Print Friendly and PDF

Translate

The Internet's Own Boy: The Story of Aaron Swartz (2014)

|


105 dk  

Yönetmen:

Brian Knappenberger     

Senaryo:

Brian Knappenberger     

Ülke:

ABD

Tür:

Belgesel, Biyografi, Suç, News

Dil:

İngilizce

Müzik:

John Dragonetti

Oyuncular

 

    Tim  Berners-Lee

    Cindy   Cohn

    Gabriella  Coleman

    Cory   Doctorow

    Peter  Eckersley

 

Özet

RSS’nin geliştirilmesinde rol oynayan ve ünlü Amerikan sosyal paylaşım sitesi Reddit’i kurucularından biri olan Aaron Swartz’ın hayat hikayesini anlatan film, The Internet’s Own Boy: The Story of Aaron Swartz, genç dahinin gençlik yaşamını konu alıyor.

 

13 yaşında ArsDigita Ödülü’ne layık görülen Swartz, 14 yaşında RSS çalışmalarına katılırken, Amerikan mahkemelerindeki dosyalar ile birlikte JSTOR’dan 4 milyona yakın makaleyi halka açık hale getirmiş, bundan dolayı “bilgi korsanlığı” ve “yasadışı dosya indirme” gibi suçlamalarla yargılanmıştır. İnternette bilgi özgürlüğü ile serbest erişimi savunan Swartz, boğucu bir yargı sürecinin ardından büyük bir bunalımın esiri olmuştur.

Altyazı

Adil olmayan yasalar mevcuttur; Onlara itaat etmekle mi yetinelim, Değiştirmek için mücadele edip, değişene  dek itaat mi edelim, yoksa bir an evvel ihlal mi edelim?

  Sosyal bir haber ve eğlence sitesi Reddit'in kurucularından biri ölü bulundu.

  Kendini öyle görmüyor da olsa, kesinlikle bir dahi idi.

  İş kurmak ve para kazanmak onu hiç heyecanlandırmazdı.

  Aaron Swartz'ın doğduğu kasaba Highland Park'a derin bir yas hakim.

  İnternet'in en parlak ışıklarından birine sevenleri son bir veda etmekte.

   ve bilgisayar aktivistleri matem tutmakta   tanıyanların ifadesiyle "Şaşırtıcı bir deha"  O'nu devlet öldürdü.

  MIT ise temel prensiplerinin tamamına ihanet etti.

   İbret olsun diye O'nu cezalandırdılar  Devletlerin doymak bilmeyen bir kontrol iştahı vardır.

  35 yıl hapis ve bir milyon  dolarlık bir ceza  ile  karşı karşıyaydı.

  Savcılığın tutumu hevesli hatta görevi suistimal etmekte.

  Konuyu inceleyip bir sonuca varabildiniz mi?

  Büyürken farkettim ki, etrafımızda vuku bulan şeylerin doğal olduğunun, insanların doğaldır, hep bu şekilde olacaktır yaklaşımının yanlış olduğunu, doğal falan olmadığını, bazı şeylerin değişebileceğini; daha önemlisi bazı yanlış şeylerin değişmesi gerekliliğiydi.

  Bu farkındalığın geri dönüşü yoktu.

  Hikaye anlatma saatine hoşgeldiniz.

  Kitabın adı "Paddington at the Fair" [Babası] Aaron, Higland Park'ta doğdu ve burada büyüdü.

  Her biri sıradışı zeki üç kardeşten biriydi.

  Hiç birimiz o uslu çocuklardan değildik.

  Sürekli koşuşturan yaramaz üç oğlan çocuğu.

  Ama farkediyorum ki, Aaron, öğrenmeyi çok genç yaşta öğrenmişti.

  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10.

  -Tak tak.

  -Kim o?

  -Aaron.

  -Hangi Aaron?

  -Aaron Komikadam Ne istediğini hep bilirdi.

  İstediğini hep yapmalıydı.

  İstediğini hep yapardı.

  Merakı, sınırsızdı.

   Burada da gezegenleri gösteren küçük bir resim var.

  Her bir gezegenin sembolleri var  Bir keresinde Susan'a şehir merkezindeki parkta ücretsiz aile şenliğinin ne olduğunu sordu.

  O sırada üç yaşındaydı.

  Susan neyden bahsettiğini anlamayınca "Bak işte buzdolabının üzerinde yazıyor" dedi.

  Susan, O'nun okuyabildiğini farkedince dumur olmuştu.

   Kitabın adı "My Family Seder"  Chicago Üniversitesi'nin kütüphaneside olduğumuz günü anımsıyorum.

  Raftan 1900'lü yıllardan kalma bir kitap çıkarttım ve dedim ki, burası ilahi derecede sıradışı bir yer.

  Hepimiz meraklı çocuklardık, ama Aaron hem öğrenmeyi hem de öğretmeyi çok seviyordu.

   Şimdi de alfabeyi tersten okumayı öğreneceğiz  İlk matematik dersini gördüğü gün evdeki halini anımsıyorum.

  Noah, dur sana matematik öğreteyim diyordu.

  Bense matematik ne diyordum.

  Hep öyle biriydi.

   şimdi de klik tuşuna basalım.

  İşte oldu.

  İki, üç yaşındayken Bob O'nu bilgisayarla tanıştırdı.

  O noktadan sonra kendi başını alıp götürdü.

  Hepimizde bilgisayar vardı, ama Aaron gerçekten kendini adadı.

  İnternet'e adadı.

  -Bilgisayar başında mısın?

  -Yoo  Anne neden hiçbirşey çalışmıyor?

  Programlamaya çok erken bir yaşta başladı.

  Benimle birlikte yazdığı ilk program BASIC dilindeydi.

  Star Wars ile ilgili bir bilmece oyunuydu.

  Bodrumda bilgisayarın başına geçerdik.

  Saatlerce bu oyunu programlardık.

  Benim sorunum yapacak daha fazla bir şey olmadığını düşünmemdi.

  Oysa o her zaman programlamayla daha fazla şey yapılabileceğine inanıyordu.

  Aaron, programlamayı büyü gibi görürdü.

  Bu yolla normal insanların başaramayacağı şeyleri yapabileceğini düşünürdü.

  Aaron, karton ve Macintosh ile bir ATM yapmıştı.

  Bir keresinde cadılar bayramına ne giyeceğimi bilememiştim.

  O aralar en sevdiği bilgisayar iMac kılığına girmemin çok havalı olacağını düşümüştü.

  Kendisi cadılar bayramı kıyafeti giymekten tiksinirdi, ama diğer insanları sevdiği şeyleri giymeye ikna etmeye bayılırdı.

  The Info adında bir web sitesi yapmıştı.

  İnsanlar içerisine bilgi ekleyebileceklerdi.

  Mesela birileri altın üzerine kapsamlı bilgi sahibi olabilirdi, neden gelip bu bilgiyi paylaşmasındı ki?

  Sonra başka insanlar gelip bu bilgiyi okuyup, gerekli düzenlemeleri yapabilirdi.

  Wikipedia'dan çok da farklı değil.

  Ve bu olay, Wikipedia başlamadan önce olmuştu.

  Ve 12 yaşındaki bir çocuk tarafından odasında üretilmişti.

  Küçük bir sunucuda, çok eski teknoloji üzerinde çalışıyordu.

  Öğretmenlerden birisi şu tepkiyi verdi; "Çok kötü bir fikir.

  Herhangi birinin ansiklopedi yazmasına izin veremezsin.

  Bilim adamlarının var olmasının tek sebebi bize bu kitapları yazmaları.

  Nasıl bu kadar kötü bir fikir üretebilirsin?

 " Ben ve kardeşim, "Hee, Wikipedia hoş ama bizim evde beş yıldır var.

 " derdik.

  Aaron'ın sitesi TheInfo.

 org, Cambridge asıllı ArsDigita'nın düzenlediği okul müsabakasında birinci gelmişti.

  Ödülü almak için hep beraber Cambridge'e gitmiştik.

  Aaron'ın ne yaptığına dair hiç bir fikrimiz yoktu.

  Ödülün çok mühim olduğu ortadaydı.

  Aaron, bir süre sonra online programlama topluluklarıyla içli dışlı olmaya başlamıştı  sonra da, web için çok önemli yeni bir aracın üretim sürecinde.

  Sonra yanıma gelip şunu söyledi, "Ben, acayip süper bir şey üzerinde çalışıyorum, duyman lazım.

 " "Neymiş?

 " diye sordum.

  "RSS denilen bir şey" dedi.

  RSS'in ne olduğunu açıklamaya başladı.

  "Bunun nesi kullanışlı, kullanan bir site var mı ki?

 " dedim.

  "Niye bunu kullanmak isteyeyim ki?

 " RSS üzerinde çalışan kişilerin yazıştığı bir mail listesi vardı, hatta genel olarak XML üzerine.

  Aaron Swartz isminde bir üye de vardı, dişli fakat oldukça zeki biri.

  Bir çok iyi fikri vardı fakat, Yüz yüze görüşmelerimize gelmezdi.

  Bu görüşmelere ne zaman geleceğini sorduğumuzda "Annemin izin vereceğini sanmıyorum, 14'üme yeni girdim.

 " dedi.

  İlk tepkimiz bir yıldır çalıştığımız bu kişi, bu iş arkadaşı 13 yaşındaymış ve henüz 14'üne girmiş ve ikinci tepkimiz ise "O'nunla tanışmamız lazım.

  Ne kadar sıradışı bir durum.

 " oldu.

  RSS'in taslağını hazırlayan komitedeydi.

  Yaptığı şey, modern bir hypertext sürümünün tesisatını döşemeye yardımcı olmaktı.

  Ve O'nun üzerinde çalıştığı parça, diğer web sayfalarında olan bitenin özetini çıkaran aletti.

  Bunu daha çok bloglarda kullanırsınız.

  Okumak istediğiniz 10,20 kişinin RSS feedlerini alır, ve o esnada neler döndüğünün özetini tek bir liste halinde görürsünüz.

  Aaron çok gençti, fakat teknolojiyi anlıyordu ve mükemmel olmadığını görüp daha iyi hale getirecek yollar arıyordu.

  Annesi Chicago'da uçağa bindirirdi, biz de onu San Fransisco'da alırdık Tartışabileceği ilginç insanlarla tanıştırırdık.

  Bu esnada korkunç beslenme alışkanlıklarını gözlemlerdik.

  Haşlanmış pirinç gibi sadece beyaz şeyler tüketirdi.

  Kızarmış pirinç yemezdi zira yeterince beyaz değildi, beyaz ekmek vesaire.

  Tartışmalarda bu küçük çocuğun ağzından çıkan argümanların kalitesine hayret ederdik.

  İskorbütten ölmezse bu çocuk bir yerlere gelecek diye düşünürdük.

  -Aaron sıra sende.

  -Bana kalırsa aradaki fark, artık internetten, telefondan köpek maması satan şirketler kuramazsın.

  Ancak hala bir çok yenilik oluyor.

  Yenilikleri görmüyorsanız belki de kafanız kuma gömülü kalmıştır.

  Alfa nerd kişiliğine bürünüp "Senden daha zekiyim.

  Bu yüzden senden daha iyiyim.

  Bu yüzden de sana ne yapman gerektiğini söyleyebilirim" kafasına girerdi.

  Çok bilmiş velet tarafının bir uzantısıydı.

  " bir çok bilgisayarı bir araya getirip farklı problemler üzerinde uğraşabiliyorsunuz.

  Mesela uzaylıları aramak ya da kanserin tedavisini bulmak gibi.

 " [WWW'nin mucidi] IRC üzerinde tanışmıştık.

  Sadece yazan tiplerden değildi, sorularıyla insanları heyecanlandıran, birbirine bağlayan biriydi.

  Özgür Kültür Hareketi onun enerjisinden bir hayli faydalandı.

  Bence Aaron, dünyayı çalışır bir hale getirmeye çalışıyordu, onu tamir etmek istiyordu.

  Oldukça güçlü bir kişiliği vardı.

  Zaman zaman başkalarının tekerine çomak sokardı.

  Yani dünyayla karşılıklı olarak iyi geçinememe sıkıntısı vardı.

  Aaron liseye girdikten sonra bir hayli sıkılmıştı.

  Verilen dersleri, öğretmenleri pek sevememişti.

  O zaten bilgiye nasıl ulaşacağını biliyordu.

 "Geometri öğrenmek için okula gitmeme gerek yok ki, geometri kitabını okusam kafi.

  Amerikan tarihini onların bakış açısıyla öğrenmek istemiyorum, bak burada üç farklı tarih cildi var, onları okurum daha iyi.

  Onlarla ilgilenmiyorum, ben Web ile ilgileniyorum" kafasındaydı.

  "Okuldan bayağı bunalmıştım.

  Öğretmenler ne anlattıklarını bilmiyordu.

  Otoriter ve kontrolcü bir tavırları vardı.

  Ödevler öylesine veriliyordu.

  Zaman geçsin diye iş yapılıyordu.

  Ben de eğitimin tarihiyle ilgili kitaplar okumaya başladım; şimdiki sistem nasıl geliştirilmişti, alternatifleri neydi, aynı bilgileri geviş getirmektense nasıl gerçekten öğrenebilirlerdi.

  Bu da beni sorgulamalara itti.

 "  "Bulunduğum okulu sorgulayınca, onu inşa eden toplumu da sorgulamaya başladım.

  Böyle bir eğitimle girilen şirketleri sorguladım.

  Tüm bu yapıyı kuran devleti sorguladım.

 " En tutkulu olduğu konulardan biri de telif haklarıydı, özellikle ilk başlarda.

  Telif hakları, yayımcılık ve okuyucular için hep bir yük olmuştur.

  Gerçi, aşırı bir yük değildir.

  İnsanların cebine para girmesi için makul bir oluşumdu.

  Aaron'ın neslinin maruz kaldığı sıkıntı ise bu antik telif sistemi ve inşa ettiğimiz bu muhteşem şey, İnternet'in çarpışmasıydı.

  Bu çarpışmadan bize kalan da kaos oldu.

  Sonrasında Harvard'da hukuk profesörü olan Lawrence Lessig ile tanıştı.

  Kendisi o sıralar anayasa mahkemesinde telif haklarına karşı mücadele etmekteydi.

  Genç Aaron bu duruşmayı dinlemek üzere Washington'a uçmuştu.

  "Ben Aaron Swartz.

  Buraya Eldred* argümanına tanık olmaya geldim.

 " "Neden ta Chicago'dan argüman dinlemeye buraya geldin?

 " "Bu zor bir soru.

  Çünkü.

 .

  bilmem  anayasa mahkemesini ve bu kadar meşhur bir davayı canlı izlemek istedim.

 " Lessig, aynı zamanda telif haklarının internete yansımasında yeni bir yol da açmaktaydı.

  İsmi Creative Commons idi.

  Creative Commons'ın ardında çok basit bir fikir var.

  Yaratıcılara, eserlerine imza atarken kendilerinin de sahip olduğu özgürlük fikirlerine özen gösterebilecekleri bir yöntem vermek.

  Yani telif hakkı, "bütün hakları saklıdır" derken, CC "bazı hakları saklıdır" şiarıdır.

  "Eserimle şunları şunları yapabilirsin, ama bazılarını yaparken izin almalısın" demenin basit bir yoludur.

  Aaron'ın rolü de bilgisayar kısmıydı, lisansları nasıl makinelerin üzerinde işlem yapabileceği basitliğe indirgeyebilirdik.

  İnsanlar "Neden spesifikasyonları 15 yaşında bir çocuğa yazdırıyorsunuz, bu büyük bir hata" gibi tepkiler verdi.

  O ise yapılacak en büyük hatanın o çocuğa aldırmamak olacağı kanaatindeydi.

  Gövdesinin kürsüden görünebileceği uzunlukta bile değildi.

  Şu hareketli kürsülerden de olmadığı için ekranı açtığında yüzünün görünmediği gülünç bir hale gelmişti.

  "Web sitemize girdiğinizde Lisans Seç'e tıklıyorsunuz.

  Size seçenekler sunuyor, ne anlama geldiklerini açıklıyor.

  Üç basit soru soruyor; Atıf gerekliliği istiyor musun?

  Ticari kullanıma izin veriyor musun?

  Eserinin üzerinde değişiklik yapılmasına izin veriyor musun?

  Yetişkinlerin, O'na da yetişkin gibi davrandığını gördüğümde şoke olmuştum.

  Aaron, bir salon dolusu seyircinin karşısına geçip Creative Commons için oluşturduğu bir platformdan bahsetmeye başlamıştı.

  Ve hepsi ağzının içine bakıyordu.

  Arkada oturup küçük bir çocuğu neden dinlediklerini sorguluyordum.

  Sanırım ne olup bittiğini anlamamıştım.

  Eleştirmenler, sanatçıların para kazanması adına pek faydası olmadığını söyleseler de, Creative Commons bir hayli başarılı oldu.

  Sadece Flickr'da bile 200 milyonun üzerinde insan, eserlerinde Creative Commons lisanlarından birini kullanmakta.

  Teknik yetilerini kullanarak katkı yapmış olsa da, bu onun için sadece teknik bir mesele değildi.

  Aaron, kişisel blogunda açık bir şekilde sık sık dile getirirdi.

  "Bir çok şey üzerine derin düşünürüm, ve diğerlerinin de bunu yapmasını isterim.

 " .

  .

 .

 "Fikirler için çalışır, insanlardan öğrenirim.

  İnsanları dışlamam.

  Mükemmelliyetçiyim, fakat bunun yayımlamanın önüne geçmesine müsade etmem.

  Eğitim ve eğlence haricinde benim üzerimde etkisi olmayacak şeylerle vakit kaybetmem.

  Herkesle arkadaş olmaya çalışırım, fakat beni ciddiye almadığınızda öfkelenirim.

  Kin tutmam çünkü yapıcı olmaz.

  Fakat tecrübelerimden öğrenirim.

  Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek istiyorum.

 " 2004 yılında Swartz Highland Park'tan ayrılır ve Stanford Üniversitesi'ne girer.

  Ülseratif Kolit hastalığından muzdaripti.

  İlaçlarını düzgün almamasından endişe ediyorduk.

  Hastaneye kaldırılırdı ve her gün hap kokteyli içmesi gerekirdi.

  O haplardan biri steroid idi, bu da büyümesini durdurdu.

  Bu yüzden kendini diğerlerinden farklı hissediyordu.

  Aaron, Stanford'a bilim insanı olmak üzere girdi ve karşısında çok başarılı lise öğrencileri için çocuk bakıcılığı yapılan bir program buldu.

  Bu kişiler dört yıl sonra endüstriye önderlik edecek kimselerdi, %1'lik kısım yani.

  Ve bana kalırsa bu onu delirtmişti.

  2005 yılında, sadece bir yıl sonra, Aaron'a bir iş teklifi geldi.

  Paul Graham öncülüğündeki Y Combinator isminde bir girişim şirketiydi.

  Bir web sitesi fikrim var demişti, ve Paul Graham O'nu "Tabi neden olmasın" diyecek kadar sevmişti.

  Okulu sallayıp yeni bir apartman dairesine taşındı.

  Burası, Aaron'ın dairesiydi.

  Babamın evi ayarlamanın ne kadar zor olduğundan bahsettiğini anımsıyorum, zira kredisi yoktu ve üniversite terkti.

  Aaron şu an salon olan yerde kalıyordu.

  Duvardaki posterlerden bazıları ondan kalma, kütüphane de öyle.

  Başka kitaplar da var, çoğu Aaron'ın.

  Aaron'ın Y-Combinator sitesinin ismi infogami idi.

  İnternet sitesi yapmak için kullanılacak bir araç.

  Fakat site kullanıcı bulmakta güçlük çekiyordu.

  Nihayetinde Aaron, sitesini, yardıma ihtiyaç duyan bir başka Y-Combinator projesi ile birleştirdi.

  reddit ismindeki projeye Steve Huffman ve Alexis Ohanian öncülük etmekteydi.

  " Her şeye sıfırdan başlamıştık.

  Kullanıcısı, parası ya da kodu yoktu.

  Gün be gün büyüyerek çok popüler bir site haline geldi.

  Yavaşlama eğilimi göstermiyordu.

  Başta bin kullanıcımız vardı, sonra onbin oldu.

  20 bin derken aldı başını gitti.

  reddit devasa bir hal aldı, internette geek bir köşe oldu.

  Bol miktarda mizah ve sanat vardı.

  Kullanıcılar siteye üşüşmeye başlamıştı, ve bir çoğu sabah bilgisayarını açtığında haberleri okuduğu ilk yer yapmıştı.

  Bazı noktalarda reddit kaosun sınırında diyebiliriz.

  Bir yanda insanların siyaset, teknoloji ve haberleri tartıştığı bir mecrayken diğer yanda iş yerine uygun olmayan, saldırgan materyallere de sahip.

  Troller'e ev sahipliği yapan bazı subreddit'ler de var.

  Bu yüzden bazı tartışmalara da meydan veren bir yer diyebiliriz.

  Kaosun kıyısında duruyor.

  reddit, bir süre sonra kurumsal dergi devi Conde Nast'ın gözüne takılır.

  Siteyi satın almak isterler.

  Miktarın ne kadar olduğunu soruyorsanız, babamın "Bu kadar çok parayı nerede tutmalıyım?

 " gibi sorulara maruz kalacağı kadar diyelim.

  -Çok para yani?

  -Bi'hayli çok.

  Büyük ihtimalle, bir milyon dolardan fazla.

  Ama tam olarak bilmiyorum.

  O esnada kaç yaşında?

  -19,20 Bu dairedeydi.

  Bundan önceki koltuklarda oturup, reddit ile uğraşıyorlardı.

  reddit'i sattıklarında devasa bir parti verdiler, ertesi gün California'ya uçtular ve anahtarları da bana bıraktılar.

  Şimdi düşününce biraz komik.

  Çünkü şirketini satmıştı ve aramızdaki en zenginin o olduğunu varsayıyorduk.

  Ama O ayakkabı kutusu boyutlarında bir odayı tercih etti ve bu kadarı yeterli dedi.

  Bir gardoptan halliceydi.

  Pahalı ıvır zıvıra para harcaması imkansızdı.

  "Apartman dairesinde yaşamayı seviyorum, şatafatlı bir malikaneye niye para harcayayımki" demişti, "Kot, T-shirt giymeyi seviyorum bu yüzden yeni kıyafetlere de para harcamaya gerek yok.

 " Swartz için önemli olan şey, internet trafiğinin akışıydı.

  Dikkatimizi yöneten şey neydi?

  Yayınlamanın eski yöntemlerinde hava dalgalarındaki limitle sınırlıydınız.

  Anten ile en fazla 10 T.

 V kanalına yayın verebilirdiniz.

  Kablolu ile dahi 500 kadar yeriniz olurdu.

  Oysa internette herkesin kendine ait bir kanalı vardır, isteyen herkes kendine blog, Myspace sayfası açabilir.

  Herkesin kendini ifade edebileceği bir yer olur.

  Bu yüzden artık problem kimin hava dalgalarına erişimi olduğu değildir; problem insanları bulma yöntemlerine kimin hükmettiğidir.

  Gücün, Google gibi sitelerin tekeline geçtiğini görürsünüz.

  İnternet üzerinde nereye gitmek istediğinizi söyleyen bekçilerdir bunlar.

  Haberleri ve bilgiyi nereden temin edebileceğinizi gösterirler.

  Yani artık belli bir zümrenin konuşma ayrıcalığı yoktur, herkes bu ayrıcalığa sahiptir.

  Sorun, kimin sesinin duyulduğudur.

  Böylece Conde Nast'te çalışmak üzre San Fransisco'ya geldi.

  Ofise girdiğinde, içine bir sürü bok püsürün yüklendiği bir bilgisayar verirler.

  Üzerine başka bir şey yükleyemezsin derler, ki geliştiriciler için rezaletin bayrak tutanı bir durumdur.

  İlk günden itibaren bu şeylerden dert yanmaya başladı.

  Gri duvarlar, gri masalar, gri ses.

  Geldiğim ilk günden itibaren katlanması güç bir yerdi.

  Öğle yemeğinde kendimi tuvalete kilitleyip ağlamaya başladım.

  Bırak iş yapmayı, kulağımda vızıldayıp duran birileri olduğu sürece akıl sağlığımı koruyabileceğimi dahi sanmıyorum.

  İşini bitirebilen başka kimse de yok gibi.

  Herkes sürekli bizim odamıza gelip takılıyor, sohbet ediyor ya da Wired incelemesi için kurulan oyun sistemini denemeye davet ediyor.

  O'nun siyasi tatta farklı tutkuları vardı.

  Silikon Vadisi'nde ise teknik aktiviteyi, siyasi amaçlar için kullanmak gibi bir kültür yoktu.

  Aaron kurumsal bir firmada çalışmaktan nefret ediyordu.

  Hepsi böyle hissediyordu, ama Aaron katlanmayan tek kişi oldu.

  Böylece Aaron hiç işe uğramayarak kendini kovdurdu.

  Söylenene göre sıkıntılı bir ayrılıktı.

  Hem Steve Huffman hem de Alexis Ohanian belgesel için röportajı reddetti.

  İş dünyasını reddetti.

  Bu seçimle ilgili hatırlamamız gereken önemli şeylerden biri de, girişimcilik kültürünü bıraktığında, O'nu meşhur eden, sevdiren şeyleri hayranlarını hayal kırıklığına uğratmak pahasına bıraktı.

  Olması gereken yere varmıştı.

  Bok dağına tırmanıp gül dikerken, koku alma duyusunu yitirdiğini itiraf edecek kadar özfarkındalığa sahipti.

  Orada oturup göründüğü kadar kötü olmadığını iddia etmektense tekrar aşağıya indi.

  Bu çok iyi birşeydi.

  Aaron programlamayı hep büyü gibi gördü, normal insanların yapamayacağı şeyleri yapmaktı.

  Büyülü güçlerin olsaydı onları iyilik için mi kullanırdın, yoksa dağlar kadar para mı?

  Swartz, çocukluğunda tanıştığı bir vizyonerden, WWW'in mucidi Tim Berners-Lee'den ilham alıyordu.

  90'lı yıllarda, Berners-Lee 20.

 Yüzyıl'ın en karlı icatlarından birinin üzerinde oturmaktaydı.

  Fakat bu icattan para kazanmak dururken, bunu ücretsiz dağıttı.

  WWW'in bugünkü varlığının tek sebebi budur.

  Aaron, kesinlikle, Tim'den derinden etkilenmişti.

  Tim internetin ilk yıllarındaki en seçkin dehalarından biriydi, ve asla satıp gitmedi.

  Milyarlarca dolar kazanmakla hiç ilgilenmedi.

  Özgür bırakılmasaydı, bugün kocaman tek bir web yerine bir çok küçük web olurdu; bu şekilde işleyemezdi çünkü bir web'den diğerine geçiş yapamazdın.

  Düzgün çalışması için kritik kütleye ulaşması gerekliydi, yani tüm gezegen olmadan olamazdı.

  (sakallı olan Richard M.

  Stallman reis) Dünya'yı olduğu gibi kabullenmemenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

  Sana verilene eyvallah demek, yetişkinlerin, ailenin söylediklerine uymak yerine her zaman sorgulamalısın bence.

  Her şeyi sorgularım, bilimsel yöntemle yaklaşırım, öğrendiklerin geçicidir ve değişime açıktır; yeni bulgularla çürütülebilir.

  Bence aynı yöntem topluma da uygulanabilir.

  Temelinde gerçekten ciddi sorunlar olduğunu gördüğümde, görmezden gelmenin mümkün olmadığını anladım.

  Birlikte çok vakit geçirmeye başladık, arkadaşçaydı.

  Saatlerce sohbet ederdik.

  Bakınca, benimle flört ettiğini anlamış olmam gerekliydi diyorum.

  Galiba "Bu kötü bir fikir ve imkansız" diye düşünüp olmuyormuş gibi davrandım.

  Evliliğim dağılıyordu, gidecek yerim yoktu; böylece ev arkadaşı olduk.

  Kızımı da götürdüm.

  Taşındık ve evi döşedik, son derece huzurluydu.

  Uzun süredir huzurum yoktu, buna ihtiyacım vardı.

  Çok ama çok yakındık.

  Romantik ilişkimizin başlangıcından itibaren sürekli temas halindeydik.

  Ama ikimiz de zor insanlardık.

  Ally Mcbeal vari bir tartışmada bir fon şarkısı olduğunu itiraf etti.

  Onu çalmaya zorladım.

  Fiona Apple'dan Extraordinary Machine'miş.

  Sanırım şarkının sıkışmışlığıyla birlikte umut da barındıran havasındandı.

  Bir çok açıdan, Aaron hayata muazzam bir iyimserlikle bakardı.

  Öyle hissetmese bile öyle davranırdı.

  -Napıyorsun?

  -Flickr'da artık video da var.

  Swartz, enerjisini, kamusal bilgiye erişime dair bir çok yeni projeye harcıyordu.

  Bunlardan biri de hesap sorulabilirlik sitesi Watchdog.

 net idi.

  Bir de Open Library (Açık Kütüphane).

  Açık Kütüphane projesine openlibrary.

 org üzerinden erişebilirsiniz.

  Altındaki fikir de, her kitaba ait bir wiki, düzenlenebilir bir sayfa, adamak.

  Böylece şu ana kadar yayınlanmış bütün kitaplar için, içinde yayımcı, satan yerler, bulunduğu kütüphaneler gibi bilgilere erişip satın almak, ödünç almak ya da incelemek için kullanabileceğiniz linkler koyulabilir.

  Kütüphaneleri çok severim.

  Yeni bir şehre geldiğinde kütüphaneleri araştıran o adam benim.

  Açık Kütüphane'nin hayali de bu, kitaptan kitaba, insana, yazara, oradan konuya, fikre sıçrayabileceğiniz, kütüphanelerde gömülüp kayıplara karışmış bu bilgi zenginliğine kolayca ulaşabilmek.

  Bu çok önemli çünkü kitaplar kültürel mirasımız.

  Kitaplar insanların yazımda kullandığı şeyler; ve tüm bunları bir şirketin tekeline bırakamayız.

  Korkutucu bir durum bu.

  Kamu alanına, kamusal erişimi nasıl getirebilirsiniz?

  Kulağa basit gelebilir ama kamusal alana kamunun erişimi yoktur.

  Kamusal alan, herkes tarafından erişilebilir olmalıdır, fakat kilit altındadır.

  Birileri gelip keyfini çıkartmak ister ihtimaline karşı etrafı makinalı tüfekler ve siperlerle çevrilmiş bir park gibidir.

  Aaron'ın özellikle ilgilendiği konulardan biri de, kamusal alana kamusal erişim getirmekti.

  Onu bu kadar çok belaya sokan şey buydu.

  A.

 B.

 D'de Federal Mahkeme kayıtlarına ulaşmaya çalışıyordum.

  Anlaşılmaz bir sistemle karşı karşıya kaldım.

  Açılımı Elektronik Mahkeme Kayıtlarına Kamusal Erişim olan PACER diye bir sistemdi.

  Google'da arama yaparken Carl Malamud'a denk geldim.

  ABD'de yasal materyallere erişim, yıllık 10 milyar dolarlık bir ticaret.

  PACER, inanılmaz menfur bir devlet hizmeti.

  Sayfa başı 10 sent, görüp görebileceğiniz en ölü kod.

  Hiç bir şey arayamazsın, sık kullanılanlara atamazsın, kredi kartın olmalıdır ve bunlar kamuya ait kayıtlardır.

  Amerikan yerel mahkemeleri çok önemlidir, dava takiplerimizin çoğu burada başlar.

  Telif davaları, patent davaları, bin bir türlüsü.

  Öğrenciler, gazeteciler, vatandaşlar, avukatlar; hepsi PACER sistemine erişmek durumundadır, ve sistem her adımda onlarla kavga eder.

  Sıradan insanlar, altın American Express kartı olanlar kadar rahat erişemezler, adalete erişimde bir nevi vergidir.

  Yasalar, demokrasimizin işletim sistemidir, ve görmek için para vermen gerekmesi?

  Bu pek demokrasi sayılmaz.

  Yılda yaklaşık 120 milyon dolar kazanıyorlar.

  Ve kendi kayıtlarına göre maliyeti buna yakın bile değil.

  Hatta, yasadışı.

  2002 yılının e-devlet kanununa göre, mahkemeler maliyeti karşılamak üzre yalnızca gerektiği miktarda ücret alabilirler.

  Public.

 Resource.

 Org'un kurucusu Malamud, PACER ücretlerine protesto etmek istedi.

  PACER Geri Dönüşüm Projesini başlattı.

  Böylece insanlar, ücretini verip indirdikleri dökümanları bu ücretsiz veritabanında paylaşabileceklerdi.

  Meclis, PACER işletmecilerini kamu erişimi üzerinden topa tutuyordu.

  Bunun üzerine ülke çapında 17 kütüphanede, PACER'a ücretsiz erişim sağlayan bir sistem kurdular.

  Her 57.

 000 kilometre kareye bir kütüphane yani.

  Pek kullanışlı değildi.

  "Herkesi Flash Bellek Kuvvetleri'ne katılmaya davet ediyorum.

  Kütüphanelerdeki veritabanını indirin ve PACER Geri Dönüşüm Projesi'ne yükleyin.

 " İnsanlar kütüphanelere gidip dökümanları belleklere yüklediler ve bana yolladılar.

  Aslında bu bir geyikti, sitede Flash Bellek Kuvvetleri linkine tıkladığınızda Oz Büyücüsünden bir sahne açılıyordu.

 " Ama tabiki Steve Schultze ve Aaron beni arayıp, Flash Bellek Kuvvetleri'ne katılmak istiyoruz dediler.

  O sıralarda bir konferansta Aaron'la karşılaştım.

  "Bu, bir çok farklı kişinin el birliğiyle yapması gereken bir şey.

 " Ben de ona yaklaştım ve PACER sorununa müdahale etmemiz gerek dedim.

  Schultze, kütüphanelerdeki sistemden otomatik olarak veri çekebilen bir program geliştirmişti bile.

  Swartz da göz atmak istedi.

  Ben de ona kodu gösterdim, ne olacağını bilmiyordum.

  Sonradan anlaşıldıki, Aaron konferansın son bir kaç saati boyunca çekildiği köşede kodu geliştiriyormuş.

  Aynı zamanda da bu kütüphanelerden birinin yakınında oturan bir arkadaşını, programın düzenlenmiş halini test etmeye ikna etmiş.

  Tabi mahkemedeki bazı insanlar bir problem olduğunu anlamışlar.

  " Veriler akmaya başlamıştı.

  Kısa bir zamanda 760gb boyutunda 20 milyon sayfa PACER dökümanı birikti.

 " Deneme kütüphanelerinden elde ettiği bilgilerle, Swartz bu devasa arşivi paralel yüklemelerle kaydetmeye başladı.

  Yaklaşık 2.

 7 milyon mahkeme belgesini elde etmişti, neredeyse 20 milyon sayfa yazı.

  Pilot erişim projesini yöneten insanların 20 milyon gibi bir rakam beklemediklerini kabul ediyorum.

  Ama bir bürokratı şaşırtmak yasadışı değildir.

  "Aaron ve Carl, olan biteni New York Times'a anlatmaya karar verdi.

 " Aynı zamanda FBI'ın da dikkatini çekmişlerdi.

  Swartz'ın ailesinin Ilinois'deki evini gözetlemeye başlamışlardı.

   sonra annesinden "ARA BENİ" yazan bir tweet geldi.

  Ne olduğunu anlamadım.

  Nihayet Aaron'a ulaştım.

  Annesi "FBI FBI FBI" diye sayıklıyordu.

  Bir FBI ajanı evimizin yolundan arabayla geçerken Aaron odasında mı diye kolaçan eder.

  O gün evdeydim ve o adamın evimizin yolundan bir aşağı bir yukarı gidişini garipsediğimi anımsıyorum.

  Beş yıl sonra bir FBI dosyasını okurken anladım ki evimin yolundaki o adam ajandı.

  Dehşete düşmüştü.

  Gerçekten korkuyordu.

  FBI O'nu arayıp, yanında avukatı olmadan bir kafede buluşması için kandırmaya çalıştığında daha da çok korkmuştu.

  Eve gidip yatağına uzandığında zangır zangır titrediğini söylemişti.

  İndirmeler, mahkemlerin devasa gizlilik ihlallerini de açığa çıkarmıştı.

  Sonuç olarak mahkemeler bazı politikalarını değiştirmek zorunda kaldı.

  FBI ise soruşturmayı dava açmaksızın kapatmaya karar verdi.

  Bugün bile şaşırdığım bir konu var.

  Herhangi bir insanın, en ırak köydeki bir ofiste çalışan bir FBI ajanının bile, halkın vergisini hukuku kamuya açan birine hırsızlık suçlaması için harcamasını aklım almıyor.

  Hukuku kamuya açan birisiyle uğraşan hangi insan kendini kanun adamı olarak görebilir?

  Aaron, davası için kendini tehlikeye atmıştı.

  Gelir dağılımındaki uçurumdan rahatsız olduğu için, sırf teknolojiyle yetinmedi; farklı siyasi davalara da kendini adamaya başladı.

  [Arkadaşı] Ben meclise girmiştim, O'nu da yanımızda takılması, staj yapması için davet ettim.

  Böylece siyasi işleyişi öğrenebilirdi.

   yeni bir topluluğu, yeni maharetleri öğrenip siyaseti hacklemek istiyordu.

  Ben evde televizyon izleyip para kazanırken, bir madencinin kan ter içinde çukur kazması; kazmazsa o akşam evine ekmek götüremeyecek olması çok saçma geliyor.

  Ama açıkça ortada ki dünya saçma bir yer.

  Yenilikçi Değişim Mücadelesi Komitesi adlı bir grubun kuruluşunda yer aldım.

  Yenilikçi siyaseti benimseyen ve ülkeye daha yenilikçi bir yol açmak isteyen insanları organize edip, mail listelerimize ve kampanyalarımıza dahil ettiğimiz böylece seçimlerde yenilikçi adayların seçilmesine yardımcı olduğumuz bir sistemdi.

  Elizabeth Warren'ın senatoya girmesini sağlayan kampanyanın arkasında bu grup vardı.

  Halihazırda sistemin aptalca olduğunu düşünüyordu, fakat geldi ve sistemi öğrenmem gerekli dedi.

  Zira bu sistem de herhangi bir sosyal sistem gibi manipule edilebilirdi.

  Aynı zamanda kütüphane ve öğrenme tutkusunu da bir kenara bırakmamıştı.

  Akademik makaleleri yayınlayan kurumları da incelemeye başlamıştı.

  Amerika'nın büyük üniversitelerinden birinde olduğunuza göre geniş bir bilimsel yayın arşivine erişiminizin olduğunu varsayıyorum.

  Bu büyük üniversitelerin hemen hemen hepsi JSTOR, Thomson gibi firmalara erişim için ücretler öderken, dünyanın geri kalanı göremiyor bile.

  Bu akademik yayınlar ve makaleler, insanlığın tüm bilgi birikiminin depolandığı online bir kütüphane.

  Ve çoğu, vatandaşların vergisiyle ya da devletin ayırdığı bütçeyle ortaya çıkan şeyler.

  Fakat bunları okuyabilmek için Elsevier gibi yaımcılara çoğu zaman tekrardan ödeme yapmanız gerekir.

  Lisans ücretleri o kadar yüksek ki, Amerika yerine Hindistan'da okuyan kişiler bu erişime sahip değiller.

  Bilimsel mirasımızın tamamından mahrumlar.

  Bu dökümanlardan bazıları Aydınlanma Dönemi'nden kalma.

  Birisi akademik bir yayın ortaya çıkarttığında taranırlar ve dijital bir şekilde koleksiyona girerler.

  Bu, bize ilginç ve bilimsel işler ortaya çıkaran insanlardan kalan bir miras.

  Halka ait, ulaşılabilir olması gereken bir miras.

  Fakat bunun yerine kilitlenip, kar amacı güden şirketler tarafından internete koyulurlar ve onlar da edebilecekleri en yüksek karı elde etmeye çalışırlar.

  Üniversite ya da halk tarafından parası ödenen bir araştırmacı, makale hazırlar.

  Bütün iş bittikten sonra, yani asıl araştırma, düşünme, deney gibi süreçlerin tamamı bittikten sonraki son aşamada araştırmacı telif hakkını bu milyar dolarlık şirkete teslim etmek zorundadır.

  Hasta durum.

  Tamamen gönüllü emek üzerine kurulmuş bir ekonomidir, en tepede yayımcı şirket oturur ve kaymağı yer.

  Dolandırıcılığın dik alası.

  İngiltere'deki yayımcılardan biri geçen yıl 3 milyar dolar kar etti.

  Ne vurgun ama.

  JSTOR, hikayede çok küçük bir rolde aslen.

  Her nedense, Aaron hedef olarak JSTOR'u seçti.

  [Arkadaşı] Açık erişim ve açık yayım üzerine bir konferansa gitmişti.

  JSTOR'dan, kim bilmiyorum, birisine veritabanını ebediyen açmanın ne kadara malolacağını sormuştu.

  200 milyon dolar gibi Aaron'ın da saçma bulduğu bir rakam verdiler.

  Harvard'da bursla çalıştığından, yan komşusu MIT'deki kullanıcıların açık ve hızlı ağından haberdardı, ki yakın zamanda JSTOR'un zengin arşivine erişim izni de verilmişti.

  Swartz, fırsatı gördü.

  O kapıların anahtarı elinizdeydi.

  Biraz Shell Script (~kabuk betiği) sihriyle yayınlanmış makaleleri alabilirdiniz.

  24 Eylül 2010'da, Swartz yeni alınmış bir laptop'ı Gary Host adıyla MIT ağına kaydetti.

  İstemci adı olarak da GHost_laptop kullanıldı.

  (Hayalet_laptop) JSTOR'u geleneksel kullanımıyla hackledi diyemeyiz.

  JSTOR veritabanı düzenliydi, bütün dökümanları indirmek için çok uğraşmak gerekmiyordu; sadece numaralar atanmıştı.

  Örneğin ///makale444024, makale444025 gibi gibi ilerlemekteydi.

  Turtayı Durmadan Al adında bir python betiği hazırlamıştık, ardı ardına makaleleri topluyordu.

  Ertesi gün Hayalet_laptop makaleleri almaya başlar.

  Fakat kısa zamanda bilgisayarın I.

 P.

  adresi engellenir.

  Tabi bu Swartz için çantada kekliktir.

  Hemen I.

 P.

  adresini değiştirir ve indirmeye devam eder.

  JSTOR ve MIT bu olayı durdurmak için farklı adımlar atarlar.

  Hafif tedbirler işe yaramadığında, JSTOR, MIT'nin tamamını engeller.

  Baktığınız zaman, JSTOR veritabanının etrafında geçen bir kedi fare oyunu gibidir.

  Kedinin Aaron olduğunu söyleyebiliriz, çünkü JSTOR'daki teknisyenlerden daha yetenekli olduğu ortada.

  Sonunda, Wi-Fi üzerinden uğraşmaktansa, kilitlenmemiş bir malzeme dolabına girdi ve ağa direk kabloyla bağlandı.

  Laptop'ını harici bir disk ile birlikte makale indirmeye bıraktı.

  Swarz bilmiyordu, fakat bilgisayarı yetkililer tarafından bulunmuştu.

  İndirmeyi durdurmaktansa, içeriye güvenlik kamerası yerleştirdiler.

  Bilgisayarı, MIT binasının bodrumunda bir odada buldular.

  Fişini çekebilirlerdi, gelmesini bekleyip kimsin nesin durdur şunu diyebilirlerdi.

  Ama bunları yapmadılar.

  Bunun yerine delil oluşturmak için düzenek kurdular.

  Böyle bir şeyi videoya almanın tek sebebi bu olabilirdi.

  İlk görüntülerde görünen tek şey, boş şişeleri odada zulalayan bir adamdı.

  Fakat günler sonra Swartz'u da görüntülediler.

  Swartz, hard diski değiştiriyor.

  Beş dakika kadar karenin dışında kalıyor, sonra terkediyor.

  Bir gün MIT'den bisikletle evine geçerken, polisler yolunu değiştirir ve peşine takılır.

  Saldırgan bir şekilde yere yapıştırıldığını anlatmıştı.

  Sanki polis değil de saldırmak için gelen kimseler gibi dövdüklerini söyledi.

  Yıkılmıştık.

  Ailemizdeki herhangi birinin adli takibi o kadar uzak ve anlaşılmazdıki, ne yapacağımı bilemedim.

  Ellerindeki arama emrinde Cambridge'deki apartman dairesi ve Harvard'daki ofisi vardı.

  Tutuklamadan iki gün evvel, soruşturma JSTOR ve Cambridge'in yerel polisini aşmıştı bile.

  Amerikan Gizli Servisi görevi almıştı.

  Gizli servis bilgisayar ve kredi kartı sahteciliği gibi şeyleri soruşturmaya 1984 yılında başlamıştı.

  Fakat 11 Eylül saldırılarından altı hafta sonra görev alanı genişledi.

  Başkan Bush, Patriot Yasası'ndan faydalanarak Elektronik Suçlar Görev Kuvvetleri'ni oluşturdu.

  " Şu an önümde bulunan yasa tasarısı modern teröristlerin ortaya çıkardığı tehlikeleri de hesaba katıyor.

 " Gizli Servis'in kendi söylemine göre temel görevleri şunlardı: Ekonomik etkiye sebep aktiviteler.

  Organize suç örgütleri.

  Yeni teknolojileri kullanan komplolar.

  Gizli Servis, soruşturmayı Boston savcılığına teslim eder.

  "Bilgisayar Suçları Görev Ekipleri Amiri" gibi bir unvanı olan bir adam vardı savcılıkta.

  Başka ne işle meşguldü bilemem ama, soruşturacak bilgisayar suçu bulamazsa manasız bir unvan olacağı kesin.

  O da balıklama atladı dosyaya, başkasını dahil etmedi ve kendine sakladı.

  İşte Stephen Heymann.

  Savcı Stephen Heymann, Aaron Swartz'ın tutuklanmasından bu yana gözlerden uzak duruyor.

  Fakat American Greed adlı televizyon programında yaptığı röportajda görebilirsiniz, bölüm Aaron'ın tutuklandığı sıralarda çekilmişti.

  Önceki soruşturması meşhur hacker Albert Gonzalez davasıydı.

  Bu dava basının ilgisini bi hayli çekmişti ve övgüye boğulmuştu.

  Gonzalez, 100 milyon kadar kredi ve banka kartı numarasını ele geçirmişti, ki bu tarihin en büyük vurgunuydu.

  Burada Heymann, Gonzalez'i ve genel hacker zihin yapısını açıklıyor.

  " Böyle kişileri teşvik eden şeyler bizimkilerle hemen hemen aynı.

  Egoları var.

  Zorlukla mücadeleyi severler.

  Ve elbette, parayı severler; tabi parayla elde edebileceğiniz şeyleri de.

 " Soruşturma kapsamındaki şüphelilerden biri de, genç hacker Jonathan James idi.

  Gonzalez'in suçları kendi üzerine yıkılacağına inanan James, soruşturma esnasında intihar etti.

  Devletin, Aaron Swartz davasındaki duruşunu açıklayan eski bir basın açıklamasında Heymann'ın patronu savcı Carmen Ortiz şunları söylemişti: "Hırsızlık, hırsızlıktır.

  Bilgisayar komutu ya da levye ile; döküman, veri ya da dolar almak aynı şeydir.

 " Tabiki de doğru değil.

  Zararsız olduğunu söylemiyorum, bilgi çalmak suç kapsamında olmasın da demiyorum.

  Fakat hangi zararın gerçekten zararlı olduğunu iyi irdelemelisiniz.

  Mesela, levye ile herhangi bir yere girdiğimde şüphesiz her seferinde hasar veririm.

  Fakat Aaron saniyede 100 defa "İndir.

  İndir.

  İndir.

 " diyen bir betik hazırladığında, kimseye bir zararı yoktur.

  Hele akademik araştırma için arşivi indirdiğinde, kimseye hiç bir zararı olmaz.

  Elde ettiklerini çalmıyor, satmıyor ya da dağıtmıyordu.

  Bence meramını anlatmak için yapmıştı.

  Tutuklama, Aaron'ı bitkin düşürmüştü.

  Bu konuda konuşmazdı.

  Bi hayli gergindi.

  Düşünsene, FBI kapının önünde bitmek için fırsat kolluyor, sırf kapıyı kilitlemeyi unuttuğun için çamaşır yıkamaya çıktığında evine giriyorlar Ben bayağı gerilirdim.

  Bu yüzden son zamanlarda Aaron hep ekşi bir ruh halindeydi.

  O sıralarda konumunu belli edecek hiç bir bilgi paylaşmadı.

  FBI gelir diye korkuyordu.

  Daha önce görülmemiş çapta sosyal ve politik aktivizmin baş gösterdiği bir dönemdi.

  Hatta Time dergisi, 2011 yılının kişisi olarak "Gösterici"yi seçmişti.

  Her yer hacker eylemlerinin yuvası haline bürünmüştü.

  Wikileaks, sandık dolusu diplomatik mesajlaşma ifşa etmişti.

  Manning, sızıntının kaynağı olduğu kesinleşmediği halde tutuklanmıştı.

  Anonymous, kadrosunda bir çok hackerın da olduğu bir online protesto grubu ayaklanmıştı.

  Tüm bunların olduğu bir zamanda O'nun davası manasızdı, JSTOR ve MIT kendi aralarında halletmeliydi.

  Ceza sisteminin dikkatini ayırmamış olması gereken bir konuydu.

  Oraya ait değildi  Dava açılmadan önce bir anlaşma teklif edilmişti; üç ay hapis, rehabilitasyon evinde bir süre konaklama ve bir yıl ev hapsi.

  Hepsinde bilgisayardan mahrum olacaktı.

  Tek şart suçlamaları kabul etmesiydi.

  Bulunduğumuz nokta şöyleydi; devletin elindeki deliller, iddianame ne derece kuvvetli bilmiyorduk.

  Çok zor bir karar vermek durumundaydık, avukatımız kabul etmemiz için baskı yapıyordu.

  Devlet pazarlıksız bir talepte bulunmuştu.

  Bize söylenene göre galip gelme ihtimalimiz düşüktü.

  Suçlu olsan da olmasan da, en hayırlısı anlaşmayı kabul etmekti.

  Boston'ın kendine ait bir Bilgisayar Suçları Bölümü vardı.

  İhtiyaçlarından çok daha fazla sayıda avukatları da mevcuttu.

  Bu durumu anlamak mümkün, zira zaman zaman karşılarına saati 500-700 dolar olan avukatlara sahip şirketler, Rus hackerlar çıkardı.

  Bir de bir şeyler yaptığını ispatlamanın çok basit olduğu, FBI'ın gözetlediği çocuğun tekiyle bir dava.

  Neden elinden geldiğince kuvvetli saldırmayasın ki?

  Memleketin de hayrına, zira o teröristlerle mücadele ediyorsun.

  Çok korkmuştum.

  Bilgisayarıma el koymalarından korkuyordum.

  Hapse girmekten korkuyordum.

  Laptop'ımın içinde önceki işimden kalma gizli kaynaklarım duruyordu.

  En büyük önceliğim kaynaklarımı güvende tutmaktı.

  Ada'nın başına geleceklerden korkuyordum.

  Aaron, bir anlaşma teklif ettiklerini söylemişti.

  Eğer ben istersem kabul edeceğini söylemişti.

  Kabul et demeye çok yaklaşmıştım.

  Girişimcilik olaylarını bıraktığından bu yana çok ciddi siyasi tutkular edinmişti.

  Bu politik yaşama sabıkalı biri olarak devam edemezdi.

  Bir gün Beyaz Saray'ın önünden geçerken "Biliyor musun, burada sabıkası olanları işe almıyorlar.

 " demişti.

  Hayatının o şekilde olmasını içten arzuluyordu.

  Kimseyi öldürmedi.

  Kimseye zarar vermedi.

  Para çalmadı.

  Suçlu gösterecek hiç bir şey yapmadı.

  Sabıkalı biri olup oy verme hakkını elinden almanın hiç bir tutar yanı yoktu.

  Rezil bir durum, para cezasına çarptırılması ya da MIT'ye girmesinin yasaklanması gibi şeyler olsa anlarım.

  Ama bir suçlu kabul edilip hapsedilmesi?

  Swartz, anlaşma teklifini reddetti.

  "Heymann iki misli efor sarfetmeye başladı.

  Bize her seviyede baskı yapmaya başladı.

 " Aaron'ın laptopında ele geçirilen fiziksel delillere rağmen, davacıların, Aaron'ın niyetine dair de delile ihtiyaçları vardı.

  Aaron neden JSTOR'dan makale indiriyordu?

  Bunlarla ne yapacaktı?

  Devlet, bunları yayımlayacağını iddia ediyordu.

  Gerçek niyeti bu muydu bilmiyoruz, zira Aaron'ın eskiden beri dev makale setlerini analiz etme huyu vardı.

  İlginç çıkartımları olurdu.

  Bunun en iyi kanıtı da şudur; Stanford'da okuduğu dönemde Westlaw'ın hukuk veritabanının tamamını indirmişti.

  Stanford hukuk öğrencilerinin bir projesinde, Swartz Westlaw'ın hukuk veritabanını indirmişti.

  Hukuki araştırmalara fon sağlayanlarla, çıkarlarına uygun sonuçlar arasında rahatsız edici bir bağ bulmuştu.

  Hukuk profesörlerine para veren kar amacı güden şirketler üzerine müthiş bir analiz yapmışlardı.

  Bu profesörler de Exxon gibi şirketlerin zor zamanlarında işine yarayacak makaleler hazırlıyorlardı.

  İşe yaramaz araştırmalardan ibaret yozlaşmış bir sistem.

  Swartz, Westlaw dökümanlarını ifşa etmemişti.

  Teoride JSTOR veritabanıyla da aynı şeyi yapıyor olabilirdi.

  Bu gayet olağan karşılanırdı.

  Fakat JSTOR'a rakip bir sistem kurup ücret karşılığı dağıtacak olsaydı, yaptığı yasadışı; elindekiler ile haksız kazanç sağlıyor derdik.

  Fakat böyle bir niyetinin olduğunu düşünmek bile saçma.

  Bir de arada kalan bir ihtimal var.

  Ya gelişmekte olan ülkeler için özgürleştirdiyse?

  Bu ihtimale baktığımızda, yargı organının farklı bir yaklaşım oluşturması gerekirdi.

  Devletse davayı yalnızca ticari istismar kapsamında değerlendirmekteydi, kredi kartı numarası çalmış gibiydi.

  Veritabanıyla ne yapacaktı bilmiyorum.

  Fakat Aaron'ın bir arkadaşının anlattığı kadarıyla, verileri analiz edecekti.

  Böylece şirketlerin fon sağladığı taraflı araştırmaların İklim Değişimi konusunda çarpık sonuçlar çıkardığına dair kanıtlar elde edecekti.

  Buna kesinlikle inandım.

  Steve'in benimle konuşmak istediğini söylediler.

  Beni bu durumdan kurtaracak bir şeydir diye düşündüm.

  Bilgisayarıma el konulacak korkusuyla yaşamak istemiyordum.

  Bilgisayarımın şifresini çözmeye ikna ettikten sonra beni hapse atmalarından korkuyordum.

  Steve'in benimle konuşmak istediğini söylediklerinde kulağa makul gelmişti.

  Norton'a Bir Günlük Kraliçe mektubu teklif ettiler.

  Bu, davacıların dava hakkında soru sormalarına imkan sağlıyordu; Norton'ın bu esnada verdiği bilgilere dair dokunulmazlığı olacaktı.

  Sevmedim.

  Bir bit yeniği varmış gibiydi.

  Dokunulmazlık istemiyordum, ihtiyacım da yoktu.

  Bir şey yapmamıştım.

  Ama avukatlarım dokunulmazlığı kabul etmeden onlarla görüşmemem konusunda çok katıydılar.

  -Emin olmak için soruyorum, bu Bir Günlük Kraliçe teklifiydi değil mi?

  - Evet -Yani dokunulmazlık karşılığında bilgi verdin.

  -Bilgi vermek değildi, en azından ben öyle görmüyordum.

  Söyleşi, tartışma kıvamında bir şeydi.

 -Sonra sana sorular sormaya başladılar.

  -Evet -Ve ne öğrendikleri şeylerle seni yargılayamayacaklardı.

  -Öyle.

  Ben de inatla çıplak girmeye çalıştım.

  Defalarca teklifi reddetmeye çalıştım.

  Hastaydım, avukatlarımın baskısı altındaydım, kafam karışıktı.

  Bu noktada kendimi pek iyi hissetmiyordum.

  Karamsardım, korkmuştum.

  Neyin içinde olduğumu anlayamamıştım.

  Niye bu durumda olduğumu da anlayamamıştım.

  Bırakın hatalıyı, ilginç bir şey bile yapmamıştım.

  Aklımızı kaybettik.

  Aaron buna çok şaşırmıştı, avukatları çok şaşırmıştı, hepimiz çok şaşırmıştık.

  Quinn'i avukatlarını değiştirmeye ikna etmeye çalıştık.

  Silahlı, kocaman adamlarla bir dolu bir odada tutulmaya alışkın değildim.

  Sürekli "Yalan söylüyorsun" diyorlardı, bir şeyler yapmış olmalıydım.

  Yargıladıkları şeyin suç olmadığını, tarihin yanlış tarafında durduklarını söyledim.

  Aynen bu kelimeleri kullandım, "Tarihin yanlış tarafındasınız.

 " Sıkılmışlardı.

  Kızgın falan değillerdi, bildiğin canları sıkılmıştı.

  Sonradan anladım ki aynı diyaloğu sürdürmüyormuşuz.

  Onlara insanların neden akademik makale indirebileceklerini açıklıyordum, arada ne olduğunu anımsamıyorum ama bir notkada O'nun bir blog yazısından bahsettim, "Gerilla Açık Erişim Manifestosu" Bu, Gerilla Açık Erişim Manifestosu, Temmuz 2008'de İtalya'da yazılmış.

  [I.

 Barış Fidaner'in çevirisidir] Bilgi güçtür.

  Fakat her zaman olduğu gibi bu gücü kendine saklamak isteyenler var.

  Yüzyıllarca dünyanın her yanında, kitaplar ve dergilerde yayınlanmış bütün bilimsel ve kültürel mirasın giderek daha fazlası sayısallaştırıyor ve bir avuç özel şirket tarafından kilit altına alınıyor.

  Dışarıda bırakılanlar, bu sırada siz de boş durmuyordunuz.

  Çatlaklardan gözlüyordunuz, çitlerden tırmanıyordunuz ve yayıncıların kilit altına aldığı bilgileri özgürleştirerek arkadaşlarınızla paylaşıyordunuz.

  Ama bütün bu eylemler karanlıkta, yeraltında gizlenerek ilerliyordu.

 Hırsızlık veya korsanlık denildi, sanki bir bilgi hazinesini paylaşmak bir gemiyi soyup mürettebatı öldürmek ile ahlaken eşdeğermiş gibi.

  Fakat paylaşmak ahlaken yanlış değildir, aksine ahlaki bir buyruktur.

  Yalnız açgözlülükten gözü dönmüş birisi arkadaşına istediği kopyayı vermez.

  Adil olmayan yasaları izlemek adaletli olamaz.

  Aydınlığa çıkmanın, büyük sivil itaatsizlik geleneğimizle, kamusal kültürümüzün şahsi gaspına karşı olduğumuzu ilan etmenin zamanı gelmiştir.

  İddialara göre, manifesto aslında dört farklı kişi tarafından yazılmıştı ve Norton tarafından düzenlenmişti.

  Fakat altına Swartz imza atmıştı.

  Bittiğinde hemen Aaron'ın yanına koştum ve olan biten ne hatırlıyorsam anlattım.

  Çok sinirlenmişti.

  Yaptıklarımın toplamı böyle çıkmamalıydı.

  Yanlış bir şey yapmamıştım, ama her şey yanlış gitti.

  Ama hiç  Hala kızgınım.

  Bu insanlarla doğru muhattap olmak için elinden geleni yaparsın, ama onlar herşeyi aleyhine çevirirler ve incitebilecekleri her şeyi kullanırlar.

  Ve o anda, söylediğim şeyden dolayı pişman oldum.

  Ama en büyük pişmanlığım buna razı olmamızdı.

  Kabul etmemizdi.

  İnsanlara tuzak kurup hayatlarını mahveden bu adalet sistemini kabul etmemizdi.

  Bu yüzden, evet, keşke söylememiş olsaydım.

  Ama asıl öfkem olduğum yeredir.

  Buna razı olan bir halk olmamızdır.

  Aaron'ı zor durumda bırakacak bilgiler edinebilmek için kızcağıza hayal edebildikleri bütün fenalıkları yaptıklarını düşünüyorum.

  Ama, devlete koz verebilecek bir bilgiye sahip olduğunu düşünmüyorum.

  Swartz'ın ailesi ve arkadaşları, korkunç iddianameyi beklerken aylar geçer.

  Bu esnada, Swartz internetle ilgili sorunlarda aranan bir uzman haline gelmişti.

    siz internetin bir insan hakkı olduğunu ve devletin buna engel olmaması gerektiğini düşünüyor musunuz?

  - Evet, kesinlikle.

  Ulusal güvenlik, interneti kapatmak için bahane edilemez.

  Mısır, Suriye ve diğer ülkelerde duyduğumuzla aynı şey.

  Doğru, Wikileaks gibi siteler Amerika'nın yaptığı utanç verici şeyleri internete koyacaktır, insanlar protesto etmek için toplanacaklardır.

  Ama bu güzel bir şey.

  Anayasanın birinci maddesindeki ifade özgürlüğünün esprisi de budur zaten.

  Bunları engellemek ve kapatmak Amerika'nın temel prensiplerine aykırıdır.

  Kurucu atalarımızın zamanında internet olsaydı, anayasaya posta teşkilatı yerine internet servis sağlayıcıları koyarlardı.

  Swartz, aktivist Taren Stinebrickner-Kauffman ile tanışır ve çıkmaya başlarlar.

  [Online Organizatörlerin Ağzından Çıkanlar videosundan] -Küresel çapta yaygara koparmamız lazım.

  -Böyle bir şeye gerek yok, bir şey değiştirmeyecek ki.

  -Bence bu şehirden dört kişi küresel yaygarayı tetiklemeli.

  -Bence dilekçe imzalatacak biri lazım.

  Ne olduğunu çaktırmadan, bazı olaylara karıştığından "Kötü Olay" şeklinde bahsetmişti.

  Benim aklıma da delice tahminler geliyordu, Elizabeth Warren ile gayrımeşru ilişki gibi şeyler.

  Ya Hillary Clinton idi ya da Elizabeth Warren.

  Temmuz'un sonu gibi bana telefon açtı ve "Kötü Olay" yarın haberlere çıkabilir dedi.

  "Ben mi anlatayım yoksa haberlerde mi izlersin?

 " diye sordu.

  Tabiki ondan dinlemek istedim.

  Çok fazla sayıda akademik makale indirdiğini söyledi, ve O'nu ibret olsun diye yakacaklardı.

  "Bu mu yani?

 " dedim, "bunca keşmekeş sırf bunun için miydi?

 ".

  Büyütülecek bir şey yok gibiydi.

  14 Temmuz 2011'de makamlar, Swartz'ı dört farklı maddeyle suçlarlar.

  Davanın açıldığı gün, İngiltere'de lulzsec üyesi iki kişi ve bir kaç ciddi hacker tutuklanır.

  Aaron da hacker gibi gözüktüğünden kellesini mızrağa geçirip surlara dikeceklerdir.

  Aaron teslim olmaya gittiğinde O'nu tutukladılar.

  Çıplak arama yaptılar, ayakkabı bağcıklarına el koydular, kemerini de aldılar ve tecrit hücresine kapattılar.

  Massachusetts Savcılığı'nın basın açıklamasında, Swartz'ın 35 yıl hapis cezası, üzerine üç yıllık gözetimli salıverilme, zararın karşılanması, haciz ve bir milyon dolara kadar para cezası istemiyle yargılandığını bildirdi.

  100.

 000 dolarlık bir kefaletle serbest bırakılır.

  Aynı gün, davacı JSTOR resmi olarak bütün suçlamalardan vazgeçtiğini açıklar ve dava takibini reddeder.

  JSTOR bizim arkadaşımız değildi, yardımcı olduğu bir konu da yoktu.

  Sadece bu konuyla alakadar olmak istemiyorlardı.

  JSTOR ve ait olduğu şirket ITHAKA, belgeselde temsil edilmekten kaçındı.

  Ama o sıralarda dava açmanın kendilerine değil devlete ait bir karar olduğunu açıklamışlardı.

  Hal böyle olunca, dava düşer sanmıştık.

  Steve Heymann davayı bırakır ya da makul bir çözüme ulaşırız zannettik.

  Ama devlet reddetti.

  -Neden?

  Çünkü Aaron'ı ibret olsun diye cezalandırmak istiyorlardı.

  Hatta sabıkası olmamasına rağmen hapis cezasından vazgeçmemelerinin sebebinin bu davanın caydırıcılık teşkil etmesi için olduğunu söylediler.

  -Bunu mu söylediler?

  -Evet -İbretlikti yani?

  -Evet -O'ndan ibret aldıracaklardı?

  -Evet Steve Heymann aynen bunu söyledi.

  Kimi caydırıyorlardı?

  Etrafta JSTOR'a girip makaleleri indirip politik duruş sergileyen insanlar mı vardı?

  Kimi caydırdılar?

  Wall Street ekonomik krizine sebep olan, yüz yılın en büyük ekonomi suçunu işleyenleri yargılamış olsaydı, Obama yönetiminin caydırıcılık duruşu makul olabilirdi.

  Caydırıcılık yöntemini seçici kullandığınızda, hukuki yaptırımları sırf siyasi ideolojilere uyguladığınızda, sadece demokrasiye aykırı olmaz, Amerika'lılığa da aykırı davranmış olursunuz.

  Anlatılana göre, Steve Heymann, MIT danışmanına bardağı taşıran son damlanın Demand Progress adlı oluşumun basın açıklaması olduğunu söylemişti.

  Aaron bu oluşumun kurucularındandı.

  MIT dedikodusuna göre, Heymann bu ufak destek yazısına tepki göstermişti.

  "Vahşi İnternet Kampanyası" ve "ahmakça bir hamle" olarak nitelemişti.

  Davayı insancıl, birebir halinden koparıp kurumsal bir mücadeleye dönüştürmüştü.

  Bu, zehirli bir karışımdı.

  Önünde siyasi bir kariyer olan ve çehresini yitirmek istemeyen bir savcı, böyle bir davanın yoluna taş koymasını istemezdi.

  Kütüphaneden çok fazla kitap aldı diye yüksek miktarda vergiyi bir çocuğu tutuklamak için harcadıktan sonra, mahkemede eline vermeleri?

  Buna müsade etmezdi.

  Ben de MIT'nin bu yargılamaya engel olması için harekete geçtim.

  -MIT'nin tepkisi ne oldu?

  - O noktada MIT'den hiç bir tepki yok gibiydi.

  MIT, Aaron'ı savunmadı.

  MIT içerisindeki toplulukları öfkeye boğmuştu bu durum.

  Çünkü MIT bu tarz hacker aktivitelerini teşvik eden bir yerdi.

  Girmenin yasak olduğu odalarda ve tünellerde gezinmek, MIT'de sadece bir geçiş ayini değildi, MIT turunun da bir parçasıydı bu.

  Kilitleri açmak için ders bile vardı.

  MIT'nin bu duruma engel olmak için ahlaki bir yükümlülüğü vardı.

  MIT olay boyunca hiç ayağa kalkıp saf tutmadı.

  Federallere aşırı tepki veriyorsunuz, çok sert yükleniyorsunuz bi' durun demedi.

  Ben böyle biliyorum.

  Bir şirket nasıl davranırsa öyle davrandılar.

  Devlete yardım ettiler, mecbur kalmadıkça bize etmediler.

  Ve durdurmaya çalışmadılar.

  Defalarca rica etmemize rağmen MIT yorum yapmayı reddetti.

  Fakat daha sonra yayınladıkları açıklamada, tarafsız kalmaya çabaladıklarını söylediler.

  Savcılık ve Heymann'ın MIT'nin davayla ilgili düşüncelerini umursamadıklarını belirttiler.

  MIT'nin davranışları, kendi ahlaki değerleriyle çelişiyordu.

  Olan biteni görmezden geldiler diyebiliriz.

  Ve aslında "tarafsız" duruşları, savcılığın yanında olmaktan farksızdı.

  Baktığınız zaman Steve Jobs ve Steve Wozniak işlerine Blue Box satarak başlamışlardı.

  Bu cihaz telefon şirketini dolandıran bir şeydi.

  Bill Gates ve Paul Allen'a baktığınızda işe Harvard'ın bilgisayarlarını kullanarak başlamışlardı, ki bu yasaktı.

  Bahsettiğim insanlarla Aaron arasındaki tek fark Aaron'ın para kazanmak yerine dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek istemesiydi.

  Swartz, internetle ilgili çeşitli sorunlarda dobra olmaya devam etti.

  " internetin işlevselliğinin nedeni rekabet dolu bir fikir pazarı olması.

  Odaklanmamız gereken şey devletimize dair daha fazla bilgi edinebilmek, daha fazla erişebilirlik ve daha fazla tartışma.

  Oysa meclis bir şeylere engel olmaya odaklanmış gibi gözüküyor.

 " Aaron, insanlara olan biteni açık ve anlaşılır biçimde izah ederek dünyayı değiştirebileceğini düşünmüştü.

  " FLAME tam anlamıyla bilgisayarınıza hükmedip sizi izlemesini sağlayabilir.

  Programa tekrar hoşgeldin Aaron.

 " " tıpkı casusların eski günlerde mikrofon vb.

  kullandığı gibi, fakat bilgisayarınızı kullanarak aynı şeyleri yapıyorlar.

 " Swartz'ın siyasi faaliyetleri devam eder.

  Dikkatini, internet korsanlığına engel olmak için hazırlanan yasa tasarısı SOPA'ya yöneltir.

  Peter Eckersley gibi aktivistler bunu ulaşılabilir olmayan, internetin teknik bütünlüğünü bozacak bir hareket olarak gördüler.

  Yaptığım ilk şey Aaron'ı aramak oldu.

  Buna karşı büyük bir online kampanya yapabilir miyiz diye sordum.

  "Bu yasa tasarısının telif haklarıyla alakası yok" dedi.

  "Yok mu?

 " dedim.

  "Hayır" dedi, "bu bağlanma özgürlüğü ile ilgili bir şey.

 " O an dinlemeye başladım.

  Üzerinde biraz düşündü ve evet dedi.

  Gidip Demand Progress'i (İlerleme Talep et) kurdu.

  Demand Progress bir online aktivizm topluluğudur.

  Şu an bir buçuk milyon üyemiz var.

  2010 sonbaharında kuruldu.

  Aaron örgütlenmedeki en etkin kişilerden biriydi, sosyal adalet kapsamındaki konulara federal seviyede önderlik ediyordu.

  SOPA internet üzerindeki film, müzik gibi yapıtların korsan kullanımını azaltma amacı güden bir yasa tasarısıydı.

  Yaptığı şey ise neşterlik probleme balyozla vurmak gibiydi.

  Yasa geçseydi, firmalara yargı süreci olmaksızın sitelere finansal engel koyma imkanı verecekti.

  Hatta Google'a ilgili sitelerin linkini silmeye zorlayabileceklerdi.

  Tek ihtiyaçları telif hakkı ihlali olduğunu iddia etmekti.

  Geleneksel medya titanlarını, yeni ve çok daha sofistike remiks kültürüyle aynı çukura sokuyordu.

   Web sitesi işleten herkesi polis memuruna konumuna düşürüyor.

  Eğer siteyi kullanan herkesi takip edip yasadışı olma ihtimali bile olan şeylere engel olmazlarsa, sitenin tamamı dava bile açılmadan kapatılabiliyor.

  Haddini aşan bir şeydi, bir felaketti.

  Bu yasa tasarısı, internet kullanan her bireyin ifade ve medeni haklarına ciddi tehdit oluşturmaktadır.

  [Oregon Senatörü] "Bakın, biz de korsan yanlısı değiliz.

 Fakat korsanla mücadele uğruna interneti açık ve özgür kılan mimarisini yoketmenin bir manası yok" diyebilen çok az kişiydik.

  Ve Aaron bunu hemen anlamıştı.

  Anayasa güvencesindeki özgürlükler, ülkemizi üzerine inşaa ettiğimiz bu özgürlükler; birden bire silinecek.

  Bize daha fazla özgürlük getirmesi gereken teknolojiler, kazanmış olduğumuz hakları elimizden alacaklar.

  Ve o gün Peter ile konuşurken, buna müsade edemeyeceğimi anladım.

  SOPA, 2011 Ekim'inde duyurulduğunda kaçınılmaz gözüküyordu.

  O esnadaki stratejimiz yasalaşmasını biraz geciktirmek ve belki biraz değiştirtmekti.

  Biz bile, bu yasayı durdurabileceğimizi düşünmüyorduk.

  Washington'da çalıştığında şunu öğreniyorsun; yasama üzerine yapılan kavgalar, farklı şirketlerin maddi çıkarları üzerine kavgalardır.

  En zorlu kavgalar, aynı seviyede maddi kaynaklara, lobi faaliyetlerine sahip iki firmanın çıkar çatışmasının olduğu kavgalardır.

  Bütün paranın ve şirketlerin aynı safta, karşılarında ise milyonlarca insanın olduğu kavgalarsa kavgadan sayılmaz bile.

  Kamu hizmetinde geçirdiğim uzun yıllar boyunca PIPA ve SOPA benzeri şeyler görmedim bile.

  Yasa tasarı halindeyken bile hali hazırda destek veren 40 senatör vardı.

  Prosedürleri halletmek için gereken 60 oyun çoğuna ulaşmışlardı bile.

  Zor bir dönemdi, ben bile kendimden şüphe etmiştim.

  Swartz ve Demand Progress, devasa bir destek oluşturmuştu bile.

  Geleneksel toplumsal öfke ve VoIP'yi (Internet Üzerinden Ses Protokolü) kullanmışlardı.

  İnsanlar çok basit bir şekilde meclisi arayabiliyorlardı.

  Hem hareket stratejisti hem de teknoloji yönünde O'nun seviyesinde uğraş veren kimseyle tanışmamıştım.

  Milyonlarca insan meclisle iletişime geçti ve SOPA karşıtı dilekçeler imzaladı.

  Meclis gafil aflanmıştı.

  Tasarıyı tartışan bihaber milletvekillerinin ilginç bir hali vardı.

  Bir avuç inek onların interneti düzenlemesine engel olamazdı.

  -İnek değilim.

  -  yeterince inek değilim.

  -Bu şeyin ne işe yaradığını bi' kaç ineğe sormak lazım.

  -Bi'kaç inek çağırıp soralım derim.

  Cidden mi?

  İnekler?

  Galiba aradığın kelime uzman olacaktı.

  Sizi bilgilendirip, çıkardığınız yasanın geri tepmemesini, interneti bozmamanızı sağlayacak olan kişiler.

  Biz "geek" terimini kullanırız.

  Kullanabiliriz, çünkü biz geekiz.

  Uzmanlara danışmadan bu noktaya kadar gelmesi, kasabamızda bir sıkıntı olduğu gerçeğini kanıtlar.

  Yaptığımız şeyin hatalı olduğunu, bu kurulun önüne geçip açıklayabilecek birilerini bekliyorum.

  Eskiden bilimsel ve teknolojik danışmanlık yapan bir daire vardı.

  Üyeler gidip x, y, z'yi anlamamı sağlayın diyebiliyorlardı.

  Fakat para israfı diyerek orayı kapattılar.

  O vakitten beri meclis Orta Çağ'a geri döndü.

  Aaron dahil kimse SOPA'yı yeneceğimizi düşünmüyordu.

  Denemeye değerdi, ama kazanılabilir gibi gözükmüyordu.

  Fakat bir kaç ay sonra bana "galiba kazanacağız" dediğini anımsıyorum.

  Müthiş olur diye yanıtladım.

  Meclise yapılan çağrılar devam eder.

  GoDaddy adlı alan adı sunucusu, SOPA'ya destek verenler kervanına katılınca onbinlerce müşterisi protesto amacıyla başka servislere geçer.

  Bir hafta sonrasında, daha mütevazı bir GoDaddy duruşunu değiştirir.

  Plak ve film endüstrisine destekçi vekiller, ters tepkiyi gördüklerinde tasarıyı biraz törpülediler.

  Kıvırmayı görebiliyorduk, iddialarımız yankılanmaya başlamıştı.

  Sanki Aaron her kibrit çaktığında birisi söndürüyordu.

  Fakat o çaktıkça çıkan kıvılcımlar alev aldı ve koca bir ateş topuna dönüştü.

  16 Ocak 2012'de Beyaz Saray, tasarıyı desteklemediğine dair bir açıklama yaptı.

  Sonra da şu oldu: Korsanla mücadeleye değer veren, buna gerçekten inanan biriyim.

  Ama bu tasarı, doğru tasarı değil.

  Jimmy Wales, desteğini Wikipedia'yı karartarak gösterdi.

  Dünyanın en popüler 5.

  web sitesiydi, internetteki tüm tıklamaların yüzde birkaçı bu sitedeydi.

  Wikipedia karardı, reddit karardı, Craigslist kardı.

  Meclis ile aramızdaki uçurum eridi.

  Meclis üyeleri bir kaç gün evvel pohpohladıkları tasarıdan desteklerini çektiğini açıklamak için yarışmaya başladı.

  24 saat içerisinde, tasarıya karşı çıkanların sayısı 31'den 101'e çıktı.

  Meclis üyeleri ve senatörlerin sitelerin karartıldığı gün içerisinde yavaşça taraf değiştirmelerini izlemek mükemmeldi.

  100 kadar temsilci taraf değiştirmişti.

  İnanması her ne kadar güç olsa da, her şeye rağmen kazanmıştık.

  Herkesin imkansız olduğunu, dünyanın en büyük şirketlerinin boş hayal olarak gördüğü şey, gerçekleşmişti.

  Başardık.

  Kazandık.

  [SOPA öldü,  ] İnternet siyasetinde, hatta Amerikan siyasetinde tarihi bir haftadayız.

  Washington D.

 C.

 'de mecliste çalışanlardan duyduğumuza göre karartma günkü mail ve telefon trafiği hiç bu kadar yoğun olmamıştı.

  Bence çok heyecanlı bir andı.

  Bu, internetin siyasi anlamda yetişkinliğe eriştiği gündü.

  Çok neşeli bir zamandı, zira gerçekten olduğuna hala inanamıyorduk.

  Arkasında bu kadar maddi destek olan bir tasarı geçememişti, hatta dibi boylamıştı.

  Zaman zaman güçsüz hissetmek normaldir.

  Yürüyüş yapar, bağırısın ve kimse seni duymaz.

  Ama bugün size güçlü olduğunuzu söylemeye geldim.

  Zaman zaman kulak asmadıklarını düşünürsünüz, ama bugün size sizi dinlediklerini söylüyorum.

  Bir fark yaratıyorsunuz.

  Mücadele etmeye devam ederseniz, bu tasarıyı durduracaksınız.

  PIPA'yı dur de, SOPA'ya dur de!

  Dev internet şirketleri, açık söylemek gerekirse, rekabetin olmadığı, sansürlenen bir ortamdan fayda sağlarlar.

  Buna müsaade edemeyiz.

  Büyük bir değişimin bir parçası olmaktansa, küçük bir değişimi kesinleştirmeyi yeğlerdi.

  Ama SOPA, devasa bir değişimde devasa bir rol oldu.

  Bu, onun için kavram ispatı oldu.

  Yaşamını dünyayı değiştirerek geçirmek istiyordu.

  Bilimsel bir tadda incelediğinde, ne derece etkisi olduğunu ölçtü ve mümkün olduğunu gördü.

  "Sürdürmek istediğim hayat tarzı mümkün, bunu ispatladım.

  Ben, Aaron Swartz, dünyayı değiştirebilirim" Çok da bir şey yapamadığını düşünen bir adama göre, ki Aaron böyle biriydi, iyi bir şeyler yaptığını hissettiği ender anlardandı; bunu görebiliyordunuz.

  Hayatında zaferini kutladığı tek an diyebiliriz.

  Herkes SOPA'yı durduramazsınız diyordu.

  Durdurduk.

  Manyak derece güzel üç tane zafer elde ettik, ve daha yıl bitmedi bile.

  İyimser olma zamanı bu zamandır.

  Tutuklandıktan bir yıl sonra SOPA zaferini tattı, mutluluğuna şaşırmamak gerek.

  Bir çok olay vardı.

  Siyasi sürece o kadar uyum sağlamıştıki, engellemek mümkün değildi.

  Swartz'ın kurduğu veya kurucularından biri olduğu organizasyonların listesi devasaydı.

  Edward Snowden'ın internet gözetlemelerini ifşasından yıllar önce Swartz bu konuda endişeliydi.

  Hesap verme yükümlülüğünün bu kadar rahat ele alınması şoke edici.

  Casusluk programının ne çapta olduğunu açıklayan istatistik bile yok.

  Cevap "Yea o kadar çok insanı gözetliyoruz ki saymanın mümkünatı yok.

 " ise, bu çok ciddi bir rakam.

  "Dinlediğimiz telefon sayısını biliyoruz, ama kaç kişiye tekabül ettiğini bilemeyiz.

 " deseler anlarım, ama yanıtlarda hiç bir zaman sayı vermiyorlar.

  Bu, bayağı korkutucu bir şey.

  O'na inanılmaz baskı uyguluyorlardı.

  Bütün parasını aldılar, fiziksel özgürlüğünü almakla tehdit ettiler.

  Neden yaptılar?

  Neden gerçeği gün ışığına çıkaranların peşine düşüyorlar?

  Bankalardan savaşlara, bu devletin şeffaflığı  Yani, gizlilik; hali hazırda gücü elinde bulunduranların işine yarıyor.

  Her nasılsa aynı gizlilik, devletin muhtemelen yasadışı ve anayasaya aykırı şeyler yaptığı zamana denk geliyor.

  Yani, bu iki şey rastlantı değil.

  Açıkça ortadadırki, bu teknoloji deniz aşırı ufak ülkelere karşı değil, ABD devleti tarafından kendi sınırları içerisinde kullanılmak üzere geliştirilmiştir.

  Gözetleme programıyla ilgili problem, ta Nixon yönetiminden bu yana yavaş yavaş genişlemesidir.

  11 Eylül sonrasında G.

 W.

 Bush zamanında devasa bir hale gelmiştir, Obama da genişletmeye devam etmektedir.

  Sorun gittikçe daha da kötü bir hale gelmiştir.

  Hiç bir zaman "Gün bugündür, şimdi duruşumuzu keskinleştirmemiz gerek.

 " dediğimiz bir an olmamıştı  Aaron'ın hukuki süreci, tahminimce, lazer kadar keskin bir mesaj yollamaktı.

  Obama yönetiminin siyasi tehdit olarak gördüğü bir grup insana bir mesaj.

  Bu grup; hackerlar, bilgi ve demokrasi aktivistleriydi.

  Ve Obama yönetiminin göndermek istediği mesaj, tahminimce, "Bize dert açacak yetilerinizin olduğunu biliyoruz.

  Ve Aaron Swartz'ı size ibret olsun diye cezalandırıyoruz.

  Böylece korkacak ve o derdi başımıza açamayacaksınız.

 "  ve devlet de dedi ki "Gözetim programını yasallaştırmak için kullandığımız hukuki görüşler de gizli belgelerdir, bu yüzden sizi gözetlerken kullandığımız yasaları söyleyemeyiz.

 "   her seferinde "siber savaş halindeyiz, siber suçlular bize yine saldırıyor.

  Hepimiz tehdit altındayız, tehlikedeyiz" diyorlar.

  Bunları da gittikçe daha tehlikeli hale gelen yasaları çıkartmak için bahane ediyorlar.

  -Mücadelenin gidişatı hakkındaki görüşlerin ne?

  -Sana bağlı!

  İki farklı kutupta bakış açısı var.

  Biri, her şey süper; internet bize özgürlük verdi ve muhteşem bir şey.

  Diğeri, her şey felaket durumda, internet bizi gözetlemeleri ve baskı kurmaları için bir çok aygıt sundu.

  Ve ikisi de doğru.

  İnternet her ikisine de sebep oldu.

  Her ikiside şaşırtıcı ve hayret verici.

  Uzun vadede hangisinin kazanacağı bize kalmış.

  Biri diğerinden daha doğru demek gereksiz; ikisi de doğru.

  Hangisine yoğunlaşıp faydalanacağımız ise bize kalmış; çünkü her ikisi de hep etrafta kalacak.

  12 Eylül 2012'de, federal savcılık, eskisini geçersiz kılan yeni bir iddianame hazırladı.

  Üç yeni suçlama eklendi; elektronik sahtekarlık, korunmuş bir bilgisayardan hukuksuz bilgi edinimi ve bilgisayar sahtekarlığı.

  Böylece Swartz, dört yerine on üç maddeden suçlanıyordu.

  Savcılığın elindeki kozlar bi hayli çoğalmıştı, Swartz'ın potansiyel hapis süresi ve cezası da  Ayrı bir iddianame ile daha fazla suçlama yönelttiler.

  Eyleminin bir kaç tane federal suça neden tabi olduğuna dair bir teori ürettiler.

  Yasalara göre oldukça ciddi bir ceza gerektirebileceğini söylediler.

  Bu teori ve savcılığın dava dosyasındaki bir çok diğer madde, 1986 yılında çıkan bir yasaya dayalıydı.

  Adı Bilgisayar Sahtekarlığı ve İstismarı Yasası idi.

  Bu yasa, başrolünde Matthew Broderick'in olduğu 83 yapımı WarGames (SavaşOyunları) filminden esinlenmişti.

  Güzel filmdi.

  "Şimdi yakaladım.

 " Filmde, genç bir çocuk sihirli bilgisayar ağlarını kurcalayarak nükleer saldırı başlatma yetisi ediniyor.

  Tabiki böyle bir şey mümkün değil, 80lerde de değildi.

  Fakat meclis üyeleri için yeterince inandırıcıymış ki Bilgisayar Sahtekarlığı ve İstismarı Yasası'nı geçirmişlerdi.

  Zamanımızın gerisinde kalmış bir yasadır.

  "Kullanım Koşulları" gibi anlaşmaların maddeleri üzerinden ceza verilebilir.

  Mesela eHarmony gibi bir sitede kendinizi abartırsanız, bağlı bulunduğunuz yetkili makama göre, başınız yasalarla derde girebilir.

  Hepimiz Kullanım Koşulları'ndan haberdarızdır, fakat çok azımız koşulların ne olduğunu inceler.

  Bu koşullara uymayarak suç işliyor olabilirsiniz.

  Web sitelerindeki Kullanım Koşulları, genellikle birbirinize nazik davranın, uygunsuz davranışlarda bulunmayın gibi şeyler söyler.

  Yetkili makamların bu durumda söz sahibi olması, bir çok insana aptalca gelir.

  Örnekler, daha da aptallaşmaya başlar.

  Mart 2013'te değişene kadar, seventeen (17) dergisine ait internet sitesinin kullanım koşullarında "Okumak için 18 yaşından büyük olmalısınız.

 " yazıyordu.

  Adalet bakanlığının B.

 S.

 İ.

 Y yorumuna göre, hepimiz yasaları çiğniyoruz diyebilirim.

  Belirsiz ve suistimale açık yapısından ötürü, B.

 S.

 İ.

 Y, bilgisayarlarla alakadar bir çok ihtilafta kullanılan bir çekiç haline geldi.

  İddianamedeki tek etken olmasa da, Swartz'a yönelik 13 suçlamadan 11'inin dayanağı bu yasaydı.

  "Neden?

 " sorusu, Aaron Swartz'ın hikayesinin çoğunda asılıdır.

  Devlet bunları neden yapıyordui?

  Nasıl bir dava ile karşımıza çıkacaklardı?

  Adalet Bakanlığı cevap istemlerimizi geri çevirdi.

  Fakat Profesör Orin Kerr davayı incelemiş eski bir savcıdır.

  [Hukuk Profesörü] Bu davaya diğerlerine göre daha değişik yaklaşmamın bir kaç sebebi var.

  Üç yıl boyunca Adalet Bakanlığı'nda savcılık görevi yaptım.

  Eğitmenliğe başlamadan önce, devlet, hangi suçların işlendiğine dair düşüncelerine dayanan bir iddianame ile geldi.

  Sadece avukat gözünden bakıldığında, önceki davalarla kıyaslayarak, eldekileri inceleyerek baktığımda, adil bir iddianame olduğunu düşünüyorum.

  Suçlama yapmalılar mıydı, tartışmaya açık.

  Çok fazla ihtilaf var.

  Bazı insanlar açık erişimden yana, bazıları da değil.

  Bana kalırsa, devlet, Swartz'ın Açık Erişim Manifestosu'nu çok ama çok ciddiye aldı.

  O'nu davasına sımsıkı bağlı, ahlaki zorunluluk hissetmesinden ötürü adil görmediği yasaları çiğnemeye kararlı biri olarak gördü.

  Ve demokrasilerde bir yasanın adil olmadığını düşünüyorsan, onu değiştirmenin pek çok yolu vardır.

  Swartz'ın SOPA'da ustalıkla uyguladığı gibi meclise başvurmak örneğin.

  Ya da o yasayı işlevsiz kılmak için ihlal edersin.

  Savcılığı böylesine dürten de bu hissiyattı; Swartz bu yasayı sadece ihlal etmeye değil, tamamen yok etmeye kendini adamış gibiydi.

  Herkesin bu veritabanına açık erişimi olacaktı.

  Diş macununun tüpe geri sokulamadığı gibi, sona erecekti.

  Ve Swartz'ın tarafı kazanacaktı.

  Toplumda yasanın adil olup olmadığına dair büyük bir anlaşmazlık mevcut.

  Ve nihayetinde, meclis yoluyla, bu Amerikan halkının verebileceği bir karar.

  İkinci sorun da şu; hangi suçlar az ciddi, hangileri çok ciddi.

  Artık bilgisayarların ve onların suistimalinin olduğu yeni bir çevreye adım atıyoruz, ve bu çizgilerin tam olarak nerede durması gerektiğini bilemiyoruz.

  Hala üzerinde uğraşıyoruz.

  Bu olay, savcılığın sağduyusunun yetersiz bir kullanımıdır.

  Adalet Bakanlığı'nın insanları korkutma için kullandığı çekiç her geçen gün daha da büyüyor.

  Bu yüzden bir çok insan hayatını böyle kumarda yitirmek istemiyor.

  Birisinin telefonunu dinlemeli miyiz?

  Görüntülerini kaydetmeli miyiz?

  Birbirine karşı kışkırtıp ifade verdirtmeli miyiz?

  Federal ajanlar ve savcıların düşünce tarzı bu.

  Davaları inşa ederler.

  Swartz, geri vitesi olmayan zalim bir adalet sisteminin dişlilerine sıkışmıştı.

  Amerika'yı dünyadaki en yüksek mahkum oranına sahip bir makina haline getirdi.

  Kendimizi ülkece korku ve öfke siyasetine teslim ettik.

  Ve korktuğumuz her şey, mesela internetin geleceği ve erişimi gibi, öfke duyduğumuz herhangi bir şey, iç güdüsel olarak müdahaleci bir adalet sistemi doğuruyor.

  Tarihte adalet sisteminin ilgilenmesine hiç gerek görülmeyen bir çok sorunu çözmek için bugün hapishaner, cezalar gibi şeyleri kullanıyoruz.

  Tehdit, itham, yargılama gibi dürtüler, bilgiye internet üzerinden erişmekteki ihtilaf ve tartışmaların temel sebebi oldu.

  Diğer konularda yaşadığımızi sıkıntılara bir hayli benziyor aslında; tek farkı bu tarz adil olmayan mahkumiyetlerde genelde fakir ve azınlık mensubu insanların olması.

  Swartz ailesinden ve arkadaşlarından daha fazla soyutlanmaya başladı.

  Başka bir şeyle uğraşmaz oldu.

  Dava bütün hayatını ele geçirmişti.

  Aaron'ın avukatlarından biri, savcılara, Aaron'ın duygusal anlamda savunmasız olduğunu, buna göre hareket etmelerini söylemişti.

  Yani bunu biliyorlardı.

  Gerçekten büyük bir yük altındaydı.

  Yapacaklarının ve hareketinin kısıtlanmasından nefret ederdi.

  Sürekli kafasına kaktıkları hapis tehditi onun için dehşet vericiydi.

  Maddi kaynaklarını tamamen tüketmişti.

  Bize de çok pahalıya mal olmuştu.

  Yüksek bir miktarda yardım toplamıştı.

  Milyonlarca dolar harcanmıştı.

  -Hukuki savunma için mi?

  -Evet.

  -Milyonlar?

  -Evet.

  Sanırım insanlara yük olmak istemiyordu, bu da bir etkendi.

  Bir yanda normal hayatı, öbür yanda uğraşması gereken boktan bir durum.

  Elinden geldiğince sınırı korumaya çalışmıştı.

  Ama hepsi bir araya bulanmaya başladı ve herşey boktan bir hale geldi.

  Her geçen zaman daha da güçleşen bir kararla karşı karşıyaydı.

  Suçu kabul edip hayatına devam etmek mi, yoksa bozuk bir sistemle mücadele etmek mi?

  Hukuki dava için cevap basitti; anlaşma yoluna gitmedi ve bir dava tarihi belirlendi.

  Aaron, adil olmadığına inandığı bu durumla mücadele etmekte kararlıydı.

  Bir yandan da korkuyordu.

  Aaron'ı mahkum edeceklerini düşünmüyorum.

  Mahkemeden ayrıldığımızda O'na sarılacaktım.

  Boston'daki o köprünün üzerinde yürüyüp bir kaç bira devirecektik.

  Haklı olduğumuzu düşünüyordum.

  Davayı kazanabilirdik, kazanacaktık.

  Pek bahsetmezdi, fakat çok acı çektiğini görebiliyorduk.

  Aaron çocukluğunda ani ruh hali değişimi, depresif nöbetler gibi ağır depresyon sayılabilecek şeyler yaşamadı.

  O sırada depresif olabilir, normaldir, herkes zaman zaman depresif olur.

  İlişkimiz henüz iki üç haftalıkken, "Sen benden daha güçlüsün.

 " dediğini anımsıyorum.

  Bir çok konuda gaddardı, hayat O'na ve bir çok insana sert davranmıştı.

  Bu, dehasının bir parçasıydı.

  Galiba 20'li yaşlarında klinik depresyon geçirmişti.

  Fakat bir birlikteyken böyle değildi.

  Çok mutlu bir insandı diyemem, fakat bu depresif olduğu anlamına da gelmiyor.

  İki yıl boyunca çok çok ağır baskı altında kalmıştı.

  Daha fazla uğraşmak istemedi.

  Galiba, çok ağır gelmişti.

  Gecenin bir vakti arkadaşım aramış.

  Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım.

  Aradım, ve ne olduğunu anladım.

  Sosyal haber ve eğlence sitesi reddit'in kurucularından biri, evinde ölü bulundu.

  Polise göre, 26 yaşındaki Aaron Swartz Brooklyn'deki dairesine intihar etti.

  Neslimizin en yaratıcı beyinlerinden birini kaybettik diye düşündüm.

  O an dünya başıma yıkıldı.

  Hayatımdaki en zor gecelerden biriydi.

  Çığlık atıyordu, "Ne dediğini anlayamıyorum" dedim  Yeter.

  Daha fazla devam edemeyeceğim.

  Olan biteni anlamlandıramadım.

  Hala anlayamıyorum.

  Hüsran içindeydim, öfkeliydim.

  Çocuklarıma açıklamaya çalıştım.

  Üç yaşındaki çocuğum, doktorların düzelteceğini söyledi.

  Tanıdığım pek çok insan öldü, fakat hiç birini bu şekilde kaybetmedim.

  Ben dahil çoğu kişi bir şeyler yapabilirdik diye düşünüyordu.

  Ama görememiştik, böyle olduğunu bilmiyorduk, bu kadar acı çektiğini  Benim bir parçamdı.

  Gerçek olmamasını diledim.

  Sonra Wikipedia sayfasına baktım ve ölüm tarihini gördüm.

  "  ile 2013 arasında yaşadı.

 " Aaron öldü.

  Çivisi çıkmış dünyanın gezginleri, akıl hocalarımızdan birini, yaşlı bir bilgini kaybettik.

  Doğrunun yolundaki hackerlar, bir eksildik, bizden birini yitirdik.

  Anaçlar, ilgililer, dinleyenler, besleyenler, tüm aileler, çocuklarımızdan birini kaybettik.

  Hepimiz ağlayalım.

  Aklıma gelen ilk şey, ya kimse farketmezse endişesiydi.

  Çünkü ne kadar dikkat çekici olduğunu bilmiyordum.

  Daha önce hiç bu kadar duygusal taşmaya tanık olmamıştım.

  İnternet alev aldı.

  Herkesin kendine göre bir izah etmeye çabalıyordu, fakat daha önce hiç kimsenin twitter'da yas tuttuğunu görmemiştim.

  İnsanlar basbayağı internette yas tutuyordu.

  O, internetin öz evladıydı.

  Ve eski dünya onu katletmişti.

  Korkunç adaletsizliğe el atılmayan bir zamanın ortasındayız.

  Ekonomik krizin mimarları, başkanla rahat rahat akşam yemeği yiyorlar.

  Böyle bir ortamda, devletin böyle bir şeyi yargılamış olması absürdden öte, trajik.

  Asıl soru, başımızdan geçen bunca şeyden sonra, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek bir şeyler yapabilir miyiz?

  Bu mirası nasıl daha ileriye taşırız, bu soruyu sormalıyız.

  Dünyanın her yerinde hackathonlar, toplanmalar başladı.

  Bir anlamda, Aaron Swartz içimizdeki iyiyi çıkarttı, "Bu durumu nasıl düzeltiriz?

 " sorusunu sordurttu.

  Nacizhane görüşüm, O'nun bu ülkenin yetiştirdiği en sıradışı devrimcilerden olduğudur.

  Aaron kazandı mı, kaybetti mi bilemiyorum.

  Fakat şu açıktır ki, O'nun mücadelesinde kullandığı ellerle şekillenenleriz biz.

  Kolluk kuvvetlerini, bilgiye erişimi çoağaltmak isteyen yurttaşların üzerine saldığımızda, hukukun üstünlüğünü bozarız ve adalet mabedimizi iğfal etmiş oluruz.

  Aaron Swartz bir suçlu değildi.

  Değişim, kendiliğinden kaçınılmaz olarak gelen bir şey değildir.

  Sürekli mücadele sayesinde gelir.

  Aaron, hakikaten de sihir yapabiliyordu.

  Ve kendimi yaptığı sihrin O'nunla birlikte ölmemesine için adadım.

  Dünyayı değiştirebileceğine inanıyordu, ve haklıydı.

  Geçen haftadan bu yana, bugün de, fonumuz artmakta.

  Swartz'ın ölümünden sonra, temsilci Zoe Lofgren ve senatör Ron Wyden, Bilgisayar Sahtekarlığı ve İstismarı Yasası'nı reforme edecek bir yönetmelik gündeme getirdiler.

  Swartz'a yönelik suçlamaların çoğunun dayandığı eskimiş yasa buydu.

  Adına da, Aaron'ın Yasası dendi.

  Aaron, insanın kendine sürekli "şu an üzerinde çalışabileceğim dünyanın en önemli şeyi nedir" sorusunu sorması gerektiğine inanıyodu.

  "Eğer onun üzerinde çalışmıyorsan, neden çalışmıyorsun?

 " Keşke geçmişi değiştirebilsek, ama değiştiremeyiz.

  Ama geleceği değiştirebiliriz ve değiştirmeliyiz.

  Aaron'ın hatırası için yapmalıyız.

  Kendimiz için yapmalıyız.

  Dünyayı daha iyi ve insani bir yer haline getirmek için yapmalıyız.

  Hukukun işlediği ve bilgiye erişimin insan hakkı olduğu bir dünya.

  Geçtiğimiz şubat ayında, Baltimore'lu bir çocuk vardı.

  14 yaşındaydı.

  JSTOR'a erişimi vardı.

  Bir şey okuduktan sonra JSTOR'u kurcalamaya başlamıştı.

  Ve pankreas kanserini erken teşhis edebilen bir test geliştirdi.

  Pankreas kanseri, çatır çutur öldürür; çünkü çok geç tespit edilir ve tespit edildiğinde bir şeyler yapmak için çok geçtir.

  Johns Hopkins'in Onkoloji departmanının tamamına mail atar.

  Çocuk 14 yaşında mı?

  Evet 14 yaşında bir çocuk.

  Çoğu aldırmaz bile.

  Fakat bir tanesi beğenir ve "Çok da aptalca bir fikir değil, gel bir görüşelim" der.

  Çocuk, akşamları ve haftasonları bu araştırmacıyla çalışmaya devam eder.

  Aaron öldükten bir kaç hafta sonra şubat ayında haberlerde gördüm - o ara sık sık Aaron vardı haberlerde-.

  Pardon.

  Ve haberlerde olmasının sebebini açıklıyordu, başarmışlardı, pankreas kanserini erkenden saptayabilen bu hayat kurtaran testin dağıtımına başlamışlardı.

  Ve dedi ki, "Aaron'ın yaptığı şey işte bu yüzden çok önemli.

 " [Aaron Swartz, Jack Andraka'nın devrimsel kanser testininin önünü nasıl açtı] Çünkü, geleceği göremezsiniz değil mi?

  Evrenin bu gerçeği, sadece hız limitini saptayan yetkililerin kullandığı bir gerçek değil.

  Evladının pankreas kanserinden ölmesini engelleyen şey de aynı yerden gelir.

  Erişim olmadığı zaman, senin ihtiyaç duyduğun soruna çözüm bulacak kişi, cevabı asla bulamayabilir.

  o kadav iyi sıvıştıki,  , uzay gemisine gevi döndüvünde bile  -Afferin Aaron!

  Çok iyiydi.

  -Tam-mam, şimdi şarkı vakti!

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar