Print Friendly and PDF

Translate

1408 (2007)

|


104 dk

Yönetmen:Mikael Håfström

Senaryo:Matt Greenberg, Scott Alexander, Larry Karaszewski

Ülke:ABD

Tür:Dram, Korku

Vizyon Tarihi:28 Eylül 2007 (Türkiye)

Dil:İngilizce

Müzik:Gabriel Yared

Oyuncular

John Cusack

Paul Birchard

Margot Leicester

Walter Lewis

Eric Meyers

Özet

Mike Enslin buranın ve şimdinin dışında hiçbir gerçeklik olmadığını ispatlamaya çalışan bir adam. Başka bir hayat yok.... Tanrı yok... İkinci şanslar yok... Yoksa var mı?

Korku ustası Stephen King'in tüyler ürpertici kısa filminden uyarlanmıştır.

Ünlü korku romanı yazarı Mike Enslin (John Cusack) sadece kendi gözleriyle gördüğü şeylere inanır. Uyduruk perili evler ve mezarlıklarda geçen doğan üstü olayları kötüleyen bir dizi çok satan kitap yazdıktan sonra Enslin'in hayaletlerden uzak ve yalnız geceleri, yeni projesi için gittiği kötülüğüyle ün salmış Dolphin Otel'in 1408 numaralı odasında kalmaya başladığında değişmeye başlar.

Otel müdürünün (Samuel L. Jackson) uyarılarına karşı koyan yazar, perili olduğu söylenen bu odada yıllardan beri kalan ilk kişidir. Yeni bir liste başı kitabın eli kulağındadır, ama birçok diğer Stephen King kahramanı gibi, öncelikle yaşayabilmek için şeytanlarıyla yüzleşmelidir.

Altyazı

Hayatın her bölümünde pervasız, günahkâr davranışlar var.

 Tanrı bana Cehennem'in açık kapılarının   önümüzde ardına kadar açıldığını söyledi.

 Ebedi cezanın alevleri   ruhlarımızı sarmaya daima hazır.

 Tanrı'nın yolunu biliyoruz.

 Evet, Tanrı'ya edilecek duaları biliyoruz.

 Size Tanrı'nın konuştuğunu söylüyorum.

 Evet, Tanrı benimle konuştu.

 Merhaba.

 Ben Mike Enslin.

 Yer ayırtmıştım.

 Tatlım!

 Bay Enslin.

 Artık gelmezsiniz sanıyorduk.

 Burada sizi ağırlamak büyük onur.

 Bu gece hava berbat.

 Anahtarı verirseniz odama yerleşeyim.

 Sabah bol bol konuşuruz.

 Muhtemelen hayaletli geçmişimiz hakkında her şeyi öğrenmek istersiniz.

 Şu merdiven; rivayete göre, 1860'da hizmetçinin kendini astığı yer.

 Burada bir resmi var!

 - Sabah devam etsek?

 - Durun.

 Broşürümüze de basmıştık.

 - Size bundan göndermiş miydik?

 - Muhtemelen.

 - Onu pencerede gördünüz mü?

 - Evet, orada.

 Bu, bir müşterinin 1986'da çektiği fotoğraf.

 Mektubunuzda en çok doğaüstü olayın gerçekleştiği odaların   çatı katında olduğundan bahsetmiştiniz.

 O odalardan birini alabilir miyim?

 Doğru.

 Çünkü çatı odaları üçüncü katta ve orada eskiden hizmetçiler kalırmış.

 Sylvia'nın bütün çocuklarının orada tüberkülozdan öldüğü söyleniyor.

 - Hepsi mi?

 - Müşteriler tuhaf sesler duyuyormuş.

 Gecenin köründe bazen garip sesler geliyor.

 Size kapınızı içeriden kilitlemenizi tavsiye ediyoruz.

 Değil mi, tatlım?

 Çok doğru.

 Dikkatli olun kapınızı içeriden kilitleyin.

 Kilitlerim.

 Siz anahtarımı verir vermez.

 Haklısınız.

 Hemen veriyorum.

 - 14 numara, çıkınca görürsünüz.

 - Uzun bir yolculuk oldu da.

 İyi şanslar.

 Sağ olun.

 Bakalım gece neler getirecek.

 Otelin sahibi Bayan Clark, burayı satın aldığından beri   doğru düzgün uyuyamadığını söylüyor ve ona inanıyorum.

 Hayır, hayır.

 Ona acıyorum.

 Ama her şeye rağmen, yumurtalar leziz.

 Ve önceden haber verirseniz, Bayan Clark size   ünlü unsuz çikolatalı kekinden pişireceğini söylüyor.

 Korkutma ölçeğindeyse   Ağlayan Kumsal Oteli'ne altı kurukafa veriyorum.

 Ya da boş verin, beş kurukafa.

 - Selam.

 - Selam.

 Nasıl gidiyor?

 Yardımcı olabilir miyim?

 Evet, büyük olay için geldim.

 Pekâlâ.

 Güzel.

 - Ben Mike Enslin.

 - Anlamadım?

 - Kitap imzalama.

 - Ah evet.

 Doğru ya sizsiniz.

 Benzerliği görebiliyorum.

 - Güzel resimmiş.

 - Sağ ol, dostum.

 Tamam, bekleyin.

 Dikkat, sevgili kitap severler.

 Ünlü kült yazar   Michael Enslin, Yazarların Köşesi'nde bu akşam sizlerle olacak.

 Kendisi, en çok satan hayalet rehberlerinin yazarı.

 Kitaplarının arasında, "10 Perili Otel"   "10 Perili Mezarlık", "10 Perili Fener" gibi eserler var.

 Bu akşam, 19:00'da.

 Her neyse, yani kitabı yazmaktan keyif duydum.

 Kitabın hikâyesi böyle işte.

 Umarım kitabı beğenirsiniz veya beğenmişsinizdir.

 Her neyse.

 Korkuyla kalın.

 Sorusu olan?

 Bulunduğunuz en korkunç yer neresiydi?

 Bulunduğum en korkunç yer  Bu soruyu daha önce hiç duymamıştım.

 Şaka tabii.

 Gittiğim yerlerin hepsi çok renkli geçmişlere sahipti.

 Birini seçmek zorunda kalsaydım her halde "Bar Harbor" derdim.

 Korkunç McTeig'in düğün gecesi cinayetlerini işlediği mekân.

 Heyecan verici bir yer.

 Veya belki St.

 Cloud, Minnesota'da   savaşta dul kalan çıldırmış kadının bebeğini kuyuya attığı yer.

 Hepsinde çok  Nasıl desem?

 Ağır bir hava var.

 - Çok ağır.

 - Peki ya kötü ruhlar?

 Bakın, ben iyi bir araştırmacıyım.

 Her işe teçhizatımla giderim.

 Yanımda her zaman bir EMF sayacı, uzun menzilli spektrometre   kızılötesi kamera vardır.

 Bir doğaüstü olayı   tecrübe edebilseydim ya da tünelin sonundaki o tarifi zor ışığı   bir an bile olsa görebilseydim benden daha mutlusu olmazdı.

 Yani hayalet diye bir şey yoktur mu diyorsunuz?

 Henüz bir tane bile görmedim diyorum.

 Ama eyaletler arasında kalan bazı çaresiz oteller   hayalet hikayelerine başvurabiliyor.

 Neyse lafı çok uzattık.

 Kalemi olan var mı?

 - Benim var.

 - Hangisi?

 Cidden Mike, gerçek bir hayalet görmek istersem   en uygun yer neresi olur?

 - En garantili yer mi?

 - Evet.

 Orlando'daki perili köşk.

 Harika, teşekkürler.

 - İyi korkmalar.

 - Teşekkürler.

 Hey, Ray, sen kapatır mısın?

 Bu gece grupla provam var da.

 Vay canına.

 Bunu hangi taşın altında buldun?

 - E-Bay'de.

 - E-Bay demek.

 Ne kadar para verdin?

 Fazla teklif veren olmadı.

 Olsa şaşardım.

 - Vay be.

 - Ama bu   inanılmaz bir kitap.

 Çok eşsiz   ve ilham verici ve içten.

 Teşekkürler.

 Adın ne?

 - Anna.

 - Tamam, Anna.

 Bunun gibi bir tane daha yazacak mısınız?

 Hayır, o adam değişti.

 - Bir soru sorabilir miyim?

 - Elbette.

 Kitaptaki baba-oğul ilişkisi  Muhtemelen çok özel olacak ama  Çok otantik ve   iyi kurgulanmış.

 Gerçek mi?

 Hayır.

 Teşekkür ederim.

 Gerçekten minnettarım.

 - Benim için zevkti.

 - Hoşça kalın.

 Hey Greg, şuraya bak!

 - Ne olduğunu gördün mü?

 - Evet.

 İyi misin, ahbap?

 Nefes alabiliyor musun?

 - Şaka yapıyorsun hayır!

 - Çok ciddiyim.

 Kaç numara?

 325.

 Sanırım arka tarafta.

 İşte burada.

 Lütfen şurayı imzalayın efendim.

 Burayı mı?

 - Size iyi günler efendim.

 - Teşekkürler.

 - Nasılsın?

 Epeydir yoktun?

 - Selam Jackson, nasılsın?

 Bu arada, son kitabını okudum.

 "10 Perili Köşk" kitabını.

 Var ya, acayip korkunçtu.

 Süper.

 Sonra görüşürüz.

 - Merhaba.

 - Merhaba, nasılsın?

 - Merhaba.

 - İyiyim, teşekkürler.

 Müthişsin!

 İyi ki doğdun.

 Güzel bir gün geçir!

 David.

 Sakın 1408'e girme.

 1+4+0+8= 13 Çok hoş.

 İyi günler, Dolphin Oteli.

 Nasıl yardımcı olabilirim?

 Merhaba.

 1408 no'lu oda için aramıştım.

 Bir dakika, efendim.

 - Nasıl yardımcı olabilirim?

 - 1408 numaralı odayı tutmak istiyorum.

 O oda müsait değil efendim.

 Hangi güne istediğimi söylemedim.

 - Cumartesi olur mu?

 - Müsait değil.

 - Önümüzdeki salı?

 - Müsait değil.

 - Gelecek ay?

 - Müsait değil.

 Gelecek yaz?

 Fabrika sahibi kendini otel penceresinden attı.

 48.

 caddedeki en iyi Çin restoranı nerede?

 Random House'daki salakla yemek yiyeceğim.

 Sam, Los Angeles'tan Mike Enslin yine arıyor.

 Tamam.

 İçeriden konuşurum.

 Mike Enslin için bir dakikan var mı Clay?

 Evet de.

 - Evet.

 - Harika.

 Bak, bu adam biraz somurtkandır.

 Sakın çaktırma yoksa panikten eli ayağına dolaşır.

 - Mike!

 - Selam, Sam.

 Selam.

 Dün gece ilk beş bölümü okudum.

 Çok ürkütücüydü.

 Gözüme uyku girmedi.

 Harika.

 O şeyle ilgilendin mi?

 İlgilendiğime emin olabilirsin.

 Şu an yanımda en iyi avukatımız var.

 - Mike, Clay.

 Clay, Mike.

 - Merhaba, Clay.

 Çabuk konuş, tamam mı?

 Bu adamın saati 400 dolar.

 Tamam, Clay.

 Dolphin konusu ne oldu?

 Evet, Dolphin.

 Şu Lexington'daki lanet harabe.

 Reklâm için fazla sosyetik değil mi orası?

 Clay'in senin için bulduklarına bayılacaksın.

 Biraz araştırma yaptı ve senin için  Buna hazır ol.

 Vatandaşlık hakları kanunundan bir madde buldu.

 Senin gibi iyi bir beyaza ayrımcılık yapmışlar.

 Ama kanun kanundur, değil mi Clay?

 Eğer odayı kimse tutmamışsa sana vermek zorundalar.

 Sahi mi?

 Evet.

 Dinle, müdürü sorun çıkaracaktır ama kanunları bilir.

 - İşini halledersin.

 - Mike, odayı tutucağız.

 Karşı koyarlarsa, kılıçları kuşanıp dava açacağız.

 - Yani iş tamam mı?

 - Teşekkürler, Clay.

 Şimdi kaybol.

 Güle güle Clay.

 Mike, orada mısın?

 Evet, bir şey daha var.

 Gelmek istediğine emin misin?

 Evet, tabii ki.

 Çünkü kitaba sağlam bir son gerekli.

 Evet, işlerini nasıl yürüdüğünü biliyorum.

 Ama New York'tan bahsediyoruz.

 Onca şeyden sonra bunu yapmak istediğine emin misin?

 - Hızlı olacağım.

 - Lily'yi arayacak mısın?

 Hayır.

 Huzurunu kaçırmayayım.

 Gelip döneceğim.

 Kimse incinmeyecek.

 Bu sadece bir iş.

 İşte Dolphin burası.

 Şehrin en ünlü manzarasına sahip güzel bir oda.

 İzninizle, bayanlar.

 Çok teşekkür ederim.

 Dolphin'e hoş geldiniz efendim.

 - Rezervasyonunuz var mı?

 - Mike Enslin.

 Bir gece için.

 Peki nasıl yazılıyor?

 - N-S-L-l-N mı?

 - N-S-L-l-N.

 Evet.

 Konuğa oda vermeden önce yönetime haber verin.

 Bir dakika izin verir misiniz efendim?

 Elbette.

 Bay Dempsey, Mike Enslin giriş yapmak istiyor.

 - Nerede?

 - Masamın önünde.

 Tamam, Marie.

 Ben ilgilenirim.

 Tamam.

 Bir dakika sürmez, Bay Enslin.

 İyi akşamlar, efendim.

 Valizlerinizi alayım mı?

 - Hayır.

 - Peki efendim.

 Bay Enslin.

 Ben Gerald Olin.

 Dolphin Oteli'nin müdürüyüm.

 Burada bulunduğunuz sürece herhangi bir şeye ihtiyacınız olursa   yemek rezervasyonu, sinema bileti, hatta Knicks maçı bileti.

 Ne olursa.

 Bana söylemeniz yeterli.

 Her zaman hizmetinizdeyim.

 Sadece 1408'in anahtarını alabilirsem sizi sıkıntıya sokmam.

 Biz de sizi kral dairesine yerleştirmeyi düşünüyorduk.

 1408 lütfen.

 Israrcıyız değil mi?

 Ofisime kadar gelip, biraz daha özel bir sohbette   bana katılmanız mümkün mü?

 - Elbette.

 - Mükemmel.

 İçeri gelin.

 Rahatınıza bakın.

 1408 sigara içilen bir oda mı?

 Aslına bakarsanız evet, öyle.

 Güzel.

 Gecenin ilerleyen saatleri için bir endişem ortadan kalktı.

 Puro alır mısınız?

 Hayır, teşekkürler sigara içmem.

 Ha, bu mu?

 Evet.

 Nükleer savaş patlak verirse diye taşıyorum.

 Uzun süre önce bıraktım.

 Biraz alışkanlık biraz da batıl inanç.

 Bilirsiniz, yazar alışkanlığı.

 İçki içersiniz değil mi?

 Elbette içerim.

 Yazarım dedim ya.

 Le Cinquante Sept Deces, 1939.

 Üstün kalite.

 Bulabilirseniz şişesi 800 dolardır.

 Rüşvet için teşekkürler ama o odada kalmaya niyetliyim.

 - Ne kadar?

 - Ne kadar mı?

 - Genelde bir gece kalırım.

 - Anlıyorum.

 Kimse bir saatten fazla dayanamadı.

 Tanrı aşkına.

 Bu hayaletli ev saçmalıklarını yutturmak istiyorsan   kaşlarını tıraş edip saçını sarıya boyamalısın.

 Yoksa ancak çocukları korkutursun.

 Size elimden geldiği kadar yardım etmeye çalışırken   neden benimle alay ediyorsunuz?

 Hayır, sen oyun oynuyorsun.

 Esrarlı bir hikâye uyduruyorsun.

 Ama aslında ikimiz de   o anahtarı bana vereceğini, benim o odaya çıkacağımı   hikâyemi yazacağımı ve oda fiyatlarınızın %50 artacağını biliyoruz.

 Ufak dostumun konuşmamızı kaydetmesinde sakınca var mı?

 Bunu "evet" olarak kabul ediyorum.

 Beyefendi, durumu oldukça yanlış anlıyorsunuz.

 Dolphin'in Plaza veya Carlyle kadar prestijli olmadığının farkındayım.

 Ama biz her zaman %90 kapasiteyle çalışırız.

 Buradaki asıl endişem otel için değil.

 Endişem sizin için de değil.

 Samimiyetle ve bencilce    1408'e yerleşmemenizi istiyorum.

 Çünkü ortaya çıkacak pisliği temizlemek istemiyorum.

 Bütün oteller tanıtımla ve zengin bedensel gereksinimlere önem verir.

 Ben, müdür olarak eğitildim morg doktoru olarak değil.

 Benim müdürlüğümde o odada 4 ölüm gerçekleşti.

 4!

 Sonuncusundan sonra konukların   bir daha 1408'e yerleşmesini yasakladım.

 Sonuncusu David Hide adında manik-depresif bir ortodontistti.

 Bileğini kesti, ufak bir ameliyat yaparak   kendisini hadım etti, değil mi?

 - Evet.

 Demek ödevinize çalıştınız.

 - Ben de profesyonelim.

 Ne yazık ki, 95 yıllık tarihinde otel   yedi atlamaya   dört aşırı doz vakasına, beş asılmaya  Üç organ kesilmesine, iki boğulma vakasına tanıklık etti.

 Genel Müdür Gerald Olin, otelin trajik tarihindeki katliam listesini   hesap defterinden bahseden bir muhasebeci gibi   soğukkanlılıkla ezberden okuyor.

 Kendinizi zeki sanıyorsunuz, değil mi?

 Oyunu biliyorum.

 Peki araştırmanızı yaparken 1408'de   22 doğal ölüm gerçekleştiğini de fark ettiniz mi?

 Doğal ölüm mü?

 Bilmiyorsunuz çünkü gazeteler onlarla ilgili hiçbir şey yazmadı.

 1408'de toplam 56 ölüm gerçekleşti.

 56 mı?

 Dalga geçiyorsun.

 Hiçbir şey bilmiyorsunuz.

 1408'deki ölüm sebepleri çok çeşitlidir.

 Kalp krizi, inme, boğulma  - Boğulma mı?

 - Evet.

 Bay Grady Miller denen adam   tavuk çorbasının içinde boğuldu.

 Kolay bir şey değil.

 Bunu nasıl becermiş?

 Nasıl acaba?

 Enteresan.

 Hepsi burada.

 Bunu almanıza ve ofisimi kullanmanıza izin vereceğim.

 Notlar çıkartıp kitabınıza koyabilirsiniz.

 Tek şartım var.

 O odada kalmayacaksınız.

 Hepsine bakmama izin verecek misin?

 Şu içkiyi hâlâ alamadım.

 - Bayağı iyiymiş.

 - Alın, sizde kalsın.

 Müessesenin ikramı.

 - Yine de kalacağım.

 - Lanet olsun!

 Üzgünüm.

 Pekâlâ al.

 Al oku şu lanet şeyi.

 Bunu okuduktan sonra 1408'de kalmak istemeyeceğine kalıbımı basarım.

 İlk kurban: Bay Kevin O'Malley.

 Dikiş makinesi satıcısı.

 Otele, açıldığı hafta yerleşmiş.

 - 1912 Ekim'inde.

 - Kendi gırtlağını kesmiş, değil mi?

 Ah, dehşet veren kısmı bu değil.

 Daha sonra, bir delilik krizinde kan kaybından ölene kadar   eski bir dikiş iğnesiyle kendisini tekrar dikmeye çalışmış.

 Sakin ol dostum.

 Bakın, Bay Enslin.

 1408'de kalmak zorunda değilsiniz.

 1404'ün fotoğraflarını çekebilirsiniz.

 Tamamen aynı düzenlemeye sahiptir ve kimse aradaki farkı anlamaz.

 - Okurlarım gerçeği bekliyor.

 - Okurlarınız mı?

 Okurlarınız tuhaf şeyler   ve ucuz heyecanlar bekliyor.

 "Bay Eugene Rilsby'nin başsız hayaleti   terk edilmiş çiftlik evinde hâlâ dolanıyordu.

" "Hope Tepesi Mezarlığı'nın uluyan hayaleti.

" Aynen alıntı.

 Nereden biliyorsun?

 Kitaplarınızı bulmak zor değil.

 Karton kapaklı roman satan her dükkanın ucuzluk raflarında var.

 Yetenekli, akıllı ve kendinden başka hiç kimseye veya   hiçbir şeye inanmayan biri tarafından yazılmış kuşku dolu kitaplar.

 Suçlamayı kabul ediyorum.

 Dinle, bu görüşme bitti.

 Neden bana odayı vermiyorsun?

 Ah, lütfen.

 Gücenmiş liseli kızlar gibi davranma.

 Aslında beni şaşırttın.

 Beklediğim gibi asarım- keserim tiplerden değilsin.

 Daha çok ilk kitabını beğenmiştim.

 Ciltli olanı.

 Adı neydi?

 "Uzun Yürüyüş" mü?

 "Uzaktaki Ev".

 "Uzaktaki Ev".

 Doğru.

 Babanın tam bir pislik olduğunu düşünmüştüm.

 Evet, öyleydi.

 Şey  Dostum.

 Hadi ver şu anahtarı.

 - Bay Enslin  - Ver şu anahtarı işte!

 Dinle, ben Bigsbyler'in Evi'nde kaldım.

 Sör David Smith'in tüm ailesini boğduğu küvetin   yanı başında dişlerimi fırçaladım.

 Ve vampirlerden korkmayı 12 yaşımda bıraktım.

 Ürkütücü odanda neden kalabilirim biliyor musun, Bay Olin?

 Çünkü gulyabanilerin, hayaletlerin   ve dev bacaklı böceklerin gerçek olmadıklarını biliyorum.

 Olsalardı bile   bizi onlardan koruyan bir Tanrı yok değil mi?

 - Yani seni vazgeçiremem öyle mi?

 - Galiba bir noktada uzlaşmaya vardık.

 Pekâlâ.

 Benimle gel.

 Birçok otel manyetik sisteme geçiş yaptı.

 Gerçek bir anahtar.

 Hoş bir ayrıntı.

 Antika.

 Manyetik kartlarımız da var ama elektronik cihazlar 1408 no'lu odada çalışmıyor.

 Umarım kalp piliniz yoktur.

 Genel müdür odadaki hayaletin elektronik cihazlara  - "Hayalet" kelimesini hiç kullanmadım.

 - Ah, özür dilerim.

 Ruh?

 Gulyabani?

 Hayır, yanlış anladın.

 1408'de olan öyle bir şey değil.

 O halde ne?

 Orası kötülük dolu bir oda.

 Lütfen.

 Bay Olin.

 Otelin sahibi odayı neden kapatmıyor?

 Yasuko Şirketi, bir sorun olmadığını varsayıyor.

 Tıpkı 13. kat diye bir şeyin olmadığını varsaydıkları gibi.

 Oda, oldukça kirli olmalı.

 Sonuçta, çarşaflar 11 yıldır falan değişmiyor, değil mi?

 Hayır, hayır.

 Bizler oldukça profesyoneliz.

 1408, her ay bir kez ışık görür.

 Ben başlarında dururum.

 Hizmetçiler çiftler halinde çalışır.

 Odaya zehirli gazla dolu bir yermiş gibi bakarız.

 Sadece 10 dakika kalırız ve ben kapının açık durmasında ısrar ederim.

 Ama yine de  Birkaç yıl önce, El Salvador'lu genç bir hizmetçi   banyoya kilitlendi.

 İçeride yalnızca birkaç dakika kaldı, ama onu dışarı çıkardığımızda 

- Ölmüş müydü?

 - Hayır, kördü.

 Makası almış   ve kendi gözlerini oymuştu.

 Deli gibi gülüyordu.

 - Of.

 - Sizin kat.

 Yollarımız burada ayrılıyor.

 Ayın o zamanı gelmediği sürece 1408'e bundan daha fazla yaklaşmam.

 - Yarın görüşürüz.

 - Bay Enslin?

 Lütfen  Bunu yapmayın.

 Sizi o Knicks biletleri için ararım.

 Kes şunu.

 Kardeşim, Connecticut Turnpike'ta kurtlar tarafından parçalandı.

 Tamam, bir şey yok tatlım.

 Artık evimize geldik.

 Bu mu yani?

 Şaka filan herhalde.

 İlk raundu etkili saldırganlığıyla korkunç Bay Olin kazanıyor.

 Kabul etmeliyim ki, bir an için beni kandırmayı başarmıştı.

 Peki ama tüyler ürpertici dehşet nerede?

 Hani kan nehirleri?

 Burası sadece bir oda.

 Bira fıstığı için 8 dolar.

 Bu oda harbi kötülük dolu.

 Olin otellerin zengin bedensel gereksinimlere önem verdiğini söylemişti.

 Güzel bir söz.

 Ama merak ediyorum.

 Acaba gerçekte klişeleri tekrarlamaya   o yavan alışılmışlık hissini vermeye mi özen gösteriyorlar?

 Evet, burada daha önce bulundum.

 Güvenli.

 Bir koltuk var.

 Bir yazı masası, antika bir dolap   çiçekli duvar kâğıdı.

 Bir leke dışında sıradan bir halı ve üstünde de   eskici dükkanından fırlama denizde kaybolmuş bir yelkenli tablosu.

 Bu eser Currier ve lves'in   tahmin edilebilir sıkıcılığıyla benzerlikler taşıyor.

 Whisker taklitlerine benzeyen ikinci tabloda, akli dengesi bozuk   bir grup çocuğa uykudan önce hikayeler okuyan   yaşlı bir kadın resmedilmiş.

 Arka planda ise başka bir kadın ve çocuğu onları seyrediyor.

 Belli belirsiz tehlikeli bir havası var.

 Üçüncü ve acı verecek denli sıkıcı olan sonuncusu ise   her daim popüler, "Av" tablosu.

 Atlar, tazılar ve kabız Britanya lordları.

 Akıllının biri kötülüğün banal olduğunu söylemiş.

 Bu doğruysa   cehennemin yedinci katındayız demektir.

 Ama sihri de yok değil.

 Manzara bir New York klasiği.

 Hiçbir şey yok.

 Her taraf sıkıcı, gri binalarla dolu.

 Aşağıda trafik gürültüyle akıyor.

 Tipik bir cenaze  Lanet olsun.

 Bravo, Olin.

 Bu çok sinir bozucu.

 Demek ki odada biri var.

 Kim o?

 Kimsin?

 Vay.

 İşte bu garip.

 Sonunda yazılacak bir şeyler çıktı.

 Temizlik hizmeti sunan bir hayalet.

 Pekâlâ.

 Pekâlâ, şu herifle dedektifçilik oynayalım bakalım.

 Pencereden başladım   müziği duyunca başımı çarptım.

 Arkamı dönüp çikolata için yatağa gittim.

 Sonra dolaba baktım ve sola arkam dönüktü.

 Hudini içeri girip   kâğıt numarasını yapacak zamanı buldu.

 Ve şimdi oturma odasında.

 Çık dışarı!

 Kimse var mı?

 Daha fazlasını yapmalısın pislik!

 Orası rahat ve serin mi bari?

 Ben burada kavruluyorum.

 Hadi ama.

 - Resepsiyon.

 - Merhaba, ben Mike Enslin.

 - Tahmin edin hangi oda.

 - İyi akşamlar efendim.

 - İyi akşamlar.

 - Çıkış yapmaya hazır mısınız?

 Çıkış yapmak mı?

 Hayır, hayır, hayır.

 Çıkış yapmakmış, hayır.

 Neden çıkış yapayım ki?

 Özellikle de bu harika hizmetçi servisi varken salaklık olur.

 Hayır, termostatı tamir etmesi için birini göndermenizi istiyorum.

 - Oda yanıyor.

 - Elbette efendim.

 Yukarıya hemen bir mühendis göndereceğiz.

 - Gerçekten mi?

 - Kesinlikle.

 - Teşekkür ederim.

 - Rica ederim.

 İnce duvarlar arasında   kaç kere birlikte oturduk   eski dostum?

 Kaç kez lahit benzeri odalarda kaldık?

 Ürkütücülük otel odalarının ruhunda var.

 Öyle değil mi?

 O yatakta senden önce kaç kişi yattı acaba?

 Kaçı hastaydı?

 Kaç tanesi aklını kaçırdı?

 Kaç tanesi  öldü?

 Buraya hikâyemizi almaya geldik ve cesaretimiz kırılmayacak, değil mi?

 Gördüğüm şeyin gerçek olmadığını söylemiyorum.

 Yalnızca göründüğü kadar gerçek değil.

 - Kim o?

 - Sıcaklıkla ilgili sorununuz mu var?

 Evet.

 Hadi ama.

 Çok mu sıcak, yoksa çok mu soğuk?

 Sence neye benziyor?

 İçeri gelsene.

 Kutu burada.

 27 civarında takılmış.

 Kutu burada dedim.

 Nerede olduğunu biliyorum, ama bu odaya girmem.

 Sadece altı-yedi adım atacaksın.

 Bu odaya girmem dedim.

 Bu odada ne olduğunu biliyor musun?

 Evet, gayet iyi biliyorum.

 Bak, sana tarif edeyim.

 O şeyi bir aptal bile tamir edebilir.

 Sadece paneli çıkart.

 Tamam, şimdi, şu bobinin üzerinde   civa dolu küçük bir tüp var.

 Onun anahtarı açması gerekiyor.

 Ama otel o kadar eski ki, aletlerin yarısı çalışmıyor.

 Sadece tüpe azıcık tıkla.

 Lânet şeye bir tıkla!

 Tamam, işte oldu.

 Bayım siz bir dahisiniz.

 Bir centilmen ve bir bilge.

 Teşekkür ederim.

 Size bahşiş   verseydim.

 Bayım?

 Kimse bir saatten fazla dayanamaz.

 Çok etkileyici.

 Kahretsin!

 Tanrım!

 Senin ben  Alo?

 - Alo?

 - Efendim, maalesef   mutfakta bir karışıklık olmuş.

 Sandviçinizin gelmesi on dakika gecikecek.

 Sandviç mi?

 Ne sandviçi?

 Sandviç falan sipariş etmedim.

 Neden bahsediyorsun?

 Affedersiniz.

 İsterseniz patates kızartması yerine başka bir şey alabilirsiniz.

 Süzme peynirimiz, makarnalı salatamız, lahana salatamız  Beni dinleyin, siz kazandınız.

 Çıkıyorum.

 Yaralandım.

 Anladınız mı?

 Elim kesildi.

 Anladım.

 Eşyalarınızı kuru temizlemeye sabah 10'da bırakırsanız   saat 5'te ütüler ve geri yollarız.

 Kahretsin, kaltak!

 En yakın hastaneye gitmek için bir taksi çağır.

 Yaralıyım!

 Dediğimi idrak edemiyor musun?

 Beyefendi, benimle bu ses tonuyla konuşmanıza müsamaha edemem.

 Geri zekalı!

 Seni dava edeceğim!

 Hakkımı yasayla arayacağım!

 Senin derdin ne?

 Arzu ederseniz, sizi müdürümüz Bay Olin'e bağlayabilirim.

 İyi!

 Güzel!

 Bağla!

 Bağla tabii.

 O adi herife de fırça atayım!

 Olin'i bağla!

 Çok güzel!

 Hemen bağla!

 Dolphin'de kalırken New York'un   en iyi yemeklerinin olduğu asma katımızdaki   efsanevi Sea Bream restoranının keyfiniz çıkarın.

 Kaslarınız mı gergin?

 Mercan katında bulunan lüks saunalarımıza   gitmek için randevu alın.

 Tam bir masajla yüz ve   aromaterapi tesislerimizde rahatlamış olarak ayrılacak   ve canlanacaksınız.

 Her isteğiniz bizim için önemlidir.

 Sürtük!

 Kazandınız.

 Pekâlâ!

 Tamam.

 Hadi, hadi!

 Hadi, hadi!

 İmdat!

 İmdat!

 İmdat!

 İmdat!

 Sesimi duyan yok mu?

 İmdat!

 Siz!

 Bayım!

 İmdat!

 Evet!

 Evet, siz!

 İmdat!

 İmdat!

 İmdat!

 Bayım!

 İmdat!

 Beni görüyor musunuz?

 Evet!

 Dolphin Oteli!

 Polisi arayın!

 İmdat!

 İmdat!

 Hey!

 Dikkat et!

 Ben aklımı kaçırıyorum.

 Seni görüyorum, baba.

 Babacığım!

 Babacığım, neredesin?

 Seni bulacağım.

 Sağım solum sobe.

 İşte geliyorum.

 İşte buradasın.

 Seni görüyorum, baba.

 Topla kendini.

 Gerçeklikten uzaklaşıyorsun.

 Kalk!

 Ayağa kalk!

 Olaydan kopuyorsun.

 Kendi bünyenden uzaklaşıyorsun!

 Baba!

 Beni bulsana.

 Fizyokinetik çırpınımlar.

 Perili evlerin telkin güçlerine maruz kalmış klasik yorgun beynin emareleri.

 Gaz lâmbaları, görünmez kilimler  Şu Kansas'taki otel gibi.

 Her şeyin bir sebebi vardır.

 Sadece düşün.

 O da ne?

 Ne var orada?

 Gizli kamera mı?

 Kimsin sen?

 Eğleniyor musun?

 Otelin sadist sahibi misin?

 Yoksa Olin misin?

 Bir dakika.

 Bana içki verdi.

 Bana içki verdi.

 Kendi de içmiş miydi?

 Hatırlayamıyorum.

 Bana ilaç verdi.

 Ya içkiyle ya da çikolatayla.

 "Asla yabancılardan şeker alma.

" Pekâlâ, pekâlâ.

 Sadece halüsinasyon görüyorum.

 Sadece halüsinasyon görüyorum.

 Bunu vücudumdan atmalıyım.

 Üç-dört saat içinde bunu vücudumdan atıp düzeleceğim.

 Tamam.

 Bunu yapabilirsin.

 Yakalayacağım seni.

 - Senin işin bitti!

 - Buraya gel.

 Buraya gel!

 Baba!

 Otursana!

 Oturmamı mı istiyorsunuz?

 - Oturmamı mı istiyorsunuz?

 - Seni kurtaramaz.

 - Evet!

 - Tamam, durun.

 Durun, iyi bir kare yakalayayım.

 Bayanlar ve baylar.

 "Dünya'nın En Çirkin İnsanı" yarışmasına hoş geldiniz.

 Dördüncülük ve beşincilik, Japon balıkları Boris ve Doris'e gidiyor.

 Evet, bayanlar baylar.

 Hadi, şunlara yakından bakalım.

 Boris ve Doris'e yakından bakalım.

 Şunlara bakın.

 Cidden çok çirkinler.

 O kadar çirkinler ki, insandan kaçıyorlar.

 - Üçüncü sırada Mike Enslin var.

 - Ne büyük sürpriz!

 Ne kadar çirkin acaba?

 İkinci sırada Lilian var.

 - Bu iyiydi.

 - Ve korkunç.

 Canavarla serseri karışımı bir şey oldu.

 Beğendim.

 Ve birinci sırada Katie Enslin var.

 İşte bu korkunç.

 Tanrım, sakın suratını öyle yapma!

 Bir daha asla bakamayacağım!

 Ne yaparsan yap ama bu tarafa dönme.

 Sakın arkana dönme.

 Bayan beni duyabiliyor musunuz?

 Yardımınıza ihtiyacım var bayan.

 Lütfen bayan, beni duyuyor musunuz?

 Sessiz ol çocuk.

 Lütfen bayan.

 Sessiz ol!

 Keşke  Keşke ölseydim.

 Bahçem nerede?

 Hiç koku alamıyorum.

 Buradan nefret ediyorum.

 Nasıl geldim buraya?

 Baba.

 Baba.

 Benim Michael.

 Bir zamanlar   senin gibiydim.

 Sen de   benim gibi olacaksın.

 Belki de ben gerçek değilim.

 Belki sadece kâbus görüyorum.

 İnanılmaz derecede gerçek   berrak bir kâbus.

 Yatağa ne zaman uzandım acaba?

 Daha dün geldim.

 Yoksa o  bugün müydü?

 Hatırlayamıyorum.

 Hâlâ trende miyim?

 Bir yerde uyandım.

 Kahvaltı da yaptım.

 Neresiydi?

 Ne yemiştim?

 Yine başlıyor.

 Rüyada ölünmez derler.

 Acaba bu doğru mu?

 Şok seni uyandırır.

 O yüzden gerçekten ölemezsin.

 Pekâlâ, seçeneklerimiz neler?

 Koridor burada.

 Her iki tarafta odalar var.

 Merdivenler, yangın çıkışları.

 En yakın pencere   yan odanınki.

 Orası kaç adım uzakta acaba?

 Bir   üç   dört, beş   altı, yedi, sekiz   dokuz.

 Dokuz, dokuz daha  18 adım kadar.

 Tamam.

 Bunu yapabilirim.

 Bir şey olursa, kayıp düşersem   bunun bir kaza olduğunun bilinmesini istiyorum.

 Oda   kazanamadı.

 Tamam.

 Tamam.

 Bunu yapabilirim.

 18 küçük adım.

 Dört  Aşağıya bakma.

 Beş  Devam et.

 Çok güzel.

 Tamam.

 Tamam.

 Dokuz adım daha   sekiz   altı  Nerede bu?

 Nerede?

 BENİ CANLl YAK

 Topla kendini.

 Gerçeklikten uzaklaşıyorsun.

 Ürkütücülük otel odalarının ruhunda var.

 Çok garip, yatak odasında pencere yok.

 Çok garip, yatak odasında pencere yok.

 Doktor Edwards, onkolojiye.

 Lütfen.

 Hayır, hayır.

 Doktorlar her şeyi bilmez.

 Başka birine gidebilir, başka bir tedavi arayabiliriz.

 - Bir sürü şey duyuyoruz  - Bana bak.

 Mucize tedaviler varmış.

 Tanrım.

 Lütfen, yardım et.

 Ne tür bir Tanrı küçük bir kıza bunu yapar?

 Katie.

 Baba, seni göremiyorum.

 Baba, seni bulamıyorum.

 Baba, korkuyorum.

 - Katie.

 - Korkuyorum baba.

 Yardım et.

 Bana yardım et.

 Baba, lütfen yardım et.

 Bakalım kablosuz internet çalışacak mı?

 Bana bir sinyal ver.

 Bir sinyal ver.

 İyi akşamlar, Mike.

 Evet!

 Mike?

 Mike, sen misin?

 - Seni çok az görüyorum.

 - Evet, evet.

 - Hayalete bakıyor gibiyim.

 - Hayır.

 Benim.

 - Benim.

 Ben Mike.

 - Bu biraz tuhaf.

 Yani, neredeyse bir yıldır konuşmuyoruz.

 Sonra birden bilgisayarımdaki bir kutudan fırlayıveriyorsun.

 Özür dilerim, Lily.

 Beni dinlemelisin, lütfen, acil.

 Bak, şu an işteyim.

 Neden akşam evden aramıyorsun?

 Hayır, hayır, dinle.

 Bir odada kapalı kaldım.

 Her zaman garip yerlerde kapalı kalıyorsun.

 İşin bu.

 Hayır, hayır, lütfen, Lily.

 Dinle beni, lütfen.

 Lily Enslin.

 Merhaba.

 Evet, evet.

 Onlar bende.

 Hemen getiriyorum.

 Hayır.

 Lily!

 Lütfen!

 Polis çağır.

 Onları Dolphin Oteli'ne gönder.

 Seni ararım.

 - Şehirde misin?

 - Evet!

 - 2254 Lexington.

 - New York'ta ne işin var?

 Sonra anlatırım.

 Dolphin Oteli, 1408 numaralı oda.

 - Lütfen.

 - İşte bu harika.

 Sen kafana göre çek git.

 Ortadan kaybol.

 Ya ben?

 Boşandık mı, ayrı mıyız?

 Hiçbir şey belli değil.

 - Birden bana ihtiyaç mı duydun?

 - Lily, gerçekten zor durumdayım.

 - Tehlikedeyim, anlıyor musun?

 - Tamam, Mike.

 Sakinleş biraz.

 Mantıklı konuşmuyorsun.

 Burada beni öldürmeye çalışan bir şey var.

 Hayır, Lily!

 Hayır, hayır, hayır!

 Bıçağım var!

 Çıkış yolu bu.

 Ya da bu taraf.

 Ya da bu taraf.

 Pekâlâ, çıkış yolu bu.

 Bayan, beni içeri alın!

 - Yardım edin!

 - Lütfen uyu artık.

 Lütfen uyu.

 - Bayan, içeri geliyorum!

 - Mike!

 Mike, yardım eder misin?

 Nereye kayboldun?

 Sigara almaya gitmiştim.

 Bir şey mi istiyorsun?

 Aman Tanrım!

 Gitmem lazım.

 California'ya gideceğim.

 Mike, bunu yapamazsın.

 Sana ihtiyacı var.

 O da bir evlat kaybetti.

 Bilineni söylemekte eşsiz bir yeteneğin var baba.

 Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun?

 Aklını başına toplaman için konuşuyorum.

 - Bana elini sürme ihtiyar!

 - Mike!

 Konuşmak mı?

 Bir ömürlük alışkanlığı değiştirmek de nereden çıktı?

 Yargılamakta üstüne yok ama asla destek vermezsin.

 Destek vermiyorum çünkü sen berbat bir yazarsın!

 Kahretsin!

 Kimse yok mu?

 Kevin O'Malley.

 Olamaz.

 Olamaz, hayır.

 Sana yardım edemem.

 Hayır!

 Geri dönmek güzel.

 Bu kadarı yeter.

 Alkol.

 Sadece odanın beklentilerinizi karşılayıp karşılamadığını merak ettim.

 Karşıladığını çok iyi biliyorsun!

 - Benden ne istiyorsun?

 - Hayır, hayır.

 Siz ne istiyorsunuz?

 Siz ne istiyorsunuz, Bay Enslin?

 - Odayı siz seçtiniz.

 - Sadece işti.

 Ben işimi yapıyordum.

 - Anlayamadım?

 - İşim!

 Ben bir yazarım.

 Tabii, doğru ya.

 Siz hiçbir şeye inanmazsınız.

 İnsanların umutlarını kırmayı seversiniz.

 Bu saçmalık!

 İnsanlar hayaletlere neden inanır?

 Eğlence için mi?

 Hayır.

 Ölümden sonra bir şeyler olduğu ihtimali için.

 Şimdiye kadar kaç ruhu kırdınız?

 O kadar acı çekti ki.

 Eminim şu an bize gülümsüyordur.

 Benden ne istiyorsun sen?

 Benden ne istiyorsun?

 Seni  Adi herif.

 Ne istiyorsun?

 Ne?

 Bana içkimi ver!

 Sen kazandın.

 Sen kazandın.

 Anne?

 İncil neden mor?

 Neden mor olduğunu bilmiyorum.

 Düğün hediyesiydi.

 Büyükannem onu Macaristan'dan getirdi.

 Bir gün senin olacak.

 Gideceğim yerde insanlar var mı?

 Sen hiçbir yere gitmiyorsun.

 Burada bizimle kalıyorsun.

 Baba   herkes bir gün ölür.

 - Ama yaşlanınca

- Çok yaşlanınca  Sonra daha güzel bir yere giderler.

 Çok güzel bir yerdir.

 Tüm arkadaşların oradadır.

 Tanrı da orada mı?

 Evet.

 Buna gerçekten inanıyor musun baba?

 Evet.

 Ne düşündüğümü biliyorsun.

 Daha fazlasını yapmalıydık.

 - Mike.

 Elimizden geleni yaptık.

 - Hayır yapmadık.

 - Direnmesine yardım etmeliydik.

 - Aman Tanrım.

 Kafasını cennet bulutlar, nirvana gibi saçmalıklarla doldurmak ne işe yaradı?

 O hikâyeleri seviyordu.

 Ben sigara almaya gidiyorum, tamam mı?

 Durumu tartmalıyız.

 Tango ışığında yıkanmış   Orpheum devresindeki Orpheus'u   doğru olarak tanımlamaya çalışıyorum.

 Bu öyle bir ışık ki   ölüleri mezarından çıkarıp tango yaptırır.

 Burası dokuzuncu kat.

 Tüm ışık ve sıcaklıktan arındırılmış   cehennemin en derin katı.

 Bu altı.

 Bu kahrolası beş.

 Galiba mantığını anlıyorum.

 Evet mantığını anlıyorum.

 Mike beni duyabiliyor musun?

 Michael ne cehennemdesin?

 Michael beni duyabiliyor musun?

 Tanrım.

 Şükürler olsun.

 Sana ulaşmaya çalışıyordum.

 - Polisi aradın mı?

 - Evet.

 Oteldeler.

 - Dolphin dememiş miydin?

 - Evet.

 - Emin misin?

 - Evet.

 Evet 1408 numaralı oda.

 Mike şu an 1408'deler.

 Oda boşmuş.

 Michael.

 Michael.

 Beni duyabiliyor musun?

 Michael hangi cehennemdesin?

 Maalesef bu havada kendimi ifade edemiyorum.

 Sakinleş tamam mı?

 Bir yolunu bulacağız.

 - Paniğe kapılma.

 - Burada ölmem gerekiyor.

 Michael kes şunu.

 Sen ölmeyeceksin tamam mı?

 Bir yere ayrılma.

 15 dakikaya orada olabilirim.

 15 dakika yeterli değil.

 - Çok geç olacak.

 - Hayır, çok geç olmayacak.

 - Lily.

 - Sakın 1408'ten  Aslında 15 dakika mükemmel.

 Mükemmel.

 Hadi hemen çık gel.

 - Güzel tamam.

 - Sana ihtiyacım var.

 Sen her zaman güvenebileceğim biri oldun.

 Katie öldüğünden beri çok fazla konuşmadığımızı biliyorum.

 - Ama sana ihtiyacım var tatlım.

 - Dur!

 Nette açıklayamam.

 Buraya gelip benimle konuşman gerek.

 Ben de seni özledim ama  Buraya geldiğinde kimseyle konuşma.

 Doğrudan 14. kata çık.

 - Kapıdan gir.

 - Kapa çeneni!

 Kapa çeneni!

 - Ölüm kalım meselesi tatlım.

 - Sakın odaya gelme!

 - Tamam.

 - Sakın odaya gelme!

 - Seninle Katie hakkında konuşmalıyım.

 - Sakın!

 Kapa çeneni!

 - Lily onu dinleme!

 - Tamam.

 Olur.

 - Bu bir tuzak.

 Buraya gelme!

 - Hemen geliyorum.

 Bebeğim.

 Bebeğim.

 Kayalıklara doğru gidiyor.

 Ölmek istemiyorum!

 Affet bizi Tanrım!

 Kaptanı kaybettik!

 Yeter!

 İyi misin, ahbap?

 Nefes alabiliyor musun?

 Hadi.

 Konuş benimle.

 Millet, bana yardım edin.

 Doktor Edwards, onkolojiye lütfen.

 Selam.

 Nasıl oldun?

 - Çıktım mı?

 - İyisin.

 İyisin.

 Yat, yat.

 Yat.

 Yat.

 İyisin.

 Hastanedesin.

 Hangi hastanede?

 New York'ta mı?

 New York mu?

 Hayır Los Angeles'tesin.

 Sörf tahtası kafana çarpmış.

 Hâlâ sörf yaptığına inanamıyorum.

 Buraya benim için mi geldin?

 Evet.

 Aradıklarında çok endişelendim.

 Hala en yakın akraban olarak görünüyorum.

 Tamam.

 New York'ta değilim.

 - Çıkmışım.

 - Neden sürekli bunu söylüyorsun?

 New York'taydım.

 Bir odada kapalı kalmıştım.

 Orada ölmek üzereydim.

 Kafkavari bir otelde.

 Adı Dolphin.

 45. caddeyle Lex'in köşesinde.

 - Oradan seninle konuştum.

 - 45 ve Lex mi?

 - Seni aradım.

 - Orayı hiç duymadım.

 Yakında iyileşirsin.

 Biraz dinlenmen gerek.

 Kazanmışız.

 600 papel.

 İnanılmaz.

 Neden burada yaşadığını anlıyorum.

 Neden gittin?

 Çünkü sana her baktığımda onun yüzünü görüyordum.

 Bence gayet açık.

 Rüyandaki oda senin alt benliğin ve bir sürü anıyı yüzeye çıkarttı.

 Bu senin için iyi.

 Ama bu, tavşanın yuvasına inmek gibiydi.

 Sarsılmıştım.

 Aklımı yitirecektim.

 Yemekten sonra beni hastaneye götürüp   sinir hastalıkları bölümüne yatırsan fena olmaz.

 Harika görünüyorsun.

 Burada seninle oturduğuma inanamıyorum.

 Bir de bana sor.

 İstediğiniz başka bir şey var mı efendim?

 Bir kadeh şarap daha alayım lütfen.

 Aynısından.

 Evet.

 Bir tekila daha alayım.

 Soğuk, duble.

 Hemen geliyor.

 Katie de oradaydı.

 Böyle bir şeyi hissetmenin nasıl olduğunu hayal edebilir misin?

 Yani onunla sanki iki gün önce konuşmuş gibiyim.

 Onunla konuştum, gördüm, dokundum.

 Evet.

 Her gece gözlerimi kapattığımda onu görüyorum.

 Evet ama o kadar gerçekti ki.

 Canlı gibiydi.

 - Bence bunu yazmalısın.

 - Katie'yi mi?

 Hadi canım.

 - Sen hep daha güçlüydün zaten.

 - Neden olmasın?

 Ciddiyim.

 Artık geçmişinle yüzleşmeye hazır gibisin.

 Kalır mısın?

 Üzgünüm.

 Tamam, bakalım.

 148 numara.

 148 buralarda bir yerde olmalı.

 İşte.

 Şurayı imzalayın lütfen.

 Teşekkürler.

 Merhaba dostum.

 Epeydir yoktun.

 Bu arada, son kitabını okudum.

 Neydi?

 "10 Perili Motel", değil mi?

 Bayağı korkunçtu.

 Görüşürüz.

 Kartpostal düşürdüm mü?

 - Ne?

 - Düşürdüm mü?

 Kartpostal.

 Hayır.

 Düşürsen görürdüm.

 Ama bulursam posta kutuna koyarım.

 Tamam mı?

 Fabrika sahibi kendini köprüden attı.

  köprüden attı.

 Odada yaşadıklarım korkunçtu.

 Çaresizlik ve tedirginlikten oluşan bir döngüydü.

 1408 tam bir kabustu fakat uyandığımda   kendimi bir şekilde yenilenmiş hissettim.

 Mikey mutlu gibisin.

 - Beni korkutuyorsun.

 - O kadar da değil   ama işim benden fışkırıyor gibi diyebilirim.

 Sanırım kendimi yeniden keşfettim.

 Bir tür kurgusal anı şeklinde.

 "Bir Kâbusun Otobiyografisi" Truman Capote ve H.

R. Giger karışımı.

 Ne dersin?

 Bayıldım.

 "Soğukkanlılık ve Uzaylılar" Seksi bir başlık.

 Bunu mezada koyup   savaş çıkarmak istiyorum.

 Ne zaman okuyabilirim?

 Sakin ol.

 Eli kulağında.

 Bitirir bitirmez okursun.

 Tamam Mike.

 Az laf, çok iş.

 Kahvem nerede kaldı?

 Ölüyorum burada.

 Teşekkürler.

 Merhaba baba.

 Nasılsın ihtiyar?

 Beni duyabiliyor musun?

 Sanmıyorum.

 Birkaç aydır gelmediğimin farkındayım.

 Ama yine de   bir uğrayıp durumunu görmek   ve iyi olduğumu söylemek istedim.

 Aslında fazla iyiyim.

 Lily ile tekrar görüşmeye başladım ve  Senin de seveceğini düşündüğüm   yeni bir kitap yazdım.

 İster inan, ister inanma.

 Michael.

 Baba.

 Michael.

 Evet.

 Pekâlâ  Hey, oraya park edemezsin!

 Çek arabanı!

 Acele postayla bir paket göndereceğim.

 Form bu mu?

 Yarın sabah New York'ta olması lazım.

 Üzgünüm bayım.

 Kapattık.

 Peki efendim.

 Çıkmıştım.

 O Katie mi?

 O Katie mi?

 Çıkmıştım.

 Çıkmıştım!

 Çıkmıştım.

 Lütfen, Tanrım.

 Çıktığımı biliyorum.

 Evet.

 Kapıyı aç.

 Tanrı bana Cehennem'in açık kapılarının   önümüzde ardına kadar açıldığını söyledi.

 Babacığım.

 - Babacığım.

 - Hayır.

 - Sen Katie değilsin.

 - Yardım et.

 - Lütfen.

 - Sen gerçek değilsin.

 Üşüyorum.

 - Sen Katie değilsin.

 - Çok üşüyorum.

 Seni seviyorum babacığım.

 Artık beni sevmiyor musun?

 Elbette seviyorum, canım.

 Gel bakalım buraya.

 Tuttum seni.

 Tuttum seni, Katie.

 - Tanrım.

 - Kalmama izin vermezler.

 - Verirler.

 - Kalmama izin vermezler.

 Hayır, hayır.

 Bir daha seni kimse götüremez.

 Seni sıkıca tutuyorum, Katie.

 Tanrım.

 - Asla bırakmam.

 - Beni seviyor musun, baba?

 Elbette seviyorum.

 Hem de her şeyden çok.

 Keşke yine birlikte olsak.

 Sen, ben ve annem.

 Olabiliriz.

 Olabiliriz.

 Kollarımdasın ya işte.

 Burada yanımdasın, bir tanem.

 Her şey yolunda, hiç merak etme.

 Hayır.

 Hayır.

 Onu ikinci kez alamazsın.

 Alamazsın.

 Yalvarırım, Tanrım.

 Onu alma.

 Lütfen.

 Hayır!

 Seni Alçak.

 Seni küçük  Neredesin?

 Nerede?

 Neden beni öldürmüyorsunuz?

 Çünkü bu otelin tüm konukları özgür iradenin tadını çıkarır, Bay Enslin.

 İsterseniz aynı saati tekrar tekrar yaşayabilir   ya da hızlı çıkış sistemimizden faydalanmayı seçersiniz.

 Bay Enslin?

 Çıkış yapmaya hazır mısınız Bay Enslin?

 Hayır.

 - Bu şekilde değil.

 - Anlıyorum.

 Bu arada az önce eşiniz aradı, Bay Enslin.

 5 dakikaya burada olacakmış.

 Onu doğruca yukarı göndereceğiz.

 Bununla ilgisi yok.

 Onu alamazsınız.

 Sizinle uğraşmaktan sıkıldım.

 Bu işi bitireceğim.

 Beş.

 Bu beş.

 Siren'i boş ver.

 Bu odadan ayrılsan bile  Bu odadan asla ayrılamazsın.

 Sekiz.

 Bu Sekiz.

 Arkadaşlarını öldürdük.

 Tüm arkadaşların artık ölü.

 Hayatım boyunca bencil biri oldum.

 Ama bu şekilde ölmeyeceğim.

 Madem batıyorum, sizi de yanımda götüreceğim.

 Hiçbiri gerçek olmayabilir.

 Hatta ben de olmayabilirim.

 Ama bu ateş   gerçek olmak zorunda.

 Canın cehenneme!

 Caddeye çıkın lütfen!

 Herkes kapıları açıp caddeye çıksın lütfen.

 Sakin olun.

 - Neler oluyor?

 - Bilmiyorum, hanımefendi.

 Biraz zaman alabilir.

 Bir şey oldu herhalde.

 Teşekkürler.

 Sessiz ol, pislik.

 Lütfen, bana yardım edin.

 - Sakin olun.

 - Kocam içeride.

 Kocam içeride.

 Ona yardım etmelisiniz.

 Ona yardım etmelisiniz.

 Yardım edin, lütfen!

 - Kaçıncı kat?

 - 14. kat, 1408.

 Mike Enslin.

 Lütfen, gelin.

 Boşa kürek çekiyorsun.

 Buraya hikâyemizi almaya geldik ve cesaretimiz kırılmayacak, değil mi?

 Dekor tamamen mahvoldu ve personel öfkeli.

 Ama korku ölçeğinde   Dolphin'e tam 10 kurukafa veriyorum.

 Asla yiyebileceğinden büyük lokma yutma.

 Baba, herkes bir gün ölür.

 Yüce Tanrım, kardeşimizi sana emanet ediyor   ve bedenini toprağa veriyoruz.

 Toprak toprağa döner, küller küllere, toz toza.

 Huzur içinde yatsın.

 Amen.

 Amen.

 Artık birlikteler.

 Gidelim.

 Bayan Enslin?

 Böyle hassas bir zamanda rahatsız ettiğim için özür dilerim.

 Eşinizi tanırdım.

 Dolphin'de çalışıyorum.

 Temizlik yaparken, eşinize ait bazı eşyalara rastladık.

 Hayır, teşekkürler.

 Bunlar kendisine ait çok özel eşyalar, hanımefendi.

 Belki siz  Hayır, lütfen.

 Onu bu şekilde hatırlamak istemiyorum.

 - Anlayacağınıza eminim.

 - Evet, elbette.

 Anlıyorum.

 Ama eşinizin çok harika bir şey yaptığını bilmelisiniz.

 O, boş yere ölmedi.

 Neden bahsediyorsunuz?

 Sayesinde oda bir daha açılmayacak.

 Anlaşıldı, yeter bu kadar.

 Bayanı boğma istersen.

 Zaten yeterince üzgün değil mi?

 İlk raundu etkili saldırganlığıyla korkunç Bay Olin kazanıyor.

 Kabul etmeliyim ki bir an için beni kandırmayı başarmıştı.

 Topla kendini.

 Gerçeklikten uzaklaşıyorsun.

 Babacığım.

 Artık beni sevmiyor musun?

 Elbette seviyorum, canım.

 Hem de her şeyden daha çok.

 Artık yanımdasın.

 Burada yanımdasın, bir tanem.

 Her şey yolunda.

 Seni sıkıca tutuyorum.

 Bir daha seni kimse götüremez.

 Babacığım?

 Babacığım!

 Babacığım!

 Babacığım!

 Babacığım!

 Babacığım!

 Babacığım!

 Evet.

 Elbette.

||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar