Print Friendly and PDF

Translate

An Interview with God (2018) TANRI'YLA RÖPORTAJ

|


97 dk  

Yönetmen:

Perry Lang     

Senaryo:

Ken Aguado   

Ülke:

ABD 

Tür:

Dram, Gizem

Rating:

5.8

60

Vizyon Tarihi:

02 Ağustos 2018 (ABD)

Dil:

İngilizce

Müzik:

Ian Honeyman          

Web Sitesi:

Resmi Site

Çekim Yeri:

New York City, New York, ABD

Nam-ı Diğer:

Una entrevista con Dios

Oyuncular

 

    Brenton   Thwaites

    Yael   Grobglas

    David  Strathairn

    Charlbi   Dean Kriek

    Hill  Harper

 

 

Özet

Gelecek vaat eden bir gazeteci, Kendi hayatını ve inancını, bir ömür boyu olan yaşamını röportaj olarak verdiğinde Tanrı olduğunu iddia eden birine ve ona meydan okuması anlatılıyor

Altyazı

 TANRI'YLA RÖPORTAJ

"Tanrı'nın işine akıl sır ermez.

 " HIRİSTİYAN İLAHÎSİ, 1773

"Şimdi sırra erme zamanı. "

SON SÖZLER, HENRY WARD BEECHER,

1887 İnsanlar, inancımı kaybettim dediklerinde vazgeçtiklerini, artık aramayı bıraktıklarını hayal ederim.

 Bende öyle olmadı.

 Hatta bencilce, bir savaşa tanık olmamın beni Tanrı'ya daha da yaklaştırdığını düşündüm.

 Buna rağmen, dua ettikçe dualarım boşunaymış gibi geldi.

 Boşluğa fısıldamak gibiydi.

 Bir işaret arıyordum.

 Herhangi bir işaret.

 Ama bulamadım.

 Buradayım.

 Dinliyorum.

 Nasıl yardımcı olabilirim?

 EMİ'den kimseyle görüştün mü?

 Sana yardımcı Hayır, anlıyorum seni.

 Söylediğin için sağ ol ama ben Matt, ben uzman değilim.

 İş yerinden kimse yok mu?

 UGA'da gazi çoktur, öyle değil mi?

 Anlıyorum.

 Nasıl göründüğü önemli.

 Tabii, ne olursa.

 Affedersin.

 Bir dakika verir misin?

 Pekâlâ.

 Tamam.

 Soruştururum.

 İşinde iyi birini bulacağım.

 Mümkün olan Sonrasında ofise geçeceğim.

 Mutlaka birini bulurum, tamam mı?

 Söz veriyorum.

 Matt.

 Yapma böyle.

 Ben de oradaydım.

 Anlıyorum seni.

 Sana yardımcı olacağım.

 Yarın görüşürüz.

 Psalms'ı oku vaktin varsa.

 Beni hep rahatlatmıştır.

 Ben de seni seviyorum dostum.

 Affedersin.

 Konuşmak isteyen sendin.

 Sarah, adam ağlıyordu.

 Kusura bakma Matt'i severim.

 İyi mi durumu?

 Bilmiyorum.

 Orada kötü şeyler yaşadı.

 Orası herkes için kötüydü.

 Sen de kötü şeyler yaşadın.

 Ben oraya yazmaya gittim, savaşmaya değil.

 İkisi çok farklı.

- İşe yetişmem lazım.

- Benim de- Röportajın var, söylemiştin.

 Aramız düzelsin istiyorum.

 Ne yapacağımı söyle.

 Kaç kere özür dilememi istiyorsun?

- Dileme artık.

- Sayısını söyle, dileyeceğim.

 Olan oldu.

 Bunu kaç kere daha yaşayacağım?

 Olan oldu ama artık buradayım.

 Döndüm artık.

 Sen döndükten sonra daha da kötüleşti Paul.

 Böyle yaşayamam.

 Değişebilirim.

 Daha iyi olabilirim.

 Daha iyi olmak istiyorum.

- Düzeltemez miyiz?

- Düzeltmek mi?

 Bir evlilikte güven kaybolursa neyi düzelteceksin?

 Bir hata yüzünden her şeyi yıkmak mı istiyorsun?

 Benim hatamdı.

 Kabul ediyorum.

 Bari birine danışalım.

 Herhangi birine.

 Bu akşam konuşabilir miyiz?

 Lütfen Gelmeyebilirim.

 Düşünmeye ihtiyacım var.

 Röportaja geç kalacaksın, benim de işe gitmem lazım.

 Haklısın.

 Günaydın.

 Günaydın.

 İkiniz de çok dakiksiniz.

 Ararım seni.

 BU TARAFA Günaydın.

 Affedersin geciktim.

- Biraz Üzgünüm geciktim.

- Alt tarafı 5 dakika.

 Hala 25 dakikamız var.

 Anlaştığımız gibi.

 Evet, 30 dakika.

 Bugün, yarın ve cuma günü.

 Etraftakiler- Meşgul mü?

- Evet, herkes meşgul.

- İyi misin?

- Evet.

 Harikayım.

 Ben Paul Asher, Herald'dan.

- Seni tanıyorum.

 Yaptıklarını biliyorum, hayranınım.

- Teşekkür ederim.

 Sakıncası var mı?

 Pekâlâ.

 Temel kurallardan bahsedeyim.

 Bu konuşmayı kesinlik için kaydediyorum.

 Ayrıca üç seans.

 Bugün, yarın ve cuma.

 İşimiz bittiğinde, editoryal kontrol hakkım saklı kalmak üzere yazdıklarımı göstereceğim.

- Kabul ediyor musun?

- Ediyorum.

 Güzel geçeğini umuyorum.

 Beklentini yükseltme.

 Seküler bir gazetede inanç konusunda yazıyorum yazdıklarım da genelde hafta sonu ekinde yayınlanıyor.

- Tevazu gösteriyorsun.

- Burçlar bile daha iyi yerde yayınlanıyor.

 Afganistan'da yaptığın röportaj çok etkileyiciydi.

- Okudun mu?

- Her kelimesini.

 "Hıristiyanlar Savaşta" Çok zor bir görev olmuş olmalı.

 Hem senin için, hem ailen için.

 Diğerleri için daha zordu.

 Ben sadece yazmak için oradaydım.

 Harika insanlarla da tanıştım.

 Oradaki kişisel deneyimlerini dinlemeyi çok isterim.

 Olur, belki başka bir zaman.

 Pekâlâ, satranç oynamaya gelmediysek senden bahsedelim.

- Satranç oynar mısın?

- Ben mi?

 Hayır.

- Hiç mi?

- Çocukken oynamıştım.

- Neyse- Ama artık oynamıyorsun.

 Buraya babamla gelirdik.

 O zamanlar biraz oynardım.

 Neyse Başlayalım mı?

 Bugün 1 Haziran.

 Lütfen ismini söyle ve kodla.

 Ben Rab.

 R-A-B.

 Pekâlâ.

 Başlayalım.

 Bu röportajı kabul ettiğin için teşekkürler.

 Aslında sen kabul ettin.

 Yine de rica ederim.

- Fotoğrafını çekebilir miyim?

- Tabii.

- Fotoğraflarda gözükmende bir sakınca yok yani?

- Ben Tanrı'yım, vampir değil.

- Söylemem lazım, bana gayet insanmışsın gibi geldin.

- Sen de bana gayet tanrısal geldin.

 Anladım.

 Yaratılış bölümünden.

 Kendi suretinden der.

- Oldukça hoştu.

- Teşekkür ederim.

- Pekâlâ, bu röportajı neden kabul ettin?

- Çocuklarımla hep konuşurum.

- Ben de senin çocuğunum.

- Öylesin tabii.

 Seninle konuşan insanlara verilen bir isim var.

- Şanslı?

- Peygamberi kastetmiştim.

- Tabii, haklısın.

 Onlarla konuştuktan sonra böyle demeye başladılar ama ondan önce beni gördüklerine pek memnun olmadılar, en azından ilk seferinde.

 Tabii.

- Yanan çalı, alev sütunu.

 Dramatik şeyler.

 Eminim kafayı yemişlerdir.

- Öyle oldu.

- Ama dikkatlerini çekebildim.

- Bugün yanan burç yok mu?

 İster miydin?

 Asıl istediğin bu mu?

 Tamam.

 Neyi alevler içinde görmek istersin?

 Bu parkın içinden bir şey olabilir.

 Şu sütuna ne dersin?

 Ya da şu ağaç?

 Hayır, istemiyorum.

 Gerek de yok.

 Sen buradasın, ben buradayım.

 Zaten konuşuyoruz.

 Soruma geri dönelim, niye buradasın?

 Ben peygamber miyim?

 Peygamber mi?

 Konuşuyoruz sadece.

 Daha yeni başladık.

 Peki.

 Bu soruya döneriz sonra.

 Demek Tanrısın.

 Bildiğimiz Tanrı.

 Her şeyi yaratan.

 Cenneti ve dünyayı 6 günde yaratan Evet.

 Sonrasında dinlendim.

- Eline sağlık.

- Teşekkür ederim.

 Çalışıyorum işte.

 Gerçekten bilmek istediğin işim hakkındaki bazı detaylar mı?

 Eminim, kitaplardan birinde bütün detayları okumuşsundur.

 Haklısın ama okuyucularım doğrulamalara ihtiyaç duyabiliyor.

 Gerçekler Evet, gerçekler önemli.

 Tamam.

 Lütfen devam edelim.

 Kaç yaşındasın?

 Zamanın sizler için ifade ettiği şey benim için geçerli değil.

 Ben zamandan bağımsız varlığımı sürdürüyorum.

 Nitekim zamanı ben yarattım.

 Nerede yaşıyorsun?

 Paul, bence bu röportaj daha verimli olabilir eğer cevabını zaten bildiğin sorularla vakit harcamazsak.

 Tamam.

 Devam edelim.

 Paul, amacım zorluk çıkarmak değil.

 Cevaplarımın neden anlaması güç olabileceğini sen daha iyi bilirsin.

 Eğer Tanrı'nın mizacı anlaşılır olsaydı Etrafına bir bak.

 Hiçbir şey göründüğü gibi değil.

 Biz bu dünyada seni anlamak için varız ve sen bütün soruları ve cevapları biliyorsun.

 Elbette.

 Bu seni rahatsız ediyor mu?

- Bu sorunun cevabını da biliyorsundur.

- Evet.

 İlahî bir yaklaşım gerektirmiyor.

 Benim gözümden bakmaya çalış.

 Kolay bir iş değil.

 Anlıyorum.

 Bütün soruları ve cevapları bilmek insanlarla konuşmayı zorlaştırıyor olmalı.

 Bilmişleri kimse sevmez.

 Haklısın.

 Biraz önce "sen" dedin.

 Cevaplarımın neden anlaması güç olabileceğini sen daha iyi bilirsin, dedin.

 Ne demek istedin?

 Neden ben?

 Birincilikle mezun olduğun Loyola Üniversitesi'nde ilahiyat ve gazetecilik okudun.

 Mezun olur olmaz Herald'ın internet biriminde çalışmaya başladın burada inanç ve teoloji konularında yazdın.

- CV'mi ezberlemişsin.

- Evli olduğunu da biliyorum.

- Anlamadım?

- Evli olduğunu da biliyorum.

 Az daha yiyordum.

 Evet, yedim seni.

- Sormamı bekliyorsun.

- Neyi?

 İspat.

 Tanrı olduğunun ispatı.

 İspat konusu Söylesene Paul dua ederken Tanrı'nın dinlediğine dair bir kanıt arar mısın?

- Hayır.

 Aramam elbette.

- O zaman şanslı günündesin.

- Nasıl yani?

 Buradayım, sorularını cevaplıyorum.

 Umarım yardımcı oluyorumdur.

 Oluyorsun.

 Peki, senin olmadığını söyleyen insanlara ne diyeceğim?

 Onları anladığımı ve gördükleri dünyanın bu kadar olduğunu söyleyeceksin.

 Bazen göründüğü kadardır.

- Güzel cevaptı.

- Güzel.

 Sevindim.

- Röportaj konusunda çok iyisin Paul.

- Teşekkür ederim.

 Güven veriyorsun, iletişimin iyi.

 Hiç küçümsemedin ve her şeyden önemlisi, hakikati istiyorsun.

- Evet, hakikati bilmek iyi olurdu.

- Benim uzmanlık alanım bu.

- Pekâlâ.

 Çabuk cevap bölümüne geçiyorum ve karışık soracağım.

- Çabuk cevap, iyiymiş.

- Hayatın anlamı nedir?

- Yaşamak, mücadele etmek, Tanrı'ya hizmet etmek ve "hayatın anlamı ne" gibi sorular sormak.

 Tevrat ve İncil'dekiler Tanrı'nın sözleri mi?

 Tabii ki.

 Ancak bir insanoğlu tarafından idrak ve tercüme edildi.

- Tahrif mi edildi yani?

- Hayır.

 Herkesin kendi yolculuğu vardır ama yol tektir.

 Tanrı'nın var olmadığı bir zaman dilimi oldu mu?

- Musa'ya verdiğim cevabı verebilirim.

- Peki.

 Ezeli ve ebediyim.

 * - Tabii ya!

 Tahmin etmeliydim.

- Evet.

 Geçmişte olduğu gibi bugün de geçerli.

- Cennet var mı?

- Evet ama sadece bir yer olarak düşünmemek lazım.

 Şeytan da var o zaman?

 Evet ama gözünüzde büyütüyorsunuz.

 Büyütüyor muyuz?

 Değişik bir söylem.

 Açar mısın?

 Gücünü sizden alıyor.

- Öldükten sonra ne oluyor?

- Ebediyete kavuşuyorsunuz.

- Yani ruh ölümsüz mü?

- Öyle olmasaydı ruh diyemezdik.

- Bir ateist ahlaklı olabilir mi?

- Elbette.

 Temelsiz bir bina inşa edebilirsin.

 Ama deprem sallamasın diye dua etsen iyi olur.

 Tanrı aşk mıdır?

 Böbürlenmiyorum ama öyle, kesinlikle.

 2 bin 427 kere 648 kaç eder?

 1 milyon 572 bin 696.

 Ciddi misin?

- Affedersin, özür dilerim.

- Sorun yok.

 Tanrı affeder.

- Tuhaf olan bir şey var.

- Neymiş o?

- Çok güzel sorular sordun ama diğerlerinin çokça sorduğu bir soruyu sormadın.

- Öyle mi?

 Hangisi?

- Tahmin et.

- Niye kötülükler iyi insanları buluyor?

- İşte bu.

- Soru listemde yoktu.

- Açıkçası bu sorudan hoşlanmıyorum.

- Öyle mi?

 Neden?

 Çünkü soru sayılmaz, öyle değil mi?

 Daha çok şikâyet.

 Asıl sorulmak istenen, neden kötülükler benim başıma geliyor.

 Ve bunu soran, kendini iyi olarak addediyor ki bence bu kibir.

 Lakin Paul, bazen iyi insanların başına kötülükler gelebilir.

 Çok derin bir soru.

- Biliyorum.

- İstersen cevaplayabilirim.

 Kalsın.

 Devam edelim.

 Tamam.

 Özgür irade var mı?

 Bunu Tanrı'nın iradesiyle nasıl bağdaştırabiliriz?

 Sonunda.

 Sonunda derken?

- Nihayet anlamında bir zarf.

- Çok komiksin.

 Neyi kastettiğimi anladın.

 Sonunda senin için önemli olan sorular sormaya başladın.

- Bütün sorularım benim için önemli.

- Olabilir.

- Nedense bazı soruların cevapları senin için daha önemli.

- Konu ben değilim.

 Emin misin?

- Özgür irade var mı?

- Seni benimle buluşman için zorladım mı?

 Zorlasaydın haberim olur muydu?

 Bu soru bana eski bir fıkrayı hatırlattı.

 Öğrencinin biri hahama gitmiş ve demiş ki "Haham, neden sen ve diğer hahamlar benim sorumu hep başka soruyla cevaplıyorsunuz?

 " Haham da demiş ki "Nasıl cevaplamamızı isterdin?

 " Gördün mü, Tanrı'nın fıkrasına gülmedin.

 Bu durumda özgür irade için ne diyebiliriz?

 Elbette özgür irade var Paul.

 Herkes bilir bunu.

 İnsan hukukunun temeli özgür iradeye dayanır.

 Sana bir suç atfedildiğinde hâkime git ve de ki Tanrı'nın iradesi bu yönde oldu.

 Sonuç ne oluyor gör!

 Her yaptığınız özgür iradeyle oluyor demek mi bu?

 Değil tabii.

 Ampute edilen bacağın tekrar büyümesini özgür iradeyle sağlayamazsın.

 Başımıza bir şeyler geliyor ve Tanrı da "Hiç bana bakma" mı diyor?

 Hayır.

 Benim irademin ve insan özgür iradesinin çelişkili olmadığını anlaman lazım.

 Çünkü bir şeyin iki farklı versiyonu gibi değiller ama beraber harika bir uyum içindeler.

 Ben öyle ayarladım.

 Ya birinin nerede başlayıp diğerinin nerede bittiğini bilmiyorsam?

- Anlatabildim mi?

- Sanırım anladım.

- Gerçekten mi?

- Evet.

 Mesele Tanrı'nın planına güvenmemen mi yoksa kendine güvenmemen mi?

 Harika.

 Yani Tanrı'nın bir planı varsa bir şey yapmama gerek yok?

 Öyle mi?

 Bütün gün yataktan çıkmayabilirim çünkü bu da Tanrı'nın planının bir parçası.

 Bunu kastetmediğimi biliyorsun.

 Buraya bakalım.

 Satranç tahtası var.

 Taşlar etkileşim halinde, kural dâhilinde.

 Alver yapıyoruz.

 Ama iki taş aynı anda bir karede olamıyor.

 Seninle benim durumum gibi.

 İnsanlar seçim yapar ve bu seçimlerin sonuçları olur.

 Eğer insanlar kararlarını, Tanrı'nın iradesi ne yönde diye düşünerek alsaydı böyle olur muydu sence?

 Her sabah, dişlerimi yatay mı yoksa dikey mi fırçalasam diye düşünürken felç olurdunuz.

- Tanrı'nın iradesini anlamaya çalışmak zaman kaybı mı o zaman?

- Hayır.

 Alakası yok.

 Paul, sana zaten bildiğin şeyleri anlatıyorum.

 Kendi kararını verirsin ve bu kararlarla yaşarsın nasıl karar verdiğin önemli olmaz.

 Söylesene, Afganistan'a giderken benim irademin hangi kısmını dikkate aldın?

 Ya da bu benim iradem, kimseyi bağlamaz diye düşünerek mi gittin?

 Bundan daha karmaşık bir durumdu.

 Savaş bölgesine doğru 7 bin mil gittin Paul.

 Savaş insanı değiştirir.

 Böylesine bir gidişin senin için ve ailen için sonuçlarının olacağını bilmeliydin.

 Farklı bir şey mi umuyordun?

- Sanırım Tanrı yardım eder diye umdum.

- Umdun mu?

 Dua ettim.

 Kendim için dua ettim.

 Tanrı oradaki askerleri korusun ve evlerine dönsünler diye dua ettim.

 Karım ben yokken iyi olsun diye dua ettim.

 Aptalca bir şey yapmamış olmak için dua ettim.

 Çokça dua ettim.

- Duaların kabul oldu mu?

- Bilmem.

 Bazen oldu, çoğu zaman olmadı.

- Bu konuda konuşmak ister misin?

- Şikâyet masası mısın?

 Beni çağırdın, ben de geldim.

 Buraya röportaj için geldim sanıyordum ama müdahale var gibi.

- Evet ama düşündüğün şekilde değil.

- Ne düşündüğümü nereden biliyorsun?

 Yarın devam edelim.

- Tuhaf bir röportaj oluyor.

- Sohbet diyelim.

 Nasıl olur?

 Kusura bakma.

 Bunun için para vermiyorlar bana.

- Bu yüzden mi buradasın?

 Para için?

- Niye buradayız?

 Beni çağırdın, ben de geldim.

 Teşekkür etmen yeterli.

- Niye özel alakanı hak ettim?

- Hak etmedin mi?

- Beni kurtarmak için buradasın demek.

- Kurtarılmaya ihtiyacın var mı?

- Herkesin yok mudur?

- Vardır.

 Fakat bu sefer farklı şekilde yapacağım.

 Sana yardım edeceğim.

 Bana yardım edeceksin- Anlamıyorum.

- Farkındayım.

 Farkındayım ama anlayacaksın.

- Nasıl- Süre bitti.

 Peki.

- Yarın devam mı?

- Tabii.

 Yine aynı yer ve saatte mi?

 Konuşuruz.

 Cidden, asıl amacın ne?

 Yarın konuşuruz.

 Alo, Ben Paul Asher.

 Benim.

 Bu sabah ne oldu?

 Terk mi etti?

 Bilmiyorum gerçekten.

- Sesin biraz- Affedersin, daha yeni İşe geldim.

 Tuhaf, enteresan bir sabah geçirdim.

 Sonra görüşür müyüz?

 Paul?

 Orada mısın?

 Seni sonra arasam?

 Olur tabii.

- Söz mü?

- Evet arayacağım.

- Paul- Teşekkür ederim, sonra konuşuruz.

 Hoşça kal.

 Merhaba Gary.

 Merhaba.

 Ne arıyorsun burada?

 Biliyorum, özür dilerim Yine de buradasın.

 Ücretli izinin ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?

- Evet.

 İK açıklamıştı.

- Peki, döndükten sonra kaç günlük izin aldın?

 Aradığın cevap "hiç" Paul.

 Bildiğin gibi izin almakta utanılacak bir şey yok.

- Değil mi?

- Evet.

 Teşekkür ederim.

 Benim aslında Mesajımı okudun mu?

- Konuyu değiştirmeye mi çalışıyorsun?

- Evet.

 Oldu mu?

- Evet, okudum.

 Her şey yolunda mı?

- Evet, sorun yok.

 Enteresan bir sabah geçirdim.

 Bir şey üstünde çalışıyorum.

- Onu demiyorum.

- Evet, iyiyim iyiyim.

 Sağ ol.

- Sarah nasıl?

 Evlilik yolunda mı?

 Neler yapıyor?

- O da iyi.

 Sorduğunu söylerim.

- Merhaba Gary, vaktin var mı?

- Selamımı söyle.

- Şuraya imza atabilir misin?

- Tabii.

- Buraya da.

- Gönderin.

- Teşekkür ederim.

 Ne istiyorsun?

 Nasıl yani?

 Sabahki mesajdan bahsediyorum.

 Bir arkadaşımın yardıma ihtiyacı var.

- Arkadaşım ekolü mü?

- Ben değilim.

 Afganistan'da tanıştık.

 Döndüğünden beri sorun yaşıyor.

- TSSB?

- Galiba.

- Anladım.

 Üstesinden gelir mi?

- Umarım.

 Savaşın içindeyken Tanrı'nın planını anlamak zor olabiliyor - Elbette.

 Nasıl yardım edebilirim?

 Acilen biriyle görüşmesi lazım, işinde uzman biriyle.

 Soruştururum dedim.

 İyi biridir.

 Bir savaş kahramanı.

 Tanıdığın biri var mı?

 EMİ'ye gitmedi mi?

 Orası bu yüzden kuruldu.

 Beyaz yakalı bir çalışan olduğu için insanlar öğrenirse problem Tamam tamam anladım.

 Diyalog merkezinden tanıdığım, işinde iyi biri var.

 Gerçekten işinde iyi.

 Ann beni terk ettiğinde gitmiştim.

- Ne zaman oldu bu?

- Geçen sene.

- Bilmiyordum, üzüldüm.

- Kimseye söylemedim.

 Sen de pek buralarda değildin.

- Hiç bahsetmedin.

 İyiydin.

 İyi gözüküyordun.

 Olay da bu zaten.

 Bazen insanların sorunu olduğunu anlayamazsın.

 O yüzden arkadaşın adına iyi bir durum.

 Neydi adı- Matt.

- Matt sana derdini anlatabilmiş.

- Evet.

- Sana haber veririm.

- Tamam, sağ ol.

- Yanında olduğumu biliyorsun değil mi?

- Evet biliyorum.

 Güzel.

 Ne üstünde çalışıyorsun?

 İnanmayacaksın.

 Bir röportaj yapıyorum.

 Tamam.

 Kiminle?

 Tanrı'yla.

- Ciddi misin?

- Evet ciddiyim.

 Bayıldım.

 Harika fikir.

 Beğendin mi?

 Çünkü fikrimi değiştirmek üzereydim.

 Hayır hayır.

 Blogun için mi düşünüyorsun?

- Ya da daha büyük bir yer de olabilir.

- Bilmem.

 Daha büyük yerden kastın ne?

 Dörtlük sütunda baskıya veririz.

 Her perşembe insana dair kısmında yayınlanır.

 Evet evet.

 Ön sayfa mı?

 Şaka yapıyorsun.

 Tanrı'nın ön sayfaya çıkma zamanı geldi.

 Katılmıyor musun?

- Elbette hayır.

- Güzel.

- Ofis ne diyecek bu duruma?

 Çekemeyenler olmayacak mıdır?

 Hayır sanmıyorum.

 Seni zaten çekemiyorlar.

- Tamam, teşekkür ederim.

- Kaç kelime olacak?

- Belli değil.

 Pekâlâ, güzel olacak.

 Harika.

 Şimdilik aramızda kalsın, olur mu?

- Peki, sorun değil.

- Üzerinde düşüneyim.

- Tamam.

 Tanrı'yla röportaj Gerçekten harika.

 Merhaba, ben Sarah.

 Bip sesinden sonra mesaj bırakın, iyi günler.

 Sarah, benim.

 Konuşalım istiyorum.

 Bence halledebiliriz.

 Lütfen ara beni.

 Hoşça kal.

 Tanrı aşk mıdır?

 Böbürlenmiyorum ama öyle, kesinlikle.

 2 bin 427 kere 648 kaç eder?

 1 milyon 572 bin 696.

 Ciddi misin?

 1 milyon 572 bin 696.

 Sarah!

 Seni tanıyorum.

 Yaptıklarını biliyorum, hayranınım.

 Hıristiyanlar savaşta.

 Senin için zor bir görev olmuş olmalı.

 Hem senin için, hem ailen için.

 Savaş bölgesine doğru 7 bin mil gittin Paul.

- Savaş insanları değiştirir.

- Bana yardım mı edeceksin?

 Anlamıyorum.

 Soruma geri dönecek olursak, neden buradasın?

- Ben peygamber miyim?

- Lakin Paul, bazen iyi insanların başına kötülükler gelebilir.

 Cevaplarımın neden anlaması güç olabileceğini Mesele Tanrı'nın planına güvenmemen mi yoksa kendine güvenmemen mi?

 Ben Rab.

 R-A-B.

 Bu soru bana eski bir fıkrayı hatırlattı.

- Gerçekten, asıl amacın ne?

- Neyi alevler içinde görmek istersin?

- Peygamber miyim?

- Konu ben değilim.

- Öyle mi?

 İnsanlar seçim yapar.

- Ne yapıyoruz burada?

- Bu seçimlerin sonuçları olur.

- Beni kurtarmaya mı geldin?

 Eğer insanlar kararlarını, Tanrı'nın iradesi ne yönde diye düşünerek alsaydı böyle olur muydu sence?

 Afganistan'a giderken irademin hangi kısmını Sen bilmelisin Evli olduğunu da biliyorum.

- Tanrı'nın bir planı varsa bir şey yapmama gerek yok?

- Evli olduğunu da biliyorum.

- Bu akşam konuşabilir miyiz?

- Bilemiyorum.

 Bir evlilikte güven kaybolursa neyi düzelteceksin?

- Kaç kere özür dilememi istiyorsun?

- Özür dileme artık.

 Bulaşıklardan bana ne!

 Hiç anlamayacaksın.

 Sarah?

 Biri mi var?

 Kimsin?

 Kimsin?

 Kimsin!

 Çık ortaya.

 Kapa çeneni!

- Günaydın.

- Günaydın.

- Sarah bugün evde mi?

- Evet.

- Keyifsiz mi?

- Sanırım öyle.

- Ekinezya.

 Ben de içiyorum.

- Söylerim.

 Merhaba?

 Kimse yok mu?

 Burada mı çalışıyorsun?

 Niye sordun?

 Annem burada çalışmıştı.

 Çok zaman önce.

 Burada olmamız doğru mu?

 Gel.

 Eşlik et bana.

 Bugün iyi görünmüyorsun Paul.

- Her şey yolunda mı?

- Evet.

 Eline ne oldu?

 Başlasak iyi olur.

 Daha iyi olacaksan bugünü iptal edip yarın bitirebiliriz.

 Hayır, böyle iyi.

 Ben buradayım, sen de buradasın.

 Kaldığımız yerden devam edip sağlam bir röportaj yapalım.

 Aslında dün de iyi görünmüyordun.

- Endişelendim.

- Dün amacımızdan saptık.

 Profesyonel olayım derken amacımdan saptım.

 Özür dilerim.

 Özre gerek yok.

 Dün de belirtmiştim, gayet profesyoneldin.

 Teşekkür ederim.

 Bir şekilde röportajın konusu oldum, böyle olmaması gerekiyordu.

 Tekrar sana dönelim ve iyi bir röportaj yapalım.

 Başlayalım mı?

 Tamam, kayıt başladı.

 2 Haziran.

 Paul Asher, Tanrı ile röportaj yapıyor.

 Dün çoğu temel şeylerin üstünden geçtiğimizi düşünüyorum.

- Nerede kalmıştık?

- Niye burada olduğumu sormuştun.

 Doğru.

 Pekâlâ, niye buradasın?

 Niye röportaj veriyorsun?

 Seninle kurtuluş hakkında konuşmak istiyorum Paul.

 Tamam, güzel konu.

 Buradan devam edebiliriz.

- Kurtuluş.

 Kurtuluşla neyi kastediyorsun?

- Sence neyi kastediyorum?

 Zorluk çıkarmaya çalışmıyorum fakat konuşmaya başlamadan önce kurutuluşun senin için ne olduğunu belirlemeliyiz.

 Haklı mıyım?

 Kurtuluş herkes için farklı anlamlara gelir.

- Evet öyle.

 Kişisel bir şey.

- En kişisel kavram ve nihayetinde nihai sonu kastediyorum.

 Kurtuluştan daha kişisel bir şey yoktur.

- Sadece sen ve ruhun.

 Bundan daha kişisel bir durum yok.

- Katılıyorum.

 Senin için ne demek olduğunu sormamın sebebi sorularına sağlıklı cevaplamak içindi.

 Sonuçta bunun için buradayız.

 Sen sorarsın, ben cevaplarım.

 Tamam.

 Kurtuluş herkes için farklı anlam ifade eder.

 Hıristiyan olduğum için şöyle cevap vereceğim.

 Kurtuluş, Tanrı'ya tövbe edip sonsuza kadar günahtan uzak durmaktır.

 Mükemmel.

 İyi bir tanım oldu.

- Olayın özüne indin.

- Teşekkür ederim.

 Fakat geldiğin bu noktada, binlerce yıllık ihtilafı es geçtin.

- Ben İsa'nın yolundayım yani kurtuldum.

 Beni ilgilendirmiyor.

- Emin misin?

- Nasıl yani?

- Hiç.

 Sadece sordum.

- Tekrar söylüyorum, röportajın senin hakkında olması gerekiyor.

 Sorunu cevapladım.

 Kurtuluş konusuna dönelim.

 Kurtuluş konusu.

 Tamam.

 Konuşmanın sağlıklı ilerleyebilmesi için ben satıcı sen de alıcıymışsın gibi davranalım ve bana ürünü nasıl puanladığını söyle.

 Kurtuluş ürün mü oluyor?

- Dalga geçiyorsun herhâlde.

- Hayır geçmiyorum.

 Piyasa araştırmasıymış gibi.

 Daha önce birçok kez yapmışsındır diye düşünüyorum.

 Bir başka internet anketiymiş gibi.

 Ürünü nasıl puanlıyorsun?

 Pekâlâ, başlayalım.

 İlk olarak, gelmiş geçmiş en harika ürün.

 Günahlardan arındırıyor.

 Fani hayattan sonra Tanrı'yla tekrar buluşturuyor.

 Vay be!

 Bu ürünü kim almaz!

 Bu üründen başka kendini sattıracak bir ürün daha yok.

 Beni kırmadığın için sevindim.

- Diğer yandan- Diğer yandan ne?

 Diğer yandan, doğru kullanımı yüzünden satıcıya iade edilebilen tek ürün.

 İade için sadece tek bir yol var.

 Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.

 Aynen öyle.

 Bu ufak karmaşa herkesin öleceği gerçeğiyle hafifletildi.

 Aslında önemli olan bu ürünün ne olduğu değil ne zaman eline geçeği.

- Bu işte iyi olduğunu biliyordum.

- Pazarlama uzmanı olmalıydım.

- Devam edelim.

- Başka bir şey yok mu?

 Ciddi misin?

 Atladığın bir nokta var.

 Soruyu sorarken "nasıl" dedim.

 Ya da kurguyu bozmayalım diye kullanma talimatları da diyebiliriz.

 Kabul ama bundan sonra röportaja devam edeceğiz.

 Pekâlâ.

 Talimatlar Talimatlara herkes ulaşabilir, bu iyi bir şey.

 İncil yıllardır en çok satanlar listesinde ama Ama Düşündüm de, talimatlar biraz kafa karıştırıcı.

- Kimse Tanrı'nın iradesini anlamak kolay demedi.

- Haklısın ama asıl mesele Tanrı'nın iradesini anlamak değil, öyle değil mi?

- Kutsal kitap emirlerle dolu.

- Evet öyle.

 Aşağı yukarı 10 tanesi aklımda.

 Ama bu eski İncil olan Tevrat'ta böyle.

 Yeni İncil farklı.

- Tanrı bize oğlunu bahşetti.

 Kimse böyle bir şey beklemiyordu.

- Evet.

 İsa en günahsız olandı.

 John 14.

 bap, 6.

 ayet.

 "Yol benim.

 Kimse benden geçmeden Tanrı'ya ulaşamaz.

 " - Bana gayet açıkmış gibi geldi.

- Mümkünü yok.

- Neden?

- Çünkü herkes günahkâr.

- Evet.

 Eğer sadece inancımız sayesinde kurtulacaksak neden emirlere uymak zorundayız?

- İnanmakla iş bitiyor mu?

- Katilsen ne olmuş, yalancıysan sorun değil.

- Ya kadın düşkünleri?

 Herkes hata yapar.

- Sorun ne o zaman?

- Sorun Sorun- Sorun ne Paul?

- Yine aynı şey oluyor.

 Konu ben değilim.

 Anlaşmıştık.

 Kaydı kontrol et.

 Bu konuda anlaşmamız yok.

 Ne istiyorsun?

 Asıl amacın ne?

 Benden bir beklentin varmış gibi duruyorsun.

 Ne olduğunu da bilmiyorum.

 Yanan çalının iyi bir yöntem olduğunu anlamışsındır.

 Konuştuğumda dinliyorlardı.

 Seninle görüşmeyi kabul ettim çünkü röportaj için merak uyandıran bir fikirdi ve sana inandım.

 Şimdi anlıyorum ki gizli bir niyetin var bu röportajda.

 Ne yapıyoruz burada?

 Bir şeyler söyle.

 Benden ne istiyorsun?

 Matematik yeteneğim etkilemedi mi seni?

 Evet, etkileyiciydi ama böyle şeyleri yapabilen insanlar da var.

- Peki.

- Savant sendromlular sanırım.

- Tamam.

 Bir şeyler söyleyeceğim ama hoşlanmayabilirsin.

- Sonunda.

 Tamam, şaşırt beni.

 Alınma ama sanırım inancın yapısıyla ilgili yanlış anladığın bir nokta var.

 Bence öyle değil.

 Hep inançlı biri olduğumu söylemiştim sana.

 İşte bu nokta.

 Gördün mü?

 "Hep inançlı biriydim.

 " - Paul, anlıyor musun beni?

- Pek sayılmaz.

 Ne anlatıyorsun?

 Tamam, buna sonra döneceğiz.

 Paul, benim açımdan dünya nasıl bir yer diye hiç düşündün mü?

 Tanrı açısından Açıkçası hayır.

 Nasıl yapabilirim?

 Mümkün mü?

 Haklısın.

 Yine de her insanın ne yapacağını ne düşündüğünü, arzularını, fesatlığını bilmeyi hayal etmeye çalış.

 Bir de bütün ayrılıkları, acıları ve hayatın anlamsızlığını ekle bunlara.

 Şimdi bunu, var olmuş her insanın ruhuyla çarp.

- Böyle bir işim olsun istemezdim.

- Neden?

 Çünkü altında ezilirdim.

 Dünyada korkunç şeyler oluyor.

 Ben gazete çalışanıyım.

 Her gün görüyorum böyle olayları.

 Korkunç şeyler.

 Öyle şeyler ki, iyi kalpli insanların felaketi oluyorlar.

 Sadece kendine saygısı olan insanlar sebebini bilmek istiyor.

 Ne söyleyebilirim ki onlara?

 "Bana güvenin" mi?

 "Bir bildiğim var" mı?

 Ben diyemem.

 Dünyadaki bunca ızdırap* içimi acıtıyor.

 İyi de, niye umurunda?

- Ne demek niye?

- Niye içini acıtıyor?

 Çünkü umursuyorum.

 Türüme karşı merhamet duygum var.

 Bu ahlak anlayışı nereden geliyor?

 İstediğin cevabın "Tanrı'dan" olduğunu biliyorum ama açıkçası emin değilim.

 Özgür irade olabilir mi Paul?

 Özgür irade var olan bir şey.

 Seni özgür irade için zorlasaydım pek de ahlaki bir davranış olmazdı Paul.

 Peki, bildiğim iyi oldu.

 Konu yine ben.

 Şu sevmediğim kısma ne zaman geçiyoruz?

 Paul, inanmak yeterliyse, bence değil ama sence öyleyse yanlışa sapmış olmuyor musun?

- Doğru yolda olduğumu nereden biliyorsun?

- Çünkü sen söyledin.

 Merhametli olduğunu söyledin ve inanıyorum sana.

 Kendini affetmek için, ki buna benim güçlerim yetmez, ne yapardın?

 Paul sana çok önemli bir soru sordum.

 Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.

- Konuyu lütfen değiştirebilir miyiz?

- Neden?

- Nedeni kişisel olması.

- Benden bir şey saklayamazsın.

- Evet saklarım.

- Hayır, saklayamazsın.

- Evet, saklarım.

 Ve bu röportajın konusu benim hayatım değil.

 Ama öyle Paul.

 Daha nasıl anlatırım bilmiyorum.

 Beni anlamaya başlaman lazım.

- Bugünlük yeter.

 Teşekkür ederim.

- Tamam tamam.

- İstediğini sor.

- Yapmaya çalıştığım bu ama fayda etmiyor.

 Olduğunu iddia ettiğin kimliğe saygıdan daha fazlasını gösterdim ama ben soru sordukça baştan savma cevaplar verdin.

 Çok güzel sorular sordun ben de en iyi cevabı vermeye çalıştım.

- Kime göre iyi?

- Sana göre elbette.

 Düşündüğün buysa sevmediğim o kısma geldik demektir.

- Daha kötüsü de olabilir.

- Nasıl olacakmış?

- Evliliğini konuşmaya ne dersin?

- Hayır!

 Hayır, konuşamayız ve bunu konuşmanın malzemesi yapman çok yersiz!

 Özel hayatımı malzeme yapamazsın.

 Evliliğimi ağzına bile alamazsın.

- Bundan emin misin?

- Seni- Biri mi gönderdi seni?

- Paranoyak gibi davranıyorsun.

- Yardım etmek için buradayım.

- Teşekkür ederim.

 Kendi işimi kendim hallederim.

- Halledebilir misin?

- Halledebilirim!

 Amacın ne?

 Herkese böyle mi yapıyorsun?

 İşin bu mu senin?

 Saçmalamak mı?

- Ben niye buradayım?

- Bu soru çok soruldu bana.

- Burayı kastediyorum.

- Niye bu tiyatrodayım?

- İzin verirsen sana yardım edebilmek için.

 Sağ ol.

 Ben hallederim.

 Her şey kontrolüm altında.

 Peki o zaman.

 Öğrendiğim iyi oldu çünkü süren bitmek üzere.

 5 dakikam daha vardı ama sıradaki peygambere bağışlamaktan mutlu olurum.

 Öyle değil Paul.

 Vaden doluyor demek istedim.

- Ne diyorsun sen?

- Duydun.

 Vaden doluyor şifreli bir cümle.

 Ne söylemeye çalışıyorsun?

- Yoksa- Evet.

- Sen şimdi- Evet.

 Çok üzgünüm.

- Şaka ediyorsun.

- Hayır, şaka değil Paul.

 Üzgünüm.

 Zaten komik değil.

 Neden söyledin bana?

 Aslında sen söyledin Paul.

 Ölmek zaman meselesidir dedin.

- Neden "o zaman" bu zaman olmasın?

- Bu röportaj bitti.

- Yarın da vardı.

- Yarın falan yok!

- Fikrini değiştirirsen yeri haber veririm.

 Değiştireceğim yok.

 Niye kabul ettim bunu bile bilmiyorum.

 Dua ettin Paul.

 Yardım istedin.

 Bu yüzden buradayım.

 Bir röportajın, gazeteci adına rahat edeceği yer olacağını düşünmüştüm.

 Tebrikler.

 Tamamen yanıldın.

 Hiç de rahatlamadım.

 Kurtuluş var Paul ve hala senin için geç değil ama çok önemli bir şeyi anlaman lazım.

 İnanç, sahip olabileceğin bir şey değil.

 Bildiğin duyularla mümkün değil.

 Çünkü inanç amaç değildir.

 İnanç bir süreçtir.

 Tıpkı evliliğe benzer.

 Ettiğin yemin bir son demek değildir.

 Başlangıçtır.

 Zaman ve adanmışlık ister, hem de her gün.

 Paul?

 Paul!

 Ne zaman olacağını bilmek ister misin?

 Hayır.

- Ne işin var burada?

- Aramadın beni.

 Evet, özür dilerim.

 Dün çok kötüydüm.

 Tahmin ettim.

 Bu yüzden aradım seni.

 Merhaba, seni görmek güzel!

 Haklısın.

 Özür dilerim.

 Bunu başka yerde Peki.

 Kimse nerede olduğunu bilmiyordu, telefonuna da bakmadın.

 Görüşmem vardı.

 Pek iyi geçmedi.

 Kusura bakma.

- Dünü konuşalım mı?

- Konuşmayalım.

 Konuşmamız gerektiğini düşünmüyor musun?

 Tamam, çıkar ağzındakini.

- Niye benimle böyle konuşuyorsun?

 Alelade biriymişim gibi.

- Daha dün terk etti beni- Biraz süre versen?

 Lütfen.

- Biliyorum.

 Senin için endişeleniyorum.

 Özür dilerim.

 Endişelendiğini biliyorum.

 Sadece Gitmemi mi istiyorsun?

 Paul, senin kabahatin yok.

 Kimsenin kabahati yok.

- Tabii ki benim kabahatim.

- İlla birinin kabahati olması mı lazım?

 Evrende, hayatımızda böyle şeyler olabiliyor Paul.

 Ben bu olaya biraz farklı yaklaşıyorum.

 Biliyorum.

 En sevdiğim özelliklerinden biri.

 Benim sahip olamayacağım bir gücün ve kararlılığın var.

 Yine de bu- Benim hatamdı.

- Nasıl peki?

- Hiç gitmemeliydim.

- Nereye?

 Afganistan'a mı?

 Salaklık yaptım.

 Neler götürebileceğini düşünmedim.

- Aptalmışım.

- Böyle mi düşünüyorsun?

- Evet, böyle düşünüyorum.

 Hayır Paul.

 Ne?

- Ne o zaman?

- Sarah'nın ilişkisi sen gitmeden önce başlamıştı.

 Özür dilerim.

 Üzgünüm.

- Biliyorsun sandım.

- Bana müsaade et lütfen.

 Müsaade et.

 Biraz rahat bırakır mısın lütfen!

- Üzgünüm!

- Ne oluyor burada?

 Seni sonra ararım.

- Her ne oluyorsa, niye benim ofisimde oluyor?

- Affedersiniz, ben Grace.

 Paul'un baldızıyım.

 Sarah'nın kardeşiyim.

 Merhaba, kardeşini çok severim.

 Sağ olun.

 Kusura bakmayın, ofisinize el koymuş gibi olduk.

- Farkındayım.

- Bize birkaç dakika müsaade eder misiniz?

- Çok pardon.

- Paul?

- Sorun olur mu Gary?

 Ne demek.

 Arkadaşın için birini buldum.

 Numarası var.

 Uygunsa bugün görüşecekler.

- Buraya bırakıyorum.

- Teşekkür ediyorum.

- Bilmiyor değil mi?

- Evet.

 Birileriyle konuşursan faydalı olur.

 Ben olmazsam başkası olsun.

 Bunu Sarah'yla konuşmak istiyorum ama bana cevap vermiyor.

 Nerede olduğundan bile haberim yok.

 Başka biriyle olup olmadığını bile bilmiyorum.

- Hayır değil.

 Başka birinin yanında değil.

 Bitirdi.

- Nereden biliyorsun?

- Çünkü benimle kalıyor.

- Ne?

 Niye bana söylemedin?

 Paul lütfen.

- Arayıp bana ulaşmasını söyleyebilir misin?

- Yapamam, üzgünüm.

- Sabırlı olmalısın.

- Neden?

- Zamana ihtiyacı var.

- Zaman mı?

 Ne kadar zaman?

 Bir gün mü, hafta mı, ay mı?

 Paul yapma.

 18 yaşımdan beri tanıyorum seni.

 Sarah'nın seninle evlenmesi hayatı boyunca yaptığı en iyi şeydi.

 Hep aile olarak kalacağız.

 Bugün burada bulunmamın sebebi de bu.

 Niye böyle oldu bilmiyorum ama biriyle konuşmaya gerçekten ihtiyacın var.

- Konuşacağım.

- Söz mü?

- Söz.

 Geldiğin için sağ ol, teşekkür ederim.

- Sarılalım mı?

- Olur.

 Merhaba Matt, benim.

 Ben de o yüzden arıyorum seni.

 Mesaj olarak atarım sana.

 Eğer uygunsa bugün görüşebiliriz demişler.

 Evet.

 Tamam, bol şans.

 Haber verirsin bana.

 Bitince ara.

 Anlaştık mı?

 Bir iyilik isteyebilir miyim?

 Büyük bir iyilik.

 Yaptığım röportaj tuhaf bir hal aldı.

 Mesele o zaten, bilmiyorum.

 Fotoğrafını göndersem veri tabanından bakıp kontrol edebilir misin?

 Mümkün mü?

 Gerçekten mi?

 Hayır harika.

 Yarın olur.

 Tamam, görüşürüz.

 Neler oluyor?

- Kusura bakma Gary.

- Sorun nedir?

 Hikâyenle ilgili bir sorun mu?

 Konuş benimle.

 Sarah beni terk etti.

 Dün.

- Üzüldüm.

 Niye anlatmadın?

- Döndüğümden beri aramız iyi değildi.

 Anlatmalıydım.

 Niye yapmadım bilmiyorum.

- Afganistan'la mı alakalı?

- Öyle sanıyordum ama daha büyük ve öncesi olan bir problemmiş.

- Anlamaya çalışıyorum.

- Pekâlâ.

 Konuştuğumuz arayı vermenin zamanı gelmiştir belki.

 Evet.

- Evet olabilir.

- Güzel.

 Sence beraber halledebilecek misiniz?

 Bilmiyorum.

 Belki bensiz daha mutludur.

 Öyle söyleme.

 Düşünme bile.

 Ann beni terk ettiğinde kafayı yemiş gibiydim.

 Daha önce düşünmediğim şeyleri düşündüm.

 Delice, değişik düşünceler.

 Sağlam bir yumruk atmak, duyguları incitmek gibi şeyler düşündüm.

 Fakat beni asıl kahreden hayallerimin yıkılmasıydı.

- Gary, senden- Hayır dinle beni.

 Dinle bunu.

 İleride hayatımın nasıl olacağına dair kötü şeyleri, olasılıkları hep düşünürdüm.

 Yoksulluk, çaresiz hastalık gibi.

 Aklına ne gelirse.

 Ama bir kere bile evliliğimin bitebileceğini düşünmemiştim.

 Çocukça mıydı?

 Bu mudur?

 Gerçekten niye benim başıma da gelmesin ki?

 İnançlı olduğum için mi?

 Bu beni özel biri yapar mı?

- Yapmaz mı?

- Yapar.

 Tam olarak buydu özel yapan.

 Ann ve beni kurtaran inançtı.

 Elbette desteğe ihtiyacımız vardı.

 Zaman aldı ama O, ihtiyacımız olduğunda yanımızdaydı.

- Doğru olanı yapacak güç sende var.

- Biliyorum.

 Deniyorum.

- Sarah'yı hala seviyor musun?

- Sevdiğimi biliyorsun.

- Güzel.

 O zaman cesaretini topla ve düzelt bunu.

 Yapabilirsin.

- Ya zaman yetmezse?

- Ne?

 Ne demek?

 Neyden bahsediyorsun?

 Özür dilerim.

 Söylediğimi unut.

 Gary, bu röportaj Sanki Beni tüketiyor.

- Son birkaç gündür bu yüzden mi yoktun?

- Evet.

- Gerçek bir röportaj mı?

- Evet gerçek.

 Tanrı'yla mı?

 Tamam.

- Baskı için görüşmüşsündür çoktan değil mi?

- Evet.

- Bayıldılar.

- Gary şu halime bak.

 Karım beni terk etti.

 Ofisinde hüngür hüngür ağlıyorum.

 Önce bunların üstesinden gelmem lazım.

 Önceliklendirerek yap.

 İlk önce kendinden başla.

- Söylediğimi de unutma.

 Doğru olanı yap.

- Sağ ol Gary.

- Ne demek.

 Haydi, aç şunu aç!

 Az daha açacaktım.

 Onunla konuşmak istedim.

- Niye konuşmadın peki?

- Çünkü evliliğimi ben mahvettim.

 Sarah.

 Sarah çaba gösteriyorum.

 Seninle konuşmam lazım.

 Beni hemen arayabilir misin?

 Çok önemli.

 Lütfen ara beni.

 Hoşça kal.

 Dur Kaç erkek aldatan karısını geri kabul eder?

 Ya çalışıyordu ya da kilise kütüphanesindeydi.

 Kiliseye gitmeyi, arkadaşlarıyla takılmayı bıraktı çünkü inancını kaybetti.

- Ben böyle yorumluyorum.

- Gitmişti.

- Ne yaptığımı bilmiyorsun.

- İnsan olduğunu biliyorum.

 Beni bilirsin.

 Dua etme işlerine falan inanmam ama sen deneyebilirsin.

 Dua etmemi mi söylüyorsun?

 Zarar gelmez.

 Bu yaptığımı telafi etmez.

 Yaptığım şeyin dönüşü yok, hem de hiç.

 Neden bana gözükmemek yerine kendini gösteriyor?

 Kendime ne anlam ifade ediyorum?

 Kimse beni sevmedi.

 Ben kimim?

 Tamam.

 Tamam.

 Beni duyuyor musun?

 Nedeni kişisel olması.

 Benden bir şey saklayamazsın.

- Evet saklarım.

- Hayır saklayamazsın.

 Saklarım.

 Bu röportajın konusu benim hayatım değil.

 Ama öyle Paul.

 Daha nasıl anlatırım bilmiyorum.

 Beni anlamaya başlaman lazım.

- Bugünlük yeter.

 Teşekkür ederim.

- Tamam tamam.

- Tekrar hoş geldin.

- Teşekkür ederim.

 Yeni sorularım var.

 Bugün röportajın son günü ve bazı şeyler sonuçlansın istiyorum.

 Güzel.

 Ben de öyle.

- Ben hallederim.

- Peki.

- Teşekkür ederim.

 Kayıt başladı.

 Cuma, 3 Haziran.

 Son röportaj.

- İtalyancan çok iyi.

- Üniversite 3.

 sınıftayken Loyola Roma'ya gittim.

 Zamanını boşa geçirmemişsin.

- Dün bana oldukça rahatsız edici bir haber verdin.

- Haber miydi?

 Yardım et diye dua ettiğimden burada olduğunu söyleyip duruyorsun - Doğru.

- Sonra durmuş öleceksin diyorsun.

 Nasıl yardım bu?

- Gazetecisin son teslim tarihini en iyi sen bilirsin.

- Affedersin.

 Seni buraya getireceğini biliyordum.

- Beni yönlendirdin yani?

 Hayır, ben olsam teşvik derdim.

 Sonuçta geldin.

- Beni zorluyordun.

- Evet elbette.

- En başından beri mi zorluyorsun?

- Belki ihtiyacın olan zorlanmaktı.

- Senin işin bu mu?

 Paul söylemiştim sana, bütün çocuklarımın hayatında aktif rol alırım.

 Zaten bildiğin şeylerle zaman öldürmeyi bırakıp ilerleyelim.

 Olur mu?

 İlk sorunun üstünü çizebilirsin.

- Tanrı saatçi* mi?

- Artık biliyorsun.

 Demek Tanrı dualarına cevap verdiğinde böyle oluyor.

- Dualarına cevap vermek için geldim demedim hiç.

- Doğru dua ettiğin için geldim dedin.

 Anlamakta zorlandığımı görüyorsundur.

 Görünen o ki, sadece kötü haberi vermek için buradasın?

- Sayende iyi hissediyorum.

- Benimle pazarlık etmek için mi buradasın?

- Hayır.

- Güzel.

 Devam edelim o zaman.

 Tabii.

- Kurtuluş hakkında konuşalım.

- Bugünkü listende yoktu herhâlde?

- Yoktu.

- Neyse dün tartışmıştık bunu zaten.

- Soracak sorularım var.

- Üzerinden gayet iyi geçmiştik.

- Geniş bir konu.

- Evet biliyorum.

- Okuyucularım için.

- Benimkiler için de.

 Neyi tartışıyoruz o zaman?

 Anlaşılan yeterince derinine inmemişiz.

- Bildiğin gibi benim için özel bir konu.

- Ben de öyle düşünmüştüm.

 Gerçekten mi?

 Bu mu yani?

- Daha ne olsun isterdin?

- Bilmem ki, cevaplar olabilir!

- Soruyu tekrar alabilir miyim?

- Harika!

 İyi insanlar böyle kafayı yiyor işte.

 İyi olmaya, seni memnun etmeye çalışıyoruz ama cevap istediğimizde nereye kayboluyorsun?

 Her gün muhakeme yapmanın nasıl bir his olduğu hakkında fikrin var mı?

 Tek istediğimiz biraz iç huzuru ama sen kozmik bir heves kaçıran gibi davranıyorsun.

- Güzel.

 İşte şimdi bir yerlere varıyoruz.

- Bana hiç de öyle gelmiyor.

 Paul, sence kurtuluş bir yük mü?

- Evet.

- Hayır değil.

 Bir hediye.

 Sen ve ben pazar okulu* eğitimimi biraz farklı hatırlıyoruz.

- Tamam.

 Senin için biraz daha açmaya çalışayım.

- Lütfen.

- Sen de benim çocuğumsun.

- Sen öyle diyorsun.

- Sen çocukken ailenin kuralları vardı değil mi?

- Elbette.

 Peki, büyüdüğünde ne oldu?

- Ailemin kurallarını mı diyorsun?

- Evet.

 Sende ve ailende ne değişti?

 Bilmem.

 Kurallar azaldı, sorumluluklar arttı.

 Bunu mu soruyorsun?

- Evet ve özgürlük alanın da arttı değil mi?

- Evet.

- Yani Anlıyor musun?

 Hayır!

 Affedersin.

 Hangi- Hala kurtuluştan mı bahsediyoruz?

- Pekâlâ.

 İncil'den örnekler vereyim.

- İlk zamanlarında insanlar ilkeldi.

- Evet.

 Sonları da iyi olmadı.

 Hayır, kurtuluş şimdi olduğu gibi o zamanlar da kolay değildi.

- Size bir şans daha verdim.

 Bir emirler kümesi.

- Musa'yla.

- Evet.

 Kurallar açıktı ama yine de bana çıkan yol zorlu ve dolaylıydı.

 Uzun zaman önce günlerden bir gün bu durum Beytüllahim'de değişti.

 İyi olmuştu ama aynı zamanda yeni bir anlaşmayı da beraberinde getirdi.

- Yeni bir yol.

- Evet.

 Örneğin Musa'da 10 Emir vardı.

 İsa ise, iki yerde sadece 6 tanesine dikkat çekti.

- İhtilafı kastediyorsun.

- Evet.

 Bir insan cennete nasıl girebilir diye sorulduğunda, İsa dedi ki; öldürmeyeceksin çalmayacaksın, zina etmeyeceksin yalan şahitlik yapmayacaksın babana ve annene hürmet edeceksin ve komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.

 Matthew ve Mark İncilerinde geçiyor, biliyorum.

- 4 tanesini saymadı.

- Evet, ilk dördünü saymadı.

 O ilk dördü direkt Tanrı'yla alakalı olanlardı.

 Ne çıkarıyorsun bundan?

- Yazım hatası olmadığı kesin.

- Haydi ama düşün biraz.

 Ne olmuş olabilir?

 İsa 10 Emir'den 4'ünü unuttu mu yoksa İsa dünyayı değiştirdiğini biliyor muydu?

 Bu yüzden mi Müritlerine, Şabat Günü'nün mübarek olduğunu veya Tanrı'dan başka ilah olmadığını hatırlatma gereği duymadı?

- Haklı mıydı peki?

- Ne konuda?

- Tanrı konusunda.

- Tanıdığın çok tanrıcılar var mı?

 Bu sorunun da üstünü çizebilirsin.

 Sen tek gerçek Tanrı mısın sorusu.

 Var mı sorun?

 Söylediklerin ilgi çekici şeyler ama hala benle alakasını bulamadım.

 Peki.

 Şöyle bir başlık nasıl olur?

 Bu dünya öbür dünyanın seçmeleri değil.

 Böyleymiş gibi düşünmeyi bırakabilirseniz başka şeylere de zaman ayırabilirsiniz.

 Birbirinizi sevmek gibi, hayatlarınızı doyasıya yaşamak gibi.

- Tabii ömrümüz ne kadar kaldıysa.

- Paul, sana harika bir hediye veriyorum.

 Yeni bir gerekçe, yeni bir sorumluluk.

 Çok geç olmadan bu hediyeyi kabul etmek sana kalmış.

 Bak böyle yapıyorsun.

 Yardım için geldiğini söylüyorsun ama tehditkâr konuşuyorsun.

 Niye iki şeyi aynı anda yapamıyorum?

 Paul, binlerce yıldır bana çıkan yolları bulmanız için yardım etmeye çalışıyorum.

 Her zaman başarılı oldun mu?

 Nuh'a sormak lazım.

 O zamanlar çok mu kinciydim?

 Belki.

 Ciddi bir neticesi olmadan asla gerçekten bir tehdit olmaz.

- Yani beni tehdit etmek için buradasın.

- Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?

 İki şekilde de sonumun Nuh'tan daha iyi olmasını umuyorum.

 Ben de.

 O zamanlar ortalığı sel götürüyordu.

 Şimdi ise bu odada sadece sen, ben ve kayıt cihazı var.

 İlahî müdahale olarak düşünme bunu, olur mu?

 Hayır, öyle düşünmedim.

 Editörüm tehlikede olduğumdan endişeleniyor.

- Ben de aynı endişeye sahibim.

- Senden gelebilecek tehlikeyi kastediyor.

- Tehlikede miyim?

- Üç gündür ne konuşuyoruz Paul?

- Seni.

- Dur.

- Seni.

- Lütfen.

- Sen- Dur.

 Lütfen sus.

- Anlamadım?

- Dur dedim.

- Kızgınsın.

- Evet!

 Üç gün oldu.

 Tabii ki kızgınım.

- Ne tepki vermemi bekliyordun ki?

 Tabii sen bunu da biliyordun değil mi?

- Evet.

- Kabul ediyorsun yani.

- Bu kadar zaman almasına şaşırdım.

 Paul.

 Tanrı'yla röportaj yaptığını düşünüyordun.

 Sağlıklı düşünen kimse buna inanmaz.

 Ama üçüncü gün de, daha fazlası için buradasın.

 Lütfen bana, iyi bir hikâye olabileceğini düşünmüştüm deme.

- Evet, öyle düşünmüştüm.

- Paul, şu an kriz halindesin.

 Buraya kadar gelip Tanrı'yla bir röportaj önerdim ve karşılığı bu mu?

 Öyle mi?

 Paul, bu durum sana kendinle ilgili ne anlatıyor?

- Mantıklı gelmiyor?

- Mantık mı?

 Sana 3 gündür iyilik yapıyorum Paul.

 Sana kendi hayatın dışında düşünebileceğin şeyler söylüyorum.

 Ne yani, bu özenle hazırlanmış büyük bir kandırmaca mı?

- Bu seni şaşırtır mıydı?

- İnanamıyorum.

 Bana Tanrı olduğunu söylemiştin.

 Evet.

 Doğru olmasını istemeseydin ikimiz de şu an burada olmazdık.

- Telefonunu kapatmayı unutmuşsun.

- Evet.

- Şimdi de gidiyorsun.

- Evet.

 Gönderdiğin fotoğraftan emin misin?

 Bu adam 12 yıl önce Afganistan’da ölmüş.

 Şaka mı bu?

 Sonra ararım.

- Affedersiniz.

- Merhaba.

- Merhaba.

- Nasıl yardımcı olabilirim?

- 22 numaralı odadaydım az önce.

- Şu odada mı?

- Evet, kimin ofisi olduğunu biliyor musunuz?

- Ben orayı depo sanıyordum.

 Hayır.

 İsim var mı?

 Kimi arıyordunuz?

- Belki anahtarları vardır.

- Gerek yok, teşekkür ederim.

- Kimsin sen?

- Otur Paul.

 Konuşalım.

- Hayır.

 Kim olduğunu söyle.

- Senin- Kimsin sen?

- Kim olduğumu biliyorsun.

- Şeytan mısın?

- Geçtiğimiz üç günü düşün Paul.

- Sana yalan söyledim mi?

- Evet.

 Hayır.

 Bilmiyorum.

- Karar ver hangisi?

- Bilmiyorum!

 Hepsi yalan olabilir.

- Her kelimemin doğru olduğunu biliyorsun.

- Bana Tanrı olduğunu söyledin.

- Evet.

- Bildiğimiz Tanrı.

- Evet.

 Maalesef, arkadaşıma göre sen ölü bir adamsın.

 Anlıyorum ama bazen göründüğü kadardır.

- Güven bana, Tanrı yaşıyor.

- Kabul ettiğime inanamıyorum.

 Niye benimle irtibata geçtin?

 Sen benimle irtibata geçtin.

- Ne diyorsun sen?

- Sendin.

- Ne?

 Sen irtibata geçtin.

 üç gün, üç röportaj, üç mekân.

- Peki, nasıl yaptım bunu?

- Ne?

 İrtibata geçtin!

 Nasıl irtibata geçtim seninle?

 Aradım mı, mektup mu gönderdim?

 e-posta?

 Snapchat üzerinden mi?

 Nasıl oldu?

 Bilmiyorum.

 Paul düşün biraz.

- Hayır, bu gerçek olamaz.

- Ama gerçek.

- Lütfen, neden oturup konuşmuyoruz.

 Yardım etmek için buradayım.

- Yardım mı?

- Evet.

- Saçma.

 Nasıl yardım ediyormuşsun?

- Kötü bir karar vermene engel olarak, seni koruyarak.

- Korumak mı?

- Evet.

- Öleceğimi söyledin bana.

- Evet.

- Az daha zamanını söyleyecektin.

- Zaten biliyordun.

- Ne diyorsun?

 Nasıl bilebilirim?

 Mümkün mü?

- Tam olarak biliyordun.

- Nasıl bilebilirim?

 Çünkü kendin yapacaktın Paul.

 Hayır.

 Hayır, bunu bilemezsin.

 Birinin sorunu olduğunda her zaman anlayamayabilirsin.

 Ama benden saklayamazsın.

- Niye yapıyorsun bunu?

- Yolunu kaybetmiştin.

- Hayır, sen böyle olsun istedin.

- Nasıl peki?

- Dua ettim.

 Dua ettim.

- Biliyorum.

- Yardım etmen için yalvardım.

 Umursamadığım için mi başına kötülükler geldiğini düşünüyorsun?

- Duymadın.

- Kötü şeyler hep oluyor.

 Her gün.

 Her günün her dakikası oluyor.

 Sen de biliyorsun.

 Kendin söyledin.

 Çok üzücü bir durum ama gerçek şu ki, çoğu insan başlarına gelmeden kötülüklerin farkına varmıyor.

 En acı veren kısmı da bu.

- Oturman lazım.

- Neden bize yardım etmiyorsun?

 Sizi duyuyorum.

 Hepsini duyuyorum.

 Savaşlar, açlık, yoksulluk, salgınlar, yangınlar, seller neden var?

 Çocuklar neden kayboluyor, insanlar neden umutlarını yitiriyor?

- Bir şey yap!

- Yapıyorum.

 Sandığından daha güçlüsün Paul.

 Ekmek bulunur.

 Salgınlar tedavi edilir.

 Savaşlar biter.

 Sorunları olan bir gaziye yardım edilebilir ve bir evlilik kurtarılabilir.

 Bana, neden bunlar oluyor diye sorduğunuzda ilk önce kendinizde arayın.

- Beni de orada bulacaksınız.

- Hayır, bana mucize lazım.

- Her gün mucizelerle dolu Bazen de- Lütfen.

 Bazen de mucize sensindir.

 Ne oluyor?

 Asla bilemezsin.

 Hayır.

 Hayır.

- Benim kurtuluşum.

- Zamana bırak.

 Söylediğim gibi bazen iyi insanların başına kötülükler gelebilir.

 Ara beni.

 Haberlerim var.

 Tamam.

 Galiba yürüyeceğim.

 Merhaba Matt.

 Nasıl geçti bugün?

 Harika.

 Süper!

 Hayır, önemli değil.

 Alt tarafı telefon numarası buldum.

 Tamam tamam.

 Bir mucizeydi.

 Mucizeydi.

 Öyle olmadığını söyleyecek kimim ki ben?

 Hayır, sen haklıydın.

 Sarah'ya mı?

 Olur söylerim.

 Söylerim tamam.

 Sevindim.

 Senin adında çok mutluyum.

 Elbette.

 Tamam kardeşim.

 Hoşça kal.

 Görüşürüz.

 Merhaba.

 Merhaba.

 Seni görmek güzel.

- Bisikletin nerede?

- Bilsem!

- Ne oldu?

- Kayboldu.

- Bisikletini çok severdin.

- Alt tarafı bisiklet.

 Eline ne oldu?

 Yeşim taşı kupalardan birini kırdım.

- Ne durumda?

- İyileşiyor.

- Kupa için özür dilerim.

- Alt tarafı kupa.

 Sen iyi misin?

 Evet.

 Aslında Özür dilemeye geldim.

 Özür dilerim.

 Çok utanıyorum.

 Seni seviyordum.

 Hala seviyorum.

 Affediyorum.

 Gitsem iyi olacak.

- Hoşça kal.

- Dur.

 Bir şey sorabilir miyim?

 Sence bugün buraya gelişin bir işaret miydi?

 Sarah!

 İyileşmişsin.

 Söylemiştim.

- Ekinezya harikadır.

- Ekinezya mı?

- Evet.

 Mucizevi bir ilaç.

 Her günümüz mucize.

 Konuşabilir miyiz?

 İçerde.

 Olur.

 Çok isterim.

 Sarah.

 Ben de seni seviyorum.

 Yürekten inanmıyorsan inançlı olmak pek bir anlam ifade etmiyor.

 Dua etmeyi bırakmadım elbette ama aramayı ve duymayı bıraktım.

 Kendini affetmek için, ki buna benim güçlerim yetmez, ne yapardın?

 Ve şimdi anlıyorum ki kesinlikle bir işaretmiş.

 Çeviren: Mr. Clever Şirk dolu bir film izlediniz.

 Atalarımızın dediği gibi "Keep calm and et dua" pitiko'ya teşekkürler.

 24 Mayıs 2019||

 EMİ: Eski Muharipler İdaresi | VA: Veterans Administration

 UGA: Ulusal Güvenlik Ajansı | NSA: National Security Agency

 Burning bush: İncil veya Tevrat'ta yanan çalı/burç. Tanrı tezahürü.

 Pillar of fire: İncil veya Tevrat'ta yanan sütun. Tanrı tezahürü.

 Yoktan var edenim: Orijinali "I am who I am"

      Mevzu çok karışık. Merak eden incelesin.

 TSSB: PTSD | Travma Sonrası Stres Bozukluğu | Post-Traumatic Stress Disorder

 Izdırap: TDK'ya göre yazılışı bu. Bazı edebiyat çevrelerince doğrusu "ıstırap"

   Resmi ve tarihi bir kurum olduğu için her zaman TDK'yı referans alıyorum.

   Aynı zamanda saçmalayabilen bir kurum olduğuna da düşünüyorum.

 Saatçi: (bkz: The Clockmaker Theory)

 Pazar Okulu: Sunday School | Pazar günleri kilisede görülen dini ders.

 Çok tanrıcılık: (bkz: polytheism)

 The prince of lies: Şeytanın takma adı

    (mr.clever-@hotmail.com)

 http://rarbgto.org/torrents.php?search=An.Interview.with.God.2018

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar