Oxford Cinayetleri (2008) The Oxford Murders
| |
104 dk
Yönetmen:Álex de la Iglesia
Senaryo:Álex de la Iglesia, Jorge Guerricaechevarría,
Guillermo Martínez
Ülke:İspanya, İngiltere, Fransa
Tür:Suç, Gizem, Gerilim
Vizyon Tarihi:27 Mart 2009 (Türkiye)
Dil:İngilizce
Müzik:Roque Baños
Web Sitesi:Resmi site [es]
Oyuncular
Elijah Wood
John Hurt
Leonor Watling
Julie Cox
Jim Carter
Özet
Elijah Wood'u, İspanyol yönetmen Alex de la Iglesia'nın uzun
zamandır beklenen İngilizce polisiye filmi "Oxford Murders"ta
başrolde izleyeceğiz.”
Yüzüklerin Efendisi" serisinin yüzük taşıyıcısı Elijah
Wood yeni filminde Oxford cinayetlerini araştıracak.
Wood, Oxford'a giden bir öğrenciyi canlandırıyor. Yaşadığı
yerde işlenen bir cinayetten sonra işler karışınca, cinayetleri 'Sherlock Holmes
stiliyle' mantık ve matematik sembolleri kullanarak çözmeye çalışıyor.
Altyazı
İleri.
İleri.
O ne?
Bir asker.
- Ne?
Ölü mü?
- Hayır, efendim.
Bir şeyler yazıyor.
Tekrar söyle.
Bir şeyler yazıyor,
efendim.
Not defterine bir şey
yazıyor.
Adam delirmemişti.
Etrafında vızıldayan şarapnel parçalarına rağmen yazıyordu, çünkü
bekleyemezdi.
O deftere yazdığı
şeyler sonraya bırakılamayacak kadar önemliydi.
Kelimeler zihninde
şekillendiği anda yazmak zorundaydı.
Bir saniye bile
geciktiremezdi.
Hayatını tehlikeye
atacak kadar önemli olan şey neydi?
Diğer askerler gibi
ayağa kalkıp koşması gerekirken orada
durmuş ne yazıyordu?
"Tractatus
Logico-philosophicus".
20. yüzyılın en
önemli kabul edilen felsefi çalışması.
Ludwig
Wittgenstein isimli bu asker düşünce
sınırlarını yeniden belirledi.
Çözmek istediği
tek bilmece, aslında şuydu: Gerçeği bilebilir miyiz?
Tarih boyunca tüm
düşünürler, kimsenin aksini ispat edemeyeceği
mutlak gerçeği aradılar.
İki kere ikinin
dört etmesi gibi.
Wittgenstein
gerçeğe ulaşmak için matematiksel mantık kullandı.
Evrensel bir dil
olmasından öte, sonucuna insanın etki edemeyeceği kadar kesin başka ne olabilir?
Yavaş ama hatasız
bir metotla birbiri ardına denklemler kurarak ilerledi.
Ve nihayetinde şu korkunç
sonuca ulaştı: Matematik dışında kesin bir gerçek yoktu.
Mutlak gerçeğe ve
insanoğlunun cevap aradığı sorulara ışık
tutacak kesin kanıtlara ulaşmanın bundan başka hiçbir yolu yoktu.
İşte o noktada, felsefe
ölmüştür.
Çünkü "
Konuşamadığımız durumlarda sessizliğimizi
korumak zorundayız."
Lütfen ona dokunmayın.
Bu bir şifreleme
makinesi.
Sadece bir kopya.
Orijinali Londra'da İmparatorluk
Savaş Müzesinde.
Bu şekilde geldiğim
için kusura bakmayın.
Kapı açıktı.
Elbette açıktı.
Gerçekten, bu
bacaklarla, ayağa kalkıp seni
karşılamamı beklemiyordun, değil mi?
Ben Martin.
Yeni misafir öğrenci
olmalısın Sanırım.
- Bu fotoğrafta
yanınızdaki kişi - Evet.
Turing, Alan
Turing.
Enigma şifrelerini
çözen kişi.
Savaşı onun
sayesinde kazandık.
Zavallı adam.
Garip bir şekilde
öldürüldü.
Zehirli bir
elmayla.
Pamuk Prenses gibi.
Peki ya soldaki
adam?
Kocam, Harry.
Harry Eagleton.
Kesirli ölçüler
kavramını geliştirdi.
Nobel ödülü bile
alabilirdi ama politikacılara yağ çekmeyi sevmezdi.
Ne onlara ne de
başkasına.
Fazla arkadaşı
yoktu.
En azından bir
tane vardı.
Arthur Seldom.
Zavallı çocuk.
Zamanını Harry'nin çalışmalarına yardımcı olarak
geçirirdi.
Yemeğe bile gitmeyip formüller
üzerine çalışırdı.
Eagleton'un doktora
tezi, mantıksal sayı dizileriydi.
- 1960 yılıydı, değil
mi?
- Bakıyorum da,
dersine çalışmışsın.
Arthur Seldom
hakkında her şeyi öğrendim.
Aslında Bayan
Eagleton, onun yüzünden buradayım.
Oxford'da demek
istiyorum.
Demek istediğini
biliyorum.
Seldom çok özeldir.
Yıllar boyunca aldığı
her ödül, her teşekkür benim için bir
gurur kaynağı oldu.
Dikkat et, anne.
Yoksa sırrın açığa
çıkacak.
Ne sırrı?
Babam öldükten sonra onunla
evlenmek istemiştin.
Bunu nasıl
söyleyebilirsin?
Bu doğru değil.
O benim bir kardeşim
gibiydi.
Elbette, çünkü daha
fazlası olamazdı.
Beth.
Şüphesiz Profesör
Seldom bir dahiydi.
Ama bir konuda diğer
erkeklerden farkı yoktu.
Genç kızlardan
hoşlanırdı.
Beth, hayatım, diline
hâkim olabilir misin?
Hiç değilse bir
süreliğine?
Üzgünüm anne.
Böyle konuştuğumuza
bakma, iki yaşlı bakire gibiyizdir.
Teşekkürler anne.
Bu gerçek bir
iltifattı.
Affedersiniz.
Siz Birkaç hafta önce kiralık oda için faks
göndermiştim.
Misafir öğrencimiz.
Neden ona odasını
göstermiyorsun?
Keşke bir smokin giyseydim.
Harika görünüyorsunuz.
Kızımın bugün bir
konseri var, hepsi bu.
- Konser mi?
- Sheldonian'da çello
çalıyorum.
- Yerel bir amatör
orkestra.
- Evet.
Londra Senfoni
Orkestrası değiliz.
Çelloya bayılırım.
Ben de.
Belki de bunun için son
günlerde ona sarılıyorum.
Beth.
Lütfen.
Delikanlıyı
korkutuyorsun.
Anne.
Kızımın taliplileri
uzun süre ortalıkta dolaşmazlar.
Oldukça zor bir
karakterdir.
Kapıda nöbet tutan
yaşlı bir kadın varsa, bu daha da zorlaşıyor.
Sana karıştığımı mı
ima ediyorsun?
Hayır, anne.
Sen sadece beni
koruyorsun, değil mi?
Elbette.
Anneme göre eğer bir erkek İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamamışsa ona güvenilmez demektir.
Kızım biraz
bunadığımı düşünüyor.
Ama haklı olduğumu da
biliyor.
Naziler, o lanet
olası şifreleme makinesinin çarklarını her gün değiştiriyorlardı.
Her seferinde
şifreleri tekrar çözmek zorundaydık.
O günlerde
bilgisayarlar yoktu.
Tüm hesaplamaları
elle yapardık.
O zamanlar çok genç
olmalısınız.
Artık gitmem
gerekiyor.
Kelime oyununu sever
misin?
Evet.
Çalışma odanız burası.
Rahat edeceğinizden
eminim.
Mükemmel.
Bu arada, teziniz
için bir uzman düşünmeniz gerekiyor.
Aslında düşündüğüm
biri var: Arthur Seldom.
Aileniz mi?
Evet.
Amerikan tarzı.
Sahile yakın mı?
Pek sayılmaz.
Burası çöl.
Arizona'da.
Aslında, artık benim
evim.
Gerçekten mi?
Çok sevimli.
Neyse tüm çalışmalar ortaktır.
Oda arkadaşınız da sizin
gibi farklı bir ülkeden.
İyi anlaşacağımızdan
eminim.
Bu arada Profesör Seldom artık sadece araştırmacı
olarak çalışıyor.
Biliyorum, ama
tezimde danışmanlık yapabileceği söylenmişti.
Bunu size kim söyledi?
Bir faks gelmişti İşte.
Anlıyorum.
Üzgünüm ama Bayan
Keeman fazlaca iyimser davranmış.
Ayrıca artık burada çalışmıyor.
Ama bir yolu olmalı.
Belki onunla konuşursam Konuşmakta serbestsizin.
Elbette.
Ama sizi uyarmalıyım.
Profesör Seldom ihtiyaçlarınıza pek cevap veremeyebilir.
Eğer bana sorarsanız size çalışmalarınıza daha gerçekçi
yaklaşmanızı öneririm.
Kadromuzda
çalışmalarınızı çok iyi anlayabilecek birçok
harika eğitmen bulacağınızdan eminim.
- Hırsını duvarlardan
çıkartma.
- Duvarlar mı?
Bana duvardan
bahsetme.
Bu şehirde sadece
duvarlar var.
Kusura bakma, sadece
biraz ter atıyordum.
En azından ev
ödevinde işe yarıyorlar.
Bunlar mı?
15 yıllık çalışmadan kurtulmaya
çalışıyorum.
Topun sektiği yer ve
raketin topla buluştuğu yüksekliğe göre
koşmam gereken yeri hesaplamaya çalışıyorum.
İşi kolaylaştırıyor.
Bak.
Gördün mü?
İşe yarıyor.
Evet, peki ya bir
kişiye karşı oynayacak olursan?
O zaman değişkenler
artıyor ama yine de hesaplamalar işe
yarayabilir.
Lütfen.
Bana biraz zaman ver.
Hesaplamalarımı
gözden geçirmeliyim.
Peki.
Yendiğin için
teşekkürler.
Tek başına mı ter
atmak istiyorsun yoksa arkadaş ister misin?
Çarşamba, aynı saatte?
Tamam.
Bu kez düzgün bir raket
getir.
İşini kolaylaştırır.
Tamam.
Bakıyorum da, buraya
hemen ısınmaya başlamışsın.
Elimden geleni
yapıyorum.
Arthur amca devre
dışı kaldığına göre belki tezinde
yardımcı olur.
- Bir şey yapılamaz
mı?
- Hayır.
Ve annemin onunla
konuşmasını istemeyi unutabilirsin.
Böyle bir şey
istemeyecektim.
Bizim evi tesadüfen
seçtiğine inanmamı mı bekliyorsun?
Hayır, tesadüfen
değildi.
Hiçbir şey
tesadüfen olmaz.
Annenle tanışmak
istemiştim, bu doğru.
Ama asla onu
kullanmayı düşünmedim.
Özür dilemene
gerek yok.
Hedeflerinin
peşinden koşanları severim.
Senin gibi
olabilmeyi isterdim.
Pek bir şey
kaçırmıyorsun, inan bana.
Gerçekten mi?
Başka bir ülkeden tek
başına buraya geliyorsun ve hiç vakit
kaybetmeden bir kız arkadaş buluyorsun.
İki olmasını
umardım.
En azından bu
konuşmaya kadar.
Sadece bu değil.
Mutlusun.
Yüzüne bakınca bu
anlaşılıyor.
Olmaya çalışıyorum.
Bunu nasıl
yapıyorsun?
Çok kolay.
Kendini hayatın
akışına bırak.
Peki, ya durum
kötüye giderse?
Hata yapmak, bir
şey yapmamaktan iyidir.
Fırsatı kaçıracağıma,
denemiş olurum.
Bende işe yarıyor.
Denemelisin.
Bir dakika.
Bunun ilgini
çekeceğini düşündüm.
Seldom ayın 24'ünde
son kitabı hakkında konferans verecek.
İşte sana fırsat.
Mutlak gerçeğe ve insanoğlunun cevap
aradığı sorulara ışık tutacak kesin
kanıtlara ulaşmanın hiçbir yolu yoktu.
İşte o noktada, felsefe ölmüştür.
Çünkü " Konuşamadığımız durumlarda sessizliğimizi korumak zorundayız.”
Sanırım biri yine de konuşmak istiyor.
Görünen o ki, Wittgenstein ile aynı fikirde
değilsiniz.
Bu da demek oluyor ki, ya Tractatus iddialarını
çürüteceksiniz ya da bizimle
paylaşacağınız bir kesin gerçeğiniz var.
Pi sayısına inanıyorum.
Kusura bakma, seni pek anlayamadım.
Neye inanıyorum demiştin?
Altın Oran'daki Pi sayısına.
Fibonacci Sayıları.
Tabiatın özü matematiktir.
Gerçekliğin ardında gizli bir anlam var.
Varlıklar bir şekli, bir şemayı bir mantı
zincirini izlerler.
Küçük bir kar tanesi bile yapısında sayısal bir temel barındırır.
Bu nedenle
eğer sayıların sırlarını ortaya çıkarabilirsek gerçeğin gizli anlamını da çözebiliriz.
Etkileyici.
Bunları kraliyet diline tercüme edersek kendimizi matematiğin büyüleyici ve karşı
konulmaz cazibesine kaptırırız ve
sayıların, gerçeğin içinde saklı olduğunu anlarız.
Yine de, bu yeni bir şey değil.
İnsanoğlu madde ile düşünceyi bağdaştıramayacağını
anlayınca düşünceler üzerine çeşitli
görüşlere yöneldi.
Çünkü soyut şeylerin sadece kendi beynimizde
oluştuğunu bir türlü kabul etmek
istemeyiz.
Kar tanesinin büyüleyici güzelliği ve ahengi.
Ne kadar güzel.
Bir kelebek
kanatlarını çırparak dünyanın
başka bir yerinde kasırgaya sebep olabilir.
Bu lanet olası kelebeği yıllardır duyuyoruz.
Ama şimdiye dek kim bir kasırgayı tahmin
edebilmiş?
Hiç kimse.
Söyler misin Kanserin neresinde güzellik ve ahenk var?
Neden bir hücre bir anda ölüm yayan bir metastaza dönüşüp sağlıklı bir bedendeki tüm hücreleri yok
ediyor?
Bilen var mı?
Hayır.
Çünkü kar tanesi ve kelebeği düşünmeyi tercih
ederiz.
Acıyı savaşı veya o kitabı değil.
Neden?
Çünkü hayatın bir anlamı olduğunu düşünmeye
ihtiyacımız var.
Olan her şeyin mutlaka bir mantığı vardır.
Ve tesadüflere yer yoktur.
Eğer 2, 4 ve 6 yazarsam, daha sonra 8
geleceğini bildiğimiz için rahat ederiz.
Bunu öngörebiliriz.
Kendimizi kadere mahkûm görmeyiz.
Ne yazık ki, buna rağmen bunun gerçeklikle bir ilgisi yoktur.
Öyle değil mi?
Bu sadece
korkudur.
Üzücü ama
böyle.
Sen Martin olmalısın.
Nihayet karşılaştık.
Ama anlamadım,
gidiyor musun?
Evet, gidiyorum.
Yanılmışım.
Hem de çok yanılmışım.
Sanırım işler
istediğin gibi gitmedi.
Hayır, gitmedi.
Kesinlikle gitmedi.
Umarım bu ani
kararının Profesör Seldom ile ilgisi
yoktur.
Oxford'da haberler
çabuk yayılıyor.
Burası küçük bir
dedikodu köyü.
Neyse, sanırım büyük
bilgeyle ters düşmüşsün.
Kendi devrinin en
iyisiydi ama şimdi sadece kitap satmaya
çalışıyor.
Tam bir Seldom
hayranısın, ha?
Odama onun
fotoğrafını asmıştım.
Seni de mi reddetti?
Ondan yardım
isteyeceğime, kendimi camdan aşağı atarım.
Onunla veya
kitaplarıyla hiçbir işim olmaz.
Magazin dergilerini
tercih ederim.
Taksi!
Merhaba.
İstediğiniz kitabı
bulduk.
İşte.
Lanet olsun!
Burada ne arıyorsun?
Burada yaşıyorum.
Senin mazeretin nedir?
Eski bir dostumu
ziyarete geldim.
Olanlar için kusura
bakmayın.
Boş ver, saçma şeyler
söyledim.
Konferansta aşırıya
kaçmış olabilirim.
Sadece dikkatinizi
çekmek istemiştim.
Bunu başardın.
24 Eylül 1993.
Oxford polis
merkezinden Dedektif Petersen.
Bayan Julia Eagleton cinayetinin
soruşturması.
İfadene göre sen ve Profesör
Arthur Seldom cesedi aynı anda fark
ettiniz.
Evet, odaya birlikte
girdik.
Profesör Seldom'un öğrencilerinden
biri misin?
Hayır.
- Onun için mi
çalışıyorsun?
- Hayır.
Neden orada birlikte
olduğunuzu açıklayabilir misin?
Hayır.
Aslına bakarsanız
açıklayamam.
Onu görünce ben de
çok şaşırdım.
Yani, tamamen tesadüf
mü?
Görünüşe göre tamamen
bir tesadüf.
Peki, Profesör
Seldom'u ilk kez orada mı gördün?
Aslında hayır.
Bu sabah verdiği
konferansına katıldım.
Ona birkaç soru
sordum.
Ne tür sorular?
Matematikle ilgili
sorular.
Öğleden sonra Bayan
Eagleton'un evine gitmem tesadüf eseri
değildi.
Gittim, çünkü katil
gitmemi söyledi.
Katil sizi uyardı mı?
Evet, konferans
sırasında bir not aldım.
Ne yazıyordu?
Sadece bir cümle: "Serinin
başlangıcı.”
Büyük harflerle
yazılmıştı.
Ve altında da Bayan Eagleton'un adresi.
Ve saat.
Görebilir miyiz?
Hayır.
Neden?
Çünkü onu çöpe attım.
Çok önemli bir kanıtı
çöpe mi attınız?
Evet, açıklamama izin
verin.
Konferanstan sonra bir kaç kitap imzaladım.
İşim bitince eve
gittim.
Ve o zaman adresin
bana hiç yabancı gelmediğini fark ettim.
Ama açıkçası ben böyle bir şeyin olabileceği aklımın ucundan
bile geçmemişti.
Oraya gittiğim zaman
çok geçti.
Polisi aramalıyız.
Haklısın.
Ara onları.
999.
Alo.
Bir ölümü rapor
edeceğim.
3, Cunliffe yolu.
Yaşlı bir kadın.
Teşekkürler.
Sence ne olmuş
olabilir?
Bilmiyorum.
Dışarıda beklemeliyiz.
Hiç bir şeye
dokunmamalıyız.
Aslında telefonu bile
kullanmamalıydım.
Gördüğün her şeyi
hafızana yerleştirmeye çalış.
Şu an çok önemli.
Olay olduğunda
Scrabble oynuyormuş.
Tek başına mı
oynuyordu?
Harf istekalarının ikisi
de onun önündeymiş.
Öldürüldüğünü mü
düşünüyorsun?
Başka bir seçenek
göremiyorum.
Bunu kim yaptıysa uyuduğu
sırada yastıkla onu boğmayı planlamış.
Uyanınca, karşı
koymuş.
Daha sıkı bastırmış, belki
iki elini kullanarak.
Burnunu kırmış, bu
yüzden kanamış.
Veya bir kadın da
olabilir.
Kuvvet almak için dizini
kullanmıştır.
Katil, yastığı
kaldırıp kanı görünce yastığı halıya
düşürmüş ve her şeyi olduğu gibi
bırakmış.
Muhtemelen korkmuş.
Konferanslarıma konu
olan kitabımda, maalesef seri
cinayetlerle mantıksal dizileri karşılaştırmıştım.
Kitap basıldıktan
sonra onlarca saçma sapan mektup aldım.
Bundan dolayı o notu hiç
önemsemedim.
Onu yok ettiğinizden
emin misiniz?
Onu sokaktaki çöp
kutusuna attım.
Nerede?
Sheldonian
Tiyatrosu'nun yakınlarında.
Scott, kontrol et.
Belki hala oradadır.
Çöp toplayıcılar
çoktan geçmişlerdir.
Fark etmez.
Gerekirse çöp
arabalarına da bakarız.
Başka bir şey var mı?
Dikkatini çeken başka
herhangi bir şey?
Yazının altında elle çizilmiş bir daire vardı.
Kusursuz bir daire.
O da siyahtı.
Yaklaşık bu boyutlarda.
Aşağı yukarı.
Bir daire mi?
İmza gibi mi?
Hayır, bunun bir
sembol olduğunu düşünüyorum.
Mantıksal dizilerin
ilk sembolü.
Cehaletimi mazur
görün.
Herhalde mantıksal
dizilerin öğretildiği gün okulda
değildim.
Bir mantıksal dizi birbirlerini belli bir kuralla izleyen
sayılardır.
Mesela: 1, 2, 3, 4 Ya da çift sayılar: 2, 4, 6, 8 Ya da tabii ki Fibonacci dizisi.
Fibonacci?
12.
yüzyıl matematikçisi.
Her sayı, kendinden
önceki iki sayının toplamıdır.
1, 1, 2, 3, 5, 8 gibi.
Bakın, ben hala bu
dizilerle cinayet arasında bir bağ göremiyorum.
Kitabımda, gerçek
hayatta işlenen seri cinayetlerin mantıksal
dizilerle uyuşmadığı teorisini öne sürdüm.
Genel olarak, seri
katilin izlediği yol kaba, tekdüze ve tekrarlayıcı
bir yapıdadır.
Bu sebeple olaylar, mantıksal
değil, psikolojiktir.
Yani katilin sana bir
şeyler kanıtlamak istediğini mi düşünüyorsun?
Ne yazık ki, evet.
Böyle olduğunu
düşünüyorum.
Katil, yanıldığımı
kanıtlamak istiyor.
Daha zeki olduğunu ve beni yenebileceğini göstermek istiyor.
Her nasılsa Bayan
Eagleton ile arkadaş olduğumu öğrenmiş ve
ondan başlamaya karar vermiş.
Peki ya bu daire?
Bunu nasıl
açıklayabilirsin?
Daire, bir mantıksal
seri için harika bir başlangıçtır.
Sınırsızlığı temsil
eder.
Ya da başka bir şeyi.
Yani, bunu, başka bir
cinayetin izleyeceğini mi düşünüyorsunuz?
Korkarım, evet.
Ve eğer bunu
zamanında çözemezsek fazlası da
olabilir.
Pekâlâ, şimdi bu
bölümdeki bazı notaları değiştireceğiz.
Onun her an
ölebileceğini biliyorduk ama bu şekilde
değil.
5 yıl önce doktorlar
ona 6 ay ömür biçmişlerdi.
Beth'in güzel bakımı
sayesinde uzun bir süre daha yaşadı.
Sanki Tanrı'nın bir
lütfu gibi.
Belki de katil bu
yüzden onu seçti.
Ne demek istiyorsun?
Eğer entelektüel bir
şeyler ortaya koymak istiyorsa amacı
herhangi birini öldürmek bile olmayabilir.
Belki de mümkün
olduğunca az zarar vermek istiyordur.
Ölmek üzere olan
birini seçer.
Muhtemelen Bayan
Eagleton'un durumunu biliyordu.
Her hafta St Joseph
Hastanesi'ne gidiyordu.
Oradan hastalığı
hakkında bilgi alıp, Bayan Eagleton'u kurban
olarak seçmiş olabilir.
Devam et.
Eğer burnunu
kırmasaydı doğal bir ölüm gibi
görünecekti.
Böylece bir tek sen
farkında olacaktın.
Polis işin içine
karışmayacaktı.
Gizli bir meydan
okuma olarak kalacaktı.
Katil, katil olarak
görülmeyecekti.
Gayet mantıklı.
Sence bundan sonra ne
yapacak?
Sanırım daha dikkatli
olmaya çalışacak.
Cinayet olduğu
anlaşılmayacak bir cinayet işleyecek.
Fark edilemeyecek bir
cinayet.
İzninle.
Affedersiniz baylar,
Bayan Eagleton'la önce ben konuşmak istiyorum.
Sakıncası yoksa
haberi ona ben vereyim.
Teşekkürler.
Şimdi Do Si bemol ve Do diyez ver.
Affedersiniz, herkes
dikkat ediyor mu?
Evet, tamam Şimdi Do, Si bemol ve ve Do diyez var.
Hayır, hayır.
Sol, Si bemol ve Do.
Pekâlâ.
Küçük bir ara verelim.
Polis cesedi senin
bulduğunu söyledi.
Affedersin Beth, gerçekten
çok üzgünüm.
Benden tüm detayları hatırlamamı
istediler Sorun değil.
Anlıyorum.
Tüm bu yaşananlar, senin
için çok zor olmalı.
İki saat boyunca
sorguladılar.
Gerçi mantıklı, ne de
olsa bir numaralı şüpheli benim.
Sana böyle mi
söylediler?
Hayır, söylemelerine
gerek yok.
Bundan karlı çıkanın
ben olduğumu anlamak için dedektif olmaya gerek yok.
Ona yıllar boyunca
baktın.
Bana Seldom söyledi.
Beş yıl.
Beş yıl boyunca onun
ölmesini beklemek.
Zalimce düşündüğüm
için bağışla ama bunu isteyebilecek tek
kişi benim.
Her sabah, ne zaman
kendine ait bir hayatın olacağını düşünmek nasıldır bilir misin?
Onu yüzüstü
bırakamazdım, o benim annem.
Kanser hastasıydı,
birkaç ay içinde ölmesi bekleniyordu.
Bakmaya mecbur
kaldığın bir insanın ölmesini istersin hatta
bunun gerçekleşmesi için şeytani şeyler bile düşünürsün.
Düşüncelerin yüzünden
kendinden nefret edersin.
İçten içe çürümek
gibi.
Beth, endişelenmene
gerek yok.
Seldom bir not almış.
Biri olacaklar
konusunda uyarmış.
- Ve yeni bir
cinayetle tehdit etmiş.
- Kim?
Kimse bilmiyor.
Beni morga götürüp
cesedi gösterdiler.
Gözleri hâlâ açıktı.
Bunu düşünme.
Bu gece odamda uyuyabileceğimi
sanmıyorum.
Burada seninle
kalsam, olur mu?
Çok üzgünüm.
Üzülme.
Önemli değil.
Hakkımda ne
düşünmüşsündür.
Çok utanıyorum.
Beth, lütfen.
Gitme.
Tebrik ederim.
Seldom'la birlikte
gazeteye çıkmışsın.
Dikkat çekmek için yaşlı
kadını öldürür müydün?
Yavaş ol biraz!
Arkadaşın çok şanslı.
Çevresindekiler hep
ölüyor ama ona bir şey olmuyor.
Bilmiyor musun?
Otuz yıl önce, dördü
birlikte seyahate çıkıyorlar.
Sen neden
bahsediyorsun?
Bayan Eagleton'un
kocasıyla Seldom'un karısı ölüyor.
Bil bakalım sürücü
kim?
Ve şimdi yaşlı kadın
da öldü.
Üçü gitti, biri
yaşıyor.
Bu Bayan Scarlet Ve şu anda yemek odasında.
Katilin yemek
odasında saklandığını biliyoruz, değil
mi?
Kurban bir yastıkla
öldürüldü.
Ama madem yastığımız
yok bu küçük bıçağı kullanacağız.
Şimdi ben diyorum ki Bayan
Scarlet yemek odasındaki bıçaklı
katildir.
Ne düşünürsün?
"İpucu",
okuldaki derslerim arasında yoktu.
Çok yazık.
Polis akademisinde
okutulması öneriliyor.
Gazetelerde Beth en
önemli şüpheli olarak görünüyor.
Ama polis gerçeği
biliyor.
Affedersin, kâinat
mantık şampiyonuyla konuştuğumu unutmuşum.
Teşekkürler.
Polis ve sen gerçeği
ortaya çıkarmanın mümkün olduğunu düşünüyorsunuz.
Prensipte, kesin
gerçekler ışığında doğru düşünürsen doğru
sonuca ulaşırsın, böyle değil mi?
Bugünün Çarşamba
olması kadar kesin.
Peki şöyle dersem: "Tüm
Britanyalılar yalancıdır?
" Doğru mu, yanlış mı yoksa ispatlanması imkânsız mı?
Pekâlâ.
Kabul edilmiş
gerçekliğe uygun olmasına rağmen doğruluğu
ispatlanamamış matematik formülleri vardır.
Kanıtlanamayan
iddialar.
Kesinlikle, Gödel'in tamamlanamamış
teoremi.
Yani, matematiksel
gerçeklik dünyasında bile ispatlanması
imkânsız şeyler var.
Evet, ama buradaki
mesele o değil.
Ama bir olayın gerçek olmasıyla ispatlanabilir olması çok
farklı şeylerdir.
Tüm gerçekleri
bilmeden, asla emin olamayız.
Küçük bir ayrıntı
bile her şeyi değiştirebilir.
Katilin yemek
odasında bıçakla saklandığını hatta
Bayan Scarlet'in cinayetin işlendiği sırada
odada olduğunu bilsek de ve bıçağın
üzerinde onun parmak izleri olsa bile yine
de katilin o olduğunu kesin olarak söylememiz imkânsız bir şeydir.
Yapma, bu%99'luk bir
olasılık demek.
Bu kesin bir gerçek
değil, bu sadece bir tahmin.
Sözüne güvenilir bir
şahit olursa ya da kendimiz görürsek kesin
gerçeklikten bahsedebiliriz.
Ben kendi gözüme
güvenirim.
Yorum yok.
Cisimler burada,
burnumuzun dibinde.
Bu kaplama taşı.
Var ve gerçek.
Bunu da mı
çürüteceksin?
Yapamazsın.
Emin misin?
Heisenberg pek emin
değildi.
Fizikçi mi?
Pekâlâ, Naziler için
atom bombası yapmaya çalışmıştı ama ünü
buradan gelmiyor.
Nedir bu, sınav mı?
"Heisenberg'in
Belirsizlik İlkesi".
Bingo.
Bayan Scarlet şimdi
bir elektron, tamam mı?
Ve sen ona anahtar
deliğinden bakıyorsun ya da bir
"Partikül Hızlandırıcı'dan" Ve ona her bakışında Bayan Scarlet görünüşünü veya pozisyonunu değiştirecektir.
Çünkü ona dikkatle
baktığın için, atom yapısı değişecektir.
Buna ne diyorsun peki?
Oyunlarla kafamı
karıştırmaya çalışma.
Beth bir elektron
değil, Bayan Eagleton da öyle.
Yani, adli
soruşturmaların, fizik ve matematikten daha
güvenilir olduğunu mu düşünüyorsun?
Kanıtlar ve itiraz
edilemeyecek gerçekler var.
Tanrı aşkına!
Şu lanet olası şeyi biraz
susturur musun?
Ne yazık ki, polis not
kâğıdını bulamamış.
Sonuçta, elimizde kanıt
sayılabilecek bir şey yok.
Hem de hiçbir şey!
Düşünsene, eğer o
psikopat bundan sonra cinayet
işlemekten vazgeçerse Beth katil ilan
edilecek.
Kime bu kadar
kızdığını öğrenmek isterdim.
Kendime.
Gazetelerdeki
haberleri okudum.
Seni suçlamıyorlarmış.
Ve işin en kötüsü Bu utanç verici ama zavallının ölümü
sayesinde Arthur Seldom'la yemek yedim.
Önceleri varlığımdan
bile habersizdi.
Ama şimdi Yani olanlar için çok üzgünüm.
Ama aynı zamanda,
yemin ederim mutlu olmadan edemiyorum.
Hayatımda kendimi hiç
bu kadar iyi hissetmemiştim.
Seldom'la geçirdiğim
bir saat, başkasıyla geçireceğim bir ömre bedel.
Öyle mi?
Şey İnsan samimi duygularından utanmamalı.
Bundan emin misin?
Evet.
Benimle bir saat
geçir.
İçecek bir şey ister
misin?
- Hayır.
- Harika.
- İyi misin?
- Evet, ya sen?
Ne oldu?
Hiçbir şey,
affedersin.
Seldom'un kitabı.
Senin bu kitabı
okumuş olman çok ilginç.
- Matematik okuyan
bir hemşire.
- Aslında tam olarak
değil.
Beni ilgilendiren,
yazarıydı.
Kitabı o verdi.
- Seldom'u tanıyor
musun?
- Tabii ki tanıyorum.
- Onu her gün görürüm.
- Ne?
Hastanedeki bir
arkadaşını ziyaret eder.
Ölmek üzere olan bir
hasta.
Bir gün biraz sohbet
ettik ve Ve ne?
Ve bana kitabı verdi.
- Bu kadar mı?
- Kıskandın mı?
Baban olabilirdi.
Hatta düşününce
büyükbaban yaşında.
Evet.
Ben sadece gizemli
romanları severim.
Bir ara buraya geldi.
Sohbet ettik.
Kitaplarımdan
birkaçını verdim, o da bunu verdi.
- Bu suç mu?
- Hayır Elbette değil.
Onu aklından çıkarabilir
misin?
Lütfen?
Sadece neden bunu ilk
başta söylemediğini anlamadım.
Ne istiyordun?
Buraya gelen herkesin
listesini mi?
- Hayır.
- İyi.
Gazetelerde
okuduklarının tamamı yalan.
Bunu biliyor muydun?
Zaten pek dikkat
etmem.
- İncil okudun mu?
- Tamamını değil.
İsa çarmıhta öldü ve üç
gün sonra göğe yükseldi.
Bedeni ve ruhuyla.
En azından böyle
söylüyorlar.
Balık yedi ve
Peter'la konuştu.
40 gününü bu şekilde
geçirdi.
40 gün.
Bedeni çürümüş ve
cenneti kokutmuş olmalı.
Hey, bekle.
İsa bir teröristti.
Hayatı boyunca.
Tüccarları tapınaktan
dışarı atan bir devrimciydi.
Neden tekrar
dirildiğini biliyor musun?
- Hayır, hiç
düşünmedim - İsa kendini öldürenlerden intikam almak için
dirildi.
Korku filmi gibi.
Elbette bu hoş değil.
İlginç bile sayılmaz.
Artık içeri
girebilirsiniz.
- Kızınız sizi
bekliyor.
- Tamam.
Burada ne yapıyorsun?
Seni görmek istedim.
Hepsi o.
Mahsuru var mı?
Yalan söylüyorsun.
Nereden biliyorsun?
Bilmiyordum.
Artık biliyorum.
Seldom'un arkadaşını görmeye
geldin, değil mi?
Ondan bahsettiğimde yüzündeki
ifadeyi görmeliydin.
Burada olmanı ona
nasıl açıklayacaksın?
Seni görmeye
geldiğimi söylerim.
Seni domuz.
Kim bu adam?
Tam bir deli.
Kızına organ nakli
gerekseydi ve donör bulamasaydın sen de
delirirdin.
Dokuları uyuşan iki
kişi vardı ama aileleri izin vermedi.
Şimdi anladım.
Kızına ciğerlerini
verebilmek için intihar etmeye kalkıştı.
Bu çok saçma.
Sevdiğin birisi için hayatını
feda etmek saçma mı?
Adı Kalman.
En iyi
öğrencilerimden biriydi.
Sonuca çok çabuk
ulaşırdı.
Çok net yorumlar
yapardı.
Zekâ testleri
hazırlardı.
Onu mantıksal
dizilerle ilgili bir çalışmaya dâhil ettim.
Hastalık derecesinde
titizdi.
Tüm testleri tek tek
kontrol ederdi.
Bir gün garip bir şey
keşfetti.
Testlerin bir kısmı
hatasızdı, çoğunda küçük hatalar vardı.
Ama bir grup vardı ki cevapları saçma, anlaşılmaz ve mantık dışıydı.
Tam bir deli
saçmasıydı.
Kalman bu tür
cevaplar veren öğrencilerle görüştü.
Saçma olarak nitelendirdiği
cevaplar aslında diğer muhtemel
çözümlerdi.
Diziyi, sadece biraz
daha karmaşık bir düzen içinde sonsuza
dek hatasız olarak devam ettirebiliyorlardı.
Bu öğrenciler geleneksel çözümlerin ötesine geçmiş ve
olayı çok geniş bir açıdan ele
almışlardı.
Ve o dönemde ona kötü
haberi açıkladım.
Wittgenstein
paradoksu.
Ölçülebilirlik kuralı.
Kalman aslında
Wittgenstein'ın yıllar önce keşfettiği şeyi bulmuştu.
2, 4, 8 serisi
normalde 16'yla devam etmelidir.
Ama 10'da gelebilir.
Ya da 7004.
Bir seriyi herhangi
bir sayıyla devam ettirebilmek için bir
kural veya gerekçe bulmak her zaman mümkündür.
Bu sadece kuralın ne
kadar karışık olduğuna bağlıdır.
Birden, çarpım
tablosuna artık güvenemeyeceğini fark etti.
Tüm hayatı anlamsız
sayılardan oluşan bir anaforun içinde kayboluyordu.
Normalde düşünceler
beynimize kazınmış olan veri kanallarını izlerler.
Limitsiz düşünebilen
seçkin insanlar haricindeki kişilerin
düşünceleri asla bu kanalların dışına çıkmaz.
Kalman ilginç bir yol
seçti.
Deneylerini, akıl
hastanesindeki lobotomi hastalarının üzerinde
yapmaya başladı.
Bu çok özel insanlar
üzerindeki test sonuçlarıyla işaretler
arasında olağanüstü bir benzerlik vardır.
Sınırsız düşünce
hayalleriyle yaşamaya başladı.
Kanallar olmadan.
Ama anlayamadığı bir
şey vardı.
Problem kendi
beynindeydi.
Her şeyi dışarıdan
görüyordu.
İşaretleri anlamak
için onlara içeriden bakmalıydı.
Ama bunu yapmanın tek
yolu vardı.
Veri kanallarını
silmek.
Bu oldukça korkunç
bir fikirdi.
Ama ölümcül bir
kansere yakalanmış birisi aynı şekilde
düşünmeyebilir.
Kemikleri, gövdesini
böcek sarmış bir ağaç gibi çürüyordu.
Yapılabilen tek şey kol ve bacaklarının birer birer kesilmesiydi.
Keyfi yerindeydi, inanılmaz
bir şey keşfedip sevincine hâkim
olamayan biri edasıyla sürekli gülüyordu.
O zaman arkadaşımın
tamamen aklını kaçırdığını fark ettim.
Lobotomi hastası
olmak istiyordu.
Tek problemi,
beyninde oluşacak hasarın ölçüsünden
emin olamamaktı.
Küçük bir zıpkın gibi
bir aletle kafatasını delip, beynine
ulaşması gerekiyordu.
Benden yardım istedi
ve ben reddettim.
Yine de diğer
taraftan göndereceği mesajları kaydedeceğime
söz verdim.
Bir çivi tabancası
kullandı.
Ne yazıyor?
Şekiller giderek daha
okunaksız hale geliyor.
Bu süre içinde
mantıksal bir sembol ya da rakam çizemedi.
Peki, o zaman bunlar
ne?
Sürekli dört harften
oluşan bir kelime yazıyor.
Bir kadının ismi.
Dün gece neredeydin?
Beth, burada ne
arıyorsun?
Bütün gece seni
bekledim.
Üzgünüm, dışarıdaydım
ve Bana karşı bir şeyler hissettiğini
sanmıştım.
Acımaktan öte bir şey.
Ama yanılmışım.
Elbette bir şeyler
hissediyorum.
Biz arkadaşız.
Sana yardım etmek
istiyorum, ama "Biz arkadaşız ve
yardım etmek istiyorsun.”
Bu, "Senden
iğreniyorum" demenden daha kötü.
- Beth, lütfen.
- Bana dokunma.
Nazik olmaya çalıştığında kendimi daha çok aşağılanmış hissediyorum.
Beth, niyetim seni
aşağılamak değildi.
O zaman bir
kadınmışım gibi davran.
Küçük bir çocukmuşum
gibi değil.
Şimdi bunun zamanı
değil Hayır, şimdi kesinlikle tam
zamanı, Martin.
Ne oldu?
Yoksa benimle
görünmekten utanıyor musun?
Merak etmeyin.
Ben onun annesiyim.
Sadece ödevini kontrol
etmek için geldim.
Sessiz ol.
Beth, bekle.
Katili bulabildin mi?
Lorna?
Benim, Martin.
Seldom'ın arkadaşının
durumu ne?
Kalman mı?
Ne oldu?
Öldürülmüş olabilir.
Bugün, saat 2:15'de.
Olamaz!
Bekle bir saniye.
Üzgünüm, Sherlock,
ama yaşıyor.
Emin misin?
Evet, tam önümde
duruyor.
Eğer o değilse, o
zaman kim?
Doğal bir ölüm
olduğunu düşünebilirdik tabi bu küçük
detayı fark etmeseydik.
Bir şey enjekte
edilmiş.
Ve tedavisinde bu
yoktu.
Ne tür bir zehir
kullanılmış?
Bilmiyoruz.
Bunun için otopsi
raporunu beklemeliyiz.
Ölüm saatini biliyor
muyuz?
Tam olarak notta
yazdığı gibi: Saat 2:15'te.
Bilekliğinde de
yazıyor.
Cesedini nerede
bulmuşlar?
Odasında, sonra
buraya getirildi.
Bu insanların hepsi birkaç
saat içinde mi öldü?
Bu olağan bir şey.
Burası ölümcül
hastaların kaldığı bölüm.
Hastane
istatistiklerine göre her gün en az iki
hasta ölüyor.
Hareketlerimi
biliyordu, bu yüzden cinayeti burada
işledi.
Eğer bana zarar
vermek isteseydi Kalman'ı öldürürdü.
Ya da koğuşa
girdiğini gördü ama hangisi arkadaşın,
anlayamadı.
Ölmek üzere olan bir
hasta.
Notta belirtilmesine
rağmen çözülemeyecek bir cinayet.
Fark edilmeyecek bir
cinayet daha.
Neden bahsettiğinizi
bana da açıklar mısınız lütfen, baylar?
İkinci işaret,
serinin nasıl devam edeceğine dair ipucu verir.
Mecazi bir temsil ya da geometrik şekiller gibi semantik
olabilir.
Bunu tercüme eder
misiniz?
İşaretlerin gerçek
hayattaki cisimleri temsil edebileceğini söylüyor.
Veya bir şey ifade
etmeyip, geometri gibi soyut olabileceğini.
İkinci sembolün şematik
olması da çok akıllıca.
Farklı şekillerde
okunabilir.
Simetrik bir oyun da
olabilir, sadece basit bir balık da.
Çorba.
Balık.
Tatlı.
Martin, müfettişin
düşüncesine biraz saygı göster, lütfen.
Hiçbir olasılığı
atlayamayız.
Size bir bulmaca
sorayım.
Bu serideki dördüncü sembol ne olmalıdır?
Hiçbir fikrim yok.
Sen de mi o gün dersi
kaçırdın?
Nasıl bakmanız
gerektiğini bilmelisiniz.
Çözümü çok kolay.
Buna ahmak seri denir.
Bunu çözemeyen kimse Teşekkürler, profesör.
Mesajı aldım.
Yine de, şekillerin gastronomiden
çok matematikle ilgili olduğunu
düşünüyorum.
Yani, bu işin içinde bir
matematikçi mi var?
Mümkün.
Bir şeyler kanıtlamak
isteyen ya da matematikçi olmayan ama
olmak isteyen biri.
Bir öğrenci?
Pek sanmam.
Oradaki asteğmeni dışarı
alır mısın, Martin?
Uzun zamandır ders
vermiyorum.
Peki, dördüncü
sembolün ne olacağını söyleyebilir
misiniz?
Hayır.
Çok fazla seçenek var.
Bizi test ediyor, yanıltıcı
olmak istemem.
Peki, bakalım doğru
mu anladım.
Bir cinayet daha
işlemesini beklemek zorundayız çünkü bu
lanet olasıca bilmeceyi bir türlü çözemiyoruz.
Zor bir durum, değil
mi?
- Şu ne kadar?
- 2.
60 lütfen.
İyi akşamlar.
Seldom.
Martin?
Neden beni takip
ediyorsun?
Kimseyi takip ettiğim
yok, en azından seni!
Peki, burada ne
arıyorsun?
Şu restorana
gidiyordum.
Akşam yemeğini
dışarıda yemem çok mu tuhaf?
Ben de oraya
gidiyordum.
İşte bu saçma.
Üzgünüm.
Arthur'un da yemeğe geleceğini
söylemeliydim.
Affedersin Lorna, ama
masadaki bu haylazın varlığından rahatsız olan kişi asıl benim.
Haylaz mı?
Burnunun ucunda bile
olsa bir şakayı göremiyorsun, Martin.
Yaşına göre fazla
ciddisin.
Beni hastanedeyken
aradı.
Ben de birlikte
yemeğe çıkmamızın iyi olacağını düşündüm, yani
Boş ver, canım buna sıkılmadı.
Umarım seni
kırmamışımdır.
Kırsan bile bunu
söylemezdim zaten.
Top için kavga eden
çocuklara benziyorsunuz.
- Ve top sen misin?
- Hayır, susmazsanız poponuzu tokatlayacak hemşireyim.
Lütfen.
Adli tıp uzmanıyla
görüştüm.
Ve?
Hiçbir şey.
Zehirli maddeden hiç
iz yok.
Ne enjekte ettiğini kesinlikle
bilemiyoruz.
Hava olabilir mi?
Hayır.
Bırak da konuşsun,
lütfen.
Doğru söylüyor, hava
değil.
Eğer damarına hava
verilseydi bu, otopside belli olurdu.
Ancak, başka bir
olasılık var.
Zehirli mantardan
elde edilen bir madde: Amanita Muskaria.
Bunu ortaya
çıkarabilecek bir reaktif yok.
Yani bu adli
patologlar arasında bir çeşit sır.
Sen bunu nasıl
öğrendin?
Lorna istediği
şeyleri öğrenmekte çok yeteneklidir.
Evi gizemli cinayet kitaplarıyla
dolu.
Ama sanırım sen de
görmüşsündür.
Evet, gördüm.
Ama beni asıl
şaşırtan şey, diğer tüm bilgileri Martin'den
alamamış olman.
Martin iyi biri.
Bu sırların kimseye söylenmemesi gerektiğini biliyor.
Sana bir şey
anlatmamakla doğru yapıyor.
Sonuçta hala şüpheli
listesindesin.
Ben mi?
Şaşırmış gibi bakma.
Her iki cinayet de
hastaneyle bağlantılı.
Odaya girip o adama sen
ve adli patologlar dışında kimsenin
bilmediği o zehri enjekte etmiş olabilirsin.
Bu çok saçma, neden
yapsın ki?
Henüz tam olarak
tanımadığın dağların doruklarında dolaşıyorsun Martin.
Bu çevrenin en kaygan
yamaçlarından birindesin.
Dikkatli ol.
O konuya girmeyelim,
Arthur.
Açıkça söylemek
gerekirse ilişkimiz entelektüel bir arkadaşlığın
ötesindeydi.
Ama bittiğinde bunu pek de olgun karşılamadı.
Susmazsan yemin
ederim seni öldürürüm.
Gördün mü?
Sebebi var mıymış,
yok muymuş?
Gerçekten çok
iğrençsin.
İnsanlarla oynamayı
seviyorsun.
Şimdi anladın mı?
Seride tüm
formülasyonlar mümkündür.
Çünkü doğrulamak için
gerekli kuralı her zaman buluruz.
Çizgi üzerinde kalp, ve
bir de 8 var şimdi dördüncü simgeyi sen
söyle.
Delikanlı.
Kesinlikle o kadar
ahmak değilmişsin.
Bir, iki, üç, dört.
- Bu kolaydı.
- Katillerin serileri çok daha karmaşıktır.
Üçüncü şekil ne
olacak?
Daire, balık Üçüncü ne?
Üzgünüm.
Söyleyemem.
Neden?
Bana güvenmiyor musun?
Elbette sana
güveniyorum, konu bu değil.
Eğer sana söylersem, düşünmeyi
bırakırsın.
Benimkinden daha iyi
bir fikir üretebilirsin.
Hayır, başka bir şey
var.
Bunu kolaylıkla
polise söyleyebilirdin.
Onlar için, herhangi
bir şey yeterlidir.
Haklısın.
Bunun iyi bir sebebi
vardı.
Korkmuştum.
Korktun mu?
Evet, bütün bu
olanlar beni korkutuyor.
Şekil ve bulmacalarla
oynuyoruz.
Ama bunların ardında gerçek
bir hayat var.
Anlıyor musun?
Bu, insanların
yaşamıyla alakalı.
Eğer bir denklemde
hata yaparsak, siler geçeriz, sorun değil.
Ama söz konusu olan
hayatsa geri dönüş yoktur.
Gerçek hayatta
verilen her kararın mutlaka geri
dönülemez bazı sonuçları vardır.
En azından, hayat
bana bunu öğretti.
Henüz çok gençsin.
Hatalarım
sonucunda yüksek bedeller ödedim.
Al bunu.
Nedir bu?
Serinin üçüncü sembolü.
Yapabileceğin iki şey
var: Ya şimdi onu açıp cevaba ulaşırsın
ya da üzerinde çalışıp kendin bulursun.
Böylece bir ahmak olmadığını
ispatlarsın.
Çok teşekkürler.
Bitirdik.
Teşekkürler.
Seni gördüğüme
sevindim.
Bu gerçekten
harikaydı.
Asıl havai fişekler eşliğinde
izlemelisin.
Burada mı?
Hayır.
Guy Fawkes günü konserinin
provasıydı.
Guy Fawkes mi?
"Hatırla, 5
Kasım'ı hatırla?
" Hayır, üzgünüm, hatırlayamadım.
Ve bu benim son konserim olacak.
Tavsiyeni dinleyip
gidiyorum.
Bu "harika"
şehir çok sıkıcı olabiliyor.
Çok kasvetli.
Daha aydınlık bir
yere gitmek istiyorum.
İspanya veya belki
Güney Amerika.
Beth, olanlardan
dolayı özür dilemek istiyorum.
Benim hatamdı.
Yardıma ve sevgiye
ihtiyacım vardı.
Sen verdin ama ben
berbat ettim.
Zor bir dönemden
geçiyordun.
Anlıyorum.
Çok tatlısın.
Konsere geliyor musun?
Geleceğim.
Martin.
Sana söylemem gereken
bir şey daha var.
Petersen ile görüştüm
ve galiba gereğinden fazla konuştum.
Neden?
Senin hakkında
sorular sormaya başladı.
Benim mi?
Neden özellikle bizim
evi seçtiğini öğrenmek istedi.
Ona ne söyledin?
Gerçeği.
Seldom ile ilgili her
şeye karşı takıntılı olduğunu.
Ne dedim dedin?
Önemli olduğunu
düşünmedim.
Saplantıların
olduğunu inkâr etmeyeceğinden eminim.
Sen neden bahsediyorsun?
Ayrıca bana ikimizin aramızda bir ilişki olup olmadığını
sordu.
- Ve sen de - Olanları anlattım.
Ne oldu ki?
Hiçbir şey.
Evet, ben de bunu
söyledim.
Hiçbir şey olmadığını.
Pekâlâ.
Hiçbir şey söylemesen
çok daha iyi olurdu.
Biliyorum ve söyler söylemez pişman oldum ama sana çok kızgındım ve aklıma ilk gelen şey buydu.
Ona başka ne
söyledin, Beth?
Sana karşı bir şeyler hissettiğimi, ama senin Seldom'la birlikte olmayı tercih ettiğini.
Lanet olsun!
Çok üzgünüm.
Böyle aptalca bir
şeyi dikkate almazlar ya.
Onlar her şeyi
dikkate alır, Beth.
Bunun seni zor duruma
sokacağını sanmıyorum.
Polisin senin katil
olduğunu düşünmesi çok saçma olur.
Kusursuz cinayet var
mıdır?
Yıllar boyunca
yazarlar bu konuya eğildiler.
Ve katillere.
Hatta bazıları bu
fikri uygulamayı bile denedi.
Londra'daki Howard
Green davası gibi.
Green toplumda
sevilen mütevazı bir terziydi.
Polis evinde tuttuğu
günlüğü buldu.
Günlükte, gizli ve
derin bir kin beslediği karısını öldürmeye
ilişkin 14 farklı yönteme ait ince detaylar vardı.
Bu yöntemlerden
bazıları oldukça saçmaydı bazıları da
vahşice, ama bir iki tanesi çok zekiceydi.
Ama Green, adli
soruşturmalardaki asıl tehlikenin geçmişteki
olayların araştırılma ihtimalinin değil
gelecekte ortaya çıkabilecek sorunlar olduğunu anladı.
Cinayet sırasında
başka bir yerde bulunma yalanı, önünde sonunda
ortaya çıkıyordu.
Sonuçta, bir
cinayetin kusursuz olabilmesi için çözümlenemez
bir yöntem yerine, başka bir kişinin katil
olarak gösterilmesi gerektiğini anladı.
Sonunda karısını
öldürmüş mü?
Hayır, karısı onu
öldürdü.
Bir gece, karısı
günlüğünü buldu.
Kocasının göğsüne
mutfak makasını saplayarak öldürdü.
Jüri, günlüğü
okuyunca dehşete kapıldı.
Katili meşru müdafaa
ile yargılayıp suçsuz olduğuna karar
verdiler.
Julia Green.
Mahkeme seni suçsuz
buldu.
Gitmekte özgürsün.
Anlamadım.
Bunun neresi kusursuz
cinayet?
Daha sonra günlükteki el yazısının Howard Green'e ait
olmadığı fark edildi.
Peki, kim yazmış?
Karısının aşığı, kopya
eserler yapan bir ressam.
Katil 30-35
yaşlarında.
Küçük bir şehirde
veya varoşlarda yaşayan orta halli bir ailenin çocuğu.
Karakteristik olarak
dahi denebilir.
Ve muhtemelen bir çeşit fiziksel kusuru var.
Yetenekleri ve
zekâsıyla onu aşağılayan herkesi yok
edebileceğini düşündü.
Sonra büyük bir
fırsat yakaladı.
Yaşadığı çevreden ve
eski dünyasından uzaklaşmak.
Ve tam bu noktada
beklemediği bir şey oldu: Reddedildi.
Muhtemelen haksız
sebeple orada olmayı kesinlikle hak
ettiğini düşündüğü yerden kovuluyor.
Ve kendini, ardında
bıraktığını düşündüğü yere geri dönme
olasılığıyla buluyor.
Tanrım.
Bu durumda kadın onu
şahsen tanıyor.
Çok saçma, hiçbir
temele dayanmıyor.
Her koşulda, bir
psikopattan bahsetmiyoruz.
Hiçbir vahşet izi yok.
Aslında, bir bakıma masum
olduğunu söyleyebiliriz.
Kesinlikle.
Psikolog bu noktaya özel
bir vurgu yapıyor.
Katil, intikam ve
beğenilme duygusu içerisinde.
Cinayetler, bir
bakıma, sana bir çeşit ders veriyor.
İntikam alma
arzusuyla senin dünyana girme isteğinin
karışımı bir durumdan bahsediyoruz.
Onu kabullenmeni
istiyor, Seldom.
Seni mutlu etmeye
çalışıyor.
Tıpkı bir aşkın ilk
evresinde olduğu gibi.
Psikolog katilin bastırılmış homoseksüel dürtülere
sahip olduğunu düşünüyor.
Kötü bir kesik.
Buna bir
baktırmalısın.
Nasıl olduğunu
anlayamadım Evet, en azından üstüne bir
fincan sıcak kahve dökmedin.
Bu konuda uzmanım,
inan bana.
İsterseniz sonra
devam edebiliriz.
Evet.
Bu iyi olabilir.
Biraz abarttığını
düşünmüyor musun?
Polis akla gelen tüm
ihtimalleri düşünecektir.
Onlara göre tüm
senaryolar doğru olabilir.
Seldom gibi konuştun.
Tanrı aşkına, o haklı.
Ben de bir şüpheli
olabilirim.
Evet, benim gibi.
Evet, senin gibi.
Herkes gibi.
Seldom'un aklına
girmesine izin verme.
Çünkü girerse, onu
atmanın yolu yoktur.
Sana olan da bu,
değil mi?
Hâlâ ona âşıksın.
Hiç komik değil.
Affedersin.
Sanki Seldom her
yerde.
Bu bir kâbus.
Yaptığım her şeyi
önceden yapmış.
Ve görünüşe
bakılırsa, benden çok daha iyi.
Ne yapmamı istiyorsun?
Beni ondan daha iyi becerdiğini
mi söyleyeyim?
Hayır, yalan da olsa daha
zeki olduğumu söyle.
Canın cehenneme.
Beni kızdıran şey o masada seni beceren tek kişinin ben
olmadığımı bilmek.
Bu uzun zaman önceydi.
13 yaşındaydın değil
mi?
Seni çağırdığında evcil köpek gibi ona koşuyordun.
O da seni bir kez
daha becerebiliyordu.
Evet, işte ben buyum.
Tıpkı senin gibi.
Martin, sanırım
gitsen iyi olur.
Ve tüm bunlar bitene
kadar seninle ya da Seldom'la görüşmek
istemiyorum.
Senin de bizden
farkın yok.
Bizler vasat
insanlarız.
Ve vasat insanların yapabildiği
tek şey sarhoş olup unutmaktır.
Beni rahat bırak.
Bu dünyanın vasat
insanlarına.
Aşağılık ve aptallığa.
Cambridge yine
kıçımıza tekmeyi bastı.
Ne?
Neye bakıyorsunuz?
Bu doğru, değil mi?
Matematiği bırakın ve
bunun yerine çocuklara hikâyeler yazın.
Sakin ol.
- Hadi, çıkalım
buradan.
- Bir gün Mad Hatter çıkıp gelecek ve hepinizi birden
becerecek.
Tamam, hadi.
Sen neden
bahsediyorsun?
Sen hangi gezegenden
geldin, geri zekâlı?
Gördüğün herkesi
becermeyi bırakıp biraz dikkat
etseydin, farkına varabilirdin.
Henry Wilkins mi?
Henry Wilkins de kim?
Kennedy'nin katili, kim
olduğunu sanıyorsun?
Bormat'ın Son
Teoremi'ni mi çözdü?
En azından söylenti
böyle.
Cambridge'de üç gün
boyunca düzenlenecek olan sayı
teorileri konferansında konuşacak.
Son 300 yılın en zor matematik
problemini çözmüştü.
Aslında bu semineri kim
verecekti, biliyor musun?
Ben.
Yuri lvanovich
Podorov.
Bormat'ın Teoremi
hakkında seminer mi vereceksin?
Hayır, elbette
vermeyeceğim.
Ama arkadaşın Seldom
çözümü benden çalmasaydı verecektim.
Demek bu.
Varsayımının
Taniyama'nın formülasyonu olmadan çözülemeyeceğini
ben ortaya çıkardım.
Her modüler şekil
için oval bir eğri vardır ve her oval
eğri için modüler bir şekil.
Sen sarhoşsun.
Evet sarhoşum.
Ama 8 yıl önce
değildim.
Seldom'a gidip
teorimi açıkladım.
Sayı Teorileri
Grubu'na almaları için yardımını istedim.
Ve teorim için ne
dedi biliyor musun?
"Çok saçma.”
"Çok saçma.”
Ama şimdi bu saçma
teori sayesinde Henry Wilkins tarihe
geçecek.
Görünüşe bakılırsa, 7
yıldır gizli gizli Bormat Teoremi
üzerine çalışıyor.
Neden gizli?
Ne demek, neden?
Çünkü onu benden
çaldılar.
Bu benim teorimdi.
Ama nasıl
yapacaklarını bilmiyorlar.
Yaklaşımlarında bir
hata var.
Nasıl yapacaklarını
bilmiyorlar.
Ama hâlâ ispatlanmadı.
Sakın bana hakaret
etme!
Sen de onların
tarafındasın, değil mi?
Hepiniz bana
karşısınız.
Fikirlerimi çalmaya
çalışıyorsunuz.
Aklımı
okuyamayacaksın.
İmdat.
Soyuldum.
İmdat.
Beni öldürmeye
çalışıyorlar.
Eğer çeneni
kapatmazsan asıl o zaman öldürürüm.
Sakin ol.
Sakin ol.
Alçaklar!
Lanet olası
İngilizler ve onların kibarlıkları.
Seni becerdiklerinde gerçekten kötü becerirler.
Partiye hoş geldin.
Hiç kimse sana kostümden
bahsetmedi mi?
Guy Fawkes ileri
görüşlü bir insanmış.
Parlamento binasını kral ve parlamenterlerle birlikte havaya
uçurmaya çalışmış.
O zamandan bu yana,
her 5 Kasım'da onun heykelini yaktığımız yerde
kutlamalar yaparız.
Ancak bu günlerde
şunu çözemiyorum: Başarısız olmasını mı yoksa harika fikrini mi anıyoruz?
Suikastçılardan
bahsetmişken Hayır, şimdi bakma, doğal
davran.
Arkamda oturuyor.
Birkaç sıra geride,
uzun boylu siyah adam.
Hatırladın mı?
Evet.
Üç gündür beni
izliyor.
Petersen'in adamlarından
biri.
Petersen da mı burada?
Sağ tarafta oturuyor.
Kızıyla birlikte.
Seninle konuşmam
gereken bir konu var.
Belki de - Onu gördün mü?
- Kimi?
Podorov.
Pelerinin altında bir
şey var.
Sarayın içinde bir
şüphelinin peşindeyiz.
Hazırdaki adamların
hepsi buraya gelsin, hemen.
Podorov.
Çatıya çıkıyor.
Sen ne arıyorsun
burada?
Seldom'un yanında kim
var?
- Ben sadece - Kapa çeneni ve olduğun yerde kal.
Bu da ne?
Martin, seni hain.
"Pislikler.”
Bu herif lanet olası
bir soytarı.
Scott, burada ne
arıyorsun?
Seldom'un yanına git.
Hemen gidiyorum.
İzninizle.
Müsaade edin.
Ben doktorum.
Çekilin.
Bu adam ölmüş.
Görünüşe göre
boğularak ölmüş.
Herkesin gözü önünde bunu
nasıl yapabildiler?
Doktorun söylediğine
göre boğulma sebebi ani solunum
kesilmesi.
Beth ile görüştüm.
Aslında adamın sağlık
durumu pek iyi değilmiş.
Birkaç yıl önce
akciğer yetmezliği için operasyon geçirmiş.
Aslında daha önce de
ölebilirmiş.
Böyle bir hastalıkla nefesiniz
tıkandığında birkaç saniyede ölürsünüz.
Bunun bir cinayet
olduğuna dair hiçbir kanıtımız yok.
Evet, var.
Üçüncü sembol bir
üçgen.
Bunu nereden buldun?
Orkestra şefinin
standında bulduk.
Katil, program
notları arasında "Serinin Üçüncüsü"
kelimelerini işaretlemiş.
Daire, balık ve üçgen.
Mantıklı geliyor.
Tanrım, bunlardan
bıktım artık.
Ne biliyorsanız
derhal bana anlatmanızı istiyorum.
Aksi halde, sizi suç
ortaklığından tutuklayacağım.
Çünkü belli ki benden
bilgi saklıyorsunuz.
Benimki, onun ne
düşündüğüne ilişkin kesinleşmemiş bir fikir.
Peki neymiş o, Tanrı
aşkına?
Şey, bence bunun pek
de zamanı değil.
Buna inanamıyorum.
Pekâlâ.
Ben inmek istiyorum.
- Emin misin Martin?
- Beni merak etme.
Biraz yürüyebilirim.
Ama çok uzağa yürüme,
tamam mı?
Pislikler.
Tarihinin en önemli anlarından
biri için Cambridge'deki hazırlıklar tüm
hızıyla devam ediyor.
Söylentiler doğruysa,
Profesör Henry Wilkins'in sayesinde Bormat'ın
son teoreminin çözümsüzlüğü, sadece birkaç saat sonra sona ermiş olacak.
Dünyanın her
köşesinden yüzlerce matematikçi bugün
Cambridge'de üniversitenin Sayı
Teorileri Kongresi'nde Profesör Wilkins'in
vereceği seminere katılmak üzere toplandı.
Matematikçiler,
asırlardır bu teoreme çözüm bulmaya
çalıştılar.
Acaba sır çözülecek
mi?
Dün olanlar için
üzgünüm ama hâlâ senin Evet.
Kendim düşünmem
gerekiyor.
Gerçi pek başarılı
olduğum söylenemez.
Gazeteler yarın
cinayetler hakkında bir makale yayınlayacak.
Bildiğim her şeyi
açıklayacağım.
Her şeyi mi?
Polis dördüncü
sembolün cevabını verirsek, cinayetlerin
sona ereceğini düşünüyor.
Onu ilgilendiren tek
şey zekâsını kabul etmem.
Bu yeterli olur.
Sence işe yarayacak
mı?
Bulabildiğim en iyi
çözüm bu.
Yani ahmak olmadığımı
ispatlamak için 12 saatim var.
Basit bir toplama
işlemi ha?
Olmaya çalıştığın
kadar ahmak değilsin.
Bunu biliyorsun,
Martin, sadece hatırlaman lazım.
Ne de olsa, tarikatın
içindesin.
- Ne düşündüğünü
biliyorum.
- Yani?
Bu hayatının en büyük
hatası olabilir, inan bana.
Sana inanmıyorum.
Bence yalan
söylüyorsun.
Haklısın.
Yalan söylüyorum.
Ama yeterince
oyalarsam otobüs hareket eder ve çok
geç olur.
Bilirsin, önce içine
çekmek biraz zor oluyor ama sonra
tadını almaya başlıyorsun.
Spagetti mi, mistik
kitaplarım mı?
Hayır, spagetti
harika bir buluş.
Mistik romanlar da
öyle.
Çok mantıklı.
Bulman gereken bir
şey var ve sonunda sana açıklanıyor.
Gerçek hayatta kimse
bir şey açıklamak istemez.
Açıklamalar,
tahminler veya başka bir şey hakkında konuşmak
istemiyorum.
Bu odanın dışında
hiçbir şey yok.
Sadece sen, ben ve bu spagetti.
O otobüsten inmenin ne
demek olduğunu biliyorum.
Buna değdi.
Daha yeni başlıyor.
Şu yaptığına bak.
Delisin sen.
Senin için
deliriyorum.
Burada biraz kalmış.
Bu mükemmel.
Eşsiz.
"Çok yönlü
gerçeğin sarsılmaz özü.”
Ne dedin?
Parmenides'den.
Yunan bir komedyendi.
Gerçekliğin büyük bir
yalan olduğunu söylemiş.
Ve var olan tek şeyin sadece tek bir Tanrı olduğunu.
İşte.
Yine aynı şeyi
yapıyorsun.
Neyi?
Sizin tarikattakiler
gibi konuşuyorsun.
- Sanırım bunu
bırakamıyorum.
- Sanırım.
Kızların neden matematikçilerle değil de müzisyenlerle
çıktığını şimdi anladım.
O da böyle söylemişti.
Gerçekten mi?
Müzisyenleri tercih
ettiğimizi biliyor mu?
Hayır, hayır.
Tarikat hakkındaki
şeyi.
"Bilmen gerekir.
Tarikatın içindesin.”
- Ne?
- Lanet olsun!
Hayır, hayır olamaz,
bu fazla basit.
Ne oldu?
Gazetelerde
yayınlanmadan önce bulmam gerek.
Neyi?
Tanrım, yine Seldom.
Bu oyuna devam etmen gerekiyor,
değil mi?
Evet, öyle.
Düşünebildiğim tek
şey bu.
- Beth haklıydı.
- Ne?
Sen o deliye âşıksın.
O yaşlı adam benden
daha çok ilgini çekiyor.
Bak, Lorna, beni
dinle.
Sadece bu defalık,
tüm istediğim bu.
Bu kâbus sona
erdiğinde, buradan gideceğiz.
Nereye?
Nereye olursa.
Bu duvarların dışında
kitapların olmadığı bir yere.
Çarpım tablosunun
bile bilinmediği bir yere.
- Lanet olsun.
- Sana söylemiştim.
Kitap kurtları için
bile çok erken.
Şimdi ne yapacağız?
Kitapçı.
- Hey, kapalıyız.
- Bir şeye bakıp
çıkacağız.
En azından ne
aradığımızı söyle.
İşte burada.
Pisagor tarikatı.
Matematiğin ataları.
Sırlarını
açıklamaları yasaklanmıştı.
Dini bir tarikat
gibiydiler.
Sayılar onlar için
Tanrının sureti gibiydi.
Hayır, burada değil.
Üzgünüm ama sonra
gelmelisiniz.
Kasaya bakan kimse
yok.
Merak etme.
Bir şey almayacağız.
Öyleyse buradan
gitseniz iyi olur.
Bir dakika lütfen.
Tamam mı?
Lütfen?
Kataloga baktınız mı?
Aradığınız her şeyi
onda bulabilirsiniz.
Bana kalırsa Biraz susar mısınız, düşünemiyorum.
Üzgünüm ama güvenliği
çağırmaktan başka şansım yok.
İyi, çağır o zaman.
Yeter ki git.
Bunlardan birinde
olmalı.
Bir şema veya başka
bir şey.
Bunun gibi bir şey mi?
İşte bu.
Mükemmel.
Bir.
Her şeyin başlangıcı.
İçine kapalı
mükemmellik.
Balık.
Düşündüğümüz buydu.
İki çember iç içe,
bir Hıristiyan işareti ama bu çok
önceydi.
Bu açıkça iki, iki
çemberin kesişimi.
Zıtlığın sembolü.
İyiyle kötünün sonsuz
savaşı.
Üç, trio.
Zıtlıkların sentezi.
Savaştan sonraki
barış.
Ya dördüncü sembol?
Tetraktis, dördüncü.
1 artı 2 artı 3 artı
4: 10.
Bütünlük, yani Tanrı.
Bu onların Tanrısal
sayısıydı.
1, 2, 3, 4.
Bu kadar basit mi?
Bunu nasıl göremedim?
Cevabını bildiğin tüm
denklemler basittir.
Ne arıyorsun?
Bu adamlar hakkında
tek bildiğim şey ilaçlar hakkında mükemmel
bilgi sahibi oldukları.
Yani eğer zekâ, en
büyük değerse o zaman zihinsel
özürlüler de en büyük günahkârlardı.
Araştırmalarda
fareler gibi kullanıldılar.
Hatta organ naklini
bile denemişler.
Lanet olsun.
Çok teşekkürler, ben
de kendime iş arıyordum.
- Teşekkürler.
- Affedersiniz.
Hadi.
Buraya gelin!
Siz ikiniz!
Buraya gelin!
Buraya gelin dedim!
Katilin kim olduğunu
biliyorum.
Tamam, John.
Gerçekten mi?
Bak, konserde
hatalıydım ama bana inanmalısın.
Bu daha kötü olacak,
daha fazla insan öldürecek, muhtemelen 10 kişi.
Sakin ol.
Bu kez onu elimizden
kaçırmayacağız.
Sembolün ne olduğunu
biliyoruz.
- Tetraktis.
- Kesinlikle.
Mesaj belli bir yeri
işaret ediyor.
Oraya ambulans
göndermemizi istedi.
Yola mı?
"Kara Kedi"
civarında A-1 yoluna.
Bu, Cambridge yolu.
Yolu havadan izlemeye
aldık.
Petersen çoktan yola
çıktı.
Oraya varmadan otobüsü
durdurmaya çalışacak.
Otobüsün yerini
tespit ettiniz mi?
Sizden 3 km uzakta,
efendim.
Birkaç dakika içinde
karşılaşacaksınız.
Ben Petersen, tüm
birimlere.
Katil onlarla aynı
otobüste olabilir.
Bu yüzden, benden
emir almadıkça harekete geçmeyin.
Neredeler?
Onları göremiyorum.
- Tam önünüzde,
efendim.
- Anlaşıldı.
Şimdi.
Şimdi.
Tanrım.
Motoru durdur.
Ellerini direksiyon
üzerine koy.
Tam zamanında
yetiştik.
Otobüsü durdurmuşlar.
Seldom ve diğer
matematikçiler güvende.
Seldom mu?
Ne yaptınız?
Yanlış otobüsü
durdurdunuz.
Alo?
Seldom, Petersen'la
konuşmalısın, başka bir otobüs var.
Sen neden
bahsediyorsun?
Kızın babası.
Hangi kız?
Martin?
Martin, beni duyuyor
musun?
Hastanedeki kız, organ
nakli gerekiyor.
Kızını kurtarmak için
çocukları öldürecek.
Bayım?
Affedersiniz bayım.
Bu taraftan lütfen.
- O otobüsü
durdurmalısınız.
- Sakin olun, bayım.
Çocukları öldürecek.
Petersen'la
görüşmeliyim.
Efendim,
profesörlerden biri sizinle görüşmek istiyor.
Kontrolünü kaybetmiş
durumda.
Bu da ne?
Bunu biliyor muydun?
Bu lanet şeyi biliyor
muydun?
Sen ve lanet olası
denklemlerin.
Hiçbir şey bilmiyorum.
Hiçbir şey.
Kurbanlardan beş
tanesinin organları bağışlanabilir durumda.
Beş organdan biri
uyum sağlayabilir.
St Joseph hastanesine
götürüyorlar.
Bu yüzden ambulans
istemiş.
Bu doğru.
Yakıt tankı neredeyse
boştu.
Mümkün olduğunca az hasar
vermeye çalışmış.
Ama bu seferki doğal
ölüm gibi görünmeyecekti.
Peki bütün bu
semboller neden?
Kazada öleceğini
düşünmedi.
Aslında düşüncesi, otobüsten
tam zamanında atlamakmış.
Nereden biliyorsunuz?
Otobüs çarptığında
kapıları açıkmış.
Peki ya diğer
cinayetler?
Sadece çocukları
öldürseydi o zaman tek şüpheli o
olacaktı.
Bir seri katil
düşüncesiyle dikkatleri dağıtmaya
çalıştı.
Ama otobüsten
zamanında atlayamadı.
Yani aslında diğerlerini
öldürmek istemedi.
- Yanlış hedefe
yönlendirmek içindi.
- Kesinlikle.
Zamanında çözemememiz
çok yazık.
Fazlasıyla mantıklı.
Bu oyunda sadece bir
piyondun.
Kendini suçlu
hissetmen gerekmez.
Ne dediğini
bilmiyorsun.
Uçağa binmene gerek
yok.
Anlamadım?
Uçağa binmene gerek
yok dedim.
Zaten çok
uzaklardasın.
Sadece düşünüyordum Gerçekten mi?
Tamam.
Şu andan itibaren havaalanında bekleyen, iki turistiz.
Ve yanımızda, taşıdığım
en ağır çanta var.
Bu arada, çantada ne
var?
Sadece gerekli
eşyalar.
Çift kişilik yatak spagetti için tencere ve birkaç kıyafet.
Umarım o mistik
romanlarını yanına almamışsındır.
Elbette almadım.
Mistik kitap,
semboller, Oxford yok.
Anlaşma yapmıştık,
hatırladın mı?
Bu şekilde
yaşayabilecek misin?
Evet.
Sadece sen ve ben.
Hadi.
Teşekkürler.
Biniş kartınızı
alabilir miyim?
Bilmiyordu.
Martin?
Adi herif beni oyuna
getirdi.
Üçüncü sembolün ne
olduğunu bilmiyordu.
Tanrım.
Fotoğrafları yanına
mı aldın?
Bu da ne?
"Kreis.”
Nedir bu?
3 yılını Alman
şifrelerini çözerek geçirmişti.
Affedersiniz bayım, bunu
burada yapamazsınız.
Elbette.
"Kreis"
Almancada daire demek.
Bu şekilde ortaya
çıkmış.
Daha önce hiç gelmiş
miydin?
Hiç fırsatım olmadı.
Burayı görmeden bu
ülkeden gitmek yazık olurdu.
Burası, dünyanın en
büyük sahte eserler müzesi.
Michelangelo bile bu Davut heykelini gerçeğinden ayıramaz.
Trajan Sütunu'nun Roma'da
olduğuna inanırız.
Ama hepimiz şundan
eminiz ki; bu onun alçıdan yapılmış bir
kopyası.
Burada kendimi iyi
hissediyorum.
Kimse beni kandırmaya
çalışmıyor.
Aslında Martin,
burası dünyadaki tüm gerçekleri
bünyesinde toplamış bir yer.
Elimizde kesin bir
doğru var.
Buradaki her şey
sahte.
Bu duvarların dışında hiç kimse hiçbir şeyden emin olamaz.
Bana boş kâğıt
vermekle büyük bir risk aldın.
Bu önemliydi.
Seni bildiğime ikna
etmeliydim.
Ama o sırada bundan
emin değildim.
Beni hayal kırıklığına
uğratmayacağını biliyordum.
Çünkü kendi çözümünü
bulana dek, o kâğıdı açmayacak kadar gururluydun.
Ve şunu da
söylemeliyim ki, bu biraz zaman alacaktı.
Ortada seri katil
filan yok.
Petersen'in dediği
gibi hepsi bir kurguydu.
Ama otobüs şoförünün kurgusu
değildi.
Senin kurgundu.
Bir cinayeti örtmek
için seri cinayetleri sen planladın.
Bayan Eagleton'ın
ölümü.
Polisin başta
şüphelendiği gibi, onu Beth öldürdü.
Beth hayatından
bezmişti.
Yaşlı kadınla
yaşamaktan bıkmıştı ve onu öldürdü.
Sonra sana bir not
gönderip yardım etmeni istedi.
Onun yüzüne
bakamıyordum.
30 yıl önce babasının
ölmesine sebep olan kazanın sorumlusu bendim.
Onu yüzüstü
bırakamazdım.
İkimiz kapıda
karşılaştık.
Kanıtları yok etmek
için gelmiştin.
Ama benim orada olmam
tüm planları mahvetti.
Benim yanımda,
polisler oraya gelmeden yeni bir plan kurmalıydın.
Scrabble tahtasındaki
Almanca "Daire" kelimesini okuyunca
aklına bir fikir geldi.
Sonsuz olasılıklı bir
seri.
Ama, şüpheleri Beth'den
uzaklaştırmak için ikinci bir cinayet
gerekiyordu.
Ve istemeyerek de
olsa sana yardım ettim.
Hiç fark edilmeden
nasıl yapabileceğini sana ben söyledim.
Anlaşılamayacak
cinayetler.
Ölmek üzere olan
kişileri öldüren bir seri katil.
İkincisi için tek
yapman gereken, koluna bir enjektör batırmaktı.
Sonra ikinci mesajı
yolladın: Balık.
Ama hâlâ işin nereye
gideceğini bilmiyordun.
Hâlâ seriyi devam
ettirebilecek sonsuz olasılık vardı.
Yeni bir fırsat için beklemen
gerekiyordu.
Belki haftalarca,
aylarca.
Aceleye gerek yoktu.
Üçüncüsü için farklı
bir planın olmalı.
Ama orkestradaki
adamın ölümü, Tanrı'nın bir mucizesi gibiydi.
- Artık çözümü
bulmuştun.
- Önce yapmak
istemedim.
Çok kalabalıktı,
tehlikeliydi.
Yalan söyleme.
Böyle bir fırsatı
kaçıramazdın.
Daha da iyisi, ortada
bir üçgen vardı.
Taşlar yerine
oturuyordu.
Harika.
Sanki o lanet olası Pisagorcular
senin yanındaydılar.
Mükemmeldi, ama daha
önemlisi kesinlikle ve tamamen
zararsızdı.
O kaçık adam ortaya
çıkana kadar.
Herhangi birimizin
hareketi beklenmedik sonuçlar doğurabilirdi.
En çok korktuğun şey
buydu.
Zavallı kaçığın
gazeteyi okuyacağı kimin aklına gelirdi ki?
Sağlıklı ciğerleri
olan zihinsel özürlü çocukları her gün
okullarına götürürken, bir yandan da ölmekte
olan kızı için çözüm arıyordu.
Neden kızı değil de onlar
yaşasındı ki?
Yunanlar sadece
matematikçiler ilgilenmiyordu, profesör.
Seriyi gazetede
yayınlayınca ona çözümü vermiş oldun.
Ve o da suçunu örtmek
istedi.
Sadece bir telefon
açtı ve yaptı.
Evet.
Sence katil ben miyim?
Hayır.
Sen hiç kimseyi
öldürmedin.
Ama o masum
çocukların ölümlerine sen sebep oldun.
Küstahlıktan suçlusun.
Bizimle birer
piyonmuşuz gibi oynadığın için.
Kim olduğunu
sanıyorsun ki?
Umarım sana bir
şeyler öğretmek konusunda başarısız olmamışımdır.
Evet.
Tek bir şey.
Çok acı veren bir
şeyi.
Sayılar da yalan
söyler.
Gerçek, benim
inandığım gibi matematik değilmiş.
Matematik saçma,
karışık, rastgele, düzensiz ve berbat bir şeymiş.
Sonunda bir konuda
hemfikir olduğumuza sevindim, Martin.
Ama bir şeyi atladın.
Asıl suçluyu.
Tüm bu cinayet
zincirini tetikleyen kişiyi.
Kim?
Sen, Martin.
Beni güldürme.
Eğer bana
inanmıyorsan Beth'le konuş.
Sana âşık olmuştu.
Yoksa bunu fark
etmedin mi?
Senin söylediklerini gayet
net hatırlıyor.
"Sen de
denemelisin.”
Sen de denemelisin
sözü, onun kafasının içinde sürekli
yankılanıyordu.
"Benim gibi
özgür olmalısın.”
Anladığı şey buydu ve bunu yaptı.
Özgürlüğünü
engelleyen sebebi yok etti.
Öz annesini.
Bir kelebek kanatlarını çırparak dünyanın başka bir yerinde
kasırgaya sebep olabilir.
Tanıdık geldi mi?
O kelebek sen
misin, Martin?
||
« Prev Post
Next Post »