Print Friendly and PDF

Translate

Karanlığın Gölgesi (1973) Don't Look Now

|

 

 


110 dk

Yönetmen:

Nicolas Roeg

Senaryo:

Daphne Du Maurier, Allan Scott, Chris Bryant

Ülke:

İngiltere İtalya

Tür:

Dram, Korku, Gerilim

Vizyon Tarihi:

07 Mart 2003 (Türkiye)

Dil:

İngilizce, İtalyanca

Müzik:

Pino Donaggio

Oyuncular

    Julie   Christie

    Donald   Sutherland

    Hilary   Mason

    Clelia   Matania

    Massimo  o Serato

Özet

Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Gördüklerimizin gerçek olup olmadığını bilemeyiz, gördüğümüze göre en azından bizim için gerçektirler. Peki gördüklerimiz eğer bize gönderilmiş işaretlerse onları doğru okumayı biliyor muyuz?

 

Roeg'un Daphne du Maurier'den uyarladığı Büyü, sıra dışı bir hortlak hikâyesi gibi de algılanabilir, insan zihninin baskı altında kendi kendisine oynadığı bir oyun olarak da. Kızları boğularak ölmüş bir çift, adamın üstlendiği restorasyon işi için Venedik'e gider. Acılı anne geçirdiği travmayı atlatmak üzereyken âmâ bir kadının kehaneti yüzünden bir kez daha tedirginleşirler: Venedik'i hemen terk etmezlerse kocanın başına bir felaket gelecektir. Bu kehanete kulak asmayan adam bir süre sonra kırmızı giysili bir çocuk görmeye başlar.

Altyazı

Action Man dikkat et.

 Devriye ateş açıyor.

 Komutanın konuşuyor.

 Ölümcül saldırı.

 Öldürün.

 Ne okuyorsun?

 Christine'in bana sorduğu bir sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum.

 Eğer dünya yuvarlaksa donmuş yerler neden düzdür?

 Bu iyi bir soru.

 Aha.

 Ontario gölünün doğu kıyılarından batı kıyılarına doğru   3 derecelik bir eğim varmış.

 Yani donmuş su düz değil.

 - Hiçbir şey göründüğü gibi değil.

 - Galiba.

 Slide çerçevelerinin hepsini bir araya mı koydun?

 Hayır, kopyalarını kül tablasına koymuştum.

 Action Man devriyesi.

 Düşman göründü.

 Lanet olsun.

 Sorun nedir?

 Yok bir şey.

 Baba!

 Baba!

 Her şey çürümüş.

 Taşlar tütün gibi.

 Devam edeyim mi?

 Hayır, geç oldu.

 Bir gün sayalım Karım beni bekliyor.

 - Yarın San Nicolò'da görüşürüz.

 - Evet, tamam.

 Çok teşekkürler!

 Ciao.

 - Ne yapıyorsun?

 - Johnny'e mektup yazıyorum.

 - Ne yazdın?

 - Hiçbir şey.

 Bu sadece bir mektup.

 - Nasıl gitti?

 - Oh, Tanrım.

 Kazdıkça Bizans'tan daha fazlası çıkıyor.

 Bir taklidi restore ediyorum.

 Bu işi değiştirmemen inanılmaz bir şey.

 Yeterince bütçeleri yok.

 Ya taklit olanı restore edeceğiz ya da denize gömülecek.

 - Sen ne yazdın?

 - Baban St.

 Nicholas'ın  pencereleri üzerinde çalışmaya devam ediyor.

 Bu 16.

yy'dan kalma güzel bir kilise.

 Harika bir iş yapıyor.

 Restore ettiği pencerelerle orjinalleri arasındaki farkı anlatamam.

 Sana her ikisinin de slaytlarını göndermeye çalışacağım.

 Belki aradaki farkı söyleyebilirsin.

 Umarım arkadaşın Ellis bu dönem daha anlayışlı olur.

 Bu onun grup başkanı gibi bir şey.

 Jimnastik ayakkabıların için parayı mektupla gönderiyorum.

 Acıtırlarsa takviyeli tabanlı olanlardan satın al.

 Ayakları acıtmamak için özel yapılmışlardan iste.

 Bir başka sıkıcı mektup daha.

 Çok soğuk.

 Oh, canım!

 Gözüme bir şey kaçtı.

 Sonuna bir şey eklememi ister misin?

 Hayır.

 Neden ona kendin bir kart atmıyorsun.

 Burası çok soğuk oldu.

 Garson da yok.

 Garson!

 Bir süre ara vermem gerekiyor.

 Ne alırsın?

 Dün akşam yediğimden.

 - Elbette.

 - Hayır, tamam.

 Bu sabah piskoposu gördün mü?

 Çok özür dilerim.

 Afedersiniz.

 Bir şey mi oldu?

 Hayır.

 Gözüne bir şey kaçmış.

 sanırım gidip yardım etsem iyi olur.

 Afedersiniz.

 Belki size yerini gösterebilirim.

 Teşekkür ederim.

 Çok naziksiniz.

 Umarım kaba olduğumuzu düşünmüyorsunuzdur.

 Kaba mı?

 Neden?

 Yani, orada size baktığımız için.

 Biz biraz ürkütücü bakıyoruz.

 Buraya yaşamak için dışarıdan gelenlere, yani bilirsiniz.

 - Baktıysanız bile ben farketmedim.

 - Çok naziksiniz.

 - Hangi gözünde?

 - Sol gözümde.

 - Bırak yardım edeyim.

 - Nasıl yardım edebilirsin ki?

 - Deneyebilirim.

 - Oh, hayır!

 Jocelyn'in gözlerini az kalsın çıkarıyordun öyle değil mi?

 Belki ben yardımcı olabilirim.

 Oh, ne kadar da naziksiniz.

 Oh, tatlım.

 Kardeşim gördüğünüz gibi kör.

 Anlıyorum.

 Küçük siyah bir kum tanesi.

 Sanırım onu çıkardım.

 Evet.

 İşte burada.

 Çok teşekkür ederim.

 Tanrım!

 Bana kızımı hatırlatıyorsunuz.

 Oh, gerçekten mi?

 Yalnızca onun saçları daha koyu.

 Pekala, buyurun mendilinizi alın.

 Siz üzgünsünüz.

 Evet çok üzgünsünüz.

 Bunun için hiçbir neden yok.

 - Kardeşim medyumdur.

 - Bilmenizi istiyor  Onu gördüm.

 O sizin mutlu olduğunu bilmenizi istiyor.

 Küçük kızınızı gördüm.

 Kocanızla aranızda oturuyordu   ve gülüyordu.

 Oh, evet.

 Sizinleydi.

 Sizinleydi, canım!

 Ve gülüyordu!

 Rahatsız ettiysek üzgünüm.

 Parlak küçük bir yağmurluk giyiyordu.

 Ama gülüyordu.

 Çok gülüyordu.

 Olabildiğince mutluydu.

 Ona çok benziyorsunuz.

 Alnınız, gözleriniz  - Daha iyisin ya?

 - Evet.

 - Kocana haber vereyim mi?

 - Hayır, hayır, hayır.

 - Ben iyiyim.

 Sağolun.

 - İyi.

 Çok iyi.

 Lütfen beni biraz yalnız bırakın.

 İyi olacağım.

 Pekala, canım.

 Gerçekten  Gerçekten onu gördünüz mü?

 Oradaydı.

 O oradaydı.

 Bence haklıydın.

 Bunu hissettim.

 Yemeğini ısıtmaları için geri yolladım.

 - Üç numaralı yapıştırıcı epey işe yarıyor.

 - Oh, canım.

 - Kalkmalıyım.

 - İyi misin?

 Üzgünüm.

 - Sinyora!

 - Teşekkürler.

 Tamam öyleyse.

 - Burada yalnızca çocuklar var.

 - Burası en yakın hastane.

 - Nasılsın?

 - İyi.

 Bütün öğleden sonra onlarla oynadım.

 Doktorla konuştum.

 Christine bizimle birlikte.

 Christine öldü, Laura.

 - Christine öldü.

 - Elbette.

 Elbette.

 Biliyorum.

 Restorandaki iki kadını biliyorsun.

 Yemek yerken bize bakıyorlardı.

 Gözlerini bize diktiler.

 Çünkü Christine'in aramızda   oturduğunu gördüklerini söylediler.

 Bunlar bizim tanımadığımız insanlar.

 Dinle.

 Dinle!

 Bu kadınlardan biri kördü.

 Onu gören kişi o.

 Altıncı hisse sahip olanda o.

 Bana Christine'in kırmızı yağmurluğunu tarif etti.

 Dinle, ben çok iyiyim.

 Aylardır kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim.

 Çok iyiyim.

 İlaçlara ihtiyacım kalmadı.

 Çıldırmıyorum.

 Çok iyi hissediyorum.

 Doktor ne zaman ayrılmanı söyledi?

 İstediğim zaman.

 Yalnızca bayıldım.

 John, bana inanmanı isterdim.

 Gerçekten iyiyim.

 - Sonunda gerçekten iyiyim.

 - İnanıyorum.

 Görmek yeterli.

 Sana inanıyorum.

 Ayakkabılarını giy.

 - Çekilin!

 - Dur!

 Orada kal!

 Ama geçmeliyim!

 Burada bir cinayet işlendi!

 - Ne oluyor?

 - Bir cinayet.

 Durmalısınız.

 - Ne dedi, cinayet mi?

 - Evet.

 - Dur!

 - Ama geçmeliyim!

 Geçemezsiniz!

 Hemen durun!

 Ne yapıyorsun?

 Sola dön!

 Buradan geçemezsin.

 Sanırım burasıydı.

 Onunla olduğun yer burasıydı değil mi?

 Bu kilisede durmak istiyorum.

 Kapalı.

 Neden bu?

 Yalnızca dua etmek istedim o kadar.

 - Bu kiliseyi hiç sevmedim.

 - Ama ben sevdim.

 - Bozuğun var mı?

 - Evet.

 Onun için bir mum yakacağım.

 - Mumlar ne kadar?

 - Elli.

 Elimde elli yok.

 Belki altı tane yakarım.

 Teşekkür ederim, canım.

 Antonio Rizzo'nun 1490 yılında yaptığı Meryem resmi.

 Parmaklıklar da Rizzo'nun eseri.

 Motifin içindeki çiçeklere lütfen dikkat edin.

 Hepsi ünlü Venediklilerin.

 - Tanrım!

 Tanrım!

 - Seni kurnaz.

 Piskopos  Bir buçuk saat geciktin.

 Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına.

 Amin.

 Babamızın merhameti ve  sevgisi ve Kutsal Ruhun huzuru  seninle olsun.

 - Nasılsın, John?

 - Özür dilerim.

 Bu tamamiyle benim hatam.

 John'un yapabileceği bir şey yoktu.

 Günahlarını paylaşabileceğin bir kadın.

 Laura, çok daha iyi görünüyorsun.

 Gerçekten çok özür dilerim.

 Oh, lütfen.

 İşçiler beni kiliseye götürdüler.

 Çok büyük ilerlemeler kaydetmişler.

 Elden geçirilmesi gereken mozaikleri görmek ister miydiniz acaba?

 Çok zaman kaybettim.

 Şimdi, ne zaman birlikte yanıma geleceksiniz onu merak ediyorum.

 Eğer uygunsa Perşembe.

 Sizin için uygun mu?

 Sabırsızlıkla bekleyeceğim.

 Elimde parçaların birçok örneği var.

 Aşağıda da birçok sorunumuz var.

 Kiliseler Tanrı'ya aittir.

 Ama onları umursamıyormuş gibi görünmez.

 Başka öncelikleri var mı acaba?

 Dinlemeyi bıraktık.

 Sen Hristiyan mısın, Laura?

 Bilmiyorum.

 Hayvanları ve çocukları severim.

 Bu kilisenin azizi St.

 Nicholas   bilginlerin ve çocukların aziziydi.

 Çok ilginç bir bileşim, değil mi?

 Konuşmalıyız, John.

 Perşembe günü   odamda hazır bulunacağım.

 - Teşekkürler.

 Yapıştırıcı örneklerini de getireceğim.

 Havadaki asit tüm yapıştırıcıları kırıyor çünkü.

 Dinlemek için sabırsızlanıyorum.

 - Hoşçakalın.

 - Hoşçakalın.

 Hristiyan kilisesi ilişkin hiçbir fikri olmadığı izlenimine kapıldın mı?

 Bana Hristiyan olup olmadığımı sordu.

 Çünkü yüzüğünü öptün.

 Tanrı aşkına, bunu neden yaptın ki?

 Hoşçakal, Giorgio.

 Hayır, gerçekten.

 Senin  Senin piskoposun beni gerçekten tedirgin etti.

 Muhtemelen Tanrı'yı kusursuz hissettirmiyor.

 - Sinyor!

 - Hayır.

 - Anahtar!

 - Anahtar bende.

 Doğru.

 Yarın birkaç işe girişeceğim.

 Bu kadar gezinti yeter.

 Ne?

 Oraya yer ayırtmak zorunda olmadığından emin misin?

 Geçen gece olanların tekrarlanmasını istemiyorum.

 Neresi?

 Yemek yiyeceğimizi söylediğin yerden bahsediyorum.

 Evet, eminim.

 Bunu okuduğunda çok güleceksin.

 Ne yapıyorsun?

 - Ne söylediğini duyamıyorum.

 - Bağırıyorum.

 Hala duyamıyorum.

 - Ne yapıyorsun?

 - Banyo yapıyorum.

 Bu kez beni duydun.

 Yine fazlalıkların çıkıyor.

 Özellikle derinin çevresinde.

 Görüyor musun?

 Sadece 85 kiloyum.

 Abartılacak bir şey yok.

 İyi misin?

 Evet, iyiyim.

 Girin.

 - Temizlik yapabilir miyim?

 - Evet, evet.

 Sonra gelirim.

 Bayıldığım zaman kendimi yaralamamam bir mucize.

 Bilinçsiz beden, beynin yapabileceğinden daha hızlı tepki verir.

 Belki.

 Ağzının her yerinde diş macunu var.

 Yesene Bitiremiyorum.

 İşte bu.

 Bu dönmemizden çok önceydi.

 - Hayır, değildi.

 - Öyleydi.

 Değildi.

 Öyle mi?

 Sinyor, bu akşam burada yiyeceğinizi umuyorum.

 Hayır.

 Teşekkür ederiz, Bay Alexander.

 Bu akşam dışarıda yiyeceğiz.

 Çok fena.

 İyi geceler.

 - Teşekkürler.

 - İyi geceler  Eve gidebilirsiniz.

 Hey!

 Buraya gel.

 Sanırım yolu buldum.

 Bu köprüden daha önce geçmiştik.

 Aslında Venedik'te kaybolmak hiç umurumda değil.

 Şimdi eğer soldan ikinci yoldan girersek ve ilk ya da sol  Oh, evet.

 Sevimli karanlık bir sokak.

 - Evet, öyle - Hayır değil.

 - Evet, öyle.

 - Hayır değil.

 Haydi.

 Hayır, değil.

 Oh, fareler!

 Ben buradan çıkıyorum.

 Ben bu yeri biliyorum.

 İşte burası.

 Ponte Giretto!

 - Ne?

 - Burası!

 Hayır.

 Buldum  Neydi bu, John?

 Tamam.

 Buradaki gerçek dünyayı buldum.

 Haydi.

 - O da neydi?

 - Bir kanal faresi.

 Fare!

 Olduğumuz yerden köşeyi döndük.

 Nerede olduğumuzu şimdi biliyorum.

 - Hazır mısınız?

 - Yavaş!

 Yavaş!

 Evet.

 Daha yukarı.

 Güzel.

 İyi.

 - Hazır?

 - Hayır!

 Düşecek!

 Haydi!

 Haydi!

 Hazır mısınız?

 Merhaba!

 Sizi görmek çok şaşırtıcı!

 - Ben Bayan Baxter.

 - Evet, biliyorum.

 Benim kocam burayı restore ediyor.

 - Evet.

 - Evet, evet.

 - Bekle.

 - Tamam.

 - Dur!

 Bekle.

 - İyi.

 Evet.

 Evet.

 Biliyorum.

 Saçlarını hatırlıyorum.

 Açık renk ve ipek gibi.

 Gülerken onları geriye attı.

 Birdenbire mi öldü?

 Heather, bu yaptığın doğru değil.

 Hayır, benim için konuşmanın sakıncası yok.

 Neler olduğunu anlatacağım.

 Yalnızca gidip paltomu alacağım.

 Bekleyebilir misiniz?

 Hemen dönerim.

 Hayır, hayır!

 Oraya!

 - Evet, oraya.

 - Hayır, oraya!

 - Tamam.

 - Evet!

 - Öyle dur!

 - İşte.

 Bekle.

 Şimdi.

 Böyle tutacağım.

 Çek, çek!

 Pazar öğleden sonra.

 Öğle yemeğimizi henüz bitirmiştik.

 Eskiden sigara içiyordum.

 Ve sigaram yoktu.

 Garip olan neydi biliyor musunuz?

 John, birdenbire kalktı ve gölete doğru koştu.

 Sanki neler olduğunu anlamış gibi.

 Ama çok geçti.

 Çok da garip.

 - Evet, elbette.

 - Ne?

 Elbette.

 Onda bu yetenek var.

 Bu yüzden çocuk onunla konuşmayı denedi.

 Çünkü onda bu yetenek var.

 Kendisi bilmese bile, onda bu yetenek var.

 Bu yetenek olduğu kadar, bir lanet de.

 Bekle, bir düğüm var.

 Yavaş!

 Yana kaymış!

 Hiç ortada değildi ki.

 - İleri!

 Sola!

 - Tamam.

 İnsanlarla   bağlantı kuramazsınız, değil mi?

 Bu sık sık istenir.

 Elgin çevresinde oldukça ünlüdür.

 Hepsi bir sürü saçma sapan söz söylememi ve bedenim yoluyla konuşmayı istiyorlar.

 Ama altıncı his her şeyi gören Tanrı'nın bir hediyesidir.

 Bence onun yaratıklarını kendi eğlencemiz için   çağırmak saygısızlık.

 Bu benim eğlencem için değil.

 Kocanız işini bitirinceye kadar bizimle çay içer misiniz?

 Bir kaç dakika  Evet, çok isterim.

 Çok teşekkürler.

 Yapacak mısınız?

 Hiçbir şey için söz veremem.

 - Çok aptalca!

 - Yalnızca tanışmak istiyorlar.

 Hayır.

 İki nevrotik kadınla bu saçma sapan   söz seansına bulaşmaya hiç niyetim yok.

 Olanları unutma ve kendime hakim olmak için   çaba harcıyorum.

 Burada beni anlamak zorundasın.

 Bana acı veren bu boşluktan kurtulmak için   sonunda ne yapacağımı bu kadınlarla keşfettim.

 Saçma sapan söz seansı için onlar da aynı şeyi düşünüyor.

 - Aynı sözlerle aynı şeyi düşünüyorlar.

 - Eminim öyledir.

 Yalnızca yardım etmek istiyorlar.

 Hepsi bu.

 - Laura, onları görüp  - Ona ulaşmaya çalışacak.

 Tamam, Laura.

 Bu kadar yeter.

 Şimdi beni dinle.

 Seni dinledim.

 Çocuklara istedikleri yerde oynayabileceklerini söyleyen sendin.

 - Onun göl kıyısına gitmesine izin verdin.

 - Bunun için teşekkür ederim, Laura.

 Onun için hayatını verebileceğini söylemiştin.

 - Ama bunu yapamazsın.

 - Tanrım!

 John, bizimle bağlantı kurmak istiyor.

 Belki affetmek için.

 Gidebilirsin.

 O deli kadınlara gidebilirsin.

 Kurbanlarını buldular.

 Alın.

 Bunu için.

 Whiskey.

 Teşekkür ederim.

 Gerçekten gerek yok.

 Tamam.

 Çocuğum, tamam.

 Bir kaç dakika içinde dönerim.

 İşte buradasın.

 Neredesin?

 Buradayım.

 Oh, çocuklar.

 Kime bakıyorsun?

 Gömleğinin kollarını kıvırmış bir çocuk var.

 - Yaşını söylemek zor.

 - Evet, evet.

 O Anthony.

 Ve yanındaki üniformalı olan Charles.

 - Sonra üç tane de kız var.

 - Evet.

 Sonra Angus var.

 - Küçük bir büst var.

 - Evet.

 Çok güzel.

 Evet.

 Çok kibar bir çocuktu.

 Oh, içkinize dokunmamışsınız.

 Angus'a mı bakıyordunuz?

 Ailenizin resimlerine bakıyordum.

 Harika görünüyorlar.

 Birini kaybetmek insanı sarsar.

 Ama iki kişi daha kaybettim.

 Anlıyorsunuz, değil mi?

 Ölen birinin yerini kimse tutamaz.

 Pekala.

 Tamam.

 Tamam.

 Bacakların üstüste mi?

 Evet.

 Işıkları kapatın.

 - Burada ne yapıyorsunuz?

 - Ben İngiliz'im.

 - İngiliz'im.

 Burada ne yapıyorsunuz?

 - Kimsiniz?

 - İngiliz'im.

 - Ben İngiliz'im.

 - Burada ne oluyor?

 Röntgenci!

 Ne söylüyor?

 Ne söylüyor?

 Ne söyledi?

 Ne söyledi?

 Senin için korktum.

 İyi olduğumu söyledim.

 Ben gözetledim.

 Lanet olası kızkardeşler!

 Ne kadar içtin?

 Benim için korktun mu?

 - Kusmayacaksın, değil mi?

 - Hayır.

 Merak etme.

 - Hasta olacaksın.

 - Hasta falan olmayacağım.

 John, dinle.

 Heather, kör olanı.

 o gerçekten bir medyum.

 Altıncı hissi var.

 Yani orada olsaydın kesinlikle anlardın.

 Bu gerçekten garipti.

 İnanılmaz bir transa geçti gerçekten.

 - Konsantre olmaya çalış.

 - Dinle, John.

 Sen burada   Venedik'te kaldığın sürece   hayatının tehlikede olduğunu söyledi.

 - Şimdi gidip kusacağım.

 Yerinde olsam oraya asla gitmezdim.

 On yılımı çöpe atamam.

 Bence Venedik'ten gerçekten ayrılmalıyız.

 O bizi uyardı.

 O, Christine'di.

 Bizi uyarmaya çalışıyordu.

 Buradan ayrılmalıyız, John.

 John, ne dediğimi duyuyor musun sen?

 O, Christine'di.

 Kızımızdı.

 Benim kızım öldü, Laura.

 O lanet mezardan çıkıp   bize mesajlar getiremez!

 Christine öldü!

 O öldü.

 Öldü.

 Öldü.

 Öldü.

 Öldü!

 Hasta olduğumu mu düşünüyorsun?

 Eğer hastaysam  Dr.

 Jamieson'ı görmeliyim.

 Belki öyle.

 Belki yakında İngiltere'ye geri dönmeliyim.

 Belki bu kadınlar beni etkiliyor.

 Belki onları görmemeliyim.

 İstediğin bu, değil mi?

 Belki ilaçları almaya tekrar başlamalıyım.

 Orada, masanın üstünde.

 Orada.

 İşte.

 Al.

 Belki bir kaç hafta izin alabilirsin.

 Alabilir misin?

 Gerçekten yapabileceğini düşünüyor musun, John?

 Tamam, Laura.

 Tamam.

 Alo?

 Kim o?

 - Tanrı aşkına saat kaç?

 - Alo?

 Santral?

 - Santral?

 - Saat kaç?

 Santral?

 Santral?

 Nereden aranıyor?

 İngiltere'nin neresi?

 Alo.

 Bay Baxter siz misiniz acaba?

 John Baxter, evet.

 Tamam.

 Ben Anthony Babbage.

 Ben Porton Okulu'nun müdürüyüm.

 Evet, doğru.

 Sizi bu saatte aradığım için çok üzgünüm.

 Saatiniz kaç?

 Yani oranın saati kaç?

 Tamam.

 Telefonunuzu   Londra'daki arkadaşlarınızdan aldım.

 Aramamın nedeni küçük bir kaza oldu.

 Oğlunuz Johnny.

 Şu anda sağlık evinde ve emin ellerde.

 Ancak müdüre en kısa zamanda  Alo, Bay Baxter.

 Ben Mandy Babbage.

 Zavallı küçük Johnny.

 Kaza yangın tatbikatında oldu.

 Endişelenecek bir şey yok.

 Bilmeniz gerektiğini düşündük.

 Evet.

 Tamam.

 Onlara yarın ilk uçakla geleceğimi söyle.

 Ne dediniz?

 Karım sabah orada olacağını söyledi.

 Ever.

 Çok naziksiniz, Bayan Babbage.

 Teşekkür ederim.

 Evet.

 İyi geceler.

 İyi sabahlar.

 Hoşçakalın.

 Venedik'ten ayrılmaktan kastım buydu.

 Onlar haklıydı.

 İşte gördün.

 İşte gördün.

 Bana Alitalia'yı bağlar mısınız?

 Tamam, öyleyse havaalanını bağlayın.

 Saat kaçta açıyorlar?

 Oh, Tanrım!

 Teşekkür ederim.

 İyi geceler!

 Sevgilim, iyileşeceğinden emin olduğunu söyledi.

 Ama öyle değil!

 Bunu biliyorsunuz.

 Sizden bir yıl daha başka bir iyilik istemeyeceğim.

 Bana bunu yaparsınız doğru şeyi yapmış olacaksınız.

 Bir charter seferi bulduk.

 Kalan son yeri aldık.

 Harika.

 Şimdi biletlerle ilgili konuşuyor.

 - Piskoposa sormayı unutma.

 - Neyi?

 Dün akşam konuştuğumuz şeyi.

 İngiltere'de bir süre kalmamızı.

 - Oh, tamam.

 Üç hafta iyi mi?

 - Ne kadar olursa olsun.

 Çünkü gerçekten buna ihtiyacımız var.

 Buradan uzaklaşmalıyız.

 - Ona bugün söyleyeceğim.

 - Şimdi benimle gel.

 Olur mu?

 Bu gece beni ara.

 Hafta sonu ben de gelirim.

 Adı Bayan Baxter.

 Kaça mal olacak?

 10 dakika içinde mi?

 10 dakika içinde.

 Riva Schiavoni'den mi?

 Teşekkürler.

 Sen bir dostsun.

 Tekne Riva Di Schiavoni'den   on dakika içinde kalkıyor, Bay Baxter.

 Bay Baxter?

 Geri dönecek misiniz?

 Kapatıyoruz çünkü.

 Bu sabah her şeyi toparlayacağım.

 Buna inanamıyorum!

 - Günaydın.

 Ben John Baxter.

 - Bana Otelden söylediler.

 Johnny'i benim için öp.

 Seni bu gece ararım, tamam mı?

 Bu çok önemli!

 Kutsal Bakire ve İstanbul Patriği.

 - Evet.

 - Anlattığı öykü  Güzel.

 Teşekkürler.

 Onu ben keşfettim ve derhal incelettim.

 Kilisenin temeli ile ilgili  - Merhaba, John.

 - Günaydın.

 Nasılsın?

 Günaydın.

 Üzgünüm ama bu kilise benim için çok şey ifade ediyor.

 Hepiniz çok çalıştınız.

 - Mozaikler bunlar mı?

 - Evet, bu sabah geldiler.

 Bir sorun mu var?

 Oğlumuz bir kaza geçirmiş.

 Laura, onu görmek için bu sabah 4:00'te Londra'ya uçtu.

 Sizin için dua edeceğim.

 Oh, o iyi olacak.

 Laura'nın   Christine öldüğünden beri sorunları var.

 Sen de onunla gitmeliydin.

 Mozaikleri görebilir miyim?

 Elbette.

 Bunlar mükemmel.

 Bu şirket, 200 yıldır ailem için çalışır.

 Bunları eşleştirebilirler mi?

 Oh, elbette.

 Karşılaştırabilir miyim?

 Aşağı indirin!

 Yavaş!

 Evet, iyi.

 O ipi al.

 Tutar!

 O ipi al!

 Sıkı tut!

 Onu alın!

 Beni korkuttu!

 Anneciğim!

 Böylesini hiç görmemiştim!

 - Bir sigaraya ihtiyacım var.

 - Evet, evet.

 Biraz oturmak ister misiniz?

 Hayır, biraz yürüyeceğim.

 Sizinle birlikte yürüyebilir miyim?

 Buyurun.

 Babam bu şekildeki gibi bir düşme sonucu ölmüştü.

 - Gerçekten mi?

 - Evet.

 İnanılmaz.

 Ne o?

 Karım, beni tehlikede olduğum konusunda   uyarmıştı.

 Uyardı mı?

 Bu  Bu sanki bir  Bir kehanet gibi.

 Keşke kehanetlere inanmak zorunda kalmasaydım.

 İnanıyorum.

 Ama keşke zorunda kalmasaydım.

 Ne oldu?

 Bir ceset bulduk.

 Umarım bu, başka bir cinayet değildir.

 Gitmelisiniz.

 - Evet.

 - Onu tutun.

 Biraz daha yakına.

 Onu çevirmeyin!

 Dikkat!

 Bağışlayın.

 Bu öğleden sonraya kadar bekledik  Pronto!

 Piskoposun arabası gelip eşyamı alacak.

 Teşekkür ederim.

 Müdür nerede?

 - Bay Alexander.

 Bayan  - Bay Baxter.

 Ben sanırım, bakın, sezonun sonu anlarsınız, değil mi?

 Bu benim tatil günüm.

 Karım geri döndü mü acaba?

 - Signora mı?

 - Evet.

 Karım buraya döndü mü?

 Geri mi?

 Ama bu sabah gitti.

 Hayır, hayır.

 Onu şimdi Büyük Kanal'da gördüm.

 O buraya döndü mü?

 Uçağı mı kaçırdı?

 Hayır, size buraya dönüp dönmediğini soruyorum.

 Hayır, sinyor.

 Biz kapalıyız.

 Kapalıyız.

 Anne!

 Daha tabelayı asmadın mı?

 Biz tabelayı asıyoruz, ama yine de geliyorlar!

 - Bagajım gitti mi?

 - Evet.

 - Karımı görmedin, değil mi?

 - Hayır.

 Evet.

 Böyle.

 Evet.

 Hazır.

 Müfettiş 87 numaralı odada.

 - Oda 87.

 - Evet.

 Umarım yararı olur.

 - Teşekkür ederim.

 - Hoşçakalın.

 Merhaba.

 Oturun, Bay Baxter.

 - Bu karınız mı?

 - Evet.

 Bunlar da çizimler.

 Nasıl görünüyor?

 Sanırım bunlardan onları tanıyabilirsiniz.

 Yıllar gitgide kadınları birbirine benzetir, bilirsiniz.

 Bunu biliyordunuz, değil mi?

 Yaşlı insanlar çürür ve her biri benzer hale gelir.

 Kadınlar da hep aynı görünür.

 Bunu hiç düşünmemiştim.

 Polis ressamlarının becerisi   yaşayan birini ölü gibi göstermekten ibaret ne yazık ki!

 Avrupa'da daha uzun süre kalacak mısınız?

 Hayır, kış çalışması bugün bitti.

 Şimdi, bana başından itibaren anlatın lütfen.

 Karım bu kadınlarla   bundan birkaç gün önce tanıştı.

 Ve bunlardan kör olanı   ölen kızımız Christine'i gördüğünü iddia etti.

 Christine'in mutlu olduğunu söyledi.

 Karım bayıldı.

 Ve sonra kendine geldiğinde tamamen değişmişti.

 Mutluydu.

 Ölümü kabul etmişti.

 - Tamamen kendine geldi.

 - Kavga ettiniz mi?

 Kavga mı?

 Hayır, ben  Evet.

 Ben onu korumaya çalışıyordum.

 Bu hiçbir işe yaramadı.

 Çünkü onları görmeye gitmişti.

 Dün gece gitti.

 Sonra geri geldi.

 Yattıktan sonra, İngiltere'den bir telefon aldık.

 Oğlumuz İngiltere'de bir okula gidiyor.

 Okuldan birileri arayıp onun bir kaza geçirdiğini söylediler.

 Karım uyarıldığını söylemişti.

 Ben de onu ilk uçakla İngiltere'ye gönderdim.

 Ve onun gittiğini gördüm.

 Yani, onu tekneye bindirdim.

 Onun 8:30'da gittiğini gördüm.

 Havaalanını aradınız mı?

 Evet.

 Uçak doluydu.

 Tek bildiğim de bu.

 Lütfen, devam edin.

 Sonra onu gördüm.

 10:30 ile 11:00 arasında bir teknedeydi.

 Ben o sırada bir vapurdaydım.

 O, iki kadınla birlikteydi.

 Bu ne demek, Bay Baxter?

 Bir türlü anlayamıyorum.

 Eğer Venedik'teyse tabii ki sizinle bağlantı kurardı.

 Yapabilirse tabii.

 Neden korkuyorsunuz?

 Bir katil serbestçe dolaşıyor ortalıkta.

 Karım sağlıklı bir kadın değil.

 Evet.

 Evet, elbette.

 Ben düşündüm ki  Başka şeyler de olabilir.

 Hayır, başka bir şey yok.

 Karım bu kadınlardan bir şey aldı.

 Doktorların ona veremediği bir şey   benim de veremediğim.

 Onun ihtiyacı olan bir şey.

 Bu yüzden onlarla gitti.

 Nereye mi?

 Bilmiyorum.

 Ben dün gece dışarıdaydım.

 Onlarda yaşadıkları yerde yani pansiyondaydılar.

 Buraya gelmeden önce onları aramaya gittiğimde   ortadan kaybolmuşlardı.

 Ve şimdi karınız onlarla.

 Endişelenmek için neden tek bir noktaya bakıyorsunuz?

 Benimle konuştuğunuz için teşekkür ederim Bay Baxter.

 Çok memnun oldum.

 Tamam.

 Ben Palazzo Vendori'de olacağım.

 Bana yardım etmenizi istiyorum, Bay Baxter.

 Tekrara bakın.

 Pansiyonu tekrar arayın.

 Bu bana yardımınızın   gerçekten işe yardığını hissettirecek.

 Ama ben nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.

 Onları en son gördüğünüz yerden başlayabilirsiniz.

 - Tamam.

 - İyi şanslar.

 - Teşekkür ederim.

 - Neresi demiştiniz?

 San Nicolo di Mendicoli.

 Ah, evet.

 Pronto?

 Sabbione?

 Sinyor Baxter'i San Nicola kilisesinden izleyin.

 Merhaba?

 Orada kimse var mı?

 - Ah, merhaba Sinyora.

 İngilizce biliyor musunuz?

 - Hayır.

 İki yaşlı bayan  Kızkardeşler  - Bir  - Nina!

 - Merhaba, Sinyora.

 İki  İngilizce biliyor musunuz?

 - Hayır.

 İki yaşlı hanım  Kızkardeşler.

 Bir  Ne deniyor?

 Öyle.

 Evet?

 - Ah!

 Gelin.

 - İskoç bayanlar.

 - Bu sabah gittiler.

 - Yanlarında bir kadın vardı.

 Evet.

 Karım.

 Gelin - Ama neredeler?

 - Gittiler.

 - Ama nereye?

 - Bugün gittiler.

 Bu odayı istiyor musunuz?

 Ben mi?

 Hayır, teşekkür ederim.

 - Nereye?

 - Bilmiyorum.

 Siz?

 Hayır.

 Teşekkür ederim, Bay Baxter.

 - Kimsiniz?

 - Sabbione, Cinayet Masası.

 Burada değiller.

 Evet, çok güzel.

 Çok güzel.

 - Evet, Sinyor?

 - Bekleniyorum.

 -Adınız?

 Bay Baxter.

 Evet, elbette.

 Şu anda misafirleri var.

 Gidip ona burada olduğunuzu söyleyeyim.

 Sağolun.

 Efendimiz, Sinyor Baxter geldi.

 - Tıbbi sonuçlar geldi mi?

 - Evet Efendim.

 - Oh, rahibe  - Birazdan gelecek.

 İngiltere'yle bir telefon konuşması yapmalıyım.

 Çok acil.

 - Telefonu kullanabilir miyim?

 - Tabii ki, Bay Baxter.

 - Bu formu doldurmanız gerekiyor.

 - Teşekkürler.

 İşte telefon.

 - Bu düğmeye basın.

 - Evet.

 Bayan Babbage?

 Ben John Baxter.

 - Merhaba, Bay Baxter.

 - Merhaba.

 Aramanıza çok sevindim.

 Ben de size ulaşmaya çalışıyordum.

 Sanırım hatlarda ya da başka bir şey yüzünden, bilemiyorum, bir sorun çıktı.

 Ama Johnny kesinlikle çok iyi.

 - Bu çok iyi - Sapasağlam.

 Bu sabah başağrısı ya da başka bir şikeyeti olmadan ayağa kalktı.

 Son derece formunda.

 Doktor, dışarıda oynamasına izin verdi.

 Şu an dışarıda oynuyor.

 Bunun beyin sarsıntısı olduğunu bile düşünmüyorum.

 Çünkü Johnny, burada olan bütün şeylerin tam olarak farkında.

 Bu harika.

 Görünüşe göre  Dikkat etmeleri gereken şeylerden biri de bu.

 Sanırım siz karınızla konuşmak için aramıştınız.

 - Nasıl?

 - İşte burada.

 - Ne?

 - Merhaba, sevgilim.

 Ne?

 - Laura?

 - Johnny'nin çok iyi olması çok komik, değil mi?

 Doktor çok iyi olduğunu söyledi.

 Kesinlikle hiçbir şeyi yokmuş.

 Yalnızca alnında küçük bir şişlik var.

 Pekala, her şey yolunda mı?

 Sen neredesin?

 Ben Alberto'dayım.

 Beni dinle, 9:00 uçağına bineceğim.

 Tamam mı, canım?

 Ne kadar sürer bilmiyorum ama akşam yemeğini geç yiyebiliriz.

 - Seni Venedik'te gördüğümü sandım.

 - Her şey yolunda.

 John, ben çok iyiyim.

 Laura, bugün seni gördüğümü sandım.

 Seni o iki kadınla birlikte gördüğümü sandım.

 Gördüğümden de emindim.

 Pekala, endişelenme tatlım.

 Uçuş numarasını buldum.

 Ayrıca  - Laura, sen neredesin?

 - Porton'dayım, John.

 Johnny'le az önce çay içtik.

 Saat 11:00 gibi orada olurum.

 Bekle biraz kalem alayım.

 Alberto'da olacaksın, değil mi?

 Ve ben de oraya geleceğim.

 - Tamam.

 Bekleyeceğim.

 - Orada görüşürüz.

 Saat 11:00 gibi oradayım.

 Tamam mı?

 - Evet.

 - John, tamam mı dedim?

 Evet.

 Tamam.

 - Tamam mı?

 - Evet.

 Seni seviyorum.

 - Hoşçakal.

 - Hoşçakal, canım.

 İsa Mesih  kalbini ve ruhunu doğru yola yöneltsin.

 Amin.

 John, sen iyi misin?

 Evet, iyiyim.

 Affedersin, Alberto.

 Sanırım  Benim yapmam gereken bazı işlerim var.

 - Telefonunu kullanabilir miyim?

 - Elbette.

 Buraya geldiğin için seni suçlamıyorum.

 Ben de olsam aynı şeyi yapardım.

 Vedalaşmak için Johnny'le görüşmek ister misiniz, Bayan Baxter?

 Hayır, ben zaten hoşçakal dedim.

 Bayan Baxter, sanırım bu pek fazla uzun sürmez.

 Oh, evet.

 - İyi akşamlar.

 - İngiliz hanımlar nerede?

 Yukarda.

 Wendy?

 Cevap ver.

 Benim, John Baxter.

 Laura'nın kocası.

 Wendy'e ne oldu?

 O nerede?

 Bilmiyorum.

 Onu bulacağım.

 - Siz iyi misiniz?

 - Ben neler olduğunu bilmiyorum.

 - Diğeri nerede?

 - İngiliz Konsolosluğunda.

 Çok kızmıştı.

 Kardeşiniz İngiliz Konsolosluğuna gitti.

 Evet, ama saatler geçti.

 Şimdi saat 9:30.

 Bu odayı bilmiyorum.

 Eve gitmek istiyorum.

 Otele dönmeliyim.

 Burası polis karakolu.

 Burada kalmak istemiyorum.

 Ne kadar üzgün olduğumu anlatamam.

 Zannediyorum, bir yanlış anlaşılma oldu.

 Evet, bizi otelden aldılar.

 Tutuklandık.

 Sonra buraya getirdiler.

 - Ve bize karınızı sordular.

 - Biliyorum.

 Ben gerçekten üzgünüm.

 Ve sizi otelinize geri götüreceğim.

 Oh, evet, evet.

 Lütfen.

 Acaba  - Oh, buyurun.

 - Kolunuza  Görüyorsun değil mi?

 Böyle bir yerde gürültüleri anlayamıyorsun.

 Affedersiniz.

 Ben sadece  Tamam önemli değil.

 Siz sadece beni geri götürün.

 Signora Baxter?

 - Başka eşya?

 - Hayır.

 Barberigo ile mi yollarsın?

 -Evet.

 - Tamam.

 İngilizce biliyor musunuz?

 - Biraz.

 Venedik'in en sevdiğim yanlarından biri   benim için yürümenin çok güvenli oluşudur.

 - Basamağa dikkat edin.

 - Teşekkür ederim.

 Görüyorsunuz sesler değişik.

 Kanala geldiğinizde   sesler duvarlarda çok net yankılanıyor.

 Kardeşim bundan nefret eder.

 Bu çok kötü.

 Kardeşim sanki   bu kentin   bir partiden arta kalan çöplerle dolu   misafirlerininse tümünün ölmüş ya da buradan gitmiş olduğunu söylüyor.

 Çünkü   gölgeler onu korkutuyor.

 Neredeyse geldik.

 Evet.

 Milton bu kenti sevmişti.

 Bunu biliyor muydunuz?

 Hayır.

 Çok ilginç.

 Bu doğru yol, değil mi?

 Palazzo di Conte Barbarico?

 Bu yanlış yol.

 Sizi Signor Baxter'a götüreceğimi söylemiştim.

 Şu anda polis karakolunda.

 Yolumuzun üzerinde yani.

 Pisi, pisi, pisi.

 Onları tutmaya çalışıyorum.

 Venedik'tekiler çok yabani.

 Kedileri sever misiniz, Bay Baxter?

 Oh, evet.

 Onları çok severim.

 Ama onlar beni pek sevmez.

 - İşte otele geldik.

 - Teşekkür ederim.

 - Evet, işte bakın bunlar sallanan kapılar.

 - Oh, evet.

 - Hatırladım.

 - Şimdi onları açık tutayım.

 Bir erkeğin olması çok güven verici.

 Değiştirdiğimiz oteller Wendy'nin söylediği gibi fırsatçıydı.

 Üstelik kirliydi.

 - Basamağa dikkat edin.

 - Teşekkür ederim.

 - İşte anahtar, Bay Baxter.

 - Teşekkür ederim.

 - Oda 307.

 -307, tamam.

 Evet, işte burası.

 Neredeydin?

 Karakoldan çıktığını söylediler.

 Wendy, dönmüşsün.

 Bay Baxter, benimle ilgileniyordu.

 - Oh, gerçekten mi?

 - Evet.

 Polis karakolunda kısa bir süre kaldı.

 Bence en iyisi onu biraz dinlendirmeniz.

 - Yani karınızı buldular.

 - Evet.

 - Ben o zaman bu durumda  - Bay Baxter her şeyi açıkladı.

 Size bir kadeh viski ikram edebilir miyiz, Bay Baxter?

 - Bir süre kalır mısınız, lütfen?

 - Olabilir.

 Jessie için ayırdığımız minyatür şişeler var.

 Yarın ayrılıyoruz.

 Uçağımız ayarlandı.

 - Fotoğrafları çıkarttın mı?

 - Masanın üzerinde duruyor.

 Hayır, hayır.

 Sağolun.

 Bir bardak su yeterli.

 Gidip getireyim.

 Oturun, Bay Baxter.

 Teşekkür ederim.

 Orayı   kolaylıkla bulabileceksiniz.

 Merak etmeyin.

 Teşekkür ederim.

 Teşekkür ederim.

 - Ona gerçekten benzemiyor.

 - Hiç fark etmez.

 Lütfen, fotoğrafınızı alın.

 Ne?

 Tanrım.

 Çok teşekkür ederim.

 Yardımınız için sağolun.

 Hoşçakalın.

 Güle güle.

 - Oh, teşekkür ederim.

 - Farklı çoraplar giyiyorsun.

 Giysilerimin üzerine koymuşsun.

 Biliyorum.

 Yalnızca sana söylüyorum.

 - Çok teşekkür ederim.

 - Bütün gün mü giydin?

 - Gitsem iyi olur.

 - Bay Baxter'ın gitmesine izin verme.

 Bekle.

 Bekle!

 Sizin için bir şey yapabilir miyim?

 Hoşçakalın, Bay Baxter.

 Bir şeyi yok.

 Biz gayet iyiyiz.

 Bekle.

 Bekle.

 - Onu geri getir.

 - Tamam.

 Lütfen!

 Lütfen!

 Gitmesine izin verme!

 Lütfen!

 Onu geri getir!

 Gitmesine izin verme!

 Lütfen!

 Gitmesine izin verme!

 Geri getir!

 Geri getir!

 Onu geri getir!

 Geri getir!

 Onu geri getireceğim!

 Bay Baxter!

 Bay Baxter!

 - Merhaba.

 John burada mı?

 - Çabuk  - Çabuk gelin.

 - Ne oluyor?

 Tanrım!

 Ne oldu?

 Böyle mi?

 - Bayan Baxter, lütfen geçin.

 - Bu Heather mı?

 - Bu Bayan Baxter.

 - Nerede o?

 Onu bulamadım.

 Christine.

 Christine'i gördüm.

 - O gitti.

 - Onu bulup uyarın.

 Onu bulmalısınız.

 Onu uyarmalısınız.

 - Sana buradan ayrılmanı söyledi.

 - Ne demek istiyorsunuz?

 Ama nereye gitti?

 - Nerede o?

 - Sana Venedik'ten ayrılmanı söyledi.

 Sana buradan ayrılmanı söyledi.

 - Dikkat et!

 Dikkat et!

 - Bekle!

 Laura!

 Bayan Baxter!

 Buraya gel!

 Tekneye!

 Yukarı!

 Hayır, tekneye!

 Bekle!

 Bekle!

 Pis canavar!

 Seni yakaladığımda öldüreceğim!

 Nereye?

 Tut onu!

 Koş!

 Seni pislik!

 Tamam.

 Her şey yolunda.

 Ben dostum.

 Geliyorum.

 Tamam.

 Tamam.

 Ben dostum.

 Sana zarar vermeyeceğim.

 Haydi.

 Sevgilim!

 Bekle.

 - Hayır!

 - Bekle  Laura!

||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar