Print Friendly and PDF

Translate

J'accuse (2019) Subay ve Casus... Dreyfus Davası

|

 


132 dk 

Yönetmen:

Roman Polanski            

Senaryo:

Robert Harris, Roman Polanski            

Ülke:

Fransa, İtalya

Tür:

Dram, Tarihi, Gerilim

Vizyon Tarihi:

13 Kasım 2019 (Fransa)

Dil:

Fransızca

Müzik:

Alexandre Desplat        

Çekim Yeri:

Paris, Fransa

Nam-ı Diğer:

J'accuse

 

    Jean  Dujardin

    Louis   Garrel

    Emmanuelle  Seigner

    Grégory   Gadebois

    Hervé   Pierre

              

Özet

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Fransa'yı ikiye bölen, edebiyattan medyaya tüm alanlarda etkisini hissettiren "Dreyfus Olayı", ismini 1984 yılında ajanlık suçlamasıyla hakkında yakalama emri çıkartılan Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un daha sonra haksız yere yargılandığının ortaya çıkmasıyla sonlanan bir süreçten alıyor. Düzmece belgelerle suçlanan ve arkasında Avrupa'da hızla yayılmaya başlayan Yahudi Düşmanlığı'nın yattığı iddia edilen bu olayda, Dreyfus'un yıllarca hapis yatmasına neden olan isimlerden bazıları da intihar etmiştir.

 

Fransız Devrimi'yle birlikte gelen eşitlik, adalet ve kardeşlik gibi ilkelerin tersine Fransa tarihine kara bir leke olarak geçen bu olayın sonunda Fransa, olaydan 12 yıl sonra Dreyfus'un suçsuzluğunu onar, halkın önünde söktüğü askeri rütbelerini törenle takar ve kendisini Legion d'Honneur Nişanı ile ödüllendirir. I. Dünya Savaşı'nda tekrar görevine dönen ve ülkesine hizmet eden Dreyfus 1935'de hayatını kaybeder

Altyazı  

BU FİLMDE TASVİR EDİLMİŞ TÜM KİŞİLER VE VAKALAR GERÇEKTİR  5 OCAK 1895  SUÇLUYORUM!

  Fransızca aslından çeviren: Berdan Demirci İyi seyirler  Asker!

  Silahlarınızı çıkarın!

  Seremoni başlasın!

 "Fransız halkı adına  Paris Askerî Meclisi'nin Birincil Savaş Konseyi  22 Aralık 1894'teki oturumunda 14. Topçu Alayı'nın muteber yüzbaşısı  kurmaylık adayı Alfred Dreyfus isimli şahsın  vatan hainliğinden suçlu bulunup silahlandırılmış kapalı bir yere  sürgüne gönderilmesine ve askerî rütbesinin  düşürülmesine karar vermiştir." Alfred Dreyfus, artık askerlik yapmaya layık değilsiniz. Fransız halkı adına rütbenizi indiriyoruz. Asker!

  Masum birinin rütbesi indiriliyor!

  Masum birinin onuru lekeleniyor!

  Çok yaşa Fransa!

  Çok yaşa ordu!

 Hain!

  Nasıl görünüyor Picquart?

  Bütün altınları çöpe gittiğinden ağlayan bir Yahudi gibi. - Geber!

  - Hain!

  Ben masumum!

  Romalılar Hristiyanları aslanlara atarmış. Biz Yahudileri atıyoruz, gelişme var bence. Seremoni bittiğinde ortam nasıl oldu?

  Sanki sağlıklı bir bedeni zararlı şeylerden arındırıyoruz da   hayat yine de değişmiyormuş gibi. Keşke protokol, Savaş Bakanı'nın böylesine tarihî bir olayda   bulunmasına mani olmasaydı. - Adım geçti mi?

  - Bildiğim kadarıyla hayır, Bakanım. Önemli değil. İyi iş çıkardınız Picquart. Bu kirli iş sırasındaki davranışınızdan etkilendik. - Değil mi, azizim Boisdeffre?

  - Kesinlikle, Sayın Bakanım. Albay Sandherr seremoniye katılabilecek durumda mıydı?

  - Katıldı, Generalim. - Titremeleri ne oldu peki?

  Başa çıktı. Durumu iyiye gitmeyecek diye endişeleniyorum. Vakti geldiğinde onun yerine geçmenizi çok isteriz. Size borç bildiğim tüm saygımla söylüyorum, ama istihbarat tecrübem hiç yok. Sizi hazırlamak gerekecek. Dreyfus'ün cezasından çıkarılacak ders   hainlere neler yaptığımızı dünyaya göstermektir. Yakında onu, kimseyle konuşamayacağı, ve en önemlisi de   kimsenin onunla konuşamayacağı bir yere yollayacağım. - Cayenne Hapis Kolonisi'ne mi?

  - Hayır, oradan daha iyi bir yere. Bir başına olacağı ıssız bir kayalığa. Şeytan Adası'na. Hâlâ şu melun Yahudiden bahsediyorlar deme bana.  DREYFUS ŞEYTAN ADASI'NDA Picquart. Siz onu tanıyordunuz, değil mi?

  - Anlamadım, kimi?

  - Dreyfus'ü. Evet, Harp Yüksekokulu'ndan öğrencimdi. Yahudi olduğu için ona farklı davranıldığını düşünüyor musunuz?

  Tabii Edmond, orası kesin!

  Bir avukat olarak sana   söz konusu herhangi bir Katolik memursa, yargının reddedileceğini söyleyebilirim. Buna katılıyor musunuz, Picquart?

  Dediğin gibi, kanuni yargı süreci reddedildi, Louis. Çünkü dava, açık oturumda bahsedemeyeceğimiz   ulusal güvenlik meseleleri hakkındaydı. Sizi temin ederim, aleyhindeki kanıtlar hiç de az değildi. Size bahsetmedim mi ben?

  Philippe'le Marbeuf Caddesi'nde harikulade bir Alsas restoranı bulduk. - Çok güzel bir yer. - Öyle mi?

  Adı ne?

  - Binbaşım!

  - Yüzbaşım?

  Sizi gücendirecek bir şey mi yaptım Binbaşım?

  Hayır. Bana kötü not veren tek hocam sizsiniz. Belki de yetenekleriniz konusunda aynı fikri paylaşmıyoruzdur. Yahudi olduğumdan değil, değil mi?

  Duygularımın kararlarımı hiçbir şekilde etkilememesine çok dikkat ederim. Buna çok dikkat etmenizin gerekmesi makul bir varsayım. Eğer ki Yüzbaşım, Yahudileri sevip sevmediğimi soruyorsanız   cevabım hayır olur ne yalan söyleyeyim. Ama size bu yüzden profesyonel anlamda ayrımcılık yapacağımı düşünüyorsanız   sizi temin ederim, cevabım hayır olur. Asla. - Georges, size yardım edeyim. - Tamam, meleğim. Çarşambaya Brüksel'de olacak. - Gelebilir misin?

  - Evet. Hiç suçlu hissetmiyor musun?

  - Benim kocam değil sonuçta. - Ne demek istediğimi biliyorsun. Ne diye suçlu hissedeyim?

  O daha yokken benimdin sen. Onunla neden evlendiğini aklım hâlâ almıyor gerçi. O evlenmek istedi. Sen değil. - Bizi biliyor mudur sence?

  - Hayır. - Niye?

  - Bilse gebertir beni. - Brüksel'de olduğundan emin misin?

  - Bana öyle dedi. - Kim o?

  - Posta. - Binbaşı Picquart?

  - Buyurun?

  Sağ olun. - General Gonse'tan gelmiş. - General Gonse kim?

  İstihbarat Birimi başkanı. - Yarın sabah benimle görüşmek istiyormuş. - Bir sıkıntı mı çıktı tatlım?

  Keşke bugün hiç gelmeseydi, ama geldi işte. Albay Sandherr'in İstatistik Birimi'ndeki başkanlığını sürdürmesi mümkün değil. Bunu duyduğuma çok üzüldüm. İstihbarattan artık siz sorumlusunuz. Yarbaylığa atandınız. Bu da sizi ordunun en genç yarbayı yapıyor. - Tebrik ederim. - Sağ olun Generalim. Olup bitenlerden beni eksiksiz bir şekilde haber etmeyi unutmayınız. Olur mu, aziz evladım?

  Olur olmadık sürprizlerden nefret ederim de. Henry Binbaşı'dan size evi göstermesini istedim. Asıl kendisinin bu makama gelmesini beklemiyor muydu?

  Yok canım, hödüğün tekidir o. Karısının babası hancı mıymış neymiş. - Siz evli değil misiniz?

  - Değilim Generalim. - Özel bir sebepten ötürü mü?

  - Değil. - Şantaj falan mı yapılıyor?

  - Hayır, Generalim. Siz anlarsınız, size sorular sormam lazım geliyor. Binbaşı Henry, buyurun lütfen. - Generalim. - Albay Picquart   artık İstihbarat Birimi'nden sorumlu. - Onu iyi ağırlayınız. - Başüstüne, General. Albayım. İşte. - Bu binanın boş olduğunu sanıyordum hep. - Burada sizi kimse rahatsız edemez. Ona ne şüphe. Bachir!

  İyi günler Binbaşım. Albay Picquart kendisi. Birimi o yönetecek. Bachir en ufak sırrımızı bile bilir. - Değil mi, Bachir?

  - Evet Binbaşım. Ne bu tantana beyler?

  Sesiniz sokaktan duyuluyor. İyi hadi. Polis memurları. Muhbirler. Epey bir işe yarıyorlar. Albay Sandherr, onları gözetleyebildiği bu mekânda çalışmalarını görmek isterdi. - Bu koku ne böyle?

  - Hiç sormayın, lağımdan geliyor. Tüm mahalle kokuyor. Sizi Yüzbaşı Junck ile Valdant ile tanıştırayım. - Ne yapıyorlar şu an?

  - Mektuplarla ilgileniyorlar. Valdant sek yöntemini, Junck ise buhar yöntemini tercih ediyor. - Bunlar özel mektuplar mı?

  - Artık değiller. Rahat, Yüzbaşı. Dreyfus Vakası'ndan Yüzbaşı Lauth'u hatırlarsınız şüphesiz. Albay Picquart yeni başkanımız. Peki siz ne yapıyorsunuz tam olarak?

  Bu konuyu bir konuşalım. Arşiv memuru Gribelin'i de hatırlıyorsunuzdur. Albay Picquart, Albay Sandherr'in yerine geldi. Amma arşiviniz varmış burada. İyi, siz devam edin. Burada telefonunuz var. Şura benim bürom. Sekreterimiz yok. Albay Sandherr onlara güvenmiyordu. Burası da onun bürosu. - Artık benim bürom sanırım. - Alışmak gerekecek. Anahtarlarınız, Albayım. Bunlar ön kapının, büronun, çekmecenin ve kasanınkiler. Sağ olun. Yüzbaşı Lauth'un ne üzerine çalıştığı söyleyecektiniz?

  Alman Askerî Ataşesi'nin mektuplarının parçalarını bir araya getiriyordu. - Albay von Schwartzkoppen'ın. - Özel mektuplarını mı?

  Evet. - Bakan bunu biliyor mu peki?

  - Elbette. Albayın işlerini zevkle takip ediyoruz. Yıllardır yasak bir aşk yaşıyor. - O kadar şaşırtıcı mı ki?

  - Kesinlikle. Bunu İtalyan Askerî Ataşesi Binbaşı Panizzardi'yle yaşayınca şaşırtıcı oluyor. Yok artık!

  Şu mektuplarla nasıl ilgileniyoruz?

  Birim başkanı benim Binbaşım. Almanya Elçiliği'nin kâhyası Marie Bastian. Haftada bir kez müsvedde kâğıtlarındaki bilgileri bize veriyor. Önemli dokümanlar bunlar Albayım. İbnenin tekinin aşk mektuplarından ibaret değiller. Bunu hatırlıyor musunuz?

  - Dreyfus Bordrosu tabii. - Bana bunu teslim ettiğinde altı parçaydı. Lauth, nereden geldiği anlaşılmasın diye onları birleştirdi   fotoğrafladı, yırtık izleri sildi. Bunlar olmasa, asla elde edemezdik. Çok iyi. Hainin rütbesinin indirildiği gün bunu Albay Sandherr için çerçeveletmiştik. Çok iyi. Size çok teşekkür ederim Binbaşım. Çok iyi anlaşacağız bence. Sağ olun Albayım. Ben de öyle umuyorum. <i>"Size, Bayım, ilginç bazı bilgiler sunuyorum. <i>120'lik hidrolik fren ve çalışma şekli üzerine notlar. <i>Örtme kuvvetleri üzerine notlar. <i>Topçu birliği oluşumuna yapılan düzetme üzerine notlar. <i>Saha topçusu ateşlemesinin kılavuz taslağı. 14 Mart 1894." Bakabilir miyim rica etsem?

  Geçen hafta Almanya Büyükelçiliği'nde bunu onardık. - Bahsettiği doküman nerede?

  - Şu an mı?

  Muhtemelen çoktan Berlin'dedir. Casus kim o hâlde?

  Pekâlâ, bordro ne gösteriyor bize?

  Yüksek ihtimalle topçu subayıymış. Yüksek kurulun dört biriminde de çalışmış olabilir. Dört birimde de çalışmış olan subaylar, bir tek Harp Yüksekokulu'ndan çıkmış   sizin yanınızdaki genç ve parlak kişilerdi. - Aralarından bir hain çıksa çok şaşırırım. - Bir tane çıktı ama. Yakın geçmişte dönüş yapmış her bir topçu subayının  -  yazı örneğini görmeyi çok isteriz. - Elbette. Dört birimde çalımış olan topçu subayları yalnız bunlar. Souriau, Gaston, Corbin. Dreyfus. Étienne. Dreyfus?

  - Yahudi olan mı?

  - Bölümdeki tek Yahudi. Bu Bu gerçekten  Bunu Du Paty'ye yollasak iyi olur. <i>Binbaşı Du Paty'ye mi?

  İçinde görmesi gereken bir şey mi var?

 Evet, Binbaşı Du Paty tam bir amatör dedektiftir. Picquart, siz Dreyfus'ü şu kapıdan içeri alacaksınız. Henry, siz şu haritanın arkasına saklanacaksınız. Ben de parmağım incinmiş gibi yapıp   benim için mektup yazmasını isteyeceğim. Cochefert, siz ve meslektaşınız oturacaksınız. Şu sandalyeye geçin lütfen. Tevkif için burada oturacaksınız. Gribelin, siz not alıyor olacaksınız. Ardından, itiraf ettikten hemen sonra   ona onurlu olan tek çözümü kabul etmesini önereceğim. - Girişte, Binbaşım. - Picquart, oraya gidiniz. Herkes yerini alsın. Bol şans beyler. - İyi günler Binbaşım. - Yüzbaşım. Kıyafetimin kusuruna bakmayın. Başkanın bürosunda Genelkurmay'dan subayların toplantısına çağrıldım da. - "Burjuva kıyafetleriyle geliniz." - Doğru. Rahatladım şimdi!

  - Arkadaşlardan biri beni kandırıyor sandım. - Hayır kandırmaca değil. Size eşlik edeyim. - Hiç gerek yok. - Israr ediyorum. Burası sessiz sakin değil mi sizce de?

  Görüşürüz o vakit. Görüşürüz, Binbaşım. Giriniz. - Bayan Sandherr?

  - Buyurun. Ben Albay Picquart, kocanızın ardılıyım. Yerini aldınız işte, daha ne istiyorsunuz?

  - Bizi rahat bırakın. - Kim o?

  - Picquart. - Ben çağırdım onu. İçeri alın. - İyi günler Albayım. - Buraya gelin, Picquart. İşinize yarayacak birtakım şeyler var burada. Şuradaki yazı masamın altında. Almanız gereken bir şey var. Altta. Çantayı açın. Gizli fonlar onlar. 48,000 Frank tutması lazım. Artık sizinler. Masadaki üst çekmecede bir dosya var. Görüyor musunuz?

  Evet, gördüm. - Kim bunlar?

  - Hainlikten şüphelenilen kişiler. - Savaş hâlinde tutuklanacak kişiler. - Hepsi mi?

  Evet, 2,500 kişi var. Ana liste Gribelin'de. Gözaltına alınacak 100,000 yabancı. - Yok artık!

  - Yahudiler yok ama. Karım, emekliye ayrılmamın utanç verici bir şey olduğunu düşünüyor. Bense kalabalığın içine karıştığım için çok mutluyum. Etrafımdaki yabancıların sayısını   ve tüm ahlaki ve sanatsal değerlerimizin yozlaşmasını görünce   Fransa'yı artık tanıyamadığımı fark ediyorum. Ülkemizi korumak için elimden geleni yapacağım. Fransa'dan geriye ne kaldıysa, yapın o zaman!

  Albayım. Merhaba, Bachir. - Merhaba, Albayım. - Kusura bakma, rahatsız ettim. Binbaşı Henry!

  Müsaadenizle bir şey söylemek istiyorum. Albayım. Erken gelmişsiniz?

  - Bu birimde bazı değişiklikler yapmak gerek. - Değişiklikler mi, Albayım?

  Güvenilmez kişilerin burada çalıştığını görmek istemiyorum artık. Geçiş kartlı bir sistem kurulsun istiyorum. - Şu Bachir'in durumu da vahim. - Bachir'i yollamak mı istiyorsunuz?

  Ona başka bir iş bulmadan evvel olmaz tabii. En azından binaya kimin girdiğini öğrenmek için elektrik zili kurarak başlayalım. - Başüstüne, Albayım. - Çantanın içinde ne var?

  Bayan Bastian'ın son bildirisi. - Ne zaman aldınız?

  - Dün akşam. Evimin yolunun üzerindeki bir kiliseye bırakıyor. - Siz de evinize mi götürüyorsunuz?

  - Risksiz oluyor. Evde karımla yalnızız. Mesele o değil. Böyle önemli materyallerin toplanır toplanmaz büroya getirilmesi gerek. Kasamda tutacağım onu. Ne yöntemler izleneceğine ve bu görevin kime verileceğine karar verecek kişi benim. Albay Sandherr çalışma şeklimi hep beğenmiştir. Albay Sandherr üçüncü seviye frengiden bitap düşmüş durumda. Yani, beyin hasarından ötürü genel felç. Söyleyeceklerim bu kadardı. Başüstüne Albayım. Son bir şey daha diyeceğim. Bir daha Bayan Bastian'dan bilgiler geldiğinde posta kutusuna ben bakacağım.  2 MART 1896 - Nedir son durum?

  - Petit-bleu'ymüş. <i>"Öncelikle, geçen gün cevapsız kalmış soruma verdiğiniz cevaba  daha detaylı bir açıklama bekliyorum Bayım. <i>Hâliyle, R Mekânı ile ilişkimi sürdürüp sürdüremeyeceğimi anlayabilmek -  anlayabilmek?

  - Anlayabilmek adına. <i> adına bunu bana açıklamanızı rica ederim." Yollamamakta karar kılmış herhâlde. Arkada adresi yazıyor. "Binbaşı Esterhazy. La Bienfaisance Sokak, 27 Numara." "Walsin Esterhazy, Rouen garnizonu 74. piyade birliği alayı. Rouen. "R Mekânı." Başka bir hain mi var orada?

  En güvenilir denetmenlerimizin listesini istiyorum. Ağzı sıkı biri olsun. - Binbaşı Henry'ye sorayım. - Hayır. Aramızda kalsın. Büronun şimdilik bu işlerin dışında kalmasını istiyorum. - Albay Picquart?

  - Buyurun. - Sûreté'den Jean Alfred Desvernine. - Çok iyi. Size bir işim düştü. İnce bir iş. Kapağın iç tarafında bir isim yazıyor. Hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyorum. Nedir, necidir. Özellikle de kimin Almanya Büyükelçiliği ile herhangi bir ilişkiye sahip olduğunu. Çok ince bir iş, anlıyor musunuz?

  Bakanlığa gitmeyin. - Benimle ne zaman iletişime geçebilirsiniz?

  - Bir hafta verin. - Apollon, Yunan döneminden mi?

  - Hayır, Roma dönemi kopyası bu. - Orijinali kayıp. - Sahtesi mi diyorsunuz yani?

  Hayır, bu bir kopya. Aynı şey değil yani. - Size bundan bizzat bahsetmek isterdim. - Önemli değil canım. Lauth'tan bundan hiç kimseye bahsetmemesini istemiştim bir tek. Hiç kimse olduğumu düşünmemiştir belki de. Aksini kim söylüyor ki?

  - Size bir önerinede bulunmama izin verir misiniz?

  - Buyurun lütfen. Bu işe yeni girildiğinde karşılaşılan ilk şüpheli kişinin   usta bir casus olduğunu düşünmek işten bile değildir. Hatta Binbaşı Esterhazy, Rouen'da sıkıştı kaldı   önemli dosyalara en ufak bir erişimi de yok. Gayet basit bir olay yani, o kadar. Buna göre Schwartzkoppen bile bunu önemsiz görüyor. Siz yine de dikkat edin, ama yerinizde olsam onunla uğraşarak zaman kaybetmezdim. Çok teşekkürler Binbaşım, tavsiyeleriniz eminim ki yerinde. İşte geliyorlar. - Karısı değil sanırım?

  - Değil. Marguerite Pays, 26 yaşında bir fahişe. Bölgesinde Dört Parmaklı Marguerite olarak biliniyor. - Dalga mı geçiyorsunuz?

  - Hayır. Montmartre'ın yakınında, Douai Sokağı'ndaki bir apartmana yerleştirdi onu. Rouen'da ikamet ediyor sanıyordum. - Hiç gitmiyor ki oraya. - Hiç mi?

  İlginç bir detay işte; arkadaşlarına göre hâlâ topçu sahasına girmek istiyor. Topçu birliğinde değil ki. Çıksak iyi olur. Sonraki adım ne?

  Almanya Büyükelçiliği'nin karşısında, l'Île Sokağı'nda bir apartman var. Kiralayabileceğimiz boş bir daire de var. Almanlar, zemin katı subay salonu olarak kullanıyorlar. Teçhizatları kurmamız gerekecektir. Hem riskli, hem de tuzlu olacaktır. - Esterhazy'yi takip ettirsek yetmez mi?

  - Siz onu gördünüz ama Albayım. Zeki adam. Bizi anında fark eder. Daireyi kiralayın. - Merhaba. - Albayım. Albay Schwartzkoppen, İtalyan Askerî Ataşesi Binbaşı Panizzardi ile alt katta. Tam zamanında geldiniz. İşte Schwartzkoppen. Bu da Alessandro Panizzardi Hoş çocuk, değil mi?

  Elçi, Kont Munster   ve şu anlık tanımlayamadığımız birkaç diplomat ve subay. - Esterhazy yok mu?

  - Yok. Gidiyorlar Albayım. Vay!

  Aşıklara bak sen!

  Birazdan göreceğiniz şeyin gizli kalacağını sizlere hatırlatırım. Bildiğiniz üzere toplarımız, dakikada iki atış ile sınırlıydı hep. Top 75'i sizlere sunma şerefine nail oluyorum. Her bir atıştan sonra nişanı yeniden hesaplamaya gerek bırakmayan   ve atış enerjisini absorbe eden hidropnömatik fren ile donatılmıştır. Bu sistem sayesinde, ses de ona kat azaldı. Topçular, yerlerinize!

  On ikilik atışa başlansın. Yükleyin. Doldurun. - Yükleyici hazır. - Vurucu hazır. Ateş!

  Alman komşularımız bize bir ziyarette daha bulunursa   onları daha iyi bir şekilde karşılarız. - 75'e!

  - 75'e!

  Albay Picquart?

  - Buyurun. - Albay Foucault. Berlin Askerî Ateşesi. Bir dakikanızı bana ayırabilir misiniz?

  Tabii. Size Alman İstihbarat Servisi'mizdeki hain ajandan bahsedildi mi?

  - Cuers mi?

  - Cuers. Geçen hafta benimle görüşmeye geldi. Almanların Fransız ordusunda bir casusu olduğunu söylüyor. - Size herhangi isim verdi mi?

  - Adını bilmiyor. Ellili yaşlarda olduğunu söyledi. Tabur komutanıymış. Yaklaşık iki yıldır da ikinci sınıf bilgiler aktarıyor   özellikle de topçular hakkındaki bilgiler. Siz duymuşsunuzdur diye düşündüm. Sağ olun, yakında ilgileneceğim. Ne oldu?

  Bu kadar acil ne vardı?

  - Şu ilginç işte. - Asıl ilginç olan, elindeki şey. - Baston mu?

  - Hayır, şu. - İki fotoğraf arasında kaç dakika var?

  - On iki dakika. - Hiç önlem almıyor. - Umurunda falan değil. Yok artık, bugün getirdiğiniz şeylere bakın!

  - General Gonse ne diyor bu işe?

  - Ona henüz bahsetmedim. Neden peki?

  Bu olayın mümkün olduğunda az duyulmasını istedim. İzninizle bunu bakanlığa bildirmek isterim. Nedenmiş?

  General Billot, Savaş Bakanı olarak General Mercier'nin yerini aldığında   politik sorun çıkaran her şeyden haberdar edilmek istediğini açıkça belirtmişti. Anladım. Söylemekle iyi edersiniz, ama dikkatli olunuz. Başka bir Dreyfus skandalı çıksın istemiyorum. Esterhazy  Esterhazy  İsmi tanıdık geliyor. Konuşmuşluğunuz var mı?

  Bir şeyler anımsıyorum şu bunak hâlimle ama  Bakanım. Bürodaki dosyalara bir bakın, şey hakkındaki  Tam adı neydi onun?

  74. Piyade Alayı'ndan Marie Charles Ferdinand Walsin Esterhazy. - Nasıl yürütmek istiyorsunuz bu işi?

  - Kolay değil tabii. Bu fotoğraflar haricinde elimizdekiler, gönderilmemiş bir telgraf mesajı   ve Berlin'deki, kullanamayacağımız hain bir ajan hakkındaki söylentilerden ibaret. Kanıt bulmanız gerekecek o zaman, Albay. - Yürütmek istiyor musunuz?

  - Tabii ki, neden istemeyeyim?

  General Boisdeffre başka bir Dreyfus skandalından kaçınmak istiyor. Asıl skandal, bunun yanına kâr kalmasına göz yummak olur. Esterhazy bu yaz bize iki kez yazmış Bakanım. Bakalım. "Rouen'dan Paris Genelkurmaylığı'na geçmek istiyorum." - Küstahlığa bak sen!

  - İşin aslını öğrenmek   ve bundan para koparmak istiyor. Dosyaları alabilir miyim?

  Elbette. Sağ olun. İsminizi ve mesleğinizi belirtiniz. Alphonse Bertillon, Paris Emniyet Müdürlüğü'nde Adli Sicil Birimi Başkanı. Grafolojik analizde uzmansınız. Sizden, elçiliğe yollanmış metnin sanığın yazısıyla  -  karşılaştırılması talep edilmişti. - Aynen öyle. Sizce bu yazılar, kesin olarak yalnız tek bir kişi tarafından yazılmış?

  Kesin olarak. Bay Bertillon, elbet benzerlikler var, ama bir o kadar da farklılıklar var. - O ve çift S harfleri, kendiniz diyorsunuz. - Evet ama bilerek öyle yazılmışlar. Belgede sahtecilik yapılmış. Hatta göstereyim isterseniz, mesela bordronun   aşırı ince bir kâğıda yazılmış olduğunu hatırlatmak isterim. Aynı böyle ince bir kâğıda. Böyle bir kâğıda yazı falan yazılmaz. Bu da  Pardon  Bu da mükemmel bir şeffaflık sağlıyor. Böylece alttaki örneği kullanmayı sağlıyor. Kaydırılmış bir yazı gibi bir model. Özellikle bir kelime var ki, "çıkar." Bunu size burada, 12,5 mm'lik bir şablona   5 mm'lik bir bağlamayla beraber sunuyorum. Yazılarda 1,25 mm'lik bir mükerrerlik görebilirsiniz. Burada da "çıkar" kelimesinde aşırı detaylı bir büyüme var. Her defasında bir sapma görüyorsunuz. Tamı tamına 1,25 mm'lik bir sapma. Kendini işe kaptırmış birinin bile, el yazısıyla   aynı düzeni iki kere yapması kesinlikle imkânsızdır. Milyonda bir ihtimaldir yani. Yani Dreyfus, foyası ortaya çıkar diye   kendi yazısını değiştirmiş. Yazı benim yazım diye suçlu olduğumu duydum sanırım sizden. Evet öyle. - Yazı benim değil diye de suçlu oluyorum ama?

  - Kesinlikle. Bakan'a ne diyeceksiniz Binbaşım?

  Yargı ihtimalinin yüzde elliyi geçmediğini diyeceğim. Neden ki?

  Ne sebebi olabilir ki?

  Para değildir. Yüzbaşı maaşının yirmi katını ortaya koyan şahsi gelirleri var. Bence siz kanıt sunamadınız. Yahudilere karşı delillerimizi bir görseniz var ya. "Bu D. alçağından" söz eden yabancı bir subayın mektubu. "Bu D. alçağı" diyorsunuz yani. Kullanın bunu madem. En gizli kaynağımıza ihanet etmek için mi?

  - Kapalı duruşma ama bu. - Binbaşım. Şurada duran Dreyfus ve avukatıyla mı?

  Ya dosyalarımızda bulunan şeyleri anlatmak için mahkemeye gidersem?

  Gidemezsiniz, yeminli ifadenizi verdiniz zaten. - Ya mahkeme başkanıyla konuşursanız?

  - Yanlış anlamayın Binbaşım   ben davaya karışmaya gelmedim, davayı gözlemlemeye geldim. Çok iyi, o iş bende o zaman. Mahkeme, önceki ifadenizin gayet yeterli seviyede olduğunu öğrenmiş, Binbaşı Henry. Gizli bilgileri açıklamak istememiştim Albayım. - Şimdi açıklayınız o hâlde. - Madem mahkeme ısrar ediyor, zevkle. Mart ayında epey saygın biri, çok çok saygın biri   Genelkurmay'da gizli bilgileri yabancı bir kuvvete aktaran bir hainin   varlığından bahsetti bize. Haziran ayında da bu uyarıyı daha kesin olarak tekrarladı. Devam ediniz Binbaşım. Bahsettiği hain, işte şu adamdır. - Bunun doğru olduğuna yemin ediyor musunuz?

  - Yemin ediyorum. Bu iddianın, bu tanık sorgulanmadığı sürece herhangi bir yargı değeri yoktur. Bu bilgiyi veren kişinin adını söyleyebilir misiniz en azından?

  Söz konusu bile olamaz. Bu salonda sırlar gayet iyi saklanır Binbaşım. Bir subayın kafasında, kasketinin bile yadsıması gereken sırlar vardır. Binbaşı Henry de ifadesini böyle sonlandırdı işte. Kesinlik kazandı mı sizce?

  - Kesinlikle çarpıcıydı. - Ama kesinlik kazanmadı. Yalnızca duyuma dayalı tanım yaptı. İstatistik Birimi'nden kişiler   Dreyfus aleyhine en güçlü kanıtlardan gizli bir dosya hazırladılar. Hâkimin ilgisini yüksek ihtimalle çekeceğini düşünüyorlar. Nedenini gayet iyi anlayabiliyorum. Belli ki Dreyfus ve avukatının böyle hassas bir dosyaya bakmasının imkânı yok. - Hâkime ayrılması lazım. - Prodesdür ihlali olmaz mı bu?

  Teorik olarak evet. Ama hâkimin görmesi hayli mühim. Gerçeklik, ve adalet adına. Anlarsınız siz, Binbaşı Picquart. Bakanım. Albayım. <i>"Fransız halkı adına  Paris Askerî Meclisi'nin birincil savaş konseyi  şu karara varmıştır: <i>Bugün, 22 Aralık 1894'te, Paris Birincil Savaş Konseyi  Hükûmet Komiseri'nin talebi ve hükmü doğrultusunda  14. Topçu Alayı'nın muteber yüzbaşısı  kurmaylık adayı Alfred Dreyfus adlı şahsı, 1894 yılında Paris'te  ulusal güvenlik meselesi gizli veya mahrem birtakım dokümanı  yabancı bir kuvvete veya ajanlarına verdiği ve bu kuvvetle ya da ajanlarıyla  Fransa'ya düşmanlık etme veya Fransa ile savaşa girmenin yollarını  bu kuvvete sağlamak amacıyla bilgi paylaşımında bulunduğu için  suçlu olduğuna karar vermiştir." Beni unuttu mu acaba demiştim de  -  unutmuşsun beni. - Alakası bile yok. Philippe bu akşam Paris'e gelmiyor. - Hatırlıyor musun?

  - Elbette hatırlıyorum hayatım. Haftalardır çıkmıyor aklımdan. - Ben sana akşam yemeğini hazırlayayım. - Çok naziksin. <i>"Bu ne kâbustur iki yıl civarıdır çektiğim, be canım Lucie'm. <i>Gardiyanların benimle konuşma yasağı var. <i>Günler, kimseyle konuşamadan akıp gidiyor. <i>Bu yalnızlığım öyle yoğun ki diri diri gömülmüşüm gibi geliyor bana sık sık. <i>Yalnız bana kalsa, kendimi çoktan mezarın içine atmış olurdum. <i>Ama söz konusu artık sırf kendi hayatım değil; konu benim onurum  hepimizin onuru, söz konu çocuklarımızın hayatı. <i>Son zamanlarda beni her akşam zincire vurmaya başladılar. <i>Neden peki?

  Bir fikrim yok. <i>Mesele önlem almak falan değil, mesele nefret. <i>Bir işkence türü." Georges!

  Kusura bakma, uyuyamadım. - Ne zamandır oradasın?

  - Epeydir. Mektup okuyorsun gördüğüm kadarıyla. Aşk mektubu mu?

  Önemli değil, benim durumumdaki bir kadın sadakat bekleyemez. Gerçekten önemli bir şey değil. - İşle mi ilgili sadece?

  - Sadece işle ilgili, evet. 15,8 Bayım. - Albay Picquart. - Bay Bertillon. Albay Sandherr'in İstihbarat Birimi Başkanlığı'ndaki yerini alan benim. Haberi aldım. Size nasıl yardımcı olabilirim?

  Bu dokümanı fotoğraflattırdım. Düşüncelerinizi almak isterim. - Şıp diye asla karar vermem ben. - O hâlde buna bakmak isteyeceksinizdir. Öyle, bu da o. Nedir?

  Aynılar mı?

  Yazı, Dreyfus'ün bordosundakiyle aynı. Kesinlikle aynı. Bunu yeminli bir belgede doğrulamaya razı gelir misiniz?

  İstiyorsanız, elbette. Peki size bu mektupların Dreyfus tarafından yazılmadığını söylesem?

  O zaman ben de kesinlikle Yahudilerin, Dreyfus'ün tekniğini kullanarak   yazı yazacak başka biri bulduğunu söylerim. Dreyfus Vakası'nın gizli dosyasını görmek istiyorum. - O Binbaşı Henry'de. - Binbaşı Henry izinli. - Evet Albayım. - O hâlde bulun bana dosyayı. Albay, Binbaşı Henry'nin geri dönmesini beklemek istemez mi?

  Emirlerimi neden sorguluyorsunuz?

  Bana o dosyayı bulun. - Hepsi bu mu?

  - Evet Albayım. Savaş Konseyi'nden beridir dokunan olmadı. <i>"Değerli dostum  D. alçağının bana sizin için verdiği on iki Nice ana planı ektedir. <i>Alexandrine. <i>Çok yeme!

 " Sizinle biraz konuşabilir miyiz acaba, Generalim?

  - Hemen mi?

  - Sizin için de uygunsa eğer. Bize müsaade veriniz. - Bana zamanınızı ayırdığınız için sağ olun. - Ne demek, her zaman, azizim Picquart. Ama Çar'ın ziyareti için yapılan hazırlıklar beni öyle yoruyor ki. Bu kadar acil olan nedir?

  Size geçen günlerde bahsettiğim şu vaka hakkındalar. Binbaşı Esterhazy. Esterhazy mi?

  Biraz yer açabilir miyim acaba?

  - Elbette - Sağ olun. Şunları zaten bilirsiniz. Yok artık, nedir tüm bunlar böyle?

  Ciddi bir sıkıntımız var. Ne kadar erken halledersek o kadar iyi olur. Esterhazy Genelkurmay'a tayin yaptırmak için mektup yazmış. Mektuplarını bana Bakan verdi. Dreyfus'ü suçlu gösteren dokümandaki yazıyla kendi yazısı arasındaki benzerlik   hemen ilgimi çekti. Örnekleri grafoloji uzmanı Bay Bertillon'a gösterdim. - Tanır mısınız?

  - Evet tanırım. Yazıların aynı olduğunu belirtti bana. Bu bilgilerin ışığında, Dreyfus'ün askerî mahkemedeki kabulü esnasında   hâkime verilen gizli kanıt dosyasını yeniden incelemem gerektiğini düşündüm. Ama bir dakika. Gizli dosyanın hâlâ duruyor mu yani?

  Elbette, buyurun. Bu kanıtların hassasiyetinin beni şaşırttığını söylemeliyim. Tek bir mektup Dreyfus'e atıfta bulunuyor ve D. baş harfini kullanmakla yetiniyor. Ama tüm bunların ayrıştırılmış olması lazımdı. General Mercier Albay Sandherr'den, yargı biter bitmez bunları yok etmesini istemişti. Görünüşe bakılırsa hiçbirini yok etmemiş. Müsaadenizle şunu demek isterim; bu vakadaki asıl sorun dosyanın varlığı olmayabilir. Yani?

  Yani bordro olabilir. Yazı olabilir. Dreyfus'ün aslında masum olma ihtimali olabilir. General Gonse'la görüşün. İstihbarat Birimi'nin başında o var. Aslında ilk onunla konuşmanız gerekirdi. Elbette Generalim. Ama bence, ordunun çıkarı için hemen harekete geçsek iyi olur. Ordunun çıkarının ne olduğunu biliyorum Albayım. General Gonse'a haber verin, şu an şehir dışında tatilde. Generalim. Yüzbaşım. Kendimi açık bir şekilde ifade ettiğimi sanıyordum. Başka bir Dreyfus vakası istemiyorum. Bu başka bir Dreyfus vakası değil Generalim, bu aynı vaka. Picquart!

  - Taşra evime hoş geldin. - Generalim. Sizi buraya hangi rüzgâr attı?

  Gelin içeri geçelim. Asıl suçlunun işini bitirmedik mi biz?

  Olay da bu maalesef. Şu da var ki; bu bordro, bir tek derinlere ve Genelkurmay'ın   dört birimine de aşina bir topçu subayı tarafından   yazılmış olabilir. O kişi de Esterhazy olmayabilir. - Yazan Dreyfus. - Aksine, başta asıl orada hata yaptık. Daha dikkatli bir şekilde incelerseniz, yollanan tek şeyin   aslında notlardan ibaret olduğunu fark edersiniz. <i>Top notları, örtme kuvveti notları, Madagaskar notları. Resmî dokümanlar falan değiller. Sağ olun. Bunlar, dedikodudan ve para koparmaya çalışan biri tarafından derlenmiş   sanılar silsilesinden ibaret. Suçlu Dreyfus değil, Esterhazy. Bir tavsiyede bulunabilir miyim azizim Picquart?

  - Buyurun lütfen. - Bordroyu unutun. - Dediğinizi tam anlamadım?

  - Yoğunlaştıysanız Esterhazy'yi soruşturun. - Ama bordroyu bu işe karıştırmayın. - Ama bu bordro Esterhazy aleyhine en büyük kanıt. Hayır, Savaş Konseyi bordroyu kimin yazdığını zaten belirledi. Dava kapandı. Peki ya hainin Dreyfus değil de Esterhazy olduğunu açığa çıkarırsak?

  Biz de açığa çıkarmayacağız. Çünkü Dreyfus davası, size az önce bahsettiğim sebepten ötürü kapandı. Biz dava kapalı kalsın isteyebiliriz Generalim   ama Dreyfus ailesi bunu kabul etmeyi reddediyor. Benim korktuğum, nihayetinde ortada bir çatlak olması   ve ordunun gerçeği sakladığı için suçlanacak olması. Ne öneriyorsunuz o hâlde?

  Dreyfus adına yeni bir dava açsak iyi olabilir. - Yeni bir dava mı?

  Delirdiniz mi siz?

  - O kadar mı akıl almaz bir şey bu?

  Öyle!

  Herkesin soracağı ilk soru hâkimin nasıl böyle bir hata yaptığına yönelik olur. Bu da bizi direkt gizli dosyaya yönlendirir. Mümkün değil. Nedenmiş?

  Çünkü bizi çok büyük bir sıkıntıya sokar bu!

  Ben sizi anlamıyorum, Picquart. Elit sınıf hakkındaki tüm görüşlerinizi biliyoruz. Tek bir Yahudinin bir adada mahsur kalması size mi dokunacak?

  Adam masum olduğu için bana dokunacağını düşünüyorum. Ne kadar da duygusalsınız!

  Alfred Dreyfus dâhil, yeni doğan kuzular, kedicikler, herkes masum. Siz de sanki adamı seviyormuşum gibi konuşuyorsunuz. Gerçekten mesele bu değil. Gerçekten suçlu olmasını isterdim, işler daha kolay olurdu. Ama hain Esterhazy. Belki Esterhazy, belki değil. Hiçbir şeyden bahsetmezseniz, kimsenin bunu bilmez. Çok yanlış bir tavsiye bu. Bu sırrın benle mezara gitmesini beklemiyorsunuz herhâlde?

  Aynen bekliyorum. Sırrın mezara kadar gitmesi, bizim işimizin esasıdır. Bu mesele hakkında diyeceğimi dedim ben. Dreyfus'ü bu meseleye dâhil etmeyin. Bu bir emirdir. Girin. - Ben çıkıyorum Albayım. - İyi geceler. - Kapıları kilitlemem lazım. - Anahtarları bana bırak, ben kilitlerim. - Aslında kalabilirim de. - Hayır, gerek yok. Anahtarları bırakın. <i>"Lebel tüfeği mermisi alabildim. Dubois." <i>"Canım delikanlım, bu sabah Bay Dubois'yı gördüm. <i>Bugün buluşmamız gerek." İlginç bir şeyler mi buldunuz?

  - Dubois kim?

  - Jacques Dubois. Savaş Bakanlığı'na sözleşmeler hazırlayan bir matbaada çalışıyor. Hâkime Dreyfus'e gönderme yaptığından bahsettiğiniz   Schwartzkoppen'ın notu da var. "D. alçağının bana sizin için verdiği on iki Nice ana planı ektedir." Alçak denilen Dubois mı?

  - Belki de. - Ne demek "belki de"?

  Nice planlarını verdiğinden en çok şüphelenilen kişi kim?

  Dreyfus mü, yoksa Alman ve İtalyan Askerî Ateşeleri ile   çoktandır iletişim hâlinde olan bir matbaacı mı?

  Şu da sizin yazınız, değil mi?

  Bu kısımda da hâkime, Genelkurmay'da bir hain bulunduğunu size söyleyenin   İspanya Askerî Ataşesi Marki Valcarlos olduğunu belirtiyorsunuz. Aynen öyle. "Almanların, Genelkurmay'da onları sürekli haberdar eden bir subayı var. Bulun onu, Henry. Adını bilsem size söylerim." Yapmayın ama!

  Bunlar bir İspanyol Markisi'nin ağzından çıkacak sözler mi?

  Mealen aktardım. İyi, açık konuşalım. Ben yarın Marki'nin yanına gitsem ve ona desem ki   "Henry'yle bu konuşmayı yaptınız mı?

 " Bunu onaylayacak mıdır?

  Hayır, hepsi nasıl yalan söylüyorsa, o da öyle yalan söyleyecek. Rica ediyorum yapmayın Binbaşım. Bu gizli dosya falan hep uydurma. Bundan General Gonse'a bahsettiniz mi sorabilir miyim acaba Albayım?

  - Dreyfus'ün masumiyetine inandığımı söyledim. - Tepkisi ne oldu peki?

  - Bunu aklımdan çıkarmamı söyledi. - Evet işte Albayım, çıkarın aklınızdan!

  Baştakiler onlar. Emirlerine uyuyoruz, uymazsak bir şey olmaz bizden. Dreyfus masum mu değil mi bilmiyorum, hem umurumda da değil. Benden birini öldürmemi isteseniz, ben de gidip öldürsem. Öldürdükten sonra bana ismi yanlış verdiğinizi söylerseniz de   kusura bakmayın ama benim kabahatim olmaz bu. Ordunun kabahati olur. O ordu sizin ordunuz olabilir Binbaşım, ama benimki değil. İyi geceler Binbaşı Henry. İyi geceler. Albayım. Geciktiniz!

  - Görüşmemiz olduğunu bilmiyordum. - Yok zaten. - Geçerken bir uğrayayım dedim. - Daha önce hiç uğramamıştınız ama. Demek daha sık uğramalıymışım. Daireniz de ne küçükmüş. - Dreyfus hakkındaki gizli dosya nerede?

  - Kasada. Bana getirmeniz çok iyi olur. Sağ olun. Sizin için de sorun değilse bununla bizzat ilgileneceğim artık. - Nedenini öğrenebilir miyim?

  - Hayır. - Hepsi bu mu?

  - Evet. - Kopyasını almadınız mı?

  - Hayır. Güzel. Şu andan itibaren Binbaşı Henry, Bayan Bastian'ın iletileri direkt bana getirecek. Prosedürü değiştirebilirsiniz, ama gerçekleri değiştiremezsiniz Generalim. İstihbarat Başkanı olarak bana teslim edilmeleri gayet de normal o yüzden. - Görüşmek üzere Albayım. - Generalim. Çok şıksınız. Philippe nerede bu arada?

  Bakanlıkta bir sorun çıkmış. İkinci kısma gelmeye çalışacak. Siz nerelerdesiniz?

  Haftalardır göremiyoruz sizi. Albay şu sıralar hiçbirimizle görüşmüyor. Şu sıralar başka âlemlerde. Şampanya istemiyor musunuz?

  Bir sorun olsa gerek!

  - Sorun ne, Georges?

  - Kocanız geliyor. Bu kadar geciktiğim için özür dilerim, işle ilgili bir sorun çıktı da. Picquart, sizi burada bulduğuma sevindim. Gazeteyi henüz okumamış olduğunuzu düşünüyorum. Dreyfus'ün bordrosunun tıpkıbasımı. Nasıl bir şey olduğu sonunda görülüyor, gazetecilere bakın!

  - Önemli bir şey mi?

  - Öyle. Canı yananlar olacak elbet. <i>KANIT DREYFUS TARAFINDAN YAZILMIŞ BORDRONUN TIPKIBASIMI Her tarafından su alan bir gemide dümen tutuyorsunuz Albayım. Haklısınız, bir devlet sırrını skandal yaratacak şekilde ihlal ettim. Sırf bununla kalmıyor bir de. Elimizde anonim bir mektup da var. Yakında, Binbaşı Esterhazy'nin Temsilciler Meclisi önünde Dreyfus'ün   suç ortağı olarak ilan edileceğini belirtmek isteriz. Buna ne diyeceksiniz?

  Şoke oldum. Belli ki Genelkurmay'dan birileri araştırmamı sabote etmeye kalkmış. - Picquart!

  - Kendinizi toparlayınız General. Bu kabul edilemez bir mazeret!

  Esterhazy'yi Dreyfus'ün yerine koymakla bozmuşsunuz kafayı   hiçbir şey de sizi amacınıza ulaşmaktan alıkoymayacak. Sizi görevi kötüye kullanmaktan hapse attırmalıyım ben!

  Hiç hoş bir durum değil bu, Picquart. Beni hayal kırıklığına uğrattınız. Yemin ederim ki araştırmamdan kimseye bahsetmedim. Bununla da kafayı da bozmadım. Bir tek beni kaçınılmaz olarak Esterhazy'ye götüren yolu izledim. Elinizde Dreyfus'ün yabancı bir ülke için çalışan bir casus olduğuna dair   kesin kanıtlar olsa ne yapardınız peki?

  Kanıtlar kesinse elbette kabul ederdim bunu. Böyle bir kanıt var olamaz ama. Binbaşı Panizzardi'nin Albay Schwartzkoppen'a yazdığı bir mektubu   ele geçirdik. İşte o yazılar: <i>"Bir temsilcinin Dreyfus'ü araştıracağını duydum. <i>Roma'dan güncel haberleri aktarmam isteniyorsa  kesin olarak, bu Yahudiyle herhangi bir iletişime geçmediğimi söyleyebilirim. <i>Eğer ki sizden duyulmak istenirse bu, aynen böyle söyleyin. <i>Zira adamın başına ne geldiğini kimsenin bilmesi gerekmiyor." Buyurun, buna ne demeli?

  - Belgeyi görebilir miyim acaba?

  - Hayır. Bu mesaj size ne zaman ulaştı?

  Binbaşı Henry, iki hafta önce aldı bu mesajı. Umarım Binbaşı Henry'nin dürüstlüğünden şüphe duymuyorsunuzdur. Bu belgenin gerçek olduğuna eminseniz, ben de gerçek olduğunu kabul ederim. Bu durumda Dreyfus'ün suçlu olduğunu da kabul etmiş olursunuz. Belge gerçekse, evet. Hizmet kaydınız dikkate alındığında, Albay   size disiplin cezası vermemeye karar verdik. Ancak, Binbaşı Esterhazy hakkındaki   soruşturmanıza ilişkin tüm belgeleri bize vermenizi talep ediyoruz. Doğu garnizonlarındaki güvenlik önlemleri teftişini başlatmak için   Paris'ten hemen ayrılacaksınız. Ordu subaylığından atıldım mı?

  Hayır, evladım. Yalnızca birkaç günlüğüne gitmiş olacaksınız.  HAZİRAN 1897 Ne için gelmiştiniz Bayım?

  - Avukat Leblois'yı görmeye geldim. - Ama ben sizi önceden de görmüştüm. - Siz Albay Picquart'sınız. - İzninizle. - Georges!

  - Merhaba Martha. Girsene içeri. - Orduda sizi beslemiyorlar mı artık?

  - Afrika'da en kötü şey yemekler. Fransız mutfağını ne kadar özlüyorum bir bilsen. Ellerine sağlık, çok güzel olmuş. - Burada kalsana?

  - Sadece bir geceliğine kalırım, o da kalabilirsem. Apartmanın yok mu artık?

  - Var da, gitmek istemiyorum. - Neden ki?

  - İzlenildiğinden şüpheleniyorum. - Kim tarafından izleniyor ki?

  Şu iki herifi görüyor musun?

  Sivil polis onlar. - Nasıl emin olabilirsin ki bundan?

  - Önceden bana çalışıyorlardı çünkü. Susmaya niyetimin olmadığını fark edince generaller beni Somme'a teftişe yolladılar. Oradan Nice'e, oradan Marsilya'ya, oradan Cezayire, sonra da Tunus'a yolladılar. Üstümü başımı değiştirmem için eve gitmeme izin bile vermediler. Son olarak da bir Afrika alayına yolladılar beni. Bize neden hiçbir şey demedin peki?

  Mektuplarıma el koyuyorlar. Hep takip ediliyorum. Üstüne üstlük geçen hafta beni Tripoli yakınlarındaki El Ouata'ya yollayacaklardı. - İntihar görevi resmen. - İşe bak!

  İşte o an, ne kadar riskli olursa olsun Paris'e dönmem gerektiğini fark ettim. - Tüm bunları kanıtlayabilir misin?

  - Elbette. Açığa çıkarılmaları lazım. Bana zor geliyor, Louis. 18 yaşımdan beri ordu her şeyim. - Skandal yaratmak istemiyorum. - Çoktan skandal yarattın zaten. Size göre Dreyfus masum mu Albay Picquart?

  Binbaşı Esterhazy bir Yahudi sendikasına çalıştığınızı söylüyor. Albay Picquart, Seine Bölgesi Ordu Komutanı General Georges-Gabriel de Pellieux ben. Savaş Bakanlığı'ndan, Binbaşı Esterhazy hakkında   edindiğiniz bilgilere ilişkin soruşturma yürütmem için görev aldım. - Anlaşıldı mı?

  - Evet Generalim. Bunu biliyor musunuz?

  Evet, Schwartzkoppen tarafından Esterhazy'ye yollanmış   ancak hiç gönderilmemiş bir petit-bleu. Parçaları birleştirsin diye bunu Yüzbaşı Lauth'a yollayan kim?

  Benim. O hâlde ortada, büyükelçilikten gelmiş olduğuna dair bağımsız bir kanıt da yok?

  Size gönderilen belgelere bunu ekleyebilirdiniz. Ekleyebilirdim, ama eklemedim. Petit-bleu'nün değiştirildiğini biliyor muydunuz?

  Kimyasal analiz, orijinal adresin silindiğini ve farklı bir mürekkeple   Esterhazy'nin adının eklendiğini gösteriyor. Mesele bu olsaydı eğer, bu ben gittikten sonra yapılırdı. - Metni değiştiren sizsiniz bence. - Ben niye böyle bir şey yapayım peki?

  Dreyfus'ü serbest bırakmaya niyetlenmiş Yahudi sendikasının adamı olduğunuz için. Binbaşı Esterhazy'yi imlemek için düzmece kanıtlar peydahladınız bu yüzden. Böyle bir şey yapmaya ihtiyacım yoktu ama. Bordro tek başına onun suçunu kanıtlamaya yeter. Demek şu bordro!

  Ne iyi ettiniz de bahsettiniz. - Le Matin'e bordronun bir kopyasını verdiniz mi?

  - Hayır. - Basına bilgi aktarımı yaptınız mı?

  - Hayır. Binbaşı Esterhazy hakkında yaptığınız araştırmanın detaylarını   Avukat Leblois'yla paylaştınız mı?

  - Evet, ama açıklayabilirim. - Herhangi bir açıklamaya hacet yok, Albay. Gizli bilgilerin ifşası zaten kendi başına suçtur. Avukat Leblois endişelerimi, sorunu hükûmete taşıyan Senato Başkan Vekili'ne iletti. Basına kadar nasıl gittiğini bilmiyorum. Bilmezsiniz tabii. Bayan Monnier'ye gizli bilgilerin ne kadarını anlattınız, onu söyleyin bakalım. Bayan Monnier'ye mi?

  Dışişleri Bakanlığı'ndan Bay Philippe Monnier'nin karısı Bayan Pauline Monnier. - Onun bu konuyla bir alakası yok. - Buna siz karar veremezsiniz. Bunlar ne biliyor musunuz?

  Bunlar benim dairemdeki şahsi mektuplar. Bu mektuplar, Bayan Monnier'yle yıllardır süren ilişkinizi kanıtlıyor. Dairemde arama yapmışsınız!

  Binbaşı Esterhazy, onun hakkında yürüttüğünüz ve evinizde bulundurduğunuz   soruşturmaya ilişkin gizli belgelerin ona gösterildiğini söylüyor. Yüzü örtülü bir kadın göstermiş ona. - Bayan Monnier olduğunu düşünüyoruz. - Yüzü örtülü müymüş?

  - Komik bir şey söylemedim, Albay. - Hayır komik, tam kalitesiz bir dram olmuş. Bu vakayla alakalı hususlara ilişkin soru sormayacak mısınız siz?

  Küstahlık etmeyin Albay. Alanında uzman kişiler de Esterhazy'nin yazısının   bordrodakiyle aynı olduğunu onaylıyor mesela. Sizin tutumunuza yönelik bir sorgulama bu. Veyahut, Dreyfus'ü mahkûm etme amacında olan gizli dosya   düzmece kısımlar içerdiği gerçeğine yöneliktir. Bu, bu soruşturmayla alakalı bir şey değil. - Tutuklu muyum şu an?

  - Henüz değil. O hâlde kusuruma bakmayın Generalim, ama bu soruşturma saçmalıktan ibaret. Ben de bunun içinde daha fazla bulunamayacağım. Oturun Albay. Soruşturma daha bitmedi. Albay. Albay!

  Teşekkürler. Al, iç şunu. Philippe'e söylemişler. Öğrenirse şiddetle tepki vereceğinin farkındaydım hep. Bir de şu general geldikten sonra  - Pellieux mü?

  - Evet. Sorgulanmam bitince ordu beni arabayla evime götürdü. Philippe beni bekliyordu. Kızları kız kardeşine yollamış. Onların annesi olmayı hak etmiyormuşum. Boşandıktan sonra onları görmeme izin vermeyecekmiş. Yapabilir mi böyle bir şey?

  Hayır, asla yapamaz. Avukat tutman lazım. Louis'ye bir sorarız. Sonra da Paris'i bir süreliğine terk etsen iyi olur. - Neden ki?

  - Basından uzaklaşmak için. Gidebileceğin bir yer var mı?

  - Toulon'daki kız kardeşime yerleşebilirim. - Çok iyi. - Sen ne yapacaksın?

  - Bir çaresine bakacağım. - Geldik Bayım. - Tamam, sağ olun. - İyi akşamlar Bayım. - İyi akşamlar. Aferin Georges. - İşte misafirimiz, Bay Charpentier. - Tanıştığıma çok memnun oldum Albayım. Georges Charpentier, Paris'in en iyi editörüdür. Daha ortada bir şey yok canım. - Bu toplantıyı ayarladığınız için sağ olun. - Benim için bir onurdur. Buyurunn lütfen. Beyler, Albay Picquart. Albayım. - Size Senatör Arthur Ranc'ı takdim edeyim. - Memnun oldum. - Joseph Reinach. - Memnun oldum. Temsilciler Meclisi üyesi. Seçim kampanyasını düzenleyenler onlar. Bay Georges Clémenceau, L'Aurore'da başyazar. Albayım. Kardeşi için tam üç yıldır adalet arayan Mathieu Dreyfus. Ailem ve ben size ne kadar teşekkür etsek az, Albayım. Bana teşekkür etmenize gerek yok. Vicdanımı dinledim sadece. Son olarak da, size Bay Émile Zola'yı takdim etme şerefine nail oluyorum. - Büyük hayranınızım, Albayım. - Ben de eserlerinizin. Genelkurmay, masum Dreyfus'ü hapiste tutmak için asıl suçluyu   yani Marie Charles Ferdinand Esterhazy'yi koruyacağım derken gülünç duruma düşüyor. Bu da bir tek, Esterhazy'nin aleyhine rezil bir planın başı olduğumu gösterebilirmiş. - Bunun cezasını da çekmeliymişim. - Size ne olacak peki şimdi?

  Tutuklanacağım herhâlde, Bay Clémenceau. Tutuklanacağım, hapse tıkılacağım, belki de ordudan bile atılacağım. Ordu kendini bu kadar aptal göstermez ki ama. Bu, Dreyfus'ü Şeytan Adası'nda tutmak için tek çözüm. Şu ana değin duyduğum en ilginç hikâye bu. - Sizi Fransız olduğunuzdan utandırır. - Size hakikaten nasıl yardımcı olabiliriz?

  Birinin, insanların kavrayabileceği şekilde tüm hikâyeyi anlatması lazım. Muvazzaf subay olarak, bu konu hakkında ne konuşabilirim, ne de yazı yazabilirim. Siz yazamazsınız ama ben yazarım. Beni Şeytan Adası'na yollarlar belki. - Dreyfus arkadaşı olsa sevinir. - Bu konuyu nasıl dalgaya vurabiliyorsun?

  O hücrede bir başına olduğunu bilmeye dayanamam. Sıkıntı yok aslında. Orası silahlandırılmıi bir yer sadece, hapis değil yani. Kitap okumaya devam ederim hem. Bu olaya seni de dâhil ettiğin için özür dilerim. Ben kendim dâhil oldum. Albay Picquart. Savaş Bakanı onaylı tutuklama emriyle geldik. Silahınızı alabilir miyim?

 L'Aurore alın!

  Zola Dreyfus'ü savunuyor!

  Dreyfus Vakası'nda işler tersine dönüyor!

  Suçluyorum!

  Émile Zola'dan Cumhurbaşkanına mektup!

 L'Aurore alın!

  Çocuk!

  Çocuk!

  Baksana!

  Durabilir miyiz?

  Ne yazıyor peki?

 "Evet!

  Bu aşağılık gösteriye tanıklık ediyoruz  borçlarından ve masumiyetini duyurduğumuz suçlarından ötürü mahvolmuş insanlar  biricik onuruna saldırılmasına karşın, aslında dünyaya günahsız gelmiş biri!

 Toplum bu durumdayken çürür gider." Böyle şeyler yayınlamayacaklardı!

 "Yarbay Du Paty de Clam'ı, bu yargı hatasının  şeytani işçisi olmakla suçluyorum." <i>"General Mercier'yi, en azından akılsızlığından ötürü, yüzyılın  en büyük alçaklıklarından birine suç ortaklığı ettiği için suçluyorum." <i>"General Billot'yu, Dreyfus'ün masumiyetinin kesin kanıtlarını elinde bulundurup  bunları örtbas ettiği, ve siyasi çıkarını düşünerek  risk altındaki Genelkurmay'ı kurtarmak maksadıyla  insanlık ve adalet dışı bu cürmü işlediği için suçluyorum." <i>"General Pellieux'yü ve Binbaşı Ravary'yi  Ravary'nin raporuna göre, naif bir cesaretin ölümsüz bir eserini barındıran  gelmiş geçmiş en taraflı ve düşmanca soruşturmasını yürüttüğü için suçluyorum." <i>"Yazı uzmanlarını, şayet tıbben fikir ve karar verebilme hastalığından  muzdarip değillerse, yalan yanlış haber yapmakla suçluyorum." <i>"General Boisdeffre ve General Gonse'u, aynı suça ortak olmalarından ötürü suçluyorum. <i>Bunların biri şüphesiz ruhani tutkudan ötürü, diğeri de belki de  savaş bürolarını ilahlaştıran birlik ruhundan ötürü işlenmiş." <i>"Son olarak da Birincil Savaş Konseyi'ni, sanığı gizli bir belgeyle suçlayarak  kanun ihlali yaptığı, İkincil Savaş Konseyini de, sıra onlara geldiğinde  bir suçluyu bile isteye aklama suçunu işleyerek  bu kanunsuzluğu örtbas ettiği için suçluyorum." <i>Bu suçlamaları yaparken kendimi, 29 Temmuz 1881 tarihli basın kanununun  iftira suçlamalarını cezalandıran 30. ve 31. maddeleri  kapsamına sokuyorum. Kendi irademle yazıyorum bunları. - Hain!

  - Geber!

  Geber Zola!

   YAHUDİLERE ÖLÜM - Azizim Georges. - Louis!

  - Nasılsın?

  - İyidir. - Güzel. - Ver bakalım. İyi bari. - Mekânın amma güzelmiş!

  - Değil mi?

  - Otur lütfen. - Sağ olasın. Zola, iftiradan suçlanıyor. - Ordu mu suçluyor?

  - Hükûmet suçluyor. - Dava ne zaman görülecek?

  - Yakında, iki hafta içinde. Çok iyi. Zola ve Clémenceau seni tanık olarak atfetmek istiyor. - Olur tabii. - Güzel. Paris'in en hırçın avukatı Fernand Labori'yi tuttular. Labori mi?

  - Hatırladın mı bir şeyler?

  - Hayır. - Viking diyorlar hatta ona, yok mu?

  - Hatırlayamadım. <i>Yavşak Picquart!

 - Picquart, yavşak!

  - Hain!

  Nefret, korku gütmeden yalnızca gerçekleri anlatacağınıza yemin ediyor musunuz?

  Yemin ederim. - İsminiz?

  - Marie-Georges Picquart. İkamet yeriniz?

  Mont-Valérien Hisarı'nın hapis bölümü. Avukat Labori. Albay Picquart, Esterhazy Vakası hakkında bildiklerini hâkime anlatabilir mi?

  1896 yılının baharında, elime birtakım mektuplar geçti. Yabancı bir kuvvetin askerî ataşesi tarafından Binbaşı Esterhazy'ye yollanmıştı. Mektupta, Binbaşı Esterhazy'nin ataşeye bilgi aktarımı yaptığı yazıyordu. Ben de Binbaşı Esterhazy'yi gözetlettim. Dört ay sonra da bir Genelkurmay garnizonuna bir mektup yazarak çağrıda bulundu. İki kere yazdı. Mektuplarındaki yazı, Yüzbaşı Dreyfus'ün yazmış olduğuna inanılan   "bordro" olarak da bilinen dokümandaki yazıyla aynıymış gibi geldi bana. Hükûmetin yetkisi altındaki bir uzman tarafından da doğrulandı bu düşüncem. Silsile-i meratibinizi bu sansasyonel gelişmelerden haberdar ettiniz mi peki?

  - Ettim. - Ne dediler peki?

  Bu iki vakayı ayrı tutmamı söylediler. Binbaşı Lauth, öne buyurur musunuz lütfen?

  İfadenizde, Albay Picquart'ın petit-bleu'yü   henüz işleme koyulmamış bilgilerin geriye kalan kısmına   eklediğini sandığınızı belirtmiştiniz. - Öyle sanıyorum. - Albay Picquart?

  Binbaşı Lauth öyle sanıyor olabilir, ama bu gerçeği ortaya koymaz. Albay Henry, öne buyurur musunuz lütfen?

  Teşekkür ediyorum, Binbaşı Lauth. Albay Picquart'ın, gizli dosyayı dostu Avukat Leblois'ya   gösterirken gördüğünüzü belirtmişsiniz Albay Henry. Aynen öyle, olay bürosunda gerçekleşti. Ona, Dreyfus'e, kendisini   "D. alçağı" şeklinde tanımlayarak atıfta bulunan belgeyi gösterdi. Albay Henry'nin yanlışı var. Dosyayı hiçbir şekilde kimseye göstermedim. Ne gördüğümden eminim ben. Diyecek başka bir şeyim de yok. Bir soru sorabilir miyim acaba?

  Albay Henry, büromun nerelerine kadar sızmış?

  Yarı açık kapıdan kafamı uzattım. Bu belgeyi nasıl ayrıştırabilmiş o hâlde?

  Gayet iyi gördüm belgeyi. Yazı, dibinden bakılsa bile net okunmuyor ama. O uzaklıktan belgeyi tanımış olamaz. Bakın Albay Picquart, ben o belgeyi herkesten iyi bilirim, gördüm de!

  Öğrenmek mi istiyorsunuz?

  Öğreneceksiniz o hâlde!

  Size açık açık söyleyeyim; Albay Picquart yalan söylüyor!

  Sayın Hâkim!

  Albay Henry'nin bana yalancı dediğini duydunuz beyler. Binbaşı Lauth'un, herhangi bir kanıtı olmadan   petit-bleu'yü benim ortaya çıkardığımı iddia ettiğini de duydunuz. Nedenini söyleyeyim mi size?

  Dreyfus Vakası'nın bütün mimarları  - Laflarınıza dikkat edin Albay!

  - General Gonse'un emriyle   Henry, Gribelin ve Lauth, yerine geldiğim   Albay Sandherr'in hatalarını gizlemekteler. - Hastalıktan bitap düşmüş biri!

  - Oturunuz!

  Onların nazarında suçum ne biliyor musunuz?

  Onurumuzu koruyabilmenin, körü körüne bağlılıktan   daha iyi bir yolu olduğuna inanmak. Bu kadar yeter, oturunuz!

  Yarın belki de üzerine titrediğim ve 25 yılımı verdiğim bu ordudan da atılırım. Varsın atılayım. Gerçeği ve adaleti aramanın görevim olduğuna inanmakta ısrar ediyorum. Bu bir askerin, ordusuna hizmet etmesinin en iyi şeklidir!

  - Yeter Albay!

  - Dürüst bir insan olarak. Generel Pellieux, kürsüye buyurunuz lütfen. - Sizi dinliyoruz Generalim. - Dreyfus Vakası hakkında hiçbir şey demedik beyler. <i>Bu bir res judicata, kesin bir hüküm. Ama kararın nasıl olduğuna bakılınca  Albay Henry'nin de dediği gibi, "Öğrenmek istiyorlarsa öğrenecekler." 1896 yılının Kasım ayında, Dreyfus'ün suçluluğunun kesin kanıtı   Savaş Bakanlığı'na ulaştı. Gördüm o kanıtı. Hemen hemen şu sözleri içeren, yabancı bir askerî ataşenin   bir başka ataşeye yolladığı bir mektup. "Dreyfus Vakası'na ilişkin şüpheler vuku bulmuştur. Bu Yahudiyle olan ilişkimizi asla tanımayınız." Hemen hemen böyleydi. - Söz hakkı talep ediyorum. - Affedersiniz, söz hakkı bende. - Bu belgenin ortaya konulmasını talep ediyorum. - Avukat Labori!

  General Gonse, buyurunuz lütfen. Ordunun korkacak bir şeyi yoktur. Lakin bu tür bir belgenin gizli kalması gerekir. Dediklerimi onaylaması için General Boisdeffre'i çağırabilirsiniz. General Boisdeffre celbedilsin o vakit!

 - Çok yaşayın General!

  - Çok yaşa ordu!

  Sessizlik. Sessizlik!

  Sizi dinliyoruz Generalim. General Pellieux'nün ifadesini tetkik ettim. Her noktasını onaylıyorum. Gayet doğru bir ifade ve tamamen gerçeği yansıtıyor. Diyeceğim başka bir şey de yok. Yalnız bir şey ekleyeyim beyler: Sizler jürisiniz. Sizler ulusumuzsunuz. Ulus, ulusal güvenlikten sorumlu   ordusunun komutanlarına güvenmiyorsa   bu zorlu görevi başkalarına vermeye hazırız. - Bravo!

  - Bu darbe ama resmen!

  Ordu komutanları istedikleri sonucu almazlarsa istifa etmekle mi tehdit ediyor?

  Söz hakkı sizde değil, konu kapanmıştır. Sağ olun Generalim. Söz hakkı sizde değil!

  Albay Picquart bir şeyler söylemek istiyor. Albay Picquart, kürsüye buyurun lütfen. Şayet General Pellieux ve General Boisdeffre mektubun varlığını açıklamasaydı   ben de konusunu açmazdım. Ama şu an, mahremiyet yeminime bağlı hissediyorum kendimi. Bahsettikleri bu mektup, bu çürütülemez kanıt, sahtedir. Sessizlik!

   23 ŞUBAT 1898 Asıl soru şu; Bay Émile Zola ordunun namını ve onurunu lekelemek için   ifade edilmiş aldatıcı bu düşünceleri kendi rızasıyla mı yayınladı?

  Kararınız nedir, juri üyeleri?

  Onurum ve vicdanım adına yemin ederim ki   jürinin kararı "evet"tir. Sanık suçludur. <i>Bravo!

  Gereği düşünüldü. Bay Émile Zola, mahkeme tarafından bir yıl hapse   ve 3,000 frank para cezasına çarptırıldınız. Bravo!

   5 MART 1898 Biriniz yaralandığı takdirde, düello durdurluacaktır beyler. Yara muayene edildikten sonra, yaralanmış kişi isterse düello devam edebilecektir. Gardınızı alın!

  Başlayın!

  Hakem Bey, bu çok komik ama!

  Durun!

  Yarayı inceleyin lütfen, Doktor. Yara yok. Kıl payı sıyırmış sizi. - Rahatsız bu adam. - Hayır Senatör, ümitsiz. Bir şey yok!

  Hazırım. Gardınızı alın!

  Başlayın!

  Durun!

  Hayır, devam etmek istiyorum. Bir dakika verin bana!

  Ziyaretçi var. - Kimmiş?

  - Labori. La Santé'de hayat nasıl?

  Le Mont-Valérien'dan daha az güzel bir yer. Ama size bir armağanım var. <i>"Bugün, Savaş Bakanlığı Kabinesi'nde Yarbay Henry, Dreyfus'e atfedilen  1896 yılının ekim ayında yazılmış mektubu yazarı olarak belirlendi. <i>Savaş Bakanı, Albay Henry'nin derhâl tututlanmasını emretti. <i>Ardından Mont-Valérien Hisarı'na yollandı." - İtiraf ettiren neymiş?

  - Başka şansı kalmamıştı. Çürütülemez kanıtı mektubu fos çıktı. Kötü duran iki kağıt parçası yapıştırmış. Vay salak!

  Davayı yeniden yürütmek, Dreyfus'ü ülkesine geri getirmek sorunda kaldılar. Henry'yi kürsüye çağıracağım ve hükûmeti dize getireceğiz. Geri çekilin!

  Sessiz olalım lütfen!

  Bırakınız açıklama yapsın. Beyler, yaklaşık bir yıllık esaretimin sonunda   hükûmet, aleyhime olan tüm suçlamaları kaldırdığı   ve Yüzbaşı Dreyfus'ün davasının yeniden görüleceğini kararlaştırdığı için memnunum. Asıl hain Binbaşı Esterhazy'nin tutuklanmasını arzu ediyorum, teşekkürler. Esterhazy sizi düelloya davet etti. Cevabınız nedir?

  Şerefli biri, bir suçluya cevap vermeye mecbur değildir. Onunla ilgilenme işini adalete bırakıyorum, teşekkürler. İşte o!

  Bu sefer yakaladım işte seni!

  - Doyuma ulaşacağım ama!

  - Yürü git orospularınla doyuma ulaş. Korkak!

  Hain!

  Pislik Yahudi!

   DREYFUS FRANSA'DA  BİNBAŞI DREYFUS ÜLKEYE GERİ DÖNDÜ  BİR GELSİN BAKALIM  HAİN RENNES'DE - İsminiz?

  - Alfred Dreyfus. Yükses sesle söyleyin. Alfred Dreyfus. - Yaşınız?

  - Otuz dokuz. - Doğum yeriniz?

  - Mulhouse. - Rütbeniz?

  - Genel Kurmay muteber Yüzbaşısı. Vatana ihanetten suçlanıyorsunuz. - Bu konuda ne söyleyeceksiniz?

  - Ben  Ben  Ben masumum. İsmim ve çocuklarımın onuru adına bir kez daha   yemin ederim ki Albayım, ben masumum. Sağa dön!

  Hazır ol!

  Söz hakkı General Mercier'de. Evet, mahkemeye kanıt dosyalarının getirilmesi emrini verdim. Evet, gizli bir dokümandı, öyle olması da gerekiyordu. Son bir şey söyleyeyim size. Ben dürüst biriyim ve dürüst birinin oğluyum. İçime en ufak bir şüphe düşseydi   Yüzbaşı Dreyfus'e "yanıldım" diyecek ilk kişi ben olurdum. Demeniz gereken bu işte!

  Ama konu bu değil. 1894'ten beri düşüncem hiç değişmedi. Hatta, Dreyfus'ün masumiyetini savunmak için harcanan   acınası çabayı görünce görüşüm daha da sağlamlaştı. Tüm dünyadaki Yahudiler tarafından onun için harcanan milyonlardan hiç bahsetmiyorum. Tanığı sorgulayabilir miyim Sayın Hâkim?

  Saate bakılırsa, tanığın sorgusuna yarın devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. - Yapmayın ama  - Duruşma ertelenmiştir. Kalkabilirsiniz General. Georges!

  - Hazır mısın?

  - Evet, hazırım. Picquart!

  Gast!

  Günaydın, Labori. - Çekişmeye hazır mısınız?

  - Tam havamdayım. Bana verdiğiniz müthiş bombayla General Mercier'yi havaya uçuracağız Picquart!

  - İmdat!

  Yardım edin!

  - Yanından ayrılma. Yardım edin!

  Yardım edin!

  Durdurun şunu. Suikastçı!

 "Fransız halkı adına  9 Eylül 1899'da  kolordunun 10. sahasındaki Savaş Konseyi  14. Topçu Alayı'nın muteber yüzbaşısı  Alfred Dreyfus isimli şahsı, 2'ye karşılık 5 oyla  vatana ihanetten suçlu bulmuştur. <i>Ancak yine oy çokluğuyla mahkeme  hafifletici sebeplerden ötürü cezayı on yıl hapse indirmiştir." Hafifletici sebeplermiş!

  - Karıma göz kulak olunuz. - Tabii. Beklettim seni, kusura bakma. Tam evden çıkıyordum ki Mathieu Dreyfus geldi. - Ne istiyormuş?

  - Hükûmet kardeşine af sunmuş. - Fikrimi sordu. - Ne güzel bir haber bu Georges!

  - Ne söyledin ona peki?

  - Katiyyen kabul etmemesini söyledim. - Ama özgür olurdu en azından. - Özgür ama teorik olarak suçlu olurdu. - Beş yıldır çocuklarını görmüyor Georges!

  - Pes etmemeli. Şüphesiz biz kazanacağız. Hapsite kalsa daha çabuk kazanırız. Garson, konyak alayım. Madem boşandınız  -  evlenme ihtimalimiz var herhâlde. - Evet var. Evlenmeli miyiz?

  - Evlenme teklifi etmemi ister misin?

  - Pek değil. Neden?

  Çünkü, soruyu böyle sorarsan bir anlamı olmaz. Değil mi?

  Özür dilerim. - Benimle evlenir misin?

  - Hayır. Sahi mi?

  Kabul etmiyor musun şimdi?

  Sen evlenilecek adam değilsin Georges, sayende anladım ki ben de değilmişim. Eskisi gibi devam edelim.  ALFRED DREYFUS, AFFI ONAYLADI  YEDİ YIL SONRA YARGITAY, SUÇSUZ OLDUĞU HÜKMÜNE VARDI  ORDUDAKİ GÖREVİNE YENİDEN GETİRİLDİ Binbaşı Dreyfus geldiler Başkanım. İçeri alın. Generalim. Binbaşım. Buyurun. Şöyle oturun rahat rahat. - Buraya daha evvel geldiniz mi?

  - Hayır Başkanım. Pekâla  -  ne hakkında konuşmak istiyorsunuz?

  - Rütbem hakkında. Binbaşılığa terfim, suçsuz yere hapis yattığım yıllarımı saymıyor. Affınıza sığınarak söylüyorum, ama sizin terfiniz   sanki aktif hizmet vermişsiniz gibi ordu dışındaki sekiz yılınızı da sayıyıor. Ben bunu haksızlık olarak görüyorum. Ön yargıdan bu aslında. Anlıyorum. Peki bu konuda ne yapmamı istiyorsunuz?

  Beni atanmış olmam gereken rütbeye atamanızı. - Rütbeniz ne olmalı sizce?

  - Yarbay. - Özel mevzuatlar gerektirecektir bu. - Yerine getirmek gerekir, adil olan bu. - İmkânsız bu. - Neden peki?

  Kanun onaylamıyor çünkü. Siyasi ortam epey değişti. Geçmişte azılı düşmanlarımız olan kişilerle çalışırken yeterince sorun yaşıyorum zaten. - Tüm bu tartışmaları nasıl yeniden gündeme getirebilirim ki?

  - Doğru olan bu çünkü. Üzgünüm, Dreyfus. Mümkün değil. - Diyecekleriniz bu kadarsa  - Bu kadar. Bunca yıldır özel olarak konuşamadığımız fırsat olmadığı için üzülüyorum yine de. Evet, öyle. Tutuklandığım o sabahtan beri konuşmadık. Bu acı olayda benim de parmağım olduğu için çok özür diliyorum. İşleri gayet yoluna soktunuz bence. Tüm bunları yapıp ve nihayetinde Fransa Cumhuriyeti Hükûmeti'ne atanmış olmak güzel. Lakin, biraz tuhaf olacak ama  -  bugünlere siz olmadan gelemezdim. - Hayır Generalim. Siz bugünlere görevinizi yapmış olduğunuz için geldiniz.  İKİSİ BİR DAHA HİÇ KARŞILAŞMADI Çeviren: Berdan Demirci @awelessx||

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar