeyeceğim
dedim.
Son kısmı çok daha
sıra dışı.
Bana inan.
Dr. Bennett bir hafta yataktan çıkma dedi.
Bu da bir şey mi.
Bir keresinde, üç yıl
yatmam gerekti.
-Suçiçeği mi geçirdin?
-Keşke.
Doğrusu, kimse
derdimi anlayamamıştı.
İnsan çoğunlukla
yavaş büyür ama ben hızla büyüyordum.
Kaslarım ve
kemiklerim bedenimin arzularına ayak uyduramıyordu.
Bu yüzden üç yıl yataktan
çıkamadım tek öğrenme aracım
ansiklopediydi.
Devleşme sorunuma çare ararken
japon balıkları maddesi gözüme ilişti.”
Japon balıkları küçük akvaryumda büyümez.
Yerleri büyürse iki,
üç, dört misli büyürler.”
O zaman anladım ki,
büyük şeyler yapabilmek için büyüyordum.
Dev gibi bir insanın sıradan
bir yaşamı olamazdı.
Kemiklerimin büyümesi
tamamlanınca Ashton'da kendime daha
büyük bir ad yapmaya koyuldum.
Haydi kaplanlar!
Edward Bloom!
KAPLANLARIN YURDU BLOOM
BAHÇECİLİK ASHTON LİSESİ BİLİM FUARI
Köpeğim!
Köpeğim!
Köpeğimi kurtarın!
Ashton'daki en büyük
şey bendim.
Ta ki, bir yabancı
gelene kadar.
Sakin olun.
Herkes sakin olsun.
Sakin olun.
Yeter.
-Bay Başkan, bütün
mısırları yedi.
-Köpeğimi yedi.
Sen durdurmazsan biz
durduracağız.
Bu kentte şiddete
izin vermeyeceğim.
Konuşmaya çalıştınız
mı?
-Onunla konuşulmuyor.
-O bir canavar.
Ben konuşurum.
Bakalım
gönderebilecek miyim.
O yaratık seni sinek
gibi ezer.
Biraz zor yapar.
Kimse yok mu?
Adım Edward Bloom, seninle
konuşmak istiyorum!
Git buradan!
Seni görmeden bir
yere gitmem!
Git dedim!
Nasıl öleceğimi
biliyordum dev beni öldüremezdi.
Yine de kemiklerimin sağlam
kalmasını istiyordum.
Buraya neden geldin?
Beni yemen için.
Kasaba bir kurban
yollamak istedi, ben de gönüllü oldum.
Kollarım biraz sıska ama
bacaklarım etlidir.
Kendimi tutmasam ben yiyeceğim
onları.
Yani, demek istediğim
Hemen bitir işimi çünkü çok acı çekmek istemiyorum.
Haydi ama!
Geri dönemem!
Ben bir kurbanım!
Gidersem bana korkak
diyecekler.
Yemek olmayı tercih
ederim.
Al.
Elimle başla.
İştah açıcı niyetine.
Seni yemek
istemiyorum.
Kimseyi yemek
istemiyorum.
Karnım acıkıyor.
Çok büyüğüm.
Belki de büyük
değilsin belki bu kasaba küçük.
Büyük şehirlerde
yüksek binaların tepeleri bile görünmezmiş.
-Sahi mi?
-Evet.
Her istediğini
yiyebilirmişsin.
-Çok yersin değil mi?
-Evet.
Öyleyse neden burada zaman
harcıyorsun?
Kocamansın.
Büyük bir şehre
gitmelisin.
Beni göndermeye
çalışıyorsun, değil mi?
-Adın ne senin dev?
-Karl.
Benimki Edward.
Doğrusunu istersen
Seni göndermeye çalışmıyorum Karl.
Seninle gitmek
istiyorum.
Burasını küçük mü
buluyorsun?
Benim gibi arzuları
olan biri için de küçük.
Cevabın nedir?
Geliyor musun?
Tamam.
Tamam.
Öncelikle şehre
gidebilecek hale gelmelisin.
Edward Bloom, Ashton
kasabasının evladı sana hüzünlü bir şekilde veda ediyoruz.
Sana kasabanın
anahtarını sunuyoruz unutma ki, ne zaman dönmek istersen kapımız sana açık.
Ashton'dan ayrılırken
herkes tavsiyelerde bulundu.
Kendine güzel bir kız
bul!
Onurunu çiğnetme
Edward Bloom!
Tavsiyesini çok önemsediğim
biri vardı.
Irmaktaki büyük
balığın yakalanmadığı için büyük
olduğunu söyledi.
-Ne dedi?
-Anlamadım.
Ashton çıkışında iki
yol vardı: Yeni asfalt yol ile eski toprak yol.
Eski yol
kullanılmıyordu tekin olmadığı
söyleniyordu.
Ashton'a dönme niyetim
olmadığından eski yolda ne olduğunu
görmenin tam zamanı diye düşündüm.
-Bu yoldan giden
birini tanıyor musun?
-Şair Norther Winslow.
Paris'e gidiyordu.
Anlaşılan sevdi.
Bir daha ondan haber
almadık.
Sen öbür yoldan git.
Ben de buradan.
Öteki tarafta
buluşuruz.
Benden kaçıyorsun,
değil mi?
Al.
Emin olman için sırt
çantamı al.
Seni Mantıklı insan
bir an gelir ve tükürdüğünü yalayıp
korkunç bir hata yaptığını kabullenir.
Doğrusu, ben asla mantıklı
olmadım.
Okulda da, bir şey
ne kadar zorsa kazanılan ödülün o kadar
büyük olacağını öğrenmiştim.
MONCKTON MAĞAZACILIK
Dostum!
Hoş geldin!
-Adın ne?
-Edward Bloom.
-Çiçek açmak
anlamında mı?
-Evet.
Ha, işte!
Buradasın, işte.”
Edward Bloom.”
Seni daha
beklemiyorduk.
-Beni beklemek mi?
-Henüz değil.
-Kestirmeden gelmiş
olmalısın.
-Evet.
Neredeyse ölüyordum.
Hayat böyledir.
Doğrusu, uzun yol
daha kolaydır.
-Ama daha uzun.
-Hem de çok.
Ama geldin ve önemli
olan da bu.
Burası neresi?
Spectre kasabası.
Alabama'daki en
gizemli yer!
Burada Ashton'lı
olduğun yazıyor, doğru mu?
Ashton'dan en son Norther
Winslow geldi.
Şu şair mi?
Nerede o?
Hala burada.
Bir içki ısmarlayayım.
Anlatırım.
Hatta kendisi anlatır!
Biriyle buluşmam
gerek, çok geciktim.
Evlat, sana söyledim.
Erken geldin.
Söyle bakalım, yediğin
en iyi tart değil mi?
Gerçekten öyle.
Burada her şey çok
lezzetli.
Su bile çok güzel.
Burada hiç sıcak,
soğuk, nem olmaz.
Geceleri rüzgar
ağaçların arasında öyle bir eser ki, sanki bir orkestra çalıyor sanırsın.
Hey!
Jenny!
Buraya gel!
Jenny!
Hey, onlar bana lazım.
-Değsin ayağına
yumuşak çayır.
-Şiir gibi konuştun.
O bizim şairimiz.
Haydi gel.
Bir yerin nasıl hem
yabancı hem de tanıdık olabileceğini
görmek için öğleden sonrasını onlarla geçirdim.
12 yıldır bu şiiri
yazıyorum
Gerçekten mi?
Beklenti çok büyük.
Hayranlarımı düş
kırıklığına uğratmak istemiyorum.
Okuyabilir miyim?
Çim yemyeşil
Gök masmavi
Spectre çok güzel!
Ama sadece üç dize.
Zaten insan yaptığını
bitmeden göstermemeli.
Yakaladım!
Suda sülük var.
-Kadını gördün mü?
-Neye benziyordu?
-Şey
-Çıplak mıydı?
Evet.
O kadın değil.
Balık.
Onu kimse yakalayamaz.
Balıklar insanlara
farklı görünür.
Babam onu çocukken
sahip olduğu av köpeğine benzetirmiş.
Lanet olsun.
-Kaç yaşındasın?
-On sekiz.
Ben 8 yaşındayım.
18 yaşına geldiğimde
sen 28 olacaksın.
-28 olduğumda, sen 38
olacaksın.
-Matematiğin kuvvetli.
38 olduğumda da 48
olacaksın.
Hiç de büyük bir fark
değil.
Ama şu anda fark çok
büyük, değil mi?
Hey, Edward!
Gül kırmızı Menekşe
mavi Spectre'ı seviyorum Affedersiniz.
Jenny iyi bir kısmet
olduğunu düşünüyor.
Biz de.
Ne?
İyi bir kısmetsin
dedim.
Gitmem gerek.
Bu gece.
Neden?
Burada
arzulanabilecek her şey var.
Burada yaşasam kendimi
şanslı sayarım.
Ama doğrusu, hiçbir
yere yerleşmeye hazır değilim.
Buradan ayrılan
olmadı.
Ayakkabısız nasıl
gideceksin?
Sanırım canım
acıyacak.
Hem de çok.
Üzgünüm ama Hoşça
kalın.
-Daha iyi bir yer
bulamazsın.
-Bulacağımı
sanmıyorum.
Geri geleceğine söz
ver.
Söz.
Günün birinde.
Dönmem gerektiğinde.
O gece iki sonuca
vardım.
Birincisi, tehlikeli
bir yol karanlıkta daha tehlikeli olur.
İkincisi, tamamen
kaybolmuştum.
Bu orman bana mezar
olacak.
Spectre'a ulaşmak
güçtü ama kaderimde oraya tekrar dönmek vardı.
Çünkü kimse hayatın
sonuna gelmekten kaçamaz.
Ve o anda hayatımın
sonuna gelmediğimin farkına vardım.
Ben böyle
ölmeyeceğim ki!
Dostum.
-Ayakkabıların nerede?
-Benden önce gittiler.
Son Newsweek'de
Josephine'in fotoğrafları çıktı.
Gerçekten mi?
Çok güzel.
Yazı için Fas'ta bir
hafta kaldım.
Olağanüstüydü.
Bir tane de biz
alalım.
Josephine, bilmem
biliyor musun Kongo'daki Afrika papağanları sadece Fransızca konuşur.
Gerçekten mi?
Onlara İngilizce
öğretmek olanaksızdır.
Ama ormanda
dolaşanlar onların çok güzel Fransızca konuştuklarını duyar.
O papağanlar her
konuda konuşurlar.
Politika, sinema,
moda.
Din hariç her konuda.
Neden din hariç?
Din hakkında
konuşmak kabalıktır.
Kimi inciteceğin
belli olmaz.
Josephine geçen yıl
Kongo'ya gitti O zaman bilirsin.
Merhaba.
Merhaba.
Nasılsın?
Rüya görüyordum.
Ne görüyordun?
Bir şeyin
habercisi değillerse rüyalarımı hatırlamam.
Bunun ne demek
olduğunu biliyor musun?
Olacak bir şeyin rüyasını
görmek demek.
Örneğin, bir gece
rüyamda bir karga geldi ve şöyle dedi: "Teyzen ölecek.”
Öyle korkmuştum ki, annemleri
uyandırdım ama rüya gördüğümü, uyumamı söylediler.
Ama ertesi gün Stacy
teyzem öldü.
Çok korkunç.
Onun için korkunç.
Bir de beni, öyle bir
gücü olan çocuğu düşün.
Üç hafta sonra
rüyamda yine kargayı gördüm.”
Baban ölecek" dedi bana.
Ne yapacağımı
bilmiyordum.
Sonunda babama
söyledim.
O da bana: "Merak
etme.”
dedi.
Ama sarsıldığını
görebiliyordum.
Ertesi gün kendinde
değildi.
Etrafa bakıyor, sanki
başına bir şey düşecekmiş gibi davranıyordu.
Çünkü karga nasıl
olacağını söylememişti.
Sadece: "Baban
ölecek.”
demişti.
Sabah erkenden
gitti, uzun süre gelmedi.
Eve geldiğinde çok
kötü görünüyordu sanki hep kafasına bir balta inmesini beklemişti.
Anneme: "Hayatımın
en kötü gününü geçirdim.”
Dedi.”
Sen kötü bir gün geçirdiğini mi sanıyorsun?”
dedi annem.”
Bu sabah sütçü sundurmada öldü.”
Anlayacağın annem sütçüyle
yatıyormuş.
-Bir resmini
çekebilir miyim?
-Çekmene gerek yok.
Sözlükte
"yakışıklı" kelimesini bul yeter.
Lütfen.
Peki.
Düğün resimlerini
getirdim.
Birinde sen ve babam
varsınız.
Sizin düğün
resimlerinizi görmek isterim.
Hiç görmedim.
Çünkü bizimki normal bir
düğün değildi.
Kayınvaliden benimle
evlenmeyecekti.
-Başkasıyla
nişanlıydı.
-Bilmiyordum.
Will sana söylemedi
mi?
Galiba söylememesi de
iyi olmuş.
Yanlış anlatırdı.
Kupkuru, çeşnisiz.
Ha.
Yani bu bir masal.
Ama kısa bir masal
değil.
CALLOWAY SİRKİ
Spectre'dan ayrılmış,
kaderimi keşfetmek için yola çıkmıştım.
Spectre'dan ayrılmış,
kaderimi keşfetmek için yola çıkmıştım.
Spectre'dan ayrılmış,
kaderimi keşfetmek için yola çıkmıştım.
Spectre'dan ayrılmış,
kaderimi keşfetmek için yola çıkmıştım.
Spectre'dan ayrılmış,
kaderimi keşfetmek için yola çıkmıştım.
Kaderimin ne olduğunu
bilmediğimden karşıma çıkan her fırsatı değerlendirdim.
Coco!
Coco!
İşte onlar.
Bayanlar, baylar!
Olağanüstü şeyler
gördüğünüzü düşünebilirsiniz.
Garip şeyler
gördüğünüzü düşünebilirsiniz.
Dünyanın dört
bucağını dolaştım ama, inanın bana, hiç böyle bir şey görmedim!
Bu adamı ilk gördüğümde
Florida'da portakal topluyordu.
Arkadaşları ona El
Penumbra diyorlardı.”
Gölge.”
AZAMET
Çünkü yanında çalışanın ışığını kesiyordu!
Bayan, sizi korkutmak
istemem ama bu adam istese ayak parmaklarıyla kafanızı bir ceviz gibi kırabilir.
Ama yapmaz.
Hayır.
Hayır, bayanlar,
baylar ona zarar vermez çünkü kendisi müşfik bir devdir.
Bayanlar, baylar,
karşınızda Azamet!
Bayanlar, baylar,
gençler ve genç kızlar geldiğiniz için teşekkürler.
Dikkatli araba
kullanın.
Geldiğiniz için
teşekkürler.
İşte o gece Karl
kaderiyle tanıştı.
Ben de kendiminkiyle.
Neredeyse.
İnsan, hayatının
aşkını gördüğünde zaman dururmuş.
Doğru.
Ama zaman yeniden
çalışmaya başladığında geçen zamanı
yakalamak için çok hızlı geçermiş.
Adın ne?
-Karl.
-Karl.
Karl, sen hiç
"istem dışı kölelik" terimini duydun mu?
-Hayır.
-"İnsafsız
sözleşme?”
-Hayır.
-Güzel.
Al.
İşte.
Bay Sidiklipopo,
şurada dur da sırtında imzalasın.
Tamam.
Teşekkürler.
Evet.
Hey, evlat.
-Arkadaşın yıldız
oldu.
-Çok güzel.
-Avukatım Bay
Sidiklipopo.
-Memnun oldum.
Memnun oldum.
Üstünden fil geçen
kadın müşteriden bu yana senin kadar ezik birini görmemiştim.”
Ezik!
" Anladın mı?
Bak, koca adam
hoşlandı.
Evleneceğim kadını
gördüm.
Eminim evleneceğim.
Ama onu kaybettim.
Şanssızlık.
Erkekler karılarını
kaybetmeden önce evlenmek zorundadır.
Hayatımı onu aramakla
geçireceğim.
Ya da yalnız öleceğim.
Vay canına.
Tahmin edeyim.
Çok güzel?
Saçlar kızılımsı sarı?
Mavi elbise?
Evet!
Amcasını tanıyorum.
Aile dostuyum.
Adı ne?
Nerede yaşıyor?
Unut.
Zamanını harcama.
Dengi değilsin.
-Ne?
Beni tanımıyorsun ki!
-Tanıyorum.
Belki Hickville'de
önemliydin ama gerçek dünyada bir hiçsin.
Bir planın, bir işin
yok.
Sırtındakilerden
başka şeyin yok.
Bir çanta dolusu
elbisem var.
Biri çantamı çalmış.
Küçük havuzda büyük
balıktın ama burası deniz ve boğuluyorsun.
Havuzuna dön.
-Orada mutlu olursun.
-Planın yok diyorsun.
Var.
O kızı bulup
evleneceğim ve onunla yaşayacağım.
İşim yok ama bana
iş verirsen, işim de olur.
Pek bir şeyim
olmayabilir ama benim gibi kararlı birini zor bulursun.
Burası hayır
cemiyeti değil.
Gel koca oğlan.
Bekle.
Gece gündüz çalışırım
para istemem.
Kim olduğunu söyle
yeter.
Çalıştığın her ay
için onun hakkında bir bilgi veririm.
O kadar.
İşe başlayalım.
O andan itibaren Bay
Calloway'in istediği her şeyi yaptım.
Yemek yemeden üç gün
çalıştığım olurdu.
Veya uyumadan dört
gün.
Beni ayakta tutan,
karım olacak o kızı görme umuduydu.
Birlik olmamız gerek.
-Hep öyle oldu ve
öyle de olacak.
-Bay Calloway?
Bugün bir ay oldu.
Sevdiğin kızın,
hayatının aşkının en sevdiği çiçek nergistir.
-Şu şeyi getir
-Nergis.
Nergis.
Nergis.
Amos sözünü tuttu ve rüyalarımın kadını hakkında her ay yeni bir şey söyledi.
Eğlenin, eğlenin.
Üniversite öğrencisi.
Üniversite.
Üniversiteye gidiyor.
Müzikten hoşlanır.
Müzik.
Müzikten hoşlanıyor.
Aylar boyunca
evleneceğim kadınla ilgili bir sürü şey öğrendim Aylar boyunca evleneceğim
kadınla ilgili bir sürü şey öğrendim Aylar boyunca evleneceğim kadınla ilgili
bir sürü şey öğrendim adı ve yaşadığı
yer dışında.
adı ve yaşadığı yer
dışında.
Artık zamanı gelmişti.
Daha fazla
bekleyemeyecektim.
Bay Calloway?
Benim, Edward Bloom.
Sizinle konuşmam
gerek.
Bay Calloway?
Hayır.
Bekle!
O gece şeytani veya
kötü olarak nitelendirilen şeylerin sadece
yalnız ve kaba olan şeyler olduğunu öğrendim.
Kimseyi öldürmedim,
değil mi?
Birkaç tavşan.
Ama galiba bir tanesi
zaten ölüydü.
Çektiğim
hazımsızlığın nedeni anlaşılıyor.
Teşekkür ederim.
Hakkında yanılmışım
evlat.
Çok bir şeyin
olmayabilir ama neyin varsa çok var.
Bütün kızları elde
edebilirsin.
İstediğim tek bir kız
var.
Adı Sandra Templeton.
Auburn'da okuyor.
Dönem sona ermek
üzere, elini çabuk tut.
Teşekkürler.
Teşekkürler.
-İyi şanslar evlat!
-Teşekkür ederim!
-Hoşça kal.
-Hoşça kal Edward.
Vedalaştıktan sonra o
öğleden sonra Auburn'a gidebilmek için üç
tren değiştirdim.
Beni tanımazsın, adım
Edward Bloom ve seni seviyorum.
Son üç yılı seni
tanımak için çalışmakla geçirdim.
Vuruldum, bıçaklandım,
çiğnendim.
İki kez
kaburgalarım kırıldı.
Seni görmek ve
seninle konuşmak çektiğim acılara değdi.
Çünkü seninle
evlenmeye yazgılıyım.
Seni sirkte
gördüğümde anlamıştım bunu ve şimdi emin oldum.
-Üzgünüm.
-Özür dilemen
gerekmez.
Bugün çok şanslıyım.
Ben nişanlıyım.
Ama yanılıyorsun.
Seni tanıyorum.
En azından ününü
duydum.
Ashton'dan Edward
Bloom.
Ben de Ashton'lı bir
çocukla nişanlıyım.
Don Price.
Senden birkaç yaş
büyük.
Şey Tebrik ederim.
Rahatsız ettiğim için
özür dilerim.
Kesin!
Komik değil.
Zavallı çocuk.
Kader bazen zalim
oyunlar oynar.
Uğraş, Ashton'dan
ayrıl sonra da sevdiğin kız kasabanın en
salağıyla nişanlı olsun.
Bazen savaşmak
zorunda kalırsın bazen de yenildiğini, geminin
yelken açtığını sadece aptalların vazgeçmeyeceğini
anlarsın.
Doğrusu ben hep
aptal oldum.
Sandra Templeton,
seni seviyorum ve seninle evleneceğim!
Kuralları günlük yaşama
uyarlarsak arz ve talep daha iyi anlaşılır.
Göreceğiniz tablo ile
etkisi daha fazla olacak SANDRA TEMPLETON'I SEVİYORUM
üç saat boyunca.
Bak!
SANDRA'YI SEVİYORUM
-Nergis!
-En sevdiğin çiçekler.
Hepsini nereden
buldun?
Beş eyalete telefon
ettim.
Karımla
evlenebilmemin tek yolu dedim.
Beni tanımıyorsun
bile.
Tanımak için koca
bir ömür var.
Sandra!
Bu Don.
Canını yakmayacağına
söz ver.
Sen ne istersen onu
yaparım.
-Bloom?
-Don.
Ne yapıyorsun?
O kız benim.
Benim!
Birinin malı olduğunu
bilmiyordum.
Sorun nedir?
Kavgadan korkuyor
musun?
Etmeyeceğime söz
verdim.
Yapma!
Don, yapma!
Ben hayatımın
dayağını yemiştim ama Don Price yenilmişti.
Onca hareket doğuştan
bozuk olan bir kapakçığı kötüleştirmişti.
Kısacası, kalbi
dayanmadı.
Don!
Seninle asla
evlenmeyeceğim.
Ne?
Bunu mu sevdiğini
söylüyorsun?
Bir yabancı ama onu sana
tercih ediyorum.
Sandra kiliseden
aldığı günü değiştirmek zorunda kalmadı.
Sadece damat
değişmişti.
Kilisede
evlenmediğinizi söylememiş miydin?
Evlenecektik ama bir
sorun çıktı.
İlaç seni susatıyor
mu?
Doğrusu, ben hayatım
boyunca hep susadım.
Neden olduğunu hiç
anlamadım.
Ben 11 yaşındayken Düğünü
anlatıyordun.
Unutmadım.
Konuya bağlamaya
çalışıyordum.
Çoğu erkek bir öyküyü
olduğu gibi anlatır.
Karmaşık değildir ama
ilginç de değildir.
Öykülerini seviyorum.
Öykülerini seviyorum.
Ben de seni seviyorum.
Ben de seni seviyorum.
Sirkte çalışanın sürekli
bir adresi olmaz.
Sirkte çalışanın sürekli
bir adresi olmaz.
Sirkte çalışanın sürekli
bir adresi olmaz.
Üç yılda bir sürü ulaşmamış
mektup birikmişti.
Hastanede geçirdiğim
dört hafta sırasında postacı sonunda beni buldu.
Anlaşılan kalbim
Sandra'ya aitken bedenimin geri kalanı Amerikan hükümetine aitmiş.
ASKERLİK SEVK ASKERLİK
KARAR BELGESİ
O sıralar askerlik süresi üç yıldı ve Sandra'ya kavuşmak için o kadar bekledikten sonra ondan bir o kadar daha uzak kalamayacağımı biliyordum.
Bu yüzden, askerlik
süresini kısaltmak umuduyla, bütün
tehlikeli görevleri kabul ettim.
Atla!
Atla!
Wong Tai Kang elektrik santralının planlarını çalma
görevini ülkeme hizmet amacıyla hemen
kabul ettim.
Atla!
Atla!
Bir şeye ihtiyacı olan
var mı?
Şarkıya geç başladın
Orada tek başıma kendimi aptal gibi hissettim.
Tek değildin!
Sen de kimsin?
Size kötülük
yapmayacağım.
Haklısın.
MUHAFIZ!
Bizi rahatsız etmeyin!
O perdeyi de çek!
Lütfen bana yardım
edin.
Sana niye yardım
edelim?
Bir saat boyunca
Sandra K. Templeton'a olan sevgimi ve beni
oraya neyin getirdiğini anlattım.
Her zaman olduğu
gibi beni kurtaran bu aşktı.
Kurtulacaktım.
Karmaşık bir kaçış
planı yaptık Rusya'ya balina gemisiyle Küba'ya mavna, Miami'ye de kanoyla gidecektik.
Tehlikeli olduğunu
biliyorduk.
Amerika'da ne
yapacağız?
Size iş bulurum.
Gösteri dünyasında
tanıdığım var.
Bob Hope mu?
Daha ünlü.
Hazır?
Böylece ikizlerle
birlikte dünyanın öteki tarafından zorlu
yolculuğumuza çıktık.
Ama Amerika'ya haber
yollama olanağımız yoktu.
Bu yüzden Amerikan
ordusu beni öldü sanıyordu.
Tanrım, olamaz!
Dört ay sonra Sandra
en kötü dönemi atlatmıştı.
Telefon çaldığında
arayanın ben olabileceğimi düşünmüyordu.
Geçen arabalarda kim
var diye bakmıyordu.
Dün gece babanla
konuştum.
Seninkilerin
tanışmalarını hiç anlatmadın.
Auburn'da tanışmışlar.
Ayrıntılar ne?
Nasıl aşık olmuşlar?
Sirk.
Savaş.
Bunları anlatmadın
bana.
Çünkü çoğu hiç olmadı.
Ama romantik.
-Ne?
-Bir Fransız
kadınla romantizmin tartışılamayacağını bilirim.
Babanı seviyor musun?
Babamı herkes sever.
Çok tatlı biridir.
Sen seviyor musun?
Anlaman gerek.
Ben büyürken o
çoğunlukla evde değildi.
Ben de galiba bir
başka hayatı var diye düşünmeye başladım.
Bir başka aile, bir
başka ev.
Bizden ayrılıp onlara
gidiyor.
Ya da, ya da Ya da
bir başka ailesi yoktu.
Belki hiç aile
istemiyordu.
İkinci hayatını
daha çok seviyor ve buraya katlanamadığı için hikaye anlatıyor belki de.
-Ama doğru değil.
-Doğru olan ne?
Bana doğru olan tek
bir şey söylemedi.
Bak Onu neden
sevdiğini biliyorum.
Herkes onu neden
seviyor biliyorum.
Ama bana deli
olmadığımı söyle.
Değilsin.
Ve bence onunla
konuşmalısın.
Larry Puckett'da
müşteri konuşur.
Larry Puckett'ın
otomobilleri fabrika garantilidir.
Ve orijinal
fiyattan%40 daha ucuza alabilirsiniz.
-Hiç anlattım mı -Anlattın.
Akçaağaç ve Buick'i
mi?
Biliyoruz.
Bilmeyen birini
tanıyorum.
-Ağaç -Arabanın
üzerine düşer, şerbeti akar.
Şerbete sinekler
gelir ve yapışırlar ve arabayla uçar giderler.
Ama asıl hikaye
arabayı nasıl aldığım.
-Şimdi -Baba?
Evlat.
Konuşabilir miyiz?
Bulaşıkları
yıkayacağım.
Sana yardım edeyim.
-Baba aysbergleri
bilir misin?
-Ben mi?
Bir defasında bir
aysberg görmüştüm.
İçme suyu elde etmek
için Teksas'a götürüyorlardı.
İçinde donmuş bir fil
olacağı akıllarına gelmemişti.
-Tüylülerinden.
Bir mamut.
-Baba!
Ne?
Ben mecazi
konuşuyordum.
O zaman soruyla
başlama.
İnsanlar soruları
yanıtlar.
Şöyle başlamalıydın: "Aysbergin
özelliği " Peki.
Aysbergin özelliği %%10'unun
görülmesidir.
Geri kalanı suyun
altındadır ve görülmez.
Ve baba, işte sen
böylesin.
Suyun üstünde kalan
küçük bir kısmını görüyorum sadece.
Yani burnuma kadar mı
görüyorsun?
Çenem?
Bo Baba seni
tanımıyorum çünkü bana tek bir gerçek bile söylemedin.
Will, binlerce
gerçek söyledim.
Benim işim bu,
masal anlatırım!
Baba anlattıkların
yalan.
Eğlendirici yalan.
Masal beş
yaşındaki çocuğa yatakta anlatılır.
Çocuk 10, 15, 20,
30'una geldiğinde anlatılan şeylere masal denmez.
Anlattıklarına
inandım.
Çok uzun süre
masallarına inandım.
Anlattıklarının
olamayacağını anlayınca kendimi aptal hissettim.
Noel Baba gibisin.
Çok hoş ama sahte.
Sahte olduğumu
düşünüyorsun.
Sadece görünüşte
baba.
Ama gördüğüm tek
şey o.
Bak.
Benim de bir çocuğum
olacak.
Hayatı boyunca
beni anlayamaması beni kahreder.
Seni kahreder ha?
Will, ne
istiyorsun?
Kim olmamı
istersin?
Kendin ol.
İyi, kötü, ne
olursa.
Sadece gerçek
yüzünü göster.
Doğduğum günden
beri kendim oldum.
Ve sen bunu
göremiyorsan kabahat sende, bende değil!
Baban bir çalışma
odası yapmak istedi tabii evin içinde olamazdı.
Ve Neyin önemli
olduğunu benden iyi bilirsin.
O ne?
Savaş sırasındaydı.
Baban kaybolmuştu.
Öldüğünü sandılar.
Bu gerçekten olmuş
muydu?
Babanın söylediği her
şey uydurma değil.
Gidip ona bakayım.
Ben de biraz
uzanacağım.
Olur, git.
Savaş bitince eve
dönen Alabama'lı çocuklar iş aramaya başladılar.
Durumları benden
iyiydi.
Onlar hayattaydı, ben
ise resmen ölüydüm.
Çok seçenek yoktu ben de gezgin satıcı oldum.
Bana uygun bir işti.
Edward Bloom hakkında
söylenecek tek şey sosyal olduğudur.
-Tebrikler.
-Teşekkür ederim
efendim.
Bazen haftalarca
giderdim.
Ama beyaz çitli bir
ev alabilmek için her iki haftada bir
cuma günleri kazandığım parayı bankaya yatırırdım.
Yeni ürünüm
Handi-matic'i tanıtmak için bir saniyenizi rica ediyorum.
Sonra listeme yeni
ürünler ve kentler ekledim ve bölgem
batı Teksas'a kadar genişledi.
SOUTHERN CITY MEVDUAT
& KREDİ
Edward?
Edward Bloom!
Benim, Norther
Winslow.
İnanmıyorum.
Ashton ve Spectre'ın
en büyük şairini Teksas'ta görmek beni
şaşırtmıştı.
Spectre'dan gitmen gözlerimi
açtı.
Tanımadığım bambaşka bir
yaşam vardı.
Seyahat ettim.
Fransa'ya, Afrika'ya,
Güney Amerika'ya gittim.
Her gün yeni bir
macera.
Düsturum bu.
Çok güzel Norther.
Sevindim.
Şimdi ne yapıyorsun?
Burayı soyuyorum.
Pekala, herkes yatsın!
Hey!
Onu buraya gönder.
-Şunu eline al.
-Ne?
Tabancayı al.
Ben çekmeceleri
soyacağım ortağım da kasayı.
Sen!
Sen ortağıma yardım
et, tamam mı?
Haydi!
Bayan üzgünüm.
Kimsenin
yaralanmasını istemiyorum.
Sorun o değil.
Sadece Hiç para yok.
İflas ettik.
Kimseye söyleme.
Mevduat &
Kredi zaten soyulmuştu silahlı
soyguncularca değil, arazi spekülatörleri tarafından.
Haydi, gidelim!
Norther!
Evet!
Burada yaklaşık 400
dolar olmalı!
Bu sadece
çekmecelerdeki para.
Bakalım kasada ne
kadar varmış.
Bu kadar mı?
Tüm kasada?
Evet.
Bankaya para
yatırmışsın.
Bankadan elin boş
çıkmanı istemedim.
Bilmen gereken bir
şey var.
Parasızlıklarının
nedeni Norther'a Teksas petrol parasını ve
gayri menkule etkilerini bankacılık
sisteminin gevşek denetiminin mevduatları
ve kredileri nasıl vurduğunu anlattım.
Bunları duyan
Norther bir karara vardı: Wall Street'e gitmeliyim.
Para orada.
Benim
kanundışılığım sona ererken Yardımın için teşekkürler!
Norther'ınki
başlıyordu.
Norther ilk
milyonunu kazanınca bana 10. 000 dolar
yolladı.
İstemedim ama
ısrar etti, danışmanlık ücretimmiş.
Karıma beyaz çitli
güzel bir ev satın almaya yetti.
Bir erkek bundan
başka ne isteyebilirdi?
Kuruyordum.
Anlıyorum.
Bayım size bir bitki
almalı sizi de onun gibi ıslatırız.
Yapma ama.
Gözyaşlarım hiç
kurumayacak.
VAKIF SENEDİ
Edward Bloom Vakfı Jennifer Hill
SPECTRE'A HOŞ GELDİNİZ BROOK SOKAĞI
Sen devam et.
Kim gelmiş Merhaba.
-Siz Jennifer Hill
misiniz?
-Evet.
Sen de Will'sin.
Resmini görmüştüm.
Oradan tanıdım.
Kenny, bugün ders
yapmayalım.
Gelecek hafta devam
ederiz.
Parayı anneme vermeli
miyim?
Sen söylemezsen ben
de söylemem.
Babamla nasıl
tanıştın?
Burası onun satış
yolu üzerindeydi, hep buradan geçerdi, herkes onu tanırdı.
İlişkiniz var mıydı?
Vay.
Hemencecik sordun.
Konuyu yarım saat
açmayacağımızı düşünüyordum.
Onu kadınlarla gördüm.
Flörtleşir.
Her zaman.
Hep annemi aldattığını
düşündüm.
Hiçbir zaman kanıtım
olmadı.
Bir soru sorabilir
miyim?
Senedi neden Eddie'ye
sormadın?
Çünkü ölüyor.
Ne kadarını bilmek
istediğini bilmiyorum.
Baban hakkındaki
düşünceni değiştirmem yanlış olur hele sonuna doğru.
Babam yapmadığı
şeyleri anlatırdı eminim anlatmadığı bir sürü şey yapmıştır.
Anlamaya çalışıyorum.
Öncelikle şunu bil ki
baban buraya gelmek istememişti.
Yine de geldi.
İki kez.
İlkinde erken
gelmişti.
İkincisinde geç.
O sıralarda kendi
işini yapıyordu.
Edward Bloom hakkında
söylenecek tek şey sosyal olduğudur ve
insanlar onu severdi.
Bir gece, üç hafta
süren bir geziden dönerken korkunç bir
fırtınaya yakalandı.
Kader döner
dolaşır ve insanı gafil avlar.
Yaşı ilerledikçe insanın
algılaması değişir.
Artık daha büyük
olduğu için kasaba farklı görünüyordu.
Yeni bir yol dış
dünyayı Spectre'a getirmişti bankalar,
ipotekler ve borçlarla birlikte.
Nereye baksan iflas
etmiş insan görüyordun.
Bugünkü açık
artırmada Spectre kasabası satılacak.
-10. 000 dolarla
açıyorum.
-Ve Edward Bloom - satın
almaya karar verdi.
-50. 000.
-Gözlerime inanamadım
-Zengin değildi ama sayesinde başkaları
zengin olmuştu, onlardan yardım istedi.
-Yardım etmek
-Çoğu Spectre'ı görmemişti.
Edward onlara
anlatıyordu.
Başka bir şey
gerekmiyordu.
Rüyayı satıyordu.
Önce tarlaları satın
aldı.
Arkasından evleri.
Sonra da dükkanları.
Aldığı yerlerdeki
insanları çıkartmadı, kira istemedi.
İşlerine devam
etmeleri söyledi.
Böylece kasabanın
yaşamasını sağladı.
Altı ay içinde vakıf tüm
kasabayı satın almıştı.
Bir yer hariç.
Edward Bloom
olmalısın.
Nereden bildin?
İş dışında buraya
gelen olmaz.
Ve sen hariç kimsenin
benimle işi olamaz.
Kasabayı satın
alıyorsun.
Burayı atlamışım, şimdi
bu hatamı düzeltmek istiyorum.
Kasabayı koruyabilmek
için vakıf kasabanın tümünü satın almalı.
Duymuştum.
Değerinden fazla
vereceğim.
Çıkman da
gerekmeyecek.
Tapudaki isim
hariç bir şey değişmeyecek, söz.
Bakalım doğru mu
anlamışım.
Bataklığı
alacaksın ama kalabileceğim.
Ev senin olacak
ama hala benim olacak.
Ben burada yaşayacağım
sen dilediğin yere girebileceksin.
Doğru mu anlamışım?
Öyle de denebilir,
evet.
Cevabım olumsuz Bay
Bloom.
Bir şey
değişmeyecekse, şimdiye kadar değişmediği gibi değişmesin.
Bir kaybın olmayacak.
Kasabada istediğine
sorabilirsin.
Bay Bloom neden satın
alıyorsunuz?
Orta yaş krizi mi?
Spor araba yerine kasaba
mı istiyorsunuz?
Yardım etmek beni
mutlu ediyor.
Mutlu olmanız
gerektiğini düşünmüyorum.
-Affedersin.
Seni kızdırdım mı?
-Hayır.
Sözünde durdun.
Döndün.
Sadece daha erken
bekliyordum.
Sen Beamen'ın kızısın.
Adın değişmiş.
Evlendin mi?
Ben 18 yaşındaydım.
O, 28.
Çok büyük bir farkmış.
Bay Bloom bu evi size
satmıyorum.
Anlıyorum.
Vakit ayırdığın için
teşekkürler.
-Sıkışmış.
-Evet.
-Özür dilerim!
Ben -Önemli değil.
Kalsın.
-Hayır, ben -Lütfen!
Git.
-Ama
-Git.
O durumdaki çoğu
erkek yenilgiyi kabul eder ve gider.
Ama Edward diğer
erkeklere benzemez.
Ama Edward diğer
erkeklere benzemez.
Dur!
Birbirlerine hiç
benzemiyorlardı ama sadece bir çift bacakları vardı.
Aylar geçtikçe tamir
edecek daha fazla şey buldu ta ki kulübe
kulübelikten çıkana kadar.
Tabii işin en hoş
yanı yeni şeyler bulmaktı.
İkizlerle Havana'ya
gittiğimizde sadece ukulele ve mızıka kullanarak yeni bir numara geliştirdik.
-Eh -Orada kalsın.
Hayır.
Yapma.
Utanma.
Asla senin böyle
düşünmene izin Ben karıma aşığım.
Biliyorum.
Onu ilk gördüğüm
günden ben ölene kadar tek aşkım o olacak.
Şanslı kadın.
Üzgünüm, Jenny.
Gerçekten.
Dur!
Edward.
TAPU SENEDİ
Bir gün Edward Bloom gitti
ve kurtardığı kasabaya bir daha dönmedi.
Kıza gelince herkes onun çıldırıp cadı olduğuna inanıyor.
Kendisi de bir
efsane oldu.
Ve öykü başladığı
yerde bitti.
Mantıken cadı
olamazsın, babam çocukken o yaşlıydı.
Baban gibi
düşünürsen mantıklı olur.
Onun için sadece
iki kadın vardı: Annen ve diğerleri.
Ve bir gün beni
asla sevemeyecek bir adama aşık olduğumu anladım.
Bir peri masalında
yaşıyordum.
Bunları sana
anlatmamalıydım.
Hayır, bilmek
istiyordum.
Ben Öğrendiğime
mutluyum.
Onun gözünde sizin
kadar önemli olmak istiyordum.
Ben Asla
olamayacaktım.
Sahteydim.
Diğer hayatı,
sizler
Sizler gerçektiniz.
Anna?
Josephine?
Josephine?
Will!
Ne oldu?
Baban felç geçirdi.
Yukarıda, yanında
annen ve Dr. Bennett var.
İyileşecek mi?
Burada onunla
kalabileceğimi sanmıyorum.
Ama Ama uyanırsa,
burada olmam gerek.
Ben kalırım.
Sen Josephine'le eve
git.
Gece ben kalırım.
-Olur mu?
-Peki.
Will, bir şey olursa
arar Evet.
Evet.
Ararım.
-Yanına gitmek ister
misin?
-Evet.
Teşekkür ederim.
İyi ki ona içini dökmüyorsun.
Kendisini duyamayacak
biriyle konuşmaya çalışana çok kızarım.
Bizim öyle sorunumuz
yok.
Babamla ben asla
konuşmayız.
Baban sana doğduğun
günü hiç anlattı mı?
Bin defa.
Yakalanamayan bir
balık yakalamış.
Onu değil.
Gerçek öyküyü.
Hiç anlattı mı?
Hayır.
Annen öğleden sonra
3'te geldi.
Komşusu getirdi çünkü
baban iş için Wichita'ya gitmişti.
Bir hafta erken
doğdun ama komplikasyon çıkmadı.
Kolay bir doğumdu.
Baban burada bulunamadığı
için üzülmüştü.
Ama o zamanlar
erkekler doğum odasına girmezlerdi burada olsaydı ne fark ederdi bilmiyorum.
İşte doğumunun gerçek
hikayesi.
Pek heyecanlı değil,
değil mi?
Gerçek öykü ile bir
balık ve nikah yüzüğü içeren abartılı olanı arasında seçim yapmak zorunda
kalsam abartılı olanı seçerdim.
Ama bu benim fikrim.
Seninki hoşuma gitti.
Baba?
Baba?
Hemşireyi çağırayım
mı?
Ne istiyorsun?
Ne yapabilirim?
Ne getireyim?
Su mu istiyorsun?
Biraz su ister misin?
Nehir.
Nehir mi?
Anlat bana.
Neyi anlatayım?
Nasıl gittiğimi.
Gözde gördüğünü mü
demek istiyorsun?
O öyküyü
bilmiyorum baba.
Bana hiç anlatmadın.
Tamam.
Peki, tamam.
Deneyeyim.
Yardım et.
Nasıl başladığını
söyle.
İşte böyle.
Tamam.
Tamam.
Tamam, sabah erken sen
ve ben hastanedeyiz ve ben uyumuşum.
Uyanıyorum ve seni görüyorum, daha iyisin.
Baba?
Farklısın.
-Baba.
-Buradan çıkalım.
Şöyle diyorum: Baba,
hastasın Tekerlekli sandalyeyi getir.
Çabuk.
Vaktimiz kalmadı!
Bu katı atlatırsak
gerisi kolay.
Sandalyeyi alıyoruz -Daha
hızlı!
- hastaneden
kaçacağız.
Ne yapıyorsunuz?
Dr. Bennett bizi durduramıyor.
-Durdurun şunları!
-Koridorda uçuyoruz.
Görevliler bizi
kovalıyor.
Annemle Josephine
oradalar.
Açıklayacak vakit yok!
Engelle onları!
Uçarak kaldırımdan
iniyoruz senin eski kırmızı Charger da orada.
Ama yeni.
Yepyeni.
Seni kucağıma
alıyorum hiç ağırlığın yok.
Açıklamam mümkün
değil.
Bırak onu!
Lazım değil!
Su.
Bana su ver.
-Nereye gidiyoruz?
-Nehire.
Trafiğe takılmamak
için Glenville'den gitmeliyiz.
Ve nehire yaklaştıkça
Geldi!
herkesin gelmiş olduğunu
görüyoruz.
Kesinlikle herkesin.
İnanılmaz.
Yaşam öyküm.
İşin ilginci tek bir
üzgün insan yok.
Herkes seni gördüğüne
ve seninle vedalaştığına seviniyor.
Hepiniz hoşça kalın!
Elveda.
Allahaısmarladık!
Nehirdeki kadınım.
Her zaman olduğun
şey oluyorsun.
Koca bir balık.
İşte böyle oluyor.
Evet.
Aynen böyle.
Anne?
Rab çobanımdır, benim
eksiğim olmaz.
Beni taze
çayırlarda yatırır.
Beni sakin sular
boyunca yürütür.
Canımı tazeler.
Kendi ismi uğrunda
beni doğruluk yollarında güder.
Ölüm gölgesi
vadisinde gezsem bile şerden korkmam çünkü sen benimle berabersin.
Hayatımın bütün
günlerinde iyilik ve inayet ardımca yürüyecek.
Hani çok duyulan bir
espri artık komik gelmez ya.
Ama bir daha
duyarsınız ve yepyeni gelir.
Neden sevdiğinizi
anımsarsınız.
5 metrelik devle
savaşacağını söyledi!
-İnanmıyorum!
-Baba!
Doğru, değil mi?
Evet.
Ya.
O bir devdi.
Galiba babamın son
şakası buydu.
İnsan o kadar çok
hikaye anlatırsa kendisi hikaye olur.
Ve hikaye ondan
sonra da yaşar.
Böylece insan ölümsüz
olur.
« Prev Post
Next Post »