JEAN-LUC GODARD ALT YAZILAR
| |
choses-que-je-sais-delle 2
ONUN HAKKINDA BİLDİĞİM 2 veya 3 ŞEY O: PARİS ŞEHRİ Ağustos'un 19'unda
Paris'in Valiliğinde bir takım sorunlar ortaya çıktı.
İki gün sonra, Paul Delouvrier Paris'in
yeni valisi olarak atandı ve resmi bir bildirge ile yeni yönetim kadrosunu
açıkladı.
O: O bir aktris, Marina Vlady.
İki sarı şeridi olan mavi bir
kazak giyiyor.
Rus asıllı birisi.
Saçları altın sarısı veya açık
kahverengi, tam olarak emin değilim.
Evet, doğruyu söylemek gerekirse
büyükbaba Brecht söylerdi bunu sanatçılar doğruyu söylemeli diye.
Şimdi başını sağa çevirdi ama
bunun hiçbir önemi yok.
O: O burada yaşıyor, Juliette
Janson.
Sarı çizgileri olan gece mavisi
bir kazak giyiyor.
Saçları altın sarısı veya açık kahverengi,
emin değilim.
Rus asıllı birisi İki yıl önce
Martinique'deydim Tıpkı Simenon romanındaki gibi hangisi olduğunu
hatırlamıyorum Ah, evet, Muz Turistleri romanı.
Bir şekilde geçinmeliyiz Robert
sanırım ayda 1100 frank kazanıyor.
Şimdi başını sola çevirdi ama bunun
hiçbir önemi yok.
Gaullist hükümetin modernleşme reform
maskesi altında ana hatlarıyla kapitalizmi içleştirdiği sonucuna varmıştım.
Aynı zamanda hükümetin
sistemleşme ve üniterleşme planının ileride ülkenin ekonomisini yaralayacağı ve
bunun sağlam bir karakter hareketi olmadığına karar verdim.
18 DERSTE ENDÜSTRİYEL TOPLUM Ne
yapıyorsun?
Sadece yere bakıyordum.
Masaüstünü fark edemiyorum.
Saygon-Washington Görüşmeleri.
- Kim konuşuyor?
- Johnson.
Johnson mu?
Ne diyor?
1965'de, Hanoi'yi görüşmelere zorlamak
için büyük bir kederle pilotlarıma Kuzey Vietnam'ı bombalamalarını emrettim.
Büyük bir bombardımandı ancak
Hanoi görüşmeleri reddetti.
1966'da, yine büyük bir kederle Pilotlarıma
Haiphong'u ve Hanoi'yi bombalama emri verdim.
Bir dinleyeyim.
Büyük bir bombardımandı ancak Hanoi
görüşmeleri reddetti.
Temmuz 1967'de, hala büyük bir keder
duyarak pilotlarıma Çin Nükleer Tesislerini bombalama emri verdim.
Çok büyük bir bombardımandı, ancak
Hanoi yine görüşmeleri reddetti.
1967'de, Hanoi'i görüşmelere zorlamak
için ve yine büyük bir kederle pilotlarıma Pekin'i bombalama emri verdim.
Çok büyük bir bombardımandı ama
Hanoi yine görüşmeleri reddetti.
Şimdi, füzelerimizi Moskova'ya yönelttik.
Başkan Johnson diyor ki, Hanoi
artık anlamalı sabrımın bir sınırı var.
Lanet olsun, artık duyamıyorum.
Ten çorap gibi görünür şekilde
tasarlanmış taytlar giymemi ister miydin?
Elbiseleri daha naif, insanları
genç ve ince bacakları daha güzel gösteriyorlar.
Saçma sapan konuşmayı kes.
- "Madam Express"de
öyle diyor.
- Onu hiç duymadım.
Çok geri kafalısın.
Şimdi de Amerikan Generalleri
konuşuyor Vietnam’ı tekrardan taş devrine göndermek istediklerini söylüyorlar.
Taş, medeniyet ile aynı anlamda,
değil mi?
Mini'ni nasıl alabildin?
Juliette alabildi, çok iyi bir pazarlık
kabiliyeti var.
Sevgili George Washington, William
Pitt'le ne gareziniz vardı?
AMERİKAN BARIŞI BÜYÜK BOY BEYİN
YIKAMA
Bir çeşit gaipten ses gibi bir şeydi.
Bulaşıkları yıkıyordum ağlamaya
başladım.
Bir ses duydum: "Sen yıkılamazsın"
diyordu.
Ben, bana, kendim, herkes Gerçekten
bilemiyorum Çok karışık bir durum.
Saat kaç gerçekten bilmiyorum.
Zamanı ayırt edemiyorum.
- Ben gidiyorum.
- Roger gidiyor.
Sözlerimizin anlamlarını bulmaya
çalışmıştık oysa çok kolay yanlış anlaşılabiliyordu.
Şuna kabul etmeliydik ki birisi
için olayları sağlama almak pek de kolay bir şey değildi.
Hiç kuşkusuz, Paris'in planları,
hükümetin politikası, sınıf farklılıklarını doğurup, tekelcilerin, sekiz milyon
şehir sakininin isteklerini hiçe sayıp ekonomiyi kafalarına göre yontmalarına
neden olacaktı.
Gözler vücut olur sesler ise
Sen hiç rüya görür müsün, anne?
- Okula geç kalacaksın.
- Fakat bilmek istiyorum.
Rüyalarımda büyük bir deliğe
doğru çekildiğimi görüyorum.
Sonrasında binlerce parçaya
bölünmüş gibi hissediyorum.
Önceleri, bir atom bölünmesi
olsa bile, geriye bir parça kalacağını biliyordum.
Şimdi, birkaç parçanın yok
olmasından korkuyorum.
- Dün gece bir rüya gördüm,
bilirsin - Anlat bakalım.
Tek başıma yürüyordum, uçurumun
kenarına geldim yol sadece bir kişinin geçebileceği genişlikteydi aniden, iki
ikizin karşımdan yürüdüğünü gördüm.
Nasıl geldiklerini merak ettim.
Birden bire, ikizlerden birisi diğerinin
üstüne yürüdü ve tek bir insan haline geldiler.
Sonra anladım ki bu iki insan birleşen
Kuzey ve Güney Vietnam’dı.
Anadil nedir anne?
Anadil, bir adamın yaşadığı
evdir.
DERSİN KONUSU: ENDÜSTRİYEL
TOPLUM HAKKINDA İLERLETİLMİŞ DERSLER
Elektrik İdaresi, hanımefendi.
Elektrik saati nerede?
Korkarım borcunuz 50 frank.
Hizmetlerden yararlanmak daha
önce karşılaşılmamış bir şey değildi insanlar doğalgaz ile sıcak su
kullanırken, fatura hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorlardı.
Bu parayı kiraya vermek gibi veya
televizyon ya da araba ya da tatil olmaksızın yaşamak gibi bir şeydi.
Başka bir deyişle, günlük
rutinlerini değiştirmek gibiydi.
Yedi dakika daha.
Size Solange'ı getirdim, Bay
Gêrard.
Bir şey unutmadınız mı?
Elimden gelen bu ama gelecek
hafta karşılayacağım.
Üç dakika daha.
Gelebilir miyiz?
Kısa tutacağım.
Diğer çocuklarla şuraya git.
Gel de oyna.
Haydi bir hikâye okuyalım.
Mızmız Pouc, bir nehrin
kenarında yürüyormuş.
Bir bakmış, Madam Pelikan yumurtalarının
üstüne kuluçkaya yatmış.
Daima aynı hikaye: Bir modacı
gibi eğitilir ve küçük bir firmada işe girer birisi ile tanışır, hamile kalır, terk
edilir.
Bir sonraki sene, başka bir
adam, aynı şey.
Annesinin evinde sürekli öğütler
dinler aynı zamanda iki çocuğun nasıl yetiştirileceği konusunda ipuçları da.
Neyse, gündüzleri işini yapar, geceleri
ise fahişelik yapmaya başlar.
Bir gün iyi bir adam ona aşık
olur ve onunla evlenir.
Bir ev tutarlar.
Çok pahalıdır tabii ki.
Üçüncü çocuk da kapıdadır.
Kocası da ona sokak kenarlarını
gösterir.
Pamuk mu bu?
Böyle kıyafetleriniz var mı?
Yedide çıkacağım, sekizde
Jean-Claude ile buluşacağım.
Yemek yiyeceğiz, sonra sinemaya
gideceğiz.
Evet, nasıl konuşacağını
biliyorum.
Birlikte konuşalım.
"Birlikte" sevdiğim
bir kelime.
Binlerce insan birlikte, belki
de tüm şehir.
Kimse şehrin gelecekte nasıl görüneceğini
bilmiyor.
"Kent"in anlamının
cevherinden bir bölümü şüphesiz ki yok olacaktır.
Şüphesiz ki Belki Şehrin
yaratıcı ve şekil verici yönleri başka bir şekil ve kurum tarafından ele
geçirilecek.
Belki Televizyon ve radyo Kelime
haznesi ve sözdizimi, bilinçli ve kasten.
Saat üç olmadan yemek yok.
Deniz mavisi Shetland kazakları.
İhtiyaç duyulan yeni bir dil.
Saat sekizde uyandım.
Elâ gözlerim var.
ŞEKLİN PSİKOLOJİSİ
Nasıl yardımcı olabilirim?
- Bunu deneyebilir miyim?
- Tabii ki.
Bu odada biraz mavi, kırmızı ve
yeşil var.
Evet, gayet eminim ki kazağımın
rengi mavi.
Beyaz sana uyacaktır.
Uzun kollu pamuk kıyafetleri
istiyorum.
Çünkü mavi olduğunu
görebiliyorum.
Peki, ya bir hata yapıp maviye
yeşil deseydik?
Bu hoşmuş, ne zaman kapatıyorsunuz?
- Yedide.
- Bunu benim için ayırın.
Bunu yapamam, şefi görmelisiniz.
Bunu benim için ayırır mısınız?
Bankaya gidip geleceğim.
- Peki, ancak sadece saat altıya
kadar.
- Altıdan önce geleceğim.
Bu yüzden hislerim sürekli spesifik
amaçları ayıklayamıyor.
Mesela, "tutku"yu.
Bazen tutkunuzun amacını
bilirsiniz, bazen bilemezsiniz.
Örneğin, bir şeyi özlediğimi
hissediyorum ama ne olduğunu bilmiyorum veya hiç endişem olmamasına rağmen, bir
şeylerden korkuyorum.
Spesifik amaçları anlatacak başka
bir ifade var mı?
Ah, evet Olay ve mantık.
Mesela, bir şeyler beni ağlatır ama
gözyaşlarımın nedeni yanaklarımdan süzülen izlerinde değildir.
Başka bir deyişle bir şey
yaptığımda neler olduğunu ve hiçbir şüpheniz olmadan bunu bana neyin yaptırdığını
ifade edebilirsiniz.
Saat altıda döneceğim.
Şehri eleştiriye çekiyorum, sakinleri
ve tahvillerinin arasında tıpkı biyologların belirteceği ırk ve evrim arasında
olan ilişki gibi bir ilişki var.
Anca böyle sosyal patolojinin sorunlarını
çözüp yeni şehrin gerçek umutlarına bir yön kazandırabilirim.
Kendimi tek kelime ile
tanımlarsam; "İlgisizlik." Nasılsın?
Bu sabah geldim.
Jean-Paul'u bekliyorum.
Akşama kadar kalacağım.
Yeni ayakkabılar almışsın.
Du Sud Otoyolunun yanında büyük
bir banliyöde oturuyorum.
Paris'e ayda iki kere geliyorum.
Bilirsin, şu büyük beyaz binalar.
- Bunlar Amerikan ayakkabısı.
- Vietnamlıları çiğnemek için mi?
Güney Amerikalıları da çiğnemek
için mi?
Bir görüşmemiz var sanıyorum.
Teklifimi düşün, sadece yüzde 10
alırım.
Ne demezsin.
- Isabelle'i duydun mu?
- Evet, jilet kesmiş.
Korkmadın mı?
Savaş bitiyor, öyle ya da böyle bunu
zaten şimdilik yapıyorum.
İşte Juliette böyle, saat 15.
37'de, önündeki magazin dergisinin dönen sayfalarındaki nesneleri izleyip
duruyor.
İşte böyle, 150 kare sonra, bir
başka genç kadında, onun ikizini, aynı nesneyi görecek.
Nerede?
Peki, gerçek mi?
Onun tıpkısının aynısı?
Aslında, nesne neydi?
Yoksa birbirimizin arasında
gizli bir şey bir nesneden diğerine mi akıyor, bu şekilde mi hayatına devam
ediyor ama sosyal ilişkiler en baştan beridir belirsizdir fikirler ayrılıklara
yol açabildiği gibi birleştirici de olabilirken kelimeler anlamlarına ve ya
yorumlarına göre farklıyken bilinç dünyamı bir sürü boşluğa ayırabilirken nesnel
gerçekliğimin, beni diğerlerine temsil etmesi üstelik hem kendimden pişman olurken
hem de kendimi masum gibi görmem günlük yaşantımı etkileyen her olay iletişim
kurmamı engellerken yaptığım her hata yalnızlığımın farkında olmama neden
olurken nesnel yaşantımdan kaçmayı başaramayıp, bilinç dünyamı izole ederken var
olabilmenin erdemine ulaşamayıp üstelik hiçliğe doğru da yol alamazken dinlemek
zorundayım, etrafıma daha çok bakmalıyım Dünyaya, aileme İkizime.
Dünya yalnız bugün, kapitalizm
bizi savaşla tehdit ederek, işçi kesime kendi doğrularını kabul ettirmiş ve
devrimler imkansız hale gelmiş bilimin öngördüğü bilgiler ışığında da geleceğimiz
korkunç bir şekilde yaklaşmış gelecek, şimdi zamandan bile yakın hale
geldiğinde uzak galaksiler kapımın dibine geldiğinde ailem, ikizim Başlangıç
nerede?
Üstelik başlangıç ne?
Tanrı Cennet'i ve Dünya'yı
yarattı.
Ancak sadece birisi dilde
anlatımın uygunluğu ölçüsünde daha iyi, benim dilimde konuştuğum dünyalar
kavramı, benim dünyam, Dünyanın limiti benim, ben bitiririm.
Ne zaman ölümün bilgisi ve
gizemi bu limiti mahvederse zaten ortada soru kalmaz, cevap olmaz, sadece
belirsizlik olur.
Fakat nesneler tekrar
birleştiğinde bu sadece rastlantısal bir yeniden doğuş olur.
Her şey bunun altından çıkıyor.
Nerede ve ne zaman bilmiyorum ama
bir şekilde oluyor işte.
Tüm gün boyunca aynı hissi yakalamak
için uğraştım.
Ağaçların kokusunu alıyordum.
Dünyaydım, Dünya da bendi.
Yeryüzünün gerçekten yüzü var
gibiydi.
Bu sadece Yahudiler için Çünkü
burası tek yıldızlı bir otel.
Soyunurken beni izlemeni
istemiyorum.
- Neden?
- Öyle işte.
- Zaten çıplak kalacaksın.
- Bu farklı.
HALKBİLİMİNE GİRİŞ
Metro'da çalışıyorum.
Aşağıdan her gün iki milyon Parisli
geçiyor.
Hiçbirisini göremiyorsun, çünkü
polis fotoğraflara izin vermiyor.
Aynanın böyle durmasında bir
mahsur var mı?
Cinsel ilişki sırasında
pasifliğe yatkın olmam hususundan kurtulamıyorum Neden acaba, kadın olduğumdan dolayı
bir utanç mı?
Eğer ben, bununla mutlu olsaydım
ya da farksız olsaydım.
Evet, bazen bunlardan dolayı utanabilirdim.
Şimdi kendini bacaklarımın arasına
koyacak.
Hareket edersem, kollarımın ağırlığını
hissedeceğim.
Belki de Robert’i terk etmeliyim.
Dünyada bir yer edinmeyi
istemiyor, olduğu gibi kalmayı istiyor.
Martinique'de de böyleydi.
- Neden ruj sürüyorsun?
- Seni ne ilgilendirir?
- Nasıl istersin?
- Bilmiyorum.
- İtalyan işi?
- O nedir?
Sen ayakta durursun, ben diz
çökerim böylece beni görürsün.
GÜZELLİK
Aklımca cinsel özgürlüğünü kazanmış bir erkek çok çekici geliyor ama
normalde bundan nefret ediyorum.
Alçakgönüllülük aslında iyi bir
şey değil çünkü çok üzücü.
Utanç hakkında da aynısını
söyleyebilirim o da insanların fikir ayrılıklarını engelleyen bir şey.
Çünkü utanç eylemlerimizi toplumun
hassasiyetleri ve genel kabullenişlerine göre sınırlandırıp düzenliyor.
Yani o da üzücü bir şey.
Daha da ötesi, kötü bir şey kişiliğini
ve hislerini sınırlamana neden oluyor.
- Böyle ister misin?
- Kesinlikle hayır.
Madeleine bölgesinde çalışmam
için günlük 30 frank teklif ettiler.
Anlıyor musun?
Ben sekreterim.
İngilizce ve İtalyanca biliyorum.
Yine de iş vermiyorlar çünkü
yaşlandım.
Daha dün ajansta, "Hayır,
sana göre iş yok" dediler.
Sanat nedir?
Şeklin biçime dönüşmesidir, ama
biçim ise erkektir daha ötesi sanat şekilleri insanlaştırır duvarlara
bakıyorum, nesnelere Şimdi Asla Orada!
Tam baktığım anda!
Ne bronzluk!
Neredeydin?
Rusya'da.
- Nerede?
- Sessiz ol, Leningrad'da.
Rusların nesi hoş?
Mutlulukları, onun dışında diğer
herkes gibiler.
- Sadece sormuştum - Hemen hepsi
köylü.
Birkaç farklı tip var.
Duperretleri son zamanlarda
gördün mü?
Onları Gare St.
Lazare'nin kestirme yolunda
görmüştüm.
Bu doğru sanırım, insanlar birbirlerini
tanıyamıyorlar.
Kırılmış.
Egzersiz rampasında oldu.
Nasıl gidiyor?
Sevişmek gibi değil.
Yalnız fabrikalarda çalışmaktan
iyidir.
Fabrikada çalışmayı istemezdim.
Çocuklar nasıl?
Gerçekte söyleyeceklerimi anlatmak
için kelimeler yetmez.
İyiler ama pek de iyi
bakamıyorum.
Bekliyorum İzliyorum Peki bu?
Saçım Telefon Marianne telefon
sana.
- Yvonne orada mı?
- Hayır, hasta.
Bugün biraz erken çıkabilir
miyim?
Paulette kabul ederse çıkarsın.
Yolu geçerken çok dikkatli
oluyorum.
Hayatımı sona erdirebilecek bir
kazayı daha olmadan düşünmeliyim.
İşsiz hasta Yaşlı Ölüm Asla
düşünmüyorum.
Geleceğe yönelik hiçbir planım
yok, tüm beklentilerim yakın gelecekte.
Benim adım Paulette Cadjaris.
Yazman olarak eğitim falan
almadım.
Hayır, geleceğe inanmıyorum.
Etrafıma bakarım, önümdekilerle
uğraşırım.
Fırsat buldukça okuyorum.
Evet, insanların karakterlerini öğrenmeye
çalışıyorum.
Yürüyorum, tırmanıyorum bisiklet
sürüyorum, sadece eğlence için.
Sinema mı?
Ayda iki üç kere gidiyorum, yalnız
yazları gitmiyorum.
Hiç tiyatroya gitmedim, sanırım
tiyatroya gitmek yerine okumayı tercih ederim.
Biyografileri insan yaşantısını
öğrenmeyi, onların kişiliklerini işlerini seyahat kitaplarını antik tarihi Bir
ağaç gibi.
Sonra, François ile
evlendiğimizde her ne yapıyorsam yapayım hepsi sıradan şeylerdi.
Söyleyiş ile düşünüş arasında
gelişen bir etkileşim var.
Birisi şunu rahatça söyleyebilir
ki, bugün toplum içerisinde yaşamak büyük bir boşluk içerisinde yaşamakla
neredeyse aynı.
Oysa bu söyleyiş, ortadaki
düşünüşü tam anlamıyla ifade edemez.
Örneğin Örneğin, olguları nasıl
açıklarsınız?
Saat 16.
10'da, o öğleden sonra Juliette ve Marianne'ın Juliette'in kocasının çalıştığı
garaja gelişlerini, nasıl gösterir veya anlatabilirsiniz?
Doğru yol, yanlış yol tam olarak
neler olduğunu kim söyleyebilir?
Tabii ki ortada bir Juliette, kocası
ve garaj var ancak tüm bunlar imgeleri açıklamak için kullandığımız kelimeler
değil mi?
Yoksa ortada hiçbir şey yok mu?
Çok yüksek sesle mi konuşuyorum,
çok yakından mı bakıyorum?
Mesela, terk edişler vardır üstelik
Juliette Faulkner gibi eroinman olmasa bile bu terk edişler vahşi palmiyeler kadar
dramatik kabul edilebilirdi.
Bir başka kız daha var doğruluğuna
hiç kimse şahit olamasa bile.
Bulutlu bir gökyüzü var, eğer
kafamı çevirirsem duvarda da kelimeler var.
Neden tüm bu tabelalar gerçekliği
çizmek yerine hayallerden sökme işler yaparak söyleyişten şüphe duymama neden
oluyor.
||
**
choses-que-je-sais-delle 3
İmgelerin içinde, hiçbir şey, en iyi veya en kötü olmuyor.
Gözlerim mantığımı yok etmeden önce,
onarmaya çalışırken nesneler vardı ve onlara insanlardan daha uzun zamandır var
oldukları için onlara insanlara gösterdiğimizden daha çok ilgi gösterirsek ölü
nesneler belki canlanırdı.
Yaşayan insanlar çoktan ölmüşler
zaten.
Tekrardan mutlu mesut yaşamak için
kendime neden arıyorum.
Şimdi bu analizi daha ileriye
taşırsam sanırım basit bir hayat yaşamak için bir sebep bulabilirim ve şimdiki
zamanın getirilerinden eğlenmeyi bırakabilirim işte bu, yaşamak için
yakalanabilecek nedenlerden birisi onu yakalayıp bir iki saniye tutabilirsem çevresinde
bulunan şartlardan onu söküp çıkarabilirim.
İnsanların dünyasının en basit
olgusu haline getirip insanlara kendi ruhlarının derinliklerini gösterip insanların
uyum içinde yaşadıkları yeni bir dünya yaratabilirim işte amacım bu!
Politikanın hikâyesi, insanlara
tutkunun büyümesini açıklar.
Kimin tutkularının?
Benimki; bir yazar veya ressam
olmak.
Öğleden sonra 4.45.
Şimdi Juliette hakkında mı terk
edişler hakkında mı konuşmalıyım üstelik her ikisini de anlatabilmem
imkansızken?
Hadi her ikisi hakkında
konuşalım, bu Ekim gecesinde, hafifçe sirkilelim.
20.
YY'IN BÜYÜK UMUDU - Ne zamandan
beridir buradasın?
- Üç yıl.
- Nerelisin?
- Cezayir.
Burada olmayı daha mı çok
seviyorsun?
- Kız veya erkek kardeşin var mı?
- Bir kız bir erkek kardeşim var.
- Peki annen baban?
- Onlar eve döndüler.
Baban ne iş yapıyor?
Pilot.
- Annen?
- Çalışmıyor.
Bu resim üç medeniyetin buluşmasını
gösteriyor.
Boş vakitler devrini, Anahtarlık
devrini ve Aylaklık devrini.
Üstelik, eğer uyuşturucu alacak paranız
yoksa, renkli televizyon alın.
Bilmiyor muydun?
Gecelik 150 frank sanıyordum.
Tüm gece için 150 frank mı?
Bu delilik.
Burada değil.
Neden bilmiyorum, ama bazı
şeyleri düşünüyordum.
Büyükmüş değil mi?
Banyosu bile var.
Gerçek ağlarını örüyor, yoksa bu
da bir soru mu?
Bu da bir soru.
Peki adam nerede?
- Ne diyor?
- Burada soyunacağız.
İş bitsin bunu giyeceğim.
Chez Vog'dan aldım.
Paco Robannes'in kıyafetini gördün
mü?
Süper bir şey, küçücük metal
disklerden yapılmış.
Harika bir şeyler, tabii gece
için.
Fransızca konuşabilirim.
Oradakilerin hepsi çılgın.
Bir ölü Vietconglu Amerikan Hazinesine
milyonlara mal oluyor.
Johnson o paraya senin gibi 20.000
kız bulabilirdi.
Bir tek ben varım işte, tek
bildiğim bu tek söyleyebileceğim bu.
Tişörtün çok Amerikancı.
Evet, boşluklara şehirler inşa
edilir.
Şehrin en küçük birimleri mi?
Bilmiyorum.
Yaşayanlarıdır Evet, en küçük
birimleri en önemli ve değişmez birimleri.
En basite indirgersek, şehir
büyük bir şölendir.
Kendi kendini idare eden hiçbir
olgusu yoktur.
Daima çevresini saran bir
şeylerle sınırlıdır.
Maalesef bu şölenin tek
katılımcısı sadece benim.
Her bir şehir sakini şehrin müdavim
çarklarına bağlanmış kalmış peki neyle?
İmgelerle, genellikle kurumlarla
demlenen imgelerle.
İmgenin fiziksel açıklamasıyla.
Paris gizemli bir şehir boğucu Doğal.
Neler oluyor?
Adam deli.
Bakmazsak daha çok eğlenirmiş.
Hayır, öyle değil.
Boş ver, yapacağım.
1966'nın 17 Ağustosunda Avrupa'daki
birisinin, Asya'daki birisini düşünebilmesi çok garip bir durum.
Düşünmek, sözde bu da bir eylem ancak
yazmak, yemek, içmek gibi bir eylem değil.
Düşünmek, senin içindedir.
Eğer birisi bana bu şarkıyı devam
ettirmemi söylese yaparım, evet, devam ederim.
Sürecin ne garip bir ayağı bu birisinin
neyi sevebileceğini ettirebileceğini bilebilmek?
Bilmiyorum.
Örneğin, birisinin ortada olmayan
bir hayalini düşünebilirim ve ya onu bir sözüyle hatırlayabilirim üstelik ölü
olsa bile.
Örneğin, ben: "Çekiciyim"
veya "Sabırsızım" diyebilirim.
Şimdi süreci anlamaya başlıyorum.
Bu değişken hayal gücünün gerçek
nesneleri yorumlamaya çalışması bir şey söylemek, bir şey söylemeye çalışmak belki
de sinir ve kas sisteminin belirtilerinden birisi.
Örneğin, ben: "Robert ile
Elysee-Marbeuf'da görüşeceğim.
" dedim, diyelim.
Şimdi bunu kelimeleri
kullanmadan düşünmeye çalışacağım ne sesimi çıkarıp ne de nefes alarak.
- Birini mi bekliyorsunuz?
- Evet, karımı.
Ben de bekliyorum ama
gelmeyebilirim.
- Onun için bir şeyler mi
yazıyorsunuz?
- Hayır, kendime yazıyorum.
Ne kötü, yağmur yağacak.
Maalesef, bu Yoldaş Lenin
değildi.
Rigenerato Lastiklerinden alın!
Rigenerato Lastikleri, bir
lastiğin sunabileceği özelliği barındırıyor.
Leon Pelli, evden eve nakliyat, taşımacılık,
seyahat 108.
kavşak, mezarlık bölümü, Joubert
Philips.
Fıskiye bir köpeğin salyası gibi
kasvetli bir şekilde akıyordu.
Gül benden korktu: Asla gülmüyor
kendini temizle, yabancı diyordu; saflığa gireceğim, dedi Demetrius Saçının
lüleleriyle suya doğru battı kız, göz kapaklarını, dudaklarını, parmaklarını
ıslattı.
Güzel Pyrenees'in kalbinde seçkin
bir güzellik, bağışlamacılık bulabilirdiniz.
4 Eylül, 24.
bölüm, Paris 2.
Telefon: 7422134.
"Hala bir çılgının
davranışlarındaki " " düşüncesizliği nasıl yenebileceğimi bilmiyorum.
" Nikita Khrushchev "Yakında Paris'e gideceğim" dedi, Bayan
Calendar'ın kendisine kapılarını açtığındaki mütevaziliğiyle.
- Bana söyleyebilecek bir şeyin
yok mu?
- Önemli bir şey yok.
Peki sen?
Ne yaptığımı söylememi mi
istiyorsun?
Söyledin, yazıyorsun.
Fakat çok özel bir şey.
Öbür taraftan mesajlar aldım.
Bunların yapıldığı bir film
izlemiştim.
Yağmurla ilgili dediğini, tekrar
söylesene.
Yağmurlarını severim.
Bunu söylemedin.
Hayır, söylemedim.
Yağmur beni üzer dedim.
Bu oldukça bayağı değil mi?
Hayır, çünkü yağmur herkesi
üzmez.
Bana ilginç bulduğun bir şeyler söylesene.
Filmlerdeki insanlar gerçekte asla
konuşmaz.
Seninle bunu denemeliyim.
Benle gerçekten konuşmak mı
istiyorsun?
Çünkü sadece yabancısın.
Yabancılarla konuşmayı severim.
O halde konuş.
- Konuşmanın manasını biliyor
musun?
- Kelimeleri söylemek.
Peki kelimeleri söylemek nedir?
Kelimeleri söylemek konuşmaktır aptalca
ve ilginç şeyleri söylemek.
Peki birlikte nasıl konuşacağız?
Gerçekten konuşmak, bir şeyler
paylaşmaktır.
Peki, ilginç bir şey seçelim ve onun
hakkında konuşalım.
- Pekâlâ, hadi seks hakkında
konuşalım.
- Her zamanki gibi.
Bundan çekinir misin?
Sanırım sen çekinirsin.
Öyle düşünüyorsun, oysa değilim.
Sence neden öyleyim?
Neden insanlar seksten
çekinirler?
Ben çekinmiyorum.
Peki, senden bir şey söylemeni
isteyeceğim iddiaya girerim sen redeceksin.
Hadi bakalım.
Söyleyeceğine yemin et.
Bu aptallığına veya benim isteyip
istemediğime bağlı.
- Gördün mü?
Çekindin.
- Alakası bile yok.
Pekala, sana diyeceğim "Seksüel
organım bacaklarımın arasında" söyle bakalım.
Okulda değiliz.
Hayır fakat bu seksi
çağrıştırdığı için bundan çekiniyorsun.
- Hayır.
- Söyle o zaman.
Neden?
Bu çok aptalca.
Bu sigarayı yakmak kadar basit
bir şey.
Hayır, sigarayı yakarım çünkü sigara
içmek isterim.
Apaçık belli bir şeyi söylememin
manası nedir?
Gözlerin var olduğu gibi, cinsel
organın da var.
Neden söylemiyorsun?
Çünkü gözlerim hakkında veya
omzum hakkında veya seks hakkında konuşmuyorum.
Konuşmalısın, çok güzel gözlerin
var, aynı şekilde güzel bir ağzın da.
Bu Nobel Ödülünü kazanan adam
değil mi?
Ivanov mu?
Olabilir.
Komünist etiği nasıl olmalı?
Beklentim, şuan nasıllarsa öyle
olmalı?
Bu ne anlama geliyor?
Birbirine sahip çıkmak, herkesin
devleti adına çalışmak onu sevmek sanatı ve bilimi sevmek.
O halde farklılık nedir ki?
Komünizm geldiğinde bunu açıklamak
daha kolay olacak.
Evet, anladım, para.
Para büyük bir şeytan, çünkü onu
anlamadan çalıyorsun.
Sana bir soru sorabilir miyim?
- Birisi birine karşı dürüst
olabilir mi?
- Senin yaşındayken, kesinlikle.
Peki senin yaşında?
Benim yaşımda Bir olasılığı
olabilir.
Hayır, her zaman vardır.
Haklısın.
Bir taraf mutlaka hayatın
sarhoşluğuna karşı duyarlı olmalı.
Sana bir soru daha sorabilir
miyim?
Şiirler gelişmeye yönelik midir,
yoksa sadece süslü müdür?
Hayatımızı süsleyen her şey, gelişmeye
yöneliktir.
Hayat sarhoşluğu derken: Birayı
mı kastettin, votkayı mı?
Hiçbirini.
Sadece sarhoşluğu kastettim.
Hiç denemedim.
Hayat sarhoşluğu ne demektir?
Sanırım ne olduğunu biliyorsun.
Genelde çok üzülürsem, ağlarım.
Korkunçtur.
Benle konuşacak zamanın yok mu?
Aslında, yazmayı bitirsem daha
iyi ama şuan her zamankinden daha da kötü gidiyor.
Lütfen bana bakma, çok
utanıyorum.
Ancak bana sadece sen yol
gösterebilirsin.
- Neden ben?
- Bilmiyorum.
- Neden ben?
- Bilmiyorum işte.
Arkadaşların yok mu öğretmenin,
ailen falan?
Evet, var.
Onlar iyi insanlar değil mi?
Bazıları değil.
Zekiler mi?
Evet, zekiler.
O zaman neden ben?
Kitaplarımı okudun mu?
Pek okumadım Ancak okulda
derslerimizde gördük.
Sence bu garip değil mi, buna
rağmen benimle konuşmak istemen?
Senin çok cesur olduğunu
düşünmüştüm.
Bu cesaret meselesi değil ki yetenek
meselesi.
O halde dursak iyi olur.
Gideceğim.
Tüm gün boyunca ne yaptın, zeki
çocuk?
Bu sabah, işteydim Garajımda.
- Garaj senin mi?
- Hayır değil.
O zaman neden "benim"
diyorsun.
"Garajda.
" Haklısın.
Dinlemiyorsun.
Garaj olduğunu nereden
biliyorsun?
O kelimenin bir havuzu veya
oteli tarif etmediğini nereden biliyorsun?
Sanırım tarif edebilir.
Aynen öyle.
Nasıl nesneler kendilerine özgü
isimler alıyorlar?
Onlara o isim veriliyor.
Kim tarafından?
Çok şey biliyorsun da kendini
biliyor musun?
Pek değil.
Gilbert yavaşça kaşlarını çattı.
Martine farkına vardı ve utandı.
Düalizm ilkeleriyle bakılınca, Macarların
başarısı ulusaldı oysa İtalya ve Almanya'nın yükselişi evrenseldi.
Bir yumurtalı mayonez daha ve
kremalı çikolata.
Parmaklarım istemsiz olarak
hareket etti.
Bir ses, "Konuşacaktır.
" dedi.
Sular durdu, sesler kesildi.
Nefesimi tekrar tuttum.
Karanlıkta iki memur karın
boşluğuma vurdu içtiğim tüm sular dışarı fışkırdı.
Düşününce, her nasılsa, bu
tutuklama pek de mantık işi değildi.
- Siz ne alırsınız, Mösyö
Pecuchet?
- Bir sürpriz.
Hiç sürprizimiz kalmadı.
Var olmak zorunda kalmayı
düşününce madem, var olup, ölüm düşüncesine nail olunacaksa madem, var olup,
ölüm düşüncesi
ROMANIN SOSYOLOJİSİ
Acele et, tüm gün bekleyemem.
- Niye orası olmaz?
- Orası bir oda değil.
İnsanları fotoğraflamak,
öldürmek için olguları beklemeye gerek yok şuan.
Varoluşun alfabesine dönmek
gerek.
İyi de ne zaman?
Sadece gerçekleştiğini
hatırlıyorum.
Belki de bu o kadar önemli
değildir.
Metro'nun yolu üzerindeki otelin
yolu üzerinde.
Bunu tüm gün boyunca düşündüm.
Beni Dünya'ya bağlayan bir şey
hissettim.
Aniden, hissettim ki, Dünyaydım Dünya
da bendi.
Sayfalar boyunca, her ciltte, bunu
açıklamaya çalıştım.
Yeryüzünün gerçekten yüzü var
gibiydi.
Demek istediğim, sadece basit bir
yüz ifadesi olan bir surat gördüğüm.
Ancak bu sıra dışı ifadelere sahip
değil manasına gelmiyor ve ya sizin bunu tanımlayamayacağınız.
Belki de siz, o şuydu veya buydu
demek istersiniz.
Tıpkı Çehov'un Natasha'sına
benziyordu ya da tıpkı Flaherty'nin filmindeki, Nanook'un kız kardeşine
benziyor.
Ancak takdir edersiniz ki bunu
kelimelerle anlatmak güç.
Tıpkı yüzümün ifadelerinin bir
şeyleri gerçekten ifade ettiğini hissetmem gibi.
Bir şey ana hatların dışında
duruyor.
Yani biçimin parçalarının ana
hatlarının tıpkı, eğer şöyle söylersek bu yüzün basit ifadelere sahip olması Sonrasında
sonrasında Aslında, ne ise o, olduğu.
Mesela, yorgunluk.
Sattığımız dairemiz şehrin en iyi
yerlerinden birisindeydi, oysa biz oraya sıkışmıştık aynı şey değil.
Ne yapıyoruz?
Baştan alacağız.
Burada olmak güzel, çok
eğleniyoruz.
Oyun yok oysa.
Merdivenler orada, çok tehlikeli.
BURASI SATILDI Atlıkarınca ile
salıncakları götürdüler.
Yerine koyacak bir şeyimiz olsa
iyi olurdu.
Git çocuğu bul.
Anahtar nerede?
Merhaba.
Ne yapıyorsun?
Ödevimi.
- Ne hakkında?
- Arkadaşlık.
Okumam gerekiyor.
Yeni okulumda, erkeklerle kızlar
karışık.
Karma eğitim veriyorlar.
Erkeklerle kızlar arasında
arkadaşlık mümkün müdür?
Evet ya da Hayır de.
Evet, çünkü bazı kızlar çok
iyiler.
Maryse, Martine, Ghislaine,
Roseline bu kızlarla konuşabiliyoruz.
"Merhaba çocuk"
diyorum, "Merhaba" diyorlar.
Bozuşana kadar da konuşuyoruz.
"Sessiz ol diyor"
erkek çocuk, "Evet, ama sen konuştun" diyor.
Eğer anlaşırsak, tekrar konuşuyoruz.
Bu durumda kızlar iyilerse arkadaşlık
da güzel oluyor.
Maryse ve Roseline ile çok ciddi
tartışmalarımız oluyor.
Rosaline "Bu probleme
cevabın nedir?
" diye sormuştu "A bölü B eşittir AOB" Başa dönersek,
kızlarla arkadaşlık mümkündür ve güzeldir.
Hayır, çünkü diğer kızlar hep
aptal ve uyuşuk.
Gözlüklü olanlarla konuşmuyoruz,
onlarla kavgalıyız.
Her şey mümkündür.
Devam edebilir miyim, lütfen?
"Sen baş belasısın"
diyor bana ben de ona tekme atıyorum, bana mürekkep atıyor, öğretmen geliyor bu
durumda arkadaşlık mümkün değil ve hiç de güzel değil.
Ayaklarım su içindeyken
elektriğe tutulmayı tercih ederim.
İyi veya haylaz kızların hepsi çok
temiz geneli de çok güzeli, yani onları beğeniyorum.
Eh, geldik artık.
- Nereye?
- Eve.
- Peki şimdi ne olacak?
- Yatacağız.
Neyin var senin?
- Peki sonra?
- Uyanacağız.
- Ondan sonra?
- Yine aynı şeyler olacak.
Uyanacağız, yemek yiyeceğiz.
Peki sonra?
Bilmiyorum.
Öleceğiz.
Peki sonra?
- Birazcık okuyabilir miyim?
- Peki.
Bir şey bilmek ne anlama geliyor?
Robert, Solange'ı getirsene
lütfen.
Gözlerime bak Gözüm olduğunu
biliyorum, çünkü görüyorum.
Dizimin falan olduğunu
biliyorum, çünkü öyle söyleniyor?
Peki ya söylenmeseydi?
Hayatım nasıl olurdu?
Hitler gelse, onu vururdum.
Nasıl emin olabiliyorum?
Onu beklemek zorundayım.
Geldiği anda, vuracağım.
Hayır, nerede olduğunu
bilmiyorum.
Bilmediğim zaman, hayal ediyorum.
Nerede olduğunu bilmediğimde, nasıl
hayal edebilirim?
Hayır, hâlâ hayatta mı
bilmiyorum.
Evet, belki de gerçeklik ile hayal
arasında kararsızım.
Evet, şunu söylemeye meyilliyim
ki gerçek nesneler aslında her zaman var olamazlar doğruluğunu kanıtlamak için düşüncelerimizi
doğruluğunu bilmeliyiz.
Düşüncelerimiz gerçekliğin parçalarından
biri değildir ancak gölgeleridir.
Emin değilim.
Çocuklar uyudu.
Birini tek kelime ile tarif
edersem: Gayri-ölü.
Ortalama bir pratik zeka geniş
açılı isteklere eğilimlidir ve karar verme yeteneğine sahiptir.
Richardson, Buloz ve Henry, ajansları
tarafından çalıştırılan 2589 işçi arasında pratik yapay zeka puanına göre
kıyaslama yaptılar, yöneticilerin 84, şeflerin ve ustabaşlarının 78, normal
işçilerin ise 74 olduğunu buldular.
Başarılı insanlar kendilerine
güvenen, ancak agresif olmayan insanlardır.
- Buna katılıyor musun?
- Evet.
Başarılı insanlar, olası
başarısızlıklarına karşı hazırlıklıdırlar.
"Bilmiyorum.
" demekten korkmazlar.
Sadece kendinden emin birisi yenilgiyi
kabul edebilir.
Katılmıyorum.
Beğenmiyorsan başka bir şey oku.
Gerçek veya yanlış aşk arasındaki
fark hakkında bir şey biliyor musun?
Yanlış aşk beni, benim gibi terk
eder.
Zaman beni ve sevdiğim insanı
değiştirir.
Değiştiğimi mi düşünüyorsun?
Ben sadece yoruldum.
Hayır, sen değil.
Ben değiştim.
Değiştim ve hâlâ aynıyım.
Ne anlama geliyor bu?
Bilmiyorum.
Öyleyse bana bir sigara ver.
Radyomdan reklamları dinliyorum ve
Esso'ya teşekkür ediyorum.
Hayalimin peşinden giderken arabamı
dikkatli kullanacağım.
Hiroshima'yı, Auschwitz'i,
Budapeşte'yi unutacağım Vietnam’ı da unutacağım, Hindistan'daki kıtlık
problemlerini de.
En başa dönene kadar, her şeyi
unutacağım ve sıfırdan başlayacağım.
Çeviri: Kastore kastore@k.
ro||
Alphaville [TR]
7500||5955000||Altyazı tercüme: Volkan Memişoğlu baadermolothoff@hotmail.
com A L F A K E N T Lemmy Caution'ın tuhaf bir macerası Bazen, gerçeklik
sözel iletişim için fazlasıyla karmaşıktır.
Ama söylence(efsane),tüm dünyaya
yayılmasını mümkün kılacak bir şekilde bu gerçekliği dışa vurur.
Alfakent'in varoşlarına
yaklaştığımda Okyanus zamanına göre saat 24.
17 idi.
Sessizlik.
Mantık.
Güvenlik.
Tedbirlilik.
Çalıştığım gazete bana bir oda
ayarlamıştı: -Adınız?
-lvan Johnson -Hangi gazete?
-Figaro-Pravda Oda 344.
Oturma izni almış mıydınız?
Festival ziyaretçisi olsanız bile
bunu yapmak zorundasınız.
Çantanız, efendim.
-Lütfen efendim.
-İstemez.
Kaybol.
Bu taraftan, efendim.
Yorgun musunuz, efendim?
Uyumak ister misiniz, efendim?
Buradan, efendim.
Yorgunsanız, dinlenebilirsiniz,
efendim.
İşte burası, efendim.
Burası yatak odası, efendim.
-Şimdi neyi arıyorsun sen öyle?
-İncil var mı yok mu ona
bakıyorum, efendim.
-Herkeste bir tane bulunur.
-Ona inanır mısın ki?
Evet, elbette.
Yatıştırıcıları sizin için banyoya
bırakıyorum.
Ben çok iyiyim.
Yine de çok teşekkür ederim.
-Banyo yapacak mısınız, efendim?
-Evet, parlamam lazım.
Size yardım edeyim, efendim.
Kravatınız da, efendim.
-Yine ne var?
-Mahzuru yoksa sizinle birlikte
banyo yapacağım, efendim.
Dinle taşbebek,ben şu
kocaoğlanlardanım Kendi başıma da hatun bulabilirim.
Şimdi kaybol ortadan.
Bayanlara karşı kibar olun, Bay
Johnson.
Sıçayım.
Bu da nereden çıktı?
Çocuk sizi memnun etmedi mi?
Ya kızkardeşiniz, bayım?
-İyice hamlaşmışım.
-Ne, efendim?
Ne haltlar dönüyor burada?
Uyuşturucu falan mı aldın sen?
Hayır, gayet normal, efendim.
Bu koduğumun şehirlerinde tuhaf
olan ne varsa normalden sayılıyor zaten.
Şu sandalyeye otur.
Adı Beatrice'di.
Dediğine göre üçüncü sınıf bir
baştan çıkaranmış.
Yüzündeki kederli ifadeye ve tazeliğine
vurulmuştum.
Bu Galaksinin başkentinin
yörüngesinde olmayan bir şey.
Tut şunu yukarı doğru.
Bir Guadalcanal gazisi için hiç
te fena değil.
Tam da senin hakkında düşündüğüm
gibi.
Git oyunlarını başkasıyla oyna.
Daha önce de duymuştum.
Evet?
Bay Johnson.
Bayan Natasha Vonbraun sizi
arıyor.
Bir dakika lütfen Leonard Von
Braun, ölüm ışınının yaratıcısı.
Dirisini getirin, temizleseniz
de olur.
Söyleyin ona beklesin, 5 dakika
içinde aşağıda olacağım.
Şu an yukarı geliyor.
Henry Dickson, Ajan X21, 12,
Enrico Fermi, Alfakent.
Ateşiniz var mı?
Bunu size vermek için 9000 kilometre
yol katettim.
-Ben Natasha Vonbraun.
-Evet, biliyorum.
Nereden biliyorsunuz?
Siz Bayan Vonbraun'sunuz.
Evet, çok iyiyim, çok teşekkür
ederim.
Dışülke'den geliyorsunuz,değil
mi Bay Johnson?
-Herşey kafanıza göre mi?
-Evet.
Size hizmet etmem emredildi.
Alfakent'te bulunduğunuz süre
boyunca.
Kimmiş bu emri veren?
Otoriteler, tabii ki.
Festival için mi gelmiştiniz, Bay
Johnson?
Hangi festival?
Şu büyük olanı; Dışülkenin insanlarının
gelme nedeni -Fikrimi sorarsanız,bence sizin gelmemeniz aptalca.
-Nedenmiş o?
Festival neredeyse bitmek üzere;
gelecek seneye kadar da yok.
Deme yahu.
Evet, Bay Johnson Ama bu akşam
bir gala resepsiyonu var.
Çok görkemli.
Bakanlıklardan birinde.
Ben gidiyorum; uyarsa siz de
gelin.
Tamam.
Ne zaman?
Öncelikli başka bir işim var da.
Oturma izni almaya gitmek gibi bir
zorunluluğunuz mu var?
Hayır.
O da neymiş?
Oraya gitmeyi ihmal
etmemelisiniz,Bay Johnson.
Sonra buluşsak ta olur.
Yok, oraya yarın giderim.
Önce bir arkadaşla görüşmeliyim.
Benimde, yapacak işlerim var.
Size adresi vereceğim, yani
nerede olacağımı.
Beni ararsınız, sonra da beraber
gideriz.
Tamam.
1 ya da 2 saat içinde.
Tamam , sonra görüşürüz, Bay
Johnson.
Ben de sizinle aşağı geleyim,
bayan.
Bay Johnson, Dışülke'de insanlar
nasıl?
Hiç gitmediniz mi?
Hayır, ama babam ben küçükken
bana oradaki insanları anlatmıştı.
Şimdiyse onlar hakkında düşünmek
yasaklandı.
Sık sık sizden yabancılara refakat
etmeniz istenir mi?
-Evet, bu benim işim.
-Bazen, güzel oluyor olmalı.
-Neden?
-Hiç aşk maceraları yaşamaz
mısınız?
-Ne?
-Hiç biri size aşık olmadı mı?
Aşık?
O da ne?
Bilmek istediğim bir şey var,
bayan.
-Evet, Bay Johnson.
-Beni eşek yerine koymayı -bitirdiniz
mi,yoksa daha yeni mi başlıyorsunuz?
-Beni rahat bırakın.
Cevap verin ama.
Anlamıyorum, neden
bahsediyorsunuz?
Farkedin artık, Prenses.
Ben de sizin neden
bahsettiğinizi bilmiyorum.
Hep böyle zaten.
Asla hiçbirşeyi anlamıyorsunuz.
Evet, bu hep böyledir.
Asla hiçbirşey anlamazsınız.
Ve bir gece, bunu ölümle
noktalarsınız.
-Hangi yöne gidiyorsunuz?
-12, Enrico Fermi Heisenberg
Bulvarı'ndan sonra, Matematik Parkı'ndan fazla uzakta değil.
Arabam var, isterseniz sizi
götürebilirim.
-Tamam.
Anahtarları getireyim.
-Size kur yapmamı istemez
misiniz?
-Ne?
Gerçekten ne anlama geldiğini bilmiyor
musunuz?
Tebessümü ve sivri uçlu dişleri bana
eski vampir filmlerini hatırlatmıştı.
Sinerama (3 boyutlu,sesli sinema
tekniği) müzelerinde gösterilen cinsten.
Ben bir programcıyım, 2.
sınıf Natasha geçmişten gelen
bir isim.
Evet, ama yaşamda sadece şimdiki
zamanı bilebilirsiniz.
Hiçkimse geçmişte yaşamadı, veya
hiçkimse gelecekte yaşamayacak.
Neyse, getirdiğiniz için sağolun.
İşimi yapmak bir zevktir, Bay
Johnson.
Daha çok var mı?
Biliyorsunuz Kuzey Kuşağı'nı
geçmeliyiz, Bayan.
Alfakent'in nüfusu ne kadar?
Unutmayın, Oturma İzni Kontrol
Dairesi'ne gitmelisiniz.
Evet.
Tam olarak neyle geçiminizi
sağlıyorsunuz?
Çalışıyorum bir gazetede.
Profesör Vonbraun babanız mıydı?
Onun hakkında yazacağım yazı
hayati önemde.
Bir buluşma ayarlayabilir misin?
Bilmiyorum.
Onu hiç görmedim.
Bir sorarım.
Nihayet, burada ayrılıyoruz.
-Buarada mı?
-Fikrimi değiştirdim.
Sizde adresi var mı?
Evet.
Ona durmasını söyleyin.
Tele-İletişim.
Tele-İletişim yapmak istiyorum.
-Galaksi mi yoksa yerel çağrı mı?
-Yerel.
Kulübe 2.
Bayan, şu adamı tanıyor musunuz?
Tabii ki onu tanıyorum.
Aptal olmayın.
Galata Köprüsü'nün bitiminde .
.
Kızıl Yıldız'ı bulursun.
Benim mekanım.
Orasını lüks ve ışık içinde
parıldayan şatafatlı galaktik koridorlarımıza benzetemezsiniz.
Sadece geniş bir labirent
aslında, yüksek,birbirine kenetlenmiş.
Kızıl Yıldız oteli mi bu?
Evet, öyle, teşekkür ederim.
-Bay Dickson odasında mı?
-Çıktı.
İyi, ben de beklerim.
Paranız var mı bayım?
Eğer yorgunsanız kendinize bir
sandalye çekebilirsiniz, efendim.
Onu yeniden görmek istedim Duc
de Montpensier'in kabrini.
Prens'in boylu boyunca uzanan
heykeli Pradier'in eseridir.
Prens'in giydiği kıyafet Henry,
benim!
Konuşacak çok şeyimiz var.
-Anahtarım nerede?
-Param nerede, Bay Dickson?
-Benim anahtarım.
-Onun anahtarı.
Ve bir bira.
Ya ben?
Neden acele edip intihar
etmiyorsun?
Güneyden gelen kuzenimiz için o
odaya ihtiyacımız var.
Dışülke'den mi geliyorsun?
Neden intihar etmeni istedi
senden?
Öyle yapan öyle yapan çok kişi
var.
Buraya uyum sağlayamayanlar.
Yaklaşık 30 yıl önce
Pekin-kent'teki Çinlilerin icat ettiği bir yöntem.
Caydırma onların güçlü yanlarıdır.
Peki ya uyum sağlamayanlar, veya
intihar da etmeyenler?
-Onlar idam edilirler.
-Evet, otoriteler.
Ama saklanılabilir, bilirsin.
Geride pek fazlası kalmadı Dick
Tracy, öldü mü?
Ya Guy Leclair?
Neden onlardan haber alamadık, veya
senden, Henry?
Üzgünüm.
Olur böyle şeyler Peki şu Alfa
60'ta neyin nesi?
Dev bir bilgisayar, şu büyük şirketlerde
kullanılanlar türünden.
Nueva York lBM Olivetti General
Electric Tokyorama Alfa 60 yüzelli ışık yılı daha güçlü.
Anlıyorum.
İnsanlar olasılıkların kölesi olmuşlar.
Burada, Alfakent'teki ideallleri
bir tür teknokrasi, termitler vekarıncalarda olduğu gibi.
Anlamadım.
Yanılmıyorsam 150 ışık yılı önce
150, 200 karınca toplumunda sanatçılar yaşardı.
Sanatçılar, yazarlar, müzisyenler,
ressamlar.
Bugün ise, artık yok.
Hiçbirşey.
Aynı burası gibi.
Tüm bunları Profesör Vonbraun mu
örgütledi?
O mantıksal emirlere uyuyor.
O zaman neden onu öldürmedin?
''Neden'' bu sözcük ne anlama
geliyor?
Unutmuşum Kızını tanıyor musun,
Natasha'yı?
Gerçekte kim olduğunu?
Los Alamos'a gönderilen kişi
oydu.
(erkek anlamında "o") O
zamanki adı farklıydı.
Cevap ver!
O zamanlar kullandığı isim bu
değildi.
Dinle, Henry Buradan beraber
kaçacağız; düzeleceksin.
Ama öncelikle yapman gereken Bu
çok korkunç bir sır, ama İçeri buyrun, Madame la Marquise.
Paltom, Madame Récamier.
Teşekkür ederim, Madame
Pompadour.
Madame Bovary, Marie Antoinette Madame
Lafayette Madame, aşk bu!
Rusçasını söyleyeceğim.
Böylesine bir genç ve ben.
Lemmy vicdan Alpha 60 yaptır özyıkım
Duyarlılık Gözyaşı dökenleri kurtar.
Evet, evet, işte o.
"Acının başkenti" 14,
Işık Radyasyon.
Genel Anlambilim Enstitüsü Nerede
olduğunu biliyor musun?
Kuzey Kuşağı'ndan mı,yoksa Güney
Kuşağı'ndan mı geçmemi tercih edersin?
Ne fark eder ki?
Kuzey'de kar var.
ve Güney'de de güneş.
Herneyse, gecenin sonuna doğru yolumdayım.
Yani, pek farketmez.
Alfakent'teki ilk gecemdi ama
bana sanki asırlar geçmiş gibi geldi.
Çok memnun oldum, çok teşekkür
ederim.
Bayan Natasha Vonbraun.
-Hangi bölüm?
-Programlama ve hafıza.
Merkezi Hafıza Alfa 60 ile olan
mantık örgütleniminde başlangıçtan beri oynadığı rol neticesinde böylelikle
adlandırılmış oldu.
Ancak kimse geçmişte yaşamadı ve
kimse gelecekte yaşamayacak.
Tüm yaşamın biçimi şimdiki
zamandır.
Bu nitelik hiçbir şekilde
değiştirilemez.
Zaman bir çember gibidir sonu
gelmez bir şekilde dönen.
Aşağı doğru dönen yay kısmı
geçmiş, yukarı tırmanan diğer yarısı ise gelecektir.
Herşey söylendi oturmuş
sözcükler anlamlarını değiştirmezler anlamların ait oldukları sözcükleri değiştirmediği
gibi.
Acı çekerek yaşamaya mahkum
birisinin; refah içinde yaşamayı adet edinmiş başka birisinden farklı bir çeşit
dine gereksinim duyduğu gerçeği, pek kesin değildir?
Bizden önce, hiçbirşey varolmadı.
Hiçkimse.
Burada tamamen yalnızız.
Yeganeyiz, dehşetli bir biçimde
tekiz.
Sözcüklerin ve ifadelerin anlamı
bundan sonra kavranmayacak.
Yalıtılmış bir sözcük, veya bir
tasarımın ayrıntısı pekala anlaşılabilir.
Tüm bu kaçışların anlamının
dışında.
1 sayısını bilirsek 2 sayısını
da bildiğimize inanırız çünkü bir bir daha iki eder.
İlk olarak "artı"nın
anlamını bilmemiz gerektiğini unutuyoruz.
Ben gidiyorum.
İnsanlığın geçmiş yüzyıllardan süregelen
eylemleri onları aşama aşama yok edecek mantıksal olarak Ben, Alfa 60 bu
yokoluşa hizmet eden mantıksal bir aygıtım sadece.
İyi geceler, Yoldaş.
Seni bir daha asla görmeyeceğimi
sanıyordum.
-Gidelim mi?
-Anahtarları getireyim.
Çıktım geldim zira dediğinin tek
kelimesini bile anlayamadım.
Aslında çok basit.
Bu akşam yaşam ve ölümün aynı döngüde
olduğunu öğrendik.
-Ölümden korkar mısın?
-Tabii ki hayır.
Neden?
Tanjantı merkez bölgelere aldık.
Radyoda trafik bültenleri
sürerken Natasha o tatlı sfenks ses tonuyla benimle konuşuyordu.
Tatlı sfenks Genelde
büyükelçiler veya bölgelerden gelen delegasyonlar bu işlere bakar.
Buradaki herkes neden böylesine üzgün
ve kasvetli gözüküyor?
Çok fazla soru soruyorsun.
Çünkü elektrik sıkıntısı
çekiyorlar.
Sözümona kapitalist sözcüğünün
veya komünist dünyanın özü, insanlarını, beyin yıkamanın veya finansın gücünün.
.
boyunduruğu altına girmesini
sağlayan kötü bir iradeden ziyade; kabaca,herhangi bir örgütlenimin tüm kendi
eylemlerini planlamasına ilişkin doğal bir başarma ve elde etme tutkusudur.
Sözün kısası, bilinmeyen
miktarını asgariye indirmek için Sizin bu süprüntü yığınına Alfakent değil, Sıfırkent
demeli bence.
-Ne göreceğiz?
-Bilmem, ışık ve ses.
-Millet nerede?
-İnanıyorum ki; çoktan başladı
bile.
Acele et.
Geç.
kaldık.
Başlamış bile.
Elektrikli sandalyeyle idam
etmiyorlar mı artık?
Sevgilim,sende biliyorsun ki 17.
planın şartları konusunda cesur adımlar atıldı.
Gördün mü, sana söylemiştim.
Burada kal.
-Tanıştır beni onunla.
-Sana burada durmanı söyledim.
Çok önemli insanlarla
birlikteyiz.
-Fotoğraf çekebilir miyim?
-Bir sorarım.
Evet.
-Ne yapmışlar ki?
-Mahkum edildiler.
Sadece erkekler mi?
Genel olarak infaz edilenler
arasında 50 erkeğe 1 kadın şeklinde bir oran vardır.
Evet ama işledikleri suç nedir
ki?
Mantıksız davranışlarda
bulundular.
Dışülke'de de bu bir suç değil
midir?
Mesela şu adamı biliyorum.
Karısı öldüğünde ağlamıştı.
Bunun için mi mahkum edildi yani?
Herhalde.
Artık yaşamaya terfi etmeliyiz.
Doğrudan sevdiklerinizi kendinize
hedef seçin.
Dinleyin beni, normaller!
Biz sizin artık görmediğiniz
gerçeğin farkındayız!
Gerçek şu ki insanın özü sevgi
ve inanç, cesaret,duyarlılık,cömertlik ve fedakarlıktır.
Gerisi ise kör cehaletinizin ilerlemesiyle
oluşan engellerden ibaret!
Bir gün Bir gün Afedersiniz
Profesör ama sizinle konuşmam gerek.
Gazetecilerle asla konuşmam.
Ben gazeteci değilim.
Daha sessiz bir yerde konuşamaz
mıyız?
-Hoşçakalın, bayım.
-Bay Nosferatu.
Bu adam artık varolmuyor.
Ağlıyor musun sen?
Hayır, çünkü bu yasak.
Dolu.
Dolu.
Boş.
Burada oturun ve sizinle
konuşulduğunda cevap verin.
Ben hiçbirşey yapmadım.
Yeni gelenlerin sorguya
çekilmesi gerekir.
Alfa 5.
Adınız nedir?
Doğum yeriniz neresi?
Nueva York Kaç yaşındasınız?
Bilmiyorum 45.
Arabanızın markası nedir?
Herşeyin üstünde sevdiğiniz şey
nedir?
Altın ve kadınlar.
Alfakent'te ne yapıyorsunuz?
Figaro-Pravda gazetesi için bir
makale.
Korkmuşa benziyorsunuz.
Korktuğum falan yok sandığınız
gibi değil.
Herneyse, anlamazdınız zaten.
Emin olun ki aldığım kararlar görünürde
daima en hayırlı sonuca hizmet eder.
Şimdi size güvenlik önlemi
olarak bazı sınama soruları soracağım.
Hayır, devam et.
Dışülke'den geldiniz.
Galaktik uzaydan geçerkenki duygularınız
neydi?
Sonsuz uzay boşluğu beni dehşete
düşürmüştü.
Ölülerin ayrıcalığı nedir sizce?
Bir daha ölmemek.
Geceyi neyin aydınlattığını biliyor
musunuz?
Şiir sanatı.
Dininiz nedir?
Vicdanın ilham kaynağı olmasına
inanırım.
Bilginin ve sevginin gizemli
ilkeleri arasında bir fark gözetir misiniz?
Bana kalırsa sevgi veya aşk, herneyse,
herhangi bir gizem barındırmaz.
Doğruyu söylemiyorsun.
Anlamadım.
Bazı belli şeyleri saklıyorsun.
Yalan söylememi gerektiren bazı
nedenlerim olduğunu kabul ediyorum.
Ama yalan ve doğruyu nasıl ayırt
edebiliyorsun?
Belli şeyleri gizliyorsun ama
henüz onların ne olduğunu bilmiyorum.
İlk kez olmak üzere,artık
özgürsünüz.
Sizden Kontrol Kompleks'ini ziyaret
etmenizi isteyeceğim.
Benimle gelin Bay Johnson.
-Nereye gidiyoruz?
-Baş Mühendisin yanına.
Ah, ortalık aydınlandı.
Oturun Bay Johnson.
Çok önemli bir durum.
Evet, 3 yılımızı Büyük Omega Eksi'yi
arayarak geçirdik.
Pekala Bay Johnson Alfakent'i
nasıl bulıyorsunuz?
Fena değil, bir de nerede
olduğumu bilseydim.
Alfakent'in merkezindesiniz, Alfa
60'ın içinde.
Alpha 60'ın görevi,
Alfakent'lilerin sonradan keyif alacağı sonuçları hesaplamak ve tasarlamaktır.
Neden?
Burada ''neden'' denmez; ''çünkü''
denir.
Bireylerin hayatında, ulusların
hayatında olduğu gibi herşey birbiriyle bağlantılıdır, ve herşey sonuçtur.
Bu, Profesör Leonard
Nosferatu'nun meşhur teorisidir.
Leonard Nosferatu diye biri
artık yok, Bay Johnson.
Dışülke onu 1964'te sınırdışı
etmişti.
Bugünse sadece Profesör Vonbraun
var.
Hatırlıyorum, çöldeki bir kasabaya
gönderilmişti.
İcadını kusursuzlaştırmak için.
Sürgün edilmişti yani.
Şimdiyse Dışülke çaresizce
ellerini ovuşturarak geri dönmesini umuyor.
Üzerimize bir sürü casus
saldılar.
Belkide siz de bir casussunuz Bay Johnson.
Biliyorsunuz,ben sadece özgür
bir adamım.
Anlamsız bir cevap.
Biz hiçbirşey bilmeyiz.
Yaptığımız şey kayıt
etmek,hesaplamak, sonuç çıkarmaktır.
Bir saat kadar önce, Alfa 60'ın
1.
4 milyar sinir hücresinden biri seni sorguya aldı.
Cevapların zorlayıcıydı ve bazen
de kodlanması olanaksızdı.
Bundan ortalamanın üstü bir
zekan olduğu sonucunu çıkardık.
Bazen üstün zekaya insan formatında
ihtiyaç duyarız.
Öte yandan bundan hiçte aşağı
kalmayan insana özgü bir güvensizlik sözkonusu.
Yani bana ne yapacaksınız?
Şimdilik, sana Alfa 60'ı göstermemiz
için emir aldık.
Emri size kim verdi?
Profesör Vonbraun?
Kesinlikle hayır.
Bir emir mantıksal bir sonuçtur.
Mantıktan korkmamalı.
Tek kelimeyle bu.
Peryot.
183 Omega Eksi'nin devre
bileşenleri İşlev Bozukluğu.
Hesaplama mı yoksa hafıza bileşenleri
mi?
Hafıza.
Profesör Eckel ve Jeckel.
Çok iyiyim, teşekkür ederim, tanıştığımıza
memnun oldum.
Ben de.
Büyük Omega Eksi'nin ne olduğunu
öğrenmek istiyorum.
17.
Elektrik Planımız yetersiz.
Er ya da geç, Dışülke'liler bize
savaş açacak.
Bu yüzden, onları işgal etmeyi kararlaştırdık.
Professor Vonbraun yönetimiyle, Omega
Eksi "Anti-Madde" üzerinde zafer kazanacaktır.
Anlıyorum, ideal.
Belki de senin gibi adamları Dışülke'nin
zayıf noktalarını anlatması için kullanabiliriz.
Geçmişte bulunma eğiliminiz bizim
için kullanışlı olabilir.
Bu adamakıllı beyinlerini
yıkadığımız kişileri; diğer galaksileri, grevleri, devrimleri,aileiçi
kavgaları, öğrenci ayaklanmalarını tahrik etmek için kullanıyoruz.
Biz buyuz: Büyük Omega Eksi -Nerede
şimdi?
-Alfa 60'ın görünmeyen kısmı.
Gelecekte olacaklardan çok geçmişte
ne olduğunu düşünüyorsunuz.
Kameranız eskiymiş.
Teknik İnanmadığım bir şeydir.
Evet, ne demezsin.
Jeckel banyomdaki herife neden ateş
ettiğimi sordu ki bütün o olanlar sadece bir psiko-testten ibaretmiş bu arada.
"Kavga etmek için çok
yaşlıyım, o yüzden ateş ettim" gibisinden bir cevap verdim.
Ölümcüllüğe karşı tek silahım
budur.
-Bu nedir?
-Merkezi Sorgu İstasyonu.
Burada Alfa 60 sorunları gözden
geçirir.
Alfa 60 tarafından kullanılan
biçimler ve referanslar bir insanın anlayabileceğinden çok daha karmaşıktır.
Ne tür sorunlar?
Tren ve uçak hareketleri insanların
ve eşyaların hareketleri elektrik dağıtımı suçla mücadele askeri harekatlar 7no.
lu unsur,İşlev bozukluğu Ne oluyor?
Dışülke ile olan savaş.
Alfa 60 tarafından düzenlenmiş
bir görevin işleme konması için basit bir eğitim genellikle yetersiz kalır.
Bu yıkımı başlatanın ben ya da planımı
benimseyen biliadamları olduğu düşüncesini aklınızdan çıkarın.
Sıradan insanlar dünyada
bulundukları konumları haketmiyorlar.
Bu insanların geçmişlerinin
analizi otomatikman bu sonuca varmamızı sağlar.
İşte bu yüzden bunların
yokedilmesi gerekir.
Yani: biçimleri
değiştirilmelidir.
(transforme olmalıdırlar) Kimsenin
bu durumu benim için resmetmesine ihtiyacım yok.
Vonbraun ve onun kurmaylarının yönetimi
altındaki tüm bu yıllar boyunca, Alfakent; insan aklının hayal bile edemeyeceği
karmaşıklıktaki sorunları ele alarak kendilerini geliştiren elektronik
beyinlerin rehberliğinde büyük bir hızla gelişmişti.
Yabancılar yavaş yavaş asimile
ediliyordu bilhassa İsveçliler, Almanlar ve Amerikalılar.
Diğerleri,yani asimile
edilemeyenler ise yalnızca ve tek kelimeyle öldürülüyorlardı.
İnfazların tehdidi altında yoluma
devam ediyordum.
Genellikle böylelerini bir odada
oturturduk ve koltuklarında bir gösterimi izlerlerken elektrik vererek infaz
ederdik.
ardından onları dev çöp kutularına
boşaltırdık ve tiyatro salonu sıradaki grup için hazır olmuş olurdu.
Eğer bireylerden biri ıslah edilebilirlik
bakımından umut vaadediyorsa mekanik ve propagandasal tedavinin kısa zamanda
kendisini iyileştireceği bir kronik hastalıklar hastanesine gönderilirdi.
Bana öyle geliyordu ki buradaki
varlığım çarpıtılmış ve alacakaranlık anılara ve hiç şüphesiz,berbat bir yazgıya
doğru adım adım ilerliyordu.
Tek bir çarem kalmıştı.
Üstün varlıkların diğer
galaksilere saldırmasını önlemek pek mantıklı olmayacaktı.
1 adet jeton atın.
Teşekkür ederim.
Yukarı mı çıkıyorsunuz,efendim?
-Hayır, ayakkabılarımı parlatacağım
biraz.
-Tabi efendim.
-Anahtar bu adamda.
-Bu taraftan,efendim.
Yorgun musunuz efendim?
Uyumak ister miydiniz,efendim?
Evet, uyumak: rüya görmeye bağlı
bir şey.
Tam olarak nesin sen?
Baştan çıkaran kadınım,üçüncü
sınıf.
Meslektaşın gitti mi?
Kim?
Beatrice?
Bilmiyorum; uzun bacakları olan
bir sarışın.
Çevredeki apartman dairelerinde çalışıyor.
Biz sadece yerlerini aldık.
Hiç Dışülke hakkında birşey
duydun mu?
Asla.
-Defol buradan!
-Niçin?
Eğer biri sorarsa, bilmiyorum
dersin.
Ben çok iyiyim, tekrar çok
teşekkür ederim.
Eğer küçük prensesimiz olmasaydı
Gelmem yasaklanmıştı, ama sizi tekrar görmek istedim.
Olur şey değil!
Madem buradasın, bana bir
kahvaltı söyle.
Tabi efendim.
Pardon, ben çok iyiyim, tekrar
çok teşekkür ederim.
Ben de.
Kafanı eğ.
Sorun ne?
Hiç.
Sadece bir düşünce.
Kahvaltım ne alemde?
Kahvaltı tele-siparişi vermek
istiyorum.
Numaranız neydi?
Numaranız var mı?
Alfa 60'tayken bana numara falan
vermediler.
Kontrol numaranız değil, oda
numaranız.
Bu kitaptan haberin var mı?
''Acının Başkenti'' (Capital of
Pain) Bazı sözcüklerin altı çizili.
Metamorfozların ıssızlığında
yaşıyoruz.
Gün boyunca sürüp giden; zamanın,büyük
acıların veya şefkatin ötesinde olan bu yankı silsilesi bir yana Acaba vicdanımızın
yakınında mıyız yoksa onun uzağında bir yerde miyiz?
Bunlar anlamadığım sözler.
Vicdan Ya bu: sohbet halindeki
ölüm.
Peki ya bu?
Gölerin,herkesin
"bakış"ın anlamından bihaber olduğu despotik bir diyardan geri döndü.
Bunun ne olduğu hakkında cidden
hiçbir fikrin yok mu?
Bana birşeyler hatırlatıyor.
Bilmediğim birşeyler.
Çıplak gerçek.
Bunu iyi biliyorum.
Umutsuzluğun kanatları yoktur, aşkın
da.
Suratsız, konuşmuyorlar.
Onlara bakmıyorum, onlarla
konuşmuyorum.
Ama aşkım ve umutsuzluğum kadar
diriyim de Ya bu: Ölmek ölmek değildir.
Ya bu: Aldatıcıdan da aldatıcı.
Bu: Değişen erkekler.
Hiç gizli mesaj diye birşey, duymadınız
mı Bayan Vonbraun?
Gizli mesaj?
Bir giz(sır)'in ne olduğunu
bilmiyor musun?
Evet.
Planlama sırları, atomik sırlar,
hafızanın sırları.
Şimdi ne aranıyorsun sen öyle?
Bu şehir bana kafayı yedirtiyor!
Bir incil arıyorum,içinde var mı
yok mu diye.
Silme gerzek misin nesin?
Tabii ki aradığım sözcüğü bulmak için Nerede bu?
Her odada mutlaka bir tane bulunur.
Korkmaya başladım.
Siz geldiğinizden beri ne olup bittiğini
anlayamaz oldum.
Ben sanırım anlamaya başladım.
İşte geldi.
''Vicdan'' bunda yok.
Ben çok iyiyim, teşekkür ederim.
Artık burada mevcut değil.
Bu da şu an itibariyle artık kimsenin
"Vicdan" sözcüğünün anlamını bilmediği anlamına gelir.
Çok kötü.
1 şekerli mi 2 mi?
Bu İncil değil ki, bu bir sözlük!
Dışülke'de ikisi de aynı şey değil
midir Bay Johnson?
Şimdi cevap ver bakalım, ne için
bu?
Neredeyse hergün sözcükler
tedavülden kalkar,yasaklandıkları için.
Yerlerine yeni fikirleri ifade eden
yenileri gelir.
Geçen iki ya da üç ay içinde çok
hoşuma giden bazı sözcükler ortadan kalktı.
Hangileri onlar?
Merak ettim.
Kızılkalp çiçeği, gözyaşı dökme.
Sonbahar ışığı.
Bir de duyarlılık.
Sizin yanınızdayken korkuyorum.
Sizi bir daha görmememi
emrettiler.
Kim?
Alfa 60 mühendisleri mi?
-Evet.
-Korktuğun nedir ki?
Korkuyorum zira hiç görmediğim ya
da okumadığım halde o sözün anlamını biliyorum.
-Hangi söz(cük)?
-"Vicdan" "Vicdan"
(Le Conscience) -Hiç Dışülke'de bulundunuz mu?
-Hayır.
Emin misiniz?
Evet.
Yalan söylüyorsunuz.
Neden bana böyle dargınsınız?
İnanıyorum
ki"Neden"den ziyade "Çünkü" demeniz gerekir.
"Neden" mi dedim ben?
Eğer düşman kulakları
dinlemedeyse seni de duymuşlardır.
Şey,o zaman dikkatsizlik
etmişim, çünkü bu yasaktı.
Belki de bunu kullanmış olmak senin
hayırına olur.
Ne zaman "neden" dedim
ben?
Öncelikle başka bir soru: Nerede
doğdun?
Burada,Alfakent'te.
Bir yalan daha.
Belki de farkında değilsin,ama yalan söylüyorsun.
Gerçeği bilmeliyim: doğum yerin
neresi?
Dedim ya burası diye.
Hayır,Tokyorama'da.
Doğan Güneşin Ülkesi.
Hadi durma söyle.
Tokyorama'da, Doğan Güneşin
Ülkesi'nde.
Veya Floransa'da, belki de neresi
olduğunu kendin için hatırlamaya çalış Natasha.
Neresi?
Neresi?
Bilmiyorum.
Göğün Güney Denizleri kadar mavi
olduğu yer.
Floransa,göğün Güney Denizleri kadar
mavi olduğu yer.
Veya Nueva York'ta.
Kışın Broadway'in kar içinde bir
kürk manto gibi parıldadığı yer.
Görüyorsun ya,Dışülke'yi
biliyorsun.
Baban Nueva York'tan 1964'te
kovalanmıştı Seni de buraya getirdi,yani bu da buralı değilsin demek.
Bu kitabın ne olduğunu biliyorum.
Bizimle beraber Nueva York'tan gelen
adam,bu kitapları o yazmıştı.
Ona ne olduğunu bilmiyorum.
Buradaki yasaklı ikametgahlarda yaşayıp
intihar ediyorlar.
Alfa 60'ın onları bazen kullandığını
biliyorum.
Onları kontrolü altına alıyor.
Nasıl olur?
Çünkü anlaşılması zor şeyler
yazıyorlar.
Şimdi anlıyorum: buna eskiden
şiir denirdi.
Gizli saklı şeyler olduğuna
inanılırdı, ama aslında bir hiçten ibaret.
Kontrol mekanizması bir saat
kala veya onun gibi birşey,bu tip şeyleri kodlar.
Geri kalan herşeyde olduğu gibi,
asla bilinmez.
Bu faydalı olabilir.
Kesinlikle.
İyi derecede organizeyiz.
Seninle beraber burayı terkedip Dışülke'ye
gitmek isterdim.
Ama korkuyorum.
Seninle görüştüğüme göre, artık
"normal" değilim.
Ne zaman "neden" dedim
ben?
Neden?
Çünkü siz daha iyi bilirsiniz, Bay
Johnson.
Hayır,bilmiyorum.
Hangi anlarda?
Söyleyin bana.
Çok sık.
Örneğin geçen gece koridordayken.
Bu kez siz yalan söylüyorsunuz.
Size aşık olmak üzere olduğumu söylediğim
zaman.
Aşık olmak?
O da ne?
Bu.
Hayır,ne olduğunu biliyorum: şehvet.
Hayır,şehvet sadece bir sonuçtur.
Aşk olmadan varolamaz.
O zaman aşk ne peki?
Ses tonun,gözlerin ellerin,
dudakların Sessiz anlarımız,sözlerimiz Sönen ışık tekrar yanan ışık.
Aramızdaki tek bir tebessüm.
Blginin arayışı içinde, biz
değişmemişe benziyorken gecenin gündüzü yaratışını seyrettim.
Ey tüm aşıklar, yalnız tek bir
aşık ağzın sessizce mutlu olmayı vaadetti.
Uzağa, uzağa, der nefret; Yakına,yakına,
der aşk.
Bir okşayıştır çocukluğumuza yol
gösteren.
İnsanları,gittikçe bir aşıklar
diyaloğu halinde görüyorum.
Yürekler ağızda.
Herşey tesadüfi.
Bütün sözler düşünceden yoksun.
sürüklenen duygular şehri
turlayan erkekler Bir bakış,bir söz.
Çünkü seni seviyorum.
Herşey hareket halinde.
Yaşamaya terfi etmeliyiz.
Doğrudan sevdiklerinizi kendinize
hedef seçin.
Ben sana doğru yürüdüm, ışığa
doğru,bitmeksizin.
Gülümsersen,bu beni daha iyi sarıp
sarmalar.
Kollarının ışığı sisi dağıtır.
"Kederin Başkenti" Baş
mühendisin beni ne şekilde kullanacağını öğrenmeliyim.
Sanırım galaksilerarası çifte
ajan olarak.
-Eckel'in dediği doğru o zaman.
-Ne dedi ki?
Dünyanın geri kalanını sabote etmek
için heryere casus gönderdiğinizi.
Elbette,bunu okulda öğrenirsin
zaten.
Beni ele verecek misin?
Konuşamıyorsun, ya da işine
gelmiyor.
Bu otelden Dışülke ile irtibat kurabilir
miyim?
Galaksi Hizmetlerine bir sor
bakalım.
Benim yapmamı ister misin?
Dışülkeler Tele-iletişim kurmak
istiyorum.
tele-iletişim hizmeti birkaç günlüğüne
askıya alındı.
-Ne diyecektin ki?
-Alfakent'e atomik bir saldırı.
Sonra açıklarım Prenses, ama
önce çıkıp gidelim buradan.
Profesörü bulmalıyız Nerede
oturuyor?
-Bizimle gelin!
-Nereye?
-Oturma İzni Kontrol merkezine.
-Şaka yapıyorsun!
İki büklüm olduğu an yakalayın.
Öykü 842,Bayan.
Birgün çelimsiz adamın teki bir
Kuzey Bölgesi kafesine girmiş "Bir bardak çok sıcak,şekerli kahve
istiyorum ''demiş.
Ve eklemiş: ''Parasını
ödemeyeceğim, çünkü kimseden korkum yok'' Kahvesini içmiş.
Oradan ayrılmış.
Kahvesini içmiş ve ödememiş.
Kafe sahibi birşey dememiş, bir
rezalet çıkmasından korkmuş.
Ancak çelimsiz adam aynı
numarayı birkaç defa daha yinelediği zaman kafe sahibi şöyle demiş: "Artık
burama geldi, bir dahaki sefere geldiğinde bu çelimsizi pataklaması için güçlü
bir adam tutacağım" Böylece,dördüncü günde çelimsiz adam,"Bir bardak çok
sıcak,şekerli kahve istiyorum " dediğinde irikıyım olan adam yanına gitmiş
ve şöyle demiş: "Demek kimseden korkmuyorsun?
" "Evet öyle!
" "Valla ben de!
" "Peki",der çelimsiz adam, "Şunu 2 bardak çok
sıcak ve şekerli kahve yapalım o zaman!
" Dışarıda,Oturma İzni Merkezi'nde buluşalım.
Siz burada kalıyorsunuz Bayan
Vonbraun.
Geçen gece yalan söylediniz.
Dickson'ın ölümünü siz organize
ettiniz.
Niçin?
Adınız Ivan Johnson olarak olarak
yazılıyor olabilir ancak Lemmy "Caution" ("uyarı") olarak
telaffuz ediliyor Dışülke'nin sıfır sıfır üç numaralı gizli ajanı.
Alfakent'in güvenliği için bir
tehdit oluşturuyorsunuz.
Sizin normal dediğiniz şey olmayı
reddediyorum.
Mutasyona uğramış diye
adlandırdıklarınız neredeyse kökünü temizlemek üzere olduğumuz sıradan
insanlara karşı üstün bir ırk oluşturuyorlar.
Düşüncesi bile saçma.
Bütün bir ırk yokedilemez.
Başarısızlığı imkansız kılmak
için gerekli hesaplamaları yapacağım.
Ben de başarısızlığı mümkün
kılmak için elimden geleni yapacağım.
Benim tasarladığım herşey başarıya
ulaşır.
O kadar emin olma; benim de bir
sırrım var.
Sırrınız nedir?
Söyleyin bana Bay Caution.
Gece veya gündüz,asla değişmeyen
birşey.
Geçmiş kendi geleceğini temsil
eder, düz bir çizgide ilerler yine de tam bir çember oluşturarak sonlanır.
Çıkaramıyorum.
Sana söylemeyeceğim.
Devrelerimin birkaçı bilmecenin
çözümünü araştırıyor.
Bulacağım.
Eğer bulursan,aynı zamanda kendini
de yoketmiş olacaksın zira akrabam,kardeşim olmuş olacaksın.
Doğmamış olanlar, gözyaşı
dökmezler ve pişmanlık duymazlar.
Bu bakımdan seni ölüme mahkum etmek
mantıklı olandır.
Sikeyim seni de,mantığını da!
Vardığım yargı adildir evrenin
iyiliği için çalışıyorum.
Eğer bizi diğer galaksilerden
sürmeye çalışıyorsanız,bunu başaramayacaksınz.
Bir yere gitmiyorsun; çıkış
bloke edildi.
Göreceğiz.
Profesör Vonbraun - nerede yaşadığını
biliyor musunuz?
Merkezi Saray,Güney Bölgesi, Hammaddeler
İstasyonunun arkası.
Gidelim.
Kımıldama.
Böylelikle sözünü tutacağına
eminim.
Dışarı!
Dışarı!
Gazeteciler giremez!
"Gazeteci" ve "adalet"
sözcüklerinin aynı harfle başladığını biliyor muydun?
(journalist-justice) Söyle
patronuna.
Sizin için ne yapabilirim Caution
Efendi?
Burada haberler çabuk yayılıyor.
Çünkü çok hızlı bir şekilde Işık
Uygarlığına girme aşamasındayız.
Saniyede yaklaşık 300.000 Km.
Dışülke'ye geri dönüyorum.
Siz de benimle gelin.
Bizimle kalın Bay Caution.
Savaş bittiğinde size başka bir galaksi
görevi vereceğim.
Altın ve kadınınız da olacak.
Öyle harikulade bir bilim seviyesine
hükmediyoruz ki, atomik güç üzerindeki eski Amerikan ve Rus kontrolü göze
hastalıklı gelecek.
Anlıyorum.
Teknisyenler tarafından
kolaylıkla kontrol edilebilen basit fiziksel ve zihinsel bir varlıkla; ahlaki
değerlerime ve hatta doğaüstü takdir-i ilahi duyularıma karşı geliyorsunuz.
Fikirleriniz tuhaf,Bay Caution.
Birkaç yıl evvel, Fikirler
Çağında sizinkiler yüce fikirler olarak kabul görebilirmiş.
Kendinize bir bakın.
Sizin gibi adamların soyu yakında tükenecek.
Ölüden de beter birşey
olacaksınız.
Bir efsane olacaksınız, Bay Caution.
Evet,ölümden korkarım ama
mütevazi bir gizli ajan için hayatın gerçeği bu,viski gibi.
Ve kendisini tüm hayatım boyunca
içtim.
Dışülke'yi bir daha asla görmek
istemiyor musunuz,Profesör?
Hoşçakalın Bay Caution.
Böylesi insanlar,teknik gücün ve
onun zaferinin repertuarlarındaki tek rol olduğu zaman, dünyayı tiyatro sahnesi
olarak görenlere berbat örnekler olarak hizmet edeceklerdir.
Dickson'ın Yunan labirentindeki
gibi düz bir çizgide koşturup duruyordum ve filozoflar burada kaybolmuştu, gizli
bir ajanın da başına geldiği gibi.
Pek çok bakımdan tepkilerin ve
düşünce tarzın şimdiki normaliteden ayrılıyor.
Alfakent'in sakinleri normal
değiller.
Onlar mutasyon(dönüşüm) ürünüler.
Teklifimizi kabul ediyor musun?
Sessizce cevapla evet veya hayır
olarak.
Dışülke'lilere asla ihanet
etmeyeceğim.
Şimdiki zaman dehşet verici geri
döndürülemez olduğu için, ve demirden yapılmış olduğu için.
Zaman,beni oluşturan şeyin ana
maddesi.
Zaman beni yol boyunca taşıyan
bir nehir.
Ama ben zamanım.
Bir kaplan,beni parçalayan; ama
ben kaplanım.
Ona ve bana bir bak, işte sana
cevabın.
Biz mutluluğuz,ve ona doğru yol
alıyoruz.
Dünyanın gerçeklik oluşu bizim
talihsizliğimiz.
Ve ben benim kendim,Alfa 60
olmam benim talihsizliğim.
Natasha,çabuk aşk sözcüğünü düşün.
Buradan.
Sakinlerin hepsi ölmedi, ama
hepsi çarpıldı.
Işık yoksunluğundan boğulmayanlar
ise delirmişcesine daireler çizdiler,tıpkı karıncalar gibi.
Natasha ve ben çevre yollar
üzerinden Alfakent'i arkamızda bıraktığımızda Okyanus Zamanına göre saat 23.
15'ti.
Gerçektaraflararası uzay boyunca
süren bir gece sürüşünden sonra evde olacaktık.
Arkana bakma.
-Gerçektende hepsi ölmüş müdür
sence?
-Henüz değil.
Kendilerine gelip
iyileşebilirler, ve böylece Alfakent mutlu olur,Floransa gibi.
Angola-şehir gibi, Tokyorama
gibi.
Geri dönemezsin.
-Çok fazla uyudum mu?
-Hayır,bir an aralığı kadar.
Neredeyiz?
Dışülke'de mi?
Henüz değil.
Bana garip bir yüz ifadesiyle
bakıyorsun.
Benden bir şey söylememi
bekliyorsun.
Ne diyeceğimi bilmiyorum.
Bunlar bilmediğim sözcükler.
Bana öğretilmediler.
Yardım et.
İmkansız,Prenses.
Oraya kendi başına varmalısın.
O zaman kurtulmuş olursun.
Eğer yapmazsan Alfakent'in ölüsü
kadar kayıpsın dmektir.
Ben sen sev Seni seviyorum.
Altyazı tercüme: Volkan Memişoğlu
baadermolothoff@hotmail.
com||
Breathless 1960
22800||5721400||Monogram Pictures'a ithaf edilmiştir.
Yine de ben bir göt deliğiyim.
Yine de, evet.
Olmalıyım.
Olmalıyım!
Beni de yanında götür!
- Saat kaç?
- 10:50.
Kendi yoluma gidiyorum, hey hey!
Eğer beni kahrolası
Renault'suyla geçeceğini düşünüyorsa!
Para bulurum, Patricia'ya sorarım.
Evet ya da hayır, ve sonra Kırsal
bölge güzel.
Fransa'yı gerçekten seviyorum.
Sahili sevmiyorsanız Dağları
sevmiyorsanız Şehri sevmiyorsanız O zaman doldurun!
Küçük kızlar araba bulmaya
çalışıyor!
Her mil başına bir öpücük
isteyeceğim.
Şortlu olan fena değil.
Güzel şeyler.
Evet, ama diğeri Oh, lanet olsun,
onlar köpek.
Güneş harika.
Kadın sürücüler korkaklığın
canlı örneği!
Solla onu!
Kahretsin, yol işçileri!
Asla frenleri kullanma.
Yaşlı Bugatti dediği gibi;
''Benim arabam ilerlemek için yapıldı; durmak için değil''.
Kahretsin!
Domuzlar!
Bağlantı koptu!
Bir bubi tuzağı!
Olduğun yerde kal!
- Miss Franchini'nin odası mı?
- Burada değil.
- Burada mı yaşıyor?
- O dışarıda.
Kızların asla bir senti olmaz!
Kahve.
- Bir hamburger ve yumurta ne
kadar?
- 1.80 F.
Bir tane yap.
sadece bir gazete almaya
gidiyorum.
Gelebilir miyim?
Nasıl gidiyor, kıymetlim?
Ceket yok mu?
Alfa Romeo'mda.
- Royal'da kahvaltı yapmak ister
misin?
- Geciktim.
9'a kadar TV istasyonunda
olmalıyım.
Yırtılmış.
Neler yapıyordun?
Hiçbir şey, seyahat ediyordum.
- Buralarda yeni neler var?
- Dunno.
- Dışarı çıkmıyor musun?
- Bazen diskoteğe gidiyorum.
Hâlâ film yapıyor musun?
Hayır.
Birileriyle yatmak gerekiyor.
Enrico'yu anımsıyor musun?
''Hatırlamak'' ya da ''geri çağırmak''.
Ama ''anımsamak''değil.
Onunla birlikte çalışıyorum.
Striptizci olarak.
Aralıkta beş parasızken, bir filmin
asistanlığını yapıyordum Cinecitta'da!
- Sen mi?
- Evet ben.
Hiç jigololuk yaptın mı?
Neden?
sadece soruyorum.
Umursamazdım.
Beni 5 dakika içinde ara.
Gaby İspanya'dan döndü mü?
Pergola'yı satın aldı.
Harika.
Her tarafı siyaha boyamak
aptallıktı.
- Orada ne yazıyor?
- ''Neden?
'' Artık Luckies içiyorum.
Bana öğlene kadar 5000 frank
borç verir misin?
Bunu bilmeliydim.
Sen işe yaramaz birisin Michel.
Sana geri ödeyeceğim.
Kısayım.
- İşte 500 eğer istiyorsan.
- Hayır, sende kalsın.
- Öyleyse Royal'da kahvaltı yok
mu?
- Teşekkürler, geciktim.
Bay.
Tolmachov burada mı?
Burada ama burada değil.
Patricia'yı gördün mü?
Benimle Roma'ya gelsene?
Bu çılgınlık ama seni seviyorum.
Seni görünce sevinecek miyim,
öğrenmek için seni tekrar görmek istedim.
Nerelerdeydin?
Monte Carlo?
Hayır, Marseilles.
Görmem gereken bir arkadaşım
vardı.
Seni aramaya çalıştım.
Pazartesi şehir dışındaydım.
- Bir tane alıyorum.
- Çok naziksin.
Ne yapıyorsun burada?
Paris'ten nefret ettiğini
sanıyordum.
Hayır, ama burada düşmanlarım
var.
Öyleyse tehlikedesin?
Evet.
Benimle Roma'ya gelecek misin?
Ne yapacağız orada?
Bakarız.
Hayır, yapacak çok işim var
burada.
Champs'ı boydan boya yürüyor
musun böyle?
- ''Champs''da ne?
- The Champs Elysees.
5.
George Bulvarı'nda olacağım.
- Tamam öyleyse görüşürüz.
Hadi beraber yürüyelim.
Sadece köşeye kadar.
- Geri al bunu yıldız falı yok!
- ''Yıldız falı'' ne demek?
Gelecek.
Geleceği bilmek istiyorum.
Sen de istemez miydin?
Tabii ki.
- Ne oldu?
- Hiç, sadece sana bakıyorum.
Veda etmeden gittiğim için
kızgınsın.
Hayır, kızdım çünkü üzgündüm.
Bir kızın yanında uyanmak
güzeldir.
Şehirde mi kalıyorsun?
Evet, bana borcu olan bir adamı
görmem gerek.
Sonra seni görmeliydim.
Hayır, görmesen de olur.
Neden?
Burada benden daha tatlı kızlar
var.
Hayır.
Acayip bir şey, senden sonra iki
kızla yattım.
Feciydi.
''Feci'' ne demek?
Çok güzellerdi, ama feciydi.
Can sıkıcıydı.
Roma'ya geliyor musun?
Fransa'dan sıkıldım.
Gelemem Michel.
Sorbonne'a kayıt yaptırmam lazım
yoksa ailem para göndermeyi keser.
- Bende para var.
- Sadece 3 gece geçirdik!
Hayır, 5.
- Neden sutyen takmıyorsun?
- Böyle konuşma!
Tamam, affedersin!
Saat kaç?
Görüşürüz?
Sonra olmaz.
Bu gece, istersen tabi.
- Nerede?
- Burada.
Ölene kadar tehlikeyle yaşa!
Gençlerle bir sorunun mu var?
Elbette var.
Ben yaşlıları tercih ederim.
Polis katili teşhis edildi.
Bay Tolmachov nerede?
Havayolu bölümünde.
- Merhaba amigo.
- Merhaba Sonny.
10'da gelen sen miydin?
Evet, param için.
Hazır.
- İşler nasıl?
- Güney tarafında sıkıldım.
Bir kızı görmek için geldim.
Ya sen?
Ben buradan gidiyorum.
Paslanmaya başladım.
Paslanmak yakalanmaktan iyidir.
Bu tarafa.
Sana verdiğim zarf burada mı?
Başka biri adına imzalanmış.
Bana değil.
Son paramı yarışlarda kaybettim.
Ve arkadaşın, Bob Montagne?
- O bir üçkağıtçı.
- Şaka yapıyorsun?
Bir de Berruti var, ama ona
güvenmiyorum.
Senin arkadaşın olduğunu
zannediyorum.
Döndü mü?
Evet, dün gece onu Montparnasse'de
gördüm.
Numarası ne?
ELY.
99.
84.
Onu buradan arayabilir miyim?
Onun için geldiğin kız kim?
Bir New Yorklu.
Güzel mi?
İnanılmaz.
Ondan hoşlanıyorum.
ELY.
99.
84?
Antonio ile konuşmak istiyorum.
Tekrar arayacağım.
Dışarıda.
Onu dışarıda arayacağım.
- Hoşça kal, Sonny.
- Ciao, amigo.
lnter-Americana Ajansı mı?
Evet.
Müşterileriniz buraya mektup
yolluyor mu?
Michel Poiccard'ı tanıyor
musunuz?
Laszlo Kovacs adıyla da bilinir?
Şuradaki beye sorun.
Eğer bu Tolmachov değilse!
Merhaba müfettiş.
İş seyahatinde misiniz?
Gördüğün gibi.
Arkadaşın Bob'u nasıl gammazladığını
hatırlıyor musun?
Neden?
Şey, bunu tekrar yapacaksın.
Michel Poiccard, 5 ft.
9, kahverengi saçlı, Fransız Havayollarında
hostes.
Bu bana gönderdiği mektup.
Evet, onu tanıyorum.
Son zamanlarda burada mıydı?
Son zamanlarda Bay Tolmachov'u
gören var mı?
Evet, 5 dakika önce.
Oldukça uzun boylu bir adam.
Kahretsin!
Cinayete suç ortaklığı - Yani
sana bir şey mi yaptı?
The Harder They Fall Bogey - Bir
adamın öldüğünü gördüm.
- Neden öldü?
Bir kazaydı.
Beni yemeğe götürüyor musun?
İzin ver bir telefon görüşmesi daha
yapayım.
Beni bekler misin?
Restoranı ara.
Bir dakika içinde dönerim.
Fransızlar beş dakikayı
kastettiklerinde hep bir dakika derler.
Nereye gidiyoruz?
Herhangi bir yere To Saint
Michel.
- Bu gece benimle yatacak mısın?
- Bilmiyorum.
- Benimle olmaktan hoşlanmıyor
musun?
- Tabii ki hoşlanıyorum.
Sadece gazetede bir şey okudum Bir
otobüs kondüktörü hakkında Bir kızı baştan çıkarıp 5 milyonunu çalmış.
Zengin taklidi yaparak.
Onu Riviera'nın aşağısına
götürmüş.
Birlikte 3 gün geçirmişler.
Adam hiç çekinmemiş.
Kıza demiş ki: ''Bu çalıntı
para, ben bir gangsterim, ama seni seviyorum.
'' İşin harika yanı kızda ona bağlanmış.
Demiş ki; ''Ben de seni seviyorum''.
Paris'e dönmüşler, ve birkaç
gösterişli villayı soyarken yakalanmışlar.
Kız etrafı kontrol ediyormuş.
Affedersin ateşin var mı?
İşte!
Birkaç kibrit al!
Tamamen unutmuşum!
- Bir randevum vardı.
- Kiminle?
Champs Elysees'daki bir muhabirle.
Bir gazete toplantısına
gideceğiz.
Nerde?
Şimdi mi?
Seni ilgilendirmez.
Gerçekten sinirlerimi bozuyorsun.
Yani beni terk mi ediyorsun?
- Ama yarın seninle görüşeceğim.
- Yarın değil bu gece, Patricia.
Sana gelemeyeceğimi söyledim.
Neden bu kadar zalimsin?
Etrafta hiç taksi var mı?
Arabam operanın yakınında.
Götürmemi ister misin?
Ford'a ne oldu?
Garajda.
Seninle kalmama izin ver.
Başım ağrıyor.
Sevişmeyeceğiz.
Sadece senin yanında olmak
istiyorum.
Ondan değil Michel!
Neden bu kadar üzgünsün?
Çünkü öyleyim.
Bu aptalca.
Neden bu kadar üzgünsün?
''vous'' ya da ''tu'' kullanmalı
mıyım?
Fark etmez Ama sensiz yapamam.
Evet yapabilirsin.
Belki.
Ama istemiyorum.
Sadece şu harika Talbot'a bir
bak.
A 2.
5 litre.
- Sen bir çocuksun - Ne?
Oh, anladım.
Bana bak.
O adamla görüşmeni yasaklıyorum.
Vah, vah,vah!
Bir kızı seviyorum, güzel bir
boynu, güzel göğüsleri,güzel bir sesi güzel bilekleri güzel bir alnı güzel
dizleri olan.
Ama öyle korkak ki!
Burası.
Dur.
- Önce park etmeme izin ver.
- Zahmet etme.
Kaybol!
Seni bir daha asla görmek
istemiyorum.
Kaybol!
Sen kaybettin!
Eğer senin başına gelmişse büyük
bir utançtır.
Göreceğiz.
Sorun ne?
Eğer büyük bir çukur kazıp içine
saklanabilseydim yapardım.
Filler gibi olmaktan iyidir.
Üzüldüklerinde Sana bir hikâye
anlatayım.
Kafanı bunlardan uzak tutacaktır.
İki yıldır tanıdığım bir kız var.
Ve şimdi, birden ona benimle
yatıp yatmayacağını sormayı düşünmeye başladım Bu benim başıma hiç gelmedi.
Biz yemekte tanıştık.
Ben demek istedim ki; arkadaşız,
hadi yatalım.
Nedenini bilmiyorum, tamamen
aklımdan uçuvermiş!
Sonra birdenbire hatırladım ve ona
şöyle bir telgraf gönderdim: Sana yatmamız gerektiğini söylemeyi unutmuşum.
3 saat sonra şöyle bir mesaj
aldım: ''Ne inanılmaz bir tesadüf!
" ''Ben de aynı şeyi önerecektim!
'' - Bu son baskı mı?
- Evet efendim.
Anahtarımı gördün mü?
Kapının üzerinde bırakmış
olmalısın.
Oh, hayır!
Burada ne yapıyorsun?
The Claridge'ın bütün odaları
doluydu.
Ben de buraya geldim.
Aşağıdan anahtarları aldım.
Claridge'dan başka yerler de var.
- Ben her zaman Claridge'de
kalırım.
- Sen delisin!
Suratını asma!
Sana yakışmıyor.
- ''Surat asmak''?
- Bunu yapmak!
Bana çok yakışıyor.
Sen benden bile daha delisin.
Ne acı.
Her zaman beni bırakamayan kızlara
düşerim.
Dün gece seni takip ettiğimi
fark ettin mi?
Sorun ne?
Beni rahat bırak.
Düşünüyorum.
Ne hakkında?
Doğrusu bilmiyorum.
Ben biliyorum.
Hayır, kimse bilemez.
Sen dün geceyi düşünüyorsun.
Evet, öyle.
Dün gece öfkeliydim, ama şimdi
umurumda bile değil.
Hiçbir şey hakkında düşünmüyorum.
Bir şey hakkında düşünmek istiyorum
ama öyle görünemiyorum.
Deniyorum, çok deniyorum, ve
sonra uykuya dalıyorum.
- Neden bana öyle bakıyorsun?
- Çünkü bakıyorum.
- Dün gece kalmalıydın.
- Yapamam.
Adama onunla görüşemeyeceğini
söylemelisin.
Buna mecburum.
Benim yazdığım makalelerle
ilgileniyor.
Benim için gerçekten önemli.
Hayır.
Benimle Roma'ya gelmekten önemli
ne olabilir.
Belki bilmiyorum.
Onunla yattın mı?
Bahse girerim ki yattın.
Hayır.
O gerçekten tatlı biri.
Bir gün yatacağımızı söyledi ama
şu an değil.
Ama beni tanımıyor bile.
Sen değil O ve ben.
Montparnasse'de içki içtik.
Ben de oradaydım.
Saat kaçta?
Bilmiyorum.
Fazla kalmadık.
Neden buraya geldin Michel?
Çünkü seninle tekrar yatmak
istiyorum.
Bu pek bir neden sayılmaz.
Tabii ki öyle.
Bunun anlamı seni seviyorum.
Ama ben seni sevip sevmediğimi
bilmiyorum henüz.
Ne zaman bileceksin?
Yakında.
Neyi kastediyorsun ''yakında''
ile?
Bir ayda, bir yılda?
Yakında demek yakında demektir.
Bir kadın asla sekiz saniye içinde
istediğinden sonraki sekiz saniye içinde ne isteyeceğini bilemez.
Sekiz saniye ya da sekiz gün.
Hepsi aynı.
Neden sekiz yüzyıl olmasın?
Hayır, sekiz gün iyi.
Kadınların hepsi yarım akıllı.
Bu beni tahrik ediyor.
Neden benimle tekrar yatmıyorsun?
Çünkü sende hoşlandığım şeyin ne
olduğunu bulmaya çalışıyorum.
Romeo ve Juliet gibi olmamızı
istiyorum.
Tıpkı bir kız gibi!
Gördün mü?
Dün gece bensiz yaşayamayacağını
söylemiştin ama yaşıyorsun.
Romeo Julietsiz yaşayamadı ama
sen yaşayabiliyorsun.
Hayır ben sensiz yaşayamam.
Tıpkı bir erkek gibi!
Hadi gülümse.
Tamam!
Sekize kadar sayacağım.
Eğer sekizde gülümsemezsen, seni
boğacağım.
2 3 4, 5, 6 7 7 buçuk 7 çeyrek.
Çok korkaksın.
Gülümseyeceğine bahse girerim.
Bugünlük bu kadar oyun yeter.
Bir korkak olman çok yazık.
Neden böyle söyledin?
Sinirlerimi hoplatıyorsun.
Sen de benim.
Ben korkak değilim.
Nerden biliyorsun?
Eğer bir kız korkmadığını söyleyip
sigarasını bile yakamıyorsa bir şeyden korkuyor demektir.
Neden korktuğunu bilmiyorum ama
korkuyordur.
- Bir tane alsana.
- Bunların hiçbiri Chesterfields
değil.
Bana ceketimi ver.
- Bu mu?
- Ver!
Bu senin pasaportun mu?
Hayır, kardeşimin.
Benimki arabada.
Ama burada Kovacs yazıyor.
Oh, öyle mi?
O benim gerçek kardeşim değil.
Annem o doğduğunda boşanmış.
Gördün mü?
Korkmuyorum.
- Asla korktuğunu söylemedim.
- Tabii, hayvancık.
Ama söylemek istedin.
Ve şimdi kızgınsın.
Artık seninle konuşmuyorum.
Hiç ölümü düşündün mü?
Her zaman düşünürüm.
- Ne?
- Güzel bir şeyler söyle.
- Ne gibi?
- Bilmiyorum.
Öyleyse ben de bilmiyorum.
Kül tablanı beğeniyorum.
Bir Swiss.
Büyükbabamın bir Rolls-Royce'u
vardı.
Harika bir araba!
15 yılda kaputu toplayamadı!
Yeni posterimi gördün mü?
Buraya gel!
Tanrı aşkına buraya gel!
Buraya değil.
Nereye asabilirim?
Neden bacaklarıma baktığımda
bana tokat attın?
Bacaklarım değildi.
Aslında aynı şey.
Fransızlar her zaman hiç de aynı
şey olmayan şeylere ''aynı şey'' derler.
Güzel bir şey düşünüyordum.
Ne?
Seninle tekrar yatmak istiyorum çünkü
güzelsin.
Değilim.
Çünkü çirkinsin.
Aynı şey mi?
Evet evlat; aynı şey.
Sen bir yalancısın Michel.
Hayır yalan söylemek aptalcadır.
Pokerdeki gibi Doğruyu söylemek
daha iyidir.
Diğerleri blöf yaptığını sanır
ve böylece kazanırsın.
Ne oldu?
Sen bana bakmayı kesmedikçe sana
bakmaya devam edeceğim.
Ben de.
Posterimi banyoya asacağım.
Telefon edebilir miyim?
Burası fena değil.
Harika.
Posterimi beğendin mi?
Fena değil.
Renoir gerçekten harika bir
ressam.
Dedim ya fena değil!
Sence benden güzel mi?
Şaşırdığında ya da korktuğunda, ya
da ikisi bir aradayken, gözlerinde garip bir parıltı oluyor.
Ne olmuş yani?
O pırıltı yüzünden seninle tekrar
yatmak istiyorum.
Küvete işememin sakıncası var mı?
Ne söyleyeceğimi tahmin et.
Hiçbir fikrim yok.
Hamileyim Michel.
Beni duydun.
Kimden?
Benden mi?
Sanırım.
Doktora gittin mi?
Dün.
Perşembe günü testler için
tekrar gideceğim.
Daha dikkatli olmalıydın!
Beni ELY.
99.
84'a bağlayın.
Antonio orda mı?
Dönüp dönmeyeceğini biliyor
musunuz?
Tekrar arayacağım.
ELY.
25.
32.
Bana borcu olan bir adamı
arıyorum.
Bay Tolmachov, lütfen.
Hey, Sonny.
Berruti'yi bulamadım.
Bütün gece Montparnasse'de
dolaştım.
Polis mi?
Teşekkürler.
Ciao, Sonny.
Siktir!
- Ne?
- Kaydım.
Mahkum edilmiş adamı duydun mu?
Darağacına tırmanıyormuş, kaymış
ve demiş ki, ''Belliydi!
'' Bir Marslı kılığında gibisin.
Çünkü ellerim gölgeli.
Bir çocuk için ne harika bir
düşünce!
Ama kesin değil.
Ne söyleyeceğini duymak
istiyorum.
- Giysilerini çıkar.
- Amacın ne?
- Siz Amerikalılar çok
aptalsınız.
- Neden?
La Fayette ve Maurice Chevalier'a
tapıyorsunuz.
Ve onlar en aptal Fransızlar!
Ben bir başka telefon görüşmesi
daha yapacağım.
Belle Epine 35.
26.
Patricia, buraya gel!
Bay Mansard?
Bu öğleden sonra orada olacak mı?
Ona uğrayacağımı söyleyin.
Ben Tony'nin bir arkadaşıyım.
Marseilles'den.
Bir Amerikanım var.
Amerikan mı?
Sen değil.
Bir Amerikan arabası.
Bana borcu olan adamı bulamıyorum.
Ne can sıkıcı!
Kaseti mi radyoyu mu tercih
edersin?
Sessiz ol.
Düşünüyorum!
Hepsini biliyorum.
- Kaç yaşındasın?
- Radyoyu açacağım.
20.
Göstermiyorsun.
Neden müzikten hoşlanıyorsun?
Değişir.
Ben Hadi, Patricia, İtalya'ya
gel.
Sorbonne'da okumanın amacı ne?
Asla sınavları geçemezsin.
Tabii şu bakalorya sınavı.
Ama sallamıştım.
''Sallamak''ne demek?
Başka şeyler yapmıştım.
- Ne gibi?
- Araba sattım.
Burada mı?
New York'ta.
Çok erkekle yattın mı?
Fazla değil.
Kaç tane?
Peki ya sen?
Ben de fazla değil.
Nerde yaşamak isterdim biliyor
musun?
Meksika'da.
Gerçekten güzel olduğunu duydum.
Çocukken babam hep derdi ki, bir
dahaki cumartesi gidiyoruz.
Ama hep unuturdu.
Hayır, Meksika bana göre değil.
O kadar harika olmadığına eminim.
İnsanlar çok yalancı.
Stockholm gibi.
Herkes der ki ''İsviçreli kızlar
harika.
Günde 3 kişiyle oldum.
Oraya git.
'' Oraya gittim.
Doğru değil.
İsviçreli kızlar burada davrandıkları
gibi davranmıyorlar.
Ve birçoğu da Parisli kızlar
gibi köpek.
Hayır, İsviçreli kızlar güzeldir.
Bu sadece mit.
Belki bir ya da iki, tıpkı
Paris'teki ya Londra'daki gibi, ama hepsi değil.
15 ile 20 yaşları arasındaki Şehirlerdeki
kızlar tatlıdır.
- Güzel değil ama senin gibi
çekicidir - Çünkü Roma, Paris ya da Rio'da olmayan Ama Lausanne ve Cenova'da olan
bir şeylere sahiptirler.
Sen de bana güzel bir şeyler
söyle.
Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum.
Başka bir adamın seni okşamasına
izin verir misin?
Biliyor musun, korktuğumu söylemiştin
ya.
Doğru.
Korkuyorum.
Çünkü beni sevmeni istiyorum.
Ama aynı zamanda beni sevmeyi
bırakmanı istiyorum.
Çok özgürüm biliyorsun.
Seni seviyorum ama düşündüğün
şekilde değil.
- Nasıl öyleyse?
- Düşündüğün şekilde değil.
Ama benim ne düşündüğümü bilmiyorsun.
Bilmiyorsun.
- Tabii ki biliyorum.
- Ama bilmiyorsun.
Yüzünün ardında ne olduğunu
bilmek istiyorum.
On dakikadır bakıyorum ve hâlâ hiçbir
şey bilmiyorum,hiçbir şey.
Üzgün değilim.
Korkuyorum.
Tatlı, nazik Patricia.
Tamam öyleyse, zalim, salak,
kalpsiz, acınacak durumda, korkak, aşağılık.
Rujunu nasıl süreceğini bile
bilmiyorsun.
İşte şimdi korkunçsun.
İstediğini söyle umurumda değil.
Hepsini kitabımda yazacağım.
- Ne kitabı?
- Bir roman yazıyorum.
- Sen mi?
- Neden ben olmayayım?
Ne yapıyorsun?
Üstünü çıkarıyorum.
Şimdi değil.
Kahrolası bir acısın!
Nedir bu olanlar?
William Faulkner'i tanıyor musun?
Hayır, kim o?
Yattığın biri mi?
Saçmalama, Jose!
Boş ver öyleyse!
Üstünü çıkart.
O benim favori yazarlarımdan
biri.
''Vahşi Palmiyeler''i okudun mu?
Üzerini çıkart dedim.
Dinle.
Son cümlesi çok güzel.
Hangisini seçerdin?
Ayak parmaklarını görmeme izin
ver.
Bir kadının ayak parmakları
önemlidir.
Gülme.
Hangisini seçerdin?
Kederli aptal.
Hiçbir şeyi seçerdim.
Daha iyi değil, ama üzülmek
uzlaşmaktır.
Hepsini ya da hiçbirini
istiyorum.
Ve şimdi biliyorum.
Şimdi biliyorum.
Gözlerini neden kapatıyorsun?
Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ki
her yer simsiyah olsun.
Ama yapamıyorum.
Asla tamamen siyah olmuyor.
Gülümsemen profilden bakınca, senin
en tatlı yanın.
Bu sensin.
Bu benim!
Birbirimizin gözlerinin içine
baktık, ama ne için?
Bu isimden nefret ediyorum.
lngrid diye çağırılmak isterdim.
Kıçının üzerine otur.
Sorun ne?
Sana bakıyorum.
Fransızlar da aptal.
Benimle kalmanı istiyorum.
Programımızın senkronize ağını
bozuyoruz.
Garip, gözlerinde yansımamı
görebiliyorum.
Bu gerçek bir Fransız-Amerikan
uzlaşması.
Tıpkı saklanan mutlu filler
gibiyiz.
Bir kadının kalçası dokunmak
içindir.
Burası sıcak oldu.
Başka bir erkek seni okşarsa
umurunda olur mu?
Bunu sormuştun.
Dylan Thomas'ın, ''Genç Bir
Köpek Olan Sanatçının Portresi'' kitabını okudun mu?
Ben giyiniyorum.
- Saat kaç?
- Öğle vakti.
İyi mi?
Hadi yatakta kalalım.
Hayır.
Bir elbise almalıyım.
- Araban var mı?
- Tabii.
ELY.
99.
84.
Antonio uğradı mı?
Bu deli edici!
Nerede olduğunu bilmiyor musun?
Hayır, boş ver.
Michel Poiccard tekrar.
Sutyen giymemi ister misin?
Hangisini en çok seviyorsun,
gözlerimi mi, ağzımı mı yoksa omuzlarımı mı?
Eğer seçmek zorunda kalsan.
Gazete toplantısı falan yok.
Hayır, biraz sonra Orly'de
olacak.
Öyle gözükmüyorum ama tam bir
boksörüm!
Gazete toplantına mı gidiyoruz?
Önce ofise uğramalıyım.
Ben de seninle geleceğim.
Nerede askerdin?
Ne yaptın?
Nöbetçi erdim.
- ''dim mi''?
- Ovada uzanmıştım.
Hayır, Michel!
Çok yorulmuştum.
Ölecektim.
Sen delisin.
Evet tamamen kaçığım.
''Kaçık'' nedir?
Benim.
Araban burada değil mi?
Garajda.
Gidip alırım şimdi.
Harika, bir Ford!
- Kaçıncı kat?
- 50.
Yanlış kattayım.
Yaşlanmaktan korkuyor musun?
Ben korkuyorum.
Sen bir budalasın!
Sana söylemiştim en kötü kusur
korkaklıktır.
Bana Dior'dan bir elbise alır
mısın?
Hayatta olmaz!
Prix Unique'da daha güzel
elbiseler var.
Dior'dan elbise alamazsın, telefonla
konuşursun.
Orası bedava telefon edebileceğin
tek yer.
12 telefon kabini var.
Polis Katili Hâlâ Serbest Ne
kadar zaman geçti?
Yarım saat ne olmuş?
Gidip adamı göreceğim öyleyse.
Neden romanının adını ''Aday''
koydun?
Kitabımın onların erdemliliklerinin
bir kabulü olduğuna ikna etmek istiyorum Fransızları.
Bay Parvulesco!
Günümüzde hâlâ aşka inanan biri
olabilir mi?
Tabii ki, özellikle günümüzde.
Rilke'nin dediğine ne demeli,
Modern hayat kadınlarla erkekleri gittikçe ayırıyor?
Rilke harika bir şairdi, muhtemelen
haklıydı.
Çekil yolumdan!
Sen ve senin işe yaramaz gazeten!
Fransız ve Amerikalı kadınların
romantik ilişkilerindeki tavırları farklı mıdır?
Fransız kadınları Amerikalılara
hiç benzemez.
Amerikalı kadın erkeğine
hükmeder.
Fransızlar henüz hükmedemiyor.
En büyük tutkun nedir?
Hangisi daha ahlaklıdır,
sadakatsiz kadınlar mı,terk eden erkekler mi?
Sadakatsiz kadınlar.
Kadınlar erkeklerden daha mı
duygusaldır?
Duygular bazı kadınların karşılayabilecekleri
lükslerdir.
Erotizm ve aşk arasında bir fark
var mıdır?
Hayır, pek sayılmaz.
Sanmıyorum, çünkü erotizm aşkın bir
formudur.
Modern toplumda ruh var mıdır?
Modern toplumda kadının bir rolü
var mıdır?
Eğer çekiciyse, güzel bir elbise
giymiş ve siyah gözlük takmışsa.
Casanova minnettarlığını sergileyerek
baştan çıkartmayan kadının kadın olmadığını söylemiş.
Cocteau buna cevap verecek.
Kaç erkek bir kadına aşık
olabilir hayatında?
Fiziksel olarak yani.
Bundan da fazla!
Hayattaiki şey önemlidir.
Erkekler için kadınlar ve
kadınlar için para.
Sen bir pesimistsin!
Eğer güzel bir kızla zengin bir
adam görürsen, kızın iyi adamın aşağılık olduğunu bilirsin.
Brahms'ı sever misin?
Herkes gibi, hayır.
- Ya Chopin?
- Berbat!
En büyük isteğiniz nedir?
Ölümsüz olmak ve sonra ölmek.
Siz Claudius Mansard mısınız?
Evet Bay Kovacs.
Bu sabah sizi aradım, burada olmanızı
söyleyecektim.
Evet, Bay Kovacs.
Beni Tony gönderdi.
Nice'da buluşmayacak mıydık?
Sizi kimse aramadı mı?
Evet.
Ama bir Oldsmobile olacağını
söylediler.
İlk dakikadaki düşünce buydu.
Yani?
Yani şimdi bu.
800.
000.
Ama ben parayı ancak gelecek
hafta verebilirim.
Seni aşağılık!
Ve sen Bay Kovacs?
Sen kimsin?
Ne olmuş?
Yani parayı şimdi veremiyorsun.
- Zor.
3 oldu mu?
- Çeyrek geçiyor.
Telefonu kullanabilir miyim?
Antonio orada mı?
Yeni ayrıldı.
Kahretsin!
Escale'de 4'te buluşacağınızı
söylemişti.
The Escale, 4'te.
Tamam,teşekkürler.
Boşuna arama.
Paramı üzerimde taşırım.
Bana 10,000 borç ver.
5000.
2500.
Çalışmıyor mu?
Hey, sen!
Distribütör başlığını temizler
misin?
- Bana bir telefon konuşması
borçlusun!
- Taksi için!
Bas gaza!
Bas gaza!
Yayaları boş ver!
Acele et!
Tanrı aşkına bas şu gaza!
The Thunderbird'ün sol kanadı uçtu!
Ben de bir sıyrık bile yok!
Burası benim doğduğum yer.
Karşı karşıya inşa edilen binalar
ne kadar sinir bozucu!
Bu evler canımı sıkıyor.
Bütün meydanı mahvediyorlar.
İçimde güzel bir duygu var.
Güzel.
Eğer geç kalırsak bu senin suçun
olacak.
Kesinlikle hayır.
Solla şu Peugeot'yu!
Vites değiştirme!
4CV'ye kırma!
Bir scooter bile seni
sollayabilir!
Bir sonraki soldan dön!
Bekle.
Döneceğim.
Beş dakika önce ayrılmış.
Sana borcu olan arkadaşın mı?
Antonio Berruti, evet ve bu
senin hatan.
Şimdi ya iki katı ya da bırakıp
gidelim.
- Neden?
- Sonra söylerim.
Solla şu 2CV.
- Nereye gidiyorsun?
- New York Herald'a.
Gözlerin yolda olsun!
Neden yazmakla uğraşıyorsun?
Para kazanmak ve erkeklere bel
bağlamamak için.
Paris kızları o kısa
elbiselerinin içinde orospu gibi görünüyorlar.
Arkalarından koşup şöyle yapmak
istiyorum Bana aldırma!
- Hemen döneceğiz.
- Tamam.
- Yol parasını ödemiyor muyuz?
- Çabuk!
- Nereye gidiyorsun?
- The Champs Elysees.
Arabalarının çizilmesinden
korkan taksi şoförlerinden nefret ediyorum.
The Gestapo buraya bir duvar
yaptı, böylece kimse onlardan kaçamadı.
Şu kızı düşünüyorum.
Hangi kız?
Riviera'daki adamla olan kızı.
Ona hayran olduğunu söylemiştin.
Evet, sıradan bir kız.
Nadir bulunur.
Benimle gazeteye geliyor musun?
Hayır.
Bir telefon etmeliyim.
Terzimi görmeye gideceğim.
Seni sonra alırım.
Ciao, evlat!
Geciktin.
Bekliyorlar.
Bu tarafa.
Fransızca biliyor musun?
Bu adamı tanıyor musun?
Dikkatli ol küçük kız, Paris
polisiyle uğraşılmaz.
Evet bu Michel.
Onu tanıyamadım.
Bu eski bir fotoğraf.
Bu sabah onunla birlikte
görülmüşsünüz.
Kim görmüş beni?
3382 GM 75 plakalı bir Ford Thunderbird
kullanıyormuş.
Nerede o?
Bilmiyorum.
Dikkat et, söylediklerine dikkat
et küçük kız!
Onu beş altı kere gördüm.
Onu çekici buldum.
Nerede oturduğunu ne yaptığını
bilmiyorum.
Uzun zamandır mı tanıyorsun?
Üç hafta önce Nice'da tanıştım.
Tatildeydim.
Paris'e ona borcu olan bir adamı
görmek için geldi.
- Kimi?
- Bilmiyorum.
İtalyan bir adı vardı.
Onu tekrar görmeyi düşünüyor
musun?
Belki.
Bazen beni arayıp çıkmayı teklif
ediyor.
Bu sabah gibi.
Çalışma iznin var mı?
Pasaport problemleri yaşamak
istemezsin değil mi?
Hayır istemem.
Eğer onu görürsen, işte numaram.
Danton 01.
00.
Başkan Eisenhower kollarında
sallanıyor.
Ya iki katı ya da bırakırımdan kastettiğin
bu muydu?
Az çok.
Hadi bir western filmine gidelim.
Evet, hava kararana kadar
beklemekten iyidir.
Dikkatli ol Jessica Kenardan
ilerleyen bir öpücük.
Zaman boş bir şey.
Boş, boş.
Hafıza boş bir teminattır.
Yanılıyorsun Şerif.
Yeteneğin soylu ve trajik.
bir zorbanın maskesiyle.
Hiçbir drama bu kadar tehlike ve
çekici olamaz.
Hiçbir detay aşkımızı acınacak
hale getiremez.
Merhaba şeker şey!
Polis Michel Poiccard'ın etrafını
çevirdi.
- Ne yazıyor?
- Okuyorum.
Polisler peşimden gelmekle aptallık
ediyorlar.
Ben onları seven birkaç insandan
biriyim.
Seni okşamamam izin ver.
Bir şey söyle!
- Şey!
- Ne?
- Demek evlisin.
- Göster şunu.
Uzun zaman önceydi.
Delinin tekiydi.
Beni terk etti.
Ya da ben terk ettim.
Hatırlamıyorum.
Senden gerçekten hoşlanıyorum,
Michel.
Çalıntı bir arabayla gezmek
nasıl bir duygu?
- Peki ya polis öldürmek?
- Korkmuştum!
Seni tanıdığımı nerden
biliyorlar?
Birileri bizi birlikte görüp ele
vermiş olmalı.
- Bu çok kötü.
- Ne kötü?
İnsanları ele vermek.
Hayır bu normal.
İhbarcılar ihbar eder, soyguncular
soyar, katiller öldürür,sevgililer sever.
Bak bu Concorde değil mi çok
güzel!
Evet, bütün o ışıklarıyla çok
gizemli.
Bu arabayı almakla salaklık ettim.
Takas yapmalıydım.
- Ne?
- Araba takası.
Hadi bir Cadillac çalalım.
Peki ya anahtarlar?
Sen sür ben saklanayım.
Anahtarı arabanın üzerinde
bırakırlar.
- Adama ne söyleyeceğim?
- İyi geceler de İngilizce.
Hiçbir şey söylemeyecektir.
Fransızlar ödlektir.
''Ödlek''?
Korkak tipler.
Korkuyor musun?
Korkmak için çok geç.
Michel Poiccard; tutuklanması
yakın.
Antonio'yu bulmalıyım.
Bir kere birini aradın mı asla
bulamazsın.
Kimdi bu?
- Gaza bas cici çocuk.
- ''Cici çocuk'' ne demek?
Antonio'yu gördün mü?
Eğer onu öpersem söylerim.
Bu bana bağlı değil; ona bağlı.
Zumbart'la birlikte.
Carl!
- Nasıl gidiyor?
- Antonio seninle birlikte değil
mi?
İşte geliyor.
O kim?
- Antonio?
- Hayır, diğeri.
Şu çoraplara bir bak.
Tüvit ceketle ipek çorap!
- İpeği severim.
- Tüvitle değil!
- Merhaba amigo.
- Merhaba Sonny.
Ben yakında olacağım.
Beni mi arıyordun?
Evet, boka batmış durumdayım.
Bir dakikan var mı?
- Bu o adam.
- Ne dedim ben?
Ne istersen.
Bir dakika sonra burada olacağım.
- Ne yapıyorlar?
- Adamı öperken fotoğrafını
çekiyorlar.
- Neden?
- Şantaj, büyük ihtimalle.
Hemen dönerim.
Bu piliç kim?
- Olay şu ki, ona aşığım.
- Kahretsin!
1.
3 milyon, yapabilir.
- Bankan hangisi?
- The B.
N.
C.
l.
Hadi bakalım.
- Ne yapıyoruz?
- Dunno.
- Sana yarın nereden
ulaşabilirim?
- Dunno.
Oteller turistlerle dolu.
Montmartre'deki arkadaşımın büyük
bir dairesi var.
- Montmartre olmaz.
- Hayır, Montmartre olmaz.
Neden?
Montmartre'de düşmanlarım var.
Zumbart'ın İsveçli kızını dene.
Rue Campagne Premiere?
Yarın beni oradan ara.
Antonio bu gece kalabileceğimizi
söyledi.
Tabii.
Oturun.
Hemen geliyorum.
Gülümse!
Poz verebilirsin.
Parası iyidir.
Birileriyle yatmalısın.
- Ben şeyi düşünüyordum - Neyi?
Karar veremedim Neye?
Bilmiyorum.
Yoksa tereddüt etmezdim Gazeteciyi
terk mi ettin?
Neden selam verdin ona?
Onu artık sevmediğimden emin
olmak için.
Hayatını zorlaştırıyorsun.
Hepsi bu kadar.
Beni Champs Elysees'da bırakır
mısın?
Hangi albüm?
Mozart'ın klarnet konçertosu.
Umurunda mı?
Hayır, bunu sevdim.
Müziği sevmediğini düşünüyordum.
Bu fena değil.
Babam bir klarnetçiydi.
Babam zeki bir klarnetçiydi.
Tahrik olmak ister misin?
Uyumak çok üzücü.
Ayrılmalıyız.
- rıl.
- ''Ayrılmak''.
''Yatmak'' diyorlar, ama doğru
değil.
Ne?
Hiçbir şey.
Buraya gel.
Git bir £France Soir£ ve bir
şişe süt al.
Saat kaç?
Beş.
Her zaman meşgul.
- Ne?
- Hiçbir şey.
France Soir!
Seni arıyordum.
Şanslı günün.
Biletini al.
- Bir viski.
- Hiç yok.
Kahve yap.
Danton 01.
00?
Müfettiş Vital lütfen.
Patricia Franchini.
Aradığınız kişiyi gördüm.
11, Premiere Campagne'de.
Evet.
11, rue Campagne Premiere.
Susadın mı?
Antonio uğrayacak.
Demin aradı.
İtalya yolundayız kızım!
- Ben gelemem.
- Tabi gelebilirsin, ben
götürüyorum seni.
Berruti Simca'sını ödünç verecek
bana.
Bir Amedeo Gordini markası.
Michel, polisi aradım.
- Deli olduğunu söylemiştim.
- Sen deli misin?
Hayır, ben iyiyim.
Hayır, değilim.
Seninle gitmek istemiyorum.
Biliyordum.
Bilmiyorum.
Ben kendimden bahsediyordum, ve
sen de kendinden.
Çok aptalım.
Benim hakkımda konuşmalıydın ve
ben de senin.
Sana aşık olmak istemiyorum.
İşte bu yüzden polisi aradım.
Sana aşık olacağımı anlamak için
seninle kaldım.
Ya da olamayacağımı.
Ve sana karşı zalim davranmam, aşık
olmadığımı kanıtlıyor.
Tekrar söyle!
Ve sana karşı zalim davranmam aşık
olmadığımı kanıtlıyor.
Mutlu aşk olmadığını söylüyorlar.
Eğer seni sevseydim Çok karışık!
Kasabalarda mutsuz aşk yoktur.
İnsanların kendim olmama izin
vermesini istiyorum.
Ben özgürüm.
- Belki beni seviyorsun.
- Sen sevdiğini sanıyorsun.
Sevmiyorsun.
Seni bu yüzden ele verdim.
Ben senden daha iyiyim.
Şimdi gitmekten başka şansın yok.
Sen çıldırmışsın!
Bu bir neden olmak için çok
boktan!
Sen herkesle yatan o kadınlardan
birisin sadece herkesle yattıkları için kadınları sevdiğini söyleyen adam
dışında.
Neden gitmiyorsun?
Birçok erkekle yattım.
Üzerime gelme.
Ne bekliyorsun?
Hayır, kalıyorum.
Kötü bir haldeyim.
Hapishaneyi yeğlerim.
Sen delisin!
Kimse benimle konuşmayacak.
Duvarlara bakabilirim.
Kahretsin, Berruti!
Hey, amigo!
Sadece park edeceğim.
- Polisler geliyor.
- Paran!
Amerikalı beni ele verdi.
- İçeri gir!
- Hayır sen git!
- İçeri gir!
- Hayır, kalıyorum.
Bu kadarı yeter.
Yorgunum.
Uyumak istiyorum.
Sen delisin!
Polisi siktir et.
Ben yakamı kurtarırım.
Onu düşünmemeliyim ama elimde
değil.
Otomatiğimi ister misin?
- Aptal olma!
- Kaybol!
Sen gerçekten işe yaramaz
birisin.
Ne dedi?
İşe yaramaz biri olduğunu
söyledi.
''İşe yaramaz'' ne demek?
Çeviren; Darko.
||
British Sounds (1970)
33520||2993757||Tek bir kelime ile, burjuvazi kendi imajından bir dünya
yaratıyor.
Yoldaşlar, bu imajı dağıtmalıyız.
Birleşik Krallık'ta bir hayalet
dolaşıyor: komünizm.
Güçler eski ve yeni
emperyalistler ittifaklar.
British Petrol ve pop Euro-dolar
ve sendika karşıtı kanunlar Aptal Isabel ve hain Isabel.
Kişisel ilgi alanları haricinde burjuvazi
insan ilişkilerini tamamen parçaladı.
Endüstrinin organize olmuş işçi
orduları.
Hiyerarşide amirleri tarafından
kontrol ediliyorlar.
Onlar sadece burjuva devletin
köleleri değiller Aynı zamanda makinelerin ve ustabaşlarının köleleri
konumundalar burjuva üretici ve onların temsilcileri.
Bu despotluğun ve zalimliğin nedeni
daha çok kar istemeleri.
Peki işçiler bir alternatif
geliştiriyorlar mı?
Hayır.
Yeni bir mülk sahibi sınıf emek
gücünü sömürüyor ve emeğe verilen değer devamlı azalıyor.
Burjuva toplumda çalışmak demek birikimin
arttırılması demektir.
Komünist toplumda komünist
toplumda birikimin yarısı işçinin maddi varlık koşullarının geliştirilmesi için
kullanılır .
burjuva toplumda, geçmiş bugünü
belirler.
komünist toplumda bugün geçmişi İşçi
için çalışmak ve emek gücü yaşama anlamını veren enerji demektir.
Ve bu enerji geçim araçları elde
edebilmek için satılır.
emek gücü yaşam araçlarının gücüne
dönüşür Hayatta kalmak için çalışır.
bu çalışma kendisi için
değildir, bu fedakarlıktır.
En yüksek teklifi sunana satılır.
Bu nedenle çalışmasının amacı bu
değildir.
Ona kalan şey kullanılmayan bir
araba petrol çıkartmak veya lüks otel inşaatı.
Ona kalan şey maaştır.
Diğer yanda Morris Otomotiv, kara
altın ve Hilton Oteli basit şeylere indirgenir bisiklet, 10 litre benzin 10
adet sigara ve düz bir ev.
bunlar için işçi sermayenin
hızla büyümesini bekler sermayenin hızla büyümesi işçiyi zenginleştirecek
sanılır kapitalistler artıklardan daha çok verecek şeklinde düşünülür.
Daha ne kadar işçi
kiralayacaksınız kiralanan her işçi ile kapitalizmin boyunduruğu altındaki şehirlerde
kölelik devam ediyor.
Bir damla iş memnuniyeti öfkeyi
büyütüyor işçiler arasındaki rekabet artıyor ve ücretler düşüyor işçilerin
ücretlerini korumaya çalışmaları kendi aralarındaki rekabeti arttıyor ve
ücretler düşüyor Korkunun yıkıcı etkileri oluyor Emeğin bölünmesi.
Sonuç: daha çok çalışma daha az
kazanç.
Rekabet, işçiler meslektaşlara
dönüşür rakipler zorlu koşullara göre satışa sunulur.
İşçi sınıfının bir mensubu
olarak kendiyle rekabetin dışında hiçbir şey bulunmamaktadır.
1368'te 1368'te Tyler köylülere
önderlik etti Tyler köylülere önderlik etti - ve toplar - ve toplar yükselen
feodal baskıya karşı.
yükselen feodal baskıya karşı.
1648'te 1648'te 300 asker 300
asker kendilerine “eşitlikçi” deniyordu kendilerine “eşitlikçi” deniyordu Yeni
Kooperatifle savaştılar Yeni Kooperatifle savaştılar Milletler Topluluğu İşçiler
günümüz toplumunun ekonomik bir dönüşüm için somut koşullar ve gerekli sosyal biçimler
yarattığını biliyorlar Değiştirilmesi gereken muhafazakar slogan “Adil işe adil
ücret” Devrimci slogan: “Ücret sistemi kaldırılmalı!
”.
1791'de 1791'de zanaatkarlar zanaatkarlar
Fransız Devrim'inin ideallerini yaşatabilmek için bağımsız bir dernek
yarattılar bağımsız bir dernek yarattılar 1944'de MESLEK NEDİR?
1944'de pamuk işçileri arasında Çok
güzel.
Erkekler arasındaki iletişim.
.
kadınla erkek arasındaki
iletişim aracılığı ile belirlenir.
İmajın da bir bilimi var.
İnşa etmek.
Bazı fikirler.
- Materyalizm.
- Diyalektik.
- Belgesel.
- Kurgu.
- Ulusal kurtuluş savaşı.
- Halk savaşı.
eğitimli, böylece uyumlu.
Pek çok baskıya maruz bırakıldık.
Düşük ücretlere karşı mücadele
ediyoruz ailemiz var aksi durumda çalışmayız, siz İdeoloji ve güzellik.
Cinselliğimizde artık tabular
yok ve ölçülerin çifte standartı hegemonyasını sürdürdü.
Bazı kadınlar hiç orgazm
olamıyorlar.
Önemsiz şeyleri şikayet ediyoruz.
Otobüs sürmek istiyoruz, futbol
oynamak istiyoruz.
Kadınların sömürülmesi.
Çay yapmak istemiyoruz.
Önemsiz şeyleri şikayet edersen burada
takılıp kalacaksın.
Kurtulması zor.
Daha ileriye gitmesi zor.
- Orman seksi.
- Atıldım, bana dediler ki erkekleri
taklit etmeye çalışıyormuşum.
Ama tüm zamanını önemsiz
şeylerle geçiriyorsun nerede olursa olsun, yaşamının her bölümünde devrimler
yapabilmelisin.
Devrimler, bunlar küçük şeyler.
Kadın sorunu.
Tarım işçileri.
burada tecrübeleri özümsüyorsun,
birleşik mücadeleleri.
Erkek.
Şehir.
Kadın.
Köy.
ufak şeylerin ötesini görebilmek.
Birbirinizi nasıl tanıyacağınızı
bilmiyorsunuz.
Marksist cinsellik.
mevcut durumumuzun bilincindeyiz.
Farklı sınıflardanız.
Bizi tüketin ve kullanın.
Özgürleşme genelde bir mücadele
gerektirir üstünlüğünü sağlayabilmesi ve ayrıcalıklı durumu için bu gereklidir.
Sömürü devam ettikçe işçiler ve
kadınlar için baskı ve istismar devam edecek.
1919'da Lenin, adet dönemlerinde
kadınların 4 gün iş bırakmasına izin vermedi kadın hareketi açısından durumu ülkenin
kalkınması ve güvenliği olarak görüyordu.
Genç kızlar kendilerini evlenmek
zorunda hissediyorlardı çünkü bu durum ev kadını veya anne olarak toplumsal
rollerini belirliyordu.
Kadın olmak acizlik, yetersizlik
olarak görülüyordu.
Bize devamlı ne olmamız
gerektiği söyleniyordu.
Marksist-Leninist analiz doğal kabul
edilen rolleri paramparça etti.
bize baskı ile öğretilen şey evlilikten
uzak durmamak gerektiğiydi.
Bize çocukluğumuzdan bu yana hep
erkekler hakkında olumsuz şeyler söylendi.
Duygusallık değeri.
Zekice ve incelikle evlilik
sözleşmesi karşılığında bekaretimizi teslim edebileceğimiz öğretiliyordu.
Ticari bir meta olarak cinsellik.
Bizler hazır değildik.
Bizler okumak istiyorduk, ama
bizden devamlı yemek pişirmemiz isteniyordu.
Eğitim kurumlarında öğretilen
şeyler bizi entegre etmeye yönelikti.
Eleştiri ve düşünsel analiz çok
azdı.
Tedbir erdemi baskılar.
Erkeklerle entelektüel çatışma iki
yönü çıkmaz sokaktır.
Proleter erotizmi aşk için bir
aile, aile için bir kadın.
Burjuva erotizmi fırsatını
buldukça bütün kadınlarla yat.
İsteklerinden sapmaları çok
zordur çünkü bu karşılıklı horlanma riskini içerir.
Sadece isyan için kabul etme.
.
ayrıca etik açıdan da düşün.
Etik sorunu ile yüzleşmek zordur.
Küçümseyen ve rezilliği teşvik
eden bir dünyada yaşıyorsun arkandan hala “sürtük”, “fahişe” “nemfomanyak”,
“yavru”, “ateşli”, “cadı”, “kaltak” derler Beden, özel mülkiyet ve kıskançlık.
Üretim, yeniden üretim ÇALIŞMAK
SAVAŞMAKTIR 1841'de 1841'de ilk sendikalı madenciler ilk sendikalı madenciler ORADA
ışığı gördü.
ışığı gördü.
sınırlı ve bağımsız alanlar.
Bütün cephelerde savaşamazsın, sonra
da kabullenmeye başlarsın.
Açık öğretimi dönüştürüyor veya
oy hakkının imajı, bozulmuş bir imaj.
Bir görevli ve rahat
ayakkabılar, kısa saç ve tok bir ses erkeklerin dünyasında tırmalayarak
ilerlemeye çalışıyor.
Size yaşattıkları cinsel baskı erkeklerden
kaçınmaya neden oluyor.
Özgürleşmek erkeklerin reddiyle bir
tutuluyor.
Cinsellik başka bir görev.
Bedeninle ilgili ne yapacağına sen
karar veremiyorsun çünkü başkasının olarak kabul ediliyor.
Cinselliğini sergiliyorsun.
Ama tanımı genişletemezsen çözüm
daha da kötüleşiyor.
Sadece sevenler için tepki geliştiriyorsun.
Kendini daha da soyutluyorsun.
tepki veriyorsun sadece “başka
biri olmak istiyorum” demek için değil, Tepki veriyorsun 1911'de 1911'de ZORLUKLAR
Liverpool şehrinde Liverpool şehrinde grevci erkekler yandılar grevci erkekler
yandılar ve karıları.
ve karıları.
- sıkışıp kaldılar - Kendini
soyutla!
tanımlama Pek bilinmiyor ama
işçi meclisleri var.
BBC, Moskova Radyosu, France
Inter.
tüm bu sürecin ve kapitalizm
denencapitalismo dağıtıcının parçası konumundalar.
Kapitalizmin insanları zorla açgözlü
yaptığını ve kadınla erkek arasında yanlış ilişkiler geliştirdiğini söylüyorlar
erkekle kadın arasında.
Ama bazen Aşıkların sessiz
devrimi.
.
bürokratik çöp “Devrim
yaptığımızda eşitliği yaşama geçireceğiz.
Ücretleri gün başına eşitlikçi bir
şekilde dağıtacağız”.
ayrıca kadınların aileye bağlı
olduklarını ve Zevk üretimi ve faşizm.
aile sınıfsal açıdan kapitalizmin
kurguladığı tarihsel bir süreçtir ve kapitalizm ortadan kalktığında şu anki
anlamıyla aile de ortadan kalkacaktır aileyi ortadan kaldırmak.
Cinsel sapkınlık ve Stalinizm.
hiçbir şey yapamazsınız.
Ve nihayetinde kapitalizme bağlı
olan durumlar hakkında hiçbir şey yapamazsınız.
Ama işçilerin ve siyahların
durumu mücadeleyi gerektirmektedir.
Nevroz ve devrim.
“ önce reformlar için çalışırsın.
sonra stratejik talepler gelir reformlar
sistem tarafından verilmez ama yeni fikirlerin öncülük etmesi ve kadınlar
tarafından uygulanması önemlidir.
Somut talepler olmalı sadece
daha iyi koşullar için değil aynı zamanda sistemin eksikliklerini net olarak
ortaya koymalı”.
Sınıf mücadelesi aynı zamanda başka
bir imaja karşı mücadele demektir.
Başka bir sese karşı mücadeledir.
Bir filmde bu kavga imajlar ve
sesler arasında gerçekleşir.
İşçiler çok şey talep ederler.
Yüksek ücretler ve düşük çalışma
saatleri.
Ülkeyi yöneten işverenler olarak
ücretlerin ne olacağına bizler karar veririz.
hiçbir sanayi illegal grevlerle ve
pasif ticaretin ve üretimin sabote edilmesine açık açık meslektaşlarının bu
noktalara izin verilmemesi için yardımcı olmaları gerekiyor.
Sendikalar ve işverenler
arasındaki kolektif anlaşmalar yasalara uygun olmalıdır.
Ekonomiyi bozmak için çaba
sarfedenlerin sanayi mahkemelerinde yargılanmalarına karar verilmeli ve her tür
suçu ödeyecekler.
dünyayı savunma kabiliyetimiz
bulunuyor.
Eğer aileler bir eve sahip olmak
için senelerce bekliyorlarsa beklemek.
Eğitimi gençler düzenlemeli.
Uzmanlar çağındayız teknolojist,
bakteriyolog endüstri yöneticisi.
Bu insanlar süreçleri
şekillendirmeliler.
Zihinleri tuhaf pek çok fikirle
dolu ve kendilerini önemli olduklarına inandırıyorlar.
Yaşamak istiyorlar ve dünya
kendilerinmişçesine hareket ediyorlar.
Yaşlılara saygı gösteriyorlar mı?
Haydut gibi görünüyorlar sadece
seksi, uyuşturucuyu ve çılgınca şeyleri düşünüyorlar son hoşgörülü bir toplum.
Öğrenciler dir dilim daha pasta istemiyorlar.
Hepsini istiyorlar.
Pek çoğu üniversitede mutlular çalışmak
istiyorlar ve ülkelerinin kendilerine daha çok para kazandırmasını istiyorlar.
Pek çok yabancı öğrenci
bulunuyor ve eşit haklara sahipler İngiliz enstitülerini bozmak için üniversitelere
gidiyorlar.
Şu akademik haydutlar, polisle birlikte
onlara sert müdahelede bulunuyoruz.
Enstitülerimize saldırıp otoritelerin
saygınlığını azaltıp huzursuzluk ve anarşiyi yayıyorlar bir şey olmaması için devlet
polisiyle birlikte yardımcı oluyor bu komünist ayakçılar üniversiteden atılmak
zorunda.
Onlar tekelcilikten
hoşlanıyorlar.
Bu kıl torbalarını uzaklaştırıyoruz
ve terbiyeli düzgün genç öğrenciler için yer açıyoruz siyasetin eğitimle bir
ilgisi olmadığını biliyoruz.
suçluları eğitim için çalışma
kamplarına gönderiyoruz.
Vietnam'daki savaşa gelince ilerleme
kaydedildi Amerikalılarla anlaşmaya vardık özgürlüğümüz için insan ve para
fedakarlığı yaptılar.
Savaşmak istiyorlar ve kurtul.
Savaş iğrenç bir şey İnsanlar
ölüyorlar.
Ama risk almanız gerekiyor.
Bu oyunda ateş etmeniz ve bombalamanız
gerekebiliyor.
Bazen kadınların ve çocukların yanması
gerekebiliyor.
Bazen işkence etmeniz gerekiyor.
Bazen de karın deşip, göğüs
yarmanız gerekiyor.
Savaşlar kazanmak için yapılır ve
her yöntem mübahtır.
Renkli derili insanları
sevmiyoruz çünkü para ve hammaddeler onların ilkel ülkelerinde bulunuyor ama işletme
ve yönetimden anlamıyorlar.
Hindistan'ın hızla
kalabalıklaşması bizim problemimiz değil.
Durumlarına üzülüyoruz, çünkü
açlıktan kırılıyorlar.
Bazıları bizimle anlaşmıyor.
açlıktan ölüyorlar.
Açlığı bitirelim fabrikalar
dikiyoruz, onlara traktörler gönderiyoruz hükümetlerini yönetsinler diye onlara
yardımcı oluyoruz sonuç olarak sadece hammadde satın almıyoruz ıvır zıvır
şeyler de alıyoruz belki de komşularınız aylaklıkları ve bakımsız konutları ile.
Biz ırkçı değiliz ama bu
insanlar saldırganlık içinde yaşıyorlar Wolverhampton'daki yoksul komşularınıza
giderseniz görürsünüz.
Bu insanlar bizim ilkelerimizi
kabul etmiyorlar.
Sefalet içinde yaşıyorlar ve
tavşan gibi doğuruyorlar sosyal hizmetleri şişiriyorlar.
Önlem alınmazsa, şehirlerimiz başka
ülkelerdeki gibi olacak ve kimse tanıyamayacak.
ülkemizdeki toprakların yabancılar
tarafından kullanıldığını görüyorum.
dilimizi bile konuşmuyorlar yaşam
tarzımıza uyumlu değiller kendi geleneklerini yaşatmakta ısrar ediyorlar Göçmenler
ırksal nefretten acı çekiyorlar evlerimizi ve işlerimizi kaybediyoruz.
boş yere ilgi ve alakamızı.
aktarıyoruz.
Aslınca çözümü basit, yok
edilmeliler.
Vietnamlıları ortadan kaldıralım
ve demokratik açıdan gelişimimizi devam ettirelim iş dünyası ve sermaye.
Teşekkürler ve iyi akşamlar.
İŞÇİLERİN SESİ Çıplaklığın
analizi Lavoisier, Priestley'nin keşfettiği oksijeni analiz etti Marx da,
Ricardo tarafından keşfedilen "değer teorisini" analiz etti.
daha hızlı çalıştığında daha çok
boş zamanın yaratıldığı bir sistemimiz var.
daha çok boş zamanın varsa, daha
çok iş yapabilirsin demektir.
eğer kötü iş yapıyorsan işle
ilgili bir şeyi bozarsan en başta sen gönderilirsin.
işleri kötü ve yetersiz yapıyorsan
başa dönemezsin, iki kat fazla çalışman gerekir.
Her ikisi de kötüdür.
ne ileri ne geri Endişemiz kötü
iş yapmaktır arkasını döndü ve 1650'de Cromwell açıkladı Cromwell açıkladı sınırların
yeni yasasını sınırların yeni yasasını bu durum insanları topraksız bıraktı ve
yoksullaştılar.
bu durum insanları topraksız
bıraktı ve yoksullaştılar.
kimse onun gibi olamaz, bu
insanlık dışı!
Bu çocuk bu işle birlikte doğdu.
İşi yapacak başka adam yoktu.
Ve şu an önceden tek kişinin
yapacağı iş için 3 kişi var.
zincirleyerek öğretemezler.
yapamazlar.
Madencilikte mükemmel örnekler
vardır.
Geceleri yöneticiniz vardır ve
çağırdığında ofise gidilir 1834'de 1834'de Dorchester işçileri Dorchester
işçileri onları köleliğe gönderdiler onları köleliğe gönderdiler sendika sendika
üyesi olarak.
üyesi olarak.
yatırımcıların yaptığı gibi Endüstriyel
sorunlar asla aşılmamalıdır Bu ülkede aşılması gereken tek sorun endüstriyi
etkileyen mülkiyet ilişkileridir.
Yönetim zorlukları ve gece
vardiyasını anladı işçilere haftalık 8 pound ödemek istedi Kardeşlik kodamanlar
tarafından söylenen şey üniversitelerde tahtalarda yazılı olan şey HERKES İÇİN televizyon
yayınları bir sınıfın diğerini sömürüsüne dayanır.
AŞMAK Gerçeğin ifadesi,
gerçekçilik iç savaş, sermaye ve emek arasındaki savaşın en iğrenç
biçimlerinden biridir.
ve birileri bunu yapmak zorunda el
sıkıştıkları zaman bunu 3 metre yaptılar.
Kollar onlara doğru uzandı!
Morris Motors'a giderseniz bunu
göreceksiniz - 1872'de - 1872'de.
savaş gemileri ve askerler VE
TESPİT savaş gemileri ve askerler rıhtım grevini sonlandırdılar.
rıhtım grevini sonlandırdılar.
İklim problemi yaşamak korkunç
bir şey Kızım karıma söylemiş “Anne, babam öldü mü?
”.
Karım yanıtlamış: “Hayır, BMC'de
çalışıyor”.
1.
100 kişiden biri olarak çalışmanın gerçekliği pencereleri takmak demek her
kapıyı 10 kez vidalamak demek.
gecede 2.
200 kez vidalama yapmak demek ara başına 2 dakika almaktadır.
Tüm işler şöyledir: gecede 2.
200 kez vidalama yapılır.
eve gidilir ve doğrudan yatağa uzanılır.
Ve uyandığın zaman hiçbir şey hatırlayamazsın.
Vidalamak için beyni kullanmak -
1888.
- 1888.
BİZ GELİYORUZ Hyde Park'ta Kanlı
Pazar.
Hyde Park'ta Kanlı Pazar.
- Etrafta takılıyorum - Sen
aylaksın!
Beni puba götür, bir şeyler
alacağım - Çok sıkıcı.
- Evet Gösteriler isyana neden
oldu toplumu savunmasız yakaladı ve tüm sektörleri etkiledi.
ÇALIŞMAK Sokaklarda bizi
defalarca kıstırdılar.
Kazanan çoğu zaman iktidar
olacak.
Ama daha çok kaybettikçe, daha
çok kazanmaya başlayacaksın.
zafere son bir mücadelede
ulaşılacak.
Parça başı işin psikolojik
faktörü parça başı işteki çelişkiyi görebiliyorsun.
sakin ve uysal bir adam
tanıyorum 7 saat parça başı iş yaptıktan sonra hata yaptı diye çalışma
arkadaşını vurdu.
çok fazla huzursuzluk yaşandı.
1.
100 kişilik yerede bir aşamada 5 iş bir kerede yapıldı Her tarafta
kollar ve bacaklar vardı diğerleri yalan söylüyordu ve - 1901'de - 1901'de - demiryollarında
zor bir karar alındı - zor bir karar VE SAVAŞIM demiryolları kararı tamamen yok
edildiler tamamen yok edildiler sendikal hareket.
sendikal hareket.
işi kaybetmek veya devam etmek.
Adilce ödenen bir iş çünkü fazla
efor gerektiriyor.
1915'te 1915'te birlik
temsilcilerinin ilk komiteleri KAZANMAK İÇİN ilk komiteler sendika temsilcileri
sendika temsilcileri ışığı gördü.
ışığı gördü.
kapitalizmde bütün kaynaklar
sadece ufak bir azınlığın elinde 1919'da ZORLUKLAR bazı işçiler yandılar Luton
şehrinde.
işçiler işlerini kaybetmemek için
ayağa kalktılar.
Patronlar bir ikilemle yüzleşmek
zorunda kaldı.
Fabrikalar otomatizasyona
geçtikçe daha üretken iş çıkartılacaktı ve araba satmak için insanlar olacaktı.
daha fazla kar üretimi için birileri
çalışacaktı.
1960'da 3 gün eylem yapıldı.
1966'da 1.
300 kişiyi kovdular ve halen işimiz yok, diğerlerinin de.
Paramızı almak için herkesi
işten attılar ve bunun adı kapitalizm.
Bence üretimden herkesin payını
aldığı sosyalist bir ülkeye gitmelisin .
Geçenlerde bazı rakamlar gördüm kaynaklar
ve yaşama olanaklarıyla ilgili.
İlgisiz yaşıyorlar.
Biz çalışırken onlar yarışlara
gidiyorlar.
Ülkede kaynakların ve servetin
adil dağıtımına odaklanmışlar.
Onlar yarışlara giderken bizim
yeniden çalışıyor olmamız adil değil.
Modern sosyal demokrasinin
hatası İYİ BİR YOLDAŞ biri dedi ki “burada sadece konuşmalara yer var” Problem
konuşmanın koşullarını yaratmakta.
Söylem gücün ifadesidir.
Herkes hak verecektir.
.
BU BİR doğru konuşmak ama
çalışılmasına izin verilmiyor.
Kapitalizm bundan daha fazlası
demek.
Kapitalist bir ülkede kapitalizm
daha fazla eşitsizli demek Kapitalizmde milyonerler ve çok yoksul insanlar olmak
zorunda.
Bu gereklidir, ayrıca
uluslararası alanda fakirleştirilmiş bölgelere gereksinim vardır.
Taktikler başladığı zaman teröristlere
olan sempatim kayboluyor.
insanlar toplanıyorlar KİM?
üretken ve şiddetten uzak duran hayatta
kalmanın zorlukları sadece hayal kırıklığı ve taktikler başlar.
işçiler emekten yana oy
kullandılar sosyalist bir hükümet.
Oy veren herkesi farketti ki bu
sosyalist bir iktidar değildi, kapitalistti.
- Kapitalist iktidar daha iyidir
- Evet, elbette 1916'da 1916'da hükümet tehdit ediyordu hükümet DAHA FAZLA tehdit
grevcileri göndermek için.
grevcileri göndermek için.
işçilere rağmen.
Ramsay MacDonald 1931'de işsizlik
sigortası kanununu yaptı.
Muhafazakarlar sağa saptırdılar lider
Enoch Powell gitmezse Almanya'daki Hitler hükümetine benzer bir yapının
kurulacağını söylediler.
Bu hainleri izlememiz mi
gerekiyor?
Hayır değiliz!
İhtiyacımız olan işçi sınıfını
temsil eden yeni bir partidir.
Marksizmi benimsemiş, komünist
bir parti proleteryaya mevcut durumu aşabilmek için önderlik edecek Vietnam
halkının mücadelesi bu birinci dalgaydı ENDİŞE devrimci dalganın zirve noktası işçilerin
birleşik mücadelesidir.
ne olup bittiğini bilmeden geçen
18 ay sırtımı sıvazladılar.
18 ay 4000 poundluk mortgage eve
ipotek geldi bana söylenen “ofise gidip evrakları almam ve haber beklememdi ” uyarı
yapılmadı.
“bu benim ağzım” demeden önce sokaklardaydı.
Ne oldu bilmiyorum.
Hollywood estetiğin radikal
yönde değişmesine neden oldu.
DAHA FAZLA Marksist konsept burjuvaza
konseptinin maskesini düşürmek için en etkili silahtır ?
Anti-emperyalist sinemanın
görevi bunu yanıtlamaktır.
“az” kelimesinin anlamı.
değiştirmek istersen değiştirmek
istersen değiştirmek istersen ve şarkı der ki “sen de, ben de çok ve az deriz” iki
karşıt her durumda iki karşıtı kullanmalısın.
Niye değiştirmek istiyorsun?
Biz değişim istiyoruz her
kıtanın sonuna Ho Chi Minh veya Castro eklenebilir her zaman karşıtlık olmalı.
- Burada, açık şekilde.
- “ABD" diyorsun "Ben
Mao diyorum, sen de söylüyorsun” “sen savaş diyorsun” Hayır "ben ABD, sen
Mao diyorsun" Karşıtlarla düşün.
“Bakın, ben bir faşistim demen
gerekiyor.
ve sen bir devrimcisin.
ben bir gericiyim sen de
devrimcisin”.
“sen ABD diyorsun, ben Mao
diyorum, sen savaş” “No” yerine “Ho” dersem Uymuyor çünkü “dur” çok kısa başka
bir şey bulmalısın Lin Biao'yu koyma.
- Kimi?
- Lin Biao.
Hayır.
“Sen Nixon diyorsun, ben Mao”.
Hayır, iyi olmadı.
“ABD dediğimde sen Mao diyorsun”.
1947'de ENDİŞE işçi hükümeti işçi
hükümeti tersane grevi sonlandı.
tersane grevi sonlandı.
Filmler anları gerçekte
yansıtmazlar, yanlızca diyalektik çelişkili alanları gösterir.
Bu alanları sınıf mücadelesinin aydınlığı
ile ortaya çıkartın.
İLERLEME 1947'de işçiler konut konut
meselesini meselesini protesto ettiler.
protesto ettiler.
Güzel.
Belirgin gerçekler burjuva
felsefesine ait şeyler.
Açık imajlar değiller, kendiliğinden
konuşan imajlar değiller Rus revizyonistlerinin filmlerinde olduğu gibi ve
batılı dergilerde amaçlandığı gibi.
Çelişkinin tek bir yapısı vardır
Çelişkinin tek bir yapısı vardır yöntemleri toplumun tümünü kapsar.
Film yapmak doğru çizginin
yapısını ortaya koymaktır.
İLERLEME 1949'da hükümet para
için yatırım yaptı silahlara, evlere değil.
silahlara, evlere değil.
Burada ne deniyor?
Evet burada: “Devrim yapmak
istediğini söylüyorsun.
Dünyayı değiştirmek istemiyorsun.
Ben bunun ilerleme olduğunu
söylüyorum dünyayı değiştirmek istemiyoruz”.
“Anayasa” iyi bir fikir diyorsun.
- Evet, niye ki?
- Anayasa!
“Anayasa değişsin istiyorsunuz ”
“Biz bir anayasa istemiyoruz”.
Yeniden yazabilir misin?
Yeniden.
Beğendim.
Artistleri aşağılıyoruz.
Çalıyor.
NEREDE?
1968 1968 3 İngiliz balıkçı
teknesi battı.
1968.
1968.
- LSE.
- LSE.
- Hull.
- Hull.
- Galler - Swansea.
- Galler - Swansea.
- Guilford.
- Guilford.
- Cambridge.
- Cambridge.
- Essex.
- Essex.
- Bristol.
- Bristol.
Doğru.
Fotoğrafçılık gerçeğin yansıtılması
değildir.
Bu yansımanın gerçekliğidir.
Fotoğraf Yanlışlıkla bulunmadı demiryollarının
ve telgraf sisteminin fonlanmasında bankacılara tepki olarak modern iletişimin
araçlarının keşfettiler burjuvazi ihtiyaç duyduğunda basında, romanlarda ve
resimde kitlelerden gerçeğin gizlenmesi için kullanıldı.
1968.
1968.
ZORLUKLAR İşsizlik ve hala
işsizlik.
İşsizlik ve hala işsizlik.
Parti silahları kontrol ediyor.
Üretim, tüketimi ve dağıtımı
kontrol eder.
Marksist-Leninist bir film
olsaydı milyonlarca kopyası “Rüzgar Gibi Geçti“ haline gelirdi.
1888.
1888.
ZORLUKLAR Genel grev.
Genel grev.
Emperyalist bir filmin projeksiyonunda
izleyiciye kafa sesi ile ekran satılır.
Ses teslim gerektirir.
Revizyonist film projeksiyonunda
insanları temsil eden ses onlarla ilgisizdir.
İnsanlar sessizce onun biçimsiz
yüzünü görürler.
Militan bir filmin projeksiyonunda
Militan bir filmin projeksiyonunda sinema klaketi belirgin bir durumun somut
analizine yardımcı olur.
Bu ekranda Marksizmin yaşayan
ruhu, öğrenciler.
.
eleştiriyorlar, mücadele
ediyorlar ve dönüştürüyorlar.
1911.
Tanklar ve savaş gemileri Tanklar
ve savaş gemileri karşı kullanıldılar ZORLUKLAR kadınlar ve çocuklar.
DAHA BÜYÜKLER kadınlar ve
çocuklara karşı kullanıldılar.
İnsanlığın tarihi özgürlüğe
doğru devamlı mücadelenin tarihidir.
Çok güzel.
Küçük bir şey, ama muhafazakar
olduğunu düşünüyorum.
Doğru olan Bak öğretmek için Yeniden
yazabiliriz ve bir yönde ideolojidir.
Farklı bir ideolojinin sunumu
olabilir Bilmiyorum, kulağa hoş geliyor Tatlım, trajik bir durumdasın ve paran
yok Hiç mi yok?
Korkunç bir şey!
Diğer yanda Cogen devrimi ve
karşılıklı üretim.
Militan film yapımcıları için bu
ne anlama geliyor?
Halka yanlızca film sunma halkla
birlikte ve halk için film yap.
Savaşı durdurmanın tek yolu var savaşa
karşı savaşmaktır karşı-devrimci savaş, devrimci savaş karşı-devrimci ulusal
savaş devrimci ulusal kurtuluş savaşı karşı-devrimci sınıf savaşı devrimci
sınıf savaşı.
Mücadele ve fedakarlık yoksa ölüm
var demektir.
Dünyanın her yerinde halklar
yeni bir dünya savaşı patlak verecek mi bunu tartışıyor.
Hazır olmalıyız ve bazı
analizler yapmalıyız Atom bombası bir çeşit kitle imha silahıdır ancak savaşın
sonucuna halklar karar verirler silahlar değil.
İdeolojik eğitim kavranması
gereken anahtar konumundadır politik mücadele için tüm parti bu temelde
birleşmelidir.
Sınıflı bir toplumda, sınıf
mücadelesi daima sürer.
Sınıfsız bir toplumda eski ile
yeni arasında ve doğrular ve hatalar arasındaki mücadele daimi olacaktır.
Güçlü ülkeler emperyalist niyetlerinden
vazgeçmeyecekler.
Zafer için birliğin
güçlendirilmesi ve mücadele kararlılığı gereklidir.
Bizim Marksist-Leninist
eleştiriyorlar ve özeleştiri silahımız var.
Basmakalıp tarzı bir kenara
bırakalım ve hataların karşısında konumlanalım.
Mücadele, yenilgi, yeniden
mücadele.
yenilgi ve bir kez daha
mücadele, ta ki zafer kazanana kadar.
Bu halkın devrimci mantığıdır.
Halkın demokratik diktatörlüğü Proleteryanın
yol göstericiliği gerekiyor bu en çok ihtiyaç duyulan devrimci gereksinimdir.
Kitleler gerçek kahramanlar
onlardır ve kitlelerin sonsuz yaratıcı gücü vardır.
Barbara la Esquirol'un faşist
yasalarına karşı Ford işçileri ile dayanışma grevleri Gestapo'nun Universidad
Humanista'sına karşı London School of Economics öğrenci ve hocalarıyla dayanışma.
Filmlerle gelen sanat
saldırısına karşı resmi korumalı fabrikalarda dairelerde mücadele “Newsletter”
“Keep Left” editörlerine karşı mücadelede gerçek haberlerin yayınlanması için Günlük
İşçi Gazetesi” ile dayanışma.
Anarşistlerin yardımı ile Ealing'teki
konutların mücadelesi ile dayanışma Anti-emperyalist gösterilerde politik
bilinç kazandırmaya çalışan Maocularla dayanışma.
Dış ticaret açığından ötürü şehir
çakallarının ulumasına vesile olan, maaşlarını alamayan liman işçileri ile
dayanışma Biz devrim istiyoruz şimdi!
Biz devrim istiyoruz şimdi!
SINIF SAVAŞI BİTMİYOR Çeviri:
Redsun from Red's Family||
Charlotte and Veronique
5000||1170000||Çeviri : BuRnOut burnout@yedincigemi.
com Charlotte ve Veronique ya da diğer adıyla; Bütün Erkeklerin Adı Patrick.
Bugün o ekose montla eteği
alacağım.
Bu gözlükler de fena değilmiş.
Buradayım Casanova.
Hay Allah!
Charlotte saat kaç?
Saat kaç dedim.
-9.
10 Gitmem lazım, görüşürüz.
-O montu alacak mısın?
-Evet, bir de bere alacağım.
Parkta görüşürüz.
Tamam, iki buçukta görüşürüz.
Aslında, bunun için
kaygılanmalıyım.
O şekilde okursan, güzel
gözlerine zarar verirsin.
Al, gözlüklerimi kullan.
Sana çok yakışacaklarına eminim.
Gölgede bir şeyler içelim mi?
Ne dersin?
Paris'teki ilk parkı kimin yaptığını
biliyor musun?
4.
Henri.
Hadi gidelim.
Geliyor musun, gelmiyor musun?
Çok çekici bir kitaba benziyor.
Hem de İngilizce!
Bir Fransız olduğunu sanıyordum.
Anladım, İsveçlisin.
Seni seviyorum demek.
Biraz ipucu veremez misin?
Norveçli misin yoksa?
Finlandiya?
Buldum, Almansın.
Hayır, İspanyol olamazsın.
Yoksa Japon musun?
Japon da mı değilsin?
Hiçbiri işe yaramıyor.
Deli olduğumu düşünüyorsun, değil
mi?
Kendi kendime aptalca
konuştuğumu sanıyorsun.
Maviyi tercih etmelisin.
Yeşil sana uymamış.
Erkek arkadaşını bekliyorsun
demek.
Nasıl bir erkek seni bu kadar bekletebilir
ki!
Yakışıklı mı bari?
Seni seviyorsa, eminim öyledir.
Kesin 300SL Mercedes'i de vardır.
Bu ismin nerden geldiğini
biliyor musun?
1913'te şirket iflasın eşiğindedir
ve adamın biri; arabalara kız arkadaşımın ismini verin, parasını ben ödeyeceğim
der.
Anlatmamı istediğin başka bir
şey var mı?
Bu adamı seviyor musun?
O nelerden hoşlanır?
Bana benziyor mu?
Bizi birlikte görürse kıskanır
diye korkuyorsun, değil mi?
Hadi ama, kötü bir şey
yapmıyoruz ki!
Erkeklere karşı sert ol, yoksa
seni parmaklarında oynatırlar.
Değil mi?
Bir bayanı bekleyebileceğimi düşünmüyor
musun?
Utanmana gerek yok.
Büyük bir aşk yaşıyor
olmalısınız.
Endişelenme.
Arabasını park ediyordur, şimdi
gelir.
Delisin sen!
Bir bayanı beklediğimi söyledim.
Sanırım gelmeyecek.
-Niye gidiyorsun?
-Sanane.
Sadece bir şeyler içmek
istiyorum.
-Geç kaldım.
-Hadi ama, bu söz çok klişe.
Benimle gel.
Bu kadar ısrar ediyorsan, beş
dakikalığına gelebilirim.
O kadar da kötü değildi.
Çok yeteneklisin.
Sahte filmlerin egemenliğindeki Fransız
Sineması ölüyor.
Kızlar hep nar şurubu ve süt
ister.
Bu çok burjuvaca bir şey.
Sorbonne'da mı okuyorsun?
Hazırlık sınıfındayım.
Ya sen?
Hukuk okuyorum.
-Sıkıcı olmalı.
-Hayır, ben seviyorum.
-Bir avukat mı olmak istiyorsun?
-Evet, öyle umuyorum.
İnsanları ikna etme konusunda
başarılısın.
Açıkçası, yaklaşık bir aydır kız
arkadaşım yok.
Bir ay uzun bir süre değil.
Çok utangaçımdır.
-Belli oluyor.
-Umarım yanına oturmamda sakınca
yoktur.
İlginç bir kızsın.
Sigara?
Bekle.
Ben yakarım.
Ne zaman avukat olmaya karar
verdin?
-Geçen yıl.
-Arkadaşım da hukuk okuyor.
-Ne kadar garip.
-Niye?
Bilmem.
Sana bir şey göstereceğim.
Bunlar Fransız kibritleri.
-Yakınlarda mı oturuyorsun?
-Hayır.
Montparnasse'de.
Ailenle mi kalıyorsun?
Hayır, kız arkadaşımla.
Şu an yurt dışında olan bir
Amerikalı'nın evinde kalıyoruz.
Şansımız vardı.
Geçen Ekim ayında, ufacık bir
oda bulduk.
Sakin ol, Gary Cooper seni
kovalamıyor.
Kızların sürekli yapacağı bir
şeyi vardır.
Bu akşam işin var mı?
-Yemeğe davetliyim.
Kuzenlerimle birlikte olacağım.
Tabii ki.
Kızların her zaman kuzenleri
vardır.
Bu gece birlikte sinemaya
gitmeye ne dersin?
-Burası bana çok uzak.
-Anlaştık mı?
Söyledim ya, gelemem.
Ama yarın olabilir.
Anlaşmaya başlıyoruz işte.
Şuna bak!
-Yarın, saat 9.
00 iyi mi?
-Nerede peki?
Capoulade'de.
Anlaştık mı?
-Gelmeye çalışacağım.
-Gelecek misin, gelmeyecek misin?
-Belki.
Pardon.
Güzel bayan.
-Bir Paris Presse.
-Bir France Soir.
Acelen mi var?
Bu acelenin kaynağı ben olabilir
miyim?
Çekil başımdan.
-Kaçarsan, ben de seni takip
ederim.
-Beni rahat bırak.
Sadece yardım etmek istiyorum.
Yardıma ihtiyacım yok.
Ortalarda koşuşturacağına bir
şeyler içelim.
-Seni tanımıyorum bile.
-Hadi gidelim.
Burası çok kalabalık.
O tarafa gidelim.
HUKUK Demek hukuk okuyorsun.
Evet, ya sen?
Mühendislik.
Matematiğin iyi olmalı.
Öyle diyelim öyle olsun.
İlginç, hiç öyle birine
benzemiyorsun.
Nasıl birine benziyorum?
Bilmem.
İlginç bir kızsın.
Sigara?
-Hayır, teşekkürler.
Bu karanlık gözlükleri
takmamalısın.
Güzel gözlerine yazık etme.
Öyle mi dersin?
Optik dersinde öğrendim.
Yakınlarda mı oturuyorsun?
Çok uzak sayılmaz.
-Ailenle mi kalıyorsun?
-Hayır, tek gözlü bir odada
kalıyorum.
Otelde mi?
Hayır, bir apartmanda.
Bir ressamın stüdyosu.
Ressam'la birlikte mi?
O yurt dışında.
Kızların hep yapacakları bir şey
vardır.
Şanslıydım.
Gerçekten.
Hiç öyle bir şansım olmadı.
Tabii ki, seninle tanışmak
dışında.
-Buna rağmen ayaktasın?
Açıkçası, yaklaşık bir aydır kız
arkadaşım yok.
Ama bir yıl önce istediğin kızla
beraberdin.
Bir yıl önce daha çocuktum.
Tabii, mühendislik okumuyordun.
Ne alırsınız?
Çok susamadım ama bir nar şurubu
ve süt alabilirim.
Kızlar her zaman Coca-Cola içer.
Cola'nın modası çoktan geçti.
Hangi okulda okuyorsun?
Orada.
4.
Henri'de.
Paris'teki ilk parkı kimin
yaptığını biliyor musun?
4.
Henri.
Bunu biliyor muydun?
Kızlar hiçbir şey bilmez.
-Hala mühendislik okuyor musun?
-Evet, bu yıl başladım.
Bu akşam ne yapıyorsun?
Bir randevum var.
Kızların her zaman bir randevusu
vardır.
Arkadaşlarla buluşacağız.
Aslında kuzenlerimle.
Zaten kızların her zaman
kuzenleri vardır.
Çok ilginç.
Aslında, onlar bir arkadaşımın
kuzenleri.
Hiç bitmez zaten bütün bu
arkadaşlar ve kuzenler.
Ne zaman müsaitsin peki?
- Yarın akşam.
- Harika.
Olamaz, yarın davetliyim Amcamlara.
Sen de aynı numarayı yapıyorsun
işte.
Gerçekten amcama gideceğim.
Tabii ki.
Bu gece bende kalabilirsin.
Yarın gidersin.
- Ya sonraki gün?
- Çok fazla şey istiyorsun.
- Hadi ama, sonraki günde
kalayım.
- Söz veremem.
Geleceğe dair plan yapmayı
sevmem.
Bir istisna olabilir.
Belki.
Belkilerden nefret ediyorum.
Hayır'ı mı tercih edersin?
-Evet'i tercih ederim.
-Çok yazık.
Bahse girerim, sana
"evet" dedirtebilirim.
Emin misin?
-Evet.
Tamam, kabul ediyorum.
- Ciddi misin?
- Evet dedim ya.
Emin misin?
Bir kere evet dediysem, evettir.
İşte şimdi anlaşmaya başlıyoruz.
Şuna bak!
Üf yaa.
Ne oldu?
Sorun nedir?
Ne giyeceğime karar veremiyorum.
- Yeşil elbiseni giy.
- Yeşil benim rengim değil.
Kuzenlerden nefret ediyorum.
- Aynı şeyi 4.
kez söylüyorsun.
Farkındayım, ama zamanlamaları çok
kötü.
Yarabbim ne kadar şanssızım.
- Bir randevun mu var?
- O kadar belli oluyor mu?
Ne olduğunu söylesem inanmazsın.
Dalga geçmeyi bırakıp beni
dinleyecek misin?
Max aradı değil mi?
Boşver Max'i.
Her şey kısa bir süre önce parkta
başladı.
Aslında tam olarak başladı da
diyemem.
Anlatabiliyor muyum?
Sanırım.
Nasıl biri?
Çok cana yakın.
O Amerikalı aktör gibi; Anthony İsmini
unuttum şimdi.
Yakışıklı bir hukuk öğrencisi.
Benimle o yüzden buluşmadın,
değil mi?
Seni yalancı.
Seni bekledim, ama gelmedin.
Biz de otobüs gelene kadar
kafede oturduk.
Ona çok yüz vermedim.
Erkeklere karşı sert olmalısın.
Yoksa seni parmaklarında
oynatırlar.
- Otobüs gelene kadar mı
oturdunuz?
- Yarın buluşacağız.
Ne kadar hoş.
Şimdi ne demek istediğimi
anladın mı?
Hayır, sadece bir tesadüf.
- Ne tür bir tesadüf?
- Dinle beni.
Aynı dakikada ben de yandaki kafedeydim.
Aynı dakikada mı?
Tamı tamına aynı dakikada.
Yalnız mıydın?
Tahmin et.
Beni gerçekten
sinirlendiriyorsun.
Yeni tanıştığım adamla
beraberdim.
Mühendislik okuyor, Cary Grant'e
benziyor.
Seni tavladı mı peki?
Pek sayılmaz.
Aslında, tesadüfen tanıştık.
Tabii ki.
Aptal olma.
İstediğini düşünebilirsin.
Bahse girerim, Latin
Quarter'daki serserilerden biridir.
Bu konuda seninle
tartışmayacağım.
Beni elindekiyle yıkamaya
çalışmayacaksın, değil mi?
Gerçekten bir tesadüftü.
İkimiz de gazete alıyorduk.
- Kes şunu.
- Yalan söylüyorsun.
- Yalancı.
- Yemin ederim, doğruyu
söylüyorum.
- Ertesi gün buluşacağız.
Yarın amcasını görmeye
gidiyormuş.
- Amcasıyla tanışmak isterdim.
- O, senin kuzenlerinle tanışmak
istiyor mu?
- Ertesi gün onunla buluşacak
mısın?
- Yarın sen onunla buluşacak
mısın peki?
Evet dedim bir kere.
Bu yüzden gideceğim.
Ne konuştunuz?
Patrick'le mi?
Patrick Valcroze değil tabii.
İlginç gerçekten, gördüğüm bütün
erkeklerin adı Patrick.
- Seninki de mi?
- Evet.
Çok komik.
Ama aradıklarında öyle olmayacak.
Sana ilk ne dedi?
Yanımdaki masada oturuyordu -
Yanıma oturdu demiştin.
- Önce yanımdaki masaya oturdu.
Bahse girerim, özellikle oraya
oturmuştur.
- Hayır, o asla kızların peşinde
koşmaz.
- O mu böyle söyledi?
Hayır, ama öyle olduğu
anlaşılıyor.
- Oysa senin olayında - Aptalsın
sen.
Gazete alırken tanıştığımızı
söyledim ya.
- Yalancı.
- Görürsün sen şimdi.
Bu yatağa dört kişi nasıl sığacağız?
Delirdin mi!
Bu adam tam bir centilmen.
Beni sarayda yaşatacak.
- Saray mı?
- Aynen öyle, saray.
Bunun gibi bir sarayda mı?
Çizgili bir kravatı vardı.
Demek kravatından dolayı böyle
düşünüyorsun.
Ama sen, blue jean giyen tipleri
tercih edersin.
Üstünde eski tip bir ceket vardı.
Hiç şaşırmadım.
Bir de yağmurluğu vardı.
Yağmurluk mu?
Bu hiç şık değil.
Viski mi sipariş etti?
Hayır, Coca-Cola.
Üstelik burjuvalardan nefret
ediyor.
Coca-Cola mı?
Ne kadar demode.
Tam bir moron olmalı.
Bu tip adamları bilirim: Asla
saçlarını taramazlar.
Tersine, saçları çok düzgündü.
Düzgün kelimesinden ne
anladığına göre değişir, tabii.
Saçını taramıştı demek istiyorum.
O kadarını da yapsın artık.
Uzun süre boş boş konuştuğuna
eminim.
Hayır, çok fazla konuşmadı.
Ben hazırım.
- Her şey için hazırım.
- Harika görünüyorsun.
Uslu dur ve sessiz ol.
Onunla ilk sen mi konuştun?
Öyle olsa şaşırırdım doğrusu.
Hayır, o zekice sorular
soruyordu.
Ben de cevap verdim.
Ben bir adamı düşünceleriyle
ifade ederim.
Kravatıyla değil.
Benim Patrick'im çok yetenekli matematikte.
Benimki bir hukuk öğrencisi.
Hukuk mu?
Kaçıncı sınıfta?
Son sınıfta, senin gibi değil.
Belki kütüphanede onu
görmüşümdür.
Oraya pek çok öğrenci geliyor.
Aşık mısın?
- Deli gibi.
Hep birlikte belki
"konulu" bir filme gidebiliriz.
Öpüştünüz mü?
Siz?
Hayır, ben öpmedim.
Bende.
Ertesi gün dersten sonra Senin
Patrick'in ona mı benziyor?
Kafayı mı yedin sen.
Bir sorun mu var?
Sadece yüzü ona benziyor.
Burjuvalardan nefret ediyorum.
Senin kimlerden hoşlandığını
biliyorum.
Ben de senin.
Herkesi eleştiriyorsun.
Çünkü her zaman serserileri eve getiriyorsun.
Bu çok rahatsız edici.
- Kendi adına konuş.
İddiaya girerim, bu sefer ki de serserinin
tekidir.
Bu benim Patrick'im.
- Tebrikler, beğenilerini
geliştiriyorsun.
- Kravatı da çok güzelmiş.
- Bu gece benimle buluşur musun?
- Yarın benimle buluşursan.
Çeviri : BuRnOut burnout@yedincigemi.
com||
Cleo From 5 To 7
22993||5349100||5'den 7'ye Cleo Ceviri: Violaine İyi Seyirler.
Kesin lütfen, Bayan.
Sol elinizle 9 tane kart seçin.
3 tanesi geçmiş için 3 tanesi şu
an için 3 tane de gelecek için.
- Tarottan anlar mısınız?
- Çok az Henüz sizi göremiyorum.
Eğer sizi görebilirsem kartlar daha
çok şey anlatırlar.
İşte buradasın.
Şimdi geçmişe bir bakalım Genç
aşkınız kariyerinizi etkilemiş.
- Annen dul muydu?
- Hayır.
Çok yakın ve dul bir arkadaşın
var ve negatif etki yayıyor.
Ama sana çok bağlı.
Seni günlük dertlerinden uzaklaştırmış
Sonuçta da, kibar, cömert biriyle tanışmışsın.
Artistik kariyerine büyük katkısı
olmuş.
Yeteneklerin gelişmiş.
Müzikle yaşıyorsun Müziği
seviyorsun Sana çok ilgi göstermiş - Onu nadiren görüyorum.
- Kendiniz için bir kart seçin devam
edelim.
Seni kolluyor, düşünüyor ve sana
tavsiyeler veriyor.
Oh kötü niyet görüyorum bir
doktor Görevi çok tehlikeli.
Bir kavga görüyorum.
Gelecekte Bu çok kötü bir kart.
Az da olsa evlilikle ilgili ümitlerin
var.
Bir yol gözüküyor, bir seyahat üç
ölüm Şuradaki sensin.
Başka neler görüyorsunuz?
Kartları okumak çok zordur.
Tekrar denemeliyiz.
Kesin, lütfen.
4 Kart seçin.
Asılmış adam değişim demektir ama
negatif bir değişim.
- Hasta mısınız?
- Evet.
Venus Astarte!
Hastalık içinde.
Biriyle tanışacağınızı
görüyorum, seni eğlendirecek, genç, konuşkan bir adam.
Şimdiye kadar görmemiştim onu.
Ama yanlış giden bir şeyler var Sanırım
bu senin hastalığın.
Biliyordum!
Çok ciddi, değil mi?
Evet, ama bu kadar üzülmeyin.
Başka bir kart seçin.
Görmeliyiz Oh çok sağolun ya.
Bu kart ille de ölümün kartı diye
bir şey yok.
Bu, şu demek; varlığının komple
bir değişimi.
Yeterli.
Sadece iki gündür tanınıyorum.
Testlerin sonuçlarını öğrenmek
istemiyorum.
Elime de baksanız?
El okuyamam.
O kadar kötümü ?
Bu şekilde ağlamayın ama.
Bekleyen müşterilerim ne düşünür
sonra?
Kötü şans getiren bir kuş değilim
ben.
Anlıyorum.
Kartlar ölüm dedi, ve ben kanser
gördüm.
O ölecek.
Kaçma, Sevimli kelebek.
Çirkinlik ölümün bir şeklidir Güzel
olduğum sürece, yaşıyorumdur.
Madam Irma sizi korkularınızdan arındırdı
mı?
Hayır, eskisinden daha da kötü
oldum.
Kartlar hasta olduğumu söyledi.
Bunu kartlara bakarak mı gördü?
Yüzümde mi yazıyor sence?
Hayaller görüyorsun.
Eğer dedikleri doğruysa, kendimi
öldüreceğim.
Ölü olmayı tercih ederim.
Drama kraliçesi.
Mutlu olmalı.
Arkasından ağlanılmasını istiyor.
Çocuk gibi.
Hadi, Madam Cleo Sakinleşin
biraz.
Bir sorun mu var?
Hastane testlerinden dolayı kendine
eziyet ediyor.
Doktorlar her yerde hastalık
görürler.
Test yapmaktan da bıkmazlar.
Kahve alır mısınız?
Evet.
Kahve seni daha çok üzer.
Peki ala, o zaman En az senin
hayal ettiğin kadar kahve seni bir gün uyanık tutar ve diğer gün sakinleştirir.
Bir gününü böyle geçirirsen
diğer gün daha iyi olabilirsin.
Sana bizim köyden bir hikaye anlatayım.
Her şeye sahip bir adam varmış: bir
karısı çocukları, sağlığı ve sağlık her şeydir.
Bir gün hasta olmuş.
Doktor öleceğini söylemiş.
Karısı üzüntüden mahvolmuş.
Adam çıldırmış, yataktan kalkmış
ve ayrılacağını söylemiş.
- Odayı kiraladın mı?
- Evet.
Şimdi orası sana ait, değil mi?
Anlamıyorsun.
Sabahın ikisinde ayrılacağım
için sinir oluyorum.
Sonraki gün yorgun olacağım.
Gidene kadar seninle yatacağım bir
daha da yatamazsın zaten Şaka yapıyorsun değil mi?
Tartışmaktan yoruldum.
Tek istediğim seninle yatmak.
Benim kendime saygım var Koşa
koşa geleceksin bana.
Yunanistan’a, Türkiye'ye, Mısır'a,
Afrika'ya gitti ve "Dünya'yı geziyorum" yazılı kartpostallar yolladı.
Hiçbir zaman hasta olduğunu
söylemedi.
İki yıl sonra, her zamankinden
daha güçlü bir şekilde geri döndü.
Eşi bir kazada ölmüş.
O artık yaşlı bir adam.
Hala seyahatlerinden bahseder.
Doktorlar ölümle iç içe
olduğunuzu söylediler.
- Biz geri dönmeliyiz.
- Evde içeriz artık.
Ben şunu beğendim.
Kürk?
Yazın ortasında?
Şapka istiyorum.
Deneyebilir miyim?
Elbette.
İstediğiniz özel bir tarz var mı?
Şunu, Şunu Çok şık oldu.
Sevdin mi?
En azından yazlık bir şapka.
Her şey bana yakışıyor.
Bir şeyler denemek beni sarhoş ediyor.
Siyah tam benlik.
Ama ilk denediğimi tercih ederim.
Bu size mükemmel oldu.
İşte bu.
- Paketleyeyim mi?
- Yok yok, giyipte gideceğim.
Hayır.
Salı günleri asla yeni elbise
giyemezsin.
- Ama bu şapka - Yeni olan
hiçbir şeyi.
Paketlememi ister misiniz?
Sorun yaratmak mı istiyorsun.
Salı günleri asla ve asla yeni
bir şey giymeyeceksin.
Lütfen, bunları Cleo Victoire, 6
rue Huyghens'e gönderin.
Siz Cleo Victoire misiniz?
Sesinizi o kadar severim ki.
Sizinle bir gün tanışacağımı hiç
tahmin etmezdim Dükkanımız için bir fotoğrafınızı imzalar mısınız?
Elbette.
Gönderirsiniz değil mi?
Bu olmaz.
Numarası uğursuz.
- Citroenler'severim!
- Bu yeni I.
D.
I.
D.
"deli bir şey"!
Yoruldun mu?
Şu an yaşadığımı hissetmiyorum.
Saçmalama.
Böyle düşünüyorsun çünkü
yorgunsun.
Annenle mi geziyorsun bebeğim?
Bir öpücük ver.
Kendini beğenmiş!
Şarkıları severim.
Ya sen?
Bunu sevmem.
Berbat.
Kayıt berbat.
Tekrar kaydetmeliler.
Durun.
Durun.
Hayır, demek istediğim, müziği
kapatın.
- Şarkıyı söyleyen benim.
- Sen miydin?
Bu şarkıya bayılırım.
Hiç duymadın mı?
Sorun ne?
Midem bulanıyor.
Ama camlar açık.
- Müziğin faydası olmadı mı?
- Hayır.
Radyoyu severim.
Radio Taxis'i severim - insanlara
iş bulurlar.
Bir kadın için zor iş!
Zaman zamanda tehlikeli.
Ama seviyorum.
Karanlıktan korkmaz mısın?
Korkmak mı?
Bunlar da kim böyle?
Sanat öğrencileri Eğlenmeye
ihtiyaçları var.
Biz de zamanında böyle değil
miydik?
Geçen kış saldırıya uğramıştım.
Akşam gazetelerinde
fotoğraflarım vardı.
Bazı delikanlılar ödeme yapmayı
sevmez.
Kıyıda köşede bir yerdi, ve
zifiri karanlıktı.
- Ama arkalarından koştum.
- Karanlıkta?
Beni kafalarına takmışlardı.
Telsizden yardım istedim.
ve iki meslektaşım yardımıma
koştu.
- Ölmekten korkmadın mı?
- Korkak bir tip değilim ben.
Ne çaldılar peki?
Hiç bir şey.
Üstümü başımı parçaladılar.
Yüce tanrım!
Burada sollayamıyorum.
Radyoyu açabilir miyim?
Elbette, bu senin araban.
Amerikan kadınları için yeni Whisky
Şampuan.
Whisky saçları canlandırır.
Şimdi son haberler Bugün
Cezayir'deki kargaşalar daha da büyüdü Son zayiat listesine gelince 20 ölü ve
60 yaralı.
Cezayir'deki isyanın baş
aktörlerinden Komutan Robin'in, Paris'te yapılan askeri mahkemede 6 yıl hapse
mahkum edilmesi kesinleşti.
Çiftçilerin eylemleri iki
haftadır devam ediyor.
2000 kişi bugün Polis barikatlarını
geçerek şehir merkezini bastı.
Tam 300 traktörleri vardı.
Morlaix'de 2 gösterici
tutuklandı yarın serbest bırakılırlar.
Brest hapishanesinde
tutuluyorlar.
Yarın, St.
Nazaire'de 4000 gösterici hep bir ağızdan "Bretonları serbest bırakın"
diyerek bağıracaklar.
Bay Khrushchev, Kennedy'yi köpek
kulübesine tıktığını hiç düşündü mü acaba?
Viyana konferansından sonra Beyaz
Saray'a bir köpek gönderdi.
Adı Poushinka.
Meşhur uzay köpeğinin yavrularından
biri.
Provalar için eve zamanında varırız.
Tükendim artık.
Biraz dinlenirsin.
Gennevilliers adına
kanalizasyonda çalışan 3 işçi, gaz kaçağından dolayı öldüler ve onları
kurtarmaya çalışan metro işçisiyle beraber akıntıya kapıldılar.
Şimdiki haberimiz turistler
için: Fontainebleau müzesi 22 Haziran'da yani yarın yine kapatılacak.
Edith Piaf son ameliyatından
sonra bugün ilk kez kendine geldi.
Bu haberi onun cerrahı Dr.
Mercadier bildirdi.
"Edith tekrar kurtuldu.
Bu kesinlikle bir mucize" Genç
İngiliz, Robert Platen, Kanal'ı 6 saat 20 dakikada geçti.
Botuyla birlikte adeta süzüldü Rue
Huyghens'i tanır mısın?
Evet biliyorum.
Tanımayan var mı ki.
Cesur ve zekisin.
Peki ya kadın paraşütçüler?
Nasıl böyle çılgınca
atlayabiliyorlar.
Bazıları buna bayılıyorlar.
- Ne kişilik ama!
- Şok ediciydi.
Medeni cesareti var.
Nefes alamıyorum.
Biraz egzersiz yapmalısın.
Canım acıyor.
Ama iyi geliyor.
Tamam şimdi rahatladım, gerineceğim.
Bu beni öldürüyor!
Her gün söylüyorum.
Sen benim en iyi izleyicimsin.
Sıcak su torbası istiyorum.
Su hazır bile.
Teşekkürler.
Sıcaklık bana iyi geliyor.
O gelene kadar dinlen.
Bilirsin - Gördün mü!
- Saat gibilerdir.
Hasta olduğunu belli etme.
Erkekler hastalıktan nefret
ederler.
Nasılmış benim kediciğim?
Sana öpücük verebilmek için işten
kaçtım.
Şimdi yanındaydım.
İyi ki kaçmışsın.
- Şapka!
- Deli misiniz?
Bizim batıl inançlarımız var.
Daha sık gelirseniz bunu
anlarsınız.
Madamlar, hizmetçilerine çekerlermiş.
Bunun için zamanım yok.
Bestecilerim geliyor.
Benimde telaşım var.
Sadece sizi öpmeye geldim.
Zaten hep bir telaş
içerisindesin.
Az önce pat diye geldin.
Vakit doldu aşıklar.
Beni sevdiğini sanıyordum.
Seni bu kadar az görmek beni sinirlendiriyor.
Kleopatram - Hasta mısın?
- Evet.
Peki bugün neyiniz var?
Ne demek bugün?
Ben hep hasta mıyım?
Her zaman bir sorunun oluyor.
Sen güçlüsün.
Güzelliğin senin sağlığın.
Ya gerçekten hastaysam ne olacak?
Hepsini sen uyduruyorsun.
İnsanların beyinlerini kanser ve
kalp rahatsızlıkları ile dolduruyorlar.
Benim rahatsızlığım da, telefon görüşmeleri
ve randevular.
Akşam yemeğine kadar 2 görüşmem
var.
- Bunu asla yapmayacağım.
- Neyi asla yapmayacaksın?
Beni asla öpmeyecek misin?
- Beni özleyecek misin?
- Aynı treni kaçırmak gibi.
Çok fazla öpüşme var ama sadece
bir kişi yapıyor.
Sen beni yeteri kadar öpmüyorsun.
Umrumda değil.
Ama bir akşam beni çıkartmalısın.
Don Juan galası için yeni bir
elbisem var.
- Görmek ister misin?
- Evet.
Hayır.
Bunun için vaktim yok, ki
seninde yok.
Tatile çıkabilsek İtalya'ya Cuma
günü seninle çıkabilmek için elimden gelenin en iyisini yapacağım.
Tabii her şey yolunda giderse.
İnci tanem Kimdi o?
Şapkayı getirdiler.
- Şey, Angele - Evet, Madam Onun
için endişelenmiyorum.
İyi yapıyorsun.
Beni ciddiye almıyor.
Onun şu önemli randevuları yok
mu!
Onunla ilişkimi kesmek istiyorum.
Yanlış yaparsın.
Seni seviyor.
Öyle mi düşünüyorsun?
Hem de öyle böyle değil.
Beni seviyor az çok Aklından
neler geçiyor?
O iyi bir aşık.
Nasıl bilebilirsin ki?
O aşık.
Sana tapıyor Seni şımartıyor.
Paris’teki herkesi tanıyor cömert.
Çok yakışıyorsunuz.
Üstelik uzun boylu.
Ona söylemek isterdim Neyi?
Hastalığımı Unutulan hastalığımı.
.
Benim dışımda herkesin unuttuğu
hastalığımı.
Er yada geç bir şeylerin ters gittiğini
anlamalı.
O bir egoist.
Bütün erkekler öyledir.
Sana durmadan kendi sıkıntılarından
bahsederler Ya sen nasıl davranıyorsun?
Ona karşı çok kibarım.
O beni ne zaman isterse hep
vaktim oluyor.
Her zaman hazır bulunuyorum.
Ben erkekler için fazla iyiyim.
Onlara yeteri kadar katı
davranamıyorsun.
Asla iyi olup olmadığımı sormadı.
Eğer ölürsem, üzülmeyecek bile.
Şaşkınlığa düşecek.
- Ne bekliyordun?
- Günümüzde insanlar çok basit
ölüyorlar.
Özellikle artistler.
Kaderine meydan okuma.
Güzel tarafından bak.
Boşu boşuna üzülüyorsun.
Doktora gideyim mi?
Hayır.
Sonuçlar için bu akşam ona telefon açarım.
Eğer ciddi bir şeyse, seni
yatırmak zorunda kalacak.
Hiç gereği yok.
- Ne zaman arayacaksın?
- Bu akşam.
İşte geldiler.
Bu Maurice.
Çok utangaçtır.
- Cleo içeride mi?
- Yatağında.
Hasta mı yoksa?
- Ciddi bir şey mi?
- İlgi istiyor.
Müzik onu kendine getirir.
- Beyaz bir paltonuz var mı?
- Tam arkanda.
Ve büyük yağmurluğunuzla
birlikte bir eczacıya dönüşebilirsiniz.
Ne arıyorsunuz?
Bilmem.
Bir şeyler İşte şırıngamız.
Angele, bitki çayı yapabilir
misin?
Cleo da bütün kadınlar gibi, iyi
bir şakadan hoşlanır.
Her zaman bir şeytanlık yaparsın.
Doktor burada.
Hastayı tedavi edecek.
Kan testi?
Çek şunu yoksa bayılırım.
Kadavrayı kaldırın.
Bir sorunun mu var?
Harika ya, hasta olmak hata
sanki.
Ve hatalar öldürür.
Çok çirkinsin.
Çirkinlik güzelliktir.
Güzellik çirkinliktir.
Shakespeare!
Üzüntümü saklamaya çalıştım.
Bu kapriste ne böyle?
Kayıtlar haftaya.
Bu acele niye?
Bazı şeyler değişiyor.
Yeni şarkılar yapacağım.
- Sonra, ortalarda olmayacağım -
Balayı fantezisi mi?
Sinirime dokunuyorsun.
Eski şarkılarla prova yapmak istiyorum.
Ve yeni parçalar nerede?
Kalemimle beynimi patlatıyorum.
Yaratıcı yazar konuştu.
Ben ona "pratik kalem"
diyorum.
Cuk oturmuş.
Burası hoşmuş.
Daha önce buna benzer bir yerde
bulunmamıştım.
- İçecekler?
- Angele bir melek!
Pratik Kalem hanım evladıdır.
Konyak.
Sözleri kim yazıyor?
- Ben, resmen!
- Viski.
Bir pipet ve çilek suyu.
"Cleopatra'nın sesi
kısılmış" Niye asabımı bozmak zorundasın?
Sadece yardım etmek istiyorum.
- Devam et o zaman - Nazlı bir
kız var ve "Doktor Şarkı" sana yol gösterecek ve yardım edecek O
Hristiyan bir hekim - Baş belasısın!
- Sözlerin
"başrolünde" ve "içindeki".
Yada "Vefasız Kız"?
Bu güzeldi.
İçimde binlerce kadın var, beni
harap ediyorlar.
Ben bunu biliyorum.
Bunu duymaktan asla bıkmam.
Yeni şarkısını bekliyorum.
"Yalancı Kız" "Ben
sana yalan söyledim, aşkım " "Seni bilirim, kendini gizleyerek beni
eğlendirirsin" "Ve banka hesapları benim dikkatimi çeker" "Kadınların
ödeme yapan adamısın" "Bana mı yalancı dedin" "Seni baştan
çıkardım" Burada değil yarın arayın.
Bunu söylemek çok zor ya.
Yok bu hiç olmaz.
İlk melodi çok daha iyiydi.
Daha özgün.
- Bunu kaptım, sonra - Daha
başka?
- "Oynamak" - Ne
oynamak?
- Senin için ideal bir parça.
Çok basit.
"Çelloyu harika çalıyor.
Sen de piyanoyu harika
çalıyorsun" "Ama ben bütün erkeklerle dalga geçiyorum" "Ve
gerçekten onlara cehennemi yaşatıyorum" "Siyah ve beyaz notlarda cırtlak
bir sesle söylenecek" "Ama kalçamı salladığımda bütün erkekler
eğlenmek için çığlık atıyorlar" "Bançoyu sevinçle ve acemice
çalıyorum, Flüt çalmakta dahiyim" "Ama bütün erkekler, gözelerini
dikip " şirinlik yapmamı bekliyorlar" Hoş, sevimli bir şarkıydı.
Sözlerden hoşlandım.
Peki ya müzikten?
Müzikten de hoşlandım.
Müziğimden zevk aldıysan, onun
sayesinde.
Sevdiğin makamlarda söz yazmaya çalışıyor.
- Bu güzeldi.
- Sadece sözleri ezberle.
- Bu "Aşkın
Gözyaşları" - Diğerine oranla bu biraz daha duygu is Kes şunu!
Her zaman yeteneklerimle alay
ediyorsun.
- Hangi yetenekler?
- Şimdi sınırı aştın.
Çok kötüydü.
"Cleopatra, sana saygı
duyuyorum" "Bütün kapılar ardına kadar açık" "Rüzgar direkt
içeride esiyor" "Bom boş bir evde yaşıyorum" "Sensiz" "Sensiz"
"Denizle çevrili" "Issız bir ada gibi" "Kumlarım beni
terk ediyor" "Sensiz" "Sensiz" "Görülmemiş güzellikleri"
"Acımasız kışa bırakıyorum" "Ruhum hayal edemiyor" "Sensiz"
"Sensiz" "Çaresizlik içinde sürünüyorum" "Tabut
sehpasında" "Vücudum çürüyor" "Sensiz" "Eğer bu
kadar uzun beklersen" "Çoktan ölmüş olurum" "Kül gibi,
solgun ve yalnız" "Sensiz" "Sensiz" Bu çok fazla Devam
edemem İğrençti!
Denedi işte Çaresizlik gibi bir
kelime kullanmamalısın.
Bir kelime hiçbir şeydir.
Hoş bir şarkı.
Müzik piyasasında bir devrim
yaratacak.
Ne şarkı ama?
Ömrü ne kadar olur acaba?
İşte başka bir kapris daha.
Tek söylediğiniz bu!
Beni kaprisli yaptınız!
Nerdeyse kukla gibi oldum burada!
Ölümcül sözlerle bir devrim!
Bununla bir hit yaratabileceğimi
mi düşünüyorsunuz!
Mükemmel bir cenaze töreni gibi!
Benden faydalanmak mı
istiyorsunuz!
Çıkın dışarı!
Hayır Ben gidiyorum.
Angele size içeceklerinizi verir.
Şarkıları bırakın, sonra seçerim.
Ama sen müziği okuyamazsın ki Siz
asla beni düşünmediniz.
Bana inanmıyorsunuz, benim bir yeteneğim
var.
Jose sesimi ilk duyduğunda etkilendi
benden.
Güldürme beni.
- Benden nefret etmelisiniz!
- Kendine acıyan şımarık çocuk.
Herkes beni şımartıyor, kimse
beni sevmiyor.
Ne performans ama.
Siyahları giyeceğim.
Şarkına yakışır.
"Aşkın Gözyaşları Kül gibi,
solgun ve yalnız" İşte burada.
Bir de kafamı koparabilsem!
Ben de gelebilir miyim?
Yalnız kalmak istiyorum.
Cleo, Salı, sakın unutma.
Lanet Salı!
Bildiğim gibi yapacağım.
Kuklamın değişmeyen yüzü Şu
anlamsız şapka Kendi korkularımı göremiyorum.
Herkesin bana baktığını
düşünüyorum.
Sadece kendimi düşünüyorum.
Bu beni tüketiyor.
Şu Cezayir çılgınlığı Ne tarafta
olacağını bilemiyorsun.
Şu gürültüden bir kelime dahi duyamıyorum.
Onlarla yaşamak imkansız, ne
bekliyorlardı ki?
Affedersiniz.
Bir konyak.
Bütün o yıllardan sonra kendimi
yine bu cafede buldum.
Bu şiirsel çöküş berbat Bütün
hikayeleri basitçe algılayamadığımızdan oluyor hepsi.
- Siz mi sipariş etmiştiniz?
- Evet.
Teşekkürler.
Şu tablonun ismi
"Kadın".
Ben bir boğa görüyorum.
İspanya'nın Picasso'su Miro'nun
kadınlara bilgesel bakışını ortaya koyuyor.
Nasıl ortaya koyuyor?
Bütün gün seni bekleyeceğimi mi
sanıyorsun?
- Artık onunla görüşmüyoruz.
- Afrika'ya döndü.
- Dorothee buralarda mı?
- Evet.
Bana acayip pozlar veriyor.
Oh Cleo?
O kadar sevimli, o kadar güzel
ki.
Bir dakika sonra yanındayım.
İşimiz bitti zaten.
- Nasılsın?
- Uzun zaman oldu.
İyiyim.
Fena değilim ama şunlardan
kurtulalım.
İşte ücretiniz.
Arka yolu kullanalım.
Raoul'un arabası bende.
Daha önce içlerine hiç
girmemiştim.
Çok sakinler.
- Bu tavırlara aldırmıyor musun?
- Hayır, niye ki?
Bir açığımı bulacaklar diye çok
korktum.
Fasa fiso.
Vücudum gurur verir derecede
değil, ama beni mutlu etmeye yetiyor.
Sanki oradaki ben değilmişim gibi
bakıyorlar Bir endam, bir düşünce Sözde orada olmazsam Çok sıkıcı oluyormuş ve
bunun bedelini bana ödüyorlar.
- Nereye gidiyorsun?
- Biraz yürüyeceğim.
Tek başına mı?
Sana yakışmaz.
Benimle gel.
Şu arabayı Raoul benim için
kiraladı.
- Kullanabiliyor musun?
- Yeni öğrendim aslında.
Kemerini tak ve sakızını çiğne.
Güldüğün zaman daha güvenli
oluyor.
Eski günlerimizi düşünüyorum.
Eski umutlarımızı Ben dansçıyım,
sen şarkıcı, Bob'da piyanist Aramızda başarıyı yakalayan bir tek sensin.
Sadece 3 şarkı yaptım.
Bir tanesini bir kafe de çaldım.
- Kimse dinlemedi.
- Cafe konser salonu değildir ki.
Şu caddelere ne kadar saçma
isimler koyuyorlar.
Giden Caddesi, Gelen Caddesi Kolunla
işaret ver.
Caddelere yaşayan insanların
isimlerini vermeleri gerekir.
Piaf Caddesi, Bardot Bulvarı, Aznavour
Çıkışı gibi.
Ölünce de isimlerini
değiştirmeliler.
Anlıyorum.
Seninde ismin koyulsun istiyorsun.
Çok geç artık.
Neyin var?
- Hastayım.
- Doktora gittin mi?
Evet.
Sanırım çok ciddi.
- Tedavisi yok gibi bir şey.
- Tanrım, ne kadar kötü.
- Sen cesursundur.
- Aksine.
- Öğreneli ne kadar oldu?
- Sonuçları bu akşam öğreneceğim.
Belki bir şeyin yoktur.
Her neyse gerçekten ciddi.
Hastahanede konuşurlarken duydum.
Oradakiler hastalar hakkında çok
şey bilirler.
Niye hastaneye gidiyorsun?
İşim var.
Ne gibi, söyle?
Midem ağrıyor.
- Orada olsam iyi olacak - Ama
neden?
Orada kimseyi göremezsin.
Jose ne dedi peki?
Bilmiyor ki.
Onu fazla göremiyorum.
Yatakta hiç konuşmuyor musunuz?
Nadiren benimle kalıyor.
Çok meşgul.
Seni delicesine sevdiğini
sanıyordum.
Seviyor.
Tek yapman gereken aşka
güvenmektir.
Birbirinize çok yakın olduğunuzu
düşünüyordum.
Ya Angela?
Yıkıldı, ama inanmıyor.
Şaşkınlıktan dilim tutuldu.
Sersemledim.
Düşünmemeliyim.
Bir dakikaya gelirim.
Eğlenmene bak.
Denizcilere takıl.
Geç mi kaldım?
- Altı denizci kadar.
- Raoul filmlerini istiyor.
Düz kullan.
Vitese geçiremedim.
Ehliyetimi yeni aldım diyorum.
Şimdiye kadar taksilerde yolculuk
yaptım.
Sen mızmız bir çocuksun.
Koluna piercing yaptıran bir
adam gördüm.
Beni hasta etti.
Ne gün ama!
İyi ki tüm bunların dışındayım.
Yardım et bana.
Onları yukarı taşımayacağız.
Sadece dışarı çıkarıp,
sürükleyeceğiz.
Ağır mı?
Bir şey de duymaz.
Bebeğim.
Yıllar oldu Cleo.
Çok az görüşebildik.
- Biraz sonra işim biter.
- Dert etme.
- Cleo hasta.
- Umarım ciddi bir şey değildir.
İzle şunu.
Gülmek bütün hastalıklara iyi
gelir.
Sadece bir anlığına, çünkü Cleo
iyi değil.
Ben iyiyim.
ARTIK ÇOK GEÇ!
OYUNCAK KUKLAM İÇİN ÇOK GEÇ!
ZAVALLI GENÇ ADAM MENDİL?
GÖZLÜKLERİM HERŞEYİ KARANLIK GÖSTERİYOR!
LANET SİYAH GÜNEŞ GÖZLÜKLERİ!
Ara veriyorum.
Filminiz berbat.
Siz ikiniz mi getirdiniz bunu?
- Gazeteler ve anahtarlar.
- Sizde kalsın.
Olmaz, bu gece çok zor.
Gösteri için teşekkürler.
Gece görüşürüz.
Ölüm kehaneti gibi.
Aptallaşma.
Bir klişeyi kırmak gibiydi.
Korkularımın hakkından
gelmeliyim.
Hadi.
Çok geç kaldım.
Anlat Bir taksi bulalım da, seni
onunla bırakayım.
İyi olur.
Ne olmuş?
Görünüşe göre birisi ölmüş.
İğrenç hissettim.
Üzülme.
Kırılan bir ayna ve ölen bir
adam.
İnanmadığını söylemiştin.
İnanmıyordum ama sen inandın.
Beni dehşete düşüren insanların korkularıydı.
Şapkayı niye elinde tutuyorsun?
- Angele'yi sinirlendirmek için.
- Niçin?
Özel bir sebebi yok.
Yazlık bir şapka gibi durmuyor
du zaten.
Bütün kış bunun gibi bir tane
istedim.
- Alabilirsin.
- Hayır Bunun gibi bir tane
istemiştim.
Montsouris Park'ına gittin mi
hiç.
Montsouris "peynir"
gibi.
Bu kelime seni sırıtıyormuş gibi
yapıyor.
Orada bir sürü sanat evi var.
Üniversiteden artistler ve öğrenciler.
Bir şelale var.
Az sonra oraya varırsınız.
Işıkları geçtikten sonra.
Ben burada ineceğim.
Sonuçları bana bildir Dikkatlice,
lütfen.
- Şimdi ne tarafa?
- Düz gidelim.
Şimdi?
- Parkın içine girelim.
- Giriliyor mu?
Açık açık.
Ortasından geçiyor sanırım.
Her neyse, umarım kimseye
çarpmayız.
- Burası ne?
- Rasathane.
1001 geceden mi?
"Benim değerli ve kaprisli
vücudum" "Gök mavisi cesur gözlerim" "Çekici, cezp edici
bir şekilde uzanmış" "Bu asla yeterli olmaz.
Dünyada tat alınacak o kadar çok
şey var ki" "Cazibemin ve gülüşümün tadı" Su sesine benziyor?
Evet.
Niye bu kadar sessiz.
Evet öyle.
Çocuklar az önce gittiler.
- Gittiler mi?
- Çoğu gün, burası onlarla dolu
oluyor.
- Ya bugün ?
- Hepsi diğer taraftalar.
Göletteki işçileri görmeye
gittiler.
Orda pek çok fıskiye var.
Ama güncel olaylar daha
eğlenceli geliyor.
Neyin eğlenceli olacağını sen nerden
bileceksin.
Meraklıyımdır.
Öyleyse niye sende gitmiyorsun?
Meraklılığımdan daha tembelimdir.
Görmeden de anlarım ben.
Her neyse, burada olmayı
yeğlerim.
Mükemmel değil mi?
- Çok sıcak değil.
- Ben böyle iyiyim.
Yazın ilk günü.
Benim Yaz'ım tatile çıktığımda
başlar.
Bugün resmi bir gün.
Sen Flora'sın.
Güneş Tanrıçası.
- Bu konuşma tarzı da ne!
- Konuşmayı severim.
Bugün, yılın en uzun günü olduğunu
biliyor musun?
En uzunu!
Ne kadar da doğru.
Bugün, güneş İkizler takım
yıldızını Kansere bırakıyor .
Böyle konuşma Özür dilerim.
- Gidiyor musun?
- Evet.
Özür dilerim verdiğim bilgiler
seni sıktı.
Saat kaç?
Altıyı çeyrek geçiyor.
- Birini mi bekliyorsun?
- Hayır.
- Bende beklemiyorum.
- Ama bütün erkekler kadınları
beklerler Sonra, onlarla konuşurlar Genelde karşılık vermem.
Ama bugün unuttum.
Düşüncelerim darmadağın.
Çok durgun gözüküyorsun.
Ayrılmak üzereydim.
Üniformamı giyip bu gece
ayrılıyorum.
Üç haftam vardı.
Hiçbir şey yapamadım, o kadar
kısaydı ki.
Seninle sohbet etmekten
hoşlandım.
- Evli misin?
- Hayır.
Ne yani çapkınlık yapmaya çıkmış
gibi mi görünüyorum?
Bir şey daha doğrusu birini bekliyormuş
gibi görünüyorsun.
Bir tetkik sonucunu bekliyorum.
Sen öğrencisin.
Hayır, medikal tetkik sonucumu bekliyorum.
- Üzüldün mü?
- Evet.
Korktuğun neydi?
Kanser Bu akşam emin olacağım.
Başka bir şeylerde olabilir.
Ama falcı da doğruladı kanser
olduğumu.
- Kartlara mı inandın?
- Her şeyden korkuyorum kuşlar,
fırtınalar, asansörler, enjektörler Ve şimdi de ölümün büyük korkusu sardı beni.
Cezayir'de olsan her şeyden ödün
kopar.
Ne kadar kötü.
Yok yere ölüyorlar.
Beni kızdıran da bu.
Bir kadının aşkından ölmeyi
yeğlerim.
Hiç aşık olmadın mı?
Bazen, ama hiçbir zaman
istediğim derinliğe ulaşmadı.
Hep kızların hatasıydı.
Sadece sevilmekten hoşlanıyorlar.
Bir şeylerden vazgeçip kendilerini
veremiyorlar.
Yarı yarıya seviyorlar.
Vücutları eğlenceli ama yaşamları
değil.
Bu yüzden bende ayrılmak zorunda
kalıyorum.
Bunları anlattığım için affedin
beni.
Haklısın.
Sen hiç aşık oldun mu?
Dediğin gibi; bir şeylerden vazgeçmedim
hiç Ama hangi kelime uygun olurdu ki?
Kendimi koruyordum Sence de
biraz dramatize etmiyor muyuz?
Umutsuz vakayım.
Ve şimdi,bu Peki, ikimizde
berbat haldeyiz.
Daha iyisin ya?
Kulağa ne kadar hoş geliyor Bir
inci tanesi ve bir kurbağa Sen ve ben.
Ne zaman öğreneceksin?
Hastanedeki doktoru arayacağım.
Niye direkt hastaneye gitmiyorsun?
Onunla yüz yüze gelmekten
korkuyorum.
Ben seninle gelirim.
İstasyona kadar sana eşlik
ederim.
- Taksiyle gidelim.
- Ama otobüs daha eğlenceli.
Büyük annem Paris'e geldiğinde abonesi
olduğu magazin dergisinin, bu civardaki ofisini görmek istemişti.
"Kadınlar Dünyası”na
teşekkürler Her şeyi bilirdi.
Yaşadığı yerde ne sinema ne de kitapçı
vardı ama filmler ve kitaplar hakkında en az bizim kadar bilgiliydi.
Kritiklerden nefret ediyorum.
İzlemeden, hikayenin özünü öğrenmekten
nefret ediyorum.
Bir doğum gününü berbat etmek
gibi.
Kötü şans getirir.
Batıl inançlısın.
Ama bugün sana iyi yazlar
dileyebilirim, çünkü tam günü.
Olabilir.
Bugün Flora'nın günü.
Adım Florence.
Ama bana Cleo derler, Cleopatra'nın
kısaltılmışı.
Florence.
İtalya'yı hatırlatıyor,
Rönesansı, Botticelli'yi.
Bir gül Kleopatra, Mısır, Sfenks
yılan kaplan Florence'ı tercih ediyorum.
- Neler diyorsun!
- Sıkıldın mı?
- Hayır eğleniyorum.
- Tek başına "Cleo"
kulağa komik geliyor.
Şunun gibi "Cleo de
Merode" 1900'lerde bir şarkıcı.
Sadece şarkıcı değildi.
Büyük babalarımızın hayalini süslerdi.
Yine mi büyükannen.
"Geleceği düşünün", demeye
çalışırdı.
"Gece eve gelecekseniz
ahlaksız kadınlardan uzak durun".
Komik.
Buraları bilirim.
Öğrenciliğimde 7 yıl buralarda
yaşadım.
Ben daha önce buralara hiç
gelmedim.
Sadece bir arkadaşımı bırak için
gelmiştim.
Heykeltıraşlara çıplak poz
veriyor.
Özgün bir meslek.
Bence edepsiz bir iş değil.
Bence öyle.
Bana göre çıplaklık gereksiz.
Gece ve hastalık gibi.
- Niye böyle dedin?
- Hissettiğim bu.
Otobüsümüz.
Herkes soyunacak.
Yaz geldi.
Bu ne demek şimdi?
Çıplaklık kendini
doğallaştırmaktır.
Aşk gibi, doğum ve su gibi Güneş
gibi, plaj gibi Bak Pamuk Prenses’i tabuta koymuşlar gibi duruyor İkinci oğlumu
2 ay boyunca böyle tuttular izleyip beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.
Bir keresinde bir doğum
izlemiştim.
İyi görünüyordu, ayaklarını
sallıyordu sakin görünüyordu ve ayrıca ağlıyordu.
Çıplaklık beni tahrik eder.
Striptiz seksidir.
Sık gidiyorsun galiba.
Yok sık değil.
Çıplaklık görecelidir.
- Bu konu sıktı.
- Sırada ne var?
Benimle alay mı ediyorsun?
İniyorum ben.
Ama beni hastaneye götürecektin Ve
sende beni istasyona götürüyordun.
Unuttun mu?
Platformda, elinde mendille, bir
askerin eşi gibi Seni birinin eşi sanacaklar O fotoğrafı gözümde canlandırabiliyorum
Ödeme vakti.
İki kişi, lütfen.
Bana bir fotoğraf verir misin?
Yolculuğum sırasında ona
bakacağım.
İstiyorum.
- Şimdi mi?
- Evet.
Sonra, unuturuz.
Onu almaktan gurur duyarım.
Bunun için mi asıldın bana.
Sen bir foto manyaksın.
Sen melomanyaksın.
.
Müzik için değil ama, melodram
için!
Ayrıca da samimiyetsizsin.
Eğer senden fotoğraf istediysem ve
kabul etki ben bununla gurur duyuyorum sende buna memnun olmalısın.
Bütün bu mükemmel hisler meğer küçük
bir kibirle doluymuş.
La Bruyere'in özdeyişi gibi.
.
"zevzekliğin üstün
ruhu".
Hiç hatırlamıyorum nasıldı Acı
gerçekler.
İtalyan Mahallesi, Florence Senin
memleketin gibi.
Ve şu ağaçlar Paulownialar Paris'te
de var birkaç tane, Çİn ve Japonya’da ise sürüyle.
Nadir bulunurlar, Polonya'dan
getirirler.
Hep bir şeyler öğretmeye
çalışıyorsun.
Bu benim işim, doğamda var.
Her zamanda bir cevabın var.
Komik, Her zaman sorularım vardır.
Bugün her şey beni şaşırtıyor.
Yüzümün yanındaki yüzler Stop
düğmesi nerede?
Marcel Metro'da lütfen.
Bu çevrede sadece hastahaneler
var.
Sözde, insanlar bu civarlarda
kendini daha iyi hissediyormuş.
Şurası "Broca", "Cochin"
"Baudelocque", "Val de Grace" ve tabi ki "Sante".
Buralar herkesi
sakinleştirebilir beni bile.
Nerede olduğunu unuttum Sormalıyız.
Laboratuar nerede acaba?
Kiminle görüşeceksiniz?
Dr.
Valino - Burada değil.
- Ama daha önce görüşmüştük.
Aşağıda sağ da mı ?
Hayır, diğer tarafta.
Hala burada olduğundan
şüpheliyim Dr.
Valino hala burada mı acaba?
- Çıkmış.
- Geri gelecek mi acaba?
Yazın ilk gününde,yalnızca bir
kişi hata yapabilir.
Kes şakayı, hastayım.
Hemen kızma canım.
Affedersin.
Onu bulmaya gidiyorum.
Ama o gitmiş Geri dönebilir.
Geri gelebileceğini söylediler.
Çıldırmak üzereyim.
Bu an için 2 gündür bekliyorum.
Hastahaneye benzemiyor hiç.
Parti verilebilecek,bahçeli, eski
bir şato gibi görünüyor.
Elini tutabilir miyim Florence?
Bu ağaç Lübnan'dan.
Bir sedir ağacı.
Akşamlar yolculuğu daha da
çekilmez yapıyor.
- Trenin ne zaman?
- Gemi yarın hareket ediyor.
8 gibi.
Az bir vaktimiz var.
Doktoru aramak aptallıktan başka
bir şey değil.
Sorun değil aslında, bu gece
telefon ederim.
Lübnan’ı ve Paulownias'ı görmek isterim.
Şimdi adresini ver bana, sonra
unuturuz.
Teşekkürler Florence teşekkürler
Cleo Ne sevimli bir bahçe.
Hoş kokuyor.
İyi bakılmış.
Biraz oturabilir miyiz, yoksa
gidelim mi?
Biraz yorgunum.
Bir şeyler yemek ister misin?
Eğer sizde isterseniz.
Zamanımız var.
Flora hakkında yanılmışım Güneş
tanrıçası Ceres'di.
- Ya Flora?
- O Bahar'ın Tanrıçasıydı.
- Bahar dün sona erdi.
- Bugün Flora'nın Yazı.
Geldiğim için endişelendiniz mi
yoksa?
Bana gittiğinizi söylemişlerdi.
Ben kardeşiyim.
Bu akşam gidiyorum.
- Sizi bu yüzden görmek
istemiştim.
- Bu kadar üzülmeyin.
Kardeşinize iyi bakacağız.
2 aylık bir tedavi süreciyle her
şeyi rayına sokacağız.
Eğer istersen bana yazabilirsin.
Tedavimizi planlamak içir yarın
11'de gelin ve beni görün.
Ama neden?
Ayrılmaktan nefret ediyorum.
Seninle olmak isterdim.
Benimlesin Korkularımın
bittiğini hissediyorum.
Mutluyum.
||
Die Antigone des Sophokles
30899||5691138||SOFOKLES’İN ANTİGONE’Sİ Hölderlin'in çevirisinden Brecht
tarafından sahne için işlenmiş metin 1948 (Suhrkamp Verlag) Türkçesi: Ahmet
Cemal Hazırlayan: Müjdat Deniz (Bertolt Becht Bütün Oyunları, Cilt 11 Sofokles'in
Antigone'si MitosBOYUT Yayınları, 1997) Söyle, sevgili kız kardeşim İsmene Oidipus'un
soyundan gelen ikizim, söyle, Kaldı mı daha yeryüzünün babası tarafından bize
verilmemiş Kargaşalar, hüzünlü işler ve ayıplar Şu yaşadığımız güne kadar?
Onca savaşın içinden, uzun bir
savaşta Yitirdik kardeşimiz Eteokles'i.
Genç öldü Zalimin ordusunda.
Ve ondan küçük olan Polyneikes Gördü
ağabeyini ezilirken beygirlerin nalları altında.
Hıçkırıklarla Atını sürüp
ayrıldı bitmemiş savaştan, zira Farklıdır savaşın ruhunun biçtiği yazgı, titrettiğinde
Kanma girip sağ eliyle birinin elini keyfince.
Kaçan, aştıktan sonra Dirke'nin
derelerini Tam rahat bir soluk alarak gördüğünde yedi kapılı Thebai'yi Yetişti
onun kardeşinin kanına bulanmış Kreon, arkadan Kırbaçla sürerek savaşa herkesi,
parçaladı onu da acımadan.
Bilmiyorum söylediler mi, söylemediler
mi sana Daha nelerin geleceğini Oidipus'un tükenmekte olan soyunun başına?
Pazar yerinde göstermedim
kendimi, Antigone.
Tek kelime bile gelmedi
sevilenlerden Ne sevinçli, ne de acı bir haber veren oldu Ve ben ne daha
mutsuzum, ne de daha mutlu.
O halde benden duy şimdi.
Ve göster bakalım Felaketle
karşılaşan yürek bırakır mı atmayı Yoksa daha mı derinden olur atışları.
Sen, ey toprak toplayan, sanki Kan
rengi sözcükler resmetmektesin bana Dinle o zaman: O kardeşlerimiz ki, Sürüklenmişlerdi
Kreon'un demir uğruna açtığı savaşa Uzaklardaki Argos'a ve canlarını
bırakmışlardı orada, İkisi birlikte verilmeyeceklermiş toprağa.
Deniyor ki, yalnızca savaştan
korkmayan Eteokles Töreler uyarınca gömülecekmiş başında çiçekten tacıyla; Ama
ötekine, ölümün o çaresiz kurbanına gelince, Kentte ilan edilmiş ki,
Polyneikes'in bedeni Ne toprağa, ne de mateme kavuşacakmış.
Arkasından gözyaşı dökülmeden öylece
bırakılacakmış Mezarsız, kuşlara tatlı bir yem olsun diye.
Ve her kim ki Aksini yapmaya
kalkışırsa, taşlanacakmış.
Şimdi söyle bakalım bu durumda
nasıl hareket edeceğini.
Ne yani, sınıyor musun şimdi
beni?
Bilmek istiyorum yardımın olacak
mı bana.
Hangi tehlike karşısında?
Gömmek için kardeşimizi.
Kentin sırt çevirdiği
kardeşimizi mi?
Kentin savunamadığı kardeşimizi.
Başkaldıran bir kardeşi!
Evet.
Kardeşimi ve senin de olan
kardeşi.
Yakalarlar seni, hak hukuk nedir
sormadan.
Ama yakalayamazlar Sadakatim
olmadan.
Ey bahtsız kardeşim, şimdi
amacın Oidipus'un soyundan geriye kim kalmışsa Hepimizi toplamak mıdır aşağıda?
Bırak geçmiş, geçmişte kalsın!
Benden küçüksün, daha azdı Gördüğün
korkunçluklar.
Geçmişe Bırakmak, gömmez
geçmişte kalanları.
Şunu da düşün: Kadınız bizler Ve
bu yüzden hakkımız yok kavgaya erkeklerle Madem ki yeterince güçlü değiliz, Boyun
eğmeliyiz buna da, daha kötüsüne de.
O halde Bağışlasınlar beni
aşağıda, yalnızca toprağa boyun eğenler; İktidardakileri dinlerim zorbalıksa
karşımdaki.
Çünkü bilgelik değildir boşuna
çabalar.
Yalvaracak değilim artık sana.
Git peşinden her buyruk verenin Ve
yap sana buyurduğunu.
Bana Gelince, töreye uyup kardeşimi
gömmektir amacım.
Ne olur ölürsem bu arada?
Huzurlu yatarım Huzura ermiş
olanın yanında.
Kutsal işlerdir Ardımda
bırakacaklarım.
O halde zamanı gelmiştir Artık
buradakilerden çok yeraltındakilere hizmetin, değil mi ki Orası sonsuz
barınağım.
Sana gelince Gül ayıbının
karşısında ve yaşa gönlünce.
Dinle, Antigone, acıdır elbet
taşımak Sonsuz bir ayıbın yükünü, gelgelelim Ölçüyledir gözyaşlarının tuzu
bile; tükenmez Pınarlardan gelircesine boşalmaz gözlerden.
Baltanın keskini Son verir güzel
bir hayata, ama kalan için Acının damarlarını açar.
İzin yoktur artık Kesilmesine
yakınmalarının.
Ama çığlık atarken bile Duyar
tepesinde uçan kuşların cıvıltılarını ve Gözyaşı tüllerinin arkasından görür
yine O eski ve bildik karağaçlarla damları.
Nefret ediyorum senden.
Bir de çekinmeden O delik deşik
önlüğünden nasıl da boşalmakta Acılarının dağarcığı, gösteriyorsun, öyle mi?
Dışarda, çıplak taşın üstündeki,
senin etinden, Bırakılmış engin gökyüzünün kuşlarına Ve sana göre dün olmuş
daha şimdiden.
Yalnızca Ortaya atılmaya yoktur
cesaretim, beceriksizim Ve korkum da senin içindir aslında.
Akıl verme bana!
Sen yaşamaya bak kendi hayatını!
Bana gelince bırak, hiç olmazsa
bu kadarını Yapıp sürülen lekeyi onura çevireyim.
Umarım ki duyarlı değilimdir Kötü
bir ölümden korkacak kadar.
O halde git toprağınla.
Sana derim ki, delicedir Söylediklerin,
ama sevilen için sevgi dolu.
Geldi işte bol ganimetli zafer Yaradı
arabaları bol Thebai'ye Ve buradaki savaş bitince Unutulsun artık her şey!
Bütün tanrıların tapınakları Dolsun
gece boyunca korolarla Gelin!
Ve yalnız defneler takmış çıplak
Thebai Sarsılsın, coşsun Bacchus'un şenlikleriyle!
Ama o, bize zaferi getiren Kreon,
Menökeus'un oğlu, koşarak geldi Savaş alanından, haber vermek için ganimeti Ve
çağırdığı askerlerin kesin dönüşlerini, Şimdi de toplantıya çağırdı yaşlılar
meclisini.
Siz, erkekler, paylaşın her
şeyi: Argos Yok artık.
Hesaplaşma kesindi.
On bir kentten Çok azı, ancak birkaçı
kurtulabildi!
Hani ne derler Thebai için:
İkizdir Sen mutluluk doğurduğunda; ve yıpratamaz Seni felaket, ancak kendidir Sonunda
yıpranan.
Senin mızrağının susamışlığı ise
Dinivermişti daha ilk yudumla birlikte.
Üstelik esirgenmemişti Tekrar
tekrar içmesi.
Sen, ey Thebai, Yatırdın Argos
halkını kaskatı bir döşeğe.
Kentsiz, mezarsız Yatmakta şimdi
göğün altında seninle alay eden o halk.
Ve şimdi bakıyorsun Bir zamanlar
onların kenti olan yere Ve köpekleri görüyorsun yalnızca Hepsinin de yüzleri parlamakta.
Akbabaların en soyluları uçmakta
şimdi oraya; konarak cesetten cesede Ve öyle zengin hazırlanmış ki sofra Havalanamıyorlar
yükseklere.
Ey efendimiz, güzel, hatta
güzelden de öte Görkemli bir resimdir çizdiğin bizlere.
Kentin hoşuna gidecektir bu
söylence birleştiğinde bir başkasıyla İçleri ganimet dolu, yokuş yukarı çıkan
arabalarla!
Biraz sonra, dostlarım, biraz
sonra!
Ama işimize bakalım şimdi.
Gördünüz, kılıcımı daha asmadım
tapınağa.
Başlıca iki nedenden çağırdım sizleri
buraya; Önce biliyorum ki, ne düşmanı ezip geçen arabaların Tekerleklerinin hesabını
soracaksınız savaş tanrısından Ne de cimri davranacaksınız savaştaki oğulların
kanına, Ama dönerse bu tanrı zayıflamış olarak emin yuvaya Çok şeyin hesabı
yapılır pazar meydanında, o halde Zamanında getirmelisiniz Thebai'nin yitirdiği
Kanların her zamankinden fazla olmadığının haberini.
İkinci nedene gelince, hep çok
bağışlayıcı olan ve bir kez daha Kurtulan Thebai, koşup geldi soluk soluğa savaştan
dönenlerin Terini kurutmaya, bakmaksızın, bu, öfkeyle savaşa girenin Teri
midir, yoksa sadece korkudan dökülen, kaçarken havalanan Tozla karışık ter
midir diye.
O yüzden ve Onaylamanızı isterim
ki, çiçeklerle bezenmiş Bir mezar verdim bu kent için ölen Eteokles'e; Onun ve
benim akrabamız, Argos halkının dostu Korkak Polyneikes'e gelince, Tıpkı Argos
halkı gibi, gömülmeden kalacak olduğu yerde.
Argos halkı gibi, o da düşmandı hem
bana, hem de Thebai'ye.
Ve bu nedenle dileğim, kimsenin
matem tutmamasıdır O gömülmeden kaldı diye, herkesin gözü önünde Kurda kuşa yem
olmasıdır.
Çünkü her kim ki, daha değerli
sayar yaşamını Vatanından, o bir hiçtir benim gözümde.
Ama yine her kim ki ister ölü, ister
diri olsun, Kentimden yanadır, hemen ondan yanadır takdirim.
Umarım onaylarsınız bu
yaptıklarımı.
Onaylıyoruz.
O halde dikkat kesilin dediklerimin
olması için.
Böyle bir görevi gençlere
vermelisin.
Bu görev için değil.
Çünkü nöbet ölenin başında
tutulmakta.
Peki biz yaşayanlar için mi uyanık
kalacağız burada?
Evet.
Çünkü beğenmeyenler var
dediklerimi.
Aramızda yoktur bu yüzden ölecek
kadar delisi.
Belki açıkça yok.
Gelgelelim kimileri ta ki O hain
bizden kopana kadar yalnızca baş sallamakla yetindi.
Ve bu yüzden düşünüyorum: Daha
fazlası gerekli ne yazık ki.
Bu kent iyice temizlenmeli Efendimiz!
Liderim, soluğum kesik, en acele
haberi Vermek için koşmaktayım, sorma neden Daha çabuk değil, ayaklarım mı Daha
önde başımdan, yoksa Başım mı sürüklemekte ardından ayaklarımı, zira Nereye
gidersem gideyim ve daha ne kadar Yol alayım Güneş altında, soluksuz, yine de İlerlemekteyim.
- Neden bunca soluk soluğa, veya
Bunca duraklamasına?
Saklamıyorum hiçbir şeyi.
Neden, diyorum, Rahatça
söylemedim kendi yapmadığımı?
Ve üstelik bilmediğimi, çünkü
bunu sana Kimin yaptığını bile bilmiyorum.
Yargılamak amansızca Böyle
birini Cesaret kırıcı olurdu.
Korumaktasın kendini.
Sen, kendi yapmadığınla İşgüzar
haberci, bir ödül istemektesin şimdi Bacaklarını iyi koşturmanın karşılığında!
Efendim Çok çetin bir görevdi verdiğin
nöbetçilerine, ama Çabası da çetindir böylesinin.
O halde söyle şimdi ve yine git
yoluna.
O halde söylüyorum şimdi.
Ölüyü biraz önce Gömdü kaçağın
biri, başına Toprak serpti göremesin diye akbabalar.
Ne diyorsun sen?
Kim cüret etti buna?
Bilmiyorum.
Ne bir kazma vurulmuştu yere, Ne
de kürekle toprak atılmıştı.
Ve dümdüzdü zemin Üstünden
tekerlekler geçmemişti.
İz bırakmamıştı Yapan.
Bir mezar değildi İnce toprak
örtüşüydü yalnızca, sanki korkulup yasaktan Fazla toprak getirilmemişti.
Ve ne bir vahşi hayvanın ayak
izleri vardı, Ne de gelip ölüyü parçalayan bir köpeğin.
Gördüğümüzde günün ilk
ışıklarıyla olup biteni Hepimizi bir tedirginliktir sardı.
Ve beni, Ey liderim, seçti kader
sana haber getirmek için.
Oysa bilirim, kimsece sevilmez kötü
habere elçilik yapan.
Ey Kreon, Menökeus'un oğlu, Sakın
tanrılar karışmış olmasın bu işe?
Bırakın şimdi.
Salmayın beni daha fazla öfkeye Ruhların
kalkıp, elinden gelse soğukkanlılıkla Tapınaklarındaki sütunları ve kurbanları
kirletecek Birini şımarttıklarını söyleyip de!
Hayır, biliyorum Kimi
yaptıklarıma kızıp homurdananlar var bu kentte Boyunduruğum altına da kolay
girmiyor böyleleri.
İyi biliyorum armağanlarla
yaptıklarını bu işleri.
Çünkü bütün damgayı yemişlerin
arasında Yoktur gümüşten daha beteri.
Bütün bir kenti Baştan
çıkarabilir gümüş dediğin.
Erkekleri uğratır Evlerinden
dışarı, nice tanrıya karşı gelişlerle.
Ama sen bil ki, eğer bu suçluyu Getiremezsen
bana canlı ve kalasa bağlı Yakalayıp, o zaman sen asılırsın Ve boynunda ipinle,
gidersin dosdoğru yeraltına; Orada görürsünüz bakalım ceplerinizi nereden
dolduracağınızı Birbirinize vasiyet edersiniz yağmaladıklarınızı ve
öğrenirsiniz Her şeyin mal mülk uğruna olmadığını.
Efendim, korkacak şeyi çoktur bizim
gibilerin.
Önünde pekçok kapısı vardır
aşağıda Demin ima ettiğin yerin.
Gelince Şu anda asıl korktuğuma,
ağzımdan asla çıkmadı Cebime gümüş attığım, ama yine de Böyle düşünüyorsun, en
iyisi kesemi İki kez tersine çeviririm içi dolu mu bakın diye, Karşı çıkışımla
seni sinirlendirmektense.
Çok daha korktuğum ise, kalkıp
araştırdığımda bir urgan Geçebilir boynuma, çünkü büyüklerde gümüşten çok Urgan
vardır iş bize vermeye geldiğinde.
Anlarsın ya!
Şimdi de bana bilmece mi sormaktasın
aklınca?
Yüce dostlar buldu yüce ölü
herhalde.
Bacaklarından yakala onları, boyun
yetişmiyorsa Yukarlara!
Biliyorum bana kızanlar var
burada Ve orada.
Kimileri var ki sevinçten
titreyerek Dinleyip zaferimi, korkunun kanatlarında Sunacaklardır defne tacı.
Bulacağım hepsini de.
Tehlikelidir büyüklerin
büyüklerle Kapıştıkları yer!
Bana gelince Sanıyorum daha
buradayım ve şaşıyorum buna.
Çok şey vardır korkutucu olan.
Ama yoktur İnsanoğlundan daha
korkutucusu.
Çünkü denizlerin gecesinde, kışa
meydan okuduğunda Güney rüzgârı, odur Kanatlanmış evlerle çılgınca seğirten
açıklara.
Ve insanoğludur o cennet gibi yüce,
bozulmamış Yorulmak bilmeyen toprağı süren Her yıl, kendisine direnen kara
sabanla Çektirerek beygir soyuna.
Bir kuş gibi hafif Tuzağa
düşürüp avlayabilir kuşları.
Ve vahşi hayvanların halkını.
Pontos'un tuzda can bulan
doğasını Kurnazca örülmüş ağlarla gafil avlar Bilgili insanoğlu.
Ve türlü hilelerle dağlarda
geceleyip Dolanan hayvanları yakalar.
Sert yeleli beygirin ve
ehlileştirilemez Dev boğanın boynuna atar kemendini.
Öğrenmiştir konuşma sanatını,
istediğince Dolandırmayı düşüncelerini, öğrenmiştir devleti Düzenleyen
kuralları, bir de kaçmayı Kötü esen tepelerin ıslak havasından Ve yağmurun
kurşun damlalarından.
Bilir her şeyi Ama bilmez yine
de.
Yolu bir yere varamaz.
Nerede olsa bilir çaresini Çaresiz
hiçbir şeye yakalanmaz.
Sınırsızdır bütün bunlar onda,
ama Çarpar yine de bir sınıra.
Bulamazsa başkasını, kendine Düşman
kesilir.
Boğanın önünde Boyun eğercesine eğilir
hemcinsine, oysa Karşısındaki bağırsaklarını deşer.
Yalnız başına Dolduramaz
midesini, ama kendi Duvarlarını örer çevresine ve ister ki Yıkılsın bu duvarlar!
Dam Açık kalsın yağmura!
İnsani olana gelince Sıfırdır
gözünde.
Evet, böylesine canavar Kesilir
kendi kendine.
Sanki tanrıdır şimdi kanıma
giren Öyle ki, hem biliyorum onu, hem de Demeliyim ki o değildi.
Antigone Sen talihsiz kızı
talihsiz baba Oidipus'un, nedir sana hükmeden Ve nereye götürür seni asi olarak
Başkaldırmak devletin yasalarına?
İşte bu.
Budur o işi yapan.
Örterken Mezarı yakaladık.
Ama Kreon nerede?
Evinden çıkmak üzere.
Nereden getiriyorsun onu?
Nerede yakaladın?
Buydu mezarı kazan.
Artık biliyorsun her şeyi.
Açık söylediklerin.
Ama gördün mü kendin?
Mezar kazdı senin yasakladığın
yerde.
Şansı açılan, açık konuşur
elbette.
Anlat gördüklerini.
Şöyle oldu: Buradan ayrıldığımda
Koca tehditlerinin ardından Ve temizlediğimizde çürümeye başlamış Ölünün
üstündeki toprakları, oturduk Temiz havalı yüksek tepeye, fazla yayıldığından Ölüden
gelen koku.
Kararlaştırdık ki, Uyursak
dürteceğiz birbirimizin kaburgalarını Dirseklerimizle.
Sonra ansızın Açtık gözlerimizi,
çünkü ansızın yerden Esen sıcak bir rüzgâr vadiyi örten Bir hortumla sisi
kaldırıp Koparmıştı aşağıdaki ormandan otları ve öyle Dolmuştu ki hava
bunlarla, kırpıştırıp Ovmak zorunda kaldık gözlerimizi ve ardından Gördük onu,
ayağa kalkmış ağlamaktaydı Yüksek sesle, bir kuşun matem tutması gibi Yuvaya
döndüğünde bulamadığında yavrularını.
Dövünüyordu açıkta bulduğu için
ölüyü; Ve demir testiden üstüne yine toprak koydu, Ölüye üç kez akıtarak.
Hemen koştuk ve yakaladık, şaşırmamıştı
Görünüşe bakılırsa.
Ve suçladık onu Hem şimdi, hem
de daha önceki için.
Ama inkâr etmedi söylediklerimi,
Önümde hem üzüntülü, hem de sevimliydi.
İtiraf mı, yoksa inkâr mı ediyorsun
yaptığını?
Yaptığımı söylüyorum inkâra
kalkışmadan.
Öyleyse söyle bana sözü
uzatmadan: Biliyor musun neydi ilan edilen Özellikle bu ölü için bütün kentte?
Biliyordum.
Nasıl bilinmez ki?
Açıktı söylenen.
Ve cüret ettin verdiğim buyruğa karşı
gelmeye, öyle mi?
Çünkü senin gibi bir ölümlüden
gelmeydi o buyruk.
O zaman karşı çıkabilir bir
başka ölümlü ve ben Ancak biraz daha ölümlüyüm senden.
Gelgelelim Ölürsem zamanından
önce, sandığım gibi, O zaman bir kazanç bile sayılır.
Çünkü her kim ki Benim kadar
kötülük görmüştür yaşamında, Biraz yararlı çıkmaz mı ölmekle?
Öte yandan Bıraksaydım anamın
öteki yarısını mezarsız Üzerdi beni böylesi.
Ama buna Hiç üzülmüyorum.
Buna karşılık budalaca Gelirse
sana, yukardan baktıklarında Parçalanmış birini açıkta görmekten hoşlanmayan Tanrılardan
korkup senden korkmamam, o zaman Yargılasın şimdi beni bir budala.
Baba nasıl idiyse, çocuk da öyle
dikbaşlı Öğrenememiş kadersizlik karşısında uysal olmayı.
Ama en sağlam demir bile Kırılır
ve yitirir direncini, ocakta Kaynatıldığında.
Hep görebilirsin bunu.
Oysa bu kız sanki hoşlanmakta Boyun
eğmemekten konulmuş yasalara.
Ve bir başka edepsizlik: Yaptığına
bakmayıp Gülmekte ve övünmekte yaptığıyla.
Nefret ederim, kötülük yaparken yakalanan
Yaptığı sanki güzelmiş gibi davrandığında.
Gelgelelim akrabam olmasına
rağmen beni aşağılayanı Akrabam olduğu için lanetlemek istemiyorum Hemen.
Ve soruyorum sana: Gizlice
yaptığın Artık çıktığına göre ortaya, söyler misin Kurtulmak için ağır cezandan
pişmanlık duyduğunu?
O halde söyle neden bu kadar
inatçı olduğunu.
De ki, bir örnektir.
Peki aldırmıyor musun elimde
olmana?
Öldürmekten fazlasını yapabilir
misin bana?
Hayır, ama bunu yaptım mı, zaten
her şey demektir.
Ne bekliyorsun o zaman?
Konuştuklarının Hiçbirini
beğenmedim, beğeneceğim de yok zaten, Dolayısıyla sen de hoşlanmayacaksın
benden.
Başkalarının Yaptığım nedeniyle benden
hoşlanmalarına rağmen.
Başkaları olayı senin gibi mi görmekteler
sence?
Onlar da öyle görüp üzülmekteler.
Utanmıyor musun onlara sormadan yorum
yapmaya?
İnsan saygı gösterir kendi
etinden ve kemiğinden olanlara.
Üstelik bir de ülkesi için ölenin
kanındansa.
Yalnızca aynı kandansa.
Ve bir de çocuğuysa aynı soyun.
Ve kendini esirgeyen de değerli
midir senin için öteki kadar?
Bir kardeşti o, senin uşağın
olmasa da.
Elbet, eğer eşitse gözünde bir
tanrıtanımazla ötekiler.
Ülkesi, ya da senin için ölmek, bunlar
farklı şeyler.
Yani savaşta değil miydik?
Senin olan bir savaşın
içindeydik.
Ama ülke uğruna değildi, öyle mi?
Bir yabancı ülkeydi.
Sana yetmedi Kardeşlerini
yönetmek kendi kentin Thebai'de, oysa ne kadar güzeldir Korkusuz yaşayabilmek
ağaçların altında; Ama sen uzaklardaki Argos'a sürükledin herkesi, Hükmedebilmek
için orada da.
Ve kasabı kıldın İçlerinden
birini barışçı Argos'un, bundan korkanı ise Sergiliyorsun şimdi parçalanmış
bedeniyle Korkutmak için kendi insanlarını.
Tavsiye ederim hiçbir şey
söyleme Yalnızca kendini düşünmüş olandan yana.
Ben yine de sesleniyorum
hepinize, bu zor günümde Yardım edin diye bana, hem de kendinize.
Çünkü iktidarı Arayan bir kez
içti mi tuzlu suyu, tutamaz artık kendini Hep içmelidir.
Dün kardeşimindi, bugün bende
sıra.
Ve ben de bekliyorum Yardımına
koşan olacak mı diye.
Boyun eğip susuyorsunuz demek
karşısında Hiç unutulmasın bu!
Ders vermekte bize.
İstediği bölünmemizdir Thebai'de.
Sen ki birlikten söz etmektesin,
bölünmeyle ayaktasın.
Ancak burada kullandım
bölünmeyi, bir de savaş alanında!
Elbet öyle.
Başkalarına zorbalığı uygulayan Zorbadır
kendisinden olanlara da.
Sanki akbabalara layık görmekte beni
bu kız.
Ve Thebai, böylesine
parçalanmışlık yüzünden düşseydi Aldırmayacaktı düşmana yem olmasına!
Siz, iktidardakiler hep tehdit
edersiniz düşecek diye Kent bölünmüşlük yüzünden, yem olacak başkalarına Ve
yabancılara, boyun eğeriz duyunca bunu, size Yeni kurbanlar sunarak, ve yem
olur zayıflayan kent yabancılara.
Yani kenti yabancıların önüne mi
atmaktayım sence?
O kendini atıyor sana boyun
eğerek Çünkü boyun eğen göremez başına geleceği.
Topraktır yalnızca gördüğü ve
toprak alacaktır onu.
Aşağıla bakalım toprağı, zavallı
yaratık, aşağıla vatanı!
Yanlış bu söylediğin.
Bir yüktür toprak yalnızca.
Vatan Ne tek başına toprak ne de
evdir.
Birinin terini akıttığı yer Ya
da ateşin karşısında aciz kalan ev değildir.
Ne de boyun Eğdiği yerdir,
bunlar değildir insanoğlunun vatan diye adlandırdığı.
Yani insanı korumaz mı vatan
dediğin?
Seni de kendinden saymıyor zaten
artık vatanın Sen her yeri kirleten bir pisliksin yalnızca.
Kimmiş beni saymayan?
Sayıları azaldı Kenttekilerin
senin iktidarından beri ve daha da azalacak.
Bir kalabalıkla gitmiştin, neden
döndün yalnız başına?
Kimlerdir eksikliğini duyduğun?
Nerede o gençler, yetişkin
erkekler, dönmeyecekler mi bir daha?
Nasıl da yalan söylüyor?
Herkes biliyor ki onlar yalnızca
Savaş alanını son silahlardan da temizlemek için kaldılar.
Ve senin son kötülüğünü de
tamamlamak için, Bir korkuya dönüşmek için ta ki sonunda Yırtıcı hayvanlar gibi
avlandıklarında Babaları bile onları tanımasın diye.
Bu sefil ölüleri de kirletmekte!
Ey aptal insan, haklı çıkmak Değil
ki benim amacım.
Zavallı biri o, aldırmayın
söylediklerine.
Ben ne zaman gizledim kazanılan
için verilen kurbanları?
Ama sana gelince, ey çılgın, kendi
matemin yüzünden Unutmaya kalkışma Thebai'nin görkemli zaferini!
Ama o istemiyor ki, Thebai
halkının Argosluların evlerinde oturmasını.
Ona kalsa Yeğlerdi Thebai'nin
yıkılmasını.
Kendi kentimizin yıkıntıları
arasında oturmayı Yeğlerdik ve daha güvencede olurduk, seninle İşte, söyledi
şimdi!
Ve duydunuz sizler de.
Bütün yasalara karşı gelmekte bu
kendini bilmez, tıpkı Ne fazla kalan, ne de dönmeye niyetli, doldururken Bohçasını,
çadırın ipini kesen arsız bir konuk gibi.
Ama yalnızca benim olandı
aldığım ve çalmak zorunda kaldım.
Yalnızca burnunun ucunu
görmektesin sen, devletin İlahi düzeni ise umrunda bile değil.
İlahi olabilir dediğin gibi, ama
isterdim ki Asıl insani olsun, ey Menökeus'un oğlu Kreon.
Git artık!
Düşmandın sen bize ve unutulup
kalacaksın Yeraltında tıpkı o parçalanan gibi; o, orada da istenmemekte.
Belki de bir başka töre vardır o
âlemde.
Asla dost olmaz bir düşmandan, ölmüş
olsa bile.
Elbet olur.
Nefret için değil, sevgi içindir
benim yaşamam.
O halde git yeraltına sevmek
istiyorsan Ve orada sev.
Burada senin gibileri Yaşatmam
uzun süre.
Şimdi İsmene giriyor büyük
kapıdan Barıştan yana olan sevimli İsmene.
Ama gözyaşlarıyla yıkanmakta Acıların
kanıyla beslenmiş yüzü.
Evet!
Sen!
Saklanmışsın evinde!
İki Canavar yetiştirmişim meğer
yılan soyundan.
Gel ve hemen söyle Sen de
katıldın mı gömmeye.
Yoksa suçsuz diyebilir misin
kendine?
Suçluyum ve kardeşim de onaylayacaktır
bunu.
Ben de katıldım ve alıyorum
üzerime suçu.
Ama izin vermeyecek kardeşin
bunu yapmana.
İstemiyordu.
Onu almadım yanıma.
Aranızda anlaşın.
Karışmak istemem küçük hesaplara.
Utanç duymuyorum kız kardeşimin
kötü kaderinden Ve şimdi yalvarıyorum, beni de yoldaş alsın diye.
Yeraltı dünyasında bilge olup da
Birbirleriyle konuşanlar adına derim ki: İstemem yalnızca lafta kalan sevgileri.
Sevgili kardeşim, herkesin harcı
değildir ortaya atılmak Ama birlikte ölmeye yarayabilir belki benim gibisi de.
Çoğul kılma ölümünü.
Davan olmayanı da Dönüştürme
kendi davana.
Yeterlidir benim ölümüm.
Çok sertsin kardeşim, ama
seviyorum seni.
O da giderse, neyi seveceğim ben?
Kreon var, onu sev.
Kal ona ben giderken.
Belki de hoşlanıyor kız kardeşim
benimle alay etmekten.
Acıdandır belki de ve gözyaşı
kabımı doldurmaktır istediğim.
Sana söylediklerim de var
bunların içinde.
Güzeldi de söylediklerin.
Ama ben böyle karar verdim.
İstemiyorsun beni, çünkü
kusurluyum gözünde, değil mi?
Topla cesaretini ve yaşa.
Benim ruhum öldü; O yüzden artık
ölülere hizmet edebilirim yalnızca.
Bakın, aklını oynatmakta bu
kadınlardan biri Öteki ise çoktan kaçırmış keçileri.
Ben yaşayamam o olmazsa.
Yok artık öyle biri.
Ondan söz etme.
Ama oğlunun nişanlısını da öldürüyorsun
böylece.
Tek değildir yeryüzünde
sürülecek tarla.
Ölüme hazırlan şimdi.
Söyleyeyim sana Zamanını da:
Bacchus Şenliklerinde Sarhoş Thebai dans etmeye başladığında önümde.
Götürün şu kadınları.
Maskeni takarken zafer dansı
için, çok sert Ezme toprağı, basma yeşillendiği yere.
Seni öfkelendirene gelince, ey
güçlü Kreon, Bırak övsün seni.
Artık göremeyeceğin kadar
derinlere Fırlatıp atma onu.
Çünkü orada ve dibe vardığında Teselli
bulur çıplak insan.
Kurtulur Utancından bütünüyle;
korkmuş ve korkutucu, Doğrulur aşağılanan, anımsar insanlığından edilen Bir
zamanlar yaşadığı kimliği ve yeni biri kalkar.
Ateşin kemirdiği evlerinde sabırla
otururlardı Lubdatros kardeşler Üstleri çamurlu, sarmaşık yiyerek; ve karıları Geceleri
kalmazken yanlarında gündüzleri saklanırlardı Bürünüp erguvan rengi kundak
bezlerine.
Ve hep Başlarına düşerdi korkutucu
kayaların gölgesi.
Ama Peleas aralarına girip Onları
asasıyla, hafifçe dokunmasına rağmen, böldüğünde, Ayaklanıp öldürdüler kendilerine
acı çektirenlerin hepsini.
Bu en korkuncuydu kuşkusuz, ama
çoğu kez Küçücük bir damladır acının bardağını taşıran.
Ağır Bir uyku gibidir yakınma, sanki
hiç yaşlanmaz tükenmişlerin Zamanları, oysa onların acıları da sınırlıdır.
Mehtaplar kimi zaman ağır, kimi
zaman çabuk, düzensiz Büyür ve yitip gider, ve kötülük hep artar; bir bakarsın Son
köklere de vurmuştur ışık Oidipus soyunun evlerinde.
Ve yalnızca büyüklüğü değil, ama
pekçok şeyi aydınlatır.
Tıpkı Pontüs Denizinde, kötü
esen Trakya'nın rüzgârlarında Tuzlu gecenin bir kulübeye saldırması gibi; sanki
Dibinden söker karanlık kumların, ve darbeler altında Kıyılar, iniltilerin
hışırtısıyla yankılanır.
Heimon geliyor şimdi,
oğullarının Küçüğü; dertli Antigone, yani evleneceği genç kadın Yitip gideceği
için kötülüğün pençesinde.
Bak oğlum, bir söylenti dolaştı,
dendi ki Genç kadın içinmiş gelişin, krala değil Daha çok bir babayaymış, ve
eğer öyleyse Bütünüyle boşuna geldin.
Geri döndüğümde Nice gönüllü
kanlar pahasına kazanılan savaştan, Yalnızca o kadın oldu zaferi layık görmeyen
bize Ve yalnızca kendi davasıyla ilgilenen Üstelik de kötü bir dava.
Ben de bu dava için Geldim ve
isterim ki, babamın Kulağına kötü gelmesin bildiği ses, Öz oğlu krala
taşıdığında O kötü söylentiyi.
Biri terbiyesiz çocuklar
getirmişse dünyaya Elbet yalnızca boşuna çabalarından Ve düşmanlarının
güldüğünden söz edilebilir.
Acı Olan damağı yakar ve o
yüzden yenir.
Pekçoğu yönetmektesin.
Eğer seviyorsan Yalnızca hoş
söylentiler dinlemeyi, istemiyorsan Kendini çok yormak: O zaman artık dümende Olmayan
biri gibi çöz yelkenleri ve sürüklen!
Korkunç gelmekte halka adın.
O yüzden koca alevler Yükselse
de, ancak kıvılcımlardır sana getirilen.
Ama akrabalığın ayrıcalığı da Her
şeyin liyakatla ölçülmemesidir.
Kimi borçlar Hiç istenmez bile; ve
böylece bizler Bazen doğruyu öğrenebiliriz hısımlardan Öfkemize rağmen uysal
olabildiğimiz için onlara.
Elbet kardeşim Megareus değil söyleyebilecek
olan, Argos önlerinde savaştığı ve geri dönmediği için Ve korku nedir bilmeyen;
o halde benim söylemesi gereken.
Bil ki, kent baştan aşağı için
için kaynamakta.
Ve sen de bil ki: Çürük çıkarsa
benden olan O zaman düşmanımı beslerim.
Belki bazıları Bıkmıştır vergi
ödemekten, bazıları da askerlik Bıkkınıdır, tanımazlar kendilerini belki, Bulmaya
da çalışmazlar.
Ama ancak silahlarımın Gücüdür
onları buyruğum altında birarada Ve birbirlerinden ayrı tutan.
Gelgelelim Boşluklar olursa bu
bağlamda, iktidar da Sergileyip bölünmüşlüğü başlarsa sarsılmaya, O zaman çakıl
taşı bir çığa dönüşür ve ezer Kendini bırakmış binayı.
Konuş, ama bil ki Dinlediğim,
kendi yarattığımdır, kendi Oğlumdur, mızrak fırtınalarına tanıttığım.
Doğruluk payı var hepsinde.
Şöyle denmez mi: Yalan tanımaz
örste bilemelisin dilini.
Kardeşini acımasız köpeklere Yem
etmek istemeyene gelince; Şimdi Kent bu kadından yanadır dileğinde, Ne kadar
kötü olursa olsun ölenin ettiği.
Ve yeterli değil bu kadarı.
Gevşeklik derim ben buna.
Yetmez benim kesip atmam
çürüyeni Bu iş pazar meydanında yapılmalı ki, başka Çürükler de unutmasın
çürüyeni kestiğimi.
Ve elim göstersin hedefe
giderken titremediğini.
Sana gelince, iyi bilmeden
durumu, hem de Hiç bilmeden öğüt vermektesin: Bakınıp çevrene Bakışlarından
emin olmayan gözlerle, başkalarıyla Düşünmekte, onların diliyle konuşmaktasın,
sanki İktidar küçük ve korkak bir kulaktan başka Bir şey olmasa da benimsetebilirmiş
insanlara Güç bir görevi gibi.
Ama çok güç tüketir acımasız
cezaları düşünmek.
Sabanı sürebileceği kadar
bastırmak için güç gerekir.
Ama hoşgörülü bir düzen oynarcasına
başarır çok şeyi.
Çoktur düzenlerin sayısı.
Ama düzeni sağlayacak kimdir?
Sensin, derdim, oğlun olmasaydım
bile.
Benimse görev, kendime göre
yapmam gerekir.
Kendine göre, ama doğrusu ne
ise, öyle.
Bildiğimi bilmeden, bilemezsin
bunu.
Nasıl davranırsam davranayım, dost
musun bana?
İsterdim ki, dostun olabileceğim
şekilde davranasın Ama sen hep yalnızca kendini haklı çıkartmaktasın.
Her kim ki, yalnızca kendini
önemser, sanki Başkaları gibi düşünceleri, dili ve ruhu yokmuşçasına Hareket
eder: Deştiğinde böylesini, karşına Bir boşluk çıkar yalnızca.
Oysa eğer bilge ise Bir insan
bir yerde, ayıp saymaz kalkıp da Çok öğrenmeyi ve hiçbir zaman aşırıya
gitmemeyi.
Bak, şu hızla akan yağmur
deresinin önünde Nasıl da geriye çekilmekte ağaçlar, böylece Dere onların
dallarını okşamakta, ama direnenler Hemen yıkılmakta.
Sonra ağır bir gemi Sefere
hazırlanıp boşaltamazsa bir şeyleri Devrilir ve batıp gider sonunda.
Esnek ol ruha rastladığın yerde,
korkma Bize değişiklik vermekten, insanca durakladığımızda Sen de bizimle
durakla.
Ve böylece arabanın sürücüsünü Yönetsin
çeken atlar, bu mudur istediğin?
Atların burnuna çarptığında leş
kokusu Leşlerin gömüldüğü yerden, şahlanabilir hayvanlar Şaşırıp hızla
sürülerek nereye getirildiklerine Ve atar kendini uçuruma araba ve sürücüyle.
Bil ki, kent halkı kuşkunun barışı
tehdit eden dikeniyle Savaşta büsbütün delirmiş halde.
Artık kalmadı savaş.
Teşekkürler derslerine.
Ayrıca sen hazırlanırken zaferi
kutlamaya Kendi evinde seni öfkelendirenlerle niyetinin Girmek olduğu kanlı bir
hesaplaşmaya Bir kuşku diye sık anlatıldı bana.
Kimlerce?
Bunu öğrenmek olurdu hizmetin Yoksa
onların ağızlarıyla kuşku uyandırırcasına Bana kuşkulardan söz etmek değil.
Unut bunları.
İktidarda olanın erdemleri
arasında En şifalısıdır iyice unutmasını bilmek.
Bırak eskiden olan kalsın
eskilerde.
Çok yaşlı olduğumdan Güç geliyor
unutmak.
Ama sen Unutamaz mısın, istesem
senden Böylesine savunduğun o kadını?
Üstelik Bu yüzden kötülüğümü
isteyenlerin hepsi senin için Şöyle söylemekte: O kadının müttefikidir herhalde.
Haklı olanladır ittifakım, her
kimse.
Ve hele bir yeri de delikse.
Hakaret gördüğümde de Kesilmez
senin için kaygılarım.
Ama boş kalmakta şimdilik
yatağın.
Aptalca derdim bu söze eğer
babamdan gelmeseydi Ben de buna küstahlık derdim, o kadına Uşaklık yüzünden
söylenmeseydi.
O ki, yeğlemekte kadınınkini senin
uşaklığına.
Söylendi artık söylenenler, geri
alınamaz.
Alınmamalı da zaten.
Senin istediğin her şeyi Söyleyip
hiçbir şey dinlememek.
Evet.
Ve şimdi git artık, görmesin Seni
gözlerim.
Sen de o en nazik anda Kendini
esirgeyen korkak gibi davran.
Kaldırın o yılanı ortadan,
üstelik hemen!
Ben de çekiliyorum ortadan, başı
dik birini Görüp de titremeyesin diye.
Efendimiz, en küçük oğlundu
öfkeyle giden.
Ama yine de kurtaramaz o
kadınları ölümden.
Yani ikisini de öldürmeyi düşünüyorsun,
öyle mi?
Haklısınız, öldürülmeyecek bu
işe uzak kalan.
Peki ya öteki, düşündün mü onu
nasıl öldüreceğini?
Çıkarsınlar onu, şimdi Bacchus'ün
şenlikleriyle Ayakların yerden kesildiği kentten; suçlu, nerede En az ise
insanların izi, konulmalı oraya, canlı Kapatılmalı bir mağaraya, sadece darı ve
şarapla, Ölülere yakışmasına, sanki gömülen oymuş gibi.
İşte böyledir buyruğum, böyle
olmalı ki Kent utanca gömülmesin bütünüyle.
Sanki bulutlardan oluşma bir
sıradağ anlatmakta Şimdi Oidipus'un evladının hücresinde dinleyerek Bacchus'u
uzaktan, son yolculuğuna hazırlandığını.
Çünkü şimdi seslenmekte Kreon
halkına; ve hâlâ eğlenceye doyamamış, Vermekte ona kentimiz üzülerek de olsa
sevindirici yanıtı.
Büyük çünkü kazanılan zafer ve
Bacchus yaklaşıp Dertlilere sunduğunda unutmanın iksirini, dayanılmaz olur
çekiciliği.
Hemen bir yana atar halk
oğulları için diktiği Matem giysilerini ve koşar Bacchus şölenine, arayarak bitkin
düşmeyi.
Hazların ruhudur bedende, ama
yine de Galibidir her kavganın!
Kan hısımlarını bile Birbirine
katar istekleri hiç tükenmeyen Bacchus.
Kendisi hiç yıkılmaz, ama girdi
mi bedene, Bir çılgındır artık yakalanan.
Kıpırdanır Boyunduruğun altında,
ama yine de teslim eder Boynunu, ne tuz yataklarının kokusundan korkar, Ne de
açılmaktan kapkara sulara zayıf teknelerle.
Türlü tenleri birbirine
karıştırıp fırlatır Hepsini birlikte, ama ellerinin zorbalığıyla Yakıp yıkmaz
yeryüzünü, daha en baştan Barışçıdır yaklaşımı büyük uzlaşmalara.
Çünkü burada tanrısal bir güzellik
Savaşçı tanrı olmamaktan kaynaklanır.
Ama şimdi ben de yitiriyorum Neşemi
ve artık benim de elimde değil Tıkamak gözyaşlarımın pınarını, Sunulurken
Antigone’ye darı ve Şarapla ölüm armağanları.
Vatanım olan kentin insanları Görün
işte şimdi beni son yolumda Ve bakarken Güneşin son ışıklarına.
Gerçekten görmeyecek miyim bir
daha?
Çünkü daha önce herkesi gömen
ölüm tanrısı Şimdi canlı götürmekte beni Akheron'un kıyılarına.
Ne bir düğünüm olacak artık, ne
de Duyacağım bir gelin şarkısı, zira Akheron'un geliniyim bundan böyle.
Ama ünlenerek, övgüler eşliğinde
Gitmektesin oraya, ölülerin yanına.
Ne bir salgındı seni öldüren, ne
de Silahın demiri girdi bedenine.
Yalnızca kendi hayatını yaşayıp Yaşarken
inmektesin Ölülerin dünyasına.
Ne talihsizim ki alay etmekteler
benimle!
Ben ki daha batmadım, Gün
ışığında yaşamaktayım hâlâ.
Ey kentim ve o kentin Zengin
insanları!
Günü geldiğinde Tanıklığını
yapmalısınız nasıl sevenlerince Ağlanmadan ve hangi yasalar uyarınca Eşi
görülmedik bir mezara gönderildiğimin.
Ne ölümlülere katıldım Ne de
varabildim gölgelerin yanına, Yaşamın da, ölümün de uzağında kaldım.
Hiç geri çekilmedi Çekilmesi
gereken yerde.
Ölüme Gitti, öfke bozunca
benliğini.
Ey babam, ey talihsiz anam Onların
soyundan geldim bu kadersizliğimle Ve şimdi bir lanetin önünde Erkeksiz, yine
onlara gitmekteyim.
Ve sen, ey erkek kardeşim Ölmüştün
daha yaşamamışken savaşta!
Şimdi, yalnızca yaşamak isteyen Beni
de çekmektesin kendinle aşağılara.
Ama Danae'nin bedeni de Görmek
yerine kutsal ışığı, demir parmaklıklara Sabretmek zorunda kalmıştı.
Karanlıktaydı.
Ve çocuğum, o da büyük bir
soydandı.
Ve sonra zamanın yaratıcısının
hesabına Yalnızca saatin altın vuruşlarını saydı.
Duydum ki, Tantalos’un
Frigya’dan Gelen kızı da Acılar içinde ölmüş Sipylos'un zirvesinde.
Kamburu çıkmış ve sanki Sarınmışçasına
sarmaşıktan zincirlere Kayalara büzülüp kalmış; ama erkeklerin Söylediklerine
göre ayrılmamış kış yanından Ve kirpiklerden süzülen kar beyazı yaşlarla Boynunu
yıkamış.
Şimdi onun gibi Beni de
götürmekte bir ruh uykuya.
Hem kutsanmış, hem de kutsal
kandan Gelmeydi Tantalus'un kızı, bizlerse topraktan yalnızca.
Sense elbet geçip gitmektesin, ama
büyüklüğünle.
Ve Söylenemez benzemediğin tanrıya
adanan kurbanlara.
Şimdiden feda etmektesiniz beni iç
çekişlerinizle.
Göğün mavilerine dikilmekte
bakışlarınız Ama gözlerimden kaçmakta.
Oysa sadece Kutsanmışı
kutsamaktı benim yaptığım.
Drya'nın oğlu da yakalanmıştı
hemen Coşkuyla sövüp sayarken Dionysos'un Haksızlıklarına ve taşlarla örtülmüştü
Üstü.
Ve deliye dönmüşken öfkeden Tanrıyla
da tanışmıştı sövüp sayan dilinin yordamıyla.
Ne iyi olurdu eğer sizler de Toplasaydınız
haksızlığın ayıbını ve kurutup Gözyaşlarımla ve ondan yararlansaydınız.
Uzaklara Erişmiyor görüşünüz.
Ama kireçli kayalıklarda, İki
ucunda denizin, Boğaz kıyılarında Kente yakın bir yerde izliyordu savaşın ruhu,
Uzak görüşlü iki Phineid'in kartal gözleri Oyulduğunda mızraklarla ve o yürekli
Gözlere karanlık bastığında.
Gelgelelim korkunçtur kaderin
gücü.
Ne servet kurtulabilir elinden, ne
savaşın ruhu Ve ne de bir kule.
Hayır, yalvarırım kaderden söz
etmeyin bana.
Bilirim ne olduğunu.
Beni suçum olmadan Öldürenden
söz edin; odur şimdi düşen Kaderin ağına!
Zira sanmayın ki Sizler,
zavallılar, esirgeneceksiniz.
Başka parçalanmış bedenler
uzanacak Gözlerinizin önünde, gömülmemiş, Öteki gömülmeyenlerin etrafında
yığınla.
Sizler ki, Kreon'la birlikte
savaştınız onca yabancı diyarda, Kaç savaş kazanmış olursanız olun, Ayağınıza
dolanacak en sonuncusu.
Sizler, Ganimet diye bağıranlar,
dolu arabalar Değil, ama bir boşluk bulacaksınız.
Ey yaşayanlar, Sizler için
ağlıyorum ben, Gözlerim toprakla dolduğunda, Sizlerin göreceklerinize!
Ey Thebai, Babamın kenti!
Ve sizler, Thebai çevresinde Arabaların
tırmandığı yerdeki Dirke pınarları, Ey koruluklar!
Nasıl da tıkanmakta boğazım Bilseniz,
düşündükçe başınıza gelecekleri!
Thebai'den geldi insan
kılığındaki canavarlar, O halde toprağa karışmalı Thebai.
Kim sorarsa Antigone’yi, deyin
ki gördük, Kaçarcasına gidiyordu mezarına.
Dönüp gitti geniş adımlarla, sanki
nöbetçilerini O götürüyormuşçasına.
Daha şimdiden zafer Sütunlarının
dikildiği alandan geçti.
Hızlandı Oraya vardığında; Yitip
gitti.
Ama o da bir zamanlar Karanlık
kayalıklarda Pişirilen ekmekten yemişti.
Oturmuştu Kulelerin lanetleri
gizleyen gölgelerinde rahatça, Ta ki Labdakosların soyundan ölümle çıkan Öldürücü
olup gelene kadar; kanlı el Önce kendi saflarını biçti, ama onlar Kabullenecek
yerde parçaladılar kaderi.
Ancak ondan sonradır ki Antigone
de Öfkeye kapılıp uzandı açıkta, Aynı kaderin potasında!
Soğuk yüzünden uyandı.
Sabrın son damlası da tükenmeden
Ve ölçülmeden son kötülüğün de sınırları, Gözleri görmeyen Oidipus'un kızı İndirdi
gözlerinden yaşlanmış bağları Eğilip bakmak için uçuruma.
Şimdi de Thebai aynı görmezlikle
Kaldırmakta ayaklarını yerden ve Yalpa vurarak tadına bakmakta zafer içkisinin,
O içki ki, türlü bitkilerden karanlıkta karıştırılma, Ve Thebai yutup bu içkiyi
şenlik yapmakta.
Gözleri görmeden geleceği gören
Teiresias Geliyor şimdi, herhalde giderek artan bölünmenin Ve için için
kaynayan ayaklanmanın rüzgârıyla.
Rahat yürü, çocuğum, yolunu
şaşırtmasın Sana bu şenlik, çünkü sensin şimdi rehber.
Yol göstericiler gitmemeli Bacchus'un
peşinden.
Kaçınılmazdır düşmesi, ayağını
yerden Fazla kaldıranın.
Ayrıca dikkat et ki, Çarpmayasın
zaferin sütunlarına.
Zafer diye Bağırmaktalar kentte;
ve kent delilerle Dolmuş!
Ve şimdi gözleri görmeyen Göreni
izlemekte, ama görmeyenin ardından da Ondan daha kör biri gelmekte.
Ne mırıldanıyorsun öyle, asık
suratlı, Savaştı, bilmem neydi diye?
Söylenirim elbet, daha zafer
gelmeden, ey deli, Kutlamaya kalkarsan zaferi.
Dinle, inatçı ihtiyar, sen ki
görensin Daha olmamışı, ama şu etrafında Dikilmiş sütunları görmemektesin.
Hayır, görmüyorum onları.
Ve aklım da Bozulmuş değil.
Bu yüzdendir gelişim, Sevgili
dostlarım.
Çünkü defnenin Dolgun
yapraklarını da ancak kuruyup Hışırdadıklarında ya da ısırıp acı Tatlarını
aldığımda anlarım.
Şenliklerden hoşlanmıyorsun
anlaşılan.
O yüzden söylüyorsun bu korkunç
şeyleri.
Korkunç şeyler gördüm de ondan.
Dinleyin şimdi Kuşlara bakarak
aldığım haberleri, Thebai bunca Sarhoşken erken zaferden ve sağırlaşmışken
kulakları Bacchus şenliklerinin gürültüsünden: Eski Bir sandalyede oturuyordum,
önümde kuşlarla Dolu bir kafes.
Ansızın dalgalandı hava
öldüresiye.
Ve birbirini parçalayan kuşlar
arasında bir öfke Fırtınasıdır, bir pençe atmadır başlayıverdi.
Korkuyla baktım hemen tutuşturulan
sunaklara.
Ve Hiçbir yerde iyiye işaret bir
ateş bulamadım.
Yalnızca Ağır bir duman
yükselmekteydi ve kurban edilen Hayvanların butlarıydı gözüken alevlerin
arasından.
Çok kötü bir işaret tam da
zaferin gününde Ve bütün sevinci yiyip bitiren bir söylenti!
Şudur öldürücü açıklaması o işaretsiz
sunakların: Sen, Kreon, yol açtın kentin hastalanmasına.
Çünkü sunaklarla ocaklar
kirletildi Oidipus'un yakışık almaz biçimde ölüme giden Oğluyla karınlarını
doyuran Köpekler ve kuşlar tarafından.
Onun için duyulmuyor artık kuşların
o müjdeli Sesleri, çünkü hepsi de ölü insanların yağıyla Beslenme.
Gelgelelim Tanrıların hoşuna Gitmez
tütsünün böylesi.
O yüzden derim ki, Çek elini
ölünün üzerinden ve bırak peşini Öteki dünyaya gidenin!
Senin kuşların, yaşlı adam, Güzel
uçarlar sence.
Bilirim.
Benim için de Uçmuşlardı çünkü!
Acemisi değilim Ticaretin de,
kehanet sanatının da, Cimri olmadığım için.
Şimdi doldur ceplerini Sardes'in
elektronu ve Hindistan'ın altınlarıyla Ama bil ki, gömdürmem o korkağı Ve
korkmam göktekilerin alınmalarından.
Bilirim, kimse kışkırtamaz
Tanrıları.
Fakat, yaşlı adam, ölümlüler
arasında Çok güçlü olanlar da çok kötü düşebilirler, Yararları uğruna kötü
sözleri güzel söylediklerinde.
Ben artık yaşlıyım, biraz daha Zaman
uğruna oyun oynayamayacak kadar.
Kimse yaşlı değildir, biraz daha
Yaşlanmaktan hoşlanmayacak kadar.
Biliyorum.
Ama başka bildiklerim de var.
Söyle o zaman, Teiresias.
Efendim, bırak da konuşsun kâhin.
Konuş nasıl istersen, pazarlığa
kalkışma yalnızca.
Çünkü kâhinler arasında yoktur gümüşü
sevmeyeni.
Tiranlar vermekteymiş gümüşü duyduğum
kadarıyla Ve kör olan varsa eğer O zaman ısırır sikkeyi ve anlar: İşte bu,
gümüşün halisi.
Ama yine de isterdim ki,
vermeyesin bana.
Çünkü kimse bilemez savaştan
sonra elde kalacağı.
Gümüş mü, oğulları mı, yoksa
iktidar mı.
Savaş bitti artık.
Bitti mi gerçekten?
Bir şey sorayım mı sana?
Senin dediğin gibi, hiçbir şey
bilmediğimden Sormak zorundadır benim gibileri.
Sana göre Bakamadığımdan
geleceğe, şimdiye ve geçmişe Bakmaktır yapmam gereken; ve ancak böyle Yaptığımda
kalabilirim sanatımda kâhin sıfatıyla.
Gördüğümü bir çocuk da
görebilir: Epey ince Zafer sütunları için kullanılan maden cevheri, Derim ki: Hâlâ
çok mızrak yapıldığı için olmalı.
Ordu için şimdi postların
dikilmesine gelince, Ona da derim ki: Yaklaşan bir sonbahardır sanki.
Ve balıkların kurutulması, sanki
bir kış kampına hazırlıktır.
Oysa biz düşünmüştük ki,
zaferden önceydi Bütün bunlar ve şimdi bitmiştir ve şimdi Maden cevheri ve
balık gelmektedir Argos'tan ganimet olarak, öyle değil miydi?
Ve bir yığın da nöbetçi var
ortada: Kimse bilmiyor Çok mudur, yoksa az mıdır nöbeti tutulan.
Ama Senin evinde büyük bir
kargaşa var, mutlu olayların Ardından gelen unutma ise görünmüyor ortalarda.
Ve deniyor ki Heimon, yani
oğlun, kötüymüş Ayrıldığında senin yanından, onunla nişanladığın Antigone'yi, kardeşi
Polyneikes'e bir mezar açmak İstedi diye bir kayalığın dibine attırdığın için.
Ve sen Polyneikes'i öldürüp mezarsız
bırakmışsın, senin Savaşın kardeşi Eteokles'i onun elinden alınca Başkaldırdı
diye sana.
Böylece görüyorum ki, Acımasızca
karışmışsın acımasız işlere Ve gümüşlere kanmadığım için, soruyorum sana İkinci
sorumu: Neden acımasız olduğunu soruyorum, Ey Menökeus'un oğlu Kreon.
Daha da kolaylaştırayım işini: Savaşın
için demir cevheri gerektiği için mi?
Nedir yaptığın, budalalık ya da kötülük
mü, böylece Sürdürmek zorunda kalıyorsun budalalığı ve de kötülüğü?
Seni çatal dilli serseri!
Daha kötüsü yarım dillilik
olurdu.
Ama al sana çifte yanıtımı:
Hiçbiri.
Ve hiçbir şeyi birbirine
bağlamadan diyorum ki: Kötü yönetim hep fazlayı isterken, bulamıyor.
Savaş ise çığırından çıkıp sonunda
kendini kırıyor.
Yağma, yağmayı doğururken, sertlik
sertliği gereksiniyor Fazla, daha fazlayı isterken sonunda hiçliğe dönüşüyor.
Ben, böyle baktıysam geriye ve
çevreme Sizler de şimdi ileriye bakıp yanın kaderinize.
Götür beni buradan, çocuğum.
Efendim, eğer saçlarım siyah
olaydı Daha biraz öncesine kadar, yine de Ağırırdı şimdi.
O öfkeli adam Kötü söyledi Daha
kötüsünü ise söylemedi.
O halde ben de diyorum ki: Neden
tartışmalı söylenmeyeni?
Ey Kreon, Menökeus'un oğlu, ne
zaman Dönecek gençler erkeksiz kalan kente Ve nasıl gidiyor savaşın, söyle!
Menökeus'un oğlu, Kreon!
Deminki kötü niyetle dolu gözler
Dikkatleri çektiğinden bu noktaya, söylüyorum işte: Hain Argos'un bizi
sürüklediği savaş varmadı daha Sonuna ve iyi gitmemekte.
Ben barış istediğimde Yalnızca
ufak bir pürüz çıktı Polyneikes’in ihanetiyle.
Ama hem o, hem de gözyaşı döken
ona, Cezalarını buldular ikisi de.
Ama o iş de bitmiş değil daha Çünkü
mızrakların fırtınasını burada Senin için estiren küçük oğlun Heimon Şimdi sırt
çevirdi sana.
Ben de istemiyorum artık onu Bundan
böyle.
Ne bana ne de size Görünsün
artık, madem ki terk etti beni Yatağı yüzünden.
Çünkü öteki oğlum Megareus hâlâ kılıç
sallamakta surlarda hiç Durmaksızın, Thebai'nin zırhlara Bürünmüş gençleriyle.
Harcanabilir değildir onlar.
Sen, ey Menökeus’ün yılmak
bilmez oğlu Kreon, elbet geldik hep peşinden.
Düzen vardı kentte; ve sen Uzak
tutmuştun bizi düşmanlarımızdan Burada, Thebai'nin çatısı altında, Ancak hiçbir
şeyleri olmayan, fakat Savaşta işleri tıkırında giden ayaktakımından Ve pazar
meydanlarında hep bağırıp duran, Yalnızca halkı bölmeye yarayan, Para alsalar
da, almasalar da Hırslan dinmeyenlerden de korumuştun.
Şimdi bunlar yine bağırmaktalar
ve Buldular da dillerine dolayacak bir şeyler; Ey Menökeus'un oğlu, yoksa Boyunu
aşan bir iş miydi kalkıştığın?
Argos'un üstüne yürüdüğümde Kimdi
beni yollayan oraya?
Sizin buyruğunuzla Gittim
dağlarda demir bulmaya mızraklarımıza, Çünkü Argos zengindi madenden yana.
Mızraklardan yana da zengin görünüşe
bakılırsa.
Kulaklarımıza kötü şeyler
gelmişti, ama Sana güvenip kulaklarımızı tıkadık habercilere, Korkudan korkarak.
Ve gözlerimizi de kapadık Sen çektikçe
dizginleri; yalnızca bir dizgin çekişi Daha ve son bir savaş demiştin; ama
şimdi Sanki düşmanmışız gibi davranmaktasın bizlere.
Ve acımasızca sürdürmektesin
ikili bir savaşı.
Sizin savaşınızı!
Kendininkini!
Ama bir kez aldım mı Argos'u, Yine
sizin savaşınız olacak, öyle değil mi?
Yeter artık!
Demek ki böyle başardı göz
boyamayı O asi Antigone ve karıştırmayı kendisini dinleyenlerin kafalarını!
Elbet hakkı vardı onun kardeşini
gömmeye.
Elbet hakkı vardır komutanın ihaneti
ödetmeye.
Böylesine katı biçimde yerini
bulduğunda hak, Yolumuzu uçuruma vardırır.
Savaş, yeni bir hukuk yaratır.
Ama ancak eskisiyle ayakta kalır.
Ve ihtiyacı olan kendisine
verilmeyen savaş, Sonunda kendi hesabını kotarır.
Nankörler!
Etleri tıkınırsınız afiyetle, Ama
beğenmezsiniz aşçının kanlı önlüğünü!
Yalnız Argos'ta yetişen sandal
ağaçlarının Tahtalarını verdim size, yapasınız diye Kılıç sesi geçirmeyen
evlerinizi!
Argos'tan getirip dağıttığım
madenleri de Bana geri vereniniz olmadı şimdiye kadar, Şimdi ise ganimetin
üstüne oturmuş, Yakınmaktasınız acımasızlığımdan.
Ama ben Alışkınım en büyük
öfkelere ganimet geciktiğinde.
Peki daha ne kadar kalacak
Thebai erkeksiz?
Thebai'nin erkekleri zengin
Argos'u alana kadar.
Geri çağır onları, ey zavallı, tükenmeden
hepsi!
Boş ellerle mi?
Oysa desteklemeliydiniz bu emri!
İster eli boş, ister elsiz, dönsün
buraya ne kaldıysa!
Elbet dönecekler.
Neredeyse düşecek Argos, o zaman
Çağıracağım geriye.
Ve büyük oğlum Megareus Getirecek
onları size.
Yalnız siz dikkat edin ki, Küçük
gelmesin kapılar, sadece çok alçaktan Hareket edenlerin geçeceği kadar alçak
olmasın.
Aksi takdirde çok büyük
adamların omuzları Çökertebilir bir saray ya da hazine odasının kapısını.
Ve öyle sevinçli olacaklar ki
gelenler, Kavuştuklarında size, ellerinizi ve dahası kollarınızı Çıkarabilirler.
Ve bastırabilirler sizi zırhlı
göğüslerine.
Onun için kaburgalarınıza dikkat
edin!
çünkü o sevinçli günde Kötü
günlerdekinden çok daha fazla mızrak göreceksiniz.
Bazı çekingen galipler zincirden
taç takıp başlarına Bükük dizlerle dans etmek zorunda da kalmışlardı.
Ey sefil, şimdi kendi
askerlerimizle mi korkutmaktasın bizleri?
Kendi kırbaçlarını mı saldırtacaksın
üzerimize?
Bunu Oğlum Megareus'la
konuşacağım.
Efendim!
Sağlam dur yerinde!
Çünkü ben Felaket habercisiyim!
Durdur şu fazla erken İnanılan
zaferin acele şenliğini!
Yeni bir savaşta Yenildi ordun
Argos önlerinde, şimdi kaçmakta.
Oğlun Megareus da yok artık.
Parçalanmış Yatıyor Argos'un
sert toprağında.
Sen sorduğunda Polyneikes'in
kaçışının hesabını ve orduda böyle Yapmanı onaylamayan çoklarını yakalayıp
astığında Herkesin gözünün önünde Ve kendin koşarak geri döndüğünde Thebai'ye, Büyük
oğlun bizi hemen yeniden saldırıya geçirdi.
Henüz kendi saflarındaki
kanların sarhoşluğundan Kurtulamamış askerler, yorgun kaldırdılar Thebaililerin
kanlarıyla ıslanmış baltalarını Argos halkına.
Ve pekçokları da sırt çevirdi,
onlara Düşmandan daha korkutucu olmak için fazla sert sesle Buyruklar yağdıran
Megareus'a.
Yine de sanki bizden yana
gibiydi savaşın kaderi başlangıçta.
Çünkü savaş kendi tutkusuna
gebedir ve kan, ister Senin, ister başkasının olsun, sarhoş eder insanı.
Korku başarır cesaretin
başaramadığını.
Gelgelelim arazinin, silahların
ve yiyeceğin de Payı vardır elbet bu işte.
Ve, efendim, Argos halkı da Müthişti
savaşta.
Kadınlar ve çocuklar yanyanaydı.
Çoktandır yiyecek yüzü görmemiş karavanalarla
Haşlak sular döküldü üzerimize; ayakta kalan evler Bile ateşe verildi
arkamızdan, sanki artık kimse Bir yerde yaşamayı düşünmezmişçesine.
Eşya ve Evler, silaha ve
siperlere dönüşmüştü.
Ama oğlun Hâlâ ilerletiyordu
bizi ve artık boşalıp mezar Olmuş kentin daha içlerine götürüyordu.
Yıkıntılar Başlamıştı bizi
birbirimizden ayırmaya.
Görmemizi Engelliyordu ele
geçirdiğimiz mahallelerden çıkan Dumanlar ve kabaran alev denizleri.
Düşmanı Ararken kaçıp ateşten,
kendi adamlarımıza Rastlıyorduk.
Ve kimse bilmiyor kimin eliyle Öldüğünü
oğlunun.
Öldü Thebai'nin bütün gençliği Ve
artık Thebai de kalamaz uzun süre, zira Argos halkı bütün insanlarıyla ve
arabalarla Yollar dolusu buraya gelmekte.
Ve ben ki gördüm Bütün bunları,
memnunum artık Thebai'nin yıkılışına.
Vah bize!
Megareus!
Oğlum!
Harcama zamanı Yakınmalarla.
Askerleri topla!
Olmayanı toplayıp elekten mi
geçirelim?
Zaferin sarhoşluğuyla Hoplayıp
zıplarken Thebai, düşman Yalın kılıç üzerimize saldırmakta.
Bizi aldatmak için Çıkartmıştın
kılıcını.
Şimdi Öteki oğlunu da anımsarsın
belki.
Haber yolla küçük oğluna!
Evet, Heimon, son varlığım!
Evet, küçük oğlum!
Koş yardıma büyük yıkımda!
Unut söylediklerimi, Çünkü
hükmedemiyordum duygularıma Hükümdarken bu kentte.
Koş kayalığa Acele et ve kurtar
mezar kazanı, Antigone'yi, kurtar çabuk!
Kurtarırsam onu Çıkar mısınız
benden yana?
Siz de Sessiz kalmıştınız
yaptıklarıma.
Bu, sizi de Ortak kılar bana!
Git artık!
Kürekler!
Kürekler!
Bitsin artık bu şenlikler!
Ey zevkin ruhu, Kadmos'un
sevdiği Bütün suların gururu, gel eğer istiyorsan Eğer bir kez daha görmek kentini,
Çabuk yol açık ve gel daha gece basmadan, Çünkü daha sonra göremeyeceksin bir
daha.
Tam da burada, sevincin Tanrısı,
Bacchus'un anavatanı Thebai’de yaşamıştın, Ismenos'un serin sularının kıyısında.
Güzel şekillerle damların
üzerine yükselen Sunak dumanları görmüştü seni.
Bulamayacaksın evlerinin çoğunda
ateşi Ne ateşlerin dumanını, ne de Dumanların gölgesini bulabileceksin.
Bu kentin bin yıl boyunca en
uzak denizlere Açılmış çocukları, bugün neredeyse Bir taş bile bulamıyorlar başlarını
dayayabilecek.
Ey sevincin Tanrısı, kendi
zamanında Cocytus’da ve Kastaleia ormanında otururdun Sevdiklerinle.
Demirciyi de ziyaret etmiştin ve
bakmıştın Başparmağınla gülerek kılıçların keskinliğine.
Çoğu kez gitmiştin Thebai'ye de,
Daha ölümsüz şarkıların Sokaklarda neşeyle yankılandığı günlerde.
Ah, ne yazık ki kılıçlar girdi sahiplerinin
bedenine Ve kollar yine de yenik düştü bitkinliğe!
Ah, zorbalık dediğin mucizeleri
gereksinir, Yumuşak başlılığa yakışan ise biraz erdemdir.
Ve şimdi, kaç kez Yenik düşmüş
düşman, saraylarımızda Ve işaret etmekte kanlı mızraklarla O koca yedi kapılı
ağzı; Ve ayrılmayacak buradan Ağzını kanımızla doldurmadan.
Fakat oradan bir hizmetçi kız
yaklaşmakta Şimdi, kaçanlar arasından kendine yol açarak, Mutlaka babasının
bizi kurtaracak askerlerin Başına geçirdiği Heimon'dandır getirdiği haber.
Her şey bitti!
Ah, son kılıç da kırıldı!
Heimon öldü, kanına girerek
kendi elleriyle.
Ben görgü tanığıydım; daha önce
olanları ise Efendimizle birlikte, Polyneikes'in köpeklerce Parçalanmış zavallı
cesedinin yattığı yere Giden uşaklardan dinledim.
Yıkadılar hiç konuşmaksızın ve
yatırdılar Taze dalların arasına, ne kalmışsa Polyneikes’den Ve vatan
toprağından bir tepecik Yaptılar büyük bir özenle.
Efendimiz, yanındakilerin
başında koşarak Geldi bizim durduğumuz kaya mezarına.
Ama tam o sırada bir ses duydu
içimizden biri Ve mezardan yüksek sesle gelen yakınmalar Ve koştu söylemek için
efendimize doğru.
O da acele etti; ve gittiğinde
sardı çevresini O tuhaf ve zorla çıkan ses, daha bir duyuldu.
Sonra haykırdı efendimiz, yaklaşıp
acınası yakınarak Baktı duvardan zorla çıkartılmış sürgüye; ve Güçlükle, ama
sanki kendine inanırcasına konuştu: "Bu Heimon'un, çocuğumun sesi değil.
" Kulak verdik efendimizin korkulu sesine.
Sonra Mezarların en arkasında gördük
Antigone'yi, Boynundaki kumaştan bir ipe asılı Ve Heimon, uzanmış Antigone'nin yükseklerdeki
Ayaklarının altına, yakınıyordu giremediği gerdeğe, Ve babasının yaptıklarına.
Babası görünce onu Gitti hemen
yanına ve konuştu: "Gel buraya, yavrum, ayaklarına kapanarak yalvarırım
sana.
" Oğlu, buz gibi bakışlarla Baktı ona Ve çekti iki yanı keskin
kılıcını, önce ona.
Ve babası korkuya kapılıp başlayınca
kaçmaya Şaşırdı hedefini.
Başka bir şey söylemeksizin Ayakta
durarak, kılıcın sivrisini ağır ağır Soktu kendi bedenine.
Düştü sessizce.
Şimdi ölü, ölünün yanında, şimdi
yeraltında Kutlanmakta bir gerdek.
Bakın, efendimiz gelmekte.
Yol oldu artık kent, dizgine
alışıktı Şimdi dizginsiz.
Kadınlara dayanarak Gelmekte
gururu kırılan, büyük bir anı ellerinde, Büyük çılgınlığını hep anımsatacak Bakın,
bir giysi var elimde.
Oysa Sanmıştım ki bir kılıçtır
almaya gittiğim.
Çok erken öldü oğlum.
Bir savaş daha Ve yerle bir
olacaktı Argos!
Ama tüm çaba Ve cesaret,
yalnızca bana karşı kullanıldı.
Ve şimdi düşüyor Thebai Ve
düşsün, düşmeli benimle ve yem olmalı Akbabalara.
Budur dileğim.
Ve dönüp gitti, ellerinde
yalnızca Tüm Labdakos soyunun kanıyla Islanmış bir bez parçasıyla Düşmekte olan
kente doğru.
Bize gelince Hepimiz şimdi de
onu izlemekteyiz, ve Yolumuz yeraltına uzanmakta.
Zincire Vurulabilen ellerimiz
kesilecek Bir daha vuramasınlar diye.
Ama Bütün bunları gören, ancak
düşmana yardım edebildi, O düşman ki şimdi gelmekte ve hepimizin kökünü
kurutacak.
Çünkü kısadır zaman denen, her
yere hükmeden Kaderdir ve zaman asla yetmez düşüncesizce Yaşamaya sabırdan
başkaldırıya uzanan yolda Ve yaşlılıkta bilgeliğe ulaşmaya.
Çekilen acıların insan
belleğindeki yeri şaşılacak derecede azdır.
Çekilecek acıları tasavvur
yeteneği zira daha da azdır.
Savaşmalı bu kayıtsızlığa karşı.
Çünkü savaşlarla tehdit edilen
insanlığa bunlar, geçmiştekilere nazaran değersiz birer girişimmiş gibi
gelecektir ve hiç kuşkusuz yine patlak verecektir eğer bu savaşları hazırlayan
eller kırılmazsa halkın önünde.
Marco Müller'e ve Jean-Luc
Godard'a teşekkürle.
||
Encounter. with. Fritz. Lang. 1963.
333||827982||Fritz Lang, 1920'li yılların en başarılı Alman
yönetmenlerinden birisiydi.
1933'de kaçmak zorunda kaldı.
Önce Paris'te bir film yaptı, sonra
Amerika'ya gitti.
Orada kayda değer sayıda, önemli
sayıda filme imza attı.
Fritz Lang ile Karşılaşmak 1963.
Capri'deki Villa Malaparte'nin
çatısı.
Ulysses isimli filmini çekerken Fritz
Lang'ı izliyoruz.
O güzel Amerikan kamerasının arkasında
oturan beyaz giyinmiş görüntü yönetmeni ise ekstra olan tek şey.
Gerçek görüntü yönetmeni, meşhur
Raoul Coutard küçük el kamerası ile bir battaniyenin altında terliyor.
Jean-Luc Godard'ın Contempt
isimli yeni filmini çekiyorlar.
Fritz Lang filmde yaşlı bir Alman
yönetmeni oynuyor.
Fritz Lang'a eşlik eden
oyuncular senaristin karısı olarak Brigitte Bardot Amerikan yapımcısı olarak Jack
Palance ve Jean-Luc Godard, filmde Fritz Lang'in yardımcı asistanı.
Bay Lang, 44 yıl önce ilk
filminizi çektiğinizde Almanya'da "yeni dalga" diyebileceğimiz bir
akım vardı.
Sizce şu anki genç Fransız
sinemacılar o zamanki çalışma yöntemlerinden tamamen farklılar mı?
Evet.
Hazırlık aşamasına çok önem
veriyorduk film çekerken hâlbuki bugünkü genç sinemacılar daha çok doğaçlamayı
tercih ediyor.
Hangi yaklaşım daha geçerlidir sorusu
ise tartışmaya açıktır.
Bugün bizim için filmlerinizi çok
özel kılan şey o filmlerdeki her şeyin çok kompoze olması ve her detayın en
ince ayrıntısına dek düşünülmesidir.
Bu tarz bütünlüğünü sürdürmenin en
önemli koşulu nedir?
Her şeyden önce, yeterli zaman ikincisi,
yeterli finans ve üçüncüsü eksiksiz ve titiz hazırlık aşamasıdır.
Siegfried'den sahneler: 1923-1924
Lotte Eisner için, Fritz Lang yönetmenler arasındaki mimardır.
Kaderi önceden belirlenmiş insanların
içinde yaşadığı ışık ve gölge ile kontrastlanmış bir odada insanlar süs olur.
Başka bir çağa ait bu binadaki koridorlar,
balo salonları ve bu galeriler boyunca.
Birbiri ardına sonsuz
koridorları olan lüks, barok, uğursuz bu devasa otel.
Sessizliğin yarattığı boşluk, soğuğun
dinçliği, lambri ve sıva ile hazırlanmış kasvetli dekorlar ve yontulmuş kapı
panelleri taş levhalara benzeyen donuk, mermer aynalar.
Lang stüdyoda devasa setler inşa
etmişti.
Örneğin, Siegfried'in at üstünde
içinden geçtiği sis içindeki büyüleyici orman sahnesi.
Her ağacın yeri, her ışığın fonksiyonu
daha önceden ayarlanmıştı her biri sahnenin bir diğer unsuru ile hassas şekilde
koordine edilmişti.
Lang'in filmlerinde, tesadüfi
unsurlara yer yoktu.
Ya da eğer varsa onun tarafından
planlanmıştı kaderin limon ağacındaki yaprağın, Siegfried'in yaşamında oynadığı
rol gibi.
En sonunda bu sahnede
Kriemhild'e kur yapan kahramanın yenik düşmesi.
Kader - 1921 Fritz Lang, Fransız
film ekibinin karmaşası arasında bir miktar kaybolmuş gibi.
Hayatında ilk defa bir başka
yönetmen tarafından yönetilmeye müsaade ediyor.
Bugünkü çekimde platform olarak
kullanılan sallanmakta botun üzerinde beklemekten biraz usanmış durumda.
Godard devasa çekim
platformlarında çalışmaktan hoşlanmadığı için yerinde çekim yapmayı tercih
ediyor.
Bu çok komik.
Bunu daha önce duymuştum.
Bu Bu Hey Heinrich!
Ne oldu?
- Ne var?
- Dinle bir saniye.
Birisi ıslık çalıyor.
Onu duyabiliyor musun?
Orada.
Durdu şimdi.
Islık çalan adamı gördün mü?
Evet, onu hâlâ görebiliyorum.
Heinrich.
Küçük bir kızla konuşuyor ve
onunla birlikte caddeye yürüyor.
Git arkasından ve gitmesine izin
verme!
Ama neden?
Elsie Beckmann'ın öldürüldüğü
gün bir adam balon almıştı ve küçük bir kız ile birlikteydi ve bu şekilde ıslık
çalıyordu.
Bay Lang, Bay Godard sizin
filmlerinizden çok şey öğrendiğini söylüyor ve filminde büyük ve yaşlı bir
yönetmen rolünde sizin oynamanızı istedi.
Peki, siz Bay Godard'ın filmleri
için benzer şeyler hissediyor musunuz?
Kesinlikle.
Yeni Dalga filmlerini çok
beğeniyorum.
Özellikle de Godard ve Truffaut
filmlerini.
Bay Godard bu filmde oynadığınız
karakterin ismine sizin adınızı verdi.
Bu kendinizi oynadığınız anlamına
mı geliyor?
Evet.
En azından öyle olmasını
umuyorum.
Misal, filmde yapımcı ile sert
bir tartışmanız söz konusu.
Yapımcı, yönetmenin senaryodan farklı
bir şey çekmesinden dolayı çok üzgün durumda.
Fritz Lang, filmin canlı
görsellerden oluşmasına rağmen senaryonun kelimelerden başka bir şey olmadığını
düşünür.
Karım benimle burada buluşacak.
Gidip onu bulayım.
İtalyanlar "çek
defteri" yerine "tabanca" demeyi tercih ederdi.
Siz 45 uzun metrajlı film
çektiniz.
Gerçek hayatınızda hiç bunun
gibi bir uyuşmazlık yaşadınız mı?
Evet, filmdeki kadar abartılı
olmasa da.
Ama elbette, bazı hususlarda insan
gibi davranmaktan vazgeçen yapımcılarla da karşılaştım.
Bu noktada, konuşmamız bir grup
turist tarafından kesildi.
Güvenlik hatlarını aşıp botlarını
bize yöneltip Brigitte Bardot'ya haykırıp duruyorlardı.
Yapımcı ve yönetmen uyum
içerisinde çalışmalı.
İkisi de aynı gemideler ve çok
iyi arkadaş olmaları gerekir.
Harbi bir yapımcı filmin
çekimine çok büyük katkılar sağlayabilir.
Ama eğer, hayatta sık sık karşılaştığımız
gibi yapımcının kafasındaki tek şey para kazanmak ise ve yönetmenin kafasındaki
en son şey para kazanmak ise uyuşmazlık kaçınılmazdır, anlıyor musun?
Çünkü her iki taraf da kendince
haklıdır.
Sana bir şey söyleyeyim: Stüdyoda
ya da bu örnekteki gibi dış mekânda çalışmak çok fazla yorucudur.
Sinirleri gerer ve bir şekilde
uyuşmazlık kaçınılmaz olur.
Ama sonra anlaşıp her şeyi
unuturuz, tamam mı?
Evet.
Röportaj için çok teşekkürler
Bay Lang.
Bir şey değil.
Fritz Lang'in söylediği gibi belki
de sinirler gergin film yapımına dâhil olan insanların yaratıcılığına zarar
veriyor.
Fritz Lang, kırk yılı aşan kariyere
sahip birkaç yönetmenden birisi.
Röportaj biter bitmez Fritz Lang
meslektaşlarına veda etti ve rolünü oynadıktan sonra ABD'ye geri döndü.
Çeviren: JaguaR 2014||
Eric Rohmer- PRESENTATION OU CHARLOTTE ET SON STEAK (1960)
619||561000|| Bu kaset bize, üzerinde herhangi bir eser sahibinin veya
oyuncunun adı olmadan geldi.
Bazı kostüm detaylarından filmin
1950-51 yıllarında çekildiğini anlıyoruz.
Bu kısa hikâyeye "Charlotte
ve Véronique" adlı seride yer veren Eric Rohmer ve Jean-Luc Godard'a teşekkür
ederiz.
TAKDİM veya Charlotte ve Bifteği.
ÖZET: Charlotte, ülkesi
İsviçre'yi henüz terk etmemiştir.
Walter, kıskandırma amacıyla onu
Clara ile tanıştırır.
İşte geliyor.
- Selam.
- Selam, Clara.
Clara, Charlotte.
- Bak, çok acelem var.
- Sana eşlik ederiz.
Olur, ama uyarmadı deme, hızlı
gideceğim.
- Pardon?
- Yok bir şey, benimle konuştun
sandım.
- Hoşça kal.
- Güle güle.
- Eve gidiyorum.
Hoşça kal.
- Güle güle.
Bekle biraz, seninle geleceğim.
- Sonra görüşürüz.
- Tabii, görüşürüz.
Neden ona eşlik etmedin?
Onunla sonra görüşeceğim.
Acelesi varmış.
- Seni davet etmiyorum.
- Yemek yemiştim zaten.
- Biraz oturup kalkarım.
- Her tarafı kirletirsin.
- Mutfakta fayansın üzerinde
dururum.
- Fayanslarım temiz.
Paspasın üzerinde dururum.
İçeri alayım.
Yemek zamanı gelmedi.
Hayır, üşüdüm.
Kahve içmem lazım.
Sandviç yemiştim zaten.
Bir fincan kahve teklif
etmeyecek misin?
Et pişirmem lazım.
Benim için sorun değil.
Benim yapmamı ister misin?
- Kıyafetlisin.
- Sen de.
Halıyı yaklaştırabilirim.
Bitti sayılır.
Tuzu uzatsana.
Solundaki rafta.
- Teşekkür ederim.
- İşe yarıyorum, görüyor musun?
- İster misin?
- Hayır.
Hayır dedim.
- Küçük bir parça.
- Aç değilim.
Hayır!
Teşekkür ederim.
Ekmek yok mu?
Bana yetecek kadar var.
Seni davet etmediğimi
söylemiştim.
- Bana et vermek zorunda
değildin.
- Al bakalım, bu da çatalın.
- Çok sıkıcı olduğumu
düşünüyorsun.
- Hayır, neden ki?
- Bırak beni.
- Seni öpmek istiyorum.
- Çabuk ye.
Etin soğuyacak.
- Önce öpeyim.
- Olmaz.
- Sonra öpeyim o zaman.
- Olmaz.
Olmaz mı?
- Git Clara'yı öp.
- Clara burada değil.
Bu gece görüşürsün onunla.
Görüşmek ister mi bilmiyorum.
- Çok yazık.
- Üzüldün demek.
Benden 100 kat daha güzel.
Neden benimle uğraşıyorsun ki?
Söylediğin hiç de mantıklı değil.
Hangisi mantıklı değil?
İlk söylediğim mi, son
söylediğim mi?
Son söylediğin, tabii ki.
İlk söylediğin de.
Neden böyle konuşuyorsun?
- Gitmemi mi istiyorsun?
- Hayır.
O kadar da güzel değil.
Hem adını da sevmedim.
Benim adım daha çirkin.
- Seninki eski bir isim.
Onunki gösterişli.
- Biz koymadık ya.
- Kesinlikle.
- O halde?
Seni seviyorum.
Hem de çok.
Karşılaştırmaları sevmiyorum
biliyorsun.
Bin kat daha fazla seviyorum.
Karşılaştırmayı bırak, kıyaslama
bile olmaz.
Yalan söylüyorsun.
- Kızdın mı?
- Hayır.
- Öp o zaman.
- Acelem var.
- Bu bir gerekçe sayılmaz.
- Biliyorum.
- Az önce ciddi söylüyordum,
inanmadın mı?
- Evet, tabii.
Peki ya sen?
Söylediklerine inanıyor musun?
Clara senden daha güzel, ama
karşılaştırmaları sevmem.
Beni hiç rahatsız etmiyor.
Senin rahatsız eden, seni daha
çok sevdiğimi söylemem.
Hayır, ama yalan söylüyorsun.
- Öp beni.
- Olmaz.
- Acelen mi var?
- Hem de çok acelem var.
- Kahve içmiyor muyuz?
- Hayır, zamanımız yok.
Üşüdün mü?
Evet, ama dışarı çıkıyoruz, çıkınca
ısınırız.
- Titriyorsun.
- Hayır.
- Ellerim soğuk mu?
- Hayır.
Seni çok sevdiğimi bilmiyor
musun?
- Yalan söylüyorsun.
- Belki de, ama sana sadık
kalmak istiyorum.
Aptalca.
Benim sadık kalamayacağımı iyi
biliyorsun.
Sana sadık kalmak istiyorum.
- Ölmek istiyorum, böylece
aklına gelirim.
- Aklıma daha az gelirsin.
Öyle, ne düşündüğün umurumda
değil.
Titriyorsun.
- Üzüldün.
- Neden hep böyle söylüyorsun?
Daha önce de böyle diyordun.
Çünkü seni sevmiyorum.
Sen de sevmiyorsun aslında.
Şüphesiz, sana yeni bir şey
söylemiyorum.
Evet, biliyorum.
Yine de üzgün değilim.
Evet, üzgün değilsin, biliyorum.
Hadi, acele et.
Senin yüzünden hep geç kalıyorum.
SON Bu filmin tam ve eksiksiz
sürümünü Eric Rohmer yönetmiştir.
Çeviri: gothique gothique@divxplanet.
com||
Histoire(s) du cinéma - 1.Toutes les histoires (1988)
680||3004718||Hiçbir şey değişmediğinden artık her şey daha farklı.
Çeviri: ismuta
Bir şey her yönüyle göstermeyin.
Kendiniz için bir belirsizlik
payı bırakın.
Sinemanın tarihleri, çoğul
olarak.
Tüm tarihler var olduğundan
dolayı var olacaklar.
Size en son zengin iş adamının hikayesini
anlatayım, adı da: Irving Thalberg.
Televizyon senede 200 film
oynatıyor.
Thalberg ise günde kafasında 52
film oynatabiliyor.
Esas Esas baba Tek oğul Hikaye
bu şekilde geçiyor: Genç arkadaş, narin ve güzel biri F.
Scott Fitzgerald'ın dediği gibi Bu
var olabilir: Hollywood'ın gücü.
Babylon'ın gücü.
Tam bir rüya makinesi.
Sinemanın tarihi.
Tarihin tazeliği.
Haberlerin tarihi.
Sinemayı ne bitirdi ve en
belirgin şey neydi?
Artık kendisine hiçbir yer
bulamayacak.
Rüya makinesi.
Komünizm kendi kuyusunu kazacak fabrikalar
icat ediyor.
Evli sevimli kadınlardan biri
hayatta.
Ya da Howard Hughes'ın hikayesini
anlatmak için.
Mermoz'dan daha mert, Rockefeller'dan
daha zengin.
Citizen Kane'in üreticisi ve TWA'nın
başkanı.
Meliès'ın Gallimard ve SNCF'yi
işlettiği gibi.
Hughes uçakları pasifiğin
altında CIA deniz altılarını başlamadan önce Saatte on mil giden limuzinle haftalık
gitmesi için o RKO'yu zorluyordu.
Bundan dolayı göğüsleri hiç
aşağı yukarı doğru zıplamadı.
Ölüsü her şeyden daha kötüydü.
Defoe, Robinson için hayal etti.
Yapılan tüm filmlerin hikayesini
anlatmak için Yapılan tüm filmlerin hikayesini anlatmak için Yapılan tüm
filmlerin hikayesini anlatmak için var olduklarından ziyade.
Bunlar televizyonda gösterilmiş
olabilir.
Fazla abartmayalım Eserlerin
kopyaları bile değiller.
1940.
Geneva.
L'Ecole des femmes.
Max Ophuls.
Madeleine Ozeray kalçalarını
hissediyor Almanya Fransa'yı işgal ederken Louis Jouvet vazgeçmişken.
Tiyatro çok fazla bilinen bir
şeydi.
Sinemacılık ise şu ana dek pek
bilinmiyordu.
Sinemanın tarihi ve tarihin
tazeliği.
Haberlerin tarihi.
Sinemanın tarihleri, 'çoğul ile'.
Hem de iki SS ile.
1939, 1940, 1941 Radyo ele
veriyor ama sinema kelimeleri elinde tutuyor.
Siegfried ve M'den dolayı diktatörlük
filmi çeken Lubitsch.
1940, 1941.
Ölümcül çizikler dahil 35 mmlik
bir dikdörtgen bile gerçekliğin anlamını muhafaza edebilir.
1941, 1942.
Kasap gibi nefret ve öfke
olmadan zayıf görüntüler kavga ediyorsa bunun nedeni sessiz filmlerin başkalaşım
gücünden ve mütevaziliğinden geliyordu.
1942, 1943, 1944.
Geceleyin altüst edilmek durgun
suyun dalgalar gibidir.
Sessizliğin içine dalmak gibi gecenin
karanlığına ışığı açmak gibi.
Görüntüler ve sesler yollarda
gezinen gezginciler gibi artık bu yolun yolcusu olmayabilir.
Kanıtlandı ki halklar efsaneleri
sever.
Sinema halk için konuşur.
Ama efsane Fantomas olmaya
başlarsa Christ gibi de son bulur.
St.
Bernard'da dinlenilen şeyleri
kim yaptı?
Neyi söylememişti?
Belki olabilir.
Kalbimizin derinliğine doğru
bilinmez bir sesin gittiğini öğrendiğimiz zaman bunu nasıl göz ardı edebiliriz?
Haberler bize neyi öğretir: Ulusun
doğuşunu, umudunu Roma ve Open City'i.
Sinemacılık bir olay yaratmaz, ama
görüş açıcısı kazandırır.
Çünkü ekran beyaz bir tuval
gibidir, aynı Samaritan'ın tişörtü gibi.
Arnold ve Richter'ın kameraları korunsaydı
rüyalar ve kabuslar daha fazla galip gelmezdi.
Ekranda gösterilmeyecek ama kefende
gösterilecek.
Puig'in, Négus'ın, Kaptan
Boïeldieu'ın ve küçük kızın ölü bedenleri işitilmemişse bunun nedeni hayatın
filmden çaldığı şeyleri tasvir edememesindendir.
Yok edilişin unutulmuş bir
parçası.
Sinemanın tarihleri, sessiz
tarih ve gecenin tarihi.
Son 50 yıldır karanlıkta sinema
severler gerçeklik yükselsin diye kurguyu yerle bir ediyor.
Gerçeklik şu anda intikam
peşinde.
Gerçek gözyaşı ve kan istiyor.
Vienna'dan Madrid'e, Siodmak'dan
Capra'ya Paris'den Los Angeles'a ve Moskova'ya Renoir'dan Malraux'a ve
Dovjenko'a Büyük kurgu yönetmenler intikam duygusunu kontrol edemiyor ki bu
kişiler defalarca yönetmenlik yapmış.
Haberler tüm şüphenin kanını ve
göz yaşını temizlemeli.
Ordu halkı yaktıktan sonra geç
temizlenen yollar gibi.
Peki ya haberler savaş esnasında
hiçbir söylemiyorsa.
Hüküm veremez bu.
Samimi anlatım da değildir.
Istırap iyi bir şey değildir.
Ne yakılıp yıkılan bir kilise ne
de bombalanmış şehrin bir yeri.
Flaherty ve Epstein'ın eğlencesi
yönetimi devir aldı.
Daumier ve Rembrandt ise dehşet
verici bir siyah beyazlaydı.
Birkaç kafatası nadiren yüksek
çıkıntılı, öldürülmüş çocuğunun yasını tutan anneye ait.
Çünkü bu sefer yalnız Gerçek
popüler bir sanat biçimine yalnızca boya katılıyor Sanat budur.
Küllerinden yeniden doğmak demek
budur.
Köyleri, beyaz yolları ve zeytin
ağaçlarını unuttuk ama Picasso'yu unutmadık.
Bu Guernica.
1943 yılında Valentin Feldman'ın
öldürüldüğünü unuttuk ama en az bir suçlu olduğunu unutmadık.
Bu da Goya.
George Stevens ilk 16 mmlik renkli
filmi kullanmasaydı Auschwitz ve Ravensbruck'de Elizabeth Taylor asla güneş
alan yer bulamayacaktı.
1939, 1944.
Belgesellerin ölümü ve yeniden
dirilişi.
Baktığımız şeyi görmememiz nasıl
da harikulade.
Kör gözlerimiz için nasıl bir
mucize.
Bunun yanında sinema bir
sektördür.
Dünya Savaşası sırasında televizyonun
etkisiyle Amerika sinemasının Fransa sinemasını mahvetmesine izin verseydim İkinci
Dünya Savaşı ekonomik olarak Avrupa sinemasını mahvedecekti.
Kör adama "İki elin var mı?"
diye sor.
Ama görünüş beni rahatlatmayacak.
Şüphelerim varsa ne diye gözüme
güveneyim?
Ellerimle görebildiğim şeyi neden
gözlerimle kontrol etmeliyim?
Yardım edin!
çeviri: ismuta||
Histoire(s) du cinéma - 2. Une histoire seule (1989)
16400||2462232||Sessizlik ve sabitlik ile filmde bağlantılar
kurulduğuna adınız kadar emin olun.
Çeviri : ismuta İyi seyirler!
Sinemayla aşılan şey hâlâ başka bir
yere gitmeyip ama belirgin olan şeydir.
Her şeyden önce beni
endişelendiren şey.
Hikayemin endişesidir.
Tüm bu olan bitenle ben ne
yapmalıyım?
Bu aydınlıkla?
Ve karanlıkla?
Bazen birileri odamda fısıldıyor
gibi oluyor.
Televizyonu kapatıyorum ama
fısıltılar devam ediyor.
Rüzgar mı yoksa atalarım mı?
Tarihin yalnızlığı, yalnızlığın
tarihi.
Sinema ortaya çıktı ve insanlar
dünyanın orada olduğunu gördü.
Dünya hâlâ neredeyse tarihsiz fakat
hikayelere anlatıp duruyor.
Belirsizlik yerine fikirleri ve
duyguları aşılamak amacıyla iki büyük hikaye uydurulmuş: Seks ve Ölüm.
Kısacası güzelliğin hikayesi.
Güzellik, makyaj yapmak Sinema
ne iletişim endüstrisi ne de eğlencenin bir parçasıdır.
Kozmetik ürünlerinin ve
maskelerin parçasıdır.
Yalancılık endüstrisinin küçük
bir parçası.
Sinemanın tarihleri.
Eğlenceye indirgemek.
Başka şekilde açıklanamaz.
Fotoğrafçılıkta başarılı olmak.
Sinema her zaman gerçeklikten daha
gerçek olmayı ister.
Ne sanat ne de teknik Katiller
ve Hırsızlar Guitry'in son filmi.
Kısa süre sonra, her sabah
gittiği yere yalanlar pazarına artık gidemeyecek.
Yakında, pazarda köşesini alan
satıcılarla artık mutlu olamayacak.
Brecht'in cümlelerini kaydettim.
Bardot'a söylemesi için Lang'dan
rica ettim.
Filme "Contempt" adını
verdim.
Hikaye iki kardeşle başlıyor İsimleri
sırası ile Lampshade ve Lumière.
İkisi de birbirinin aynısı.
O tarihten beridir film yapmak için
iki adet makaraya ihtiyacın var.
Biri dolarken diğeri boşalıyor.
Şans eseri olarak videolarda sol
makara "köle" sağ makara ise "efendi" olarak adlandırılıyor.
Son bir kez daha karanlığın gücü
ışığın gücünü alt etti.
Ama hemen ardından ışık,
karanlık ile yeniden dövüşecek.
Bir film projektörü kameranın hatıralarını
zorluyor.
Sinema yalnızca gerçeklerden
kaçış mekanıdır.
Çünkü hatıranın tek köle olduğu
yer orasıdır.
Fotoğrafçılığın varisi.
Evet!
Tarihin başarısıyla birlikte sinema
miras olarak yalnızca gerçekliği çoğaltma hakkı vermemiş bunu bir görev olarak
da bırakmış.
Bu Zola'nın başarısı Meyhane ya
da Hayvanlaşan İnsan ile değil.
İlk olarak aile albümü Proust ve
Manet'dir.
Filmin başından sonuna dek çok
kötü şekilde tecavüze uğramış Nature onların kurgu tarlalarına tohum ekiyor.
Matisse'den Giotto'ya Madame de
la Fayette'den Faulkner'a hızlı tren olması için yalnızca normal trenin 5'de 1
hızınız artırması gerekir.
Sinema aynen Hıristiyanlık gibi tarihsel
gerçeği yansıtmıyor.
Önümüze bir hikaye sunuyor ve
diyor ki: İnanın!
Hikayenin kadersi senin tarihte
yaptığın gibi değildir.
Ama ne pahasına olursa olsun
inan!
Görevi uzun ömürlü.
Burada bir hikayen var.
Tarih gibi ele alma.
Kendi hayatından bir parça ver.
Sinema sanatın bir parçası
olmamıştır, hatta tekniği çok daha azdır.
L'Arrivée du train en gare'den
Rio Bravo'ya.
Kamera pek değişmedi.
Debrie 7'ler Platin
Panavision'dan biraz daha iyiler bunu Gide'nin yeğeni Kongo'dan aldı.
White Shadows Teknisyenler doğru
olmadığını söyleyecek ama 19'ıncı yüzyılda her tekniğin icat edildiğini hatırla
saçma sapan teknikler de icat edildi.
Madame Bovary, porno kasetlerine
geçmeden önce telgraf makinesiyle büyüdü.
Ne teknik ne de sanattı bu!
Sanatın geleceğinin olmaması iki
kardeşi de endişelendiriyordu.
100 yıldan kısa bir süre sonra haklı
olduklarını gördük.
Televizyon Léon Gaumont'ın hayallerini
haklı hale çıkardı.
Dünyayı en fakir yatakhanelere bile
getirdi.
Dev gökyüzünü Tom Thumb'dan çobanlara
kadar indirerek.
Daha sonraları onları yanlış
anlıyoruz.
"Gelecek yok" dediler.
Bu kadar, sanat gelecektir.
Sanat bize verdiğini daha sonra
bizden alandır.
Çocuk oyuncağı olduğunu
söyleyelim.
Saint-Simon'ın öğrencileri.
- Usta kim bu arada?
- Enfantin.
Baron Enfantin.
Doğu'yu hayal ettiler fakat İpek
Yolu ya da Rum Yolu demediler.
Demir yolu dediler çünkü hareket
halindeydi.
Hayal pişkin ve mekanize olmaya başladı.
19'ıncı yüzyılının alaca
karanlığı.
Toplu taşımanın başlangıcı!
20'inci yüzyılın şafağı!
Histeri tedavisinin başlangıcı.
Charcot, Freud için hayal
dünyasının kapılarını açıyor.
Ama onu canlandıracak anahtarı
buluyor.
Bu parçası üzerindeki Lilian
Gish ile Salpetrière'deki Augustine arasındaki fark ne?
Bazen daha kötüsü Tanrı'nın buyruğuyla
önceden hissediyorsun.
Yalnızca Tanrılar ve sahte
Tanrılar için demiyorum ilahı nur dünya tarihinin dışına doğru iteklendi.
Dünyadaki geceler yerini kedere
ve hüzne bırakmış çünkü gittikçe daha da dar oluyor.
Sonrada yerini dünya savaşına ya
da sapıklığa bırakacak.
Gittikçe yakınlaşacak ve artık
Tanrı'nın yükümlüklerinin yerine getiremeyecek.
Televizyonun saçmalaması ve kötü
yetişkinler için ki bunlar karanlığı, usandıran, görmeyi red edenlerdir bunlar
kendilerini çocukluk sınırına kadar getirir.
Çünkü olan şey şudur: 20'inci
yüzyılın şafağında teknikler yaşamın kopyalanmasına karar kıldı.
Bundan dolayıdır ki sinema ve
fotoğrafçılık ortaya çıktı.
Ahlak hâlâ yerini koruyordu ve
onlar geçek kimliklerini sökmek için hazırlıyorlardı.
Böylece cinayete yas tutmaya
başladılar.
Renklerin matemiydi bu, siyah ve
beyaz kendine sinematografide yer bulmaya başladı.
Şairler ölümcüldür ve ciddiyetle
şarkı söylerler.
Geçici Tanrıların izine varmak ve
o izi doğruca takip etmek için, izler ölümlüler içindir.
Onların kardeşleri, dönüş yolu
için vardırlar.
Peki ölümlüler arasında kim böyle
bir çizgiyi çizebilir?
İzlerin farkına varmak her zaman
zordur mirasın izlerinin farkına varmak ise neredeyse imkansızdır.
Üzüntülü zamanlarda şair olmanın
anlamı: Şarkı söylemek geçici Tanrıların izine katılmak için.
Çeviri: ismuta ~twitter.
com/ismutaa||
Histoire(s) du cinéma Une vague nouvelle (1998)
50000||1568000|| Bu film II.
101 Film 101 Çevirmen Etkinliği adı
altında çevrilmiştir.
Eski ahit hakkındaki 10 eski
tekfili bilir misiniz?
Hayır.
Scholem'in yazısına göre
realiteyle ilgili aktarılabilen bir gelenek var.
Komikmiş.
Buradaki soruda, realitenin birçok
niteliği var.
Ve aktarılabilir olmak onlardan
biri değil.
Ne diyorsun sen yahu?
Anlamıyorum.
Güzel söylediniz.
"Anlamıyorum.
" Hâl böyleyken onu gördüm.
Hayır, duydum.
İnsanlar paranın kölesi
olmadığımız bir topluluk için mücadele veriyor.
Para uğruna yaşamamak nedir
anlayamazsın.
Şimdi anlamaya başladım.
Ama şu saplantı Başka bir şey
düşündün mü?
Aşkı mı?
Hayır, asla.
Perspektif, batı tablolarının orjinal
günahıydı.
Kurtarıcıları Niepce ve Lumière
idi.
Bir filme hayran kaldığımda şöyle
söylüyorum: "Güzelmiş ama sinema bu değil.
" Ben de kendime onun ne olduğunu sordum.
Buraya onu ortadan kaldırmak
için değil gerekeni yapmak için geldim.
Hem Tanrı'ya hem de paraya hizmet
edemezsin.
Sadaka verirken sağ elinin verdiğini
sol elin görmesin.
Böylece sadaka vermek senin
sırrın olur.
Baban, gizlice yaptığın şeyi görünce
seni ödüllendirecektir.
Yargıladıkça yargılanırsın.
Bağışlan.
Kullandığın ölçüyle sen de
ölçülürsün.
Aman Tanrım, para!
Bu, senin her günkü duan olmalı.
Eve dönüş!
O eve döndükten sonra artık ziyaretçi
olmasına gerek kalmayacak.
Peki son ne zaman?
Ve nerede?
Lanet ne zaman bozuluyordu?
Sükutun yoğun olduğu yerde son
kademe var mıydı?
Bireylere göre öyle.
Bir gitar akoru için kaç kişi
ağlar?
Şeytan hâlâ var mıdır?
İnsanın sesi evrenin yapısına dokunur,
cevap vermez.
Seherden önce de cevap gelmeyecek
gibidir.
Sanki beklemekten başka her şey o
yıldızı beklemek onun dışında her şey meşruydu sanki.
Çünkü son bir kez, gece gündüzü
ele geçirmek için birliklerini topladı.
Ama geceye saldıran ışıktır.
Ve yumuşak yumuşak, onu
korkutmamak için insanların çok uzun zaman önce duyduğu homurdanma - öyle
önceydi ki, o vardı!
- yeniden başladı.
Fernand Braudel'in son dersi.
Hikaye anlatmıyor.
Etienne Jules Marey'in ona söylediğine
göre kutsal adam inceler.
Fransa'nın kimliği.
Sinemanın kimliği.
Yeni Dalga'nın kimliği.
Bir akşam Henri Langlois' in evine
gittik.
Orada ışık vardı.
Çünkü - öyle değil miydi?
- gerçek sinema, kaba gözlerimiz
için Frédéric Moreau'un rüyalarındaki Madame Arnoux'un çehresini takmamıştı.
Sinemanın Canudo ve Delluc vasıtasıyla
geldiğini ama onu hiç görmediklerini biilyorduk.
Vox'ta, Palace'ta, Miramar'da Variétés'te
cumartesi filmeriyle ilgili yapacak bir şey yoktu.
O filmler herkes içindi.
Sadece bizim için değil.
Bizim haricimizdeki herkes için.
Çünkü gerçek sinema, görülemeyecek
türdendi.
Tek türdü.
It was Mary Duncan'dı.
Öyle değil mi Jean George Auriol?
Ama nehri asla göremedik.
Onu görmeden sevmeliydik.
Ve kalpten.
Ekim ayının aynı kitlesi.
Ve Que Viva Mexico'dakiler.
Öyle değil mi Jay Leyda?
Sunrise'daki tramvaylar için de
aynı şey geçerli.
Öyle değil mi Lotte Eisner?
Çoktan unutulmuş, hâlâ yasaklı ve
daima görünmez.
Sinemamız böyleydi.
Ve benimle kaldı.
Langlois confirmed de bunu
doğruladı.
İşte bu kesin kelimedir.
Resim, kurtarma bölgesinde
olduğunda - gerçekte - çok saşırmıştık!
El Greco ve Goya'nın İtalya'da, Picasso'nun
da Goya'dan önce şaşırdığından daha fazla hem de.
Geçmişimiz yoktu.
Avenue de Messine'den gelen bu
adam, Hindiçin ve Cezayir'deyken bize gelecekte başkalaşım geçiren geçmişin
hediyesini verdi.
"İnsanlığın Umudu" projesini
ilk tasarladığında İspanyol Sivil Savaşı'nda aldığımız darbeden daha çoğunu
"Mecazlar Kardeşliği"'nden almıştık.
Tek hatamız bunun daha başlangıç
olduğunu düşünmekti.
Stroheim öldürülmemişti Vigo
iftirada bulunulmamıştı 400 patlama devam etti.
Daha zayıf bir şekilde
büyüyorlardı.
30 yıl sonra cesaretimizi
kaybettiğmizi kabul etmeliydik.
Sebebin cesaretimizi değil
zaafımızı kaybetmemiz olduğunu kabul etmeliydik.
Ve belki de zayıf etkileşimin
güçlerinin evin dördüncü duvarının zayıf gücün sanat olduğunun farkına varmam
gerekti.
Ve son doğan şeyi: Sinematograf.
Tişört müzesi mi bu?
Yeni Dalga müzesi Audrey.
Daumier'in bununla e yapması gerekiyormuş
ki?
Korumaya sor.
- Hoşunuza gitti mi?
- Burada ilginç şeyler var.
Katılmıyorum.
Tonlarca eser.
Sıfır insan.
Bu Yeni Dalga.
Yönetmen teorisi.
Yazarlar tarafından.
Eserler!
Arkadaşın haklı.
- Önce eserler sonra insanlar.
- Çok duygusuzsun!
Film işi yapabiliriz ama kalp
işi yapamayız.
Bilmiyorum.
İşsizlik vakti.
Peki kimin eseri yok?
Bazen çok fazla elimiz ve
kalbimiz olur.
Kalpsiz zamanlar evet ama işsiz
değil.
Bir devir iğrenç ve eserden yoksunsa
bize yeni bir uyarı yapar.
Uyarı, vicdanlarımız yerine ellerimizi
kullanmamızdır.
Vicdan için iş yapmayan bir devir
hiç duymadım.
Hepsi aynı.
Becker.
Rossellini.
Melville.
Franju.
Jacques Demy.
Truffaut.
Onları tanırsınız.
Evet onlar benim dostlarımdı.
çeviri: relentless||
Ici. et. Ailleurs.1976
22500||3153200||Bu filme 1970'de "Zafer" deniyordu.
1974'te "Burada ve Başka
Yerde".
Ve Başka Yerde.
Ve 1970'te bu filme "Zafer"
denildi.
1974'te "Burada ve Başka
Yerde".
Ve Başke Yerde.
Ve Siyonist düşmanlar tarafından
toprakları ellerinden alınan Filistinlilerin, kendi toprakları için
mücadelesini konu aldığı için, konu olarak Filistin Devrimi'ni tercih ettik.
Ve bunu barışçıl araçlarla geri
vermeyeceğiz.
Barışçıl araçların umutsuzluk getirmesinden
sonra bu görevi silahlarımızla savaşarak yerine getireceğiz.
Ve bu silahlar ile barışı inşa
edeceğiz.
"Silahlı Filistin
Devrimi'nin en önemli sonucu Filistinli kadınların devrime doğrudan katılmaları
ve Filistinli erkeklerle birlikte mücadele etmeleridir" Ortasında veya
başlangıncında 1970'lerin ortasında veya başlangıcındaydı.
Orta Doğu'ya gidiyoruz.
Bu "biz" kimler oluyor?
Şubat - Temmuz 1970'de Filistinlilerle
birlikte film yapmak için Orta Doğu'ya gidenler arasında ben varım sen varsın, o
var, o var Bu sıraya göre bir şeyler çekmek için, organizasyon düzenledik.
O, sen, o, Filmi bu şekilde
düzenledim.
Elbette en başta, halk halk "İsrail'in
söyledikleri doğru değil; Bu genel olarak Araplarla İsrail arasındaki bir sınır
sorunu değil." Halk, halkın arzusu.
Sonrasında silahlanan bir halk
var ve silahlı mücadele halk savaşı silahlı mücadele, halkın savaşı silahlı
mücadele, halkın savaşı Ve siyasi çalışmalar vardı.
Siyasi çalışma "Filistin
halkının gerçek zaferi".
siyasi çalışma.
Halk eğitimi.
Ve savaşın yaygınlaştırıldığı
bir dönem oldu.
Çabalar uzun bir yürüyüşü
gerektirdi.
Halkın yönettiği savaş
genişletildi.
ta ki, zafere kadar "Zafere
kadar devrim".
"Halk için, halk tarafından
zafere kadar devrim".
Böyleydi, hepimiz bu şekilde
organize olmuştuk.
Tüm sesler, tüm imajlar, bu
sıraya göreydi.
Tüm sesler, tüm imajlar, bu
sıraya göreydi.
Orta Doğu'da güzel olan şey bu
denildi.
Arap dünyasında duyulmamış ve
görülmemiş beş imaj, beş ses Halkın isteği ve halk savaşı için silahlanmış
kitleler ve, halkın eğitimi için siyasal çalışma, ve mücadeleyi sürdürmek için
halkın mantığı sürdürmek Filistin halkının zaferine kadar sürdürmek Ve bu
birinin, onun, benim, onun ve senin başka yerde kayda aldığın şey.
Başka yerde, Şubat-Temmuz 1970.
Başka yerde, Ürdün, Lübnan,
Suriye.
Başka yerde, Fetih İstihbarat
Merkezi.
Başka yerde, Arap Ligi'nden 8,000
dolar Ve sonra eve döndük, Ben döndüm, sen döndün.
Her neyse, Hala toparlanamadık.
O, sen, o, Ben sonunda buraya
Fransa'ya döndüm.
İyi gitmedi.
Ve günler geçti, aylar geçti.
.
BENLER VE SENLER "Bu
Sosyalist Parti'ye üye olmak istemiyorum" dedim SENLER VE BENLER "Bu
geçen hafta, hükümetin bankacıların bazı taleplerinin yerine getirilmesi
noktasında, işçilerin güçlerini gördük " Hiçbir yerde iyi gitmedi.
Hiçbir yer iyi değildi.
Burada iyi gitmiyor, hiçbir şey
yapamıyorum.
Fransa'ya dönünce, neyin filmini
yapacağını bilemiyorsun.
Çok yakında Birilerinin dediği
gibi çelişkiler patlama yaratabilir.
Sen de dahilsin buna Görmeye
başlıyorum.
Görmeye başlıyorum.
Çok yakında Birilerinin dediği
gibi çelişkiler patlama yaratabilir.
Sen de dahilsin buna ve sen de,
sen de.
Bundan ötürü bu bu bu böyle oldu.
Veya şundan şundan şundan şundan
ötürü böyle oldu: TEKRAR DÜŞÜN YAKLAŞIK BÜTÜN AKTÖRLER ÖLDÜ FİLMDEKİ AKTÖRLER
ÖLÜM TEHLİKESİ ALTINDA FİLM EDİLDİLER ÖLÜM BU FİLMDE İMAJLARIN AKIŞI İLE TEMSİL
EDİLİR İMAJLARIN AKIŞI VE SESSİZLİĞİ SAKLAYAN SESLER SESSİZLİK ÖLÜMCÜL OLABİLİR
HAYATTA KALABİLMEK İÇİN ENGELLENMESİ GEREKİR BELKİ, BİNBİR GECE'DE, ŞEHRAZAT BUNU
FARKLI SÖYLÜYORDUR.
Rüyaya umut ekleyerek ne kadar
yanıldığını farkedebilir.
Daha doğrusu: kendimizi sıfır
noktasında bulduğumuzda, eklemedik ama çıkarttık Daha doğrusu: önce eklemek
negatif bir şey olabilir: BURADA VE BAŞKA YERDE Fransız Devrimi ve Arap Devrimi.
Arap Devrimi ve Fransız Devrimi.
Burada ve Başka Yerde; Zafer ve
Yenilgi; Uluslararası ve Ulusal; Hızlı ve Yavaş; Her yerde ve hiçbir yerde; Olmak
ve Elde Etmek; Uzay ve Zaman; Sorular ve Yanıtlar; İç ve Dış; Düzen ve Düzensizlik.
İç ve Dış.
Siyah ve Beyaz; Henüz ve Zaten; Rüya
ve Gerçeklik.
Burada ve Başka Yerde; Güçlü
veya Sefil; Bugün veya Yarın; Normal veya Deli; Her şey veya Hiçbir şey; Her
zaman veya Asla; Erkek veya Kadın; Fazla veya Az; Yaşamak veya Ölmek; Yoksul
veya Zengin.
ZENGİNLİK VE YOKSULLUK HAKKINDA Dünyayı
basitçe ikiye ayırmak çok kolaydır.
Zenginlerin yanlış, yoksulların
doğru olduğunu söylemek çok kolay ve basittir.
Yoksulların doğru, zenginlerin
yanlış olduğunu söylemek çok kolay ve basittir.
.
Çok kolay ve Çok kolay ve çok
basit.
Çok basit ve çok kolay.
Dünyayı basitçe ikiye ayırmak çok
kolaydır.
Sermaye şu şekilde işler; yaklaşık
şöyle, muhtemelen 1 yoksul ve 1 sıfır eşittir bir az yoksul 1 az yoksul ve bir
sıfır daha eşittir bir daha az yoksul bir daha az yoksul ve bir sıfır eşittir
bir zengin bir zengin ve bir sıfır daha eşittir bir daha zengin bir daha zengin
ve başka bir sıfır eşittir bir çok daha zengin Sermaye böyle işler.
Verili bir anda ekleme yapar, ekleme
yaptığı şey sıfırlardır.
"Evet ama sıfırlar onları, yüzleri,
binleri seni beni temsil eder, kapitalist aslında onlar gerçekten sıfır değil
der.
".
Birileri onları, yüzleri,
binleri görüp öğrenmeli, hesap zamanı geldiğince yenilgiler ve zaferler
toplandığı zaman birilerinin kıçına girecek, birilerinin kıçına girecek çünkü Seni
veya onu görmek istemedim o da temsil edilen tüm bu hayalleri görmek istemedi.
Zamanında temsil edilen tüm bu
rüyaları görmek istemedi.
Çarpılan sıfırlarla birlikte zaman
verilir ve tekrar geri alınır.
GÖRMEYİ ÖĞREN, OKUMAYI DEĞİL Ama
sıfır oldukları için, çarpılırlar ve sıfırlarlar aynı zamanda.
Burada, bu dakikada bunu
göremeyenler umutlarımızı sıfıra düşürmüştür.
Örnek olarak 17+'ın imajı 36'nın
imajı burada 68'in imajına eşittir örneğin, 17+'nın imajı 36'nın imajı başka
yerde halen 1970 Eylülü imajına eşittir.
Sovyet veya Amerikan kapitalist
sistemi, sistem işler, işler, işler, işler bu şekilde işler.
Ve rüyalarımız çoğu zaman bir
dizi sıfırın eklenmesi olduğu için miktarın imajlarının imajların miktarı ile
hiçbir ilgisi yoktur.
Burada ve başka yerde Biri
burada yoksulken, başka bir yerde milyoner olabilir yerin imajlarının milyoneri.
Zihnini dolduruyor olmalı.
Zavallı devrimci aptal.
Zavallı devrimci aptal.
Devrim imajlarının milyoneri.
Devrimde yoksulluk, devrimin
imajlarında milyonerlik.
BİR KEZ DAHA DÜŞÜN, BURADA VE
BAŞKA YERDE Devrimin imajlarında milyonerlik.
Sonunda birileri bu filmde ne
olduğunu görecek herhangi bir Amerikan sinemasında, ben ekledim, sen ekledin Silahlı
mücadele.
Siyasi çalışma.
Sürdürülebilir savaş.
Zafere kadar.
Tamam, ama burada, imajlar bütün
halinde görülebilir.
Sinemalar, bu imkansızdır.
Birbiri ardına ayrı ayrı bunları
görebilmek gerekir ki sonuç: Halkın isteği.
Silahlı mücadele.
Siyasi çalışma.
Sürdürülebilir savaş.
Zafere kadar.
Ancak bu şekilde görülür, biri
film yaptığı zaman şeyler bu şekilde gelişir.
Her seferinde, bir imaj
diğerinin yerine geçmek için bekler elbette az veya çok öncekinin anısını da
yanında taşır.
Bu filmin devamlılığını olanaklı
kılar ve imajlar hep beraber gelmezler, kendilerini ayrı ayrı kaydettirirler birbiri
ardına destekçileri: Agfa, Kodak, Orvo, Gevaert Ve genel olarak, zaman mekanın yerini
alır ve onun adına konuşur, daha doğrusu: Mekan - halkın isteği.
Mekan filmin içinde kendini baş
bir formda gösterir.
.
Zaman - halkın isteği.
Mekan - silahlı mücadele.
artık bir bütün değil, çevirilerin
toplamıdır, hislerin toplamının yöneldiği Mekan - siyasi çalışma.
bu zamandır Zaman - siyasi
çalışma.
Mekan - genişletilmiş savaş.
ve film denilen şey genel
olarak, imajların zinciridir Zaman - genişletilmiş savaş.
bu imajlar dizisi ile işler istenildiği
gibi yürür, çifte bir kimlik olarak, mekan ve zaman birbirine bağlıdır.
.
Zaman - zafere kadar.
montaj yapan iki işçinin durumu
gibi her biri aynı zamanda birbirinin kopyası ve aslı durumunda.
İLK Peki öyleyse, birinin
zamanının diğerinin mekanını alması nasıl kullanılır?
İLK SORU Bir program nasıl
düzenlenir?
Şey, bu şekilde bu şekilde Ama
şu şekilde de.
Veya şu şekilde.
Veya tekrar şu şekilde.
Ayrıca, aslında, bu şekilde.
Bundan dolayı, zincire benzer ayrıca
anıların düzenlenmesinden oluşur belirli bir düzene göre birbirine bağlanır bu
zincir üzerinde herkes birbirinin yerini bulabilir böylece kişi kendi imajını
yeniden keşfedebilir.
Tamam.
Peki biri başkasının düzeni veya
düzensizliği içinde nasıl kendi imajını bulabilir?
Başkasının onayı veya onay
vermemesi ile mi?
Ve sonra: Birinin kendi imajını
nasıl yapılandırır?
Birinin markası, kendi etkisi
olan bir imaj, parçaları olan bir imaj.
Şey, şu şekilde veya bu ayrıca
şu şekilde şu, şu şekilde veya bu veya şu başkasının görüşünü kullanarak "benzerlik"
aramalar için bir kolaylık sağlar ve orada olmayan üçüncü bir kişinin bakışıyla
fotoğraf lensleri ile zaten daha önce temsil edilmişti ve sana veya bana
inanacak bu imaja baktığımız zaman.
İşin doğrusu, kendi imajını
büyük olasılıkla başkaları üzerinden oluşturacak.
Dost veya düşman, İmajını sen
üretirsin.
.
İmajını benimkiyle üretirsin ve
tüketirsin benim imajımı seninki olarak dağıtırsın.
Orada 4-5 sene önce ne
yaptığımızı düşündüğümüzde farklı yönlerde bu tarz şeyler söylendi ve şimdi
burada ne yaptığımızı düşünüyoruz "Ödevini bitirdin mi?
" "Babam niye iş bulamadı?
" "Geldiği zaman kendisine sorarsın.
" "Her zaman aynı soru 'niye?
' " Kimse nasıl yanıtlayacağını bilmiyor, veya yanıtlar zaten
sahte Her neyse , daha iyisini yapmıyoruz.
Ve sürekli olarak kötü şeyler
yapıyoruz, Yanıtlar uymuyor diye düşünmeyi bırakıyoruz, peki ya sorular "Bir
şey bulabildin mi?
" "Hayır, çok geç kaldım.
" "Babacım bana söyler misin, Anlayamıyorum " "Hayır,
şimdi zamanım yok, başka zaman " Bu tarz sorular ve yanıtlar bir kenara
bırakılmalı.
.
Başka bir şey bulunmalı Nasıl iş
bulacaksın Kişinin geçimi Kişinin zamanı.
.
Başkasının zamanı içinde
istihdam edilecek ve burada kullanılacak Üretimden önce, birileri dağıtmak
zorunda kalacak Başkaldırmak yerine birilerinin şeyleri açık şekilde görebilmek
için zamana ihtiyacı olacak örneğin şeylerin karmaşıklığının ve endişenin basit
bir şey olduğunu korkmadan söylebilmek gerekiyor örneğin, yüksek sesle ortaya
koyabilmek gerekiyor: "Hayır, hayır, hayır, yeterince yüksek değil!
" "Bu şekilde isteyenin sen olduğunu söylüyorsun!
" "Evet benim!
Bıktığım zaman bağırmayı
seviyorum" "Dinle, iş bulamamamın sebebi ben değilim.
" "Siyasi toplantılarında daha az zaman geçirirsen iş bakmaya
zamanın kalır belki!
" "Gerçekten mi?
Bu saçmalık!
" "Sen de!
Lütfen sesi azalt.
" "Haydi, lütfen!
" Sesi aç, gerçekte nasıl olur?
Bazen bu şekilde Bazen de şu
şekilde veya şu şekilde Peki, bu hareketlerden birini ayrıştıralım ve yavaş bir
şekilde inceleyelim Sadece bir değil iki hareket olduğunu düşünenler için Birbiriyle
ilişkili hareket eden iki ses Panik zamanlarında ve hayalgücü eksikliğinde.
.
gücü eline alan daima biri
vardır.
Örneğin burada, önce okul ve
aile sesleri vardı.
Sonra okul ve aile sesini
silecek başka bir ses olacak.
Bir aşamada bir ses diğer sesler
üzerinde hakimiyet kurar.
Bir aşamada bu ses umutsuzca
gücü elinde tutmaya çalışır.
Bu ses nasıl güçlenir?
Güçlenir çünkü verili bir
dilimde bu ses bir imajdan beslenir.
Örneğin bu: Mafyayı temsil eden
bir gangsterin imajı.
Veya daha açık bir örnek,
patronunu temsil eden bir ustabaşının imajı.
İmajın aynı anda sesle takviye edilmesi
ile güçlenmesi ve hakim olması mümkündür.
Karşılıklı imajların sesle
takviyesi.
Örneğin bir işçi, kendini
sendika ile temsil ediyor ve bu organizasyon bu olguyu işçiye verilen bazı
anahtar kelimelerle mümkün kılar.
SİLAHIM Fabrikayı unutmak için
pornografik roman okuyan bir genç.
Her çeşit günlük imaj anlaşılmaz
ve karmaşık sistemin bir parçası olacak ve her aşamada tüm dünyayı temsil
edecek veya yok sayacak.
Her çeşit imaj.
Her çeşit imaj.
Günlük.
Günlük.
Fabrikayı unutmak için.
Fabrikayı unutmak için.
Anlaşılmaz ve karmaşık bir
sistem.
Anlaşılmaz ve karmaşık bir
sistem.
Bütün dünya.
Bütün dünya.
Nasıl olduğu önemli değil.
Nasıl olduğu önemli değil.
Günlük imajım anlaşılmaz ve
karmaşık bir sistemin parçası olacak ve her an bütün dünya için geçerli olacak bütün
dünya, bu bir imaj için çok fazla.
"Hayır, çok değil" der
uluslararası kapitalizm ve tüm servetini bu doğru üzerinden biriktirir.
Artık basit imajlar yoktur, sadece
basit insanlar, bir imaj gibi sessiz kalmaya zorlanan insanlar vardır.
Her birimiz birbirimizin içinde
çoğalırız ama dışarda yeterince çoğalma olmaz İmajların kesintisiz zinciri ile
birbiri ardına köleleştirme başlar Azar azar değiştirilmeye başlarız Azar azar İmajların
kesintisiz zinciri ile birbiri ardına değiştirmeler başlar her bir imaj bir
yeri, hepimizi, mekanları.
.
olayların zinciri içinde gücü
kaybetmeye başlarız.
BURADA VE BAŞKA YERDE Birkaç
kişi yapmıştık.
İmajları aldık ve sesi çok
yüksek düzeyde ekledik.
Vietnam Her zaman aynı ses, her
zaman çok gürültülü.
Prag, Mayıs 1968 - Fransa,
İtalya.
Çin Proleter Kültür Devrimi.
Polonya Grevleri İspanya
İşkenceleri.
İrlanda, Portekiz, Şili,
Filistin.
Ses çok alçak sesi neredeyse
boğdu ve imajın dışına çekmek istedi.
Karame kentinin kalıntıları arasında,
Fetih'ten küçük bir kız şiir okur.
"Ben karşı çıkacağım "
Dinle, önce sahne hakkında konuşmalısın ve bu setteki aktörle ilgili, bu
tiyatro hakkında.
Bu tiyatro nereden geliyor?
1789'dan geliyor, Fransız
Devrimi'nden ve büyük jestlerle kamuya iddianamelerini okuyan 89 Delegelerinin
iradesinden Bu küçük kız Filistin Devrimi için rol alıyor, şüphesiz.
O masum biri, ama belki bu
formda bir tiyatroda değil.
Ürdün yakınlarında küçük bir Feddayin
grubu devrimci teori ve pratik hakkında tartışıyorlar.
Dinle, konuşmalarında biraz daha
açık olmalısın!
Bu Feddayin üyeleri nelerden
bahsediyorlar?
Toprakla olan bağları hakkında, siper
kazma örneği üzerinden düşünüyorlar.
Ve net olarak: "Toprağı
kazarak ona daha çok bağlanıyoruz ve bunu seviyoruz.
" "Ve toprak seni koruduğunda, ona aşık oluyorsun.
" "Öyleyse pratik ve teori hakkında konuşulmuyor.
" Topraklarına aşık olmak dediler, sonra da şöyle dediler:
"aşık" ve "olmak".
Demokratik Cephe bir okulda sınıfları
alfabetik olarak düzenliyor Sendikadan bir kadın bir metni tekrarlıyor.
Görüyorsun, ilk başta bu küçük görevi
yerine getiriyor diye mutluydu.
Güzel biri olduğunu düşünüyorum.
Nasıl okuyacağını bilemiyor, sadece
bir metni tekrarlasa bile, mücadeleye katılmaktan ötürü oldukça memnun.
Ama bu tekrarlama devam ettikçe gitgide
daha suratsız ve sıkılmış duruyor.
Konuşmasına gerek kalmadığı
işlerine geri dönmeyi istiyor gibi duruyor, bu görevler tekrarlayan türden olsa
da Günlük yaşam, her gün devrimin içinde veya dışında görevlerle sürüyor.
Otomasyonlar, onun hiçbir zaman bu
şekilde söylemeyeceği kelimelerin belirli bir düzende tekrarlanmasını
düzenliyor.
Ama ne şekilde söyleyebilirdi?
Ve nasıl?
Her durumda, sendikalar bu
soruyu sormazlar.
Metinler konuşur, konuşur ama
asla sessizlik hakkında konuşulmaz Bakka Kampında, Amman'dan uzak olmayan bir
yerde, El-Fetih liderlerinden biri konuşur; Karame zaferinin yıldönümünü
kutlamak için konuşma yapıyor.
Görüyorsun, sessizlikle ilgili
konuşuyorduk.
bu imajda, yanlış giden her şey çok
açık bir şekilde görülmektedir.
Halkı temsil eden kişi tek
başına konuşuyor, halktan uzak bir durumda.
Her zamanki gibi, tiyatro.
Beyrut'ta "Bir kez daha
söyleyebilir misin?
" hamile bir kadın çocuğunu devrime bağışlamaktan gurur duyuyor Bu
kesitte en ilginç şey bu değil; ama şu: "Bir kez daha söyleyebilir misin?
" "Başınızı biraz düzeltebilir misiniz?
" "Evet, şu şekilde.
" Denebilecek ilk şey:
Her zaman yönettiği görülen kişi, asla yöneten kişi değildir.
Yöneten ve emirleri veren kişi asla
gözükmez.
Uymayan bir şey daha var.
Bu kesit için genç bir
entelektüeli seçtin, Filistin davasına sempatisi olan biri, hamile değildi ama
rolünü oynamayı kabul etti.
Ayrıca o genç ve güzel biri.
Bu konu hakkında sessiz kaldın.
Ama bu tipin sırlarından faşizme
kadar sadece tek bir hızlı geçiş var.
"Ve sonra, geleneksel
Yahudilerin ağırlıklı yaşadığı bu kasabada, öfke ve nefret patlaması oldu"
"Öfke nöbeti ve yarı kolektif çılgınlık, kalabalık histerik bir şekilde binanın
içine hücum etti " Bu imajlar görüldüğü zaman "4 Feddayin üyesinin
bedenleri pencereden dışarı atıldı, ve sonrasında 'Teröristlere Ölüm' denilerek
yakıldı.
Bu imajlar görüldüğü zaman, söylenebilecek
tek şey var, üretilecek tek bir ses: "Auschwitz Treblinka " Münih -
Eylül 1972: Olimpiyat Oyunları.
Filistinli bir komando, İsrail
milli takımından bir düzine sporcuyu rehin alır ve İsrail cezaevlerinde bulunan
100 Filistinli tutuklu serbest bırakılmaz ise rehineleri öldüreceğini söyler.
Bilmiyorum.
Eminim daha başka bir şey de yapılabilirdi.
Düşün!
Hangi koşullar altında bunların
gerçekleştiğini düşün: Münih'te o gün, emperyalizmin gücü televizyonlardaydı ve
milyarlarca izleyici programı takip etti Dünya çapında pek çok izleyiciye o
süreçte "Bu imajı zaman zaman gösterin!
" demek mümkün olabilirdi.
Kabul edilmeseydi, dünya çapında
TV izleyenlerin avantajı kullanılabilir: her finalde "Bu imajı göstermeyi
kabul etmediniz.
" - denebilirdi örneğin.
Tamam, biz rehineleri
öldüreceğiz ve sonradan biz de öldürüleceğiz.
Ve onlar için olduğu gibi bizim
için de, azıcık korkarak bir imaj için ölmek aptalca bulunacaktı " insanlık
suçları: Bu kez Cehennem'in Kapıları açılacak " Tamam, çok fazla şatafatlı
cümleye gerek yok.
Toplamı kamplarıyla ilgili
kitapları okurken bir şey farkettim, bilirsin, mahkumlar ayakta duramadıkları
zaman gerçekten bir değerleri yoktu.
Fiziksel çürümenin son
aşamasında, Muslim isimli bir mahkum: "12 milyon insan, kadın ve çocuk
sınır dışı edildi, 9 milyonu öldü" "6 milyonu için, tek suçları
Yahudi olmaktı.
" Buradaki Museviye Naziler "Muslim" diyordu.
Sessizlik.
Aile.
Televizyon.
Benim suskunluğum.
Senin suskunluğun.
Fabrika ve cinsiyetler.
Çalışma koşulları.
Zevk ve para.
Çalışma koşulları.
Petrol ve devrim.
Çalışma koşulları.
Ne diyorlardı?
Şunu diyorlardı: Nehri geçmeyi düşünürken,
herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı veya bir hata yaptınız mı?
Bir ciddi hata vardı: her zaman
aynı yerden nehri geçerken, düşmanın makineli tüfeklerinin hedefinde kendimizi
bulacağız ve böylece grubumuzun trajik sonuna neden olabileceğiz.
Bunu ne zaman çektiğimizi
anımsıyorum.
Eylül katliamlarından tam 3 ay
önceydi.
Haziran 1970'ti ve 3 ay sonra bu
grubun tamamı ölecekti.
Gerçekten trajik olan şey burada
yaptıkları konuşmalar kendi ölümleri hakkında konuşuyorlar.
Ama kimse bunu söylemedi.
Hayır, çünkü söylemesi sana
kalmış bir şeydi, trajik olan şey bunu söylemedin.
Gösterişsiz birer devrimci
oldukları için, anlaşılabilir açık şeylerden bahsediyorlardı.
inanılmaz yalın.
Ne diyorlardı?
"Düşman bizim girişimizi kolaylıkla
farkedebilir bizi kuşatır, ateş açar ve bizi imha eder.
bizi mağlup edecek ve ortadan
kaldıracak.
Bu çeşit bir hatadan bu yüzden uzak
durulmalıdır Bu yüzden tek bir noktada toplanılmamalı Bu geçişler bireysel
olmamalı, bu şekilde iki üç grup nehrin karşısına geçebilirdi Sessizlik içinde
dinlemedik.
Kendi yerlerinde hemen zafere ulaşmak
istedik.
Onlar için devrim yapmak
isteseydik, belki o süreçte, bulunduğumuz yerde gerçekten istemedik "İsrail'in
hedeflerine yönelik düşman alanlarına yönelik yeterli bilgimiz olduğunu
düşünüyor musun?
" "Hayır, yeterince bilmiyoruz.
" "Düşman tarafından tutulan önemli noktalara karşı intihar
saldırısı yapılabileceğini düşünüyor musun?
" "Evet, hemfikiriz, elbette.
" BİR KEZ DAHA DÜŞÜN, BURADA VE BAŞKA YERDE 1970'te bu filme Zafer
denildi.
1975'te Burada ve Başye Yerde.
Burada, Fransız bir aile
televizyon seyrediyor.
Başka Yerde, Filistin
Devrimi'nin imajları.
Burada, bugün, bugünün
gürültüsünün sesi ve imajları.
Başka yerde, önce dün; sonra
yarın.
Burada, çok yalın imajlar.
Çocuklar televizyon seyrediyor,
öncesinde ödevlerini yapıyor ve yemeğe geçiyorlar.
Başka yerde, çok yalın imajlar.
Fedayin üyeleri nehri İsrail
makineli tüfeklerinden kurtarmayı tartışıyorlar.
Bu kadar yalın imajları görüp
duyamama acizliği nereden geliyor peki?
Bizler de diğer herkes gibi onlar
hakkında bir şeyler söyledik.
Onların dediklerinden farklı
şeyler.
Gözüken o ki, görmeyi ve
işitmeyi pek bilmiyoruz.
Veya, sesler o kadar yüksek ki gerçekliği
kapatır durumdalar.
Başka yerde anlamaktansa, burada
görmeyi öğren Diğerlerinin ne yaptığını izlemektense, konuşmalarını anlamayı
öğren Diğerleri, bizim "buradamızın" "başka yerinde"
olanlar Çeviri: Redsun from Red's Family||
In Praise of Love
33485||5890000||İsimleri hatırlıyor musun?
Belki de hiçbir şey söylenmedi.
Gösteri sonun da.
Erkek arkadaşıyla birlikte.
Onu mutlu etmek için - sarı bir
yıldız takıyor.
- Öykülerden bir üçleme.
Başlangıç Son Sonra kız bir
şeyler yazar BİR ŞEYLER "Seni işsiz, "düşünmeye başlamak için bu
zamanı mı kullanıyorsun"?
Sonra bu adamlar gelir sarı
yıldızı görür, kopartmaya çalışırlar, kıza derler ki: "Birkaç faşist
görmek mi istiyorsun?
Peki, işte buradalar.
" Sonra kızı şuursuzca döverler.
Zaman geçer.
Sakın kımıldama.
Ne zaman!
İnsanlar hareketsizce bekler.
Ve eğer istemiş olsaydın: Film
mi, tiyatro mu, opera mı, yoksa roman mı?
Hangisini tercih ederdin?
Roman, sanırım.
Bir projemiz var.
Üç çiftin öyküsünü anlatıyor.
Genç, yetişkin ve yaşlı.
Ve bu şey aşkın dört anından
biri.
Tanışma, fiziksel tutku, ayrılık
daha sonra barışma.
Yani neyi oynayacaksın?
Sanırım genç kızı oynayacağım.
Bir şeyler düşünüyorum.
Erkeğin adı Perceval.
Ve kızın adı Eglantine olacak.
Ben Eglantine'yim.
Bu Eglantine'nin hikayesi değil anlıyor
musun, ama tarihi bir an Tarih Eglantine aracılığıyla mı naklediliyor?
Gençlik zamanı.
Sosyolojik bir araştırma diyelim.
Örneğin, yaşlı adam ve kadın
tanıştıklarında bu aşevinde olacak.
Bu projede, aslında, biz yardım
edemeyiz ama tasvir edebiliriz sefilleri tasvir edebiliriz.
Bugünlerde her yerdeler.
Birileri Victor Hugo'ya Victor
Hugo'yu biliyor musun?
Otur.
İstersen sigara içebilirsin.
Ne düşünüyorsun?
Sigaram bu gece sonuna kadar yeter
mi diye merak ediyordum.
Ve bağcıklarımın yarına kadar dayanıp
dayanmayacağını.
Ve nefesimin hafta sonuna kadar yetip
yetmeyeceğini.
Çalışıyor musun?
Evet, hem de çok.
Geceleri de mi?
Özellikle geceleri.
Ve günün akşamı.
Hiç ağlar mısın?
İlk bakışta, çocukların neden
ağladığını görebilirsin.
İnsanlar yanlarında yürürken Albert
ve Albertine birbirlerini böyle sevdi.
Bilmiyorum.
Bu hala kendimi nasıl gördüğüme
bağlı.
İlerlemeye devam etmeyi planlayan
biri önceki benliğini artık var olmayan bir benlik olduğunu ifade eder ve
ilgisini kaybeder.
Diğer taraftan, başkalarının
planlarını reddeder ve böylece geçmişle güçlü bir bağ oluşturur.
Bu hemen hemen tüm yaşlı
insanlar için de geçerlidir.
Zaman boşa geçecek korkusuna tahammül
edemezler.
Herkesin kalbinin
derinliklerinde Yoksullar vardır.
Anıların hayatımızı geri
almamıza nasıl yardımı olacağını bilmiyorum.
Bu insanın tahammül edip
etmemesi değil ama hakkı olup olmadığıdır.
İşte küçük adam geliyor.
Antik çağda insanlar
ilişkilerini belirtirdi.
Temel soru bu.
Bu kimden?
Ne zaman bir cevabımız olacak?
Hala Ulusal Banka'dan yeşil
ışığa ihtiyacımız var.
Bu genç adam buna çok düşkün
gibi görünüyor.
Çok güzel bence.
Bu senin düşüncen, sevgili
dostum.
Müze olsun olmasın, hırsız
hırsızdır.
Özür dilediler.
- O zaman ben de özür dilemedim.
- Sen farklısın.
Sadece Braque ve Vlamincks'e dönerlerse
ne olacak?
Nasıl olduklarını biliyoruz.
Louvre Müdürü Kanatlı Zafer'i korumak
istiyor ama bu korunma eser sahibi olarak Phidias'la eşit şartlarda.
Zaman değişti.
Geçen yıldan bir duygu var.
Cesaret kırıcı.
Havada çok fazla değişiklik var.
Hala kendini ifade eksikliği var.
1900'le dalga geçiyoruz ama
muhtemelen bizim çağımız da bir o kadar gülünç görünecek.
Ve belki de sevimli.
Bilmiyorum.
Hafıza karmaşık bir şey.
1942'deki yakalanmada tutuklandıklarında
babam Edgar'ın dedesiyle aynı yaştaydı.
Galeride ortaktılar.
10 yaşındaydım.
Kızıyla parkta oynardım.
Deli gibi aşık olmuştum.
Başka birini tercih etti.
Ona dedim ki Jouvet: "Bu
bahtsız adamla mutlu musun?
" Ona ne oldu?
Kendi %50'siyle, Héléne ona bir
Gordini satın aldı, sonra da bir Talbot.
Indianapolis'te kendini öldürdü.
Ascari ile aynı yıl.
Sonra da senin borcunu ödedi.
Ama anısı hala var.
Evet, hafızanın yükümlülükleri.
Hayır, doğru.
Hafızanın yükümlülükleri yoktur.
Bergson oku.
Aksi takdirde hala aşık olmam
gerekir.
Uzağa bakarak, beyaz bluzun
altına siyah sutyen giyerek Boubat fotoğrafında genç bir kız gibi görünüyordu.
- Onunla görüşmeye devam ettin
mi?
- Hayır, intihar etti.
Neyse ki imza yetkisi yoktu.
Vollard'da 2 Corot, New
York'taki Castelli'de bir Lichtenstein buldum, ama çok geç.
Küçük Breughel'i geri almayı
başardım ama sanırım o bir kopya.
Tüm bu işlerden geriye kalan çocuğun
paradan daha fazla bir şey yapması.
Onunla Soulagelerin evinde tesadüfen
tanıştım.
Antoinette Sach'ın kızı bizi
tanıştırdı.
Sanırım o Edgar'ın vaftiz annesi.
Belki de durumun farkında ama
hiçbir şey söylemedi.
Hala bir çok şey var.
İyi bir proje olsa bile.
Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim
yok.
Bir opera, belki de.
Bir film.
Belgesel geleneğinde bir film.
Ama ben bu terimi anlamıyorum.
Ve ne demişti?
"Aşk için" bir şey.
"Ode," sanırım.
Ne garip değil mi sanata rağbet
başlıkları asalet günlerdeki gibi - nasıl da işliyor.
- Ve Wall Street.
Filmlerden bahseden, Henri Langlois'i
tanıdın mı?
Gerçekten tanımadım.
Meerson'un karısını, evet.
Ama onu değil.
Belki bir keresinde, Raphael'de
bir yemekte, '58'de veya '59'da.
Anlaşılıyor ki, burada Arşiv
Federasyonu'nu bir Alman ve bir New Yorkluyla birlikte kurmuş.
Adını unuttum.
1938'de.
Iris Barry.
Avukat Forlani'yi uğurla.
Amerikalılar her yerde, değil
mi, efendim?
Vietnam direnişini hatırlayan
var mı?
Şunu daha iyi açıkla.
Şöyle Gençlerle olan ortada.
Sokakta onları geçtiniz ve
söylediğiniz ilk şey: Onlar genç.
Yaşlı insanlarla aynı şey.
Her şeyden önce, düşünürsünüz: Bu
yaşlı bir adam.
Ama yetişkinlerle, herhangi bir
şey ama besbelli.
Tabiri caizse asla tamamen
çıplak olmazlar.
Porno filmlerin bile bir
hikayesi olmak zorunda.
Anlıyorum.
Bu işi daha yakından incelemek zorundayız
ama yaptığın noktaya bakıyorum.
Üç yaş grubuna ihtiyacımız var.
Yoksa bu proje öldü.
Julia Roberts'lı bir hikayeye dönüyor.
Hollywood.
Tarih değil.
Evet, anlıyorum.
Çok zor.
Ama bir şeyler bulursun.
Ya Philippe'in bahsettiği şu
genç hanım.
Hala onu görmedin mi?
Pek çok kez gördüm.
Bunun üstüne, bir TV dizisinde
rol almış.
Bu beni sıkar.
Satırlarını söylemeyi
reddettiğini duydum.
Kovulmamış mı?
Bugünlerde bunun bir değeri var.
Doğru.
Gayret ederim.
Üstünde bir fotoğrafı yok mu?
Bize vermezdi.
İstemiyorum, bulurum.
Çoğu insanın hayatını yaşamak
için cesareti var ancak hayal etmek için yok.
Peki onlar için bunu nasıl yapabilirim?
İki yıl önce biriyle tanıştım.
Sana söylemedim, değil mi?
Çok çekici değildi ama
aklındakini söylemeye cesaret ederdi.
Ona ne oldu merak ediyorum.
Senin yetişkin tanımın ne?
Onun devlet hakkında gerçekten söyleyecek
bir şeyleri vardı.
Ve devletin aşık olmadaki imkansızlığı.
Aslında, rüya görüyorum.
İstediğim şey Simone Weil ve
Hannah Arendt gibi biri.
Yazık kantatından vazgeçtin.
(kantat: bestelemek için yazılan
şiir) - Müzik mi sorun oldu?
- Sorun bendim.
Garson olarak ne para kazanıyor biliyor
musun?
3000 veya 4000 frank.
Ayrıca başka bir yerde çalışıyor.
Ayda 10.
000 Frank kazandıkları zaman Fransızlar başkasının sözünden çıkmaz.
- Sence de öyle değil mi,
Philippe?
- Bilmiyorum, efendim.
En tuhaf şey bu dünyanın yaşayan
bir ölü gibi dünya üzerinde biçimlendirilmiş olması.
Düşünce ve hissetme yolları daha
önce geliyor.
Demek, satırını buldun mu?
"Jeanne, ne garip bir yol
beni sana getirdi.
" Ama emin değilim.
Kitapçıyı kontrol edeyim.
Haklıymışım.
Bu gece demiryolu deposunda
çalışıyor.
Eşyalar gözümüzün önünde.
Onlar neden hazırlandı?
Burada çalışan iri gözlü bir
kızı arıyoruz.
Kızlar dışarıda, git bak.
Yine mi sen?
Hayır dedim.
- Kendini öldürüyorsun.
- Seni ilgilendirmez.
Belki de ilgilendirir.
Bunun dışında, nasılsın?
Yapmam gereken işler var.
Beni rahat bırak.
Ya sen nasılsın?
İyiyim.
Amerikalılarla nasıl gitti?
Hangi Amerikalılar?
Kuzey Amerikalı Amerikalılar.
Biraz hafızan var.
Sanırım var.
Ona çok bile.
Bilmezdim.
Artık beni ilgilendirmez.
Bir dakika konuşabilir miyiz?
Lütfen.
Çalıştığımı görmüyor musun?
Ben de öyle.
Bekleyemem.
Bir Arap lokantası fark ettim.
Hala açıktı.
Seni orada bekleyeceğim.
Hayır, dedim.
Bundan sonra ofisleri temizlimek
zorundayım.
Seni gideceğin yere
bırakabilirim.
Bırakmanı istemiyorum.
Gelecek hafta, o zaman.
Boş bir günün olması lazım.
Oğlumu Dijon'a götürmek
zorundayım.
Çok uzak.
Sorun değil.
Bir proje hakkında konuşmak
istiyorum.
Belki bundan daha iyidir.
Elbette ama olmaz dedim zaten.
Hiç mi tercih etmezsin?
- Ne dedi?
- Belki.
Genç insanlar ayrıldıktan sonra,
işler anlaşılmaz hale gelir.
Al şunları.
Havuzdalar.
Kız, bir kız arkadaşıyla adamın
yüzmesini izliyor.
Kız titriyor.
Adam onu artık neden sevmiyor?
Adam "Mektubumu almadın mı?
" diye sorar.
"Anlamıyorum.
" "Ama yeterince basit.
" "Seni çok seviyorum, hep varsın, " "benim için
çok gerçeksin," "ne olursa olsun hep orada olacaksın gibi seni
görmek" "işe yaramaz.
" Kız endişeyle kolyesini açığa çıkarır.
Kolye kırılır.
Boncuklar havuza düşer.
Adam dalıp siyah bir boncuğu geri
getirir.
Başka bir şey söyler.
Kız ağlar.
"Neden zaten sahip olduğun bir
şeyin peşinde koşuyorsun?
" "Tek kelime ile istenen olmak için çok güzelsin," "ve
beni mutlu etmen için seni çok yükseğe yerleştirdim.
" "Seni seviyorum, sen benimsin."
"Ama benim olduğun için seni görmek zorunda değilim." Neler
oluyor görüyor musun?
Ya sen?
Sevdiğin kişiye böyle
söyleyebilir misin?
Sevdiğin birinden bunu kabul
eder misin?
Bu yüzden Eglantine ve Perceval
ayrıldılar.
5 dakika daha bekleyeceğiz.
Zamanın var mı?
İki yıl önce biri böyle demişti.
Hatırladım ama tam değil.
Bir zamanlar bir kitap
tezgahında metni buldum.
Georges Bataille'nin kısa bir
romanı.
Onu duydun mu?
İspanya İç Savaşı'nda insanlar, "İnsanın
Umudu"ndan hep bahsettiler "Öğlen Mavisi"nden hiç bahsetmediler.
Doğru, Kurtuluştan sonra çıktı.
Sanırım 300 kopya sattı.
- Philippe, onunla birlikte mi?
- Evet, efendim.
"Bir ölümlü varlığı
seviyorum."
"Aşk dediğin," "ama seven birini antitezi," "sevginin
egemen değer" "rolünü olumsuzlayan bir devlettir." "Devletin,
bütününde dünyayı kucaklayacak gücü yok," "ya da kaybetmiş." "Evrenin
bu bütünlüğü" "bir nesne olarak sevgilide" "bir özne olarak
aşıkta sunuldu."
Bu hiç iyi değil.
Neden olmasın?
Neden olduğunu söylemiştim.
Bir yetişkin olarak böyle bir
şey yok.
Hiç ölümü düşündün mü?
Yani, kendi ölümünü?
O zaman bir vasiyet hazırlamadın
mı?
Bir adam Kurtuluş'tan 50 yıl
önce idam edilmiş.
İdam edilmeden önceki gece bunu
yazmış.
Bize oku.
"Hayatımın 35 yılında, Villon
gibi bir mahkumdum.
" - "Cervantes gibi " - Böyle olmaz.
Okumayı öğren, bayan.
Ya da ezberle.
Ya da dinlemeyi öğren.
Öyle değil mi, Philippe?
Bak demedim.
Dinle dedim.
Duy.
"Bu sayfaların biçimsiz karalamaları
içinde son arzum ve vasiyetime başladım.
" "Mahkeme kararına göre, dünyevi mallarımı ve mirasımı
benden alacaklar.
" "Orası kolay, babadan kalma ne toprağım ne de param var.
" "Kitaplarım ve resimlerime gelince onları rüzgara savurun.
" "Ne şefkat, ne de cesaret mahkemenin iptal edemeyeceği şeylerdir.
" Bakan yeşil ışık verdi.
Teşekkürler, avukat.
Yürüyüş mü, çalışma mı?
Kosova hakkında konuşacağız.
Mark Hunter oradan henüz döndü.
Bu işi takip ediyor muydun?
Biraz.
Ya genç hanım, Edgar?
Onu görmeye gittik.
Harika değil.
O, bir Berthe Morisot değil.
Daha önce onunla tanışmıştım, biliyor
muydun?
İki yıl önce, sahilde.
"Tarihin nasıl
bahsedeceğini biliyordum.
" "Sırplar, Kosovalı Arnavutlara korkunç dehşetli zulümler
yaptılar.
" "NATO Yugoslavya'ya saldırmasaydı, savaş patlak verdiğinde mültecilerin
çoğunun evlerinde olduğundan ve Sırpların, Arnavutların yerlerine yerleşmek
istediğinden hiçbir gazeteci bahsetmezdi.
" "Korkularının farkındayım.
" "Radyo, Sırpların istediğinde öldürme haklarının olduğunu
söyledi.
" "Kadınları, çocukları ve yaşlıları bile.
" "Ama kendi tarihimizde, biz Kosovalı Arnavutların çok
korkunç eylemleri işlemekte aynı derecede yetenekli olduğumuzu ilk defa
öğrendiğimde utancımı gizleyemem.
" Milliyetin ne?
Benim yok.
Kürt ama vatansız.
Ben Madridli'yim.
İyi Amerikalılar da var.
Mark, Reagan döneminde ülkesini terk
etti.
Hafıza ya da evrensellik olmadan
hiçbir direniş olamaz.
"Adalet olmadan barış
olmaz," bu Saraybosna'da söylendi.
Ne yapacağız?
Biz aptalız.
Amerikan aksanı çok kötü.
Amerika'yı istedin, aldın.
Ben değil, ben hiçbir şey istemedim.
Ya 1944'te anne-baban?
Ya 1918'de büyükanne-baban?
Sen neden bahsediyorsun?
Hiçbir şey.
Tarih.
Kitabını düzenleyecek ve kontrol
edecek birini arıyor.
Hafıza ya da evrensellik olmadan
hiçbir direniş olamaz.
Tarihin teknoloji tarafından değiştirilmesi
ne garip değil mi?
Ama İncil aracılığıyla siyaset
niye?
Kilise zamana ayak uydurdu.
Bay Forlani'yi Intercontinental'de
bırak.
Eğer itirazın yoksa, Paul, ücretlerinin
bir kısmı ayni ödenecek.
Ne demek istiyorsun?
Bir Balzac baskısı aramıyor
muydun?
Kesinlikle.
Kibar Fahişelerin İhtişamı ve
Sefaleti.
1844 baskısı.
Nereden buldun?
Orijinalinden daha iyi.
Geçerli kopya.
Geçerli.
"Odaya halka halka düşen hiçbir
kuaförün eliyle tutamayacağı, çok kalın ve çok uzun saçları vardı.
" Yaşayan Esther, Paul.
- Bir Yahudi mi?
- Sadece Raphael onları
çizebilirmiş gibi!
Kilise zamana ayak uydurdu.
Normal tedariğin imkansız olduğu
yabancı topraklarda hareket eden askerler gibi.
Bu dünyanın olmayan bir krallığı
Tanrı'nın meşru varislerine nasıl verebilirler?
Hiç aklına getirme ama gerçek
üzücü sonuç verebilir.
Neyin peşindesin?
Benimle misin?
İmzalamam gereken kağıtlar var.
"Barış görevlisi Revel
Almanlar tarafından burada vuruldu " Avukatları anlamıyorum.
Bu proje için insanlara ihtiyacım
var.
Şu dünyayı sevmiyorum.
Burası da aynı.
Şüphe doluyum.
- Yürüyelim mi?
- Zaten eve yürüyorum.
Benden önce yorulacaksın.
Bunu bu şekilde ifade
etmemeliler.
Ne "subay", ne
"barış" ne de "Almanlar.
" İnsanlar bir tartışmada genellikle bir şeyler söyler.
Anlaşamazlar, şöyle derler; "Ya
sen?
Ne yapıyorsun burada?
" Diğer cevaplar; "Bu başka bir hikaye.
" Ama diğer hikayeyi asla anlatmazlar.
Asla oradan başlamazlar.
Belki başka bir şekilde söylenmesi
gerektiği ve cesaretleri olmadığı için.
Ailem için böyle oldu.
İntihar ettiler.
Annemden haberim yok ama babam
bir mektup bıraktı.
Asla "küreselleşme"
demedi.
"Evrensel sahne" dedi.
5 yaşındaydım.
Mayıs 1968'den üç yıl önce
doğdum.
Ne düşünüyorsun?
Boş kale.
Bu çok tanıdık geldi.
Komünist sendika olduğunu
düşünüyordum.
Hiçbir anlamı yok.
Her zaman bir yerlerde bir ses
vardır.
Peki ya sessizlik?
Sessizlikte bile.
- Peki ya ölüm?
- Ölüm yok.
Geldiği zaman, her zaman kendinin
bir anlamı vardır.
"Boş kale" dediğimde aslında
işçi mücadelesini düşünüyordum.
Ve kısa ömürlü.
Projeni gerçekten tartışmadık.
Tren raydan çıkmaya devam ediyor.
Ama hangi tren?
Çocukluktan yaşlılığa olan.
Yetişkinliği mi kastediyorsun?
Ne anlıyorsan.
Yanılıyor muyum yoksa senin
çocuğun yok mu?
Haklısın.
Yalnız yaşıyorum.
Ya sen?
Üç yaşında bir oğlum var.
Sonra evlendiniz mi?
Erkek arkadaşım beni terk etti.
Ayrılıktan bu yana ve bu konuda
düşündüğüm zaman, ve ancak o zaman olaylar mantıklı gelmeye başladı.
Söylediklerin ilginç.
Olaylar başlıyor, olaylar sona
eriyor.
Senin veya benim hikayem değil ama,
ne olursa olsun, bizim hikayemiz.
Hiç haberdar olmasak bile.
Tarih.
Brittany'de karşılaşıp biraz
konuştuğumuzda neler olduğu hakkında söyleyecek bir şeyin yoktu.
Seni ilgilendirmemiş olsa bile.
Gerçekten böyle hissettin.
Bu prensibi, demek istiyorum.
Sanırım sen haklıydın.
- Amerikalıların gerçek bir
geçmişi yok.
- Kuzeydekilerin öyle.
Meksikalıların var.
Brezilyalıların var.
Evet, Kuzey Amerikalılar.
Kendilerine ait anıları yok.
Makinelerinin var ama kişisel
olarak onların yok.
Bu yüzden başkalarının geçmişini
satın alıyorlar.
Özellikle de direnenlerin.
Ya da konuşan resimler
satıyorlar.
Ama bir resim asla konuşmaz.
İstedikleri de bu zaten.
Sana katılıyorum.
Bir şey düşündüğümde, gerçekten
başka bir şey düşünüyorum.
Başka bir şey düşünebiliyorsan tek
bir şey düşünebiliyorsundur.
Örneğin, senin için yeni olan
bir manzara görüyorsun.
Ama senin için yenidir, çünkü
zihinsel olarak bildiğin başka bir manzarayla karşılaştırırsın.
Orası Auteuil mi?
Aşağı gidiş yolu.
Milattan Önce 52 yılında Mirabeau
Köprüsü'nün yanındaydı.
Sezar'ın generali Lutetialı
Galya askerlerine saldırmak için Seine'den Grenelle ovasına geçti.
Oranın dört bir tarafı ormandı.
Bugün geriye kalan Bois de
Boulogne.
"Drancy Geleceği" Geleceği
Drancy ile bağlı olan var mı?
Birkaç dürüst aile babası.
İşten geldi, çocuklarını öptü ve
küçük kızına iyi çalıştığını söyledi.
Haklısın.
Gerçek üzücü olabilir.
Sana bu konuda ödünç bir kitap
vereyim.
Hayır, nerede yaşadığımı
söyleyemem.
Kitapçıda.
Benim postamı bekliyorlar.
Projenden neden daha fazla bahsetmiyorsun?
Şimdilik bunun için doğru kişi değilim.
Yeterince güzel değilim.
Böyle düşünme bence.
Dedem, 3 yıl önce Onun neden
hala Komünist Parti üyesi olduğunu sormuştun.
Asla "kadınlar"
demezdi "cinsel kişiler" derdi.
Güzel, seni güldürdüm.
Evet, doğru.
Bir düşüncenin tamamını asla
bilemeyiz.
Sen kazandın.
Gülümsüyordum.
Bir daha söyler misin, yavaşça?
"Her düşünce bir
gülümsemenin enkazını hatırlatmalıdır."
Umarım öyledir.
Hoşça kal.
Jean Lacouture'la buluştuktan sonra,
ben de gittim.
Hiç görüşmedim.
Seninle aynı trene bindim.
Onları durdurmamalıyım diye düşündüm.
Hayır, sadece işler.
İşler sadece.
Burası çok neşeli değil.
"Mutluluk asla neşeli
değildir.
" Bunu sen uydurmadın.
Hayır, efendim.
Max Ophuls'tu.
Hadi.
Bayım.
- "Düşünüyorum: Geri
gelirse " - "Kim?
"Kim olduğunu biliyorsun.
Galyalı serseri.
" "Hayattan daha büyük kalpli kızıl saçlı.
"Beneksiz kuzu döndüyse "
Bizi bekliyorlar.
Ya Edgar?
O burada.
Ve Daumier'in ressam olmadığını söylüyorlar.
Yani oyun fikrin yıkıldı.
Evet, çok fazla bağırıyor.
Bana ne demiştin hatırlıyor
musun?
Onurumuz dışında hiçbir şey kaybolmaz.
Bu yüzden, bu onur sizin,
efendim.
- Ne demeliyim?
- Sadece, "devam et"
de.
Böylece Eglantine ve Perceval tekrar
bir araya geldi.
Burada ne yapıyorsun?
Bir dost.
Bay Rosenthal'i ziyaret
ediyorduk.
O nasıl oldu?
Sen gittiğin için kendini
bırakmadı.
Hafızası gidiyor.
Ya sen, nasılsın?
Artık iyiyim.
Yine boks ve kantatımla meşgulüm.
Bir opera dönüşüyor.
"Joy of Man's Desiring.
" (BACH) Doğru.
Evlendiğini duydum.
Şaka yapıyor olmalısın.
Doğru, zamanla acınacak hale
geldi.
İşler nasıl gidiyor bilirsin, sanırım.
Her düşünce alabora olmuş bir
gülümsemeyi hatırlatmalıdır.
- O cümleyi nereden duydun?
- Hiçbir yerden.
Az önce uydurdum.
Philippe, cümle günleri bitti.
- Kız nasıl olmuş?
- Öğrenmek üzereyim.
Komşuda bir randevum var.
- İyi şanslar.
- Evet, efendim.
O, Edgar mı?
Ona neden "efendim"
diyorsun?
O senden daha genç.
Belki ama bir yetişkin olmaya çalışan
tek kişi o.
Amsterdam'dan bir mektup aldık.
Oranın başkalarına sonuna kadar yardım
eden insanları var.
Ailesi hakkındakileri
biliyorsun, değil mi?
Evet, bana anlattı.
Yakın zamanda mı?
Yoksa bu kez geldiğinde mi?
Yakın zamanda.
Burada mı çalışıyordu?
Ona sadece hala burada bazı
işleri olduğunu söyledik.
Ve sana kitaplarından birini bırakmak
istedi.
Seç bakalım.
Adresimi nasıl buldun?
Onda yoktu.
Görünüşe göre varmış.
O projeyi bırakmamalıydın.
Bunu sana o mu söyledi?
Geçen sonbaharın başında.
Üç yıldır hiçbir haber
yapmamıştık.
O buna inanmıştı, biliyorsun.
İntihar etmek için bir sebep yok.
Belki beni ilgilendirmez ama şu
Amerikalılarla nasıl gitti?
Hayır, bu seni ilgilendirmez.
Ayrıca veremi de vardı.
Bilmiyordum.
Annesinin yaptığı gibi sakladı.
Küçük oğluna ne dersin?
Onu iyi tanır mıydın?
Onun adını bile bilmiyorum.
Ya da seninkini.
Otelinizde neredeyse 10 dakika konuştuk.
Tekrar karşılaştığımızda çok
daha fazla konuşmadık.
Ses tonu ilgimi çekti.
Genellikle yaşam hakkında fikirler
belirtti.
Geriye kalanlar için bir hayal
kırıklığıydı.
- Bunu alıyorum.
- Hayal kırıklığı sensin.
İyi şanslar.
Ne şansı?
İKİ YIL ÖNCE Edgar sen misin?
Jean Lacouture'yi görmeye mi
geldin?
Seni getirmemi istedi.
Kentin kültür sorumlusuyum.
Direnişteki Katolikler üzerine
mi yazıyorsun?
Bu sadece bir çalışma.
Birkaç ilginç kaydım var.
Büyük amcam pek çok makale
bıraktı.
"Serbest Fransız Ajanın
Anıları" Ve "de Notre-Dame Kardeşliği"nin tüm arşivi.
Aslında, ben bir kantat
besteliyorum.
Simone Weil için bir kantat.
Merek ettim de onlar düşündüğüm
kişiler mi?
- Ne demek istiyorsun?
- Baş belası Amerikalılar.
Péguy'un 17 Haziran 1940'ta dediği
gibi: "Savaşta, kaleyi teslim etmeyenin tarafında olurum.
" Katolikler ve Direniş.
Ama şu an altyapı araştırması yapıyorum.
Simone Weil için bir kantat
yazıyorum.
İncil hakkında ne dedi, biliyor
musun?
Bu, Tanrı hakkında bir teori değildi
ama insan hakkında bir teoriydi.
Sence Londra'daki insanlar böyle
şeyler düşündü mü?
Hıristiyanlık kesinlikle direniş
ruhunun bir parçasıdır.
Bu vatan toprakları üzerinde Fransız
direnişçiler arasında yaşanmış boyutlar var.
Bak, Shakespeare'in oyunlarının yarısı
Fransa'da geçiyor.
Bu savaşın bir din savaşı olduğu
söylenebilir mi?
V.Henry'deki Fransız prensesin birkaç
kelime öğrendiği zaman dramanın en güzel sahnelerinden biridir.
En erotik olanı.
Bence Katolikler ve monarşistler
genellikle ilk Londra'ya gitselerdi, çünkü aslında oradan geldiler.
Tamamıyla tuhaf bir dönemden ortaya
çıktık.
İki gün daha kal.
Kendi anılarını Hollywood'a
satan iki direniş gazisini görmek için.
Neler oluyor?
Berthe sözleşmeye baktı.
Kabul edildik.
Emin misiniz?
Her zaman pazarlık
yapabilirsiniz.
Kız delirmiş.
Lokantayı kapatmak zorunda
kaldık.
Parayı iade etmek zorunda
kalırsak ne olacak?
Kış geliyor.
Françoise ne düşünüyor?
Ne isterse yaparım.
Şu çantalı adam kim?
De Gaulle ve Katolikler üzerine
çalışan bir öğrenci.
Trajedi uygundur.
Kendi başına çalışılır.
Ölüm, umutsuzluk ve ihanet
yürüyüşü ve fırtınalar, gözyaşı, sessizlik, sessizlik Trajedi temizdir.
Huzur vericidir.
Melodramla, hainleri ve aşağılık
zalimleriyle, UZUN ZAMAN ÖNCE yenilmezleriyle umut pırıltılarıyla ölüm bir kaza
gibi korkunç olur.
Trajedide sorun yoktur.
En başta, dostların arasındayız.
Kısacası, hepimiz masumuz.
60 yıl önce, bu şeyin içinde
kanalı geçtim.
- Acı umut - Özgür Fransa.
Tuzağa düştük sonunda düştük.
Aynı şekilde yeniden yaptık.
Haklısın.
Gerçek, efsane olduğunda, efsaneyi
yazdır.
Ya beyefendi kim?
Niye Washington?
Neden bahsediyor?
Ticari filmler izlediklerini söylüyorlar.
Ne yapmalıyız?
Bunu düşünürüz, not aldırıyorum.
Sen düşün.
Yine konuşuruz.
Temel olarak, Direniş'in gençliği
vardı Ve yaşlılığı vardı ama yetişkinliği hiç yaşamadı.
Geçmişinin canlı olup olmadığına
kim karar verir?
Kendini nasıl gördüğüne bağlı.
Kendini ileriye taşımak için plan
yapan biri kendini artık varolmayan bir benlik olarak tanımlar.
Ancak bazı insanların planı zamanı
reddetmek anlamına geliyor.
Geçmişle güçlü bir bağları var.
Hemen hemen tüm yaşlı insanlar için
de geçerlidir.
Zamanı boşa harcama korkusuyla tahammül
edemezler.
Değişmediği için her inanca sarılıyor.
Ama hafıza hayatımızı geri
almakta bize ne kadar yardımcı olur?
Kaydettiğin kaseti bulamıyorum "Gizli
Savaş.
" Bu sen misin, savaş sırasında?
Oradaki sen misin?
Bu İstihbaratın benden Gestapo
için çalışmamı istediği zamanda.
Birçok kişi bu yüzden öldü.
İki kez beraat ettim.
Bir Komünist olarak kaldım, yani
bir Rus ajanı olduğumu söylediler.
Doğru, Orchestre Rouge'dan birini
tanıyordum.
Ya o kimdi?
Ona sadece merhaba dedim.
Amatör bir opera yapımıydı.
Berthe 19 yaşındaydı.
Harika bir yüzücüydü de.
Sonra - hastalandı ve bıraktı.
- Ya şimdi?
Paris'te bir hukuk firmasında çalışıyor.
UZUN ZAMAN ÖNCE Bu 1945'te
karımla plajdayken.
Başlangıç olduğunu düşündük.
Aslında, son oldu.
Bitirmenin 50 yıl - sürdüğünü
fark ettim.
- Ebeveynleri tercih etmiyor torunları
yere indiriyor.
Belki de haklısın.
Yetişkinlik var olmuyor.
Saatlerce konuşmaya devam
edemeyiz.
Tekrar başlayım: "Şirketimiz,
Spielberg Associates, Bayan Bayarde tarafından imzalanan hakkı satın aldı "
Bayard!
"Bayan Bayard burada mevcut
" "Bay Bayard'ın da imzalamış olduğu bu anlaşma ile şirketimiz
onların korkunç '41, '42, '43 ve '44 yılları sırasındaki hikayelerinin haklarını
satın almıştır.
" "Filmin adı, çiftin 1941'de kurduğu şebekenin adı Tristan
ve Isolde olacaktır.
"Genç direnişçi Bayan
Bayard olarak daha yeni bir Oscar kazanmış olan Juliette Binoche tarafından canlandırılacaktır.
" Bayan Binoche gelemedi ama bu akşam Bayan Bayard'ı arayacak.
Senaryoyu yazması için üst düzey
bir Amerikalı yazarı işe aldık.
"Amerikalı yazar"
dedin.
Yani "Amerikalılar" mı?
Güney Amerika mı?
Birleşik Devletler, tabii ki.
Tabii ki ama Brezilya'da
birleşik bir devlet.
Brezilya'da onlara Brezilyalılar
deniyor.
Hayır, ben Kuzey Amerika Birleşik
Devletleri dedim.
Meksika Birleşik Devletleri Kuzey
Amerikalı ve onlar Meksikalılar.
Kanada'da onlara Kanadalı dendi.
Sen hangi birleşik devletleri kastediyorsun?
Dedim ki, Kuzeyli Birleşik
Devletler.
Peki o zaman, senin birleşik
devletlerinin bir sakinine ne denir?
Gördün mü?
Bir adınız yok.
Bu adam sakinlerinin ismi
olmayan bir ülke adına imzaladı.
Başkalarının hikayelerine, başkalarının
efsanelerine ihtiyacınız olmasına şaşmamalı.
Bizim gibisiniz.
Köken arıyorsunuz: Ebeveynler,
kardeşler, kuzenler Bu konuda orijinal bir taraf yok.
Ama bunu kendi içimizde arıyoruz.
Yazık size!
Olmayan tarihi, başka yerde
aramak zorundasınız Vietnam'da, Saraybosna'da Tamam ama bunu nazikçe
yapabilirsiniz Güzelce.
"OK" sözcüğünün
kökenini biliyor musun?
Generallerimizden biri bunu
raporunda kullanırdı: - "0 killed (0 ölü).
" - Bitirmeme izin ver.
50,000 dolarlık ilk çek anlaşıldığı
gibi imzada gönderildi.
Bu çek iki gün sonra nakde
çevrildi.
Çıplak sahneler!
Bu yüzden mevcut anlaşmayı yeniden
ele almak için - bir neden göremiyoruz.
- Hiç fark etmediler.
Bugün, tüm filmlerde kızlar
çıplak olmalı ve hepsi de sevgililerinin üzerinde yuvarlanmalı.
Bu gerçekten senin ve dedenin hikayesi
mi?
Bayan Schindler hiç para almadı.
Arjantin'de yoksulluk içinde.
Dışarıda durma.
Dedemin kaydettiği bir video
kaseti arıyorum.
Korkunç şeyler gösteriyor.
Suçlunun bakışı masumun üstünde.
UZUN ZAMAN ÖNCE "Devlet"
diyorsun ancak devlet, aşkın egemen nedenini reddeden bir aşığın görüntüsünün
antitezidir.
Bilge ve akıllılardan sakladıklarını
çocuklara gösterdiğin için teşekkürler, baba.
Şunu dinle: "Ekim 1945.
" Hala doğru.
"Bugün, 20 Ağustos 1945, bu
ıssız ve açlıktan ölen Paris'te savaş sona erdi, barış henüz başlamadı.
" Ve şunu dinle "Ama bin yıl geriye gittik.
" "Her gün son vaktin arifesidir, arife zamanı dürüstlük ve cesaretimizin
artık herkes için bir anlamı olacaktır.
" "Bundan sonra özgürlüğüm temizdir.
" Ve şunu "Ama biz, Fransa'da doğanlar, ne diyebiliriz?
" "Söyleyecek fazla bir şey yok, orası bizim vatanımız.
Anlaşılması güç.
" "Bu, somut durumumuz, şansımız ve kaderimiz.
" Onu tutuklarında, Tristan Bernard, "şu ana kadar korku
içinde yaşadım, şu andan itibaren, umut içinde yaşayacağım" dedi.
Tristan Bernard, şunu diyen
kişiydi; "Le Havre'yi görebiliyorsan, yağmur yağacak.
" - "Onu artık göremiyorsan - " yağmur yağıyor.
" - Aşağı nasıl iniliyor?
- Gelmeliydin.
İKİ YIL ÖNCE Sana bir şey
söylemek istiyorum.
Bir şey mi söylemek istedin?
Bakışlardaki çöküş ne zaman
başladı?
10 yıl önce mi?
15 yıl mı?
Belki 50.
TV'den önce.
Kim bilir?
Daha kesin ol.
Önce TV ön plana çıktı.
Ne üzerine?
Güncel olaylar üzerine mi?
Hayat üzerine.
Evet.
Bakışlarımızın bir programın kontrolü
altında olduğunu düşünüyorum.
Desteklenmiş.
Görüntü, bayım, tek başına
hiçliği inkar edebilen aynı zamanda bize hiçliğin bakışıdır.
Umarım öyle değildir.
Beni rahatsız eden şey başarı ya
da başarısızlık değil.
Bu konuda tomar tomar yazıldı.
Yani sizi rahatsız eden edebiyat.
Şart değil ama Titanic'in
küresel bir başarı olduğunu söylemek veya yazmak neden rahatsız etsin ki?
İçeriğinden bahset.
İşlerden konuş ama lafı
dolandırma.
İşlerin temelinden konuşalım.
- Onu gördün mü?
- Hayır, henüz görmedim.
Bir dereceye kadar kabul
edebilirim.
Marakeş'te, dünyanın kaderini tartıştılar.
Aslında, kendilerinden bahsetmek
için başkalarını kullanıyorlar.
Ölümcül bir durum, haklısın.
Yaşamla varlığı karıştırıyorlar.
Öyle mi?
Ben filozof değilim ama benim
görüşüme göre, öyle.
Bir hücreye bak.
Bir atomun da çekirdeği var.
Bu varlığın temelidir.
Etrafındaki hayattır.
Varlıklarını geliştirmek için kullandıkları
bir fahişe gibi davranıyorlar.
Sıradanı geliştirmek için
olağanüstü.
Doğru.
Biri varoluşun tadını
çıkarabilir, hayatın değil.
Kesinlikle.
Tartışmalarını pek takip etmedim.
Bu iş bir film hakkında.
Büyükannesi ve kocası ne istiyor?
Jean oteli kurtarmak için para
istiyor.
Ondan haberim yok.
Sanırım 60 yıl önceki gibi bir
yıldız olmak istiyor.
Tristan şebekesi çirkin bir işti.
İngilizler çok da
"Ortodoks" değildi.
Emirleriyle kızı ihbar etti.
Kimse başkalarının bildiğini bilmez.
- Biliyorum.
- Hiçbir şey bilmiyorsun.
O zaman tahmin edebilirim.
Bu yüzden mi evlendiler?
Ravensbrück'ten döndüğünde kampta
Geneviéve de Gaulle ile buluşmuş.
Katolikliğe sarılmış.
Doğru.
Yer ve Gök ortadan kalkacak Benim
sözlerim ortadan kalkmayacak.
4 yıl boyunca, Direniş
organizasyonu sırasında para bir araca indirgendi Artık bir son.
Müzik mi dinliyorsun?
"Spiegel im Spiegel.
" Ne demek bu?
"Ayna içinde ayna.
" Geç oldu.
Neredeydin?
Godfather ve adamıyla röportajda.
Bu sabah denize gittim mi?
Orası seni ilgilendirir, tatlım.
Doğru, filmler hakkında cahilim.
Godfather bu kitabı sana vermemi
söyledi.
Neymiş o?
Robert Bresson, Film Çevirme
Üzerine Notlar.
Şunu dinle "Yönetmen: "Birini
yönetmek sorun değil ama ya kendini yönetmek.
" Ve şunu "Sükunet ve sessizlik tarafından iletilebilir
olanın tüketildiğinden emin olun.
" Ve şunu "Bırakın duygular olayları değil tam tersini
üretsin.
" Sen ve deden bir karar verdiniz.
Para için mi?
Harcamak için değilse, ne için?
Açıkça söyleyebilirim ki, her
şey anlamsız.
Ne düşünüyorsun, büyükanne?
Ben ABD'deyken.
Benimle, genç Fransız öğrenciyle,
savaş zamanı Fransa ve toplama kampları hakkında konuşmak istediler bence
herhangi bir sorun olmadan konuştum.
Hep aynı anıları bir çırpıda söyledim.
İnsanlar şimdi TV önünde yaptıkları
gibi tepki gösterdi.
Sözlerim içten değildi.
Kaydı yeniden dinlemek ister
misin?
Biliyor musun, sana asla sormaya
cesaret edemediğim bir soru var.
Ne de dedeme.
Kod adını neden gizledin ve
gerçek adın değil miydi?
Adım Samuel.
Babamınki de.
Neden hala Bayard ismini kullanıyorsun?
Savaş sırasında, elbette, ama ya
daha sonra?
Ben yatmaya gidiyorum.
Her arzunun halsizliği ve gerçeği
karşılanmalı.
Hepimiz soytarıyız.
Sorunlarımızda daha uzun
yaşıyoruz.
Etki ve tepki, tarihteki en eski
çifttir.
Bunu Amerikalılara söyledin mi?
Ve bu da kökenimizi
arayışımızdan kaynaklandı.
Ve bu Direnişin özgünlüğüydü.
- Bunu sen mi söyledin?
- Ve Péguy'un planına dayandım.
Dinlenmek için çok erken değil.
Ayrıca aşk hakkında da
düşünüyorum.
Saraylı aşkı.
Fransız olduğunu ama bir sarayda
geçtiğini söylüyorlar, İngiltere Kralı 2.
Henry'nin sarayında.
Aslında Anjou'da, Normandiya'daki,
Aquitaine dükalığında.
Alienor onun karısıymış.
Yine, modern Fransa'nın
özgünlüğü onun kökenleriyle tanımlanır.
Her durumda, İngiltere ile son
derece orijinal olan bağları Dolayısıyla belki de herkes Amerika'yla da olduğunu
söylemesine rağmen.
İngiltere devrim için direniş
olan her şey için bir sığınak.
Pitt ve Burke'un İngilteresi, evet,
bu doğal.
Bağlar tarihi, coğrafik ve
politik.
Britanya, Büyük Britanya.
Bir bağ var.
Ne yapabileceğime bir bakarım.
"Matrix"in Bretonca
dublajlanması için bir dilekçe.
Görüntü ve ses tarih için çok
önemli ve en önemli temel unsur şu: Tarihin nasıl biteceğini bilmemek.
Pek konuşkan değilsin.
Zor bir zamandan geçiyorum.
Kız arkadaşımla ayrıldık.
10 yıldır beraberdik.
Çok garip, aslında, hikaye bittiğinde
öyle şeyler anlam kazanıyor.
Bu yüzden Tarih içeri giriyor.
Büyük T ile.
Peri değneğiyle kurbağaya
dokundu ve aniden Prenses ortaya çıktı.
Geçmiş zaman mevcut bir görüntü oluşturur.
Her sorun bir gizemi kirletiyor.
Buna karşılık, sorun çözümü tarafından
kirletildi.
Şans eseri değildi.
Ne demek istiyorsun?
Servis girişi ve ana giriş var.
Daire dünyası için modern olanı kullanıyorlar
ve bize servis girişini bırakıyorlar, efendim.
Laflar.
Konuşma tarzımızla sözcüklerin
bize fikirleri nasıl sunduğunu farketmeye başlayabiliriz.
İnsan fikirler üretiyor.
O, fikirlerin cesur bir
yapımcısı.
Güncel bir durum bu fakülteden kaynaklanıyor,
bayan.
Saint Augustine'in söylediği şu
sözü biliyor musun?
"Sevginin ölçüsü, ölçüsüz
sevmektir." Bir şey düşünüyorum.
Bir şey düşündüğümde, aslında, başka
bir şey düşünüyorum.
Başka bir şey düşünüyorsan bir
şey düşünebilirsin.
Örneğin benim için yeni bir
manzara görüyorum ama benim için yeni çünkü zihinsel olarak bildiğim eski bir manzarayla
onu karşılaştırıyorum.
"Böylece hikayemdeki her
şey sonuna yaklaşıyor.
"Elimde sadece çok hızlı
olan görüntüler kaldı, "Bir adamın yanında getirdiğinden daha fazla
gölgeyle Champs Elysees'e doğru iniyorum.
" Ve sonra bu adamlar gelir.
Sonra kız bir şeyler yazar.
Ve sana sorulmuş olsaydı, seçme
şansın olsaydı: Film, tiyatro, roman, veya opera, hangisini seçerdin?
Bir projemiz var.
Tarihi bir şeyler anlatıyor Ve
bu bir şey anlardan biri Ve ilk an.
İsimleri hatırlıyor musun?
Belki de hiçbir şey söylenmedi.
Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan
& Orhan)||
'Je vous salue, Marie' (1985)
4015||4559560||BİR ZAMANLAR BAKİRE MERYEM Ağzımın tadı bok gibi.
Konuşmayı kes.
Yemeyi kes.
BİR ZAMANLAR Seninle birlikteyen
sessizlik daha katlanılabilir.
Eğer istersen evlenebiliriz.
Korkmuyorum.
Belki de o bize yardım edebilir.
Merak ediyorum da Ne?
Tüm kadınlar kendilerine özgün bir
şey isterler.
Dinlediğimi görmüyor musun?
Bilirsin, erkekler kadınları
anladığını düşünürler.
BİR ZAMANLAR Nasılsın Meryem?
Sana ne?
Dinle, Meryem, koşma
başladığında hızlı hareket etmelisin.
Hayatımda da bu tip şeylerin olup
olmayacağını merak ederdim.
Ben sadece aşkın gölgesini
gördüm.
Evet.
Aslında gölgenin de gölgesini.
Tıpkı havuzdaki bir nilüferin
yansıması gibi.
Sessizce değil, ama denizdeki dalgalarla
titreyen.
O yüzden yansıması bile
bozulmuş, ama seninki değil.
En sonunda güneşi gördük, tarih
öncesi okyanusların üzerine parıldamaya başladı.
Sonra hayatın tümüyle bir şans
eseri olduğu söyleniyor.
Hidrojen, nitrojen vardı BİR ZAMANLAR
Peki ya bir şans eseri değilse?
Ya evrenin 100 katıysa?
Ne demek istiyorsun?
Zaman diye bir şey yoktu, şansın
zamanı yoktu.
Dünya'da yaşam belirdikten sonra
zaman belirmedi mi?
Sonra başka bir yerden geldi uzaydan.
Bir uzaylının nasıl görünebileceğini
merak ediyoruz.
Gidin ve aynada kendinize bakın.
Bu sadece bir hipotez, ama Şu
eğime bir bak.
Bu sadece gökyüzündeki bir çok
özel bir ses dalgasında yansıması sonucu oluşabilir.
Işığı 3.4 mikronda emebilen bilindik
bir bakteri mevcut.
Bu onun imzası.
Herkes, ölü ya da diri, elektronik
alanda kendine özel imzasını bırakır.
Bana göre, bu uzayda hayatın
olduğu görüşünü doğrulamaktadır.
Biz oradanız.
Bizler dünya dışı birer canlıyız.
Amino asit suyunun içerisinde birdenbire
şans eseri doğmadık.
Kesinlikle.
Figürler böyle olmadığını
gösteriyor.
Peki ya şans eseri olmadıysa?
Kesinlikle.
Büyüleyici gerçek şu ki yaşam,
belirli bir zeka tarafından, istenmiş, arzulanmış, öngörülmüş, planlanmış ve
programlanmıştır.
Eve, Pascal'ın arkasında dur.
Benim adım Eva.
Evet, Pascal'ın arkasında dur ve
onun gözlerini kapat.
Gözleri kapalı bir şekilde
çözüme ulaşmak 1.35 trilyon yıl alır diyorlar, ama eğer arkanızda sizin
yerinize gören birisi varsa, ve her yanlış adıma hayır derse, ve çözüme
götürecek her adıma evet derse, her saniyede bir adım hızında, ne kadar zaman
gereklidir?
2 dakika. 1.35 trilyon yıldan 2
dakikaya.
Olan şey de bu.
Hafıza!
Evet evet evet evet Hayır!
Bu fikirler için sürüldüğünüz
oldu mu?
Bunlar ve diğerleri için.
Pazartesi görüşürüz.
Düşen cisimler kanunu, hayat gökyüzünden
düştüğü için mi vardır?
Evet.
Güle güle.
- Kimler gelmiş.
- Geliyorum!
Benim mekanda bir gece içmeye ne
dersin?
Bu başka bir hikaye.
Senin ayakkabın!
Sorun şu ki eğer insan denen bu yaratık
gerçekten var olmuşsa, kutsal adam popüler hayal gücünün bir ürünüdür.
İspanya'da Burbonlar var olduğu sürece
barış var olmayacaktır.
Bu senin sözün değil Gabriel
Amca!
Doğru!
Düz gidin.
O nerede?
Al sana 500 $.
Kapalı.
Peki ya orası?
Hayır, orada bir ev olmalı.
Ne arıyorsun?
Burası!
Bu istasyonda durun.
Tanrı aşkına alın şu 500 $'ı.
Geri döneceğiz.
Bir kızın mı var Meryem?
Ne alaka şimdi?
Meryem O burada!
Tanrı aşkına!
Meryem, yardım et!
Neler oluyor?
Neden buradasın?
Cumartesi demiştik.
Yapma baba, ben Joseph!
Beni buraya getirdiler.
Senin şakalarından bıktım.
Unut gitsin.
Tamam, ne oldu?
Bu sensin Meryem.
Ne istiyorsun?
Ne istiyorsun?
Ve sen, hanımefendi?
Nişanlın mı?
Bundan sana ne?
Daha fazla önemseyemezdik.
Ama bir çocuğunuz olacak.
Kim tarafından?
- Bir bebeğiniz olacak.
- Ben kimseyle yatmadım.
Meryem, lanet olsun, kim bu
insanlar?
Haydi!
Dümdüz ilerle!
Al şu 500 $'ı.
Kim tarafından?
Onun olmayacak.
Asla!
Kimden?
Bana masumu oynama!
Kimden?
Meryem, Saf ol, sert ol, onun
yolunda ilerle.
Ne?
- Benim yolumda!
- Sesini mi, sözlerini mi takip
edeyim?
Saçmalama!
Nereye gittiğini biliyorum ve
yakında sen de oraya gideceksin.
Unutma!
Unutma!
Giren şey mutlaka çıkar, ve
çıkan şey mutlaka girer!
Yoruldum.
Biraz duralım mı?
Her birimiz ilerleriz, "ve
her birimiz ulaşabildiğimizi elde ederiz.
" Hölderlin son çalışması.
Bu karıncalar kesinlikle
görünmeyen adamı temsil ediyorlar.
Burada olduğuna yemin edebilirim!
Suyun yanında hiçbir zaman karınca
göremezsin.
Yanlış!
Bazı karıncalar altın ararlar.
Ben de "Scientific
American"ı okuyorum.
O karıncalara ne olmuş?
Olivier bir karınca yuvası buldu.
Karıncıları kışın ısıtmak için içerisine
kablo döşedi.
Onları kışın uyanık tutarak, o
eğlence zamanlarını birşeyler icat ederek geçirmelerini umut etti.
Ne?
Müzik belki de.
Kaçış yok.
Bu da nesi?
Mucize diye bir şey yoktur.
Öp beni.
Neler oluyor?
Bizin için bir kaçış yok.
Hikayemize devam edelim.
BİR ZAMANLAR Hayal et 8 milyon
yıl sonra soyumuz 100 milyon yaşında olacak.
Onların bilgisi ve zekası bugün
hayal bile edilemez.
Evrenin belirlenmiş dengesinin birdenbire
değiştiğini farkederler.
Atalarımız yaşamı korumayı
denemeyecekler mi?
Öp beni.
- Seni öpüyorum, biliyorsun.
- Sadece bir kez Meryem.
Bana güvenmelisin.
Bir önceki zekada hayat
programlanmıştır.
Amansız evremde varolmakta
zorlanmıştır.
Yaşamı korumuştur.
O ZAMAN Sen bu konuda ne
düşünürdün?
Bilgisayarlardan ötürü.
Düşündüğümde bilgisayarın zekası
beni sersemletiyor.
Eğer yakın atalarımız bildikleri
yaşamı bir magnezyum, ya da Bor, ya da Tanrı bilir başka herhangi bir formda mesajlamış
olsalardı TANRI yaradılışın sırrını göndermeye çalışmazlar mıydı?
Belki de mesaj her zaman netti.
Evet, o ses, eğer dinlersek vicdanımızın
derinliklerinde mırıldanmaktadır: Herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde,
cennette doğdun.
Ararsan hayal ettiklerinden çok
daha fazlasını bulacaksın.
Prensesi görmeye mi geldin?
Daha aşağı düşemezsin.
Seni kim çağırdı?
Ona gelmesini söyledim mi?
Beni yalnız bırak.
Neden gerçeği söylemiyorsun?
Söylüyorum.
Belki de kelimeler yanlış
geliyor.
Belki de benim sesim, ama
dediklerim doğru.
Başka erkekleri gördüğünü
söylediysen en azından daha açık ol.
Ben kimseyle yatmadım.
O zaman bu çocuk nereden geldi?
Nereden gelecek?
Bana cevap ver!
Bak bana!
Sana bakıyorum.
Çocuğun bir yerden gelmiş olması
lazım.
2 yıldan beri sana dokunamıyorum.
Neden?
Öp beni.
Bilmiyorum Joseph.
Tanrı aşkına!
Bu inanılmaz!
Ara ya da sinemanın orada dur.
Lütfen öp beni.
O şekilde değil.
Seni öpüyorum, gerçekten.
Başkalarıyla yatıyor olmalısın.
Tek açıklaması bu.
Koca yaraklı erkeklerle.
Her şey bitti Meryem!
Güle güle!
Selam!
Sende mi buradasın?
Rüya görüp duruyorum.
Uyuyamıyorum.
Beni mahvediyor.
Dün gece, eve gitmeden önce, tüm
binayı boyamak zorunda olduğumun rüyasını gördüm.
Bu çok zaman alacak diye
düşündüm.
Çok zaman alacak.
Uyuyamadım.
Bunun bir sebebi olmalı.
Not almalısın.
Evet, ama ben yazamıyorum.
O yüzden çiziyorum.
Eğer bir resimse, unutman mümkün
değil.
Eğer unutmak istiyorsam, o zaman
yazmayı öğrenmeliyim.
İşte bu.
Baban iyi mi?
Evet, teşekkürler.
Hala gaza bağlı mı?
Evet ama çıkarmak istiyor.
Sen yakında evleniyor musun?
Joseph'le ayrıldınız mı?
Ciddi görünüyordu.
Sorun ne Meryem?
Ağrım var.
Karnımda.
Bir bakalım.
Tansiyonunu ölç Esther.
Yan odaya geç ve soyun.
Birazdan geliyorum.
Eğer kilo almışsan o zaman sorun
yok.
Ruhun bedeni var mıdır?
Ne demek istiyorsun genç bayan, bedenin
ruhu vardır.
Ben bunun tam tersi olduğunu
düşünmüştüm.
Doktor!
Sanırım hamileyim!
En son ne zaman adet gördün?
Pantolonlarını çıkar ve şuraya
uzan.
İşe yaramaz.
Ne?
Seni duymadım.
Her zaman kadınlar hakkında ne
bildiğimizi merak etmişimdir, ve sonra fark ettim ki tüm bilebileceğin bir
erkeğin zaten bildiklerinden öte bir şey olmayacağı.
Burada bir gizem var.
Bu çocuğu istiyor musun?
Joseph'ten miydi?
Kimseden değildi.
Biraz şarkı ve dans!
Uzan şöyle.
Biraz şarkı ve dans değildi.
Ben mutluyum.
Şimdi bana adet döneminden
bahset.
Şimdi seni kontrol etmeliyim, eğer
acırsa söyle.
Normal olarak geldi, çok güçlü.
- Ne zaman?
- Cuma.
O zaman saçmalamayı kes.
Hiçbir şeyin yok.
Kendin de bir bak!
Ben kimseyle yatmadım.
Kimseye dokunmadım.
Kimse beni önemsemiyor.
Bebeğimin hala orada olup olmadığını
görmeni istiyorum.
Sen bizden bir şey saklıyorsun.
Hayır, söyledim ya, saklamıyorum.
Gördün mü?
Bir bebeğim olacak, ve ben hiçbir
kimse ile yatmadım.
Joseph buna inanmıyor.
Sen söyle.
Hala yalan!
Canımı acıtacak mısın?
Korkma.
Sen doğduğunda ben oradaydım.
Bir bakire olmak uygun olmak ya
da özgür olmak anlamına gelir, canın acıması anlamına değil.
Peki sen bana inanıyor musun?
Doğru söylüyorum, gerçekten doğruyu
söylüyorum.
Joseph'e anlat!
Esther!
Giyinebilir miyim?
Benim olmalı!
Şimdi nereye?
Cennet Villası, Hermance Yolu.
- İşten akşam 5'te çıkıyorum.
- Sorun değil.
Fransa'da mı?
Çok yakın.
Birazdan görürsün.
Çekoslovakya kadar sevimli.
Öyleyse?
Ve ben, bedenimi, benim daimi
sahibim olacak O'na emanet ettim, ve o bana baktı, bu büyüleyici varlığa.
İşin aslı, O öyleydi, gelecekte
ve daima, görünüşü ve yaptıkları için değil, ama olduğunun sessiz gücü adına, güç
O'nun içinde gökyüzünde yer alan ve ne isimlendirebildiğiniz ne de ölçebildiğiniz
ama sadece hissedebildiğiniz bir dağ gibi büyüdü.
Bu gece boş musun?
Hayır, pratik dersim var.
Tamam o zaman, ben de göle
atlarım.
Göle atlamak mı?
Ophelia senin rolün değil.
Sen neden bahsediyorsun?
Olmak ya da olmamak Bilmiyor
musun?
12 yaşımdayken okulu bırakmak
zorunda kaldım.
Üzgünüm.
Gitmeliyim.
Tamam o zaman, ben de göle
atlarım.
Hayır, kes şunu!
Aklını mı kaçırdın?
Gece görünüşünü ve anlamını
değiştirir.
Heidegger, Bavarian
Akademisi'nde 3 ders.
- '59 kışı.
- Evet.
Neden vurulmadı biliyor musun?
Politikadan konuşmaya
başladığımız an sakinleşiyorsun.
Bence günümüzde politika korkunun
sesi olmalı.
Sesi, ama yolu mu yoksa sözü mü?
Korkunun sesi olmasına rağmen söylenecek
bir şey yok Bunu koyabilir miyim?
O ne?
Onu Prag'da bulamazsın.
İyi misin?
Sigara ve saksafon solosu, bir
erkeğin istediği tek şey bu.
Her zaman şunu merak etmişimdir.
Müzikte Ne?
Yeni bir söze hayran kalırız,
ama gerçekten, o hiçbir şey olmayabilir.
Şimdi zamanı.
Ve yeri.
Tamam mı?
Hayır, bu gece olmaz.
"Bence ruh bedende hareket
eder, ilerledikçe nefes alır olduğundan daha adil görünmek için bahane arar.
" Tek bir beden için değer mi?
İşim var.
Geç kalacağım.
Pompa figürlerini kağıda dök.
Tamam baba.
Tek başına bir beden nedir ki?
"Onu görebilir ve
tiksinebilirsin, onu hendekte görebilirsin, sarhoş ya da tabutun içerisinde,
ölü.
" Dünya bir bakkalın "tezgahının kış başında mumlarla dolu olduğu
kadar bedenle doludur.
" "Ama o mum sadece sen onu eve getirdiğinde ve yaktığında sana
huzur verir.
Gel buraya Bedenimi sevmiyor
musun?
Konu o değil.
Peki ne o zaman?
- Onun yüzünden.
- Bilmiyorum.
Beni hasta ediyor.
Bilmiyorum.
Biliyorum, o.
Her zaman odur Ben de gerçek bir
kadınım.
Seni sevmeyi gerçekten isterdim,
ama nasıl sevebileceğimi bilmiyorum.
Haydi eve gidelim.
Gel.
Geliyorum.
İşleri daha da karıştırıyorsun, sence
de öyle değil mi?
Ne?
Eğer Tanrı var ise, hiçbir şeye
izin yoktur.
O orospuyla ne yapıyorsun?
Hayır Gabriel Amca.
Öyle değil.
O etrafta olduğunda,
repliklerimi unutuyorum.
Çok korkunç!
O tam bir hiç!
Listeyi aldın mı?
Ne listesi?
Her şeyi bilmek istiyor.
Herkes gibi!
O daha köpeğini nasıl
yürüteceğini bile bilmiyor!
Herkes gibi!
O delikten korkuyor!
Herkes gibi!
Kıravat zevki hiç yok!
Herkes gibi!
- Sıfıra sıfır elde var sıfır.
- Güven vermiyor Bunda yanlış
bir şey yok.
Sıfır ile Meryem arasındaki bölen
nedir?
Meryem'in bedeni.
- Cevap ver kuş beyinli!
- Bilmiyorum!
Kör adamın gözlüklerini takıyor
budala!
Hareketi takip etmeyi dene Şimdi
ellerinle, gözlerinle.
- Beni rezil edecek!
- Buna cesareti yok.
Gözlerimin içine bak.
Eğer birisi onu hamile bırakırsa
Biz "herhangi birisi" değiliz!
Anlamıyorum!
Biraz güven!
Güven!
Bende hiç kalmadı!
Ve aşk, seni ahmak!
Aşk Ben geldim Ne oldu?
Yine mi gözlerin?
Bu kitap ne?
Senin için.
"Yaşamın karmaşıklığına
doğru, ilerledi cesur ve genç adam.
" "En iyi at, en iyi cephane ve kıyafetleri ile.
" "Bir savaşçı, kral, Yunan Prensi olmak için.
Hepsini istiyordu genç adam.
" Ama birisi "Görünmeyen birisi onu gururuyla bekliyordu:
Tanrı!
" - Teşekkür ederim!
- İstemiyorum.
Ben kendi kitabımı daha çok
seviyorum.
Zaten sevmesen inanmazdım.
Ben almayacağım.
O çok komik: Yağmuru Yağmur
Kardeş ve ateşi de Ateş Kardeş diye çağırıyor.
Bedeni?
Ne olmuş bedene?
Beden Beden Beden Kardeş Eşek Neden
vücudum seni uzaklaştırıyor?
Sakın bana "Seni öpüyorum
ya.
" deme.
Ben de korkuyorum.
Bu tip şeyler her gün olmaz.
O yüzden biraz korkuyorum.
Bazen çift olmak daha iyidir Neden
bedeni etkileyen ruha inanmıyorsun?
Ben tam tersine inanıyorum!
O beni korkutuyor.
En azından beni sevmediğini
söyle.
Sessizliğe dayanamıyorum.
Sessizlik Kardeş!
Beni sevdiğini biliyorum.
Ama bu başka bir şey olmalı.
Birbirimizi görmemiz, ya da
benim hasta ya da ölü olmam seni ilgilendirmiyor.
Ben canlı mıyım?
Belki de sana sadece zarar
verebilirim.
Anlamıyorum.
Bu çok büyük bir sır.
Aşkım Bunu nasıl söyleyeceğimizi
bilmiyoruz.
Çok muazzam ki hepsi tükenmiş
durumda ve sen beni bırakacaksın.
Neyse, benim bilmem gerek.
Neyi?
Tanrı'nın eli benim üzerimde, ve
sen buna zarar veremezsin.
Şimdi ne oldu?
- Eve gitmeliyim.
- Gelmenin bir manası yoktu.
Engel olan şey bedenin değil, senin
güvensizliğin!
Neden çocuğun benim olmasını isteyemiyorum?
Kiminle yaptığını söyle, Benimle
kalıp kalmayacağın umurumda değil.
Eğer seninle kalırsam, seninle uyurum,
seninle uyanırım.
Peki ya Juliette?
Onu sevmiyorum.
Seni seviyorum.
Çok iyi.
Bak.
Elini ver bana.
Haydi, Tanrı ile birlikte!
İşte, hisset.
Gördün mü?
Ben kimseyle yatmıyorum!
Ama benim hala bir bebeğim
olacak.
Bana inanmak zorundasın!
Ben senin sadece bir gölgen
olacağım.
Tanrı'nın gölgesi Tüm erkekler,
erkeğini seven bir kadın için aynı değil midir?
Ruhun beden olmasına izin ver O
zaman kimse bedenin ruh olduğunu söyleyemez, çünkü ruh beden olacaktır.
Sen tamamlanacaksındır Evet, o
evli.
Kim?
Mektubunu aldım.
Yani basketbol öyle bir şey!
Yorgunluk, kazanma yorgunluk "Bu
yeterli değil.
" diyerek ne demek istedin?
Seni sevdiğimi görebileceğini
söyledin.
Evet Görüyorum.
Ama bunun yeterli olmadığını
söyledin.
Bir şey bulacaksın.
Şimdi bütün gün ne yapıyorsun?
Konuş benimle.
Bu inanılmaz, o hiç gelmiyor.
4 gündür bekliyorum.
Motoru tamir ettim, içerisine telefon
ve video koydum.
Hepsi çalışıyor.
Geleceğini söylemek için telefon
açtı.
ama akşama kadar gelmedi.
Zengin tipler gariptir.
BİR ZAMANLAR Hangisi?
Oradaki büyük beyaz olan.
BİR ZAMANLAR Gidip görebilir
miyim?
Evet Evleniyoruz.
O zaman seni sadece bir kez bile
olsa çıplak görebilir miyim?
Sadece bakacağım.
Evet Bakacaksın.
Seninle normal bir şekilde
sohbet etmeyeli çok uzun zaman oldu.
Ve doğa halen galip geliyor.
Ben de diğerleri gibi konuşmak
istiyorum.
Çünkü, her ne kadar saklasam
bile, ben de diğerleri gibi, acılar içindeyim.
Belki de biraz daha fazla.
Onlar benden zorla çıkacak
olsalar bile ben buna izin vermek istemiyorum.
Bana erdemli bir şekilde
davranacaksın.
Senden hiçbir şey almamış
birisinden sakın hiçbir şey alma.
Erdemli olmak, tüm ihtimalleri göze
almaktır, yolunu kaybetmeden.
Bu imkansız bir görev!
Bu görevi başarabilmek için o
kişinin yıldızların bizden çok çok uzaklarda olduğunu ve yıldızların
gökyüzünden düşen ve bir çoğunun bize çok yakın olduğu lambalar olduğunu kabul
etmesi gerekir.
Bizim için, belki de, kökenimizi
en iyi açıklayan teori, uzayda çok uzaklarda yer alan bir diğer dünyanın
varlığıdır.
Bu, sadece, Horla'nın,
Dünya'daki herkesin antik zamanlardan beri bildiği teorisinin efsanevi bir
bozulumudur.
Git, Arthur.
Zamanı geldi.
Patron hanımı görmeye gideceğim.
Sanırım bu sefer biz kazandık.
Artık anlamak istemiyorum.
Ne olup olmadığımın bir önemi
var mı?
Hayır, daha şimdiden olamaz!
Ondan kaçabildiğimizden daha
fazla birbirimizden kaçamayız.
Meryem, ne yapıyorsun?
Kes şunu!
Beni sevdiğini söyle.
Seni seviyorum.
Ama neden?
Neden mi?
İşte!
Çünkü kanun bu!
Anladın mı?
Evet Kendimi kurban edeceğim.
Seni bok çukuru!
Birincisi, o çukur senin bildiğin
çukur değildir.
İkincisi: Tabular kurbanı ezer
geçer.
Ama neden?
Çünkü kurallar böyle.
Seni seviyorum.
Hepsi bu kadar mı, seni
seviyorum?
Hepsi bu mu?
Bu mu?
Birdenbire kalbimi bir ışık
kapladı, parıldayan bir ateş gibi ılık ve nazik.
Dünya'da, ya da cennette sevdiğini
mutlu ettiğini bilmekten daha önemli ne vardır?
Ve senin yöneticin kimdir?
Kızböceklerini izlerken bana
günah hakkında anlattıklarını hatırladım.
Eğer doğru bir şekilde
düşünürsen, onun varolmadığını anlarsın.
Özgürce güreştiklerinde bir kızböceği
akını gibi kaybolmuştu.
Biz, O'nun sözlerini konuşuyoruz.
O'nun sözlerini konuşmaktan daha
yakın nasıl olabiliriz O'nun sözlerine?
Evet?
Ne?
Konuşuyoruz.
O'nun sözlerini konuşuyoruz.
Konuştuklarımız, O'nun sözleri, daima
bizim ilerimizdedir.
O zaman beni bırakmayacaksın.
Kalacağım.
Sana hiçbir zaman dokunmayacağım.
Kalacağım.
Dolar'ın düşeceğine inanma.
Tatilin eğlenceli olacağına
inanma.
Yağmurun aşağı doğru yağdığına
inan.
Doğanın kanunu bu.
Dünya çok üzgün!
Üzgün değil.
Büyük!
Gitmeliyim.
Sana bir şey ifade etmiyor muyum?
Eşim ve çocuğum da ediyor.
Artık bir vizem olduğuna göre,
gidip neler olduğuna bakmalıyım, değil mi?
Anladın mı?
Karın ve çocuğun ne zamana kadar
bir şey ifade edecek?
Anlamıyorum.
Seni piç!
Üzgünüm.
Karının hapishanede olduğunu
söylüyorsun ve benimle yatıyorsun.
- Lütfen Eve.
- Eva!
Eve ile her şey bitti!
Hadi, vursana!
Nasıl olsa istediğin de bu!
Bana 32.000 frankımı geri ver!
Sana göndereceğim.
Sen gerçekten bir hiçsin.
Ruhu ruh yapan onun acısıdır.
Onlar için olan acımı duyan ilk
kişi O olacaktır.
Ve O bana dedi ki: Kızım, senin
boğulduğunu görmek için boğuluyorum.
Tanrı gariptir, dövüşmeye bile cesareti
olmayan bir korkaktır, sırf kendi götünü korur, ki o da, sessizca varlığını
sürdürebilmek, girişini koruyabilmek içindir.
Ben uçkur uğruna eğlence
istemiyorum: Kalbimi ya da ruhumu tek bir seferde harcamak istemiyorum.
Acı bile beni tek bir seferde
yok edemez ve ben onun içerisinde yok olmayacağım.
O benimle yok olacak.
Benim Patron olmam çok kötü
olacaktır ama içimde en küçük bir seks isteği bile kalmayacak.
Ben ruhun gerçek gülümsemesini
bilirim, ama dışından değil içinden.
Tıpkı daima hakkedilmiş bir acı
gibi.
Bunun deneyimle pek bir ilgisi
yok, bu daha çok tiksinme, nefretmedir.
Ahlak ya da dinginlikle bir
alakası da yoktur.
Babamız ve Annemiz ölene kadar
bedenim üzerinde sikişmelidirler.
O zaman Şeytan ölür, ve biz de kim
daha yorgunmuş görürüz.
O mu ben mi.
Dünya ve seks içimizdedir.
Dışarıda daima yıldızlar vardır.
İstemek güç ile genişlemez.
Seviye seviye, sonsuzluk için, bir
başkasına sarılmaktadır.
Yemek için ağız deliğine ve sonsuzluğu
yutmak için göt deliğine ihtiyacın yoktur.
Götün başına girmelidir, bu
yüzden yükselmek için göt seviyesine alçal sonra sola dön ya da sağa.
Tanrı, uğruna beni mahveden bir
vampirin tekidir, çünkü ben çok çektim, ama o hiç çekmedi.
Ve o benim acımdan faydalandı.
Meryem ruhtan düşmüş bir
bedendir.
Ben bir beden tarafından taklit
edilen bir ruhum.
Ruhum beni özümde hasta ediyor, ama
benim amcığım Ben bir kadın olmama rağmen adamımı amcığımla peydahlamam.
Ben eğlenceyim.
Ben eğlencenin tekiyim, ve buna
karşı savaşmaya, ne de bundan cezbedilmeye gereksinimim var.
Tek istediğim daha fazla eğlence.
Ben istifa etmedim.
İstifa etmek üzücüdür.
Bir kişi Tanrı'nın isteğine
karşı nasıl istifa edebilir?
Sevilmeye karşı istifa mı ettik?
Bu bana daha net göründü.
Çok fazla net.
BİR ZAMANLAR BİR ZAMANLAR Ah,
Meryem, sana ulaşmak için ne garip yollardan geçtim.
Sorun nedir?
İşte buradalar.
Şimdi inanıyor musun?
Joseph'e "Baba"
diyecek mi?
Sen ne yapacaksın?
Ona daha sonra onun babasının olmadığını
mı söyleyeceksin?
Hayat bu.
İstasyon için gelmiştim.
Birazdan konuşuruz.
Hesapladım.
2 yıl içerisinde geri
ödeyebilirim.
- Elbette!
- Hayır!
Baba!
Joseph!
Teşekkürler, Meryem.
Her kadın için.
"Nasıl baktı?
Nasıl biriydi?
" Aşkta bakışlar yoktur dış görünüş yoktur benzerlik yoktur.
Sadece kalplerimiz ışığı
titretebilir O'nun orada duruşunu sana tasvir edemem.
Ama sana kadının ona nasıl baktığını
tasvir edebilirim.
Benimle gel.
Benimle gel.
Senin adın ne?
Fabian.
Artık senin adın Peter.
Peki senin adın ne?
Florent.
Bundan böyle senin adın da James.
Benim adım ne?
Kahvem nerede kaldı?
Ben geç kaldım.
Kahvem nerede!
Kahvem nerede kaldı!
Ufaklıklar bu sabah biraz uslu
olsalar iyi olur.
Yoksa bu akşam oyun oynamayız.
Lütfen anne, oynayalım!
Onun adı neydi?
Kirpi mi çimen mi?
Onun adı ne?
Zil.
O ne?
Somunlar, ekmek O seni çıplak
görmek için çok yaşlı.
Biraz saygı, Joseph.
Bir gün, bilirsin, baban olacak
kişi seni unutabilir.
O zaman buralarda olmadığıma çok
pişman olursun.
Bana bak!
Ben onun olduğu kişiyim.
Soytarılığı bırak!
İçeri gir!
Baba'mın kaçamaklarına eğilimli
olmalıyım.
Tanrı şahidim olsun ki hep
birlikte göreceğiz.
Kes şunu!
Geri gelecek!
Ne zaman?
Paskalya Bayramı'nda Birlik
Pazarı'nda.
Bayan!
Hey, Bayan!
Ne oldu?
Hiçbir şey.
Meryem çok yaşa!
Ben Bakire'denim ve bu oluşumu
istemedim.
Ben sadece bana yardımcı olan
ruh üzerinde imzamı bıraktım.
||
Jean-Luc Godard - Sauve qui Peut (la vie)
43001||5007244||BİR JEAN-LUC GODARD FİLMİ.
HERKES BAŞININ ÇARESİNE BAKSIN ~
Uyarı: Zaman zaman küfürlü sözler içermektedir.
~ Günaydın efendim.
Tepsiyi alabilir miyim?
Denise Rimbaud.
Denise orada mı?
Stüdyo 3'ü bağlar mısınız bana Video
stüdyosu.
Alo, benim, Paul.
Bir saate kadar oradayım.
- Bay Godard - Haydi, bavulları
al.
- Asılıp durmasana bana!
- Valizler Bay Godard - Valizler
- Usandırdın artık!
Bay Godard, müdüre söylediniz mi
hani biliyorsunuz ya Siz harika bir erkeksiniz.
Sarhoştum.
Sorun değil.
Bay Godard Size bir şey söylemek
istiyorum.
- Ne?
- Sizi seviyorum, efendim.
- Kişiliğimi mi demek istiyorsun?
- Hayır, vücudunuzu.
- Ne?
- Vücudunuzu efendim.
- Size ibnelik yapmak istiyorum.
- Ne?
İbnelik dedim.
Donanmanın yarısı üstümden geçti.
Küçük, hoş bir göt deliği gibisi
yoktur.
Öpmesene, pislik!
Sizi seviyorum.
Burası İblis'in kenti!
Burası İblis'in kenti!
-1: HERKES BAŞININ ÇARESİNE
BAKSIN ~ Ağır Çekim ~ 0: HAYAT Duyduğum şu müzik sesi nedir?
- Hangi müzik?
- Şu müzik, siz de
duyabilirsiniz.
Hangi müzikten söz ettiğinizi
anlamadım.
Frederique!
Öğretmenle evlenen bir kızları
vardı.
Üçüncü oğulları, André, biraz
ahmaktı.
Evet evet, hatırlıyorum.
Taugu'nun karısıyla birlikteyken
araba kazası geçirmişti, büyük bir skandaldı.
Evet, şu kızla, Bioux
kuzenlerden biriyle evlenmişti.
O da tuhaf bir kızdı.
Adamın ailesi karşı çıkmıştı.
O da terk etmişti.
Ona ne oldu biliyor musun?
Hayır, başka bir şey duymadım.
Ona ne oldu acaba?
Risoux'ya gitmemiş miydi?
Bildiğim kadarıyla, hala
Fransa'da.
- Fransa'dadır.
- Sağolun.
Bu sabah Bay Piaget'yi gördünüz
mü hanımefendi?
Evet, uğradı.
Burada onunla buluşacaktım da.
Fotoğraf çekmeye gitmiştir.
Fotoğraf mı?
Evet, maç fotoğrafları.
Uzak mıdır?
Pek sayılmaz.
Hemen şurası, garın arkası.
Seni burada görmek ne güzel,
Denise.
1: HAYAL
Asırlar oldu.
O kadar da çok değil, Michel.
Gerçekten.
Roman yazmayı mı düşünüyorsun?
Hayır.
Ama olabilir.
Sayılır Mektubunda yazdığın şeylerden
ötürü soruyorum.
Olayların gerçek yüzüyle ilgili,
yeni bir yazı dizisi üzerinde çalışıyorsun.
Orijinal bir çalışma.
Gazetem için her zaman böyle bir
şey istemişimdir.
Buralarda pek gitmez.
Saçların hala çok güzel,
simsiyah.
Hem miras sistemiyle alay
ediyorsun, hem de baban gibi davranıyorsun şimdi.
Doğru diyorsun.
Babamın işini devralmak ilk
başta tuhafıma gitmişti.
Berbat bir şeydi.
Devrim budur işte.
Şimdi her şey yolunda.
En azından doğanın içindeyim.
Manzara Huzurlu ve sakin.
- Dönüyor musun?
- Önce kalacak bir yer
bulmalıyım.
Ama Pazartesi buraya döneceğim.
- Kesinlikle.
- İyi.
Daha sonra dükkana uğra, ben de
Madeleine'le görüşeyim.
Burası sığırların yem ambarı.
Her sabah besleniyorlar.
Tek yaptığım yemleri temin etmek.
Gerisi otomatik olarak
gerçekleşiyor.
- Doğrudan ahıra mı gidiyor?
- Evet.
Yeşille yemlemeyi başlatıyorsun,
kırmızıyla da durduruyorsun.
- Buradan telefon edebilir miyim?
- Tabii, et.
Sana bir şey göstereyim.
İyice yaladıklarında çok hoş
oluyor.
Alo, benim Denise.
Dinle Dinlesene, gıcık herif.
Duras'ı bana getirmek zorundasın.
Sana adresi vereceğim.
Ben gecikeceğim, nedeni bu.
Paul, dinle beni.
Tekrarlamayacağım.
Evet, anahtarını geri aldım Çünkü
bitirdim ben, daha doğrusu sil baştan başlıyorum.
Daire için bir ilan verdim.
Şimdi de sen söylüyorsun.
- Adınız ne?
- Denise.
Valizinizi odanıza koydum.
Yukarıda, soldan birinci oda.
İki yıl ite kaka sürdürdüm.
Beni kutlaman gerekir.
İnsanlar her zaman ne der?
Derler ki derler ki Güveneceğin
birine ihtiyaç duyarsın.
Güveneceğim birini istemiştim.
Anladın mı?
Biz hiç birlikte olmadık, birbirimize
asla güvenmedik.
Biz hiç birbirimize güvenmedik.
Bir şey bizi engelledi sanki.
Trajedi değil ki bu.
Evet, artık senin gibi
konuşuyorum.
Tamam o zaman.
Adres nedir?
Bitirmeliyiz anlamına gelmez bu.
Tanımadığın birisi işi daha
ilginç hale getirir.
Hatta ihtiraslı.
Hayır, ihtiras değil o.
Tamam, gideceğim Gideceğim dedim.
Daireye gelince, sana söz,
halledeceğim.
Ama şimdi olmaz, Cécile ve eski
eşim yüzünden.
Bunu diyeceğini biliyordum.
Lanet olsun.
Bu konuyu Yvette ile görüş.
Yvette Denise.
Bir sonrakine kadar hep "son
kez" olur.
Peki, bakarız.
Şimdilik hoşçakal.
Bedende ve akılda bulunan bir
şey sıradanlığa ve yoksunluğa karşı, kendini kasar.
Yaşam Daha hızlı bir el kol
hareketi.
Bir kol.
Aşağıya ve yukarıya hareket eden
bir kol gelişigüzel.
Öne doğru daha yavaş bir adım.
Bir rüzgar dalgası.
Soluğun kesilmesi.
Yanlış bir hareket.
Bütün bu terslikler.
Düzenli bir işin eksikliğini
gidermek için
son dakika atakları.
- Ama gidişat yine de
gerçekleşir - Peki, onu değiştiririz.
- Gerçekleşir gerçekleşmez - Ama
ben yerimi bilmek istiyorum.
- Zaman tuhaf bir biçimde -
Maurice gidiyor.
Onun yerine sen geç.
uzamış olarak, hala vardır.
Bu beceriksizlik
- Bu amaçsız hareket - Öyleyse
yazıcı kullanmayı öğreneceksin.
- Gazete ne zamanlar çıkıyor?
- Bu ani hızlanma
Elin bu duraksaması - Perşembe
günleri.
- Bu surat asma
Bu kavga
hayata tutunma mücadelesidir.
Şu, her insanın içinde yatan sessiz
çığlık:
"Ben makine değilim!
" Neden ayrılıyor?
Uzun hikaye.
Kendisine sorsan daha iyi.
Anlaşamadılar.
- Bu, Madeleine mi?
- Evet.
Benim bu fotoğrafımı neden
sakladın?
- Hem artık bana da benzemiyor.
- Delilik de gitsin.
Buraya gel.
Daha önce romandan kastettiğim
şey, mektubunda tutkuya kapıldığım şey.
Tutku değil o.
İkincil olayları ifade etmekle, ana
konulara ışık tutmuşsun.
İkincil rol, asıl olanıdır.
Ne kadar alacağım?
Başlangıç olarak 300.
Başarı sağlarsa, yeniden
konuşuruz.
- Paul'den ne haber?
- O iş bitti.
Ama kimse farkında değil gibi.
Ben bile.
Seç!
- Seç.
- Hayır, seçmeyeceğim.
- Seç!
- Hayır.
- Georgiana - Sen seçmek
zorundasın.
Sen seç, Georgiana.
Seçmeyeceğim.
Seçmeyeceğim.
Seçmeyeceğim.
Seçmeyeceğim.
Yaklaşık yirmi saniye.
- Cécile orada mı?
- Evet, orada.
Ellerini tükürüklemeyi bırak!
2.
KORKU - Onları burada
terletiyorsun.
- Evet, biraz.
Marie-Claude, biraz daha sert
vur!
- Castro'yla ilgili son haberi
duydun mu?
- Hayır.
Amerikalıların, Kübalılardan
daha iyi çalıştıklarını iddia ediyor.
Bak sen!
Gerçek, er ya da geç ortaya
çıkar.
- Çocuğun var mı?
- Evet, bir kızım var.
Kaç yaşında?
- Oniki, Cécile gibi.
- Hayır, Cécile onbir yaşında.
- Memeleri çıktı mı?
- Evet, Cécile gibi.
Canın onu okşamak ya da onunla ters
ilişkiye girmek istedi mi hiç?
Hayır.
Bence, annenin, oğlan ya da kız
olsun, çocuklarına babalarından daha kolay
dokunabilmesi haksızlık.
Haydi, çabuk ol.
Beni almaya neden annem gelmedi?
Cadaloz, bana Peugeot'yu vermedi.
Ben de garaja bunu koymak
zorunda kaldım.
Haydi binsene!
TV stüdyolarında biriyle
görüşmem gerekiyor.
Hani armağanım?
"Bak.
Dünyanın sonunu gör.
" MARGUERITE DURAS.
Öyle diyor.
Diyor ki: Dünyanın sonunu gör.
Her zaman.
Her an.
Her yerde.
Çok ötelere uzanıyor.
Bu daha iyi.
Diyor.
O kadar zor ki.
Öylesine güç ki.
Müthiş zor Jeanine, gitmeliyiz.
Peki, keselim.
- Sorun değil.
- Daha iyi.
- Benim adıma Denise'e teşekkür
et.
- Ederim, hoşçakalın.
Hazır Bay Godard burada bizimle
birlikteyken, eğer bize - Bir şeyler söyler miydin?
- Hayır, teşekkürler.
Duras'ın buraya gelmeyeceğini
biliyorum.
- Duras burada mı yani?
Nerede?
- Yandaki sınıfta.
Onu almaya geldim.
Çağırsana o zaman!
Marguerite!
- Gidip bir bakacağım.
- Marguerite!
Orada mı?
Evet, orada.
Hareket etmiyor.
Bunun olabileceği konusunda Denise
seni uyarmadı mı?
Hayır, uyarmadı.
Tamam o zaman, bir şeyler
söyleyeceğim Notlarına bakabilir miyim lütfen?
Sağol.
Evet, başlıyorum.
"Bir meşgalem olsun diye
film çekiyorum.
" "Dayanma gücüm olsaydı, hiçbir şey yapmazdım.
" "Hiçbir şey yapmadan oturmaya dayanamadığım için film
çekiyorum.
" "Başka bir nedeni yok işte.
" "İşimle ilgili söyleyebileceğim en dürüstçe şey budur.
" Bu benim için de geçerli.
Duras'a gelince Ne zaman bir
kamyonun geçtiğini görürseniz
onu, bir kadının sözü geçiyormuş
gibi algılayın.
Ama ortaya çıkıp, gelmeyeceğini
söyleyemez miydi?
Yazmak, adeta göz önünden
kaybolmak gibidir.
Bir şeyin arkasında bulunmaktır.
Ama bazı fiziksel belirtiler bu
konuda kuşku verici bir şey
olduğu yönünde beni
bilinçlendirdi.
Adeta ahlaksızca bir şey.
Daha sonraları bundan söz edince
Midem bulandı.
Sessizlik bir metnin çevresini kuşatıyor-
bir metnin okunuşu.
Söylenen söz, ağızdan çıkan söz bunu
yaratıyor.
Kadınların kendilerine ait yerleri
varsa
ki ben böyle bir yerin varlığından
emin değilim
Bir kadının yeri bence çocukluk
çağıyla doludur.
En azından.
Bir erkeğin yerininkinden daha
çok.
Erkekler kadınlardan daha
çocuksudur ama daha az çocukluk çağına sahiptirler.
- Bana yardım edecek misin?
- Edeceğim.
Beni uzun süre sevecek misin?
Düşündüğünden de uzun.
- Duras nerede öyleyse?
- Burada yok.
Nerede?
Nerede?
Onu havaalanına götürdüm.
Saat beşte gitti.
Sana inanmıyorum!
Sana inanmıyorum!
Daha erken gitmek istedi.
Doğru değil mi, Cécile?
Bilmiyorum.
Yayın müdürüne ne diyeceğim peki?
Gerçeği.
- Hangi gerçeği?
- Senin ayrılacağını.
Kimin programı bu?
Benim mi, senin mi?
Söylesene, orospu çocuğu!
- Dinle, Denise.
- Söylesene, lanet olası seni?
- Hey, nazik ol.
- Hayır, nezaket bitti.
Bir daha asla.
- Söyleyecek misin?
- Evet.
Senin şovun.
Öyleyse sen kimsin ki benim
adıma karar veriyorsun?
Bilmiyorum.
Söyle!
Haydi, söyle!
Ama bu hiçbir şeyi değiştirmedi.
Ne istersen yapabilirsin, ne
istersen.
Bu hiçbir şeyi değiştirmez deme
sakın.
Kendi başıma düşünebilirim!
Neden hep benim yerime düşünmek
zorundasın ki?
Televizyon işini bırakacaksam, bunu
kendim yapacağım!
Sen televizyonun yerini
almayacaksın!
Seyircin değilim, şu aptal kızın
gibi.
Bir de başıma erken ödeme belası
çıktı!
Senin yüzünden!
- Senin aptal baban yüzünden.
- Canın cehenneme!
Düşündüğünden de uzun süre!
"Son 200 yılda,
karatavuklar ormanları terk edip, kent kuşları haline geldiler.
"
"Önce 18.
yüzyılda İngiltere'de "
" sonra Paris'te ve Ruhr'da.
"
"19.
yüzyıl boyunca, Avrupa'daki tüm
kentleri istila ettiler.
"
"1900'lerde Viyana'ya ve
Prag'a yerleştiler.
"
"Sonra Budapeşte, Belgrad
ve İstanbul'a yönelerek doğuya gittiler.
" - Sonra ne yaptılar?
- O başka bir paragrafta.
Bakabilir miyim?
"Bu gezegen açısından "
" insanlığın dünyasının
karatavuklar tarafından işgali, Güney Amerika'nın "
" fethinden ya da
Yahudilerin Filistin'e dönüşünden çok daha önemlidir.
"
"Balıklar, kuşlar, insanlar
ve bitkiler gibi türler arasındaki "
" ilişki değişimi, aynı tür
gruplarının kendi aralarındaki "
" ilişki değişimlerinden
çok daha yüksek düzeyde bir değişikliktir.
"
"Bohemya, Keltler ve
Slavlar tarafından işgal edilmiş olabilir "
" Besarabya da, Ruslar ve
Romenler tarafından.
"
"Dünyanın umurunda bile
olmaz.
"
"Ama bir karatavuk, doğaya
ihanet edip, insanı yapay dünyasında izlemeye "
" kalkıyorsa, işte bu,
gezegenin düzenini değiştiren bir olgudur.
" Bir sonuca bağlamam gerekiyor.
- "Olgudur"dan sonra
mı?
- Evet.
- Bir fikrin var mı?
- Yok.
- Ya senin, Paulette?
- Yok.
Bu aralar pek fikir sahibi
değilim.
Herkes düşünmekten korkuyor.
"Tarihin son iki yüzyıllık
süresi içinde " " karatavuk, insanın kentlerini istila ederken "
Telefon etmem gerekiyor.
Ayda bir kez olsun, birbirimizle
konuşacak bir şeyimiz yok.
Doğru.
Çekimi verir misin lütfen?
İşte.
Hani benim doğum günü armağanım?
Sen de mi?
Kaç yaşındasın, Cécile?
- Soru sorduğumda yanıt ver.
- Çok can sıkıcısın, baba.
Kancık neden yanıt vermiyor?
- Senin neyin var, Paul?
- Hiçbir şey.
Ne olduğunu ben biliyorum.
Kaç yaşında olduğunu sordum,
hepsi bu.
Kız arkadaşından fırça yedi, acısını
bizden çıkartmak istiyor.
Yine Denise.
Hala sürüyor mu?
Yazdan beri bitirdiğinizi
sanıyordum.
Hala senin süper lüks dairende
mi kalıyor?
Kararsızım.
Ayrılmak istiyorum.
"Geri dönersem daire hazır
olsun.
" Yalnız bu düşünceyle beni istediğini sanıyorum.
Nereye gidiyor ki?
Bilmiyorum.
Olabildiğince uzağa.
En azından çekip gidecek
cesareti var.
- Hala arayış içinde.
- Ben de öyle.
Pek sayılmaz.
Pek sayılmaz, Paul.
Bak söylüyorum: Yalnız başına ve
üzgün ayrılacak, tıpkı benim gibi.
Çünkü ben, aslında ayrılmak
istememiştim.
Hani hediye?
İşte.
Üstündekini çıkar, bunu giy.
Pisliğin tekisin, Paul.
Neden?
Onun memelerini görmek istiyorum
diye mi?
Sen ya sapıksın, ya da aşağılık
herifin tekisin!
Sapık değil tükenmiş.
"Tükenmiş" ne
demektir, Cécile'e sor.
Matematiği kuvvetlidir.
Gelecek ay görüşürüz, şimdilik
hoşçakalın.
Beklediğin için teşekkür ederim.
- Bir sandviç lütfen.
- Peki hanımefendi.
Seni evine bırakamam.
Arabam yok.
Beni merak etme sen.
Daire için ilan verdin mi
gerçekten?
Bu büyük bir haksızlık.
Bana zaman tanısan olmaz mı?
Ben de şehirde yaşamaktan memnun
değilim.
Eskiden sana inanırdım ama artık
inanmıyorum.
Nyons gibi küçük bir şehir bile
beni bezdirdi.
Daireyi tutmanı ben istemiştim.
Huzura ve sessizliğe ihtiyacın
olduğunu söylemiştin, yeni projelerin vardı.
- Hala var.
Bir şey değişmedi ki.
- Hayır Kalsaydım da aynı.
Sen koruyucu bir melek
istiyorsun.
Öyle olmaktan da bıktım artık.
Ne melek, ne canavar, ne de
tanrı.
Bir bisiklet alıp, dağa çıkmakla
yaşantını değiştiremezsin.
Bu seni ilgilendirmez.
Evet ama, gözlerim görüyor ve her
şeyin farkındayım.
"Aşk işten, birlikte
yapılan jestlerden serpilip büyümeli " " yalnızca gecelerden
değil" demiştin.
"Geceler, gündüzlerden
yeşermeli" demiştin.
Benden kaynaklanmıyor.
İnsanlar böyle.
İkimiz de kabul ettik ki, sevgi
emeksiz yaşayamıyor.
Yalnızca ihtiras patlamaları, sürüp
giden bir şey değil.
Sürüp gittiği zaman çok zor.
Ben tanımlamak değil, uygulamak
isterim.
Tanımlama işini sana bırakıyorum.
Bugün, hayvanları beslemeyi
öğrendim.
Sırtında deliği olan bir buzağı
vardı.
Yediği her şey delikten
dökülüyordu.
Bana göre, insanlar böyle.
Yani?
Sözler, ağızlarındaki delikten dışarı
dökülüyor.
Nereden telefon ediyordun?
Annemin evinden.
Cécile'i dışarı çıkarmam
gerektiğini sana söylemiştim.
Doğum günü ya.
Ona ne aldın?
Hiçbir şey.
Futbol eğitimini ben
karşılıyorum.
Sana benziyor.
Futbol oynamak istediğini
söylüyor, ama yalnızca lafta.
Benimle ne ilgisi var?
Sen ve şu bisikletin.
Bir marifet sanıyorsun, ama
aslında hikaye.
- Okuyabilir miyim?
- "Akıbetim ne olacak?
"
"Cennete gidecek miyim?
"
Sözler, bellekte tutulan kaygıyı
ifade eder.
"Lütfen söyleyin, Peder.
"
"Seni severim,
evladım", der rahip.
"Ama pat diye söyleyemem.
"
"Cumartesi yine gel.
"
Adam saniyeleri sayar.
Cumartesi olur, koşa koşa gelir:
"Ee, Peder?
"
Rahip der ki: "Sana iki
haberim var.
"
"Biri iyi, biri kötü.
"
"İyi haber, Cennet'te yerin
hazır.
Oraya gideceksin.
"
Adam zevkten dört köşedir.
"Peki kötü haber ne?
"
"Kötü haber şu ki, oraya bu
Çarşamba gideceksin.
" Olur bu tür şeyler.
Bu müzik de ne?
- Ben gidiyorum.
- Ben de seninle geliyorum.
Hayır.
Cumartesi ara beni.
- Seninle geliyorum.
- Hayır!
Yetti artık lanet olsun!
- Canın film izlemek istiyor mu?
- Ses yok!
Ses yok, ses!
Kepazelik bu!
Sesi kestiler.
Rezalet bu!
Beni duydunuz mu, hanımefendi?
Hiç ses yok!
- Makinist nerede?
- Makinist yok ki.
- Şaka yapıyorsunuz!
- Yıllardır bir tane bile yok!
Ne demek ya?
Benimle dalga mı geçiyorsunuz?
Hiç komik değil!
Kepazelik!
Sinemaya girmek istiyor musun?
Pek değil.
Sinemaya gidecek miyiz, gitmeyecek
miyiz?
Olur.
Külotumu çıkardım ki, karanlıkta
elleyebilesin.
- Haber bülteni de verecekler mi?
- Büyük olasılıkla.
Külotunu giy öyleyse.
- Sıkıntın ne?
- Canım yalnızca film izlemek
istiyor.
Sokaklarda beni s*kmeye can atan
yüzlerce erkek dolaşıyor!
Hiç durma o zaman.
Ben eve gidiyorum.
İnsanı hasta ediyorsun!
Aramızda anlamlı bir ilişki
yaratmaya çalışıyorum, görmüyor musun?
Balyozla bir şey yaratamazsın.
Ee, sinemaya gidecek miyiz, gitmeyecek
miyiz?
Tamam.
Kendini bu kadar zorlama Numara
yapma.
Kadın gözlerini kapatmıştı.
Uzun bir ilişki olacaktı.
Ama boşver.
Süreyi, gününü planlamak için
kullanabilir.
Önce odasını toplayacak- Dört
dörtlük.
Çarşaflar.
Gazeteler dergiler, hatta aynalar
ve çatal bıçak, gümüşler.
Sonra, perde kordonlarını
değiştirecek.
Pencereleri de temizleyecek.
Sonra geri kalan işler ki herkes
ona muhtaç olduğunu anlasın.
Muslukçuyu çağırmalı.
Muslukçu bugün gelmeli.
Yoksa kimse işin içinden çıkamaz.
3.
TİCARET
Birisi feci bir ölümle burun
buruna gelebilir.
Tamam mı?
Tamam.
İyi uyudun mu?
Pek sayılmaz, bir sürü rüya
gördüm.
Rüyalar hep berbattır.
İnsan, rüyasında bile derdine
derman arar durur.
- Günün birinde görüşürüz.
- Hoşçakal.
Kaltak!
Pislik!
Kendi kendini pazarlıyorsun ha!
Bağımsız olabileceğini mi
sanıyorsun?
Evet.
Kimse bağımsız değildir.
- Benden sonra tekrarla!
- Kimse bağımsız değildir.
Ne fahişe, ne de daktilograf.
- Tekrarla!
- Ne daktilograf, ne de fahişe.
Ne ev kadını, ne düşes, ne de
hizmetçi.
Ne hizmetçi, ne düşes, ne de ev
kadını.
- Ne tenis şampiyonu.
- Ne tenis şampiyonu.
Ne kız öğrenci.
Ne kız öğrenci.
Ne de köylü.
- Ne de köylü.
- Bu kadar yeter.
Yalnızca bankalar bağımsızdır.
Ama bankalar katildir.
Gel bakalım.
Korkma.
Bu daha ilk uyarımız.
Biz katil değiliz.
Bütün paranı değil, yalnızca
yarısını istiyoruz.
Tamam mı?
Tamam mı?
Beni görmedi.
Yukarıya mı çıkıyor?
Evet, sorun olmaz merak etme.
Isabelle'in arkadaşı mısın?
Isabelle'in arkadaşı yoktur
bence.
Ne iş yaparsın?
Gazeteciyim, resim çizerim.
Bir çizgi roman üzerinde
çalışıyorum.
Ne işin var burada?
Héléne!
Yıkama sırası bende değil.
Peki, tamam.
Ee, neden geldin?
Sana bir şey sormak istedim.
Önce bir telefon etmem gerek.
Kız kardeşin, tam bir baş belası.
Şimdi bunun üzerinde çalışıyorum.
Alo, Stücky Emlak mı?
Dört odalı daire ilanı için
arıyorum.
Peki Bu kötü oldu.
Yine de teşekkürler.
Hoşçakalın.
Bu müzik nedir?
Ee, ne istiyorsun?
Biraz paraya ihtiyacım var.
Ne kadar?
Bilmiyorum yirmi ya da otuz bin.
Ne için?
Delirdin mi?
Bazı arkadaşlarla birlikte bir
tekne yaptırıyoruz.
Denize açılmak istedik.
Antiller'e.
Ama paramız yetmedi.
Deniz yolculuğuna hala ihtiyacımız
var.
Bir kuyumcuyu soymaya kalktık, ama
tam bir fiyaskoydu.
Hepsi hapsi boyladı.
Onlara yardım etmeliyim.
Hala, Jacques ile birlikte misin?
Hayır, bunlar tanımadığın
kişiler.
30 bin Frank mı?
20 bin yeter.
Bende yok.
Her neyse, ben buralardan
gidiyorum.
Burası çok berbat.
Nereye gidiyorsun?
Köye Şu an bilmiyorum.
Neyse işte, bende para yok.
Bir sigara versene.
Senden para istemiyorum.
Ne o zaman?
Ne istediğini anlamadım.
Senin gibi fahişelik yapmak
istiyorum.
Sana danışmak istedim.
Yalnızca bir, ya da iki
haftalığına.
Hepsi o kadar.
İki kere yedi, dörtle çarp, böl
ikiye
İki hafta yetmez.
Bir ay çalışmalısın, iki hafta
değil.
Gerekirse, elbette.
Ne yapman gerektiğinin farkında
mısın peki?
Evet.
- Memelerinin büyüklüğü ne kadar?
- Şöyle böyle.
Göstersene.
Oranda çok kıl var mı?
Şöyle böyle.
Ne yapman gerektiğini biliyor
musun?
Oral seks.
Daha önce yaptın mı?
Jacques ile, ama pek sayılmaz.
Spermi yutmak zorunda mısın, yoksa
numara mı yalnızca?
Yutsan daha iyi.
Tadı nasıl?
Al, kendin bak.
Bir herifin kıçını yaladın mı
hiç?
Hayır.
Yalamak zorunda kalabilirsin.
Her istedikleri şeye evet deme.
İstedikleri şey, seni aşağılamak.
İkiye bölmekten söz ettin.
Neden?
Yarısı bana.
- Öyle mi?
- Evet.
Anlaştık.
Odamda konuşalım.
Telefonla görüşmem gerekiyor.
Sen neden kız kardeşim gibi
değilsin?
Ya sen?
Mutlu musun?
Hayır, sorunlarım var.
Ama ciddi şeyler değil.
Tutup da roman yazabileceğin
şeyler değil.
Birisinden duymuştum, şöyle
demişti: "mutluluk bir roman konusu olamaz".
Ben mutluymuşum demek ki!
Annen, baban nasıl?
Yine taşındılar.
Grenoble'e döndüler.
Grenoble'e mi döndüler?
İkisi de cesurmuş.
Ben gittikten sonra yapsan olmaz
mı?
Hayır, o fiyata olmaz.
Rocheteau ve Barberies'i satmamalıydın.
Hayır hayır, kaygılanmıyorum.
Ajax'ın elemanları birazdan
gelirler.
İmzalamaya hazırlar.
Bilmiyorum 45 dakika.
İyi, bir yolunu bul.
- Beni Claudia gönderdi.
- Peki, eşyalarını şuraya koy.
- Ücreti biliyor musunuz?
- Sorun değil.
Tamam mı?
- Evet, teşekkürler.
- Teşekkür ederim, bayım.
- İzin verir misin?
- Elbette.
Alo?
Evet, ben Person.
Ayakkabılarını çıkar.
Bir dakika.
Buraya gel.
Pantolonunu çıkar.
Hayır hayır, karım bir şey sordu
da.
Evet evet, kadın milleti işte!
Hayır, 160 dedim.
Doğru, 160.
Ne?
130 mu?
Kesinlikle olmaz.
Yaklaş iyice.
- Pencereye doğru eğil.
- Peki.
- Peki bayım.
- Peki bayım.
Ne?
120 mi?
Olmaz, 145.
O gün arabaya binip plaja gittik.
- Peki bayım.
- Peki bayım.
- Hafta içi.
İn cin top oynuyor.
- Hayır, 140.
Baharın sonları.
Kıyıda çer çöp toplayan
berduşlar, üstleri başları perişan, uyuyorlardı.
- Kumsalın yakınında.
Çimlerin üzerinde.
- Hayır, 138.
Ötekiler taş bankların üzerinde
oturuyordu.
Bir şişe boktan içkiyi
paylaşarak.
Martılar havada çılgınca dönüp duruyordu.
Sersem sersem.
Yetmişi devirmiş ihtiyar
kadınlar banklarda oturuyordu
125 mi?
asırlar önce kocalarından miras kalmış
ve ahmakça işletilmiş malları
- Benim de masraflarım var!
- satmaktan söz ediyorlardı.
Hayır, 120'den aşağı inemem, inan
bana.
Kısacası.
Havaya huzur hakimdi.
Ve biraz yürüdük.
Sessizce, çimlerin üzerine
uzandık.
Tek kelimeyle harikaydı.
Birlikte olmak.
Sandviç satın aldım.
Cips ve bira da.
Kumların üzerinde yedik.
Hayır hayır, 120 olmaz.
Hayır, bu olanaksız.
Genel giderlerim var.
Senin de mi?
Hiç kuşkusuz.
Sonra Cass'e sarıldım, bir saat
kadar uyuduk.
Sevişmekten bile daha iyiydi.
Cinsel arzu kaygısı çekmeden uykuda
gezinmek.
Arabayla geri döndük, yemek
pişirdim.
Sonra, Bayan Cass'a
"benimle birlikte yaşar mısın?
" diye sordum.
Duraksadı.
Bana bakıp, "hayır"
dedi.
100.
Hayat işte.
Sen bunu bir daha düşün.
Evet, Bay Person diye ara.
20-15-51, oda numarası 510.
Hey mübarek!
Kıçını bütün şehre gösteriyor.
- Manzara hoşunuza gidiyor mu?
- Kes sesini.
Özür dilerim, bayım.
Bu kadar yeter, giyinebilirsin.
- Adınız gerçekten Bay Person mu?
- Evet, neden?
Bilmem.
Pek rastlanmayan bir ad.
Bir kişiye, Person (kişi) diye
seslenmek anormal mi?
Bak, kendimi dağladım.
Person'un P'si.
Sporda, fanatik bir taraftar
mısınız?
Ben buna fanatiklik demem.
- Şimdi ne yapayım?
- Bir düşüneyim.
Peki, bir bakalım.
Her şeyi yapar mısın gerçekten?
- Evet, canımı yakmadığı sürece.
- Asla canını yakmam.
- Adın ne?
- Isabelle.
Isabelle, koridora çık.
Otuz saniye sonra içeri gel,
olur mu?
Sözde, sen bizim kızımızmışsın.
İngiltere'den dönmüşsün.
Biz şehirde yaşıyormuşuz.
Otele, bizi ziyarete gelmişsin.
Diyeceksin ki: "Selam, baba.
"
Sonra, güya anneni öpeceksin.
- Annem mi?
- Evet, anneni!
Haydi, çık dışarı!
Çabuk ol!
Nasıl isterseniz.
- Isabelle?
- Evet.
Beni hatırladın mı?
- Pek sayılmaz.
- Marie-Luce.
- Evet hatırladım, merhaba.
- Merhaba.
- İlkokulu birlikte okumuştuk.
- Evet, hatırladım.
- Burada ne yapıyorsun?
- Bir arkadaşımı bekliyorum.
Ne iş yapıyorsun?
- Pek bir iş yapıyorum denemez.
- Öyle mi?
Peki çalışıyor musun?
- Şu anda çalışmıyorum.
- Öyle mi?
- Bak, çalışmak ister misin?
- Evet.
İş bulabilirim.
Eleman arayan kişilerle iş
yapıyorum.
- Olur tabii, ilgilenirim.
- Öyle mi?
Teşekkürler.
İşin onbeş dakikada biter mi?
Hayır, bir saat kadar meşgulüm.
Peki, bir saat sonra diyelim.
Rue du Nord, 15 numara.
Tamam mı?
- Tamam öyleyse.
- Numara 15, Kuzey Yolu.
- Teşekkürler.
Hoşçakal.
- Hoşçakal.
Bak!
Bu Isabelle!
- Ne büyük bir sürpriz!
- Selam, anne.
Büyümüş ha?
Bak, artık memeleri de var.
Annene memelerini göster.
Ne göt var ama!
Onu da göster.
Şimdi de sen kızına götünü
göster.
Seninkinden daha büyük, ha?
Annesi, kızına kıllarını göster.
İşte böyle!
Kızımızın şu güzel kıllarına bak!
Güzel, minik kızıl kıllar
Sonbaharın rengi gibi.
Haydi Isabelle, annenden oranı
öpmesini iste.
Anne, oramı öp.
Haydi.
Tamam, bu kadar yeter.
Mutlu oldun mu?
İstediğin bu muydu?
Hayır, ben başka bir şey
istemiştim.
İşleri hep berbat edip
duruyorsun.
- Sen zavallısın.
- Bu doğru değil.
Bu taraftan.
İşte kendisi burada.
Selam.
- Senin maceradan hoşlandığını
söyledi.
- Çok hoşlanmam.
- Yolculuk etmen gerekecek.
- Nereye?
Bunu bu gece konuşabilir miyiz?
Bu gece çalışıyorum.
Kaygılanman yersiz.
Ayda bir kez, sana postayla bilet
yollanacak.
Gidip döneceksin.
Nereye gideceğim?
Duruma bağlı.
Karakas, Beyrut, New York, hatta
Paris.
- Peki ne yapacağım?
- Hiç.
Yolculuk edeceksin, o kadar.
Bir otele gidersin, birkaç gün
kalıp dönersin.
Bir şey yapmalıyım.
Arkadaşın kalın kafalı.
Dedik ya, hiçbir şey
yapmayacaksın.
Gidişte de, gelişte de beşer bin
Dolar alacaksın.
Ne zaman başlayacağım?
Onunda ya da onbeşinde.
- Selam, beni Claudia gönderdi.
- Mantonu oraya koy.
Otur.
Ufaklıkla oyna biraz.
Nasıl bir kız?
Güzel kız.
Götü nasıl?
- Soyunayım mı?
- Yalnızca sana söyleneni yap.
Pantolonunu çıkar.
- Önce bir telefon etmem gerek.
- Külotunu da çıkar.
Kıpırdama.
Yarına kadar.
- Ee, götü nasıl?
- Sıradan.
- Sen de çıkar pantolonunu.
- Peki patron.
Hanımefendi, Kanada, Montreal'le
görüşmek istiyorum lütfen.
Alan kodu 74.
879 43-49 Oda numarası 522,
teşekkür ederim.
Kıza adını sor.
Adın ne?
Marilyn.
Tokat mı istiyor?
Nicole.
- Nicole ne?
- Weber.
Memelerin çok büyük değil.
Söyle.
Ne?
Memelerinin büyük olmadığını
söyle.
Memelerim büyük değil.
Yüksek sesle.
Memelerim büyük değil.
İyi.
Şimdi işimize bakalım, Bayan
Weber.
Buraya gel.
Diz çök.
İşini yap.
Masanın altına gir.
Ne yapacağım?
Aletini emeceksin.
Bu günlerde her şeyi tek tek
dikte ettirmen gerekiyor!
Öteki kızı getir.
Peki patron.
Daha iyi yapabilirsin, şişko
fahişe!
Apışlarımı yala.
Yavaş yavaş.
İşte böyle.
- Taşaklarımı em.
- İşte.
Örneğin
idollerinin kimler olduğunu Louis'e
sorabilirsin.
- İdollerin kim, Louis?
- Yine yala apışlarımı.
Bakalım Al Capone.
Guevara.
Malcolm X
- Gandi.
Robinson.
- Devam et!
Mamma Barker.
Castro
Van Gogh.
Sartre.
Bob Dylan.
Görüyorsun ya, kendini kaybetmişlerle
özdeşleştiriyor.
Şu manevi saçmalığın tongasına
düşmüş durumda.
- İşte onları böyle perişan
edeceğiz!
- Sen, buraya gel.
Hepsi aldatmaca.
Kahraman falan yoktur!
Yalan dolan.
Kazanan yoktur.
Hepsi saçmalık.
Aziz kimse yoktur.
Dahi kimse yoktur.
Üçkağıtlar ve peri masalları
yalnızca.
Bu oyunu sürdürmek için.
Yaklaş, korkma.
- Telefon etmek isteyen sen
miydin?
- Evet.
Et o zaman.
- İşemek de istiyor musun?
- Şu anda değil.
Haydi, ara.
Önce sıfırı çevir.
Thierry!
- Kızın götüne sok!
- Hangisinin patron?
Masanın altındakinin.
Thierry her içeri itişinde, sen
de emeceksin.
Tamam mı?
- Alo?
- Düzenli ve güzel güzel.
Bu kadar geç aradığım için özür
dilerim.
İlan için arıyorum.
- Görüşmen bitmedi mi daha?
- Daireyle ilgili
İyi, Cumartesi öyleyse.
Hoşçakalın.
Herkes tutunmaya çalışıyor
Ve turnayı gözünden vurmaya.
Gerisi boktan ibaret.
Tamam.
Kaybedenler konusunda seninle
aynı fikirdeyim.
Ama, Castro son fotoğrafında çok
şişman görünüyordu.
Ne var?
Castro ayakta kalıyor, çünkü Amerika
ile Rusya onu ortada tutuyor.
Ya cidden baltayı taşa vurursa?
O zaman ne yapabilir?
Kahire'deki ucuz bir orospunun parasını
bile ödeyemez.
"İkinizin de canı cehenneme!
"
"Kimi beğeniyorsam
beğeniyorum.
" Dedi Louis.
Evet.
Ne yapmamı istiyorsunuz?
- Rujun var mı?
- Evet.
Thierry, git ruju getir.
Rujum yanımda.
Evet Nicole, sen şimdi
Sırtüstü uzan.
Thierry, sen
Şeyini kızın ağzına sok.
- Senin adın ne?
- Isabelle.
Isabelle.
Sen gel burada dikil.
Böyle iyi.
Dur.
- Yaklaş.
- Kızın götünü yalayayım mı?
- Yala dedim mi?
- Affedersin patron.
Orta Çağ'da kadınlar neydi?
Bilmiyorum.
- Sen?
- Bilmiyorum.
Ya sen?
Ya sen?
Cadıydılar.
Başka, başka?
Şeytanın tuzakları, cehennemin
narıydılar.
Orospu bunu nereden öğrenmiş?
Nereden öğrendin bunu?
- Radyoda duymuştum.
- İyi.
Thierry senin götünü
yaladığında, sen bana ruj süreceksin.
Sen, Thierry O kız seni
emdiğinde, sen de bu kızın götünü yalayacaksın.
Ve sen Ayağımla memelerine dokunduğumda,
onunkini emeceksin.
Deneyelim bakalım.
Görüntü tamam, şimdi sesi
ekleyelim.
Ayakkabımla memelerine dokunduğum
zaman "Ay" diyeceksin, sonra onun penisini emeceksin.
Başla.
Sen, Thierry Kız emerken,
"oh" diyeceksin Sonra da o kızın götünü yalayacaksın.
Başlıyoruz.
Ve sen
Thierry senin götünü
yaladığında, "hey!
" diyeceksin.
Tıpkı metroda kıçına parmak
yemişsin gibi.
Dene bakalım, Thierry.
Sonra bana biraz ruj süreceksin
Yalnız bir kez.
Gülümsersem, beni öp.
Başlıyoruz.
Şu fildişi rengi surata
bakıyordum.
O suratta kasvetli bir
gurur ifadesi gördüm.
Vahşi bir otorite.
Aşağılık bir terör.
Umutsuzluk da.
Uçsuz bucaksız bir umutsuzluk.
Şifa bulmaz.
- Ekmek fırınına gidiyorum.
- Tamam.
Daireye bakacağım, bir saat
sonra görüşürüz.
"Yüz Adet Kendin-Yap
Fikri" Bir fikrim var.
- Fikrin mi var?
- Evet.
Ne yapıyorsun?
- Burada ne arıyorsun?
- Daire için telefon etmiştim.
Evet.
Neler oluyor?
Morartmadan birbirimize dokunamıyoruz
anlaşılan.
Çatlaksınız siz.
Sanki bir yerleri acıyor gibi!
Kalın kafalı, duygusuzun teki.
Bir bankacının kızı.
Sizi baş başa bırakayım.
4.
MÜZİK Her zaman aşırı
duygusalımdır.
Bir yerde içimi boşaltmam
gerekir.
Ben de öyleyim.
Kabak da sevgilinin başına
patlar.
Elbette, tam da elinin
altındadır ya.
Hayır, teşekkürler.
Aynı işi sürdürecek misin burada?
Kısa bir süre.
Bakarım artık.
Başka bir iş teklifi aldım.
"Unutma ki, havuç titrer
bıçağı gördüğünde " " marul çığlık atar koparıldığında, lahana ağlar
haşlandığında.
" Angelo Napoli, 15 Ekim 1979.
Nedir bu?
Eski bir erkek arkadaşım.
İtalyan.
O yazmıştı.
Ayrılmanız çok zor oldu mu, adı
neydi, Paul?
Evet.
Daireyi elinde tutmasını
istemiştim.
Aslına bakarsan, hayır.
Bu, beni rahatsız ederdi.
- Kendisi hala orada.
- Olamaz.
Evet.
Onu dün gördüm.
Sen gidip onunla konuşana dek, iki
gün daha orada bekleyeceğini söyledi.
- Bunu bana söylemeni o
istemiştir.
- Ben de söyledim.
Projen bu mu kitap mı?
Hayır, ama projemin bir parçası
olabilir.
"Her zaman bir yerlere
varırsın.
32 yaşıma hiç basamayacağımı
sanırdım.
" - 32 yaşında mısın?
- Evet.
Ya bu?
"Kristal ve duman, ölümün
iki yüzü.
" Bir İngiliz romanından.
Başlığını hatırlamıyorum, ama
beni etkilemişti.
Pişman olmak yok öyleyse, her
şey bende mi kalacak?
Evet.
Telefon faturası geldiğinde bana
yollarsın.
Gerçekten minnettarım.
Çok büyük yardımın dokundu.
- Daha çok da kendime.
- Hayır, bana.
- Hoşçakal.
- Hoşçakal.
Mutlu musun?
Evet.
Çok iyiydin.
- Radyoyu mu açtın?
- Evet.
İlgini çekiyor mu?
Evet, fizikle ilgileniyorum.
Fiziksel olanla da.
- Radyoyu kapatmamın sakıncası
var mı?
- Hayır.
Şunu demek istemiştim Doğru.
Ama acıklı değil.
- Şu fotoğraftaki sen misin?
- Evet.
Ya öteki?
Benden önce buradaydı, Cola'yı
sevdiğim için atmadım.
İyi günler, video stüdyosundaki Yvette'le
konuşabilir miyim?
İki gündür aylak aylak
dolaşıyorum.
Evet, Denise yüzünden.
Biraz moralim bozuktu.
Hayır, şimdi iyiyim.
Bitirdin mi?
Buraya koy.
Bugün günlerden ne?
Çarşamba mı?
İyi günler Bay Godard, kalıyor
musunuz, gidiyor musunuz?
Bir altı ay daha kalabilir miyim?
- Elbette.
- Teşekkür ederim.
Gıcır gıcır araba.
Bunun dikiz aynasına ne yaptınız?
- Nereye gidiyorsunuz?
- Cécile için alışverişe.
Perşembe akşamı için özür
dilerim.
Daha sık görüşemez miyiz?
Haftada bir gibi?
Ee?
Bir düşüneyim.
Hoşçakal.
- Onu tanıyorum galiba!
- Boşver.
Gidelim buradan.
Dur.
Dur.
Ne budalaca, düşünmeye başladım.
Ölmüyorum.
Hayatım gözlerimin önünden akıp
gitmedi.
Bir şey hissetmediğime göre Ölmüyorum.
Ne bakıyorsun?
Bizimle ilgisi yok.
Haydi Cécile, gidiyoruz.
Altyazı Çevirisi Bülent ATUK Ankara
- 11.
Nisan.
2010||
la. chinoise.1967
12992||5767033||"Fransız işçi sınıfı siyasi anlamda birlik
sağlayıp maaşlarda yüzde 12'lik zam istemek için barikatların arkasına geçmez.
Oluşum Halinde Bir Film Yakın
gelecekte Avrupa'da, işçi kitlelerinin yaşamsal çıkarlarını savunmak üzere
genel devrimci greve ya da silahlı ayaklanmaya kalkışacağı bu denli büyük bir
kapitalizm krizi yaşanmayacaktır.
Öte yandan, burjuvazi de
savaşmadan, kitlelerin devrimci eylemleri yüzünden savaşmak zorunda kalmadan iktidarı
elden bırakmayacaktır.
Bu durumda, sosyalist bir
stratejinin başlıca sorunu, bundan böyle kitlesel devrimci eylemi mümkün kılan burjuvaziyle
güç savaşına girilip kazanılabilecek nesnel ve öznel koşulların yaratılmasıdır.
" LER - Kelime nedir?
- Kelime suskun kalandır.
- Ya sen?
- Ben mi?
Evet, sen.
Birbirimizin gözünde ikimiz.
- Ben.
- Hayır, sen Bizi boş anımızda
yakalayabilecek o unutulmaz ötekini evcilleştirmeye çalışan biri olarak sen.
Yani ben kendim?
Evet, bahanelerin, reddedişlerin
beni.
Ya biz neyiz?
Biz başkalarının söylemiyiz.
Bulanık fikirlere karşı açık ve
net görüntüler sunmalıyız - Biliyorlar mı?
- Hayır.
- Ne kadar zaman yoklar?
- Bütün yaz.
- Anne babası ne iş yapıyor?
- Fabrikaları falan var işte,
bilmem.
- Véronique onunla yakın arkadaş
mı?
- Sanmıyorum.
Ne olursa olsun, çok hoş bir
davranış bu.
Devrimci örgütlerde kolektiflik
ilkesine dayanan liberalizm son derecede zararlıdır.
Liberalizm, devrim saflarını sağlam
bir örgütlenmeden ve sıkı bir disiplinden yoksun bırakır.
- Burası Pekin Radyosu.
- Burası Pekin Radyosu.
Geçtiğimiz haziran ve temmuzda Kızıl
Muhafızlar ortaya çıktığında Başkan Mao bunların yaşamsal önemini anında
kavrayıp onları kararlı ve hararetli bir şekilde destekledi.
Gayet kısa bir süre içinde okullarda,
pek çok fabrikada ve ülkenin her yerinde Bunlar büyük kültür devriminin kudretli
ordusu haline geldi.
Emperyalistler Tanrım, neden
terk ettin beni?
Ben yokum da ondan.
- Burası Pekin Radyosu.
- Burası Pekin Radyosu.
Madem bir hücre oluşturduk, bir
adı olması lazım.
- Paul Nizan'ı hatırlıyor musun?
- Evet, "Komplo"cu.
Romanlarından birinin adı "Aden
Arabistan "dı.
- Aden Arabistan Hücresi olsun o
zaman.
- Tamam.
Doğru devrimci çizgiye sahip bir
azınlık artık azınlık değildir.
- Ne olmuş?
- Dövmüşler.
- Kim dövmüş?
- Su getireyim.
Kim dövdü seni?
Kim?
Komandolar.
Canın acıyor mu?
Faşistler mi yaptı bunu?
Hayır, Komünist Parti'dekiler.
- Çabuk söyle, nerede oldu bu?
- Kültür devrimi hakkındaki toplantıda.
Sorbonne'lu Marksist-Leninist öğrencilerin
düzenlediği toplantıda mı?
Evet.
Gördün mü Guillaume, demiştim
sana, iğrenç bunlar.
Düşman saldırısına uğramak iyi
bir şeydir.
Düşmanla aramızdaki ayrımları gayet
net çizdiğimizi kanıtlar.
Oluşum Halinde Bir Film "Bakışlarında
hala korku ve çocukluğun toyluğu vardı yer yer de tevazu.
Ama bir uşağın tevazusu değildi
bu bir arkadaşın ve bir kadının tevazusuydu.
Ağzı büyük ve belirgin hatlıydı,
pek ikna edici değildi, ama sadıktı.
Yumuşak, uysal alnı, sessizliğin
gölgesine boyun eğmeye hazırdı.
Bütün bunlara bakılınca rıza
gösterdiği, belli belirsiz tahmin ediliyordu.
Acı içinde ya da başarıyla değil
ama sanki dağınık şeylerin uzaktan görünüşüne bakılıp da ciddi veya gerçek bir
anlamın yansıyıp yansımadığını bilememek gibi.
" Oyuncu mu?
Anlatması zor.
Evet, ben oyuncuyum.
Bir şey göstereyim, tiyatronun ne
olduğuna dair size bir fikir verir.
Genç Çinli öğrenciler,
Moskova'da Stalin'in mezarı önünde gösteri yaptılar.
Doğal olarak Rus polisleri de onları
bir temiz dövüp benzetti.
Ertesi gün, bunu protesto etmek
için Çinli öğrenciler Çin konsolosluğu önünde toplanıp Life'tan France Soir'a
kadar Batı basınından ne kadar gazeteci varsa hepsine haber verdiler.
Suratı sargılar içinde genç
Çinlilerden biri öne çıkıp bağırmaya başladı.
"Bakın bana ne yaptılar!
Bakın bu adi revizyonistler neler
yaptı bana!
" Batı basınının karasinekleri hemen onun başına üşüşüp sargılarını
teker teker çıkarırken peş peşe flaş çakmaya başladılar.
Yara bere, kesikler veya kanlar
falan içinde bir yüz görmeyi bekliyorlardı.
Onlar fotoğrafını çekedursun,
çocuk sargılarını yavaş yavaş çıkardı.
Sonunda bütün sargılar çıkınca, bir
de baktılar ki yüzünde bir şey yok.
O zaman tabii gazeteciler homurdanmaya
başladı.
"Bu Çinlilerin de hepsi
numaracı.
Şaklaban bunlar.
Ne bu rezalet böyle?
" Ama onlar işin özünü anlamamıştı.
Bunun tiyatro olduğunu
anlamamışlardı.
Gerçekliği yansıtmak anlamında hakiki
tiyatro.
Yani Brecht ya da hatta
Shakespeare gibi bir şey.
KOMÜNİST GENÇLİK BİRLİĞİ Evet,
anne babalarımızdan çok daha farklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin babam savaş sırasında Almanlara
karşı canla başla savaşmış.
Şimdiyse Akdeniz'de bir kulüp
işletiyor.
Hani şu deniz kenarındaki kocaman
tatil köylerinden biri.
İşin feci tarafı adam farkında
değil, ama o tatil köyü aynen toplama kampı mantığıyla yapılmış.
Gerçek anlamda sosyalist tiyatro
mu?
Yok, bilmiyorum.
Bilmiyorum, arayış içindeyim.
Evet, evet.
Mao'nun düşünceleri bana
yardımcı olabilir.
Evet.
Ne olursa olsun, samimiyet ve
şiddet şart.
Bakıyorum da pek eğleniyorsunuz.
Filme alındığım için ya da
etrafımda teknik ekip var diye şaklabanlık yaptığımı zannediyorsunuz.
Ama alakası yok.
Önümde kamera var diye böyle
söylemiyorum.
Gayet samimiyim.
Çin'de yapılan her şeyin bu
kadar müthiş olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet, evet, Çin'de Pekin
Operası'nın kaydettiği büyük ilerleme olağanüstü bence.
Paris veya Leningrad
operalarıyla karşılaştırılırsa, onları çok aştılar.
Ya Avrupa'da, Fransa'da?
Milano'da Strehler çok iyi işler
ortaya koyuyor.
Evet, şey vardı Sahnelediği
Brecht oyunlarından biri üstüne Althusser'ın yazdığı çok güzel bir metin vardır.
Onu kendime mal ettim.
"Arkamı döndüm ve birden, amansızca
üstüme saldırdı o soru.
Sakın az önce sakarca ve
körlemesine telaffuz ettiğim birkaç kelime o büyük dilsiz söyleminin oyuncularını
ve dekorlarını benim içimde ve benimle birlikte arayarak dünya tiyatro
üretiminin işçisi olan bendenizin içinde tamamlanmamış anlamının peşine düşen büyük
ve bilinmedik bir oyunun parçalarından öte bir şey olmasındı?
" İşte bu yüzden konuşuyorum ben.
Evet, bu yüzden konuşuyorum.
- Kes!
Çok iyi.
- "Çinli Kız", 7.
sahne, beşinci çekim.
Haydi bakalım.
Serge'le birlikte Levallois'ya
gideceğim.
Bir öpücük yok mu?
Hani "8,5"u görmeye
gidecektik?
- Hoşça kal.
Çok iğrenç bir şey.
Neden kalmasını her isteyişimde çıkıp
gidiyor böyle?
Çünkü siyaset çıkış noktasıdır
da ondan.
Siyaset, bir devrimci oluşumun
bütün pratik eylemlerinin çıkış noktasıdır.
Anlamadım.
- Sen insanı öldürürsün.
- Anlamadım ki.
Şimdi iyi dinle Yvonne, gayet
basit.
Bir devrimci oluşumun bütün
eylemleri, siyasetinin uygulamaya konmasıdır.
Doğru bir siyaset
uygulamıyorsan, yanlış siyaset uyguluyorsundur.
Bilinçli uygulamıyorsan da körü körüne
uyguluyorsundur.
Mesela o tabakları niye
yıkıyorsun?
- Temiz olsunlar diye.
Tamam işte Yvonne, her şeyi
anlamışsın.
Yani 1967 yılının Fransa'sı da biraz
kirli tabaklar gibi mi?
Evet.
2.
Diyalog: Yvonne Günümüz Fransız
Köylüsü Coran'da bir çiftlikte.
Grenoble'a yakın ufacık bir
köydür.
Yazın sabahın beşinde, kışın da
yedide.
Ocağı yakıp mandıraya giderdim.
Kardeşimi doyurur, sonra
domuzlara bakar, ahırı temizlerdim.
Öğle yemeği, bulaşıklar, çamaşırlar,
sonra sökükleri dikme.
Aslında genelde sökük dikmeye pek
zaman kalmazdı.
Öğleden sonra da yumurtaları
toplamak, akşam yemeği.
Sonra sığırları beslerdim.
Sonra kümesin ışıklarını yakar, ardından
yoğurt yapardım.
Neokapitalist sanayi toplumları kendi
yüzlerine bakamaz.
Ancak gece on bir buçukta huzur
bulurdum.
Onlar karşıtlarına bakarak ruhlarını
ararlar.
Paris'e 1960'ta geldim.
Yok, 1965'te.
Evet, pardon, 1964'te.
Üç yıl temizlikçilik yaptım.
Evet, buradan memnunum, en üst
kat.
Işık alıyor, aydınlık.
Önceden Passy civarında çalışıyordum.
Sonraları da Auteuil civarında.
Kocaman, çok geniş burjuva
dairelerinde.
Bunlar genelde zemin katta olur,
çok da karanlık olurlar.
Yerleri karanlıkta süpürmek zorunda
kalırdım.
Metroya binip gelirdim, metro
zaten karanlık ve kasvetlidir.
Sonra o evlere girerdim.
Hep karanlık, hep kasvet.
Akşam işim bitince de
gerisingeri karanlık metroya dönerdim.
Halbuki burada tartışıyorlar, konuşuyorlar.
Benim için her şey gayet açık.
Ben de inekleri sağarken az
biraz konuşurdum.
Ama genelde yabancılarla.
Köyde kadınlar biraz şaşkın olur.
Evet, fahişelik de yaptım.
Yaklaşık bir yıl.
Stalingrad metrosunun oralarda, çünkü
evim oradaydı.
Sonra da Champs Elysees'de.
Çünkü kazandığım parayla kendime
bir araba almıştım.
Üstü açılabilir bir Fiat 850.
Evet, parasız kalınca yine
yapıyorum bu işi.
Örneğin Henri "Kızıl
Muhafız"larını satamadığı zaman ya da Véronique felsefe dersi veremediği
zaman.
Evet, bu bir çelişki, biliyorum.
Zaten Henri de söylüyor.
Zihinsel hayatın mekanizmaları:
Bir sağ zekamız, bir de sol zekamız mı var?
Ben çelişkilerin halkın
bünyesinde doğru olarak çözümlenmesinin canlı kanıtıymışım.
Doğrusu Ruslara pek güvenim yok.
Salı günü "Katil ABD" diye
bağırdığımızda bize verebildikleri tek cevap "Katil Kızıl Muhafızlar"
demek oldu.
O yüzden artık onlara
güvenmiyorum.
Marksizm-Leninizm mi?
Tanımlayayım mı?
Güneş batarken kıpkırmızı olur, sonra
da ortadan kaybolur ya Benim kalbimde güneş hiç batmaz.
İşte böyle.
"Hırsızlar, dolandırıcılar,
katiller, kundakçılar serseri çeteleri ve kamu düzenini ciddi derecede bozan diğer
kötü unsurlar üstünde diktatörce bir baskı kurmak şarttır.
Bir komünistin dürüst, açık
yürekli, adanmış ve etkin olması devrimin çıkarlarını kendi hayatından çok
gözetmesi ve kişisel çıkarlarını geride tutması gerekir.
Daima ve her yerde doğru
ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmalı her tür hatalı fikir veya hareketle bıkıp
usanmadan mücadele ederek partinin kolektif yapısını pekiştirip kitlelerle
aradaki bağları kurmalıdır.
Bireylerden ziyade partisini ve kitleleri
düşünmeli Ancak o zaman "komünist" adını almayı hak eder.
Bir komünist her konuda kendine
neden diye sormalı adamakıllı sorgulayıp düşünmeli ve her şeyin temelini
gerçeklerden alıp almadığına bakmalıdır.
Bir komünist hiç bir durumda kendini
kusursuz görmemeli küstah ve kendini beğenmiş havalara girmemeli kendini her
şeyiyle iyi, başkalarını her şeyiyle kötü görmemelidir.
" SALI (Henri) Parçacıkların Tuhaf Hikayesi CUMARTESİ (Serge) Sosyalist
Sanat Brest Litovsk'ta Öldü "İnsanlık tarihi zorunluluktan özgürlüğe süreğen
bir devinimdir.
" Kötü Unsurlar: Gerici Tepki Revizyon Polis-Yankiler-TAPON
EJDERLER Peki sen pazartesi ne anlatacaksın Véronique?
Ben mi?
Suç ve siyaset.
Emperyalistler hala Devrimci
öğrencilerin mücadelesi kayda değer bir gelişme gösterdi.
Eğitimli kadroların ve devrimci
öğrencilerin mücadelesi yavaş yavaş işçi ve köylü hareketlerine de ulaşıyor.
Burası Pekin Radyosu.
Yoldaşlar ve dostlar, haber
bültenimizi dinlediniz.
Avrupa Solunun Perspektifleri -
Sizi Omar'la tanıştırayım.
- Yüksek sesle konuş!
Sizi Omar'la tanıştırayım.
Nanterre felsefe çevresinden bir
yoldaş.
Bu kadar yeter!
Yoldaşlar ve dostlar İşlediği
suçlar ve hataların yanı sıra, Stalin'i bütün yanılgılarımızdan, hatalarımızdan
ve hayatın her alanındaki umutsuzluğumuzdan sorumlu tutanlar entelektüel
totalitarizmin sonu gelince - Dogmatizm.
- Evet, öyle de denebilir.
entelektüel dogmatizmin sonu
gelince, Marksist felsefenin olanca bütünlüğü içinde ortaya çıkmadığını görünce
altüst olabilirler.
Ne de olsa, dogmatizmden bile ancak
var olan şeyleri kurtarabiliriz.
Doğrudur, Stalin'in ölümü tam
anlamıyla bir araştırma özgürlüğüne ve hummalı bir coşkuya yol açtı.
Bu coşkuya kapılan kimileri felsefeyi
alelacele özgürleşme duygularının ve özgürlük keyiflerinin ideolojik açıklaması
ilan ettiler.
Stalin'in ölümüyle kazandığımız
şeyler sahip olduklarımızın tam muhasebesini yapma hem varlıklarımızı, hem de yokluklarımızı
adlı adınca anma sorunlarımızı serbestçe düşünüp yüksek sesle dile getirme ve büyük
bir ciddiyetle gerçek araştırmalara girişme hakkıdır.
Stalin'in ölümü sayesinde kuramsal
taşralılığımızdan kısmen çıkıp bizim dışımızda var olmuş ve var olmakta olanları
kabul edip tanıyabildik ve kendi kendimizi dışarıdan, nesnel bir gözle görmeye Marksizm’in
bilgi alanında ve cehalet alanında yerimizi görmeye böylece kendimizi tanımaya başlayabildik.
Eğer Marksist felsefeye biraz
olsun varlık ve kuramsal tutarlılık kazandırmak istiyorsak bugün görevimiz bu
sorunları gün ışığına çıkarıp onlarla yüzleşmektir.
Sorusu olan var mı?
Sosyalist olmayan bir devrim barışçıl
bir şekilde sosyalist devrime dönüşebilir mi?
Belli bazı koşullarda evet ama
olmayan devrim, hiçbir koşulda devrime dönüşemez.
Ne sosyalist devrime, ne de
hatta sosyalizme.
Neresinden bakarsanız bakın sosyalizmin
yolu mutlaka devrimden geçer.
Zaten sorunun arkasında yanlış
bir kavramın olduğu görülüyor.
Doğru fikirler nereden çıkar?
Doğru fikirler nereden gelir?
Gökten düşerler.
Hayır, toplumsal pratikten kaynaklanırlar.
Bir de - Üretim mücadelesinden.
- Evet, sonra bir de Başka?
- Bilimsel deneylerden.
- Evet, daha başka?
Bir de sınıf mücadelesinden.
Bazı sınıflar galip gelir, diğerleri
ortadan kaldırılır.
Tarih bundan ibarettir.
Binlerce yıldır uygarlık tarihi
bunlarla geçmiş.
Peki proletarya diktatörlüğüne
geçince sınıf mücadelesi ortadan kalkacak mı?
Hayır.
29 Mart 1921'de Rusya ulaşım
işçileri kongresindeki konuşmasında Lenin göstermiştir ki proletarya
diktatörlüğüne geçilince sınıf mücadelesi ortadan kalkmaz, sadece başka
kisvelere bürünür.
Bugün Sovyet Rusya'da olduğu
gibi.
Evet.
Büyük revizyonist ikili Brejnev
ve Kosigin'in çarpıtmalarına rağmen bu böyle.
Yanılsamaları bir kenara bırakıp
mücadeleye hazırlanın.
Bu dünya bizim olduğu kadar
sizin de.
Bütün umudumuz size bağlı.
Çalışmak, mücadele etmektir.
Olgularda daima gerçekleri
aramak gerekir.
Peki ama, olgu tam olarak nedir?
Olgular, nesnel olarak var
oldukları halleriyle şeyler ve görüngülerdir.
Gerçeklik de bu şeyler ve
görüngelerin arasındaki içsel bağdır.
Yani onları yöneten kurallardır.
Aramak, araştırmak, incelemektir.
Bölgelerden semtlere kadar ülkenin
içindeki ve dışındaki gerçek durumdan yola çıkıp eylemlerimizde bize rehberlik
etmesi için o duruma özgü yasaları olgulardan çıkarsamak gerekir.
Ama bu süreçte hayal gücümüz
devreye girmemeli.
3.
Diyalog: Véronique - Olaylar
arasındaki içsel bağı bulmalıyız.
- Aralıktan beri dört ay oldu.
Marksizm-Leninizm’i keşfetmemi sağlayan
şey ne mi?
İlk başlarda Nanterre beni
sıkıyordu çünkü üniversite gecekonduların ortasına kurulmuştu.
Ama sonra yavaş yavaş felsefenin
işçi mahallesine yaraştığını düşünür oldum.
Biz de işçiler gibi tavşan
kafeslerine mahkum edilmiştik.
Ama tavşanlar ürer.
Sabahları okula giderken
Cezayirli işçilerin çocuklarıyla karşılaşıyordum.
Bir de Simca'da çalışan
işçilerle.
Yani sonuçta tesadüfen
karşılaştığımı sanıyordum, ama aslında onlarla güzergahımız aynıydı.
Aynı kahvelere uğruyor aynı
saatte aynı gara iniyorduk, üstümüze aynı yağmur yağıyordu handiyse aynı işi
yapıyorduk.
İşte böyle.
Bir kapitalist rejimin, hele
Fransa'daki De Gaulle'cü rejimin üç temel eşitsizliğini ben orada anladım işte.
- Nedir onlar?
- Şöyle Birincisi, entelektüel
emekle kol emeğinin birbirinden farkının olmaması.
İkincisi, şehirle köyün farkının
olmaması.
Bunu burada Yvonne'la
birlikteyken sürekli gözlemleyebiliyorum.
Bu da beni ciddi ciddi Marksizm-Leninizm’i
incelemeye yöneltti.
Doğrusu biraz cesaretim olsaydı gider
Sorbonne'u, Louvre'u, Comedie Française'i bombalardım.
- Gerçekten mi?
- Evet.
"Devrim eğlenceli bir
ziyafet değildir.
Bir edebiyat yapıtı, bir resim veya
bir işleme gibi yapılmaz.
Öyle zarafetle, sükunetle, hassasiyetle,
yumuşaklıkla nezaketle, incelikle, ağırbaşlılıkla ve ruhsal cömertlikle olmaz.
Devrim bir başkaldırıdır.
Bir sınıfın bir diğerini alt
ettiği şiddet dolu bir eylemdir.
" Ben felsefe okuyorum.
İşçi sınıfından kopuk olduğumun gayet
farkındayım.
Ama bu çok normal, ne de olsa
ailem bankacı.
Şimdiye kadar hep o çevrede
yaşadım.
Bunlar henüz pek açık değil.
Tabii, zaten ben de hiçbir şey
açık olmadığı için okumaya devam ediyorum.
Anlamak ve ardından dönüştürmek
için okuyorum.
Öncelikle anlamalıyım.
Sonra da doğru bir kuram
oturtmalıyım.
Örneğin kendimi açıklayacak bir
kuram.
Beni sefaleti değil, refahı
temel alarak tanımlayacak.
Ne de olsa sık sık refahtan
faydalanıyorum.
Her ne kadar utansam da Sık sık
"cevabı yapıştırmak" lafı geçiyor.
Bu ne demek?
Cevabı yapıştırmak.
Yoldaşlarım ve benim için
öncelik sınavları ortadan kaldırmak.
Madem ki bir şey öğrendiğimiz
yok.
Madem ki kopya çekmek yasak.
Hem bu bir nevi ırkçılık da
sayılır.
Sınavlar, bütün zamanlarını ders
çalışmaya verenlere hitap eder.
Ayrıca nevroz, sıkıntı ve cinsel
tatminsizlik yaratırlar.
Ara sıra kitap yakmanın doğru
olduğuna mı inanıyorsunuz?
Hayır, kitaplar yakılmamalı.
Yoksa onları eleştiremeyiz sonra.
Marki De Sade "Erdemin
Felaketleri" "Ateşli gençlik hiçbir şeyi içinde tutmasını bilmez.
Ne nefreti veya sevgiyi, ne de
hüznü veya mutluluğu.
Aşk başa geldi mi, kendini sakat
gibi görerek gönlünü olduğu gibi açmaya hazırdır.
" Onegin.
- Onyegin.
"Onyegin, tertemiz
vicdanını olanca saflığıyla sergileyen şairin yürekten iç döküşünü, ciddi bir
havayla dinliyordu.
" Kör olmak isterdim.
- Niye?
Konuşmak için daha uygun olurdu.
Birbirimizi ciddiyetle dinlerdik.
- Nasıl yani?
- Dili daha farklı kullanırdık.
Unutma ki 2000 yıldan beri
sözcükler epey anlam değişikliğine uğradı.
Ne olmuş yani?
Yani ciddi ciddi konuşurduk birbirimizle.
Şunu demek istiyorum Sonuçta
anlamlar sözcük değiştirirdi.
Tamam, anladım.
Sözcükler sanki sesler ve
maddelermiş gibi konuşmaktan söz ediyorsun.
Zaten öyleler Véronique.
Haydi bir deneyelim bakalım.
Başla.
Irmağın kıyısında.
Yeşil ve mavi.
Yumuşaklık.
Biraz umutsuzluk.
Öbür gün.
Belki.
Edebiyat kuramı.
Nicholas'ın filmi.
Ray.
Moskova mahkemeleri.
Narbülbülü.
Rock and roll.
- Ve saire.
- Ve saire.
Ve saire.
Seni seviyorum, biliyorsun.
Dü şün ce mi ze rehber lik eden kuram
sal dayanak Leninizm’dir.
Emperyalistler hala hayatta Yoldaşlar
ve dostlar Bugün sizlere haber filmlerinden bahsedeceğim.
Haber filminin ne olduğunu
biliyoruz.
Sinemada film öncesinde
gösterilir.
Evet, ama sinemalardaki haber
filmleri hakkında yanlış bir fikir hakimdir.
Haber filmlerini Lumière'in icat
ettiği söylenir.
O belgesel yaparken, aynı
dönemde Méliès adında başka bir adamsa herkesin düşüncesine göre kurmaca
filmler çekmektedir.
O bir hayalcidir, hayal ürünü
şeyleri filme çeker.
Hep böyle söylenegelmiş.
Oysa ben tam tersini düşünüyorum.
- Kanıtla öyleyse.
Tamam.
İki gün önce sinematekte oranın
müdürü Bay Henri Langlois'nin Lumière hakkındaki bir filmini izledim.
Bu film, Lumière'in bir ressam
olduğunu kanıtlıyor.
Yani devrinin çağdaş ressamları,
mesela Pissarro, Manet veya Renoir neleri resmediyorsa, aynen onları filme
çekmiş.
Neler çekmiş peki?
Garları çekmiş.
Parkları çekmiş.
Fabrikadan çıkanları çekmiş.
Kağıt oynayan insanları çekmiş.
Tramvayları çekmiş.
Dönemin son büyük izlenimci
ressamlarından biriymiş yani.
Evet, aynen öyle.
Zaten Proust'un çağdaşı.
Méliès de aynı şeyi yapmadı mı?
Hayır, o sırada Méliès ne
yapıyordu?
Méliès Ay'a yolculuğu çekiyordu.
Méliès şeyi çekiyordu Yugoslavya
kralının Başkan Fellieres'i ziyaretini çekiyordu.
Şimdi bunca zamanın ardından
bakınca dönemin asıl haber filmlerinin bunlar olduğu görülüyor.
Sen gül bakalım, söylediğim
doğru.
O haber filmleri çekiyordu.
Olayları canlandırıp süsleyip
püslediği doğru.
Ama yine de asıl haber filmi
onlardı.
Hatta daha da ileri gidip
Méliès'in Brecht'vari olduğunu da söyleyeceğim.
Méliès'in Brecht'vari olduğunu unutmamak
lazım.
Neden unutmamak lazım?
Neden unutmamak lazım?
Neden?
Çünkü somut bir durumun somut
analizi Lenin'in de dediği gibi, onun özüdür.
- Analiz ne demek?
- Marksizm’in yaşayan ruhudur bu.
Analiz ne demek?
Analizle, şeylere ve olaylara
içkin çelişkilerin analizini kastediyoruz.
Evet, ama niye analiz ediyoruz
ki?
Bu dünyada her şey çok karmaşık
ve belirleyici pek çok etken var da ondan.
- Evet, Marks, Engels, Lenin ve
Stalin - O kasketle postacıya benziyorsun.
bize der ki, durumu dikkatle
incelemek gerekir.
Durumu dikkatle incelemek
gerekir.
Durumu değerlendirirken öznel
isteklerimizden değil nesnel gerçeklikten yola çıkmalıyız.
Tamam mı?
- Sen de katılıyor musun?
- Evet, elbette.
Özellikle de haberleri bu
şekilde değerlendirmek gerek.
Bir sorunu tek bir yönüyle
değil, farklı yönleriyle ele almamız gerek.
Bu kadar kuram konuştuğumuz
yeter, şimdi somut bir sorunu inceleyelim.
Hangisi bilmiyorum.
Siz seçin.
- Savaş.
- Peki.
Asya.
- Tamam, yani Asya'daki savaş,
Vietnam.
- Evet.
- Dramdaki başlıca karakterler
kimler?
- Amerikalılar.
Evet, Amerikalılar.
Ufacık bir ülkeye son dünya
savaşında atılandan daha çok bomba yağdıran ve Asya'nın Amerika'ya ait olduğu
gibi yanlış bir doktrini savunan Amerikalılar.
- Ruslar.
- Ruslar.
Ruslar biraz korkak.
"Dediklerimi yap, ama
yaptıklarımı yapma.
" - Çinliler.
- Evet, Çinliler.
Mao'nun düşüncesini hayata
geçiren Çinliler.
"Emperyalizm ve bütün gericiler
kağıttan kaplanlardır.
Görünüşte pek korkunçturlar, ama
gerçekte o kadar güçlü değildirler.
" 18 Kasım 1957'de Moskova'daki komünist partiler ve işçiler
konferansındaki konuşmasında da şöyle demişti: "Stratejik olarak, bütün
düşmanları hor görmek ama taktik olarak, hepsini tamamen hesaba katmak gerekir.
" Bir de tabii diğerleri var.
Seyirciler, kayıtsızlar,
tembeller Fransa gibileri ya da İngiltere gibileri.
- Peki Vietnam bir karakter
değil mi?
- Evet, tabii, Vietnam.
İmdat!
İmdat!
Önce bir iki olguya bakalım, ne
de olsa gerçeklik bunların içinde.
ÇAVUŞ FORT YÜZBAŞI AMERİKA Zafer
Vietnam Ulusal Özgürlük Cephesi'nin olacak.
Özetlersek Ta Kien bölgesinin silahlı
kurtuluş güçleri 300 küsur kukla askeri öldürdü, yaraladı ve esir aldı.
Burası Pekin Radyosu.
Özetlersek, Johnson Vietnam'da komünizme
karşı savaştığını söylüyor.
Pekala, öyle olsun.
Ama bu, iki farklı komünizm türü
olduğunu gösterir.
Zira Avrupa'da komünizme karşı mücadele
falan verdiği yok.
Tam tersine, Moskova'yla anlaşma
imzalıyor.
Macar yüzücüleri Los
Angeles'daki yüzme havuzlarına davet ediyor.
Çek kemancıları da Boston
Senfoni Orkestrası'yla çalmaya davet ediyor.
Romanya ve Polonya'da fabrikalar
kuruyor.
İmdat!
Halbuki Hanoy'daki fabrikaları bombalayıp
yıkıyor.
İmdat!
İmdat!
İmdat Bay Kosigin!
Bay Kosigin!
Yetişin!
Demek ki neymiş?
İki çeşit komünizm varmış.
Bir tehlikeli komünizm, bir de
tehlikesiz komünizm.
Johnson'un savaşması icap eden bir
komünizm bir de yardım elini uzattığı bir komünizm.
Alo Kosigin?
Sen misin?
İyi misin?
Peki neden artık tehlikesiz
sayılan bir komünizm var?
O komünizm değişti de ondan çünkü
Amerikalılar değişmedi, onlar emperyalist bir güç olmaya devam ediyor.
Amerikalılar değişmediyse, mecburen
ötekiler değişmiş demektir.
Yani Ruslar ve yardakçıları revizyonist
olup çıkmışlardır.
Bunlarla Amerikalılar al gülüm
ver gülüm anlaşabilmektedir.
Öte yandan, diğerleri, hakiki
komünistler hiç değişmedi.
İşte onları bir güzel pataklamak
lazım.
Vietnam'da olan da bu.
Ben Vietnam'a barış getirmek
istiyorum.
Rusların hem bilinçli, hem de
bilinçsiz işbirliğiyle Amerikalılar Ben Vietnam'a barış getirmek istiyorum.
hakiki komünizme, Çin'e karşı
savaşıyorlar.
Bu genel bir sonuç.
Özelde Vietnam'a gelince İmdat!
İmdat Bay Kosigin!
Ray Kosigin!
İmdat!
İmdat Bay Kosigin!
Bay Kosigin!
İmdat!
Yetişin Bay Kosigin!
Bu olaydan daha kesin bir sonuç
çıkarılabilir.
- Bütün ilerici savaşlar haklıdır.
- İlerlemeye engel olan bütün savaşlarsa
haksızdır.
- Biz diğer komünistler ilerlemeye
engel olan karşı mücadele veriyoruz ama ilerici savaşlara karşı değiliz.
Yoldaşlar ve dostlar Amerikalı
olmak neden kabul edilemez bir şeydir?
"Sınıfların güncel
eğilimleri" Önemli bir soru bu.
Gerçekten de bir sosyalist,
ABD'nin zenginliğine hayranlık duyacak olursa hem bunu bütün dünya bağlamında göreceleştirmeli
Göreceleştirmek.
Ve onu bu ölçekte, kıtlık ve
sömürü ölçütlerine dayanarak değerlendirmeli Kıtlık, sömürü.
Hem de onu besleyen toplumsal ilişki
yapılarına karşı çıkmalıdır.
Yapılar.
Yoksa o sosyalizm modern sağın
tuzağına düşer.
Tuzak.
Modern sağ refahı vaaz eden bir
nevi kapitalist stalinizm uygulamaktadır.
Bu da iktidarı, lüksü ve statüyü
mazur gösterir.
Bunun iyi bir örneği, şu andaki
Fransız Maliye Bakanı Bay Michel Debre'dir.
Beşeri bilimler Marks için
neyse, yine o hale dönmelidir.
Yani siyasi bir araca, mücadeleye
götüren bir gerçekliğe.
Mücadeleye götüren bir gerçeklik.
Unutmayalım ki 19.
yüzyıldaki Marksistler SSCB
akademilerine doluşmadan önce hem bilim adamı, hem serseri put kırıcılar hem de
devrimcilerdi.
Devrimci.
Bugün kimi beşeri bilim okulları
Marksizm’in yolunu yeniden kat ediyor, ama ters yönde.
Toplumun kusurlarını göstermeyi
amaçlamak yerine bu kusurların bir yapının parçası olduğunu insanların tasarıları
ve iradesinin yapıyı değiştiremeyeceğini savunuyorlar.
Yapı.
Değiştirmek.
Kısacası, insan modern
düşünürlerin uydurduğu bir fikirdir ve bu fikir aşılabilir.
Jean Paul Sartre'ın dehasıyla sarsmaya
çalıştığı çağdaş doktrinlerin ve beşeri bilimlerin bu durumu son derece endişe
vericidir.
Endişe verici.
Avrupa solunun iktidarsızlığının
bire bir yansımasıdır bu.
İktidarsızlık.
Bu iktidarsızlık da onların
çöküşünün resmidir.
Emperyalistler hala hayatta, iktidarlarını
Biraz Robinson gibiyiz.
Engels'in Robinson ve şiddet
üstüne yazdığı metni hatırlatayım size.
- Engels nerede yazmış bunu?
- "Anti-Duhring"de.
Guillaume!
Telefona baksana!
Guillaume!
Beni asıl şaşırtan şey, Fransız
Komünist Partisi'yle aranızdaki çekişmeler.
Bakın, ben zamanla keşfettim.
Fransız Komünist Partisi'nin analiz
ve tezlerinin dörtte üçü yanlış.
Sırf entelektüeller için.
Moskova'yla fazla içli dışlılar.
Baksanıza.
Nizan öldü, Merleau öldü.
Sartre Flaubert'e, Aragon da
matematiğe sığındı.
Ben Aragon'la Sartre'ın
günümüzdeki halini çok dokunaklı buluyorum.
Evet, halleri dokunaklı, ama
trajik de.
- Fransız Komünist Partisi'nin
hatası bu.
- Evet, aynen öyle, onların
hatası.
Bu yüzden Pekin'den binlerce
kilometre uzakta ideallerimizi arıyoruz mecburen.
Şunu dinleyin.
"Benimsediği konum ne
olursa olsun bir komünistin Çin kültür devrimini hiç düşünmeden, evirip çevirip
incelemeden sıradan bir olgu, sıradan bir sav olarak değerlendirmesi doğru
değildir.
Bir kere Çin kültür devrimi bir
sav değildir.
Her şeyden önce tarihsel bir
olgudur.
Sıradan bir olgu da değildir.
Eşi benzeri görülmemiş bir
tarihsel olgudur.
" Bir de bu var.
"Kültür devrimini ihraç
etmek söz konusu olamaz çünkü o Çin devriminin bir parçasıdır.
Ama barındırdığı kuramsal
dersler ve siyasetler bütün komünistlere aittir.
Bunları komünistler kültür
devriminden ödünç alıp kendilerine mal etmelidir.
" Guillaume, telefona baksana!
Adınızı söylemenizin sakıncası
var mı?
Guillaume!
Yok.
Adım Véronique Supervielle.
Yaşım 19 artı 8 ay 14 saat 2
dakika 20 saniye.
Filmin İkinci Bölümü Vietnam
yanar, ben bağırırım bar bar Mao, Mao!
Güler Johhson, ben çalarım don Mao,
Mao!
Napalm düşer, bende de mermiler Mao,
Mao!
Kentler ölür, bendeniz rüya
görür Mao, Mao!
Fahişeler bağırır, ben kıkır kıkır
Mao, Mao!
Pilava bereket, ben oynarım,
seyret Mao, Mao!
Şu küçük kırmızı kitap var ya Her
şey döner onun etrafında Emperyalizm dayatır kanununu her yere Devrim benzemez
eğlenceli bir ziyafete Bombalar kağıttan kaplandır Asıl kahramanlar halk
yığınlarıdır Amerikalılar öldürür, Benim yüzümü kitap güldürür, Mao, Mao!
Soytarılar olmuş hükümdar, bana
düşmüş şarkılar, Mao, Mao!
Bombalar patlarken, ben çalarım
zil erken Mao, Mao!
Kızlar kaçıp ürker, benim için
tek rehber Mao, Mao!
Ruslar tıkınır, ben dans ederim
fıkır fıkır, Mao, Mao!
Teslim olurum, pişman olurum Mao,
Mao!
Şu küçük kırmızı kitap var ya Her
şey döner onun etrafında Emperyalistler hala hayatta, iktidarlarını
sürdürüyorlar.
Oley!
Toro!
Toro!
Toro!
Toro!
Şimdi de El Cordobes.
Oley!
Toro!
Toro!
Paco Camino.
Neden boğa başımızı alıp attı ki?
Çok güzeldi.
Eğlenemeyeceğiz şimdi.
Aklını kaçırmaya başladı bu.
Zaten yakında intihar edecek.
- Fernaud, elini çabuk tut biraz.
- Tamam, geliyorum.
Şuna baksana Isabelle.
Çok hoş bir bisiklet selesi ve
müthiş bir gidon.
- Aldı mı onu?
- Evet.
- Adam büsbütün delirmiş.
- Yok canım, bu işçi bir dahi.
Baksana, bir boğa kafasını
anında sele ve gidon yapıverdi.
Buna ilahi metamorfoz denir Bay
Malraux.
özveriyi de ima eder.
Ölümse sık görülen bir şeydir.
Emperyalistler hala hayatta Asya'da,
Afrika'da despotizmle iktidarlarını sürdürüyorlar Asya'da, Afrika'da, Latin
Amerika'da Yoldaşlar ve dostlar Birincisi: Son 100 yılın sanat tarihi sanatın
kendine özgü bilimselliği yönünde kat ettiği yolun tarihidir.
İkincisi Kendimizi dilin içine hapseden
biz değiliz.
Tam tersine olabilecek en yoksul
dilin içine kapanıp kalmış olan toplumumuzdur.
Üçüncüsü Şiirde Mayakovski, sinemada
Sergei Eiseinstein ve sosyalist bir sanatın tanımını ortaya koymak için
savaşanlar kış sarayının alınmasından iki ay sonra emperyalist dili kabul eden Troçki
ve diğerleri tarafından sırtlarından hançerlenmiştir.
Sanat, görünür olanı yeniden
üretmez.
O görünür kılar.
Ama yine de estetik etki hayal
ürünüdür.
Evet, ama o hayal ürünü olan şey
gerçekliğin yansıması değildir.
O yansımanın gerçekliğidir.
Bazen şöyle şeyler duyarız.
Sadece üç rengi kullanın.
Üç temel renk.
Mavi, sarı ve kırmızı.
Kusursuz saflıkları ve kusursuz
dengeleriyle.
Mazeretleri de bunların diğer
bütün renkleri içerdiğidir.
Baktığımız her şeyde üç noktayı
göz önünde bulundurmalıyız.
Bakan gözün konumu görülen
nesnenin konumu ve onu aydınlatan ışığın konumu.
Belki de gerçeklik henüz hiç
kimsenin gözüne görünmedi.
Bize gelince Biz siyasetle
sanatın birliğini destekliyoruz.
İçerikle biçimin birliği.
Siyasi devrimci içerikle olabildiğince
kusursuz bir sanat biçiminin birliği.
Sanat değeri olmayan yapıtlar siyasi
bakımdan ne kadar ileri olurlarsa olsunlar, etkisiz kalırlar.
Edebiyatta ve sanatta, iki
cephede birden savaşmalıyız.
İki cephede birden savaşmak Bence
bu fazlasıyla karmaşık.
Ben belli bir anda yalnızca bir
şeyle uğraşabilirim.
Nasıl hem müzik dinleyip hem yazabiliyorsun
anlamıyorum zaten.
İki cephe birden Çok karmaşık.
- Beni seviyor musun Guillaume?
- Tabii ki seviyorum.
Çünkü ben düşündüm de, artık
seni sevmiyorum.
Hayda!
Ne oluyor Véronique?
Kazaklarının rengini de sevmiyorum
artık.
Hem beni öyle sıkıyorsun ki
anlatamam.
- Ne bu böyle Véronique?
- Artık seni sevmiyorum.
- Anlamıyorum.
- Anlayacaksın.
- Véronique - Anlayacaksın.
Véronique, bir şeyler söyle.
Ne oluyor böyle?
Neden bana öyle dedin?
Artık seni sevmiyorum Guillaume.
Çalışmamı engelliyorsun.
Canımı sıkıyorsun.
Seninle aşk yaşamak lüzumsuz
yere karmaşık.
Hem hiç bilmediğin şeyler
hakkında konuşmana da sinir oluyorum.
Artık sevmiyorum seni.
Artık sevmiyorum.
Artık anlamışındır herhalde.
- Evet, anladım.
Çok üzüldüm.
Ama anladım.
Görüyorsun ya Guillaume, aynı
anda iki şey birden yapılabiliyormuş.
Ama bunu anlaman için ikisini
bir arada yapman gerekti.
Müzik ve dil İki cephede birden mücadele
etmek gerek.
Biliyor musun, beni felaket
korkuttun.
Ben de çok sık korkuya
kapılıyorum.
Emperyalistler hala hayatta.
Asya'da, Afrika'da, Latin
Amerika'da despotizmle iktidarlarını sürdürüyorlar.
Batıdaysa hala baskı
uyguluyorlar.
Kimi yoldaşların hala çok kötü
bir çalışma tarzı var.
Marksizm-Leninizm’in ruhuna taban
tabana ters bu.
Gözleri bağlı olduğu halde kuş
yakalamaya çalışmaktan farksız.
Neden bakıyorsunuz bana öyle?
Ben acayip bir hayvan değilim ki.
İnsanım.
Bakışlarınız Amerika'da beyazların
siyahlara bakışının aynısı.
Ortadoğu'da Arapların Yahudilere
ya da Yahudilerin Araplara bakışının.
Rusların komünist dünyasında Çinlilere
yöneltilen bakışın aynısı.
Bir, iki, üç, dört, beş.
Çizilemeyecek yüz yok.
Bir rüyanın yüzü gibi.
Serge Dimitri Kirilov.
- Hayır, Novalis olmasın.
- Ama dün akşam oyladık ya.
İyi de o bilgin, şair değil ki.
Bir şiir bilgini, tıpkı senin Brecht'inin
tiyatrodaki konumu gibi.
En büyük ilkemiz şudur: Parti,
tüfeklere hükmeder.
Tüfekler partiye hükmedemez.
- Zavallı Novalis.
- Evet ya.
İyi de başka türlü Marksist-Leninist
kuramla devrimci pratiği nasıl birleştireceğiz?
Meşhur bir deyiş vardır.
Hedef tahtasına ok atarken nasıl
ok hedefi nişan alırsa, Marksizm-Leninizm de devrime nişan almalı.
"Descartes" Jean Paul
Sartre Sorunu dile getirmek için kullandığım tabirleri tasvip etmiyor
olabilirsiniz.
Ama elleriyle ya da beyinleriyle
çalışanların büyük çoğunluğu gibi siz de ekonomik ve toplumsal gelişim bakımından,
hayat tarzı bakımından Yallah, Moskova'ya!
insanların kendi aralarında, işleriyle,
doğayla Revizyonist!
Revizyonist!
dünyanın geri kalanındaki
halklarla kurduğu ilişkiler sistemi bakımından Katil Kosigin!
Katil Johnson!
Zafer Vietnam Özgürlük
Cephesi'nin!
ayrıca her bireyin teknik veya bilimsel
kaynaklardan türlü yaratıcı yetilerinden yararlanıp yararlanmaması bakımından kapitalizmin
dün olduğu gibi bugün de kabul edilemez olduğuna karar kıldınız ya da belli
belirsiz bu hisse kapıldıysanız ve bu hissi temel alarak sosyalizmi
benimsediyseniz Şiddet içeren ayaklanmaların ve barikatların ilerlemiş
kapitalist ülkelerde, Fransa'da, İsviçre'de, İtalya'da Revizyonist!
Revizyonist!
siyaseten mümkün olmadığını kabul
ettiniz mi Fransız Komünist Partisi'yle de mutabakat mümkün olur.
Revizyonist!
Revizyonist!
Filmin Üçüncü Bölümü Burası Çin
Komünist Partisi - Bu Michel'in sesi değil mi?
- Öyle mi sence?
O da "s"leri böyle telaffuz
etmez mi?
- Haklısın galiba, Michel bu.
- Belki Jean-Claude da oradadır.
Véronique söylemedi mi sana?
Mektup geldi.
Jean-Claude temmuz başında merkez
komitesinin şiddet eylemleriyle ilgili talimatlarını ulaştırmak üzere gelecek.
- Ben de bu işe dahil miyim?
- Tabii hedefleri de söyleyecek.
- Ben de bu işe dahil miyim?
- Yok, hayır.
Çarpışma grubu kendi adamlarıyla
ve para kaynaklarıyla ayrıca örgütlenecek.
Burası Pekin Radyosu.
Yoldaşlar ve dostlar İlk
oylamamızı yapıyoruz.
Onaylayanlar elini kaldırsın.
Çoğunluğun kararı uyarınca, özel
bir çarpışma örgütü oluşturuldu.
Bu grup, işbirliği ve işbölümüne
sıkı sıkıya bağlı kalarak özel olarak düzen bozucu ve terörist etkinlikleri
üstlenecek.
Şimdi kura çekeceğiz.
Guillaume, aç ve oku bakalım.
Bireyler ve halklar özgürlük mücadelelerini
yürütme sürecinde doğa bilimlerine başvurup onlardan güçlü ve güvenilir bir silah
gibi yararlanmalıdır.
4.
Diyalog: Aden Arabistan
Hücresinden Atılmasının Ardından Henri Ocaktan beri.
Daha doğrusu aralık.
Siz mi ayrıldınız onlardan?
Aslında onlar beni gruptan attı.
Aynı kapıya çıkıyor nasılsa.
Neden kovdular sizi?
Özeleştiri yapmayı reddettim de
ondan.
Nasıl oldu bu?
Bütün hücrelerde olduğu gibi
işte.
Oylamaya koydular.
Evet, ama neyin ardından oylama
oldu?
Olay, Véronique'in yaptığı bir
sunum sırasında başladı.
Kabul, baskı biçimleri aynı
değil.
Bugün Fransa'da Pompidou
yönetiminde yaşamak anne babalarımızın Hitler zamanında savaşta yaşadıklarından
farklı.
Yine de yoldaşlar ve dostlar, Serge
bize gösterdi ya Sanat, gerçekliğin yansıması değil, o yansımanın gerçekliğidir.
Pompidou ve Malraux tayfasının Jacques
Rivette'in'Rahibe "si gibi bir filmi yasaklamak için kullandığı formüllerin
gerçekliği de böyledir.
Gerçeklik aynı gerçeklik, çünkü
formüllerde de bir biçim var.
Bu da bana burada yine bir baskı
biçiminin olduğunu düşündürüyor.
Elbette şiddete başvurmayan, hafif
bir baskı biçimi.
Marksizm’le tiyatroyu, siyasetle
tiyatroyu karıştırıyordu.
Bu da romantizmdir.
Gerçek hayatta, olayların içinde
de hep bir oyuncu gibi davranırdı.
Bu bakımdan Guillaume'un çok
etkisi altında kalmıştı.
- Guillaume kim?
- Bir oyuncu.
- O da grubunuzda mıydı?
- Evet, bir fanatikti.
Babası Antonin Artaud'yla tiyatro
yapmış.
Kosigin, Willson, Pompidou,
Garaudy, Mitterand'a gelince, tatlı bir ölüm.
Ama tatlı ölüm sizi paklamazsa Kuzey
Vietnam'daki gibi acılı ölüm de olur, ama güneyde tatlı ölüm yeter.
Sonuçta şu kadarını söyleyeyim
ki hepsi aynı.
Hem edebi, hem de bilimsel
araştırmalar için Caen kolokyumu bazı reformlar önerdi.
Sol reformlar öneriyor ama
Racine insanları olduğu gibi resmettiği sürece Sade yasaklı kaldığı sürece temel
matematik bilgilerini yuvadan itibaren vermedikleri sürece Comedie
Française'deki eşcinsellere Roger Planchon'dan ya da Antoine Bourseiller'den on
kat daha fazla devlet fonu verildiği sürece bu reformlar kağıt üstünde
kalacaktır çünkü ölü bir dile ait bunlar.
Belli siyasetler izleyen bir
sınıfın ürünü olan bir kültüre aitler.
Belli bir sınıfa ait bir kültür.
Analiz zaten çok sakattı.
Sonuç büsbütün gerçekdışı oldu.
Aynı fikirde değilseniz Tabii,
ben barış içinde birlikte yaşamaktan yanayım.
Fransız Komünist Partisi bu
durumu değiştirmek için ne yapıyor peki?
Hiç.
Yine de Fransız edebiyatında iyi
şeyler de oluyor.
Tam tersine!
15 gün önce kelimelerle şeyleri
karıştıran gerici düşünceye uşaklık eden kitapları övüyorlardı.
Yoldaşlar, dostlar Bir: Kukla
üniversiteleri kapamak gerek.
- Tamam da nasıl?
- Ne öneriyorsun imkansızın
hayalcisi?
- İki: Terör yoluyla.
- Tamam da nasıl bir terör?
Hayır.
Bugün terör hiçbir şey
kazandırmaz.
Ama kültüre ulusal bütçeden
ayrılan pay yüzde 0,43.
Véronique haksız sayılmazdı.
Aragon'a gelince, Komünist Parti
gevşediyse eğer bunun müsebbibi Elsa'nın delisiydi.
"Bazen coşkuya kapılarak
yazılarımda sosyalist yapıyı yüceltiyordum.
Ama hemen ertesi gün cayıp
suçlulara layık eylemlere veriyordum kendimi.
Böylece Hegel'in felsefesinde mutsuz
bilinç dediği şey oluştu.
Bu mutsuz bilinç, aynı anda bir
suçlunun bilinci olmasıyla sıradan bilinçten farklıydı.
" Bunlar, Moskova mahkemesinin son gününde Buharin'in söylediği
sözlerdir 14 Haziran tarihli France Soir'da çıkan ilan.
"Eski Rusya çarlık
Rusya'sının yeniden canlandırılmış büyük dini merkezleri ve Moskova'da 1 Mayıs.
Bilgi ve kayıt için Monit
Seyahat, 4 Opera Meydanı Telefon 7420646.
" Hey gidi ekim devrimcileri!
- Çok hüzünlü, değil mi?
- Evet, hüzünlü.
Başlıca tartışma konuları "Sputnik
Digest"ti.
Doğrusu hakikaten de iğrenç bir
dergidir bu ama yine de Komünist Parti'nin tavrını sistematik olarak
lanetlemelerini mazur göstermez bu.
"Yeni L'Humanite"de ve
"Kızıl Muhafız"da sürekli bunu yapıyorlardı.
Fransız komünist
Marksist-Leninist hareketinin başlıca yayın organı.
Bakın, mart seçimleri sırasında,
genel felsefeden değil de bir buzdolabının fiyatından, çalışma koşullarından ya
da banyolardan tek söz edenler, Mitterand veya Mendes-France değil Fransız
Komünist Partisi temsilcileriydi.
Aman sen de, Waldeck-Rochet ve
Duclos maaşlarla ilgilenmiyor demiyorum.
Marks’ın tamamını doğru düzgün okumamışlar
diyorum.
- İyice cıvıttın.
- Okudularsa da ciddi
okumamışlar.
Emperyalistler Batıda hala
kitlelere baskı uyguluyorlar.
Bu durum Ben barış içinde birlikte
yaşamaktan yanayım.
Bense Lenin gibi düşünüyorum.
On parmağını birden
kaptıracağına bir parmağını düşman elinden hemen çekip almak daha iyidir.
Buna cevap vermenin güçlüğünü Rosa
Luxembourg da görmüştü.
"Güzel kız ona söylenenleri
anlamadan nasıl da huzursuzlanıyor, nasıl da kızarıyordu.
" Neden?
Çünkü tiyatrolarla sinemalara para
vermek gerekiyor, orduysa bedava.
Halbuki tam tersinin olması
lazım.
Gösteriler bedava olmalı.
Savaşmak isteyenler de madem bu
kadar çok, yüklü para ödesinler.
Solun yaptığı anlaşmaların Vietnam'ı
hançerlediğinden ya da Komünist Parti'nin yayın organından bahsedildiğinde Herkes
Kızıl Muhafızların kültür devrimi sırasında işlediği abartılı suçlardan söz
ediyor.
Bak, bu çok güzel.
"Juliette'le Pierre'in ilk
romantik randevuları onlara yepyeni, sihirli bir dünyanın kapılarını açmıştı.
" Mao, Mao!
"Onlardan önce kimsenin
ağzına almadığı sözcüklerin dünyasının.
" Mao, Mao!
Ne okuyorsun sen öyle?
Nedir o iğrenç gazete?
Mao, Mao!
- Partinin kadın dergisi.
Henri verdi.
- Ver bakayım.
Mao, Mao!
"Önceki akşamki gibi, kulüpte
bakışları birbirine kilittendi.
Pierre, artık konuşmak
istemiyordu.
" Mao, Mao!
Pembe dizilerin dilini
kullanacaksan komünist olmanın hiç alemi yok.
Mao, Mao!
Şu küçük kırmızı kitap var ya Seni
bunu okumaktan men ediyorum.
Henri revizyonist demiştim sana.
"Çinli Kız", 141.
sahne, üçüncü çekim.
Mao, Mao!
Soytarılar olmuş hükümdar, bana
düşmüş şarkılar, Mao, Mao!
Bu bana Illustration'un 1917
sayılarını hatırlattı.
Şimdi gazetelerde Kızıl
Muhafızlardan ne şekilde söz ediliyorsa o zaman da aynı kelimeler Bolşevikler
için kullanılıyordu.
Haydi Figaro'nun bu dili
kullanmasını anlarım.
Ama asıl iğrenç olan L'Humanite'nin
de Figaro'yla aynı dili kullanması.
Tamam, yapacak çok iş var daha.
Ama herkese çok iş düşüyor.
Bakın, geçen gün Yeni l'Humanite'yi
okuyordu.
Bir filmden söz ediyorlardı.
"Johnny Guitar.
" Komünist Parti yöneticileri bir toplantıda bu filmi göstermişler.
Nerede bilmiyorum, önemi de yok
zaten.
Asıl mesele şu.
Amerikan filmi olduğu için saldırıyorlar,
halbuki çok iyi filmdir.
Yani Véronique'in can düşmanı Bay
Malraux'nun da dediği gibi özgürlüğün de elleri her zaman temiz değildir.
Véronique, hayrola?
Bir derdin mi var?
Çok fazla düşmanım var.
Düşman mı?
Senin mi?
Kimmiş onlar?
Malum işte, savaş tellalları, bürokratlar,
kompradorlar mülk sahipleri, onlara bağımlı olan gerici entelektüeller hizbi.
Düşmanlarım bunlar işte.
- Hakikaten de çok düşmanın
varmış.
- Evet.
Sen ne alemdesin?
- Her zamanki gibi işte.
Ateşin var mı?
Yine Les Temps Modernes'e yazıyorum,
kitaplar üstünde çalışıyorum.
Francis Jeanson'la Buluşma Ama
bu yıl için yeni bir projem var.
Neymiş o?
- Kültür eylemi yapmak istiyorum.
- Kültür eylemi de ne demek?
Henüz bunun ne olduğunu pek
bilen yok sanırım, ama bir deney yapmak istiyorum.
Evet, ama kültür ve eylem çok
eski sözcükler, çok demode.
Evet, ama şu anda kültür eylemden
tamamen kopuk.
En azından bana öyle geliyor, bu
haliyle de ilgimi çekmiyor.
- Ben de seninle aynı fikirdeyim
zaten.
- Öyle mi?
Evet, öyle.
Benim asıl ilgimi çeken şey,
kültürün dünyayı kontrol fırsatı veriyor olması.
- Tam olarak ne zaman yapacaksın
bunu?
- İki ay içinde başlıyorum.
En aşağı bir yıl sürecek bir
deney yapacağım çünkü bu alanda nelerin mümkün olduğunu görmeyi çok istiyorum.
Bir ekiple birlikte şeyi
deneyeceğiz - Mesela hangi alanda olacak bu?
- Oyunculuk.
- Tiyatroda mı?
- Evet, Chalon'daki bir
tiyatroda.
Bourgogne Tiyatrosu.
Şeyi deneyeceğiz - Taşraya mı
gideceksin yani?
- Evet, tabii taşraya gideceğim.
Ama zaten Chalon da çok uzak
sayılmaz.
- Paris'ten ayrıldığına
üzülmüyor musun?
- Hayır, çok memnunum.
- Memnun musun?
- Hem de nasıl!
Evet, çünkü burada çalışamıyorum
artık.
En azından Paris'teyken
yazamıyorum.
Demin kitaplardan söz ettim ya, hiçbirinin
ilerlediği yok.
Taşrada belki bir yandan eylemle
uğraşıp bir yandan da yazma olanağı bulabilirim.
Eyleme geçmeyi o kadar mı
önemsiyorsun?
Evet, tabii yeterince etkili bir
eylem yapabilirsek.
Ben kendi keyfim için vicdanımı
rahatlatmak için eyleme geçmek istemiyorum.
İyi de tam olarak neden eyleme
geçiyorsun öyleyse?
Çünkü o düzeyde gerçekten de yapılabilecek
bir şeyler var gibi geliyor.
Günümüz erkekleri ve kadınlarını
dünyayı olduğu gibi algılayacak konuma getirmek.
Sadece algılamak da değil harekete
geçip bir şeyleri değiştirebilecekleri bir konum.
O halde üniversiteden tamamen
ayrılıyorsun.
Ayrılıyorum da denebilir.
Üniversite ortamında son derece
yaygın bir tavırdan ayrıldığım kesin.
Orada diğerleri, yani hitap
edilen kişiler, öğrenciler basit ve saf alıcılar gibi görülüyor.
Doğru, bunun bir parçası olmak istemem
Ama Francis, şu anda Çin'de olup bitenler hiç önemli değil mi sence?
Tabii ki önemli.
Örneğin, şimdi bazı
üniversiteler kapatıldı ya, bence bu müthiş.
Evet, sence müthiş tabii.
Ama sonrasında ne olacağına dair
bir fikrin var mı acaba?
Yani - Evet, tabii.
- Üniversiteler mecburen yeniden
açılacak.
Şimdiki halde öğrenciler sahaya
indi, kol gücüyle çalışıyorlar.
Evet.
Aklıma bir şey geldi şimdi.
Arkadaşım Nathalie'yi hatırlıyor
musun?
Evet, hatırlıyorum.
Ailesi Mendes-France'a oy
veriyordu.
Evet, neyse, Mendes-France'ı
bırak şimdi.
Hatırlar mısın bilmem, eylülde
seninle sınavlara hazırlanmadan önce onun evine gitmiştim, Avignon yakınlarında
şeftali hasadı yapmıştık.
Evet.
Bilmem, şimdi öyle geliyor ki galiba
öncesinde o bedensel kol gücü işini yapmış olmak sınavlarda başarılı olmama
yardımcı oldu.
En azından seninle çalışırken.
Öyle mi?
Sana felsefeden söz ederken ne
kastettiğimi bu sayede mi anlıyordun?
Evet, biraz, çünkü haziranda Bence
arada bir bağ var çünkü haziranda bedensel bir iş yapmamıştım ve sınavlardan
geçemedim.
Evet, arada bir bağ olması
mümkün, buna gönülden inanırım.
Ama bundan ne sonuç çıkarıyorsun?
Şeftali mi toplayalım?
Ama sen benimle hemfikirsin, değil
mi Francis?
Fransız üniversitelerinde ciddi
sorunlar var, hem de pek çok.
Elbette, bu apaçık ortada.
Eee?
Eğitimin çok büyük bir sorun
olduğunda hemfikir misin?
Evet, en büyük sorunlardan biri
de bu.
Eee?
Her şeye sıfırdan başlamak
gerektiğini düşünmüyor musun?
İyi de nasıl?
Öncelikle Çin'deki gibi, üniversitelerin
kapatılması lazım.
Sen mi kapatacaksın
üniversiteleri?
Eğer sorumlular kapatmaktan
acizse olabilir.
Evet, gerekirse ben kapatırım.
Nasıl yapacaksın bunu?
Bilmem, aklımda bir fikir var
işte.
Demek bir fikrin var, anlat
istersen.
Benim asıl midemi bulandıran şey
eğitimin ta kendisi.
Bu her zaman bir sınıf sorunu
olarak kalmaya mahkum.
Kültür, sınıf kültürüdür.
Örneğin, Tutankamon sergisi var
ya.
Herkes niye koşa koşa sergiye gidiyor?
Çünkü her şey altından.
İşçiler bile burjuvalaşmış ve
altınları görmek istiyorlar.
Tutankamon her şeyi kağıttan
yaptırsaydı, hiç umurlarında bile olmazdı.
Ne demek istediğini anlıyorum ama
senin şu fikrin - Üniversiteleri kapatmak.
- Nasıl ama?
Bombalarla!
Bombalarla mı?
Bomba mı atacaksın?
Bu Durum Öğrencilerle
öğretmenleri öldürdük mü en azından korkuya kapılırlar gelmeyi keserler,
böylece üniversiteler kapanmış olur.
Bunu tek başına mı yapacaksın?
Evet.
Aslında 2-3 kişi daha var.
2-3 kişi Ama Cezayir savaşında,
Cemile Buhired kahveleri havaya uçurduğunda sen onu savunmuştun ama.
Halbuki Mareşal Juin ve Express
tayfası ona karşıydı.
- Evet.
- Sen hariç bütün Fransa ona
karşıydı.
- Evet, doğru.
Yalnız arada bir fark var bence.
Yanılıyorsam söylersin.
Ne fark varmış?
Söyle bakalım.
Cemile'nın arkasında koskoca bir
halk vardı.
Zaten mücadele etmeye başlamış erkekler
ve kadınlar vardı.
Bağımsızlık mücadelesiydi bu.
Ben de bağımsızlığımı istiyorum.
Bağımsızlığını istiyorsun da onu
bu şekilde isteyen kaç kişisiniz?
Demin sordum, 2-3 kişi dedin.
Evet, ama bir sürü insan düşünmüyor,
bunun farkında değil ki!
Biz onların yerine düşünüyoruz.
Onların iyiliği için.
Başkaları için devrim
yapılabilir mi sence?
Ama Francis, çalışmanın zaten
mücadele etmek olduğunda hemfikir değil misin?
Bu Durum Değişmeli Tabii, ama
mücadele nedir?
Bak, devrimin kuramını ve
yöntemlerini öğrenmek istiyorsam pratikte de devrime katılmaya mecburum.
Bir devrime katılabilirsin, ama
olmayan devrimi icat edemezsin.
Ama bilgi edinmek istiyorsam,
önce pratikte yaşamam gerekir, öyle değil mi?
Evet, doğru.
Ama devrimci pratik durum
hakkında bilgili olmayı varsayar.
Ben durumu biliyorum zaten, her
şey kötü.
- Sen biliyorsun da acaba -
Böylece herkesin de bilmesini sağlarım.
Durumu düzeltmek için ne yapmak
gerektiğini de biliyor musun?
Bütün sahici bilgiler bire bir deneyimden
kaynaklanmaz mı?
Bunda da hemfikir misin?
Peki bire bir deneyim eyleminize
nasıl bir içerik vereceğinizi de söyler mi?
Çünkü terörizm bir eylem
başlangıcıdır.
Bu terörizm, değil mi?
- Evet, terörizm.
Pekala, terörizm de altta yatan bir
takım temeller olduğunu varsayar.
Şiddete son vermek bütün dünya
halklarının işidir Biz tam iki yıldır bu sorunu irdeliyoruz.
İki yıldır irdeliyorsunuz demek.
Nasıl irdelediniz peki?
- Sorunu bizzat yaşıyoruz işte.
- Yaşıyorsunuz demek.
Ben öğrenciyim, sen artık
değilsin.
Bu konuda bir şey biliyor
sayılmazsın.
- Yine de biraz bir şeyler
biliyorum.
- Yani kusura bakma, ama Yok,
haklısın.
Bir şeyler biliyorum.
Ama tabii senin kadar çok değil.
- Ben bu durumun içindeyim.
- Ben doğrudan acısını
çekmiyorum.
Ben çekiyorum ve yalnız da
değilim.
Öyle olsun, ama insanları
öldürmek neye yarar?
Hele sonrasında ne yapacağını bilmiyorsan.
Hangi formüller Sonrasında ne
yapacağımızı biliyoruz Francis.
Ne yapacaksınız peki?
Ben bildiğinize inanmıyorum.
Bence sadece şu andaki düzenin berbat
olduğunu biliyorsunuz.
Bence bu düzene son vermekte de
felaket derecede sabırsız davranıyorsunuz.
- Berbat falan değil, kötü
sadece.
- İyi, tamam.
Sonrasında ne yapılacağı benim
işim değil.
- Umurunuzda değil yani.
- Yo, umurumda.
Sonrasında ben durmayacağım ki,
durumu yeniden incelemeye devam edeceğim.
Véronique, sonrasında durumu
nerede inceleyeceksin?
Ben alt tarafı devrim üretiminde
basit bir işçiyim.
Madem öyle, hakiki bir işçi ol
da adam gibi çalış.
Tuttuğunuz bu yolda ısrar
ederseniz, bir hafta zor dayanırsınız.
Nedenmiş o?
Bir iki gün içinde mutlaka
yakalanırsınız da ondan.
Ama Francis, sen de polis
tarafından aranmıştın.
Evet.
Ama sen bir haftayı çıkardın, çok
daha uzun süre dayandın.
Çünkü Fransız halkı arasında pek
çok sempatizanımız vardı.
- Bizim de sempatizanlarımız var.
- Cezayir'in bağımsızlığına çok
olumlu bakmayanlar bile, bizi ele verme yanlısı değildi.
Sempatizanlarınız var, ama böyle
kitlesel cinayetlere ortak olacak kadar sempati duymazlar size.
Malum, kitlesel cinayet olacak
bunlar.
Sempatizanlar olmak zorunda, çünkü
bazı Komünist Parti üyeleri revizyonistlerle işbirliği yapıp bizi ihbar ediyor.
- Evet.
- Sen bunu bilmezsin.
Hazır değilseniz eğer L'Humamte'yle
Figaro artık birlikte çalışıyor.
Eyvallah, ama yaptığınız
eylemler hiçbir yere varmaz.
Bunun tek yolu, arkanızda sizi destekleyen
bir topluluğun, bir sınıfın bu davaya kendini adamış, her bedeli ödemeye razı
çok sayıda insanın olması.
Dur ama Francis, genç Rus
nihilistlerini düşün mesela.
Ne olmuş onlara?
Onlar da bomba yapıp attılar, suikastlar
düzenlediler.
Peki sonrasında ne oldu?
1917 devrimi oldu.
- Nasıl yani?
- Ekim devrimi oldu.
Çarlık dönemi Rusya'sıyla şu
andaki Fransa'nın durumu aynı mı sence?
Bir de kendine Marksist-Leninist
diyorsun.
İyi, tamam, madem onları
karşılaştıramıyoruz Çin'de olanlardan ders alabiliriz o zaman.
İyi de sizin olaylardan
çıkardığınız dersler felaket derecede soyut.
Gerçekte, ders çıkarırken iki
şey böyle üst üste konmaz Yani sen bunun hata olduğunu mu düşünüyorsun Francis?
Evet, bence hata.
Bence hiçbir yere götürmeyen bir
çıkmaz sokağa gireceksin.
Kimi yoldaşlarımız bazı
sorumluluklar üstleniyorlar.
Ama işleri sıkı sıkıya ele
almadıkları için 4.
Diyalogun Devamı: Gruptan Atılan
Henri adam gibi işler ortaya koyamıyorlar.
Parti Komitelerinin Çalışma
Yöntemleri, 13 Mart 1949.
O kadar da değil, ama Dedim ya
size, savlar geçerliydi, ama her şey karman çormandı.
Ne de olsa Marksizm öncelikle
bir bilimdir.
Oysa ki orada savlar
darmadağınık bir şekilde ortaya konuyordu, halbuki Marksizm Evet,
Marksizm-Leninizm bakımından çocuktan farksızmış bunlar.
Evet.
Mısırlı çocukların hikayesini bilir
misiniz?
- Hayır.
- Anlatayım o zaman.
Mısırlılar dillerinin tanrıların
dili olduğuna inanırmış.
Bunu kanıtlamak için, bir gün yeni
doğmuş çocukları her tür toplumsal ortamdan kopuk bir eve kapatmışlar.
Kendi kendilerine Mısırca
öğrenip öğrenmeyeceklerini görmek istemişler.
15 yıl sonra gelip bakmışlar.
Bir de ne görsünler?
Çocuklar aralarında konuşuyormuş
konuşmasına da koyunlar gibi meleyerek.
Onları eve kapatırken fark
etmemişler.
Meğer hemen bitişikte bir koyun
ağılı varmış.
Biz de kendimizi bir daireye
kapatmıştık ya.
Marksizm-Leninizm de bizim için
biraz koyunlar gibiydi işte.
- Gönüllü olan var mı?
- Ben.
Ben teröre inanıyorum.
Benim için bütün devrimler terörden
oluşur.
Kim bu?
Bombasız devrimci, devrimci
değildir.
"Çinli Kız", 115.
sahne, ikinci çekim.
Şimdilik sayımız az.
Ama göreceksiniz, yarın
kalabalık olacağız.
Yarın belki ben artık burada
olmam.
Bundan memnunum, gururluyum.
Terörizmin bir özgürleştirme
edimi değil sadece belli bir programı dayatma aracı olduğunu unutuyorsun.
Bir bomba verin bana.
Bomba verin bana.
Seninle konuşmam lazım, mutfağa
gelsene.
Kirilov'un önerisinin
reddedilmesini ve kura çekilmesini öneriyorum.
- İntihar edecek mi sence?
- Bundan eminim.
Hep öyle derler, ama o malum an
gelince Baksana, 15 gündür bir intihar edemedi.
Evet, ama bu sefer iş ciddi, yapacak
bence.
İyi de dikkatini çekerim, kağıdı
imzalamak istemedi.
Bir daha sorsana.
Mümkün değil.
Dün bütün gün imzalatmaya uğraştım.
Derdi ne bilmem.
Laf anlatmak imkansız.
İstemem diyor, başka bir şey
demiyor.
- Tabancayı da vermiyor mu?
- Onu da vermiyor.
Verecekmiş tabii, ama önce
mermileri üstüne boşaltacakmış.
Baksana Serge.
Bana şu kağıdı versene.
Cebimde.
Rahat bırak beni.
İmzaladın mı?
"Ben, Serge Dimitri Kirilov
Paris'e Fransız hükümetinin davetlisi olarak gelen Sovyet Kültür Bakanı Mihail
Şolohov'un cinayetini üstleniyorum.
Bu cinayetin amacı, öncelikle,
bu Sovyet kuklasının Nanterre fakültesine yapılan yeni binaların açılış
törenine katılıp Malraux ve Fouchet kuklalarının önünde nutuk atmasını
engellemektir.
" Versene.
"İkincisi, bu cinayet uzun
bir ölüm zincirinin ilk halkasıdır.
Hükümetin Fransız
üniversitelerini kasten kültürel bataklığa mahkum etmesine bundan böyle şiddetle
cevap verilecektir.
Serge Dimitri Kirilov, 15
Ağustos 1967.
" Çok iyi.
Bu şapkayı ne yapayım?
Giyeyim mi, giymeyeyim mi?
Yok, giymeyeyim.
- Silahın yanında mı?
- Evet.
Neydi bu adamın adı?
Şokolov, yok, Şolohov.
- Emin misin?
- Evet, Şolohov doğru.
İyi de adamın adını
soramayacaksam nasıl yapacağım bu işi?
Daha önce Guillaume'la
konuştuğumuz gibi yapacaksın.
Şeyi soracaksın.
Adam kayıt defterine bakarken sen
de Şolohov ismini arayacaksın.
İyi de defter ters duruyor
olacak.
Olsun, büyük harfle yazarlar, okuması
kolay olur.
Tamam mı?
- Peki, tamam.
Eee?
Kapıyı kendi açtı, ben de hemen
ateş ettim.
Haydi gidelim çabuk.
Eyvah, eyvah, eyvah, dur!
Ne oldu?
- Eyvah, yanlışlık yaptım.
- Ne yanlışlığı?
Evet ya.
Defterde Şolohov'un adını tersten
okudum.
Oda numarası 23'tü.
Ama tersten okuduğum için aptal
gibi onu da ters çevirmek gerek dedim.
Böylece 23 numara oldu 32.
Ben 32 numaralı odaya gittim.
- Yani 32 numaradaki adamı
öldürdün.
- Evet.
Geri dönmemiz lazım.
Evet, ama arabayı içeri sok bu
sefer.
Haydi.
- Biz komünistler haksız
savaşlara karşı - mücadele etmekle kalmıyor bu savaşlarda etkin rol de alıyoruz.
Şiddete ve emperyalizmin baskısına
son vermek bütün dünya halklarının işidir.
İntihar mı etti?
Bilmiyordum.
Kirilov, Kirilov Marksizm-Leninizm
varsa eğer, her şey caizdir.
Bu da şu anlama gelir, bir durum
ya da sorunun Sorun!
nicel yönüne dikkat etmeli ve
temel bir nicel analiz yapmalıyız.
Yapmalıyız!
Bu aptal işten bıktım usandım!
Gerçekliği dönüştüren pratiklerin
içinde yer almak gerekir.
Bilmem, belki de Besançon'a
dönerim.
Normal Komünist Parti'ye mi kaydolacaksınız?
Evet, hiç şüphesiz.
Hele bir iş bulayım.
Bir laboratuardan cevap
bekliyorum.
Olmazsa da, Doğu Almanya'ya gitmeyi
düşünüyorum.
Orada kimyagere ihtiyaç var.
Böyle kavgalar yaşanması çok
yazık.
Evet, biliyorum, çok aptalca.
Ama benim tek istediğim huzur.
Onlar fazlasıyla fanatikti.
"Sonsuz uzamın sessizliği.
" Beni sessizlik değil, ses ve öfke korkutuyor.
Bir daha görüştünüz mü?
Onlara ne olduğunu biliyor
musunuz?
Hayır, ne oldular hiç bilmiyorum.
SIFIR YILI TİYATROSU GUILLAUME MEISTER'IN
TİYATRO YOLU Bütün yollar Pekin'e çıkar Baksana, bu yaptıkları çok komik.
Rezalet.
Annem küplere binecek.
Bak senin kuzeninin de resmini
koymuşlar.
Sahiden de bakanı onlar mı öldürdü
dersin?
Umarım içeride bir şey
yapmamışlardır.
Merhaba.
VE Sebzelerde, meyvelerde tek
fiyat!
Hepsi 10 kuruşa!
ONUN ÇIRAKLIK Salatalarım,
domateslerim çok güzel!
Pırasalar, turplar, yumurtalar!
Hepsi tek fiyata, 10 kuruşa!
- Bir salata verir misiniz?
- Salata 10 kuruşa.
Buyurun.
YILLARI Buyurun bayan.
10 kuruşa!
Tek fiyat!
Gelin bir şansınızı deneyin.
VE ÇEŞİTLİ YOLLARDA SEYAHATLERİ Hayır,
kimseyi görmek istemiyorum.
İhtiyatsız coşkum
yalnızlığınızın sırrını lekeliyorsa, gücenmeyin.
Ne zamandan beri böyle
ürkeksiniz?
Marcel beni terk etti edeli.
Ah hanımefendi, hangi uğursuz
yıldız altında böyle tatlı bir aşkın bahtsız nesnesini getirdiniz dünyaya?
Ne olacak şimdi benim halim?
Merak etmeyin hanımefendi, sizin
için mücadele eden bir Tanrı var.
Ölümcül kurban çoktan verildi.
SOSYALİST TİYATRO EŞLİĞİNDE Marksist-Leninist
olun yeter.
Hayır, ben intikam almak
istiyorum.
- Kaybedersiniz hanımefendi -
Git başımdan.
Neden gideyim ki?
Hangi kapris eseri kendi
kendinize düşman oluyorsunuz böyle?
Acı çekiyorum.
Çok acı çekiyorum.
Yeter ama kızım, acıklı
sızlanmaları bırakın bir kenara.
Artık mantıklı savlara kulak
vermenin zamanı geldi.
Filmin Son Sahnesi Evdekilere ne
diyeceğim?
Ben onlara yazarım.
Sen iyiden iyiye delirmişsin.
Hayal dünyasında yaşıyorsun.
Tamam, kabul, bunlar hayal
ürünü, ama beni gerçeklere yaklaştırıyor.
Her neyse, evin cumartesiye
eskisi gibi olması lazım.
Geliyor musun Blandine?
İyi düşün.
Her şey enine boyuna
düşünülmüştü.
Yazın sona ermesi, okula ve
derslere dönüş demekti.
Bu da benim için ve bazı
yoldaşlarım için mücadele demekti.
Ama bir noktada yanılmıştım.
İleri doğru büyük bir sıçrama
yaptığımı sanıyordum.
Oysa şimdi fark ediyorum ki
aslında çok uzun bir yürüyüşün ilk birkaç ürkek adımını atmışım alt tarafı.
||
Le Petit Soldat (1963)
20034||5062270||KÜÇÜK ASKER (Çeviren:FRANZK.
) Aktif rol almak için çok yaşlıyım.
Bir şeyler düşünmenin zamanı
geldi artık.
Cenevre.
Léman Gölü, şehri 2'ye ayırır.
3 gün önce gizli ajanlar
tarafsız bölgede savaş ilan ettiler.
800 dolar.
Birden kendimi düşündüm Bruno
Forestier Fransız Enformasyon Bürosundan.
Daha Fazla Terörist Saldırıları.
Cenevre Profösörü Bir Saldırı
Sonucu Öldü.
Gene onlar.
Kahrestsin.
Hepsi kafayı yemiş.
Cenevre,13 Mayıs, 1958.
Aragon bir keresinde şöyle
yazmıştı: "Acısız Mayıs "Haziran kalplerde" "Başkasını
sev" Her şey yolunda mı?
Biri sizi aradı.
- Sen burada olduğumu mu
söyledin?
- Evet.
Sana söyleme dedim ya!
Gökyüzü bana Klee'nin
portrelerini hatırlattı.
"Nereden geliyorsun?
"Neredesin?
Nereye gidiyorsun?
" Nasılsın,evlat?
Selam.
Bruno, neye bakıyorsun?
Güzel bir Paul Klee.
Benimki daha iyi.
Kim o?
Fotoğraflarını çekmelisin.
Onu görmek istemediğimi
söylersem?
Şık bir kız.
Hadi.
Brazilya Konsolosluğunda olmam
lazım.
Yarın gidersin.
Şimdi yapamam!
Kızlar genellikle boş konuşur.
Danimarkalı mı?
Evet.
Onu tanıyor musun?
Michel bahsetmişti bana.
Bahse girerim onunla yatmak
istersin.
Leslie Caron'ınki gibi ağzı var.
Hayır.
Sadece aşık olduğum kızlarla
yatarım.
İddia ederiyorum 5 dakika içinde
kıza aşık olacaksın.
Ne kadara?
-Bilmem.
-50 dolar.
Sen bilirsin.
Aşık olmayacağıma 50 dolar.
Onunla ilk karşılaştığımda Giraudoux'ın
oyunundan fırlamış gibi geldi bana .
Veronica?
Bir adamı arkadan silahla ya da bıçakla
öldür ama bombayla değil.
Uzaktan öldürmek onursuzca bir
şey.
Bir şey bildiğin yok.
Ne hakkında konuşuyorsunuz?
Ne hakkında konuşuyorsunuz?
Sanat profösörü Lachenal dün
öldürülmüş.
.
Arabasına bomba yerleştirilmiş.
Kim tarafından?
Fransızlar.
Bunun hakkında ne biliyorsun?
Neyden bahsettiğimizi
bilmiyorsun.
Bu çok kötü.
Öğrencilerin hepsi böyle.
Onun kızını tanıyorum.
Genellikle buz pateninde olurdu.
Haklısın.
Korkunç bu.
Kahretsin.
Ne oldu?
Bu çok can sıkıcı.
"Savaş.
" dediğimi sandılar.
Onlara, aynı şey dedim.
Bana baktı.
Güle güle.
Fotoğraflarını yarın 5'te
alırsın.
Nereye gidiyorsun?
Gizli.
Gerçekten çok gizemlisin.
Gizli ajanım zaten.
Veronica.
Saçını salla.
İşte 50 dolar.
Nereye gidiyorsun?
Önemli mi?
Kimse neyin önemli olduğunu bilemez.
Hala çok genç ve budalayım.
Mavi gökyüzü?
Yağmur?
Kim bilir?
Şimdiye kadar hayatım çok sıradandı.
İdeali olmayan bir adam.
Ya yarın?
Ondan ateş istedim.
Ondan tekrar ateş istedim.
( Bundan sonraki bir takım
konuşma filmin orjinal ingilizce altyazısında yok.
) Birden vaktimi boşa harcadığımı hissettim.
Veronica gözleri Velázquez grisi
mi, yoksa Renoir grisi mi?
Alfred Latouche ve kardeşi
genellikle benimle buluşurdu.
Belki yakalanmışlardır.
Peki ya ben?
- Selam, Jacques.
- Selam, Bruno.
Gel.
Anti-terörist gurubumuz eski bir
parlementer tarafından finanse ediliyordu.
Nasıl gidiyor?
İyi.
Ya sen?
Jacques'ı tanıyor musun?
Bu o?
Diğer adamı tanımıyorum.
Senin adamın mı?
Hayır,arkada oturanı diyorum.
Kim o?
Eğer biri sorarsa, aptal rolü
yap.
İyi şanslar!
Bankacılar,paraşütcüler, araba
satıcıları, savurgan gençler.
Gizli savaş insanları ve
fikirleri karıştırdı.
Gidiyor muyuz?
Rahatız.
10'dan 5'e kadar.
Araba oradaysa, Paul için
fıskiyenin yanında dur.
Bu 57 model üstü açılabilen Nash.
Evet, Bruno?
Ne?
Ne düşünüyorsun?
Bilmen.
Bilmen lazımdı.
Ne söyleyecektin?
Hiç.
Hadi,söylesene.
Fikrimi değiştirdim.
Bu kitap ne?
"Sahtekar Thomas" Ah.
Jean Cocteau.
Evet.
Bak, dinle sonunu.
Çok güzel.
"William, tavşan gibi
uçtu,atladı ve koştu.
"Silah seslerini duymadan, aniden
durdu " "nefessiz kaldı.
"Göğsünde acı bir saplanma hissetti.
"Düştü.
"Kör ve sağır oldu.
" "Kurşun, diye düşündü "Ölü taklidi yapmazsam, kaybederim.
' "Ama, gerçek de kurgu da onun için birdi.
" "William Thomas ölmüştü.
" Güzel.
Böyle ölmek isterdim.
Üzülme.
Belki yakında olur.
Neyin var?
Neden?
Çünkü kıçın acıyor.
Cumartesini düşünüyorduk.
Annecy'de ne işin vardı?
Veronica'yı Brazilyaya götürmeyi
umut ediyordum.
Resim galerisi açıyorum.
3 Modigliani almayı düşünüyorum.
Neyseki ben de hiç yok.
Kimin parasıyla?
Geri vericeğim.
İşte.
"Ah,değişen çiçeklerin
günleri "Gül çardaklarını çağırıyorum.
" Neden bu şiire taktım?
Kapa radyoyu.
Bu show'u yapan adamı tanıyor
musun?
Palivoda, Cenevre radyosundan Evet,bu
o.
İşte.
Çifte ajan olmamdan
süphelendiklerini anladım.
Gidelim.
Show'unun adı: "Doğal
Konuşma" Canımı sıkıyor bu.
Palivoda'yu gördün mü hiç Bruno?
Bugünden önce mi?
Evet.
Hayır.
- Dikkatli bak o zaman.
- Neden?
Çünkü bu adamı öldüreceksin.
Niye gene ben?
Paris'ten emir aldım.
Ben sadece mesajı iletiyorum
sana.
Jacques bu işin çok kolay olacağını
söyledi.
Arabanı ona doğru sür ve tam
karşısındayken ateş et.
Kapat camı!
İsyancılar için çalıştığından eminler
mi?
Şaşırdım.
İşviçreli.
Ben değilim.
Radyoda konuşmak savaşmaktan daha güvenli.
İşviçreliler fazla cesur
değillerdir.
Nasıl sürdüğüne baksana.
Bisikleti geçmek için bile sinyal
verirler.
Bu beni delirtiyor.
Otele gitmek ister misin?
Hayır.
Ofise.
Latouche'ın öldüğü doğru mu?
Evet.
Salı günü Bristol Otel'inde banyo
küvetinin içinde bulmuşlar onu.
Dili kesilmiş.
Her yer kan içindeymiş.
Korktun mu?
Adam öldürmek oyun değildir.
İstersen araba kiralayabiliriz
sana.
Cenevre plakası yok.
Bu çok tehlikeli.
Neden Paul değil de ben?
Çünkü sen en iyisisin.
Palivoda'yı öldürmek istemiyorum.
- Sorun ne?
- Bilmiyorum.
Biraz önce, evet, ama şimdi,
hayır.
Neden olduğunu bilmiyorum.
Onu öldürürsem, kötü
hissedeceğim.
Önemli değil bu.
Zafer, kaybetmekten daha iyiydir.
İspanya Cumhuriyetçilerin rahatı
iyi.
Bu çok anlamsız.
Gurur duyulacak bir şey bu.
Benjamin Constant ve Mme de
Stael burada yaşamışlar.
Korkuyorsan diye özellikle görmeni
istedik.
Korkmak mı?
Hiç korkmuyorum.
Sadece canım yapmak istemiyor.
Yapmayacağım.
Yaptıracağız.
Zorlayamazsınız beni.
Kimse beni bir askeri öldürmem
için zorlayamaz .
Ne diye düşünüyorsun ki?
Çok kolay.
İsviçreliler senin kaçak olduğunu
biliyor.
Küçük bir kaçışla,Fransaya geri gönderilirsin.
Gözlerimi kısmamalıyım.
Seni kimse askeri hapishaneden çıkartamaz.
Öldür onu, yoksa sıra sana gelir.
Jacques'e sor.
Öldüreceksin beni valla.
26 ölmek için çok erken küçük
prens.
Beni çok zorlarlarsa, öldürürüm.
Onlara söylediğim buydu.
Bırak gideyim.
Sana güvenebilirmiyim peki?
Hayır.
Kıçım acıyor.
Hiç komik değil.
Jacques!
Ne yapıyor o öyle?
Kaybetmemenin önemli olduğunu hissettim.
Bir Fransız adamla bir Rus
kızının vizelerini sormak için Brezilya konsolosluğunu aradım.
Kapatmışlar.
Sonra tekrar ararım.
Geceleri, gökyüzü çok hareketli Zor
ve gizemli İnsanlığa benzerliği ve içinde barındıkları yüzünden.
Beni görmezden geldi.
Durmadım.
Ertesi gün görebilirdim.
Sonra bir arabanın beni takip
ettiğini farkettim.
Onu kaybetmekle başım belya
girdi.
"Şimid hepsi orada.
"Düşman gölgelerde
dinleniyor.
" Ben kışı hissedene kadar, yaz geldi bile.
Paul, nasılsın?
Yeri kötü değilmiş.
Yeni taşındım.
Fena değil.
Dün seni görmedim, ama düşündüm.
Şimdiyse seni görüyorum, ama
başka bir şey düşünüyorum.
Hepsi bu mu?
Evet.
Sanırım ışığa ihtiyacın olacak Oh,olmaz,olmaz.
Çok hızlı bir film.
Agfa Record.
Yüzünü çekerken bana bak.
Ruhun ardındaki şeyi çek.
Gözlerinin altında derin gölgeler
vardı.
Velázquez grisi.
Nerede istersin?
Her yerde olur.
Farketmez.
Nasıl istersen yap, ben çekerim.
Sana sorular soracağım.
İşi kolaylaştırır.
Korkmuş gibisin.
Neden?
Evet.
Korktum Korkmana hiç gerek yok.
Polis tarafından sorgulanmak
gibi.
Önceki günden daha sevimsizdi.
Evet, evet, biraz.
Fotoğrafçılık gerçektir ve
sinema da öyle.
Saniyede 24 kare.
Adın Veronica ne?
Doğruyu söylemedi.
Veronica Dreyer.
Sen Finlisin, Danimarkalı değil.
Hayır.
Rusum Ama Kophenag'da doğdum.
Cenevre'de ailenle birlikte mi kalıyorsun?
Hayır.
Tek başımayım.
Bir yabancını fransızca
konuşması çok hoş.
Ailen nerede?
Savaşta vuruldular.
Kim vurdu?
Seni ilgilendirmez.
Almanlar mı?
Ruslar mı yoksa?
Seni hiç ilgilendirmez.
Neden söylemiyorsun?
Öyle işte.
Saçını topla.
Veronica'nı karizması kendisiydi
omuzları endişeli bakışları gizemli gülüşü.
Ne garip.
Benim babam da özgürlük gününde
vuruldu.
Drieu La Rochelle arkadaşıydı.
Korkma.
Hareketsiz kalma.
Ne yapmamı istiyorsun?
Bilmiyorum.
Ne istiyorsan onu yap.
Sigara yak duş al.
Sanmam Hayır mı?
Neden?
Aniden döndü.
Duş almazmısın hiç?
Aklımdan ne geçiyorsa onu
söyledim.
Seni duş yaparken çekmek
istiyorum.
Gerçekten istemez misin?
Hayır.
Niye?
Çünkü çok aptalca.
Vücudunu görmemden mi
korkuyorsun?
Niye aptalca dedin?
Şu an ne düşünüyorsun?
Hareket et biraz.
Ölümü düşündün mü hiç?
Üzüntülü görünüyordu.
Ve birden sanki ölümün fotoğrafını
çekiyormuşum gibi garip bir duyguya kapıldım.
Sonra her şey normale döndü.
Cenevre'ye geldiğinden beri çok
erkekle çıktın mı?
Evet.
Neden?
Sadece soruyorum.
Bahse girerim banyoda poz vermişsindir.
Hayır.
Asla.
Ne düşünüyorsun şimdi?
Beni mi düşünüyorsun?
Evet.
Benim hakkımda ne düşünüyorsun?
Niye cevap vermiyorsun?
Korkuyorsun.
Saçını geri çek.
Şunu yüzünün üstünde tut.
Özgürlüğe inanır mısın?
Hayır.
Birini öldürmekten korkar mısın?
Beni sinirlendiriyorsun.
Kardeşin var mı?
Evet.
Bir tane erkek kardeşim var.
Ne yapıyor o?
Moskovada.
Stanislavsky Tiyatrosunda
öğrenci.
Rusların hepsi okur zaten.
Neden?
Rusların hepsi öğrencidir.
Artis olmyı istemen çok garip.
Bir sigara yaktı ve niye diye
soru.
Niye?
Aktörler karışıktır.
Onlara saygım yok.
Onlara gül dediğinde gülerler.
Ağla dediğinde ağlarlar.
Sürün dediğinde sürünürler.
Bence bu çok saçma.
Neden olduğunu anlamıyorum.
Bilmiyorum.
Onlar özgür insanlar değiller.
- Bak.
- Neye?
"Bir aktör.
" Evet.
Klee'nin.
Paul Klee'yi sever misin?
Evet.
Başkasının seni nasıl gördüğü
önemli değil senin kendini nasıl gördüğün önemli.
Paul Klee mi söylemiş bunu?
Hayır,ben söyledim.
Plağın var mı?
Evet.
Ne istersin?
Bach?
Hayır.
Çok geç.
Bach sabah 8 içindir.
8'de Brandenburg süper olur.
Mozart?
Beethoven?
Çok erken.
Mozart akşam 8 için iyi.
Beethoven'ın müziği çok derindir.
Beethoven gece içindir.
İhtiyacımız olan Haydn Güzel
eski bir Joseph Haydn.
Ne düşünüyorsun?
Seninle aynı şeyi.
Testin ne olduğunu biliyor musun?
Hayır.
Bir insanın karekterini anlamak için
yapılan çizim.
Bir tane sana yapıyım.
Bunu kadınlar üzerinde hep
denemişimdir.
Küçük kız gibi oyun oynamayı
severler.
Çocuk oyunu oynamayı öneriyorsun
yani.
Ne istersen yap İstediğin her
şeyi.
Sadece çizimi tamamla.
Hugh geçen günkü iddia'mızı söyledi
mi sana?
Ona 50 dolar verdiğinde mi?
Evet.
Hayır.
Neden 50 dolar verdiğimi bilmiyor
musun?
Hayır.
Sen de yap.
Düşüncelerini bilmek istiyorum Tamam.
Ayrıca.
Göreceksin.
" Seni seviyorum.
" Jacques ve Paul Century'nin önüne park ettiler.
Onları görmezden geldim.
Veronica ve ben resimden
konuştuk.
Gauguin'nin, Van Gogh'dan daha
iyi bir ressam olduğunu söylüyordu .
Kesinlikle yanılıyordu.
Kim bu kız?
Kapak kızı.
Benimle kalıyor musun, kalmıyor
msun?
Bilmiyorum.
Bilmiyorum, Bruno.
Club 58'den çıkışımızı hatırlıyor
musun?
Koluma girmiştin.
Yapmamalı mıydım?
Hayır.
Niye?
Çünkü seninle yatma isteği uyandırdı
bende.
Bu imkansız diye söylecek
gibisin.
Hoşlanmadığın erkeklerin koluna
girmemelisin.
İy geceler.
Sence işe yarayacak mı?
Tabi ki.
Bruno tam bir korkak.
Sonra Paul arabamı aldı.
O ve Jacques İsviçre polisini peşime
taktılar.
Hadi!
Devam et!
Devam et!
Pontiac'ım!
Salak herif!
Pontiac'ım!
Dur!
Dur!
Polis!
Bu bir Alman şarkısı.
Çevireyim mi?
"Ah, parlak şafak, "parlak
şafak!
" "Ölümümü çek erken bildirdin.
" "Trompetler yeniden çalacak " " ve sonra " "Bu
güzel hayata veda etmek zorunda kalacağım.
" Sabah 7.
Dünyada bir çok fotoğraf çekildi
yanımdan geçen kötü rüyalar gibi Panama Roma İskenderiye Budapeşte Paris.
Kötü rüyalar devam ediyor.
"Okula girer gibi savaşa
girdik.
" Sonra Bernanos'ın romanı basıldı: "Aşağılanmış Çocuklar.
" Korku Bu Çifti Yok Etti.
Bir sigara yaktım.
Bu sabah kendimi küçük bir çocuk
gibi hissediyorum.
Neden?
Soru sormak cevap bulmaktan daha
önemlidir.
Veronica.
Tarağı versene.
Çok acıktım.
Kabus gördüm.
Tiyatrodaydım.
Ara verildikten sonra bir
şeytanla tanıştım.
Çok şıktı.
Gerçekten oydu kıllı bacaklar ve
boynuzlar.
Ve bir yarası vardı büyük
kırmızı bir sıyrık.
Korkunçtu.
Evet?
Kim o?
Nereye gidiyorsun?
Sen uyu.
Tanrım,çok güzeldi.
Uyuma numarası mı yapıyordu
yoksa.
Polis.
Bruno Forestier siz misiniz?
Evet.
Sorun nedir?
Ceketini giy ve benimle gel.
Hayır.
Ben hiç bir şey yapmadım.
Bizimle oyun oynama.
Fransa tarafından isteniyorsun.
Evet, kaçtım.
Ama belgelerim yasal.
Giy ceketini.
Göreceğiz artık.
Tamam,geliyorum.
Ciddi görünüyordu müfettiş.
"Vur-kaç," belgeler
böyle söylüyordu.
Suç işleyen, Fransız yetkililere
gönderilir.
Henüz hiç bir şey bilmediğim
için her şeyi reddettim.
İşte.
Gördün mü?
Efendim lütfen.
- Kaçmamalıydın.
- Orada değildim ki.
Ah Fransız o zaman bu.
Cezadan kurtulmaya çalışıyor!
Oradamıydın, değil miydin?
Polisten önce asla aşağı bakma.
Bilmiyor musun?
Ne salaktım ama!
Ama.
.
tanıkları var beyefendinin.
Arabada!
Çok geç anladım Palivoda
öldürmemle ilgili saçmalık başlamıştı.
İstayona mı gidiyoruz?
İlk büyük savaşımı kaybettim.
Suç duyurusunda bulunacak
mısınız?
Müthiş bir yalnızlık
hissetmiştim.
Belki özgürlük pişmanlıkla başlamıştı.
-Nereye gittin?
-Sigara almaya.
Duş almadın mı?
Canım istemedi.
Kadınların omuzları güzel ve
asildir.
Bu sabah çok garipsin.
Evet.
Korkaklaşıyorum.
Ne?
Korkaklaşıyorum.
Garip.
Kendime baktığımda içimdekiyle
uyuşmadığımı görüyorum.
Sence hangisi daha önemli, iç mi
dış mı?
Çok güzeldi.
.
siyah, gizemli, bozulmaz.
Bu, kameraman Raoul Coutard'ın büyük
mücadelenin kanununa verdiği isim.
Her seferinde ateş etmeye hazırdım
beklenmeyen olaylar engelledi beni.
Ve her seferinde sahil temizdi.
Bir kaç defa tereddüt ettim ve
gene geç kaldım.
Bu gerçekten de zor, Eğer ilgi
alanınız, bir adamı bir kaç defa öldürmeyi denemek değilse.
İntiharı bebat etmek gibi bir
şey bu.
Bir süre sonra, dayanamaz hale
geldim.
Bir insanı öldürmenin beni
üzebileceğini düşünmemiştim.
Daha önce olmuştu halbuki.
Hayır, bu o değildi.
Ve her zaman vicdanlı
yorumcuların,sahtekar olduklarını düşünmüşümdür.
Her hareketin doğru ve yanlış
zamanı vardır.
Paul her zaman izci gibi hareketliydi.
O ve Jacques bir çok gizli
planla doludur.
Hiç bir şey onları durduramaz.
Palivoda'yı 36 kişinin önünde öldürmemi
istemeleri fikri bile.
Hain olmakla suçlandım.
Bir düşmanı indirmemek benim tek
hatamdı.
Silahımı çektiğimde,Paul'un
silahını bana doğru çevirdiğini hissettim .
Bruno!
Hey, Bruno!
Danimarkalı kız arkadaşın nasıl?
Kahretsin.
Gidiyorlar.
Ne yapıyorsun sen?
Onlar için çalışıyorsun.
Ben mi?
Asla.
Rüya mı görüyorsun sen?
Yetti artık.
Cehenneme git.
Şimdi artık Fransızlar ve
Araplar benim peşimde Kesinlikle hapı yutmuştum.
Evet.
Hayır.
Banyo yapacağım.
İstersen Club 58'de buluşalım
sonra.
Neden?
Burada kalamam.
Yarın Zürih'e gidiyorum.
Brezilya'ya bir uçak ayarlayacağım.
Veronica neden bir şey söylemiyorsun?
Ne söyleyeceğimi bilmiyorum.
Yalan söyle bana gitmene
üzülmüyorum de.
Gitmene üzülmüyorum.
Sana aşık değilim.
Senle Brezilya'ya gelmeyeceğim.
Seni bir daha öpmeyeceğim.
Toplandım ve Zürih'e gittim.
Artık Cenevre'nin ışıkları yoktu
ama Rio'nunki gibiydi.
Acaba özgür olduğum için mi mutluydum
yoksa mutlu olduğum için mi özgürdüm.
Merhaba, Jacques?
Ben Paul.
Dikkatli ol, koca çocuk.
Evet.
Bugünlerde trajedi, politika.
Hayır, bana göre değil.
Napolyon.
Dinle, Bruno İzin ver konuşayım!
Arabanın Century'de olduğunu söylemek
için aradım.
Kafam yere o kadar sert vurdu ki
bilincimi yitirmiştim.
Merdivenleri saymayı unuttum.
Garajda kimi aradın?
Bana işkence mi edeceksiniz?
Korkuyor musun?
Tabi ki korkuyorum.
Pasaportu.
Bu pasaportu kim yaptı?
Fransız Konsolosluğu mu?
Bir Arap esprisi vardır.
Biri arar ve "Allo?
" der.
Öbür adam da der ki "ben
Ali.
" - Onu soyalım mı?
- Evet.
Bağarsaydım eğer, bana yine
vurulardı.
Şunu alsan iyi olur.
Kim bu?
Bilmiyorum.
Ya bu?
Hiç görmedim.
Jacques Aurelian Mercier.
Hinduçin'deki eski gönüllü.
Oradaki bir mahkemeden sonra kayboldu.
57'de Roterdam'da ortaya çıktı Aramis
gemisi 59'da Franfurt'ta patladığı zaman Ve Profesör Dietrich öldürüldüğü zaman.
Şimdi Cenevrede.
Aradığın oydu.
Hangi numarayı çevirdin?
Numara ne?
!
Onlara söyleyip söylememek umrumda
bile değildi.
Sadece yapmak istemiyordum ve
öyle söyledim onlara.
Onlar için çalışmamı teklif ettiler
ama ilerlememi reddettiler, ben de cehenneme gidin dedim onlara.
Bu da, Alfred Latouche Konuşmayı
reddetmişti.
Kardeşi Etienne de.
Aynısını mı istiyorsun?
Zavallı Etienne.
Ağzını sıkı tutarak kellesini
ortaya koymuştu.
Sonuçta tüm suratı usturayla deşildi.
Umarım cesursundur.
Çok zor olacak bu iş.
Bilmiyorum Göreceğiz.
Banyoya götür onu.
Kalk!
Birisi, yakında yaşamaktan acı
çekecek.
Ve gerçekçi olmak gerekirse ölümün
tek ayrıcalığı bu.
Ne ayrıcalığı?
Daha fazla ölmemek.
İşkence monoton ve üzücü onun
hakkında konuşmak zor, bu yüzden ondan bahsetmeyeceğim.
Hangi numarayı aradın?
Korkuyor musun?
Neden bunu yapıyorsun?
Bazen yolunu hançerle açmak
zorunda kalırsın.
Bir kıvılcım her yeri ateşler içinde
bırakabilir.
Budapeşte'de bir işkenceyi izlemiştim.
Buna dayanıp dayanamayacağımı merak
ettim.
Şimdi benim zamanım gelmişti.
Musluklar.
Biliyorum başkaları daha kötüsüne
de dayanır ama ben böyle zorlularla hiç karşılaşmadım bu yüzden bunun hakkında
konuşamam.
Tek bildiğim, kendimi bağırmamak
için zorladım ve mücadeliyi bıraktım.
Bir şey düşün çabuk, acıdan
korunmak için.
Deniz, sahil, güneş.
Hızlı düşün.
Veronica'ya bir şeyler yaz.
Çabuk!
Acıyı düşünme.
Çabuk!
Mektup yaz.
Hadi.
Acıyı yen.
Veronica'ya mektup Desnos'un
karısını yollamasından iyidir.
Veronica Ne oldu?
Bayılmışsın.
Ağladım mı?
Niye sordun?
Neler oluyor?
Ağlayıp ağlamadığını soruyor.
Bu neden onu ilgilendiriyor ki.
.
Çünkü önemli.
İşkence seansları esnasında, büyük
siyasi tartışmalar yaptık.
Bana ideali olmayan bir aptal
dediler.
Özel amaçları olan bütün organizasyonlar
gibi bana fikir aşılamaya çalıştılar.
"Fransızlar da işkence
yapar.
"Mahkumlar her hücrede
gizlice bekletilir "ya da kaçmanın sonucuna katlanırlar "yani,sırtlarında
bir mermiyle.
" Djamila'ın nişanlısı böyle öldü.
Bu gücün haber almadaki
mükkemmelliği şüphe götürmez.
Güçlü olmalısın, doğru, güce
dayan.
Tekrar başka şeyler düşündüm tatil,
bisiklet gezisi çiçekli kızlar.
Neden telefon numarasından
vazgeçtim?
Arayamam ki.
Ciddiyetsizlik mi?
Anlamını bile bilmiyorum.
Telefon numarası.
Gücümü yitirmeğe başladığımda, yardım
için bağardım ama çok güçsüz olduğumun farkında bile değildim 2 metre öteden
bile duyulmazdım.
Ben bağardığımı düşünüyordum, ama
aslında mırıldanıyordum.
Bunlar ne için.
Palivoda mı?
Ben Cavalier FK.
Islanan kumaştan hava girmez.
Nefes almak imkansız.
"Devrim hareketi bir gemi
gibidir "ufukta görünür.
"Güneşin yuvarlağı gibi.
.
"ışınları " "karanlığı
deler,geçer.
"Yakında doğacak olan "bir
çocuk gibi.
" Telefon numarasını söyledi mi?
Hayır.
Hayır.
Henüz değil.
Ama bununla,bir şeyler öğreneceğiz.
Hayır, hayır.
İşaret bırakmak istemeyiz.
Neden intihar etmek istedim ki?
Onlara bilgiyi vermeliydim.
Bu yüzden Fransızlar kendilerini
sevmezler.
.
Bıçağı dişlerimin arasına koydum
Çünkü ellerimle başaramazdım.
Benim için iyi veya kötü, yakında
gelmeleriydi.
Sonra sonra elektrikle geldiler.
Tanıdığım bir adam getirdi bunu.
Şimdi hatırlıyorum.
O, Veronica'ya köpek hediye eden
adam.
Tamam, bu sefer işe yarayacak.
Elektrik çok basit.
Elektrotları vücuduna yerleştirirler
ve akımı gönderirler.
Ölmezsin,ama sakat kalırsın.
Lenin'in dediğini hatırla devrimde,ne
kolay iş vardır ne de yol.
Mücadelede her şey mübahtır.
Devrimin zaferi kesindir.
Zafer kazanılacak.
Sonra giyinmemi söylediler.
Tükenmiştim artık.
Pencereden atlamayı düşündüm.
Alt kattaysak iyi.
Ama değilsek Ne düşünüyorsun?
Pierre Brossolette'nın nasıl
öldüğünü.
47'de Gestapo karargahında 2 ay
işkence görmüş.
Gözlerini çıkarmışlar.
Bir gün tekrar sorgulamaya götürmüşler.
Tükendiğini anladığı için çok
acı çekmiş.
Odada bir pencere olduğunu hissetmiş.
Onlar onu sorgularken yavaş
yavaş pencereye yanaşmış.
Ve cama dokunduğu an kendini
aşağı atmış.
Neyse ki birinci katmış.
Veronica bana Araplar için çalıştığını
söyledi ama benimle Brezilya'ya kaçabilirdi.
Pardon.
Arkadaşım Forestier'ı gördünü mü?
Bayan?
Hayır.
Tamam.
Sağolun.
Kesinlikle orada.
Neden bize söylemedi o zaman?
Bu kıza güvenmiyorum.
Neden konuşmak yerine ölmeyi
tercih ediyorsun?
Bilmiyorum nasıl olsa öldürecekler.
Neyse ki,ilk katmış.
Makyajsız daha iyi görünüyorsun Oturuşunu
seyrettim.
Sigara yakışını seviyordum.
Bu doğru değil.
Evet,öyle.
Neden boş?
Çünkü gidiyorum.
Gidiyordum.
Birbirimize bakmaya cesaret edemedik.
Hiçbir iz yok.
Hayır.
Sadece bir yanık izi var.
Çok dikkatlilerdi.
BM'ye göre, emirleri Kahire
vermiş.
Kimse beni sormadı mı?
Evet, şimdi gelirken sordular.
Arkadaşlarını tekrar gördüm.
Hangilerini?
Dün geldiler Fransız
Konsolosluğundan Zayıf olanı asansörcüye benziyordu ve diğeri de jigaloya.
Kim bunlar?
Paul ve Jacques.
Eminim.
Biz Lachenal'i öldürenleriz.
Neden döndü ki?
Hayır.
Çok salakça.
Palivoda, evet ama Lachenal bir
şey yapmamıştı.
Cezayir savaşının adil
olmadığını düşünüyordu.
Ama hepsi bu.
Evet.
Bilmiyorum.
Hep böyle dersin.
Dinliyorum.
Mohamed Messousa 16 Chapelit
Caddesi.
Seni nereden arayabilirim?
Neden?
Tamam koca çocuk.
Sen bizi ara.
2 diplomatik pasaport
karşılığında, Arapların adresini ona verdim.
Fotoğrafçıya Paul'u görmesini söyle.
Senin dosyalarında Veronica
Dreyer diye.
.
bir kız var mı.
Veronica Dreyer?
Sonra ara beni.
Veronica Dreyer.
Ya ben?
Neden isyancılar için
çalışmıyorsun?
Politik inanç mı?
Söylemesi zor.
.
Yavaş, yavaş tükendim.
Ama Fransızların yanlış olduğuna
karar verdim.
Diğerlerinin bir idealleri var.
Ama Fransızların yok.
İdealinin olması,çok önemli.
Almanlar'a karşı,Fransızların bir
ideali vardı.
Ama Cezayir'e karşı yok.
Savaşı kaybedecekler.
Öyle mi düşünüyorsun?
Bence değil.
Evet öyle.
Bu günlerde herkes Fransızlardan
nefret ediyor.
Fransız olmaktan gurur duyuyorum.
Ama Nasyonalizme de karşıyım.
İnsan fikirlerini korur, topraklarını
değil.
Fransayı seviyorum,çünkü Bellay'ın
filmlerini seviyorum ve Louis Aragon'u.
Almanyayı seviyorum,çünkü Beethoven'ı
seviyorum.
İspanya yüzünden Barcelona'yı
sevmiyorum Ama Barcelona olduğu için İspanyayı seviyorum ve Amerikayı
seviyorum, çünkü arabalarını seviyorum.
Arapları sevmem,çünkü Çölü
sevmem Albay Lawrence'ı Akdeniz'i Albert Camus'u.
Hayır,Britanya'yı severim.
Güneyden nefret ederim.
İngiliz ışığı yumuşaktır güneydeki
gibi değil.
Ve Araplar tembeldir.
Ama onlara karşı bir şeyim yok.
Ya da Çinlilere.
Hayır,onlara önem vermek istemiyorum.
Ama bugün çok kötü.
Eğer bir şey yapmazsan hiç
birşey yapmadığın için cehenneme gidersin.
Mecbur olmadan bir şeyler yapmalıyız.
Mecbur olmadan savaşmak çok acı.
Neden Vatikan anti-komünistir?
Bu acayip bir papa.
Bütün insanlar kardeştir.
Ben ne Pekin'deki ne de San
Francisco'daki tren şefinin kardeşi değilim.
Onları takmıyorum.
Belki bir gün Sasovotsky olmak
nasıl bir şey merak ediyorum.
O benim kardeşim değil çünkü
benim gibi gözleri ve kulakları var.
Ve tam tersi.
Bilmediğim bir şeyler var Biri
onları sever,ama öbürlerini sevmez.
Ya da renkler.
Mesela,koyu kırmızıdan nefret
ederim.
İnsanlarla aynı.
Hepsini sevemeyiz.
Guitry'nin dediği gibi,
"Aşkın,nerede olduğunu bilmiyoruz artık.
" Bana baktı.
Bence kadınlar 25'ten fazla olmamalı.
Erkekler o yaşta daha yakışıklı.
Kadınlar değil.
Kadın için yaş adil olmayan bir
şey.
Ve acayip bir şey farkettim.
Kadınlar intihara karar
verdiğinde ya trenden ya da pencereden aşağı atlıyorlar.
Başarısız olmaktan korkuyorlar ve
kendilerini atıyorlar.
Böylece, geri dönüş imkansız oluyor.
Erkekler bunu asla yapmaz.
Nadiren metro'ya atlarlar.
Kadınlar bazen bileklerini keser.
Hem cesaret hem de korkaklıktır.
Bilmiyorum.
Hayat der ki kadınlar
haklıdır,ama erkekleri öldürür.
Önemli olan ölüm.
Van Gogh yeni bir gezegene
gitmek için ölümü kullanacağımızı söylemişti.
İdeallerden önemli bir şey var ama
ne?
Ele geçirilmemekten daha önemli
bir şey var.
Keşke bilseydim ne olduğunu.
"Saçma".
Okuldayken bu kelimeye hayrandım.
Şimdi küçümsüyorum.
"Sükunet.
" Güzel bir kelime.
"Lonca." gibi
Kaybolmuş gibi yapmazsam, kaybolacağım.
Bence herkesin bir ideali vardır.
Ama herkes önemli bir şeyi atlıyor.
Tanrını ideali yok.
Çok güzel bir söz vardır.
Kimin?
Lenin'di galiba.
"Geleceğin estetiği
ahlaktır."
Çok önemli ve etkileyici bir söz.
Sağ ve Sol'u uzlaştırıyor.
Sağcılar ve solcular ne düşünür?
Bu günlerde devrim ne için?
Sağ kazanr,sol politikalar uygular.
Ya da tersi olur.
Kazanırım veya kaybederim, ama
yalnız savaşırım .
30'larında genç bir adam devrim yaptı.
Mesela, Malraux, Drieu La
Rochelle, Aragon.
Bizim ise hiç bir şeyimiz yok.
İspanyol iç savaşını yaptılar.
Bizim savaşımız yok.
Kendimiz bir yana kendi
yüzlerimiz, seslerimiz Hiç bir şeyimiz yok.
Ama kenid sesini tanımak önemlidir
ve yüzünün şeklini.
İçeriden böyle ama dışarıdan
baktığında, böyle.
Bana bakıyorsun,ama ne
düşündüğümü bilmiyorsun ve hiç bir zaman da bilemeyeceksin.
Şu anda,Almanyada bir orman.
Bisiklet gezisi.
Bitti.
Şimdi Barcelona'da bir cafe.
Şimdi .
tamamen bitti.
Düşüncelerimi kısıtlamamaya çalışıyorum.
Ve konuşmamı.
Konuşma nereden gelir?
Belki insanlar sonsuza kadar konuşur
altın madencilerin gerçeği araması gibi.
Ama nehiri kazmak yerine kendi
düşüncelerini kazarlar.
Değersiz sözleri atarlar ve
sonunda birini bulurlar sadece bir tane sadece bir tane altın ve sonra hepsi
sessizleşir.
Neden beni seviyorsun?
Bilmem.
Çünkü ben çılgınım.
Kimi arıyorsun?
Fransız Enformasyon Bakanlığı.
Bekleyin.
Tamam.
Bağla bana.
Merhaba?
Kimsiniz?
Kimsiniz?
Ben Bruno.
Kim?
!
Bruno!
Sorun ne?
Bilmem.
Bruno!
Bruno Forestier!
Yanlış adres mi?
Belki taşınmışlardır.
Paul'le yeni konuştuk.
Mohamed Messousa'ı bulamamış o adreste.
Yani Arthur Palivoda'ı
öldürmezsem bana ve Veronica'ya pasaport yok.
Tamam.
Harika.
Evet.
Sağol.
Çok iyisin.
Tamam.
Haftaya görüşürüz.
Haklısın, Paul.
Bir kız.
Kasabada yalnız.
Fahişe mi yoksa casus mu?
Arapların adresini bilmeli.
Biliyordur kesin.
Kapıyı kitle.
Belli olmaz.
İşkence gördüğünü biliyorlar mı?
Evet.
Memnun oldum.
Polis arabamı İsviçre karayolunda
bulmuş.
Ne zaman döneceksin?
Palivoda'yı bulmam lazım.
Belki akşam ya da yarın.
Çok güzel bir elbise.
Evet.
Hediye.
Sana köpek veren adamdan mı?
Onunla yattın mı?
Uzun süre çıktık onunla.
Önemli değil.
Ama önemli.
Yakında görüşürüz.
Görüşürüz.
Kim o?
Ben Bruno.
Kim?
Bruno!
Sen misin, Bruno?
Bruno!
Bruno Forestier!
Gerisi çok hızlı gelişti, karışık
gibi görünen olaylar,basitleşti.
Onlarla görüşmeye gittiğimde Fransızlar
Veronica'yı göl kenarındaki bir villa da saklamışlar ve Arapların adresini
almak için .
çok kötü işkence etmişlerdi.
Hala bilmiyordum.
Jacques, Arthur Palivoda'yı öldürürsem
bana ve Veronica'ya pasaport vereceğini söylemişti .
Yolunu hançerle açmalısın.
Palivoda'yı öldürdükten sonra Veronica'nın
öldüğünü öğrendim.
Öğrendiğim tek şey üzülmemek.
Hala zamanım olduğu için
memnundum (FRANZK.
)||
Le Signe Du Lion (Eric Rohmer,1959)
8360||5906345|| Aslan Burcu Çeviri: alihsans [06.
05.
2011] alihsans@divxplanet.
com 22 Haziran Lanet olsun.
- Kim o?
- Bay Wesselrin?
- Kim o?
Lanet olsun.
- Telgrafınız var.
Geldim, geldim.
Bir dakika.
- Bay Wesselrin?
- Benim.
Kusura bakmayın, bozuk param yok.
Alo, Paris Match mi?
Bay Jean-François Santeuil ile
görüşebilir miyim?
Arayan Pierre Wesselrin dersiniz.
Teşekkür ederim.
Alo, Jean-François?
Kulağını dört aç.
Halam ölmüş ve bana miras kalmış.
Elbette.
Ölmüş diyorsam, demek ki bir
halam varmış.
Bana miras kalmış.
Bilmem.
Almanya ve İsviçre'de iki
fabrikası vardı.
Brezilya'da da bir sürü ekili
alanı.
Evet, kuzenimle paylaşacağız.
Benim kuzen moronun tekidir.
Tek ikimiz varız.
Diyorum ya, ben de yeni öğrendim.
Cenaze töreni çarşamba günüymüş.
Yarın trenle giderim artık.
Dostum, bu akşam müsait misin?
Çok pis eğlenelim diyorum.
Para mı?
Sen ödersin tabii ki.
Zenginim artık, mirasa kondum.
Sana 100 misliyle geri veririm.
Cimrilik yapma.
500 frank vereceksin, sana bir
ay içinde 1,000 frank olarak geri dönecek.
FRANSA TİCARİ KREDİ BANKASI -
Kim o?
- Benim.
- Pierre?
- Evet, benim.
- Bir saniye.
- Merak etme, hava çok sıcak
zaten.
Gözlerimi kapatırım.
İyi dinle şimdi.
- Bu ne hal?
Sarhoş musunuz?
- Değilsek de olacağız.
Çabucak giyin bakalım.
Parti veriyoruz.
- Halamdan bana miras kaldı.
- Belçika'da 13, İsviçre'de 14 fabrika.
- Halan mı?
- Evet, zengin halam.
- Ciddi misiniz?
- Evet, çok ciddiyiz.
Gerçeği, sadece gerçeği
söylüyoruz.
- Şanslı Pierre.
- Müthiş!
Fred şurada.
Fred, bizimle gelsene.
Royal'e gidiyoruz.
Durmayacak mısınız?
Peki.
Garson!
Program ne Pierre?
Nereye gideceğiz?
Benim evde olacağız.
Öylesi daha iyi olur.
- Yiyecek içecek alırız.
- Güzel fikir, senin eve gidelim.
- Kimleri davet edeceksin?
- Herkesi!
Mahallede ayaklar haricinde kimse
kalmadı ki.
Önemli değil.
Aylaklara ziyafet çektirelim.
Alo?
Bayan Dominique Laurent ile görüşebilir
miyim?
Ne zaman gelir acaba?
Willy!
- Merhaba Willy.
- Merhaba.
Nasılsınız?
Merhaba.
- Akşama işin var mı?
- Ne oldu ki?
Bizde parti var.
Mirasa kondum.
- Hadi canım!
- Doğru, o artık bir milyoner.
Değil mi Pierre?
- İnsanın başına her şey geliyor.
- Tebrik ederim.
- Sağ ol.
- Otursana.
- Olur, ama - Kız arkadaşın da
gelsin.
Normal arkadaşım.
Chris, gelsene!
- Merhaba.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Otursana.
- Bunları nereye koyalım?
- Boş bulduğunuz yere koyun.
- Bir telefon edebilir miyim?
- Lafı mı olur.
Olaya bakın, beni kovuyorlar.
Kim?
Neydi adı, Bernac mı?
- Evet, daireyi satmışlar.
- Artık bir önemi yok.
Neyi satmışlar?
Ballı adamsın vesselam.
- Yardım edeyim mi?
- İyi olur.
Dünyanın en iyi aperatifi.
Biraz kırmızı, biraz beyaz şarap.
Beyaz şarabı sevmem.
Biraz terbiyeli olsana!
Adam gibi ye!
Şunun yüzüne bakın.
- Şuraya bırakayım mı?
- Olur.
Kusura bakma.
- Jean-François, geliyor musun?
- Bekleyin bir dakika.
- Sevgilisiyle konuşuyor.
- Şu uzun kızla mı?
- Dominique.
Çok tatlı kızdır.
- Enfes Dominique.
- Çok hoş kız, ama - Ne aması?
- Lafının sonunda hep
"ama" dersin.
- Kızma.
- Kızlar genelde - Şu tiple tek kelime
etme bence.
- Doldursana.
- İçelim.
Ben içmeyeceğim.
Jean-François'ya götürüyorum.
Peki, Paris'in en güzel kızıdır.
Ciddi söylüyorum.
- Özür dilerim, Cathy.
- Kıskanmadım ki.
Kıskanmazsın tabii, ne de olsa
para Pierre'in aklını başından almaz.
- Ne diyor?
- Saçmalıyor işte!
- Ağzının payını versene!
- Dikkat et de Pierre elinden
uçup gitmesin.
Alo?
Bayan Dominique Laurent ile görüşebilir
miyim?
Şarabın.
Alo?
Dominique, sen misin?
Gön boyu sana ulaşmaya çalıştım.
- Ne oluyor orada?
- Sana ne.
Bırakalım da tartışsınlar.
Para meselesi yüzünden mi?
- Sanırım.
- Ne?
Kötü bir şey olmadı ki.
Sen öyle san.
O kız zengin koca avcısı
değildir.
Ya sen nesin?
Harika!
Nihayet birbirlerine âşık olur veya
evlenirlerse Kapat şunu!
Gördüğün gibi, umurumda değil.
Tam tersi, hoşuma gidiyor.
Burada aşırılacak bir şey yok.
Eski kitaplardan başka bir şey
yok.
Bir şey aşırmak zorunda değilsin
ki!
İstemiyorsan gelme.
Hayır canım, burası kalabalık
değil.
Bu tip partiler hep canımı sıkmıştır.
Bir saniye, biri daha geldi.
Tamam.
Tamam, seni ararım.
- Selam, nasılsın?
- İyiyim.
Şansa bak, üç kızı aradım ama
hepsinin de işi varmış.
Önemli değil.
Michel Caron'u tanırsın, dergide
fotoğrafçı.
- Merhaba.
- Merhaba.
- Frédéric - Lanvert.
Nihayet!
İşte karşımızda, eski
dostlarımdan Camus.
- Caron.
- Tabii ya, Caron'du.
Aslında önceden de tanışmıştık.
Geçen ay Flore'de.
Mümkün.
Olağanüstü bir olayı kutlamak
için toplanmış bulunuyoruz.
Tebrik ederim.
Cathy.
Ne kadar da heyecanlı geçiyor.
Nasılsın?
Seni gördüğüme sevindim.
Nasılsın bakalım?
- Merhaba.
- Seni göremedim.
Ne alırsın?
Biraz Beaujolais şarabımız var.
Bercy değil, Bon Dieu.
Şarabın erbabı sayılırsın.
Diğerleri dünya nimetlerinden anlamıyor.
İçkiden de anlamazlar.
Şuna bak ya.
Saat 6'dan beri tıkınıyor.
Kes şunu da buraya gel.
Ver şunu.
Ver.
Telgraf geldiğinde uyuyordum.
Rüyamda ne görüyordum biliyor
musunuz?
Keman sonatımı tamamladığımı
gördüm.
Hepsi hâlâ aklımda.
Hemen çalayım.
Unutmuşum.
Hep o lanet telgraf yüzünden.
Rüyamı yarıda kesmeseydi sonatı
kesin tamamlardım.
Hadi biraz hava alalım.
Şu sıcak yok mu Sürekli
uykudayken yeni fikirler aklıma gelir.
Sana servet de uykudayken
geliyor.
- Servetin gelmesini yeğlerim.
- Sahi mi?
Zaten yeteneğimden çok şansıma
güvenmişimdir hep.
- Mütevazı olma.
- Öyle ama.
Tembellikte üzerime yoktur.
Tembellikte rakip tanımam.
- Ne boğucu bir akşam.
- Yazın da şehir hiç çekilmiyor.
İlk işim şehir dışında bir ev
satın almak olacak.
Tam 10 yıldır gökyüzünü görmeyi
hayal ettim.
Ama buranın harika bir Paris
manzarası var.
Öyle.
Notre Dame, Pont Neuf köprüsü Ama
şuna gökyüzü denebilir mi?
Bir tanecik bile yıldız yok.
Şu tarafta bir tane görünüyor.
Venüs olmalı.
- Akşam yıldızı.
- Evet, güneşin tersi.
Eylül'e kadar o da gidecek.
Sonraları sabah göreceğiz.
Çünkü güneşe daha yakın bir
konuma gelecek.
Bu yüzden orada canlı yok ya.
Öyle mi?
- Ama bugün, müzik - Müzisyen
misin ki?
Hayır.
Kâğıt üzerinde ressamım.
Çalışmalarını sergiliyor musun?
Denebilir.
Aslında amatörüm, başkalarının
resimlerini satarım.
Ama o işte becerikliyim.
Tuhaf ama yıldız falıma her
baktığımda tahminler hep tutuyor.
- 40 yaşıma kadar - Bata çıka
gideceksin.
Evet, doğru.
Ondan sonra ya servet sahibi olacağım
ya da tamamen batacağım.
2 Ağustos'ta 40'ıma basacağıma
göre yıldızlar bir buçuk aylık hatayla doğru çıktı.
- İnanılmaz, değil mi?
- Aslan burcundan mısın?
- Evet.
- Ben de.
Harika bir şey.
En asil burçtur.
Kazananların burcudur.
Güneşin hükmü altındadır.
Evet.
- Sen de kova olmalısın?
- Evet.
- İyi midir?
- Bütün burçlar hem iyidir hem
kötü.
Hepsi yıldızların pozitif veya negatif
sıralanmasına bağlıdır.
Demek hep doğru çıkıyor.
Sadece doğduğun ay değil, doğduğun
saate göre bile değişiyor.
Güneş grubundanım, ancak
yıldızım Venüs.
Astrologlar ona "ikinci
hükmeden gezegen" diyor.
Veya "yükselen gezegen.
" Batıl inançlar hakkında bu kadar bilgili olduğunu bilmiyordum.
Arkadaşlar, dalgaya vurmayın.
Astroloji hem en eski hem de en
gerçekçi bilimdir.
Bütün bilimler içinde diyorum.
Astrolojiye son derece hayranım.
Hem de nasıl.
Bir fikrim var.
Bir, fikrim, var.
Dur şimdi başımıza iş açma.
Dikkat et.
Kendimce Venüs'e selam duracağım.
Bir aslan olarak!
Çünkü aslanlar Venüs'ü sever,
Venüs de aslanları.
Pierre, çıldırdın mı!
Başımıza iş açma, sokağın
karşısında karakol var.
Başlatma polisine.
Zenginim ben, cezası neyse
öderim.
- Yıldızı vurmaya mı
çalışacaksın?
- Hayır, daha iyi bir fikrim var.
Bu da tadını kaçırdı artık.
Sakla.
- Al.
- Nereye koyayım?
- Derin bir sessizlik oldu.
- Müzik açsana.
Pierre, saçmalamadın mı biraz?
- Ne de olsa kovmayacaklar mı
beni?
- Sessiz olun.
Bırak içeri girsinler.
Bağıracak olurlarsa biz de
bağırırız.
- Ne oluyor burada?
- Sen miydin Bay Lacroix!
Çok yaşa Bay Lacroix!
Bay Lacroix, seni bir öpeyim.
Saat 11, farkında mısın?
Sessiz ol Bay Lacroix.
Öncelikle bir öpüşelim.
- Polis geldiğinden görürüm seni.
- Minik bir öpücük, Bay Lacroix.
Sarılalım!
Bay Lacroix!
Artık milyonerim Bay Lacroix.
Dilersen en güzel şatomda tatil
yapabilirsin.
Bahçemde dilediğince gülüp
eğlenebilirsin.
İstersen şarap mahzenimi boşaltabilirsin.
- Şanslı herif seni.
- Şanslı herif!
Arkadaşlar, Bay Lacroix'ya zorluk
çıkarmayın.
Montmartre'de bir tur atalım mı?
Hadi.
Yukarı çıkalım.
Onlar çıksın.
Gelin!
Yukarıda bir şeyler atıştıralım.
- Burası iyi.
- Şurada da boş masa var.
Şunun haline bakın, yere düştü.
Bir kapı ya açık ya da kapalı
olur.
Kovboy filmi istiyorum.
Kovboy filmi istiyorum.
- Kolum acıyor.
- Kes sesini.
- Meyve suyu içer miyiz?
- Olur.
- Bardağın var mı?
- Burada var.
- Domates suyu.
- Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim.
Böylelikle unutulmaz gece bulaşık
ve dolu kül tablalarıyla son bulur.
Fred ağdalı şiirlerine başladı.
- Çok acımasızsın.
- Ben kendim için değil, Pierre
için üzülüyorum.
Para onun sonunu hazırlayacak.
- Ben tersini düşünüyorum.
- Bilmez miyim.
Yaşı genç olsaydı farklı şeyler
söylüyor olabilirdik.
Yinede de hâlâ hayattan tad
almasını biliyor.
- Demek ki yanılıyorsun.
- Ama artık çok geç.
Parasız yaşamaya alışmışsan paranın
hiç önemi yoktur.
Onu obez haliyle elinde
purosuyla düşündüm de.
Güneş doğuyor.
Gidelim mi?
Gidelim.
Geldik.
- Görüşürüz.
- Görüşürüz.
- Hoşça kal, Jean-François.
- İyi uykular, Dominique.
Yarın görüşürüz.
Seni saat 4'te ararım.
Dergiden aradılar.
Buyurun.
İlk fırsatta dergiyi ara.
Hassi Messaoud bugün yola
çıkıyor.
13 Temmuz - Böyle daha güzel
oldu.
- Emin misin?
- Kapıcıyla görüştüm.
- Yani?
Birincisi, artık Grands
Augustins rıhtımında oturmuyormuş.
Ortalığı biraz karıştırmış.
Evden mahkeme kararıyla
çıkarılmış.
İkincisi, Mont Blanc oteline
gitmiş.
Üçüncüsü, Mont Blanc otelini
aradım.
Wesselrin diye birini
bilmiyorlar.
- Geçici personelle mi konuştum
ne.
- Başka bir Mont Blanc oteli
olmasın?
Yok, bu otelde olmalı.
Başka bir isimle giriş yapmış veya
ücreti ödemeden gitmiş olabilir.
Mirasa konunca ödeyecektir.
- Ama borç para bulabilir.
- Kimden bulacak?
Buralarda pek tanıdığı yok.
- Noterden bulabilir.
- O durumda Avusturya'da olması
lazımdı.
Sürekli dergiyi arayıp durduğuna
göre hâlâ Paris'te olmalı.
Cathy'nin haberi yok mudur?
O şu anda anne babasıyla tatilde.
- Hoş geldiniz.
- Hoş geldiniz.
Bay Wesselrin'i nerede
bulabilirim?
Kim dediniz?
- Bay Wesselrin.
- Artık burada kalmıyor.
Şu an kaldığı yerin adresini biliyor
musunuz acaba?
Hayır, ben de kendisini arıyorum.
Ulaşırsanız bana haber verin.
Burada bir iş yapıyoruz.
Kendisine süresiz olarak kredi veremem
ya.
Bay Wesselrin haftalık borcunu ödemeden
kayıplara karıştı.
Valizlerini de bırakmış.
Ne işime yarayacak ki?
Beceriksizler.
Bir de kalkmış bu şeye filtre
kahve diyorlar.
- Hey, Willy!
- Merhaba.
- Nasılsınız?
- Merhaba.
- Sen nerelerdeydin?
- Yollardaydım.
- Fred'i gördün mü?
- Sahilde olmalı.
Şu Amerikalı arkadaşın dün seni
soruyordu.
- Wesselrin mi?
Onu mu gördün?
- Evet.
Haberin yok muydu?
Şu miras olayı palavra çıkmış.
Halası tüm mirası bunun kuzenine
bırakmış.
- Kahretsin!
Nerede kalıyor?
- Bilmem.
Willy, daha ne bekliyorsun?
Kusura bakmayın, gitmem lazım.
Sanırım bu civarda dolaşıp
duruyor.
Zavallı Jean-François, senin 500
frank da güme gitti.
Olmaz öyle şey.
Pierre öyle bir hikâye uyduracak
adam değildir.
Miras diye dolandırdı seni.
Bir dakika.
Belki bu sabah dergiye gitmiştir.
Gidip öğreneyim en iyisi.
Pierre böyle iyi arkadaşları olduğu
için övünmeli.
Jean-François böylesine iyi
davranarak Pierre'e iyilik yapmıyor bence.
Bu akşam mı?
Evet, bizimle.
Tamam, hemen geliyorum.
Ne dediler?
O değil.
Bu akşam ikimiz Güney Afrika'ya
gidecekmişiz.
6:45 uçağıyla Johannesburg'a.
Kahretsin.
Tam beş yıldır, milli bayramlarda
Paris dışında oluyorum.
İnanılır gibi değil.
Hanımefendi, Balzac 0024'ü
bağlar mısınız?
Alo?
Paris Match mi?
Santeuil geldi mi yoksa evde mi?
Ne?
Uçakla mı?
Ne zaman dönecek?
Peki, peki.
Tamam.
İşte!
Affedersiniz.
Affedersiniz.
- Pierre!
- Philippe.
- Ne zamandır ortalıkta yoktun.
- İşler bayağı yoğundu.
Nerelere kayboldun?
Kız meselesi olmalı.
Burnumu sokmayayım.
Evet, öyle.
Enfes bir kız ama.
Harika, tebrik ederim.
Philippe, beş parasız kaldım.
Bu yüzden kız elden uçacak.
- Olur mu öyle şey.
Git getir kızı.
- Dans ediyor.
Sensiz mi dans ediyor?
Enfes bir kızsa başkasına
kaptırabilirsin dostum.
Git getir masamıza.
Hadi, başkasına kaptırma.
Tamam, hemen döneriz.
- Nasılsınız Bay Pierre?
- Fena değil.
Ne kalabalık ama.
Uzun süredir burada mısın?
Daha yeni geldim.
- İsveçli misin?
- Hayır, değilim.
- İngiliz?
- Fransız’ım.
Ya sen?
Ben hepsindenim.
Amerikalı, Avusturyalı,
İsviçreli.
Çok belli olmuyor.
- Bir şeyler içelim mi?
- Olmaz, başkasıyla birlikteyim.
- Her yerde seni aradım.
- Gidelim hadi.
- Philippe.
- Demek buradasın!
Gecen gündüzün yok mu senin?
- Philippe, kusura bakma - Enfes
sarışın gitti mi yoksa?
- Sarışın olduğunu nasıl bildin?
- Cidden gitti mi kız?
Buna inanmam işte!
Bak, Philippe.
Çok kötü durumdayım.
Üzülme eski dostum.
Esmerler de iş görür.
Bizim yaşlarımızda kadınların
bize sırtını dönmesi doğal karşılanmalı.
Gerçekten de bir kadın yüzünden.
Bittim ben, halam mirası bana
bırakmamış.
Demek yaşam biçimin değişecek,
öyle mi?
Bir gün böyle olacağı belliydi
zaten.
Dostum, benden bir sent bile bekleme.
Philippe, bana yarına kadar kira
için 100 frank lazım.
Demek şu sarışınla ilgili hikâyen
palavraydı.
Niye açık açık söylemedin ki?
Beni tersledin.
Hem yalnız da değildik.
Ne yapabilirsin ki?
Bu yaşlarda misafir umduğunu
değil bulduğunu yermiş.
Vaaz vermeyi bırak artık!
100 frank lazım, o kadar.
Madem öyle, al sana 100 frank.
- Çok sağ ol.
- Gel bir şeyler içelim.
- Gerek yok, sağ ol.
sana iyi tatiller.
- Yarın gidiyorum.
Sana bol şans.
PARİS MATCH MODERN HABERİN
ADRESİ Johannesburg - Oradaki işi bırakıp ilk uçakla Moskova'ya geç.
Nixon'un S.
S.
C.
B.
ziyaretiyle ilgili haber yapacaksın.
Harcırahın gönderiliyor.
Moskova - Haberin harikaydı, 12
sayfası yayımlandı.
Afrika Ülkeleri Konferansı'nı takip
etmek için derhal Monrovia'ya geç.
Harcırahını da Moskova ofisimizden
temin edebilirsin.
Güncel haberleri telgrafla
iletmeni bekliyoruz.
30 Temmuz Selam güzelim.
Hanımefendi.
Bay Wesselrin, bavulla ayrılmanıza
izin veremem.
Bavul değil ki ama.
İş için kullandığım çantam.
O sizin bavulunuz.
Kimseyi bavuluyla yollamamayı
öğrendim artık.
Borcumu yarın ödeyeceğim.
Kocam saat 3'te gelecek.
Bu akşama kadar borcunuzu
ödemezseniz-- - Yarın ödeyeceğim dedim ya.
- Artık beni kandıramazsın.
- Kaç kere diyeceğim!
- Bu sefer Canın ne istiyorsa
öyle yap.
- Uzatma artık!
- Pis moruk seni!
Romanlar için tane başı 50
santim öderim.
Sekiz tane bıraktığınıza göre, 4
frank.
- Buyurun.
- Sağ olun.
- Güle güle.
- Hoşça kalın.
Bir tane piyango bileti alabilir
miyim?
Bir tane jeton verir misiniz?
- 50, 100.
Buyurun.
- Sağ olun.
Aradığınız numara kullanılmıyor.
Alo?
Bayan De Néri ile görüşebilir
miyim?
- Kim diyelim?
- Pierre Wesselrin.
Pierre, nasılsın?
Beni yakaladığın için şanslısın.
Geçerken uğramıştım.
- Hâlâ yola çıkmadın mı sen?
- Hayır, şu an Paris'teyim.
- Sen ne zaman yola çıkacaksın?
- Öğleden sonra.
Çok sıkıldım.
Gara kadar sana eşlik edebilir
miyim?
- Çok iyi olur.
- Saat kaçta?
Bir programım var.
Paris'te bir görüşmem olacak.
Saat 3'e kadar gel, olur mu?
Olur.
- Şimdi kapatmam lazım,
görüşürüz.
- Görüşürüz.
- Bir parça peynir lütfen.
- Başka?
- Sardalya konservesi.
- 75, 90.
1 frank 70 santim.
- 55 santim.
- Sağ olun.
Bir tane baget ekmeği alabilir
miyim?
- Buyurun.
- Teşekkür ederim.
34 santim.
- 35, 40, 50.
Buyurun.
- Teşekkür ederim.
- Buyurun.
- Bir tane baget ekmeği lütfen.
34 santim.
35, 40, 50.
Buyurun.
Kahretsin!
Lanet olsun!
Bayım!
Hayret bir şey ya.
Alo?
Bayan De Néri ile görüşebilir
miyim?
De Néri.
Müşteriniz.
Ne zaman çıktı?
İyi günler.
Leke çıkarıcı var mı acaba?
- Makine yağı için mi?
- Sıvı yağ.
- Trikloretilen ve benzen var.
- Fiyatı ne?
- 80 frank.
- Alayım.
Tabii.
Buyurun.
Kasaya ödeyebilirsiniz.
Beyefendiden 80 frank alın.
Güle güle.
Anahtarınızı alalım.
Demek artık anahtarınızı da bırakmadan
çıkacaksınız?
Kusura bakmayın, acelem vardı.
Zaten odaya çıkıyordum.
- Anahtarınız.
- Ama odama çıkıyorum.
- Vermezseniz polisi arayacağım.
- İyi de bana lazım.
- Borcunuzu ödeyin, anahtarınızı
alın.
- Dedim ya, yarın vereceğim.
- Yarın mı?
Tabii ya, yarın.
- Evet, yarın elime biraz para
geçecek.
Ne parası?
Bu arada mesleğiniz neydi sizin?
- Ne?
Müzisyenim ben.
- Müzisyen mi?
Bilmez miyim!
Bu iş burada bitmez.
Eniştem polis memuru.
- Polisle korkutamazsınız beni.
- Duyamadım.
Tekrar eder misiniz?
- Tamam hallederiz.
- Bana elini sürersen işin biter.
Hemen polisi arayacağız.
İçeri geçelim.
Alo?
Bay Francis Bernac ile
görüşebilir miyim?
- Hangi numarayı aradınız?
- Passy 2528.
- Yanlış numara.
- Kusura bakmayın.
Alo?
Bay Francis Bernac ile
görüşebilir miyim?
- Bay Bernac burada değil.
- Paris'te değil mi yani?
- Taşraya gitti.
- Normandiya’da mı?
- Evet.
- Teşekkür ederim.
Şerefsiz.
- Hepsi 775 frank.
- Tamam.
- Bavulunuz yok mu?
- Yok.
- Nakitle çalışıyoruz.
- Ama uzun süre kalır mıyım
bilmiyorum.
En azından bir gecelik ödeyin.
Aynı fiyattan.
Hanımefendi, bavulum şu köşedeki
kafede kaldı.
Bugün ödemezseniz Hayır.
Sonuçta Roland sana göre biri
değil.
Biliyorum.
Ama ne diyebilirim ki?
Hâlâ acı çekiyorum.
- Neden?
- Brittany'de sürekli yağmur
yağar.
- Evet ama çok hoş bir yerdir.
- Ben güneşli bir yeri tercih
ederim.
- Saint-Tropez?
- Saint-Tropez gibi sıcak bir
yer, olabilir.
- Ya sen?
- Hayır.
Ben daha çok yağmuru tercih
ederim.
Her halükarda kışı yaza tercih
ederim.
Affedersiniz.
- Pierre.
Bir şeyler içelim mi?
- Gerek yok.
- Ben ısmarlayacağım, hadi!
- Peki.
Biraz daha kalalım.
Sana inanmıyorum.
Döneceğiz diyorsam döneriz.
Sıkma ama.
- Hadisene.
- Hayır.
Beş dakikalığına ya!
- Ne içersin?
- Kahve.
İki kahve alalım.
Başımda büyük bir dert var
dostum.
Zengin adamlarla takılıyordun.
İyi bağlantıların vardı.
Kimi tatilde, kimi öldü, kimi
kayboldu.
Ciddi diyorum.
- Bana bu gecelik bir yer
ayarlasan?
- Dedim ya, bir kızla
birlikteyim.
Anlayışlı biri olsa neyse de kız
tam bir baş belası.
- Ya diğer arkadaşların?
- Herkes sahile indi.
Biri seni eve alsa da gece
kalmana müsaade eder mi bilmem.
Git bir kız ayarla.
Etrafta erkek arayan bir sürü
Amerikalı kız var.
Cebimde kuruş yok, şu kıyafetime
bak.
Bana para lazım.
Bir çaresi yok mu?
- Müzikten kazansan?
- Tabii ya.
Müzikten bir kuruş kazanmışlığım
yok.
Hem şu halime baksana.
- Sahile in, oralar kalabalıktır.
- Nasıl?
Doğru ya, seni otostop çekerken
düşünemiyorum.
Bak aklıma ne geldi.
Radesco'yu tanırsın, şu Rumen
herif.
Şu uzun boylu, kel herif.
Eleman arıyordu.
Seni tavsiye edebilirim.
Kaçakçılık işleri falan yapıyor.
Hem İngilizcen de var.
Sanırım Almancan da vardı.
İşine yarayabilirsin.
Gerçi yakalanma riski var ama.
- Önemli değil.
Radesco'ya götür beni.
- Uzun süredir görüşmedik.
Adresi şurada vardı galiba.
Evet buldum.
12 Carriers Caddesi, Nanterre.
Ama telefon numarasını
yazmamışım.
Öğleden önce evde olur.
12 Carriers Caddesi Nanterre mi?
- Evet.
- O pislik yere gider miyim
sanıyorsun!
Bak dostum.
Bana 30 frank veriyorsun bir
paket sigara alıyorum.
Hepsi bu işte.
Ben de sana iki tane metro
bileti veriyorum.
- 30 frank var mı?
- Bakayım.
- Hepsi bu.
- Hayır, 6 frank fazla verdin.
Senden kalsın.
İki km yolu yürüyerek gideceksin.
O kadar da kötü değil be.
- Ne istiyorsunuz?
- Bay Radesco.
- Burada değil.
- Nerede?
Burada değil.
- Ne zaman döner?
- Dönmez.
- Yarın?
- Şu an seyahatte.
- Ne zaman döner?
- Gitti!
- İyi de ne zaman döner?
- Dönmez.
- Dur!
- Versene şunu.
Bu yaşta insan iki kere
düşünmeli.
Şişmanlarsın bak.
Benim için hava hoş, yeter ki ne
istediklerini bilsinler.
- Tabii.
- Bak şimdi - Merhaba.
- Merhaba, nasılsınız?
- Merhaba.
- Burada mıydınız?
- Çok fena yanarsınız ama.
- Güneşi seviyorum.
Sen öyle güzel yanmışsın ki.
Ben de hayalet gibiyim.
- Kuru pasta alır mısın?
- Sağ ol.
- Sen?
- Yok, sağ ol.
Susatır şimdi.
- Bir şeyler içer misiniz?
- Çok iyi olur.
- Portakal mı limon mu?
- Bir saniye.
Limon.
- İş nasıl gidiyor?
- İyi.
Patronum bir numaradır.
- Ne kadar kazanıyorsun?
500?
- Hayır, 450 artı sigorta.
- Alın.
- Sağ ol.
Borcum ne kadar?
- Yok, içecekler benden.
- Olur mu öyle şey!
50 frank fark var.
Çok para.
Doğru, özellikle tatilde çok
para harcanıyor.
Evet, geçen yıl Corsica'da 30
frank harcadık.
- Hadi ya?
Kişi başı mı?
- Hayır, ikimiz birlikte.
- Kampa mı gittiniz?
- Hayır, otelde kaldık.
- Kamp daha pahalıya gelir.
- Evet, bir yıl biz de kampa
gitmiştik.
- Bir sürü teçhizat alman
gerekiyor.
- Onları taşıyacaksın, yemek
yapacaksın Eve gitsek iyi olacak.
Saat de geç oluyor zaten.
Babam işten eve ne zaman gelecek
bilmiyorum.
Sanırım geç gelecekti.
Lanet olası ayakkabılar.
Ayağıma hiç girmediler zaten.
Affedersiniz.
- Özür dilerim.
- Özür dilerim.
Bana cevap verme demedim mi sana!
Bakın!
Hadi.
- Merhaba, nasılsın?
- Sağ ol, iyiyim.
- Ne kadar da tatlı!
- O kadar da tatlı değildir.
- Bizde kalacak mısın?
- Evet, kalacağım.
Harika.
Siz gidin.
Biraz Catherine ile kalacağım.
Gördüğün üzere çok hevesliyim.
Ama yüzme bilmiyorum.
- Sahi mi?
- Cidden.
- Çok cesursun o zaman.
- Arkadaşlara güvenimden.
Güvenmen de lazım.
İnsanın başına ne gelir bilinmez.
- Öyle şeyler söyleme.
- Ben biraz karamsarım.
Öyleyse bizimle gelme derim.
Buraya gel, Fink.
Buraya gel, Fink.
Hemen!
- Biraz sessiz olur musun?
- Rahat bıraksana hayvanı.
Gelin bayanlar!
Muzun altı tanesi 1 frank!
Altı tanesi 1 frank!
Kaçırmayın bayanlar!
Kasası 50 frank.
Adi herif!
Ne oldu?
- Bırak beni!
- Adi herif!
- Bırak beni!
- Yanına bırakır mıyım senin!
Seni bir daha buralarda görürsem
ağzını burnunu dağıtırım.
Şerefsiz!
Belki açlıktan çalmıştır.
- Gitsin çalışsın, şerefsiz!
- Önüne gelene saldıramazsın ki.
Siz kendi işinize bakın.
- İsterseniz herifin karnını siz
doyurun.
- Çok gaddarsın.
Yeter artık!
- Adam haklı.
- Sen olayları görmedin ki,
konuşma.
O size yemek verir miydi sanki?
Adam hırsızlık yapıyor.
İyi ya.
Malımı çalsın, bir de adama
teşekkür edeyim.
Oldu!
EKMEK FIRINI, PASTANE Buyurun?
Bana 6 franklık bir ekmek verir
misiniz?
9 frank.
- 6 frankım var.
- Peki.
Sağ olun.
- Ne istiyorsun?
- İyi pişmiş bir baget ekmek.
Fakire yardım.
Merhamet edin.
İçecek bir şeyler almak için sizden
yardım istiyorum.
Bir kibarlık yapın efendim.
Yürü git.
- Ya sen?
Alo!
Uyuyor musun?
- Derdin ne senin!
- Defol git.
- Hemen kızma.
Biraz bozukluk at da ekmek
alayım.
- Git başımdan!
- Ayıp be!
- Bayım.
- Yürü.
Mantıklı olun Bayım.
Mantıklı olun.
Bu sıcaklar insanın içini
kavuruyor.
Sağ olun hanımefendi.
Hadi!
Yürü bakalım.
- Ben bir şey yapmadım ki!
- Yürü git hadi.
Hadi, hadi.
Git.
İkileyin bakalım.
Hadi!
Gidin hadi.
Arada biz de ıslandık.
- Garson.
- Garson.
Lanet, lanet, lanet Paris!
Lanet, lanet Paris!
Lanet şehir.
Lanet şehir.
Çok zormuş.
Hepsi 1 frank!
1 frank!
Hepsi 1 frank!
1 frank!
1 frank bayanlar!
- Bayan Laurent geldi mi acaba?
- Hayır.
- Ne zaman gelir?
- Bilemiyorum.
Sağ olun.
Müsaadenizle.
- Bay Lacroix içeride mi?
- Hayır.
- Şehir dışında mı?
- Evet.
- Hanımefendi, içeride benim-- -
Hayır!
Salı gününe kadar gelmez.
- O zaman görüşürsünüz.
- Ama eşyalarım Kahretsin!
Şu saçmalığa bak ya!
250 ml, değil mi?
Hanımefendi, yakın zamanlarda Willy'i
gördünüz mü?
Willy tatilde.
Arkadaşlarıyla dün yola çıktı.
Hep bu lanet lanet, lanet taşlar.
Çabuk ol!
Çabuk!
- Durumu ciddi mi?
- Ölmüş.
Christian Wesselrin Moltke Cad.
No:17 Karlsruhe Hadi Bobby.
- Lanet olası köpek!
- Hadi gidelim.
Defol!
Pis köpek sandviçimi yiyecekti!
Köpekler sokakların kralıdır.
Size Majestelerinin köpeklerini
sunuyorum!
O fiyata bir sandviç alırım.
Ne yapıyorsun orada?
Hey!
İhtiyar.
Sen Gugu değilsin.
Pek enerjik görünmüyorsun.
Yavaş ol.
O kadar dayanıklı da değil
gibisin.
Yiyeceğin var mı?
Sağ ol.
22 Ağustos Merhaba, Jean.
- Héléne!
- Merhaba.
- Döndün mü?
- Henüz gitmedim.
- Havuzdan çıkamadın demek?
- Doğru.
- Hâlâ burada mısın?
- Philippe!
- Merhaba, François.
- Merhaba, nasılsın?
İyiyim, sen?
Philippe Chassel'i tanırsın.
Dominique Laurent.
- Merhaba.
- Çok memnun oldum.
- Tebrik ederim, iyi sır
saklıyorsun.
- Anlamadım?
Haberini okudum.
Çok iyiydi.
Viski alayım, Jean.
- Dostumuz Pierre'den haber var
mı?
- Haberin yok mu?
- Mirasa konamadı.
- Evet, duydum.
- 14 Temmuz akşamı görüştük.
- Biz de onu arıyoruz.
Haberiniz yok mu?
Çok kötü durumdaydı.
Zavallı Pierre, evsiz barksız
kalmış.
Gerçi onun için alışılmadık bir
şey değil ya.
Ne konuştunuz peki?
Çok kısa cümleler sarf etti.
"100 frank" gibi.
Ciddiyim!
Gerçi Pierre'i tanırsınız.
Gizlemeye gerek yok.
Ama o akşam sanki başka birisi
gibiydi.
Birkaç gün sonra bana mektup
atıp para istedi.
Belli ki evden atılmış.
Rahatsız oldum ve cevap vermedim.
Umarım benim yüzümden canından
olmamıştır.
Abartmasana!
Bir sürü şey saçmalamış.
Hırsızlık yapıp cinayet
işleyebilecek durumdaymış.
Sanırım Pierre tam iş bulup
arkadaşlarını dolandıramayacak kıvama gelmiş.
Çok kalpsizsin.
Sende adresi var mıydı?
Evet, Seine Oteli.
Jean, buzsuz olsun.
- Yeni adresini öğrenemez miyiz?
- Bana bırakmadı ki!
Sonuçta burada kalmıyor.
Emniyete şikâyet ettim.
Kardeşim polis olduğu için hemen
soruşturma açtılar.
Peki, hoşça kalın.
Grands Augustins Rıhtımına
gidelim.
Bay Pierre'e bana haber vermemesinin
çok ayıp olduğunu iletin.
Tüm eşyaları bende kaldı.
Bir koli.
İçi kitap dolu bir bavul.
Birkaç güne kalmaz bodruma indiririm.
Nerede olduğunu merak ediyorum.
Yeni döndüm, onu bulmaya vaktim
olmadı.
- Bulursunuz.
- Adına mektup geldi mi hiç?
Evet, üç gün önce geldi.
Size güvenebilirim, ne de olsa
tanışıyoruz.
Belki önemlidir.
Carnac.
Avusturya.
- Biri noterden!
- Evet.
- Çok sağ olun.
Hoşça kalın.
- Ben teşekkür ederim.
- Hoşça kalın.
Sağ olun.
- Güle güle.
Kendine miras kalan milyoner
kayıp.
Halasının mirası bıraktığı kuzeni
ölünce talih kuşu başına kondu.
Acaba kuzenini yeni milyoner mi
öldürdü?
Milyoner olduğunu öğrenemeden
kayıplara mı karıştı?
Viyana noteri Bay Fischer ve
Paris sakinleri çaresiz bir şekilde kayıplara karışan besteci Pierre Wesselrin'in
durumunu merak ediyor.
Kendisi
Saint-Germain-des-Prés'teki çalışmalarıyla tanınıyor.
Halasının mirası kendine bırakmadığını
öğrenen Wesselrin beş parasız kalıp kayıplara karışmıştı.
Kuzeni Christian Wesselrin bir
trafik kazasında ölünce tekrar mirasa konmuş oldu.
Baron, yürü bakalım!
Dur biraz, şurada içiyoruz.
Paramparça olmuş bir eteği vardı
Kendini ürküten erkeklerle gezip
tozardı
O güzelim kara gözleriyle yanımdan
geçerken Şu haline bak!
Şu haline bak!
Herkül gibisin.
Her tarafından kas fışkırıyor.
Katedral dikebilirdi ama bir
salyangoz kadar da tembeldi.
Hey, kaplumbağa!
Hovarda bir kaplumbağa Yazın
ortasında söyler şarkısını
Ardından kışın ilk soğuğunda Bulur
kendisini apaçık ortada.
Hey!
Affedersin dostum.
Bir sigara versen de tüttürsek?
Dur hele!
Hemen yanlış anlama.
Seni anladım.
Parasıyla alsam?
Sağ ol, çok naziksin.
Gauloises!
En sevdiğim marka.
Ateş de var mıydı acaba?
Bugün hava da çok güzel.
Çakmağın da harikaymış!
- Sağ ol.
- Para?
Tamam canım, vereceğim.
- Borcumuz namusumuzdur.
- Sağ ol.
Alçak!
Serseri!
Pinti!
Cimri!
Tamahkâr!
Baron, özür dilerim seni unuttuk.
Hovarda bir kaplumbağa Yazın
ortasında söyler şarkısını
Ardından kışın ilk soğuğunda Bulur
kendisini apaçık ortada.
- Şuna binelim mi?
- Dur.
- Bizimki bu.
- Tüh.
Diğeri daha güzeldi.
Ah şu kapılar.
- Dur, açmana yardım edeyim.
- Ben açarım.
Ne zor işmiş.
Harika.
Çifte üstten eksantrik mili.
- Ne mili dedin?
- Çifte üstten eksantrik mili
dedim.
Ne haber yavrum?
İki tane yakışıklıyla turlamak
ister misin?
Şu dilencilere baksana.
Bir kişilik yerimiz var.
Gelmez misin?
- Boş ver şunları.
- Köşe koltuğumuz boş.
Böyle bir şey göreceğim hiç
aklıma gelmezdi.
Bozukluğun var mı güzelim?
Yok mu?
Koca kıçını gezdirmekten bıktım!
100 kiloluk bir kas yığınısın, bir
o kadar da tembelsin.
- Kalksana!
Kalk hadi!
- Kes sesini!
Sus!
Şu salağa bakın bayanlar ve
baylar.
- Kes sesini!
- Ayının teki!
Merhabalar ey sosyete!
Merhaba hanımefendi, beyefendi.
Sizlere Baron Champeix de
Castagnac'ı sunmaktan şeref duyuyorum.
Bir zamanlar dünyanın en zengin insanıydı.
Selamlayalım, Baron.
Zavallı adamcağız.
Bir sürü arazisi vardı, Guatemala'da
devasa şatoları vardı.
Binlerce dolarla ve bir o kadar kadınla
düşer kalkardı.
Kadınlar bu kaslı vücut ve erkeksi
duruş nedeniyle çılgına dönerdi.
Ağızlarının suyu aksın, Baron.
Çok etkileyici, değil mi?
Ceket altından bile belli oluyor!
Dokunun isterseniz, ısırmaz.
Bu hale gelebilmek için daha çok
ekmek yemen lazım evlat.
Yoruldun, biraz dinlen Baron.
Bayanlar ve baylar, karşınızdaki
milyoner her şeyini yitirdi.
Monte Carlo Peki şimdi elinde ne
var?
Rezil olmuş durumda.
Kendisini alkışlayalı.
Evet, alkışlayalım.
Bayanlar ve baylar, işte bu adam
bir zamanlar ordunun seçkin tabakasındaydı.
- Uzatma.
Komutandı Yok komutan değil,
albaydı!
Ayrıca bir çatışmadan gazi
olarak kurtuldu.
- Kes artık.
- Evet.
Bacağından yaralandı.
Çok kaslı bir vücudu var ama kemikleri
paramparça olmuştu.
- Kes!
- Göstersene, Baron.
Sosyete görsün seni.
Bakın bayanlar ve baylar.
Ne kötü durumda olduğuna bakın.
Haydi, Baron.
Ne güzel, değil mi?
Evet, evet, evet.
Cömert olalım.
Sanatçılara karşı cömert olalım.
Bozuk para, içilmemiş sigara gibi
şeyleri kabul ediyoruz.
Bu kadar mı?
Sağ olun beyefendi, sağ olun.
Ya bu taraftakiler?
Sanatçıyı mutlu etmek istemez
misiniz?
Bir şeyler verecek kimse yok mu?
Haydi, Baron.
Yola düşelim.
Sağ olun ey sosyete!
Cömertliğiniz için sağ olun!
- Çok şişmansın, Baron.
- Kes sesini.
Çabuk ol!
Bir arabanın altında kalacaksın.
- Nereye?
- Saint-Germain-des-Prés'e.
Orası turist kaynar.
- Ben gelmiyorum.
- Hadisene.
Aptal olma.
Saint-Germain-des-Prés alçak
heriflerle doludur.
Dostlarına görünmek istemiyorsun,
değil mi?
Hepsiyle görüşeceğiz.
Affedersiniz.
Burası iyi mi?
Bayanlar ve baylar, Güney Berlin
Tiyatrosu sizlere "Ren Nehri Kızı" oyununun ikinci perdesinden bir
alıntı sunacak.
Karşınızda meşhur bas Isidore
Isidorovitch ve bir o kadar meşhur diva Jeanne Cristal.
Bir alkış istiyoruz.
Teşekkür ederiz.
Bir özet geçelim.
Ren nehri kızının bebeği
öldürülür.
Kız babasına gelip intikamını
alması için yalvarır.
Başlıyoruz!
Bu esnada bozuk paralarınızı
verebilirsiniz.
Madem öyle, devam ediyoruz.
Ses kısıklığı, hanımefendi.
Hepimizin başına gelebilir.
Affedersiniz.
Yeter artık.
- Ne oldu?
- Defolun!
Bu komedi burada biter.
Kızının ölüsünü yeni gören bir
bayanı itmekten utanmıyor musun sen!
Bayım, gazeteciyim.
- Fotoğrafınızı çeksem olur mu?
- Hayır dedik ya!
Bırak da çeksin.
Çekin efendim.
Yüzümün solu daha şekillidir.
Gözümü aldı.
- Sizin fotoğrafınızı da çekeyim
mi?
- Hayır, Baron biraz huysuzdur.
Ama beni profilden almak
isterseniz çekebilirsiniz.
Hayır, ihtiyar.
O işi geçeceksin.
Biz işimizi bitirelim, ardından
gelip parsayı götürebilirsin.
- İkile bakalım!
- Adamı rahat bırak.
Müsaadenizle?
- Ava çıkabilirsin.
- Avı sevmem, yürümeyi yeğlerim.
Bay Santeuil, telefonunuz var.
- Bir saniye.
- Bay Santeuil.
- Seni anons ediyorlar.
- Dergidendir.
- Keman çalana baksana!
- Kime?
- Pierre!
- Pierre mi?
Geliyorum.
Şu serserinin çaldığı şey ne?
Bartók mu?
- Akortsuz bir şeyler zırvalıyor.
- Yine de modern bir beste gibi.
Başlayacağım şimdi insanlara da Hey,
Baron!
Ne oldu?
Nereye?
Bekle.
Beklesene!
- Bana bak!
- Bırak peşimi!
- Ama Baron - Baron!
Baron!
Ben baron falan değilim.
Ben hiçbir şeyim.
Hiçbir şey!
Peşimi bırak da yalnız başıma
geberip gideyim.
Kendine gelsene!
Dağılın!
İnsan yalnız kalamayacak mı?
İşiniz gücünüz yok mu sizin?
Yok mu Her yerde şu lanet taşlar
ve lanet insanlar var.
İnsan yalnız kalamayacak mı?
- İnsan yalnız kalamayacak mı?
- Gel hadi.
Baron, ayağa kalk.
Salaklaşma.
Lanet taşlar.
Her şeye lanet olsun.
Taşa da, insanlara da Lanet,
lanet.
- Sizinle tanışmış mıydık?
- Hayır.
- Evet, hatırlayın.
Deauville'de.
- Hayır!
Jean-François, gel!
Pierre!
- Pierre, bana bak!
- Kes sesini.
Pierre, benim.
Evet, Jean-François.
Beni rahat bırak, olur mu?
Bana bak, Pierre.
Christian ölmüş.
- Ölmüş mü?
Miras?
- Evet.
Christian mı?
Ölmüş mü?
Miras bana mı kalmış?
Evet.
Miras bana mı kalmış?
- Miras bana mı kalmış?
- Evet.
Ölmüş mü?
Miras bana kalmış.
Ölmüş.
Hepiniz evime davetlisiniz!
- Gel.
- Hepiniz gelin!
Gelin!
Seni kandırmasınlar, ihtiyar!
Sivil polistir bunlar!
- Bırakın adamı!
- Yarın görüşürüz.
Ne yarını?
Yarın ne olacak?
- Bir kişilik daha yer var.
- Bırak şakayı!
Bıraksanıza beni!
Yarın gelecekmiş.
Adresin herifte var.
Baron sözünün eridir!
Sözünün eridir!
O bir milyoner!
Sefil herifler!
Lanet olsun!
Çeviri: alihsans [06.
05.
2011] alihsans@divxplanet.
com||
Le Vent D'est - Wind From The East (1970)
4304||5552779|| Her zamanki gibi Mayıs ayında babamın ailesini ziyaret
ettik.
Dodge City yakınlarında, amcam
Alcoa şirketi için aluminyum işletmesi yönetiyor.
Amcamın bir banka müdüründen satın
aldığı şehir dışında bulunan bir arazide kalıyorduk.
Ev bir parkın içindeydi ve
çevresi beyaz çitlerle örülüydü.
Büyük değildi ama çok karışıktı.
Tamamını hiçbir zaman
keşfedemedim.
Her gece sekizde akşam yemeği
yerdik.
Cuma günü amcam eve gelmedi, tüm
gece dönmesini bekledik.
Madencilerin amcamı odasında
rehin aldıklarını Cumartesi günü öğle yemeğindeyken öğrendik.
Grev.
Grev.
Grev.
Dinleyin hanımefendi, sonuçlarla
ilgileniyorsunuz.
Bittiğini düşünün.
Şeyler kendiliğinden oluşmazlar.
Çalışma koşullarından ötürü genel
bir hoşnutsuzluk vardı.
Sendika temsilcisi.
Babam artık dışarı çıkmamıza
izin vermiyordu.
İşçiler çok huzursuzlardı, ve
her an her şey olabilirdi.
Bir gece kütüphanede, babamla Sam
Amca'nın konuşmalarına kulak misafiri oldum.
Babam artık zamanın değiştiğini
söylüyordu, işçiler daha az çalışıp daha çok kazanıyorlar diyordu, ve
sendikaların ortaya çıkmasından bu yana gerçekten sömürülenler işverenlerdi.
Babam işçilerin her Pazar tavuk
yemekten de "bıktıklarını" söyledi.
Çok çalışmaya ve rahat olmayan
evlerde kalmaya alışmışlardı, onlar bu durumdan bizim kadar mağdur olmamışlardı.
Neyse, babam devam etti,
omuzlarını silkti, kimse açlıktan ölmemişti ve eğer işçiler burjuvaziden nefret
ediyorlarsa, bu onların kıskanç olduklarını gösterirdi.
Babam kıskaçlık kötü bir histir
dedi.
Sam Amca teoride onayladı ama
pratikte: sendikanın kullanışlı olduğunu belirtti, doğru insanlarla pazarlık yapılabilirdi.
Sendika temsilcisi.
Gerçek işçiler her tür
huzursuzluğa karşıdırlar.
Kamuoyuna bu durumun yasadışı
olduğunu açıklamak istiyoruz Revizyonizm.
Şiddete destek vermeyeceğiz.
Demokrasinin kurallarını çiğnemeyeceğiz.
Bizler, karşıt olarak, toplumun
barışçı yoldan değiştirilebileceğinin mümkün olduğuna inanıyoruz.
Evet, ama dinleyin, her şeye
rağmen inanılmaz şeyler oluyor.
Biliyorum siz bunun içinde
değilsiniz.
Atları kim zehirledi?
Basılı işleri kim ateşe verdi?
Mülk sahibi kınadı diye Nixon
Hotel'i kim dağıttı?
Sonra yeni fikirlere açık
olunmalı diyen bir öğretmen var.
O bu fikirlerle yaşar.
Ne düşündüğümü bilmek ister
misin?
O bir sürtük.
Ama hanımefendi, eğer şeyler bu
kadar ciddi olmasaydı sahte-devrimcilerin konuşmaları ve eylemleri bu kadar
gülünç olmazdı.
Ama gerçekten haklısınız.
Utanç verici eylemlerinin etkisini
görmezden gelemeyiz, bu eylemler huzursuzluk, soru işareti and şüphecilik
yaratıyor pek çok işçi üzerinde, özellikle genç olanlarda.
Aslında bunların eylemleri halkın
ihtiyaçlarının gerçek temsilcileri olduklarını söyleyenler tarafından bir dizi
yalanın parçası Evet, ama dinleyin, dediği gibi, garip şeyler olmaya devam
ediyor, çoğu 3 ay önce tahmin edilemeyecek türden.
- Aktif azınlıklar.
- İnsanlar korkuyor.
Söylemesi zor devrim yayılacak
mı yoksa yayılmayacak mı Tüm makul insanlar gibi, ben de çok şaşkınım bu
olanlara.
Hizmetçim bu sabah bana: "Dur,
yeterince şiddet gördük.
" dedi.
Halk Meclisi.
Neyi dinledik, yalan söyleyen ve
kekeleyen iki ses vardı.
Kekeleyen sesler grevden, sosyal
demokrasiden ve revizyonizmden bahsediyorlardı aktif azınlıklar halk meclisleri.
Yalan söyleyen sesler ise koşulların
olumsuzluğundan bahsediyordu, genel memnuniyetsizlikler, korkmuş iyi insanlar, ve
dürüst işçiler.
Yaklaşık olarak doğru.
Ama bu aptalca şiddet bizi
nereye götürecek?
Basılı yayınları yok ettiler.
Sonuç: artık objektif habercilik
yok.
Nixon Hotel'i yaktılar.
Sonuç: işadamları korkuyorlar silahlı
gruplar oluşturdular, bankalardan para aldılar Aslında, bunların hepsi goşistlerin
suçu tekelcilerin her şeyi kontrol etmesinin.
Şu provokatörleri durdurun,
bunlar sağcı gericilerin ajanları konumundalar Bastırma.
İşçilerin acımasızca baskılanmasını
kınıyoruz.
Bu baskının derhal
durdurulmasını talep ediyoruz, tutukluların özgürlüğünü Bu ifadeyi tekrarlayın.
silahsızlanma silahlı grupların
silahsızlandırılması, ve tartışmaların yeniden açılması gelecek hakkında şehrin
geleceği hakkında.
Çekime cevaben Cumartesi gecesi,
bir karar verdik otoriteye karşı savaş açmaya karar verdik çağrı yaparak genel
grev çağrısı yaparak iki saatliğine.
ve tüm nüfusun katılabileceği gösteriler
düzenlemek kitlesel katılım.
Baskıya son.
Özgürlük.
Özgürlük.
Demokrasi.
Aktif grev.
Ama ne olup bitiyor?
Ne?
Fabrikanın önünde işi
durdurdunuz, yoldaşlarınıza söylemediniz mi?
Çocuk gibi davranıyorsunuz!
Bu şekilde devam edilirse çok
daha kötü durumlara düşeceksiniz, eğer ölmezseniz!
İstediğiniz bu mu?
İç savaş mı?
Aptallığı bırakın.
Temsilcilerinize güvenin.
Bizler bu yüzden buradayız.
Aktif grev.
Size demiştim, işler kötüden
betere gidiyor.
Tamamen bozguna uğrayacaksınız Bu
noktaya gelirse eğer, sadece ordu kalacak.
Böyle devam edemez.
İki ses yalan söylemeye devam
etti, diğer ikisi de kekelemeye Hangisi bizim?
Nasıl çözüm bulabiliriz?
Ne yapacağız?
İki ses yalan söylemeye devam
etti, diğer ikisi de kekelemeye.
Hangisi bizim?
Nasıl çözüm bulabiliriz?
Ne yapacağız?
Bugün, asıl soru "Ne
yapacağız?
" militan film yapımcısı tavrı takınmak.
İnsanları bir şey seçmesi için artık
ajite etmiyorlar, onları belirlemek için ajite ediyorlar pratik olarak ne
yapılmasını belirlemek.
pratik.
devrimci mücadelenin tarihi onlara
anlamayı öğretti.
tarihin onlara anlamayı
öğrettiği bir yol.
Evet, ne yapılacak?
Örnek olarak bir film yapalım.
Bu kendimize şu soruyu sormak
demektir, "Neredeyiz?
" Peki militan bir film yapımcısı için "Neredeyiz?
" demek ne demektir?
Peki militan bir film yapımcısı
için "Neredeyiz?
" demek ne demektir?
Öncelikle bir parantez açmak
demektir ve kendini devrimci sinemanın tarihine adamak.
devrimci sinema.
Devrimci sinemanın zaferi, 19
Temmuz 1920.
Yoldaş Lenin'in 3.
Enternasyol'in 2.
Kongresi'ndeki konuşması sonrası, Uluslararası Komünist ana sahnesinde Yoldaş
Dziga Vertov kürsüden seslendi: "Biz Bolşevik film yapımcıları, sınıfsal
bağlamı dışında bir filmin varoluşunun imkansız olduğunu biliyoruz "Prodüksiyonun
ikincil bir iş olduğunu biliyoruz, programımız çok yalın: "dünyayı
kitlelerin devrimci dünyasından görebilmek ve göstermek.
"Tarihi kitleler yapar.
"Batı yarımküresinin filmleri
"sadece ayrıcalıklı hanımefendilerin ve beyefendilerin portresini çizerler.
"Hislerin ve içgüdülerin
gereklilikleri adı altında "gereklilikler her zaman aktörlere dayatılır, "sadece
burjuvazinin kabul edeceği düşüncelere onay verilir, "ve ahlaksızca
sunulur "makyajın altında yer alan burjuva dejenere yaşam tarzlarıyla "
Devrimci sinemanın yenilgisi, 18 Kasım 1924.
Lenin'in ölümünden birkaç gün
sonra, Sergei Eisenstein'ın derinden etkilendiği Intolerance filmi ile, Amerikalı
bir emperyalist Griffith'in çalışması.
Sonuç: 1925'te, birincil görev ikincil
görev ile karıştırıldı, halkın o dönemdeki mücadelesini yansıtacağı yerde Eisenstein,
Potemkin gemisindeki denizcilerle ilgili film yaptı.
Sonuç: 1929'da, The General Line
filmi, tarımdaki reformun işlenmesi her ne kadar Eisenstein, Çar'ın baskısını
anlatmak için yeni terimler kullansa da, kolektivizmi eski ifadeler ile ele
alıyordu.
Onun durumunda, eski zaferler yenilerin
her zaman önündeydi.
Sonuç: 5 sene sonra, Hollywood,
Meksika devrimini çekmesi için kendisinin yol parasını karşılıyordu bu esnada
Berlin'de Dr.
Goebbels Nazi Potemkini
yapılması için UFA yönetmenlerine çağrıda bulunuyordu "Fransa Komünist
Partisi'nin Geleceği" Tarihin diyalektiği, Marksizm'in teorik zaferi
sayesindedir.
bu onun düşmanlarının Marksist
pozlar takınmasını doğurur.
Marksist pozlar.
Marksist pozlar.
Marksist pozlar.
Marksist pozlar.
Devrimci sinemanın yenilgisi, 17
Kasım 1935.
Yoldaş Stalin'in Rus
Stakhanovcuları 1.
Konferansındaki konuşması: bu
konuşmanın anlaşılmazlığı ile karıştırıldı, Yoldaş Dziga Vertov ekonomi
üzerindeki siyasi yönetimi unutuyor.
Filmi The Eleventh Year 11
yaşındaki proleterya diktatörlüğünün değil, ekonomik ilerlemenin milli marşı
gibi Proleterya Diktatörlüğü.
Bu aşamadan sonra revizyonizm Sovyet
sinemasında kendine yer buldu.
Devrim maskeli bir şekilde
gelişti.
Devrimci sinemanın hatalı
zaferi, 29 Ağustos 1962.
Tüm Yetkinin Bırakılması, Afrika'nın
ilerici ülkeleri filmlerinde Batı'ya güvenmeye başladılar, bu durum beyaz
Hristiyanlara siyahlar ve Araplar hakkında konuşma hakkı verdi.
Cezayir - Pontecorvo, Klein; Gine
- Société Comaçico.
İç savaşlar ve popüler
hareketler emperyalistleri mağlup ederken, emperyalistler kameranın yardımı ile
geri süründüler, bu durum devrimi tehlikeye attı.
Hakim sınıfın düşünceleri her
zaman toplumun geri kalanını domine eder.
Diğer bir deyişle, toplumdaki hegemonik
güç olan sınıf aynı zamanda kültürel gücün de hegemonyasını kurar.
Araçları kontrol eden sınıf, aynı
zamanda üretimi de kontrol ediyor demektir.
entelektüelin üretimini de.
Entelektüel üretim araçlarından yoksun
olan insanların fikirleri egemen sınıf tarafından yönlendirilirler.
Sinemanın zaferi, 2 Şubat 1966.
Kızıl Bayrak editörleri.
Yoldaş Tian-Tsin gerçeğin
yazılması için teoriyi bozdu gerçekçiliğin büyük yolunu bozdu, "ortalama"
karakter teorisini kabul etmedi, konunun belirleyici rolü olduğunu söyleyen muhalefetin
teorisini bozdu.
2 Şubat 1966: Materyalist metrajlı
filmin doğuşu.
Kendi zamanlarımızın çağdaşları asla
olamayız.
Tarih farklı bir kılıkla devam
etti.
Yukarıdaki maske ile bütün bir
ekranı kapladı, ve film hakkında hiçbir şey hatırlamadık.
Suçlu olan tarih değil, imajlar
ve seslerle darmadağın edilen kendi vizyonumuzdu.
Bugün devrim olsa bile bugünün
üzerine bindirilmiş bir geçmişi görüp işittik, Doğu Rüzgarı Bugün soru "Ne
yapmalı?
" şeklinde militana kendini gösteriyor.
İnsanları artık seçim yapmaları
için ajite etmiyor, onları karar vermeleri için ajite ediyor, karar vermek pratik
olarak ne yapılabilir, pratik olarak.
devrimci mücadelenin tarihi onlara
anlamalarını öğretiyor.
tarih onlara anlamlarını öğretiyor.
Bu yol - grevler, sosyal
demokrasi, kitle mitingleri, baskı.
Bu yol - Ne elde ettik?
Cesur olmak ve düşünmek, ne
yapılacağını bilmek demektir.
1 - Grev Salı - 3 Haziran saat
14:00.
Birkaç işçinin girişimiyle ve çeşitli
tartışmalardan sonra genel greve gidilmesi kararlaştırıldı, hedefler bir
broşürde açıklandı.
Su.
bütün işçiler için, fazla mesai
ücretlerinin değiştirilmesi.
Bazılarımız hayli zor koşulllarda
çalışıyoruz Su.
0 ile 10 saat arasında bir
indirim, 2 hafta için 350 frank demek.
Grev, başlangıçta gece vardiyası
yapan işçilerin 80%'i tarafından desteklendi.
, saat 13:00 - 22:00.
Su.
Çarşamba sabahı saat 4:30 işçilerin
talepleri geldi.
ikinci vardiya işçileri tartışmalara
katılmamışlardı harekete katılmaları gerekiyordu.
Bir süre sonra, ikinci-vardiya işçileri
miting yaptılar ve greve gitmeyi kararlaştırdılar.
Bu durum işçilerin 90%'ı
tarafından desteklendi.
Perşembe ayın 5'i, sabah 5
civarı grev komitesi grevi devam ettirme kararı aldı.
Broşürler dağıtıldı.
"İşçiler bildiriyor: "Kazanana
kadar greve devam edeceğiz.
"İki vardiyaya bölmeye
çalışacaklar.
"Haydi kararlarımızı
birlikte alalım.
"Şikayetlerimiz aynı.
" Ne istiyorsun?
O ne istiyor?
Daha iyi çalışma şartları
istiyor.
Ve daha fazla ücret.
Görüyorsun, fakir bir yerli.
Karısı hasta, çocukları da hasta.
Benim görüşüme göre, bir
anlaşmaya varılabilir.
Bu duruma bakabilirim, ama bir
kez kampa gittiğimiz zaman Toplama kampına götürülene kadar bu durumdan siz
sorumlusunuz.
Grev söylentileri var.
Söylentilere göre onların
istekleri karşılanacak.
Bu söylentileri kim başlattı?
Sendika temsilcisi.
İşçilerin 80%'inin işbaşı
yaptığını söylediler greve devam eden sadece küçük bir azınlık kalmış.
Bu söylentileri kim başlattı?
Sendika temsilcisi.
Patronlar
"Ajitatörlerden" bahsediyorlar.
Bu kelimeyi kim kullanıyor?
Sendika temsilcisi.
Temsilci, işçi sınıfının
mücadelesini patronların diline çeviriyor.
Temsilci çevirdikçe ihanet
ediyor.
Bu safça bir şans olarak, bazı grupların
hatası olarak, koşulların sonucu veya ulusal gelenekler olarak açıklanamaz, Bu
durumun ekonomik düzenle ilgisi olan kesin yanıtları bulunmaktadır.
tüm kapitalist ülkelerin gelişim
seyri içinde bu ihanet kaçınılmaz hale gelir.
Sendika temsilcisinin
başarısızlığı, sosyal demokrasinin oportünizminin yenilgisidir, sosyal
demokrasinin başarısızlığı: bu revizyonizmdir.
İşçi hareketinin örgütlenmesi
evresinde bu durum "barışçıl evre" denen sürecin ürünüdür Bu dönemde
işçi sınıfı mücadelesi için silahlar buldu: parlamenter ve legal imkanlar için başvurular
yaptı, ekonomik ve politik kitle organizasyonları düzenledi, geniş bir basın
emekçisi kitlenin varlığı oluştu.
Diğer yandan bu evre "toplumsal
barışı" devam ettirmek için sınıf mücadelesini reddetme riskini de
içermektedir.
Tercümesi - döneklik.
İşçi sınıfı içindeki bazı gruplar
- işçi hareketinin bürokratları ve aristokratları Üçüncü Dünya'nın
sömürülmesinin meyvelerinden faydalananlar ve kendi ülkelerini dünya
pazarlarında avantajlı konuma getirenler - işçi sınıfı hareketi içindeki bazı
gruplar, ve onların Komünist Partinin merkezine yerlemiş küçük burjuva
ortakları, bu eğilimin toplumsal desteğini oluşturmaktadır.
Bunlar proleterya içindeki burjuvazi
etkisinin taşıyıcıları konumundadırlar.
.
2 - Temsilci Askeri ve silahlı
güçler hiçbir şekilde dağıtılmadı, kitleler devrimci patlamalara karşı çıkmaya
devam etti.
Şikayetlerinin çoğu memnuniyetle
karşılandı.
Bugün çalışmaya dönmek zaferdir.
Çevirisi - Döneklik.
Sendika temsilcisi ne zaman
konuşsa yalan söyler.
Örnek: "İşçi sınıfının ve
müttefiklerinin yeni politik gücünün görevi "yeni bir ekonomi ve yeni bir yaşamı
üretmektir, "bu sosyalist bir yaşam olacaktır.
"Bu büyük devasa görevin farkına
varmak "kitlelerin en geniş katılımını ve desteğini gerektirmektedir "kamu
yönetiminde.
"sosyalizm sadece "kapitalist
baskıdan işçinin özgürleşmesi demek değildir: "sosyalizm, tüm burjuva
demokrasisinden "üstün bir demokrasi anlayışını üretebilmeli ve gösterebilmelidir.
" "Şu ana kadar
cesaretle elde edilen sonuçlarla "ve gidilmesi gereken uzun bir yolun
bilinciyle, "tüm enerjimizi mücadeleye aktarmamız gerekmektedir "zaferler
için bu gereklidir "ülkedeki üretici güçlerin birlikte mücadelesi ile.
" 3 - Aktif Azınlıklar Konuşur,
konuşur, konuşur.
Çılgınlık, provokasyon, bunlar
her zaman aynı.
Bir şeyler yapmak zorundaydık çünkü
bizi temsil ettiği söylenen kişi hiçbir şey yapmıyordu.
Tek yaptığı patronlarla
konuşmaktı.
Ne yapmalı?
Başka türlü bir greve
ihtiyacımız var.
İhtiyacımız olan şey işçiler
için broşürler yazmaktır.
Yarın, fabrika kapılarında
broşürleri dağıtacağız.
Böylece öğrenciler önce işçi
sınıfının uyandığını görecekler.
Böylece, öğrenciler en azından
önce işçi sınıfının uyandığını görecekler.
.
Böylece, işçiler en azından
öğrencilerin uyandığını görecekler Ne yapmalı?
Soldan düşün.
Lenin'in metnini oku, genelde
revizyonistler tarafından solcuları ajitatörler olarak yaftalamak için
kullanılır Unutmamalı, Lenin ikincil olanı asıl tehlike olarak karıştırmadı.
Asıl tehlike konusunda Lenin'e
katılıyorum sosyal-demokrat döneklik içindeki yalanlar ve sol ideolojideki
ikincil tehlike, Sol Komünizm bir çocukluk hastalığı.
Unutma, Lenin işçilerin solundan
bahsediyordu, öğrencilerin solundan değil.
Buradan başlayacaksak, her zaman
ve her durumda saldırmak, Leninist görüşe göre çocukluk hastalığı.
Geçmiş hatalarımızdan öğrenmemiz
gerekiyor.
her zaman yeni keşiflere karşı
mücadele eden kişiler olmuştur.
kitlesel devrimde, her zaman
inanmak ve tüm bunlar başarı getirmeyecektir.
Yeni devrimci bir yolda duranlar.
.
geleneksel söylemlerin
yardımından medet umanlar ve sınır çekenler.
Aktif Azınlıklar Bu kadının adı
Suzanne Monet, ünlü ressam Claude Monet'in karısı.
1903 yılında Figaro'yu yayınladı
Cumhuriyet'in başkanına açık mektup yazarak kocasını tutana demiryolu
işçilerinin grevini protesto etti St.
Lazare Garı'na resmini
tamamlamak için girdi.
1925 yılında bu kadına Scarlett
Faulkner deniyordu.
Louisville - Alabama'dandı.
Bilinen bir nemfomanyaktı, Eldridge
Cleaver tarım işçilerini suçluyordu kendisine defalarca tecavüz ettiklerini
söylüyordu.
Ku Klux Klan'ın lokal şubesi korkunç
suçluların acil infazını sürdürüyor.
1936'da, bu kadına Ines
Mussolini deniyor.
İspanyol temsilcisi Schneider-Krupp
ile evleniyor.
Katalonya, anarşistlerden ve
işçi konseylerinden temizlenince General Franco'nun birliklerini Barcelona'ya
davet ediyor.
1969'da, ismi Rachel Darnev, Nuremberg'deki
Vise-Farben Üniversitesi'de kimya analizi eğitimi alıyor.
Topraklarını terk etmek
istemeyen Nablus ve Gaza bölgesindeki Filistinli çiftçileri Napalmlama üzerine
uzmanlaşıyor.
Bu adamın adı René Andrieu.
l'Humanité dergisinin şef
editörü 1871'de Paris Komünü Merkez Komitesi'ne katılıyor kızıl bayrağı ve üç
renkli bayrağı birleştirmeye çalışıyor.
Buna karşılık, Varland isimli
bir işçi vurulmasını öneriyor.
Başarısızlık, René Andrieu Versailles'e
kaçar.
1933'te, bu adamın adı Luigi
Dubcek'tir.
KPD Politbüro üyesidir, Almanya
Komünist Partisi, Vorwelt gazetesinin ofisleri dışında Nazi askerlerinin
düzenlediği organizasyonda Yahudi yoldaşlara duyarlıca ve barış içinde yaklaşır
1945'te, bu adama Maurice Duclos deniyordu.
de Gaulle hükümetindeki 3
komünist bakandan biriydi.
Bütün partizanları silahlarını bırakmaya
davet etti.
Bir yıl sonra bu silahlar
Avrupalı madencilerin grevini bastırmak için işverenler tarafından kullanıldı.
1969'da bu adamın adı Vladimir
Brejnev idi.
Potemkin zırhlısının komutanı
olarak, Kuzey Kore toprakları üzerinde düşürülen ABD casus uçaklarınının
bulunması için gemisini ABD Dışişleri Bakanı Foster Dulles'e önerdi.
Aktif Azınlıklar 4 - Halk
Meclisi Bir halk meclisi toplantısında kamera herkesin kullanımındadır Baskı
için önerim bir gazete imajı Bana katılıyorsun.
Bir çeşit Önerin sovyet
gerçekçiliği.
Öyleyse, bu konuyu ele alalım Daha
ileri gideceğimi söyledim.
Dolayısıyla doğru yaklaşımı
bulmamız gerekiyor Burada problem - Stalin'in resmi - zaten filmin içinde Sadece
aklına gelen ilk şeyi söyleme.
Ama Stalin'in portresinin
canlılığı filmin içinde.
O bu filmde.
Bu imajdan ötürü baskı hissetin
mi?
Ne duyuyoruz?
Ne görüyoruz?
Tartışan insanların imajı, karmaşık
sesler, Stalin ve Mao posterlerinden parçalar.
Niye bu imajlar?
Niye bu sesler?
İmajlar ve sesler arasında
sürekli değişen bu ilişki niye?
Amaç Mayıs 68'de yaşadığımız
tecrübeleri konuşmaktı.
Fabrikalarda, üniversitelerde, ofislerde,
yoldaşların düzenlediği mitinglerde ve organizasyonlarda.
Görüşmeler sürecinde çeşitli
karışıklıklara rağmen yine de ilerleme kaydettiler.
Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Bu tartışmalardaki doğruyu nasıl
keşfedebiliriz?
Doğruyu doğru bir şekilde nasıl
elde edebiliriz?
Belirli sayıda yoldaş hızla film
üretimine döndüler.
Grubun geri kalanı, aktif
azınlık olarak devam ettiler.
Grevden sonra, sosyal demokrasi
vb.
gibi konular halk meclisinde
tartışıldı, yoldaşlar hızla bir sonuca vardılar.
halk meclisi dediler, çünkü bu tartışmalar
için gerekliydi - filmin devamının ana konu olmasına karar verildi.
bu imajlar ve sesler hakkında
bir tartışma anlamına geliyordu, filmde halk meclisinin aynı sahneleri tasvir
etmesi demekti.
Mayıs ve Haziran 1968 Fransası, bugün
Fransa'da, İtalya'da, İspanya'da, Meksika'da vb.
hakim güçler devrimci gruplara baskı
ile yanıt veriyor.
Halk meclisi bu yüzden filme
konu oluyor.
şöyle bir sıra izleniyordu, imajların
ve seslerin üretimi ve baskı tartışıldı Bu tartışmaya uyan analizlerin
düzenlenmesi halk meclisinin nasıl çalıştığını anlamayı kolaylaştıracaktır.
yoldaşlar baskının hangi imajını
hemen önerdiler?
Stalin ve Mao'nun posterleri,
kapitalistler tarafından cinayetten aranıyorlar.
Niye Stalin?
Çünkü bu yoldaşlar için,
genellikle konuşulan şey Stalin problemidir, beğenin ya da beğenmeyin, kendisi devrimci
hareketin bir parçasıdır.
Bunu nasıl açıklarsınız?
Onun Stalin olduğunu
söylemiyorum, ama diğerleri onu Stalin olarak kabul ediyor.
Biri Stalin'i reddederken
kendini Stalinist konumda bulur.
Stalinist, kesin olarak çünkü Onlar
filmde görülmüş tüm karakterleri dışarda tuttular.
Ama biz bunu biliyoruz.
Sonuç olarak bu film
Papadopoulos'la işbirliği içinde.
Böylece imajımız olarak
alıyoruz, imajımız olarak alıyoruz imajımız olarak alıyoruz, imajımız olarak
alıyoruz "Cinayetten Aranıyor" Gian Maria Volonte tarafından asıldı.
Ve burada biz Daha önce
kullanılmamış bir imajla, tanık olduğunuz tartışmayı sunduk.
Parti sekreteri, orada, mesela, filmde
o yerde, bir şeyler Stalin'e geri gidiyor, ve biz boğazımıza kadar - "gerçekçilik"
denen şeye boğulduk Şimdi ne deniyor?
Sosyalist gerçekçiklik.
Çin.
Yoksul çiftçilerin Kiung-Tsing
üretim tugayı sağlık alanındaki revizyonist ve karşı devrimci çalışmaları
protesto etmek için toplanmış bulunuyorlar.
Mısır.
Elouan'da silah fabrikası
işçileri İsrail emperyalistleri ile işbirliği yapan bürokratı sorgulamak için
birlikteler.
Fransa.
İşçiler C.
S.
F.
Issyles-Moulineaux'da C.
G.
T.
daimi temsilcisinin
davranışlarını kınamak için toplandılar.
ismi Marksist-Leninistlerin
broşüründe geçiyor diye saldırıya geçmişti böylece işveren tarafından kurulan baskıcı
uygulamaları açığa çıkartıyorlar.
Halk meclisini sadece bir
tartışma grubu olarak görmek onu soyut olarak görmektir.
Çünkü kim, kime karşı konuşuyor?
Her halk meclisi kendine özgüdür.
Ülkenin ve militanın
çelişkilerini yansıtır.
Kim konuşuyor ve kime karşı
konuşuyor?
Çin: kitleler kapitalist
yöneticilere karşı ayağa kalktılar.
Mısır: kitleler Sovyet
revizyonistleri tarafından desteklenen sömürücü askeri bürokrasiye karşı
mücadele ediyor, Fransa: kitleler Fransız revizyonistlerine karşı duruyor.
kim kapitalist sömürücülerle aynı
grupta.
Tüm halk meclisleri birbirine
benzer, çünkü her tekil ülkede, niteliksel olarak farklı bir şekilde aynı
düşmanla karşı karşıya kalırlar.
Her ülke bizim bölgemizin ülkesi
- emperyalizm ve modern revizyonizmin krizlerinin dönemi emperyalizm ve modern
revizyonizmin işbirliğinin ülkeleri devrimci hareketlere karşı ortak
saldırıların dönemi.
Her halk meclisi şu anki dönemle
ilgili soru sorar - emperyalizmin tarihi sorunu, revizyonizmin tarihi sorunu, ve
revizyonizmin gerçek tarihinin sorunu Stalin sorunu olarak bilinen şeyle ilgili
ciddiyetle sorulan soru.
daha fazla Stalin imajına odaklanılmayacak,
ama proleterya diktatörlüğünün başlangıcından bu yana Sovyetler Birliği'ndeki sınıfların
durumu analiz edilecek, Sinemanın en iğrenç yönü burjuvazi ve Stalin aynı
tutuma sahip.
Bu imajların ve seslerin özellikle
sıralandığını gösteriyor.
Bu durum kendi pratiğimizde burada
da görülebilir kimse eğlenmiyor gibi durmaktadır.
Jean-Luc "parti içinde de
bu problem çözülmüş değil" der.
Bu doğru değil.
Evet, bu doğru.
Kötü ifade edilmiş problem, yanlış
çözüm.
Gerçekten ileriye dönük
problemler.
Örnek: 23 Haziran 1931'deki "Ekonominin
güçlendirilmesi için yeni durumlar ve yeni görevler" konuşmasını sınıfsal açıdan
analiz etmek Örnek: '37-'38.
Yoldaş Stalin'in önerisi ile
Sergei Eisenstein Bezhin Meadow filmini çekmeye başlar film kırsal alanların
sosyalizasyonu sürecindeki mücadeleyi anlatmaktadır.
'37-'38.
İspanya İç Savaşı.
Anarşist milisler ve yoksul çiftçiler
toprakların bölüştürülmesine başlar Bu insanlar, Enternasyonal'in
direktiflerini mekanik olarak uygulayan İspanya Komünist Partisi siyasi
sekreteri tarafından anarşizmle mücadele adı altında tasfiye edildiler.
"Niye?
" diye sormak aynı zamanda "Kime karşı?
" diye sormaktır Stalinist imajlar.
Problemi bir düşünün.
Pozitif yönüyle: İmaj göstermek
hiçbir şeydir, kendinde bir imaj yoktur, sınıf mücadelesi bağlamı dışında bir
imaj yoktur.
Bu durumun Stalin'in bir imajı ile
gösterilmesi.
Negatif yönüyle: doğru imaj bulunamadı,
bu yeterli ve gerekliydi.
Stalin ve Mao kapitalistler tarafından
cinayetten aranıyor - bu gerekliydi, ama baskının yetersiz bir görüntüsü var.
Baskının başka imajlarını da
bulmalıyız, şu an sadece onları yapabiliriz.
Humphry Laboratuvarları liman
işçileri grevi hakkında film yapmayı reddetti.
grevciler kendileri çektiler.
Yankee elçisinin kaçırılmasından
3 gün sonra Brezilya idam cezasına geri döndü.
Marakeş'te makineli tüfekli aşırı
sağcı bir komando hükümetin tam desteği ile öğrencilerin mitingini bastı.
6 - Aktif Grev Marcel, 4
haftadır grevdeyiz.
Bu mektup sana ulaşacak mı
bilemiyorum, çünkü postanedeki yoldaşlarımız da grevdeler, ama çok uzun
sürmeyeceğini umuyorum.
Sendikalar mücadele için daha
fazla destek çağrısı yaparlarken, temel hizmetlerin çalışabilmesini teşvik
ediyorlardı.
Posta ve demiryolu hizmetleri yeniden
çalışmaya döndüklerinde, istesek de istemesek de ufak ufak hepimiz geri
döneceğiz.
Bu çok net.
Kendi durumunda sen de bunu
görüyorsun.
Ama gidişatı değiştirmek için ne
yapabiliriz?
4 hafta direndik ve bu bizim
için zafer sayılır.
2000 kişiden, 900'ü vardiyalarda
oturma eylemlerine devam ediyorlar.
Zafer diyorum, işlerin senin
için nasıl göründüğünü bilmiyorum.
Her neyse, fabrikamızdan 500 km
uzaktaki Mazda'da, Givelaud ve Alasef'te durum daha farklı.
İlk gün C.
G.
T (Fransa İşçi Konfederasyonu) temsilcisi dedi ki: "Güzel,
çalışmayı durduruyoruz.
Evinize gidin.
Anlaşma sağladığımız zaman size
haber veririz.
" 10 veya 20 kişi kaldı ve
fabrikayı işgal ettiler.
Ama korkaklar tarafından yalnız
bırakıldılar.
Bizim olduğumuz yerde 900 kişi
işgale katıldı ve başlangıçta bu yeterli oldu.
800 kadarı aynı fabrikada 5-10
yıldır çalışan kişilerdi, daha önce hiç böyle bir şeye katılmamışlardı.
Bu bir şeyler yapmayı mümkün
kıldı ve tartışmalar başladı.
Grevde ve işgallerde yer alan
herkes bir şeylerin değiştiğini söylemeye başladı.
Elbette bazıları kart oynamaya,
futbola veya kadınlara daha meraklıydılar.
Bu da yeni bir şeydi - pek çok
kadın orada yer alıyordu.
3 hafta sürdü.
Olayları ciddi bir şekilde
değerlendirdik, Sadece 45.
atölyenin lavabo penceresinin değiştirilmesini değil, siyaset de
konuştuk Bu durum sendika yetkililerini endişelendirdi.
Ayrıca öğrencilerle buluştuk.
Grev liderlerine göre tüm bu
durum iyidi.
C.
G.
T.
yöneticileri öğrencilerin
kantini kullanmasını kabul etmek zorunda kaldı.
Elbette bu çok fazla bir anlama
gelmiyordu, çünkü anlaşılmayan bir dilde konuşuyorlardı.
Bazıları herkes bıkana kadar durmadan
konuşuyordu.
Bu negatif bir şeydi.
Pozitif olan bu insanlar kavga
ediyorlardı ve ilginç şeyler söylüyorlardı, dışardan insanlar oturma eyleminin zayıflamasını
engelliyordu.
Ama şimdi, 4 hafta geride
kalmışken, sayımız zorlu bir şekilde artış gösterdi.
Başından beri orada olan
insanlardan bazıları, geçen haftasonu evlerine gittiler Eşleri, çocukları Elbette
bu normaldi.
Bunun yanında, geçen haftasonu 100
kadar kişi işgali sürdürdü.
İnsanlar oylamaya pek ilgi
göstermiyordu, kart oyunları daha çok ilgi çekiyordu.
Sonra öğrencilerin bize
söylediği şeylerden birini düşündüm.
C.
S.
F.
Brest şubesinde, görünüşe göre
bazı işçiler işbaşı yapmışlardı transistörlerini kendileri yapmışlardı, sebze
ve kümes hayvanları için bunları çiftçilerle takas ediyorlardı.
Onun öyküsü kulağa farklı
geliyordu, ama daha fazla öğrenmek istediğimizde tamamen karıştı, ve hiç bilgi
alamayacağımızı gördük.
O buna aktif grev diyordu, ona
göre grevin zayıflamasını engellemenin tek yolu buydu, işverenlerle hesaplaşmak
ve iktidarın somut problemlerini tespit etmek gerekliydi.
.
Atölyeleri ve insanların
mücadele azmini düşününce, uzmanlar olmadan da fabrikaları yönetebileceğimizi
görüyorum.
Onlar gerçekten ne yapılması gerektiğini
bilmiyorlar.
Bazıları onayladılar, bazıları ise
hayal gördüğümü söylediler, ama gerçekten niye diye sormadılar.
Cevabın için teşekkür ederim, ve
umarım yakında görüşürüz.
Gitmem gerekiyor - Pazartesi
günü, yöneticiler ve grev kırıcılar yine burada olacaklar çalışma özgürlüğü
için geri geldiklerini söyleyecekler.
Lanet olsun, umarım onları
susturacak kadar kalabalık oluruz.
Hoşçakal.
Merhaba, ben Jean-Pierre Peugeot.
Kiminle görüşüyorum?
Grev komitesi.
Dinle genç adam, nazik olmaya çalışıyorum,
kimsiniz?
Grev komitesi.
Ben size kim olduğumu söyledim: Jean-Pierre
Peugeot.
Şimdi siz kimsiniz?
Grev komitesi.
Kiminle konuştuğumu bilmek
istiyorum.
Grev komitesi.
Ben Jean-Pierre Peugeot'yum.
Kim olduğunu söylemeye korkuyor
musun yoksa?
Grev komitesi.
Gerard, mektubunu aldım.
Beklenildiği gibi oldu, yeniden
çalışmaya başladık.
Hatalı olduğunu düşünüyoruz.
Uzmanlar olmadan da
çalışılabileceğini göstermek istemiştin.
İşin sadece teknik yönü
olmadığını unuttun, ayrıca sosyal-teknik bir yönü de var.
ve sadece kendi bakış açına göre
çalışarak, tam olarak kapitalistlerin istediği şeyi yapıyorsun.
Çinliler der ki: "Devrimci
olun ve üretimi yeniden organize edin.
" Güzel.
Ayrıca şöyle derler: "Üretimi
farklı bir şekilde organize etmek için önce devrim yapmalısınız.
" Aktif grev organize edip insanlar çalışmaya devam etseler de, farklı
türden bir şey olmazdı, yalnızca geçici bir grev olurdu.
Tamam.
Pirelli'deki yoldaşlarımızın da aynı
şeyi yaptığını gazetelerden okudum.
Ama iktidardakiler için 50
milyonluk bir kayıp dışında bir halta yaramadı.
Bizi düzen içinde tutmak isteyen
polislerine ve bize saldıran silahlı kuvvetlerine karşı, burjuva devlete karşı
savaşmak için örgütlenmeliyiz- 7 - Polis Devleti Eski tas eski hamam.
Yenilgi - Provokasyon Birinci
Ulusal Şehir Bankası'nı soydum - $50,000.
Lightedfoot - Heroklod treninin makinistini
vurdum.
Citroën yöneticisinin çocuğunu kaçırdım.
Batı Berlin'in şerifini vurdum.
O halde ortak düşmanımız var.
Seninle birlikte niye ortak
düşmanlarımız olduğunu ve niye mücadele etmemiz gerektiğini bulmam gerekiyor.
Yeni Yenilgi - Yeni Provokasyon Konuş!
Niye proleteryanın cinselliğini istismar
ediyorsun?
Fiilen geri verdiğini niye sözel
olarak da geri veriyorsun?
Konuş!
Konuş!
Bir direniş haftası.
17'si Cumartesi, Anderny-Chevillon'un
demir madenleri.
Son işten çıkartmaların ardından
24 saatlik grev.
19'u Pazartesi, Vendel-Sibelon
Ayot.
Saatlik 0.
80 franka karşı ücret artışı grevi.
9 maden ocağından 3'ü kapatıldı.
20'si Salı, Ulusal Astronomi ve
Jeofizik Enstitüsü.
iş güvenliği için 150 kişinin
grevi.
21'i Çarşamba, Liquid Air.
Sendika görevlilerinin
entrikalarına karşı çelik işçilerinin grevi.
22'si Perşembe Quimper'de Maudit
kağıt fabrikası.
Düzensizliğe doğru provokasyon.
Hakaret.
Yeni provokasyon.
Yeni hakaret.
Mağlup edene kadar.
Emperyalistlerin ve sağcıların mantığı
budur.
Bu mantığı asla
değiştirmeyecekler.
Militanların görevden
alınmalarına karşı yeni grev.
23'ü Cuma, Bergson Lisesi, Paris
19.
Lise, Paris Akademisi Rektörü tarafından
kapatıldı ve sivil polis girişleri kontrol altına aldı.
Mücadele.
Yenilgi.
Yeniden mücadele Ta ki zafer
kazanana kadar.
Halkın devrimci mantığı budur.
Devrimcilerin sabırsızlığı polisin
her zaman en iyi müttefiki olmuştur.
Miting alanlarına doğrudan gitme.
İzlenmediğinden emin ol ve daha
tenha sokaklarda dolaş.
Mümkün olduğunca az yaz.
Adresleri hatırlamak için hafızanı
geliştir.
Acil durumlarda, bir Hristiyan adı
düşün, her zaman soyadından daha etkilidir, ve baştaki Hristiyan adından daha
iyidir.
Telefonlarda kısık sesle randevulaş.
Bilmemen gereken şeyleri bulmaya
çalışma.
Düşmanın her şeyi yapabileceğini
bir an olsun unutma.
"Biz her şeyi biliyoruz!
" dediklerinde asla inanma Bu hiçbir zaman doğru değildir.
Polisten ve legal otoritelerden önce,
gerçeğin yeniden kurgulanmasına yönelik sağlıksız idealist burjuva düşünceye
kapılma.
Bu savaşta sömüren sınıflar ile
ezilenler arasında ortak bir doğru bulunmamaktadır.
Mücadele, yenilgi.
Bir daha mücadele, yine yenilgi.
Bir daha mücadele, ve zafere
ilerleme.
Halkın devrimci mantığı budur.
- halkın mantığı - bu mantığa asla
karşı koyamazlar.
Ama nasıl birbirimizi
tanıyacağız?
Sadece başkasını tanıma, aynı
zamanda kendini de tanıt.
Doğru.
Yapmamız gereken şey kolluklar
oluşturmaktır.
1 Mayıs Mücadele: Madrid,
Cordoba, Pekin, Watts Piyes: Moskova, Paris, Bükreş, Cezayir Doğru.
Ama bu hepsi değil.
Ne renk?
Dinle.
Bak.
Filmin İkinci Bölümü.
Bir mekanizma gösterdiniz: grev,
temsilci, halk meclisi, baskı, polis devleti, vb.
Gerçek hareket, Mayıs 1968
Fransası, '68-'69 İtalyası, bir film yaptınız.
Nasıl yaptınız?
Şimdi eleştirin, şimdi mücadele
edin, şimdi dönüştürün.
Unutmayın her insan için
hatalardan uzak durmak çok zordur.
Onların düzeltilmesi Marksist
eğitime karşı olan hareketlerde yatıyor.
Halkla birlikte bir kez daha
başlanır Halkla iletişim sorunu hakkında özellikle özeleştiri yapılmalı Halkla
iletişim İnsanların fikirlerini aktarmak, konsantre olmak Bir amacınızın olması
tek başına yeterli değildir, üstesinden gelmeyi sağlayacak yöntemleri de
çözümlemelisin.
Yöntemin yanlış.
Mao'dan alıntı yapmanın yeterli
olduğunu düşünüyorsun, öyleyse ülkeye git ve tarım işçilerinin kırsaldaki
halkla nasıl birleştiklerinin filmini yap iş için doğru formül, prodüksiyon
için ve yönetmenliğin temel nosyonları için.
Partimizin her politik aktivitesinde,
doğru yöntem aşağıdaki kuralları izlemelidir.
Hala sloganlarla ve afiş dili
ile konuşuyorsun, ve hala halktan kopuksun, halkla bütünleşmiş değilsin gerçek
mücadelenin dışındasın.
Gerçek konumunun ne olduğunu
düşün.
Efektif politik araçlar olarak
Çinli yoldaşlarımızdan alıntılar yapmak hazır çözümler sunmaz.
Bağırıyorsun, tahmin
yürütüyorsun, görüş yayıyorsun, ama gerçekten sorgulamıyorsun.
Halkın içinde tartış ve öğren, böylece
insanlar düşüncelerini, onaylayıp kabul edeceklerdir.
İnsanların kendi pratiklerinde görüşlerin
doğruluğunu ve geçerliliğini sına.
Ve bir kez daha, halka
görüşlerini aktarmasına izin ver.
Görüyor musun, sorguladığını
söylüyorsun.
Ama bunu zayıfça yapıyorsun.
Sonuç olarak burjuva sosyolojisini
deneyimliyorsun.
Sosyal sınıfların gerçek gücünü
açığa çıkartmak yerine, sözde gerçekçi filmler yapıyorsun.
Halkın sefaletini gösteriyorsun,
ama mücadelesini göstermiyorsun.
Ve mücadelelerine yer
vermeyerek, mücadele araçlarından da onları yoksun bırakıyorsun.
Senin sineman, imajların,
seslerin, burjuva televizyonlar ve onların revizyonist ortakları için.
Bu tartışma sürüp gidecek, düşünceler
daha net, daha canlı ve daha karmaşık hale gelecek.
Bu teoridir.
Dinle.
Bundan daha fazlasını yapıyorsun.
Konutları çekiyorsun ve halkın
filmini çektiğini söylüyorsun.
Gerçek konumunu hiçbir zaman sorgulamadın.
Bir araştırma yaparak başladın, ama
nereden başladın?
Sınıfın üzerinde bir sinema
olmadığını biliyorsun, sınıf mücadelesinin dışında bir sinema yer almıyor.
Ama bu ne anlama geliyor?
Bu toplumun hakim gücü anlamına
geliyor, hakim sınıf, aynı zamanda filmlerde, hakim imajlarını üretiyor.
Bu durum, bu kullanılan
imajların hakim sınıfın imajları olduğu anlamına geliyor.
Bir mücadeleye giriyorsun, ama
burada ve şimdi nasıl mücadele ediyorsun?
Film yapıyorsun.
İmajlar ve sesler üretiyorsun.
Ne yapmalı?
Amaçların doğrultusunda film
yapma araçlarına sahipsin.
Egemen sınıfın hegemonyasını tasvir
etmeyen imajlar ve sesler mi yapılmalı?
Evet, ne yapılmalı.
Nerede, hangi konumda olduğunu
bilmekten korkmamalısın.
Nereden başlanacağı seni
korkutmamalı.
Neredesin?
Fransa'dasın, İtalya'dasın,
Almanya'dasın Emperyalist bir ülkedesin.
Neredesin?
Prag'da, Varşova'da, Berlin'desin
revizyonizmin uşağı olmuş bir yerdesin.
Brejnev Stüdyolarının Mosfilm'i
için çalışmıyorsan, Nixon'ın Paramount'u için çalışıyorsun.
Bu her seferinde aynı şeyi yapıp
duruyorsun demektir, çünkü Brejnev'in Mosfilm'i için çalışıyorsun, veya diğer
sahip Nixon'ın Paramount'u için çalışıyorsun.
Bu sahibin 50 yıldır aynı filmi talep
ettiğini unutuyorsun.
Bu filmin adının
"Western" olduğunu unutuyorsun ve bu durum tesadüfle açıklanamaz.
İncelemeye başlıyorsun, ve
yöntemlerinin hakim sistemin ideolojisi tarafından belirlendiğini görüyorsun.
Birincil ve ikincil görevlerini
karıştırma.
Bu bir sekans boyunca sürer, bu
filmde başlıca görev teoridir.
A - Teori Hollywood.
Prodüktörler.
Fabrika.
Hollywood sinemanın harika bir
şey olduğunu, rüya gibi olduğunu gösterir, bunu kabul etmeniz gerekir.
Ama bu rüya, Hollywood'un
ellerinde bir silahtır aynı zamanda.
Hollywood bu hayalin gerçek
olduğuna inanmanızı ister, gerçeğin kendisinden daha gerçek Hollywood sizi
aptallaştırır ve amacına ulaşmak için her şeyi kullanır.
Hollywood bu at imajının gerçekten
at olduğuna inanmanızı ister ve atın imajı attan daha gerçektir.
Hollywood bu yerlinin gerçek bir
yerliden daha gerçek olduğuna inanmanızı bekler filmde ve atın sırtındaki
fazlalığın Birlik askerinden daha gerçek olduğuna inanmanızı ister.
Bu kişiye aktör denmektedir.
Aktör bir karakter olarak
tanımlanır.
Bu karakterin maceralarına da film
denmektedir.
bu filmi yapmaya da yönetmenlik
denmektedir.
Bu amaçla, şu araçların hepsi
gereklidir: kostümler, makyaj, kimlikler ve performanslar.
Hollywood her sene dünyadaki en
iyi yönetmenleri ödüllendirir.
Oyun sürer gider.
Gerçeğin emperyalist imajı gerçeğin
kendisinin yerini alır.
Moskova Film Festivali.
Pesaro Film Festivali.
Leipzig Film Festivali.
Ben General Motorum!
Ben General Motorum!
Brejnev'in Mosfilm şirketi nasıl
bir etki yaratıyor?
Cezayir'de nasıl filmler
yapılıyor?
Havana'da nasıl filmler
yapılıyor?
Nixon'un Paramount filmlerine
karşı bir mücadele var, ama gerçekten ne oluyor?
Progresif sinema imaj ve ses arasında
ilişki olduğunu anladı.
Ama progresif sinema bu ilişkiyi
ciddi olarak inceliyor mu?
Bu bağlantılar nereden geliyor?
Nasıl çalışıyor?
Kimin için ve kime karşı?
Hayır, progresif sinema kendine bu
soruları sormuyor.
Niçin sınıfsal açıdan sormayı
reddediyor?
Bazen sesleri bazen de imajı
değiştiriyor.
Yeni ilişkiler kurduğunu sanıyor
ama nicelik ve niteliği karıştırıyor, sadece soyut ilişkiler kurguluyor.
Brejnev'in Mosfilm şirketi Nixon'ın
Paramount'una saldırdığını iddia ediyor, ama gerçekte onu destekliyor.
Yeraltı.
Londra.
Paris.
Amsterdam.
New York.
Burada bağımsız olduğunu iddia
eden bir sinema var.
Örneğin burada, imajdan bağımsız
bir ses olduğu iddia ediliyor.
Bağımsız olduğunu sanan sinema.
Uyuşturucu sineması.
Seks sineması.
Şiirle bağımsızlaştığını iddia eden
sinema.
Tabusuz bir sinema, sınıf
mücadelesi karşıtlığı dışında Sınıf sineması, Nixon-Paramount'un dalkavukluğu, emperyalizmin
dalkavukluğu.
Başta farkına vardın devrimci
mücadele tarihinin ortaya koyduğu yol Ama nerede?
Önümüzde mi?
Arkamızda mı?
Solda mı?
Sağda mı?
Ve nasıl?
Yöntemini değiştirdin.
Üçüncü Dünya'nın sinemasının nerede
olduğunu sordun.
Sınıf mücadelenizi rahatsız
ettiğim için affedin.
Önemli olduğunu biliyorum.
Ama politik bir film ne yönde
olmalı?
Bu yönüyle bilinmeyen sinema,
macera sineması.
Ve bu yönde Üçüncü Dünya
sineması, tehlikeli bir sinema, ilahi ve muhteşem.
Emperyalist tüketimin baskısının
sineması tehlikeli bir sinema, muhteşem bir sinema, Faşist baskının sineması Ve
sonrasında mücadelenin karmaşık yapısını keşfediyorsun.
Analiz olanaklarından yoksun olduğunu
keşfediyorsun.
Somut duruma geri dönüyorsun.
İtalya'da, Fransa'da,
Almanya'da, Varşova'da, Prag'da Materyalist film burjuva kavramların sunumuna,
sınıf mücadelesi ifadeleri ile karşı koyar.
Burjuva kavramların sunumuna
karşı sınıf mücadelesi.
Burjuva kavramların sunumuna
karşı sınıf mücadelesi.
Evet.
Emperyalistlerin ellerinden üretim
araçlarının alınması, aynı zamanda ideolojik hakimiyetin ellerinden alınmasını
belirler.
Burjuvazi temsilden bahsedip
duruyor.
Ama bu ne anlama geliyor?
10 saniyeliğine burjuva filmden bir
karaktere bakacaksınız.
Bu Western filmlerden bir
karakter, psikolojik bir drama, polisiye bir film, veya tarihsel bir film.
Fark etmiyor.
Sonuç olarak her zaman baştan
çıkartıcı biri vardır.
Oturduğunuz odayı o açıklar.
Karanlıkta olduğunu söyler.
Balkonda çok insan olduğunu
söyler.
Beşinci satırda yaşlı bir adam
var der.
Arkada güzel bir kız olduğunu
söyler Onunla yatmak ister.
Ona çiçekler verir.
Ekranda ona katılmasını ister.
Çok fazla yeşillik vardır.
Gökyüzü mavidir.
Hava temizdir.
"İnanmıyor musun?
Öyleyse gelin buraya, sizi
pislikler!
" "Harika bir yaz günü.
" "Güneşli bir gün.
Doğruluk.
" Burjuva kavramlarının
sunumuna karşı mücadele.
Hakim ideolojinin elinden üretim
araçlarının alınması Söylenecek budur, azami program.
Azami.
Bu imajın kırmızı olduğunu
söyleyebilmek.
Kırmızı.
Kırmızı.
Ordu ile ittifak halinde olan
işçiler ve köylüler olmadan Asgari program, asgari.
Hecele.
Nasıl öğreneceğini bil.
Ve nasıl öğrenileceğini bilmek
senin için yüzlere daha acı, absürd ve kirli gözlüklerden bakmaktır.
Revizyonist okul öğretmeninin gözlükleri
burjuvazinin ideolojik gücünü kuvvetlendiriyor.
Komünist Parti halkın kültürünü arttırmaya
karar verdi.
Bayan Althusser, burada hangi
halk var?
Öncelikle, Üçüncü Dünya halkları.
Üçüncü Dünya halkları öne gelsin.
Üçüncü Dünya halkları lütfen öne
gelir misiniz.
Kapital'i Nasıl Okuyacağız?
.
Güzel.
"Üçüncü Dünya halklarına "saygı
ve dostlukla.
" Bir dakika.
İkinci bölümden başla.
Revizyonist okul öğretmeni ne
dedi?
Dedi ki: "Kapital'i Oku.
" Kullan demedi.
Kullan.
İnsanların kusurlarını
eleştirdi, ama bunu halkın bakış açısından yapmadı.
Bir yoldaşa düşman gibi
davranmak, düşmanın konumunu almaktır.
Mücadele Müzik çalmayı öğrendim.
Güzel değil mi?
Güzel mi?
Güzel değil mi?
Bekle Güzel değil mi?
Müziğimi sevmen gerek!
Müziğim güzel değil mi?
Sınıf mücadelesine katıldın mı?
Evet.
Cléon'daydım.
Strasbourg'da mıydın?
Sochaux'da mıydın?
Güney Amerika'da mıydın?
Battipaglia'da mıydın?
Ben Battipaglia'daydım.
Özeleştirimi yaptım.
Rockefeller'ın ziyaretindeki gösterilere
katıldın mı?
Evet, oradaydım.
Özeleştirimi yaptım, sınıf
mücadelesi, ve müzik yapmayı öğrendi.
Franco tarafından yasaklanan
Mayıs kutlamalarında Madrid'te miydin?
Evet, Mayıs kutlamalarında
Madrid'te bulundum.
Orada müziği de öğrendim.
- Ne çaldın orada?
- Dinle.
Mücadele Pek doğru değil di mi?
Hayır, çok doğru değil.
Belki de gitmem gerekiyor.
Sınıf mücadelesi ve
özeleştiriyle birlikte gideceğim.
Sonra daha iyi olacak.
Sınıf tıbbı.
Fransa.
Endüstriyel tıbbın 5.
sınıf öğrencilerinin kitabından bir pasaj: "Yorgunluk seviyesi
öznel ve kişisel faktörlere oranla objektif kriterlerle düşük düzeyde
ilişkilidir.
.
" "Yorgunluğu ölçmek için departman şefi ve ustabaşı "en
iyi konumda bulunurlar.
"Onlar üretim hızını
düşüren koşulları doğrudan gözlemlerler.
"Doktor için görev, bu
yorgunluğun temelini bulmaktır.
"Tıp öğrencileri ustabaşı
ile uyum içinde çalışmaları gerektiğini öğrenir "bu şekilde onun bilimsel alter-egosu
olurlar.
" Kapitalizmin bu koruyucu
melekleri için emeğin açık bir yapısı vardır biri hastalığı bulur, diğeri
tedaviyi.
emeğin sosyal bölüşümünde hepsi
aynı rolü oynarlar.
Gözetim ve baskı Halk tıbbı.
Çin.
Sağlık sistemindeki dönüşüm, üstyapıdaki
sosyal dönüşümün önemli bir parçasıdır.
Yeni Çin'in kuruluşundan sonra -
Yeni Çin - kırsal kesimde yaşayan halkın tıbbi bakım ve hijyenik ihtiyaçları
için bir dizi kararname çıkartıldı İşçilerin sağlığı önemli ölçüde düzeldi, ama
Liu Şao Çi döneği tıpta ve sağlık hizmetlerinde revizyonist yolu seçti.
Hizmetleri şehirlerde
merkezileştirmeye çalıştı.
İsim yapmış hastanelerle ilgili
hatalı bir teorinin peşinden gitti.
Kırsal alanlardaki doktor ve
ilaç eksikliği Çin'in uzun süre değişim yaşayamamasının en önemli nedenlerinden
biriydi.
Büyük proleter kültür devrimi -
proleterya - bu revizyonist karşı devrimci eğilimi bozdu.
Yoksul ve yarı yoksul köylüler
sağlık sistemini kendi ellerine aldılar.
Medikal laboratuvarlar inşaa
edip, ambulans servislerini çalıştırdılar.
Sonuç olarak ülke çapında sağlık
hizmetleri belirgin bir şekilde iyileşti.
Nanking bölgesindeki Yong Fang
komününde 79 üretim grubunun pek çok sağlık çalışanı bulunuyordu Genel olarak,
küçük yaralanmalar ve hastalıklar grupların içinde tedavi ediliyordu ayrıca
küçük operasyonları da komün gerçekleştirebiliyordu Bir kooperatif sistemi
yürürlüğe girmişti ve yoksul ve yarı yoksul köylülerin acil tedavileri
karşılanabiliyordu.
Mücadele - Eleştiri Les Beaux
Quartiers, yazarı Marcel Proust, sayfa 145.
Burjuva kültürüne ölüm!
" sokağındaki odamı hiçbir
zaman hatırlayamayacağım " Burjuva kültürüne ölüm!
"Böylece konuşmanın tek bir
yolu kalıyor.
Bir defasında otelde hiç engel
yoktu " Burjuva kültürüne ölüm!
" San Marco Kanalı'nda bile
yoktu, kalabalık ve güvercinler " Burjuva kültürüne ölüm!
" San Giorgio Maggiore'de
güneş mesafeli duruyordu.
Bu kendinde bir dünya idi,
kendinde " Burjuva kültürüne ölüm!
" ve dedikleri gibi kendi
için.
Adımlar ve pasajlar " Burjuva
kültürüne ölüm!
" üst kattaki odanın
karanlıkta kasvetli duvarları.
Sönen lambalarla " Burjuva
kültürüne ölüm!
Revizyonist öğretmenini
dinlemiyor.
İkinci bölümden başlamıyor.
Karl Marx'ın Das Kapital'inin ikinci
bölümünden başlıyor.
Kendi için okuyor.
"Ulusların zenginliği
kapitalist tarzdaki üretime "ve mal üretimine dayanır.
Mal.
"Mallar kullanım değerine sahiptirler,
"ve tüm sosyal formlarda bulunurlar.
"Ama kapitalist toplumda
aynı zamanda değişim değeri mala yedirilmiştir "değişim değeri.
" Kelimeler ve şeyler Burjuva
kültürünün katıksız müttefikleri revizyonist entelektüellere savaş aç.
Laurent Leroy, Fransa Komünist
Partisi Merkez Komitesi.
Burjuva kültürünün katıksız
müttefikleri revizyonist entelektüellere savaş aç.
"Ticari deneyim boyunca,
zenginliğin kontrolü aynı kalmaktadır " Ölüm, ateş, ölüm.
Marx - Engels - Lenin'in teorisi
uluslararası önemdedir.
Dogma olarak değil, bir eylem
kılavuzu olarak görülmelidir.
Örneğin Fransa'da, genç işçiler taşrada
bir eğitim merkezinde sınavları denetlemek için gelen Maréchal fabrikalarının temsilcisini
dışarı attılar.
Marksist-Leninist terminolojiyi
öğrenmekle kendini sınırlamamalısın; Marksizm-Leninizm devrimin bilimsel yönü olarak
okunmalı.
Marx, Engels ve Lenin tarafından
ortaya konulanları incelemek tek başına yeterli değildir, onların yaşam ve
devrim hakkındaki kapsamlı çalışmaları da incelenmelidir.
Ayrıca yöntemleri ve
argümanlarını da incelemek gerekir çalışma tarzları ve problemleri çözme
teknikleri.
Örneğin İtalya'da, 3 gün su ve
elektrikten mahrum kaldıktan sonra yüksek faturaları ödememek için, Mezzogiorno
kasabasının sakinleri belediye binasını işgal ettiler.
trenleri durdurdular ve barikat
kurdular.
Örneğin, kendini özeleştiri ile silahlandırmak.
10 dakika önce, Üçüncü Dünya'yı
eğitmeye çalışıyordum; ve şimdi kendi özeleştirimi yapıyorum.
Paragraf 1: "Geçmişte
üniversite neydi?
"Üniversiteye sıklıkla
yetişkinler için anaokulu denirdi.
"Bunların büyük
çoğunluğunun üniversiteye gittiği doğruydu " Susun!
" gittiler çünkü insanlar
onları göndermek istediler, gönderilmek istendiler ve gittiler.
" Özeleştirimi yapıyorum.
Bırakın devam edeyim!
Paragraf 2: "Ve şeyin
içeriği neydi " Yoldaşlar!
Fiat'tan geliyorum.
Fiat benim üniversitem.
Yoldaşlar bir bildiri yazdılar.
"Liceo Gioberti
Komisyonu" ile biz 5 soruluk bildiri hazırladık.
"Çalışmanız hakkında ne
düşünüyorsunuz?
" Grev!
"Talepleriniz nedir?
" Devrim!
"Ne çeşit mücadeleyi ve
organizasyonu daha etkili buluyorsunuz?
" Grev!
"Öğrenci hareketi işçilerin
mücadelesine nasıl destek olabilir?
" Grev!
"İtalya'daki genç işçileri
ve öğrencileri kapsayacak kitlesel büyük bir organizasyon etkili olur mu?
" Gitmem gerekiyor - Pirelli'de dersim var.
Pirelli'de pratik görevlerimiz
var - fabrikayı işgal ettiler.
Ben gidiyorum.
Burjuvazinin elinde bir silah
olarak kitlelerin eğitimlerinin ortaya çıkacağı zaman Kurban veya suç ortağı
olduklarını söyleyenlerin cezası hafifletilecektir.
Kamuflajlar olanları daha fazla saklayamıyordu
- ne toplumumuzun doğası, ne de özel kurumlarda burjuvazinin uşaklarının
yetiştirilmesi.
Uygun bir yer ve burjuvazinin
rahat konumu.
Güzel.
Kendi alfabe teorini geliştirdin.
Savaşın önünde bunu da gördün.
Güzel.
Şimdi pratik şeylere dönebiliriz.
Fransa, Mayıs-Haziran 1968.
Birkaç ay boyunca tek bir kelime
vardı: "özerklik".
Bu kelimenin karanlık ve kafa
karıştıran bir tarihi vardır.
Torino 1919.
Barcelona 1937.
Budapeşte'de bir hafta 1956.
Teorileştiriyorsun.
Mayıs'ta başladın.
Bana özerkliği anlat.
Doğru kelimeleri bul.
Dinle, buna doğru terimleri bulmak
mı diyorsun?
Öncekinden daha da soyut
konuşuyorsun.
Düşün.
Somut durum.
Özerklik.
Örnek: Yugoslavya.
Yugoslavya'da kapitalizmin
restorasyonu kamu işletmeleri nedeniyle ortaya çıktı bu yapılar Yugoslav
ekonomisinde önemli rol oynadılar dejenere oldular ve değiştiler.
Ekonomide izlenen işçilerin
özyönetim modeli bir çeşit devlet kapitalizmidir.
Bu devlet kapitalizmi proleteryanın
ihtiyaçlarına yanıt veremez.
Bu bir tür devlet kapitalizmidir
tamamen farklı koşullarda ortaya çıkan türü proleterya diktatörlüğünün zayıflamasına
neden olmuştur.
1950'den beri, Tito kliği
çeşitli kararname ve kanunlar çıkarttı bunlar fabrikalarda işçilerin
özerkliğini içeriyordu, madenler, medya, ticaret, tarım, kamu işleri ve diğer
tüm devlet işletmeleri.
Bu özyönetim uygulaması işçilerin
işletmelere yerleşmesi ve işçi kolektifleri tarafından sürdürüldü.
Bu kolektifler kendi hammaddelerini
alıyor ve ürünlerin ne miktarda ve hangi fiyatlarla satılacağına karar
veriyordu.
Ürünlerini pazarlarda satabiliyorlardı,
ücretleri düzenleyip, karın bölüşümünü belirliyorlardı.
Teorik bakış açısıyla, Marksizm
hakkında az çok fikri olan herkes bilir ki, "özyönetim" and
"işçi fabrikaları" asla Marksist kavramlar olmamıştır, bunlar daha
çok anarko-sendikalistlerin ve burjuva sosyalistlerinin düşünceleridir.
Komünist Manifesto'da Marx ve
Engels şöyle der: "Proleterya siyasi gücünü "burjuvazinin elinde
bulunan para gücünü denetimleri altına alarak sağlayacaktır.
"ve tüm üretim araçlarını
kontrol altına alacaktır.
" Bu çok temel bir
sosyalist ilkedir.
Ekim Devrimi'nden sonra,
birileri fabrikalarda eski yöntemleri izlemek istediklerinde üretimi doğrudan
organize edeceklerini sanmışlardı, Lenin onları eleştirdi ve bu durumun proleterya
diktatörlüğünü zayıflatacağını belirtti.
Tüm bu sonuçlardan ötürü Tito
kliği tarafından izlenen "işçi özyönetimi" sistemi kamu kurumlarını
sosyalist ekonominin yörüngesinin dışına çıkardı.
Bu fenomenin başlıca semptomları:
1.
Devletin bütüncül planlı ekonomi
modelinin baskılanması.
2.
"Kar" işletmelerde
temel motivasyon olarak kalmaya devam etti.
Üretim politikaları işçiler tarafından
kararlaştırıldı ancak toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değillerdi ama
tıpkı kapitalist işletmelerdeki gibi "kar" elde etmeye yönelikti.
3.
Serbest ticareti teşvik eden bir
politika izlendi.
4.
Kapitalist serbest ticareti
desteklemek için bankalardan kredi kullanımı başladı.
Krediler en kısa zamanda ödeme
yapabilecekler ayrıcalıklı tutularak verilmeye başlandı ve faiz oranları
yükseldi.
5.
Çeşitli işletmeler arasında
ilişkilerde sosyalist nitelikteki karşılıklı yardım görmezden gelindi , ama
kapitalist ve serbest piyasaya yönelik tahviller ayrıcalıklı kılındı.
Görüyorsun, düşüncelerin
karışmış durumda.
Sosyalizmin güllük gülistanlık
olduğunu söylemeye devam ederek filmi tamamlayacaksın.
Teori halkın elinde maddi bir
güç olur, bu doğru.
Ancak geçerli görüşlerin olmalı.
Somut koşulları düşün.
Teorilerini yeniden gözden geçir.
Örnek: Fotoğrafçılığın ortaya
çıkışı.
B Teorisi Fotoğrafçılık.
Kim için?
Kime karşı?
Fotoğrafçılık.
Kim için?
Kime karşı?
Kim için?
Kime karşı?
Kim için?
Fransa.
Louis Philippe.
Bankalar.
Yatırım.
Sanayi devriminin başlangıcı.
Hızla büyüyen proleterya.
Sınıf mücadelesi.
Hakim ideolojinin
değiştirilmesinin gerekliliği.
Sınıf mücadelesi.
Gerçeğin halktan gizlenmesinin
gerekliliği.
Sınıf mücadelesi.
Yeni araçların gerekliliği.
Sınıf mücadelesi.
Fotoğrafçılık edebiyatı ve resmi
arka plana atmaya çalışıyor.
Kime karşı?
Mücadele içindeki halka karşı.
Fotoğrafçılık.
Burjuvazi için, iki fonksiyonla:
1.
Sınıf düşmanlarının belirlenmesi.
2.
Gerçeği gizleyerek.
1.
1871'de Versailles polisi isyancıları
fotoğrafladı.
2.
1871'de, komüncülerin vurulmuş
resimleri burjuva gazetelerde boy boy yer aldı.
Bugün: Paris Match/Vietnam.
Newsweek/Filistin.
L'Espresso/Brezilya.
Burjuva sunuma karşı savaş!
Sinema, fotoğrafçılık ve
televizyon üzerindeki hakim ideolojinin etkisine son ver.
Problemi soyut olarak sunma.
Sinemayı devrimci bir silah yap,
devrimci mücadele içinde düşün.
Düşün ve yöntemleri değerlendir.
Sınıf mücadelesi.
Silahlı mücadele.
Silahlı Mücadele Öğren.
Nasıl öğrenileceğini bil.
Oku.
Hesapla.
Deney.
Kimya.
Matematik.
Elektrik.
Oku.
Hesapla.
Öğren.
Nasıl öğrenileceğini bil.
Nasıl savaşılacağını bil.
İyi günler.
Ping-pong topunuz var mı?
Kayağınız var mı?
Zıpkın bulunur mu?
Tenis raketi bulunur mu?
Teşekkürler.
İyi günler hanımefendi.
Militanlara uyarı.
Dikkat.
Militanlara uyarı.
Dikkat.
Militanlara uyarı.
Dikkat.
Militanlara uyarı.
Dikkat.
Yansıt.
İleriye bak.
Geri çekil.
Düşün.
Üret.
Sadeleştir.
İnşaa et.
Bekle.
Yansıt.
Sadeleştir.
Düşün.
Bekle.
İyi günler hanımefendi.
Bir paket Chesterfields lütfen.
Sadece Gitanes ve Gauloises'im
var.
Hayır.
Chesterfields istiyorum.
Luckies, Players ve Winstons var.
Hayır.
Chesterfields istiyorum.
Bekle.
Yansıt.
Sadeleştir.
Bu sokakta bir berber var,
fırın, eczane, sütçü, kimyacı, yeni bir dükkan, kitabevi, vb.
Reçel alabilirsin, kahve, süt, şeker,
termos, tabaklar.
vb.
Düşün.
Üret.
Sadeleştir.
İğrenç bir şey.
Süpermarkete bomba atılmış.
Çok sayıda yaralı var.
Bunun dışında ne var?
Rockefeller'ın çocuğunun
kaçırılması gerçekten duyulmamış.
Bunun nesi iyi ki?
Çocuk hiçbir şey yapmadı.
Düşün.
Üret.
Sadeleştir.
Yansıt.
Öğren.
Öğren.
Dediğim gibi, fanatikler
öldürmek için gönderiliyor, bu gansterlerin tek amacı öldürmek ve yıkmak, bundan
hiçbir çıkarları olamaz.
Ezilenler ne zaman sömürücülerin
gırtlağına yapışsa burjuva hümanistlerinin dediği şey bu olur Burjuva
hümanistleri masum kurbanlar ve gereksiz şiddet hakkında konuşmaya başlayınca, ne
saklanıyor?
Burjuva terörünün günlük
gerçekleri, mücadelenin gerçekleri.
Citroën.
Javel.
Sabah vardiyası.
Karşıt grupların ittifakı.
Kardeşlik 1789 yılında ilan
edildi, 1871 ve 1968, Paris'te her duvarda büyük harflerle yazıldı, kışla ve
hapisane duvarlarında; gerçek olan bu, iç savaşın otantik yazısı - İç savaş,
emekle sermaye arasındaki kavganın en korkunç biçimidir.
Şimdi emekle sermaye arasındaki
savaşın ikinci yönünü ele alalım.
İkinci yönü niye şimdi
düşünüyoruz?
Çünkü burjuvazi şu an durumu
temel savaş alanı haline getirmiş durumda Tamam.
Emekle sermaye arasındaki
savaşın ikinci yönünü düşün.
Düşün: esas çelişki ve ikincil
çelişki.
Düşün: baş çelişki ve ikincil
yön Tamam.
Baş çelişme: emekle sermaye
arasındaki iç savaş.
İkincil çelişki: emek ve
cinsiyet arasındaki bölünme.
İkincil çelişkiyi baş çelişme
göstermek için burjuvazi var gücüyle çalıştı - kadın dergileri, dogmatik
sosyoloji, vb.
Tamam.
Cinsiyet ve emek arasındaki
çelişki ikincil.
Tamam.
Şimdi bu ikincil çelişkinin ilk
yönü.
Cinsel dürtülerin üretimle ve
sınıf mücadelesi ile bağlantıları bulunmaktadır.
.
Şimdi çelişkinin ikinci yönü Cinsel
dürtü her yerdedir ve burjuvazi tarafından öncelikli bir konu olarak gündemde
tutulur.
Düşün: baş çelişme ve ikincil
çelişme.
Düşün: çelişkinin öne çıkan
yönleri - baş ve ikincil; ve çelişkin ikincil yönleri - baş ve ikincil.
Düşün: emekle sermaye arasındaki
iç savaş.
Düşün: emekle cinsiyet arasındaki
bölünme.
Düşün: negatif ve pozitif.
Düşün: zıtların birliğini.
Düşün: mücadele.
Düşün: değişim.
Düşün: erotizm ve artı değerler.
Düşün: hisler, kullanım değeri.
Düşün: hisler, değişim değeri.
Düşün: olumlanan evlilik artı olumsuz
birliktelik burjuva birlikteliğe eşittir.
Düşün: bu birliği bozmak
günümüzde kadın için devrimdir.
Hangi devrim?
1789'daki.
Kadın sorunu ne anlama geliyor
düşün.
köylülerin sorunundan daha mı
farklı?
Bir kez daha düşün: yarı yoksul
Breton köylüsü niye evlenir?
Ve düşün: Paris dökümhanesinin
sahibi niye evlenir?
Düşünmeye devam et: Mayıs
1968'de, bekar C.
G.
T.
işçileri işçilerin fabrika
girişlerini engellediler gece ve gündüz Sorbonne'da ve Odéon'da öğrencilerle
kaldılar.
Karşıt sınıflar arasındaki en korkunç
ittifakları düşün.
Emekle sermaye arasındaki iç
savaşı düşün.
Sınıfsal terimlerle öznelliği
düşün.
Son.
Uzun süreli mücadelenin
başlangıcı.
Ne yapmalı?
Bir film yaptın ve onu
eleştirdin.
Hatalar yaptın, bazılarını
düzelttin.
Bu pratikten ötürü imajlar ve
sesler hakkında bilgini arttırdın.
Belki, şu an bu ürünün nasıl dönüştürüldüğü
hakkında daha çok şey biliyorsun.
Kim için ve kime karşı?
Belki de çok basit bir şey
öğrendin.
İsyan etmek doğru.
Marksizim pek çok ilkenin
çeşitliliğinden oluşur, yine de, son tahlilde tek bir açıklama ile
özetlenebilir: isyan etmek doğrudur.
Tek bir ifade ile: isyan etmek
doğrudur.
Hayır.
Marksizm şunları içerir Marksizim
çeşitli ilkelerin birliğini içerir tek bir açıklama ile özetlenebilir Hayır.
Son tahlilde söylenebilir ki Marksizim
çeşitli ilkelerin birliğini içerir, son tahlilde tek bir açıklama ile
özetlenebilir: isyan etmek doğrudur.
"Barış içinde birarada
yaşama siyaseti "günümüz şartları ve terimleriyle "dünya barışını
koruma sorunudur.
"Ekim Devrimi'nin ve pek
çok ülkede sosyalizmin inşaasının "dönüşümleri "bu doğrultuda, "dünyada
radikal olarak farklı yeni bir durum yarattı.
"Emperyalizm saldırgan
doğasından bir şey kaybetmedi "ve yeni gelişmeler her defasında bunu
doğruladı.
"İkincisi.
"Sosyalist
organizasyonların büyüyen gücü "ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişi
ile, "kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının mücadeleleri ile "ve
barıştan yana güçlerin gelişmesi ile, "yeni bir dünya savaşı ve "termo-nükleer
felaketler önlenebilmektedir.
"Barış içinde birarada
yaşama siyaseti " devletler arası ilişkileri düzenleme araçlarından
biridir.
" İsyan etmek için cesur
olmak - burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demektir.
İsyan etmek için cesur olmak -
burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demektir.
Burjuvazinin evrensel
yalanlarına karşı savaşmak.
Ekonominin modernleştirilmesi hayati
bir görevdir, ve başarısız olursak, sınırlı bir özgürlüğümüz olur ve durgunluk
isyanlara neden olur.
Sadece verimli ve gelişen bir
ekonomi temellerimizi güçlendirmemize yardımcı olacaktır ve bize gerçek bir
istikrar kazandıracaktır.
bu zorlu görevde başarılı olmak,
alışılagelmiş davranış ve düşünce biçimlerimizi büyük ölçüde değiştirmekten
geçmektedir.
Bu değişimi gerçekleştirmek için
çaba sarfetmek hepimizin görevidir.
Bu teknolojik toplumda ve onun
karmaşık mekanizmalarında insanları tanıyarak katılımlarını sağlayabilmek ve
kendi kaderlerinin efendileri olduklarını anlamalarını sağlamak oldukça zordur Burjuvaziye
ölüm!
İsyan etmek için cesur olmak -
burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demek, burjuvaziye
onların revizyonist işbirlikçilerine karşı.
Bugün dünyada iki rüzgar
esmektedir - doğu rüzgarı ve batı rüzgarı.
Doğu rüzgarı batı rüzgarını
yenmektedir.
Devrimci güçler emperyalist
güçleri bozguna uğratıyor.
Çeviri: Redsun from Red's
Family||
Les Carabiniers (1963)
1524||4567614|| Söyleyin!
Askeri marş!
Başla!
Gittikçe daha basit olmaya
çalışıyorum.
Eski metaforları kullanıyorum.
Özünde kalıcı olan odur.
Örneğin, yıldız gözü çağrıştırır
ölüm de uykuya benzer.
(Borges) Askeri marş, başla!
JANDARMALAR Çeviri: BitterMoon bittermoon@turkcealtyazi.
org Michelangelo, buraya gel!
Mama!
Askerler!
Mama!
Bağırma, kadın!
Eller yukarı!
Mama!
Kapa çeneni!
Eller yukarı!
Biz bir şey yapmadık.
Yürü!
O tarafa!
Koşar adım!
Siz delisiniz.
Biz hiçbir şey yapmadık.
Yaptınız demedik!
Ben de bir şey yapmadım.
Sana da bir şey yaptın demedim.
Öyleyse neden geldiniz?
Size bir mektup getirdik.
Kimden?
Kraldan bir mektup.
Kraldan mektup mu?
Ne komik bir şaka!
Evet, Kraldan bir mektup.
Size inanmıyorum.
İşte, burada.
Bana ver onu.
Bu doğru değil.
Bak!
Bak Kral.
"Se-fer-ber-lik.
" Bunun anlamı ne?
Savaş.
Kral, Ulysses ve Michelangelo'ya
yazmış.
Müthiş!
Anlamadığım bir şey var.
Ne?
Kral neden bana yazmış?
Kişisel bir iyilik istiyor.
Kral mı?
Benden mi?
Evet.
Anlayacaksınız.
İçeri girelim.
Dondum.
Şimdi olduğu gibi, insanların
acı çektiği zor zamanlarda polis, insanların dikkatini dağıtmanın yollarını
bulmak zorundadır.
Oturun.
Uzun zamandır yoldayız.
Ceketinizi çıkarın.
Hayır, teşekkürler.
Böyle iyi.
Kahve?
Olur.
Puro alır mısınız?
Peki.
İşte.
Üzgünüm.
Elektrik kesik.
Karım harikadır.
Kalp şeklinde dudakları var.
Bunu severim.
Oturun.
Teşekkürler.
Kral bir iyilik istiyor demek ki
beni arkadaşı olarak görüyor.
Evet.
Gerçekten de Kral beni arkadaşı
olarak görüyor.
Evet.
Doğru mu?
Evet, kesinlikle.
"Seferberlik.
" Yani savaşa mı gideceğiz?
Evet.
Ne zaman yola çıkacağız?
Bugün.
Kahretsin!
Neden?
Öyle işte.
Savaş hiç eğlenceli değil.
Tam tersine.
Bize ne olacak?
Doğru.
Perişan olacağız.
Tam tersine.
Zengin olacaksınız.
Bu nasıl olacak?
Nasıl?
Evet, nasıl?
Beni ilgilendiren bu.
Size açıklayacağız.
Yabancı ülkeler görerek aklınızı
geliştireceksiniz.
Böylece çok zengin olacaksınız.
İstediğiniz her şeye sahip
olabileceksiniz.
Tamam.
Bunları nereden elde edeceğiz?
Düşmandan.
Bunları düşmandan elde
edeceksiniz.
Sadece topraklar ve sürüler
değil ayrıca evler, saraylar, şehirler, arabalar sinemalar, mağazalar, istasyonlar,
hava alanları yüzme havuzları, kumarhaneler, tiyatrolar çiçek buketleri, zafer
takları sigara fabrikaları, matbaalar mavnalar, uçaklar dünya kadınları.
Yük trenleri.
Dolma kalemler, kuyumcular Alfa
Romeolar, Hawaii gitarları.
Muhteşem manzaralar filler,
lokomotifler metro istasyonları.
Rolls Royce'lar, Maserati'ler çıplak
kadınlar.
Lokomotifler!
Elmaslar!
Çikolata fabrikaları!
Maseratiler.
Bunların hepsine sahiden sahip
olabilir miyiz?
Evet, hepsine.
Bu bir şey değil!
Bir sorum var.
Nereye giderlerse gitsinler, her
istediklerini alabilirler mi?
Evet, az önce söyledim ya.
Harika!
Sorun ne?
Yürü, hergele!
Savaşa git!
Çabuk!
Bilmiyorum Tabi ki.
Hadi!
Hergeleler!
Neler oluyor?
Tereddüt ediyorum.
Neden?
Neden?
Neden?
Öyle diyorsunuz ama bu doğru
değil.
Doğru!
Savaşın ne olduğunu
bilmiyorsunuz.
Görürsünüz!
Olağanüstüdür.
Çaldığımız için cezalandırılmayacak
mıyız?
Hayır.
Savaşta her şey mubah.
Kanıt nerede?
Kanıt Kralın mektubu.
- İşte.
- Bu hiçbir şey kanıtlamaz.
Kesinlikle kanıtlar.
Her asker istediğini yapabilir Kralın
adıyla.
Öyleyse imzala.
Evet, imzala.
- Tamam.
- Cipten kalemimi getir.
Bir sorum var.
Sor hadi.
Savaşta kumar makinelerini alabilir
miyiz?
Evet.
Yaşlı adamların gözlüklerini bedavaya
alabilir miyiz?
Bir çocuğun kolunu kırabilir
miyiz?
İki kolunu birden?
Bir adamı arkadan bıçaklayabilir
miyiz?
Apartmanları soyabilir miyiz?
Şehirleri yakabilir miyiz?
Kadınları yakabilir miyiz?
Evet.
Şık pantolonlar çalabilir miyiz?
Evet.
İstersek, masum insanları katledebilir
miyiz?
Evet.
İnsanları ihbar da edebilir
miyiz?
Evet.
Restoranlarda para vermeden yemek
yiyebilir miyiz?
Evet, evet.
İşte savaş bu.
Evet.
Kutlamak için bir kuzumuz var.
Bana bir at getirin.
Bana da kadife bir giysi.
Ve biraz da kurdele.
Max Factor bir ruj.
Ve bulaşık makinesi.
Ulysses!
Efendim?
Unutma!
Hayır.
Acele et.
Hoşça kal, Cleopatra!
Çabuk!
Git!
Çabuk!
Hoşça kal!
Bana bir bikini getir.
Ne?
Bir bikini!
Çatışma öncesi askerler ne yapar?
Çatışma öncesi askerler korkar.
İtalya'ya ayak bastık ve
yolumuzu binlerce cesetle çizdik.
İsabet alacağız!
Çığlık bile atamadan ölen
askerler karnı yarılmış generaller kanlı üniformalar, oyulmuş gözler gördük.
Zafer günü yakındır!
Yine de güzel bir yaz.
Ailelere ölüm ekiyor kanlı
misyonumuzu tamamlıyoruz.
Hiç paranız var mı?
Hayır.
Biz fakiriz.
Bir göz at.
Hiç paranız var mı?
Hayır, biz fakiriz.
Göreceğiz bakalım.
Oraya geç.
Onu gönder.
Mutfağa git.
Sandalyenin üstüne çık!
Arkanı dön!
Ne yapıyorsun?
Bakıyorum.
Yaşlı adamı ne yaptın?
Geri döneceğim.
Yaşlı adamı ne yaptın?
Aşağı in!
Süveterini çıkar.
Asker sanatçıyı selamlıyor!
Kımıldama!
Elbiseni çıkar!
Lütfen.
Diz çök!
İleri!
İleri!
"Deh, eşeğim!
" dedi küçük Claus.
"Hop!
" Acele et.
Her zaman aynı şey!
Hep aynı sözcükler: Cesetler,
çürümüşlük, kokuşmuşluk, ölüm, vs.
İdam mangası olarak Kuzey
Silesia'ya ulaştık idamları kontrol ettik.
"Bugün 10 esir infaz edildi.
" Evet, evet!
Evet, evet!
Dur!
Bunlar kim?
İnfaz edilecek esirler.
Benim zamanım yok.
Juno nerede?
Çatışmada öldü.
Poliansky?
Çatışmada öldü.
Mitchum?
Çatışmada öldü.
Öyleyse kendin yap.
Bizim en acil görevlerimizden
biri Kralın bütün düşmanlarını bulmak.
Bunun için, kendi kanımızı da başkalarınınkini
de akıtmaya hazırız.
Sigara?
Daha ne kadar gideceğiz?
İyi bir yer bulana kadar.
Eller yukarı!
Eşyalarını getir.
Göz bağlarını aldın mı?
Hayır.
Neyse, boş ver.
Hazır!
1 2 3!
Zaman zaman onları önceki
cesetlerin üzerine yatırıp o pozisyonda vuruyoruz.
Kral, halkından evlatlarının
kahramanca mücadelesini Avrupa ve Okyanusya'da sonsuza dek yaşatmasını istiyor.
Bu piramitlerde, asırlar süren bir
tarihi dikkatle izledik.
Dün itibarıyla savaş üçüncü
baharına girdi ve ufukta hâlâ barıştan iz yok.
Yüzbaşı cephanemizi aldı.
132 gün boyunca Rostov'u bıçaklarla
savunduk.
Subaylar, büyük zaferler
hakkında kitaplar dağıtıyor.
Onların savaşlarını ezberliyor muhteşem
hayatlarını öğreniyoruz.
Nedir bu?
Duanı et.
Orada ne yapıyorsunuz?
Binalara el koyup bekçileri
öldürüyorum.
İzin verildiğini söylediler.
Kralın ajanları ve polisleri üniversitelere
sızıyorlar ama bağımsızlık ruhunu ve öğrenci özgürlüğünü yok edemiyorlar.
İnsanları gruplar halinde kafalarına
tek kurşun sıkarak öldürüyoruz.
Çukurlar dolunca üstünü toprakla
örtüyoruz.
Onu dışarı çıkart.
Çık dışarı!
Meksikalı mısın?
Evet.
O kocan mı?
Hayır.
Yazık.
Çünkü şöyle demek isterdim: "Hiç
Mek-siken görmedim.
" Kadınların yüzüklerini çalıyoruz.
İnsanları öldürüp tank
çukurlarına atmadan önce giysilerini çıkarıyoruz.
Gel, bak!
Cleopatra?
Bak!
Bak sana ne getirdim!
Ve bu da Venüs için.
Dün Santa Cruz'u ele geçirdik.
Kızlar bize çiçek attı.
O gece ilk kez film izledim.
"Süper Çocuk ve Holgat "
dere tepe dolaşarak " iki gizemli adamı arıyordu.
"Süper Çocuk bu adamlarla neden
ilgileniyorsun?
"Senin gibi, Steve " ben
de onların başka bir yerden geldiğini düşünüyorum.
" Pastanı ye!
Hayır.
Ye şunu!
Hayır.
Seni faşist o çocuğu!
Dünya Kadını Banyosunda.
Condor bölgesindeyiz.
Arkamızda kan ve ölüm
bırakıyoruz.
Şefkatle öpüyorum.
Bu taraftan gidelim.
Ulysses, makineli tüfek.
Yılan balıklarının ruhu var
mıdır?
Hiçbir fikrim yok.
Michelangelo.
Makineli tüfek.
Eller yukarı!
Ayağa kalk!
Buraya gel!
İmdat!
Eller yukarı!
Kimsiniz siz?
Kimsiniz siz?
Kimsiniz siz?
4.
Özel Harekât Birliği.
Neden bize saldırıyorsunuz?
Biz dostuz.
Lenin dedi ki: "Burjuva
kapitalizmi ".
.
ve onun bağnaz işbirlikçileri " yalnızca parazit mikroplardır "
ve uluslararası işçi sınıfı " bunu böyle bilmelidir.
" Bu kadın bir baş ağrısı.
Vur onu.
Ya adam?
Onu da.
Michelangelo.
Bunu onun başına koy.
Yoksa onu vurmaya cesaret
edemeyecekler.
Kardeşlerim!
Kardeşlerim!
Kardeşlerim!
Bir şey mi söylemek istiyorsun?
Mayakovski'den bir fabl okumak
istiyorum.
Boş ver!
Bu Ölüm Olamaz.
Neden burada sallanıyor?
Bir fabl'a inanmaya utanmıyor
musunuz?
Bir ortağı var ki Cümbüşler
yaratır Katliamlar doğurur Bir göz kırpışıyla Ne çekicidir, top gibi bet
sesiyle Gaz maskesi oyuncak gibi elinde Baksanıza!
Özenli gidiyor yolunda Cenneti
arşınlayarak Ölüm kayar mı göğün zemininde Kanayan yaraya iğrenç deme Onurlandırmak
için kahramanları Karanfiller uzattık biz onlara Doğru, akıl almaz bu olanları Topların
boyunları öpmek için değilse Siperlerin kolları neden kucaklıyor onları Hiç
kimse ölmedi.
Yorgunluktan yatıyorlar Ren ile
Sen arasında Kangren olmuş çiçekler maktulün arasında Kim diyor
"maktul" diye?
Hayır!
Hayır!
Hepsi kalkacak yine ayağa Gülerek
varacaklar eve, anlatacaklar eşlerine: "Ne komik bir şakaydı!
" "Ne olaydı ama!
" Diyecekler: "Ne mermi vardı ne de mayın" Bir hisar
bile yoktu hatta!
Hepsi doğum günün için tatlı bir
hikaye yalnızca.
1 2 3!
Hâlâ kımıldıyor.
Tekrar!
Tekrar!
Tekrar!
Zafer diye bir şey yok.
Sadece bayraklar ve düşen
adamlar.
Korkunç bir çatışmanın ardından 8.
Kraliyet Ordusunun 9 Nisanda
teslim oluşu insan ıstırabının geldiği son noktaydı.
Merhaba.
Merhaba, efendim.
Bir Maserati istiyorum.
Paran var mı?
Evet.
Kralın mektubu.
Bu olmaz.
Paran olması lazım.
Çok mu?
Evet, çok.
Bayan, para istiyorum.
Para.
Bak, Venus!
Evet, Mama.
Mama, onlar!
Mama, onlar!
Başka bir zaman?
Defol, beni yeterince öptün!
Selam, Cleopatra!
Zavallı Ulysses.
Sana ne oldu?
Herifin biri, kızını öptüm diye gözümü
çıkardı.
Kimin umurunda?
Artık zenginiz!
Doğru.
Kimin umurunda?
Zenginiz.
Evet.
Artık zenginiz.
Dünyanın hazinelerine sahibiz.
Neredeler?
Ben bir şey göremiyorum.
Ben de öyle.
Her şeyi aldınız mı?
Elbette.
Nerede peki?
Şimdi anlatamam.
Nerede?
Bunun içinde mi?
Evet, evet.
Hiçbir şey getirmediniz, sizi
geri zekâlılar!
Korkaklar!
Yalancı!
Tembel herif!
Asker kaçağı!
Piç kurusu!
Daha savaş bitmedi ve onlar geri
geldiler.
Valizin içinde bazı
sürprizlerimiz var.
Anıtlar taşıtlar mağazalar sanat
eserleri fabrikalar yeryüzü hazineleri!
Kömür, petrol, vs.
Doğanın mucizeleri.
Dağlar, çiçekler çöller, manzaralar,
hayvanlar.
5 kıta ve gezegenler.
Doğal olarak Doğal olarak her
bölüm kendi içinde alt bölümlere ayrılıyor.
Onlar da başka bölümlere.
Düzen.
Yöntem.
Düzen ve yöntem.
Komutanımız hep böyle derdi.
Böyle diyerek öldü.
Öldü mü?
Nasıl?
Havaya uçtu!
Bom!
Nereden başlayalım?
Fabrikalar!
Anıtlar!
Hayvanlar!
Kapa çeneni!
Anıtlarla başlayacağız.
İlk olarak Antik Çağlar.
Piramitler!
Karnak Sütunları!
Parthenon!
Kolezyum!
Ankor Tapınağı.
İkinci olarak Orta Çağ.
Notre Dame Kilisesi.
Mogador Surları!
Köln Katedrali!
Carcaso Şehri!
Pizza Kulesi!
Üçüncü olarak: Rönesans!
Blois Kalesi!
Pitti Sarayı!
Meksika Katedrali!
Medici Villası.
Dördüncü olarak: Modern Çağ!
Versay!
Westminster Köprüsü!
Victor Emmanuel'in Mezarı.
Stuttgart İstasyonu.
Berlin Hilton oteli!
Chicago Akvaryumu!
Santa Cruz Hastanesi!
Ve şimdi de nakliye: Tren
yolları.
Buharlı trenler.
Dizel trenler.
Chicago-Milwaukee!
BB-9003!
Barselona Hava treni.
Sibirya Ekspresi!
Belfort stratejik tren yolu.
Kara taşıtları!
Rolls Royce!
DS 19!
lsota-Traschini!
Delaunay Belleville Cupe!
Bugatti 37 A!
Mercedes 2-silindir Torpedo!
Hispano-Suiza!
Altın Araba!
Asur Arabası.
El arabası!
Su taşımacılığı!
Kadırga!
Karavel!
Mavna!
Gezinti teknesi.
Yelkenli!
Transatlantik Vapuru!
Yelkenli tekne!
Denizaltı.
Hava yolları!
Süper Takımyıldızı!
Boeing 707!
Helikopter!
Charles ve Robert'in balonu.
Dewatting 37!
Graf Zeplin.
Pouche ve Primar tek kanatlı
uçağı.
Kraliyet Ordusu Vampiri!
Doğa mucizeleri!
Cumhuriyet Doruğu!
Napoli Körfezi.
Gobi Çölü.
Cenova Su Artezyeni!
Grand Kanyon.
Ren Vadisi.
Buz Denizi.
Niagara Şelalesi.
Mağazalar!
Galeri Lafayette!
Samaritaine!
Stuttgart Shocken.
New York Tiffany's.
Bon March!
Gezinti teknesi!
Atlas Roketi!
Denizaltı!
Köln Katedrali.
Süper Takımyıldızı.
Blois Kalesi.
DS 19.
Transatlantik.
Memeliler!
Bizon!
Balina!
Penguen!
Etobur kertenkele!
Gergedan!
Kaplan!
Tavşan!
İguana!
Dağ sıçanı!
Felix kedisi!
Omurgasızlar!
-Rin Tin Tin!
-Lucan Vulgaris!
Timsah!
Kolia Crosseus!
- Fil!
- Eşekarısı!
Kaplan böceği!
Kırmızı yıldız!
Yeşil çekirge!
Tırtıl!
Endüstri!
Schneider roketleri!
Volkswagen!
Du Pont de Nemours!
Petrol!
Hollywood Tecnicolor!
Ben Parthenon'u istemem.
O bir enkaz.
Onu Eugene'e ver.
O bir tamirci.
Nasıl onaracağını bilir.
Lafayette mağazaları Mama'nın.
Ben Printemps'i isterim.
Samaritaine'ni al.
Neden?
Giriş katı yüzünden.
Balık var.
Hatta bir kanguru.
Orada müşteriler kraliçe gibi karşılanıyor,
Cleopatra.
Ben Folies Bergeres'i alacağım.
Lido da benim!
İçindeki kızlarla beraber mi?
Hayır, kadınlar özel bir
kategori.
Kadınlar bana ve Ulysses'e
ayrıldı böylece neslimiz devam edecek ne boyuncaydı?
Asırlar boyunca.
Evet!
Asırlar boyunca.
Nuh tufanına kadar.
Lola Montes!
Şehrazat!
Cleopatra.
İşte bu!
Eğer buraya taşınacaksa, adını
değiştirse iyi olur.
Kesinlikle!
Ona Catherine deriz Natalie,
Eugenia Josephine Josette, Michele, lsabel Julie Clemence.
Claudia!
Caroline!
Luciana!
Veronica!
Elizabeth, Bernadette!
Rosalie!
Pamela!
Elisa!
Olivia!
Giovanna!
Lucrezia!
Josette!
Anna!
Suzanne!
Fabiola, Fedora, Bertha!
Bu nedir?
Piramitler.
Piramitler mi?
Nedir onlar?
Öldüğümüzde konduğumuz anıt
mezarlar.
Bir tane bana bir tane
Ulysses'e, bir tane de Venus'e.
Bana da!
Bana da!
Bana da!
Kahretsin!
Seni seni Seni Ankor'a koyacağız
ya da en iyisi Benares'e.
Tamam ama bunların gerçeklerini ne
zaman alacağız?
İstediğimiz zaman.
Bunlar tapuları.
Ben hepsini şimdi istiyorum.
Gidip Kral'a soralım.
O bize her şeyi şahsen verir.
Jandarmalar!
Kralımız çok yaşa!
- Size ödeme yapmaya geldik.
- Gördünüz mü?
Söylemiştim.
Harika!
Kralımız çok yaşa!
Kralımız çok yaşa!
Kralımız çok yaşa!
Kralımız çok yaşa!
Kralımız çok yaşa!
O şey nedir?
Nedir o Evet.
O nedir?
İşin gerçeği madalyalar asıl
kazancınızın bir ön ödemesi.
Asıl kazandıklarınıza savaş
bitene kadar sahip olamazsınız.
Bu ne zaman olacak?
Bunu nereden bileceğiz?
Burada kimse yok.
Savaş Kral kazanınca biter.
O zaman sevinç çığlıkları havai
fişekler çatapatlar yüksek bir müzik sesi duyacaksınız.
Ve ganimetlerinizi özel bir
törenle alacaksınız.
Kralımız çok yaşa!
Kralımız çok yaşa!
Ulysses, bak Michelangelo bana
ne getirmiş.
Venus!
Venus!
Bak, Venus!
Ulysses, bak!
Mama, çabuk.
Bak!
Savaş bitti!
Savaş bitti!
İşçiler, vatandaşlar!
Ülkede bir felaket oluyor.
Onlar size saldırmadan savaşın.
Cumhuriyetçilerle askerler arasındaki
ayrışma sona erdi.
Düşmanlarımız, demokratlar Yangın
var!
Yanıyor!
Yangın var!
Kralın nerede olduğunu biliyor
musunuz?
"Uzun Bıçakların
Gecesi" sona erdi.
Yarın, sıra acımasız krallıkta.
İşçiler, vatandaşlar!
Kralımız çok yaşa!
Bulaşık makinem!
Evraklarınız!
Evraklarınız!
Tamam, defol!
Git!
İşçiler, vatandaşlar!
Top seslerini dinleyin.
Evet, işe yarar.
Topları onlara doğru çevirin.
İşçiler, vatandaşlar!
Özgürlük günü bugün.
İşçiler, vatandaşlar!
Ben bir şey yapmadım.
Kralımız çok yaşa!
Jandarma!
Yine ne var?
Ganimetimiz nerede?
Hiç fikrim yok.
Etrafı dolaş.
Dur!
Jandarmalar!
Michelangelo!
Merhaba, efendim.
Yine ne var?
Ganimetimiz nerede?
Hiç fikrim yok.
Ne?
Neden?
Size söyleyeyim.
Size söyleyeyim.
Savaşı kaybettik.
Kral barış imzaladı ama bedeli
ağır oldu.
Düşman, Başbakanın kellesini
istedi.
Antlaşma gereği hainler ve savaş
suçluları yakalanıp cezalandırılacak.
Ayrıca size bir mektup var Kraldan
geliyor.
Hemen geleceğim.
Size bir şey söyleyeceğim.
Ne?
Bir sır.
Böylece iki kardeş, beynin, ölümden
sonra da düşünmeye devam ettiğine inanarak ve düşlerinde cenneti inşa ederek sonsuza
dek uyudular.
||
Made. in. U. S. A. 1966.
30755||5101974||Bir Jean-Luc Godard filmi.
RC tarafından fotoğraflandı, AG,
JM, AB, RL tarafından kurgulandı ve seslendirildi.
Bana, görüntü ve sese saygı
duymayı öğreten Nick ve Samuel'in anısına… Yeni Yataklı Trenler PARİS-MONT-BLANC
….
PARİS-NİCE Mesela, mutluluk.
Ne zaman bir şey arzulasa, bende
arzuladım.
Ya da onun… başarılı olmasını
istedim.
Hiçbir şey istemediğinde, bende istemedim.
Birinin onun adına bir şeyler
temenni etmesi güzel.
Sustuğu zamanlar Benim gibi
olmalıydı.
Sadece onun istediklerini
istedim.
- Affedersiniz!
Viskiyi nereye bırakayım?
- Ah, Evet.
Şuraya bırakabilirsiniz.
- Havluları değiştirmemi ister misiniz?
- Evet, lütfen!
- Atlantic City'nin nüfusu kaç?
- 63,000.
Şu an belki 62,500'den fazladır.
Polisler bu ara sürücülere
dadandı.
Paris'te de durum aynı.
Komünistler, geçen Nisan'ın
yerel seçimlerinde kaybetmediler mi?
Kazanırlarsa banyo getireceklerini
söylüyorlar.
Teşekkürler.
Herzaman ki gibi çok güzelsiniz,
Bayan Nelson.
- Burada ne arıyorsunuz?
- Girmeme müsaade edin!
- Ne istiyorsunuz?
- Söylemem gereken birşey var.
- Ne söyleyeceksiniz?
- Koridorda olmaz.
Pekala!
Konuşmak istediniz, konuşun!
Fas savaşı sizi biraz
agresifleştirmiş.
Biliyorsunuz, benim için savaş
biteli çok oldu.
Evet.
Hepsi biteli çok uzun zaman oldu.
Savaş hiç bitmedi.
Trafalgar, Sedan, Mers-el-Kebir,
Leningrad, Okinawa, Berlin, Hanoi.
İsimleri değişiyor ama sonu hep
aynı.
Nasıl yani?
Siz burada ne arıyorsunuz?
Tam bir aptalsınız.
Su katılmamış bir aptal.
Evet?
Bana ne söyleyeceksiniz?
Ha?
Richard nasıl öldü?
Gerçekten kalp yetmezliğinden mi?
Nereden bilebilirim?
Gazetede okudum ve hemen geldim.
Tabi bayım, öyledir.
- Olay sırasında orada değil
miydiniz?
- Neden ben?
Dinleyin Bay Typhus, konuşmak
istiyorsanız, tamam.
Fakat sadede gelin artık.
Daha bu sabah geldim.
Henüz valizlerimi bile açmadım.
8:13'te trenden indim.
Gardan buraya yürüyerek geldim.
Caddeyi geçtim ve sizi otele
girerken gördüm.
Oda numaranızı sordum ve hemen
yanındakini tuttum.
Ve sizinle konuşmak için geldim.
Neden birlikte çalışmıyoruz?
Bu daha önce oldu.
Benimle değil.
Belki Dick ile.
Ayrıca, hangi konuda?
Hangi konuda?
- İkimiz de aynı şeyi arıyoruz.
- Öyle mi?
Hadi ya!
Peki ne arıyoruz?
Sen ne olduğunu çok iyi
biliyorsun, Paula.
Fakat senden daha çok şey bilip
bilmediğimi öğrenmeye çalışıyorsun.
İyi de ne?
Beni geriyorsunuz.
Hiçbir şey bilmiyorum.
Üç gün önce bana telegraf attı.
Ancak dün gelebildim.
Neredeyse hiç görüşmüyorduk.
Onu hala sevip sevmediğimi
bilmiyorum.
Fakat bu aşk yüzünden ona karşı
bir sorumluluğum vardı.
Bana beşinci bölgedeki hastaneye
kaldırıldığı söylendi.
Yerel gazetenin yazdığına göre
çoktan gömülmüş.
Bilmiyorum.
Oraya gittim ama birşey
bulamadım.
Bana en azından bilmediğim
şeyleri anlatın.
Bunun bir sır olduğunu
biliyorsunuz.
- Ne sırrı?
- Tabi canım!
Başlamayın yine.
İyi!
Neyse.
Ben de kendim hallederim.
Biliyorsun, Paris'te oldukça
endişeli insanlar var.
Devlet adamlarını bile
sayabiliriz.
Öyle mi?
Bunun önemli olduğunu mu
düşünüyorsunuz?
Evet, önemli.
Hemde çok önemli.
Beraber çalıştığımızda, herşeyi
paylaşacak mıyız?
Evet!
Olur!
Tamam!
Peki!
Hangi renk ayakkabı elbisemle
gider?
- Mavi mi beyaz mı?
- Mavi.
Daha şimdiden kurgu gerçeğe
yenik düşer.
Daha şimdiden kan ve gizem.
Daha şimdiden Humphrey Bogart
tarafından oynanmış bir Walt Disney filminde geziniyormuş gibiyim.
Yani politik bir filmde.
Doktor: SAMUEL KORVO Edgar
amcaya ne yaptınız?
Edgar amcaya ne yaptınız?
- Yiğeni misiniz?
- Evet, bayan.
Ben yokmuşum gibi davranın.
- Öldü mü?
- Hayır, hayır.
Konuşmak istediği kişiyim.
- Polise haber verecek misiniz?
- Hayır, hayır kesinlikle!
- Adınız ne?
- David Goodis.
Bu kim?
Kim bu?
O benim sevdiğim.
Doris Misogushi.
Paris'te tatildeydik.
Edgar amca bizi davet etmişti.
Paris'te ne kadar kaldınız?
- Tam olarak mı?
- Evet, tam olarak.
Ne kadar kaldınız Paris'te?
- Tam olarak?
- Evet, tam olarak.
Tam olarak - 127 yıl.
- Öyle mi?
Bende öyle düşünmüştüm.
Sevgilinizi çok sık
görememişsinizdir.
Hayır, nadiren.
Çok uzakta yaşıyordu.
Birbirimizi sadece hergün
görebiliyorduk.
Sabahları kahvaltıda, öğlenleri
yemekte, öğleden sonra ise beş çayında.
Bazı zamanlar beş çayı ile akşam
yemeği arasında.
ve akşam yemeğinden sonra
sinemada, tiyatroda.
Çok uzakta yaşadığından
fazlasını yapamıyordu.
O Levallois'te ben Paris'te.
Levallois Paris'te olmadığından,
Paris'te Fransa'da olmadığından Paris'e ne zaman beni görmeye gelse vizeye
ihtiyacı vardı.
Ya siz David?
Onu ziyaret etmediniz mi?
Ettim.
Fakat yanlızca kahvaltı, öğle
yemeği, beş çayı ve akşam yemeğinden kalan zamanlarda Tam bir aptalsınız.
Aptal olsaydım, fransızca
konuşamazdım.
Siz Atlantic City'de ne
arıyorsunuz?
Bu aynada kapana kısılmış
gibiyim, yansıttıkları gibi değil, tıpkı hayal ettiğimiz melekler kadar gerçek.
Ne yazıyorsunuz?
Asla bitmeyecek ve adını
tamamlanmamış roman koyacağım bir roman.
Kim bu bir buket gibi ağır ve
siyah gözlerin sahibi oyuncu.
Japon benim için bi anlık
Manet'nin eserlerinden biri.
O da benim gibi boş cümleler
duymaktan yorulmuştu.
Sadece bilindik kelimelerle
konuşuyordu.
"Beni özleyeceksin, hayatım
" bu günlerden birinde.
Bu ızdırapla dolu duyguları
nasıl açıklamalı?
hayatımı ve dünyayı?
Kim onlara hala inanabilir?
O sadece yaşanan şeyleri sevdi
ve ben ise hayatla bir uyum içindeydim.
O hep konuşuyordu, bense macera dolu
hayatları düşlüyordum.
Kadın bilinmeyene doğru açılan
bir kapıdır.
Kadın, çıplak ayaklar zaferi
gibidir.
Teselli eden şarkının sözlerini
hatırlıyor musun?
Kafiyeyi bulamıyorum.
"Alas bir gün Alice'e
dönüşeceksin "Lewis Carroll ile.
Teşekkürler, bayan.
- Kapımı bulmama yardım eder
misiniz?
- Tabi ki.
Siz de bana yardımcı olursanız.
Fakat polise hiçbir şey
söylememeli.
Hı?
- Hala orası için mi çalışıyor?
- Hayır.
İşten çıkarıldı.
Uyandığında ortadan kaybolduğumu
söylersiniz.
Ölü bulacağım kişi gerçekten sen
misin?
Richard, kralım!
Hangi ucuz trajedide son sahneyi
oynatıyorsun bana?
Allahtan görüntümü
değiştirmiştim.
Korvo Agadir’deki sarışın
öğrencisini tanımamıştı.
Sizinle konuşmalıyım.
Yere bakıyorsunuz?
Onu bulamadınız mı?
Komik değil miyim?
Öyle olsun.
- Merhaba, Thomas, - Merhaba,
bayım.
Bana bayım demeyin.
Barmen yada Paul deyin, bu kadar
basit.
Ayrıca, sizden daha yaşlı da
değilim.
Pardon, bir tane daha alabilir
miyim?
Geliyor.
Bana bayım demeyin.
Barmen ya da Paul deyin, bu
kadar basit.
Ayrıca, sizden daha yaşlı da
değilim.
Öyle mi?
Kaç yaşındasınız?
Ben 22 yaşındayım.
- 22 senede, siz iki katı
olacaksınız.
- Evet.
22 senede, 26 olacağım.
Bu doğru değil bayım, barmen
yada Paul.
22 senede, hanımefendi 44 olacak.
Matematikte iyi olabilirsiniz
fakat bayan da fransızcada sizden iyi.
Yetişirim.
Daha yaşlıyım.
19 yaşında olduğunuzu
bilmiyordum.
28'den 25 çıkarırsak 19 kalmaz.
Yapar.
Sadece savaş haricinde, 70 artı
1440 yapar.
Madem matematiğiniz iyi, Bardaki
malzemelerin bir listesini çıkarabilir misiniz?
Bir bar nedir?
Bir bar, mekandır.
Yani, bir odadır.
Aslında, birçok insanın toplanıp
barmeni dikizlemesidir.
İçki istenen bir oda.
Yani, bir bar bir sürü insanın
toplanıp barmeni dikizlediği yerdir ve bir odadır.
Bir bar aynı anda iki şey olamaz.
Hanımefendi aynı anda hem bir
kadın hem de bir timsah olabilir mi?
Bu yeni bir soru değil.
Düşüneceğim.
Ama önce barımdaki herşeyi say.
Bir kadeh görüyorum.
şişeler, gül, sağımda bulunan
pencereler, ve benim önümde, sizin arkanızda bulunan bir kapı.
Gördünüz mü?
Bir şey aynı anda iki yerde
olabilir.
Devam ediniz.
Bir barmen.
Hangi barmen?
Önümdeki.
Barmen sizsiniz.
Evet, bu doğru.
Kendimi görmüyorum.
Devam edin lütfen.
Bir kül tablası, fincanlar,
fincan tabakları, filtreli kahve makinası, üç musluk, bir sigara, çizgili bir
elbise… Sonra, bir barın etrafında dört duvar; ayaklarımızın altında bir zemin bir
işçi ve berbat bir durumdan nasıl kurtulacağını bilmeyen Paula.
Öylece kelimeleri sıralama.
Onlarla birşey oluştur.
- Ne yapayım barmen ya da Paul?
- Siz kelimelerle neler
yapıyorsunuz, hanımefendi?
- İlla bir şey mi yapmalıyız?
- Öyle sanıyorum.
Cümle kurmayı deneyeceğim fakat
bundan hoşlanmıyorum.
Neden cümle kurmayı sevmiyorsunuz?
Çünkü cümleler anlamsızdır.
Sözlükte böyle yazıyor.
Ama aynı sözlük mükemmel anlamı
yakalamak için….
cümlenin kelimelerin
birleşiminden oluştuğunu da söylüyor.
- Tanımlamaya kesinlikle
katılmıyorum.
- Neden?
Neden bu tanımlamaya katılmıyorsunuz?
Çünkü cümleler hem anlamsız hem
anlamlı olamaz.
Olayı zorlaştırıyorsunuz.
Çünkü cümle kurmazsan seni
anlayamam dolayısıyla da servis edemem.
Pekala, bamen ya da Paul.
Deneyeceğim.
Kadeh şarabımda değil.
Barmen kalemin ceketinin cebinde.
Sayaç hanımefendiyi tekmeliyor.
Zemin sigarayı söndürdü.
Masalar kadehlerin üstünde
duruyor.
Tavan ışıkları söndürüyor.
Pencere hanımefendinin gözlerine
bakıyor.
Onları açıyorum ve kapı
taburenin üstünde oturuyor.
Telefonun üç barı var.
Kahve votkayla dolu.
Cinzano’nun etrafını çevreleyen
dört duvarı var.
Fakat sözlüğün sadece üç
penceresi var.
Biri amerikan, ikisi fransız.
Kapılar pencereden atlıyor.
Barmen sigarayı viskiyle
dolduruyor.
Musluğu aydınlatıyor.
Ben sizim.
O biz değil.
Onlar sen.
Sende olan bende var.
Onlarda olan onda var.
Bizde olmayan onlarda var.
- Ne olacak?
- Size sorarlarsa, bilmediğinizi
söyleyin.
En azından bir şey söyleyin.
“Aşkın maksimum hızı nedir?
” Cevap: Saatte 68 kilometre çünkü 69'a çıktığından işler karışıyor.
Gerçekten mi?
SİLAHLI ASKERLER PAZAR
SEÇİMLERİNDEKİ 505 ADAYI KORUYOR.
En azından bir şey söyle.
Bıktım.
- İstediğiniz adres bu.
- Teşekkürler.
Ne yaparsam yapayım, Siz üçünüze
karşı olan sorumluluğumdan kaçamam.
Sessizliğim de kelimelerim gibi
etkili.
Gidişim varlığım gibi sıkıntılı.
Önemsesem de önemsemesem de
kayboluyorlar.
Kaygıyı ara sıra düşünmeli, ölümcül
olabilir.
Yoksa hayat bir hiçliktir ya da
herşeydir.
Anlamsız bir hayattansa ölümü
seçmek.
Varlığımı saltlığa karşı koyuyorum.
Ahlakın mutlak kuralı.
Mutlaklığı başka yerde aramamalı.
Ne geçmiş bunu garanti edebilir.
Ne gelecek vaatte bulunabilir.
Varolmayı seçtim.
daha da farkında olabilmek için.
kendimin, Dick'in, ve
diğerlerinin.
Bayan Daisy Canyon, 4 numaralı
solaryum'a.
Bayan Ruby Gentry, oksijenasyon
6'ya.
Doktor Ludwig çağırılıyor.
Siz misiniz?
Evet, hanımefendi…?
Paula Nelson.
Eğer özel danışmalar içinse,
burası değil.
Hayır.
Çok basit birşeyi öğrenmek
istiyorum.
- Gazeteci misiniz?
- Bunu size kim söyledi?
Paris’ten mi geliyorsunuz?
Bütün öğrenmek istediğim
Richard’ın, Dick’in kalp yetmezliğinden öldüğünün doğru olup olmadığı?
- Kardeşi misiniz?
- Hayır.
İki yıl öncesine kadar
nişanlıydık.
İki sene öncesi yani
Marseille’deki olaylar esnasında mı?
Soruma neden cevap vermiyorsunuz?
Bakın!
Dosyası elimde.
Ortada gizemli bir durum yok.
Evet, öyle.
Hatta Treblinka ve Auschwitz’de
bile insanlar kalp yetmezliğinden öldü.
Atlantic City'den önce neredeydi?
Beraber mi çalışıyorsunuz?
- Afedersiniz.
- Rica ederim.
Evet, Bay Widmark’a söyle
arayacağım kişi o.
Neden öldüğünü ilan ettiler?
Eskiden onu çok sık görürdüm.
Haftada üç kez tenis oynuyorduk.
Bir kulübün başkanıyım.
Yapayalnızdı.
Onu insanlarla tanıştırdım.
Çok yalnızdı.
Ölümü tetikleyen yalnızlık
değildir.
Yalnızlığın gerçekten fiziksel
bir hastalığa yol açmayacağına mı inanıyorsunuz?
Bana neden hala hikaye
anlattığınızı anlamıyorum.
Size gerçeği soruyorum.
Hikaye anlatmayı sevmiyor
rmusunuz?
Çok yazık.
Dickens ve Melville'in yeni
gerçeği bulma methodları iyiydi.
Fakat siz 1967’ye kadar belediye
başkanının asistanı değil miydiniz?
Evet.
Komünistti ve o da öldürüldü.
Bir petrol deposu patladı.
Komünist cenneti artık 40 sene
önceki gibi değil.
Kimsesi olmadığından emin
misiniz?
Uyarmak gerek.
Sadece ben varım diyelim.
- İntikamını alacağım.
- Ne demek istediğinizi
anlamıyorum.
Öyleyse, bu muhabbeti uzatmanın
da bir manası yok.
O an anladım.
Bu durum herkes için üstü kapalı
bir konuydu ve ben hayatımı riske atıyordum.
Fakat belki bir şey bulabilirdim.
Sol görüşlü basına satabilirdim.
Bu esnada Richard'ın eşyalarını
toplamak için Bir akşam üstü bana verilen adrese ikinci kez gittim.
Hava renkli bir film
çekilebilecek kadar güzeldi.
Tanımadığım biri benimle garajda
buluşmak istedi.
Richard’la kaçan daktilocu kız
gibi kuzeyli aksanına sahipti.
Neredeyim?
Kanla yıkanmış ülkelerden geçtim.
Savaş savaştır.
Nasıl adlandırırsanız adlandırın.
Ve hayat… sadece savaş mıdır?
Savaştakinden daha az kişi
öldürmek yaşamanın kuralı mıdır?
Neredeyim?
Bana neden askeri hastanede
olduğu söylendi?
Bu garajın adresini nereden
buldunuz?
Yerli birinden.
Sonra arabalara olan
düşkünlüğünü hatırladım.
Ve Alfa'sını gördüm.
Salak Donald'a yakmasını söylemiştim.
- Seçimlerden sonra mıydı?
- Belki.
- Onu siz öldürdünüz değil mi?
- Bunu size ne düşündürdü?
Doktordaki ceset.
Korvo?
Hiçbir şeyden haberim yok.
Bunu izleyicilere söyle, bana
değil.
Neden intikam istiyorsun?
Şaşırtıcı da olsa bir idealistim.
Öyle mi?
Hatırlıyorum, bir makalede
faşizmin ahlakın ederi olduğunu yazmıştı.
Hayır.
Tam tersi.
Hastaneye gittiğinizi Ludwig'e
Korvo söyledi.
Fakat Atlantic City’ye nasıl bu
kadar hızlı gelebildiniz?
- Beni kim bayılttı?
- Burada soruları ben sorarım.
Öyleyse cevapları sor.
Başkanın ölümünün kanıtlarını
sakladı.
Ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Başka bir kriminal cinayet daha
mı var?
Evet.
Marseille yada Chicago’dakinden
daha kötüydü Biliyor musun, 5.
bölgenin tamamının… yönetiminden
ben sorumluyum.
Hayır.
Beni öldürürseniz hiçbir şey
öğrenemezsiniz.
Planınız işlemez.
- Kanıtın nerede olduğunu
biliyor musun?
- Hayır.
Aradığı şeyi bildiğimi
söylüyorum.
Dick’in ölümünü öğrendi ve
buralara kadar geldi.
Ve ben tüm bunların benim için
çince olduğu cevabını veriyorum.
Soğuk.
Daha soğuk.
Çok soğuk.
Güney Kutbu.
Hala Güney Kutbu.
Hala Güney Kutbu.
Sıcak.
Daha sıcak.
Ekvatoru geçtiniz.
Sahra.
Yanmaya başladı.
Yanıyor.
Gelin, dinleyelim.
geçerli durumun üstesinden
gelebilirlerse bir anlam kazanabilir.
Robespierre ve St-Just'ın
haylini kurdukları siyasi yapı Robespierre ve St-Just'ın hayalini kurdukları o şaşırtıcı
derecede modern, henüz tanımlamayan yapı şuan başkaları tarafından
gerçekleştirildi.
Onlardan biriyim ve suçlanan biz
olmamalıyız.
Bölüm 12: Sömürge bağımsızlığı
geçici olarak rejimin korkunç evrimine bir son verir.
Şimdi başkanlık için çıkan iç
savaşlar ve yarışlar siyasi arena haline gelecek.
Fikrimi değiştirdim.
Neden Doktor Korvo'nun ameliyathanesine
gittim?
Neden askeri hastaneye gittim?
Hiç risk yoktu.
Biliyor musun, seni şuan
öldürebilirdim.
Burda renkli kravatım ve siyah
takımımla duruyorum.
Ona Paris'te hala çok arkadaşım
olduğunu söylüyorum.
Ve bir gün yeniden güçlenecekler.
İyi.
Peki.
Ülke olarak, kavgacı
tartışmalara ya da güçlü kanıtları olan herhangi bir incelemeyi değil fakat sivil
memurların gizli arşivlerden bilerek sızdırdıkları bilgileri temel alan bir
görüş oluşturmaları istendi.
Değerli yoldaşlar, böyle
metodlar Baştan alacağım.
Ülke olarak, kavgacı
tartışmalara ya da güçlü kanıtları olan herhangi bir incelemeyi değil fakat sivil
memurların gizli arşivlerden bilerek sızdırdıkları bilgileri temel alan bir
görüş oluşturmaları istendi.
Yoldaşlar, bu tarz yöntemler polis
devletinin klasik hareketidir.
İkisini de gözlemleyerek, Sonunda
'gayri resmi' sıfatının ne demek olduğunu polis için kullanılınca anladım.
Dedektifin yüzünde siyasal
okumuş birinin ifadesi vardı.
Bana yerel planlama
yetkilisindeki adamlardan uzak durmamı söyledi.
Dick’in sırrı yoktu.
Yalancıydı, onu tanıyordum.
Biri Typhus’u öldürdü.
Siz değilsiniz.
Bende değilim.
Öyleyse biri bizimle aynı şeyi
arıyor.
Bana yardım ederseniz, bende
size ederim.
Herşeyi paylaşırız.
Horoz neden guguk kuşunu pohpohluyor?
- Anlamadım.
- Çünkü guguk kuşu da horozu
pohpohluyor.
Bay Khrushchev’in Komsomols’a
sözü.
Dick’i sizin öldürdüğünüzden
eminim.
Fakat henüz sebebini anlayamadım.
Çok mantıksız.
Aslında çok mantıklı.
Göreceksiniz.
- Yani sizdiniz.
- Tam bir baş belasısınız.
- Tam olarak değil.
- Anlamıyorum.
Bizden birkaç kişi vardı.
Ya onlara söylersem, bildiklerimi
ve tahmin ettiklerimi.
Ama yapmayacaksınız.
Şu an için Typhus’u sizin öldürdüğünüzü
düşünüyorlar.
O esnada seninle olduğumu benden
başka bilen yok.
Bir dedektif olarak o kadar da
sert görünmüyor.
Ailesi benimkileri Dakar ve Mers
el-Kebir'de öldürdü.
Bony ve Lafont için çalışıyorlar.
Ailem Londra’da Colonel Passy
için çalışıyor.
Nasıl çağırdıklarını biliyor
musun Onu bana bırak.
Hemen döneceğim.
İyi.
Tamam tamam.
Polisten ne kadar nefret
ettiğimi size kelimelerle anlatamam.
- İşte o.
- Size kelimelerle anlatamam.
Edgar amcayı öldüren o.
Tam bir aptal olduğunu görmüyor
musunuz?
Alın bunu burdan.
Oydu.
Polisten ne kadar nefret
ettiğimi size kelimelerle anlatamam.
Bay Typhus'la çalıştığınızı
düşünmekte haksız mıyım?
Benimle değil.
Yanlışınız var.
Öyle mi?
Benim anladığım o.
Yani Bay Typhus ile sadece
arkadaştınız?
Birkaç kez karşılaştık diyelim.
Anlıyorum.
Size kelimelerle anlatamam.
Polisten nefret ediyorum.
Atlantic City dergisinden
geliyorum.
Bay Typhus Jo Attila'nın eski
teğmeni değil mi?
Yorum yok.
Hep aynı şey.
Paris polisi yerel gazeteyi
neden bu kadar küçümsüyor?
Ya siz hanımefendi?
Söyleyecek birşeyiniz yok mu?
Richard’ı çok iyi tanıyorsunuz.
Bende yorum yapmayacağım.
25, Hecht?
Evet, orada 25 Ocak’tan 25
Nisan’a kadar çalıştı.
- Bu kadar mı?
- Evet, birazdan geleceğim.
Bir sır?
Hangi sır?
Eğer Richard doğal sebeplerle
ölmediyse, kendini öldürdü.
Boynunun arkasında bir kurşunla
mı?
Daha önce de intihara teşebbüs
etmişti.
Ona gerçek adını sordum.
Marie Dufour.
Bana telefon eden o muydu?
Evet.
Neden?
Ona korkrmaması gerektiğini
söyledim.
Çünkü kendimi öldürmeyi
denemiştim.
Bu intihar niye?
Richard öleli uzun zaman
geçmişti.
Sonra?
Sana işkence mi ettiler?
bir jiletle.
Richard size bir şey söyledi.
Ne öğrenmek için size işkence
ettiler?
bir jiletle.
Size ne söylediler?
Bana anlatırsanız tekrar
yapacaklarından mı korkuyorsunuz?
Evet evet.
ÖZGÜRLÜK Afedersiniz bayım, ben
Richard’ın kız kardeşiyim… - Burada Mart ayında çalıştı.
- Evet, evet.
Benim için bir mektup bırakmadı
mı?
Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Hanımefendi… Ne oldu?
Az önce… Richard’ın adını
söylediniz.
Duydum… Muhasebenin yan
tarafındaydım.
Korkuyorlar.
Çenemizi kapalı tutmamız için bu
ay bize çift maaş verdiler.
Fakat Bay bana iyi davranan tek
kişiydi.
Bir gün bazı hesaplara bakmam
için beni evine çağırdı.
Atlantic City’nin dışında bir
villada.
Nerede?
Preminger sokağında askeri
havaalanının yanında.
Tüm bildiğim bu.
- Bir şey bulabildiniz mi?
- Sizden fazlası değil.
Ne demek istiyorsunuz?
Ya beni rahat bırak ya da öldür.
Bence, dedektif Aldrich daha
zeki.
Typhus’un katilini bizden önce bulursa
ne olacak?
Hayır.
Çok önemseniyor.
Başıma bela.
Bir yol bulmalıyım.
- Benim hakkımda ne düşünüyor?
- Sence bu beni ilgilendiriyor
mu?
5.bölgeden sorumlu olan benim, o
değil.
Evet, tabi ki.
Ona ne anlattınız?
Kime?
David Goodis.
Aldrich onu ikinci kez
sorguladığında, hiçbir şeye ulaşamadı.
Goodis hepsinin bir yanlış
anlaşılma olduğunu söyledi.
Başkasıyla karıştırdığını.
Ve sizi amcasıyla hiç
görmediğini.
Ona ne dediniz?
Hiçbir şey.
Düşündüm de… Typhus'u öldüren
kişi sizi bayıltan kişiyle kesin aynı.
Kulağa saçma geldiğini biliyorum
ama bu bir şey bulamadığının da kanıtı.
- Ya Doktor Ludwig?
- Ne?
O olabilir.
Hiçbir şey anlamıyorum.
Anlayamıyorum.
Ayrıca o neden bilmiyor?
Sizin gibi o da benim garantim.
Gerçekten mi?
Hala Richard’ın hayalperest
olduğuna inanmıyor musunuz?
Daha önce hayalperest
komünistler gördünüz mü?
- Partiden atıldı.
- Kurmaca.
Ne demek istiyorsun?
Sizde herkes gibi düşündünüz.
Resmi aracını ödünç veren
milletvekilinin haftasonu için ona ihtiyacı vardı.
Böylece beni otele Chrysler'ın
katiline geri götürdü.
Dışarı çıkmam yasaktı.
çünkü ona villanın adresini
vermemiştim.
BİRİNCİ KATTAKİ YATAK ODASI BİZİM
İÇİN OLAN ARMIDE BAHÇELERİ VAR MI Daha sonra: polis hala bende şüpheleniyordu.
ve Widmark bunu bana karşı
kullanıyordu.
Onu aradım ve ona Typhus'u sana
ve bana göre öldürmüş olabilecek kişinin adını verdim.
Evet yoldaşlar, zaman değişti.
Fakat güçlerinin tehlikede
olduğundan korkanlar tarafından hala yalanlar söylenmekte.
vatanseverlik.
Devletimiz, vatansever
propagandaları ve nükleer proje için verdikleri destekle dikkatleri sosyal
olaylardan saptırmaya çalışmaktadır.
Paragraf 47: Dumouriez, gurur ve
risk olmadan, fedakarlık olmadan kitleleri cesaretlendiren sağcıların
sahtekarlıklarını açıkladı.
Politika.
Para.
Bunca zaman sonra midemi
bulandırıyor.
Oh, Richard Paragraphe 48: Öfkeyle,
fransız politikasının bizi bu büyük güçten kurtaracağını iddia ettiler.
Fakat bu birleşme bize nasıl
böyle canice bir iyilik yapabilirdi?
Yoldaşlar, işte buna cevabım: Güç
bölünmesi ilk defa yaşanmıyordu.
Dumouriez'i ele alalım: zenginliğini
insanlarını aç bırakarak elde eden bir ihtiyarın, ve onun mirasını
sabırsızlıkla bekleyen kişiler arasında bölündükleri ilk defa olmuyor.
Paragraf 89: Bu tarz hataların
temel sebebi kendilerine solcu diyenlerin, gericilerle birleşirken hala
komünist oylarını kabul etmesidir.
Lecanuet ve Pinay gibi adamlarla
ne tarz bir başarı elde edilir ki?
Anti-amerikan görüşleri
haricinde devleti desteklediklerini söylüyorlar.
Sadece tek birşeye yol açarken biri
nasıl devletin yenilmesini ister?
Eğer güç komünist olmayan
solcuların ve sözde ileri cumhuriyetçilerin elinde olursa demokratik rejimde
hızlı bir düşüş yada bir UNR topluluğu olmazsızın Gaullistlik söz konusu olur.
Durdurmak için Yoldaşlar,
durdurmak için Yoldaşlar, bunun olmasını engellemek için Fransız Komünist
Partisi solun kazanması için çalışmaya devam edecek.
Bu belki de anti-komünist
eylemcilerin en korktuğu şey.
Solun kazanmasını istemiyorlar.
Bende öyle düşünmüştüm.
Onu artık istemeyen patronundan
intikam almak için Küçük Donald bana Richard’ın öldüğüne dair fotoğraflar
getirdi.
Siyasal bir filmin tam
ortasındaydık.
Yani Walt Disney’in kanlı hali
denebilir.
Bana Typhus’u ve onun küçük
yaştaki yiğenini öldürdüğünü söyledi.
ve onu odamda yakalamışlar.
Değerli eşyaları arıyordu fakat
korkmuştu.
Gizli saklı belgelere ya da
politik gizemlere inanmazdı.
Sadece para vardı onun için.
Bir villanın varlığını itiraf
etti.
Beni oraya 20,000 frank karşılığında
götüreceğini söyledi.
Güney Amerikaya kaçmak için
yeterli bir para.
Prensip meselesi, Çinlileri,
Hintlileri.
.
Yahudileri ve Siyahları ortadan
kaldırmaları için paralı askerlerden oluşan orduya para yağdırırdı.
Eğer ölecek olsaydın bunu önceden
bilmek ister miydin?
Hemen olmasını isteerdim.
Annecim.
Bu belki de anti-komünist
eylemcilerin en çok korktuğu şey.
Richard’ın neden öldüğünü
bulmak, neden hayatta kaldığımın da açıklamasıydı.
"Belleğinde "kestane
rengi saçların anahtarını bulur " - Pekala hanımefendi, yardım edecek
misiniz?
- Evet evet.
"Hatırlamıyor musunuz ?
" - Ya sonra?
- Polisler burada.
Bayan bana yardın edin.
Villada görüşürüz.
İstediğiniz zaman Atlantic
City'den ayrılabilirsiniz.
Gerçekten mi?
Teşekkürler.
- Artık Typhus davasında değilim.
- İyi.
Hep aynı şey.
Paris şimdilik davayı kapatmamı
istedi.
Şaşırmadınız.
Benim için farketmez.
- Yanlış yönlendirme senin
yaptığın birşey.
- Ne yanlış yönlendirmesi?
Widmark’tan edinilen bilgilere
göre… Typhus’u öldüren, Mark Dickson adındaki özel bir dedektif.
Fas savaşından iki eski savaşçı
da var.
Peki bu Mark Dickson’ı
tutukladınız mı?
- Henüz değil.
Pek mümkün olacağını da
sanmıyorum.
- Neden?
Agadir civarındaki bir yangında
öldü.
Öyleyse nasıl tutuklayacaksınız?
Anlamıyorum.
Onu bulamazsak, onu namevcut
olarak itham edeceğiz.
Öldüğünü kız kardeşinden
biliyorum, benim nişanlımdı.
- Bir kişi daha biliyor.
- Bay Widmark?
Hayır, Widmark değil.
Sizinki gibi güzel bir elbisesi
olan genç bir bayan.
- Hangi renk?
Turuncu mu sarı mı?
- Size ne?
Nasılsa dava kapandı artık.
Evet, evet biliyorum.
Şüpheli miydim?
Hayır tam olarak öyle diyemeyiz.
Fakat herşeyi göz önüne almak
zorundayım.
Sizin odanızda öldürüldü o
yüzden girmesine izin vermelisiniz.
Belki çalmak için birşeyler
arıyordu.
Aynı oteli seçmeniz tamamen bir
tesadüf mü?
Anlamıyorum.
Buluşuyor muydunuz?
Hayır, kesinlikle Typhus’ü orada
görmeyi beklemiyordum.
Arkadaşım Richard’ın öldüğünü
West France gazetesinde okudum.
Bu yüzden geldim.
O da aynı şekilde.
- İki sene önce kime oy verdiniz?
- Bu sizi ilgilendirmez.
Her halükarda öğrenirim.
Ayrıca, 1966 senesinde
Express’de çalışıyordunuz.
Evet.
Yani?
Yanisi yok.
Richard'ı öldüren makaleleri
imzalayan kişi mi?
Evet.
O kaldı ama ben Havas ajansı 'da
gittim.
Neden?
Çünkü reklam bence faşizmin bir
türüdür.
Goodis ifadesini değiştirince
birşeyler olduğunu anladım.
Aptal değilim.
Muhtemelen politik bir durumun
ortasındasınız.
intikam, kıskançlık, arkadaşlık
gibi bireysel duygularla karışık.
Paris'e dönmelisiniz.
Kötü birşey olacak.
Hayatın çokan eskimiş bölümünde
bulunuyorsunuz.
hiçbir şeyin gerçekleşmediği.
Fakat bir taraftan da hala yeni
galaksiler keşfedilmekte.
Sessizlik!
Herkesin başını belaya
sokacaksınız.
Beni bu işe dahil etme.
Ludwig’e onu bu akşam
arayacağımı soyle.
Tamam ama bu son.
- Adınız nedir?
- Robert Mcnamara.
- Tüm bu cinayetlerden
yorulmadınız mı?
- Bu benim işim.
Bana keyif veriyor.
- Ya siz?
- Richard Nixon.
Bana hizmet ettiğinize göre
gidip patronu görelim.
- Nerede olduğunu bilmiyorum.
- Ama ben biliyorum.
Hadi!
Sarı ve kırmızı elbisem hala var.
Fakat düşüncelerim hala aynı
değil.
Villanın adresini alabilmek için
bir kadına işkence etmek iğrenç bir şey diyorum.
Ellerim ilk defa kana bulanmadı
cevabını veriyorum.
Agadir, Charonne metrosu, Medhi
Ben Barka Neyse, şişman kadına 100,000 frank verdik.
yanıklarını açıklayan bir hikaye
yaratması için.
Hep kan, korku, Siyaset, para Bunca
zaman sonra nasıl istemem?
Ah, Richard… Yani komünistler
solun kazanması için çalışmaya devam edecek.
Paul Lacroix’i Richard’ın
öldürdüğünü söylüyor.
Paula'dan kurtulmam gerekse -
kurmaca bir yangında.
- ona partinin bir villada
olduğunu söylerdim.
O dönemde parti herşey için
sosyalistleri suçladı.
- Daha kolaydı.
- 1967'de.
Richard tek hareket ettiği için
öldürüldü.
Ben böyle düşünüyorum.
Lacroix, eski belediye başkanı Küçük
Donald'ı dinleyip Paris'e dönmeliydim.
İşte bu yüzden bu kadar
mücadele, cinayet Şimdi sonuna kadar gitmek gerekiyor.
Güç gösterisi yapmak yerine
düşmanları ortadan kaldırmak lazım.
barajların açılışını ve paranın
kontrolünü.
Birbirimize güvenmiyoruz.
Güvenemeyiz.
Çok fazla oyun dönüyor.
Çok yazık.
Fakat vaktimizi birbirimizi
takip ederek geçirirsek bir yere varamayız.
Typhus'ü kimin öldürdüğünü
unutmayın.
Haklı olabilirsiniz.
Birbirimize güvenmeliyiz.
Bende onu diyecektim.
Size karşı dürüst olacağım,
Paula.
Havanın güneşli olduğuna
Lenin'in tüm eserleri üstüne yemin edersen.
Kendi gözlerimle görmeden size
inanamam.
Hayır, hayır.
Size güvenemem.
Bu imkansız.
- Bir yol var.
- Nasıl?
Size ihanet edersem bana doğru
dönecek bir silah vereceğim.
Anlamıyorum.
Edgar Typhus'u öldürdüğümü
belirten bir mektup yazacağım.
Adımı yazacağım ve size vereceğim.
Tamam.
Mantıklı.
Kötü bir fikir değil.
Böyle olursa size güvenebilirim.
Tamam, ama sizde yapmalısınız.
Neyi yapmalıyım?
Sizde bir mektup yazacaksınız.
Typhus'ü öldürdüğümü belirten mi?
Aptal mısınız nesiniz?
Richard'ı öldürdüğünüzü söyleyen.
Neden ve nasıl hayatta kalmıştım?
Kennedy cinayeti için 17 tanık
sayabilirim.
10 Ocak tarihli Le Monde
gazetesine göre başka cinayetler de vardı.
"Richard'ı ben öldürdüm.
" "Edgar Typhus'ü ben öldürdüm.
" "Bana şantaj yapıyordu.
" "Beni odamda ziyaret etti.
" "Ve ölümü bir kazaydı.
" "Tartıştık.
" "Doktor Ludwig herşeyi biliyor.
" "Ona küllükle vurdum.
" "Olayı örtbas etmem için siyasi bağlantılarını kullandı.
" "17 Eylül 1968.
" "Paul Widmark, 17 Eylül 1968.
" "Paula Nelson.
" - Tamam mı?
- Tamam.
Kıpırdamayın!
Artık ne bulduğunuzu biliyorum.
Başka türlü aklınıza bu mektup
fikri gelir miydi?
Hiçbir şey bulmadım.
Ortada herhangi bir sır ya da
gizem yok.
Yalan söylüyorsunuz.
Yalan söylemek için hiçbir
nedenim yok.
Artık yok.
Öleceğinizi biliyorsunuz, değil
mi?
Teşekkürler, David.
"Zaman ve uzaydan
uzakta" "insanlar kayboldu.
" "Saç kadar ince" "şafak gibi uçsuz bucaksız"
"kulaklarından köpükler çıkıyor.
" "gözleri yukarı doğru yuvarlanıyor" "elleri
önünde" "var bile olmayan bir çevre için.
" Teşekkürler.
Artık romanımı bitirebilirim.
Hayır, David.
Ölüme hazırlanmalısın.
Gerçek bilinmemeli.
Romanını bitirirsen, gerçek
ortaya çıkar.
madem ki şiir gerçeklik.
Hayır, bayan.
Neden sürekli metafor
yapıyorsunuz?
Eğer sana zamandan bahsedersem,
henüz gelmedi.
Eğer sana bir yerden
bahsedersem, kaybolmuş bir yerdir.
Eğer sana zamandan bahsedersem,
bitmiştir.
Sana bir adamdan bahsedersem, yakında
ölmüş olacaktır.
Paula, gençliğimi elimden aldın.
Hüzün.
Neredeyim?
Bu konuşan ben miyim?
Konuştuğum dil miyim ve değişken
düşüncelerim mi var?
İşlediğim cinayetler miyim?
Tamamladığım işler gibi benden
kaçıyorlar.
ya da henüz başlayamadığım.
Derinden hissettiğim bu hayat
mıyım?
mükemmel zamanlarda beni sarıp
sarmalayan.
Bu sonsuz gün batımında gece gün
kadar uzun.
O düşüyor ve ben devam ediyorum.
Gün batmadan gideceğim.
doğum, ölüm, etrafımda hayat
boyu olan şeyler, ve Richard'ın eskiden öptüğü bedenim.
Bu tarz şeylere olan bilgim
eksik ve yanıltıcı.
bunları değişen bedenim ve
fikirlerim sayesinde biliyorum.
vicdanımın geçirdiği travma.
dünyadan kopmak.
Kendimi kurtarmaya çalışıyorum.
Fakat bu arada kendimi
kaybediyorum.
Hey Philippe!
- Burada ne arıyorsun?
- Ya sen?
Radyo için bir belgesel
hazırlıyorum.
Ya sen?
Korkunç birşey yaşadım.
- İki kişiyi öldürdüm.
- Bu doğru olamaz.
- Beni bırakır mısın?
- Tabi ki.
Şunu alayım.
SOL, YIL SIFIR Endişelenme.
Faşizm kazanamayacak.
Hayır, kazanmalı.
Ama ölmeli de.
Tıpkı sörf, mini etek ve rock
müzik gibi.
Fakat savaşmak yıllar alacak, ve
çoğunlukla bir iç savaş olacak.
Bu yüzden korkuyorum.
Daha yolun başında yorulmaktan
korkuyorum.
Mücadeleyi bırakmaktan
korkuyorum.
- Sigaraya ihtiyacım var.
- Torpido gözünde var.
İster misin?
Şu Richard Bir intikam olduğunu
düşünüyorum.
Yine de hikayen net değil.
- Ben Barka olayı net miydi?
- O eskide kaldı.
Belki öyle.
Ama ister inan ister inanma,
prensiplerim var.
Hala Radar'da mı çalışıyorsun?
Yani bir makale yazacaksın hatta
belki de bir kitap değil mi?
Oswald için planladığın gibi
değil mi?
Evet.
O zaman bana prensiplerin
olduğunu söyleme.
Hayır.
Onu değiştirmeyeceğiz.
Ne?
Felaket Çocuklar'daki
Elizabeth'i hatırlıyor musun?
Sağ ve sol ikisi de aynı.
Onları değiştirmeyeceğiz.
Sağ, itici.
Sol, duygusal.
Öyleyse Sağ ve sol Tamamen
modası geçmiş bir taktik.
Durumlar hala aynı değil.
Ya nasıllar?
SON||
Meeting With Woody Allen(1986) Godard
653||1530833||Hatırlıyorum, evet, Yunan yazarın beni yazdığını iyi
hatırlıyorum.
Karatavuk kuşlarının insanları şehirlere
kadar takip eden tek kuş olduğunu söylemişti.
İşte böyle arkadaşımı kaybettim.
O şimdi şehirdeydi.
Ona ne olduğunu merak ediyordum.
Yazdım ona Cevap yavaş geliyordu.
Çünkü iletişim kurmak zordu.
İşte böyle arkadaşımı kaybettim.
O şimdi şehirdeydi.
Ona ne olduğunu merak ediyordum.
Yazdım ona Cevap yavaş geliyordu.
Çünkü iletişim kurmak zordu.
Tüm evrendeki uyduları geçmek
gerekiyordu Sonunda uçak biletli bir kartpostal aldım.
Gelip onu ziyaret etmemi
istiyordu.
Böylece uçağa atladım ve onu
görmeye gittim.
Bu karatavuk kuşunun ne olduğunu
görmeye Şehirde nasıl şarkı söylemeye devam ettiğini görmeye Bir yerlere yuva yapmış
olmalı.
Şarkısı neydi şimdi?
Lucky Luke Lucky Jean-Luc Şehirli
karatavuk kuşu dairelerinde, sokaklarında, arabalarında kalmalı.
Bu kadar.
Toplantı sona erdi.
Çeviri: Yiğiter Alkanat||
Mépris, Le (Jean Luc Godard, 1963)
3320||5902656||Çeviren : Volkan Memişoğlu (volkitolki19) NEFRET Alberto
Moravia'nın romanından uyarlandı.
Kadrosunda Brigitte Bardot ve
Michel Piccoli'yi barındırıyor.
Aynı zamanda Jack Palance ve
Giorgia Moll'u da.
Ve de Fritz Lang.
Görüntü yönetmenliğini Raoul
Coutard yaptı.
Müziği George Delerue yazdı.
Sesler William Sivel tarafından
kaydedildi.
Kurguyu Agnes Guillemot gerçekleştirdi.
Phillippe Dussart ve Carlo
Lastricati birim yöneticileriydiler.
Bu bir Jean-Luc Godard filmidir.
CinemaScope olarak filme alınıp GTC
laboratuarlarında renklendirilmiştir.
Georges de Beauregard ve Carlo
Ponti Rome-Paris Films, Films Concordia ve Compagnia Cinematografia Champion
adına yayın hazırlığı yapımını üstlendiler.
"Sinema, "der André
Bazin, "arzularımızla daha bir ahenk içinde olan bir dünyaya bakışımızın
yerini tutar.
" "Küçümseyiş", işte
bu dünyanın öyküsüdür.
Bilmiyorum.
Belki annemlere giderim.
Sonrasında ne yapacağımı
bilmiyorum.
İstersen beni gelip alırsın.
Saat 4 gibi.
Cinecitta'dan.
Şu Amerikalıyla görüşmeliyim.
Belki ben görüşürüm.
Aynadan ayaklarımı görüyor musun?
Sence güzel miler?
evet,hem de çok.
Ayak bileklerimi beğeniyor musun?
Dizlerimi de?
Dizlerin gerçekten çok hoşuma
gidiyor.
Ya baldırlarım?
Baldırların da.
Aynadan arkamı görüyor musun?
Sence hoş bir kıça mı sahibim?
Evet,gerçekten.
Dizlerimin üzerine çökeyim mi?
Hiç gereği yok.
Sıra geldi göğüslerime.
Onları beğeniyor musun?
Evet,hem de nasıl.
Kibarca Paul.
O kadar kaba olmasın.
Pardon,camille Hangilerini daha
çok beğeniyorsun, göğüslerimi mi, meme uçlarımı mı?
Bilmem.
İkisini de aynı ölçüde seviyorum.
Omuzlarım hoşuna gidiyor mu?
Bence yeteri kadar yuvarlak
değiller.
Ya kollarım?
Yüzüm?
Yüzün de.
Heryerini mi?
Ağzım,gözlerim,burnum,kulaklarım?
Evet,herşeyiyle.
O zaman beni büsbütün seviyorsun.
Seni bütünüyle,müşfikçe,trajik
olarak seviyorum.
Ben de seni Paul.
- Merhaba.
Nasılsınız?
- İyiyim,teşekkürler.
Söylesene,burada neler oluyor?
Mekan bomboş!
Jerry neredeyse herkesi kovdu.
İtalyan sinemasının başı belada.
- Nerede o?
- İşte orada.
Nerede?
Daha dün burada krallar yaşardı.
Krallar ve kraliçeler,prensesler
ve aşıkları.
Her türden gerçek insanlar Bütün
gerçek insani duygular Daha dün gibi gördüm bu ülkeyi Şimdiyse üzerine 5 ya da
10 "sansürhane" dikecekler, Kayıp krallğımın üzerine Sinemanın sonu.
Sinemanın öleceğine pek
inanmıyorum.
Herkül'le ilgili şu müthiş
başarılı filmi bana senin yazdığını söylediler.
- New York'ta iyi iş yapıyor.
- Şöyle böyle.
Bana karşı böyle alçakgönüllü
olmana gerek yok,zira gurura inanırım.
İnandığım şey,iyi filmler çekmiş
olmanın haklı gururudur.
The Odyssey'i biliyor musun?
Fritz Lang ile olan filminiz mi?
Hayır!
!
!
Onun yüzünden az kalsın donuma kadar
bütün stüdyoyu kaybediyordum.
Onun filmleri pek iş yapmıyor.
Niye Lang'i tercih ettiniz o
zaman?
Çünkü Odyssey'nin Alman bir yönetmene
ihtiyacı var Troya'yı Alman bir "schliemen"in keşfettiğini herkes
bilir.
Ne yapmamı istiyorsun Jerry?
Senden Odyssyey için bazı yeni sahneler
yazmanı istiyorum.
Sadece seks değil, ama daha
fazlasını daha Yapımcılar ne istediklerini asla bilmezler.
Birinin bilmediğini bilmek, üstün
ruhlara bahşedilen bir yetenektir.
Birinin bilmediğini zannedip, bunun
farkında olmamak ise bir hatadır.
Bunun bir hata olduğunun ayırdında
olmak ise, kişiyi sözkonusu hatayı yapmaktan korur.
Bilgi buramda saklı benim.
Lang'in bunu kabulleneceğini sanmıyorum.
Para benim param!
Goebbels 1933'te Lang'ten Alman
film endüstrisinin başına geçmesini istedi.
O günün gecesinde Lang
Almanya'yı terketti.
33'te değiliz, 63'teyiz.
Ve ne yazılıysa onu yönetecek, senin
de yazacağını bildiğim gibi.
Nedenmiş o?
Ön gösterimde anlatırım.
Evet,şimdi açıklayın.
Çünkü paraya ihtiyacın var.
Nasıl anladın?
Birileri bana çok güzel bir
karın olduğunu söyledi.
Bu sefer hangi Yunanlıları
seyrediyoruz,Fritz?
Her filmin belli bir bakış
açısına sahip olması gerekir, Jerry.
Bu filmin bakış açısı içinse bireyin
koşullara karşı savaşımından sözedebiliriz.
-Eski Yunanlıların ezeli sorunu.
-Oh,hadi ama!
Anlar mısın,anlamaz mısın bilmem
Jerry ama ki umarım anlayabilirsin; Bu tanrılara karşı yapılan bir savaş.
Prometheus ve Ulysses'nin savaşı.
Şu Minerva,öyle değil mi?
O Ulysse'nin koruyucusudur.
Ve şu da Neptün,onun ölümcül
düşmanı.
Onu istiyorum.
Önceki sahnede olanı.
Tanrılar!
Tanrıları severim!
Hem de çok!
Nasıl hissettiklerini birebir
biliyorum.
Birebir!
Jerry şunu unutma Tanrılar
insanı yaratmamıştır, bilakis, tanrıları yaratan insanlardır.
Diyelim ki şu da Homeros.
Fransesca,nedir bu?
O bir denizkızı, Jerry.
Bunun adı sanat, ama bakalım
halk anlayacak mı?
Kimmiş bu "halk"?
Penelope.
Odyssey hakkında bir teorim var.
Bence Penelope sadakatsizlik
yapmıştı.
"Issız bir dünyanın
tecrübesini inkar etmemeyi seçerek, Batı'ya ulaşmak için, 100.000 tehlikeye
meydan okuyan sevgili kardeşlerim.
Yaratılışınızın kökenini düşünün
bir.
Sizler hayvan olarak yaşamak
için bu dünyaya gelmediniz, aksine fazilet ve ilmi takip etmek için buradasınız.
'' Biliyor musun?
Tabii ki,çok meşhurdur.
Dante.
"Sonrasında gece bütün
yıldızları gördü.
Çok geçmeden gözyaşlarına
dönüşecek olan memnuniyet hissiyle doluyduk ta ki deniz üzerimize kapanıncaya
kadar.
'' Ben Paul Javal.
Bay Prokosch size Pek tabi
farkındayım.
Gösterişli gözüküyor.
CinemaScope olayını gerçekten
çok takdir ediyorum.
Halka hitap ettiği söylenemez.
Sadece yılanların ve cenazelerin
işine yarar.
Şurdaki zırva hakkında düşündüğüm
şey budur, Fritz.
İstersen yeniden yaz Jerry.
Beni kandırdın Fritz!
Senaryoda yazılanla bu şeyin hiçbir
alakası yok.
Hiçte değil!
Oh, hayır!
Bana senaryoyu getir Fransesca.
Sorun nedir Bayan Vanini?
Metinle ilgili bir şey mi?
Senaryoda yazanla senin çektiğin
aynı değil.
Bu çok doğal.
Zira senaryo dediğin yazılı bir
şey, ekranda gördüklerin ise resimlerden ibaret.
Demek istediğim "hareketli
resimler".
Oh,ekranda kağıtta durduğu gibi gözükmediğini
söylüyor.
İşte şimdi Yunan kültürünün havasına
girmiş oldun.
Karım dışarıda beni bekliyor
olmalı.
Gidip bir bakayım.
Olduğun yerde kal!
"kültür" kelimesini ne
zaman duysam çek defterimi çıkarıyorum.
İtalyanlar eskiden
"çekdefteri" yerine "altıpatlar" sözcüğünü kullanırlarmış.
Evetini yada hayırını şimdi
duymak istiyorum, bu metni yeniden yazacak mısın,yazmayacak mısın?
''Ancak İnsanoğlu,zorunlu
olduğunda, Tanrının karşısında korkusuz ve tek başına ayakta kalabilir Kalkanı
açıksözlülüğüdür Ne silahlara ne de hileye gereksinim duyar Tanrının yokluğunun
ona yardım ettiği böyle bir zamana dek.
'' Güzel.
Bu Holderlin,öyle değil mi?
''The Poet's Vocation'' Son dize
anlaşılması güç.
Holderlin aslen şöyle yazmış ''Tanrı
namevcut olmadığı sürece.
'' Ve gerisi ''Tanrı bize yakın olduğu sürece.
'' Evet.
Diğer iki dize okunduğunda, son dizelerin bahsettiği şey, artık
Tanrının varlığıyla ilgili değildir.
İnsanoğlunun şüphelerini bir kez
daha gideren "Tanrının varolmayışı" ile ilgilidir.
Garip,ama gerçek.
"garip" İtalyancada
nasıl söylenir?
Gitmeden önce şunları bulup
getirin.
Ben birkaç dakika içinde dönerim.
Bay Prokosch'la tanış istersen.
Camille, eşim.
Nasılsınız?
Seni karım Camille ile
tanıştırmak istiyorum.
Kendisi Dietrich ile şu western
filmini yapan kişidir.
Harika bir filmdi!
Ben M'yi tercih ederim.
Sizin olan M'mi ?
Daha yeni TV'de izledik.
Gerçekten çok beğendim.
Teşekkür ederim.
Çok incesiniz.
Ferrer'in terazinin kefesine
tutunduğu sahneyi çok sevdim.
Teşekkürler.
"The Odyssey"i bitirdiğimde
Evimde bir içkiye ne dersin, evet yada hayır?
Bilmiyorum.
Bence çok iyi biliyorsun.
Ben mi?
İçki olayı bana uyar doğrusu.
"beni bu işin dışında tutun!
"; idealleri olan gerçek bir Hollywood yapımcısının bir keresinde
dediği gibi.
Sana telefon edeceğim.
İstersen gideriz.
Oturun bayan.
Paul sen arkada rahat etmezsin, bir
taksi tutsan iyi edersin bence.
Sizinle orada buluşuruz.
Ben bir taksi tutarım.
Bırak kendi gitsin.
Biz ikimiz pekala taksi
tutabiliriz.
Kararınızı verin.
Hadi bin!
Binsene hadi,sorun ne Camille?
Keyfine bak,hadi ama!
Adres nedir?
Selam Paul!
Sana bir içki hazırlayayım,Paul.
Bizde seni bekliyorduk.
Hiç gelmeyeceksin sandık.
Ne oldu sana Paul?
Ne dedi?
Ben de senin kadar İngilizce
biliyorum.
Yarım saattir bekliyoruz.
Ne oldu ki?
Yok bir şey.
Bir kaza geçirdim Taksideydim, tam sokağın sokağın
"köşesi"nde Bilirsin,iki araba Çamurluk olduğu gibi gitmişti.
İki sürücü de karşılıklı hakarete
başladı Ben de başka bir taksi buldum.
O yüzden O yüzden,ne?
Ne mi?
Gecikmemin nedeni.
Bir taksi bulmak için S.
Angelo'dan Piazza'ya kadar yürüdüğüm yolu Tanrı bilir.
Her neyse,umurumda değil.
Hikayen beni pek sarmadı.
Yine de 20 dakikamı aldı.
Bana inanmıyorsun.
-Bunu sonra konuşuruz.
Ben biraz yürüyeceğim.
Paul'a yarın sözleşmesini
imzalamak için büroma gelmesini söyle.
Peki.
Neden bir şey söylemiyorsun?
Jerry!
Londra'dan telefon var!
Cuma günü Capri'yi çekiyoruz.
Bizimle gelsene.
Cevap versene ona.
Niye sesin çıkmıyor?
Ben oraya varmadan önce ne yapıyordunuz?
Özel bir şey yoktu.
Neden?
Üzerine geldi mi?
- Niye bana bunu soruyorsun?
-Öylesine.
Gidip ellerimi yıkayacağım.
- Nerede yıkayabilirim?
- Üst katta,sağda.
Sorun nedir?
Üzgün görünüyorsun.
Yok bir şey.
Ağlıyor muydun sen?
Patronun zor biri.
Öyledir.
Tanıyalı uzun zaman oldu mu?
Film işinden önce ne yapıyordu?
Bu konu hakkında konuşmak
istemiyorum.
Sadece sordum.
Bu kadar şirin ve üzgün olmak
çekilir şey değil.
Söyleyecek daha eğlenceli bir
şeyin yok mu?
Daha güldüren Bir fıkra.
Hangisi?
Tabii ki Rama Krishna ve müridiyle
ilgili olanı.
Rama Krishna bir Hindu
bilgesidir.
Efendisinin öğretilerine
inanmayan Öğrencilerinden biri Kendi çalışmalarını kendisi yapmaya karar verir.
Ve çekip gider.
15 yıl sonra geri döner ve
''Buldum!
'' der.
Neyi buldun?
Bilgeye şöyle der: ''Sana
göstereceğim.
'' Bilgeyi nehir kıyısına götürür.
Öğrencisi suyun bir tarafından
öbürüne ileri geri yürümeye başlar.
Ve şöyle der:"Gördün mü Islanmadan
karşıdan karşıya geçebiliyorum.
Artık biliyorum!
'' En nihayetinde Krishna cevabı yapıştırır: ''Seni aptal!
Ben o dediğini 10 yıl önce bir rupi ve bir kayıkla yapmıştım zaten!
'' Şimdi daha iyi misin?
İyi geldi.
Ne?
Sen buna ellerini yıkamak mı
diyorsun?
Görebildiğin kadarıyla.
Sadece ona şey hakkındaki
fıkrayı Sana inandım bile.
Aptallık ediyorsun.
Nereye işeyebilirim?
Paul,içinde Roma dönemi
resimleri bulunan bir kitap buldum.
Odyssey'de işimize yarayabilir.
Ama Odyssey Yunancadır ki!
Evet,biliyorum.
Haklıymışım,değil mi?
Hangi konuda?
Para ve karısı hakkında Neden bu
akşam yemeğe kalmıyorsunuz?
Evet ya da hayır?
Annem de ben de yorgunuz.
Onlara gideceğimizi söyle.
Tamam.
Biz kaçalım artık.
Capri konusunda kararınızı
verdiğiniz takdirde bu akşam beni arayın.
Zira villayı hazır etmem
gerekiyor.
Peki ya sen?
Kararı kocam verir.
Seni Odyssey projesine çeken
neydi,Paul?
Henüz tam emin değilim.
Odyssey'i yapma fikri kulağa hoş
geliyor, çünkü basmakalıp filmlerden nefret ederim.
Grifth & Chaplin'in
günlerine geri dönmeliyiz diyorum ben.
United Artists günlerindeki gibi.
Akıllı kişi,sahip olduğu
üstünlüğü diğerlerini ezmek için kullanmayandır.
Onları, yetersizlikleri yüzünden
aşağılamayacağı gibi Hoşçakalın!
Delirmiş bu!
Gördün mü?
Onu tekmeledi!
Fikrini ne çabuk değiştirdin.
Daha pazartesi onun harika biri olduğunu
söylüyordun.
Şimdiyse onun bir budala
olduğunu düşünüyorum.
Düşüncelerimi değiştirmeye
hakkım var.
Geçen 1 saatte ne oldu?
Hiçbirşey.
Sen mutluysan ben de öyleyim o
zaman.
Şehirde Rio Bravo oynuyormuş.
Ayrıca Nicholas Ray'in
"Bigger Than Life"ı da gösterime girmiş.
İlgilenmiyorum.
- Ben yazmıştım.
- Biliyorum.
Öğle yemeği zamanı annene
telefon ettim.
Kimse açmadı.
Burada yedik.
Canım dışarı çıkmak istemedi.
Burasını tercih ederim.
Otelden daha iyidir.
Gördün mü?
Haklı çıktım.
Senaryon için ne kadar ödüyorlar?
$ 10.
000 .
6 milyon liret.
Dairenin parasını böylelikle
çıkarabiliriz.
İyi değil mi?
Evet,harika.
Perdelerle ilgilenecek olan
arkadaşını ne zaman çağıracaksın?
Canıma tak etti artık!
İspanya'dan döner dönmez.
Roberto cuma günü döneceğini
söyledi.
Kırmızı kadife.
Öbür türlü hiç olmasın daha iyi.
Peki.
Ben banyo yaparken masayı hazırlar
mısın?
Ben de banyo yapmak istiyorum.
Sen önden git.
Ben biraz çalışabilirim.
Yok ben sonra girerim,yemek
pişerken.
Hiç faggiolini kaldı mı?
Hoşuna gitmedi galiba?
Bak sen.
Masayı ben hazırlayabilirim.
Hazırlıyorum zaten.
Bugün bir şey satın aldım.
Bana ne düşündüğünü
söyleyeceksin.
Neymiş o?
Nedir o?
Sakın bakma.
Capri'ye gitmeye ne dersin?
Ne?
Capri'ye gitmemizi ister misin?
Hayır da diyemem,evet te.
Hem tatil olurdu.
Zaten beni davet etmedi.
Nasıl?
Davet edilen sendin.
Ben değildim.
Aynayı nereye koymuştuk biz?
Hiçte öyle değil.
İkimiz de davetliyiz.
Bak.
Yakışmadı mı sence de?
Hayır,sarışın halini tercihi
ederim.
Ben de seni sigarasız ve
şapkasız tercih ederim.
Deve yarışındaki Dean Martin'e benzemekten
ibaret.
- Aman ne komik!
- Neyse?
Dean Martin'e benzemek isteyebilirsin,
ama daha çok "Martin'in Götü"ne çekmişsin.
O da kim?
"Martin'in Götü"nün
maceralarını hiç okumadın mı?
Bir gün uçan bir halı almak için
Bağdat'a gider.
En sonunda tam da aradığını
bulur, halının üzerine oturur, ama halı uçmaz.
Tüccar, ''Sürpriz olmadı.
'' der.
Dinliyor musun?
''Sürpriz olmadı.
Eğer uçmasını istiyorsan, kalça
düşünmemelisin.
'' Martin de şöyle der: ''Tamam.
Kalça düşünmeyeceğim.
'' Ama eninde sonunda aklına yine bir kalça gelir, sonuçta halı uçmaz.
Bunun benimle ne ilgisi var
şimdi?
Tam da söylediğim şey aslında.
Sanırım anlamadım.
Bu kadarı yeter.
İşin bitti mi?
Suyu tazelemene gerek yok.
Sabun kullanmadım.
Bugün nedense davranışların bir
tuhaf.
Sorun nedir?
Yok bir şey.
Bunu diyeceğini biliyordum .
Yok,bir şey var sende.
Mesele şu kız mı yoksa?
Yok bir şey dedim ya.
Sadece götün teki olduğunu
söyledim.
Her tarafı aynı sesi vermiyor.
Neden Capri'ye gitmemizi
istemiyorsun?
Çünkü sen bir götsün.
Beni korkutuyorsun Paul.
Bu ilk kez olmuyor.
Orada dikilip duracağına neden
cevap vermedin?
Neden 28 yaşındaki bir daktilografla
evlenecekmişim ki?
Doğru Özür dilerim.
Ben de.
İstiyorsan Capri'ye git.
Benim canım istemiyor.
Hem şu Jeremy Prokosch'u gözüm pek
tutmadı,dediğim gibi.
Niye ki?
Sana bir şey mi yaptı?
Bir şey yok.
Bu düşünceli halin ne peki?
Belki birşey kafama takıldığı
içindir.
Bu seni şaşırttı mı?
Yo,neden?
Bir fikir.
Gel benimle işte.
Tek başıma gitmek istemiyorum.
Şu herifle tanıştığımızdan beri komik
davranışlar sergiliyorsun.
Hiç te komik davranmıyorum.
Niye böyle söylediğini bir
bilsem.
Öylesine işte.
Bu sabah gayet iyiydik.
Şimdiyse bir hiç yüzünden kavga
ediyoruz.
Neler oluyor sana böyle?
Eğlenmek istiyorum sadece.
Yoksa birşey olduğu yok, Paul.
Korkarım orada çok sıkılacağım.
Gitmiyorum.
Gitmiyorum.
Yolun karşısındaki ev inşaatını
görüyor musun?
Gerçekten korkunç.
Beni seviyorsan sessiz ol yeter.
Bir kocanın karısının neden
somurttuğunu öğrenmeye hakkı vardır.
Eminim ki konu şu kız.
Kaybol,gözüm görmesin seni!
Hayır,Camille burada değil.
Ben öğlen yemeğine ve alışverişe
çıktığınızı sanıyordum.
Şimdi kapıdan girdi!
Annen.
Seni yarın ararım.
Sen kafayı yemişsin ihtiyar!
Neden anneme dışarıda olduğumu
söyledin?
Nedenini bilmiyorum.
Ben biliyorum.
Gerçekten öğle yemeği için dışarıya
çıkıp çıkmadığımızı ve tabi şimdiye dek yalan söyleyip söylemediğimi anlamak
için.
Aynen öyle.
Bir daha böyle yaparsan seni
boşarım.
Kalk ayağa!
Ne yapıyorsun?
Kanepede uyuyacağım.
Ne zaman,bu gece mi?
Bu akşamdan itibaren her gece.
Kızma.
Pencere açıkken uyuyamıyorum
sadece.
Pencereyi kapatırız o zaman.
Hep "Burası çok
havasız" deyip duruyorsun o zaman Olmaz,ayrı yatacağız.
Binlerce çift aynı şeyi yapıyor.
Yine de ilişkilerini
yürütüyorlar.
Nerede yanlış yaptım?
Söylesene.
Özür dilerim dışarıda olduğunu
söyledim.
Oldu mu?
Bağışla beni.
Rahat bırak beni .
Bu kadar huysuz olmanın sebebi
bu mu?
Evet ama artık sinirim geçti.
Böyle iyi.
Ne yaptığımı gerçekten çok merak
ediyorum.
Bir anda bu kadar parlaman!
Ben mi?
Ben her zamanki benim.
Değişen biri varsa o da sensin.
Bilhassa şu film işiyile uğraşan
tiplerle takılmaya başladığından beri.
Sen polisiye romanlar yazardın.
Çok fazla paramız olmazdı, ama
herşey yolundaydı.
-Nedir bu?
- Ver onu bana.
" İtalyan Komünist Partisi.
" Hiç bana katıldığını
söylememiştin.
O dediğin 2 ay önce Paris'teydi.
Ver şunu bana!
- Bırak!
Canımı acıtıyorsun.
- Benimle böyle konuşma!
- Sen de!
Senin için çalışıyorum.
Burası senin için,sırf benim
için değil!
Lütfen, Paul, tartışmak
istemiyorum.
Hem ayrıca Capri'ye falan gitmek
istemiyorum.
Neden istemiyorsun?
Aptal olma.
Git işte.
paul,gelirmisin neden ?
İş artık ilgimi çekmiyor.
Prokosch söyleyebilirmisin, ben
onunla konuşmak istemiyorum Paul , gelir misin.
Neden yazmak istemiyorum Senaryoyu?
Ben sadece roman yazmak
istiyorum çünkü seni seviyorum.
Sen artık beni sevmiyorsun böyle
bir anlamı yok.
bana mı söylüyorsun "Kalça
güzellik yarışmasında jüriydim, Üç güzel arasında.
" onlar,jüri olarak beni
seçmişti çıplak ve harika görünüyorlardı.
Birinci, avantajlıydı sırtında
çiçek gamzesi İkincinin,bacakları güzel teni pembe,kırmızı parlıyordu.
Üçüncüsü, kıpırdaman durdu, ancak
hassas düzensizlikleri ile sakin bir deniz gibi Para suyunu çekince daireyi ipotek
ederiz.
Birşeylerin seni sevmekten
vazgeçmeme neden olduğunu mu düşünüyorsun?
Evet.
Ne peki?
Ne peki?
Herşey.
Tamam ama mesela ne?
Önce sen doğru olup olmadığını
söyle.
Hayır önce sen söyleyeceksin.
Beni artık sevmediğini düşünmeme
neden olan şeyi mi?
Bu sabahki benimle konuşma
tarzın.
Bu sabahki gibi olmamıştı hiç.
Veya dün.
Ayrıca bana olan bakışların.
''Bana göre sorun, dünyaya olan
bakış açımızın içinde saklı.
Olumlu ya da olumsuz.
Yunan trajedyası olumsuzdur.
Burada;kendisini umutsuz bir
yazgıya mahkum ederek Tanrılar tarafından vücüda getirilmiş olan insanoğlu kaderin
kurbanı olarak betimlenir.
'' Niye meselenin pencerenin açık olmasından kaynaklandığını söyledin?
Başka birşeyler var.
Ben öyle olduğunu düşünüyorum.
''İnsanlar kötü,yanlış olan
şeylere karşı baş kaldırabilir.
Şartlar,anlaşmalar tarafından
tuzağa düşürüldüğümüzde başkaldırmalıyız.
Ancak sanmıyorum ki cinayet bir
çözümdür.
Tutku suçları hiçbir amaca
hizmet etmez.
Bir kadını severim,beni aldatır onu
öldürürüm.
Geride benim için ne kalır peki?
Ölmüş olduğu için, sevdiğimi
kaybetmişimdir.
Aşığını öldürürsem,benden nefret
eder, ve yine onu kaybederim.
Öldürmek asla bir çare olamaz.
'' Bak, Camille Sana diyorum ki,diyeceğimi dedim.
Pencere açıkken uyuyamıyorum.
Huzura,sessizliğe ve karanlığa ihtiyacım
var.
Yemin ederim işin aslı bu.
Artı etrafta çok dolanıyorsun.
Uykumu kaçırıyorsun.
Artık yalnız uyumak istiyorum.
Sevişmek istemiyor musun?
Hanzomuza bakın hele.
Bu alaycı bir gülümseyiş miydi, yoksa
sevecen mi?
Sevecen bir tebessüm.
E,cevap versene!
Gerçekten olsaydı söylerdim
zaten.
Kadınlar sevişmemek için daima
bir bahane bulabilir.
Ama sen gerçekten bir budalasın.
Kaba sözler sana hiç yakışmıyor.
Yakışmıyor mu?
Duy o zaman Götlek.
Amcık.
Bok.
Yüce isa.
Bok deliği.
Orospu çocuğu.
Kahrolası.
Peki ya şimdi, bana
yakışmadığını söyleyebilir misin?
Neden artık sevişmek
istemiyorsun?
Peki tamam.
Sevişelim ama işini çabuk bitir.
Uzun zamandır Camille'in beni
terkedebileceği fikri kafamı kurcalıyordu.
Bunun olası bir felaket olacağı
fikri.
Şimdiyse sözkonusu felaket
gerçekleşmişti.
Keyifli suç ortakları olarak, bir
farkındasızlık bulutunun içinde yaşardık oysa ki.
Olaylar ani,vahşi ve büyüleyici
bir gözükaralıkla gelişirdi.
Sonra hiçbirşey olmamış gibi
kendimi Paul'ün kollarında bulurdum.
Bu gözükaralık artık Camille'de
kalmamıştı, dolaysıyla bende de.
Oysa şimdi,hezeyanlarımı
bastırıp,onu soğukkanlılıkla gözlemleyebilir miydim?
onun beni şüpheye yer vermeyecek
şekilde gözlem altına alabileceği gibi?
O sözleri kasten söyledim Gizli
bir intikam duygusuyla.
Yalanın işleri yoluna
koyabileceğinin farkındaymış gibi görünüyordu.
En azından bir süreliğine.
Bariz bir şekilde aklından yalan
söylemek geçti.
Ama sonradan böyle yapmamaya
karar verdi.
Paul beni çok incitmişti.
Uğradığım muameleden sonra sıra bendeydi,
Tam olarak kafamda netleşmese de.
İşin aslını söylemek gerekirse hatalı
olan bendim.
Sadakatsizlik yapmamıştı,ya da sadece
bana öyle gelmişti.
Gerçek,görünür olmasına rağmen kanıtlanmayı
bekliyordu.
Farkettim ki,birbirimizden süphe
ettikçe duyguların bulanıklaştırdıklarını daha mantıklı kılma umuduyla, daha da
sahte bir berraklığa doğru sürükleniyorduk.
Uzun zamandır Camille'in beni
terkedebileceği fikri kafamı kurcalıyordu.
Bunun olası bir felaket
olabileceği fikri.
Şimdiyse sözkonusu felaket
gerçekleşmişti.
Keyifli suç ortakları olarak, bir
farkındasızlık bulutunun içinde yaşardık oysa ki.
Bırak bu ayakları.
Hangi ayakları?
Sen iyi bilirsin.
Senin hatan!
Bana karşılık olarak takınacağın
en makul tavrı belirlemek için dışavurum tarzımı takip ediyora benziyorsun.
''Özel uçak mavi gökyüzünde beklemekteydi.
Rex,Paula hakkındaki bir hususu hatırlayıverdi
Onun ahenkli yüz hatlarını Şimdiyse,kesin olmamakla beraber,yüz hatları artık
buruşmuş gibiydi.
Rex onun bu özelliğinin
farkındaydı, şöyle ki;Paula ne zaman Paula ne zaman doğasına uymayan bir karar vermek
zorunda kaldığında '' Sana ne oldu böyle, Paul?
Seni aynen eskisi gibi seviyorum
işte.
Seni artık sevmiyor olsam ne yapardın?
Bunu söylemiştim ya zaten.
Ne söylediğini unutmuşum.
Senaryoyu bırakırdım ve daireyi
satardık.
Ama seni seviyorum ki.
Tüm bu olup bitenleri ahmakça
buluyorum.
Prokosch aradığında ona Capri'ye
gideceğini söyle.
Y a sen?
Seni seviyorum.
Bunu bana tekrarlatıp durma.
Daireyi elden çıkarmak
istemiyorum.
Eğer senaryoyu yazmak
istemiyorsan yazma o zaman.
Seni artık sevmediğimi
zannediyorsan yanılıyorsun.
Öp beni.
Biz de tam senin hakkında konuşuyorduk.
Filminin hakkında.
Evet, The Odyssey.
Seyahat eden şu adam hakkında
olan Capri'de, yüzmeye gidebilir miyiz?
Bilmiyorum.
Paul burada.
Ona veriyorum.
Dışarıda mı yeriz?
Canım markete gitmek istemiyor.
İyi.
Prokosch ve Lang ile bir sinema
salonunda buluşmamız gerekiyor.
Sahne gösterisinde bir şarkıcıyı
görmek istiyorlar.
Yemeği sonra yeriz.
Önceden bir film varsa geç olur
ama.
Belki bana bazı fikirler
verebilir.
Hırsızlık yapacağına neden
kafandaki fikirleri bulup çıkarmıyorsun?
Sana n'oluyor böyle?
Hadi gidelim artık!
- Biliyordum.
- Neyi?
Prokosch'a evet dediğim için, duyarlılığa
elveda!
Doğru,artık canım cicim yok.
Telefon görüşmesi neyle
ilgiliydi?
- Capri'ye gidişimiz.
- Ne dedin?
Bunun sana bağlı olduğu.
Çıldırdın mı?
Biliyorsun ki bu sana bağlı bir
şey bana değil!
Capri'ye sen de gel o zaman.
Prokosch ile senin aranda bir
şey mi var yoksa?
Sen hastasın.
Seninle konuşmam lazım.
Neymiş,filmler hakkında mı?
Dinle,seninle konuşmalıyım.
Tamam o zaman,dinliyorum.
Seninle konuşmalıyım.
Telefon çalmadan önce, senin
aşkından emin olamadıkça bu işi almak istemediğimi söylemiştim.
Beni sevdiğini söyledin ve benim
de buna inanmamı.
Eminim ki yalan söyledin.
Peki neden?
Ben de bilmiyorum.
Acıdığından,kişisel çıkarların Hangi
kişisel çıkar?
Bu dairede tutunabilmek.
Benim aklımdan geçenleri nereden
bilebilirsin ki?
İşin doğrusu,bundan daha az umurumda
olamazdı .
Daireyi sat,görürsün o zaman umurumda
mıymış,değil miymiş.
Önceden "otelden çok daha
iyidir" diyordun.
Hiçte değil.
Bunu seni mutlu etmek için
söylemiştim.
Asıl demek istediğimin dışında bir
şey.
Neden yalan söylediğini bilmek
istiyorum.
Yalan dediğimi kim demiş?
Kes artık!
Bal gibi söyledin işte.
Diyebilirim ki beni sevmeyi
bıraktın.
Gerçeği bilmenin bir faydası mı
var sanki?
Gördün mü?
Haklı olduğumu itiraf ettin işte.
Bir şeyi itiraf ettiğim falan
yok.
Beni rahat bırak.
Doğrudur.
Seni artık sevmiyorum.
Açıklayacak bir şey yok.
Seni sevmiyorum işte.
Neden?
Daha dün beni hala seviyordun.
Evet, hem de çok.
Ama artık bitti.
Bir nedeni olmalı.
Evet,olmalı.
Nedir peki?
Bilmiyorum.
Tek bildiğim seni artık
sevmediğim.
Prokosch'un yerine gittiğimizden
beri mi?
Francesca Vanini'nin kıçını
pandiklediğim zamanı kastediyorum.
Öyle diyelim.
Şimdiyse bitti.
Bu konuyu konuşmayalım artık.
Bugün birşeyler oldu.
Ve bu şey bana karşı olan düşüncelerini,
dolayısıyla bana olan sevgini değiştirdi.
Delisin,ama zekisin de.
Doğruymuş o zaman.
Öyle birşey demedim.
Akıllı olduğunu söyledim
yalnızca.
Senin böyle yoldan çıkmana sebep
olan bugün yaptığım ya da söylediğim bir şey miydi?
Belki.
Benimle böyle konuşmaktan men
ederim seni!
Adam yerine bile koymuyorum seni!
Sana karşı hislerim açıkca böyle.
Aşkın bitmesinin nedeni bu.
Seni artık adam yerine koymamam.
Ve bana dokunduğun zaman iğreniyorum.
Çok ileri gidiyorsun ama.
Dediklerimi unut, Paul.
Hiçbirşey olmamış gibi davran.
Merhaba.
Siz de Capri'ye geliyor musunuz?
Belki.
İyi misin?
Odyssey'i dün gece tekrar okudum.
Nihayet çok çok uzun zamandır aradığım
bir şeyi buldum.
Sinemada da,gerçek hayatta olduğu
gibi yerleşik olan birşey.
Şiir.
Geçen sana telefonda ne dediğimi
hatırladın mı?
Denilene göre Ulysses
Penelope'yi görmek için eve dönmüştü, ama belki de Ulysses Penelope'den fena
halde sıkılmıştı.
Sonuçta o da Truva savaşına
gitti, ve canı eve gitmek hiç çekmediği için, yapabildiği kadar yolculuk
yapmaya devam etti.
Sence de bu onun fikri miydi
yoksa ?
Ben pek merak etmiyorum doğrusu.
- Beni neden adam yerine
koymadığını öğrenebilir miyim?
- Rahat bırak beni!
Ne düşünüyorsun Fritz?
Kız hakkında mı,oğlan hakkında
mı?
Kız Avustralya'nın güneyine cuk
oturur, kangurular için.
Bizimle Capri'ye geliyor
musunuz,Bay Lang?
"Her sabah,ekmeğimi
kazanmak için yalanların satıldığı pazara giderim ve,umut dolu olarak,diğer
satıcılarla aynı hizaya girerim.
'' - Bu da ne?
- Hollywood.
Zavallı B.
B'nin bir baladından.
Bertolt Brecht?
Salı günü sabah 8'de herkes kıyafeti
ile plajda hazır bulunsun.
Onun hakkında ne düşünüyorsun?
Homer'ın dünyası gerçek bir dünya.
Ve şair;doğayla çatışarak değil
de, onunla uyum sağlayarak gelişen bir uygarlığa aitti.
Ve Odyssey'in güzelliği işte tam
da bu noktada yatar.
gerçek hayatta da olduğu gibi.
Gerçek hayatta nesnel bir
biçimde göründüğünü de söyleyebiliriz o zaman.
Aynen öyle, ve bozulamayacak bir
şekile bürünerek, ve ne ise o olarak.
İster beğen,ister beğenme.
Neden birşey söylemiyorsun?
Çünkü diyecek bir şeyim yok.
Capri'ye gidip gitmeyeceğimi
bilmiyorum.
Hem nerede kalacağız ki?
Villamda.
Kocanla birlikte.
Bay Lang de buna dahil mi?
Ona kalmış.
Yapımcılar olmadan da başımın
çaresine kolaylıkla bakabilirim.
İstemiyorsan gelme o zaman.
Seni zorlamıyorum.
Beni buna mecbur bırakan sen
değilsin.
Hayatın ta kendisi.
Ne yapıyorsun?
"Ne yapıyorsun?
" dedim.
Bakınıyorum.
Kendi başına durma öyle.
Bize katıl.
Neden bahsediyorsunuz?
The Odyssey.
Bay Prokosch'un teorisine
katılıyorum.
Ne teorisiymiş bu?
Ulysses'nin karısını
sevdiği,ancak karısının onu sevmediği.
Cidden böyle mi düşünüyorsun?
Eminim ki öyle düşünmüyorsun.
Lütfen,kadrajda duruyorsunuz.
Herkes yerine geçsin!
Soyunacaklar mı?
Tabii ki.
Şu filmler harika değil mi!
Kadınları giyinik halde
görürsün, filmlerde ise kıçlarını!
Jerry,Josephine 1'de New
York'tan seni aradı.
Neden benimle villaya gelip
onları başbaşa konuşmaları için yalnız bırakmıyorsun?
Kocamla kalmayı tercih ederim.
Oh,hadi ama!
Zaten bütün gününü onunla harcıyorsun!
Eşinin benimle gelmesinin bir
sakıncası var mı?
Tabi canım.
Hadi, Camille.
Hadi ama.
Bana sorun olmaz, gidebilirsin.
Ben sonradan Bay Lang'le beraber
gelirim, hem biraz Odyssey'i tartışırız.
Kızlar suda.
Fazla zaman almaz.
İlkönce,aralarında insanoğlunun
yazgısını tartışan tanrıların konseyini gördüğümüz bir sahne.
Bir yapımcı bir yönetmenle dost
olabilir.
Ama Prokosch gerçekte bir
yapımcı değil.
O bir diktatör.
Bence Ulysses'nin karakterini
değiştirmek çok aptalca.
O bir modern zamanlar nevrotiği
değil, sadece kendi halinde,zeki ve güçlü biri.
Fikir bana ilginç geldi.
Ulysses'nin evine dönmesi 10
yılını alır çünkü istemez.
Mantıklı.
Mantıklı, ve mantıksız olan mantıklı
olandan ödünç alır.
Senin Corneille'in bunu, Suréna'ya
yazdığı önsözünde belirtmişti.
Ulysses evine, Ithaca'ya dönmek
için acele etmez Çünkü Penelope ile beraber mutlu değildi, gitmeden önce bile.
Mutlu olmuş olsaydı, evinde
kalırdı.
Karısından kaçmak için Truva
savaşını bahane etti.
Penelope'nin taliplerini
öldürdü, öyle değil mi?
Bunun böyle olduğu Ulysses'nin
Penelope'ye;razı gelmesini ve hediyeleri kabul etmesini söylemesinden
çıkarımlanabilir.
Karısına talip olanları ciddi tehlikeler
olarak görmedi.
Olası bir skandaldan sakınmak
için onları kovmadı Penelope'nin sadık olduğu düşüncesiyle, ona ,talibi
olanları hoşgörmesini söyledi.
Sanırım özünde sıradan bir kadın
olan Penelope,o andan itibaren onu küçük görmeye başladı.
Ulysses'i bu tavrı yüzünden artık
sevmez, ki kendisine de bunun böyle olduğunu demiştir zaten.
Aşırı ihtiyatlı olmuş olmasından
dolayı Penelope'nin sevgisini kaybettiğini anladığında ise artık çok geçti.
Onu geri kazanmanın tek yolu ise
sözkonusu talipleri öldürmekti.
Ölüm çare olamaz.
Bunu teknede buldum.
Çocukların ateşli silahlarla oynamaması
gerekir.
Paul,içki alır mısın?
Şarap?
Orada,dışarıdaydım.
Yok birşey.
Camille,sana birşey göstermek istiyorum.
Buraya gel!
Gördün mü,ne kadar güzel!
Deniz, ağaçlar,kayalar,tekneler Filmin senaryosunu yazmamaya karar
verdim.
Nedeni nedir?
İçtenlik yok.
Oh Paul,bana karşı her zaman içten
ve açık sözlü olabilirsin!
Ben bir oyun yazarıyım.
Senaryo yazarı değilim.
Her ne kadar iyi bir senaryo
olsa da Açıksözlü olmak durumundayım, Bu işi sırf parası için yapıyorum!
Tepemin atmasının nedeni de bu.
Hepimizin bir ideali var.
Benimki oyunlar yazmak.
Ama yapamıyorum.
Neden?
Bugünün dünyasında başkaları ne
isterse onu kabul etmek zorundayız.
Ne yaptığımıza,mevcudiyetimize ne
olduğumuza gelince, para neden bu kadar sorun teşkil ediyor?
Sevdiklerimizle olan
ilişkilerimizde bile.
Bay Lang haklıydı!
Homeros'u değiştirmek, suç
işlemek demek!
Bay Prokosch bunu zaten
söylemişti: Yanılıyorsun.
Homerosunki gibi bir dünyanın
peşindesin.
Böyle bir dünyanın varolmasını
istiyorsun, ama maalesef böyle birşey yok.
Hiç te değil!
Var!
Haklı olabilirsin, ancak iş
sinema filmleri çekmeye gelince hayaller yetmiyor.
Ne zaman yiyoruz?
1 saat içinde.
Ben çıkıp biraz dolaşacağım.
Bay Prokosch sizinle konuşmak
istiyor.
Bu bir emir mi,yoksa rica mı?
Bir rica.
Birisi acısını çekmeli.
Orası kesin.
Benim, Paul.
Seni ilk defa görüyormuşum gibi
izliyordum.
Kalsam sorun olur mu?
Nasıl istersen.
Niye kafandan geçenleri daha
önceden açıkca söylemedin ?
Seni anlamıyorum!
Hep o senaryoyu sevdiğini deyip
duruyordun.
Şimdiyse gelmiş yapımcıya asıl
idealinin tiyatro olduğunu, bu işi sırf para için yaptığını söylüyorsun.
Hiç te aptal biri değil.
Bir dahaki sefer sana sormadan önce iki kere düşünecektir.
Bu kadar basit bir şeye nasıl
kafan basmaz?
Bahse girerim yine aynı şeyi
yapacaksın.
Hayır.
Göreceksin.
Ben malımı bilirim.
Ben malımı bilirim.
Eğer yaparsam,bu senin için
olacak Dairenin parasını çıkarmak için.
Senaryoyu yazıp yazmama kararını
sana bırakıyorum.
Hayır dersen,çekip gideceğiz.
Çok zekice!
Hiçte değil.
Niye ki?
Sonradan pişman olursan suçu
bana atabileceksin.
Yok öyle birşey!
Senden karar vermeni istiyorum.
Cidden sana ne yapmanı söylememi
mi istiyorsun?
Evet.
Madem öyle senaryoyu yap o zaman!
Bir sözleşme imzaladın ve artık
canımı sıkıyorsun.
Onu seni öperken gördüm.
Gördün,biliyorum.
Neden artık beni sevmiyorsun?
Hayat böyledir.
Niçin beni küçümsüyorsun?
Ölüyor olsam bile asla söylemem.
- Söyle yoksa canını yakacağım.
- Tüm bunların üstüne bir de
canımı mı yakacaksın?
Beni neden hor gördüğünü bilmek
zorundayım.
Bu delilik!
Benden bunu kabullenmemi nasıl beklersin?
Dairenin parasını ödemek için o
paraya ihtiyacımız var.
Daktilo işimi bıraktım.
Tüm bunlardan sonra bunu kabul
edemem.
E,tabi bir de beni adam yerine
koymaman.
Bizi öpüşürken görüyorsun ama
her nasılsa fikrini değiştirmeye hazırsın.
İşi senin için tehlikeye attım.
Hakkımdaki intiban değişir diye.
Dokunma bana.
Seni sevmiyorum artık.
İmkanı yok seni tekrar
sevebilmemin.
İşi sallarsam, beni hor görmeye
devam eder misin?
- Evet, ederim.
- Neden?
Bana sebebini söyle!
Bir sebebi olmalı.
Sebep sensin.
Ne demek "sensin"?
Bilmiyorum.
Adam değilsin.
Neyse, artık çok geç.
Senin hakkındaki düşüncelerim
değişti.
Beni neden küçük gördüğünü
biliyorum.
Geçen gün taksi tuttuğumda, senin
onunla gitmene izin vermemin kasıtlı bir hareket olduğunu düşündün.
Aynen teknede olduğu gibi.
Aptallık etme!
Kusurlarım var tamam, ama bu
onlardan biri değil.
Seni asla affetmeyeceğim.
Seni o kadar çok seviyordum ki.
Ama artık imkansız.
Senden nefret ediyorum çünkü
beni kaldırmaktan acizsin.
Değilim!
Ağlamak üzeresin.
Gidiyoruz!
Eşyaları toplayıp çekip
gidiyoruz.
Ben kalıyorum.
Sen istersen git.
Hadi ama, Camille!
O zaman ben de kalıyorum.
Prokosch bizi kovacak ama.
- Başlama yine!
- Başladım bile!
Sevgili Paul, Tabancanı buldum
ve kurşunlarını boşalttım.
Eğer sen terketmeyeceksen, ben
yapacağım.
Prokosch Roma'ya dönmek zorunda
olduğundan, ben de onunla gidiyorum.
Daha sonra tek başıma bir otele yerleşeceğim
sanırım.
Kendine iyi bak.
Elveda.
Camille.
-Günaydın.
-Günaydın.
Full olsun.
Roma'da ne yapacaksın?
Daktilograf.
Delisin sen.
Aklını yitirmiş olmalısın.
Ben mi?
Daktilograf.
Benim hakkımda ne düşündüğünü
bilmek istiyorum.
Alfa, Romeo'na bin.
Bunu sonra konuşuruz.
KENDİNE İYİ BAK ELVEDA Hoşçakal,
o halde.
Bay Lang, size hoşçakal demek
için geldim.
Hoşçakal.
Ne yapacaksın?
Roma'ya geri dönüp oyunumu
bitireceğim.
Ya siz?
Filmi tamamlayacağım.
Başladığın şeyi her zaman bitir.
Hangi sahneyi çekiyorsunuz?
Ulysses'in,vatanını tekrardan ilk
olarak gördüğündeki bakışını.
Ithaca.
Hoşçakalın Bay Lang.
Umarım bir daha görüşürüz.
Biz hazırız Bay Lang.
Sette sessizlik!
sessizlik !
||
Notre Musique (2004)
8751||4508305||Viza Numarası 103 039 İyi Seyirler BİZİM MÜZİĞİMİZ Böylece
masalların zamanında 1.
KRALLIK CEHENNEM tufan ve yağmurlardan sonra silahlı insanoğlu
yeryüzüne çıkıp birbirini yok etti.
Burada kelle uçurma takıntılarıyla
korkunçlar.
Beni asıl şaşırtan şey hala
hayatta kalanların olması.
Bize zulmedenleri bağışladığımız
gibi sen de bizim günahlarımızı bağışla.
Evet, bağışladığımız gibi
bağışla.
Evet, bağışladığımız gibi
bağışla.
Ölümle iki şekilde
yüzleşebiliriz: İlki, imkanlılığın imkansızlığı gibi diğeri imkansızlığın imkanlılığı
gibi.
"Ben" başka bir insan.
2.
KRALLIK ARAF Avrupa Kitap Günleri için mi buradasınız?
Film yaptığınızı düşünüyordum.
Akademi öğrencilerine bir konuşma
yapmamı istediler.
- Ne hakkında bir konuşma?
- Metin ve simge.
- Peki ne oldu?
- Zagrep'e uçuş gecikecek.
Aslında, babanız Mısır Komünist
Partisi'nde olduysa Henri Curie ile tanışmış olmalı.
- Evet.
Onun izinden gitti.
- Onun izinden?
Babanız öldü mü?
- Evet.
- Curile gibi değil ama?
- Hayır, ölümü bir istisnaydı.
- "Onun izinden"
derken ne kastediyorsunuz?
- Her ikisi de burjuva olarak
dünyaya geldiler beyhude bir gençlik sürdüler, Cizvitlerle okudular Mısır
halkının çilesini gördüler ve sonra hahamlara, krallara, ebeveynlere, herkese
aynı öfkeyi duydular.
- Ve Fransa'ya gitti?
Sürgün olarak?
- Bir militandı tutuklandı ve
bir buçuk yıl hapiste yattı.
- Ya annen?
- Siyonist faaliyetlerindeydi.
- Uçuş saatlerini kontrol
edeceğim.
- Tamam.
Mısır'dan Kudüs'e kalkan son
trendeydi.
1948'de trenle Kudüs'e mi gitti?
- 1948'de, son trenle.
- Ve hicret bir gemide başladı.
Her hicret, hicret değildir.
Ya okul, tahsilin?
İsrail'de mi öğrenim gördün?
Hayır, çünkü kısa bir süre sonra
İsrail'den ayrıldık.
Büyük bir Fransız hayranı
olarak, İsrail'den ayrıldık ve Fransa'da tahsil gördüm.
- Fransız ordusuna mı katıldın?
- Hayır, İsrail'de askerlik
yaptım.
- Yani oraya kendi başına döndün?
- Evet.
- Annenle mi?
- Hayır, gerçekten kendi başıma.
- Evet?
Ya askerlikten sonra?
- Orduda görevim sırasında bir
Fransız olduğumun farkına vardım.
- Terhis olduktan sonra geri
döndüm.
- Fransa'da iş buldun mu?
Çevirmen olarak.
Fransızca, İbranice, Rusça,
İspanyolca, Portekizce.
- Peki seni buraya getiren ne
oldu?
- Avrupa Kitap Günleri.
Aynı zamanda yeğenime bakıyorum Kız
kardeşim ona göz kulak olmamı istedi.
Sanırım burada.
Lufthansa ve İskandinav
Havayollarının Münih’e ortak seferi.
Pasaport ve gümrük işlemleri
için yolcularımızın dikkatine.
Bay Darwich'in burada olduğundan
emin misin?
Senin hoteline giriş yaptı.
- Bay Goytisolo kütüphaneyi
görmek istiyor.
- Beş dil konuşabiliyorum.
- Konuşmasından önce.
- Ne üzerine konuşacak?
Edebiyat ormanı.
- Şu insanlar kim?
- İstikrar kuvveti adamları.
Bugün Almanlar.
Sonra Amerikalılar, Ruslar, Fransızlar,
İtalyanlar diye devam ediyor.
Şey, Bayan Lerner, hiç tembel arı
tarafından sokuldunuz mu?
Yeter!
Bir süre önce söylemiştiniz ve
merak ediyordum: Neden devrim uygar insanlar tarafından yapılmıyor?
Çünkü uygar insanlar devrim
yapmaz bayan.
- Onlar kütüphane yapar.
- Ve mezarlıklar.
Elbette hatırlıyorum.
Goytisolo 1993'te buradayken bu
ilk Sırp hattıydı.
- Ve oradan mı bomba attılar?
- Evet.
Zor değildi.
"Bir adamı öldürmek, bir
fikri savunmak, bir fikri savunmak değildir.
Bir adamı öldürmektir.
" "Bir adamı öldürmek, bir fikri savunmak, bir fikri savunmak
değildir.
Bir adamı öldürmektir.
" Sona erdiğinde hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Şiddet şiddet en derin yaraları
açar.
Katliamın rezaleti silinmez.
Terörün yok ettiği bir dünyaya inanmak
asla mümkün olmadı.
Komşunun sana sırt çevirmesini görmek,
sonsuza dek derine yapışan bir korku yaratıyor.
Şiddet yaşamın yolunu kesti.
Hayatta kalan sadece diğeri
değil.
Onlar başka insanlar.
Kural hayatta kalmaktır.
Kabus yolda kalanlara aittir.
Herkes birbirinin düşmanıdır.
Vücut potansiyel bir silahtır.
Herkes birbirini ve başkalarını nasıl
inciteceğini bilir.
Şu adamı tanıyorum.
Rivas!
O Pierre Bergounioux.
St.
Louis'te birlikteydik.
Onu önce Serhat'ın ofisine götür.
Derhal Elçi.
Serhat, Bay Bergounioux.
Elçi sizi görecek.
- Pierre!
- İsrail muhabirleri bekliyor.
Sekiz bin yıldır bekliyorlar.
- Ya sen?
- Buraya bir kitabı sunmak için
geldim.
- Hangisini?
- "Homer'dan
Faulkner'a".
Söyle bana, yazarlar ne konuştuklarını
biliyorlar mı?
Gerçekten biliyorlar mı?
Hayır, elbette bilmiyorlar.
Hayır, elbette bilmiyorlar.
Homer savaşlar, katliamlar,
zaferler, şöhret hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Kör ve canı sıkkındı.
Diğer insanların ne yaptığı anlattığında
memnun olması gerekirdi.
Olabilir.
Ama bir çelişki var.
Oyunculuk yapanların asla ne yaptıkları
ya da ne düşündüklerini söyleyecek yeterli kabiliyetleri yoktur.
Diğer taraftan, hikayeciler ne
dediklerini bilmiyor.
Mao Tsé-Tung'u düşün.
Cumhurbaşkanı.
Sorun yok.
Rivas, arabayı getir.
- Eşarbım nerede?
- Ya ben?
Büyükbabam bir mektup yazdı.
Fransız elçisine değil.
Adama.
Anlamıyorum.
Yarın bayan.
- Bayan?
- Judith Lerner.
Hangi adam?
Lyon, 1943, Gestapo!
Benimle gel.
Gidiyor musun?
Neden Saray Bosna?
Filistin yüzünden, çünkü Tel
Aviv'de yaşıyorum.
Barışın olduğu bir yer görmek
istedim.
Belki "Ha'aretz"
hikayemi bile basmayacak.
- Bu olabilir.
- Yararlı olabilir.
Benim için.
Ofisinde, Kafka'nın yanındaki
kız kim?
Senin gibi biri belki: Hannah
Arendt.
Arkadaşı Scholem onun 12
sinagoga benzediğini söylüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında salon
kiraya verildi ve daha sonra Yahudi Acentesi oldu.
Oraya vardığımda, portresini hediye
olarak astım.
1950'den sonraki makalelerini
okumalısın.
Oldukça aydınlatıcılar.
- Büyükbaban için - Evet.
1943'te hala bir öğrenciyken, genç
bir adamı ve nişanlısını sakladım.
Vichy´nin polisleri tarafından
kovalanıyorlardı.
Annem senin küçük odanda 1945'te
doğdu.
Ondan sonra, göç ettiler.
Yıllar sonra, ünvanına layık
oldun ama sen reddettin.
O zamanda sen üniversitedeydin, sadece
normal olduğunu söyledin.
Olabilir.
Diğer insanlarla birlikte bir toplantı
düzenlemek istiyoruz.
Fransız diplomatla değil: özgür
bir adamla, eğer hala öyle biriysen.
Adil bir konuşma değil, sadece
sıradan bir konuşma.
Askeri ve politik çözümler
üzerine değil.
Derinlemesine bir görüşle temel
sorunlar üzerine.
Psikoloji ve etik, başka yok.
New York'ta yaşıyor bile olsam,
kabuslarım var.
Hayfa'dan bir dostum düşmanı
değil kendisini, İsrail'i değil, Filistin'i düşlediğini söyler.
Oradan başlayabilir miyiz?
Ülkeden, vaat edilmiş sonra da
bağışlanmaya mı?
Sadece bir konuşma.
- İyi şanslar.
- Sana da.
Direniş'te Almanları mı düşündün?
Yoksa sadece Fransızları mı?
Bu gerçekten canlandırdığımız ölü
olan dil mi?
Ya Fransızcan, yorucu grameri yüzünden
zayıflıyor mu?
Konuşmayı yayınlayacağız.
"Ha'aretz" bile bunu
kabul etmeyecek.
- Kötü bir gazete değil.
- Onu basmayacaklar.
Ben geçici bir personelim.
Ama onları tanıyorum.
İsterler, ama yapamazlar.
Rüyaları İsrail'i değil, Filistin.
Zaman geçti!
Büyükbabamın zengin bir arkadaşı
var.
İki arkadaş arasında bu
konuşmanın 1 ya da 2 milyon baskısını basabiliriz.
Kimsenin başlamadığı bir
diyalog, kendi kalplerinde bile değil çünkü kalp yalnızdır.
1943'te genç bir Alman Katolik
dedi ki: "Bireyin rüyası iki olmaktır".
"Devletin rüyası bir
olmaktır".
Kafası uçuruldu!
İşte burada.
Karışıklık için üzgünüm.
Mektup daha iyi açıklayacak.
İnn'de kalıyorum.
Yarın Mostar Köprüsü'nü
çekeceğim.
Büyükbabamın arkadaşının özel
bir jeti var.
Buraya çabucak gelebilir.
- Görevimden istifa etmek
zorunda kalacağım.
- Neden?
- Bunu düşünmem gerekiyor.
- Bu normal.
İçinde yaşadığımız dünya çekilebilir
olması için Valente Jorge, San Malino gibi düşünür insan ve şairlerin varlığına
son derece ihtiyaç duyar.
Işık ve batırılmış.
yıldızların yolu ve batırılmışların
dönüşü bu alanları fiziğe kocaman bir kimliğe günümüze ulaşmış olmalıydı.
"Doğa, yaşayan sütunların
bazen kelimeleri bulanıklaştırarak içeri girmesine izin veren bir
tapınaktır".
"İnsan tanıdık bakışlarla kendisini
izleyen semboller ormanından geçer".
Eğer günümüz sonu gelmez bir
yıkım gücüne ulaştıysa, imgeleri maddeleştiren, rüyaları açığa çıkaran, anıları
güçlendiren, sonu gelmez yaratma gücü yaratan bir devrim yapmak zorundayız.
"Eğer günümüz sonu gelmez bir
yıkım gücüne ulaştıysa, imgeleri maddeleştiren, rüyaları açığa çıkaran, anıları
güçlendiren, sonu gelmez yaratma gücü yaratan bir devrim yapmak
zorundayız".
Bu ölüler için daha iyi.
Kısa ömrün şeffaflığı, yaşayanlara
bu karanlık vadiden hızlı ve güvenli geçmeyi sağlayarak görkemli bir şekilde bunu
dile getiriyor.
"Bu ölüler için daha iyi.
Kısa ömrün şeffaflığı,
yaşayanlara bu karanlık vadiden hızlı ve güvenli geçmeyi sağlayarak görkemli
bir şekilde bunu dile getiriyor".
Beyaz insan gök ve ağaçlar arasında
serbestçe dolaşan ruhları duyarak eski sözcükleri asla anlayamayacak.
Bırakın Kolombus Hindistan'ı
bulmak için denizleri dolaşsın.
Bu onun hakkı.
Ruhlarımıza baharat isimleriyle
seslenebilir.
Bize "Kızıl Derili"
diyebilir.
Kuzey rüzgarının tüm havasını
değiştirebilir.
Ama haritasının dışındaki dar
dünyada hava ve su gibi eşit doğan insanların varlığına inanamaz.
Gücünü yaşayanlarımızın ve ölülerimizin
etlerinden aldı.
O halde, bacaklarımızı minik tüylerle
süsleyecek ve birkaç değersiz eşyamızdan başka verecek bir şeyimiz yokken neden
ölümcül savaşını sürdürmek niyetinde?
Zamanı gelmedi mi?
Yabancı, her ikimiz aynı yurdun yabancıları
olarak bizim için aynı çağda yüz yüze gelmenin zamanı gelmedi mi?
Uçurumun ucunda buluşuyoruz.
Rüzgarlar kanamalarına rağmen başlangıcımızı
ve sonumuzu anlatacak ve günlerimiz efsanenin külleri içinde gömülü kalacak.
Işık görülmezlikte ilk görülen
hayvandır.
Cevap vermeyecek misin?
Hiçbir şey söylemeyeceğim, yararı
yok.
- Hiçbir şey söylemeyeceğim.
- Konuşabilmem için bir yol bul.
Ne yapmam gerektiği konusunda
bir fikrin var mı?
- Beni anladığına ikna et beni.
- Hadi, konuş benimle.
Beni anlamazsan, seninle nasıl konuşmaya
başlayabilirim ki?
Bay Darwich, Filistinli bu bayan
Lerner, Tel Aviv'den bir gazeteci.
Tamam mı?
Tamam millet, sıra sizde.
Mahmoud Darwich, kendi
hikayesini yazanlar dünyaya o sözleri miras bırakırlar diye yazdınız.
Ve Homer için yer kalmadığını söylediğinizde
ve Truvalıların şairi olmaya çalıştığınızda ve yenilenleri sevdiğinizde bir
Yahudi gibi konuşmaya başlarmışsınız.
Bugünlerde bu oldukça kabul
edilebilir.
Gerçeğin her zaman iki yüzü
vardır.
Truvalı kurbanların seslerini Yunan
şair Euripides'in ağzından duyduk.
Truva kendi hikayesini asla
anlatmadı.
Büyük şairleri olan uluslar ya
da ülkeler, şairleri olmayan ulusları mağlup etme hakkına sahip mi?
İnsan şiir yazmadan güçlü
kalabilir mi?
Daha düne kadar tanınmamış bir
ulustan geliyorum ve Truva şairi için yok olanlar adına konuşmak istiyorum.
Zaferde olduğundan daha çok
yenilgide ilham ve insanlık mirası vardır.
Galiplerin tarafına aitsem kurbanların
dayanışma gösterisinde yer almak isterim.
- Biz neden meşhuruz?
- Çünkü siz bizim
düşmanımızsınız.
İlgi sizin üzerinizde.
Bizim değil.
İsrail'i bir düşman olarak görme
talihsizliğini yaşadık.
Aynı zamanda İsrail'i bir düşman
olarak görme mutluluğunu yaşadık.
Bize yenilgi ve farkındalık verdin.
Sizin için bir propaganda makinesi
gibi hareket ediyoruz.
Kesinlikle.
Dünya sizinle ilgileniyor bizimle
değil.
Hiç yanılsamalarım yok.
"Metafor olarak
Filistin" adlı makalede "şiirde bizi yenerlerse, o zaman işimiz
bitti" diye yazmışsınız.
Ancak başka bir anlamı daha var:
Yenilginin zaferi askeri koşullarda ölçülemez.
Pakistan'lı kız nerede?
- Orada, merdivenlerden iniyor.
- Türkiye'nin Başbakanı minareleri
süngülere benzetmişti.
Dil bağımlılığını bir bulut
olarak görüyorum.
Dil bağımlılığını bir bulut
olarak görüyorum.
Komünizm eğer var olduysa?
Oldu.
Komünizm bir kez, o da Budapeşte
temsilcisi Honved'in İngilizleri 6-3 yendiği 45 dakikalık iki devrede var oldu.
İngilizler bireysel, Macarlar
kolektif oynadı.
Bu fotoğraf nerede çekildi
dersiniz?
- Stalingrad.
- Varşova.
- Beyrut.
- Saray Bosna.
- Hiroşima.
- Hayır.
Richmond, Virginia, 1865'te.
Amerikan İç Savaşı Kuzey Güney'e
karşı.
Meryem Ana'yı gördüğünü iddia eden
bir İkinci Krallık köylüsüydü.
Neye benzediği sorulduğunda, Bernadette
"Bilmiyorum.
" dedi.
Baş rahibe ve Piskopos ona Meryem
Ana'nın ünlü dini resimleri gösterdi.
Rafael, Murillo ve diğerlerinin Meryem
Ana resimlerini.
Bernadette hepsine "Hayır,
bu o değil" der.
Birden bire bir ikon "Kambray
Bakiresi" gelir.
Bernadette dizlerinin üzerine çöker
ve der ki: "Bu o, efendim!
".
Ne hareket, ne derinlik, ne de
yanılsama.
Kutsal.
Evet, resim mutluluk, ama yanında
boşluk da getiriyor ve tüm gücü kendini sadece resim yoluyla ifade edebilir.
Dilin nesneleri gerçeklikten
keyfi olarak uzaklaştırdığını söylerler.
Sanki suçlanması gerekenler bizlermişiz
gibi söylerler.
Bazılarınız Racine'nin Fransızca
"Phaedra"'sını okumuştur.
"Suçumu ve beni ezen kaderimi
bildiğinizde sırf bunun için değil de, daha büyük bir suçlulukla öleceğim".
Başka bir şey görmeye çalış başka
bir şey hayal etmeye çalış.
İlk seferde, "Bak"
diyoruz ve sonrasında, "Gözlerini kapa".
Çek ve tersine çevir film yapımında
iyi bilinen terimlerdir.
Ama yakından bakarsanız Hawk'ın filmlerinden
bu iki kare aynı görüntünün bir tekrarı olduğu göreceksiniz.
Bunun sebebi yönetmenin kadın
ile erkek arasındaki farklılığı görememesinden kaynaklanıyor.
İki şey birbirine benzediğinde bu
daha da kötü oluyor.
Mesela şu son iki resim tarihte
aynı anı temsil ediyor.
Göreceğiz ki aslında gerçeğin
iki yüzü vardır.
Benim fikrimi soracak olursanız,
bu olur çünkü kitaplar basit hikayeciler tarafından yazılır.
Balzac romanlarında Yüce
Kitap'taki yazılar hakkında konuşmuştu.
Kanun Tabletleri, Kutsal Yazıtlar,
insanların Kitap'ı.
YAHUDİ MÜSLÜMAN Örneğin: İsrail
1948'de vaat edilmiş Ülke'ye doğru suya girdi.
Filistinliler suya boğulmak için
girdi.
Çek ver tersine çevir.
Çek ve tersine çevir.
Yahudi halkı kurguya dönüştü.
Filistin halkı belgesel oldu.
Gerçeklerin kendilerini
oluşturduğunu söylerler.
Celine derdi ki: "Maalesef
çok uzun zamandır değil".
1936'da metin alanının görüş
alanını çoktan içine aldığını söyledi.
1938'de Heisenberg ve Bohr
Danimarka'nın kırsal yörelerinde yürüyorlardı.
Elsinore Kalesi'ni geçtiler.
Alman bilgin "Bu kalenin
olağandışı hiçbir yanı yok" der.
Danimarkalı fizikçi de cevap verir.
"Evet, ama eğer 'Hamlet'in
kalesi' dersen o zaman olağandışı olur".
Elsinore: gerçek.
Hamlet: hayal ürünü.
Çek ve tersine çevir.
Hayal ürünü: kesinlik.
Gerçek: belirsizlik.
Film yapmanın ilkeleri: ışığı al
ve gecemize yansıt.
Bizim müziğimiz.
YA ÖZGÜRLÜK?
YA ZAFER?
BU BENİM ŞEHİTLİĞİM OLACAK.
BU GECE CENNET'TE OLACAĞIM.
Bay Godard, siz ne
düşünüyorsunuz?
Yeni ufak dijital kameralar sinemayı
kurtarabilecek mi?
Evet, hepsi çok genç öldü.
Köprü Osmanlı İmparatorluğu
zamanında Kanuni Sultan Süleyman saltanatlığında 1566'da Mimar Sinan'ın
öğrencisi Usta Hayruddin tarafından inşa edildi.
Köprüye de Mostar kasabasının
ismi verildi.
Slav dillerinde "most"
"köprü" demektir.
"Yaşlı Bayan"
anlamında.
Bir anneye ya da bir hizmetçiye
seslendiğiniz gibi.
İnsanlar Yaşlı Bayan'da
buluşurdu ve içlerinden en cesuru köprüden dünyadaki en yeşil sulara atladı.
Neretva'ya gelen basit bir
turist olayı değil bu.
Geçmişi restore etmeli ve
geleceği mümkün kılmalıyız.
Acıyı suçlulukla birleştirmek.
"ARAMIZDA" İki yüz ve
bir gerçek: köprü.
Bu zor görünüyor.
Eğer yüz
"öldürmeyeceksin" diyorsa taşlardan bir yüz nasıl inşa edebilirsin?
Ben ve diğeri arasındaki ilişki
simetrik değil.
İlk başta, diğerinin bana olan ilişkisi
umurumda değil.
Onların problemi.
Bana göre, ilk önce onlara
sorumluyum.
Bu durumda, bir Müslüman ve bir
Hırvat'a.
"Her şey ve herkes için hepimiz
suçluyuz ve ben diğerlerinden daha suçluyum".
Bunu kimin söylediğini unuttum.
Taşlar Haziran 1997 ve Ağustos 1999'da
yerlerine oturtuldu.
Her bir levha tüm ayrıntılarıyla
katman katman tanımlandı: Sudaki konumu, yapı içindeki konumu ve kancaların
tamir edildiği her bir yüzeyin tasviri.
Sanki dilin kökenini keşfediyor
gibiydik.
Sümerlerde dil gelişmeden önce, "geçmiş"
hakkında konuşmak için "sonra" kelimesini "gelecek"
hakkında konuşmak içinse "önce" kelimesini kullandığımızı biliyor
muydun?
Hayır, bunu bilmiyordum.
Bunu bilmiyordum.
Köprüyü göreceğim.
Yarım saat içinde dönerim, tamam
mı?
Tamam.
Sorun yok.
Sanki uzaktan gelen bir hayal
gibi.
Yan yana iki kadın var.
Onlardan biri benim.
Diğerini ise hiç görmedim ama
kendimi tanıyabilirim.
Ama bunun hiçbirini
hatırlayamıyorum.
Buradan uzakta ya da daha sonra olmuş
olmalı.
Hepsi saçma.
Sefaletimizin durumu ortada.
Sefaletimizin durumu ortada.
Toprak dikenli tellerle
çevrilmiş, gökyüzü kızıl patlamalarla parlıyor.
Bu harabenin kültür fikrini
korumadığı için ondan kurtulmak için cesarete ihtiyacımız var.
Çok azla idare etmeliyiz.
Ev yanıyorken, mobilyaları düşünmek
saçmadır.
Eğer yakalamaya değer bir şans varsa,
o da mağlup olanlarınkidir.
Şu anda Rusça konuşacak havada
değilim.
"GECE YARISI" Rus
diline güvenmiyorum.
Aslında üzüldüğüm tek şey Rusların
sahip olduğu güçlü kötülük fikri onları bir şuurdan alıkoyuyor ve bu da
Rusça'nın sözdizimi yüzünden.
Dinlenme ihtimaline karşı bir tedbir.
Etrafta hala alıcılar var.
Biri ne söylediğimi anlarsa o
zaman kendimi yanlış ifade etmiş olurum.
"Ne var ki düşme hissine
kapılmadı.
Tam tersine, sanki yer son hızda
ona yükseliyor gibi geldi".
İntihar, üzerinde düşünmeye değer
tek felsefik sorundur.
- Bunu bir Yahudi mi yoksa bir
Fransız olarak mı söylüyorsunuz?
- Bundan henüz emin değilim.
Beni iki şey rahatlatıyor: Biri
önemsiz, diğeri daha önemli.
Ama önemsiz olan aynı zamanda
çok önemli.
Önemsiz olan ne?
Acı çekme.
Acı çekme mi?
O kadar önemli olabilir mi?
Can çektirmeden öldürmek mümkün
mü?
Ya ikinci neden, asıl neden?
Öbür dünya.
Öbür dünya.
Öbür dünya.
- Ceza mı demek istiyorsun?
- Bunun önemi yok.
Öbür dünya, sadece öbür dünya.
Öbür dünyayı düşünmeyen birinin olduğunu
mu düşünüyorsun?
Herkes sadece kendisini
yargılayabilir.
Özgürlük ancak yaşayan ve ölen farksız
olduğunda bir bütün olacak.
- Amaç bu.
- İlginç bir amaç.
- Belki hiç kimse yaşamak
istemeyecek.
- Hiç kimse.
Sanki Tanrı yokmuş, hiç kimse
yokmuş gibi herkes hareket edebilir ama hiç kimse denemedi.
Tam tersine, milyonlarcası öldürüldü
ya da kendilerini öldürdü.
Evet, ama her zaman başka nedenlerden
dolayı, her zaman terörü - terörle öldüremezsin.
- Çocukları sever misin?
- Evet.
- Bu yüzden yaşamı seviyorsun.
- Elbette seviyorum.
Neden?
- Ama kendini öldüreceğini
söylüyorsun.
Ne alakası var?
Yaşam bir şey, ölüm başka bir
şeydir.
Yaşam vardır, ölüm yoktur.
Sözlerini ezbere bildiğini
görüyorum.
İbranice'de de mi?
Biz turist değiliz.
- Akhim bu konuda ne düşünüyor?
- Akhim yardım edecek.
- Kudüs'e kadar sana eşlik
etmeyecek mi?
- Hayır, o kalacak.
Aynı görüşte değil.
Ama bana yardım edecek.
Çarşamba günü Paris'e geri
döneceğim.
Görüşmeler sona erdi.
- İyi şanslar Olga.
- Evet Ramos amca.
- Beni ne zaman istersen ara.
- Elbette.
Evet, olası tanımı bu.
Kendimizi özgür bırakamıyoruz.
- İyi akşamlar.
- Efendim, bir film çektik.
Size de bir kopya verebilirim.
Hangi otelde kalıyorsunuz?
Onu Rusmir'e ver.
O bana Cumartesi'ye kadar verir.
Hoşça kalın.
Şampanya!
Evet, diyordum ki kendimizi
özgür bırakamıyoruz.
Ve buna da demokrasi diyoruz.
Claude Lefort'a, Modern demokrasiler
politikayı belirgin kişisel bir faaliyet haline getirdiler.
Modern demokrasiler kendilerini totalitarizme
yaklaştırıyor.
Evet, ben de aynı şeyi söylerdim.
Tanıklarının başlarının
uçurulduğu hikayelere inanıyorum sadece.
Kurban ya da suçlu, başka bir
seçenek yok.
Bir suçlu olarak, yargılanmaktan
kurtulmak bize zulmeden bir canavarı, daha azılı bir suçluyu suçlamak her zaman
mümkündür.
Hayat ucunda mutlak yenilgi olan
bir varoluş mücadelesidir.
Biraz olumsuz düşünmeden
kurbanlar için nefreti ve tiksinmeyi önlemek neredeyse imkansızdır.
Çünkü bizden dolayı ya da bize
rağmen kötü durumlarını kabul ederler.
İşte bu yüzden kurbanların
sesine kulak veririz.
İşte bu yüzden herkes kendini
kurban olarak ifade etmeye teşvik edilir.
Rezaletini göstermeye hazır
olanlarla halk gösterisinin baskın konumları için ahlaki rahatlığın bir işaretini
oluşturanlar arasında bugün dünya ikiye bölünmüştür.
Problemi çözecek anahtarı
konuşuyoruz ama anahtarı sokacak deliği unutuyoruz.
Önümüzde gördüğümüz düşünmeden
yazılan bir hikaye, sanki isteksiz bir iradeden miras kalmış gibi.
Kuşkusuz her zamankinden daha çok
yoklukla yüzleşiyoruz.
Amsterdam yolcularının dikkatine.
Pasaport ve gümrük işlemleri
için yolcularımızın dikkatine.
Bay Godard.
- Merhaba.
- Hoşça kal demeye geldim.
Hoşça kalın ve teşekkür ederim.
Size de.
Görüşmek üzere.
- Size verecek bir şeyim var.
- Olga'nın adına.
Dijital kamerayla çektiği bir
film.
Çok nazikmiş.
Benim için ona teşekkür et.
- Teşekkür ederim.
Görüşürüz Timka.
- Görüşürüz efendim.
Alo?
Evet?
- Alo.
Evet?
- Ben Garcia.
Paris'ten arıyorum.
- Ramos Garcia.
- Evet?
Sizi hatırlamıyorum.
- Saray Bosna'dan.
Çevirmen.
- Ah, evet, evet.
- Paris'teyim.
Haberleri gördünüz mü?
- Hayır.
- Kudüs'te silahlı bir soygun
oldu.
- Öyle mi?
Evet, bir sinema salonunda.
Rus asıllı bir Yahudi Fransız.
Kendi ile birlikte her şeyi
uçurmak istemiş.
- Olga bu.
Bundan eminim.
- Olga?
Onu bir gece gördün.
Sana bir DVD vermeye çalıştı.
Bu o!
- Ah evet!
- Oydu, Olga'ydı.
- Nasıl emin olabilirsin?
- Emin değilim.
Patlamadan önce çıkmak için herkese
beş dakika verdi.
Onunla savaş için değil barış
için ölmek isteyen herhangi bir İsrailli olursa mutluluk duyacağını söylemiş.
- Peki sonra ne oldu?
- Herkes çıktı ve o yalnız kaldı.
Omzunda kırmızı bir sırt çantası
vardı.
İçine elini atamadan polisler
onu öldürdü.
Ama içinde sadece kitap vardı.
3.
KRALLIK CENNET Yan yana iki kadın.
Onlardan biri benim.
Diğerini ise, hiç görmedim ama
kendimi tanıyabilirim.
Sanki uzaktan görülen bir hayal
gibi.
- Günaydın.
- Günaydın.
- Yakala!
- Burada, hadi!
- İşte bu!
- Git, git!
"GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN
CADDE" Güzel, açık bir gündü.
Çok uzağı görebilirsiniz, ama Olga'nın
çıktığı yeri göremezsiniz.
Çeviri: neco_z@hotmail.
com||
Nouvelle Vague (1990, Jean-Luc Godard)
5040||5130558|| Ama bunun bir hikaye olmasını isterdim Hala da
istiyorum.
Dışarıda hafızayı dağıtmayacak bir
şey.
Yüzeyi zaman zaman dalgalanarak
kırılan dünyadan o yumuşak bir gıcırtıyı zar zor duyuyorum.
Arkamdaki yasını tutan yalnız
kavağın gölgesinden memnunum.
Bir lamba gibi aydınlık, çiçekli
bir kestane ağacını veya buğdayın koyu sarı ile açık yeşil sürgünler arasına
dağılmış pırıl pırıl bir kaç damlasını keşfetmek için zamanımız olmadı.
Bang, öldün!
Hanımefendi gidiyor.
Uzun zamandır yağmur yağmadı.
Bu yaz sıcağında belki de kıtlık
olgunlaşıyor.
Hanımefendi gidiyor, aptal.
Dünkü parlak gökyüzü bile kırılganlık
hissetmemizi sağladı Hayır, Laurent, Mercedes olmaz.
Yalnız kalmak istiyorum.
Orası New York; Bay Dorfman.
Bak ne diyeceğim?
Yarın gelirsen, yorgun olacaksın.
Yarın, ertesi gün Dünkü
Financial Times'ı ister misin?
Jules, acele et.
Ne salak!
Seni seviyor; işe yarar.
Yaralısın.
İyice gerçekleştirilmiş bir
ölüme kim değer biçer?
Parası olan zenginler bile, artık
rahatsız.
Kendi ölümüne devam etmek
isteyen çok nadir.
Acı mı çekiyorsun?
Senin olmayan bir şeyi
verebilmek ne güzel.
Boş ellerin mucizesi.
Hep aynı hikaye; yine bize
gelecek sunuyor.
Boşver, cevap Ütopik.
Etrafına bak.
Kim, sana soruyorum, hayatı kim
seviyor?
Bir zamanlar kitleler nedenini
bilmeden mutlu oldu.
Artık mutluluk günlük olarak tanımlanıyor
ve insanlar mutsuzlar.
Hala sınıf bilinciyle yaşıyorlar
ancak artık kira ödemiyorlar.
Devletin derin ahlaksızlığı gerçeğe
izin ve cesaret vermemesinden kaynaklanıyor ama zaman zaman insanlığın doğuştan
gelen çok genel özelliklerini açığa çıkarmak için işçileri zorluyor: İlgisizlik,
güvensizlik gücün kibiri, ceza almadan, aslında ödül beklentisiyle, intikam
arzusu.
- Nerede o?
- Telefonda.
Kadınlar aşkı sever; erkekler
yalnızlığı.
Bir kadın, bir erkeği mahvetmek için
fazla bir şey yapamaz.
Erkek kendi trajedisini içinde
taşır.
Kadın onu tahrik edebilir, sinirlendirebilir.
Kadın erkeği öldürebilir hepsi
bu.
Kontes Torlato-Favrini Beş
dakika daha.
Bilimsel Araştırmalardan Sorumlu
Devlet Bakanı.
Schpuntz, ona projeni göster.
Haydi, ne yapıyorsun?
Merhameti canlandırıyorum.
Soyut aşk diye bir şey yok.
- Su dolaşır ve buharlaşır -
"Kadın türü" - belleğinde kalır.
- Bu çok anlamsız.
- Hareket belirlendi - Aşk
değil, her türlü yaratmayı - sağlayan sadece sevgi.
- Zorunlu sevgi.
Saçmalık.
Her türlü mü?
Roma'daki ABD Büyükelçiliği için
genç bir ataşe olan .
.
bir Torlato Favrini tanırdım.
O benim babamdı.
Büyükelçiyle yakın dosttu.
Joseph Mankiewicz ne adamdı.
Başkaları gibi boy göstermezdi, sadece
işini yapardı.
Bu yüzden Torlato Favrini Endüstrisi
sensin.
İşin gizemi bu.
Hepsi benim.
Japonlar mı?
Kopya olmaması mümkün.
Bir tek biz varız.
Anlamsız klişelerimiz ödeme
olarak teklif edildi.
- Ödeme karşılığı.
- Hayır, Della, ödeme olarak.
Borç fikrini yerleştirmeliyiz.
Değil mi, Schpuntz?
Bütçedeki dostlarımız buna
bayılacak.
- Schpuntz, projeni açıkla.
- Özür dilerim, adını unuttum.
Filament Odaklı Kıvılcım Süreci Demek
bana güvenmiyorsun ama aşıksın.
Aşk ölmez.
İnsanlar ölür.
Yeterince iyi değilsek çeker
gider.
Başkalarının hayatlarından geri
çekilemeyiz ve yine de kendimiz kalırız.
Sana engel olmuyorum.
Nasıl delik açılacağını biliyor
musun?
Elena!
Sayın Bakan, asıl meseleye
geldik.
Bu, her deliğin içinde.
Kendime söylüyorum ama birine, herhangi
birine de söyleyebilirdim.
Aşk ölür diyorlar bu doğru değil.
Aşk ölmez, sizi terk eder.
Çeker gider.
İşte orada.
Bu, yalnız ve dünyaya ve
Tanrı'ya isyan eden iki lanetli ruhun, insanı cezbeden, vazgeçilmez ateşli bir
fikri değildir.
Ne, o zaman?
Kadının parçası hiç kimseyi, hiçbir
şeyi sevmez.
Dördüncü kez.
Sabit tut!
Disiplin, Cecile.
Biz yoksuluz, bunu unutma Beşinci
kez.
Zenginler - o kadar farklı mı?
- Evet, daha çok paraları var.
Yaz bu yıl erken geldi ve biraz
dengesiz oldu.
Çayırlar, beyaz leylaklar, kiraz
ağaçları, elma ağaçları pembe beneklerini kaybeden kısa ömürlü zambaklar,
akdiken, her şey bir anda çiçek açtı, bu yüzden parlak ve ağırbaşlı akdiken yoğun
buketiyle bir koruyu sarıyor.
Onunla konuşurum.
Bir erkek bir kadın için yeterli
veya çok fazla değil.
Peki, Bay Duborgel?
İnsan hala sefalet ve sıkıntının
içine doğuyor.
Aksiliklere karşı biraz daha alışmak
için aldatmaya neden alışmadı?
Bu refah, sanki boşluğunu
doldurmak zorundaymış gibi üstesinden gelemeyeceği bir şey.
Ne yapacağım?
Doğaya hayran ol!
Bir kalbin bize ödünç mü verildiğini
yoksa kurban mı olduğunu çok geç farkederiz.
Orada her şey yolunda.
Elena kendi gözlerinde fethedilmek
istiyor.
Doğasının yıkıcı olduğunu uzun
zaman önce fark etti.
Ama kimse onu fethedemedi.
Hiçbir erkek bunun için eşit
değil, en zararsızı benim.
Ve bir şey daha seks sadece bir
aksesuardır.
Kitabıma ihtiyacım var.
Üzgünüm, Duborgel kızına ödünç verdim.
Kitabını alırım.
Fransızca konuş.
Ne "olmalı"?
Mutluluk anlamına gelir.
Burada daha iyi durumdasın.
Sen de.
Yvonne!
Hanımefendinin ailesi.
Evet, kontes?
Bu da ne demek?
Her şey olacağına varır kimse
bana söylemedi.
Üç viski.
- Size, Bayan Müller?
- Bir bardak süt.
Geliyor mu, Raoul?
Bu sıkıcı müzik sinirlerimi
bozuyor.
Ne yapacağım?
Mimariye hayran ol.
- Onu bana verdin - O benim
değil, Cecile.
İŞLERİN DOĞASI ÜZERİNE Kadınların
yaradılışı yuva kurmaya yatkındır.
Bu güven sevdalı bir sırrın
içinde.
ŞEYLER, KELİMELER DEĞİL Bu
huzurlu güven sevdalı bir sırrın içinde.
Hiçbir şey yapmamanın ekonomi
veya endüstriyle uzaktan bir ilgisi yok.
Bu sakin, kişisel mutluluk içindeki
sarsılmaz inanç, kendilerini savurmaları nedeniyle haklı olarak bilinmeyen
diyarlara ve hiçbir kıyıdan görülemeyen boş uzaya yayılmış.
Ben günaha inanmıyorum.
Şey erkek delisi gibi bakmadan onları
uyandırmak içindir.
Gidebilirsin, Cecile.
Yüksek dramada yoldan çıkmış embesillerden
bir şeyler öğreniyoruz.
Embesiller, herkesin açabileceği
kapılar gibidir.
Ama kapılar gibi Genellikle
kapatmayı unuttuğumuz kapılar gibi.
Müzik, Roger.
Tıraş olması gereken bir adamı öpemezsin.
Elimi neden öpüyorsun?
Ben sadece bir orospu çocuğuyum.
Aşkım, aşkım doğmuş olduğum için
önemli değil.
Artık olmadığım yerde görünür
hale geliyorsun.
Baskervillerin Tazısı.
Hayır, Endülüs Köpeği.
Bütün gün senin için çalışacağım.
Geceleyin, hatalarım için bana tek
tek sitem edeceksin.
Aşk yeminleri temel ilkelerimiz arasında
Biz tanışmadan önce de zaten birbirimize sadıktık.
Mutluluğun bu başlangıcını zorla
alarak onu ilk yok eden biz olabiliriz.
Biz tanışmadan önce de zaten
birbirimize sadıktık.
Kabul ettiğin için teşekkür
ederim.
Seçtiğin varlık veda etmez.
Daha fazla bir şey söyleme.
Daha fazla bir şey söyleme.
Var mısın?
Gerçekten var mısın?
Kabul ettiğin için teşekkür
ederim.
Böyle.
Hafifçe.
Bildiğimiz toplumu geçersiz
kabul edebiliriz.
Gelecek çağlar bunu sadece
tarihin büyüleyici bir anı olarak hatırlayacak.
Diyecekler ki Neufchatel
Echo'danım Peki ya eleştirmenler, Bayan Parker?
Jules Renard'ı oku, canım.
Bir eleştirmen, kendi alayına ateş
eden bir askerdir.
Veya düşmana kaçan.
- Düşman kim, Bayan Parker?
- Dorothy mi?
Gözlemlemek, yansıtmak ve yazmak
için binlerce yıl ve gösteri sırasında sandviç veya elma yer gibi onları elimizden
kaçırdık.
Mümkündür.
Yorum yok.
Torlato-Favrini'nin büyük
hissedarlarından birisiniz.
O zevk bana ait, bayan.
Warner'ı devralmaya ne dersiniz?
Yüzde üçle, düşünebilirsiniz ama
söylemeyin.
Gazetelerde yoktu.
Bu işi Elena veya Raoul yaptı.
Asla okumam.
Siz kitaplarınızı yazın.
Eğer yapsaydım, boşver; hepsi
geriye giderdi.
Bırakalım insanlar kitaplarda
bir şeyler başarsın: Hakkımızda okuyun.
Parkerlar, Favriniler,
Dorfmanlar erkek ve dişi.
Ama yaraksız ve amsız.
Keşfediyor Ona ben de öyle dedim.
Aşığın ölümcül hatası; varlık
için yetersizlik.
Bunu o istedi.
Melankoliyi terk eden.
Toplum bunun farkında.
Bu yüzden her şeyden önce aşkı
yüceltiyor.
Bu, verimlilik için bir anahtar.
Seninle konuşmam gerek.
Ben de.
İyi misin, Joe?
İyi olmayan sensin.
"İyi olmayan.
" Dilbilgisini ne zaman öğrenecek?
Bırak tutku bizi korkutsun Fransızca
sözdizimi bozulmaz.
Antoine Rivarol.
Neden seninle gitmiyor, Dorothy?
Nil Nehri üzerinde bir tekne: Hızlı
nabız için ideal.
Gerçekten konuşmamız gerek.
Mısır 4000 yıldır bizi
dolandırdı.
Konteste anlaşma taslağı var mı?
- Bay Dorfman'a sorarım.
- Kontrol et, Bayan Delarue.
Yarın bir tebliğ göndereceğiz.
Artık Dorothy Jaguar'ında ticaret
yapabilir.
Yüzde 3'le diyebilir miyiz?
Doğru.
İngiltere Kraliçesiyle alakası
olmayan 5 milyar doların yüzde 3'ü.
Zehri sindirmiş gibi bluzunu
hafifçe sallar.
Adamınla yalnız olduğunu
düşündüğünde etrafındaki kalabalık inanılmaz.
İnsanlar sizden şüphelenmez: Eski
sevgililerin.
Bıçaklar sağa!
Başkalar ondan şüphelenmez: Müstakbel
sevgililerin.
Ekmek sola!
- Biz yoksuluz!
- Bir daha asla kalbimi acıtması
için Unutma!
Görgü!
bir erkeğe vermeyeceğim.
Bin bir türlü kadın olacağım.
Bir hayvanın bir çocuğa işkencesini
alıntı yapıyorum diye neden Dostoyevsky aklıma takıldı?
Evet, ama neden her şeyden önce,
neden her zaman.
- Hep yalnızdın ve - Neden hep
neden?
bunu hiç bilmedin.
Borsa sihirbazları.
Merhaba, arkadaşım.
Biliyorsun Aristotle - arkadaşlarım,
arkadaşlar yok.
- Raoul, geliyor musun?
Offenbach'ın en iyi eseri nedir?
Gerolstein Grand Düşesi.
Ben, General Boom Boom!
Hayır, daha küçük.
Olamayacak bir şeyi istememe izin
verse tuhaf şey, arzu, demeliyim.
Bize hareket lazım!
Ne tür bir hareket?
Her tür.
Kelimelere yönelik yüksek bir
kötümserlik eylemi var.
- Kardeşin nerede?
- Yemek yiyor.
Bu gece yiyecek!
Şimdiye kadar konuşmaktan başka
bir şey yapmadık.
Evet ama yine de üzerinde bir
daha düşünelim.
Bir fikrin var mı?
Hiçbir şey suç daha soyut
değildir.
Nixon maddesini gördün mü?
Çin'i bozma.
Terry Lennox'u ilk gördüğümde bir
Rolls Royce'ta zil zurna sarhoştu Benim için, bir romanı bu şekilde başlar "Terry
Lennox'u ilk gördüğümde " Kapitalist "dinamik"ten bahset.
Sadece Balzac'ın kötü yazmasına
izin verildi.
O, "Dinamit" olmalı.
Ona Denis de Rougemont okudum.
"Aşk, sadece amacında gizli
olana konuşur."
Batı Dünyası'nda Aşk.
Kadınlar aşkı sever; erkekler
yalnızlığı.
O zaman onları neden birlikte atıyoruz?
Anlaşma ne?
Yalnızlık ve aşkın bir başka
talanı.
Senin kaderin olduğuma, her
zaman yaptığın gibi sen karar ver.
"Hepsi yüzünde" yüz
aptallar içindir.
Yarın.
Bir erkek olsaydım, nereden ve
neden geldiğimi hiç sorar mıydın?
Bu gece, Elena!
Çok sorumsuzsun!
Sessizliğimi anlamıyorsun.
Konuş, konuş Başkalarının var
olduğunu nasıl anlayabilirsin?
Var olan başkaları.
Düşünen, acı çeken yaşayan.
Sadece kendini düşünüyorsun.
Aşkın bir icat olduğunu
sanıyordum.
Sen değiştiğinde Mükemmellik
için bir tat.
biz yaşayacağız.
Hala onun gibi bir kadını
alıyor, Bir insan neden değişmek ister ki?
kendisi olmak için ücretsiz
izinli.
Eğer değişirsem, artık olduğum
kişi olmam.
Ve ben bu değilsem Hep
erkeklerin derlemelerinden söz ettiğimiz için son görüşümüz yanlış olabilir acaba
yabancı veya hasta olduğu için mi Kim konuşuyor?
asla onun etrafında
toplanmadılar?
Olabilir.
Biz doğmadan önce olanları hatırlamaya
çalıştığımız için olabilir mi?
Sanırım.
Şöyle söylüyor olabilirdik: "Kadınlar",
"çocuklar", "oğlanlar" bu sözlerin artık sadece sonsuz çoğulluğunun
bir tekillik olduğunun farkında mıyız?
Olabilir!
Nadiren biz kendi bilincini
oluşturmak; var olmayı kendimize bırakalım.
Ve bu iki fiilin bağlantısı çok
müstehcen.
Sorun ne, Bay Whoozis-face?
Ne yaptığına bak!
Bağışlayın onu.
Adı ne onun?
Whoozis-fart.
Dikkat et, Tanrı Aşkına.
- Özür dile!
- İnsanlar vicdansız.
Vicdanları siktir et.
Schiller'i bilirsin tabii.
Uzun bir sessizlik.
Friedrich Schiller'i kimse
bilmez mi?
Ben biliyorum.
"İnancın vicdanları.
" Dostlar, size hizmet etmek ne büyük bir onur.
Ama yaptığım şey dürüstlüğün tercihi
gereğidir.
Bu nedenle kredi çekmedim ve çok
sıkıntılı değilim.
Bunu nasıl telafi edebilirim?
Size hizmet etmek görevim olduğu
için sizden nefret etmeyi ve kalbimdeki nefreti öğrenmeliyim.
Diyecekler ki Diyecekler.
; "Cazibelerini korumak için hazineleri " en üst seviyede
korunan, alınacak " zengin ve fakir kalelerin olduğu bir zaman vardı.
"Şans işin içindeydi.
" Oradalar.
Ismarlamış, şükürler olsun.
Ama nişanlanmış bir kıza böyle
sevgili olmak küstahlık.
Neredeler?
Birlikte olmadıklarını
biliyorsun.
Tahiti.
Hayır, Dorothy Mısır'da; bir
faks aldım.
Bir kadın bir erkeği mahvetmek için
bir çok şey yapamaz.
Erkek trajedisini içinde taşır.
Kadın onu kışkırtabilir sinirlendirebilir
öldürebilir.
Hepsi bu.
Londra'da insanların sanata
bakmak için günlerce yağmur altında beklediklerini gördüm.
Biliyorum.
Özellikle de yoksullar.
Yanlış.
Zengin insanlar da vardı.
Bu kadar basit bir resim için o
kadar para harcamak niye?
Sana söyleyemem.
Bir kereliğine bir şey söylemiş olsaydın
iyi olurdu.
- Evet, ama ne olduğunu hiç bilmiyorum.
- Doğaçlama!
Çalış birazcık.
Zamanı geldi.
Bu İsveçli mi?
- Maserati hazır mı?
- Henüz değil, hanımefendi.
Ölü bir arı tarafından hiç
sokuldun mu?
Ne demek istiyor?
Helene - Aşkı unut, matematik
çalış.
- Aşk aşktan daha fazlasıdır.
Ölü bir arı tarafından hiç
sokuldun mu?
Yeter, Laurent; sana hiçbir şey
için para ödemiyoruz.
Tuhaf.
İşçi olmak istemiyorlar yine de
tüm avantajlarını istiyorlar.
Ceket güzel.
Pantolon güzel.
- Gömlek?
- Geçecek.
Ceket ve pantolon geçmez.
Hatırlayacağım Hatırlayacağım.
Hafıza sınırdışı
edilemeyeceğimiz tek cennettir.
Bu her zaman doğru değil.
O zaman hafıza tüm
masumluğumuzla mahkum edildiğimiz tek cehennemdir.
İlk kez son kez bir şeyler
söylemek için bir şansım var.
Hiç pişman oldun mu?
İtalyanca söyleyeyim, yanlış
anlaman için değil.
Pişmanlık nadiren gerçekleşmesi
dışında alakasız değeri için çok yüksek bir bedel ödemek zorunda kaldığımız bir
şeydir.
Alakasız.
Sen de.
Bu bana 8 ay içinde söylediğin ikinci
ciddi şey.
Annem derdi ki "yardım
etmek istediğim tek mutluluk.
" Hepsi de şimdi yazın bereketine karşı yeşilin ve sonbaharın asil
alevinin ve kışın yıkımının ve bahar çiçeklerinden önce yeniden tüm pisliğin silüetini
yaptılar.
Başka bir ifade, lütfen.
Bu da adama kızın tüm gördüklerini
Kirli artık, zaman ve hava tarafından karartılmış ve hala sakin, - yansıttığını
hatırlattı.
- gizemli, gözleri boş boş bakan
yekpare kütleleriyle diriyi ölüden koruyan ama ölüyü diriye tercih eden nöbetçiler
gibi değiller.
Acı ve kederden savunmasız ve zararsız
toz haline gelmiş içi boş kemiğin yerine insanoğlunun zalimliğini koruyorlar.
Devam edeceğim.
Mutluluğunu hissetti kazara
tereddüt etseydi pekala da huzursuz yaz tarafından yakılmış yapraklar gibi hızla
kaybolabilirdi.
Bir şey söylememe gerek yok, sonuçta
ona yardım ediyorum.
Ayrıca itiraf etti.
Bazen şirketi istiyor, bazen
istemiyor.
Bazen istemiyor.
Bu çok saçma!
Eğer dolar düşerse bilmelisin.
Bu en temel şey!
Senin pis paran.
Alay etme; senin de olabilir.
Sevdiğin kadın başka kadınlardan
ve bazen aşktan seni mahrum bırakır.
Göl genellikle olduğu yerde
değildi.
Ve ağaçların arasından göz
kırptıklarında aynı değildi.
Nerede olduğumuzu, nereye
gittiğimizi, bize anlatacak küçük bir sözcük servet değerinde olacaktır.
Nerede o?
Her yere baktım.
Hiçbir fikrim yok, hanımefendi.
Bunu bir düşün.
Bunu bir düşün.
OYUN BİTTİ Sevgiyle yeni yolcu
için dostlarını vedaya davet ettiklerinde denizcilere dönüp kalplerinin
karışmasına artık zaman yakın Nereye kaçıyorsun ve ne yapacaksın?
Ne yazık ki kendimi kaybettiğim karışıklıktan
dönmek için haybeye çabalıyorum.
Yaşamaya devam etmek için ne
sıklıkla öleceğim?
Suçu veya kim tarafından ihanete
uğradığını biliyor musun?
Merhaba, Bay Lennox.
Roger, hadi.
Hoşçakal.
Bizi bekleme, karşıya geçiyoruz.
De Sicalarla kalacağız.
Bu görüntüler ne?
- Hiç ölü bir arı tarafından sokuldun
mu?
- Bilmiyorum!
O biliyordu.
Sinemaya gidebilir miyim?
Hadi.
Yüzme bilmiyorum.
Çok güzel.
Yüzme bilmiyorum, bunu
biliyorsun.
Gel!
Hadi, beni kızdırıyorsun.
Yüzme bilmiyorum!
Şimdi defol.
İşe yaramaz Fransız.
Doğru.
Hadi eve gidelim.
- İstiyorsan.
- Bana elini ver.
Hayır, bir kereliğine.
Bırak koca kıçını kendi
kaldırsın.
Bana elini ver.
Üşüdüm bana elini ver.
Helene!
Cecile, renklerin parlak olduğu sırada,
büyük düşünce şekilleriyle sınırlı, bazen özgür bazen mahkum bu görüntüler ne?
Uzay.
Rüzgar feryat etsin, senin
kokulu havanın nazik parfümünü dalgaların içine çekişini hepimiz duyalım,
görelim, hissedelim hepsi, her yerde desinler ki onlar aşık olmuşlar.
Işık azalıyor.
- Karanlık yükseliyor.
- Hayır, karanlık çöker.
Önemi yok.
Gecenin günahlarından kurtulmak için
akşama kadar iş var.
Kurtul bunlardan.
Bilen yok.
Hayat yolculuğunun yarısında, doğru
yolu kaybettiğim yerde karanlık bir ormanda buldum kendimi.
Bu vahşi ve sert ormanı
düşününce korkumu yenilediğini söylemek ne kadar zor.
Getirdiği acı ölümden çok daha
az.
Mevsim hala kış.
Ama alacakaranlıkta ve sis sayesinde
soluk ışıkları parlayan gri bir bulut ateşte belirmiş.
Işığın bu özelliği, bu çekingen
belirtisi, bize martın yağmurunu ve yalancılığını unutturacak.
Ama iyi anlatabilmek için algıladığımı
söyleyeceğim başka şeyleri orada buldum.
2 değişkeni bir araya getirerek E
içinde cebirsel bir yapı ayarlıyoruz: X ve y E'nin üçte birine karşılık gelen: Fonksiyon
xy.
BAŞKA BİR BEN Kontes nerede?
Neler oluyor?
Mavi odayı al, avukat.
Ne "avukatı"?
Londra, New York, Cenevre'yi bir
gecede yaşadım.
Umarım küvet tamir edilmiştir.
Dolar nerede?
Sen bir şey biliyor musun, Joe?
Raoul da bir şey bilmiyor.
Çok ileri gidiyor.
Erkekler gizemi oluşturur kadınlar
anahtarı bulur.
Bu da ne demek oluyor?
Ben yaptım, sevgilim.
Peki ya ben?
Ben ne yapacağım?
Suyu kontrol et.
Topla şunu, Cecile.
Tamam, konuş.
Bay Roger tekrar hayata döndü.
Wiseasses'e ders olsun.
Hık demiş burnundan düşmüş bir
adam zili çaldı.
Kardeşi olduğunu söylüyor.
Annem bunu kabul eder, ben etmem.
Hanımefendiyle mi konuştu?
Bütün gece bağırdılar.
Ertesi gün durumunun iyi olduğunu
söyledi.
Defol.
- Dolar ne kadar eder?
- Defol!
Su çok soğuk.
Şimdi ne olacak?
Kötü olmak için ödediğin gibi iyi
olmak için de bir bedel ödersin.
Yemin ederim, anlatacağını
söyledi.
Kadının şirketlerinden birinin peşinde.
Ne oldu söyle?
Avukat halletti.
"Suça övgü.
" Lütfen, Dorothy.
Bu, Karl Marx.
Güzel gidiyor.
Cinayet ve gizli anlaşma.
İstemsiz, hatta öyle bile değil.
Bende ölüm belgesi var.
Tamam, ama yeni bir şey yok mu?
Ama ben ne yapacağım?
Mobilyaya hayranım.
Ne kadar zamandır buradaydı?
İki gün.
Ne yapabilirdim?
Gittin.
Godfroi yok, Della yok Ne
yapacağımı bilmiyorum.
Benimle gel.
Ben hallederim.
Joe ve ben kendi yüzde 3'ümüzü hallederiz.
Biz kalmıyoruz.
Diğer palyaçodan daha kötü
olamaz.
Her palyaçonun bir kopyası
vardır.
Görürüz.
Olmak ve zaman çok farklıdır.
Olmak ve zaman sınırını
geçtiğinde ışık sonsuza kadar parlar.
Birinin iki farklı yaşam
sürdüğünü söyleriz Bay Lennox.
Richard Lennox.
İki yaşam sürdürüyor görünerek genellikle
tastamam kendi tek bir yaşamını sürdürmüş olmaz mı?
Doğru.
Ama başkalarını çift olarak
gören tam bir yaşam sürmek için kaç tane yarım yaşam sürmeye cesaret eder?
Şirketlerimizden birinin başına
geçmek istediğinizi duydum?
Nasıl bir CEO rolü
düşünüyorsunuz?
Bir stratejist olarak yenilikçiymiş
gibi rüya görür.
Zor iş.
Bir düşüşü nasıl önlerdin?
Şimdiye kadar bertaraf ettik.
Ama kontrol dışı oluşan dengesizliklerle
başa çıkmak zor oluyor.
Merkez bankaları kukladır, yükselen
faiz oranları dolandırıcılığı sahneye koyuyor.
Bunların dışında insanlar ölür.
Geçmişteki, yaygın kredi ve borç
manipülasyonları her zaman büyük sorunlara yol açtı.
Bugün örnek olması için çok önce
bazı felaketler olmalı.
Antik dünyanın çöküşüne geri
dönüş.
Barış dediğimiz şey daha çok savaş
gibi görünüyor.
Düşük bir kadın özgür bir hale
geldiğinde Hayır, yapma, benimle olmaz!
hırsızlıktan ayırt etmek ve
belirlemek zordur.
Çok fazla şey bildiğin için bana
adım söyle.
Evet, kızın adı sadece şu.
Guggenheim, Lifchitz, Kramer, Jones
& Dorfman basın ataşesi şu an Portsmouth prensi ve Boulogne dükü Godfroi
ile birlikte.
Doğru!
Montreal'deki Born Delarue, "Güzel
Quebec'e geri döneceğim".
Erle Stanley Gardner'ın onuruna kendine
Della Street diyor .
Bir keresinde sana söylemiştim, kötü
olmanın olduğu gibi iyi olmak için de ödenmesi gereken bir bedel vardır.
- Hafıza sınırdışı
edilemediğimiz – İyi bedeli reddedemez - tek cennettir.
– kötü reddedebilir.
Onların şimdi veya sonra ödemesini
kimse beklemez.
İyi bunu yapamaz.
Belki de artık kötüden daha iyi
olmak için ödüyoruz.
Sadece anılar kan, bakış ve jeste
dönüşünce artık isimleri olmadığında, o zaman aralarında bizden
ayrılamayacakları nadir bir an olur Bitirmeyecek misin?
Sessizlik demişken artık
Warner's'ı satın aldık Biz satın aldık.
Doğru.
Stoktaki tüm bu filmlerle bir
görüntü belirlemek zorundayız.
Görüntü.
Ben bir şey söyleyeyim, sen bir
görüntü tasarla.
Kar yağıyor suyun üstüne.
Sessizlik sessizlik üstüne.
Kötü değil, Joe.
Jules Renard.
Bilge bir kadın dedi ki erkekler
bizimle nereye kadar olacaklarını her zaman bilir.
Ama nereye kadar olmayacaklarına
dair fikirleri yoktur.
Mühendislerimiz ne üzerinde
çalışıyor?
Son derece gelişmiş bir proje.
Mikroçiplerin hızını 10 binle çarpacak
atomaltı parçacıklarını bulmuş olabileceklerini düşünüyorlar?
Ona kim söyledi?
Business Week okuyor.
Dolar ne zaman yükselecek?
Avrupalılar Amerika'ya dua gönderdiğinde.
Ya düşüş?
Dizlerinin üstünde yardım
istemeye gittiklerinde.
Bir bahçe asla nesir gibi bitmez.
Her zaman dokunuşlara
ihtiyaçları vardır: Desenleri, renkleri kendi düzeltmelerini istiyormuşçasına.
Ama bunu ihmal edersen Bize Paul
Fabra hakkındaki görüşlerini ver Le Monde'un ekonomisti "kesişen çıkarlar
ağı"nı arıyor.
Aslında, ana sermaye bazı makine
ve buluşlar için alım teklifi yapar, ağlar o kadar sık örülmüştür ki, şirketlerden
ayrı olarak bahsedemezsin.
Sus!
Almanlar Mitsubishiler yapınca Daimler
Japonya'ya rakip olabilir mi?
Dünya bir an için isimsiz olsun.
Eşyalar kendini dinlesin.
Sessizlik içinde kendi zaman ve
kendi şekillerinde.
Ve gündelik yaşam nedir bu?
Tüm suçlarımızın ortalaması.
Benzetmeleri takip ederek, benzetmelere
dönüşürsün ve böylece günlük koşu bandını bedavaya titretirsin.
Başka bir benzetme, eminim.
Sen kazandın, Raoul.
Ne yazık ki, sadece bir
benzetmede.
Hayır, gerçek hayatta.
Benzetmeyle ifade ederek kaybediyor.
Seni bir deneyelim.
.
Middle East Air tekrar uçarken Beyrut'a
git.
Della işlemleri halleder.
Geliyor musun, Raoul?
Middle East Air'in ödülü yok.
Biliyor.
Ve o biliyor.
Onun ödülü ne?
Yüzde on.
Çalışmak ne kadar uzak.
Melekler için ne kadar uzak.
Dorothy'nin Lübnan'da
arkadaşları var.
Size adresler vereceğiz.
2 ay önce Cannes'da Suriye
ordusundan bir albayla tenis oynadım.
Her hizmetimde olduğunda, "Bombala,
Bay Lisbona, bombala!
" diye bağırırdı.
Buna onu çek seveceğini söyle.
Aşk yeminlerimizin arasında zorlamak
için asla bir söz olmadı.
Kuyruklu bir yalan daha muhteşem
bir şey olabilir.
Peki, Bob?
Patron, bana ne zaman adımla sesleneceksin?
Bay Pis Düzine Robert Aldrich, adını
ve maaşını yükseltemeyeceğimizi biliyorsun.
Bankacılıkta, önemli olan
dengedir.
Özür dilerim, patron.
İşte oradalar.
Görevimizden daha fazlasını veya
daha azını yapabiliriz ve bu başarısını etkiler.
Bu her zaman karşılaştığımız bir
sorun.
İsviçre kuyruk üzerine bir haç
yapıyor.
- Beyrut?
- Ne olmuş yani?
Mağazalarımız, otellerimiz,
bankamız.
Beyrut Stalingrad'dır, kredilerin
moloz içindedir.
İyi bir şirkette: Süveyş Bank, Chase
Manhattan, Lavoro.
Ya Bayan Delarue?
Umarım başına bir şey
gelmemiştir.
Sana konuşmanı emrediyorum, Bay
Lennox Bay Richard Lennox.
O kadar zengin değil, ama olacak.
Nerede o?
Della canım, merak ettim.
Bir alışveriş yaptık.
İmzaya bak.
Savaşın felaketleri için Bayan
Delarue?
Aşkın suçları.
Goya.
İranlılar anlaşmayı kabul etti
mi?
Tüm anlaşmalar kutsaldır.
K U T S A L.
Alacaklının borçluya olan ilgisi
dışında, inancın bu kanunu önemli değil.
Ekonomimiz, bağış takma adı ve bu
takma ad yoluyla siyaset ve batıl engelleri yıkar.
Isaiah ile ilgili bir yorum; Bayan
Parker'a sor.
Beyrut'ta bir mahzende Çıplak
Maya bulmak garip.
İslam bizim uygarlığımız gibi şüphe
üzerine kurulu değildir ama kesinlik üzerinedir.
Arap tarzı duygusallık olmadan
çıplaktır.
Çok kaygan, yayvan göğüsleri
unutmuşum.
Oldukça açık saçık, bana öyle
geliyor.
Şşşştt de ve unut gitsin.
Birine bakıyor.
Evet, gerçekten çok kaygan.
Kazançlı.
Toplum içinde bunu başarmış pazarda
başarılı .
.
yurt dşında kabul görmüş adam bir kadın üzerinde başarısızlığa uğrar.
Kadın gerçek bir kişiyi arzular.
Adam başkalarının ondan daha
azını istediğini anlar!
Merak etme; Mitsubishi sana ayçiçeğinden
fazlasını ödeyecek.
Ne ayçiçeği?
Değerli Della'm Sana bir bardak
"kirsch"e izin veriyorum.
Çok değerli, Della.
Bilirsin, Arapça'da "keersh",
"köpekbalığı" demektir.
Ne ayçiçeği?
Adam kadının ondan çok daha
azını istediğini anlar.
Arkadaşlarım ve ben %24'üne
sahibiz.
Arkadaşlar!
Arkadaşlar yok!
Adetimiz olduğu üzere ABD'de -
Aristotle, değil mi?
çabalarımızı arttırdık.
Bir ülkeye istismar değil, bir
pazar oluşturmak için giriyoruz.
Baştan sona Torlato
Favrini'desin!
Tüm haydutlar hırsızlar için diğerlerini
alır!
Raoul!
Tam 8:30'da, ofiste !
Kişisel bazda asla dostluk kuramayacağını
varsayıyorum.
– Esaret, ancak - Bir köpeğin
neden sahte acı çekemez?
– özgürlük, savaş, barış - Çok
dürüst.
Her geçit var olma niteliğini olduğu
gibi terketmesine - Neden bekliyorsun?
– haklı olarak kaza diyoruz.
Hanımefendinin hizmetinde misin?
Sizden hoşlanmıyorum, Bay Lennox.
Cesaretim yok.
Ne cesareti?
Çorbanı iç!
Olumlu bize verildi.
Olumsuz yapmak bize kalıyor.
Hanımefendi bana ihtiyacınız yok
mu?
İyi geceler, Bay Lennox.
Hiçbir yerde adalet yok.
Aşk tarafından çözülmeyen şey sonsuza
kadar belirsizlikte kalır.
BAŞLANGIÇTAN BERİ Ne dersem sadece
beni diriltecek olan kelimeler içimde.
Tüm bu çimen, benim içimde mi?
Ben olmadığımda, bu çimen mi?
Eğer bir tanımı yoksa; o zaman
çime ne ad verilir?
SADIK HİZMETKARINIZ Yakında bazı
sosyal kuralları; gelenekler, ilkeler, örfler ortadan kalkacak.
Bildiğimiz toplumu geçersiz
kabul edebiliriz.
Gelecek çağlar bunu sadece
tarihin büyüleyici bir anı olarak hatırlayacak.
Diyecekler ki Diyecekler.
; "Cazibelerini korumak için hazineleri " en üst seviyede
korunan, alınacak " zengin ve fakir kalelerin olduğu bir zaman vardı.
"Şans işin içindeydi.
" Bay Lennox'u görmek için buradayım.
Geliyor.
Etrafa bir göz atayım.
Yaz bu yıl erken ve biraz
dengesiz oldu.
Her şey bir anda çiçek açtı.
Aşkı en çok tehdit eden zamanın
yorgunluğu da değildir ama güvenlik duygusunu kurcalayan devlettir.
Ne kadar geçici olduğunu
unuturuz, zar zor tadını çıkarırız; yaz olduğu gibi yine gelecek bırakalım
kaçsın çok güzel günler.
Nerede o?
Çok meşgulüm, bayan.
Hanımefendi.
Gazeteler.
Grevdeyim ama gideceğim.
NY Times ve Messagero.
Keşke öyle hissetsem.
Onları doğru eğitirim.
- Nerede o?
- İçeride.
400 milyon dolar!
Yapamayacağın bir şey var mı?
Evet, karanlıkta pantolonumu katlamak.
Yoksa Görüyorum.
Neyi görüyorsun?
mezarda bile - Aşk gözümü kör
etti.
– seni seven birinin Özür
dilemeli miyim?
Ne kadar kör?
- Yüzün.
– ruhunu görürsün.
Ne olmuş yani?
- Dışarıda olacağım.
- Geliyorum.
Seni göremiyorum.
Şimdi bana bak.
Hayır, hala seni göremiyorum.
Umarım Bir kişilik olmak için azimli
bir kişiliğin anlamına saygısızlık ettiler.
Ne dersem, sadece beni
diriltecek olan kelimeler içimde.
Kaderini yerine getirmek için tomurcuklanma
saçmalığı çiçek için güçsüzlüğü arzular.
Geri döneceğim.
Ne cesaret ne de basiret - Yüzün
olmasaydı – görüntüleniyor.
seni sevmek zorunda olmazdım.
Başka biri olsan bile, yine de
sevilirdin.
İyilik için hepsini öldüreceğiz.
Seni gördüğüm andan itibaren hayatımı
çaldın.
Ben yönetiyorum diye mi?
Beni hayatımdan kurtararak onu çaldın.
Seçtiğin varlık veda etmez.
Dışarıdan geldin ve sevgi ile kendini
bana yerleştirdin ve seni sevgiyle içeri aldım.
ÖLMEYENİN ÖLMESİ Vedalar yok.
Senin için bir tuzağım.
Sana her türlü söyledim.
Daha fazla sadığım seni daha
fazla kandıracağım.
Samimiyetim seni mahvedecek.
Biliyorsun, benim için endişelenmene
gerek yok.
Sanırım cehennemde yaşamaya hevesliyiz,
çünkü sevilen ve affedilen olmaya katlanamıyoruz.
Önemli değil, hadi.
Lütfen.
Seni sevdiğim için tüm dünya
bize karşı.
- Benim için endişelenmemelisin.
– Kimseye zarar vermedim.
- Tüm dünya bize karşı.
Yaptıklarımı yapmak zorundaydım,
bunu sen de biliyorsun.
Öp beni.
Bu, burada, suda, yeryüzünde
oluyor.
Arkadan kendini bir saniye görmelisin.
Hiç söylemediğin şeyleri gölgelere
söyle.
Kalbimin gölünde süren bütün bu
efkarlı uzun gece korkudan sonra biraz teselli oldu.
Ve nefes darlığıyla açık denizi aşan
adam gibi kıyıdaki tehlikeli sulara bakışları geri döner böylece ruhum, yine
kaçarak hayatta hiçbir şeyin asla canlı kalmadığı uçuruma bir kez daha bakmak
için geri döndü.
Sakın arkana bakma!
Sanki zaten bütün yaşadıkları buydu.
Başka zamanlardan, başka bir
deyişle sözleri izlerinde donmuş gibiydi.
Yaptıklarına kulak asmadılar ama
bugünkü mevcut eylemleri ve geçmişteki paralel eylemleri ayarlayan bölüme karşı.
Geçmiş ve şimdi üzerindeki hareketsizliği
abartılı hissettiler; aynı okyanustaki özdeş dalgalar.
Hoşçakalın dostlarım.
Hoşçakalın, Jules Yvonne Cecile.
- Laurent - Marcel, hanımefendi.
Sen de mi adını değiştirdin?
Hayır, kontes.
Laurent Marcel Paul Ravel.
Paul olmaz.
Mercedeslerden birini
alabilirsin.
Bay Dorfman bunu ayarlar.
Hoşçakalın arkadaşlar.
Ani uçuş onları aklın bizi sorguladığı
dağa uçak üzerinden dağıtmışken sadık dostuma yanaştım.
O olmadan nasıl yol alabilirdim?
Bana pişmanlıktan acı çekiyormuş
gibi göründü.
Pancho Gonzales!
Henri Cochet!
Kımılda Patty!
Vic Seixas!
Bir keresinde bir finalde, bir
oyuncu rakibinin ayakkabılarını bağlamak için ağa atladı.
Aklım, o zamana kadar çok dardı yolunu
şaşırmış gibi daha genişleyip büyüdü ve denizden en yüksek göklere yükselen
tepeye – bakmak için döndüm.
- Annem derdi ki "Yardım
etmek istediğim tek mutluluk".
Demek o sendin.
Demek o sendin mi?
Bu sensin bu da benim.
Yolu göstereyim.
Değişim gerçekleşti.
Hiç ölü bir arı tarafından sokuldun
mu?
Sen?
- Yalınayak yürüyorsan - Sanki
canlıymış gibi sokar.
- Şayet bu - öfke içinde öldü!
Bay Richard, Bay Roger mı?
Sence öyle mi, Jules?
Yanıtını sadece hanımefendi
biliyordu.
Bu aynısı değil.
Bu başka bir şey.
Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan
& Orhan)||
Numéro Deux
32360||4998952||2 NUMARA / DENEME BAŞLIKLARI Benim, Senin, Onun Görüntü
Görüntü Ses Ses Onun Görüntüsü Benim, Senin, Onun Görüntü Bir manzara vardı ve
biz içine bir fabrika koyduk.
Şu anda Marsilya'da ve binada da
insanlar hep kovuluyorlar.
Şu an Rhone-Poulenc'ta ve kimya
endüstrisinde de kadınların parmakları asit tarafından parçalanıyor.
Bir fabrika vardı ve biz
etrafına manzara koyduk.
İKİ NUMARA BAŞLANGIÇ Temsilci
konuşma yaptığında, o da diğerlerinin sözlerini okur.
Ama Sanırım bu kağıt verilen
emirler için ve burada sorun var.
Adı neydi hatırlıyor musun?
Şu an Washington'da Dışişleri Bakanlığı
ile olduğunu düşünüyorum.
Sanırım Cakarta için konsolosluğu
sona erdi.
Onu en son gördüğümüzde Toulouse'da
bir gösterideydi.
Polisler geldi onu bir daha
görmedik.
Burada olmalarına rağmen çok
basit, çünkü herhangi bir isimleri yok, sadece makineler.
Bilmem neydi adı makine, ben, makineler
için ilişkiler, erkekler, kadınlar, makineler.
Burası neresi?
Kütüphane.
Kitaplar nerede?
Kitaplar yok, çünkü bu bir
matbaa makinesi.
Biz basarız.
Kağıt basmıyoruz.
Kağıt?
Bu bizim para dediğimiz şey.
Bankalar arasında geçerli poliçeler.
Ona "becerikli kağıt"
deriz.
Burada kağıt yapmayız ama
basarız.
Peki, bu matbaa makinesi mi?
Hayır, bu matbaa makinesi değil,
çünkü biz kitap okuyoruz.
Güzel.
Bilmiyorum biyolojide, bilirsin,
burası bir fabrika.
Buraya bir fabrika diyebilirsin.
Vücut da bir fabrikadır.
Makineleri dinlerim.
Bu makine daha hızlı hareket
ediyor.
Bu makine daha yavaş hareket
ediyor.
Ve ben patronum.
Ama ben özel bir patron değilim çünkü
işçiyim de.
Ve bir işçi olarak yalnız olmadığım
için iktidarı ele geçirdik.
Diğerleri sana onlardan
bahsedeyim, çalışmayı bıraktılar.
Fabrika gürültüsünü dinlerim.
Uzun süredir hastaydım ve bu
beni fabrika hakkında düşündürdü.
Ben burada neyin yanlış olduğunu
söylemek istiyorum çok fazla DNA var ve yeterince RNA yok.
Bunun ne olduğunu biliyorsun ama
okulda öğreniyoruz.
Okulda öğrendiklerini hiç kullanamazsın.
Bok dolu, çünkü hükümet bölge
okullarının yarısını kapattı.
Bizi okula sokmazlar, o zaman
sen bunu kullanamazsın.
Sana söylüyorum; DNA, biyoloji Bu
adam neden bahsediyor?
Senden ve senin programından.
Sana edebiyattan bahset demek
istemiştim.
Edebiyattan bahsetseydim, sana
hükümet derdim.
Hükümet halkı "geçersiz"
metodlarla programlıyor.
Sıçrama tahtaları, işçiler, işçilerin
çocukları Okula gidiyorlar ve okuldan sonra, fabrikaya.
Hep aynı şey.
"Geçersiz"den
kastettiğim bu.
Sözcüklerle oyun mu oynuyorsun?
Demokrasilerde, bir şey var.
Bu beni şaşırtmıyor, kelime
oyunları bir anlamda sürgün edildi.
Biz sadece toplum içinde bunları
kabul ederiz.
Ciddi olmadıklarını söyleriz ama
"pun" bir şeyin üzerinde akıp giden bir sözcüktür.
Bu bir dil ve sonuçta, dili bize
aşk öğretti.
Akıp gider ve kısa devreleri, etkileşimleri
vesaire gösterir.
Bazen hastalıkların tedavisi için
kullanırız, bu yüzden ciddidir.
Bunun karmaşık olduğunu söyleriz
konuştukça konuşuruz.
Bu şeyler karmaşıktır.
Ama acı basittir.
Bir makine hızlı hareket eder, yavaş
hareket eder, ellerim de hareket eder.
Elim başka bir makineyi yönlendiren
bir makinedir.
Belki de tam tersi.
Burada bir fabrika var.
Bunun gibi diğer fabrikalardan farklı.
Bu, bir fabrika, başkaları da
var.
Bir tanesi Los Angeles'ta, Fox
denen Metro.
Biri Moslova'da, Mosfilm denilen.
Biri Cezayir'de, Cezayir Ulusal
Sinemacılık denilen.
Bunu programlayan çok uluslu bir
şirket var.
Tüm bunları konuşacağız belki de
bunu konuşacağız.
Bilgi ve suçun işlendiği yer
hakkında.
Bir gün, Georges çıkageldi onu
15 yıldır görmemiştim, makineleri gördü ve bana dedi ki: "Jeannot bu
makinelerle bir şeyler yapmak zorundasın.
" "Georges", dedim, "doğruyu söyle, paraya mı ihtiyacın
var?
" "Evet", dedi.
"İyi, bu harika, çünkü bu
makinelerin parasını ödemek için bana da para lazım.
" dedim.
Anlaşabiliriz.
Belki de dinleyemeyiz ama
anlaşabiliriz.
Kazık atamayız ama iki tek
atabiliriz.
Yandaki otobüs garına gittik.
Oranın patronu her zaman "günaydın"
der.
Bu hoşuma gidiyor.
"Nasılsınız, Bay Jean?
Paris'ten daha iyi değil mi?
" der.
"Evet.
" derim Çünkü sana söylemek zorundayım Paris'e, başkente girmek ve
çıkmak 45 yıl sürdü.
Büyük harfler.
Daha küçük, daha tatlı, daha
yumuşak olması için.
Seni 40 yıldır rahat
bırakmıyorlar, öyle mi?
Yüz Yıl Savaşları, iki kez
İspanya İç Savaşı bu ciddi.
Georges'la tartıştık o,
"parayı bulacağım.
" dedi, ben "nasıl?
" dedim.
"Bilmiyorum bankalarla bazı
evrakları ayarlarım.
" dedi.
Acele etmeyi sevmiyorum diyor, ama
gerçekten ediyor.
Acele etmek zorunda, çok hızlı
değil.
"Üretecek misin?
" diye soruyor.
Anlamıyor Bu konuyu konuştuk, sonra
havaalanına gittik.
Paris uçağına bindi.
"Merak etme, Jean.
" dedi.
"Sana bu ay 600 bin frank ayarlarım.
"Bu olacak.
İhtiyacın olanı alacaksın.
" Uçağa bindi.
Paris Match gibi bir gazete şöyle
demişti: "Soğuk bir kasım sabahıydı, lastikler pist üzerinde gıcırdadı.
" Ama edebiyat yok.
Para, ticaret, güzellik.
KALKIŞ - 300 bin kilometre
uzaklıkta VARIŞ - Ne diyorum ben?
20 binde Belki 300 bin ışık yılı
ama 20 bin kilometre uzakta Vietkong Saygon'u düşünüyordu.
Bu fabrikada, üç metre
uzaktayken, üretmek zorundasın.
Üretmek zorunda ama ne
üretilecek?
OLACAK - Nereye gitmek için?
- Artık böyle yok.
- Her zaman böyle.
Artık böyle yok.
- Her zaman böyle.
- Artık böyle yok.
- Artık böyle yok.
- Her zaman böyle.
Hollanda'nın takım hücumu.
Penaltı!
Sanırım bu Taylor!
Saygon'un adı değişti NLF
kuruldu, devrimci Saf ve sert.
Kamboçya Paris'te, geleneksel 1
Mayıs geçit töreni başlıyor.
BU EKRAN Saat 15:00'te, meydanda
BİR FİLM binlerce gösterici geleneksel 1 Mayıs kutlamaları için bir araya geldi.
Sosyalist ve Komünist
delegelerle büyük sendikaların liderleri geçidi yönetiyor.
İki önemli talep dile getirildi Sendikal
dayanışma ve iş ve maaş için mücadele.
1 Mayıs işçi sınıfı
mücadelesinden daha öteye birliğin sembolüdür.
ÜRÜN MÜZİK İŞ 1 Mayıs'ın
ekonomik kaynağı nedir?
Bir halkın protestosu, mücadele
isteği daha da ileri gitmeli.
Eğer gitmezse, yüzbinlerce genç
insan yazdan önce greve gidecek.
Kriz daha da kötüleşecek ve acı
çekeceğiz.
Buna izin vermeyeceğiz.
1 Mayıs mücadele ve birliğin
sembolüdür.
Ve de huzuru yeniden sağlamanın.
1 Mayıs'ta görmeye alışık olmadığımız
maske takmış askere çağrılanlar üniforma giyiyor.
İŞ BOK Sendikalar gösterilere
katılmayı tercih eden Devrimci Komünist Grubu hariç, aşırı gruplarla Cumhuriyet
Meydanı'ndan sola döndü.
Böyle cesur bir manzara hiç
görmediğimiz için dikkatli olunmasını tavsiye ediyoruz.
Bir sonraki gösteri için
devrimciler, anarşistler daha ötesine cesaret edebilir.
Binlerce gösterici, patlayan
dünya mücadelesini zaferine kadar Fransız toplumunun sorunlarını hatırlatan
sloganlar atmıyorlar.
Bu, 2 Numara filmi ne hakkında?
İnanılmaz şeyleri, sıradan
şeyleri, boktan şeyleri, iyi şeyleri gösteriyor.
Bu nerede oluyor?
Zevk basit değildir.
Bence acı basittir.
Zevk değil.
İşsizlik basittir.
Zevk değil.
Bence işsizlik zevkli olunca sonra
faşizm gelir.
2 Numara sağcı veya solcu bir
film değil ama önde ve arkada bir film.
Önde çocuklar var.
Arkada hükümet var.
Halkın çocukları.
Ve halk.
Bunun bir fabrika olduğunu öğreniyorsunuz.
Film de bir fabrikadır.
Görüntüler televizyondaki gibi
üretilmektedir.
Bir zamanlar bir görüntü vardı.
Bir zamanlar iki görüntü vardı.
İki zamanlar bir ses vardı.
Bir zamanlar iki ses vardı.
Bir numara ve iki numara.
"2 Numara" Anne-Marie
Mieville ve Jean-Luc Godard yapımı.
Sandrine Battistella Pierre
Oudrey ve diğerleriyle birlikte.
"İki Numara" Pek
yakında bu ekranda.
Bu ekran bir duvarın üstünde.
Duvar neyle neyin arasında?
Yakında Yani, politik bir film
mi?
Hayır, politik değil.
YAKINDA Porno!
Hayır, porno değil.
Politik.
Porno mu politik mi?
Neden hep ya/ya da diye
soruyorsun?
Belki de her ikisi birden.
Evet, bazen.
Ne zaman?
Her zaman "bir zamanlar "
diyoruz.
"İki zamanlar" neden
olmasın?
Bu film, örneğin.
2 Numara dendi.
Ne diyor?
Konuş, konuş Dinleyebiliriz.
Bakabiliriz!
2 Numara.
VE BU ÇOK ZOR Bakabileceğin bir
film.
Sessizce.
Neye bakıyorsun?
DEVRİM GİBİ - Hep uzaklara
gitmene gerek yok.
Görecek çok şey var.
Ve burası çalıştığımız yer.
Hiç seks yapışına baktın mı?
DEVRİMDE Ona bakmak için izin
aldın mı?
Dürüstçe.
Reklamlardaki veya filmlerdeki ZENGİN
BİR ÜLKEDE - gibi değil.
Örneğin Babam bir fabrika mı
yoksa manzara mı diye hiç kendine sordun mu?
Annem bir fabrika mı yoksa
manzara mı?
Sanırım, fabrika.
Bilmiyorum.
Ya da belki de bir elektrik
santrali.
Doluyor ve boşalıyor.
Ve acıtıyor.
Müzik çalıyoruz.
SEKSİ YOK EDENLER Zevki yok
edenler.
Ama neden müzik çalıyor?
İnanılmazı görmek için.
Bu ne?
Görmediğimiz şey.
Ben doğmadan ölmüşüm.
ÇOĞALTMA DÜZENLEME Vanessa,
neden bu kadar huzursuzsun?
Ne oldu?
Büyüdüğümde benim de
bacaklarımın arasında kan olacak mı?
Evet.
Ama çocuklar için dikkat etmek zorundasınız.
Güvenilir değildirler.
KURGU Bazen anne ve babamın ne
güzel olduklarını düşünüyorum ve bazen de bunun kaka olduğunu.
FABRİKA Bütün küçük kızlarda bir
delik var mı?
Evet.
Burası anıların ortaya çıktığı yer
mi?
Elbette.
Nereye gidiyor?
Kaybolur.
Manzaranın içinde kaybolur Artık
orada bir fabrika var.
Aritmetik, okuma 5, 3 daha 8
eder.
4, 9 daha 13 eder.
Okuma.
Aptal Kurt'u oynamak istemiştik.
Aptal Kurt'u oynamak istemiştik ama
oynayamadık.
Aptal Kurt kimdi?
Hiçbir şey hakkında hiçbir şey
bilmeyen bir kurt.
Açtı ve kaybetti.
YALNIZLIK Pinelli plağını
çalalım mı?
Bugün onun doğum günü.
Annenle dans eder misin, Nicolas?
- Hadi dans edelim.
- Olmaz, yemek yiyorum!
Vanessa!
Vanessa!
Anarşi bir bomba değildir.
Adalet ve özgürlüktür.
ama yalnızlık Bir yoldaş olduğu
için onu öldürdüler.
Bana bak.
BİR NUMARA Kız sekiz yıl önce
adama ihanet etmişti.
Ve o bunu biliyor gibiydi ama bu
onu rahatsız etmiyordu.
Ayrıca onun için deli oluyordu Kendi
yöntemiyle herkesi öldürmeye karar verdi.
Korkaklığa son verdi.
Bu onun oyunuydu Ama sonsuza
kadar devam edemezdi.
Beni öldürmeye çalıştı.
Dairemde.
Silahı boştu.
Beni de öldürmek zorunda kalırdı.
Kızı seviyordu.
Ama kız altı yıldır ona
yazmamıştı.
Kız hapiste onu ziyarete gitmedi.
Ve yine de onu polise ihbar
etmişti.
Ödül için.
Adam dışarı çıktığında giyindi ve
kızı aramaya gitti.
Hoşgeldin niyetine kız adamın
karnına beş kurşun ateşledi.
Ve adam iki cinayet işledi.
Ama kızı seviyordu.
Ne garip bir zaman.
İzle, Nicolas bu iyi bir kağıt.
Nereden biliyorsun?
Nereden mi?
İzle.
Yanıyor Yanıyor Geriye bir şey
kalmadı.
Başka kağıtlarda her zaman biraz
kalır.
Nesin sen?
İyi kağıt mı, kötü kağıt mı?
Şehir çok büyüktü, o yüzden
ayrıldık.
Öğretim mümkün değildi.
Hükümet bölgedeki okulları
kapattı.
Bu iş ne?
Bundan hiç bahsetmiyorsun.
Hala Beyer'in yerindeyim.
Her zamanki gibi mi?
Hayır, fabrika burada.
Burada da.
Ne diyorsun?
Mikrofonlar kontrol ediyorum.
Sesimin iyi bir tepki eğrisi var.
Bu ne?
Metinleri de kontrol ediyorum.
- Orada mı?
- Evet.
Buraya bak.
Bunu henüz bitirdim.
"Bu kayıt tekniği en çok
kamu rakamlarını ölçmede kullanılacak.
Görüşme kayıtları ilginç akustik
etkiler üretiyor.
Bu yüzden mikrofonu tutan
kişinin de konuşması gerekir.
Yayında dinleyici onun kendi
sesini duyacak.
Bunların hiçbirini anlamıyorum.
Biliyorum.
Nicolas!
Acele et!
Vanessa!
Çocuklarım vardı.
Onları hiç düzmedim.
Bu yasak.
Katılıyorum Karımı düzdüm ama işe
yaramıyor.
"Teşekkürler, patron.
" MANZARA GECE Kahretsin!
Yine tıkandı!
Bu projelerdeki tesisat korkunç.
Buraya işeyebilir miyim?
Bu gece istiyor musun?
Bilmiyorum.
Bakarız.
Teşekkürler, patron.
Şimdi ne var?
Ne demek istediğimi biliyorsun.
Yarağını seviyorum.
Anlamıyorum.
Hep sen karar veriyorsun.
Ya da işin karar veriyor.
Biliyorum.
Bu beni çok kızdırıyor.
Bir süre sonra kaldıramıyorum
bile.
Kahretsin.
Senin için sıkıcı bir şey.
Sandrine adet olduğunda sana da aynısı
oluyor.
Seni piç kurusu.
Tamamı değişmek zorunda.
İŞ - Ama bu nerede oldu?
Yardım etmemi ister misin?
Hayır, sorun değil.
Neden hiç yardım etmemi istemiyorsun?
Kendim yapabilirim.
Beraber olmamızı sevmiyorsun.
Öyle değil sıkıldığın için.
Benden sadece seni kullanmamı istiyorsun.
Dinle her zaman başka adamlar
var.
Nasılsın, gördün mü?
Korkunç bir şey oldu.
Sandrine başka bir adamla
düzüştü.
Kim olduğunu söylemedi.
Ona tecavüz etmek istedim.
Bana izin verdi ve sonra onu
kıçından becerdim.
Çığlık attı.
Sonra, Vanessa'nın izlediğini fark
ettik.
Aile hayatı, böyle belki de.
Beyazlar, 1 Renkliler, 2 Halledebilecek
misin?
Hayır.
Adamın dediğini unuttum.
O kadar da karışık olamaz.
"Ön yıkama 2" olarak ayarla.
Sonra "Yıkama 4"e.
Sonra, "Durulama 7"ye.
Sonra seç 2A, 2B, 4D, 6E, 8A.
Veya 3A, 2B, 2C 9A, 8E,
bilmiyorum.
Biliyor musun, bilmiyor musun?
Hayır ama yardım etmeye
çalışıyorum.
Bilmiyorsun.
Senden istediğim şey çeneni
kapatman.
NEHİR Neden böyle yapıyorsun?
Senin hiç görmediğin yanlarını görüyorum.
Peki ya ben?
Tarif edeyim.
Ağzım senin gözlerin olacak.
Göremiyorum.
Ben görüyorum.
Sen, sen, sen Peki, anlat
bakalım.
Dinle Vücudun onun bir nehir
olduğunu söyleyebiliriz.
Anladın mı?
Bir nehir.
Burası nehrin kıyıları.
Etrafında kıyılar var.
Nehirde ve kıyısındayım.
Bu hoşuma gidiyor.
Nehrin şiddetle kıyılara taşmasından
bahsediyoruz.
Nehir kıyısının şiddetle nehri
hapsettiğinden bahsetmiyoruz.
Bu benim için ne yapar?
Şiddetin kabul etmemi sağlıyor.
Ben de bakabilir miyim?
Sana bakıyorum, Pierre.
Her sabah gidiyorsun.
Çekip gidiyorsun.
Eleştirmiyorum.
Ama benim bir işim yok.
Gittiğin zaman işe giderken kıçının
gittiğini görüyorum.
Ve bu senin hiç görmediğin bir
tarafın.
Geceleyin, seni görür görmez, seninle
yüzleşmek zorundayım.
Eve geldiğinde, yarağını
görüyorum kıçını değil.
Bence aşk senin için bir iş
olurdu.
Saçmalamayı kes.
Ciddiyim.
Bilirsin, zengin olsaydık para
öderdin diye düşünüyorum Peki, zengin değiliz.
Doğru zengin değiliz.
Zengin değiliz.
ŞİLİ İş arıyorum.
İş arıyorum.
- İyi günler, Bayan Battistella.
- İyi günler, Bayan Chalumot.
Şili hakkında bir apartman toplantısı
yapıyoruz.
Hayır, gerçekten olmaz.
Toplantılar için vaktim yok ve
hiçbir ilgim yok.
İlgilenmelisiniz, kadınları
ilgilendiriyor.
Beni ilgilendirmiyor.
Gerçekten, hayır.
Size bu ilanı veriyorum.
Okur musunuz?
Tamam ama sadece seni mutlu
etmek için.
Çaba göster.
Denerim ama hiçbir şeye söz
vermiyorum.
İlgilenmiyorum ve yapmam gereken
başka şeyler var.
- Peki, dene.
- Tamam, hoşçakal.
"Her gün, odalarıyla
tuvalet arasındaki koridorda onları görüyoruz.
Her biri öndekinin omzunu
tutarak tek sıra halinde.
Görmelerine izin vermeyecek şekilde
gözleri bağlı onları çelmelemeye çalışan gardiyanların iğrençliğine rağmen dik
ve gururlu yürümeye çalışıyorlar.
Röntgenci gardiyanlar laf
atarken, gözleri bağlı hızla kendilerini rahatlatmak istiyorlar.
Onları dövüp işkence eden aynı
askerler önlerinden geçerken sessizce dönüyorlar.
" Başka kadınlar var.
Ben de Merhaba güzelim.
Merhaba aşkım, görüşürüz.
Diğer ayak, lütfen.
Siz beraber uyurken babam memelerine
elliyor mu?
Bazen.
Babamın mı hoşuna gidiyor, yoksa
senin mi?
İkimizin de.
Ama aynı şey değil.
Bazen acıyor.
Yine de hoşuma gidiyor.
Beraber uyuduğunuz zaman görmeye
gelebilir miyim?
Belki de Bakarız.
İnsanlar sabahın erken
saatlerinde müsait oldukları zaman onları tanıyor.
Bıktım!
Kıyameti koparıyorsun, kavga ediyoruz
ve çıkıp gidiyorsun.
İnsanın sorunları sadece kederin
sorunlarından yanadır.
Neden?
Sana bir fahişe gibi davrandığım
için mi?
Bir kez daha söyleyim: Fahişe!
Kaltak!
Bu kadar yeter keselim.
Sakin olup mantıklı düşünmeye çalışalım.
Duydun mu, lanet olası?
Dinler misin?
Dinler misin?
Bana bak!
Böyle devam edemeyiz, durmanın
tam zamanı.
Beni dinle!
Dinle!
İnsanlar sabahın erken
saatlerinde müsait oldukları zaman tilt makinesi sayesinde onları tanıyor İnsanın
sorunları sadece kederin sorunlarından yanadır.
İşte, bunu buldum.
Onları istemiyorum.
Senin için koyabilirim.
Dinle, Sandrine.
Tam olarak.
Ne "tam olarak"?
Burası benim mutfağım, onlar
benim çocuklarım, bu benim kıçım.
İçinde çok fazla şey var.
Tamam, hala bir bok almak
zorundasın.
Daha karmaşık.
Biliyor musun, Pierrot?
Bilmiyorum.
Bana pisliği düşündürüyor.
Neyin peşindesin?
Benim gitmem gerek.
İşte bu kadar, git.
Patronun seni bekliyor.
Nasıl olduğunu gördün mü?
Arkadaşlarım, patronum değil.
Grevdeler.
Arada bir fark göremiyorum.
Güle güle, sonra görüşürüz.
Sen hala yatakta değil misin?
Anne, üzgün müsün?
Babam kötü oluyor.
Buradayım.
- Biraz peynir alabilir miyim?
- İstiyorsan al.
Sıçıyor.
Bunun ne olduğunu biliyor musun?
İki haftadır sıçmadım.
Eve gidiyorum.
Kendimden geçmiş gibiyim.
Tamamen kendimden geçmiş gibiyim.
Tamamen ben suçlandım.
Eve gidiyorum.
Kendimden geçmiş gibiyim.
Tamamen kendimden geçmiş gibiyim.
Tamamen ben suçlandım.
Bu yüzden kendimi rahatlatmak istiyorum.
Aptallığım normal.
Kendimi gösteriyorum Kendimi
rahatlatmak istiyorum.
Çocuklar evde değil mi?
Uyuyorum.
Dokunmak istemiyor musun?
Git, Pierrot.
Defol.
Bir adamla anlaşamadığımız zaman
onu terk edebiliriz.
Bize tecavüz eden sosyal sistem devlet
olunca elimizden ne gelir?
KARDEŞLİK Nicolas, buraya gel!
Görmek istemiştin.
Bak bunlar dudaklar.
Seks dudakları.
Ve buradaki bir tür alet.
Bu ağızla bu ağızla sevdiğimiz
kişinin seks dudaklarını öperiz.
Anladınız mı?
Biz sevişirken baban seks
aletini benim seks dudaklarımın içine koyar.
Öpüşüyormuşuz gibi.
Konuşuyormuşuz gibi.
Sessiz mi, o zaman?
Buna aşk deniyor.
Aşk bize nasıl konuşulacağını öğretir.
Bittiğinde ölüm dudaklarımızın
üstüne bir parmak koyar ve bizi susturur.
Hemen okula, çocuklar.
Kadınlar erkeklerin onlardan ne
kadar nefret ettiğinin farkında değil.
Büyülü delikleri, ağzı ve kukusu
yüzünden kadın bir nefret, korku ve tiksinti nesnesi olarak cezalandırılır.
Kadınlar, erkeğin vücudunda
işlenmiş olsa bile asla cinsel suçlar işlemezler.
Şiddetin erkeksi sapıklığı kadınların
yozlaşmasında temel etkendir.
Kadınlar iktidarsızlıklarından kaçmazlar
sırf bu yüzden erkekler kadar iyi ateş edebilmelerine rağmen silahlar onlara
verilmiştir.
Erkekler cinsel sorumluluğu tek
başına taşımaktan yoruldu ve onları serbest bırakma zamanı geldi.
Kadınların cinsel organları üzerinde
hakları olmalı Şiddete karşı kadınsı tavır bu sorunun ayrılmaz bir parçasıdır.
Çoğu kadın, hemen hemen her
zaman olan şeyler yanlış gittiğinde yumurtalıklarının ve rahimlerinin farkına
varır.
BELKİ Bu gece ne yapıyorsun?
Bilmiyorum.
Bakarız.
Bebekler oyuncak gibi onları memnun
etmek için yapılmış nesnelere önem vermezler.
Peri masallarıyla da
ilgilenmezler.
Yardıma ihtiyaçları olduğunda tüm
yardımları reddederek ellerinden geldiğince yalnız yaparak yetişkinlerden bağımsız
olmaya çalışırlar.
Dikkatlerini tamamen kendi çalışmalarına
verdiklerinde sakin ve şaşırtıcı bir samimiyet kazanırlar.
Varoluş biçimi olarak verilen evlilik
hayatının zorluğunu ve hatta bekarlığın zorluğunu kadınların mutluluğu bir
zafer olarak görüntülemeleri için öğrenmeleri gerekir.
Kadının topluma sağlayabileceği en
büyük hizmet mutlu olmaktır.
İsyanın ve sorumsuzluğun ölümü ulaşması
gereken şeydir.
Mutlu olmak için bir kadın
olmanın anlamı varsa etkilemesi gereken toplumsal değişim bunun tek
göstergesidir.
İsyan ve sorumsuzluğun derinliği.
Güneş sadece kadının cilt ve saçlarını
güzelleştirmek için parlar.
Rüzgar sadece kalçalarını boyamak
için eser.
Deniz onu yıkamak için
dalgalanır.
Çiçekler mutlu bir şekilde ölür bu
yüzden kadının itirazları artabilir.
Kadın yaradılışın görkemini baş
tacı eder.
Onu süslemek için okyanusun
derinlikleri inci ve mercan için yağmalandı.
Yavru foklar sopayla dövüldü, kuzular
annelerinden ayrıldı.
Kadınlar kürkleriyle hava
atabilsinler diye milyonlarca köstebek, sincap, vizon, tilki, kunduz, vaşak,
çinçila, samur ve diğer yaratıklar erkenden ölüyor.
Balıkçıl, devekuşu, tavus
kuşları tüyleri için katledildiler.
Erkekler ceketler için leopar, çanta
ve ayakkabı için timsah avlayarak hayatlarını riske atıyorlar.
Giderek, Venüs kendini ortaya koyuyor.
Her gece ölüm saat 8'de
fabrikaya girer.
Saat 8'de giriş kaydını yapar.
Belirlenen zamanda.
Ve herkes yerleşmiş olur.
Sonra durur.
Söylememiz gereken bu değil ama
yine de söyleyebiliriz.
30 yıldır CGT Sendikası'nın bir
temsilcisiydim.
Savaştan sonra merkez
komitesinden bir adam, yönetici olarak silah bölümünde bir iş buldu.
Evet, çünkü onunla uyuştum ve iş
hakkında biraz bilgim vardı.
Zürih'te benzer bir fabrikada çalışmıştım.
Ama silah bitkiler hakkında özel
olan şey onların diğerlerinden izole olmasıdır.
Yazın bitkiyi göremeyeceğiniz
kadar çok çiçek vardır.
Grevi hatırlıyor musun?
Beni terk etti beni terk etti serseme
dönmüş gibiyim.
Serseme döndüm dediğimde beni
öldürdü.
Birlikte çalıştığım adamlarla anti
tank topları için saatler yaptık.
Onların sonunda kadınlara ve çocuklara
karşı kullanılacağını çok iyi biliyorduk.
Askeri savaştan sonra bir iç
savaş var.
Ama adamlar bu konuda konuşmak
istemediler.
Korkunç sessizlik vardı.
Ayrıca grev sessizlik demektir.
Tabii ki, adamların çocuklar, maaşlar,
kadınlar işleri emeklilik .
.
hakkında düşünecek zamanları vardı.
Rusya'dan geri çekilmemiz!
Ve ölüm.
BELKİ Bu konuda hiç bir soru yok.
BİR ZAMANLAR İşe geri
döndüğümüzde bilerek İKİ ZAMANLAR işimi bıraktım.
Anlamadılar.
Açıklamak isterdim.
Ölüm aracılığıyla hayatımı kazanmayı
umursamadım, tamam mı?
Ama yaşamak için usulüne uygun ölmeyeceğim.
Oradan oraya seyahat ettim.
Büyük bir gezgindim.
Diğerlerinden fazla değil belki ama
bu başka bir hikaye.
Sonra transfer oldum.
Sana bahsettiğim genç bir adamla
karşılaştım.
Duclos değil, elbette onu
tanıyordum.
Hayır, beni seven bir adam,
çünkü savaştan önce babasıyla arkadaştık.
O beni transfer etti bana başka
bir iş buldu.
Hala imtiyazlarda CGT'nin bir
temsilcisiydim evet Gaumont sinemaları için bekleyen imtiyazlarda.
MAL Nicolas, 3.
kanalı aç.
Beni duydun mu?
3.
kanaldaki Rus filmini görmek
istiyorum.
Onu aç.
Mutlu olmaman umurumda değil.
Seni küçük pislik, şimdi de emir
mi veriyorsun?
Kes şunu.
Kendine televizyon satın al.
Satış fiyatı alış fiyatı hiç
birikimim yok.
Ayrıca, birikim yok.
MANZARA Neden babamın
kulaklığını alıyorsun?
Yasak.
Konuyu abartma.
Aslında tarih yok.
Müzik yok.
Müzik olmadan, tarih olmadan bunu
nasıl yaparsın?
Bunu nasıl mı yaparım?
Dünyayı bizim inanılmaz
gördüğümüz gibi görüyorum.
Göremediğimiz şey bu.
patronlar güneyde
Renault'daki işçiler için çalışıyor.
Dördüncü boyutta, başka bir
yerde yaşıyorum.
Çizgi filmle
E = mc2.
Ben yarınım
Küçük birinin
gözünde usulca benimle
Küçük birinin
gözünde usulca benimle
şarkımı söyleyen piyanolar görüyorum
ve sen, sen bir şey söylemedin.
Hiçbir şey söylemedin.
Asla bir şey söyleme.
Onlar ağladığı için
bazen ağlarsın
Sesinin yumuşaklığı
gecenin içine işliyor.
Bir arkadaşta
çizgi filmlerle
başka bir yerde, "X"
boyutunda
yaşıyorum.
Ben aslayım, her zamanım,
ve ben aşk formülünün,
can sıkıntısının
"X"iyim.
Yıldızlar gibi
hiçbir şey söylemiyorsun.
Hiçbir şey söylemiyorsun.
Sana Meksika'da evliliğimi anlatmaya
söz verdim.
Konsolosun kızıydı.
Chihuahua'daki bir grevi finanse
etmek için elmas kaçakçılığı yaptı.
Kravatıma ne yaptın?
Bir öğretmendi.
Radikal biri olduğunu babası bilmiyordu.
Evlilik onu becermenin tek
yoluydu Gerdek gecesi yapmak istedik.
Onu bile beceremedim Bu konuda
hala kızgın.
Almanya'ya geri döndüm.
Ve sonra, bir gün o da oradaydı.
Nasıl?
Hiç öğrenemedim Bu onun sırrı.
- Geliyor musun?
- Kvasuki'nin yardımcısıydım.
Geliyor musun?
O artık ünlü.
Geliyor musun, gelmiyor musun?
Kamp için adamları kabul ettik Hayır.
Trenler geldiğinde, parti
üyelerini işaretlemek zorundaydım işaret kırmızı atletti.
- Dedin ki - Evet dedim ve şimdi
hayır diyorum.
komünistlerce kontrol edildi.
Diğer kamplar hükümlüler tarafından
kontrol altına alındı.
Daha sonra Hitler'in büyük
patron olduğu ve yaşamak için onun maaşını kabul ettiğimiz bir ölüm kampında çalıştığımızı
söylemedik.
Komünist Parti'nin oradan geldiğini
sanmıyorum ama bu şekilde geçti.
Bunun nasıl olduğunu asla
söylemeyecek.
Nerede olur?
Nerede oldu?
Bütün bunlar nerede oldu?
TARİH Dünya proletaryasını temsil
eden Enternasyonal'den geldiğimiz yere bak.
Bunun bir parçası olmak için biraz
deli olmak zorundaydın.
Sana bir hikaye anlatayım.
Singapur'u bilir misin?
İşgücü ucuz olduğu için Avrupa
orada bir sürü fabrika açmış gibi görünüyor.
Singapur'a bir kez gitmiştim.
Bir dostumla Arjantin'e
gitmiştim.
Buenos Aires'teki işçilere Enternasyonal
tarafından broşür getirmemiz emredildi.
Bir tekneye bindik, Santa
Cruz'du, sanırım.
Singapur'da bozuldu.
48 saat burada konaklamak zorundayız
dediler.
Bir fabrika arazisinde
hareketsiz ve işe yaramaz beklemek tarzımız değildi.
Ne yapabilirdik?
O zaman uzaktaki bir fabrikadaki
grevi duyduk.
Eşsiz bir fırsat, dağıtmak için broşürleri
çıkardık.
Konforlu üçüncü sınıf
kabinimizin kabinlerine saklandı.
Anlarsın o devirde komünist
olmak çok tehlikeliydi.
Sonunda, onları çıkardık ama
fabrikaya gitmek için tek yol bir araba kiralamaktı.
Kiralayabileceğimiz tek araba bir
Rolls-Royce'tu.
Rolls için bir alkış alalım!
Broşürlerimizi dağıtmaya
başlıyoruz.
Tekne düdüğünü duyduğumuzda sadece
5-6 belki de 10 kilometre gitmiştik.
Bu gecikme, tahmin ettiğimizden daha
kısaydı!
Ve hemen gemiye dönmek zorunda
kaldık.
Geri döndük ve son hızla yola
çıktık, hala broşürlerimizi taşıyorduk.
Binmeden önce onlardan kurtulmak
zorundaydık.
Tek çözüm yolu vardı broşürleri
pencereden dışarı atmak.
En azından buralarda köylüler onları
görürdü.
Ama bu çılgıncaydı.
Çünkü broşürlerimiz Arjantin
için olduğu için İspanyolcaydı.
Ve bu iyi insanlar Javalıydı ve
onları anlamazlardı.
Böylece karara varmış olduk.
Aptalcaydı ama bu tarih, bir
film değil.
Hep anılarımı karıştırdığımı söylüyor.
Ama öyle değil.
Anılarımı karıştırmıyorum.
Bazen yarağıma bakıyorum.
Bu film değil.
Kanıtı Filmler için zamanımız
yok.
Çünkü iki dakikada sana
hayatımın 40 yılını anlattım.
Demek film?
Yolu yok.
Filmleri bırakıyorum ve yarağıma
bakıyorum.
Her şey yarak olarak
tanındığında zamanı gelir.
Gidelim.
Çıkış bu taraftan, millet.
Bozuk para!
Bozuk para!
Pazar günü, atom enerjisine
karşı olan bir gösteriye gittim.
Sonunda, bir fabrika ve bir
manzara yok.
İkisi bir arada.
Salaklar gibi ev almak için geçtiğimiz
bir manzara var.
Ve hiç olmayan ağaçlarının
gölgesinde uyurken asla çalışmayacağımız bir fabrika.
Annemle tartıştığında, imkansız
dedin.
İmkansız olan ne?
Yıkama konusunda kavga
ettiğimizdeydi.
Yeterince yıkamadığımı söyledi.
Doğru, bu benim için çok zor Kirli
çamaşırının olup olmadığını sormak kıçının kirli olup olmadığını sormak gibi.
Bu ona göre daha kolay.
Otomatik olarak yapıyor.
Bu onun için bir fabrika.
Benim için ev.
Bu yüzden mümkün olan ve mümkün
olmayan vardır.
Nicolas'ı düşünüyorum.
Eve porno film getirmiş.
Getirdiğini unutmuş ve ona
baktım.
Bence annesi orospu.
Erkekler yaraklarını
soktuklarında neden bunu önemsiyorum?
Aşkı düşünüyorum.
Düzmeyi ve düzülmeyi.
Bazen o bir erkek ve ben de bir kadınım.
Ben erkek olduğum için bazen
başka bir adamla düzüşüyormuşum gibi oluyor.
Belki bu yüzden kıçıma parmak
sokması hoşuma gidiyor.
Bunu sık sık istiyorum.
KISKANÇLIK Ne oldu?
Sıkıldın mı?
Hayır, hayır.
Ben bu şekilde seviyorum.
Seviyormuş gibi görünmüyorsun.
Bilmiyorum Söylediğim tüm
"seni seviyorum"lar tarafından yutulmuş gibi hissediyorum.
İşin nasıl?
İstifa edeceğim.
Anlamıyorum.
İlaç deposu çok ilginç değil mi?
İnsanları görememekten
yakınıyordun.
Şimdi de yakınıyorsun.
Ama çok hızlı gidiyor.
Ve ne yaptığımı anlayamıyorum.
Gözlerimi ellerimin üstünde tutamıyorum.
Hiçbir şey düşünme.
Söylemesi kolay.
Belki de senin sorunun bu.
Tamam, ben bir şey demedim.
Biliyor musun?
Hiçbir şey yapmayı bilmiyorum.
Peki abartıyorum.
Duyarlılığın nasıl üretileceğini
nasıl yemek yapılacağını Nicolas'ın ödevinin nasıl yapılacağını biliyorum ve
yarağın nasıl emileceğini de biliyorum.
İşte, gördün mü?
Çok komik.
Çok fazla.
Çok fazla ve hala yeterli değil.
Çok fazla.
Çok çok fazla.
Sonunda, yeterli değil.
Üretiyormuşum gibi hissettim.
Ama zaten benim ürünlerimi dağıttılar.
Ve bu yüzden zararına
üretiyordum.
Ya kim kar etti?
Hayır, o değil.
Onun arkasındaki biri.
Aramızdaki biri.
İş.
Kahretsin, bunun ne olduğunu biliyor
musun?
VE ZOR - Evet.
İki haftadır sıçmadım.
Nicolas.
Sekiz yıl önce.
Yani bacaklarımın arasına sıçtım.
Şimdi, her şey tıkanmış.
Kendimi tıka basa doldurmak zorundaydım.
Hatta sevinçten.
Ama artık bu çok fazla.
Zarım çatlıyor.
Her şeye kahretsin diyormuşum
gibi hissediyorum.
Tek yaptığım bu.
Kıçta olması gereken başka yerde
oluyor.
Kıçta hiçbir şey olmuyor.
Yemek yapıyorum.
İçeri giriyor, aşağı iniyor ama
dışarı bir şey çıkmıyor.
Sıçmayı ve boku düşünüyorum.
Fransa'da böyle çok kadın var mı?
BOK BELKİ Aniden, bitti.
Bir şeyler oluyor.
Benim rolüm bitiyor.
Biz ne oynuyoruz?
Bana açıklıyor.
Ama açıklamamalı.
Çünkü ben anlayışlı biriyim.
Her zaman onun gibi adamlar
söyleyecek: "Tabakları yıka, greve git işten eve git gel sik hadi tatile
gidelim.
" Ya da daha kötüsü ben onun için söylüyorum.
Ve o benim evimde çalışıyor.
Benim evimde.
Diğerleri hakkındaki haberleri
söyle.
Bu özel bir iş.
Özellikle bunun için para
alıyorsan.
Başkalarının kendin hakkındaki haberleri
sana söylemesine izin vermek suçtur.
Özellikle bunun için para
almıyorsak.
Sinemaya gideriz.
Bilet alırız.
Karşılığında yapımcılar olarak rolümüzü
satıyoruz.
TV'yi açıp suç ortağı
oluyorsunuz.
Daha kötüsü suç etrafında
organize oluyorsunuz.
Başkalarıyla ilgili haberlerin olduğu
yerde kendimizle ilgili haberleri arıyoruz.
Bizimle birlikte başkalarını istiyoruz
ama tehlike olmadan.
Bir hayvan asla böyle bir şey
yapmaz.
Ama biz erkekler ve kadınlarız.
Biz daha üstünüz.
Bu yüzden erkek bitmemesi
gereken yerde bitiyor.
Orada olması gereken kişi benim ve
orada değilim.
Henüz değilim.
Yine ve çoktan.
Ve şimdi ben.
Dün.
Bugün.
Çocuklar ve anne baba.
Bugün ve yarın.
Şimdi ve sonra.
Bir numara ve iki numara.
Ve ben.
Sonunda evimde.
Üç numara.
Ve ben şu anda?
Geçmişim ve geleceğim arasında.
Bir kız ve yaşlı bir adam
arasında.
Dilbilgisi uyduruyorum, sözcükler
buluyorum.
Ve çoktan müziği icat etmiş şu
"kız"ın ve "adam"ın.
Çok geç oldu diyoruz.
Bunu yapabilmek için.
Yapabilmeyi istemek için.
Bazen kendime soruyorum
o zamandan arkadaşlarım
hala yaşıyor mu diye.
Kızların onları
sarsan, tutan o gece
hakkında söyleyecek bir şeyleri
olup olmadığını.
"Kiracı bu yeri tuttuğunda bugünkü
haliyle tutmalıdır.
Burayı sadece ailesinin ve kendisinin
kişisel yerleşimi için kullanmalıdır.
" "Şehrin ve polis teşkilatının bütün emirleri karşılamalı ve
aile reisi olarak rolünü yerine getirmelidir.
" "Aile reisi olarak rolünü yerine getirmek.
" Acele et!
Anne eve gelecek.
Öldüğünde hala babam olacak
mısın?
Elbette.
Merak etme.
Manzara ne biliyor musun?
Evet.
Yani, baban fabrika mı yoksa
manzara mı?
Bu gözler
gece gündüz
sana bakar.
Dedikleri gibi sayılarla ve
nefretle değil.
Bu yasak şeylere doğru
sürünen sensin Ne yapıyordun,
Nicolas?
Planıma çalışıyorum.
Yani?
Gerçekleştirilemez olduğunu anlıyorum.
Bir fabrika vardı ve etrafına
bir manzara koyduk.
Bu gözler
gece gündüz
sana bakar.
Dedikleri gibi sayılarla ve
nefretle değil.
Bu yasak şeylere doğru
sürünen sensin
Ve zulme
gözlerini kapattığında
senin olacak.
Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan
& Orhan)||
Paris nous appartient (1961)
60296||8457568||PARİS BİZİMDİR Paris kimsenin değildir.
PEGUY Haziran 1957 - Ne
istiyorsunuz?
- Yardım edebilir miyim?
Sanmıyorum.
Gidin başımdan.
Artık dayanamıyorum!
Hasta mısınız?
Siz Pierre'in kardeşi misiniz?
Pierre'i tanıyor musunuz?
Bunun bir önemi yok.
Pierre bir şey yapamaz, kimse
yapamaz.
Onu öldürdüler.
Eminim onu öldürdüler.
Başka türlüsü mümkün değil.
- Kimden bahsediyorsunuz?
- Önce, Assunta.
Sonra Juan.
Hepsi, birbiri ardına.
Bu başlangıç.
Bütün arkadaşları öldürülecek, kimse
kaçamayacak.
Sadece biz ya da Pierre değil, herkes
tehdit altında.
Ve yapacak bir şey yok.
Konuşmalıyım.
Beni durduramazsınız!
Bırakın beni, konuşmak istiyorum!
Teşekkürler, çok naziksiniz.
Buraya bırakın.
- Pierre'in kardeşi misiniz?
- Evet, neden?
- Merhaba, Pierre.
Geciktim mi?
- Ida da gecikti.
- Ne var ne yok?
- Pek bir şey yok.
İş nasıl gidiyor?
Yorgun görünüyorsun.
Ne zamandır görüşmüyoruz?
- Yaklaşık bir aydır.
- Annemlerden haberin var mı?
- İyiler.
Arada onlara yaz.
- Onlar da bana yazabilirler.
Biliyorsun, annem seni çok sever.
Hala babamla mı birlikte?
Benim yazmam bir işe yaramaz.
Onlarla fikirlerimiz çok farklı.
- Bense, fikri olmayan bir kızım.
- Senin de olur.
Ne oldu?
Hiç, sadece yorgunum.
- Çok çalışıyorsun.
- Belki.
Cesaretimi kaybettim.
Atlatırsın.
Elbette.
Ama sonra yine sınavlar, ödevler
Hiç bitmiyor!
Önceden kolay gelirdi, artık
inancım kalmadı.
İnanmak gerekmiyor.
İnanır gibi görünsen yeter.
Bir şey daha var.
- Ben mi yoksa insanlar mı deli?
- İkisi de kızım.
Az önce biri bana senden
bahsetti.
Seni iyi tanıyor gibiydi.
Bir kız.
Komşum.
- Ne dedi?
- Anlatılacak bir şey demedi.
Söyledikleri anlamsızdı.
Benim gibi deliydi sanırım.
- Onu tanıyor musun?
- Belki.
Sen dert etme.
Anne, bu Ida.
Birlikte oturuyoruz.
Bu gece bize katılır mısın?
Bir parti var.
Bernard'ı tanıyorsun, ressam.
Philip de gelecek.
Bernard'da kalıyor zaten.
- Hangi Philip?
- Philip Kaufman.
Pulitzer Ödüllü ünlü gazeteci.
Yazdıkları yüzünden ABD'den
kovuldu.
McCarthy'i hiç duydun mu?
- O ölmemiş miydi?
- Öyle dediler ama cesedini
görmedim.
- Çok şüphecisin.
- Haydi, vakit kaybediyoruz.
- Kaybedilen zaman - Asla geri
alınamaz.
Burada ne işimiz var?
- Ben gidiyorum.
- Deli misin, yeni geldik.
Neden gitmeyecekmişim?
O da müzikten sıkılmış gibi.
Wolfenstein da hemfikir.
Juan'ın portresi hakkında
konuştuk.
Portreyi görebilir miyiz?
- Juan'ın portresi mi?
- Evet, Juan'ın.
- Portre sende mi?
- Satıldı.
- Juan niye gelmedi?
- Bilmiyor musun, Minna?
Yakalandı mı?
O öldü.
İntihar etti.
Bunu yapacağını asla düşünmezdim.
- İntihar ya da kurşuna dizilmek.
- Kurşuna dizilmeyi tercih
ederdim.
- Kendini mi vurdu?
- Hayır, bıçak kullandı.
Tam bir İspanyol işi.
Çok acı çekti mi?
Cenaze marşı yok mu?
Terry bunu nasıl karşıladı?
Onu aradım.
Felsefe yaptı.
Terry geliyor mu?
Muhtemelen.
Ama yalnız değil.
Biliyorum.
Anlamıyorum.
Juan gibi bir sanatçı nasıl
yapar.
Bizden biri, bir müzisyen.
Yeni bir Garcia Lorca.
Ama Lorca gitar çalmıyordu.
- Son çalışmasını dinledin mi?
- Terry'de yaptığı kayıt mı?
Evet.
Kıyamet müziği.
Kes sesini!
Yanlış düşünüyorsun.
Peki, sen bu konuda ne
düşünüyorsun?
Ya sen, Pierre?
- Sen ne düşünüyorsun?
- Hiçbir şey.
Düşünmezsin ama eyleme geçersin.
Değil mi?
Sanırım Paris'in havası onu
bozdu.
Bundan daha fazlası var.
Yaşadığı saçmalıklar, etrafındaki
anarşistler, kaybetme hissi.
- Gitar çok güzelmiş.
- Bize tek kalan bu.
Bu da ne demek şimdi.
Ne dediğini duydun mu?
- Ne öğrenmek isterdiniz?
- Bu çok anlamsız.
Onun niçin öldüğünü mü duymak
istiyorsunuz?
Juan sizin düşündüğünüzden daha
fazlasıydı.
Kapa çeneni, Jose!
Şimdi de gizemli tavırlar.
- Bir devrim yarıda kaldı.
- Komünler gibi mi?
- Ne zaman ülkene döneceksin?
- Dönmeyeceğim.
Romanyalısınız, değil mi?
İnanılır gibi değil.
Juan'ı sizin karamsarlığınız, umutsuzluğunuz
öldürdü.
İnsan sizin gibi nihilistlerle nasıl
yaşayabilir?
Hala bu işi bırakmıyorsunuz.
20 yıldır böyle.
Çalmaya devam edin.
Kanlı ellerinizle suçlu sizsiniz.
Biraz abartmıyor musun?
Ya Mayakovsky?
İspanyol değildi ama intihar
etti!
Mayakovsky de kim, ne?
Mayakovsky, o kims ki?
Aptallar sürüsü!
Buraya gel.
Sana bir çift lafım var.
Öncelikle, çok içtin.
Ama söyleyeceğim bu değil.
Sorunumuzu anlamalısın.
Artık Greenwich Village'da
değilsin.
Sana bir dost tavsiyesi: Biraz
hava değişikliği iyi gelir.
Belki de senin için yeterince
iyi değilizdir.
- Nerede kalacağım?
- Bu gece de kalabilirsin.
Seni kapının önüne koymuyorum, ama
anlamaya çalış.
Ebediyen burada kalamazsın.
İnsanlar ne düşünür?
Anladım, gidip toparlanayım.
Mesele çıkmadan halloldu.
- Terry'nin gidişini kaldıramadı.
- Bir de o var.
- Sorun ne?
- Juan.
Onu sen öldürdün.
Benim bununla bir ilgim yok.
Her zaman çok konuşuyorsun.
Sana yeterince güçlü olmadığımı
söylemiştim.
Ya Juan?
O yeterince güçlü müydü?
- Ne diyor?
- Hiç.
Boş ver, sarhoş.
Yaşamak istiyorsan, ondan vazgeç.
- Neyin var?
- Başım ağrıyor.
Benim için özür dile.
Onları hakkında hemen karar
verme.
Kim onlar, şu yeni gelen çift?
Gérard Lenz, budala bir tiyatro
yönetmeni.
Ya kız?
Amerikalı, Terry bir şey.
Juan'ın sevgilisiydi, onu terk
etmişti.
- Philip ile ne işi var?
- Bilmem, belki eski bir
hikâyedir.
- Juan niye intihar etti?
- Çünkü bir aptaldı.
Jean-Marc, nasıl gidiyor?
- İyi.
Sınavlar ne âlemde?
- İki gün kaldı.
- Yemek yiyelim mi?
- Ben ısmarlıyorum.
Lisedeki yemekhaneden daha iyi
bir yere gidiyoruz.
- Lisedekilerle görüşüyor musun?
- Hayır.
- Tiyatro nasıl gidiyor?
- Harika.
Seçmelere katılıyorum.
İlerlemiyor.
Beş altı tane randevum var.
Şanslısın, oyalanacak işlerin var.
Kartınız yok mu?
O zaman giremezsiniz.
- Yardım edebilir miyim?
- Yapacak bir şey yok.
Beni istemiyorlar, buna alışığım.
Bu çok aptalca.
Evet.
"Onlar ne yaptıklarını
bilmiyorlar!
" - Sizi tanıyorum.
- Evet, dün gece tanıştık.
Evet, dün gece.
- Onu tanıyor musun?
- Simaen.
Politik bir mülteci.
Tuhaf ilişkilerin var.
- Ne yapıyoruz?
- Gidelim, burada yemekler
iğrenç.
Bunlar Shakespeare'den değil.
Sınavlardan sonra Shakespeare'den
konuşuruz.
- Sınavlar ne zaman.
- Yarından sonra.
- Seni tutuyor muyum?
- 15 dakikam daha var.
- Ne yapıyorsun bugün?
- Önce, televizyondan bir reklam
yapımcısını göreceğim.
Beşte, bir seçme var.
Önce Gérard Lenz'i görmeliyim.
- Onu tanıyor musun?
- Hayır.
O ne yapıyor?
Shakespeare'in Perikles oyunu için
bir ekip kurdu.
Önce bu işten paçayı
kurtarmalıyım.
- Başka?
- Başka önemli bir şey yok.
- Perikles oyununu biliyor musun?
- Evet.
- Sence nasıl?
- Çok güzel.
Tüm oyun değil ama bazı sahneler
güzel.
Shakespeare'in eseri olduğu
şüpheli zaten.
- Oyun zaten bir felaket olacak.
- Neden?
Gérard iyi biri ama hayal
görüyor.
Para almadan, sadece sanat için
çalışılan bir yer.
- Seninse kaybedecek vaktin yok.
- Kesinlikle.
Oraya şimdi mi gideceksin?
- Evet, neden?
- Yapacak bir işim yok.
- Gelmek mi istiyorsun?
- Eğer rahatsız etmezsem.
Tamam.
Eğer biraz gülmek istiyorsan gel.
Yaşlı Gower eski bir şarkıyı
söylemek için, küllerinden yeniden doğdu.
Sizler memnun olun diye insani
zaaflara yine boyun eğdi.
Gördüğünüz bu şehir, Antioch.
Burayı başkent yapmak için, Büyük
Antiochus inşa etti.
Sur'un en güzel şehri.
Ne hayal ediyorsun?
Kale duvarları, kesik başlar.
- Niçin?
- Seyircinin hayal edebilmesi
için.
Tiyatro bir hayal değil, gerçekliktir.
Sen Gower değilsin, aktörsün.
Hayal etme, canlandır.
Doğrudan seyirciye hitap
edeceksin.
Öne geliyorsun basamakları çıkıp
iki adım atıyorsun.
Dinle, yorgunluktan ölüyorum.
Haklı, bütün gece çalıştı.
Biraz yardım edemez misiniz?
Boş ver, yeteneğim yok.
- Tanışıyor musunuz?
- Simaen tanışıyoruz.
Üzgünüm rolü kabul edemeyeceğim.
- Anladım, kaçıyorsun.
- Başka projelerim var.
Neyse, en azından haber verdin.
Zaten bu iş biraz çılgınca.
Muhtemelen bir fiyasko olacak.
- Belki de olmaz.
- Teşekkürler, cesaret verdin.
- Acelem var, gitmeliyim.
- Hoşça kal.
İsterseniz kalabilirsiniz.
- Emin misiniz?
- Kesinlikle.
- Ne zaman görüşüyoruz?
- Bir ara görüşürüz.
- Mesela bugün?
- Yarın ya da gelecek yıl.
Doğru, sınavların var.
Uğrarım sana.
Biri daha gitti.
Yarın nerede prova yapacağımızı
bile bilmiyoruz.
Neyse, nerede kalmıştık?
"Marina, bir sepet çiçekle
giriyor.
" Marina'yı oynayan gelmedi.
Suzanne'den haber var mı?
Marina'yı ben hallederim.
Çok komik ama bir kızı tercih
ederim.
Sen oynuyorsun.
Sen de.
- Replikleri okur musunuz?
- Ama ben bilmiyorum.
Okumayı bilmiyor musunuz?
Tek istediğim bu.
- Yardım etmeyecek misiniz?
- Elbette ama beceremem.
- Oyunu riske atıyorsunuz.
- Riski göze alıyorum.
Sahne plajda geçiyor.
Konuşurken rüzgârı, denizin,
martıların sesini bize hissettirmelisiniz.
Yeminini hatırla.
Onu yok etmeye ant içmiştin.
Yapacağım.
Çok erdemli bir kadın olsa bile.
O zaman, böyle temiz birini tanrılar
yanlarına almalı.
İşte geliyor.
Bakıcısının ölümüne ağlıyor.
- Kararlı mısın?
- Kararlıyım.
Tellus'den tüm çiçekleri
çalacağım, mezarına serebilmek için.
Yazık ki, zavallı ben, bir
fırtınanın Rüzgâra doğru dönün.
Bir adım.
Dionyza'nın çıkışından başlayın.
- Bu esen batı rüzgârı mı?
- Güneybatı rüzgârı.
Sesinizi zorlamayın.
Marina 14-15 yaşında bir kız.
Doğduğumda rüzgâr kuzeyden
esiyordu.
Bakıcımın dediğine göre, babam
korkusuz biriymiş.
Narin elleriyle halatlara
asılarak, "Cesur denizciler!
" diye seslenmiş gemicilere.
Ve gemi direğine tutunarak,
güverteyi parçalayan denize meydan okumuş.
- Yarın nerede prova yapıyoruz?
- Yarın beni Terry'den arayın.
Gördünüz mü, iyi geçti.
Çocuk gibi kekeledim.
Pek çok insandan daha anlaşılır
konuştunuz.
- Siz kalıyor musunuz?
- Evet, Terry'i bekliyorum.
- Sizi alıkoydum mu?
- Kuaföre gidecektim ama olsun.
Saçlarınız böyle güzel.
Öğrenci misiniz?
Edebiyat okuyorum ama memnun
muyum bilmiyorum.
İşte, Terry.
Yine ne istiyordu?
Beni aradı.
Benimle bazı fikirleri hakkında
konuşmak istedi.
- Ne hakkında?
- Senin hakkında.
Sanırım biraz delirdi.
Onu görmek istemiyor musun?
Hayır.
Arkadaşın Philip bir paranoyak.
Seni Terry Yordan ile
tanıştırayım.
- Yeni oyuncu mu?
- Hayır, değil.
- Nasıl gitti?
- Jean-Marc ve Suzanne
bıraktılar.
Bazen Juan haksız mıydı diye düşünüyorum.
Bu konudan bahsetme.
Bıçak konusunda yanlıştı.
Ben bileklerimi kesmeyi
yeğlerdim.
Bir kez yaptım zaten.
O yol işe yaramaz.
Bu yüzden onu seçtin.
Başarana kadar işe yaramaz.
Karalılık meselesi.
Vaktiniz olursa tekrar gelin.
Yine karşılaştık.
Tesadüflere inanmam.
- Hatalısınız.
- Hayır, her şey beni haklı
çıkarıyor.
Madem ısrar ediyorsunuz, öyle
olsun.
- Biri daha.
- Onu tanıyor musunuz?
Belki.
Ben gidiyorum.
- Yeter.
Neden kaçıyoruz?
- Kaçmıyoruz, hızlı yürüyoruz.
- Onu tanıyor muydunuz?
- Çok soru soruyorsunuz.
- Pierre nasıl?
- Bilmem.
Çok sık görüşüyor musunuz?
- Bazen.
- Nelerden konuşuyorsunuz?
Her şeyden.
Her zaman anlaşamıyoruz, ama bu
normal.
Size bir şey söyleyeyim: İnsanlar
göründükleri gibi değil.
İnsanlar ne diyeceğimi tahmin edebilir
ama bilemezler.
Tüm dünya tehdit altında.
Farkında olmasalar bile.
Güçlü olduğunu düşündüklerimiz sadece
birer kukla.
Esas yönetenler derin devlette
saklı.
- Kim onlar?
- Onların isimleri yok.
Bilmece gibi konuşuyorum ama bazı
şeyler ancak böyle söylenir.
- Juan intihar mı etti?
- Belki.
Hiçbir şeye inanmıyorum.
Juan bazı şeyler biliyordu ama
yeterince güçlü değildi.
Olay intihardı.
Ama birileri onu zorladı.
Juan ne ilk ne de son.
Sıradaki kurbanı söyleyebilirim.
Gérard'ı tanıyor musunuz?
Neyse, önemi yok.
- Terry yüzünden mi?
- Hem evet, hem hayır.
Bazı sırları çok az insan
kaldırabilir.
Juan kaldıramadı.
Gérard da kaldıramaz.
Gérard tehdit altında.
Farkında değil.
Ona en fazla iki ay veriyorum.
- Doğru değil bu.
- Tamam, değil.
Niçin bir şey yapmıyorsunuz?
Arkadaşları Demokles'i kılıç
hakkında uyardı.
Ama onun tepkisi, kılıcın düşmesine
sebep oldu.
- Yine mi bilmece?
- Evet.
Belki siz bir şey yapabilirsiniz.
Niye ben?
Belki.
Gérard'ı kurtarmaya çalışmak
isterseniz Bunun yolunu bulmak size kalmış.
Size yardım edemem, ben her şeyi
mahvederim.
Boş verin, bu sizin için çok
fazla.
Pierre'e benden bahsetmeyin.
Beni pek sevmez.
Sussam iyi olacak, çok konuşuyorum.
Benim suçum.
Terry'nin suçu.
Bize yakın olan herkes tehlikede.
Niçin bana bunları anlattınız?
Özür dilerim, sizi yolunuzdan
alıkoydum.
Bir otelde kalıyorum.
Yakınlarda mı oturuyorsunuz?
Hayır, pek sayılmaz.
Üzgünüm, Metro kapandı.
Niçin benimle konuştunuz?
Nedenini asla aramayın.
Terry'den ve benden sakının.
Size anlattıklarımı mümkünse
unutun.
Ya da beni affedin.
Pierre, sana gelebilir miyim?
Gelince anlatırım.
- Ne oldu?
- Rahatsız ediyor muyum?
- Nasıl anlatırım bilmiyorum.
- Dene.
Randevum var.
Gideyim öyleyse.
Hayır, gitme.
Dağınıklığa bakma.
İspanyol komşum Kız ortadan
kayboldu.
Taşındı yani, hepsi bu mu?
Gizemli işlere fazla daldın?
Tavsiyene ihtiyacım var.
Birinin tehlikede olduğunu öğrensen
ne yapardın?
Kim olduğuna bağlı.
Tanıdığımız biri mi?
Gérard Lenz.
Buraya gel.
Ida giyinsin.
- Onu gördün mü?
- Evet.
- Onunla ne işin var?
- Hiç.
Onun tehlikede olduğunu düşünmüyor
musun?
Ne tehlikesi?
- Terry yüzünden.
- Terry mi?
Bana Juan'ın ölümünden bahsettiler.
- Kim?
- Birisi.
Ya zavallı Terry?
Arkadaşlarının hayal gücü fazla
çalışıyor.
Bu olayda şüphelenilecek biri
varsa, o da Gérard.
- Neden Gérard?
- Neden olmasın?
Terry için biri gider, biri
gelir.
Terry'e ne olmuş?
Haklısın.
Deliriyor olmalıyım.
Mümkündür.
Dünyaya geri dön.
- Sınavın ne zaman?
- Yarın.
Başarılar.
Görüşürüz.
- Philip Kaufman burada mı
oturuyor?
- Onu tanımıyorum.
- Telefonu edebilir miyim?
- Evet, telefon orada.
Gérard Lenz ile konuşabilir
miyim?
Yok mu?
Acaba ne zaman Hayır, bir şey
söylemeyin.
Affedersiniz.
Philip Kaufman'ı tanıyor musunuz?
Burada mı?
İçeride olmalı.
Oda 19, 4.
kat.
Philip, size ne oldu?
Bu küçük numaramı gördüğünüz
için üzgünüm.
Etkileyicidir ama her zaman
atlatırım.
Midway Muharebesi'nden eski bir
hatıra.
Bunun bir çaresi olmalı.
Niçin geldiniz?
Sizinle konuşmalıyım.
Geçen gece anlattıklarınız doğru
muydu?
Yoksa benimle dalga mı
geçiyordunuz?
Ne dediğimi hatırlamıyorum.
- Lütfen söyleyin.
- O kadar önemli mi?
Size her ne anlattıysam, unutun!
- Son sözünüz bu mu?
- Evet.
Buna hakkınız yok.
Tehlikede olan bir adam için bir
şeyler yapmamı söylediniz.
Ben size bir şey sormamıştım.
Beni böyle bırakamaya hakkınız
yok.
Sizi aklı başında biri sanıp konuştuğum
için haksızım.
Siz hayal gücü fazla çalışan
küçük bir kızsınız.
- Ya Juan?
- O öldü, bırak öyle kalsın.
Ölmeden önce kimse ondan
bahsetmezdi.
Hiç de olağanüstü biri değildi.
Gérard da değil.
Hiçbirimiz değiliz.
Hepimiz sıradanız.
Kimse için kılınızı kıpırdatmaya
değmez.
Bu söylediklerinize siz de
inanmıyorsunuz.
Anlattıklarınızın sonuçlarından
korkuyorsunuz.
Bu işi sonuna kadar götüremem mi
sanıyorsunuz?
Bence saçmalıyorsunuz.
Evinize dönün.
Her şeyi unutun.
Kimseye anlatmayın.
Özellikle de Gérard'a.
En iyisi bir şey yapmamanız.
Bu işin peşini bırakın.
Söz mü?
- Neye söz veriyor?
- Girmeden önce kapıyı
çalacağına!
Sen de mi Juan'dan konuşmaya
geldin?
Tebrikler!
Kendini geliştiriyorsun.
- Siz ne dersiniz?
- O konuda bilgim yok.
Çok da bilmeye gerek yok.
Hangisini beğendiniz?
Bu çok kötü.
Sevdiniz mi?
Niçin buradasınız?
Neyse, açıklamayın.
Gérard sizi görmek istiyor.
Oyun hakkındaymış.
Onu 0538'den arayın.
Ama acele edin, bütün gün orada
olmayacak.
Hatıra olarak saklayın bunu.
Gérard'a, her zamanki gibi onu
alacağımı söyleyin.
- Ona ne yaptın?
Kız sarsılmış.
- Bir aptallık yaptım.
Ona anlattın mı?
Evet.
Her şeyi inkâr etmeye çalıştım
ama inanmadı.
Ona niye anlattın?
Bir tezimi doğrulamayı denedim
ama böyle olmayacak.
- Sadece sen kurtarabilirsin.
- Nasıl?
Gérard'ı terk et.
Er geç, ona her şeyi
anlatacaksın.
O bunu kaldıramaz.
- Yapamam.
- Niçin?
Ona çok değer veriyorum.
- Rahatsızlık verdim mi?
- Hayır, hiç de değil.
Telefonda konuşmak istemedim.
Yüz yüze konuşmayı tercih ederim.
Suzanne ayrıldı.
Bir filmde oynayacakmış.
Marina'yı oynamayı kabul eder
misiniz?
İki gün önce okuduğunuz rol.
Ama ben oyuncu değilim.
Önemli değil.
Eminim başaracaksınız.
Bilmiyorum.
Düşünmem lazım.
Çabuk düşünün.
Yarın beni Terry'den arayın.
Akşama Terry sizi yine almaya
gelecekmiş.
Perikles hakkında ne
düşünüyorsunuz?
- Bu bir sınav mı?
- Hayır, fikrinizi merak ettim.
Biraz dağınık, bağlantısız.
Ama önemli değil.
Çünkü başka bir açıdan okunmalı.
Doğru cevap mı?
On üzerinden on.
Herkes, Terry bile bana deli
diyor.
Ama bu oyunu istememin nedeni oyunun
tutarsız, oynanamaz olması.
Hoşuma giden, oyunun parçalardan
oluşması.
Dünyevi bir bakış açısıyla okumak
gerekiyor.
Perikles, krallıkları da aşsa, diğer
kahramanlar dağılsa da, kimse kaçamıyor.
Son sahnede hepsi yine
buluşuyorlar.
Aslında benim de yapmak istediğim
bu.
Sizce deli miyim?
Hayır, hiç de değil.
Harika!
İnsanların da bunu anlamasını
sağlamalıyız.
Kaotik ama yine de mantıklı bir
dünya anlatıyor.
Bizimki gibi.
Dört bir yana savrulan, ama bir
amaç için.
Sadece, bu amacın ne olduğunu
bilmiyoruz.
- Sizi sıkıyor muyum?
- Hayır.
Katılıyorum, dünya göründüğü kadar
saçma değil.
Ama bunu açıklamak için ne
yapabiliriz?
Ben müziğe güveniyorum.
Juan'ı tanımıyor muydunuz?
Pericles için müzik yapmasını istemiştim
ama vakti olmadı.
Bir gece Terry'nin evinde, gitarla
yaptığı doğaçlamayı kaydediyordu.
Tam da Perikles için aradığım şeydi.
Ama ne oldu bilmiyorum.
Kaydı bulamadınız mı?
Terry bir arkadaşına verdi.
O da başkalarına.
Kayboldu, hiçbir iz yok.
Belki de kaybolmamıştır.
İyi aradınız mı?
İyice aramak için vakit lazım,
benim yok.
Terry kimde olduğunu bilmiyormuş.
Terry çok yalan söyler.
Gitmem gerekiyor.
Jean-Marc beni bekliyor.
- Onu sık görüyor musun?
- Bazen.
Onunla aynı şehirdeniz.
Juan'dan bahsetmemi garipsemiş
olmalısınız.
Biliyorsunuz, Terry ve o Juan'la
çok iyi arkadaştık.
Niye yaptığını aklım almıyor.
Terry bunu asla konuşmaz.
Ama eminim sürekli onu düşünüyor.
Onu çabuk yargılamayın.
Çok iyi bir kızdır.
- Eminim onu küçümsüyorsunuz.
- Hayır, asla.
Ailesi ayrı.
Annesi Fransız.
Terry de Paris, New York arasında
sürüklenip durmuş.
Bu onda iz bırakmış.
Juan'ın ölümü onu çok etkiledi.
Onu çok seviyorum ama bazen beni
korkutuyor.
Sonumun Juan gibi olmasını
istemiyorum.
Terry zor, güçlü biri.
Ama yardımcı olmuyor.
Ama sizinle güvende hissediyorum.
Tüm cesaretim kırılmıştı,
bomboştum.
Nehre atlamaya hazırdım.
Şimdi daha iyiyim.
- Abartıyorsunuz.
- Hayır.
Rolü kabul edin.
- Beni arayın.
Söz mü?
- Söz.
- Çok bekledin mi?
- Biraz.
- Jean-Marc'ı gördün mü?
- Hayır.
Sınav nasıldı?
Sonra anlatırım.
- Gördün mü?
- Ne olmuş?
Onu nereden tanıyorsun?
Erkek kardeşi onun için bir oda
bulmamı istemişti.
- Sınavın nasıl geçti?
- Gitmedim.
Canım istemedi.
- Annemler ne diyecek?
- Onlar alışık.
Bir tiyatro oyunundan teklif
aldım.
- Kimden?
- Gérard'dan.
- Kabul ettin mi?
- Daha düşünüyorum.
Nereye gidelim?
Sen karar ver.
Gérard nezaket göstermiş.
Ama bu ciddi bir iş değil.
- Hiç iş deneyimin yok.
- Öğreneceğim.
O bir yetişkin.
Bırak başının çaresine baksın.
Bir oyuncu eksik ya da fazla ne
fark eder?
Nereye gidiyorsun.
Gérard'ı aramaya.
Kabul edeceğim.
Birkaç hafta sonra Bu esen batı
rüzgârı mı?
Ben doğduğumda kuzeyden esiyordu.
Öyle miydi?
Babam korkusuz biriymiş Böyle
olmaz.
Vantilatör olmadan oynayamıyorum.
Biraz gayret et.
Al sana rüzgâr.
Babam korkusuz biriymiş Bu işe
yaramaz, çek şunu.
Kaldır ortadan.
Rüzgâr, deniz gereksiz.
Müzik olsaydı Benim gibi bir
rejisör daha bulamazsın.
Merak etmeyin, bir saat içinde
döner.
Siz devam edin.
Bana aldırmayın.
Ben doğduğumda rüzgâr kuzeyden
esiyordu.
Kuzey miydi?
- Gitmeliyim.
- Elbette.
Devam edin.
Replikleri ben söylerim.
Gördün mü?
Kendini kaptırdı.
Ne anlatıyorsunuz böyle?
Bu başka bir oyun mu?
Aklınızdan ne geçiyor?
Hiçbir şey.
Neden iki kelimeyi sakince
söyleyemiyorsunuz?
Gérard böyle olmuyor.
Biraz müzik lazım.
- Hangi müzik?
- Juan'ınki.
Sanki bulmuş gibisin.
Nerede olduğunu bilmediğimi
söylemiştim.
- Ara öyleyse.
- Canım istemiyor.
Juan'ın arkadaşlarına sordun mu?
Kendi işini kendin gör.
Belki Terry onları görmek
istemiyordur.
Siz rolünüze çalışın.
Diğer sahne.
Ghislaine, Minna, lütfen.
Ne oldu?
Gérard'a mı kızdın?
Evet, inkâr etme.
Ben de bu yoldan geçtim.
Önce vazgeçilmez olursun, sonra
bir eşya gibi davranır.
- Onu ne zamandır tanıyorsun?
- Geçen yıldan beri.
- O zaman da Terry ile miydi?
- Hayır.
Neden?
Gérard ile fazla ilgileniyorsun.
Senin için iyi değil.
Gérard tehlikede, bundan eminim.
- Kim dedi?
- Juan ve Terry'i tanıyan bir
arkadaş.
Juan'ın intihar etmediğini
biliyor.
Bir sır biliyor.
Belki Terry'den duymuştur.
- Nasıl bir sır?
- Bilmiyorum ama korkutucu.
Juan biliyordu, öldü.
Gérard henüz bilmiyor ama
öğrenebilir.
- Terry'den mi?
- Sanırım.
Niçin Gérard'a söylemiyorsun?
Bana inanmaz.
Önce kanıt bulmalıyım.
Şahide ihtiyacın var.
Bunları anlatan kişi O her şeyi
unutmam gerektiğini söylüyor.
- Emin misiniz, sizinle dalga
geçmediğine?
Buna inanamam.
- Siz de bana inanmıyorsunuz.
- Bilmiyorum.
Juan'ı sadece bir iki kez gördüm.
Onu tek tanıyan Terry değildi.
Başka arkadaşları da vardı.
Onları bulup sorgulayın.
Son günlerinde neler yaptığını
sorun.
Öğrenmenin tek yolu bu.
Kırık Kalpler Kulübü toplanmış.
Size tehlikede olduğunuzu söylesem,
Terry yüzünden?
Bu ne kıskançlık.
Duydun mu, Terry?
Komik değil mi?
Hayır.
Tehlikeli bir kız olabilirim
gerçekten.
Tehlikeli kadınlara her zaman
bayılırım.
Terry izin verirse, Juan'ın kaydını
arayabilirim.
- Bu sizi oyalar.
- Kötü davranma.
- Nasıl bulacaksınız?
- Siz bana bırakın.
- Bulursanız, sizi öpeceğim.
- Öyleyse, iyi arayayım.
- Juan nerede oturuyordu?
- Bilmem ama öğrenirim.
Ya Anne haklıysa?
Söylediğinden daha çok şey
biliyor gibisin.
- Ne olmuş?
- Seni bu yüzden seviyorum.
Bu kapıyı asla açamıyorum.
Bildiğini biliyorum.
Ne bildiğimi bilmiyorsun.
Dizini çek.
Ne bildiğini söyle bana.
Hayır.
Böylece seni koruyabilirim.
Bu kadının evinde ölmüş.
Aniouta Barsky?
Gérard Lenz'in arkadaşıyım.
Gérard ve Juan arkadaştı.
Anlatmak biraz zor.
Acaba, Juan'ın yaptığı bir kayıt
hakkında bilginiz var mı?
- Hayır.
Nerede yapmış?
- Gérard'ın bir arkadaşında.
- O kaydı bilmiyorum.
- Ama Juan'ı tanıyordunuz?
Evet.
Neden sordunuz?
Size kayıttan hiç bahsetmedi mi?
Hatırladığım kadarıyla hayır.
Philip Kaufman ya da Gérard hakkında
hiç konuşmadı mı?
Hayır.
Ne de Gérard'ın kız arkadaşı
hakkında.
Adı Terry, değil mi?
Sizi kim gönderdi?
Kimse.
Sizi Gérard mı gönderdi?
Pek sayılmaz.
Ama bunu öğrenmek benim için çok
önemli.
- Neyi öğrenmek?
- Juan hakkında bildiklerinizi.
Ne istediğinizi bilmiyorum ama
yanlış kişiye geldiniz.
Size bir şey söyleyemem.
Bir gece eve geldim ve onu karnında
bıçakla yatarken buldum.
Yerde yuvarlanıyordu, neredeyse kaskatıydı.
Konuşamıyordu.
- Ya öncesi?
- Öncesi?
Bilmiyorum.
O sırada burada değildim.
Burada kalmalıydım.
Çocuk burada olsaydı belki - Bu onun
oğlu mu?
- Hayır değil.
Bunun intihar olduğuna emin
misiniz?
Değilse bile öyle görünüyordu.
Sürekli bundan bahsediyordu.
- Ne diyordu?
- Yozlaşma, dünyanın sonu Onu
anlayıp anlamamam umurunda değildi.
Ben sadece burada olduğu için
mutluydum.
Beni defalarca terk etti.
Burası onun için bir sığınaktı.
Her zaman geri döndü.
Sonunda da burada kaldı.
Terry'i tanıyor musunuz?
Nasıl bir kız?
Çok güzel, çok zor biri.
Bilmiyorum.
Bence onu bu hale Terry getirdi.
Ona her ne yaptıysa, iyi bir şey
değildi.
Elimizden bir şey gelmezdi.
Bunu yapacağını bilemezdik.
Söylediklerini asla düşünmedim.
Sırlar, komplo, devrim Ona göre
her şey yozlaşmış, mahvolmuştu.
Ona hiç soru sormadım.
Bitsin diye bekledim.
- Bunları niye soruyorsunuz?
- Dediğim gibi, bir bant
arıyorum.
- O nedir?
- Bir bant kaydı.
- Kimde olabilir peki?
- Bilmiyorum.
Herhangi biri.
Kim olursa.
- Niçin?
- Öğrenmem lazım.
Benden duyduğunuzu söylemeyin.
Jean-Bernard de Georges diye bir
ekonomi doktoru var.
Juan'a hayran olduğunu söylerdi.
Juan'ı kollardı.
Juan'ın gururu okşanırdı.
Ama bence aslında Terry ile
ilgileniyordu.
Onun adresini bulun.
Adını kimden duyduğunuzu
söylemeyin.
- Teşekkür ederim.
- Hayır, etmeyin.
- Size telefon etmiştim.
- Evet, gelin.
Sanırım tanışıyoruz.
Evlatlığım.
Juan'ı iyi tanırdım.
Türünün son örneğiydi.
Her şeyin yok olmasını isteyen radikal
bireycilerden biriydi.
Böyleleri önce kendilerini yok
eder.
Bu biyolojik olarak kaçınılmaz
bir durum.
Juan beni hayal kırıklığına
uğrattı.
Müziğe bayılırım.
Ondan çok umutluydum, ama fazla
özneldi.
Bütün problemleri çözebileceğini
düşünürdü.
Hem de hiç düşünüp hesaplamadan.
Hesaplama!
Sayılarla neler yapabileceğimizi
bir düşünün.
Juan tam bir yürüyen felaketti.
Evet, o kaydı duymuştum.
İyi hatırlıyorum.
Ve inanın bana, çok kötüydü.
Tam bir rezaletti.
Kaybolmuş olmalı.
Juan yaptığı her şeyi yok etti.
Nihilistçe bir takıntı.
Size yardım edemediğim için
üzgünüm.
- Gérard nasıl?
- Fena değil.
Gençliğin verdiği heyecan, saflık
çok güzel.
Belki de her şey yoluna girer.
Bayan Yordan'a sevgilerimi
iletin.
- Terry'e mi?
- Evet.
Daha fazla uğraşmayın.
Bir şey bulamazsınız.
Senin hakkında ne düşünmüştür
kim bilir?
Bir şeyler saklıyordu Benden
şüphelendi.
Ben çıkınca birini aradığına
eminim.
- Kimi?
Neden?
- Bilmiyorum.
Abartıyorsun biraz.
Çocuk gibisin.
Bu benim sorunum.
Benim de sorunum.
Georges için pek çok iş yaptım.
Ve yapmaya devam etmek istiyorum.
Ne işi?
Ayak işleri, soruşturma, istihbarat,
her şey.
Bunu niçin yapıyorsun?
Aziz gibi yaşayabileceğimizi mi
sanıyorsun?
Kimse mükemmel değil.
Gérard da değil.
- Kapa çeneni!
- Niye?
Ben bir realistim.
Hayallere kapılmıyorum.
Ne kahraman ne aziz var.
Buradan başlıyoruz.
- Burada kalmam sorun yaratır mı?
- Normalde hayır.
- Gerçekte?
- Evet.
- Neden?
- Nedeni yok, gerçek bu.
Çok kötü.
Sizi severim.
Yardım etmek isterdim.
- Francois nerede?
- Bir radyo yarışmasında.
- Ne zaman gelecek?
- Ne zaman gelebilirse.
Asla ciddi bir prova yapamıyoruz!
Midilli centilmen dolu.
Kızların peşinde koşarken burada
çok para kaybettik.
Bu üç zavallı kızdan başkasını
getiremedim.
Onlar da yapabileceklerinden fazlasını
yapamazlar.
Çalışmaya zorlanmaktan mahvolmuş
durumdalar.
Genelev patronunu oynamak için
biraz genç.
İyi gitmeye başladı.
Virginie, hala biraz yapmacık.
Shakespeare çok güzel ama opereti
tercih ederim.
Korsanları geçiyoruz, çünkü
burada değiller.
Pander'in çıkışından alalım.
Boult, git sokaklarda ilan et,
bağır.
"En çok para veren onu ilk olarak
alacak!
" Erkekler eskisi gibi olsaydı, böyle bir bakire ucuza gitmezdi.
Oldu bilin.
Yazık ki Leonine çok yavaş!
Konuşmak yerine saldırmalıydı.
Yoksa korsanlar yeterince barbar
değiller mi?
Anne, niye kazık gibi
dikiliyorsun?
Bu şiirsel bir oyun.
Şiirsellik hareket ister.
Sahnede doğal hareket edin.
Haydi, tekrar.
- Neden olmaz?
- Bir daha bundan bahsetme!
Evde çalışırsınız.
Şimdi biraz dinlenin.
Paul ve Virginie, sıra sizde.
- Gérard'ın neyi var?
- Bildiğin sıkıntılar.
- Başka bir şey?
- Başka ne olabilir?
- Çok sinirli görünüyor.
- Evet, öyle.
Philip bana Juan'dan, onun
ölümünden bahsetti.
Hata etmiş.
Bu bir sohbet konusu değil.
Terry ile zaman kaybediyorsun.
Asla bir şey söylemez.
Terry hep gizemlidir.
Gérard'ı böyle elinde tutuyor.
Anne, tekrar yerinizi alın.
- Benim gitmem gerek.
- Rolünüzü tekrarlamadan olmaz.
- Para da kazanmam lazım.
- Ne iş yapıyorsunuz?
- Aptalca bir iş.
- Neden o aptalca işi
yapıyorsunuz?
- Siz neden para ödemiyorsunuz?
- Neyle ödeyeyim?
- Paranız yoksa başka bir iş
yapın.
- Defolun, geri gelmeyin!
- Val, başka birini bul.
- Söylemesi kolay.
Çok etkileyiciydi ama gitmem
lazım.
- Pierre, nereye?
- Beni bekliyorlar.
Görüşürüz.
İzin ver gideyim.
Onunla konuşmam gerek.
Bu ne maskaralık!
Ben size ne yaptım?
Beni çıldırtmak için para mı
alıyorsunuz?
Siz burada ne arıyorsunuz, casus
musunuz?
Ne oldu?
Hiç.
Sizi görmek istedim, hepsi bu.
- Hepsi bu mu?
- Elbette.
Neden?
Pekiyi görünmüyorsunuz.
Önemli değil.
Sadece biraz hüzünlüyüm.
- Sorun ne?
Tiyatro mu, Gérard mı?
- İkisi de.
İkisi için de surat asmaya
değmez.
Hala gerçeği istiyor musunuz?
Gerçek şu: Tüm bunların hiçbir
önemi yok.
Oyun iyi gitmiş, gitmemiş önemli
değil.
Bunlar entelektüeller için
sadece bir eğlence.
Gözlerinizi açıp etrafınıza
bakın.
Bu otelde yaşayan insanları fark
ettiniz mi?
Onlar en sefil oyuncudan bile
daha değerliler.
Ben sefil bir oyuncu değilim.
Henüz olmadıysanız, yakında
olursunuz.
Juan öldü ama ben direniyorum.
Oysa ölmek için benim de
nedenlerim var.
Nedeni Terry değil elbette.
Hayattayım, çünkü bir fikre
takılıp kalmıyorum.
Tek bir yol var, o da düşünmemek.
Tanıştığım insanlara dört elle
sarılıyorum.
Onlara bakıyorum, dinliyorum:
Yaşıyorlar.
Hala hayattalar ve özgürler.
Onlar da beni görüp
duyuyorlarsa, kendilerinden biri gibi kabul ediyorlarsa hala yaşıyorum demektir.
Bu egoizm.
Belki.
Ama umurumda değil.
- Benden nefret mi ediyorsunuz?
- Evet, ediyorum.
İnanın bana.
Ben haklıyım.
Etrafınızdaki insanlara bakın, onlar
gerçek dünyada yaşıyorlar.
Size oteldekileri anlatayım: Oda
20, Birgitta.
Finlandiyalı, 19 yaşında.
Tek tutkusu mutluluk.
Mankenlik yapıyor.
Daha iyi şeyler umut ediyor.
Oda 13, Karoly.
24 yaşında, Budapeşteli.
Çok az Fransızca bilerek geldi,
tıp eğitimi alıyor.
Oda 9, Gustave Baron, yaş 67.
Az bir emekli maaşı, 1940'ta
oğlu öldürüldü.
Oda 11, Minna, Darmstadt'lı.
Fransa’ya 4 yıl önce geldi Merhaba,
Minna.
Nasılsınız?
- Tanışıyor musunuz?
- Ben de Pericles'te oynuyorum.
- Bu neyi kanıtlıyor?
- Hiçbir şeyi.
İkimiz de haklıyız.
Durumun karmaşık olduğunu
kanıtlıyor.
Tavsiye için teşekkürler ama sorunlarımı
kendim halledeceğim.
- Bana şans dileyin.
- İyi şanslar, yanındayım.
- Philip'i mi gördünüz?
- Evet.
Niçin sürekli Philip?
Philip çok güçlü biri.
- O ne demek?
- O da herkes gibi.
Yalnız yaşayamaz.
- Çok derin laf ettin!
- Fikirleriyle baş başa.
Derin çok derin laflar.
Ya sen ne düşünüyorsun?
Sıradan şeyler.
Rahatım yerinde, viski güzel.
Kızlar hayranlık verici.
Kesinlikle.
Daha ne istersin?
Demek istediğim bu değildi.
Peki, sen ne düşünüyorsun?
Değişiklik olsun diye, Philip'i
düşünüyordum.
Sürgün edilmek nasıl bir histir
diye düşünüyorum.
Ben de gitgide kendimi sürgünde
hissediyorum.
Terry beni bir sürgün birliğine
kaydettirmiş sanki.
- Kimdi o?
- Georges.
- Yine ne istiyor?
- Tahmin edemiyor musun?
Hepiniz sürgündesiniz aslında.
Kendinizi evde hissediyor
musunuz?
Tüm bu yozlaşma sizi
iğrendirmiyor mu?
Vakit yaklaşıyor.
Sizi bilemem ama ben sonunu
görmek istemiyorum.
Birinin alkışları kabul etmek
için kalması gerekir.
Ben yuhalanmadan önce gitmeyi
yeğlerim.
Bitti mi?
Komik olduğunuzu mu sanıyorsunuz?
Komik olmaya çalışmıyorum.
Komik olacak kadar garipsin.
Edebiyat yapıyorsun.
Sırası değil.
- Beni sinir ediyorsun.
- Bir puan.
Sonra?
- Ne anlatmamı istiyorsun?
- Her şeyi.
Sonra, şimdi çocuklar var.
Tamam, sonra.
- Rica ederim, susun.
- Neden?
Nedenini biliyorsun.
İşler ilginçleşmeye başladı.
Bu kadar üzülmeyin.
Şaka yapamayacak mıyız?
Philip'e mi baktınız?
Nerede olduğunu bilmiyorum.
- Geri gelecek mi?
- Elbette.
Mesajınız var mı?
- Hayır.
Onu görmeliyim.
- Gelin odamda bekleyin.
Onu uzun zamandır mı
tanıyorsunuz?
Umurumda değil, kıskanç biri
değilim.
- Bir kaç gündür.
Ya siz?
- Buraya taşındığından beri.
- Ne zaman buraya taşındı?
- Üç dört hafta önce.
- Ya ondan önce?
- Pek bilmiyorum.
Paris'e geldiğinde hala biraz
parası vardı.
Sonra kendini bıraktı.
- Niçin?
- Pek çok sebepten.
Buraya büyük hayallerle gelmişti.
Yeni fikirler bulmayı ummuştu.
Ağzına bir laf dolamıştı: "Dar
görüşlü liberallerden daha kötüsü yoktur.
" Ama başka bir şey daha vardı.
New York'tan yalnız gelmedi.
- Terry ile mi geldi?
- Onu tanıyor musunuz?
Sonra ayrıldılar.
Nedenini bilmiyorum.
Ama bu bir işe yaramadı.
Size bunları neden anlatıyorum,
bilmiyorum.
- Juan'ı tanıyor musunuz?
- Philip bahsetmişti.
Çok yetenekli olduğundan bahsetmişti.
Tek bildiğim çok yakışıklı
olduğuydu.
Bende Philip'in attığı bir fotoğrafı
var.
Görmek ister misiniz?
- Bu kim?
- Kız kardeşi.
- Juan'ın kardeşi mi?
- Onu iki üç kez gördüm.
Tuhaf bir kız.
Bir militan.
Bir süredir kayıp.
Ne oldu bilmiyorum.
- Philip biliyor mu?
- Hayır.
Sanırım endişeli.
Philip hiç Juan'ın yaptığı bir
kayıttan bahsetti mi?
Hayır.
Müzik işlerinden hiç anlamam.
Ne de politikadan anlarım.
Juan'a komplo kurulmuş diyorlar.
Hiçbir şey yapmazmış.
Bütün gününü Café Royal'de arkadaşlarıyla
geçirirmiş.
Hala orada olabilirler.
Belki bilgi alabilirsiniz.
- Onları tanıyor musunuz?
- İsmen tanımıyorum.
Sizinle geleyim mi?
Philip'i beklemeyecek misiniz?
- Daha iyi misin?
- Daha iyiyim.
Harika.
Ben kaçtım.
Yarın bana uğra, boşum.
Bir kayıt?
Mümkündür.
Bütün İspanyollar gitar çalar.
Hayal meyal bir şey hatırlıyorum,
belki oydu.
Sonra uyuyakalmışım.
- Nerede duydunuz?
- Bir arkadaşımda.
Hangi arkadaş?
Tania diye bir kız.
Bir Rus ismi.
Cengiz Han'ın soyundan gelen son
kişi.
- Tania'ın soyadını biliyor
musun?
- Fedin.
- Nerede oturuyor?
- Buralarda, Odéon yakınlarında.
Oyuncu arkadaşların bilebilir.
Tania oyunculuk yapmıştı.
- Niye beni tanımıyor gibi
yapıyorsun?
- Sizi tanımıyorum.
- Juan yetenekli miydi?
- Öyle diyorlar.
Pek öyle görünmüyordu.
Daha çok Modigliani gibiydi.
Yeteneği, saatlerce hiç konuşmadan
oturmasında yatıyordu.
Gelip geçenleri izlerdi, özellikle
kızları.
Eğer birinden hoşlanmazsa, onun
ağzını dağıtırdı.
Bir keresinde bu sebepten iki
hafta hapis yatmıştı.
Adamın faşist bir casus olduğunu
söylemişti.
Buna siz de inanıyor musunuz?
Neyse, nasıl isterseniz.
Çok tatlısın.
Tüm bildiğim bu, bu kadarı bana
yetiyor.
Dün akşam çok acelen vardı.
Oralarda ne yapıyordun?
- Dolaşıyordum.
- O sürtükle mi?
Bana onun adresini ver.
Senin Gérard nasıl?
- Bilmiyorum.
- Dilini kedi mi yuttu?
Bir şeyler saklıyorsun.
Gérard mı?
Terry mi?
Hem evet hem hayır.
Anlayamazsın.
Anlamaya çalışırım.
Ne oluyor, söylesene.
Ya ben deliyim ya da Gérard'ın
işi bitik.
- Nasıl bitik?
- Juan gibi.
- Neden?
- Bilmiyorum.
Juan ölmeden önce ne yapıyorsa Gérard
da aynısını yapıyor.
Aynısı.
Durmadan aynı şey.
Terry yüzünden mi?
Neden hep Terry?
- Philip'i tekrar gördün mü?
- Hayır.
Neden?
- Peki, Gérard gördü mü?
- Sanmıyorum.
- Bu kadar kötü ne yaptı?
- Kim?
Gérard.
Haline bak, yüzün bembeyaz.
Sen bana bakma.
- Saat kaç?
- Üç buçuk.
- Bana biraz borç ?
- Ne kadar?
- On - Al sana beş.
- Tatilde niye eve gitmiyorsun?
- Sonra, şimdi değil.
- Ne işin var?
Tiyatro mu?
- Şimdilik, evet.
Gérard'a yardım etmeye hazır
birini tanıyorum.
- Her şey Terry'e bağlı.
- Nasıl yani?
Duydun beni.
Yoksa arkadaşın Gérard hapı
yuttu.
Beni haberdar et, olur mu?
Şans sizin yanınızda.
Evimde buluşalım.
Gérard - Neler oluyor?
- Gizemli şeyler.
Herkes burada mı?
Size büyük bir haberim var.
Şehir Tiyatrosu oyunumuzu kabul
etti.
Programlarında bir boşluk vardı.
30 oyun için anlaştık.
Elveda, Gérard!
- Ne oldu?
- Anlamıyor musun?
Neyi anlayacağım?
Affet beni, artık seni görmek
istemiyorum.
Önemli bir şey mi?
Hayır, merak etmeyin.
Böylesi daha iyi.
Sonsuza kadar süremezdi zaten.
Bitmesi lazımdı.
- Yarın bir işiniz var mı?
- Neden?
Tiyatroya gelmeniz gerekiyor.
Seçmeler var.
Tamamen bir formalite.
Sizi önceden çalıştıracağım.
Yarın öğlen tiyatrodaki kafede
buluşuruz.
Tamam.
Orada olacağım.
Endişelenmeyin, Anne, her şey
yolunda gidecek.
Baksanıza herkes öpüşüyor.
- Bir şey içer misiniz?
- Su.
- Tek kelime hatırlamıyorum.
- Artık önemi yok.
Ne oldu?
Anlatacağım.
Oyunu kabul ettiler ama bazı
şartları var.
Rol dağılımında değişiklik
yapacaklar.
- Ya benim rolüm?
- Evet.
Tanınmış bir oyuncu gerekiyor.
- Kim?
- Bilmiyorum.
- Kızdınız mı?
- Hayır.
Beni küçümsüyorsunuz.
Affedin beni.
- Siz de beni affedin.
- Neden?
Juan'ın kaydını bulmaya söz vermiştim
ama bulamadım.
Önemli değil.
Bana bir tane de besteci
verdiler.
- Emin misiniz?
- Neyden emin miyim?
Oyuna eskisi gibi kendimiz devam
edemez miyiz?
Hayır, çok riskli.
Böylesi daha güvenli.
Bunun bir tuzak olmadığına emin
misiniz?
Ne tuzağı?
Sizce hatalı mıyım?
Hayır, sanırım haklısınız.
Ödün vermek gerekiyor.
Bu oyunu o kadar çok sahnelemek
istiyordum ki neredeyse her şeyi yapmaya hazırdım.
- Bir fikrim var.
- Evet.
Size dublörlük işi bulabilirim.
Para da alırsınız.
- Artık gitmeliyim.
Görüşürüz.
- Görüşürüz.
Hayır, Anne.
Kimseyle görüşemem.
Beni rahat bırakın.
Philip, Size yalvarırım.
Ateşle oynuyorsunuz.
Bu işin sonuçlarını
anlamıyorsunuz.
Bu soruşturma da ne?
Juan'ın ölümünden size ne?
Ölüleri rahat bırakın.
Ben size ne yaptım?
Beni bir cesaretlendirip bir
vazgeçiriyorsunuz, beni delirttiniz.
Benimle nasıl bir oyun
oynuyorsunuz?
En azından bunu söyleyin?
Öğrenmek için çok uğraşmayın.
Kendinize gelin.
Otelde arama yapılıyor.
Bir takım adamlar var.
Nasıl adamlar?
Sivil giyimli, garip görünüşlü
adamlar.
Anne'i odana götür.
- Ya siz?
- Beni merak etmeyin.
Neler oluyor?
Philip bunu günlerdir bekliyordu,
söylemişti.
Dün, bana bir felaketin olacağını
söylemişti.
Bu felaket ona ihtiyacı olan
kanıtı verecekmiş.
Sizden, onu yaptıkları için
affetmenizi istedi.
Ama bu gerekliymiş.
Ne için gerekliymiş?
Tüm söylediği bu.
Anlayacağınızı sanmıştım.
Kaçmayı başardı.
Sönük bir replik, not et.
Zavallı ben, annem ölürken bir
fırtınanın içinde doğdum!
Hayat benim için bitmeyen bir
fırtına!
Batı rüzgârı mı esiyor?
Güneydoğu rüzgârı.
Doğduğumda, rüzgâr kuzeyden
esiyordu.
Rüzgârla ilgili yapmak istediğim
bir şey var.
Güneyde tatildeyken, bir köylü
görmüştüm.
Güney sahillerinden nefret ediyorum.
Ne diyecektim?
Evet, rüzgâr meselesi.
Şöyle yapmak istiyorum.
Anladınız mı?
Rüzgârın yönünü anlamak için.
Anladım, hem de çok iyi anladım.
Ama bu, sahnenin ritmini
yavaşlatmaz mı?
Hiç de değil.
Bana biraz güvenin, dostum.
Bu işi biliyorum.
16 yaşından beri sahnedeyim.
Kukla olarak mı?
Bay Boileau'nun fikrini de almak
istiyorum.
İçinden nasıl geliyorsa öyle
yapmalısın.
Değil mi ama?
Bu çok sıra dışı bir jest.
Tekrar yap.
Güneydoğu rüzgârı.
Evet, çok güzel.
Çok yenilikçi.
Işıkla birlikte çok çarpıcı olur.
Daha çok size bağlı.
Parmağını ışığa doğru
uzatmalısın?
250'lik bir ışıkla deneyelim.
Işıklandırmayı henüz ayarlamadım.
Bayan d'Istria, ışıkları Bay Boileau'nun
ayarlamasında ısrarlı.
Vitrin dekorasyonu yaparken bile
ışıkları Bay Boileau'nun ayarlamasını ister.
- Ya yapmak istemezse?
- Önemi yok, yapacak.
Gérard'la konuş.
Sana uygun bir rol bulur.
Ben bekleyen bir kadını
oynuyorum.
Beni bekleyin.
- Ne haber?
- İyiyim.
Ne yapıyorsun?
Boileau, beni Mark Antony rolünde
denemek istiyor.
Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar, bana
kulak verin!
Caesar'ı gömmeye geldim, övmeye
değil.
Brutus Caesar'ın ihtiraslı olduğunu
söylüyor.
Ama Brutus onurlu bir adamdır.
Sessizlik!
- O kızı buldun mu?
- Tania?
Hayır, vazgeçtim.
Hangi Tania?
Tania Fedin mi?
Geçen pazar birlikte yemek yedik.
Adresi: Bellechasse Caddesi,
No:35.
Daha hızlı, denizden yükseliyormuşsunuz
gibi.
Ama bu bir baskın değil.
Arka plandaki korsan kadırgasını
hatırlayın.
Ne kadırgası?
Sen biliyor musun?
Hayır.
Ben de yeni duydum.
İçinde cüce tayfaların olduğu
bir maket.
Paris'teki tüm cüceleri seçmelere
çağırın.
Onlar olmazsa, sakal takıp çocukları
kullanırız.
- Ama neden?
- Bu yeni bir boyut, dostum.
Bayan d'Istria böyle işlerde yeteneklidir.
- Bayan d'Istria mı?
- Evet.
Anladın mı, Jacquot?
Gelmeyin, kimseyi görmek
istemiyorum.
Sizi görmem gerekiyor.
Sizi kim gönderdi?
Kurt mu, kuzu mu?
Kuzu.
Gelin öyleyse.
Yardım edin.
Arkamdakini çözün.
Basit bir egzersiz.
Vücudunuz dik durursa ruhunuz da
dik durur.
Hazırlanmalıyız.
Vakit yakın.
İnsanların ruhlarını değiştirmeliyiz.
Tanrı, umursamayanları
püskürtecek.
Hazır mısınız, küçük kız?
Absent Yıldızı dünyaya
yaklaşıyor.
Sular kirlendi.
Çocuklar zehirli süt içiyorlar.
Gazeteleri okuyor musunuz?
Dün Londra'da bir adam öldü.
Vücudunda Hiroşima'nın utanç
izlerini buldular.
Sonumuz çok yakın.
Ama korkmayın, titremeyin.
- Sizi kim gönderdi?
- Adresinizi Jean-Val verdi.
Alçak herif!
Ona borcum var.
Ödemem için rahatsız edip
duruyor.
- Ama devam edin.
- Bir şey sormak istiyorum.
- Hiç param yok!
- Juan'ın bant kaydı sizde mi?
Bendeydi ama ölmeden üç gün önce
aldı.
Muhtemelen Anouita'ya vermek
için almıştır.
Juan'ın kız kardeşini tanıyor
musunuz?
Tanıyordum.
O aldıysa bile kaybolmuştur.
Küçük bir bandın kaybolması çok
kolay.
Niçin kaybolsun?
Maria Almereyda İspanya'ya
gönderildi.
Bir grev başlatmak ya da bunun
gibi bir saçmalık için.
Size bir savaş liderinin hikâyesini
anlatayım.
Çok yakın bir arkadaşı vardı.
Ama günbegün, arkadaşından şüphelenmeye
başladı.
Arkadaşlarımız, bizim birer
yansımamızdır.
Arkadaşına düşman bölgesinde bir
görev verdi.
Ve onu paraşütle denizin öbür
tarafına gönderdi.
Sonra onu şehit ilan etti, bir
kahraman.
- Maria'nın arkadaşları da böyle
yaptı.
- Sizce o tehlikede mi?
Bence o yakalandı, belki de
vurulmuştur.
Juan'a yakın olan herkes ölmek
zorunda.
Amerikalı kız, yönetmen.
Ben de öleceğim.
Nedenini bilmiyorum ama öleceğimizi
biliyorum.
Öleceğiz çünkü biz hayatın
kendisiyiz.
Herkes yok olmalı.
Siz de Çünkü elinizi bilinmeyene
uzattınız.
Çünkü ölümcül bir mühürle
damgalandınız.
- Geç kaldın.
- Paul ile karşılaştım.
Ne hakkında konuşuyorsunuz?
Juan.
Senin bana vermeyeceğin çocuğu Juan'dan
istediğimi anlatıyordum.
Daha karar vermedim.
- Bizimle yer misiniz?
- Hayır, ben gidiyorum.
Korktunuz mu?
Evet, korktuğunuzu görüyorum.
Suyun ellerimizden akıp gitmesi
gibi, cesaretimiz de içimizden akıp kaybolur.
Elimizden bir şey gelmez.
Bir işaret beklemek gerek.
Cesaretin geri gelmesini sabırla
beklemeliyiz.
Abartma!
Artık bekleyemem.
Vazgeçiyorum.
Sabır göstermek zordur.
Evet, küçük kız, beklemek zordur.
- Rahatsız ediyor muyum?
- Hayır, içeri gelin.
Bu öğleden sonra, onlarla
çalışmayı bıraktım.
Şaşırmadınız mı?
- Niçin bıraktınız?
- Artık yetti.
Bir kere ödün vermeye başlayınca,
sonu gelmiyor.
Boileau işi öğrendi.
Fikirlerime ihtiyacı olmadığını
açıkça belli etti.
Ya diğerlerine ne oldu?
Kimisi bıraktı, kimisi atıldı.
Ama Paul şanslıydı.
Onun için harika olmuş.
Biraz daha direnemez miydiniz?
Her şeyin bir sınırı var.
Yine de memnunum.
Ağzıma geleni söyledim.
Sanırım Boileau'yu biraz
korkuttum.
Bana bunu ödetirler.
Beni yerin dibine gönderecekler.
Ne yapabilirler ki?
Artık dayanacak gücüm kalmadı.
Ama sonum Juan gibi olmayacak.
Eğer yapabilseydim, hepsini
havaya uçururdum.
Haklısınız, bunların hiçbir
anlamı yok.
Anne, belki normal biri gibi
görünüyorum ama Ateş Toprakları'nda kaybolmuş gibiyim.
Ufuktaki tek insan yüzü sizinki.
Garip bir baş dönmem var.
Her şey etrafımda hızlanarak
dönüyor sanki.
- Ve tutunacak bir dala ihtiyacınız
var?
- Kesinlikle.
- Terry'i gördünüz mü?
- Hayır.
- Alay etmeyin, ben ciddiyim.
- Ben de.
Terry'i aradım.
Eve kapanmış, kimseyle görüşmüyor.
Bilmece gibi konuştu.
Birbirimize layık değilmişiz.
Beni seviyor musunuz?
Goethe der ki: "Sizi seviyorsam,
bundan size ne?" Goethe beni ilgilendirmiyor.
Cevap verin bana.
Sizi seviyorum ama konuşacak vaktim
yok, çalışmalıyım.
Ekim ayında bir sınavım daha var.
İyi şanslar.
İyi çalışın ve bir noterle
evlenin.
Neden olmasın?
Cevabınız hayır mı yani?
Bu durumda: "Kendimi suya
atmaktan başka bir seçeneğim yok.
" Moliére, Georges Dandin, Perde 3, Sahne On beş.
Neden olmasın?
Sonra gitti.
Belki hata ettim.
Gururum yüzünden.
Ama o da hata yaptı.
Bir azize değilim ki.
- Onu seviyor musun?
- Evet.
Ne düşüneceğimi bilmiyorum.
Sence, o tehlikede mi?
Bana bir dakika izin ver.
Ne diyordum?
Merak etme, her şey yoluna
girecek.
Birkaç gün dinlen, iyi gelir.
Her şey düzelecek.
Birkaç gün bizde kal.
Yarın bir arkadaşta sessiz film
izleyeceğiz.
Biraz havan değişir.
Haydi, asma suratını.
Gülümse.
Gece yarısından önce
aramazsanız, kendimi öldüreceğim.
Gérard Bay Kaufman burada değil.
Onu sekiz gündür görmedik.
Bir jeton daha, lütfen.
Jean-Marc, uyandırdım mı?
Seni hemen görmeliyim.
- Şaka mı bu?
- Hayır.
Evine gittim, açan yok.
Gaz kokusu var mıydı?
Belki bir kızla birlikteydi.
- Jean-Marc, lütfen.
- Ne yapmamı istiyorsun?
Ne olursa, yeter ki burada
dikilip durma.
Terry'e gidelim.
Belki bu bir oyundur.
Belki önce telefon etmeliyim.
Gérard'ı gördünüz mü?
Dün gece bir mesaj aldım.
Kendini öldüreceğini söylüyor.
Hemen gelebilir misiniz?
Çabuk gelin.
Niçin gelmesini söyledin?
- Ona anlatacak mısın?
- Bilmiyorum.
Onu görmek istemiyorum.
Yan odaya geçiyorum.
Acele et, gir odaya.
Notu gösterin.
- Onu aramadınız mı?
- Artık çok geçti.
- Ne yapabilirim?
- Boşuna çabalıyorsunuz.
- Bu Juan mı?
- Juan'ın kaydı.
Gördünüz mü, uzakta değildi.
- Philip bunu biliyor muydu?
- Evet.
Niçin onu Gérard'a vermediniz?
Gérard'ı sevmiyorsunuz, onu
yüzüstü bıraktınız.
Hayır bırakmadım.
Juan'a olanların aynısı, ona da
oldu.
- Yanılmadığınıza emin misiniz?
- Keşke yanılsam.
Philip'in yanılıyor olmasını o
kadar istedim ki.
Ona inanmayı hep reddettim.
Artık inanmamak mümkün değil.
Nedir bu olanlar?
Neler dönüyor?
Philip, hep bundan bahsederdi.
1945'te, tek bir adamın ölümünün
her şeyi çözeceğini düşündük.
Anne, tüm zamanların en büyük
komplosu bu.
- Ama ne?
Kim yapıyor?
- Hala aynı kişiler.
Son 30 yılda, yöntemleri değişti.
Güçlerini geri kazanmaya hazırlar,
gizlice.
Bu sefer acımaları yok.
Her şey devlet için, verimlilik
için feda edilecek.
Uygun zamanı bekliyorlar.
Bu arada, sıkı çalışıyorlar.
Umurunuzda değil!
Peki, bunun Gérard ile ilgisi ne?
Sizinle, benimle, Juan'la,
hepimizle ilgili.
Boyun eğmeyenlerin işini
bitiriyorlar.
Ya bir koyun sürüsü olacağız, ya
da böyle bir şey yutacağız.
On dakikada içinde her şeyi
unutturuyor.
Hep yanımda taşıyorum.
Varlığı rahatlatıyor.
Benimle dalga geçiyorsunuz.
Öyle mi görünüyor?
Bilmek istiyordunuz,
dinleyeceksiniz.
Örgütün bir numaralı kuralı:
Gizlilik.
Kural iki: En küçük bir ihanet şüphesinde
cezalandırılırsınız.
Böyle bir sırla, tek başınıza
yaşayamazsınız.
Philip bunu aylardır söylüyordu
bana.
Philip bunları, tesadüfen New
York'ta öğrendi.
Avrupa'ya kaçabileceğini sandı.
Onun içine kapandığını, kendini
yok ettiğini gördüm.
Onunla dalga geçtim, aptal gibi
sormaya başladım.
Bir gün bana her şeyi anlattı.
Belki de, onu kurtaran bu oldu.
Sonra bu sırrı paylaşarak birlikte
yaşayamadık.
İnanmak istemedim.
Çok korkutucuydu.
Bundan kurtulmak için çok
uğraştım.
Onu terk ettim.
Ama sır beni bırakmadı, beni
delirtti.
Bu sırrı daha fazla saklayamazdım.
Ya birine anlatacaktım, ya da
ölecektim.
Şimdi Juan öldü.
Belki de bir tesadüftü.
Tehlikeli işlere karışmıştı.
En azından öyle olduğunu
sanıyorum.
Sonra Gérard.
Garip, huzursuz biri haline
geldi.
Oyunu başarısız oldu.
Philip kehanetleriyle peşimi
bırakmadı.
Ve aptal sorularınızla siz.
Georges, sürekli peşimde.
Gérard'ı kurtarmayı ummuştum.
Ama yanıldım.
Gérard'a yalan söylemeye devam
edemezdim.
Onu terk ettim.
Onu bırakmayın, size ihtiyacı
var.
Ne yapacaksınız?
Gérard'ın evine gidiyorum.
Kapıyı kırmaya çalışacağım.
Gidin.
Ben artık yapamam - Sana ne
anlattı?
- Hiçbir şey.
Her zamanki gibi sırlar.
- Burası mı?
- Hayır, devam edin.
Bunu bana siz mi gönderdiniz?
Böyle bir saçmalığı yazacak biri
gibi miyim?
Bana kızdınız mı?
- Niçin?
- Söyledim size, ben yazmadım.
Ne bekliyordunuz, kollarınıza
atılmamı mı?
Neden olmasın, güzel olurdu.
Yapamam.
İyi misin?
Artık üzüntün geçti mi?
Evet, daha iyiyim.
Kötü bir rüya görmüş gibiyim.
Örgüt hikâyen seni yordu.
Dâhilerle takılmak iyi gelmedi
sana.
Yakında kendine gelirsin.
Öldü mü?
Doğru olamaz.
Geliyorum.
Gérard intihar etmiş.
Oraya gidiyorum.
Gitme.
Daha fazla bir şey söyleyemem.
Gitme.
Lütfen.
Söylersem beni asla affetmezsin.
- Biraz soğukkanlı ol, Pierre.
- Sizi asla affetmeyeceğim.
Onu kim buldu?
Bana Terry haber verdi.
Gerçekten intihar mı etti?
Belki.
- Öldürüldü mü?
- Belki.
İntihar etmediğine emin misiniz?
Ya Juan?
Hayır, hiçbir şeyden emin
değilim.
Tuhaf bir tesadüf.
Belki de, kurbanlarını intihara
sürüklüyorlardır.
Nasıl?
Baştan çıkarma, ikna etme
sanatıyla.
İnsanoğlu uzun zamandır şeytanın
yüzünü arıyordu.
Artık onu görmeye başlıyoruz.
Hepsi benim hatam.
Bir aptal gibi davrandım.
Bu işi ben tetikledim.
Hayır.
Sen bu çarkın içindeki küçük bir
dişlisin.
Ne istiyorlar?
Güç, dünyaya hükmetmek.
Dünya çapında bir toplama kampı.
Bir casusluk filmi olsaydı Georges'u
yok etmek yeterdi.
Ama Georges, zincirin sadece bir
halkası.
Bence bu bir suç sendikası, diktatörlük
birliği.
Eğer Gérard'ı öldürmüşlerse O
zaman hepimiz zanlıyız.
Anne, suçlusu benim.
Pierre, ne yaptın?
Şimdi söyleyemem.
Ama bunlar olmasın diye her şeyi
yaptım.
Gérard'ın niye öldüğünü ve sorumlusunu
biliyorum.
Kim?
Sonra.
Susmam için para teklif etti ama
reddettim.
İşimi bitireceğini söyledi.
Her şeye gücü yeter.
Ona kafa tuttum.
Şimdi korkuyorum.
Yardım et.
Neredesin?
Hangi istasyon?
Dupleix istasyonu.
Nereye gideceğimi bilmiyorum.
Yalvarırım Anne, gel!
Geliyorum.
Birlikte gidelim.
Jean-Val'in evinde buluşuruz.
Yeni bir oyuna çalışıyorlar.
- Pierre'in yaptığına inana -
Ondan hep şüphelendim.
Onlar acımasız bir ırk.
Merhameti hak etmiyorlar.
Haydi, çabuk olalım, Anne.
Paris'ten götür beni, Terry.
Onlar bulmadan götür.
Philip'le buluşabiliriz.
Araba iki kişilik.
Pierre, benimle gel.
Anne, taksiye binin.
Adresi biliyor musunuz?
Jean-Val söylemişti.
Paranız var mı?
Bunu alın.
- Pierre, Terry ile.
Gelmediler mi?
- Yolu kaybetmiş olmalılar.
Endişelenmeyin.
- Siz biliyor muydunuz?
- Pierre?
Öğrenmeye çalışıyordum.
- Neden bana söylemediniz?
- Öyle gerekiyordu.
Beni kullandınız.
Gérard'ın hayatıyla oynadınız.
Anne, hayal görmediğimize emin
olmam gerekiyordu.
Artık hayal görmediğinize emin
misiniz?
Hayır, bilmiyorum.
Buraya gelirken, eski otelime uğradım.
Bunu buldum.
Juan'ın ispanya'daki kız
kardeşinden bir mektup.
"Yanıldık, Philip.
Juan öldürüldü.
" "Onu Falange'nin ajanları öldürdü.
" "Hayal görmüyoruz.
Bununla savaşabiliriz.
Ben savaşıyorum.
" - Ne oluyor?
- Hiçbir şey.
- Pierre'i yolda bıraktım.
- Buna, nasıl cesaret edersin!
Neye cesaret ederim?
- Ne olduğunu anlatın.
- Bir şey olmadı.
Durmamı istedi ve indi.
Belki sizi görmek istememiştir.
- Onu öldürdünüz!
- Neden öldüreyim?
Size inanmıyorum!
Yanıldım.
Pierre suçlu değildi.
Biliyorum, Philip.
Yanıldım, Terry.
Pierre suçlu değildi!
Çekilin.
Bizi yalnız bırakın, buna
alışığım.
Gidip dinlenin, Anne.
Bu bir emir.
Anne, nasıl söyleyeceğimi
bilmiyorum.
- Masum muydu?
- Neredeyse.
Gérard intihar etti.
Georges onu köşeye sıkıştırmıştı.
Pericles'in tüm finansal kontrolü
ondaydı.
Gérard boyun eğmektense, anlaşmayı
iptal etti.
Ve bir düşman daha edindiğini sandı,
bu onu yalnızlığa itti.
- Pierre ne yapıyordu?
- Georges'in kirli işlerini.
Ya örgüt?
Örgüt, Philip'in hayal dünyasındaki
bir fikir.
Her şeyi tek bir fikirle açıklamak
çok kolay.
Korkaklığının, ataletinin baskısı
da var.
Sebebi kâbuslar.
Gérard bunun için mi öldü?
Daha yaygın, daha sinsi örgütler
de var.
Para, polis, partiler gibi.
Faşizmin tüm figürleri.
Şeytanın tek bir yüzü yok.
- Ya Pierre?
- Pierre öldü.
- Siz mi öldürdünüz?
- Evet.
Boş yere.
Üzerinde, Georges'a ait zalim
bir mektup buldum.
- Zaten pisliğin tekiydi.
- Ya siz?
Bizler de ahmaklar sürüsüyüz.
Yanıldınız!
Yüce şeyler aradınız.
- Zavallı aptal!
- Defolun!
- Gidiyoruz.
- Nereye?
Göreceğiz.
Şimdi ne yapacağız?
Pericles'i sahneleyeceğiz.
Var mısınız?
Ne işe yarayacak ki?
Bu rüzgâr, batı rüzgârı mı?
||
Paris vu par
19800||5513514|| Çeviri: batigol-7 & Renard St.
Germain des Pres, Paris'te 11.
yüzyıldan kalan en eski
manastırlardan birini çevreler.
Fransız Enstitüsü ve Ecole des
Beaux-Arts ise buranın sanatsal havasına tanıklık eder.
St.
Germain, basit bir yer olmaktan
öte entelektüel bir ortamdır.
Siyasi Bilimler Fakültesi.
Tarihi kalıntıların arasında modern
bir yaşam.
Bu etkileyici ortam Amerikalı
öğrencileri Avrupa'ya aşık ediyor.
Sanat galerileri, antika
dükkanları ve dövme demir balkonlar.
Ve Dragon Sokağı gibi görülmeye
değer dar sokaklar.
Julian Akademisi.
St. Germain Bulvarı Haussmanlar'dan
kalan tek bölge.
Geçen gece, oradan geçen bir
bayan kısa bir tereddütün ardından Cafe de Flore'da bir masada oturan Amerikalı
gençlerden çakmak istemişti.
Bir saat sonra, Catherine ve
Jean gri bir Bentley'e atladılar ve gece kuşlarının sesleriyle çınlayan St.
Benoit Caddesi'nden yavaşça
geçtiler.
L'Abbaye Caddesi'ne geldiler.
Ilık ve sakin bir geceydi.
Catherine gözlerini kapatmış başını
Jean'in omzuna yaslıyordu.
Kendini, tehlikeli olduğunu düşündüğü
kaderin kollarına bırakmıştı.
Ama ailesinin ona söyledikleri onu
hiç korkutmuyordu.
Kızlarını Paris'in, Amerikalı
gençlere göre olmadığı konusunda uyarmışlardı.
Ama şimdi çok uzaktaydılar ve
artık çok geçti.
Tutkular mantıklı nedenlerin önüne
geçmişti.
Bu gece Catherine Siyasal
Bilimler Fakültesi'nden çıktıktan sonra oteldeki odasına dönmeyecekti.
Ancak bunu yaparken, şöyle bir
duraksamıştı.
Ama sonra arabadan indi ve Enstitü'nün
hemen yanındaki binaya girdi.
Henüz yeni tanışmış olmalarına
rağmen bu genç ve yakışıklı adamla yatağa girdi.
Uyandılar.
Saat 10'du.
Saat 10 olmuş!
Meksika uçağı saat kaçta acaba?
- 12:15'de.
- Tamam, teşekkürler.
Ancak yetişirim.
Bu kızı ne yapacağım?
Ondan kurtulmam gerekecek.
Hiç iyi olmayacak Hoş kızdı.
Saat 10:15.
Öğlen orada olmam gerek.
Hazırlanıp gitmek nereden baksan
bir saatimi alır.
Yani yarım saatim kaldı.
Acele etsem iyi olacak.
Böyle daha güzel.
Sana kahvaltı hazırladım.
Hadi Catherine, saat geç oldu.
Kalk hadi.
Kahven soğuyacak.
- Yatağa gelsene.
- Sonra.
Tamam o zaman, bir bornoz verir
misin?
Neden?
Bizden başka kimse yok ki.
- Lütfen.
- Peki, tamam.
Muhafazakar Amerikalılar işte.
Al bakalım bornoz.
Fazla rahat davranıyor.
Teşekkürler.
Senden harika bir Amerikalı koca
olurdu.
Ye bakalım!
Amerika'da, her aşık olduğunda yemeden
içmeden kesilen bir arkadaşım vardı.
Bense hiç aşık olmadım.
Ekmeği sevmedin mi?
Ne kadar güzel bir manzara!
Evin de çok güzel!
Zor olacak.
Bir şey anlamıyor.
Kahretsin, burada kalmak istiyor
gibi!
Daha hazırlanmadın mı?
Çıkmamız gerek dedim ya,
Catherine!
Okula gideceğim.
- Anahtarları bıraksan olmaz mı?
- Hayır.
Hiç geri dönmeyecek misin?
- Üç hafta sonra.
- Ne?
Meksika'ya gitmem gerek.
Uçağım bir saat içinde kalkacak.
Söylediğin iyi oldu!
"Bana gel, ama yarın
gidiyorum" diyemezdim sana.
Bunu söylemen gerekirdi.
- O zaman gelir miydin peki?
- Hayır.
Biliyorum işte.
Catherine, cevap ver!
Catherine, kızdın mı?
Babamın yanına gidiyorum.
Kendisi Meksika'da büyükelçi.
Dün akşam anlatmıştım.
Üç haftada ne olacak ki?
Peru'ya gitmiyorum sonuçta.
- Neden söylemedin bana?
- O zaman gelmezdin ki.
Beni bir gecelik bir iş olarak
düşündün.
Saçmalama lütfen.
Dün seni tanımıyordum, ama
senden hoşlanmıştım.
Lütfen beni dinle.
Seni çok seviyorum.
Dur, yatağı toplayayım.
Tabii ya, akşam kız gelince yine
açarsın.
Bu gece uçakta olacağım.
- Havaalanına ben de geleceğim.
- Olmaz.
Vedaları hiç sevmem.
Merak etme.
Arkandan ağlamam.
Yine de olmaz.
- Seni evine bırakayım mı?
- Hayır.
- Valizin olmadan mı bineceksin
uçağa!
- Orada her şey var.
Tabii ya, öyledir zaten.
Catherine, dün gece çok güzel
saatler geçirdik.
Bana adresini verir misin?
Ertesi gün, saat beşte Catherine
Julian Akademisi'ne gitti.
Yardımcı olabilir miyim?
Buraya ilk kez mi geliyorsunuz?
Ama orası alımlı Amerikan kızlarına
göre bir yer değildi.
Böyle güzel bir havada içeri
tıkılıp kalmamalısınız.
Dışarısı ne kadar da güzel.
Hadi kırsala gidelim.
Gidelim mi?
Arabam da var.
Pardon, bayım.
Bugün çizim dersi var mı?
Elbette, her gün var.
Başladı bile.
Siz geçin.
- Ödemeyi nasıl yapabilirim?
- Eğitmene verirsiniz.
Ben de giriyorum.
Tek başınıza giremezsiniz.
Bunu gerçekten istiyor musunuz?
Pekala, hadi girelim.
Benimle gelin, size ön sıradan
bir yer ayarlayayım.
Gözlükle ne kadar da seksi
oldunuz.
Onları kırsalda da
takabilirsiniz.
Çizim tahtanızı unuttunuz!
Buna gerek olmadığınız
söylemiştim size!
Çok solgun görünüyorsunuz.
Gelin kırsala gidelim.
Kendinizi çok iyi
hissedeceksiniz.
Hadi gel.
Arabam da var.
- Bu araba senin mi?
- Evet.
- Nereye gidelim?
- Senin evine.
Çok kolay oldu bu.
İşte geldik.
Güzelmiş.
Kızları eve atabilmek için
biçilmiş kaftan.
Ama yazları çok sıcak oluyor.
Bu daire senin mi?
Evet, arabam da var.
Ailen ne ile uğraşıyor?
Ne olsun, babam büyükelçi.
- Meksika'da mı yoksa?
- Nereden bildin?
- Tipinden anladım.
- Aslında açık tenliyim.
- Ne diyordum?
- Boşver bunları.
- Meksika'ya gittin mi hiç?
- Daha dün döndüm.
Bir daha ne zaman gideceksin?
- Üç hafta sonra.
Neden sordun?
- Peki ya okulun?
Okul beklesin.
Siyasal Bilimler'de mi okuyorsun?
Evet.
Baba mesleği işte.
Sen bunları nasıl biliyorsun ki?
- Ne kadar zamandır Fransa'dasın?
- İki haftadır.
- Fransızcayı nerede öğrendin
peki?
- Amerika'da.
22 yıldır Fransa'da yaşıyorum ve
bir kelime İngilizce bilmem.
Hep burada mı yaşıyorsun?
Hayır, ama babamda ne zaman
sıkılsam uçağa atlayıp Paris'te alıyorum soluğu.
Anlıyorum.
Böyle evi olan biri başka yerde
yaşamayı neden istesin ki.
Şurası neresi biliyor musun?
Şu kubbe.
Le Vau'nun yanında.
- Öyle mi diyorsun?
- Aynen öyle.
Çok etkileyici.
Antikaları sever misin?
Öyleyse, bu ilgini çekebilir.
Hakiki Amerikan malı.
Ev gezmek ister misin?
Hayır, teşekkürler.
Gezdim zaten.
Doğru ya.
Sen zaten her şeyi biliyorsun.
Evimi de gördüğüne göre, hadi
artık kırsala gidelim.
Anlamıyorum.
Burası daha mı güzel yoksa?
Neden bunu yaptığını anlamıyorum.
Gerçekten anlamıyorsun.
Kızlar için değil mi?
Bu gerçekten mide bulandırıcı.
Biraz abartıyorsun ama.
O kadar insanın önünde,
çırılçıplak durmak utanç verici olmalı.
Ama sen beni hiç çırılçıplak
görmedin.
Ne diyorsun sen!
Rahatsız mı oldun?
Tüm mankenleri tanıyor musun?
Muhtemelen çoğunu tanırım.
Herkesle tanışıyoruz sonuçta.
Peki poz veren o çocuğu?
Şeytanın tekidir o.
Tek yaptığı iş o mu?
Hayır, bir de aktörlük
yapıyormuş.
- Onunla arkadaş mısınız?
- Abartmayalım lütfen.
Herif zavallının teki.
Ama karizma tabii.
Ona yardım ediyorum.
Burada olmadığım zamanlarda
dairemi ve arabamı veririm ona.
Mutlu oluyor.
Benim gibi davranıyor falan.
Komik değil mi?
- Onun için çok zor olmalı.
- Evet, hayat zor.
Kabul et hadi.
Ondan hoşlanıyorsun, değil mi?
Ben mi?
Saçmalama.
Yine mi başlıyorsun?
Oradan oraya yorulmadın mı sen?
Ne kadar da pratik!
Çok işe yarıyor.
Kızı eve getiriyorsun, sonra da
yatağı açıyorsun.
Kırsala gidelim mi artık?
Burası sıcak oldu.
- Üzerindekileri çıkar o zaman.
- Kızların önünde asla olmaz!
- Nereye gidiyorsun?
- Meksika'ya!
Bu kız da sıktı artık.
Burası gerçekten sıcak yahu!
Gare Du Nord - Şu gürültüye bak!
- Ne gürültüsü bu?
İnşaat alanından geliyor.
Sence ne zaman bitirirler?
Ne fark eder ki.
Farkında mısın, bu bina bitince tüm
manzara kapanacak.
Ne kadar yüksek olacağını biliyor
musun sanki?
Şu vince baksana!
Sence o kadar yüksek olur mu?
En az on iki katlı olacak gibi
görünüyor.
Yumurtam pişti mi?
Perdeleri de hep kapalı tutmak
gerekecek.
Fazla pişmiş!
Böyle sevmediğimi biliyorsun!
Neyin var senin bu sabah?
İyi uyuyamadın mı?
Çok iyi uyudum.
Sen?
Bu makineler yüzünden dörtte uyandım.
Sonra da uyuyamadım.
Ben bir şey duymuyorum.
Duymazsın sen!
O kadar duyarsızsın ki.
Tavşan kovuğunda yaşasan Yine
umurunda olmaz!
İnşaat bittikten sonra burada nefes
bile alamayacağız.
Çok iyi bir ev bulmuşsun!
Sacrè Coeur ve Eiffel Kulesi Manzarası
var ama… …onu da elimizden alıyorlar.
O parayla başka neler yapabilirdik
bir düşünsene.
Araba alırdık.
Seyahate çıkardık.
Çocuk gibi ekmek banıp durmasana
artık.
Hiç anlamıyorum seni.
Buraya taşındığımızda çok
mutluydun.
En sonunda kendimize ait bir
şeyimiz olmuştu.
Senin ailenin yanına da taşınabilirdik
aslında.
Ama burası senin iş yerine daha
yakın.
Ben de otobüslere biniyorum.
Ama bu binayı yapacaklarını nereden
bilelim.
İki çeşit erkek vardır; kazanan
ve kaybeden.
Kaybettiren olacağıma kaybetmeyi
tercih ederim.
Bekar olsaydın sorun değildi.
Ama beni düşünmüyor musun hiç?
Neden, sokakta insanlar Hep seni
mi gösteriyor?
Giyim kuşamın da yerinde.
Lütfen saçmalama.
Boğazını temizleme şöyle.
Sinirimi bozuyorsun.
Seyahate çıksak ne güzel olur.
Merak etme Tahiti ya da Yunanistan'a
değil.
Club Med belki.
Küçük bir geziye çıkardık.
Bir uçağa atlar ve havaalanındaki
o sesi dinlerdik "Tahran yolcuları " "242 numaralı Air France
uçağı için " "girişler 3 numaralı kapıdandır.
" Ama sen istemiyorsun artık.
Dört yıl önce, sahilin en yakışıklı
adamı sendin.
Su kayağı şampiyonu.
Tüplü dalış eğitmeni.
Ne oldu benim kahramanıma?
O kadar da kötü durumda değilim.
Tıpkı Churchill’e benziyorsun.
Şöyle sesler çıkarmasana.
Ne kadar kabasın.
Şu an kahvaltıdan başka hiçbir
şey umurunda değil, değil mi?
İyi bir kahvaltıya hayır
diyemiyorum.
Daha mısır gevreği var mı?
Daha nerene yiyeceksin.
Git tıraş ol, geç kalacaksın.
Sürekli emirler yağdırıyorsun.
Kaysana biraz!
Evliliğin en kötü tarafı asla
yalnız kalamamak.
Artık o gizemi kaybettin.
Seni ilk tanıdığımda, ne
hayaller kurardım.
Ama artık tüm huylarını
biliyorum.
Nerede ne yapacağını, ne
yapmayacağını biliyorum.
O gizem kaybolduğunda aşk da
biter mi sence?
Seni hiç anlamıyorum.
Oysa ben tam tersini düşünüyorum.
Seni ne kadar tanırsam, o kadar
çok seviyorum.
Kusurlarını bile seviyorum.
Okuduklarına inanmak yerine, durup
biraz düşünsen Tahiti'yi Yunanistan'ı hayal edeceğine birazcık düşünsen ne
kadar şanslı bir kadın olduğunu anlayacaksın!
Asla milyarder olamayacağız belki
ama para olmadan da mesut olabiliriz.
Eğer burayı sevmiyorsan, hemen
taşınırız.
Önemli olan beraber olabilmek.
Yapma.
İstemiyorum.
Bazen senin sadece bedenimi istediğini
düşünüyorum.
Bu kadar açık vermeden de yapabilirsin.
Bırak.
İşe geç kalmak istemiyorum.
Ama senin umurunda değil tabii.
İşimi çok sevdiğimden sanma.
Sadece patrondan azar işitmeye
niyetim yok.
Her sabah aynı terane.
Bıktım artık.
Kahvaltı hazırla, sonra işe koş En
nefret ettiğim de o gereksiz adamdan çekinmek zorunda olmak.
Orada kâtiplik yapmamı da sen
istiyorsun zaten.
Çalışmak zorunda olman kötü
değil ki.
Böylece kendimize daha iyi bir
yer bulabiliriz.
Bir araba alırız, seyahate de
çıkarız.
Kırk yaşına geldikten sonra ne
işe yarar onlar?
Kaç yaşında olduğunun bile farkında
değilsindir sen.
Jean-Pierre, senden adam olmaz!
Yeter artık!
İnanamıyorum sana!
Zavallı bir aptalsın sen!
Sokaklarda dolaşan senin gibi binlerce
güzel kadın var.
- Sen de onlara katılsana o
zaman!
- Dokunma bana!
Böyle adi ve burnu havada biri olduğunu
bilmem gerekirdi.
Bu gece bekleme beni.
Hayvanın tekisin sen!
Ben bir şey yapmadım.
Yapmadın demek.
Bu söylediklerini asla
unutmayacağım.
Dur, Odile.
Saçmalama lütfen.
Bu çok saçma.
Saçma olan ne?
Şuraya bak!
Altı ay sonra burası bir
tünelden farksız olacak.
Bu benim suçum değil ki!
Bir şu mahalleye bakıyorum Bir
de Auteuil'da yaşayan insanları düşünüyorum da Dur.
Ne zaman geleceksin?
Bekle!
Geri dön, Odile!
Kusura bakmayın.
Bir şey oldu mu?
Hayır, korktum sadece.
Sizi görmedim.
Kafam biraz karışık da.
Sizi bu halde bırakamam.
Gideceğiniz yere kadar bırakayım.
Sağ olun ama teşekkürler.
Çok uzağa gitmiyorum.
Biraz yalnız kalmak istiyorum.
Ben de yalnız kalmak istiyorum
ama kalamıyorum.
- Bu size bağlı.
- Hiç sanmıyorum.
Ne kadar değişik bir mahalle.
Daha önce hiç gelmemiştim buraya.
- Nerede yaşıyorsunuz?
- Auteuil.
- Bir apartman dairesinde mi?
- Hayır, bahçeli küçük bir ev.
Huzur dolu bir yer.
Arabayı nasıl kullandığınıza
bakarsak, huzuru pek sevdiğiniz söylenemez.
İtalyan arabası mıydı?
Ama caddede bıraktınız!
Önemli değil.
İşe gitmiyor musunuz?
Çalışmaktan hiç hoşlanmam.
Daha önce çalıştım tabii ama aslında
para kazanmak çok kolay.
- Peki nasıl?
- Orman kanunlarını bilir misin?
Yem olmaktansa, yem atmayı
tercih ediyorum.
- Peki bu adil mi?
- Hayat adil değildir.
Fakirler var, çirkinler var.
Gördün mü, hiç adil değil?
Mesela sen çok güzelsin.
- Bu diğerlerine haksızlık değil
mi?
- Hiç böyle düşünmemiştim.
Dahası var Şanslı olduğunun
farkında olmayanlarla o şanstan faydalanmak isteyenler arasında bir denge
vardır.
Güçlü olan zayıfı alt etmekten sıkıldı
artık.
Ben sıkılmazdım ve bunu
kullanmak için de elimden geleni yapardım.
Bu güzelliğini de kullanıyor
musun?
Güzellikler paylaşılmalıdır.
Ya hiç karşılaşmasaydık ne
olacaktı?
Hiçbir şey.
Siz yanımdan geçip gidecektiniz
işte.
- Hayır, o kadar basit değil.
- Neden?
Bazen tesadüfi karşılaşmalar insanların
kaderinin işareti olabilir.
Ne işareti?
Ne kaderi?
Hava ne kadar da güzel.
Hadi gidip arabayı alalım ve
biraz dolaşalım.
İstersen havaalanına gidelim.
Havaalanlarındaki o telaşlı seslerden
hoşlanmaz mısın?
İlk uçağa bineriz hemen.
Sen de yeni tanıştığın biriyle bilmediğin
bir yere gitmeyi istemedin mi hiç?
Biraz üzücüdür ama tanıdığımız
kişilerden kaçarız hep.
Heyecan kalmayınca, aşk da biter.
Acaba o heyecanı her zaman koruyabilen
var mıdır?
Eğer seninle gelirsem bir hafta,
bilemedin bir ay içinde sana karşı heyecanım da kaybolacak.
Artık o gizemli adam olmayacaksın.
Boğa güreşi seyrettin mi hiç?
Boğa ve matador vardır.
Farklı hiçbir şey yoktur ama
sonunda sadece biri ölür.
Hiç bitmeyen bir oyun gibi.
Sadece oyuncular farklı.
Gerisi aynı.
Hiç anlamıyorum.
Açıklaması zor tabii.
Bir erkek bir kadınla tanıştığında
olanlar hep aynıdır.
Ama bir tarafın ölmesine gerek
yoktur.
- Ölümden korkar mısın?
- Herkes kadar.
Yaşamayı seviyor musun?
O gizemi?
O zaman gel benimle.
Ölümden bile güçlü olalım.
Her istediğini yapar, seninle
istediğin yere gelirim.
Bu gerçekten cazip bir teklif.
Siz de öyle.
Ama mümkün değil.
Yapamam.
Sana gerçekleri anlatayım.
Uzun zamandır ölümü düşünüyorum.
Bu sabah intihar etmeye karar
vermiştim.
Sonra seninle karşılaştım.
Sen benim son şansımsın.
Artık hiçbir şeyin ilgimi çekemeyeceğini
düşünüyordum.
Ama o gülüşünü görünce Şantaj
yapmıyorum.
Ama benimle sonu olmayan bir
maceraya çıkarsan, her şey çok güzel olur.
Ne dersin?
Lütfen evet de.
Hayır, diyemem.
Yapamam.
Hayatta hiçbir şey imkansız
değildir.
Ona kadar sayacağım şimdi.
Lütfen evet de.
Hayır.
Yazık ettin!
Hayır, çıldırdınız mı!
Hayır, yapmayın!
Rue Saint Denis Bu mümkün değil.
İnanmıyorum.
Bu soğuk odada sana striptiz yapacağımı
mı sanıyorsun?
Buzdolabı gibi burası.
Hadi gelsene.
- Bu ilk olmayacak herhalde,
değil mi?
- Hayır.
Radyoyu açayım mı?
Olur.
Müzik eşliğinde yaparız.
30 Frank mı?
Yetmez.
At elini cebine.
Otur.
Acelemiz yok nasılsa.
Asla bir müşterinin evine
gitmezdim.
Çok tehlikeli.
Ama sen başkasın.
Senden korkmama gerek yok.
Bacaklarım bembeyaz duruyor.
Bu sene Cannes'a gidemedim.
Kız arkadaşım hastalandı.
O yüzden evini kiraya verdi.
- Sen tatile çıkabildin mi?
- Limoges'e teyzemin yanına
gittim.
Şu porselen üretilen şehir değil
mi orası?
İyiymiş.
Porselenden başka ne var?
Bilmiyorum ki, ben şehre
uzaktaydım.
Limoges'e tatile anca sen
gidersin zaten.
Ya yağmur yağsaydı?
Limoges'e yağmur yağmaz pek.
- Acelen yok değil mi?
- Vaktim var.
Bir gün Rivieria'ya gitmiştik bazı
arkadaşlarlaydık - Kimlerle?
- Arkadaşlarla.
Oraya gidemedik.
Kaza yaptık.
Diğerleri hastaneye gitti.
Ben Limoges'e geri döndüm.
Oraya gittiğimde, halamı adamın
biriyle gördüm.
Paris'e geri döndüm.
Sonra?
O kadar mı?
Evet, bu kadar.
Hikayen komik değilmiş.
Bu arada, vaktini harcıyorsun.
Gidelim.
Önce yemek yesek nasıl olur?
Karnım aç.
Uzun restoranları hiç sevmem.
Paris'i de hiç sevmem.
Ölü şehir.
Riviera'da çalışmak isterdim.
Ne diyorsun?
Riviera'yı bilmiyorum.
Sana anlatmıştım.
Kaza geçirdik ve Limoges'a
döndüm.
Rue St.
Denis'e gitmek istemem.
Düşüncesi bile sinir bozucu.
Ne iş yaparsın?
Yakınlardaki Smith'te bulaşıkçılık
yapıyorum.
Bulaşıkçı mı?
Öyle birine benzemiyorsun Leon.
Kime benziyorum peki?
Bilemiyorum ama bulaşıkçı gibi
değilsin.
Deneyebilir miyim?
Daha fazla egzersiz yapmalısın.
Pek de kaslı biri değilsin.
İşini nasıl yapıyorsun?
Bulaşık yıkamak farklıdır.
Dün radyoda bir tekerleme duydum.
- Duymak ister misin?
- Elbette.
Bècon ile Florence arasında ne
fark var?
Bilmiyorum.
Bècon'da Bècon'da şey Bècon
Florence'dan farklıdır.
Çok komik.
Nedenini söyleyeyim Bècon'da
Florence isminde kızlar vardır.
Ama Florence'de Bècon isminde
kızlar yoktur.
Hey tatlım.
Buraya neden geldiğimizi
unutuyoruz.
Acelem yok.
Doğru.
Yarın Pazar.
Salı günleri tatildeyim Pazar
günleri değil.
Süzme peynir.
Kendi sözlerimi hatırlatıyor.
Babamın bahar nezlesi vardı Paris'e
bir doktoru görmeye gelmişti.
Adam onu soymuş.
İstasyonu hatırlıyorum, St.
Lazare doktor için 3 saat gittik.
Babam sinirliydi.
Ama ben mutluydum.
Eve döndüğünde hasta ve
parasızdı.
Taşranın cazibesi.
Çok sıkıcı.
Ben taşrayı severim.
- Kız arkadaşın var mı?
- Yok.
Evlenmeyi düşünmüyor musun?
Asla.
Minyon bir hatun, terlikler, sıcak
bir yatak.
- Ne diyorsun?
- Hiçbir şey.
Senden hoşlandım.
Paran yok.
Kendi yemeğimi kendim öderim.
Sorun olur mu?
Asla hayır demiyorsun.
Benden hoşlanıyor musun
hoşlanmıyor musun?
- Hoşlanmıyorsan gidebilirim.
- Hayır.
Gitme.
Tamam, soyunuyorum Kahve
istemiyor musun?
Paranı alacaksın, merak etme.
İşte sana yemek için beş lira.
Sorun değil.
Kendi yemeğimi ödüyorum.
Senin paranı istemiyorum.
Bu konuda tartışmayalım.
Gazeten var mı?
France-Soir.
Pardon ama öylesine haberlere
bir göz attım.
"Yönetim yanlış yönde.
" Her zaman işe yaramaz.
St.
Nazaire'de gizemli delilik.
Her yerde manyaklar dolu.
Paris'te yarış atı çalındı.
Komik.
Evet, çok komik.
Buna ne dersin?
Kahretsin.
Elektrik kesildi.
Beklemek ister misin?
Karanlıktan rahatsız olmam.
L'Etoile Meydanı Şehrin
meydanında, "Zafer Kemeri" 1806 - 1836 yılları arasında Napolyon'un
zaferleri anısına inşa edilmiştir.
Her gün dünyanın dört bir
yanından ziyaretçi akınına uğrar.
Diğer bir yandan Parisliler
yanına bile yaklaşmaz.
Veteranlar dışında yanan alevi koruma
görevi Cumhur Başkanı'na aittir.
Bu çalışmalar bittiğinde 12
caddeyi birbirine bağlayan tek kavşak olacak.
Çalışan nüfus tarafından görmezden
gelinen bir yer.
Acele eden bu insanlar sarayın
prestijini hafife alır sadece dışarıdan gelenler için olduğunu bilirler.
Döngünün her 1/12'sinden yaklaşık
50 adım sonra diğer caddenin kavşağına geçilir.
Trafik ışıkları sokaklardaki
trafik için zamanlanmıştır yayalar için değil.
Bunlardan dolayı yaşa ve
kişiliğe bağlı olarak bazı sıkıntılar yaşanabiliyor.
Parislilerin bencilliği test
edilmiş ve onaylanmıştır.
Son bir konu 1964 yılında, metro
inşasının batı kanadı başlamış ve trafiği allak bullak etmiştir.
Hem araçlar hem yayalar için.
İşte kahramanımız, Jean-Marc.
Her sabah 9:25'te istasyondan
çıkar tam caddenin karşısındaki iş yerine gider.
Oraya gitmek için iki seçeneği
vardır.
Sağdan gitmek biraz kısadır.
Başka bir model görmek ister
misiniz?
Sizin bedeninizde elimizde bu
var ya da bu, hangisini seçerseniz.
Sağolun kalsın, ben biraz
düşüneyim.
Nasıl isterseniz.
Yine bekleriz.
Eskiden profesyonel bir atlet
olan Jean-Marc, her sabah spor gazetesi okur.
Kayak yapan kızı izledin mi?
Evde TV yok.
Çok kötü!
Onları saate 100 km hızla
giderken görmek oldukça heyecan verici.
Denediğinde ne kadar zor olduğunu
anlıyorsun.
Hiç kayak yaptın mı?
On yıl önce ayaklarıma kayakları
geçirip birazcık denemişliğim var.
Dengeli olmak gerekiyor ve çok
kayakların üzerinde durmak için oldukça dayanıklı olmak kazım.
- Pardon.
- Önemli değil bayan.
- İncittim mi?
- Hayır.
- Emin misiniz?
- Evet bayan.
- Affedersiniz bayım.
- Nereye gittiğine baksana!
Özür dilerim bayım.
Manyak herif!
- Yardımcı olabilir miyim?
- Pijama alacaktım.
- Hangi beden olsun bayım?
- Bilmiyorum ki.
Peki, bedeninize bakalım.
İki beden.
O gün de diğer gün de gazete bir
şey yoktu.
Vur Kaç Yapan Sürücü Champs-Élysées
Suçları Metrodaki Manyak Uçakta Ölen Şoför Lyon'daki Öğrenci Şemsiyeyle Polise
Vurdu Ölümcül Bir Silah: Şemsiye Ama o yine de dikkatli davranıp Pl.
de L'Etoile civarına gitmiyordu.
Evet efendim, beyaz poplin, 42
Avenue de Wagram.
Hemen teslimatı yaparım.
On dakika.
Meydanın tam karşısında.
Bir veya iki ay geçti, ama
sonunda Adımına dikkat et!
- Affedersiniz bayan, özür
dilerim!
- Önemli değil.
İncittim mi?
Şansa bakın!
Gözünüze sokabilirdim!
Montparnasse ve Levallois - Ne
yapıyorsun?
- Çalışıyorum.
O bir kadın mı?
Evet, sonuncusu.
Bak, neredeyse bitti.
Bir kadın Evet, beğendiysen.
O bir el mi?
Neden dört parmağı var?
Beşinciyi yapmak için malzeme
yoktu.
Dışarıdakini beğendim.
Güzelmiş!
İsmini ne koydun?
Hareket heykeli.
O da nedir?
Anlamı, şans eseri oluşmuş
heykel tasarımı.
Metal parçalarını alırım ve
ortaya atarım sonra da yere düştükleri haliyle birleştirip kaynak yaparım.
Deneysel bir çalışma.
Neden burada olduğumu bilmek
ister misin?
Evet, neden buradasın?
Saat sekiz demiştin.
Çünkü seni seviyorum.
Kahve içmek ister misin?
Sana bir şey söylemeliyim.
Beni seviyor musun?
Tabii ki seviyorum.
- Gerçekten, sahiden.
- Elbette!
- Sence güzel miyim?
- Evet.
Gerçekten mi?
Söyledim ya.
Beni gerçekten seviyor musun?
Kötü bir şey yapmış olsam beni
affeder misin?
Tabii ki affederim.
Neden soruyorsun?
Önemli bir şey yok.
Bir telgrafın ulaşması ne kadar
sürer?
Bilmem ki, belki bir saat, belki
de bir buçuk saat.
Saat kaç?
Dinle.
45 dakika içinde benden bir
telgraf alacaksın.
- Ama sana değil.
- Kime peki?
Başkasına.
Bir erkeğe mi?
- Nereden biliyorsun?
- Bilmiyorum, şüphelendim.
Neyse, zaten onu tanımıyorsun.
Önemli değil.
Önemli aslında.
Zarfları karıştırdım.
Senin mektubunun onunkine onun
mektubunu da seninkine koydum.
Düzeltilebilir.
O bana benimkini verir, ben de
ona onunkini veririm.
Çok ciddi biri durum aslında çünkü
onun mektubunda onu sevdiğimi ve bu akşam onunla görüşmeyi planladığımı yazdım.
Ama onu seviyormuş gibi
yapıyordum.
Onu görmek istememin sebebiyse onunla
buluşup bir daha görüşmek istemediğimi söyleyecektim.
Sevdiğim adam sensin.
Yemin ederim ki.
Bu akşam ona söyleyecektim.
Beni affedeceğini biliyorum.
Anlamadım.
Kim bu adam?
İstersen şimdi yatağa
gidebiliriz.
Üşüyorum.
Seni kaltak!
İğrençsin!
Orospu!
Fahişe!
Yalancı!
Ama yemin ederim ki seni
seviyorum.
Seni sevmiştim çünkü saf ve
güzeldin.
Midemi bulandırıyorsun.
Yemin ederim ki seni seviyorum.
Kapıyı kapat.
- Kapalı.
- Değil.
Çalışıyor musun?
Görmüyor musun?
Bu kime ait?
Papa'ya.
Hangi Papa?
Papa Paul VI.
Bir araba nasıl yapılır biliyor
musun?
Bir otomobil birçok parçadan
oluşur.
Önce şasi, sonra tekerler sonra
da gövde.
İşte bu benim işim.
Farina veya Micheletti gibi yeteneğimin
olmadığı çok belli ama kendime yeten biriyim.
Kendi çapımda küçük bir artistim.
Gövde işi benim için kutsaldır.
Kapat şunu!
Aküyü bitiriyorsun.
Hayatta her şey olur.
Gövde dışında.
Gövde ebedidir.
Söylesene Roger.
Sence benim vücudum güzel mi?
Mükemmel.
Diriliğine bayılıyorum.
Diri göğüsler sütun gibi
bacaklar, her yerin harika.
Ama burada ne yapıyorsun?
- Seni görmek istedim.
- Gece randevumuz vardı zaten.
Öğleden sonra gelip göreyim
istedim.
Seni sevdiğimi biliyorsun Roger.
Yüksek sesle konuş.
Seni seviyorum dedim.
Biliyorum.
Telgrafını aldım.
Bana kızdın mı?
Madem beni seviyorsun, kızmadım.
Öyleyse beni affediyorsun?
Harika!
Başka bir adamla yattım.
Bana kızmadın.
Ama zarfları karıştırdığımı
bilmelisin.
Diğer adama onu sevdiğimi
yazmıştım ama yemin ederim ki yalandı.
İyi biri, onunla senden önce
tanışmıştım ve hala bana aşık.
Bilemiyorum.
Beni görmek istedi, ben de bu
geceye bir randevu ayarladım.
Ama onu bir daha görmek
istemediğimi söyleyeceğim.
Her şeyi mektupta yazamadım.
Onu incitmek istemedim.
Ona sadece seni sevdiğimi
söylemek istedim, yemin ederim ki.
Bunu biliyorsun.
İstersen şimdi yukarı
çıkabiliriz.
Yatağa geçebiliriz.
Hava karardı sayılır.
Gel buraya sürtük!
Gel buraya seni aşağılık sürtük,
orospu, fahişe, kaltak!
Ne oluyor Roger?
Beni affettiğini sanmıştım.
"Sevgili Roger, seni
öpüyorum.
" Kahretsin!
Karıştırmamışım!
Siktir git!
Kazağım!
Defol git Amerikalı!
Ben Kanadalıyım.
- Aynı şey işte.
- Değil.
Seni seviyorum.
Yemin ederim ki.
Sessizlik Oğlunuz geldi.
İyi gitti mi?
Sevindim.
Haftada kaç defa gidiyorsun?
Üç defa mı?
Sana ne yapıyor?
Geçen gün doktora gittim.
Bana test yaptı.
Sonuçları almadım.
Kendimi iyi hissetmiyorum.
Vitacalcium deniyor.
Kullandın mı?
Kabızlık var bende.
Fitil kullanıyorum.
Ona ne diyorlardı?
İshal için verdiler.
Kapıyı vurmalısın!
Gel buraya.
Çayımı getiriyordu.
Çok çalıştın mı?
- Sınıfında birinci misin?
- Üçüncüyüm.
- Geçen ay kaçıncıydın?
- Altıncı.
- İyiye gitmişin.
- Evet, birazcık.
Güzel.
Birinci olmak zaman alır anladın
mı?
- Sana zor gelen nedir?
- Cebir, yine cebir!
Neden?
- Anlamıyorum ki.
- Neden ama?
Parantezler, yok a eksi be falan.
Hepsi kafamda karışıyor.
Sana anlatmamı ister misin?
Tabii, isterseniz.
Zavallı çocuk!
Gel bakalım.
Dinle, cebir kolaydır.
Artı çarpı artı, sonuç artıdır.
Eksi çarpı eksi, sonuç artıdır.
Artı çarpı eksi sonuç eksidir.
- İşte bu kadar.
- Tamamdır.
- Anneye bir şey söylemek yok.
- Tabii ki hayır.
Ölüm cezası taraftarıyım.
Ben karşıyım.
Gerçekten şimdi Şimdi ne?
Öldürmek için bir sebep yok.
Biri nasıl başkasının ölümüne karar
verir ki?
Tuz!
Öldürüyorlarsa öldürülürler.
Katiller gebermeli.
Bence onları ıslah evine
göndermeli.
Onları 50 yaşındalarsa ıslah
evine gönderemezsin.
Tuzu ver dedim.
Öyleyse belki de bazı özel
durumlarda ibreti alem olsun diye verilebilir.
O konuda hemfikirim.
Hainlere ölüm!
Çocuk kaçırmak iğrenç bir şey.
Bunun için ölüm cezası verilsin.
20 yıl veriyorlar.
Senin derdin ne?
Kapa çeneni!
Hiçbir şey yaptığın yok zaten.
Arkadaşımız Boticelli ile görüşmeme
yardımcı olsan çok güzel olurdu.
İlginç biri, görürsen anlarsın.
Et harika olmuş.
Bana karşı ayağını denk alsın, yoksa
onu delik deşik ederim.
Et harika olmuş.
Hep İtalyanların yaptığı gibi
yerim.
Biri Boticelli'ye açıklamalı bu
dünyada bazı cesaretli, arzulu, idealleri olan adamlar da vardır.
Bunu anlaması lazım.
Yoksa onu sinek gibi ezerim.
Adamı neredeyse ezip geçtik.
Pek değil.
Bu doğru.
Arkamızdaki araba yaptı.
Diğerleri de.
Diplomatik plakası vardı.
Umursamadılar.
Peynir çok iyiymiş.
Zenci Polinezyalılar Altı harf,
çoğul.
Ben evle ilgilenirim!
Evi bok götürüyor.
Benim suçum değil, hizmetçinin
suçu.
Hep hizmetçiye atıyorsun suçu!
Temizliği ben yapmıyorum, ona bu
yüzden maaş veriyorum.
Hep hizmetçiyi suçluyorsun!
Ben temizlik yapmam!
Aptal!
Söylemesi kolay.
Beni rahat bırak.
Gün gelecek seni bırakacağım.
Göreceksin.
Para veriyor musun?
İdare etmelisin.
- İnanılmaz!
- Egzersiz yapmalısın.
Göbek yaptığını söylüyorum
devamlı.
İlaçlarımı almalıyım.
İlaçlarını al.
Geçen haftaki ilaçların ne kadar
tuttu biliyor musun?
Babanın eczacısı gönderdi.
- Ama çok cimri.
- Babam bunamış.
Bu kadarı yeter artık.
Bu evde yalnızım.
Buna ihtiyacımız var.
Pencereyi kapatmayı unuttun.
Boğazıma bir şey takıldı.
Kulak tıkaçları titreşimi
engeller ve ses geçirmez özelliğe sahiptir.
Gürültü, modern toplumda yaşamanın
bedelini ödediğimiz sinir hastalığının en önemli etkenlerinden biridir.
Hastalık ve sinir artık
uyumanıza engel değil.
Entelektüeller, bu kulak
tıkaçları sayesinde sessizlikte çalışabilecekler.
Ama ikisini aynı dolaba
kaldırdım.
Fabrika işçileri ve gürültüye
maruz kalan tüm işlerde çalışan işçiler makine operatörleri, metal işçileri tekrarlayan
gürültüye maruz kalanlar kulak sinirlerinde hasar oluşanlar kulak zarlarını bu
tıkaçlarla koruyacaklar.
Bağırmaya gerek yok.
Bekle ve gör.
Gittikçe senden sıkılıyorum.
Ondan on kere şeker istedim.
Kahve güzelmiş.
Benimki gibi olmuş.
Tatil dönemine denk gelmeseydi senin
küçük sarışını kovardım.
Onu sen işe aldın.
Geç kaldın.
Arabayla kim ilgilenecek?
İşten önce dişlerini fırçaladın
mı?
Yeni bir şey.
Hizmetçi izinliyken iş bana
kaldı.
Bu kadar yeter.
Tamamen saçmalık.
- Arabayı ne yapayım?
- Bu kadar yeter!
Beni çok sinirlendiriyorsun.
Arabayı ben mi alıyorum sen mi?
Yapacak başka işlerim de var.
Senin işlerinle ilgilenmekten
sıkıldım.
Benim sorunum değil, senin
sorunun.
Yapacağım ama Sus biraz be kadın!
Arabayla kim ilgilenecek?
O kadar da zor değil.
Yüzün o haldeyken aptal gibi
görünüyorsun!
Çeviri: batigol-7 & Renard||
Passion.
167267||5243677||Seninle konuşmama izin ver.
En azından, seninle konuşmama
izin ver.
Bekle Bekle, Buradalar.
Dinle, Jerzy, gel Haydi, dur!
Anlattığı hikaye nedir, Bayan
Lucachevsky?
Hayal değil ama biraz uydurmaca
da var, Ki kesin gerçeklik demek değil, Ya da tersi de değil, Ama her iki
durumda da gerçek dünyadan ayrı.
derin hesaplamalarla gerçekliğe yakınlaştırma.
Anlattığı hikaye nedir, Bay
Bonnel?
Bu kompozisyon deliklerle, Ve
kötü doldurulmuş boşluklarla dolu.
Yapısını yada çekimleri ince
eleyip sık dokumayın.
Rembrandt gibi insanoğluna yakından
bir bakış, Uzun süre, dudaklara, ve gözlerin içine.
"Tanrım neden beni yüzüstü
bıraktın?"
Anlattığı hikaye nedir, Bay Coutard?
Aslında hikaye yok.
Herşey uygun şekilde, soldan
sağa, yukarıdan aşağı, önden arkaya aydınlatılmış.
"Gece" değil "gündüz"
izlemek için.
Ufkun altındaki güneş ile
aydınlatılmış.
Dikkatinizi şuraya çekmek
isterim, tuvalin karanlık bir köşesini doldurduğu, orta planın biraz
aşağısında, Kırmızılı bir adam ve siyahlı kaptanın arasına.
Bu merkez dışı ışığın önemli bir
rolü var.
Çevresindekilerle ani bir kontrast
içinde.
Aşırı dikkat olmadan, ışığın bu
tesadüfi patlaması resmi mahvetmeye .
.
yeterli olurdu.
Konuşmayı bırak.
Jerzy nerede?
İyi değilim.
Hayır, ara vereceğiz.
Yarın bakarız.
Yolunda gitmeyen nedir?
Sen.
Neden çalışmak istemiyorsun?
Ben değilim.
Işıklandırma.
4 aydır devam ediyor.
Size 1 hafta veriyorum.
Ondan sonra bırakırım.
İyi Ben de bırakıyorum.
Şimdi.
- Dinle Jerzy.
- Bırakıyorum.
Kovulmuştum, ama temyize
gideceğim.
Tmeyize gideceğim.
- İnanmıyorum.
- Olmasına izin vermem.
Ben de kovulacağım.
Bu akşam toplantı var.
Sana ilk ben söyleyecektim.
Benim için de işler pek iyi
değil.
Dünyayı kurtararak kendini
kurtaramazsın.
Bence bu bir hata.
Sende biliyorsun, Keşfetmeye
başlıyorum ki, hikayeleri icat etmeden önce, Onları yaşamalısın Herşeyi
kaydetmek zorunda olmak çok zor.
Gerekli olan benim gitmem, onların
beni göndermesi değil.
Gitmek için gerekli nedeni bulmalıyım.
Bu sefer gelmelisin.
3 sefer oldu Sana ihtiyacım var.
sözünü tutmadığın.
Söz verdin.
Vermek vermektir.
Geri almak ise çalmak.
Bazen diğerlerinin üzerlerine gitmelisin.
Gelmeni istiyorum.
Sürekli ne yazıyorsun?
Duydun mu?
Polonya 2 - Arjantin 2.
Pazar günü seni düşündüm.
Onaylamıyorum.
Eğer dayanışma buysa .
Tanrı aşkına, Jerzy.
Git bak bakalım şu palyaço neler
yapıyor.
- Daha hızlı.
- Peki efendim.
Baktığını söylüyor.
- Neye bakıyormuş?
- Bir bıçak yarası.
Bıçak yarasımı?
Ne demek istiyorsun?
Bilmiyorum efendim.
O kızda ne buluyor?
Kıçı bile yok.
Gözlerimi açmalıyım.
Merhaba Isabelle.
İşler nasıl.
İşçi sınıfıyla dalga geçmemelisin.
İşçilerimle konuşmanı
yasaklıyorum.
Ayrıca burada ne arıyorsun?
Benzin alma hakkım var değilmi.
Süper değil, burada değil.
Oteli satın almaya mı geldin?
Zaten benim.
Seni ehlileştireceğim.
- Sen ne dediğini zannediyorsun?
- Ben ne dediğimi biliyorum.
Ben de ne düşündüğümü.
Ne düşündüğünü bildiğini biliyorum.
Bu gece göreceğiz.
Kıçını hazırla.
Peki patron.
Yeniden başlarsa, bizi çağır, 5
dakikada oradayız.
Senden istediğim iyiliği unutma.
Tabi tabi.
Çekim.
Ne çeki?
Fratini, sana birşey ifade
ediyormu?
50 dollar mı?
500 dolar!
yarın alacaksın.
Fabrikadan daha mı önemli?
İştende mi?
O hayır, şimdi de seni çekemem.
İyi de neden peki?
Geç kaldın.
Saat 5 ve önemli bir randevuya
geç kaldım.
Kiminle?
Anlatmak istemiyorsun.
Sana anlatsam ne olur ki?
Doğru.
Söylemek hiçbirşey kanıtlamaz.
Yapmalı.
Kızdın mı?
Affedecekmisin?
Görüşürüz.
Yanlız nasıl idare edeceğim?
Bira istermisin?
Evet, teşekkür.
- Gelecekmisin?
- Bu gece olmaz.
- Gidiyormusun?
- Jerzy geliyor mu?
Hayır gelemiyor.
Merhaba, geldiğine sevindim.
Otur.
Devam et büyükbaba, acele et.
Artık yatağa gitmelisin.
devam et, kibar ol, çorbanı iç.
Büyükbaba, yatağa.
Repliğini söylemeden gitmeyecek.
Haydi söyle bakalım.
Beni kızdırmayın.
Söyleyecekmisin?
"Kural olarak, yoksullar
haklıdır.
" Jean'a geri vereceksin.
O nedir?
"Proleterlerin Gecesi"
"Komün ve Askeri Sorun" "Dünyayı Sarsan Kelimeler" Tanrı
seni affetsin.
"Yoksulluk, Toplumların
Serveti" Beni başlatmayın.
"Merhaba Mafya" Kendinizi
değiştirmek için hiçbirşey yapmıyorsunuz.
Ayaklarındaki prangaların bileklerine
verdiği acıdan bağırmamak için, dudaklarını ısırdı, ve umutsuzluk içinde
sevgilisinin akan kanını seyretti.
Herkesi ilgilendirmeli.
Magali neden kalmadı?
Sanırım çalışma iznini almaya
gitti.
Doğru değil.
Ayrıca film de çalışmaya gitti.
Film değil, televizyon.
Ne fark eder?
Adı ne?
"Tutku" - Bunu
hazırladım.
- Devam et.
Makinede günde 2000 parça yapmak
zorundayım, Saat başı para almama rağmen.
Makineye oturmak ağrı verici.
Üzerine eğilmem gerek.
Sandalye arkamdayken.
Yani 9 saat sonra, pestilim
çıkıyor.
Ya sen?
Saat başı para alıyorum, ayrıca
ikramiye.
Eğer yeterli sayıda parça çıkarırsam.
Ama ben ikramiyeye karşıyım.
Çünkü bu iş çok hassas.
İyi iş çıkarabilmek için zamana
ihtiyacınız var.
Sadece bakmak yetmiyor.
Sonra şuraya koy, bunun gibi Bence
bizim ihtiyacımız Ya polis çağırırsa?
bir ilani.
Birşey, kendisinden daha önemli.
Burası gümrük değil.
Ne ilan etmemi istiyorsun?
Savaş ilanı.
Ne yazacağımızı düşünmeliyiz.
Bakalım.
İspanyolca bir şiir hatırlıyorum.
Küçükken okurdum: "Öğleden
sonra saat beşteki o korkunç surat" "Aşk" taki gibi mi?
Evet.
Neyse eğer sorun çıkarırsam, bana
takılma.
Eğer bunu zaten biliyorsan neden
toplanıyoruz?
Pekala sorun ne?
Sabun.
- Bisikletler.
- Isıtma.
- İş kıyafetleri.
- Yemekler.
İşin var.
- Tuvalet kağıdı.
- Artık yok.
Fazla ileri gitme.
Katılıyorum.
Herşeyi bir anda isteyemeyiz.
Eğer polis çağırırsa ne
yapacaksın?
- Ben mi?
- Evet sen.
Bizim ne yapmamızı istiyorsun?
Ben mi, hiçbirşey istemiyorum.
Ya sen, sen ne istiyorsun?
Ne istiyorsun, bizim de
kovulmamızı mı?
Ben değil, sen.
Ben, biliyorum.
Ama siz.
.
hepiniz.
Tartışacak değiliz.
Yazıp imzalayalım.
Bakalım ne yazacağız.
Bakalım Eğer bana 4000 dolar tazminat
verirse, Sizin maaşlarınızdan alacaktır.
Pekala, ne yazayım?
Tarihi yaz, toplandığımızı
söyle, ve kararı.
François onu daha sonra öpersin.
Şöyle yazabiliriz.
"Bir kimse sevmek için
çalışmalıdır, yada çalışmayı sevmelidir.
Lambayı yaklaştır.
Pekal, nokta.
Bitti.
Şimdi ne olacak?
Hiçbirşey.
Avrupa'daki en modern stüdyo.
Günlüğü 40,000 dolar.
İşe yaramıyor.
Bir yere gitmiyor, ya da bir
yerden gelmiyor.
Pekala bırakalım.
Yarın yeniden denerim.
- İşçilere bittiğini söyle.
- Patron sensin.
Hiç de değilim, Sophie, hiçde
değil.
Ama efendim bu doğru değil.
Ben birşey yapmam Sophie.
Gözlemlerimi değiştiririm, naklederim.
Pürüzleri alırım, hepsi bu.
Eğer gözlemleyeceksen bazı kuralları
bilmelisin.
Hayır Sophie.
Sinema da kural yoktur.
Bu yüzden hala seviliyor.
Doğru değil.
Hikayen olmalı ve takip
etmelisin.
Kural bu.
Bay Lazlo haklı.
Sinema da kural var mı?
Hayır efendim, kural yok.
O.
k.
herşeyi kapatın.
Bitti.
- Efendim?
- Evet?
Bence iki kural var: Asgari emek
ve azami karşıtlık.
Başın belada mı?
Binmek istermisin?
Seni götürürüm.
Hey, Japon arabama dikkat edin!
Salaklar.
.
Lanet!
Japon arabama dikkat edin!
Lanet salaklar!
Körmüsünüz tanrı aşkına?
Magali burada ne yapıyor?
Kulaklarını yumruklayacağım onun.
Tanrıya şükür beni öyle kovamazsın.
Ne?
Otel benim.
Ah, Michel.
Seni tutkuyla sevmeyi çok
istedim.
Bunu nasıl beceriyor?
Her zaman yenisi.
Bir ara ona sormalıyım.
Ondan daha çok param var.
Ama hepsi seni aşağılık hissettiriyorlar.
Sence sinema bu mu?
Hepsi değil.
Bildiğim hepsi değil.
Şimdi Polonya da olanlardan
sonra sana daha iyi bakacaktır.
Michel, hiçbir şeyi anlamıyorsun.
Herneyse, şu kıza ödeme yapmanı istiyorum.
Isabelle-adı-her-neyse.
Günlerdir etrafımızda.
Diğer kızlarla konuşuyor.
Marianna, Sarah Ona canım
isterse ödeme yaparım.
Herşeyi mahvetti Eğer işler
kötüyse, bu senin hatan canım.
Gerçekten oteli saıyormusun?
Tereddütteyim.
Barbara, en önemlisini
unutuyorsun.
Ne yapıyorsun Sarah?
Pratik.
Çabuk.
Ya güllerim ne olacak?
Oradalar.
Onları göremedim.
Repliğini söyle.
Demek bu hikaye Repliğini söyle.
Hikaye ye ihtiyacımız var.
Son bir deneme yapıyoruz.
3 ay sonra.
Repliğin.
Repliğin.
21nci, evet hayır, 22nci Selam!
Ne oluyor?
Bırakmak istiyor.
Sana iyi davrandık.
Kontratın var.
Öyle hissetmiyorum.
Evet dedin.
Artık öyle hissetmiyorum.
Eğer 200 dolarsa tamam.
- Parayı ben tutarım.
- Hayır ben.
Bu kaseti buldum.
Bu benim işim.
Bırakın onunla konuşayım.
Sana kötü mü davrandı?
Hayır gayet iyiydim.
Doğru.
Sorun ne o zaman?
Hepiniz.
Neden bahsediyor bu?
Güvenilir insanlar değilsiniz.
Senin ya da onu fabrikası, hepsi
aynı.
Ben anlamıyorum.
Sen?
Ne istiyor?
Her şeyin sakin ve çekilebilir
olmasını istiyorum.
Kabul edilebilir bir iş yok.
Disiplinli olması lazım.
Onlardan kaçamazsın.
Aşk başka bir şey, çalışmak
başka.
Geliyorum.
Çalışmak hakkında söylediklerim
doğru.
Değiştirme istiyorum.
Ama onda ne buluyorsun?
Size fabrikada katılırım.
Çekim imzalandı mı?
Bir ara konuşmalıyız.
Bir gün bana söylemek zorudasın.
Çek sende mi değil mi?
Şaka mı bu?
Hazır ama imzalı değil, çünkü Bay
Devoselle tatil de.
Patron sensin imzalayabilirsin.
Eğer demiryolu grevi biterse
gelecek.
Ailem ve çalışanlarım var.
Şimdi istiyorum.
Gitmem gerek.
Umurumda değil.
Çekim nerede?
Yine gel halledelim.
Şimdi mi yarın mı?
Ne zaman?
Yeter.
Hepsi bu!
İşte kız ve babası: "Babacığım
neden herşeyin dış hatları var, soru işareti.
" Baba: "Öyle mi?
Farkında değilim.
" "Herneyse, Hangi şeyler?
" Seni korkuttum mu?
Geri döneceğini sanmıyordum.
Nasıl yapılacağını bildiğim tek
şey geri dönmek.
Trenle geldim.
Lazlo çıldırdı.
Ama sorun değil.
Halledeceğim.
Film çekilecek, uygun
ışıklandırmayla.
3 ay oldu.
İşe gitmeliyiz.
Şimdi en zoru.
Soyunmak beni sıkıyor.
Sıkılan insanlar suçu çalışmaya
atarlar.
Beni anlamıyormusun?
Almancayı çok önceleri konuşurdum.
Bana dayattığın iş, sevilmeye
çok yakın.
Olanaklı.
Olanaklı mı, olabilir mi?
Bugün ayın kaçı?
21'i.
Hayır, 22 Neden bana sordun?
Neden her zaman bir hikaye
olmalı.
- Bu yaygara da ne?
- İçeri giremezsin.
İşinize dönün.
Burada işin yok.
İçeri giremezsin.
Lanet!
En sonunda seni buldum.
Bu taraftan.
Benimle gelin.
Neden her zaman buradasınız?
Ekstralara bakıyoruz.
hala mı?
Birara konuşmalıyız.
Bir imge hayali ya da vahşi
olduğu için güçlü değildir.
Fikirlerin tutarlılıkları ile güçlüdür.
Hayır öylece geçip gidemezsin.
Bana paramı vermelisin, ya da
çalışmama izin vermelisin.
Aradığını buldun mu?
Evet, evet.
Şuradaki.
Patrick, seni bekliyorum.
- Şu mu?
Üzgünüm o benim yeğenim.
- İyi olurdu.
Annesine ona bakacağıma söz verdim.
Sağır ve dilsizdir.
Şimdi konuşabiliriz.
Dükkanda başka biri daha var.
Oradaki arkadaşınmıydı?
Belki fazlası.
Gelip seni çalışırken
görebilirmiyim, Nasıl yapıldığına bakmak için.
Jerzy'ye sormalısın.
Senden bahsetti.
- Hayır, gerçekten mi?
- Evet, gerçekten.
Sana bir şey sormalıyım.
Devam et.
Bazen sinemaya giderim.
ya da TV seyrederim.
Asla çalışan insanları
göstermezler.
Neden biliyormusun?
Fabrikalarda çekim yapmak yasaktır.
O zaman haklıyım.
Hangi konuda?
Kesinlikle inanıyorum ki, Çalışmak
zevkle aynıdır.
Aşktaki jestler.
Aynı hızda değil ama, aynı
hareketler.
Telefon etmem gerek.
Ama, gel.
Evet, geliyorum.
Gel.
Bu kadın yüzünden.
Hangisi?
Bir sürü var.
Biliyorsun.
Otelin sahibi.
Umurumda değil.
Bul onu.
Bu arada ben, İtalyanları
sakinleştireceğim.
Bak.
Baksana.
Bakmalısın.
Devam et, bak.
Yaptığımız iş bu.
Bak, Bak.
Evet Çalışıyorum.
Evet ama fark nedir?
Çalışmayı sevmek, sevemeye
çalışmak, bana aradaki farkı göster.
Ah, bilmiyorsun.
Sence iyimi?
Evet , fena değil.
İyi, Patrick'e söyle gelip beni
buradan alsın.
Tamam, sonra görüşürüz.
Neler oluyor.
Paramla ne yaptın?
- Sana göstereceğim.
- Göster.
$200.
$500.
$200.
$601.
$30,000.
$600.
$1,000.
- $3.
$4.
$7.
5$.
Pantolonlar için, $30.
500,000.
3 sent.
$200.
$60.
000.
Konuşman gereken benim.
Gel tatlım.
Sana 50 bin kere söyledim, konuşman
gereken benim diye.
Konuşman gereken benim.
Şu kutup noktası da nerede?
Çalışıyor.
Çalışıyor.
Git onu çağır.
Dinle.
8 milyona kadar saydım.
8 evet hepsi bu.
Gördünmü zor değil.
Asıl zor olan senin istediğin şekilde
konuşmak.
Polonyaca konuşsam bile, senin
konuşma tarzını anlayamam.
Sıfatları fiilleri bilmem, Nereye
koyacağımı, senin nereye koymamı istediğini.
Bunun avantajını kullan.
Ne?
Daha cümle oluşturulmadan, konuşmaya
başlayabilirsin.
Yaşamaya başlayabilirsin.
Beyaz adam kızılderilileri neden
öldürdü?
Çünkü kızılderililer
"Anlamıyorum" demediler.
Dediler ki, "Ben yok
anlamak".
Yani?
Yani beyaz adam onları öldürdü, Çünkü
doğru söyleyemediler.
Ben var anlamak.
Ve aynı zamanda, anlamıyorum.
Anlamak her zaman yararlı olmayabilir.
Almak yeterli.
Beni al kollarına.
Kardeşlerim, bizden sonra
yaşayacaklar, Kalplerinizi bize kapatmayın.
Biz zavallılara merhamet gösterirseniz,
Tanrı size daha fazlasını gösterir.
"Aşk zamansızdır."
Biz, beş altımız,buralardayız, "Sakin deniz " Ve fazla
yediğimiz taze et, Hepsi orada ne yapıyor?
Onlara ne yapacaklarını söylemellisin.
Bütün sabah prova yaptık, Ne yapacağımızı
bilmiyoruz.
Bu işe yaramaz efendim.
Provanın anlamı yok: Işıklar
çalışmıyor.
Herneyse Ocak'a kadar paraları
ödendi.
Konu sadece para değil.
Hikaye yazmadan önce onları
yaşamalısın.
Senin o çirkin hikayelerinin gökten
düştüğünü mü zannediyorsun.
45 dk.
mız var.
Çok zor, araştırıyorum.
Ustabaşlarına söyle arkaplanı hazırlasınlar.
Neyin arkaplanı babacığım?
Polonya'da olanlar yüzünden mi?
Evet ve hayır.
Geri mi dönüyorsun?
Bir ailen,bir çocuğun var, Patrick
bana anlattı.
Eğer istersem döneceğim.
Orada olanlar konusunda hepimiz
kötü hissediyoruz.
Fransa bunu düşünüyor.
Doğru değil.
Bir ülke diğerini asla düşünmez.
- O kim?
- Yeni muhasebeci.
Lazlo nerede?
İtalyanlarla birlikte barda.
Bütçeyi ne kadar aştık farkındamısın?
4 milyon dolar.
Evet o burada.
İşte Roma'da yapılan kostümler.
Evet iyiler.
Bakire için iyi.
Yeni olan.
Tamam efendim.
Şu kim?
Magali'nin yerine geçecekti.
Delacroix rolü için fazla güzel.
Küçük hanım bir dakika suya girebilirmisiniz?
Küçük hanım suya!
Patronun sağır dilsiz kızı.
Yeğeni kızı değil.
Umurumda değil.
Onu suya sokun.
Onu yıldız yapın.
Gösterin ona.
Anlamadım.
Ne yıldızı mı?
İşte böyle.
Hiç yıldız gördün mü?
Sana verdiğim müziği koy.
Peki efendim.
Bir şey yapmayan yapımlardan bıktım
artık.
Bıktım.
Sana söyleneni yap.
Tamam teşekkürler.
Neye bakıyorsun?
"Evrensel yara"ya.
Bayan, bir telgraf Gaumont-
Brazil adına: Ortaklarım, ve ben, "Tutku" filmini size 40 bin dolara
satmayı reddediyoruz.
bir sene sonra ödenmesi, şartlarınız
kabul edilemez.
Konuşmadan önce bazı şeyleri
görmek zor ha?
Arkaplan hazır efendim.
Bil bakalım bütçeyi ne kadar
aştık?
Tamam tamam.
İtalyanlar son şansımız.
Yoksa A.
B.
D.
Oh hayır, amerika olmaz.
Arkaplan hazır efendim.
Bir daha asla doğuya dönmüyorum yoldaşlarım.
Pekala bana ışıklandırma sorununu
anlat.
Arkaplandaki herşeyi
kapatabilirmiyiz?
- Şehride mi?
- Evet.
Gökyüzünün iki parçasını bir
araya getirebilirmiyiz?
Herşeyi kapat.
Konuşmadan önce bazı şeyleri görmek
zorundayım.
Öyle, yodaş.
Geceyi ve gündüzü görüyorum.
Şu iki kadın gibi, Hanna ve
İsabelle.
Biri açık biri kapalı.
Onları görmem seni neden sıkıyor?
Aradayım.
Araştırıyorum.
Ama herkes araştırıyor.
Herkes arada.
Elbette.
Bende herkes gibiyim.
Sıradan bir film.
Merkezi kaybettik arıyoruz.
Yer gök dolaşıyoruz, abartmıyorum.
Fabrikaya ekstra dönüşünü kullanabilirmiyim?
Ben de gitmek istiyorum.
İsabelle'i görmeyi.
Bana bunu senin için verdiler.
Benim param senin değil.
Onda ne buluyorsun?
Doğru, onda başkalarında olmayan
birşeyler var.
Tedaviden sonra bile niye hala
kekeliyor?
Fabrika hakkında iş hakkında konuşamazsın,
bu şekilde paldır küldür.
Senden sıkıldım artık.
Jerzy, bırak.
Neden fabrikaya dönüyorsun?
Bizimle kal.
Salakmısın sen?
Benim işim, benim param.
Benim işim.
Alın onu.
Hadi git.
Tartışma yok.
Var, hemde çok var.
Çalışmama izin ya da para vermeyecek.
Çalışmama izin ya da para vermeyecek.
Hadi git artık.
Yeter.
Tanrı aşkına bana yardım et.
Gördün mü sana söyledim.
Benimle uğraşma, işinin başına
dön.
İşte böyle.
Her zaman haklı olmak istiyorsun.
- Sende öyle.
- Evet ben de öyle.
Haydi gidelim.
Hayır hayır yarın, hayır şimdi
değil.
Hayır git buradan.
Hayır yarın.
Sophie daha sonra.
Tanıştırayım Rolü yok, adı Hanna.
Sen değil, Hanna.
Benimle konuşmalısın.
Kibarca!
- Hayır kibarca olmaz.
- Evet kibarca.
Gerçek gölgeler yoktur.
Yansımalar vardır.
Bunu Delacroix söylemiş.
Savaşçıları resmederek başlamış,
Sonra azizleri.
Oradan aşıklara geçti.
sonra kaplanlara.
Hayatının sonunda, Çiçeklere.
İyi de ne istiyorsun?
Ben de istemiştim, seni tutkuyla
sevmeyi.
Jean François, 1 04 ve 1 05 i
gönder.
Peki efendim.
Işıkta patlayan yankıdır, gecenin
gizlediği, görünmezliğe uzanan, ışıkta patlayan.
İşinize dönün hanımefendi.
Yerlerinizi alın.
Neden çalışmak istemiyorsun?
Ben de bırakıyorum, şimdi.
İşinize hanımefendi.
Ben de seni seviyorum.
Acele et.
Girin.
Selam.
Hayır, oraya olmaz.
Sandalyeye.
Ben bunu sipariş etmedim.
O zaman ne istiyorsun?
Bir balina.
Kız kardeşime verdiğin kayıt.
Evet.
Balinaylamı?
Biraz domates.
Hayır oraya olmaz.
Ne yapıyorsun?
Sipariş alıyorum.
Oraya.
Teşekkür.
İşte oradalar.
Merhaba, bana Louisi bulun
lütfen.
Merhaba Louis, haberler nasıl?
Umurumda değil.
Hiç umurumda değil.
Daha az umurumda olamazdı.
Tamam, haftaya görüşürüz.
Fox'da hayır dedi.
Hikaye istiyorlar.
Dinliyormusun dinlemiyormusun?
Evet dinliyorum.
Bak.
Rubens için iyi olabilir.
Orada hikayeler ve ışıklar var.
Benim hatam değil.
Unut onu.
Çalışmaya.
Ben ekibi getireyim.
Ne yapıyorsun?
Unut onu.
İstediğini yapıyorum.
Onu unutuyorum.
Onu unutuyorum.
Kendimle konuşmaya başladım.
Bu şekilde, diyebilirimki, bazen
hoşlanmadıklarımı sevebiliyorum.
Bir hikaye.
Bir hikaye bulmalısın.
Hikayeye ihtiyacım var.
Onun bir hikayesi var.
Hayır, Konuş benimle.
Konuşman gereken kişi benim.
Sadece hikayen var mı diye soruyor.
Neyin hikayesi, kimin?
Onun mu?
Anlatacak bir hikaye ha?
Ne fark eder?
Seni unutuyorum.
Ama sen beni unutma.
- Kendi içime seyahat ediyorum.
- Beni unutma.
Beni unutma.
Seni unutuyorum.
Seni unutuyorum.
Seni unutuyorum.
Bu otel için, bu da fabrika.
Bu aşk için, bu para.
Bu da hatıralar için.
Kovuldun mu, ya onlar?
Henüz bilmiyoruz.
Los Angeles'taki Tom'u
arayacağım.
Metro'nu başındaki adamı tanıyor.
Bir ara gerçekten konuşmalıyız.
Bu iki etti.
Bütün çekler tamam.
Şimdi sırası değil.
Yani ödendi mi?
Rahatlayabilirsin, çekin geçti.
Gördüm.
Gerçekten doğrumu bu?
Evet, dün geçti.
Bu arada bana adresini tekrar
ver.
Tabiki, Servette caddesi 25
numara.
Umarım karışıklık yoktur.
Beni büroda bekle.
En fazla on saniye.
Kim o ?
İkinci Delacroix'daki.
Herneyse, pek havamda .
Kansız bir çağda yaşıyoruz.
Eminim repliklerini öğrenmesini gerektiğini
söylemeyi unuttun.
Doğru değil.
Devam et.
Bu ölümcül saatte ve bu huzursuz
yerdeki durum, en mükemmel sonucunu, Enjolras'ın derin melankolisini ortaya
çıkardı.
Karımı tanıştırmak isterim.
Devrimin tüm benliğine sahip.
Soyutun olabileceği kadar natamam.
Onu izle, sana güveniyorum.
Vahşi araçlar kullandı çünkü durum
öyle gerektirdi.
Çorba kaldı mı?
Müziği sevdin mi?
Evet, hep dinlerim.
Tamam o zaman yoldaş.
Hayır yoldaş olmaz.
Ne o zaman?
Sen her zaman benim prensimsin.
Tamam prenses.
Anlatmak zorundasın.
Ama çorbayı unutma.
Seni arkadaşınla konuşurken gördüm.
Kansız bir çağda yaşadığımız
söyledi.
Katılmıyorum.
Katılmıyorum.
Ne yapıyorsun?
Eğer senin için kendimi öldürsem,
Bu kan olmaz mı?
Dene görelim.
Sen dene.
Çekim.
Çekim bayım benim çekim Bayım
çekim!
Katastrof nedir?
Bir şiirin ilk kıtası.
(strof=kıta) Çekim.
Benim çekim!
Neden herkes amerikalılardan korkuyor.
Çorba ne oldu.
Gittiğin doğrumu?
Olabilir.
Polonya güzel mi?
Her yeri güzel.
Filminin adı ne?
Burada yaptığımız mı?
Evet eserin.
"Tutku" Hikayesi ne?
Hayır sen de başlama!
Seni gördüm bu sefer.
Yakaladım.
Ciddi mi?
Bıçak içeri girmemiş.
Bir haftada iyileşir.
Devam et, yemen gerek.
Seni temin ederim bu sefer tamam.
Beni neden terkettin?
Yine başlama Isabelle.
Eve gidiyorum.
Sonunda evim olduğunu biliyorum.
Senin zerafetin sayesinde biliyorum.
Orası benim evim.
Benim zerafetim mi?
Evet zerafet.
İlk buluştuğumuzda bunun yerine politikadan
bahsetmiştik.
Zerafetin yerine.
Ama bunun sebebi Polonya'da
olanlar.
Hayır sadece aynı anda oldu.
Radyo ölümleri bildiriyordu.
Biliyorum Isabelle.
Ben hala bilmiyorum.
karının olup olmadığını.
Bu parayla ne yapacaksın?
Bilmiyorum.
Sana veririm.
Film için.
İhtiyacın var.
Bay Gulla dan fabrikayı alsan daha
ucuza gelir.
Yapmalısın.
Karına söylediklerin, Onu
beraberinde götürmek istediğin doğruydu.
Ama olanaklı değildi.
çünkü burada seninle kalmak
istedi.
Bana da uymuyor.
Çünkü ben de seninle gelmek istedim.
Sende evde benimle kalmak
istedin.
Doğru.
Tekrar söyle.
Neyi?
Doğru olduğunu.
Sana söyledim Hanna.
Doğru.
İlk defa bir doğruyu basit bir
şekilde söylüyorsun.
Sorun nedir?
Son kez olduğunu söylüyor.
Sen ilk defa diyorsun.
Doğru.
Gelmesini söyleyeyim mi?
Senin arkadaşın.
.
Tek erkek arkadaşım.
Jerzy Bu önemli.
tamam.
Gidiyorum.
Yukarı gidiyorum.
Dinle.
Metro kabul etti.
Tom'un telgrafına bak O zaman
Kaliforniya.
Ne zaman gidiyorsun?
Bu gece hemen.
Senin için gidiş geliş kendime
tek yön.
Bu kadar basit.
Işığı orada göreceksin.
Sterberg'in değil mi?
Boris Kaufman'ın Hayır.
Hayır tekrar olmaz.
Demek gitti Amerikaya.
- Ben bakarım.
- Hayır sen bakma.
Kimse var mi burada?
Ben.
Işık yok.
Selam Isabelle.
Rahatsız ettiğim için üzgünüm.
Ceketini geri getirdim.
Tamir ettim.
Burada mı?
Birisi var.
Kim o?
Benim Hanna.
Ceketinin getirdim.
Tamir ettim.
Seni 5 dk.
lığına görebilirmiyim?
Beş dakika kalabilirim.
Yolda olmayacağım.
Son bir kez mümkün demiştik.
Mümkün evet.
Olanaklı, Hayır.
Benim hatam değil.
İyi geceler.
Görüşürüz.
Ya sen.
Sen ne kaybettin burada?
İstediğim yere gitme hakkım var.
Karın burada değil.
Parayı aldın mı?
Evet teşekkürler.
Neden bir işe başlamıyorsun?
Ne gibi?
Bilmem bisküvi tamirhane Benden daha
fazla enerjin var.
Kesinlikle.
Bırakıyorum.
Polonya'ya mı gidiyorsun?
Bir patronla çalışan arasındaki farkı
bilirmisin?
Bilmek istemiyorum.
İyi şanslar.
Seni çalışırken izlememe neden
izin vermedin?
Beni terkettin derken, bunu
demek istiyordum.
İş.
Sen işi seversin.
Evet.
Fabrikayı özleyeceğim.
İşi seviyorum derken, "sevmek"
sevgiden mi geliyor?
Gelmiyor, gidiyor.
Isabelle, hadi gidelim.
Hala bakiremisin?
Olabilir.
Tanrının kuzusu Alıp götüren dünyanın
günahlarını onlara huzur ver.
Tanrının kuzusu dünyanın
günahlarını alıp götüren Onlara sonsuz huzur ver.
Şimdi geriden.
Evet.
Geriden.
Bırakmamalı Bırakmamalı .
İz bırakmamalı.
İşe yaramıyor.
.
Yarayamaz çünkü doğru pasaj
değil.
Aramaya devam etmeliyim.
Açılışı bulmak için.
Lütfen.
Lütfen efendim.
Barbara ne yapıyorsun?
Selam nasılsın?
Jerzy'i gördün mü?
Hoşçakal demeye gelmiş.
Ama nerede?
Sen burada ne yapıyorsun?
Bilmiyoruz.
Bizi bıraktılar.
Hollywood'a gittiler.
Amerikaya gittiler.
Selam.
Jerzy nerede?
Kesin bir satır bulmak istiyorum.
Ama bulamıyorum.
Burada ne yapıyorsun?
Gidiyorum.
Kızkardeşin ne olacak?
Yeni model Peugot kiralıyorlar.
Seni istasyona bırakabilirim.
Hayır teşekkür.
Arabaları sevmem.
Hoşçakal.
Burada ne yapıyorsun?
Herkes gibi, eve gidiyorum.
Ama artık orası senin evin değil.
Atla.
Nereye gidiyorsun?
Polonya'ya tabiki.
Hikaye bitti Isabelle, bitti.
Başladığında bitmişti.
Bizimle Polonya'ya mı geliyorsun.
Hayır sana söyledim.
Arabaları sevmem.
Orada ne yapıyorsun, prenses?
Herkesin yaptığını, eve
gidiyorum.
Ya sen?
Onlar Polonya'ya gidiyor.
Bunları izlemeliyim.
Bu patronun arabasımı?
Bulabildiğim tek araba.
Binmek istermisin?
Arabaları sevmem.
Bu bir araba değil.
Uçan halı.
Atla prenses.
Çeviri: chaconne||
Pierrot. Le. Fou. 1965
105000||6589892||Velasquez, elli yaşından sonra artık kesin objeler
çizmiyordu.
Objelerin çevresini
alacakaranlık ve havayla yumuşatırdı.
Gölgelerin ve saydam arka planın
içinde renkli çarpıntılar yakalardı.
Ve bunları sessiz senfonisinin görünmez
merkezi haline getirirdi.
Artık şekillerle sesleri gizemli
ve kesintisiz bir süreçle iç içe geçiren esrarengiz etkileşimlerden başka bir
şeyi ele almıyordu.
Hiçbir çatışma bu sürecin ilerlemesini
durduramazdı.
Boşluklar hüküm sürüyordu.
Sanki yüzeylerin üzerinde kayan
bir dalga nesnelerin bütün özelliklerini sünger gibi çekip ardından onları bir
parfüm gibi, aynı bu nesnelerin birer yansıması gibi bütün diğer yüzeylere
taşıyordu.
Velasquez'in yaşadığı dünya, mutsuz
bir dünyaydı.
Yoz bir kral, hasta çocuklar aptallar,
cüceler, kötürümler, kendilerini ve entrika ağında kanunsuzca yaşayan güçlüleri
güldürmekten başka işe yaramayan, prensler gibi giyinmiş korkunç soytarılar.
Saray kapılarının dışında ise engizisyon
cezaları ve sessizlik.
Şunu dinle, küçük kız.
Havada bir nostalji ruhu
dolaşıyor.
Bu çiğnenmiş çocukluğun ne
çirkinliği, ne hüznü, ne kasveti ne de zulmü görülüyor artık.
Velasquez akşamın ressamıdır.
Boşlukların ve sessizliğin İster
güneşin altında, ister kapalı bir odada, ister savaşın uğultuları çevresini
sardığında Havanın yakıcı sıcaklıkta olduğu ve güneşin her şeyi ışığa boğduğu
zamanlarda nadiren dışarı çıkan İspanyol ressamlar, akşamla iletişim kurarlardı.
Ne güzel, değil mi küçük kız?
Onlara böyle şeyler okumak için
delirmiş olmalısın.
Haydi yatağa, ufaklıklar!
Odile onları neden yatırmadı?
Çünkü beyefendi ona bu hafta üçüncü
kez sinema izni verdi.
"Üçüncü kez sinema izni!
" Tabii ki.
Sinemada Johnny Guitar oynuyor.
Kendini beslemesi lazım.
Aptallarla dolu bir dünyada
yaşıyoruz.
Haydi çabuk ol.
Frank ve Paola gelecek.
Gitmeyeceğim.
Çocuklarla kalacağım.
Olmaz.
Frank yeğenini getireceğini
söyledi.
Biz dönene kadar onlara bakıcılık
yapar.
O bir öğrenci.
Bunu hep yapıyor zaten.
Ne zamandan beri yeğeni varmış?
Onu biraz tanıyorsam eskort
tutmuştur.
Gitmiyorum.
Sana söyleneni yapacaksın.
Babam seni Standard Oil'in yöneticisiyle
tanıştıracak.
Onları beni kapı önüne
koydukları için mahkemeye vereceğim.
Hayır.
Kaybedersin.
Sana iş bulunduğunda nazikçe
kabul edeceksin.
Haydi, yeter.
İçine bir şey giymedin mi?
Jüponun burada.
Hayır, yeni Skandal
korselerinden aldım.
Görülmüyor.
"Yeni pantolonumun içinde skandal
var!
- Genç seri" Önce Yunan
Uygarlığı vardı.
Ardından Rönesans geldi.
Ve şimdi de kalça uygarlığına
girdik.
Size evi dolaştırayım.
Çocukları çok sever.
Eğer bir şey olursa bizi Hangi
numaradan?
225-70-01.
- Bu Frank'ın yeğeni.
- Öyle mi?
İyi akşamlar.
- Merhaba.
- Merhaba.
225.
Balzac diyemez miydin?
Balzac'ı bilmiyor musun?
César Birotteau'yu oku.
Beşinci senfoninin üç vuruşu zavallı
kafasına nasıl da inmiş.
- Senin neyin var böyle?
- "Haydi gidelim,
dedim".
İkinci bölüm.
Eşimin anne ve babası Bay ve Bayan
Expresso'nun evinde sürpriz parti.
Alfa Romeo'da kadran 34 saniyede
dibe dayanır, freni çok güçlüdür, dört tekerlekte disk freni vardır, çok
konforludur ve tabii ki çok iyi yol tutuşu vardır, Ayıca mükemmel bir uzun yol
arabasıdır.
Güvenli, hızlı, sürüşü keyifli, çevik
ve dengeli.
Taptaze kalmak çok kolay.
Sabun temizliyor, kolonya
ferahlık veriyor, parfüm de güzel kokmayı sağlıyor.
Ama ter kokularını engellemek
için, her banyodan sonra Printil kullanıyorum.
Bütün gün boyunca içim rahat
ediyor.
Printil ve sprey hem de mum deodorant
şeklinde satılıyor.
Ama Oldsmobile Rocket 88 daha da
fazlasını sunuyor.
Keskin hatlı tasarımı, güçlü ve
sade çizgileri, güzelliğin yüksek performansla uyumsuz olmadığını kanıtlayan benzersiz
zarafeti Yalnız görünüyorsunuz.
Ne dedi?
Yalnız olduğunuzu.
O Amerikalı.
Fransızca bilmiyor.
Adı ne?
Ne iş yapar?
Kimsiniz?
Ne yaparsınız?
Amerikalı bir yönetmenim.
Adım Samuel Fuller.
Paris'e bir film çekmeye geldim.
Adı "Kötülük Çiçekleri.
" Adı Samuel Fuller.
Amerikalı.
Sinemacı.
"Les Fleurs du Mal"i çekmek
için gelmiş.
Baudelaire.
Bu iyi.
Hep sinemanın ne demek olduğunu
öğrenmeyi istemişimdir.
Filmlerin ne olduğunu bilmek
istiyormuş.
Film bir savaş alanı gibidir.
Filmler savaşa benzer.
Evet Aşk Aşk Nefret Nefret Hareket
Aksiyon Şiddet Şiddet Ve ölüm Ve ölüm Tek kelimeyle, duygular.
Tek kelimeyle, duygular.
Saçlarım Elnett Saten Sprey
sayesinde bütün gün bozulmadan kalıyor.
Ve şimdi saçlarım sanki hiç sprey
sıkmamışım gibi Yumuşacık.
Saçlarım ipek gibi pırıl pırıl ve
tertemiz.
Kadınlar varla yok arası
elbiselerden ve seksi geceliklerden vazgeçmeli.
İç çamaşırları parlak ışık
altında çekiciliğini kaybedip ucuzlaşıyor.
Olympio'nun hüznü.
Lincoln'ın anahtarlarını ver.
Neden, kalmıyor musun?
Hayır, yoruldum.
Görmeye yarayan bir makinem var,
adına gözler deniyor.
Duymak için, kulaklar.
Konuşmak için, ağız.
Bu makinelerin arasında bir bağ olmadığını
hissediyorum.
Birlikte çalışmıyorlar.
İnsan tek olduğunu hissetmeli, bense
birçok insan gibiyim.
Çok konuşuyorsunuz.
Sizi dinlemek yorucu.
Bu doğru, çok konuşuyorum.
Yalnız adamlar daima çok konuşur.
Sizi evde beklerim.
Sıradaki bölüm.
Umutsuzluk.
Anılar ve özgürlük.
Keder Umut Kayıp Zamanın İzinde.
Marianne Renoir.
Hala burada mısınız?
Pardon.
Metro kapandı, eve nasıl gideceksiniz?
Bilmiyorum.
Yalnız mısınız?
Evet.
Sıkıldım ve geri döndüm.
Bir sorun mu var?
Çok karamsar görünüyorsunuz.
Bazı günler böyledir işte.
Karşına sadece aptallar çıkar.
İnsan aynada kendine bakmaya
başlar, ve kendinden şüphelenmeye başlar.
Haydi, size eşlik edeyim.
Frank size arabasını mı verdi?
Evet.
Neden?
Amerikan arabalarını sevmez
misiniz?
Severim.
Tekrar bu şekilde karşılaşmamız
ne garip.
- Evet, dört yıl oldu.
- Hayır, beş buçuk.
Ekim ayıydı.
Evlendiniz mi?
Evet, paralı bir İtalyan buldum.
Ama beni çekmiyor.
- Neden boşanmıyorsunuz?
- İstedim ama çok tembelleştim.
Daha önce de dediğiniz gibi, arzulamak
hayattır.
Arzuluyordum, canlıydım.
Hala Saint-Louis'de İspanyolca
öğretmeni misiniz?
Hayır.
Televizyonda çalışıyordum ama
bıraktım.
- Ya siz?
- Özel bir şey yok.
Kendinizden bahsetmeyi
sevmiyorsunuz.
Bir arkadaşım sizi iki yıl önce Londra'da
görmüştü.
Hala o Amerikalı'yla mısınız?
Hayır, uzun süre önce bitti.
Ya Frank, tanışalı çok oldu mu?
Yok, o da tesadüfen.
Daima gizemlisiniz.
Hayır, dediğim gibi kendimden bahsetmeyi
sevmiyorum.
İyi.
Öyleyse, sessizlik.
Bir garnizon, Vietkong ordusu tarafından
katledildi.
Düşman gerillaları da 115 kayıp
verdi.
Ne kötü değil mi?
Böyle anonim olması.
Neyin?
115 gerilla deniyor, hiçbir
duygu uyandırmıyor.
Ama hepsi birer insan.
Kim olduklarını bilmiyoruz.
Sevdikleri bir kadın var mı, çocukları
var mı, sinemayı mı tiyatroyu mu tercih ederler Hiçbir şey bilmiyoruz.
Sadece 115 ölü.
Fotoğraflar gibi.
Beni hep büyülemiştir.
Bir adamın hareketsiz bir
görüntüsünü altında bir yazıyla görürüz.
Belki kötü, belki iyi bir
adamdır.
Ama resmin çekildiği anda, onun
kim olduğunu ve ne düşündüğünü asla bilemeyiz.
Karısını mı?
Metresini mi?
Geçmişi?
Geleceği?
Basketbolu?
Kimse bilemeyecek.
Evet.
Hayat böyle.
Beni üzen de bu.
Hayat kitaplardakinden farklı.
Aynı olmasını isterdim.
Anlaşılır, mantıklı, düzenli.
Ama değil.
Hayır, öyle.
Tahmin edilenden de fazla.
Hayır, Pierrot.
Adımın Ferdinand olduğunu tekrarlamayacağım.
Evet ama şarkı "Arkadaşım
Ferdinand" diye söyleyenemez.
İstemek yeterli, Marianne.
İstiyorum.
İstediğin her şeyi yaparım.
Ben de, Marianne.
Elimi dizine koyuyorum.
Ben de, Marianne.
Her yerini öpüyorum.
Ben de, Marianne.
"Ne kadar güzelsin, hayatım.
Ne kadar güzelsin.
" Göreceğiz.
Marianne Renoir.
Haydi uyanın, ölüler!
- Gördün mü?
Haklıydım.
- Ne hakkında?
Sana birbirimizi sonsuza dek seveceğimizi
söylediğimde inanmazdın.
Hayır, seni sozsuza dek seveceğimi
asla söylemedim.
Ah, aşkım.
Bana ömür boyu hayran kalacağına
asla söz vermedin.
Asla böyle sözler vermedik, birnirimizi
tanıyoruz.
Aşka kapılacağımıza asla
inanmadık, çok kararsızdık.
Ama yavaş yavaş, hiç bir şey
söylemeden, usulca Birbirine dolanmaktan zevk alan vücutlarımızın arasından duygular
sızmaya başladı.
Derken çıplak dudaklarımıza aşk
sözcükleri kondu, usulca Sayısız aşk sözcüğü yavaşça öpüşmelerimize karıştı Ne
kadar aşk sözcüğü Senden hep hoşlanacağıma asla inanmazdım.
Ah, aşkım.
Seninle birlikte birbirimizden
sıkılmadan yaşayacağımızı hayal bile edemezdik, her sabah aynı yatakta uyanıp bundan
mutlu olduğumuza şaşıracağımızı Bu sıradan zevklerden başka hiçbir şeyi
arzulamıyorum.
Birlikte olmaktan bu kadar mutlu
olmak Ama sonra, tek kelime bile etmeden usulca Hislerimiz bizi, bize rağmen o
kadar sıkı birleştirdi ki.
Bilinen ve bilinmeyen tüm aşk
sözcüklerinden güçlü olan Bu vahşi ve şiddetli duygular daha önce varlıklarına bile
inanmadığımız duygular Ömrün boyunca beni seveceğine söz verme.
Birbirimize böyle sözler
vermeyelim, birbirimizi tanıyoruz.
Aşkımızın yarını olmayan bir aşk
olduğu hissini koruyalım.
Neticede 60 yıl sonra öldüğümüzde
anlarız bunu.
Hayır, seni sevdiğimi biliyorum.
Ama senden emin değilim Seviyorum,
Marianne.
Bunu göreceğiz.
Karının bu sabah geldiğini
biliyorsun.
Umurumda bile değil.
Bundan fazlası var.
Umurumda değil dedim.
- Marianne, - Ferdinand'a -
Karmaşık bir hikaye - anlattı.
- Bazı insanlarla tanışmıştım.
- Cezayir Savaşı'ndaki gibi.
Her şeyi açıklayacağım.
Kötü bir rüyadan uyanmak.
- Frank'a anahtar mı vermiştin?
- Her şeyi açıklayacağım.
- Ona aşık mıydın?
- Her şeyi açıklayacağım.
- Seni öptü mü?
- Her şeyi açıklayacağım.
- Karmaşık - bir hikaye.
- Aceleyle çıkmak.
- Kötü bir rüyadan uyanmak.
- Bazı insanlarla tanışmıştım.
- Politika.
- Bir örgüt.
- Alıp başını gitmek.
Silah kaçakılığı.
Sessizce Sessizce Sessizce -
Benim Marianne.
- Seni öptü mü?
- Karmaşık - Bir hikaye.
- Bazı insanlarla tanışmıştım.
- Ona aşık mıydın?
- Dairemden yararlandı.
- Cezayir Savaşı'ndaki gibi.
- Bir kardeşim var.
- Kötü bir rüyadan uyanmak.
Aceleyle çıkmak.
Aceleyle çıkmak.
- Yanıtlamak.
- Dövmek.
- Tartışma.
- Garaj.
- Bu kim?
- Güneye.
- Kaçmak.
- Parasız.
Sonuçta bu kokuşmuş dünyayı terk
etme zamanı gelmişti.
Paris'i tek yönlü bir yoldan
terk ettik.
Benzerlerini tanıyan Özgürlük
Anıtı, bizlere dostça el salladı.
- Motoruma bir kaplan koy.
- Burada kaplan satmıyoruz.
Öyleyse çeneni kapa da doldur.
Ben yaparsam daha az şüphelenir.
4,900 frank.
Suyla yağı kontrol et.
Yardım etsene aptal.
Lanet olsun, biri daha!
Laurel ile Hardy'den bir numara hatırlıyorum.
Arabaya bin.
- Utanmıyor musunuz?
Paranız yok mu?
- Hayır bayım, paramız yok.
Öyleyse çalışın.
Çalışmak istemiyor musunuz?
- Hayır, istemiyoruz.
- Benzini nasıl ödeyeceksiniz?
Bir kişi daha kaldı.
Ben hallederim.
Polis çağırıyorum!
- Tutar?
- Bir macera filmiydi.
Kan Hükümdarlığı.
- Tutar?
- Gece sakindi.
Bu bir aşk romanıydı.
Bu bir aşk romanıydı.
- Gece sakindi.
- Bu bir aşk romanıydı.
Kardeşimi bulacağız.
Ne kaçakçılığı yapıyor?
Afrika'dan bir şeyler.
Angola, Kongo.
Monte Carlo televizyonu için program
yapıyor sanıyordum.
Evet, onu da yapıyor.
Nereye gideceğimize karar
vermeliyiz.
Önce Nice, sonra belki İtalya.
12.
000 frank Nice'e kadar dayanmaz.
Bu 404'ten kurtulmalıyız.
Hiç birini öldürdün mü, Pierrot?
Adım Ferdinand.
Bunu neden sordun?
Çünkü bu iş mideni kaldıracak.
Karımın polise ne anlattığını merak
ediyorum.
- Belki daha sorgulamamışlardır.
- Saçmalıyorsun.
Onlara anlatabileceği bütün kötü
şeyleri anlatmıştır.
Hakkı var.
- Sonuçta onun için üzüldüm.
- Üzüldün mü?
Senin gibi adamlar hep üzülürler.
Ama hep çok geç.
- Ne yapıyorsun?
- Kendime bakıyorum.
Ne görüyorsun?
Uçuruma 100 km hızla yaklaşan aşık
bir adamın yüzünü görüyorum.
Ben de uçuruma 100 km hızla
yaklaşan bir adama aşık kadının yüzünü görüyorum.
Öyleyse öpüşelim.
Ertesi gün.
Ertesi gün.
Ertesi gün ÖLÜMLE RANDEVU -
404'ü tekrar bulduk.
- Orta Fransa'da küçük bir
kasabaya geldik.
- Deposu - Neredeyse boşalmıştı.
- Marianne.
- Ve Ferdinand.
- Bir bara girip - İçki
istediler.
- Nasıl ödeyeceklerini - Merak
ediyorlardı.
- Eşgalleri radyoda tarif
ediliyordu.
- İnsanlar onlara şüpheyle bakıyordu.
- Eşgalleri - İnsanlar -
Eşgalleri - İnsanlar - İnsanlar onlara şüpheyle bakıyordu.
Orada bir Laszlo Kovacs,
öğrenci, 25 Ocak 1936 Saint Dominique doğumluyum, Amerikan işgali üzerine kaçmak
zorunda kaldım.
Fransa'da politik sığınmacı olarak
yaşıyorum.
Fransa Özgürlük, eşitlik ve
kardeşlik ülkesi.
Viviane Blassel, 21 Mart 1943
Marsilya doğumluyum.
Yaşım 22.
Auxerre'de büyük bir mağazanın parfüm
reyonunda çalışıyorum.
Eté, André, 25 Mayıs 1903, Marbouie
Eure-et-Loir.
Yaşım 62.
Şu andaki işim: Figüranlık.
Onlara hikayeler anlatalım.
Beğenirlerse bize acırlar.
- Ama ne hakkında?
- Ne olursa.
Konstantinopolis'in düşüşü, Nicolas
de Staël'in intiharı Ya da William Wilson'ın hikayesini, hani benzerini görünce
onu öldürmeden rahat edememişti.
Öldürdüğünde de kendini öldürdüğünü
anlamıştı.
Hayatta kalansa benzeriydi.
Tamam.
Belki para da verirler.
Gözlerini Aucassin ve
Nicolette'ten alan Marianne, Guillaume d'orange'ın yeğeni, 30.
000 Sarrazin'e karşı savaşırken aldığı binlerce yaraya rağmen geri
çekilmemeye yemin ettiği için savaşa devam edip Aliscans ovasında ölen genç ve
yakışıklı Vivien'i anlattı.
Genç ve tatlı yeğen, neden bu
kadar asil ama delice bir söz verdin?
Ferdinand onlara Guynemer'in hikayesini
anlattı, ama dinlemiyorlardı.
O da yazdan bahsetti, aşıkların
sıcak yaz akşamlarına olan özlemlerinden bahsetti.
Onlara insanlardan,
mevsimlerden, beklenmedik karşılaşmalardan bahsetti.
Ama onlardan hangisi daha önemli
diye sormamalarını istedi: Anlattıkları mı yoksa yaşadıkları mı?
Kendimi canlı hissediyorum, tek
önemli olan bu.
Bir fikrim var.
Kaza yapmış gibi yapalım.
Polis öldüğümüzü düşünecek.
Tamam mı, Pierrot?
Adım Ferdinand.
Arabayı yakmalıyız.
Yangında öldüğümüzü sanacaklar.
- Hep ateş, kan ve savaş!
- Hey, benim fikrim değildi.
Yaklaştır.
Gerçek görünmeli.
Film çekmiyoruz.
Daha yaklaştır.
Çabuk!
- Kibritim yok.
Gidelim.
- Önemli değil.
Bana tüfeği ver.
- Kennedy'yi vuranın aynısı.
- Benim yaptığımı bilmiyor
muydun?
- Önümden çekil.
- Bir dakika Güzel yanıyor,
değil mi?
- Evet.
Valizde ne vardı biliyor musun?
- Hayır.
Ne?
Dairede aradığın dolarlar.
Aptal!
Bunu kasıtlı yaptın!
Bu doğru.
O parayla neler yapabilirdik biliyor
musun?
Chicago'ya, Las Vegas'a, Monte
Carlo'ya gidebilirdik Aptal!
Ben Floransa, Venedik ve
Atina'ya giderdim.
Haydi, yolculuk insanı
gençleştirir.
- Sekizinci bölüm.
- Cehennemde bir mevsim -
Sekizinci bölüm.
- Fransa'yı boydan boya katettik.
- Yansımalar gibi - Ayna gibi.
- Yansımalar gibi - Ayna gibi.
Van Gogh'un korkunç bir akşamda
kulağını kesmeye karar verdiği kafeyi gördüm.
- Yalancı, ne gördün?
- Gördüğüm Bak Pierrot, bir Ford
Galaxie.
Adım Ferdinand.
Evet, 62 model.
- Erkek olduğunu göster.
- Önce şunu bitireyim.
"Kilometrelerce yol
yaptıktan sonra Bayorda Çölü'ne geldiler, Hartum'a ulaşmak için o çölü aşmaları
gerekiyordu.
"Tüh!
Burada yeterince gölge yok"
diye homurdandılar, yakıcı güneşin altındaki kumlara bakarak.
Şimdi gölgede bir bardak lager nasıl
da iyi giderdi!
Kararını vermezsen yola
otostopla devam edeceğim.
Peki.
Gidelim, delim.
Yağa bakılacaktı.
Tuvalet nerede?
Gel, Mimi.
Hey, ufaklık, böyle bir araban olsun
ister miydin?
- Tabii ki!
- Hiç olamayacak!
Marianne, ceket.
Ufaklık, 10,000 frank kazanmak ister
misin?
Manzara önümüzde yavaşça
yükseldi.
Asırlar, uzakta aynı fırtınalar
gibi kayboldu.
Ben dönerken kıyafetlerimizi at.
Hey, kitabım!
Acele et!
HAYAT - Eee?
- Özel bir şey yok.
Karını sorgulamışlar.
Bzi yatakta çırılçıplak gördüğünü
söylemiş.
Bir de bana yalancı dersin.
Başka bir şey yok mu?
Hala onunla çok ilgileniyorsun.
Hiçbir şey olmadı.
Anlamıyorum.
Aklını kaçırmış.
Bir kadını terk edersen arkandan
tabii ki deli der.
Erkekler de aynı.
Doğru.
Nedendir bilmem ama ölüm kokusu
almaya başladım.
Onun için pişman olduğunu söyle!
Söyle dedim!
Kes artık, sinirleniyorum!
Ölüm kokusunu ağaçlarda, kadınların
yüzlerinde, arabalarda, her şeyde alıyorum.
Parasız İtalya'ya bile gidemeyeceğimizi
biliyorsun.
Herhangi bir yerde dururuz.
Herhangi bir yerde dururuz.
Bütün gün ne yaparız sonra?
Önce kardeşimi bulmalıyız.
O bize bir sürü para verir.
Sonra lüks bir otele gidip
eğleniriz.
- Aklı fikri eğlencede.
- Kiminle konuşuyorsun öyle?
Seyirciyle.
Söylemiştim.
Pişmansın.
- Bu işe kalkışman da delilikti.
- Hayır, aşık olduğumdan yaptım.
İkisi aynı şey.
Bir daha asla aşık olmamaya karar
verdim.
Berbat bir alışkanlık.
Böyle deme.
Böyle deme.
On dakika önce sadece ölüm
görüyordum.
Şimdiyse tam tersini.
Bak.
Deniz, dalgalar, gökyüzü.
Hayat hüzünlü olabilir ama daima
çok güzel.
Kendimi bir anda özgür hissettim.
Ne istersek yapabiliriz.
Bak, sol sağ sol sağ.
Küçük şapşal!
Düz bir yolda sürüyor ve yolu sonuna
kadar takip etmek zorunda!
Öyle mi?
Şunu izle.
Sekizinci bölüm.
- Cehennemde bir mevsim.
- Aşk yeniden keşfedilmeli.
Gerçek hayat başka bir yerde.
Asırlar, uzakta aynı fırtınalar
gibi kayboldu.
Ona sıkıca sarıldım ve ağlamaya
başladım.
Bu bizim ilk ve tek rüyamızdı.
Geliyor musun?
Nereye gidiyoruz?
Gizemli Ada'ya, tıpkı Kaptan
Grant'in Çocukları'ndaki gibi.
- Ne yapacağız orada?
- Hiçbir şey, sadece var
olacağız.
- Kulağa pek eğlenceli gelmiyor.
- Hayat da öyle.
Aslında hiç de değil.
Lspanağı sevmemem iyi bir şey sevseydim,
yemek zorunda kalırdım halbuki hiç dayanamam.
Seninle de aynı şey.
Sadece tersi.
Michel Simon'ın bir filmi vardı,
kızın birine tutulmuştu - Hayata baştan başlamaktan bahsediyordun?
- Sinir etmek için söylüyordum.
Oysa sonuna kadar gideceğiz
demiştin.
Evet, gecenin sonu.
Ay ne güzel görünüyor.
- Bana o kadar ilginç gelmedi.
- Bence öyle.
Orada bir adam görüyorum.
Belki Alexei Leonov'dur.
Ya da şu Amerikalı astronot,
White.
Evet, ben de gördüm.
Ama o ne Rus ne de Sam Amca'nın
yeğeni.
- Sana kim olduğunu söyleyeyim.
- Kimmiş?
Ayın tek sakini.
Peki ne yapıyor biliyor musun?
Kaçmaya çalışıyor.
Neden?
- Bak.
- Neden?
Çünkü bıktı.
Başta Leonov'u gördüğünde çok
sevinmişti.
Sonsuzdan beridir süren yalnızlığından
sonra konuşacak biri!
Ama Leonov onun kafasını Lenin
öğretileriyle doldurmaya çalıştı.
Bu yüzden Amerikalıları
gördüğünde hemen yanlarına gitti.
Ama Amerikalılar da onu görür
görmez önce teşekkür ettirdikten sonra zorla kola içirdikleri için canına yetti.
Ay'ı Amerikalılara ve Ruslara
bıraktı ve kaçtı.
- Nereye?
- Buraya.
Çünkü senin çok güzel buluyor.
Sana hayran.
Bacaklarını ve memelerini çok
baştan çıkarıcı buluyor.
Düz beni.
Yedinci bölüm.
- Tabanca adlı şair.
- Robert Browning - Kaçmak.
- Asla.
- Sevdiğim, - "Ben"
olduğum sürece Ve sen, "sen" olduğun sürece Evren bizi tuttuğu sürece.
- Seni seven ben, - Ve seni iten
ben.
- Birimiz kaçmak isteyene dek -
Bu kadere çok benziyor.
"Salı.
Günlük tutmaya karar verdim.
" Gözler: İnsan manzaraları.
Ağız: Yansıma sesler.
Yıkıntılardan doğan şairane dil.
"Yazar başkalarının
özgürlüğünü tercih ediyor.
" - Dediğim tüm kitapları aldın mı?
- Hayır, ama bu indirimdeydi.
Yazarı bir adaşın.
- Ah, Ferdinand.
- Onu bilir misin?
Ateş benim, ışık benim, mucize
benim.
Artık hiç duymuyorum.
Yükseliyorum.
Havada süzülüyorum.
Bu kadarı fazla.
Mutluluğu karşımda gördüm.
Olağanüstü duygu!
Ve sonra artık hiçbir şey
bilmiyorum.
Ellerimi hafifçe uzatıp dokunmaya
cesaret edebildim Hafifçe okşadım delicesine sevdiğim perimin saçlarını Virginia.
" Guignol grubu.
Ee, gelmiyor musun?
Kusursuz mutluluk!
Duygularım o kadar yoğundu ki, kıpırdamaya
cesaret edemedim.
Mutluluktan uyuşmuş ve
gözyaşlarına boğulmuşum Her tarafım titriyor.
Kendim bir aleve döndüm.
Kalbim de benimle yansın.
Uzaydayım.
Sıkıca sarıldım Virginia'ya.
Ver şunu bana.
Bana Çin ve Tibet'i vaad
etmiştiniz, Bay Sosthène.
Ayrıca büyüleyiği güzellikte
çiçeklerle dolu olan Sunda Adalarını.
Bunlar şimdi nerede, ha?
Şam, şam, şam, ratatam Onun
yalanlarını yakaladım.
- Bugün günlerden ne?
- Cuma.
Beni hiç bırakmayacaksın değil
mi?
Elbette bırakmayacağım.
Kesin mi?
Elbette.
Elbette.
Perşembe.
Şiir, kaybedenin her şeyi
kazandığı bir oyundur.
Ne yapacağım şimdi ben?
Ne yapmalı bilmiyorum.
Ne yapacağım şimdi ben?
Ne yapmalı bilmiyorum.
Sus, yazıyorum!
Meselenin özü şu, Beni
bekliyorsun.
Yokum.
Geliyorum.
Odaya giriyorum.
Senin için sadece o andan itibaren
varım.
Ama ondan önce de vardım.
Düşünüyordum.
Belki de acı çekiyordum.
İşte mesele bu: Beni düşünerek, bana
hayatta olduğunu göstermen.
Ve aynı anda bu nedenden ötürü hayatta
olan beni görmen.
Bunun altını çiziyorum.
Artık kardeşini ve silah
meselesini düşünmüyor musun?
Hayır.
Neden üzgün görünüyorsun?
Çünkü bana sözcüklerle
konuşuyorsun, bense sana duygularla bakıyorum.
Seninle gerçek bir iletişim
kurulamaz.
Asla fikirlerin yok, hep
duygular.
Bu doğru değil.
Duyguların içinde fikirler var.
Peki.
Ciddi ciddi konuşmayı deneyelim.
Neyi sevdiğini, neyi istediğini
söyle.
Ben de aynısını yapacağım.
Haydi, başla.
Çiçekler.
Hayvanlar.
Göğün mavisi.
Müzik sesi.
Bilmem, her şey.
Ya sen?
Hırs.
Umut.
Nesnelerin hareketi.
Kazalar.
Başka ne Bilmem, her şey.
Bak, beş yıl önce haklıymışım.
Birbirimizi asla anlamıyoruz.
Ne yapacağım şimdi ben?
Ne yapmalı bilmiyorum.
Pazartesi.
Çok okudum.
ÖLÜM Nasılsın, ahbap?
İyiyim.
Bir kitap fikrim var: Artık
insanların hayatını yazmamak, sadece hayatın kendisini yazmak.
İnsanların arasındaki şeyleri: Boşluk,
sesler ve renkler.
Bunu başarabilmek gerekiyor.
Joyce denedi, ama daha iyisini
yapmak mümkün.
İşte kitapların.
Bunları istemedim.
Hem biri eksik.
Beş dedim.
Bir 45'lik aldım, bak.
Her 50 kitap için bir plak dedim.
Müzik edebiyattan sonra gelir!
Eğer hoşuna gitmiyorsa, dostum, İndirimli,
sindirimli, bindirimli!
Neyin var senin?
Ben de aptal kafiyeler
yapabilirim.
Ne oldu, Marianne?
Bıktım artık!
Denizden, güneşten, kumdan, konservelerden
bıktım!
Hep aynı elbiseyi giymekten
bıktım!
Buradan gitmek istiyorum!
Ben yaşamak istiyorum!
Ne yapmamı istiyorsun?
Bilmiyorum, gitmek istiyorum.
Zaten kış için ayırdığımız paramızı
attım.
Nereye?
Denize, aptal!
Delirmişsin, Marianne.
Buradan gitmek istiyorsan paraya
ihtiyacımız var.
Buraya gemiyle gelen bir sürü
turist var.
Valizlerini çalmak yeterli.
Haydi gel, Pierrot.
Adım Ferdinand.
Haydi gel, yeterince Jules
Verne'cilik oynadık!
Polisiye romanımıza geri dönelim.
Hızlı arabalar, silahlar, gece
kulüpleri Haydi gel!
Beni bekle, Marianne!
Bu kardeşin gerçekten var mı?
Bana inanmaman çok garip.
Dinle Eğer Fred'i bulursak ve o
da bize para verirse, neden Miami'ye gitmeyelim?
- Sen aslında bir korkaksın.
- Hayır.
Asıl cesaret, hiçbir
felaketimizi umursamayan doğaya yakın kalmaktadır.
Acele etsene, turist gemisi
gidecek.
Bekle, bir fikrim var.
Bana rujunu ver.
Sonuçta ilginç olan tek şey insanların
seçtiği yollardır.
Trajik tarafı ise, nereye
gittiklerini ve kim olduklarını bildiklerinde bile hala her şeyin büyük bir sır
olarak kalmasıdır.
Okaliptüs kokusu gibi.
- Bu doğru.
- Tabii ki doğru.
Ve asla çözülemeyecek bu gizem, hayattır.
- Yürüsene Paul.
- Kapa çeneni Virginia.
Bizler izinli ölüleriz.
Ya ağaçlar?
Biraz para kazanmak için, turistlere
resim çizdik.
- Zamane köleleri.
Hey!
Ne yapıyorsınuz orada?
Hey, siz!
Lanet olsun!
Amerikalılar!
Sorun değil.
Biz de planımızı değiştiririz.
- Çok kolay.
- Ne?
Gösteri yaparız.
Onlar da biraz dolar verirler.
- Nasıl bir gösteri?
- Bilmem, sevecekleri türden bir
şey.
Anladım.
Vietnam Savaşı.
Evet.
Hollywood.
Evet!
Komünist!
"Sam Amca'nın oğlu, Ho Chi
Minh Amca'nın kızına karşı.
" Oyuncular için pamuk eller cebe.
Bu kendimi iyi hissettirdi,
dostum!
- Bir dolar!
- Üzülme, Pierrot.
Kahrolsun Johnson!
Yaşasın Kennedy!
Onları ektik.
Haydi geri dönelim.
Hayır, dansa gideceğim.
Haydi, yarın gidersin.
Sıradaki bölüm: Ümitsizlik.
- Ben burada kalacağım.
- Peki, yalnız giderim ben de.
Umut.
Bana uyar.
Kayıp Zamanın İzinde.
Karşı yakada bir dans salonu
varmış.
Ben dans etmeye gidiyorum.
Öldürülürsek çok yazık olur.
Bizi bulurlar.
Yani?
Salı günü bir pikap almak
istedim, ama yapamadım çünkü o hep kendine kitap alıyor.
Umurumda bile değil.
Ama hiç anlamıyor bile.
Kitaplar umurumda bile değil.
Plaklar da öyle.
Hatta para bile.
Benim istediğim, yaşamak.
Ama bunu hiç anlamayacak.
Yaşamak.
Çok kısa bir hayat çizgim var.
Çok kısa bir hayat çizgim var.
Avuç içim ne kadar talihsiz.
Yarınlardan korkuyorum.
Hayat çizgim, hayat çizgim Söyle,
sen hayat çizgimi nasıl buluyorsun sevgilim?
Ne düşündüğümün ne önemi var?
Benim tek sevdiğim senin popo
çizgin.
Hayat çizgim!
Poponu okşamayı seviyorum.
Popo çizgin.
Hayat çizgim.
O benim bahçemde bir çiçek!
Ama kısa hayat çizgime bak Ama
kısa hayat çizgime bak Şu küçücük kaderime bak O kadar küçük ki avucumun
çukurunda Hayat çizgim, hayat çizgim.
Söyle, sen hayat çizgimi nasıl
buluyorsun sevgilim?
Ne düşündüğümün ne önemi var?
Sus ve bana elini ver.
- Popo çizgin.
- Hayat çizgim.
Sabahın bir kuşu gibi - Popo
çizgin.
- Hayat çizgim.
Kaderimizin hoppa kuşu.
Ne kadar kısa bir hayat çizgisi Ne
kadar kısa bir hayat çizgisi O kadar kısa ki, sanki elimde bir nokta gibi.
Hayat çizgim, hayat çizgim Söyle,
sen hayat çizgimi nasıl buluyorsun sevgilim?
Ne düşündüğümün ne önemi var?
Her sabah sana deli oluyorum.
- Popo çizgin.
- Hayat çizgim.
Avucumda bir kuş ötüyor - Popo -
Çizgim - Hayat - Çizgim Belki hayal görüyorum.
Yüzü bana müziği düşündürüyor.
Artık insan ve kopyasının çağına
geldik.
Kendimizle konuşmak için artık
aynalara ihtiyacımız yok.
Marianne "Hava güzel"
dediğinde, ne düşünüyor?
Tek görebildiğim, onun
"Hava güzel" diyen hali.
Başka hiçbir şey.
Bunu anlamanın ne faydası var?
Biz rüyalardan yapılmışız, rüyalar
da bizden.
Hava güzel, aşkım.
Rüyalarda, sözcüklerde ve ölümde.
Hava güzel, aşkım.
Hava güzel.
Hayat güzel.
- Ne düşünüyorum biliyor musun?
- Umrumda değil.
Tekrar başlamayalım lütfen.
Beni rahat bırak dedim.
Hem tekrar başlamıyorum, devam
ediyorum.
- Lanet olsun!
- Ne?
Hey!
Bekle!
Lanet, lanet, lanet olsun!
Sorun nedir?
Nasıl bir roman yazman
gerektiğini biliyor musun?
Hayır.
Nasıl?
Adamın biri Paris'te dolaşırken Azrail
ile karşılaşır.
Ondan kaçmak için güneye doğru
gider.
Çünkü zamanının daha gelmediğini
anlar.
Ya sonra?
Arabasını bütün gece son sürat
sürer ve sabah güney sahillerine ulaştığında bir kamyonun altına girer ve ölür.
Tam Azrail'e izimi kaybettirdim
derken.
- Çabuk ol.
- Zamanımız çok.
Hayır, bir korku var içimde.
Sen burada kal.
- İşte yine karşılaştık.
- Ne istiyorsunuz?
- Beş dakikaya dönerim.
- İstersen çenesini kırayım.
Hayır, ondan birkaç yalanla kurtulurum.
Fred'i bulmak zorundayım,
Pierrot.
- Adım Ferdinand.
Peki, peki.
- Okey Mambo!
Erotizm; bu anlamda sürekliliği
için anılara ihanet eder.
- İki bira.
- İki mi?
Evet, biri bittiğinde elim boş
kalmamış olur.
Beni hatırladın mı?
Geçtiğimiz sene Fontainebleau'da
evimde kalmıştın.
Sana 100.
000 frank borç vermiştim.
- Karımla yatmıştın.
- Evet, doğru.
- Güneye geldin demek?
- Evet, sahillere.
- Nasıl gidiyor?
- İyi.
- Bay Griffon?
- Evet?
Size telefon var.
Adım Ferdinand.
Evet, benim.
Korkuyorum.
Bunlar akıllarını kaçırmış.
İnan bana, şaka yapmıyorum.
Paranın yerini söyle yoksa fena
olur.
Sana elektrik veririz, aynı savaştaki
gibi.
Veya Aynı Vietnam'daki gibi seni
soyar napalm dolu bir küvete koyar ve ateşe veririz.
Hayır, hemen yapmayın, lütfen.
Bana istediğini yapabilirsin.
Sana çok iyi davranacağım.
Çabuk gel.
Yukarı çıkalım.
Küçük bir adam için güzel ve büyük
bir ölüm.
Ne yapıyorsun burada?
Alt katta oturuyorum, gürültüye
geldim.
Döv onu.
Ona senin numarayı çekelim.
Görüyorsun çocuk, biz daha
güçlüyüz.
404'teki parayı ne yaptınız?
Evet, banyoya götür.
Savaşta öğrendiğin numarayı yap.
Yata uğramayı unutmamalıyız.
Burada havlu yok.
Küçük orospunun elbisesini
kullan.
Boğma.
Sadece suyun havayı kesmesi için
yüzünü kapla.
İşini kolaylaştırmak için sana bütün
bildiklerimizi anlatacağım.
Sonra da tek bir soruya dürüst
bir cevap istiyorum.
Kim olduğunu biliyorum, adın
Ferdinand Griffon.
Arkadaşımız Donvan'ı
bıçakladığında Marianne'la birlikteydin.
Ve 50.
000 dolarımı alıp kaçtınız.
Pom pom, la la la Sana karşı
kişisel bir şeyim yok.
Eminim o seni kandırıp bu işe
sokmuştur.
Dediğim gibi Seninle bir işim
yok.
Bana o lazım.
Şimdi bana onu ve parayı nerede
bulacağımızı söyle.
Bu son şansın, yoksa öldürürüz
seni.
Pom pom, la la la Marquise dans
salonunda.
Belki doğru, belki değil ama bu
herifin daha konuşacağı yok.
Gidip bir bakalım.
Marquise dans salonu.
Gidip bir bakalım.
Marianne'in sadakatini Hiçbir
zaman anlayamadım.
Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.
Kan görmek istemiyorum.
Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.
Kan görmek istemiyorum.
Kan görmek istemiyorum.
Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.
- Ferdinand'ı daha sonra -
Toulon Garı'ndan çıkarken görüyoruz.
Rıhtımda dolaşıyor.
Little Palace Hotel'de kalıyor.
- Marianne'ı - Arıyor.
Ama bulamıyor.
Günler geçip gidiyor.
Bazen, öğleden sonraları film
izlerken uyuyakalıyor.
Hala günlük tutuyor.
Çünkü karanlıkların ortasında
sözcüklerin garip bir aydınlatma gücü var.
Adını verdikleri şeyleri Günlük
kullanımda anlamlarını yitirseler bile dil, saf olanı korumaya devam ediyor.
Deniz.
Ruh.
Acı.
Silah.
Vietnam'da Amerikalılara ait Da
Nang üssü Vietkong ordusunun saldırısına uğradı.
Yedi uçak yerde imha edildi.
Ormanda, Amerikan askerleri ilk
kez Güney Vietnam ve Avustralyalı güçlerle birlikte Vietkong gerilla
birliklerine karşı savaştı.
Uluslararası barış güçlerinin başarısız
olmasına rağmen Harold Wilson, barış görüşmelerine hazır olduğunu belirtti.
Hikayen burada bitiyor.
Evet, bana sırtını döndü.
Ve beni allak bullak etti.
Hayalimizde canlandırdığımız karakterlerin
gerçeğe dönüşmesini dört gözle bekliyoruz eğer bir gerçek varsa.
Ben Prenses Aïcha Abadie zayıf
ve kırılgan görünüşüme rağmen, gayet otoriter bir kadınımdır.
İtiraz edilmesinden hoşlanmam, bana
itaat edilmesini isterim!
Emriniz var mı Prenses?
Evlat edinilme yoluyla
Lübnanlıyım.
1960 yılında Emir Abadie ile
evlendim şu an sürgündeki Lübnan kraliçesiyim.
Çünkü biliyorsunuz, Lübnan şu
anda Sosyalist rejimle yönetiliyor.
Bu yüzden Nice'de kimliğimi
saklayarak yaşıyorum kocamla benim korkunç düşmanlarımız var.
Hatta Lübnan'da başımıza ödül
kondu.
Sık sık makineli tüfek saldırısına
uğruyorum, ama Allah'ın yardımıyla hiçbiri bana ulaşmıyor.
Çünkü Emir ile evlenmek için İslam
dinine geçmem gerekti.
Kocamın uzay gemisiyle iki kez
Beyrut'a gittim.
Ve bir de Atlas'taki Alexis,
gemiden düşmeme izin verme sakın.
Deniz çırpıntılı, ne kadar hafif
olduğumu bilirsin.
Yardım et Ferdinand.
Ferdinand, bir saate demir
alacağız.
Evet, Prenses.
Alexis, şehre inelim.
Pierrot!
Benim!
Adım Ferdinand.
Merhaba.
Beni gördüğüne sevinmişe benzemiyorsun.
Ne yapıyorsun burada?
Çok mutluyum.
Seni sonunda buldum.
- Nerede kalacaksın?
- Tabii ki seninle ahmak!
Senin yanında olacağım.
Her yerde seni aradım.
Aradıktan sonra beni
beklemeliydin.
İstediğim buydu zaten.
O adamlar gelmeden kaçabildim.
Seni gelme diye uyarmak için dans
salonuna koştum, ama seni göremedim.
Geri döndüğümde adamları mavi
Ford'a binerken gördüm.
Seni öldürdüklerini sandım.
Ben de, nereye gittiğime
aldırmaksızın yollara düştüm.
Nerelerdeydim, hatırlamıyorum
bile.
Sahile dönmeye çekiniyordum.
Sonra bir gün, Toulon'da bir
barda tesadüfen Fred ile karşılaştım.
Evet, Toulon'da, Las Vegas bar.
- Burada çalıştığımı nereden
biliyordun?
- Tesadüfen öğrendim.
Bu doğru.
Sana inanıyorum, yalancı.
Sana aşık olduğuma neden hiç
inanmadın?
Seni kendi tarzımda seviyorum.
Bu doğru.
Kanıtlayabilirim, bak.
Bizim sahile döndüm ve senin not
defterini buldum.
Teşekkür ederim.
Son sayfasına baksana.
Senin için yazdığım kısa bir
şiir.
Şefkatli ve zalim, Gerçek ve
hayali, Ürkütücü ve komik, Hem geceye hem gündüze ait, Alışıldık ve
alışılmadık, - Herkes gibi güzel - Deli Pierrot!
Kaç kere dedim adım Ferdinand
diye, tanrının cezası!
Tanrının adını anmanın seni
rahatlatacağını sanıyorsan yanılıyorsun.
Tanrıya da başlayacağım şimdi Böyle
konuşma.
Konuşabilirsin.
Cinayetten aranıyoruz.
Cinayet nedir bilir misin?
Evet.
Ne olmuş?
Korktun mu yoksa?
Cevap ver.
Sana bakıyor ve seni dinliyorum ama
önemli olan bu değil.
Çok sağol!
Hayır, tam şu andan bahsediyorum.
Ama geçti bile.
Bilmiyorum, gökyüzünün mavisi.
Bizim ilişkimiz Anlamadım.
Zamanın durmasını isterdim.
Bak, elimi dizine koyuyorum.
Ne kadar harika!
Hayat bu işte.
Boşluklar, duygular.
Ama bunun yerine seni takip edip
gürültü ve öfke dolu hikayemize geri dönüyorum.
- Ama umrumda değil.
- Gelecek misin, Fred bekliyor.
Peki, hiçbir şey demedim.
Gidelim, delim.
Polisler neyi bekliyor
anlamıyorum, çoktan hapiste olmamız gerekirdi.
Onlar daha güçlü.
Kendi kendimizi yok etmemizi
bekliyorlar.
Neden böyle şeyler yapıyorsun?
Onu öldürenin ben olmadığımı
söyledim.
O kadar cesetten sonra hala
yaşıyor olmamız ne garip.
- Aman ne garip.
- Pépé le Moko'nun dekoru gibi.
Kimin?
- Pépé le Moko.
- Kim o?
Gerçekten de hiçbir şey
bilmiyorsun.
Ya sen kendini tanıyor musun?
Ben cinsel arzuları olan bir
erkeğim.
Diyene bakın!
Ben senin kim olduğunu
biliyorum, ama sen bilmiyorsun.
Bu doğru.
Akdeniz'in ufkunda asılı koca
bir soru işaretiyim ben!
Bizden bağımsız gerçeklikleri Mantığımız
Annenle baban hayatta mı?
Evet.
Hiç ayrılmadılar.
Bir keresinde ayrı düşeceklerdi Babam
bir seyahate çıkıyordu, neresi hatırlamıyorum.
Kısa bir seyahat.
İki bilet alacak paraları yokmuş.
Annem onu yolcu etmeye gitmiş, birbirlerine
uzunca bakmışlar annem kaldırımdan, babam da otobüsün penceresinden Tam hareket
ettiğinde, babam otobüsten inmiş.
Annemi yalnız bırakmak istememiş.
Babam tam ön kapıdan inerken, annem
de onsuz kalmamak için arka kapıdan biniyormuş.
Sonunda babam yolculuktan vazgeçmiş.
Asansörde çalışırken ne
yapıyordun?
Hiç, sadece insanların yüzlerine
bakıyordum.
- Neredeydi?
- Galeries Lafayette.
Bu soruları neden soruyorsun?
Seni tam olarak tanımak için.
Seni beş yıldır tanıyamadım.
Ben çok duygusalım, hepsi bu.
Bunu gizemli bulmak için aptal
olmak lazım.
Peki kardeşin tam olarak ne
yapar?
Bunları uyduruyor musun yoksa
gerçek mi bilmiyorum!
Kardeşim Bilirsin.
Tel Aviv'de ne yapıyordu?
Bak, şu anda Yemen'de bir savaş
var.
Senin de hiçbir şeyden haberin
yok!
Kral yanlısı hükümetten para
alıyor Öbür adamlar da Arap Birliği için mi çalışıyorlar?
Bilmiyorum, olabilir.
Orada gerçekten dansçılar var
mıydı?
Neden merak ediyorsun?
Kardeşin neden saklanma gereksinimi
duyuyor?
Silah kaçakçılığı neredeyse yasal
bir iş oldu bugünlerde.
- Bundan sana ne ki?
- Cevap ver.
Sana bir şey söyleyeyim.
Bir saatte 3600 saniye var.
Bir günde 100.
000 saniyeye olmalı.
Ortalama hayat süresinde 250
milyar saniye olsa gerek.
Senle ben birlikte toplam bir ay
geçirmişizdir.
Hesaplarsak, biz seninle 250
milyar saniyelik ömrün sadece birkaç milyonunu beraber geçirdik.
Fazla değil.
Yani birbirimizi iyi
tanımamamıza hiç şaşırmıyorum.
5, 6, 7, 8.
Geldin!
- Yapacak mı?
- Evet, ne dersem.
Ne çılgın bir komplo!
6, 7, 8!
Hayatın anlamını Tam olarak
kavrayabilmek Ne yapmam gerekiyor?
Sadece sana söyleneni yap.
Gözlerini ve kulaklarını açık
tut, göreceksin.
Okaliptüsün kokusunu hatırlıyor
musun?
- Seninleyken her şey çok
karışık.
- Hayır, çok basit.
Aynı anda çok fazla şey oluyor.
Conrad romanlarındaki gibi küçük
bir liman var.
Robert Louis Stevenson romanlarındaki
gibi bir yelkenli.
Faulkner romanlarındaki gibi eski
bir genelev.
Milyoner olmuş bir kahya, Jack
London romanlarındaki gibi.
- Seninleyken her şey çok
karışık.
- Hayır, çok basit.
Aynı anda çok fazla şey oluyor.
Raymond Chandler romanlarındaki gibi
suratımı dağıtan iki adam.
Sen, ben ve o - işte bu kadar
basit.
Hayır, değil.
- Yatı almayı - İstiyorlar -
Yaşlı adam - Fransız değil.
- Kardeşim - parayı aldı.
- Diğerleri - farkında değil.
- Çılgına - dönecekler.
Fred'in peşine düşecekler.
Onlardan kurtulmalıyız.
- Ya sonra?
- Sana söyleneni yaparsın.
Bir kadın da katil olabilir.
Güzel memeler ve yumuşak bir
popo kendini korumak için kimseyi öldüremeyeceği anlamına gelmez.
Küba, Vietnam veya İsrail'e bak.
- Seni seviyorum!
- Ben de!
Sıradaki bölüm: Ümitsizlik.
Sıradaki bölüm.
Özgürlük Keder.
Genç bir kadın gördün mü Söylesene,
renkli Hollywood filmlerindeki gibi genç bir kadın gördün mü?
Sizi ilgilendirmez.
Hepsi burada mı?
O zaman bu akşam planladığımız
gibi toplanıyoruz.
Beni görenler var.
Olanları anlamıyorum.
Böylece Fred'i suçlamayacaklar.
Neden bana ihanet ediyorsun?
Sorun nedir?
Hiç.
Bana işkence çektiren kadına
bakıyorum.
50.
000 dolar herkesi endişelendirir, Pierrot.
Adım Ferdinand.
- Demin beni neden öptün?
- Canım çekmişti.
- O zaman bir daha öp.
- Herkesin önünde olmaz.
Neden bu kadar dar bir pantolon
giydin?
Hoşuna gitmiyorsa Paris'e
dönebilirsin.
Öp beni.
Anladım.
Biliyor musun, bize ihanet etmek
senin için iyi olmaz.
Sus, Cassandra.
- Ne?
- Romanın adı.
Aptal.
Dinle!
Marianne!
- Ne?
TWA, Nice Havaalanı, Tahiti'ye
02:45 uçağı.
Tek yapmamız gereken binmek.
Belli ki ikimiz.
Belli ki.
Belli ki.
Fransızca komik bir dil.
Kelimelerin söylenişi, anlamlarının
tam zıttı.
Belli ki deniyor ama hiçbir şey
belli değil.
Evet, ihtiyarı alnında bir
kurşunla bulmam da belli bir şey değildi.
Kardeşinin onu öldüreceğinden haberin
var mıydı?
Bu beni ilgilendirmez.
Seninle kaçmayı ben de istiyorum
Ama Fred bizi bulur ve intikamını alır.
Daha önce bir kızdan intikam
aldığını görmüştüm.
Ben seni korurum.
Tamam, ama şüphelenmemeleri için
ben yalnız gitmeliyim.
Peki, güzelim.
Peki, yakışıklım.
Başka konuşacak bir şey yoksa ben
gidiyorum.
Yarım saat sonra buluşalım.
Hayır.
137'ye kadar sayacağım.
Gerçekten delisin.
1, 2, 3, 4, 5, 6 Çanta!
Arabayı çalıştır.
Bana güvenirsen ben de sana
güvenirim.
18, 19, 20, 21, 22 Bir sorun mu
var dostum?
Şu şarkı Benim için anlamını
bilemezsin.
Duyuyor musun?
Hayır, hiçbir şey duymuyorum.
Öyleyse anlayamazsın.
O şarkı benim hayatım.
Duyduğum zaman, böyle Bir gün
evdeyken, bu radyoda çalıyordu.
Sonra o muhteşem güzellikteki
kadın gelip yanıma oturdu.
Elini tuttum ve böyle okşamaya
başladım.
Ona "Beni seviyor musun?
" Diye sordum.
"Hayır" dedi.
Sonra ben de plağını aldım, çünkü
bu müzik beni Kişisel bir kitlesel histeri nöbeti geçirir gibi!
Bir gün evdeyken plağı böyle
koydum.
Sanki kafamda dönüyordu.
Her şey alt üst olmuştu sanki!
Yanımda başka bir kadın vardı.
Birincisi kadar güzel değil, ama
Elini tuttum ve bu sefer değişiklik olsun diye böyle okşamaya başladım.
"Beni seviyor musun?
" dedim.
O da "Seviyorum!
" dedi.
Ama ben onu sevmemiştim bu
yüzden plağı kırdım!
Bir gün radyoyu açtım ve yine bu
çalıyordu.
Neden, başkası değil de hep bu
şarkı?
Yanımdaydı, hayır karşımdaydı, çünkü
onun evindeydik.
Bu üçüncü kadından.
Bu sefer elini tutup iki yönde okşamaya
başladım, artık sinirlenmeye başlamıştım.
"Beni seviyor musun?
" dedim.
Evet dedi.
"Bana elini verir misin?
" dedim.
"Zaten 10 dakikadır
tutuyorsun" dedi.
Haklıydı.
Ben de onun elini on yıl boyunca
bırakmadım!
On yıl!
Artık bu şarkıya dayanamıyorum!
Duyuyor musun?
Artık katlanamıyorum.
Sen de duymuyor musun?
İşte şu müzik - duymuyor musun?
Söylesene, ben deli miyim?
Söyle, hiç çekinme!
"Sen delisin" dediğini
duymak istiyorum.
- Sen delisin.
- Bak ne güzel oldu.
- Adaya mı gidiyorsunuz?
- Evet efendim.
- Teknenizin adı ne?
- "Gören.
" Eğer görmezse para yok.
Yani duyduğum müzik gerçek değil
miydi?
Ömrüm boyunca yakamı bırakmayan
o müzik?
O duygusallık?
Yalancı!
Duygusuz herif!
Sen ne anlarsın!
Beni seviyor musun?
Hey!
Marianne!
!
!
Ona sıkıca sarıldım ve ağlamaya
başladım.
Bu ilk ve tek rüyamızdı.
Paris'i bağlayın lütfen.
Balzac 75-02.
Siz de mi Balzac'ın kim olduğunu
unuttunuz?
Tamam, beklerim.
Canım acıyor.
Bunu yapmayacaktın.
Bunu yapmayacaktın.
Affet beni, Pierrot.
Adım Ferdinand.
Çok geç.
" Dinamit, makineli
tüfekler asilere silah sağla " Evet.
Evet.
Bekliyorum.
Balzac 75-02?
Bayan Griffon orada mı?
Kiminle görüşüyorum?
Sen misin Odile?
Çocuklar nasıl?
Hayır, kimse değilim.
Sanat Ölüm.
Demek istediğim Neden Ne aptalım!
Hayır!
Ne güzel bir ölüm.
- Onu tekrar buldu.
- Neyi?
- Sonsuzluğu.
- Bu sadece deniz, haydi Ve
güneş.
||
Reservoir. Dogs. 1992
7406||5709406||Size "Like a Virgin"nin hikayesini anlatayım.
Kocaman bir penisi olan bir
adamdan hoşlanan bir kızı anlatıyor.
Bütün şarkı büyük penislerle
ilgili.
Hayır değil.
Saldırılara maruz kalmış bir
kızı anlatıyor.
Kız, bir kaç kez birileriyle
yatıyor ve sonra çok duygusal bir adamla tanışıyor.
Saçmalama Greenbay.
Git de bu saçmalıklarını
turistlere anlat.
Toby?
Lanet olası Toby kim?
Sanki kız iyi bir adamla tanışmadan
önce duygusal değilmiş gibi konuştun.
Bu "True Blue"nin
konusu.
Evet.
Bu konuda tartışma yok.
"True Blue" hangisiydi?
"True Blue"yu duymadın
mı?
Madonna'nın iyi çıkış yapan bir
parçası.
Bu pop saçmalıklarını takip
etmediğim halde ben bile "True Blue"yu biliyorum.
Duymadığımı söylemedim.
Sadece hangisi olduğunu sordum.
Büyük bir Madonna hayranı olmadığım
için bağışlayın.
Şahsen ben onsuz da yapabilirim.
Eski albümü Borderline'ı
severdim.
Ama "Papa Don't
Preach"i söylediğinde ondan nefret ettim.
Sizin yüzünüzden söyleyeceklerimi
unuttum.
Ben ne diyordum?
Toby'nin şu küçük Çinli kızı.
Soyadı neydi?
O ne?
Eski bir adres defteri.
Yıllardır giymediğim bir ceketin
cebinde buldum.
Adı neydi?
Ben neden söz ediyordum?
"True Blue"nun, iyi
bir adamla tanışan duygusal bir kızı anlattığını söylüyordun.
Ama "Like a Virgin"nin
büyük penislerle ilgili olduğunu söyledin.
Pekala, size "Like a
Virgin"nin konusunu söyleyeyim.
Düzenli bir seks makinesi olan
bir kızı konu alıyor.
Sabah, öğlen, akşam.
Penis, penis, penis, penis,
penis - Kaç penis oldu?
- Çok fazla.
Sonra bir gün John Holmes denen
adamla tanışıyor.
Adam tıpkı "Büyük
Kaçış"taki Charles Bronson gibi.
Tüneller kazıyor.
Adamla yatıyor ve daha önce hiç hissetmediği
bir şeyi hissediyor.
Acı.
Acı Chew?
Toby Chew?
Canı acıyor.
Bu onun canını acıtıyor.
Aslında canı acımamalı çünkü kız
daha önce bunu çok yapmış ama bu sefer canı acıyor.
Sanki ilk kez yapıyormuşçasına canı
acıyor.
Bu acı seks makinasına bir
zamanlar bakire olduğunu hatırlatıyor.
Bu yüzden şarkının adı
"Like a Virgin".
Wong!
Şu lanet olası şeyi bana ver.
Ne yaptığını sanıyorsun?
Defterimi bana geri ver.
Bunu duymaktan sıkıldım.
Giderken geri vereceğim.
Ne demek giderken?
Onu hemen bana ver!
Son on beş dakikadır oradaki
isimleri homurdanıp duruyorsun.
"Toby Toby?
Toby?
Toby Wong.
Toby Wong?
Toby Wong.
Toby Chung?
Lanet olası Charlie Chan.
Sol tarafımda Madonna'nın büyük
penisinden sağ tarafımda ise Japon Toby bilmem neden bahsediliyor.
O defteri bana ver.
Okumaktan vazgeçecek misin?
Ne istersem onu yaparım!
Öyleyse korkarım ki
veremeyeceğim.
Joe, bu adamı vurmamı ister
misin?
Lanet olsun.
Beni rüyanda vurur sonra da kalkıp
özür dilersin.
K-Billy'nin "70'lerin Süper
Şarkıları"ını dinlediniz mi?
- Evet dostum.
Harikaydı.
- O şarkılara inanabiliyor
musunuz?
Ne duydum biliyor musun?
"DeFranco Family" nin
"Heartbeat, It's a Lovebeat" şarkısı.
O şarkıyı beşinci sınıftan beri
duymamıştım.
Buraya gelirken, "The
Night, The Lights Went Out In Georgia came on"u dinledim.
Bu şarkıyı meşhur olduğundan beri
dinlemiyordum.
Meşhur olduğu dönemlerde, milyonlarca
kez dinlemiştim.
İlk kez şarkıyı söyleyen kızın Andy'yi
vuran kız olduğunu fark ettim.
Andy'yi vuranın Vicki Lawrence
olduğunu bilmiyor muydun?
Andy'yi, aldatan karısının vurduğunu
sanıyordum.
- Evet ama şarkının sonunda
söylüyorlar.
- Biliyorum lanet olası, yeni
dinledim.
Ben de bundan bahsediyorum.
O bölümde kendimden geçmişim.
Pekala.
Hesabı ben öderim.
Siz de bahşişi ödeyin.
Adam başı bir dolar yeter.
Ve sen, geri geldiğimde defterimi
geri istiyorum.
Üzgünüm, o artık benim defterim.
Fikrimi değiştirdim.
Şu pisliği vurur musun?
Pekala, herkes küçük hanım için
biraz para çıksın.
Haydi, bir dolar at.
Hayır, ben bahşiş vermem.
Bahşiş vermez misin?
Hayır, ben bahşişe inanmam.
Bahşiş vermeye inanmaz mısın?
Bu piliçlerin ne yaptığını
biliyorsun.
Burada pislik içinde
çalışıyorlar.
Saçmalama.
Yeterince kazanmıyor olsa işi
bırakabilir.
Bunu söyleyecek cesareti olan bir
Yahudi bile tanımıyorum.
Şu konuyu açıklığa kavuşturalım.
Hiç bahşiş vermezsin, öyle mi?
Bahşiş vermem çünkü toplum
vermem gerektiğini söylüyor.
Bahşişi hak edene bahşiş veririm.
Eğer gerçek bir çaba sarf
etmişlerse bir şeyler veririm ama otomatik olarak bahşiş vermek kuşlar içindir.
Onlar sadece işlerini yapıyorlar.
- Bu kız güzeldi.
- İyiydi.
- Özel bir yanı yoktu.
- Nasıl bir özel yanı olmalı?
Seni arkaya götürüp penisini mi
yalamalı?
- Bunun için%12 bahse girerim.
- Bakın, ben kahve istedim.
Uzun zamandır buradayız.
Bardağımı sadece üç kez doldurdu.
Ben altı kez doldurmasını
isterim.
Altı kez mi?
Ya çok meşgulse?
"Çok meşgul"
kelimeleri bir garsonun sözlüğünde yoktur.
Affedersiniz "Bay
Pink" ama ihtiyacınız olan son şey bir bardak kahve daha.
Aman Tanrım bu kadınlar açlıktan
ölüyorlar.
Asgari ücret alıyorlar.
Ben de bir zamanlar asgari ücretle
çalıştım ve toplum bahşişe değer olduğumu düşünmüyordu.
Ama onların yaşamı senin
bahşişlerine bağlı.
Bunun ne olduğunu biliyor musun?
Dünyanın en küçük kemanı, garson
kızlar için çalıyor.
Ne dediğini bilmiyorsun.
Bu insanlar kıçlarını
patlatıyorlar.
Bu zor bir iş.
McDonald's da çalışmak da zor
ama onlara bahşiş vermiyorsunuz değil mi?
Neden?
Onlar da yemek servis ediyorlar ama
toplum der ki "Buradaki adamlara değil, buradaki adamlara bahşiş verin.
" Bu saçmalık!
Garsonluk, bu ülkede kolej
mezunu olmayan kadınların yapabileceği en iyi iştir.
Her bir kadının yaşamak için
yapabileceği bir iştir.
Sebebi ise bahşişler.
Bu çok saçma.
Aman Tanrım!
Hükümet bahşişlerinden vergi
aldığı için üzgünüm.
Ama benim hatam değil.
Görünüşe bakılırsa garsonlar
hükümetin düzenli olarak yağmaladığı bir grup.
Bana bunu yapmamaları
gerektiğini gösteren bir yazı göster, onu imzalarım.
Lehinde oy bile veririm ama bu
saçmalığı yapmayacağım.
"Kolej mezunu
olmayanlar" için de iki çift sözüm var: Daktiloyu öğrensinler.
Eğer kiralarını ödemem için
benden yardım bekliyorlarsa bu çok büyük bir sürpriz olur.
Beni ikna etti.
Bir dolarımı geri ver.
Dolarlar burada kalsın.
Pekala gezginler, haydi
gezintiye çıkalım.
Bir dakika bekleyin.
Kim bahşiş vermedi?
- Bay Pink.
- Bay Pink mi?
- Neden?
- Bahşiş vermezmiş.
Bahşiş vermez miymiş?
Ne demek "Bahşiş
vermem"?
- Bahşişe inanmıyormuş.
- Kapa çeneni.
"Bahşişe inanmıyorum"
da ne demek?
Haydi, bir dolar at seni pislik.
Lanet olası kahvaltının parasını
ödedim.
Pekala, kahvaltıyı ödediğin için
veriyorum ama normalde bunu asla yapmam.
Normalde ne yaptığın umrumda
değil.
Sadece herkes gibi bir dolar
bahşişi ver.
Teşekkür ederim.
Partridge Family'den,
"Doesn't Somebody Want To Be Wanted" ve sonrasında da Edison
Lighthouse'dan, "Love Grows Where My Rosemary Goes" u dinlediniz.
K-Billy'nin, "70'lerin
Süper Şarkıları" devam ediyor.
REZERVUAR KÖPEKLERİ.
Aman Tanrım!
Lanet olsun!
Öleceğim!
Öleceğim!
Öleceğim!
- Dayan dostum!
- Öleceğim!
Özür dilerim!
- Elini banA ver.
- Vurulduğuma inanamıyorum
dostum!
Bu kimin aklına gelirdi?
Hemen şu saçmalığı kes!
Kötü yaralandın ama ölmeyeceksin!
Öleceğim!
Öleceğim!
Bütün bu Bütün bu kanlar benden
akıyor Larry!
Öleceğim, biliyorum.
Affedersin, tıp diploman olduğunu
bilmiyordum.
Doktor musun?
Doktor musun?
Lütfen cevap ver.
Doktor musun?
Hayır değilim, değilim.
Pekala.
Neden söz ettiğini bilmediğini
itiraf ettin.
Eğer amatör görüşlerin sona
erdiyse arkana yaslan ve haberleri dinle.
Seni randevuya geri götürüyorum.
Joe sana bir doktor bulacak ve o
doktor seni iyileştirecek.
İyileşeceksin.
Söyle!
İyileşeceksin.
Söyle!
İyileşeceksin!
Lanet olası kelimeyi söyle!
İyileşeceksin!
Tanrım!
Lanet olası kelimeyi söyle!
Söyle!
Ben iyiyim Larry.
Doğru!
Doğru.
İyiyim.
Bak, neredeyiz?
- Bak, neredeyiz?
Başardık.
- Larry!
Beni kurtarmalısın dostum!
Beni kurtarmalısın!
Depodayız.
Sert adam kim?
Sert adam kim?
Haydi, sert adam kim?
Sert adam benim.
Sert adam kim?
Sensin.
Sen sert bir adamsın.
Tamam.
Tamam.
Depodayız.
Bak, neredeyiz?
Başardık!
Başardık.
Başardık.
Başardık.
Depodayız.
Bak.
Bak, neredeyiz?
Dayan dostum, dayan.
Dayan.
Lanet olsun!
Kafanı yere vurmaktan vazgeç.
Yerde delik açacaksın!
Yere zarar vermek istemezsin
değil mi?
Ben senin için hiçbir şey yapamam
ama Joe geldiğinde ki her an gelebilir sana yardım edecek.
O seninle ilgilenecek.
Tamam mı?
Burada oturup Joe'yu
bekleyeceğiz.
Kimi bekleyecek mişiz?
Joe'yu.
Larry, korkuyorum dostum.
Bana sarılır mısın?
Evet, elbette.
Şimdi istediğin kadar
korkabilirsin.
Bir gün için yeterince cesur
oldun.
Şimdi sadece sakin olmanı istiyorum
tamam mı?
Ölmeyeceksin.
İyileşeceksin.
Joe geldiğinde seni eski haline
getirecek.
Çok kötü yaralandım Larry.
Bu iyi değil.
Larry.
Yapmaya çalıştığın şey için
Tanrı seni korusun.
Bir an için panik yaptım ama şimdi
cesaretimi yeniden topladım.
Karnımdan vuruldum.
Tıbbi yardım olmazsa öleceğim.
Seni hastaneye götüremem.
Hapishanenin canı cehenneme
dostum!
Beni içeri götürmek zorunda
değilsin.
Kapıya bıraksan yeter.
Beni kaldırıma bırak.
Gerisini ben hallederim.
Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim
dostum.
Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim
dostum.
Tanrı üstüne yemin ederim dostum.
Gözlerime bak Larry.
Gözlerime bak.
Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim.
Güvende olacaksın dostum.
Ölmeyeceksin evlat, tamam mı?
Beni dinle.
İyileşeceksin.
Diz kapağı ve bağırsaklar vurulduğunda
en acı veren bölgelerdir.
- Lanet olsun!
- Ama bu yüzden ölmek çok uzun
sürer.
Günlerden söz ediyorum.
Ölmek isteyeceksin ama yaran
yüzünden ölmen günlerini alacak.
Zaman bizim yanımızda.
Bu bir tuzak mıydı?
Lanet olsun.
Turuncu vuruldu mu?
Bağırsaklarından vuruldu.
Lanet olsun.
Kahverengi nerede?
Öldü.
Nasıl öldü?
Nasıl ölmüş olabilir?
Polisler vurdu.
Bu kötü.
Bu çok kötü!
Kötü mü?
İyi mi olması gerekiyor?
Dostum, bu berbat.
Bu çok berbat!
Birileri bizi çok kötü tuzağa düşürdü
dostum!
Gerçekten tuzağa düşürüldüğümüzü
mü düşünüyorsun?
Bundan bir kuşkun mu var dostum?
Tuzağa düşürüldüğümüzü düşünmüyorum,
biliyorum!
O kadar polis birden bire
nereden çıktı?
Bir dakika içinde oraya geldiler!
Ben hiç siren sesi duymadım.
Alarm çaldı, tamam.
Alarm çaldığında tepki vermek
için ortalama dört dakikan vardır.
Devriye arabası gelmeden dört
dakika önce tepki verebilmen gerekir!
Bir dakika içinde on yedi tane
mavili adam geldi.
Hepsi de ne yaptığını biliyordu.
Hepsi oradaydı!
Arabada meydana gelen ikinci
olayı hatırlıyor musun?
Onlar alarma tepki veriyordu.
Lanet olası herifler bizi
bekliyorlardı!
Bunu hiç düşünmemiş miydin?
Düşünme şansım olmadı.
Öncelikle oradan çekip gitmeye
çalıştım.
Kaçtıktan sonra da onunla
ilgilendim.
Düşünmeye başlasan iyi olur
çünkü ben düşünüyorum.
Buraya bile gelmeyecektim.
Arabayla uzaklaşıp gidecektim!
Bizi tuzağa düşüren her kimse, burayı
da biliyordur.
Burada bizi bekleyen polisler
olabilir.
Her an buraya gelebilirler!
Diğer odaya gidelim.
Lütfen beni bırakma.
Öleceğim.
Endişelenme.
Ben dışarıda olacağım.
Sadece bir dakika sürecek.
Oradan sana bakıyor olacağım.
Buradan sana bakıyor olacağım
tamam mı?
Tam buradan.
Tam buradan.
Benim burada ne işim var dostum?
Bu işi komik bulmaya başlamıştım
zaten.
Bunu hissettiğimde çekip
gitmeliydim.
Ama hiç dinlemedim.
Hep böyle oluyordu.
Ot alırken yakalandım.
Adama güvenmedim ama ona inanmak
istedim.
Çünkü yalan söylemiyorsa ve
gerçek bir Tay çubuğuysa harikadır ama asla değil.
Bir işle ilgili böyle duygulara
kapıldığımda çekip gideceğimi söylerdim ama gitmedim.
Lanet olası para yüzünden
gitmedim.
Olan oldu.
Sakin olmalısın.
Sakin misin?
Tamam, sakinim.
Yüzüne biraz su vur.
Nefes al.
Sakin ol, bir sigara iç.
- Bıraktım.
- Pekala.
Neden, sende var mı?
Al.
Bende var.
Sağ ol.
Pekala, olanları düşünelim.
Mekana gittik ve her şey
yolundaydı.
- Sonra alarm çalmaya başladı.
- Evet.
Döndüğümde bütün polisler
dışarıdaydı.
Haklısın.
Göz açıp kapayıncaya kadar
geldiler.
Herkes çılgına döndü.
Bay Sarışın ateş etmeye başladı.
- Bu doğru değil.
- Nesi yanlış?
Polisler, alarm devreye girdikten
sonra gelmediler.
Bay Sarışın herkese ateş etmeye başlayana
dek, polisler gelmedi.
Alarmı duyduğum anda polisleri
gördüm.
Hayır, o kadar çabuk olmadı.
Bay Sarışın çıldırmadan önce kendilerini
göstermediler.
Orada olmadıklarını söylemiyorum.
Ama Bay Sarışın ateş edene dek harekete
geçmediler.
Bu yüzden tuzağa düşürüldüğümüzü
biliyorum.
- Haydi Bay Beyaz, bunu
anlayabilirsin.
- Şu Bay Beyaz saçmalığına son
ver!
Dur, dur.
Bana lanet olası ismini söyleme.
Bilmek istemiyorum.
Tanrım, ben ismimi sana
söylemeyeceğim.
Haklısın.
Bu kötü.
Nasıl dışarı çıktın?
Dışarı fırladım.
Herkes ateş etmeye başlayınca
kaçtım.
Çekilin!
Yoldan çekilin!
Yoldan çekilin!
Yoldan çekilin!
Çekilin!
Yoldan çekilin!
Aman Tanrım!
Senin sorunun ne dostum?
- Seni aşağılık herif!
- Canın cehenneme!
Çekil!
Yere yat!
- Tanrım!
- Arabadan in!
Lanet olası arabadan in!
Çekilin!
Yoldan çekilin!
Bir kaç polisi vurdum.
Sen kimseyi öldürdün mü?
Bir kaç polis.
Başka insan öldürmedin mi?
Sadece polisler.
Dostum, Bay Sarışın'a inanabiliyor
musun?
Bu gördüğüm en çılgınca şeydi.
Joe neden böyle bir adamı
kiraladı ki?
Ben kimseyi öldürmek istemem.
Ama eğer o kapıdan çıkmam
gerekiyorsa ve sen yolumda duruyorsan bir şekilde yolumdan çekilirsin.
Ben de böyle düşünüyorum.
On yıl hapis yatmakla, lanet
olası aptal bir herifi öldürmek arasında bir seçim yapmak pek seçim yapmak
sayılmaz.
Ama deli de değilim.
Joe ne düşünüyordu?
Ben böyle bir adamla çalışamam.
Bizi vurmadığı için çok
şanslıyız.
Onu öldürmeme şu kadar kalmıştı.
Yani herkes panik yapar.
Herkes.
İşler kızıştığında panik yapmak,
insanın doğasında vardır.
İsminin ne olduğu önemli değil.
Bunu engelleyemezsin.
Lanet olsun dostum, içeride sen
de panik yaptın.
Sonra kendine bir kaç saniye
verdin ve durumu kontrol altına aldın.
Durumu hallettin.
Yapmadığın şey insanları öldürmeye
başlamak!
Hayır, yapman gereken şey lanet
olası bir profesyonel gibi davranmak.
Bir psikopat, profesyonel olamaz.
Ben bir psikopatla çalışamam.
Bu hasta herfilerin ne
yapacaklarını bilmiyorsun.
Tanrım, sence o siyah kız kaç
yaşındaydı?
20 mi?
- Belki 21.
- Onun gibi bir şey.
Diğerlerine ne olduğunu gördün
mü?
Ben ve Turuncu, Kahverengi'nin vurulduğu
arabaya atladık.
Sonrasında neler olduğunu
bilmiyorum.
O sırada herkes kendi başının
çaresine bakıyordu.
Bay Sarışın ve Bay Mavi'nin ilgilerini
çekmesine rağmen arkama bakmadan koştum.
Ne düşünüyorsun?
Ne mi düşünüyorum?
Polisler onları ya yakalamışlardır
ya da öldürmüşlerdir.
Kaçma şansları yok mu?
Sen bir delik buldun.
Evet ve bu bir mucizeydi.
Eğer kaçmışlarsa, hangi cehennemdeler?
- Elmasları alıp tüydüklerini düşünmüyorsun
?
- Hayır.
Mümkün değil.
Neden?
Nasıl bu kadar emin
olabiliyorsun?
Elmaslar bende.
Aferin sana.
- Neredeler?
- Sakladım.
Bak, eğer benimle gelmek
istiyorsan hemen gidip onları alalım.
Çünkü burada kalmak aptallık
olur dostum.
- Plan buydu.
Burada buluşacaktık.
- Öyleyse herkes hangi
cehennemde?
Plan falan kalmadı.
Aramızda bir köstebek var.
Sarışın ve Mavi'ye ne olduğunu
bilmiyoruz.
Ya ikisi de ölmüştür ya da
tutuklanmışlardır.
Belki de polis onları
konuşturmanın bir yolunu bulmuştur.
İsimlerimizi bilmiyorlar ama burayı
biliyorlar.
Yemin ederim ki uğursuzluk
getiriyorum.
Ne?
Bundan iki işim öncesinde dört
kişiyle çalışıyordum.
Aramızdan birinin polis olduğunu
öğrendik.
Ciddi misin?
Tanrı'ya şükür ki zamanında farkına
vardık.
İş de yattı tabii.
Hepimiz bırakıp gittik.
Bu sefer köstebek kim?
Bay Mavi mi?
Bay Kahverengi mi?
Joe mu?
Bütün bunları Joe hazırladı.
Belki tuzağı da o hazırlamıştır.
Hayır, mümkün değil.
Joe ile ben uzun zamandır
tanışıyoruz.
Kesinlikle bu olanlarla bir
ilgisi yoktur!
Ben Joe'yu çocukluğumdan beri
tanırım ve bununla bir ilgisi olmadığını söylemek saçma olur.
Ben köstebek olmadığımı
söyleyebilirim çünkü ne yapıp yapmadığımı biliyorum.
Ama bunu diğerleri için
söyleyemem çünkü emin değilim.
Belki de köstebek sensin.
Belki de lanet olası köstebek
sensin!
İşte şimdi kafanı kullanmaya
başladın.
Belki de köstebek odur.
O çocuk lanet olası bir kurşun yüzünden
ölmek üzere.
Ona köstebek deme!
Bak, ben haklıyım değil mi?
Ortada lanet olası bir köstebek
var.
Bu zindanın klozeti nerede?
İşemem gerekiyor.
Koridordan aşağı inip sola dön, merdivenlerden
çıkıp sağa dön.
Bu arada Alabama nasıl?
Aıabama mı?
Bama'yı bir buçuk yıldır görmüyorum.
İkinizin bir takım olduğunu
sanıyordum.
Kısa bir süre için öyleydik.
Birlikte dört iş yaptık.
Sonra ayrılmaya karar verdik.
Neden?
Kadın-erkek meselesi işte.
Çok uzatırsan sinir bozar.
Şimdi ne yapıyor?
Frank McGarr'la çalışıyor.
Birlikte bir kaç iş yapmışlar.
Müthiş bir kadın ve çok iyi bir
hırsız.
BAY BEYAZ Şu telgrafı anlat
bakalım.
Beş kişilik bir iş.
Elmas toptancısını soyacağız.
Sonra taşları satabilecek misin?
Taşları alan birini tanımıyorum.
Sorun değil.
Bunun için bekleyen adamlarımız
var.
Marcellus Spivey'e ne oldu?
Taşlarını hep o almaz mıydı?
Susanville'de 20 yıl hapis
yatacak.
20 yıl!
Aman Tanrım.
Neden?
Kötü şans.
Sanırım bunu tekrar
söyleyebilirsin.
- Plan nedir?
- İki dakika sürecek.
Ama zor bir- iki dakika olacak.
Gündüz, iş saatleri ve kalabalık
içinde.
- Ama kalabalıkla baş edebilecek
adamların var.
- Kaç işçi var?
Yaklaşık 20.
Güvenlik oldukça zayıf.
Genellikle kutularla
uğraşıyorlar.
Bilirsin işte, elmas
kartellerinden aldıkları yontulmamış taşlarla uğraşıyorlar.
Ama o gün İsrail'den çok iyi mal
getiriyorlar.
Ara istasyon gibi bir şey.
Ertesi gün taşlar Vermont'a
gönderilecek.
Hayır, gönderilmeyecek.
Bu işten payımız ne olacak baba?
Oldukça fazla evlat.
Oldukça fazla.
Bak dostum, ne istersen yap.
Ben gidiyorum.
Bir kaç otelde kalacağım.
Bir süre ortadan kaybolup Joe'yu
arayacağım.
Lanet olsun, öldü mü?
Öldü mü?
- Ölmedi.
- Ne oldu öyleyse?
Ödümü patlattın dostum.
Öldüğünü sandım.
Tıbbi yardım almazsa ölecek.
Ne yapacağız?
Onu hastaneye götüremeyiz.
Tıbbi yardım almazsa geceyi
çıkaramaz.
Karnındaki kurşunun sorumlusu
benim.
Senin için anlamsız olabilir ama
benim için çok önemli.
Öncelikli yapılacak şeyler var.
Burada kalmak aptallık olur.
Gitmemiz gerek.
Ne yapmamızı öneriyorsun?
Otele mi gidelim?
Burada karnından vurulmuş bir
adam var.
Yürüyemiyor ve kanaması da çok
fazla.
Ayağa kalktığında acıdan çığlık
atıyor.
Bir fikrin varsa söyle!
Joe yardım edebilir.
Joe'ya ulaşabilirsek ona bir
doktor bulabilir.
Onu gelip görmesi için bir
doktor bulabilir.
Joe'ya güvenebileceğimizi farz
edelim.
Peki ona nasıl ulaşacağız?
Burada olması gerekiyordu.
Burada olmaktan endişe duymamın
nedeni de bu!
Ona ulaşabilsek bile bizimle çok
da mutlu olacağını sanmıyorum.
Bir soygun planladı ve elini
kana buladı.
Polisleri, hırsızları ve sivilleri
öldürdü.
Tanrım, bu halimize üzüldüğünden
bile kuşkuluyum.
Onun yerinde olsaydım bu işten
mümkün olduğunca uzak dururdum.
Sen buraya gelmeden önce Bay
Turuncu, onu hastaneye götürmemi istedi.
Onu polislere teslim etme fikri
hoşuma gitmiyor.
Ama teslim etmezsek ölecek.
Bunun için bana yalvardı.
Öyleyse sanırım onu hastaneye
götüreceğiz.
İstediği buysa yapalım.
Nasıl olsa hakkımızda hiçbir şey
bilmiyor.
Bu onun kararı.
Benim hakkımda bir şeyler
biliyor.
Ne?
Dur.
Dur.
Ona adını söylemedin değil mi?
Ona adımı ve nereli olduğumu
söyledim.
Neden?
Nereli olduğumu bir kaç gün önce
söyledim.
Çok doğal bir konuşmaydı.
Ona ne diye adını söyledin ki?
Sordu.
Polsilerden kaçtı ve vuruldu.
Vurulması benim hatamdı.
Kan içindeydi.
Çığlık atıyordu.
Yemin ederim ki o an, orada
öleceğini sandım.
Onu rahatlatmaya çalışıyordum.
Endişelenmemesini her şeyin
yoluna gireceğini onunla ilgileneceğimi söylüyordum.
O da bana ismimi sordu.
Kollarımda ölüyordu.
Ne yapmam gerekiyordu?
Üzgün olduğumu ve bu bilgiyi
veremeyeceğimi mi söyleseydim?
Kurallara aykırı olduğunu mu
söyleseydim?
Ona yeterince güvenmediğimi mi
söyleseydim?
Belki de öyle yapmalıydım ama yapamadım!
- Ben - Senin de Joe'nun da canı
cehenneme!
- Eminim çok hoş bir sahneydi.
- Bana lütufta bulunma!
Sana bir şey soracağım.
Polis kayıtlarında nereli
olduğun yazılı mı?
- Evet!
- Tamam öyleyse dostum.
Tanrım, neden tartışıyoruz ki?
Birincisi adını biliyor, ikincisi
nasıl göründüğünü biliyor üçüncüsü nereli olduğunu biliyor, dördüncüsü uzmanlık
alanını biliyor!
Seni ele vermesi için ona bir
yığın fotoğraf göstermek zorunda kalmayacaklar!
Polisin işini kolaylaştırmak
için ona başka neler söyledin?
Anlamadıysan bir daha anlatayım.
Onu hastaneye falan götürmüyoruz.
Götürmezsek ölecek.
Bunun için üzgünüm ama bazılarımız
şanslı bazılarımız ise değil.
Bana dokunma dostum!
Benimle oyun mu oynayacaksın?
Beni vuracak mısın pislik?
Durma, vur!
Canın cehenneme!
Bütün bunlara ben neden olmadım
ama başa çıkmaya çalışan benim!
Acemi bir hırsız gibisin!
Ben bir profesyonel gibi
davranıyorum.
Onu yakalarlarsa seni de
yakalarlar.
Seni yakalarlarsa bana daha
yakın olurlar ve buna izin veremem.
Bu benim hatam mı?
Ona ismimi ve nereli olduğumu
söyleyen ben değilim!
Lanet olsun, 15 dakika önce neredeyse
bana ismini söylüyordun!
Senin yüzünden bu duruma düştük.
Bir yerlere kötü bir bakış
fırlatmak istiyorsan git ve aynaya fırlat.
O kadar kaba olmayın.
Birileri ağlamaya başlayacak.
Bay Şarışın.
Lanet olsun.
Beni tekmeledin!
Sana ne oldu?
Öldüğünü sanıyordum.
İyi misin?
Mavi'ye olanları gördün mü?
Sana ve Mavi'ye ne olduğunu
bilmiyorduk.
Biz de bunu merak ediyorduk.
Bak, Kahverengi öldü.
Turuncu da karnından vuruldu Yeter!
Yeter!
Konuşsan iyi olur pislik herif
çünkü konuşmamız gereken şeyler var.
Zaten çılgına döndük.
Konuşup bir karar vermemiz
gerekiyor.
Pekala, konuşalım.
- Bir köstebek olduğunu
düşünüyoruz.
- Eminim ki aramızda bir
köstebek var.
Böyle düşünmenizin sebebi nedir?
Şaka mı yapıyorsun?
Bak, buranın güvenli olmadığını
düşünüyoruz.
Burası güvenli değil, gidiyoruz.
Sen de bizimle gelmelisin.
Kimse bir yere gitmiyor.
Canın cehenneme pislik!
- Gidiyoruz.
- Olduğun yerde kal Bay Beyaz.
Canın cehenneme manyak herif!
- Senin yüzünden başımız belada!
- Bu adamın sorunu ne?
Sorunum ne mi?
Evet, lanet olası bir sorunum
var!
Çok büyük bir sorunum var!
Neredeyse beni vuran kafayı
yemiş adamlarla sorunum var!
Sen neden söz ediyorsun?
Kurşun yağmurundan söz ediyorum!
Dükkandaki kurşun yağmuru, hatırladın
mı?
Canları cehenneme.
Alarmı çalıştırdılar.
Kurşunları hak ettiler.
Neredeyse beni öldürüyordun!
Aşağılık herif!
Nasıl biri olduğunu bilseydim seninle
çalışmayı asla kabul etmezdim.
Bütün gün havlayacak mısın yoksa
ısıracak mısın küçük köpekçik?
Ne dedin sen?
Üzgünüm kaçırdım.
Tekrar eder misin?
Bütün gün havlayacak mısın yoksa
ısıracak mısın küçük köpekçik?
Lanet olsun, sakin olun!
Haydi!
Burası oyun sahası mı?
Aranızdaki tek profesyonel ben
miyim?
Lanet olası zenciler gibi
davranıyorsunuz!
Zenciler de tıpkı sizin gibi sürekli
birbirlerini öldürmeye çalışırlar!
- Onu öldürmek istediğini kendin
söyledin!
- Öyle mi söyledin?
Evet söyledim.
Tamam mı?
Söyledim.
Ama geçmişte kaldı.
Şimdi bu adama tamamıyla
güveniyorum.
- Polislerle işbirliği yapmak
için fazla çılgın!
- Onun tarafına mı geçiyorsun?
Hayır!
Taraf falan yok!
İşbirliği yapmamız gerekiyor!
Birileri başımıza çorap örüyor
ve kim olduğunu öğrenmeliyiz!
Lanet olsun.
Bakın, ben köstebek olamam.
Eminim ki sen de olamazsın.
Eminim sen de doğruyu
söylüyorsun.
Öyleyse köstebeğin kim olduğunu
bulalım tamam mı?
Bu gerçekten de çok heyecan
vericiydi.
Eminim büyük bir Lee Marvin hayranısındır
değil mi?
Evet, ben de.
O adama bayılırım.
Kalbim çok hızlı çarpıyor.
Kalp krizi geçirmek üzereyim.
Dışarıda size göstermek
istediğim bir şey var çocuklar.
Beni izleyin.
Seni mi izleyelim?
Nereye?
Arabama.
Gazozunun yanında patates kızartmalarını
mı unuttun?
Hayır, onları çoktan aldım.
Görmek isteyeceğinizi düşündüğüm
bir şey var.
Büyük bir sürpriz.
Beğeneceğinizden eminim.
Haydi.
Hala buradan gitmemiz gerekiyor.
Hayır burada kalıp bekleyeceğiz.
- Ne için?
Polisleri mi bekleyeceğiz?
- Hayır.
Yakışıklı Eddie'yi.
Yakışıklı Eddie mi?
Costa Rica'ya giden bir uçakta
olmadığını nereden biliyorsun?
Çünkü onunla telefonda konuştum
ve buraya gelmek üzere yola çıktığını söyledi.
Eddie'yle mi konuştun?
Bunu neden daha önce söylemedin?
- Çünkü hiç sormadın.
- Sormadım demek - Ne söyledi?
- Burada kalmamızı.
Bu arada size bir şey göstermeme
izin verin.
Aman Tanrım!
Belki dostumuz bize köstebekle
ilgili bir şeyler anlatabilir.
İyi iş dostum.
Bu hiç de kötü bir fikir değil.
Haydi onu çıkaralım.
Bay Sarışın.
Sid, lütfen sakin olur musun?
Seni uzun zamandır tanıyorum.
Eminim borcunu ödeyeceksin.
Bana bildiklerimi anlatma.
Beni utandırma.
Kötü bir kaç ay geçirdin demek.
Herkes ne yapıyorsa onu yap.
JP Morgan ya da Terzi Irving
olması umrumda değil.
Sen üstesinden gelirsin.
- Vic Vega dışarıda.
- Bekle.
- Kim?
- Vic Vega.
İçeri girmesini söyle.
- Gitmem gerek.
- Gir.
Dışarıda bir arkadaşım var.
Çeneni kapalı tut.
Seni ararım, endişelenme.
Eve hoş geldin Vic.
Özgürlük nasıl bir duygu?
- Büyük bir değişim.
- Acı gerçek de bu değil mi?
Otur, ceketini çıkar.
Keyfine bak.
- İçki ister misin?
- Evet.
Küçük Rémy Martin?
Elbette.
Tahliye memurun kim?
Seymour Scagnetti.
Nasıl biri?
Aşağılık herifin teki.
Ona kalsa kesinlikle dışarı
çıkamazdım.
Beni şaşırtmaktan asla vaz
geçmiyor.
Lanet olası yaşlı bir kadının boğazını
kesen bir zenciye Doris Day gibi bir tahliye memuru verilirken senin gibi
birinin aldığı tahliye memuruna bak.
Bilmeni isterim ki içerideyken
bana gönderdiğin tüm paketleri beğendim.
Ne yapmam gerekiyordu?
Seni unutmam mı gerekiyordu?
Benim için çok anlamlı olduğunu
bilmeni isterim.
Bu hiçbir şey değildi.
Keşke daha fazlasını
yapabilseydim.
Sağ ol Joe.
Vic Kürdan Vic.
Bana bir hikaye anlat evlat.
Planların nedir?
Seni aşağılık herif.
Orada oturduğunu gördüm ama
inanmadım!
- Ne haber Kürdan?
- Selam Eddie.
Bak, üzgünüm.
Seni kendim almalıydım.
Ama lanet olası çılgın bir hafta
geçirdim.
Sürekli meşguldüm.
Biz de şimdi babanla bunu
konuşuyorduk.
Seni almam gerektiğini mi?
Hayır, meşgul olduğunu.
Kapıdan girdim ve bana şöyle
dedi "Vic, buraya nihayet neler olduğunu bilen birileri geldi.
Oğlum Eddie çok yoğun.
İşi o yönetiyor.
Yani onu severim ama her şeyi
mahvediyor.
" Böyle dedin değil mi Joe?
Ona kendin söyle.
Eddie, bunu bu şekilde duymanı
istemezdim ama Vic içeri girip işlerin nasıl gittiğini sordu.
Dört yıldır hapishanede olan bir
adama yalan söyleyemezsin.
Çok doğru.
Bu kadar saçmalık yeter!
Ayrılın!
Burası oyun sahası değil!
Yerde yuvarlanmak istiyorsanız
bunu benim değil, Eddie'nin ofisinde yapın.
- Baba, bunu gördün mü?
- Neyi?
Beni yere yatırıp becermeye
çalıştı!
Bunu isterdin.
Seni hasta herif.
Babamın ofisinde beni becermeye
çalıştın.
Bak Vic, özel olarak yapmak
istediğin her şeyi yapabilirsin ama beni becermeye çalışma.
Sen benim tipim değilsin.
Seni çok severim dostum ama sen
benim tipim değilsin.
Homoseksüel olsaydım bile, seninle
bunu asla düşünmezdim.
Hayır düşünmezdin.
Beni kendine saklardın.
Dört yıl boyunca gördüğün lanet
olası kıçlardan sonra iyi bir kıçı asla kaçırmazsın.
Seni halledebilirim iyi çocuk
ama sen ancak köpeğimin fahişesi olabilirsin.
Ne kadar üzücü değil mi baba?
Hapishaneye beyaz bir adam
olarak giriyor ve lanet olası bir zenci gibi çıkıyor.
Bence bu zenci spermleri beynine
ve oradan da ağzına kadar gelmiş durumda!
Eddie, bir fahişe gibi konuşmaya
devam edersen seni bir fahişe gibi döverim.
Pekala, bu kadar saçmalık yeter!
Sıkıldım!
İkiniz de oturun!
Eddie, sen buraya geldiğinde ciddi
bir iş konuşuyorduk.
Vic'in bir tahliye memuru sorunu
var.
Tahliye memurun kim?
Seymour Scagnetti.
Scagnetti.
Lanet olsun.
- Onun aşağılık bir herif
olduğunu duymuştum.
- Evet, öyle.
Lanet olası bir işe girmezsem beni
tekrar içeri sokacak.
Bizimle çalışmak için döndün
değil mi?
Bunu istiyorum ama öncelikle o
pisliğe düzgün bir iş bulduğumu ispatlamalıyım.
Yoksa beni asla bırakmaz.
Her gece saat 10'dan sonra sokağa
çıkma yasağım varken sizin için çalışamam çocuklar.
Bunu halledebiliriz değil mi
Eddie?
O kadar da kötü değil.
Bak, sana pek çok yasal iş
bulabiliriz.
Sana Long Beach'teki rıhtımda
bir iş bulabilirim.
Hamallık yapmak istemiyorum
Eddie.
Vic, hamallık yapmayacaksın.
Orada çalışmayacaksın bile.
Ama orada çalışıyor gibi
görüneceksin.
Ustabaşı Matthews'ü arayacağım
ve yeni bir işçisi olduğunu söyleyeceğim.
Çalışma kartın olacak.
Her gün giriş çıkışların karta
işlenecek.
Haftanın sonunda iyi bir
haftalık alacaksın.
Rıhtım işçileri iyi para kazanır.
Böylece Scagnetti'nin
"Parayı nereden buldun?
" sorusuna maruz kalmadan düzgün
bir eve taşınabilirsin.
Sürpriz bir ziyaret yapmaya
kalkarsa o gün seni Tustin'den mal alman için göndermiş olacağız.
Eğer tekrar gelirse "Üzgünüm
Seymour, şimdi çıktı.
Onu buradan beş saat uzaklıktaki
Taft'a gönderdik.
Oradan alması gereken çok fazla
mal var.
" diyeceğiz.
İşinin çoğu farklı yerlerde
geçecek.
İşin güzelliği de bu.
Her yerde farklı mekanlarımız
var.
Gördün mü Vic?
Sana endişelenmemeni söylemiştim.
- Vic endişelendi.
- Yarın seni Long Beach'e
götüreceğim.
Matthews'la tanışırsın.
Ona durumu anlatırım.
Bu yaptıklarınız için size minnettar
kalırım ama geri dönebildiğimde gerçek bir iş yapmak isterim.
Bunu söylemek zor.
Zaman değişti.
- Artık işler - İşler biraz
karıştı.
Şimdi Vegas'taki büyük buluşma
için hazırlanıyoruz.
Bak Eddie, şimdilik sadece Long
Beach'e yerleş.
İşe gir, biraz para kazan ve lanet
olası Scagnetti pisliğinden kurtul.
Sonra konuşuruz, tamam mı?
Baba, bir fikrim var.
Beni dinleyin.
Çocukları bu işlerde kullanmayı sevmediğini
biliyorum ama Vic bize iyi şanstan başka bir şey getirmedi.
Adamda şans var.
Onunla yeniden çalışmak isterim.
Bununla başa çıkabileceğini ve ona
güvenebileceğini biliyorsun.
Vic Beş kişiyle birlikte bir iş
yapmaya ne dersin?
Harika olur.
K-Billy'nin "70'lerin Süper
Şarkıları"ı devam ediyor.
Eğer arayan on ikinci kişiyseniz
bu gece "Büyük Baba Don Bodine"nin kamyonu Behemoth'un yer aldığı Carson
Fuarı'ndaki "Canavar Kamyon Extravaganza" için iki bilet
kazanacaksınız.
Burayı rayan on ikinci talihli
kazanacak.
Dov, önemli bir durum var.
Bildiğini biliyorum.
Babamla konuşup neler
yapılmasını istediğini öğrenmeliyim.
Tek bildiğim Vic'in anlattıkları.
Mekanın, kurşun festivaline
döndüğünü söyledi.
Bir polisi rehin alıp oradan
uzaklaşmış.
Ayağa kalk!
Ayağa kalk!
Sesim şaka yapıyor gibi mi
geliyor?
Bagajında bir polisle ortalıkta
dolaşıyor!
Kimin ne yaptığını bilmiyorum!
Para kimde bilmiyorum, parayı
alıp almadıklarını da bilmiyorum.
Kim ölü, kim sağ bilmiyorum.
Kimin yakalanıp yakalanmadığını
da bilmiyorum.
Öğreneceğim.
Geldim sayılır.
O adamlara babam hakkında ne
söyleyeceğim?
Pekala.
Böyle söylediğinden emin misin?
Tamam, öyle söylerim.
Canın cehenneme!
Lanet olası bir kahraman mı
olmak istiyorsun?
Kahraman olmak hoşuna mı gidiyor?
Lanet olası bir kahraman olmak
hoşuna mı gidiyor?
Lanet olsun!
Blöf yapmayı bıraksan iyi olur
dostum.
Duydun mu?
Çünkü konuşacaksın.
Ben hiçbir şey bilmiyorum!
Biliyorsun, biliyorsun.
Bana bak.
Biliyorsun.
Burada neler oluyor?
- Bunu sen mi soruyorsun?
- Yakışıklı, elimizde bir polis
var.
Lanet olsun, Turuncu öldü.
Hayır ölmedi.
Ama ilgilenmezsek ölecek.
Tuzağa düşürüldük.
Polisler bizi bekliyordu.
Ne?
Kimse kimseyi tuzağa düşürmedi!
- Polisler bizi bekliyordu
dostum!
- Saçmalık.
Canın cehenneme dostum.
Sen orada değildin.
Polisler orayı alt üst etti.
Pekala Bay Dedektif.
Madem bu kadar zekisin, söyle
bakalım bunu kim yaptı?
Neden birbirimize sorup duruyoruz
sanıyorsun?
Ne sonuca vardınız peki?
Sizi tuzağa düşürenin ben
olduğumu mu düşündünüz?
Bilmiyorum ama bunu biri yaptı.
Kimse yapmadı.
- Siz pislikler, bir mücevher
dükkanını - Bana pislik deme!
Siz aptallar bir mücevher
dükkanını Vahşi Batı şovuna çevirdiniz.
Şimdi de polisin neden geldiğini
soruyorsunuz?
Joseph nerede?
Bilmiyorum.
Onunla konuşmadım.
Dov'la konuştum.
Babamın buraya geldiğini ve
sinirden çılgına döndüğünü söyledi.
Sinirden çılgına mı dönmüş?
Sinirleneceğini söylemiştim.
Joe ne dedi?
Onunla konuşmadım dedim!
Tek bildiğim çok sinirli olduğu!
O ne olacak?
Tanrım, izin verin de nefes
alayım.
Bir kaç sorum olacak.
Ölen sen değilsin, o!
Pekala "Bay
Merhametli", birilerini ararım!
Kimi?
Lanet olası bir büyücüyü!
Kimi olabilir?
Tabii ki doktoru!
Onu hemen iyileştirir.
Kahverengi ve Mavi'ye ne oldu?
Kahverengi öldü.
Mavi'den haberimiz yok.
Kahverengi öldü mü?
Emin misin?
Eminim.
Gözlerimle gördüm.
Başından vuruldu.
Kimse Bay Mavi'ye ne olduğunu
bilmiyor mu?
Ya ölüdür ya da yaşıyordur.
Ya polisler onu yakalamıştır ya
da yakalamamıştır.
Bahsettiğiniz adam bu mu?
Onu neden dövüyorsunuz?
Belki bize tuzağı kimin kurduğunu
söyleyebilir.
Onu dövmeye devam ederseniz Chicago
yangınını çıkardığını da söyler!
Ama bu doğru olduğu anlamına
gelmez!
Haydi millet, biraz kafanızı
çalıştırın!
Pekala, önceliklere bakalım.
Taşlar kimde?
Lütfen biri iyiliğim için iyi
bir şeyler söylesin.
Çanta bende.
Çanta bende, tamam mı?
Buranın bir polis karakolu olmadığından
emin olana kadar sakladım.
Aferin.
Haydi gidip alalım.
Ama öncelikle dışarıdaki
arabalardan kurtulmamız gerekiyor.
Dışarısı çalıntı araba pazarı
gibi.
Pekala Blondie, burada kal ve bu
ikisine göz kulak ol.
Beyaz ve Pembe, her biriniz birer
araba alın.
Sizi izleyeceğim.
Arabalardan kurtulup taşları
alın.
Sizi izlerken, dostumuz için de bir
doktor çağıracağım.
Bu adamları onunla bırakamayız.
- Neden?
- Çünkü o psikopatın teki!
Joe'nun kızdığını düşünüyorsun
ama beni o pislikle aynı kefeye koyduğu için ona olan kızgınlığım onunkiyle karşılaştırılamaz
bile.
Nelere katlandığımı görüyor
musun Eddie?
Buraya gelip bu adamlara
oldukları yerde kalmalarını söyledim.
Bay Beyaz silahını çıkarıp suratıma
doğrulttu.
Bana pislik dedi ve kafamı hafaya
uçuracağını söyledi ve vs, vs, vs.
Ortalığın atış poligonuna dönmesi
onun suçu.
Sen neden sessiz kalıyorsun?
Söyle ona!
Dükkanda çılgına döndü ama şimdi
iyi görünüyor.
Aynen şöyle yaptı.
Bam!
Bam!
Bam!
Bam!
Evet, bam, bam, bam, bam, bam.
Onlara lanet olası alarma
dokunmamalarını söyledim ama dokundular!
Bunu yapmamış olsalardı hala
hayatta olacaklardı.
Kahramanım benim!
Sağ ol.
Yaptığın katliam için açıklaman
bu mu?
Ben alarmları sevmem Bay Beyaz.
Polisle kimin kalacağının ne önemi
var?
Gitmesine izin veremeyiz.
Hepimizi gördü.
Ben hiçbirinizi görmedim.
Kapa çeneni dostum!
Onu bagajdan çıkarmamalıydınız.
- Köstebeği bulmaya çalışıyorduk.
- Köstebek falan yok!
Şimdi beni dinleyin!
Blondie, burada kalıp bu ikisine
göz kulak ol!
Beyaz ve Pembe, siz benimle
gelin!
Eğer Joe dışarıdaki arabaları
görürse size kızdığı kadar bana da kızacak.
İyi.
Haydi gidelim.
Sonunda yalnız kaldık!
Biliyor musun Sanırım yanlış yere
park ettim.
Nerede kalmıştık?
Size tuzaktan falan haberim olmadığını
söyledim.
Ekibe gireli sadece sekiz ay
oldu.
Bana hiçbir şey anlatmıyorlar.
Kimse bana bir şey anlatmıyor.
İstersen bana işkence
yapabilirsin.
İşkence yapmak Bu iyi bir fikir.
Bu fikri beğendim.
Evet.
Patronun bile ortada bir tuzak
olmadığını söyledi!
Neyim?
Patronun.
Affedersin dostum.
Bir şeyi açıklığa kavuşturmak
istiyorum.
Benim patronum yok.
Kimse bana ne yapacağımı
söyleyemez.
Anladın mı?
Söylediklerimi duydun mu
aşağılık herif?
Tamam, tamam, tamam.
Patronun yok, tamam.
Şu pisliğe bak.
Bak, seni kandırmayacağım tamam
mı?
Neyi bilip neyi bilmediğin umurumda
değil.
Ama yine de sana işkence
yapacağım.
Ne olursa olsun.
Hiçbir bilgi alamayacak da olsam
bir polise işkence etmek bana çok eğlenceli geliyor.
İstediğini söyleyebilirsin çünkü
daha önce bunların hepsini duydum.
Tek yapabileceğin hızlı bir ölüm
için dua etmek.
Ama bu olmayacak.
Tanrım.
K-Billy'nin "70'lerin Süper
Şarkıları"nı hiç dinledin mi?
En sevdiğim programdır.
Joe Egan ve Gerry Rafferty "Tekerlek
hırsızları" adlı bir düet yaptılar.
Bu parçayı bestelediklerinde Nisan
1974'te K-Billy's in "70'lerin Süper Şarkıları"nın beş numarasına yerleşmişlerdi.
Kımıldama!
Kımıldama lanet olası!
Sen de benim kadar eğlendin mi?
Neler oluyor?
Bunu duydun mu?
Olduğun yerde kal.
Ben hemen dönerim.
Hayır!
Yapma!
Dur!
Yapma!
Dur!
- Ne?
Ne oldu?
- Bunu yapma!
- Lütfen yapma!
- Biraz yanacak.
Dur!
Dur!
Lütfen dur.
Yapma, dur.
Konuş benimle.
Yapma!
Lütfen.
Yapma!
Lütfen beni yakma!
Sana yalvarıyorum.
Sizin hakkınızda hiçbir şey
bilmiyorum!
Ağzımı bile açmayacağım!
Lütfen yapma!
- Bitti mi?
- Dur!
Bitti mi?
Lütfen.
Küçük bir çocuğum var.
Lütfen.
- Bitti mi?
- Yapma!
Yapma!
Biraz ateşlen bostan korkuluğu.
Lanet olsun!
Lanet olsun!
Adın ne?
Marvin.
Marvin ne?
Marvin Nash.
Beni dinle Marvin.
Ben Beni dinle Marvin Nash, ben
bir polisim.
Evet, biliyorum.
Biliyor musun?
Evet.
Adın Freddy bir şey.
Newendyke.
Freddy Newendyke.
Frankie Ferchetti bizi yaklaşık beş
ay önce tanıştırmıştı.
Hatırlamıyorum.
Ben hatırlıyorum.
Lanet olsun.
Freddy?
Freddy.
Freddy.
Nasıl görünüyorum?
Ne?
Ne?
Ne söyleyeceğimi bilmiyorum
Marvin.
Pislik!
Hasta herif!
Lanet olası aşağılık herif!
Marvin, dayanman gerek.
Yan binadaki polisler harekete geçmek
için bekliyorlar.
Ne için bekliyorlar?
O aşağılık herif suratımı
parçaladı ve kulağımı kesti!
Beni tanınmayacak hale soktu!
Canın cehenneme!
Canın cehenneme!
Ben burada ölüyorum!
Ölüyorum!
Joe Cabot gelene kadar harekete geçmeyecekler.
Ben onu yakalamak içeri sızdım.
Tamam mı?
İşte duydun.
Yolda olduğunu söylediler.
Şimdi saçmalamayı bırak Marvin.
Joe Cabot şu kapıdan içeri
girinceye kadar burada can çekişeceğiz.
Bay Turuncu.
İçeri girmiş birine merhaba de.
Cabot büyük bir iş yapıyor ve tahmin
et, takımına kimi istiyor?
Umarım bu da Freddy'nin şakalarından
biri değildir.
Şaka değil.
Girdim.
Adamın peşindeyim.
Yakışıklı Eddie, Joe'nun benimle
buluşmak istediğini söyledi.
Sadece evde oturup telefon
beklememi söyledi.
Üç gün telefon başında
bekledikten sonra nihayet dün gece aradı.
Joe'nun hazır olduğunu ve on beş
dakika içinde beni alacağını söyledi.
Seni kim aldı?
Yakışıklı.
Bir bara gidip - Hangi bar?
- Gardena'daki "Smokey
Pete"nin yeri.
Orada Joe ve Bay Beyaz'la
buluştum.
Sahte isimler kullanıyorlar.
Benimki de Bay Turuncu.
- Bay Turuncu mu?
- Bay Turuncu.
Pekala Bay Turuncu Bu pisliği
daha önce gördün mü?
- Kimi?
Bay Beyaz'ı mı?
Evet, Bay Turuncu, Bay Beyaz'ı.
Hayır, hiç tanıdık gelmedi.
O, Cabot'ın adamlarından biri
değil.
Şehir dışından olmalı.
- Joe onu çok iyi tanıyor.
- Nereden anladın?
Konuşmalarından çok iyi dost oldukları
anlaşılıyordu.
- İkiniz konuştunuz mu?
- Kim?
Ben ve Joe mu?
Bay Beyaz.
- Biraz.
- Ne hakkında konuştunuz?
- Brewers hakkında.
- Milwaukee Brewers mı?
Evet.
Bir önceki gece kazanmışlar.
Onları öldürmüş.
Güzel, adam Brewers taraftarıysa
Wisconsinlı olmalı.
Ve bahse girerim ki bu Bay
Beyaz'ın Milwaukee'de kaydı vardır.
Senden, adı silahlı soygunlara
karışmış Milwaukeelı tüm adamların listesini istiyorum.
- İyi iş.
- Sağ ol dostum.
Long Beach Mike'ın referansı
nasıldı?
Mükemmel.
Çok işime yaradı.
Onlara Long Beach Mike'la poker
oynadığımı söyledim.
Yakışıklı onu aradığında iyi
olduğumu söyledi.
İyi bir hırsız olduğumu ve ötmeyeceğimi
söyledi.
Harekete geçmeye hazırdım.
O iyi biri.
O olmasa içlerine sızamazdım.
Hayır.
Hayır, hayır, hayır, hayır.
Long Beach Mike senin arkadaşın
değil değil dostum.
Long Beach Mike bir yem.
Arkadaşlarını satıyor.
İyi bir adam nasıl böyle bir şey
yapar ki?
Ben onun icabına bakarım dostum.
Sen onu unut ve işi halletmeye
bak, tamam mı?
Tamamdır.
Tuvalet hikayesini mi kullandın?
- Tuvalet hikayesi de ne?
- Bir sahne.
Onu ezberle.
Bir ne?
Sivil bir polis, Marlon Brando
gibi olmalıdır.
Bu işi yapmak için harika bir
oyuncu olmalısın.
Doğal olmalısın.
Çok doğal olmalısın.
Çünkü iyi bir oyuncu değilsen kötü
bir oyuncusundur ve kötü oyuncuların bu işte yeri yoktur.
Bu ne?
Uyuşturucu işiyle ilgili eğlenceli
bir hikaye.
Ne?
İşi yaparken başına gelecek
komik şeyler dostum!
Lanet olsun!
Bütün bunları ezberlemem mi
gerekiyor?
- Burada dört sayfadan fazlası
var!
- Şaka gibi düşün.
Önemli olanları ezberle.
Gerisini uydurursun, tamam mı?
- Şaka yapabilirsin değil mi?
- Hayır.
Kendini Don Rickles yerine koy
ve şaka yap.
Önemli olan bütün detayları
hatırlaman.
Hikayeyi satan da detaylar
olacak.
Bu hikaye bir adamın odasında
geçiyor.
Bu yüzden adamın odasıyla ilgili
bütün detayları bilmen gerek.
Tuvalet kağıtları ya da el
kurutma makinaları olup olmadığını bilmelisin.
Tuvalet kapısı olup olmadığını
bilmelisin dostum.
Sıvı sabunları olup olmadığını
ya da lisede kullandıkları şu pembe pudradan olup olmadığını bilmek zorundasın.
Sıcak suları olup olmadığını, kokup
kokmadığını oda parfümü kullanıp kullanmadıkları bilmelisin.
Tuvaletle ilgili her detayı
bilmelisin.
Yapman gereken bütün detayları
alıp ezberlemek.
Bunu yaparken, bu hikayenin seninle
ilgili olduğunu ve olayları nasıl algıladığını da unutma.
Bunu yapmanın tek yolu sürekli,
sürekli, sürekli, sürekli tekrarlamak kardeşim.
1986'da Los Angeles'ta marihuana
kıtlığı vardı.
O sıralar çok da güvenilir olmayan
bir bağlantım vardı.
Santa Cruz'daki hipi bir kızla
bağlantı kurdum ve tüm dostlarım bunu biliyordu.
Beni arayıp "Merhaba
Freddy" Dostum mal alıyor musun?
Bana da biraz alır mısın?
" derlerdi.
İçtiğimi biliyorlardı ve kendim
için alırken onlar için de almamı istiyorlardı.
Ama ama ama Her ot alışımda dört
ya da beş kişiye birden alıyordum.
Sonunda "Lanet olsun!
Bu fahişe sayemde zengin olacak!
" dedim.
O, alanların yüzünü bile
görmüyordu.
Bütün işi ben yapıyordum.
Sonra işler çığırından çıktı.
İnsanlar sürekli beni
arıyorlardı.
Telefonlar yüzünden oturup bir
film bile izleyemez hale geldim.
"Bir daha ne zaman mal
alıyorsun?
" Lanet olası!
The Lost Boys'u izlemeye
çalışıyorum.
"Aldığımda sana haber
veririm!
" Sonra bu beyni bulanmış tipler, evime gelmeye başladılar.
Onlar hala benim dostlarım tabii.
Bütün mallar 60 Dolar'lık paketlerdeydi.
Onlar ise 60 değil, 10 Dolar'lık
istiyorlardı.
Paketleri bölmek kolay değildi.
10 Dolar'lık paketin ne kadar
olacağını bile bilmiyordum.
Bu çok garip bir durum.
86'daki kıtlığı hatırlıyor
musunuz?
Kimsede mal yoktu.
İnsanlar aylarca pipolarındaki
artıkları içti.
Bu piliçte çok mal vardı ve satmam
için bana yalvarıyordu.
Ona, artık satıcılık yapmayacağımı
ama çok yakın dostlarıma biraz satabileceğimi söyledim.
Ona hafta sonu yardım edersem karın%
%10'unu ve ayrıca kendim için de mal vereceğini söyledi.
O hafta sonu bir kutu mal
satacaktı ama tek başına gitmek istemiyordu.
Genellikle ağabeyiyle birlikte
giderdi ama onu içeri tıkmışlardı.
Hangi suçtan?
Trafik cezasını ödemediği için.
Yolunu kesip üzerinde faturaları
buldular ve onu götürdüler.
Bütün o otla tek başına ortalıkta
dolaşmak istemiyordu.
Bunu yapmak istemiyordum.
İçimde kötü bir his vardı ama bana
yalvarıp durdu.
Sonunda sıkılıp evet dedim.
Adamı almak için tren
istasyonuna gittik.
Üzerinizde otla istasyona satıcıyı
almaya mı gittiniz?
Adamın acilen ihtiyacı vardı.
Nedenini sorma.
Her neyse, tren istasyonuna
gidip adamı beklemeye başladık.
Otu şu küçük el çantalarından
birinde taşıyordum.
Tuvalete gitmem gerekti.
Ona tuvalete gittiğimi ve hemen
döneceğimi söyledim.
Tuvalete giderken bir de kimi
göreyim?
Dört Los Angeles şerifi ve bir
de Alman köpeği.
- Seni mi bekliyorlardı?
- Hayır, sadece konuşuyorlardı.
İçeri girdiğimde hepsi konuşmayı
bırakıp bana baktılar.
Çok zor dostum.
Gerçekten de çok zor bir durum.
Alman köpeği havlamaya başladı.
Bana havlıyordu.
Bana havladığı çok açıktı.
Her bir sinir ucum, tüm
duygularım, damarlarımdaki tüm kan oradan uzaklaşmam için bana haykırıyordu.
Bir anda panikledim.
Şok olmuştum.
Panik halinde orada
kalakalmıştım.
Şerifler bana bakıyordu ve kesinlikle
biliyorlardı.
Köpek kadar onlar da kokusunu
alıyordu.
Üzerimdeki kokuyu almışlardı.
Kapa çeneni!
Sonra silahımı çıkarıp adama
doğrulttum ve "Olduğun yerde kal!
" dedim.
Aptal herif suratıma baktı ve kafasıyla
onaylayarak "Biliyorum, biliyorum.
" dedi.
Bu sırada sağ elini torpido gözüne
doğru götürüyordu.
Ona bağırdım.
"Aşağılık herif, hemen kafanı
havaya uçuracağım!
Ellerini havaya kaldır!
" dedim.
Hala suratıma bakıp kafa sallıyordu.
"Biliyorum dostum,
biliyorum.
" dedi.
Bu arada eli hala torpido gözüne
doğru gidiyordu.
Ben de dedim ki; "Dostum,
ellerini hemen kaldırmazsan suratına ateş edeceğim!
" Sonra adamın seksi kız arkadaşı gelip "Chuck!
Chuck!
Ne yapıyorsun?
" Diye bağırmaya başladı.
"Polisin dediğini yap!
Ellerini havaya kaldır!
" dedi.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi
vazgeçip ellerini havaya kaldırdı.
- Elini neden torpidou gözüne
uzatıyordu ki?
- Ruhsatını almak için.
Dalga geçiyorsun!
Hayır!
Aptal adam, kafasını uçurmama ne
kadar az kaldığının farkında değildi.
Bu kadar kalmıştı dostum.
Aptal herif bu civarda dolaşıyor.
Bu durumun üstesinden nasıl
geleceğini biliyordun.
Altına işeyip, dalış yapar ve
yüzersin.
Bana Cabot'dan bahset.
Bilemiyorum.
Soğukkanlı biri.
Bilemiyorum, komik biri.
Komik bir adam.
Mükemmel dörtlüyü hatırlıyor
musun?
Evet, görünmez fahişe, alev ve
pislik.
Yaratık.
Lanet olası herif aynen yaratığa
benziyor.
- Evet?
- Gösteri zamanı!
Ceketini kap.
Dışarıda bekliyorum.
Hemen iniyorum.
Hemen iniyor.
Sakın korkma.
Bilmiyorlar.
Hiçbir şey bilmiyorlar.
Yaralanmayacaksın.
Sen bir polissin.
Söylediğin her kelimeye inanıyorlar
çünkü çok soğukkanlısın.
Bizimki gidiyor.
Gizli bir ajan olmak için kafayı
yemiş olmak gerek.
- Bunlardan ister misin?
- Evet, bana ayı pençesini ver.
Neden söz ettiğimi biliyorum.
Siyah kadınlar, beyaz kadınlar
gibi değildirler.
Aralarında küçük bir fark vardır.
Çok komik.
Ne demek istediğimi biliyorsun.
Beyaz fahişelerin katlandıkları
şeye, siyah fahişeler bir dakika bile katlanamazlar.
Bir sınırları vardır ve sen o
sınırı geçersen canına okurlar.
Bu konuda Pembe'ye katılıyorum.
Buna şahit oldum.
Pekala "Bay Uzman", eğer
bu doğruysa neden tanıdığım her zenci, karısına bir pislik gibi davranıyor?
Eminim ki halkın önünde kıçlarını
açan o zenciler evde, karılarının yanında kuzu gibi oluyorlar.
- Onlar değil.
- Evet, onlar da öyle.
Size bir hikaye anlatacağım.
Baba'nın kulüplerinden birinde, Eıois
isminde siyah bir kokteyl garsonu var.
- Elois mi?
- Evet, Elois.
E-Lois.
Ona Bayan E diyoruz.
Nereliydi?
Comptonlı mı?
Ladera Heightslı.
Ladera Heights.
Siyahların Beverly Hills'i.
Hayır, siyahların Beverly
Hills'i değil.
Siyahların Palos Verdes'i.
Her neyse, Bayan E, çok
büyüleyici bir kadındı.
Onu gören her erkek
büyüleniyordu.
Kime benziyordu biliyor musunuz?
Christie Love'a benziyordu.
Christie Love'ı hatırlıyor
musunuz?
Siyah bir kadın polisti ve her
zaman "Tutuklusun şekerim.
" derdi.
Christie Love'ı kim oynuyordu?
- Pam Grier.
- Hayır, Pam Grier değildi.
Pam Grier diğeriydi.
Pam Grier filmi yaptı.
Christie Love, Pam Grier'sız, bir
Pam Grier televizyon gösterisi gibiydi.
- Öyleyse Christie Love kimdi?
- Nereden bileyim?
Harika.
Beni çok aydınlattın.
Kim olduğu önemli değil.
Tıpkı Elois'a benziyordu.
Anne Francis.
Hayır.
O Honey West'ti.
- Anne Francis beyaz.
- Kapa çeneni.
Burada bir hikaye anlatmaya
çalışıyorum.
Tıpkı Eıois'a benziyordu.
Her neyse, bir gece kulübe girdim
ve içeride barmen Carlos vardı.
Eşcinseldi.
Benim bir arkadaşımdı.
Onai "Carlos, Bayan E bu
gece nerede?
" Diye sordum.
Bayan E, pisliğin tekiyle
evlenmişti.
Adam gerçek bir hayvandı.
Ona bir şeyler yapmıştı.
Ne gibi şeyler?
Ne yapmış olabilir ki?
Onu dövdü mü?
Ne yaptığını bilmiyorum.
Sadece bir şeyler yaptı, tamam
mı?
Her neyse, bir gece adama bütün
yaptıklarını ödetmiş.
Adamın iyice sarhoş olmasını
beklemiş.
Adam kanepede uyuyakalınca onu
sessizce soyup, penisine tutkal sürmüş ve adamın karnına yapıştırmış!
- Olamaz!
- Aman Tanrım!
Ciddiyim dostum.
Çok ciddiyim.
Bıçakla ayırması için doktor
çağırmak zorunda kalmışlar!
Utancından yerin dibine girmemiş
mi?
Amuda kalkarak işemek zorunda
kalsaydın, nasıl hissederdin?
Şakalaşıp eğlenmeyi çok
seviyorsunuz değil mi?
Liseli kızlar gibi
kıkırdıyorsunuz.
Size bir fıkra anlatayım.
5 adam, San Quentin'de
hapishanede, oraya nasıl geldiklerini düşünüyorlar.
"Nerede hata yaptık?
Ne yapmalıydık?
Neyi yapmadık?
Senin hatan, benim hatam, onun
hatası.
" Şeklinde konuşuyorlar.
Sonunda birinin aklına bir fikir
geliyor.
"Durun bir dakika bu işi
planlarken tek yaptığımız, oturup şakalaşmak oldu.
" Mesaj alındı mı?
Dostlarım, size kızmak istemem.
Bu iş bittiğinde ve başarılı
olacağımıza inandığımda Hawai Adaları'na gideriz ve hep birlikte gülüp
eğleniriz.
Orada benim farklı bir
karakterimi görürsünüz.
Ama şu an, bir işin ortasındayız.
Eddie ve ben hariç herkes bu
işte takma isim kullanacak.
Ne olursa olsun, hiçbirinizin birbirinize
gerçek isimlerinizle hitap etmesini istemiyorum.
Ve kimsenin, kimliği hakkında konuşmasını
istemiyorum.
Buna; nereli olduğunuz,
karınızın ismi, nerede zaman geçirdiğiniz ve Petersburg'da hangi bankayı
soyduğunuz da dahil.
Eğer konuşmak zorunda kalırsanız
sadece yapacağınız şeyi konuşun.
Bu, işi kolaylaştırır.
İşte isimleriniz.
Bay Kahverengi.
Bay Beyaz.
Bay Sarışın.
Bay Mavi.
Bay Turuncu.
- Ve Bay Pembe.
- Neden ben Bay Pembe oluyorum?
Çünkü sen bir homosun!
- Neden renklerimizi kendimiz
seçemiyoruz?
- Olmaz.
Olmaz.
Bunu daha önce denedim, işe
yaramıyor.
Sonuçta herkes Bay Siyah olmak
için dövüşmeye başladı.
Hiçbiri birbirini tanımadığı
için kimse birbirine yardım etmek istemedi.
Olmaz.
Ben seçiyorum ve sen Bay
Pembe'sin.
Bay Sarı olmadığına şükret.
Evet ama Bay Kahverengi, Bay
Pislik'e çok yakın.
Bay Pembe, Bay Kedi gibi duruyor.
Ya Bay Mor?
Bu kulağa hoş geliyor.
Ben Bay Mor olurum.
Sen Bay Mor değilsin.
Başka bir işte başka biri Bay
Mor'u kullanıyor.
Sen Bay Pembe'sin!
İsminin ne olduğu kimin umrunda?
Senin için söylemesi kolay.
Sen Bay Beyaz'sın.
İsmin kulağa çok hoş geliyor.
Bay Pembe olmak senin için sorun
değilse değiştirmek ister misin?
Kimse ismini değiştirmiyor.
Bu lanet olası bir şehir konsey
toplantısı değil!
Şimdi, beni dinle Bay Pembe.
Bu işte iki seçeneğin var.
Ya varsın ua da yoksun.
Ne diyorsun Bay Pembe?
Tanrım, Joe.
Unut gitsin.
Sadece bana yakışmadı.
Tamam, ben Bay Pembe'yim, haydi
devam edelim.
Canım ne zaman isterse o zaman
devam ederim.
Hepiniz anladınız mı?
Beni o kadar kızdırıyorsunuz ki güçlükle
konuşabiliyorum.
Haydi işe koyulalım.
Tekrar edelim.
Sen nerede olacaksın?
Dışarıda kapıyı gözetleyeceğim.
Kimsenin girip çıkmasına izin
vermeyeceğim.
- Bay Kahverengi?
- Bay Kahverengi arabada
bekleyecek.
Yolun karşısında park edecek.
İşaret verdiğimde ön tarafa
gelecek.
Bay Sarışın ve Bay Mavi?
Kalabalık kontrolü.
Müşteri ve çalışanlarla
ilgilenecekler.
- Şu kızın poposu?
- Kucağımda oturacak.
Ben ve Bay Pembe?
Siz, müdürü arkaya götürüp, ondan
elmasları alacaksınız.
O taşlar için orada olacağız.
Vitrinleri kırmayacağımız için
de alarmlar çalmayacak.
İki dakika içinde çıkacağız.
Bir saniye bile fazla
kalmayacağız.
Ya müdür, elmasları size
vermezse?
Konu böyle bir dükkan olduğunda,
kapana kısılırlar.
Sana karşı direnemezler.
Kendini Charles Bronson sanan
bir müşteri ya da çalışanla karşılaşırsan silahınla burnunu dağıt.
Bu onları yere düşürür ve herkes
havaya sıçrar.
O da burnundan kanlar fışkırarak
ve bağırarak yere düşer.
Bu herkesi çıldırtır.
Sonra kimse tek bir laf edemez.
O sırada seninle konuşmaya çalışan
bir fahişe olabilir.
Ona, onun da burnunu
dağıtacakmışsın gibi bir bakış fırlat.
Çenesini kapadığını göreceksin.
Müdürler daha farklıdır.
Müdürler seni aldatmayı daha iyi
bilirler.
Böyle bir şey olursa muhtemelen
kendini kovboy sanacaktır.
Onu iki parçaya ayırman gerekir.
Öğrenmek istediğin bir şeyi
söylemezse parmaklarından birini kes.
Küçük olanı kes ve sıradakinin
baş parmağı olduğunu söyle.
Bu aşamadan sonra sana kadın iç çamaşırı
giydiğini bile söyleyecektir.
Ben acıktım.
Gidip taco yiyelim.
Haydi!
Lanet olsun!
Tanrım!
Kör oldum dostum.
- Kör oldum.
- Kör olmadın.
Sadece gözlerine kan girdi.
Öldü mü?
Öldü mü, ölmedi mi?
Gidelim.
Dur!
Dur!
Arabadan in!
Üzgünüm!
Üzgünüm Larry!
Beni vurduğuna inanamıyorum!
Bu kimin aklına gelirdi?
Şu saçmalığı hemen kes!
Yaralandın.
Çok kötü yaralandın ama
ölmüyorsun!
Bu kanlar beni çok korkutuyor
Larry.
Öleceğim, biliyorum!
Ne oldu?
Polisin yüzünü dağıttı, kulağını
kesti ve onu canlı canlı yakacaktı.
Ne?
Duymadım.
Dedim ki Sarışın çıldırdı.
Polisin yüzünü dağıttı, kulağını
kesti ve onu canlı canlı yakacaktı.
Bu polisin mi?
Bu şekilde mi çılgına döndü?
Daha mı iyiydi, daha mı kötüydü?
Eddie, ortalığı ateşe verecekti.
Polisi ve beni öldürecekti.
Buraya girdiğinizde sizi de
öldürüp elmasları alıp kaçacaktı.
Ben sana ne söyledim?
O hasta herif, psikopatın teki!
Polisi öldürmeseydin ona
sorabilirdin.
Onu parçalarken, yapacaklarından
söz ediyordu.
Buna inanmıyorum.
Bu çok saçma.
Bana çok anlamlı geliyor.
Sen orada değildin Eddie.
Nasıl davrandığını görmedin.
Biz gördük.
Kulağını kestiği doğru.
Konuşmama izin verin çünkü bunun
artık kafamda netleşmesini istiyorum.
Bay Sarışın'ın seni ve biz geri
döndüğümüzde bizi de öldürüp, elmasları alıp kaçacağını mı söylüyorsun?
Doğru söyledim değil mi?
Bize söylediğim bu, değil mi?
Annemin ruhu üstüne yemin ederim
ki böyle oldu.
Az önce öldürdüğün adam hapisten
yeni çıkmıştı.
Çalıntı mallarla dolu bir depoda
yakalanmıştı.
Çıkıp gidebilirdi.
Tek yapması gereken babamın
ismini vermekti ama çenesini kapalı tuttu.
Erkekliğini gösterip, cezasına
razı oldu.
Bizim için dört yılını hapiste
geçirdi.
Bay Turuncu, bana babam için
dört yıl hapiste yatan ona tüm yaptıklarına rağmen, bizi dört yıl boyunca yarı
yolda bırakmayan ve hapisten yeni çıkmış olan dostumun bizi dolandırmaya kalkacak
kadar aşağılık olabileceğini mi söylüyorsun?
Neden bana gerçekten neler
olduğunu anlatmıyorsun?
Ne için?
Daha fazla saçmalamış olur.
Bu adam bizi tuzağa düşürdü.
Baba, üzgünüm ama neler olduğunu
bilmiyorum.
Sorun değil Eddie.
Ben biliyorum.
Sen neden söz ediyorsun?
Bu pislik LAPD ile çalışıyor!
Joe neden söz ettiğin hakkında en
ufak bir fikrim yok!
Joe, Joe bildiğini sandığın şey
yanlış!
Adım gibi eminim.
Joe, bu konuda bana güven.
Hata yapıyorsun.
O iyi biri.
Kızgın oluşunu anlıyorum.
Hepimiz şaşırdık ama yanlış
şeyin peşindesin.
Ben bu adamı tanıyorum.
O öyle bir şey yapmaz.
Hiçbir şey bilmiyorsun!
Polislere haber verdi ve Bay
Kahverengi'yle Bay Mavi'yi öldürttü!
- Bay Mavi öldü mü?
- Dillinger kadar ölü.
Bütün bunları nereden biliyorsun?
Yüzde yüz güvenmediğim tek adam
oydu.
% % % 100 emin olmamama rağmen
onu bu işe verdiğim için kafayı yemiş olmalıyım.
- Kanıtın bu mu?
- İç güdülerin olduğunda kanıta
ihtiyacın yoktur.
Daha önce bunu görmezden geldim
ama artık öyle yapmayacağım.
Sen aklını mı kaçırdın?
Korkunç bir hata yapıyorsun.
Bunu yapmana izin vermeyeceğim.
Haydi çocuklar, kimse böyle
olmasını istemiyor!
Profesyonelce davranmamız
gerekiyor!
Larry bak, seninle uzun zamandır
çalışıyoruz.
Buna gerek yok dostum.
Haydi silahlarımızı indirelim ve
konuşmayı deneyelim.
Joe, o adamı öldürürsen sıradaki
sen olursun.
O adamı öldürürsen sıradaki sen
olursun Larry, biz arkadaşız ve babama saygı duyuyorsun.
Ben de sana saygı duyuyorum ama kurşunlarımı
kalbine boşaltırım.
O lanet olası silahı hemen indir!
Canın cehenneme Joe.
Beni bunu yapmaya zorlama.
Larry, silahını babama doğrultmayı
bırak!
Üzgünüm evlat.
Görünüşe bakılırsa bir süre
burada bekleyeceğiz.
Ben polisim Larry.
Üzgünüm.
Çok üzgünüm.
Ben polisim.
Üzgünüm, üzgünüm Larry.
Çok üzgünüm.
Çok Olduğun yerde kal!
Silahını at dostum!
- Hemen!
- Silahını indir!
- Yapma!
- Silahını at dostum!
- Yapma!
- Lanet olası silahı at!
Yoksa seni vururuz!
||
Ro. Go. Pa. G. (VV. DD. , 1963)
25500||6868478||Kendilerini dünyanın sonunun eğlenceli başlangıcını
anlatmakla sınırlandırmış dört yazardan dört hikaye.
Modern insan çoğunlukla
açıklanamaz bir ızdırabın altında ezilir, günlük problemlerle kendi bilinçsiz
aklının önerdiği kurtarıcının yardımıyla yüzleşmeye çalışır.
Bu kurtarıcı onu zamanında
koruyan ve besleyen anne rahminden başka birşey değildir.
Kişiliğini kaybeden bu insan
için aşk bile, koruyucu rahmi bulma yolunda acıklı bir arayıştır.
İnişe geçiyoruz.
Bayanlar ve baylar, Bangkok, Don
Muang havaalanına iniyoruz.
Ne harika bir pagoda!
(Pagoda: Budist tapınağı) Yarın fotoğraflarını
çekmeliyim.
Zamanın olacak, aşağı yukarı iki
aylığına Sidney ve Tokyo arasında olacağız.
Ah, sen miydin?
Hala hazır değil misin?
Şehirde bir tur atacağız.
Gelip bizimle bir tur at.
Hayır, burada kalıp erkek arkadaşıma
mektup yazmalıyım.
Daha sonra yaz.
Bizimle gel.
Eğleniriz.
- Burada kalmayı tercih ederim.
- Nasıl istersen.
Bana bir iyilik yapar mısın?
- Biraz film çeker misin?
- Nasıl çekiliyor?
Oldukça kolay, buradan bak.
Bunu gördün mü?
Buraya bas.
Beni çekebiliyor musun?
Bu kadar yeter mi?
Hayır, biraz daha lütfen.
Bu kadar yeter.
Teşekkürler.
Neyi, kimi görürsem herşeyin görüntüsünü
çekerim.
Şimdi de sen, pencerenin yanına
geç.
Nasıl göründüğüne bakayım.
Bekle bir dakika.
Tanıştığım herkesin fotoğrafını
çekerim.
Bu şekilde, ben uzaktayken sevgilim
hayatımı görebiliyor.
- Ya benim çektiklerim?
- Bunu ona göndereceğim.
- Ya o?
- Neredeyse her gün bana yazıyor.
- O da kendisi hakkında filmler
gönderiyor mu?
- Evet, onu görmek ister misin?
İşte o.
- Biraz daha zayıflaması
gerektiğini düşünmüyor musun?
- Onu şişman mı buluyorsun?
Onu seviyorum.
Çok yakışıklı.
Fena değil, ama biraz iri.
Onu görmeme izin ver!
Hayır, istemiyorum.
Ona her şeyi anlatıyor musun?
- Ne iş yapıyor?
- O bir avukat.
Babası bir yargıç.
Birbirleriyle geçinemedikleri için
devlet işini tercih etmedi.
- Güneyli mi?
- Evet, Kalabriyalı.
Bu Caputi ve Fambri olmalı, aşağı
geldiğimi söyle.
Tokyo için kalkış anonsu.
Yolcuların uçağa binmeleri rica
olunur.
Bayanlar ve baylar.
Belirttiğimiz gibi, 9800 metre yükseklikte
uçuyoruz.
Basınçlandırma sistemi çökerse önünüzdeki
bölme otomatik olarak açılır.
Ve oksijen maskesini
ayırdığınıza, burası bağlı kalır, düzenli nefes almak için yüzünüze bastırın.
Oksijen sağlanırken, sigara içmeyin.
Teşekkür ederim.
Hayır, teşekkürler.
Başka bir şey ister misiniz?
Susadım.
Ne istersiniz?
- Hayır, pek sanmıyorum.
- Farklı bir şey mi?
- İyi fikir.
- Portakal suyu?
Hayır, ne istediğimi biliyorum,
bira.
- Rheingold birası.
- Evet, bira.
Bir bira.
- Nedir o?
- Bira.
Ben, bir Rheingold birası
istedim, Rheingold birasını biliyor musun?
Haklısınız, özür dilerim.
Hemen değiştiririm.
Şu yolcu Rheingold istiyor.
Bizde var mı?
Hayır.
Boşver, ben idare ederim.
Üzgünüm ama Rheingold'umuz yok, Buyurun
şarap listemiz.
Bana, buzsuz, biraz su ile duble
viski ver.
Emniyet kemerleri - İniyor muyuz?
- Hayır, bir rüzgar var.
Senin gibi bir kızın Rheingold
birasını bilmemesi garip.
İçki içmem.
- Rheingold'u bilmesi gereken bir
tipsin.
- Neden ?
Açıklayım.
Biz, ABD'de her yıl, evlenmek
isteyen her delikanlı ve annesi ideal kızı Rheingold biraya göre seçeriz.
Bugünün kahramanı kayak
yapabilen, yüzebilen, gezip tozabilen ama aynı zamanda evde duran kişidir.
Karmaşık yemekleri değil,
hamburger ve sosisli sandviç yapmayı becerendir.
Araba sürebilen ve belki de araba
yıkamaya yardım edebilendir.
- İlginç.
- Senin gibi biri Rheingold için
ideal olurdu.
Ben araba yıkamam.
Biraz şampanya ister misiniz?
Kendimi toplamak için bir şeye ihtiyacım
var, neden biliyor musun?
Bu Doğu felsefesi seni deli
ediyor.
Bu insanları anlayıp, temsil ettiğim
televizyonu düzenlemek için deli gibi bu ülkelerde dolaşıyorum.
Buradaki milyonlarca insanın kültürel
standartları yok, burası az gelişmiş bir dünya.
Televizyon yararlı olabilirdi,
ama geri kalmışlar, geleneklerine göre yaşıyorlar.
Onları anlamıyorum.
Programlarımızı biliyor musun?
Hangisini tercih edersin?
Hatırlamıyorum, ben çalışıyorum The
Perry Como Show, I Love Lucy, Perry Mason?
- Hepsi de muhteşem!
- Evet, harikalar, afedersiniz.
Bayanlar ve baylar, Bangkok Don
Muang havaalanına iniyoruz.
Lütfen motorlar durdurulana
kadar yerinizden kalkmayın.
Teşekkürler.
Biraz daha ver.
Ben tamam diyene kadar.
Bunlar kim?
Alitalia personeli.
Onları duymuşsunuzdur.
Burada mı kalıyorlar?
Evet.
Ayda bir rota değiştirirler.
Teşekkürler.
- Ben yatmaya gidiyorum.
- Bekle, biz de geliyoruz.
Çılgın, ben buyum.
Büyük çılgın bir aptal.
Kahrolası bir aptal!
Balık yakalamak için kancaya yem
takmalısın.
Altı kural var: başkalarının sorunlarına
ilgi duy Ben bunu yapmadım.
Gülümse.
Gülümsemedim.
PBir erkek veya kadın için kendi
adını duymaktan daha tatlısı yoktur.
Ona adının ne olduğunu sormadım.
Dinlemeyi öğren, başkalarının kendileri
hakkında konuşmasına izin ver.
Ben her zaman kendimden
bahsettim.
Muhatabınla etkileşime geçmeyi öğren.
Ne söylediğimi anlamadı.
Önemli olduklarına inandırmak için
başkalarına yardım et.
Yaptım mı?
Sanırım yaptım.
Ama işe yaramadı.
Şimdi bizi nereye getirdin?
Yüzen pazar demiştin.
- Biraz daha kımıldayamam.
- Biraz açılın.
Tanrım kokuya bak!
Ne yapıyorsunuz?
Geliyor musunuz, gelmiyor
musunuz?
Bak, yorgunuz, geri dönüyoruz.
Seni bir daha göremeyeceğim diye
korkuyordum.
Bu şeyi çok iyi kullanıyorsun.
Çok zor değil.
Belki de senin için kolay, Rheingold
kızı her şeyi yapar.
Her zaman yanlış yapıyorum.
Netliğimi mi kaybediyorum?
Hayır, ama seninkine bir bakayım.
Harika bir kamera, çok parlak
lensleri var.
Ne filmi kullanıyorsun?
- Benimkiyle aynı.
- Bana neler oluyor?
Bilmiyorum.
İşte.
Bakalım İşte, oraya bak.
- Böyle mi?
- Bakalım.
Öyle değil, bu ışıkta 16.
diyafram gerekir.
İşte bu kadar.
Şimdi dene.
Dene, görüntüle İşte şu deve bak.
Dikkat et.
Sonsuzluk optiğini ayarla.
Bekle bir dakika!
Bu arada, adın ne?
Anna Maria Güzel bir isim.
Geç oldu.
Gitmeliyim.
Hoşçakal.
Otele mi gidiyorsun?
Hangisi?
Ne tesadüf!
Ben de oradayım.
Seni götüreyim.
Hayır, arkadaşlarım burada
bekliyor, teşekkürler, hoşçakal.
- Çekebilir miyim?
- Eğer istiyorsan Gerçekten
gitmeliyim, geç oldu.
Garson, bir bira daha.
- Nereye gidiyorsun?
- Yatmaya.
- Biraz daha kal.
- Bira sipariş etmemiş miydin?
Önemli değil.
Benden ne istiyorsun?
- Tüm kadınlar aynıdır, Marianna.
- Yeni mi öğrendin?
Her neyse, benim adım Annamaria.
Umurumda değil.
İkisi de aynı.
Hayır, lütfen beni affet.
Ne yapıyorsun?
Belki çok fazla içtim, beni
affedecek misin?
Evet, ama o zaman gitmeme izin
vermelisin.
Önce beni affettiğini söyle.
Tamam.
Seni affediyorum.
Eğer affedildiysem, neden
gidiyorsun?
Çünkü yorgunum, uykum var ve
uyumak istiyorum.
O zaman eşarbını bana bırak.
Al!
Seni sevdiğimi anlamıyor musun?
Ne dediğini bilmiyorsun, lütfen
beni rahat bırak.
Sana aşığım Maria Bırak beni!
Lütfen rahat bırak beni!
Bırak beni!
Kalkmaya çalış, hadi.
Uslu dur, sakin ol.
Sessiz ol, herkesi
uyandıracaksın.
Hadi, uslu ol.
Kalkmayı dene, hadi.
İşte böyle, aferin.
Sana yardım edeyim.
Yüzünü yıkamalısın.
İşte böyle, iyi çocuk Uslu dur Uslu
dur Ceketini çıkar.
İşte böyle Ellerimi bırak Tamam,
seni affediyorum, ama sakin ol.
Yarın görüşürüz, git yat.
Bunu yarın konuşuruz, uslu bir
çocuk olmaya devam et.
Ne yapıyorsun?
Kalk hadi.
Yardımına ihtiyacım var.
Kendimi çok kötü hissediyorum.
Bana yardım et.
Gürültü yapma, herkesi
uyandıracaksın.
Tamam, sana yardım edeceğim,
sakin ol.
Sana yardım edeceğim.
- Nasıl hissediyorsun?
Daha iyi mi?
- Çok daha iyi.
İşte böyle, sabit dur.
Burada kalacağım, uyumayı dene.
Dinlen biraz.
Gitmeyeceğim, burada kalacağım.
Şunun yüzüne bak!
Ne yapıyorsun?
Bırak bakayım, yoksa anlayamam.
Şimdi git.
Haydi, çabuk.
Kokuşmuş domuz!
İşte, bitti.
Bu şey nasıl durdurulur?
Bitti!
Carlo!
- Gel.
- Onu gördün mü?
- Tekrar görmek ister misin?
- Hayır, bu kadar yeter.
Bu Amerikalının bir psikopat olduğunu
hemen fark ettim.
Ben ona "pis fikirli"
derdim.
Psikopatların çeşitli türleri
vardır, sen kendi kendinesin.
Bu Joe ise Domuz!
Hayır, Joe'dan bahsediyorum.
Bitirmeme izin verir misin?
Anladığım kadarıyla, bu Joe
isimleri karman çorman etmiş, belirgin değil.
Az ama kesin bir belirti var.
Sonra eşarp var, adam tipik bir
fetişist.
Sonra; arabası, bir omzunun
diğerinden daha düşük olması, davranışları, Rheingold kızı, ağlaması, şiddeti.
Kısacası, tanı kesin Oidipus
Kompleksi olan bir psikopat.
- Bir seks manyağı mı?
- Evet, orijinalini elde etmek -
yerine film izlemeyi tercih ediyor.
- Muhtemelen tam şu anda.
Doğal olarak, sarhoş olup
ağlayacak, hiç şüphesiz kendi tekniği var.
- Onu öpebilir!
- Yoksa onu ellerimle bile
boğarım.
Amerika ve İngiltere tuhaf
manyaklarla dolu.
Hatta aramızda bile varlar!
Arkadaşları onu korumaya almak
zorunda.
- Yoksa - Ama hayır!
Asla böyle bir şey yapmaz!
Böyle bir şey yapmak yerine
ölmeyi tercih eder.
Ne yapacağım ben?
- Bir şey yapabilir misin?
- Sanırım evet.
Hala zamanımız var - Ahlaki mi?
- Tabii ki ahlaki!
Bana bir şans verirsen,
anlatacağım.
Şimdi; o, Amerikalı utangaçlığı,
temizliği, dürüstlüğü, anaçlığı yüzünden Annamaria'ya aşık olmuş Açıkçası,
hosteslik işi buna kesinlikle katkıda bulunmuş.
Şefkat, koruyucu güvenlik.
- Büyükelçiden yardım
isteyebiliriz.
- Neden B.
M'ye başvurmayalım?
!
Burada; Annamaria görünüşünü değiştirip,
saç şeklini ve saç rengini değiştirirse, ve kıvrımlarını gösteren sıkı elbiseler
giyerse, anladın mı?
Vücuduyla gösteriş yapmak mı?
Asla!
- Ama kesinlikle, bu çok önemli.
- Yani!
Zavallı kız, çok çekingen, çok
nazik her şeyden önce seninle olması bir suç değil Ama iffetli görünümünü, fiyakalı
anaçlığını kaybederse - O zaman onu terk ederim!
- Joe korkup toz olacaktır.
Sence adamı Annamaria'nın saflığı
mı çekti?
Evet, tıpkı senin gibi!
Annamaria!
Ne yaptın sen?
Hep aynı yüzden bıkmıştım, hepsi
bu!
- Daha iyi görünüyorsun!
- Çok güzel görünüyorsun, gerçekten.
Söyle, saklanıp ne yapıyorsun?
Bir dakika.
Kız kayışı koparmış.
Kalabriyalı nişanlısı onu, böyle
görünce ne olacak?
Nasılsın, Joe?
Bir sigara alabilir miyim?
Bu gün hava sıcak, değil mi?
Bir içki ister misin?
Dansa ne dersin?
- Ne yaptın?
- Sana sonra söylerim.
Yanımda kal lütfen.
Ben bir aptalım.
Sen de bir fahişesin.
Bu absürd hikaye; belki de çoktan
başlamış olan, absürd ve öngörülemez olan atom çağının sonuçlarını
anlatmaktadır.
Bunlar kimsenin farkına varmadan
anladığı etkilerdir.
Korkunç galeyanlar insanları sinsice
dönüştürüp birdenbire bizi de kirletmiş olabilir.
Kaçınılmaz olarak bizi yok
edecek, küçük değişiklikler olacak.
Şehir değişmedi, ama Alessandra
değişti.
Ve ben bunu henüz bilmiyordum.
Korku dolu bir yıl olmuştu, insanlar
korkuya dair en yoğun duyguları yaşadılar.
Yeryüzünde bir adım yok.
Karada ve denizde, beklenmedik, harika
ve sıradışı pek çok olay yaşandı.
Ama ikinci kez düşününce şehir
değişmişti.
Ve ben bunu fark etmemiştim.
Değişikliği fark etmem tabii ki
zaman alacaktı.
Ama basitlik ve mantık hala önemli
bir şeyse, gerçekleri basit ve mantıklı bir sırayla anlatalım.
Alessandra'yı deliler gibi
sevdim.
Onunla birkaç ay önce
tanışmıştım.
Bu tanışmadan sonra, tutkum
ölümcül oldu.
Bütün tatlılığına rağmen, Alessandra
bir süre bana karşı koydu.
Nihayet, Kasım sonunda bir
akşam, dondurucu soğuk bir rüzgar vardı, o akşam sakin bir sesle, Alessandra
beni sevdiğini itiraf etti.
Günlerdir gözümü kırpmamıştım.
O akşam, iki gün süren derin bir
uykuya daldım.
PARİS'İN 120,000 METRE ÜZERİNDE BÜYÜK
BİR ATOMİK PATLAMA Bu kötü haberden sonra, korku ve panik içinde Alessandra'ya
telefon ettim.
Ama o sakindi ve on beş dakika içinde
buluşmaya karar verdik.
Bütün sabah onu bekledim.
Ona tekrar telefon ettim, ama o
havuza gitmişti.
Yavaş yavaş kıskanç biri oldum, aklımın
nasıl durduğunu açıkçası şimdi anlıyorum.
Bunun tüm dünyanın sonu olduğunu
anlamış olmam gerekirdi.
Sessizce eve gittik.
Akşam yemeğini hazırlarken sakin
görünüyordu.
Bir şey onu değiştirmişti.
Ama ayrılmadan önce beni gerçekten
sevmemesinin, nedenini bilmek isterdim.
Sence bu normal görünüyor mu?
İstersen biraz Coca Cola var.
Neden gelmediğini bana söylemeyecek
misin?
Gelmedim mi?
Hayır, gelmedin.
Gerçekten, Alessandra, neler
oluyor, anlamıyorum.
Neler oluyor?
Ben, sana soruyorum.
Sana, anlamıyorum diyorum.
Bir şey söyleyebilirsin.
İstersen biraz Coca Cola var.
Neden gelmediğini bana söylemeyecek
misin?
Sana, havuza gittiğimi
söylemiştim.
Ama söylemedin.
Bilmiyordum.
Neyi bilmiyordun?
Randevuyu mu havuzu mu?
Neyi bilmiyordum?
Ben de bunu söylüyorum.
Evet, sen de bunu söylüyorsun.
Neler oluyor?
Çıldırdın mı?
Canını acıtmak istemedim.
Canımı acıttın.
Artık beni neden sevmiyorsun?
Seni eskiden seviyordum.
Havuz başındaki adam kimdi?
Kollarımdan tutan mı?
Tanımıyorum, onu daha önce hiç
görmedim.
Yarın sabah meşgul müsün?
Hayır, işim yok.
O zaman burada kalır mısın?
Kesinlikle.
Neden "kesinlikle"?
Başka birisi "elbette"
der.
Elbette mi?
Bu ne anlama geliyor?
Açık, mantıklı.
Mantıklı?
Bu ne anlama geliyor?
Ya sen Benim için eski aşkını hissediyor
musun?
Evet.
Alessandra yine benimle oldu, yakın
ve çekici.
Benim için önemli olan da buydu.
Ve bu yüzden her şeyi sonraki gün
açıklamaya karar verdim.
Bu yüzden Alessandra'nın
mahmurluğundan yararlanarak bazı meseleleri düzenlemek için erkenden dışarı
çıktım ve geri dönüp yanına uzandım.
Ve bu şehrin nasıl değiştiğini fark
ettim.
Ama Alessandra'yı ne
değiştirmişti, patlamaya ne neden olmuştu, ne kadar zarar meydana gelmişti, tam
olarak fark etmemiştim.
Şehre, caddelere, kafelere garip
bir şey dokunmuştu.
İnsanlar gizemli bir histeri tarafından
ele geçirilmişti.
Büyük miktarda ilaç tüketmeleri kesinlikle
zararlı olmuştu.
Her şey aynı kalmış gibi görünüyor
olsa bile karanlık ve korkunç bir hastalığın yavaş yavaş insan aklını bozduğu o
kadar belliydi ki.
Sevdiğim kişide, her ahlaki anlam
aniden gitmişti, ya da daha kötüsü, son insanda var olan özgürlük duygusu yok
olmuştu.
Kalkalı çok oldu mu?
Kesinlikle.
- Yapman gereken bir şey var mı?
- Evet, dışarı çıkmam gerek.
Dün gece yok demiştin ATOMİK
PATLAMADAN SONRA TEHLİKE YOK Nereye gidiyorsun?
Havuza mı?
Hayır, bugün gitmiyorum.
Birlikte öğle yemeği yiyelim mi?
Ne arıyorsun?
Rujumu.
Gelecek misin?
Bilmiyorum.
Ama önceden evet demiştin.
Ne yapacaksın?
Elisabetta'yı görmem lazım.
Sana inanmıyorum.
Onu ara, anlarsın.
Merhaba Elisabetta, bir dakika, Alessandra
burada.
Operada mı?
Belki, tamam.
Daha sonra birlikte yemek
yiyebilir miyiz?
Ne?
O gelecek ama geleceğini bile
bilmiyor mu?
Hoşçakal, görüşürüz.
Evet eski aşkım.
Ve şimdi iyi bir haber.
Her şey, hiçbir şeyin
değişmediğini umut etmemize yol açıyor.
Bilgi bir sonraki bültenimizde verilecektir.
Yeni bir Dünya kuruldu.
Ve bir mucize beni kurtardı.
Ama korkunç mekaniklikten mantığın
ölümüyle kirlenmiş olabilirim.
Bu yüzden bu deftere bu sözleri
yazdım.
Bir gün, özgürlüğün dünyasının sonunu
merak edenler bunları okumuş olacaklar.
Lanet olsun.
Ateşin mi var?
Stracci, işin bitti.
Evet, elbette.
Dün gece dışarıda yattım.
Beni çöpçü uyandırdı.
O zaman yemek yemiyor musun?
Yemiyor muyum?
Evet.
Öğle yemeğini saklasan iyi olur,
yoksa ben de yerim.
Ne dedin sen?
Bu bana karın ve çocuklarının yemeğe
gelişini hatırlattı.
Kim bilir, aziz bana yardımcı
olur.
Bu gün burada seçeneğin bol.
Tüm bu azizlerle etraf müze gibi.
Azizler ile ilgili yanlış bir
şey mi var?
Beslemek için köpeği Tanrı'dan
çalan, Aziz Sly var.
Nasıl yiyor baksana: havyar, biftek
Azizler, Son Akşam Yemeği'nin hepsini yediniz mi?
Ben yoksul ve aç bir adamım.
Hiç birşey bırakmadınız mı?
Hepsini yediniz mi?
Kapa çeneni, yoksa seni aforoz
ederim.
Taç.
Taç!
Herkes yerlerine!
Hazırız!
Kayıt!
Bunu değil!
Sen, haçın dibinde doğranmış insanlardan
daha kötüsün!
Vergi tahsildarları!
Kafirler!
Scarlatti kaydı!
Kamera!
2050, çekim bir.
Oyun!
Hadi, suflör.
İşini yap.
Üzgün ruh.
Şaşkın annenin oğlu.
Umutsuz annenin oğlu.
Şehit oğul.
İffetli, gül pembe oğul.
Eşsiz oğul.
Hayır, Valentina!
O surat ne öyle?
Bu, bir Fransız Komedisi değil!
Oyun!
Üzgün ruh.
Şaşkın annenin oğlu.
Şaşkın annenin oğlu.
Şehit oğul.
Defol oradan, zenci!
Sonia, İsa'nın ayaklarının altında
olduğunu unutma!
Köpeğin hakkında düşünmeyi bırak!
Kamera!
2,050, çekim üç.
Oyun!
Suflör, uyan!
Üzgün ruh Yarım akıllı!
Şimdi her şeye yeniden başlamak
zorunda kalacağız!
Sonia, lütfen dışarı çık.
Tekrar başlamalıyız.
- Kamera.
- 2,050, çekim dört.
Oyun!
Amorosi, burnunu çekmeyi bırak ve
pozisyonunu al!
Giovanni, biraz öğle yemeği getirdin
mi?
İşte burada.
Silip süpürün.
- Peki ya sen?
- Ben mi?
Her zamanki gibi şanssızım.
Ne yapabilirsin ki?
Keyfini çıkarın.
Sağol, Giovanni.
Bu akşam görüşürüz.
- Nereye gidiyorsun?
- İşim var.
Fazladan bir iş bulacağım.
- Sen nereye gidiyorsun?
- Benim de işim var.
Her şey çoktan bitti mi?
Ne iştah ama!
Terracina'ya gitmek istiyorum Ve
ovada öğle yemeği yemek istiyorum.
Tüm bir ineği ve yünlü bir
koyunu yerim.
Babam gibi görünüyorsun.
Aptal.
Hey, seni piç!
O benim yemeğim.
Seni lanet olası!
Yemeğimi bırak, yoksa boğarım
seni, seni pis hırsız!
Piç!
Bunun hoş bir şey olduğunu mu
sanıyorsun?
Bir yıldıza ait olduğun için
benden daha iyi olduğunu mu düşünüyorsun?
Bir şey söyleyebilir miyim?
Afedersiniz.
Rahatsız etmiyorum umarım.
Ben bir gazeteciyim.
Devam et.
Küçük bir röportaj yapmak
istiyorum.
- Dört sorudan fazla yok.
- Teşekkürler.
Önce: Bu yeni çalışma ile neyi ifade
etmek istiyorsunuz?
Benim samimi, derin, kadim
Katolikliğimi.
İtalyan toplumu hakkında ne
düşünüyorsunuz?
En cahil kitle ve Avrupa'daki en
cahil burjuvazi.
Ya ölüm hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Bir Marksist olarak, hiç dikkate
almıyorum.
Dördüncü ve son soru: Büyük
yönetmenimiz Federico Fellini için ne düşünüyorsunuz?
Dans ediyor.
Dans ediyor.
Teşekkür ederim, tebrikler ve hoşçakalın.
"Ben geçmişten gelen bir
gücüm " Bu bir şiir.
İlk bölümde şair, artık hiç
kimsenin anlamadığı bazı tarihi ve antik kalıntıları ve herkesin anladığı o bazı
iğrenç modern binaları açıklıyor.
Sonra şöyle sürdürüyor: "Ben
geçmişten gelen bir gücüm Gelenek benim tek aşkım.
Kardeşlerimizin yaşadığı Alplerin
eteklerinden, Appeninos'taki unutulmuş köylerden, kalıntılardan, kiliselerden, sunak
parçalarından geliyorum.
Tuscolana Yolu'nu bir deli gibi,
Appian Yolu'nu sahipsiz bir köpek gibi yürüyorum.
Sabahları Roma üzerindeki, Ciociaria
üzerindeki Dünya üzerindeki, alacakaranlığı seyrediyorum, eski çağın ilk
eylemleri gibi, gömülü çağın en yüksek ucundan, ayrıcalığın doğumuna şahitlik
ediyorum.
Ucube, ölü bir kadının bağırsaklarından
doğmuş bir adamdır.
Ve ben, yetişkin cenin, herhangi
bir modernden daha modern, kardeşlerini arayan kimse yok artık.
" Bir şey anladın mı?
Tabii, bir sürü.
Tuscolana Yolu'na yürüyorsunuz Sana
söylediklerimi yaz.
Ortalama bir adam olduğun için hiçbir
şey anlamadın, değil mi?
Şey, evet.
Ama ortalama bir adamın ne
olduğunu da bilmiyorsun.
O bir canavar.
Tehlikeli bir suçlu.
Düzen adamı, sömürgeci, ırkçı, köle
tüccarı, bir bayağılık!
Kötü bir kalbin mi var?
Hayır, Tanrı'ya şükür.
Çok kötü, çünkü burada düşüp ölseydin,
film için iyi bir tanıtım olurdu.
Zaten sen yoksun.
Sermaye, sadece üretime hizmet
ettiği sürece emeğin varlığını kabul eder.
Ve benim filmimin yapımcısı,
aynı zamanda senin de gazetenin sahibidir.
Hoşçakal.
- Çiçekleri toplayıp ne
yapıyorsunuz?
- Yapacak başka bir şey yok.
Yapacak başka bir şey yok.
- Ya siz ne bekliyorsunuz?
- Bizim işimiz bu.
İşiniz.
Ne hoş köpek.
Cinsi ne?
Cinsi ne?
Pomeranya mı?
Çok sevimli.
Adı ne?
Piç.
Çok sevimli.
Konuşabilseydi, mükemmel olurdu.
Onu sevdin mi?
Çok!
- Bir anlaşmaya var mısın?
- Ne tür bir anlaşma?
Onu sana satarım.
Üzerimde çok fazla yok.
Çek kabul eder misin?
Bana bin liret ver, ödeşmiş
oluruz.
Bin liretim var.
İşte.
Peynirci!
Elindekilerin hepsini alıyorum!
Pişmanlık duyan hırsız!
Onu çarmıha gerin!
Buradayım.
Hadi, köleler.
Beni çarmıha gerin!
Tanrım, çok fazla yedim.
Midem patlamak üzere.
Tıka basa doydum!
Sen yemek yedin mi, Stracci?
Bu ne biçim bir soru?
Yemedim.
İşte, Stracci, bir lokma al.
Susadın mı?
Bir içki ister misin?
Natalina!
Bir dakika buraya gel.
Ne istiyorsun?
Yaygara yapma.
Gel buraya.
Dinle, bize bir iyilik yap.
- Bizim için striptiz yap.
- Delisin sen!
Bizim için değil, Stracci için.
- Kaybedecek neyin var?
- Hayır.
Sana para öderiz.
Hadi.
Geliyorum, bekle!
Bize bir melodi ver.
- Korkma, hadi!
- Hayır.
- Bu oldukça hızlı.
- Hayır.
Hadi!
Daha canlı!
Müzisyen, enstrümanını yutma!
Defol, dişi şeytan!
- Doğunun çiçeği!
- Ali Baba'nın metresi!
Soyun!
Haçları yukarı taşıyın.
Şu haçlarla çabuk olun!
Bu sabah sümüklü böcekler
gibisiniz!
Bize bir kırbaç lazım!
Çalışın!
Hadi, çalışın!
Kaydı başlatın lütfen.
Benimle gel.
Ettore, sen bir meleksin!
Ne yapıyorsun?
Deneyebilirim, değil mi?
Neden kanatlarını açıp uçmayı denemiyorsun?
Striptiz yapması gereken kişi o.
Ne sahnesi kuruyorsunuz?
Dinle, canım, benim sahnemi çek yoksa
devam etmiyorum.
Adalet adalettir.
Haklısın.
Unutmuşum.
Diğer sahneyi yapın.
Onları çarmıha gerilmiş bırakın.
Sakin ol!
Açım.
Küfretmeye başlayacağım.
Açım.
Küfretmeye başlayacağım.
Küfret ve yemek yemene izin
vereyim.
Sen iyi bir İsa'sın.
Şikayet etmeye hakkım var mı
sanıyorsun?
Keyfin bilir, ama seni Cennetin
Krallığı'na almayacağım.
Ben Yeryüzünün Krallığı'na
razıyım.
Özellikle şu an senin partin iktidarda
olduğundan böyle.
Sanki seninki daha mı iyi?
Hepsi aynı.
Seni anlamıyorum.
Her zaman açsın, yine de seni aç
bırakanlarla kalıyorsun.
Bir kaçı birini çağırıyor, diğerleri
bir başkasını.
Benim çağrım açlık için olmalı.
Yerlerinize, lütfen.
Kaybedecek zamanımız yok.
Terziyi oradan alın!
Plağı koyun.
Hayır, onu değil, sizi barbarlar!
Onu değil!
Unutmayın, yönetmen tamamen hareketsiz
durmanızı istiyor.
- Kamera.
- 442, çekim bir.
Oyun!
Hayır, öyle değil.
Tekrar yap.
Daha fazla coşku, daha fazla
dindarlık.
Hayır, size kıpırdamayın
demiştim.
Şu kollarını sallamayı bırak.
Kes!
Kes!
Sen sunak parçasındaki bir
figürsün.
Anladın mı?
Kes!
Kafanızı dağıtırım, sizi aptal
korkaklar!
Hiç saygınız yok, kafirler!
- Evet, bayan.
- Tekrar başlayalım.
Kamera!
Yalvarıyorsun, duydun mu?
Ve kımıldamayın!
- 442, çekim iki.
- Oyun!
Güneş gidiyor.
Elveda, Phoebus.
Çivileri çıkarın.
Ne kadar komik!
Bu, "Stracci Show"!
Ona yiyecek bir şeyler verin!
Bunları içine çek!
Civcivlere dikkat et!
Bir domuz gibi ye!
İşte, ağzını çalkala.
Hadi, kırmızı olan yerini!
Bu kadar meze yeter.
Biraz spagetti al.
Stracci, kim tutar seni!
Şimşek ve gök gürültüsü!
Çabuk ol, seni aptal!
Hadi şimdi biraz gök gürültüsü yapalım!
Şimdi de rüzgar!
Nihayet bu çölde bizi buldun!
Hey, Stracci, sıranı hatırlıyor
musun?
İşi sakın berbat etme şimdi!
Tüm Roma basını burada!
Yapımcı burada!
Anladın mı?
Politikacılar, aktörler ve aktrisler,
gazeteciler Hadi.
Cümleni duyalım.
"Tanrım, Cennetin
Krallığı'na geldiğim zaman beni hatırla."
Bir kez daha!
Hadi!
Neyi bekliyorsun?
"Tanrım, Cennetin
Krallığı'na geldiğim zaman beni hatırla.
" Sessizlik.
Sessizlik!
Çekiyoruz!
Kamera.
2150, çekim bir.
Oyun!
Oyun!
Hadi, Stracci.
"Tanrım, Cennetin
Krallığı'na " Oyun!
Oyun!
Onun derdi ne?
Ölmüş.
Zavallı Stracci.
Hayatta olduğunu bize
hatırlatmak için ölmesi gerekiyormuş.
Kazığı taşın ortasına ne kadar hızlı
oturtursan, günahlarından o kadar hızlı kurtulursun.
Günaydın.
Ben kongre üyesiyim.
Prof.
Pizzorno, Prof.
Allen'ın ünlü bir iş arkadaşıdır.
İtalya'da, tüketim reklam sektörüne
yönelik bir Uygulamalı Sosyoloji Merkezi açmayı planlıyor.
Konferansının konusu, "Üretimi
geliştirme ve tüketimde artış.
" Yeni bakış açıları, tüketicinin gizli egosunun bilgisine sunuldu.
Kendisini ifade etmesini
engelleyen, ses tellerindeki geçici rahatsızlığa rağmen davetimizi kabul ettiği
için ona minnettarız.
Ve şimdi, huzurlarınızda Prof.
Pizzorno.
Ortalama tüketici kimdir?
İtalyan ekonomik mucizesi, bir
kaç yıl içinde, gelirini ve tasarrufunu ikiye katladı ve psikolojik engelin üstesinden
geldi.
Örneğin, numune, öykünme, tanıtım,
satın alma imkanı en belirgin teşvikler tarafından uyarıldı.
Bu ortalama tüketici, mevcut
düzeyini korumak ve onları başarıyla aşmak için bu havuz sürekli kontrol
edildi, araştırıldı, incelendi teşvik ve tahrik edildi.
On dokuz.
Yirmi.
Yirmi bir.
Yirmi iki.
Yirmi üç.
Ve yirmi dört.
Size güveniyorum.
İçiniz rahat olsun, en başarılı
modellerden biri.
Beni yakaladın!
Bugün kimsin?
Sheppard?
Nembo Kid?
Maskeli haydut.
- Buffalo Bill?
- O kim?
Pekala, pes ediyorum.
Ben, Pasolini'yim!
- Bu harika.
- Çalışmıyor.
- Neden çalışmıyor?
- Sadece sesi duyabiliyorsun.
Dokunma demiştim.
Uzaktan kumanda ile denedin mi?
Şunu keser misin, lütfen?
Teşekkürler.
Görüyor musun?
Muhteşem.
Yeni bir dizi tanıtımı izleyip sonra
da uyuyalım.
Şunu yerine koy.
Eskisine ne kadar verdiler?
Otuz bin.
Ama neredeyse yeni gibiydi!
Aldıklarına memnun bile
olabiliriz.
Topo Gigio!
Anne, amma soğuk.
Bu büyük şehir evinde uyuyamazsın.
Bizimki gibi olmadığını görüyorsun.
Ben büyük bir evde yalnız kalmak
istemiyorum, çevresi benim için çok geniş.
Ben gidiyorum.
Kira kontratını iptal edeceğim.
Hazır!
Topo Gigio kendini yaraladı.
- Ne denemeydi!
- Hayır, bak!
Ayağa kalktı!
İşte, şimdi durum farklı.
Yapacak.
Biraz küçük ama çok rahat.
Hayır, burada kalamazsın.
Ne diyorsun sen?
Hayır, kimse sana yeni süper televizyon
satın almadı.
Yirmi dört taksit!
Taşıması kolay, ultra ince!
Bu yüzden panoramik ve devasa Süper
TV 33'le yetinmek zorundasın.
Zavallı Topo Gigio Ona ne
yaptıklarına bak.
Kırlardaki sevimli küçük evim.
Lütfen çocuklar, bana yardım
edin Ben daha küçük bir ev istiyorum.
Baba, Topo Gigio'ya ne
yaptıklarına bak.
Dinlemeyin, o bir aptal.
Ürünün psikolojik yaşlanması belki
de sanayimizin ana müttefikidir.
Günümüzdeki gibi bir
konjonktürde, tüketicilerin çok büyük bir kısmı tam bir fazlalık tehlikesini temsil
ediyor.
Üretimdeki düşüşü her ne
pahasına olursa olsun önlemek için endüstrinin bir numaralı sorununu görmezden
gelmek tehlike anlamına gelmektedir.
Bu yüzden beyler, yeni arzular ve
yeni ihtiyaçlar uyandırmak ve tüketicinin hoşnutsuzluk halini kışkırtmak için
sistematik olarak yeni kampanyalar yapmaya devam etmelisiniz.
Bir kutu "Tide"
alırsanız cildiniz mutlu ve gösterişli olacak.
Ne?
Çabuk olun!
Deponuzu "Shell"le
doldurun.
Ağrıdan kurtulmak için "Harpic"
kullanın.
"Kraft" seçmektir.
Kızdıran bir şey varsa beni, bir
yudum "Lysol" sakinleştirir beni.
Kapa çeneni, tamam mı?
Hadi, duyamıyoruz.
İşte burası.
Ya bu da ne?
Şuna bak!
Aptal, salak!
Cehenneme gidin, potansiyel
katiller!
Dilerim paramparça olurlar.
Belki de kendilerini öldürmezler
Araba zaten bozuk.
Ömür boyu sakat kalırlar.
İşte!
Kızdığın şey, 1800.
Bunu ne kadara takas edebilirsin?
Üç yüz bin.
Eh, bununla bir milyon Yeterli
değil.
1800, bir milyon yedi yüze mal
olur.
Sekiz yüz otuz yolda.
Üstelik.
Düşün.
Sonra da araziye peşinat olarak bir
milyon ödemek istiyoruz.
Neden onu geçemiyorsun, seni
hödük!
Arazi sence o kadar eder mi?
Öğle yemeğinden sonra ona bakmak
için kimse bizi durduramaz.
Acele et!
Bir 1800'le yürüme hızında
gidiyorlar, ona gösteririm.
Geçemeyeceğine eminim.
Sinyal bile vermiyor!
Yaşlı canavar!
Araba kullanamayan tipik yaşlı
bir aptal!
Huzurevine git!
Aptal moruk.
Önüne geçmemiz gereken çok araba
var.
Ya o ne istiyor?
Şimdi geçemezsin.
Doktor beni geçmen için emir mi verdi?
Olduğun yerde kal.
Yanında.
Bırak geçsin yoksa ölecek.
Ne istiyorsun?
İlerle!
Geçmene izin verene saldırdın!
Aman Tanrım!
Bakma, sakin ol, şimdi gidiyor.
Peki ya çocuklar?
Onlar gördü mü?
Neden bakmıyorsun?
Ne?
Genç miydi?
Tipik bir bisikletçi.
Ölmüş olmalı.
Onu almaya cesaret bile
edemezdim.
Yapmak zorundasın.
Yardım etmemiz gerekir Ya kan?
Su ve sabun kanı plastik
koltuklardan çıkarır.
Mercedes'in koltukları kumaştan
yapılmıştır.
Ona zararı öderler.
Ödemelerine gerek yok.
Bunu gönüllü yaptı.
Ceset Kurban diyebilir ki: "Bunu
yapmanı söyledim mi?
" Bunlar aptalca şeyler ama önemliler.
Neyse ki bir restoran var.
- Bugün kimsin, Nembo Kid mi?
- Superman!
Daha önce Drakula'ydı.
Oğlumuzun deli olduğunu düşünmüyor
musun?
Ne diyorsun!
- İşte lokanta.
- Yer vardır umarım.
- Aç mısın, Ricky?
- Evet açım.
İşte boş bir masa.
Afedersiniz, şu masa boş mu?
Buradan giremezsiniz, efendim.
Bu bir kapı değil mi?
Hayır, diğer taraftan gelmek zorundasınız.
- Ama bu masa boş.
- Hayır, efendim, bu taraftan
olmaz.
- Ama neden?
- İşareti görmüyor musunuz?
- Ne işareti?
- Bunu bilmiyor musunuz?
Kim takar Yalova işaretini?
Tamam, hadi.
Umarım bu taraftan gidebiliriz.
Sanırım kafayı oynatmışlar.
Bunu inşa eden adamı görmek
istiyorum.
Tüm binayı dolaşıp o kapıya gitmek
zorundasın, çıldırmışlar.
Ne oluyor?
Ona bir türlü bıraktıramıyorum.
Olay çıkarma.
Satın alıp daha fazla bundan
konuşmayalım.
Ben de bir şeyler istiyorum.
Peki, bir şey al ama çabuk ol.
Hadi, hepsinden alalım.
Bunu Ve bir tane de bademli.
Makineli tüfek!
Ben de bir hediye alabilirim.
Araba sürmek için fena değiller.
Kendine bir şeyler al.
Bu ne?
Belki de ekmeklik veya meyvelik.
- Bu güzel.
Alıyorum.
- Belki de bir müzik aleti.
Hepsini almak zorunda mısın?
Aracı veya satıcının fiziksel
eksikliği, öncelikli seçim ihtiyacını ortadan kaldırdığı ve tüketicinin
bilinçdışı dürtülerine, sınır tanımaz bir ortam sağladığı duygusal özgürleşme ve
mutluluk duygusu meydana getirmesinin talebi arttırdığı ve ilgisini fazladan gereksiz
ve yararsız alımlara çevirdiği tespit edilmiştir.
Belki de kasada yine sağduyu
hakim olur ama çok geç olmuş olur.
Ne kadar?
Bitirmedin mi?
Bir dakika.
Bisküviler için 15.
000 liret ödedik.
Gelip bana yardım et.
Çocuklarla mı?
Bak, tamamen tereyağı içindesin!
Üst katta, yıkayalım!
Nereye koyayım?
İğrenç!
- Kararınızı verdiniz mi?
- Sadece menü aldım.
- Neyse, bir şey anlamıyorum.
- İki kombinasyonumuz var,
efendim.
1 Numara: kuşkonmaz, jambon,
kavun, pişmiş et, şarap, ekmek, meyve ve karamel.
2 Numara: İki kızarmış yumurta, şarap,
ekmek, meyve, karamel.
- Yumurta, çiftlik tavuklarından
mı?
- Bilimsel olarak
yetiştirilenlerden, efendim.
Eğer sakıncası yoksa, siz karar verirken
başkalarına hizmet edeyim.
Baba, çiftlik ne demek?
Tavuk çiftliği nedir?
Şimdi açıklayayım.
Çiftlik tavuğu özgürdür, köyde
standartları yokmuş gibi yaşar.
İstediği zaman yer, istediği
zaman uyur.
Az kaldı.
O kadar bilimsel değildir.
Bir kafeste yaşar, ve her gün o
kadar büyür.
Neden çiftliği tercih ediyorsun?
Daha lezzetli.
Belki de daha iştahlı yediği içindir,
ne isterse onu yer, pislik bulduğunda bile yer.
Ve eğer yemek istemezse yemez, yoksa
tıkınıp durur.
Ayrıca başına buyruk bir
tavuktur, koşar, diğer tavuklarla dolaşır, gagalar ve kaçar.
Bir çakal gibi mi?
- Bir çakal gibi mi?
- Evet, bir çakal gibi.
Kısacası, onun özgür iradesi onu
daha lezzetli yapar.
Bilimsel olarak yetiştirilen tavuk
öyle değildir.
Şimdi bir düşün, küçük bir
civcivken, kafese konur ve disipline alışır.
Artık hiçbir şeye karar veremez,
kendine söyleneni yapar.
Kırmızı ışık: uyan, yeşil ışık:
ye.
Zil: bu kadar yeter.
Vesaire vesaire, anlıyor musun?
Ama onun hayatı güvence
altındadır ve bilimsel olarak şişmanlar.
Çalışan onun bilinçaltıdır.
Anlamıyorsun.
Yine de karar verilmiyor.
Belki bu yüzden daha az lezzetli.
Karar verdiniz mi?
Evet, ikinci kombinasyon ama bir
yumurtalı.
İki yumurta.
Peki, bana bir tane getir.
İkinci kombinasyon iki yumurtalı.
İki yumurta parası ödeyeceğim, bana
bir yumurta getir.
Üzgünüm ama iki tane
getirmeliyim.
Peki o zaman, birini masanın
altına at.
Çok iyi, efendim.
Ondan hiç hoşlanmadım.
- İleride değil mi?
- Buralarda olmalı.
Burada başka bir İsviçre ve Lombardiya
olduğunu sanmıyorum.
KONUT MERKEZİ SATILIK SON
ARSALAR Bak, zenciler!
-Nerede?
-Orada - Ya göl nerede?
- Dağın arkasında.
Sorunca öğreniriz.
Afedersin, bu araziler üzerindeki
göl nerede?
Bir kısmı Bay Cotto'ya mı ait?
Bir görebilir miyiz?
İğrenç, sahibi o mu?
Bekçi, buralardan olmadığını anlayabilirsin.
İyi günler, Bay Cotto?
Belki de bu onun arabası, acaba
o nerede?
Onu kendimiz mi aramak
zorundayız?
Böyle satışları kesinlikle
arttıramaz.
Çocukları burada bırakalım.
Dinle, burası çocuklar için tehlikeli
mi?
Başını iki yana salladı.
Burada kalın, uslu durun ve uzaklaşmayın.
Beni bekle!
Bacaklarımı böyle bükerim Bacaklarımı
böyle bükerim Ben twist dansı yaparım.
Benim ellerimin seninkilerden neden
daha beyaz olduğunu biliyor musun?
Çünkü onlar "Omo" ile
yıkandı.
O zaman onayınızı bekliyorum, güle
güle.
Cotto!
Arsalar için mi geldiniz?
Arazi 28,000 metrekarelik bir
alanı kaplıyor ve 1000, 1100 ve 1200'lük 24 parçaya ayrılmıştır.
Yol, su, ışık, elektirik tüm bu
imkanları sunacağız.
Ama nereye gittiniz?
Fiyatlar: metrekare başına 8, 9,
10 bin, en aşağıdakiler 8,000, ortadakiler 9,000, en yukarıdakiler 10,000.
Ödemeler nakit, bizim
çıkarlarımız ve tüm müvekkillerimizin tercihi böyle.
Kolaylıklar: Üçte biri hemen, üçte
biri imzada.
Geri kalanı da Onu bir dakika
durdur lütfen.
Makineli tüfek yutmuş olmalısın.
Evet, Milano hedeflenmiştir.
Burada bir bayan var.
Cotto, iyi günler, bayan.
Tapu masrafı, damga vergisi faiz
ve ipoteği kapsıyor.
Kullanılabilirlik: sınırlı.
Şu an arsalar peynir ekmek gibi
gidiyor, orman yangını gibi yayılıyorlar.
Çam ağaçlarının olduğu yerde
yarım arsa var.
1000 metrelik arsa kazıklarla
işaretli.
Ama bakın, bin metreyi kimse
almıyor ve size tavsiyem, bin metreyi almayın, bayan!
Neden?
Çünkü hep üç, beş ve altı bin aldılar.
Ama paraya ihtiyacınız var!
Bu psikolojik bir sorun, yarın
bin ile .
huzursuz ve hoşnutsuz
olacaksınız.
Şuraya bakın, Prof.
Sanvittorio, altı bin satın
aldı, harika bir arsa!
Çam ağaçlarının arasında satılmamış
iki parsel var.
İki tane mi?
Gidip bakalım.
Bir milyonla vergileri kapatamayız!
Neden hiçbir şeye yeterince para
ayıramıyoruz?
Bunun çam ağacı mı olduğunu sanıyorsun?
İki parseli birleştirebilirsiniz
ve özel manzaralı, ağaçlıklı bir yolunuz olur.
Buranın 30 yıl içindeki ihtişamını
bir düşünün.
Bu tarlalarla bir cennet olacak!
Evet, ama ödeme yöntemi Bilmiyorum,
örneğe bakabiliriz, bir milyon şimdi ve ve belki de kalanı Evet, geri kalanı
imzaya.
Hayır, bir milyon şimdi ve kalanı
küçük taksitlerle.
Şirketin bu teklifi kabul
edeceğini sanmıyorum.
Bakın, müşterilerin seçmesi
için, kendi çıkarları uygun olanlar var.
Bir milyon peşinat ile, buradaki
herhangi bir arsa size hitap edebilir.
Gerçekten buna karşı uyarıyorum.
Planlama yüzünden bugünkü
eğilime aykırı.
Bilirsiniz, biri satmak zorunda,
yatırım, yatırım, devalüasyona yol açar.
Günümüzdeki insanlar, korkuyorlar,
para ellerini yakıyor!
Prof.
Sanvittorio'nun yaptığına bakın.
Kırk milyonunu bir çırpıda çıkardı!
Tamamı peşin!
Tabii ki, onun gibi bir
profesörün 10 milyonluk bir çek yazması senin veya benim gibi birinin bir
milyonluk yazması gibi olur.
Size bir arsa göstereyim.
Ona neden sadece bir milyonumuz olduğunu
söylemiyorsun?
Çıldırmışsın.
Bize inanmayabilir.
Profesörü tanıyor musun?
Belki siz onu daha iyi
tanırsınız.
Bayan, devam edin.
Zührevi hastalıklar uzmanı Birinci
sınıf bir durumda, ne kadar isterse kazanıyor.
Çok zengin müşterileri olduğunu duydum.
Önemli insanlar, profesyonel adamlar,
büyük isimler!
Tamamı frengili!
Günümüzde yeni yasayla, bu genel
hastalık bazı şeyleri azaltmak yerine arttırdı.
Onun için tamamı para.
Kim bu Profesör?
Kesinlikle benden daha çok
kazanan bir adam!
- Tanrıya Şükür!
- Evet, Tanrıya Şükür!
Dünyada para var, nasıl
kazanıyorlar bilmiyorum.
Onlar çalıyor veya ben deliyim.
Burası buz gibi.
Önceden nasıl olduğunu unuttun
mu?
Ya paralar nereye gidiyor?
Tamam, biliyorum - Ne demek
istiyorsun?
- Aklındaki ekonomiye.
Yani bu benim suçum, öyle mi?
Hesap yaptığın zamanki kadar, dikkatli
olmadığını kabul etmelisin.
Onunla ne yapıyorsun?
Senin taksitlerin devam ediyor!
Üstündeki kürk ceketi unutma.
Bu taraftan.
İşte, göle bakın.
Muhteşem.
Rüzgar var.
Bir esintiden başka bir şey
değil.
Burası, Profesörün yazlığını inşa
edeceği yer.
Ne, burayı ekiyorlar mıymış?
Anlamayı reddediyor, ekip
biçmeye deli oluyor.
Lanetli bekçi beni sabote ediyor.
Profesör gelirse ona ne derim?
Ne oldu?
Arsası yerine bir sebze bahçesi bulduğunda
ona ne derim?
!
O tembel vahşiyi defedeceğim!
Suçlu!
Tembel köylü!
Domuz!
Bak ne kadar güzel.
Ne yazık Ürünü kimin için
toplamış?
Doktorun arsasına kara
lahanaları eken kişi.
Bunun nesi yanlış?
12,000 liretlik arsaya kara
lahana ekildiğini düşün.
Ama henüz bina yapmamışlar.
Boş ver, gerçek kendi içinde.
Tarihsel anlam karşısında, buraya
kara lahana ekmenin hiçbir anlamı yok.
Ekonomik mucizenin, çağımızın gelişiminin
bir şeyi yok.
Bizim dönemimizde yaşamayan bir
adam.
Ona, işçiye ihtiyaç duyulan bir fabrikada
iş bulalım.
Ve o zaman bu lahanalar Sibirya'dan
geliyor, ne var bunda?
O zavallı adam bunları dikmek için
nasıl da yorulmuş olmalı?
Ona rezil bir oyun oynamış, bu
lahanalar umurunda mı?
Ya bizim milyonumuz?
Peki, ona neden nanik yapmıyoruz?
Evet, arsayı ona bırakalım, göl,
ipotek, yazlık, tarım kredisi kimin umurunda?
- Ama sen ciddi misin?
- Elbette ben ciddiyim.
Neden?
Doktorun yaptıklarını mı yapayım?
Kimin umurunda!
Frengi tüccarının göl kenarında dört
arsası olması kimin umurunda!
Pazar günümüzü neden mahvedelim?
Ve bu bin metrekarelik pis,
aşağılık, kokuşmuş, bataklık, çürümüş, frengili arsa için.
Kimin umurunda?
Kimin umurunda?
Diyorum.
Evet, istediğin kadar konuş.
Ya şimdi, ona kim söyleyecek?
Ben değil, sen.
Hayır, elbette değil.
Ona zaman kaybettirdikten sonra
yapamam.
Kafayı yiyecek.
Gel benimle.
Fark etmemiş gibi yap.
Gidelim buradan, görmesine izin
verme.
Onu tanımıyoruz ve bir daha görmeyeceğiz,
kimin umurunda?
Gezinme, koş.
Çabuk ol!
Çabuk!
Hadi, gel!
Hadi, gidiyoruz.
Ricky, orada hala ne yapıyorsun?
Ricky, hadi!
Bugün kimsin, Nembo Kid mi?
Yüz metre uzunluğundaki
kanatları ve alevli gözleriyle, gölden geldiğini gördüm ve uçup gitti.
O kim?
Tanıyor musun?
Kim?
Çiftlik tavuğu.
Tüketici dürtülerinin sadece bir
karışım olduğu asla unutulmamalıdır, ve bilinçsiz tüketim motivasyonları uçlara
doğru yönlendirilmelidir.
Genellikle bilinçsizliğe çok
fazla güvenerek, bilinç, akıl, sağduyu, tevazu, duygusallık gibi birinci
dereceden faktörlerden olan sağduyuyu hafife alıyoruz ve anlayamadığımız
hatalarla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu durumda ancak, bir kurbanın
karamsarlığa düşmesi yanlış olur ve her zaman tüketicinin kendini şartlandırdığını
aklımızda tutmalıyız, ve artık egosu onun doğasının bir parçasıdır ve yüksek,
daha yüksek hedeflere onu uyarmamız ve rekabetçi dürtüyü topluma empoze etmemiz
gerek Ağlıyor musun?
Ne?
Seni görebiliyorum.
Kötü müsün?
O zaman neden ağlıyorsun?
Kötü değil misin?
Ağlarken nasıl göründüğünü unutmuşum.
Ağlayalı ne kadar oldu?
Beş ya da altı yıl mı?
Hatırlamıyorum.
Bir keresinde yok yere
ağlamıştın, ve beni de çok üzmüştün.
- Şimdi eskisinden daha iyi oldu.
- Belki de.
Ağlama nedenimiz bu muydu?
İnsanlar tam tersini düşünüyor, ama
değil.
Sana bir şey söylersem sadist olduğumu
söylemez misin?
Ağlamana sevindim.
10.
000 metrekare.
İmzada bir milyon.
Göl manzarası.
Milano eteklerinde yetmiş at.
Buisa manzarası.
İçiniz rahat olsun, yılın en
başarılı modeli.
Kahrolası Topo Gigio.
Farlarını kıs!
1800 süper ışık.
Saçma sapan şeyler için 300,000
liret harcanmaz.
1800 süper ışık.
Süper ışık.
Süper ışık!
Süper ışık!
Almanya Konsolosu.
Tebrikler.
Tüketici yakında konsolide
edilecek.
Oh, belki, belki Profesör Bilesa.
Onur duydum.
Kont Cegagna.
Memnun oldum.
Mühendis Corina.
Onur duydum Çeviri: ÜÇ
SALAKŞÖRLER (TONGUÇ-EMİR-HAKAN)||
sprinter-films2010
52493||6080630||SOSYALİZM FİLMİ - Para halkın refahınadır.
- Aynı su gibi.
Aynen öyle.
Beyaz Cezayir.
Mireille Balin Pépé le Moko'yu
terk ederken, biz de, bir kez daha, Afrika'yı terk etmiş olduk.
Constance, elinden bir şey
gelmezdi.
Güney'e indikçe, enlem
ölçülerinin negatifleştiğini herkes bilir.
Kuzey'e dek de böyle devam eder,
değerli insan, değerli dostum.
Saat hâlâ sende.
Cinayetlerden, dökülen kandan usandım.
Kigali'den usandım.
Yaşasın tatil!
Mathias Amca, niçin "bu
saat altın değerinde" dedin?
Saat çalışmıyor ki.
BUNUN GİBİ Henri Déricourt Bir
saniye Evet, biliyorum.
Ama Richard Christmann Bilmiyorum.
Biliyorum, ateş Ama bir önemi
yok Ta kendisi, ta kendisi.
Anlaşıldı Savaş savaştır; ama suç,
suç olarak kalır.
Lütfen Alice'e bakmaya devam
edin.
İki "M" ve bir
"N" ile.
Bizans çok uzakta kaldı.
Önümüzde ise imkânsız bir tarih
uzanıyor.
Sıfır noktasıyla yüz yüzeyiz.
Bir keresinde hiçlikle
karşılaşmıştım.
İnsanların tahayyül ettiğinden çok
daha muazzamdı.
Hayfa, 1948 Siz de biliyorsunuz
ki, maddi bir dünyada yaşıyoruz.
ŞEYLER Kesinlikle haklısın, hiçbir
milleti sevmiyorum.
Ne Fransızları, ne Kuzey
Amerikalıları, ne de Almanları.
Ne Yahudi milletini, ne de
Siyahi insanları.
Çekik gözleriyle Yalnızca
dostlarımı seviyorum.
Dolarlar Sinemaskop 16:9 Sen,
ufaklık!
Bu saati kimden çaldın?
Seni ilgilendirmez.
Ver onu bana, yoksa seni ihbar
ederim.
Vermem, bu saat benim.
Vay, demek Almanca da
konuşuyorsun?
İşime yarayabilirsin, evlat.
Evet, ama Ne kadara?
Dersine de çalışmışsın.
Ludovic'e bakın hele, asrın
keşfi.
İsmimi kimden öğrendin?
Her şeyi biliyorum.
Bay Obersturmbannführer Goldberg.
1943'de, Avenue Foch'da ne
işiniz vardı?
Git başımdan, menfur velet.
Fizik kanunlarının sonucu
olmayan bütün yüzey hareketleri ya bir İmparatorluk kuran ya da turizme el atan
birisinin mekansal olumlamasıdır.
İnsanlar istediklerini
yapabiliyorlar, bu da Tanrı'nın olmadığını gösteriyor.
Bugünlerde değişen şey ise, bütün
dallamalar samimi davranıyorlar.
A - L - I - S - S - A Her şeyden
kuşkulanmayı bırak.
Ludovic'in bize söylediklerini
düşünüyorum.
Tamam Neyi mesela?
Genç kızla yaşlı adam.
Kaptan'la konuşurken gördüm
onları.
Tamam Ee?
Ee'si, şirketin en büyük hissedarının
ismi Goldberg.
Altın Dağı.
Evet Yaşlı adamın ismi.
Pekâlâ Gemiyi terk edin, gemiyi
terk edin, gemiyi terk edin!
Gürültü yapma, Alissa, gürültü
yapma!
Eski Mısırlılar kedilerini Miyav
diye çağırırlarmış.
Ağzından çıkan her kelime canımı
sıkıyor.
Sessiz ol, Alissa.
Müttefik bombardıman uçaklarının
akınları III.
Reich'i yerle bir ediyor.
Luftwaffe yeni ve korkunç bir stratejiye
başvurarak üstünlük kazanmaya çalışıyor.
Alman pilotlar kendi uçaklarını
düşman bombardıman uçaklarına çarpacaklardı.
Ah, Almanya.
Kamikaze kelimesinin, Japonca'da
kutsal rüzgâr - anlamına geldiğini biliyor muydun?
- Bilmem mi!
Binbaşı Kamenskaia.
Vaftiz annenizin bir
arkadaşıyım, Alexandra Irinivna.
Evet, aynen, eski Moskova Polis
şefi.
Birkaç kitap okumuştum Yazdıklarıyla
ilgili birkaç kitap okumuştum.
Ne diyeceğim Bence konuşmamız
lazım.
Hayfa'ya gittim mi orada
kalırım, diyorsun yani?
Bakacağız artık.
Geri dönüş hakkım var, diyorlar.
Benim içinse, dönmekten ziyade Kaçış
olacak.
Stanford'da, ne okuyordun?
Seminer düzenliyorum.
Mali oluşum ve edebi oluşum
üzerine.
Bugün bile Moskova'da kendilerine
soruyorlar İspanya İç Savaşı.
Cumhuriyetçiler Komintern'e, İspanya
Bankasındaki altınları almalarını söylüyorlar.
France-Navigation Şirketi vardı.
Odessa'ya vardıklarında, üçte
biri veya dörtte biri civarı kayıplara karışmıştı.
Üçte bir kadarı daha Moskova'da kayıplara
karıştı.
İlk üçte birine istinaden, fikir
yürütebilirim.
Son üçte biri içinse Komünist
arşivleri didik didik etmeniz gerekecek.
Sanat ve de bıçak.
Savaş.
Yani Kendi fikrimi duymak ister
misin?
AIDS kıtadaki bütün siyahları
yok etmekte kullanılan bir araç sadece.
Işık niye var?
Çünkü karanlık var.
BUNUN GİBİ İnsanların birbiriyle
göz teması kurmak zorunda kalmamaları için para icat edildi.
Yine sıfıra geri döndük, dostum.
Neyse ki, sıfırı Araplar buldu.
Telif hakkı için para vermek
zorunda bile değiliz.
Negatif sayılar Hindistan'da
bulundu.
Hatta İtalya'ya yola
çıkmalarından önce, Arabistan'da da kullanıldılar.
Fibonacci onları ilk kullanan
oldu.
İngilizler İsrail'i terk
ettiklerinde, Filistin Bankasındaki altınlarla tam olarak ne yapmıştınız?
BUNUN GİBİ ŞEYLER Daima derler
ki, bir şeyi ancak karşılaştırılabilir olanla karşılaştırabilirsin.
İşin aslına gelirsek, ancak
karşılaştırılamaz olanla karşılaştırılamazı karşılaştırabiliriz.
Geçti artık, hepsi.
Stalin.
Hitler.
Hayır.
Anlamsızca şamata yapıyorsun.
Yeter, kes.
Artık ben de, Fransızlarla
işbirliği yapmayı ben de öğrendim.
Ben de sana bir şey öğreteceğim.
Napolyon'la ilgili.
Moskova Yangını sırasında, Comédie-Française'in
kurulması için buyruk vermişti.
Anlamıyorum.
Anlamıyorum.
Anlamak, Bay Goldberg, zor
zanaattır.
İzini kaybettirdiğiniz İspanyol
altınları umurumda değil.
Geri kalanını bulmam gerek, o
kadar.
Moskova'dan korkmanıza gerek yok
artık.
Biricik gerçek görevim, Bay
Krewitzky Ah, ne servetmiş ama.
Büyükannem olsa, bunu Evet ya da
Hayır'la söylerdi.
Yüzümde bir gülücükle Avrupa'yı
tekrar görmeden, "Rusya" ve "Mutluluk" kelimelerinin kemer
tokası gibi bir kez daha birbirlerine tutturulduklarını görmeden, ölmek
istemiyorum.
Tanrı yardımcın olsun.
Heil Hitler!
Napoli, orası tamam.
Ama İskenderiye, Hayfa, Odessa Cezayir'den
Barcelona'ya kaçmak?
- Kimse bunu asla - Sükut
altındır.
İstanbul, Doğu'da mı yoksa
Batı'da mı?
Gidelim.
MISIR Bir keresinde, 1942'de
yani, hiçlikle karşılaşmıştım.
İnsanların tahayyül ettiğinden çok
daha muazzamdı.
Olmak ya da olmamak.
Bir Yahudi.
Evet, söylemişlerdi Ailem Nedir
yani!
Söylemek ne zaman yeterli olmuş
ki!
Öz olarak geometri.
Öz insanların her defasında
döndükleri yeri ifade etmektedir.
Onlarca yıldır, özellikle
Matematik'te Geometri'nin geri dönüşü söz konusu olmuştur.
Geometri'nin kendi özüne dönmesinden
değil de, daha çok, bizim Geometri'ye öz olarak dönüş yapmamızdan ve Geometri'nin
dönüşüne iştirak etmemizden bahsetmekteyim.
Zavallı şeyler.
Sahip oldukları isimler onlara
uygun gördüklerimizden ibaret.
Bir metinden daha inandırıcı bir
şey yoktur.
Kitapların içine ancak kitapları
koyabiliyoruz.
Peki, ya kitapların içine
gerçeği koymamız gerekiyorsa?
Ve gerçeği de gerçeğin içine koymak
zorundaysak?
GÖRMEYEYİM DİYE YÜZÜMÜ ÇEVİRDİM Geometri
hâlâ geçerliliğini koruyor ve mamafih gelişmeye de devam ediyor.
Bu yepyeni biçimlerin ikamet
yeri ise la géométrie.
Do-Re-Mi-Fa-So-La.
Husserl "la"yı
özellikle vurguladı la géométrie.
Bütün yeni biçimlerde die
Geometrie.
Bunu kabul edemem.
Bu gece gönderirim.
Şimdi çalışmam gerek.
Bayan Alissa Bayan Alissa!
Bir süreliğine kısık sesle konuşmaya
devam ettiler, .
.
böylece genç kız onları duyamayacaktı.
Ama aldıkları bu önlem
lüzumsuzdu.
Düşünceler yoluyla birbirleriyle
konuşmuşlardı.
Bir yere kadar, bu parçaların
tümü veya bir miktarı her daim reddeder.
Bir yere kadar, her parça
dikkate aldığımız parça miktarını içinde barındırır.
Bir yere kadar, bu parça
reddeder.
Bir yere kadar, bir miktar
parça, tekrardan müşterek bir oluş sürecine dahil olup birbirine eklemlenen bu
parçaların bütünü haline gelir.
Diyalektik düşünce analitik
düşünceyi basitçe kullanma yoludur.
Bir yere kadar, parça bütünün
parçasıdır.
Bir yere kadar, bu bütünü
reddeder.
Bir yere kadar, bütün parçayı
kapsar, koşullar ve reddeder.
Bir yere kadar, neticede, bütüne
göre, ikisi de hem pozitif hem de negatiftir.
Bir yere kadar, bütüne göre, hareket
şekli yıkıcı ve koruyucu olmalıdır.
Bak şimdi… Arago'nun Bilimler
Akademisinde Daguerre adına düzenlediği resepsiyonun ardından, devasa bir
İngiliz donanması, Lord Balfour'un Deklarasyonun daha yıllar öncesinde, Filistin'e
yelken açmıştı.
Bu da Hayfa Körfezi'nin çekilen ilk
fotoğraflarından biri.
FİLİSTİN GİRİŞ REDDEDİLDİ HELL
AS Demem o ki… Pasaportlarında yazdığına göre, Otto Goldberg, Leopold
Krewitzky, hatta Moishe Schmücke.
Ben Richard Christmann'dan bahsediyorum…
Almanlar adına karşı casusluk yaptığından dolayı, Fransızlar iyi tanırlar onu.
İspanya'daki Yabancı Lejyon'la
başladı, sonra da Abwehr hesabına, işgal edilen Paris'teki direniş ağına
katıldı.
Almanlar'ın yenilmesinin
ardından sonra bile, onun yeri Gehlen Örgütü'nden geriye kalanların yanıydı.
Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi…
Son olarak ise, Tunus, Bayer ve Rhône-Poulenc'in temsilcisi.
Çeşitli suikast girişimleri.
İki defa beraat etti.
Henri Déricourt gibi.
Henri Déricourt gibi.
Hayır, o başka konu.
Savaş suçlusu, ya da değil… Ama
biliyorsundur… Alice Simone.
Sen nereden biliyorsun?
Roger Faligot'un kitabı.
NKVD arşivleri.
İspanyol altınlarının niçin yalnızca
üçte ikisinin Odessa'ya ulaştığı belli oldu, ama Moskova niçin üçte birini
aldı, orası muallak.
İnsanlık Müzesi Grubu.
Germaine Tillon… Alice Zihin,
besinini temin ettiği ana duyuları ödünç alır.
Zihin, besinini temin ettiği ana
duyuları ödünç alır.
Zihin, besinini temin ettiği ana
duyuları ödünç alır.
Zihin, besinini temin ettiği ana
duyuları ödünç alır.
ve özgürlüğüne tesir etmiş bir
hareket biçimi şeklinde o duyuları geri verir.
Şu zavallı Avrupa.
Acı çekerek arınmadılar, ama
bozuldular.
Özgürlüğü yeniden fethederek daha
da büyümediler, ama küçüldüler.
Bir çöl hayal edin.
NAPOLİ Duydun mu, bütün mali
cennetleri lağvetmişler.
Ne yapacağız?
O zaman… Cehennemde dinleniriz.
İtalya bizi de şu son iki
yüzyılda bayağı telaşlandırdı.
Fransızlar'a göre, resim
İtalya'yla eş anlamlıdır.
Bütün yolculuklarımızın varış
noktası İtalya, İtalya'daki müzeler.
Her ne kadar Alman Rönesans
tablolarını çok etkileyici bulsam da… Tavsiyen için teşekkürler.
Demek bir şeyler yapacaksın.
Nihayetinde bir işe yaramayan şu
başarısız kararnameler… Birleşmiş Milletler 1948'den beri bölünük hâlde.
Suçu boşver… Dostlarım, kara
kutuyu buldum.
Bu yüzden Hollywood'a sinemanın
Mekke'si diyorlardı.
Peygamberin kabri.
Bütün gözler aynı yöne dikili.
Sinema salonu.
Evet, ama… İlginç olan şu ki, Hollywood'u
Yahudiler kurdular.
"BUNUN GİBİ" Adolf
Zucker, William Fox, David Selznick "ŞEYLER" Samuel Goldwyn, Marcus
Loew, Karl Laemmle vesaire.
Hayat güzeldir, göreceksin
O kadar derde tasaya rağmen
Arkadaşlar edinecek, âşık olacaksın
Arkadaşlar edineceksin
AVRUPA NEREYE GİDİYOR Bugünlerde,
daha önce yaptığımı iddia edebileceğim tek bir hareket var mıdır şu dünyada?
Benzin istasyonunu, yani işimi
satmak istiyor Catherine.
Arkadaşı satın almak istiyormuş.
Onların bundan haberi vardı, ama
benim yoktu.
Muhasebe biliyorum, evet.
Fransa, tarihindeki en büyük riskle
karşı karşıya şu an.
İnsanlar "Ben" demeden
önce, "Biz" demeyi öğrenmeliler.
Ortada bir dram varsa, bu dramın
sonunu umutla getirebiliriz.
Ya trajedide?
Çok zor.
Her şey değişmeden kalır.
Her şey aramızda kalır.
Birbirimizi görmezden geliyoruz.
Son elli yıldır, her yerde savaş
var.
Aynaya bakar gibi, kendimizi
savaşta görüyoruz.
Vakit kazanabiliriz.
Düşünmek cesaret ister.
Komşunu sev mi?
Saçmalık.
Komşuna kötülük yapmamak için, önce
kendinizi olabildiğince sevmelisiniz.
Bugünse, bu dediğim imkânsız
hale geldi.
Yasalara uysanız da çiğneseniz
de… Böyle konuşma, baba.
Ben de size soruyorum: Niye bizi
sevmiyorsunuz?
Fikirler bizi ayırır, ama
rüyalar birleştirir.
Hayır, kâbuslar.
Çünkü babalarımızın kanında hem
aşk hem de gurur var, ve dolayısıyla da nefret var.
Peki, bugün, bizi kızdıracak ne
buldunuz?
Önce şunu diyeyim, kardeşimi
seviyorum.
Kardeşlik nedir, onu tartıştık
geçenlerde.
- Bir de özgürlüğü.
- Özgürlük önceydi.
Eşitlik vakti bir gelsin, size
boktan bahsedeceğim.
Peki, Flo.
Ama niye bizi sevmiyorsunuz?
- Bakar mısınız, Bayan… Bayan,
merhaba… - Bakar mısınız?
Cote d'Azur'a gitmek istiyoruz
da.
Doğru yönde miyiz?
Cote d'Azur'a bu taraftan mı gidiliyor?
Dümdüz mü?
Sola mı?
Sağa mı?
- Akıl alır gibi değil.
Kodumun Fransızı!
- Kodumun Fransası!
Ah, Almanya.
- Gidiyoruz, anne.
- Gidiyoruz, anneciğim.
Evet, zaman mekânın bütünlüğünü korumak
adına, yalan söyledim.
Onları hep ihmal ediyorum.
Biraz insafsızca.
Biraz insafsızca.
Ama bana kalırsa, işleri böyle
hallediyorum sanki.
- Durmadan başka bir yerde
olduğum aklıma geliyor.
- Unut gitsin.
- Durmadan başka bir yerde
olduğum aklıma geliyor.
- Unut gitsin.
- Ve de hiçbir özel anın bir
önemi olmadığı aklıma geliyor.
- Unut gitsin.
Başka bir şey var mı?
Bir figür var, anne.
Bir hayatı var mı yok mu, fark
etmiyor onun için.
En baştan, bir hayatımızın
olmasını gerçek olarak dikkate alırsak tabii.
Hâlâ hayatta mıyım acaba diye kendine
asla sormaz, hem de bir kere bile.
Niçin ve nasıl var olduğunu kendine
soracak bilinçten daima yoksun olacaktır.
Sonuçta, bu figürün ta kendisi
olduğunun farkında değildir, çünkü katiyen, bir anlığına bile, rolünden
kopmamıştır.
Böyle bir rolde olduğunun
farkında değildir.
Annenin kanı, nefretle dolu… sever
ve değişmeden kalır.
Burası Martin Benzin İstasyonu
mu oluyor?
Burası Martin Benzin İstasyonu
mu oluyor?
Burası Martin Benzin İstasyonu
mu oluyor?
Burası Martin Benzin İstasyonu
mu oluyor?
Flo, onlara ne diyeyim?
"Olmak" fiilini
kullanan insanlarla konuşmuyoruz.
- Burada mı çalışıyorsun?
- Evet, ama anlaşmalı
çalışmıyorum.
Ailenle görüşelim.
BALZAC "KAYIP
HAYALLER" Ben gidiyorum.
Midi'ye döneceğim.
Ya yoldaşlarımız?
Ya yoldaşlarımız?
Karar verecek olan onlar.
Gelecekler.
Seçimler için.
- Kameraya çekiyorum.
- Unut, canım, unut.
- Onlarla görüşmemiz var.
- Unutun, hanımefendi.
Bildiriye iki üç dakika kaldı.
- Kim sunacak?
- Ama unutun, unutun.
Ama ailen görüşme ayarlamıştı.
- Ne ailesi?
- Uyduracak halimiz yok ya.
Hayır, şöyle demek istedi: Ne
tür bir aile?
Bay ve Bayan Martin, anne baban
oluyorlar, değil mi?
Lütfen, "olmak"
fiilini kullanma.
Hiçbir şey anlamadım.
- Yanıt vermiyorlar.
- Ne oldu?
Ver bana.
Hepsinde "şu an burada
değilim" diyen telefonlardan olması şaşırtıcı değil.
Yanlış oldu… "Şu an vaktim
yok" diyenlerden.
Sahiden bir sorun yaşıyorlar
gibi.
Nihayet "Yaşamak"
filminin kullanımı.
Fransa'da her şey daha iyi
olacak.
Bunu Balzac'tan mı öğrendin, Flo?
Florine.
Balzac'la alay edeyim deme, canına
okurum.
- Lütfen, Bayım… Yalnızca iki üç
soru.
- Olmaz.
- Lütfen, iki soru o zaman.
- Olmaz.
Bir buçuk saat geciktim.
Bu tasarı en başta planlandığı
gibi gerçekleştirilmiş miydi?
Hiç şüphesiz, kitapların
dijitizasyonu dolayısıyla, Fransa'ya daimi bir avantaj kazandırabilirdi.
Gel gör ki, hızla batmakta.
Bayım… Sizi bekleme mi ister
misiniz?
Hayır…Prens'i havaalanından al
ve büroya geri dönün.
Yani?
Yani?
Yanisi la présidence olacak.
"la.
" "le" değil.
- Görürüz.
- Görüldü zaten.
Pek sayılmaz.
Toplantımız ne olacak?
Bugün Ağustos'un dördü.
Flo haklı.
Az daha beklemeliyiz.
Gösteri akşam yedide.
Düzenleme yapmamız gereken
yerler var hâlâ.
On dakika.
Ben hallederim.
Beklerken, kameraya çekebilir
miyim?
Tabii.
Seçimlerde niye kendimizi takdim
etmiyoruz?
Florine'le ben.
Annemle babam yerine.
Hayal görüyorlar.
Bölgesel seviyede dahi, çocukların
seçimlere katılma hakkı yoktur.
İyi, iyi, iyi… ama çocuklar da halkın
bir parçası.
Halkın iradesi denen şey de su
götürmez bir gerçek.
Fransa'nın borcunun yüzde
otuzunu biz ödedik.
Çünkü sizler yaşlandınız.
Sigorta şirketlerinin borçtan
kazandığı kâr miktarı.
Elbise güzelmiş, kameraya
çekeyim mi?
Evet, neden olmasın Dinliyorum.
Bugün pek de güzel değil.
Unutmuşum.
İkisi de aynı gün doğmuşlar.
Her doğum gününde, Jean-Jacques'la,
onlarla demokratik ilkelere dayalı bir tartışma yapmayı kabul ederiz.
Tartışmayı onlar mı yönetiyor?
Aşağı yukarı.
Anlaşma imzaladık.
Bak işte, bu harika.
Bunu filme çekmeli.
Geceleri çalışıyoruz.
Elimizden geleni yapıyoruz.
Varımızı yoğumuzu ortaya
koyuyoruz.
- Ne kadar sürecek?
- 24 saat.
Onların en doğal hakkı.
Şimdi, ya beklersiniz ya da yarın
yine gelirsiniz.
Bekliyoruz.
Bekliyoruz.
Catherine'in arabayı ödünç alıp hemencecik
döneceğim.
İstasyon'a sahip çıkmalıyız.
Hay aksi!
Dikkatli ol, anne.
Evet… Hepiniz… Sizi perişan
edebilirim.
Bir gün Güneş bana saldırırsa, ben
de ona saldıracağım.
Yüreğim ağzıma gelmedi.
Ee?
Amerika'ya falan mı taşınıyoruz?
Hayır, İngiltere'ye.
Tam 400 yıl önce.
Yüreği ağzına gelmemişti.
İyi, tamam.
Ama şimdi, bizi seviyor musun,
sevmiyor musun?
Kendi kendime konuştuğum zaman, başkasına
ait laflar ediyorum.
Kendi kendime konuştuğumda.
Kendi sesimizi duyduğumuzda… O
ses nereden gelmekte?
- Hayır, baba… Buradan.
- Evet.
Ne olmuş?
- Televizyona bakacağım.
- Hayır, anne… Gitme.
Diğeriyse kendisi.
Kendisi de diğerinin içinde.
- Bunlar da üç figür işte.
- Biz dördüz.
Yasalar var.
Ama haklarınız da var.
En kibar şekilde söylersek.
Yeni bir çağa giriyoruz, dijital
çağa.
Bazı nedenlerden dolayı,
insanoğlu, kendisine ifade etme lüksünü ona sunmayacak olan sorunlarla karşılaşacak.
Benzin İstasyonu hususuna gelirsek,
örneğin, taşınmazlar yeniden dağıtılmalı.
Söylemek gerek.
Devrim… Kardeşlik… St. Agustin.
Varlığımı değil de eylemlerimi
onaylamayanları arkadaştan sayarım ben.
Hâlâ gülümsüyorum, fakat uzun
zamandır bu gülümseyişimin bir nedeni yok.
Kelimelerim giriyorlar içeri… Dağıtıyorlar
ortalığı.
Aynen yerimde kalıyorum.
Yeterince çektim.
Dil giriyor içeri… Ağız
kapanıyor, bir düz çizgi haline geliyor.
Bitti.
Görüntüyü elde ettim.
Neredeyse hepsi, matematik, televizyon…
Hemen hemen var olan sayılar kadar çoklar.
Anlamıyorum… Neden televizyon?
Bugünlerde, sinir sistemi bir
doğal kaynak haline geldi.
Naçizane fikrime göre, Afrika'nın
yine şansı yok.
Ama daha yok olmadı.
İnsanlar böyle düşünmeye
alışmışlar.
Ama bu, her daim dallamalar
olacağı gerçeğini değiştirmiyor.
Bugünlerde değişen şey ise, bütün
dallamalar samimi davranıyorlar.
Avrupadakiler buna içtenlikle
inanıyorlar… Eskiden Avrupa demek Alman müzisyenler, Fransız yazarlar, İtalyan
şarkıcılar demekti… Ah, evet… Figaro'nun düğünü.
Emredersiniz!
Yaptığımız şey çok acınası.
Dağıtımla uğraşıyoruz, ama asıl
üretmemiz gerekiyor.
Nasıl yapılacağını bilirdik.
Şimdi, şu insanlar da varken, bir
şeyler üretmeyi deneyeceğim.
Ne dersin bu işe?
Flo sandviç getirmedi mi size,
Flo, Flo?
Alo?
Evet… Evet, evet, akşam beşte.
Uzun sürecek mi?
Birazdan.
Söylediğim gibi, elimden bir şey
gelmez.
Duydun.
Akşam beşte.
Hallolur bir şekilde.
- Jean-Jacques sana yer
bırakacak mı?
- Umarım.
Planı var mıymış, sor.
Peki ya sendikalar?
Onlar ne diyor?
Onlar ne diyor?
Göreceğiz.
haklı olduğunu söylüyorlar, ama
bir şey yapmayacaklarmış.
Neyse artık, diyecek bir şey
kalmadı.
En mühimi "göstermek.
" mümkün olanı göstermek.
Hepsi bundan ibaret.
Mesela neyi?
Okunabilir hale getirerek değil
de göstererek.
Daha çok güç mü istiyorsun?
Güç falan istediğim yok.
Bir toplum istiyorum, devlet
değil.
Kusura bakma, Florine.
Anlamadım.
Devlet hayali ilk sırada olacak.
Birey hayali ise ikinci sırada.
Haydi, kımıldayın!
Ne diyor?
Mücadele ettiğin şey konusunda zihnini
toparla, çünkü başarma olasılığın var.
Hikâye nedir?
Dikkatli ol, baba!
Sen de annem gibi g-string mi
giyiyorsun?
- Lucien!
- Merak ediyorum işte.
Yaşamak ya da söylemek… Seçme
şansımız yok.
Söyleyeceğim.
8 Ağustos 1789 gecesi.
Bütün bireysel ayrıcalıkların
kaldırılması.
Fransa'da yaşayan herkesin tabi
olacağı tek, umumi bir hukuk olacak.
Bireyle yasalar arasındaki bağı hiçbir
şey perdeleyemeyecek.
Yaratıldığım külden ve onun
seninle konuşmasından nefret ediyorum.
Bravo… Saint-Just… 1789.
Yirmilik güzel vücutlar.
Hanımefendi… Geceye gözlerini
diken bu onlarca göz de ne ola?
Beyefendi… Aniden, aniden
merakımı cezp etti.
Ortada kimse yok, ama hâlâ
seninle konuşuyorum.
Cevap verdiğine göre de, beni
duyabiliyorsun.
Beyefendi… Bu görüntüler de
nedir?
Ne kadar özgür olsalar da kilit
altındalar.
Bu muazzam düşünce… Figürlerin gelip
geçtiği, renklerin parıldadığı… Hanımefendi… Uzaydan bahsediyorsunuz.
Uzay ölüyor.
- Tek kelime, bu kadar yeter.
- Biliyorum… Hem güzellik hem de
güç, sen de ikisinden de bolca var.
Ben de sana şunu söyleyeyim… Artık
birbirimizi sevmiyoruz.
Genel Konseyler O kadar basit
değil.
Basit seçim diye bir şey yoktur.
Bir programa ihtiyacımız olacak.
Evet, orası bariz… Bir program.
Var mı sende?
Yirmi yaşında olmak.
Haklı olmak.
Umudunu korumak.
Haklı olmak.
Hükümetin hatalı olduğuna göre.
Yazmayı öğrenmeden önce görmeyi
öğrenmek.
Harika, değil mi?
Hayatım… Hiç dinlemiyorsun ki.
Ama öyle ya da böyle, onun
bilgisi olmadan, nihai adımı atmış ve bilinmeyen bir ülkede ilerlemeye
koyulmuştu bile.
Kadim cennetinin sınırlarının
ötesi.
Yalnız, o küçük kızdan daha
yalnız.
Farklı ağızlardan… korkusuzca… …çıkan
seslerin birliği karşılıklı gelişimin önüne geçer.
Durdurun hırsızı!
Durdurun hırsızı!
Şapkamı gören oldu mu?
Selam, minik beyaz… Bir şey
gördün mü?
- Hey!
- Görmedim, Bayan.
Yakaladım seni, fırlama!
Dikkat etsene!
Ne yapıyorsun?
Eski bir manzaraya yardım
ediyorum.
Eski bir manzaraya yardım
ediyorum.
Yok artık!
Renoir bu!
Evet, aynen.
Güzel şeyler var, mesela şu
hayvan.
Şu ikisi, annenle baban mı?
Biri soracak olursa, bilmediğini
söylersin.
Tablonun ismini anlayamadım.
"Night and Day" Gece
ve Gündüz.
Sorun değil, İngilizce biliyorum.
Mısır'dan geldi.
El Amarna'da, bir firavunun mezarında
buldular.
Ama o zamanlar saatle alakalı
bir şey yoktu.
Evet, ama vakit vardı.
Gece vakti.
- Bir de gündüz var, kim karar
veriyor?
- Saatin kendisi.
Hiçbir şey hareket etmiyor.
Evet, çünkü düşünüyor.
Düşünmesi çok uzun sürerse, çekip
giderim.
Sonra?
Gizem.
Ne düşünüyorsun?
Ya sen?
Sırtını.
Gerçekten ilgini mi çekti?
Yorumsuz.
Yeter bu kadar!
ve onları tekrar göreceksiniz evet,
ilk seçim iptal edilince, çocuklar şimdi bekliyorlar ki Danıştay bir karara
varsın.
babalarının Midi'de küçük bir
arsası var.
ilk seçimler hususunda, Danıştay'ın
verdiği karar doğruydu.
Florine ve Lucien soyadlarını
korudular.
Halk egemenliği intizamsız bir
şekilde ifade edildi bu sefer, yalnızca ilk isimleriyle oyların yüzde doksan
üçünü aldılar yani, kazanacaklar o zamanlar, Direniş sırasında, Toulouse
yakınlarında küçük bir grup vardı.
"Mücadele" hareketinin
bir parçasıydılar.
"Martin ailesi" sloganları
ise şuydu: özgürleştir ve birleştir İNSANLIĞIMIZ MISIR FİLİSTİN ODESSA YUNANİSTAN
NAPOLİ BARCELONA İNSANLIK Sudan'dan gelen altın tozunun, Mısırlı kölelerle
birlikte, Sahra'daki ticaretin başını çektiğinden haberimiz var.
Ama, bu altının, yüzyıllar
boyunca, Batıdaki İslam'ın belirleyici silahlarından biri olduğunu kimse görmez.
Güneş ve ölüm hiçbir zaman doğrudan
birbirlerine bakmazlar.
Bakın… İşte… İki kadın altın
arayıcısı, Golden League buluşmasındalar.
Görüntü ise… Tarihçiler
aramazlar, bulurlar.
Bütün bu görüntüleri dilden
korumak demek onlardan gerçekten faydalanmak demektir.
Çünkü çölde bulunuyorlar.
Onları da orada aramalıyız.
1839'da, Filistin ilk
fotoğrafçısını karşıladı.
Çemberin tümlevi Einstein'in hayatı
boyunca aradığı ünlü x + 3 = 1 metaforuyla tamamlanmıştı.
Belirsizlikten gelen netlik.
1926 yılının sonunda, Kudüs'te Gershom
Scholem, Berlin'de bulunan Franz Rosenzweig'e şöyle yazıyordu: Bu ülke tam bir
yanardağ.
Bir gün gelecek, dil onu
konuşanlara düşman olacak.
İşte bu yüzden, genç kızlar seni
seviyor.
Beni yürüyüşe çıkar, peşinden
koşmamı sağla.
Kral davet ediyor beni odasına.
Bir aşk tutsağı.
İkinci melek tasını denize
boşalttı.
Deniz, ölü kanına benzer bir
kana dönüştü.
New York'taki Özgür İleri
Araştırmalar Okulundaki ikinci dersinde, Roman Jakobson, 1942-43 kışı
sırasında, sesle anlamı birbirinden ayırmanın imkânsızlığını ve de bu sırrı
ancak fonem kavramının çözebileceğini göstermişti.
İki ses için beste yazmak ancak
dezonansların ortak bir nota ile okunmasıyla mümkündür.
Söyleyin, nerede askerler?
Nerede yaşadılar?
Söyleyin, nerede askerler?
Neler oldu?
İshak babasına dedi ki
Söyleyin, nerede askerler?
"Ateş burada," "Bıçak
burada,"
Mezar taşlarının üzerinden esiyor rüzgâr
"Peki kuzu nerede?
"
Ne zaman farkına varacaklar?
"İbrahim yanıt verdi:"
Ne zaman farkına varacaklar?
"Kuzuyu Tanrı'nın kendisi
sağlayacak.
" YAHUDİ Haçlı seferleri ve Kudüs ismi birçok şeyi açıklıyor.
"MÜSLÜMAN" Eğer ortada
bir intikam arzusu varsa, intikam alacak kişi İsa Mesih'ti.
Filistin.
ÖPSENE BENİ APTAL ODESSA Merdiven
kelimesi, Rusça'da dişildir.
Şahsi görüşüme göre, saça sapan
konuşuyor.
Ama başka bir konu vardı.
Zavallı Vakulinchuk.
Gösteri neşe ve mutlulukla
doluydu.
Alın size iş… Sizin sıranız… Askerler
ateş etmeye başladılar… gösteri dolayısıyla.
Gösteride "el"
kelimesi geçiyordu.
Bir ideal, evrenin tamamını etkileyen
bir gülücük.
YUNANİSTAN Perikles ve Sofokles
sayesinde, demokrasi ve trajedi evlenmişlerdi Atina'da.
Tek bir çocuk: iç savaş.
Yunan'ın trajik kahramanı.
Dilden yoksun bir bedenin imkansız
bir beyanatla ölümcül yakınlaşması.
TRAJEDİNİN İLKELERİ "Ismene,
benim canım kız kardeşim" "Nedir bu hastalık, var mıdır bir haberin?
" Odysseus'u yolculuğundan dönüşünde, onu tek tanıyan köpeği
olmuştu, o da kokusundan dolayı.
Ama o sabah, Atalante'yle omuz
omuza durduğunda savaşın, hayatının merkezinde olacağını anlamıştı.
Fransız Haberleri olarak, bugünkü
ilk haberimizi parçalanmakta olan bir ülkeden bildiriyoruz.
Niçin kahin lütfüne sahip olmayı
dileyecektim ki?
- Cassandra, mantıklı ol!
- Hayır!
- Tanrılarıın planını
onaylamıyor musun?
- Hayır.
- Ama uslu duracaksın.
- Hayır.
Napoli.
Süre tekrar belirleniyor.
Yaşamın temel yapılarından çok
daha kayda değer olan, o yapıların yıkıldığı noktalar, sertlikleri ve
bozulmalarıdır.
İşin trajedi kısmı ise, insanların
Eski Akdenizlilere kadar uzanan aynı modeli taklit etmeleridir.
Şefkat eskilere dayanan bir
olgudur.
Kendi kokusuyla boyanmıştı, renkleri
ve olumlamaları Batı dünyasındaki hayatın tümü.
Şefkat olmasaydı, evrim mümkün
olmayacaktı.
1 Ekim 1943'te, Napoli'de veba
patlak verir.
Müttefiklerin girip de bu
şanssız şehri kurtardığı günle aynı günde.
Özgürlük pahalıdır.
Ama onu ne altınla ne de kanla satın
alabilirsiniz; ancak korkaklık, fahişelik ve ihanetle.
Kuzey Amerikalılar halkları kurtarıyormuş
gibi yapıp, aynı anda da onları yenilgiye uğramış gibi hissettirebilirler.
Barcelona.
Ölme olasılığınızın olduğu bir
durumda, İspanya hiç kıtlığın olmadığı bir ülke haline gelir.
Hatta umutlarımız bile.
Yine de, hiç şüphesiz, bir
diktatörün ne düşündüğü önemli değildir.
Savaşı ancak bir kez keşfederiz.
Hayatı ise onlarca kez.
Güvenilir gerçekler, demeli ki, elle
teslim edilenlerdir.
Plaza de Toros'taki boğa güreşi.
Herkes oradaydı.
Hemingway, Dos Passos, Orwell.
Ya sonra?
İnfazdan sonra, torerolar ve
izleyiciler cepheye katılmaya gittiler.
Kadınlar.
Şehrin kenar mahallelerinde barikatlar
inşa ederken saldırıyı bekleyenler gibi.
Simone Weil, Franco'nun zaferi
sonrasında, Almanların Paris'i işgal ettiği haberini aldıktan sonra, şöyle
diyecekti: "Indochina için harika bir gün olacak." İşte,
"olmak" fiili sayesinde, gerçeklik eksikliği aşikâr hâle geliyor.
Mesela: Yakında, Barcelona'da
olacağız.
Şöyle dense, daha iyi olurdu: Yakında,
Barcelona bizi karşılayacak.
Saat kaçı gösteriyor?
Her daim doğru saati.
GİBİ ŞEYLER YASALAR HATALI
OLDUĞUNDA, ADALET YASAYI ARKAYA İTER YORUMSUZ Grenouille GokkhanJeen@gmail.
com||
un. metteur. en. ordre-robert. bresson(TV. s1966)
2||3724605||İyi Seyirler Çeviri: neco_z Dedikodu Paris'in dört bir
yanına saman alevi gibi yayıldı.
Eşsiz bir film Au hasard
Balthazar sinemalara geliyor.
Dedikodu buydu işte.
Fransız halk televizyonunda bir
akşamüstü adı geçmişti sadece.
Bir şeylerin sinema sanatına dönüştüğünü
hissettiğimizden Roland Darbois ve ben bu programı Robert Bresson'un filmine
adamaya karar verdik.
Üstelik bu şekilde hissedenler bir
tek biz değiliz.
Bayan Marguerite Duras kadar eşsiz
bir yazarın ya da Louis Malle, Jean-Luc Godard ve François Reichenbach gibi Bresson'dan
farklı film yönetmenlerinin fikirlerini veya daha açık olmak gerekirse hislerini
programımızda sunmaktan mutluluk duyuyoruz.
Bay Jean-Luc Godard.
Ben tam bir filmkoliğim, sinemaya
deli oluyorum bu yüzden biraz abartabilirim ama Pascal'ın Aşk Arzusu Üzerine
Söylev filmini bu filme kıyaslayabilirim.
Film, Pascal'ın arzular üzerine yazdıkları
kadar beni etkiledi.
Bay Louis Malle.
Bana öyle geliyor ki nihayet sinema
daha önce üzerinde neredeyse hiç durulmayan belirli bir bölgeye girmiş oldu.
Bu tam olarak doğru sayılmaz.
Bazı muhteşem filmler bunun
üzerinde durmuştu zaten.
Bayan Marguerite Duras.
Bence Bresson günümüz sinemasına
son derece yeni bir bakış getirdi ki bu şey de düşüncedir.
Hemen bir anda ortaya çıkan bir
şey değildi bu.
Dramanın altında ezilmiştim ama
ne var ki gördüğüm şeyin üzerine parmak basacak durumda değildim.
Bu, Bresson'un kendiyle
diyaloğudur.
Bu filmi bu kadar muhteşem yapan
da budur.
Bresson'u karakterize etmek
isteseydim bir röportajımda da söylediğim gibi benim için o bir Mahkeme
Yargıcı'dır.
Karıştığı risk ve şiddete rağmen
insanoğlunun derinliklerine nüfuz edebilen biri.
Engizisyon üyelerinin aksine siyasi
ya da dini ingizitörler kadar tehlikeli değildir.
Çünkü onun aracı sinemadır sinema
da yaşamı ve insanoğlunu ele aldığı için onu hümanist olarak tanımlamak daha
doğru olur.
Bu yüzden Bresson hem bir
hümanist hem de bir mahkeme yargıcı olma fırsatı ve ayrıcalığına kavuşmuştu.
Bu, Balthazar'da çok belirgin.
Dünyanın ve içindeki kötülüğün korkunç
görünüşünü konu alan bir film ama aynı zamanda bunu bir Hristiyan ılımlılığıyla
yaşıyoruz.
Asıl olağanüstü bulduğum şey de bu
işte.
Bay François Reichenbach.
Bresson'un filmlerindeki tonu her
zaman sevmişimdir ancak bu sefer her zamankinden daha çok heyecanlandım ve her
zamankinden daha az kelime vardı.
Çünkü her kelime bir şok etkisi
yaratıyordu ama bu şok tam da olması gerektiği gibiydi.
Her şeyden önce ben bir
müzisyenim bu yüzden bir müzisyen olarak filmi beğendim.
Sesi ortaya çıkaran sessizliğini
sevdim ki bu da müziğe katkıda bulunmuş ve müzik de kelimelerin dile gelmesine
olanak sağlamış.
Bence yalnız Chaplin ya da
Jacques Tati'nin filmlerini izleyen ya da yılda bir kez sinemaya giden insanların
görmesi gereken bir film.
Büyükbabam da böyle biriydi.
Asla sinemaya gitmez ve Chaplin ya
da Tati'nin filmlerini izlemezdi.
Bu film dünyanın kendisi.
90 ila 100 dakikada çocukluktan
ölüme ve bu ikisi arasında kalan dünyayı seyrediyoruz.
Bence son derece inanılmaz.
Bresson minimalizm ve efektler
açısından hiçbir zaman aşırıya kaçmadı.
Filmin zamanının çok ötesinde olduğunu
söylemek mümkün.
Aynı şekilde zamanla sınırlı aştığını
söyleyebiliriz.
Her durumda çok önemli bir şey.
Bresson için hayati önemi vardı.
Daha önce sadece şiir ve
edebiyatla dile getirilmiş ne varsa Bresson bunu sinema aracılığıyla gerçekleştirdi.
Ondan önce sinemanın bir parazit
olduğunu söylemek mümkün.
Diğer sanatlardan ayrı gelişti.
Onunla birlikte film kendini
buldu.
Kendi ayakları üstünde durmayı
başardı.
Sinemaya gitmeye başladığımdan
beri gördüğüm tüm filmler içinde evet gördüğüm tüm filmler içinde yalnızlığa ve
neticede gerçekliğe yaratılışa en çok benzeyen film bu.
Rastgele Balthazar Başlık, eşeğe
İncil'de geçen bir isim verme arzumdan ileri geliyor.
Bu yüzden ben de Üç Bilge
Adam'dan birinin adını verdim ona.
Başlığın kendisi kendilerini Mage
Balthazar'ın varisleri olduklarını iddia eden Baux asillerinin sloganı.
Sloganları: "Au hasard
Balthazar.
" Başlıktaki kafiyeyi seviyorum, üstelik konuyla da çok alakalı.
Rastgele Balthazar tümüyle
mütevazı, tümüyle kutsal olan yaşayan bir canlıyla yüzleştiğimizdeki
kaygılarımız ve arzularımız hakkındadır ve bu durum bir eşekle gerçekleşiyor: Balthazar.
Bu kibirdir, aç gözlülüktür acı
çektirme ihtiyacıdır, şehvettir.
Bunların hepsi pek çok
efendisinde olan şeylerdir ve onların yüzünden acı çeker ve sonunda ölür Bu
karakter Chaplin'in ilk filmlerindeki Serseri'ye benzer ama yine de bir hayvan,
bir eşektir.
Erotizmi çağrıştıran bir hayvan olarak
kalmaz aynı zamanda Hristiyan mistisizmine dayalı tinselliği de çağrıştırır.
Çünkü eşek Antik Roma
Kiliselerimizde olduğu kadar Eski ve Yeni Ahit'te önemli bir yere sahiptir.
Balthazar aynı şekilde kesişen
yollar hakkında.
Bazen birbirine paralel giden bazen
de birbirini kesen yollar.
Birinci yol: Bir eşeğin yaşamında
bir insanınkindeki benzer safhaları görüyoruz.
Şefkat dolu çocukluk sevgi
gösterileri hem insan hem de eşek için çalışarak geçirilmiş yetişkinlik yılları.
Bir süre sonra, yetenek ve
dahilik göstergesi ve son olarak ölümden önce gelen mistisizm evresi.
Yolun diğer tarafında
Balthazar'ın acısına ve ölümüne sebep olmuş çeşitli kötülüklerin timsali olan farklı
sahiplerinin merhametine kalmış bir eşek.
Bu filmi çekerken endişelerimden
bir tanesi de her zaman mevcut olmayan ama her zaman ana hikâye çizgisinde
olan, zaman zaman gördüğümüz ama yine de orada bir varlığı bulunan ana
karakterin bir eşek olması.
Eşeğin ana hikâye, ana karakter olduğunun
anlaşılması gerekiyordu.
Bunu başarmak için, onun yanında
gerçekleşmeyen ya da göz ucuyla şahit olduğu tüm olaylar ondan uzaklaşıyor.
Diğer karakterlerin nereden
geldiğini söylemek zor.
Bana öylece geldiler.
Onları tam olarak açıklayamam.
Onları gördüm.
Sonra portreler gibi çizildiler.
Bir romancı gibi onları tasvir
edemem.
Bana göre bu aslında kibirle
ilgili bir film.
Neredeyse tüm karakterleri harekete
geçiren şey kibirdir.
Durumları ve yakınları
konusunda, hatta dünya hakkında kendilerinin ne olduğuyla alakalı bir çeşit
kendini beğenmişlik.
Çevrenizdeki insanlara tam
olarak bakarsanız bu kibi esasında iyi ve yararlı bir şey mi?
Kendimizden gurur duymasak halimiz
ne olur?
Bu kadar boş ve kuru bulduğunuz insanlık
Bunu anlaşılması daha kolay, insanlık kadar çok sevimli görmüyorum.
Çık dışarı!
Hemen!
Sana söylüyorum!
Marie filmin başında küçük bir
kızdır ve sonunda hâlâ küçük bir kızdır.
Asla büyümeyen asla kendi
kararını veremeyen ya da düşünüp taşınmadan hareket eden biridir o.
Tümüyle içgüdülerine göre
hareket ediyor.
Etrafta itilip kakılıyor.
Ya babasına ya da Gérard'a boyun
eğiyor.
Benim fikrime göre mutlak
ilgisizliği yüzünden ta en başından kaderine terk edilmiş biri.
Gérard'a boyun eğiyor mu yoksa
onu Marie mi seçiyor?
Bence ona boyun eğiyor.
Öyle düşünüyorum.
Ama araba sahnesinde ona boyun
eğiyor.
Sanırım daha en başından ona
boyun eğiyor.
İlk buluşmalarında.
Yani bir bakıma onu seçiyor.
Gérard için Marie onun bilmediği
başka bir dünyadandır.
Onu tam olarak anlayamaz, aslında
hiç anlayamaz.
Ama sanırım onu yok etmek için onu
arzuluyor.
Onu arzuluyor çünkü o nispeten saf
ve temiz biri ve onu gerçekten yok edebilmeyi istiyor.
Bence buna dayanılmaz bir istek
duyuyor.
Kız ona hiç dokunmamış.
Kız tarafından dokunulacak kadar
hassas olduğunu düşünmüyorum.
Çok aptaldır.
İkisinin de birbirini sevdiğini düşünmüyorum.
Aşk kendi yolunu bulur ama bu
tensel bir aşktır.
Sahne şehvetle ilgilidir.
"Erotizm" demiyorum
çünkü bu terim o kadar çok kullanıldı ki artık anlamsız hale geldi.
Bana göre bu sahne aşktan ziyade
daha çok şehvetle ilgili.
Mevsim bahardır ve kuşlar şarkı
söyler.
Bu genç adamın onun tarafını
tutması ve kızın kendisinde bir şeyler uyandırması hayatımızdaki pek çok şeyde
olduğu gibi bütünüyle şans eseri gerçekleşiyor.
Tensel aşk o anda doğar.
Belki bu aşkın özellikle Gérard
için olduğuna inanıyordur ama pekâlâ başka biri için de olabilir.
Bu sahne, senaryoda ayrıntılı
bir şekilde yazılmış mıydı yoksa çekimler sırasında doğaçlama mı yapıldı?
Hayır, senaryoda vardı ama bir
filmi yazmakla oynamak arasında dünyalar kadar vardır.
Bana göre bir filmin en önemli
kısmı sahip olduğu ritimdir.
Her şey ritimle dile getirilir.
Ritim olmadan hiçbir şey olmaz.
Biçim olmadan hiçbir şey olmaz ama
ritim de olmadan hiçbir şey olmaz.
Benim için bu, iki karakteri ve
davranışlarını almak ve aradaki bağlantıyı bulmakla ilgili.
Ama olduğunu söylediğiniz her
şey çekimler sırasında değil montajlama kısmında oldu.
Bu şeyleri oluşturan, ortaya
çıkaran şey montajlamadır.
Kameranın görevi sadece
kaydetmektir.
Kesin ve ön yargısızdır.
Kamera son derece kesindir.
Drama montaj odasında
oluşturulur.
Görüntüler yan yana
konduklarında ve ses eklendiğinde "aşk patlaması" denen şey yaşanır.
Marie'yle Balthazar arasında son
derece sıkıntılı esrarengiz ve müphem bir ilişki var.
Ortada açık şekilde
tanımlanmamış bir nesne olmadan yaşanan aşk var.
Ergenler son derece belirsiz, adı
konmamış bir şeye âşık olabilirler.
Aşkın bir nesnesi olmalıdır.
Aşkının nesnesi eşek değildir.
Eşek sadece bir aracıdır.
Ben böyle düşünüyorum.
Bence hassasiyet gösterimi belki
aşk bile olabilir.
Ne de olsa sevdiğimiz bir
hayvanı çiçeklerle süslemek sıradan bir şeydir.
Ama gecenin ortasında değil.
Uyanıksanız neden olmasın?
Zorluk şudur ki tüm sanat
dalları aynı zamanda hem soyut hem de imalıdır.
Her şeyi gösteremezsiniz.
Gösterirseniz bu sanat olmaktan
çıkar artık.
Sanat telkinler üzerinedir.
Film yapımcıları için en büyük
zorluk olayları tam olarak gösterememeleridir.
Aslında hiçbir şeyin de
gösterilmemesi gerekir ama bu imkânsızdır.
Yani olaylar farklı açılardan izleyiciye
gösterilmeden sadece tek bir açıdan gösterilmeli.
İzleyicinin yavaş yavaş hayal
etmesine hayal etmek istemesine izin vermeli ve onları sürekli bir beklenti
içinde tutmalıyız.
Bu, sebebi sonuçtan sonra gösterme
konusunda daha önce de söylediğim şeye varıyor.
Gizemin kalmasına izin
vermeliyiz.
Hayat gizem doludur ve bunu
ekranda görmemiz gerek.
Olayların sonuçları her zaman sebeplerinden
önce gösterilmeli.
Gerçek hayattaki gibi.
Şahit olduğumuz pek çok olayın sebebinin
farkında değiliz.
Sonuçları görürüz ama o da sebepleri
keşfettikten sonra oluyor.
Burası çok berbat bir yer.
Tam da ölmek için bir yer.
Gözün arkada kalmayacak.
Ölmekten kim bahsetti şimdi?
Ben.
İnandığın bir şey yok mu?
Sahip olduğum şeylere inanırım
ben.
Parayı seviyorum.
Ölümden nefret ederim.
Herkes gibi sen de öleceksin.
Hepsini gömeceğim.
Yaşlısın.
Onlar kadar değil.
Çirkinsin.
Bırak bir şeyler yiyeyim yaşlı
pinti!
Açlıktan öldüm.
Ayakkabında para ve altın
sakladığını söylüyorlar.
Bunun sana ne yararı var ki?
Al bunu!
Zenginsin ama elektriğin yok.
Hiçbir şeyimiz kalmadı.
Ne ev ne de bahçe artık bizim.
Babam, sahip olduğu her kuruşu alacaklılara
ödedi.
Onuru her şeyin üzerinde
tutarsan bu olur işte.
Baban hayatını yükümlülükler altına
girerek harcadı.
Peki ne için?
On kişiden biri bile onun masum
olduğuna inanmıyor.
Yükümlülüklerim var mı?
Ben özgürüm, sadece çıkarlarıma hizmet
eden yükümlülüklerim var.
Kâr getirenler, özellikle de iyi
kâr getiren yükümlülükler.
Hayat panayırdan başka bir şey
değildir.
Senin kelimelerine bile ihtiyacı
olmayan bir pazar yeri.
Bir banknot yeterli sanırım.
İnsanlara para vermek seni yükümlülüklerden
kurtarabilir.
Daha iyisi, onları parasız
çalıştır.
Herkes olayları benim gördüğüm
gibi görmez.
İstediğini yapabileceğini
çabucak öğreniyorsun ve yine de saygı görüyorsun.
Cüret ve cesaretle ilgili bir
şey.
Sende kalsın.
İhtiyacım olan şey para değil, bir
dost.
Evet, bir dost.
Bana nasıl kaçacağımı söyleyebilecek
bir dost.
Hep bunu yapmak istemişimdir.
- Kaçmayı mı?
- Çekip gitmeyi.
Marie o adamın evinde saklanır çünkü
orası onun nihai sığınağıdır.
Ona zevk verecek kadar akıllı, becerikli
ve kurnaz olmuştur bu yüzden samanlıkta uyumasına izin verecektir.
Diğerleri için daha da ileri
gider çünkü artık iyice tecrübe kazanmıştır.
Yine de bundan sonra ona küçümseyici
bir edayla yaklaşır.
O gece aralarında ne oldu?
Nihayetinde kızın mutlak dürüstlüğünün
galip geldiği son derece belirli çelişkili eğilimler söz konusu.
İlk önce ihtiyacı olduğunu için parayı
kabul eder.
Ya da belki parayı paragöz
tarafından dolandırılan ve meteliksiz kalan babasına vermek istiyordu.
Paragözün kendisini son derece
mutsuz eden kötümser konuşmalarını duyduktan sonra paranın onun iddia ettiği
gibi büyük bir şey olmadığını fark eder ve böylece parayı iade eder.
Bu onun muhteşemliğini gösteren
bir andır.
Bundan sonra olanlara gelince sizin
tahmininiz de benimki kadar iyi.
Geceyi paragözle mi yoksa
sandalyede öylece gün doğumunu bekleyerek mi geçirdi onu bilmiyorum.
Marie sizi görmeye geldiğinde hiç
mi duygulanmadınız?
Savunmanızın ya da
çirkefliğinizin yok olmasını sağlamadı mı?
Bir anlığına kesinlikle öyle
oldu.
Aşk sizi şehvete düşürmeden ve
kötü yola sevk etmeden önce bunda kesinlikle insan olmakla ilgili karşı konulamaz
bir istek vardır.
Üstelik bu önemli anla ilgili
olarak ne olacağını ve ne olması gerektiği konusunda en ufak bir fikrimiz yok.
"Ne olduğunu bilmiyoruz.
" Bu cümleyi biraz da açalım.
Ertesi gün anne baba tüccarı
ziyarete gittiklerinde şöyle derler: "Bir saat önce buradaydı.
" İzleyici tam olarak neler olduğunu bilmez.
Robert Bresson'un bu konu
üzerinde durmaması da benim açımdan takdir edilecek bir şey.
Sizin için Marie kimdir?
Marie'nin modern kadınları temsil
ettiğini söyleyemem.
Bana göre filmde göründüğü
şekliyle o kendisine pusu kurulmuş çok hassas ancak buna rağmen saf kalmayı
başarabilen biri.
Umudunu yitirmiş.
Teskin et onu.
Bir Taşra Papazının Günlüğü'nden
Balthazar'a kadar Tanrı'yı açık bir şekilde görürüz.
Tanrı orada bağışlayandır.
Balthazar Tanrı'nın olmadığı, Tanrı'yla
işi olmayan bir dünyanın izlenimini veriyor.
Öncelikle, sırf Tanrı'dan
bahsetmek ya da "Tanrı" kelimesini ağzımıza almamız O'nun var
olduğunu işaret etmez.
Bir insanı, bundan kastettiğim sadece
sallanan bir kukla değil ruhu olan birini göstermek için bir film yapımcısının araçlarını
kullanırsam eğer insan varsa Tanrı da vardır.
Tanrı'nın adını telaffuz etmek onun
var olması için yeterli bir sebep değil.
Hayır, bildiğime göre bir
karakterin, örneğin Marie'nin babasının Tanrı'yı inkâr ettiği ilk filminiz bu
film.
Madem Tanrı'yı reddediyor o
halde Tanrı gerçektir ve bu yüzden Tanrı vardır.
Ama birden artık Tanrı kötüdür.
İnsanoğlundan elini eteğini
çekmiştir, bunu şimdiye kadar hiç söylemediniz.
Az önce verdiğim sebeplerden
dolayı Tanrı'nın filmde olmadığı izleniminizi paylaşmıyorum.
Sizin filmlerinizde kelimelerin ne
tür bir işlevi söz konusu?
Bence sözler bir resmin söyleyemeyeceği
her şeyi söyleyebilir.
Karakterleri konuşturmadan önce her
şeyden önce gözleriyle, vücut diliyle belirli etkileşim türleri ve davranış
kurallarıyla ifade edebilecekleri her şeyi incelememiz gerekiyor.
Kelimeler, olayların içine daha fazla
müdahil olma ihtiyacı hissettiğimizde kullanılmalıdır.
Kısacası fikirler filmde uygun sesleri
ve görüntüleri kullanarak ifade edilmeli ve diyalog da ancak son çare olarak
kullanılmalı.
Teknik hakkında konuşmaktan
hoşlanmıyorum.
Tekniğimin de olduğunu
sanmıyorum.
Bu daha çok görüntüleri düzleştirmekle
ilgili bir takıntı.
İyi de bir sebebim var.
İnandığım şey, aslında şu konuda
eminim ki değişim olmuyorsa sanat da olmuyordur ve görüntü başka bir görüntü haline
gelmiyorsa sinemadan konuşmak anlamsızdır.
Görüntü eğer beyaz perdede tam
da filme alındığı gibi yalıtılmış olarak kalıyorsa eğer diğer görüntülerle yan
yana konduğunda değişmiyorsa dönüşüm de olmuyor demektir ve buna da sinema
diyemeyiz.
Bunu gerçekleştirmek için Tiyatro
sanatının izini taşıyan görüntüler değişime uğrayamaz çünkü onlar bu mühürle
damgalanmışlardır.
Daha önce bir kere oyulmuş ahşap
bir masa gibi.
Masa oyularak bu şekle
gelecektir.
Görüntüleri, diğer görüntülerle ve
sesle bağlanmak suretiyle değişime uğrayabilmesi için tüm sanatlardan ayrı
tutmanız gerek özellikle de tiyatro sanatından.
Sinemanın en büyük zorluğu .
.
"sinema" diyorum çünkü onu "film"den ayırt etmek
istiyorum.
"Film"den kastım,
kameraya alınmış oyunlardan başka bir şey olmayan yani geleneksel olanlar.
Yönetmen aktörleri alır, onlar
da oynar, o da filme alır.
Bana göre sinema tümüyle farklı
bir şey.
Görüntünün görüntüyle, görüntünün
sesle ve sesin sesle bir araya konmasıyla doğan bağımsız bir sanat.
İşte bu olan bir şeyi tekrar
yaratma değil gerçek bir oluşumdur.
Aktörleri bir oyunu sahnelerken filme
aldığınızda kamera sahnenin bir kopyasını çıkartır, onu yaratmaz.
Acaba kendimi yeterince açık
ifade edebiliyor muyum?
Evet, gayet açık.
Tiyatroda sahnesinde ya da
filmdeki ya da her ikisindeki aktörlerden bir eseri icra etmelerini isteriz.
Bir hikâyeyi oynarken onları
filme alıyoruz.
Bana göre aynı şey değil.
Görüntü ve sesle ilgili.
Diğerleriyle yan yana
konduğunuzda başkalaşan görüntüler.
Ama görüntülerin nötrlük adını
verebileceğimiz belirli bir mahiyeti olmalı.
Bundan kaçınmak çok zor ama çok
fazla dramatik anlam taşımamaları gerek.
Dramatik anlam sadece diğer
görüntülerin yan yana konmasıyla ortaya çıkmalı.
Bu da son derece zor.
Diğer görüntülerle etkileşime
girmesine izin vermek için bir görüntünün nasıl ve hangi açıdan çekileceğini
bilmek önemlidir.
Bay Ghislain Cloquet, görüntü
yönetmeni.
Bu film üzerinde çalışırken teknisyenler
olarak tüm filmi baştan sonra Bresson'un tek bir lens kullanarak çekmekten
ibaret olan yöntemini görme şansımız oldu ki dahası bu son derece sınırlı
olmakla birlikte 50mm'lik uzun odak mesafesi olan bir lens ve çok keskin
sınırları zorlayarak süregelen diğer tüm kurallar gibi bu temel kural da kesinlikle
beklenmedik harikulade sonuçlar ortaya çıkardı.
Aktörlere ilgili söyledikleri şeylere
benzer bir sürpriz bu.
Onları yorduğunuzda büyülü bir
şey ortaya çıkıyor.
50mm'lik bir lens kullanma
konusundaki çarpıcı şey aslında sahnelemeyi aklında hiç tasarlamadığıdır.
Bunu yapsaydı 50mm'lik lensler çekim
için en iyi görüntüyü yakalardı.
Bunun yerine sahneyi 50mm'lik
lenslerden bakarak düzenler ve bu da ona aradığı cevabı veriyor çünkü bu onun
tek seçeneği.
Bundan düzenleme stili ortaya
çıkıyor bir hikâye anlatma stili; bu çok homojen ve çok akıcı.
Mesela kameraman açısından düşünecek
olursak bu filmde kameraman ben değildim.
Ekibimdekilerden biriydi ama çalışması
inanılmaz derecede durağan ve son derece tutarlı oldu.
Tiyatro, harici ve dekoratif bir
sanat olmasından dolayı ki bu benim için hiç de bir hakaret sayılmaz aynı
şekilde sinemanın hedefi sinemanın nihai amacı özellikle "sinema"
diyorum, "film" demiyorum sinema sanatını kastediyorum tabii böyle
bir şey varsa sinemanın amacı içselleştirme, kişisellik, soyutlama hakkındadır.
Başka bir deyişle en
derinlerdeki duygulardır.
Elveda zavallı kadim dostum.
Geçip giden hep aynı ahmakları seyrederek
tüm günlerini burada geçirmeye mahkûm oldun.
Elveda kadim dostum.
Sana da dostum.
Bana göre sinema her şeyi yerli
yerinde bulma sanatıdır.
Bu anlamda diğer tüm sanat
dallarına benziyor.
Johann Sebastian Bach'ın bir
öğrenciye çaldığı esnada aralarında geçen bir olaydaki gibi.
Çocuk coşkuyla atılır ama Bach
şöyle der: "Bunda takdir edilecek bir şey yok.
" "Tek yapman gereken notaya doğru zamanda basmak gerisini
org halleder.
" Filmlerinizde ses gerçekçi değil.
Ses efektlerini kullanmıyorsunuz
ama sesi abartıyorsunuz.
Diyalog seslerini düşürüyor ama
nesnelerin seslerini abartıyorsunuz.
Bazen sesi kısıyorum.
Bazı zamanlar da tersini
yapıyorum ve önemini abartıyorum.
Bu, içgüdüsel olarak ne
hissettiğimle ya da filmin ne şekilde geliştiğiyle alakalı bir şey.
Başka bir şey.
Aktörlerinizden kendilerini vücut
diliyle ifade etmelerini istiyorsunuz.
Ancak aynı zamanda bu unsurları
da kısıtlıyorsunuz.
Tekrar teknik konusunda ya da
daha doğrusu mekanik davranış takıntım hakkında konuşmaya başlıyoruz.
Bana göre jestlerimizin bir çoğu
ve hatta sözlerimiz bizden bağımsızdır.
Eliniz dizinizdeyse onu oraya
koyan siz değilsinizdir.
Montaigne bu konuda ellerimizin gitmelerini
söylemediğimiz yere gittikleri hakkında harikulade bir bölüm yazmıştı.
Ellerimiz bağımsız çalışır.
Jestlerimiz, kollarımız
neredeyse bizden bağımsız çalışırlar.
Bizim emrimiz altında
değildirler.
Sinema böyle bir şeydir.
Sinema jestlerimizi ya da
sözlerimizi düşünme yeri değildir.
Ne söyleyeceğimizi düşünmeyiz.
Kelimeler düşündüğümüz şekliyle
gelir ve belki düşünmemizi onlar sağlar.
Bu bağlamda tiyatro gerçekten ve
doğallıktan uzaktır.
Filmlerimde yapmaya çalıştığım
şey gerçek olan ne varsa ona dokunmak.
Belki gerçekliği kafaya fazla
takıyorum.
Başka bir şey.
Karakterleri, kendi başlarına olmalarını
istedikleri kişiler değil de kendi istediğiniz şekle dönüştürüyorsunuz.
Tuhaf bir karışım.
Onlarla benim bir karışımım.
Aramızdaki bir enerji transferi.
Yönetmenliğim ya da
yönlendirmemden değil bir tür önseziden, ortaklaşa bir değerden pek çok
konudaki arkadaşlıktan edinilen bir çeşit karışım bu.
Kesinlikle aktörleri yönetmekten
ya da olayları sahnelemekten gelmiyor.
"Sahneleme" uygun bir
ifade.
Bugünün filmlerinin bir kez daha
film ve sinema arasındaki farkın altını çiziyorum bugünün filmleri kameraya
alınmış oyunlardır.
Bunu bir kez daha yenilediğim
için özür dilerim.
Kendinizi bir yönetmen olarak görmüyor
musun?
Aynen öyle.
Sinemasever bile değilim.
Robert Bresson'un mesleği nedir?
Bir keresinde birisi benim "emirler
yağdıran biri" olduğumu söylemişti.
Bu tabiri sahnedeki bir
"yönetmen"e tercih ederim çünkü hiçbir yerde sahne göremiyorum.
O halde oyuncularınıza neden
doğaçlama yapmalarına izin vermiyorsunuz?
Doğaçlama yapıyorlar ama sizin
düşündüğünüz şekilde değil.
Bundan şunu kastediyorum aslında.
Zihnin gelişen olaylara dahil
olmamasını sevmiyorum.
Akıl, diyaloğa ya da jestlere müdahale
etmeyinceye kadar gerektiğinde dizeleri 50 kez tekrar ediyoruz.
Her şey otomatik hale geldiğinde
aktör filmin hareketine dahil olur ve aktörün her dizeyi ezberlediği her dizeyi
ve jesti düşündüğü tiyatro oyunculuğundan yüzlerce kere daha gerçek, hiç
beklenmedik şeyler ortaya çıkar.
Gerçek gibi görünmesinin hiçbir
yolu yok.
Bu yöntemi kullanırken aktörleriniz
zaman zaman beklenmedik şeyler yaptıkları oluyor mu?
Her zaman.
Bahsettiğim doğaçlama bu işte.
Yaşamı taklit edemeyiz.
Onu taklit etmeden tekrar
oluşturmanın bir yolunu bulmamız gerek.
Yaşamı taklit edersek bu gerçek
olmaz.
Sahtedir.
Bence böyle bir mekanizma
kullanmak canlı gibi ve hatta gerçek bir şeye yol açabilir.
Eşek herhangi bir probleme sebep
oldu mu?
Eşek büyük bir sorun teşkil
ediyordu çünkü oyunculuk gösteren bir eşek istemiyordum.
Filmi kaleme alırken bile eğitilmiş
bir eşek kullanma konusunda ihtiyatlıydım.
Bayanlar ve baylar çağımızın en
büyük dehasını sunmaktan onur duyuyoruz.
Birisi bana üç haneli bir sayı
söyleyebilir mi?
772.
834.
Şimdi 2 ila 9 arasında bir sayı.
Şimdi matematikçimiz hesabını
yapacak.
Bunun profesyonel olmasını
istemiyordum.
Eşeğin matematik numaraları
yaptığı sirk sahnesi diğerlerinden çok daha sonra çekildi.
Çünkü eğitmenin eşeği matematik
konusunda eğitebilmesi için zaman gerekiyordu.
Eşek, eğitimden tümüyle çıksın ve
yapaylıktan arınsın diye bu sahneyi çekebilmek için iki ay bekledim sonra da filmin
geri kalanına ilave ettim.
Ama bu, eşeğin umduğumuz şeyi hiç
yapmadığı bir durumu ortaya çıkardı.
Bana öyle geliyor ki
oyuncularınızdan yapmalarını istediğiniz şey insanların sık sık sanata
dönüştürmeye çalıştıkları "psikodrama" dediğimiz psikiyatrik bir
uygulamaya benziyor.
Onları bir olayın içine sokuyorsunuz
ve onlardan dayanabildikleri son ana kadar kendilerini göstermelerini
istiyorsunuz.
Beni ilgilendiren şey ne
gösterdikleri değil ne gizledikleridir.
Gizledikleri şeyi çekmeyi başarabiliyor
musunuz?
Şu olağanüstü araç sayesinde kamera
adını verdikleri mucizevi makine.
İşin gerçeği beni şaşırtan şey gözümüzün
ya da daha doğrusu zihnimizin göremediklerini kaydedebilen böylesine inanılmaz
bir cihazın bize sadece hileleri ve yapmacık şeyleri göstermek için
kullanılıyor olması.
Beni şaşırtan bu işte.
Profesyonel oyunculuğun bu
hilelere ve yapmacık hareketlere katkı sağladığına inanıyor musunuz?
Ne de olsa Les Dames du Bois de
Boulogne'dan bu yana artık profesyonel oyuncularla çalışmıyorsunuz.
Elbette çünkü bir aktörün
doğasını değiştirmek zor ve hatta imkânsızdır.
Chateaubriand'ın 17.
yüzyıl şairleri için söylediği
bir şey var.
Aynen şu şekilde: "Onlarda
doğallık eksik değil.
"Onlarda doğa yok.
Tiyatroda doğal olmak, duygu
hallerini dikkatlice gözlemlemeye dayalı öğrenilmiş bir beceridir.
Hayat hayattır.
Bu yüzden çabalıyoruz.
Ham maddemiz budur.
Sinemada ham madde aktör değil,
kişidir.
Kimseyi zor durumda bırakmadan doğal
olan birkaç aktörün adını vermek istiyorum.
Mesela Fransa'da Michel Simon.
Çok doğal.
Evet ama bir kez daha biraz
haddimi aşarak soracağım.
Lütfen devam edin.
Oyunculuk hakkında aklımda
geçenleri söylemek istiyorum.
En basit tabirle oyunculuk bir
yansımadır.
Bir aktör kendini hayal ettiği
karakterde gösterir ve aynı zamanda da kendini izler.
Filmde de bu aynı şeydir.
Aktör kendini başka bir yerde
gösterirse geriye ne kalır?
Hiçbir şey.
Karakter boştur.
Bunu yakın çekimlerde sık sık
görebilirsiniz.
Aktör orada değildir hatta kendi
görüntüsü bile yoktur.
Kendilerini daha az izleyen ve
hiçbir şeyin etkisi altında olmayan aktör olmayan kişileri kiraladığınızda netice
daha mı gerçekçi?
En büyü maharet ve en büyük
zorluk günlük hayatta adına yaygın olarak "cazibe" dediğimiz şey
değil midir?
İnsanlar cezbedicidirler ama bu
cazibelerinin farkında değiller.
Aradığım şey tam olarak bu: Gerçek
cazibe.
Sinemanın ihtiyacı olan şey
budur.
İşte bu yüzden sinema her ne
kadar psikolog ya da psikanalist olmasam da psikoloji ve psikanalizin derinliklerine
inebilir.
Bunun doğru olup olmadığını
bilmiyorum ama duyduğuma göre oyuncularınıza tüm senaryoyu vermiyormuşsunuz.
İçine atılacakları hikâyeyi bilmiyorlarmış.
Bu tam olarak doğru değil.
Ellerinde bir metin var elbette.
Bilmedikleri şey ise sahnede nasıl
oynadıklarıdır.
Genel olarak filmlerde yapılanların
aksine filmlerimde önceki günün telaşı onlara hissettirmem.
Ne yaptıklarını onlara asla
göstermem bu yüzden aynadaki gibi kendilerini sahneden izlemez ve tüm
aktörlerin yaptığı gibi kendilerini düzeltmeye çalışmazlar.
"Burnum sağa doğru çok
yamuk.
" diye düşünüyorlar.
"Bir dahaki sefere sola
döneceğim.
Böylesi daha iyi olacak.
" Ne demek istediğimi anlıyorsunuz.
Oyuncularınızdan dizelerini ne
şekilde ezberlemelerini istiyorsunuz?
Diyalog için ne gibi girdilere sahip
olmaları gerekiyor?
Onlardan dizelerini anlamlarına
bakmadan, sanki bir anlamları yokmuş gibi sanki kelimeler hecelerden ibaretmiş gibi
öğrenmelerini istiyorum.
Cümleler kelimelerden değil de hecelerden
oluşmuş gibi.
Anlam, az önce tarif ettiğim
anda onları filmde serbest bıraktığımda üzerlerine bir anda çöküverir.
Dizelerini yabancı dilde
öğrenirler ancak tercümesini aldıkları anda kendileri serbest kalır.
Evet, madem öyle diyorsunuz Kendilerini
ifade edebilmelerini sağlamak için uzun sahneler kullanır mısınız?
Bana göre sinemanın maddesi jestler
ve replikler değildir.
Jestler ve replikler tarafından oluşan
etkidir.
Bundan dolayı bu benden ve hatta
onlardan tümüyle bağımsızdır.
Tamamıyla bilgileri dışında meydana
geliyor.
Jestlerin ve sözlerin ortaya
çıkardığı davranışlarında ve yüzlerinde okuduğumuz şey budur.
Montaigne'nin dediği gibi: "Kendimizi
jestlerimizle ifşa ederiz.
" Bay Louis Malle.
Evet, aslında bence Balthazar profesyonel
aktörlerle çekilseydi bilemiyorum ama filmin havasına uymayan bir ton olacaktı
sanırım.
Oyuncuların oyunculukla herhangi
bir bağlarının olmaması gerekir.
Bresson'un eserlerinde müstesna
bulduğum bir şey ve özellikle de bu filmde sinemanın tiyatro ile arasındaki tüm
köprüleri yakmış olmasıdır.
İç dünyamızın bir sineması.
Bunu pek çok şeyle
bağdaştırabiliriz.
Müzik, resim gibi şeylerle bağdaştırabiliriz.
Bence hepsinden önemlisi düşüncelerin
ifade edilişi.
Genellikle film yapımcıları bir
filme başladıklarında bu düşüncenin ifade edilmesi konusunda oyunculara profesyonel
aktörlere bel bağlarlar.
Bu insanlar kendi tekniklerini, yöntemlerini
ve hünerlerini kullanırlar.
Bana göre problem hünerlerinde
saklı.
Bresson'un, tüm saflığını muhafaza
etme düşüncesinin önüne geçme ve bunu engellemesi kesin gibi.
Bu, onu saptırma, etkileme ve
hatta belki zenginleştirme riskini taşır.
Oyuncuların filmi
zenginleştirmesi ihtimal dahilindedir ancak bu durum yine de filme zarar
verebilir.
Açıkçası tanınmamış kişilerle çalışmayı
seçtiğinde şekilsiz bir kile şekil vermiyor.
Açıkçası bu durum onun film
fikrinin değişmeden kalmasına imkân sağlıyor.
Bence onun durumunda biri için
bu su götürmez bir şey.
Biraz da senaryodan bahsedelim.
Hayranlık uyandırıcı şekilde inşa
edilmiş ama eksiltilerle ve soru işaretleriyle dolu.
Örneğin bir sahnede polis
Gérard'ı çağırıyor.
Kimsenin neden çağrıldığını bilmediğini
fark ettiniz mi?
Ben de bilmiyorum.
Şaka yapıyorum.
Ama hikâyenin ardındaki tüm
detayları elemek istiyorum.
Eğer birisi polis tarafından
çağırılıyorsa neler olacağını görürüz.
Ama sanırım bu her zaman
sebepten önce ki her ne kadar kuralların çiğnenmek için olduğunu düşünsem de sonucu
göstermenin iyi bir yolu bu.
Sebep, tutkulu bir şekilde arzu
edilmeli ki görüntüler ve film izleyicinin ilgisini çekebilsin.
Bu genç adam çağırılmış ve biz
nedenini bilmiyoruz.
Şöyle olduğuna inanıyoruz: Birisi
öldürülmüş.
Ama cinayeti kimin işlediğinin bir
önemi yok.
Onun yaptığını düşünüyoruz ve
sonra yanıldığımızı görüyoruz.
Serseri Arnold yaptı diyoruz ama
o da değil.
Hikâye için önemli değil.
Belki ne olduğunu asla
bilemeyecekler.
Belki bir cinayet değildi, belki
sadece bir kazaydı.
Ancak ister cinayet ister kaza
olsun hikâyemizle kesinlikle hiçbir ilgisi yok ve ben de her zaman kategorilere
ayırıp neyin önemli neyin önemsiz olduğunu elemeye çalışıyorum.
Bence Belki sanatın düşüşte
olduğu konusunda yanılıyorumdur.
Hepsi günümüzdeki her şey gibi belki
aşırı özgürlükten belki de inanılmaz derecede yaygın olmalarından dolayı ölüyor.
Bence filmler, radyo ve
televizyon sanatın her türlüsünü katlediyor.
Ama işin tuhafı şuna da
inanıyorum ki bu sanatlar belki tümüyle farklı bir biçimde de olsa tekrar
doğacak ve bu da kesinlikle sinema, radyo ve televizyon sayesinde olacak.
"Sanat" kelimesi artık
kendi anlamını bile taşımıyor.
Ama bana öyle geliyor ki hâlâ
bir umut var.
Sinemanın gerçekte henüz daha
tam olarak idrak edemediğimiz tümüyle yeni bir sanat olduğuna inanıyorum.
Sinemanın büyüsüne inanıyorum.
Degas söyle demişti: "İlham
perileri birbirleriyle konuşmazlar.
Birlikte dans ederler.
" Aslında sinemanın tümüyle bağımsız bir sanat olduğuna ya da çok
yakında öyle olacağına inanıyorum ve hayal edildiği gibi öyle değilse de diğer
sanatların bir sentezidir.
Tümüyle münferit ve bağımsız bir
sanattır.
Başlangıcını basit bir eğlence
unsuru olmasının sinemayı kısıtlanacağını düşünüyor musunuz?
Sinemanın aksine filmlerin var
olmaya devam etme olasılığı çok yüksektir.
Filmlerin eğlence olarak devam
etmemesinin hiçbir sebebi yoktur.
Ama sinemanın ciddi bir sanat
olduğu inancına sıkı sıkıya bağlıyım.
Sinemayı eğlence olarak değil tam
tersine olaylara daha derin bir bakış açısı sunan kendimizi keşfetmek ve
içimizdeki dünyayı derinlemesine incelemek için insanoğluna yardımcı bir araç olarak
görüyorum.
Çeviri: neco_z@hotmail.
Une. femme. est. une. femme. 1961
20169||5003900||11.
Berlin Film Festivali Jürisi, Özel
Ödül'ü özgünlüğü, gençliği, cüretkarlığı ve küstahlığıyla klasik komedi
sinemasının normlarını yıkan "Kadın Kadındır"a vermiştir.
En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü, yeni
bir aktriste nadir görülen umut verici niteliklere sahip Anna Karina'ya
vermiştir.
Bir varmış Bir yokmuş Işık Kamera
Aksiyon!
KADIN KADINDIR Merhaba!
Bol sütlü bir kahve.
Sert bir kahve.
Saat kaç?
Beş buçuk.
Çok sıcakmış.
Zamanım yok.
Merhaba, nasılsınız?
"Bebek bekliyorum" "Uyuyan
Güzel" Ya bu?
Daha seksi bir şey yok mu?
Gidelim çocuklar.
Selam.
Hala öfkeli misin?
- Hayır, hazinem.
- Demek beni seviyorsun?
Evet hazinem!
Baksana
Ne güzel bir kartpostal, Emile.
Neden ağlıyorsun?
Çünkü aynı anda o iki sarı
hayvan birden olmak isterdim.
Hep imkansızı istiyorsun.
İyi, ben de buradan çekip
gidiyorum.
Merhaba, Angela.
Çok üzgün görünüyorsun.
Hiç de değil.
Konuşmamız lazım.
Neden Trocadero'ya gidip orada
mıyım diye bakmıyorsun?
Bu ciddi, Angela.
Ama zamanım yok.
Geç kaldım.
Ne düşünüyorsun?
Hiçbir şey.
Var olduğumu düşünüyorum.
Gidiyor.
Nasılsın?
Çabuk, Angela, Merhaba
tavşancıklar!
Doğmama gününüz kutlu olsun.
- Fal için bana France- Soir
aldın mı?
- Evet, al.
Benimkine de baksana, başak -
Önce Daniel'e uğrayacakmışsın.
- Ne sebeple?
Bilmiyorum, Luciano' ya sor.
- Bir paket Gitanes.
- 10,5 frank.
Sonra ödeyeceğim.
- Dominique hastaneden çıktı mı?
- Evet, senin şeyi getirecekti.
Bu da ne?
Çok hoşmuş.
Lafayette'ten aldım.
Gerçekten çok güzel.
France- Soir'daki falı okudun mu?
"Başak Aşk: Pek yakında
mutlu bir olay!
" Dalga geçiyorsun.
Bu harika!
- Yeni numaramı gördünmü?
- Hayır.
Bak.
Harika.
Baksanıza Bayan Angela, Champs
Élysée'ye gittiniz mi?
- Hayır - Neden hayır?
Çünkü.
- Bu da ne demek?
- Çünkü daha önemli şeyler var.
Çabuk olun Angela.
Sıranız geldi.
Angela!
- Evet, buradayım.
- Senin şeyi getirdim.
- Nasıl kullanılıyor?
- Çok kolay.
Çekmeceye koyuyorum.
Peki, oldu.
"Ayıyı gören adamı gören adamı
gören adamı gören adama dönüşeceksiniz" Sanat yapıtları.
Bunlar, doğanın görkemli
yaşamının 40 günüdür.
"Eyfel Kulesi'nin
uzunluğuna herkes hayrandır Ama ben 'Angel- a'nın ölçülerini tercih
ederim" Çok merak edilir, neden herkesin benim için çıldırdığı, işte
gerçek ortada.
Gerçek apaçık gözlerinin önünde Çok
güzel memelerim var, "ve ametist rengi gözlerim" Küçük bir denizci
yakası "ve böyle bir külot" Ne kadar nefret ederim sabahları erken
uyandırılmaktan.
Ama bayılırım sırtımın
okşanmasına.
Birisi bana gel tatlım dediğinde
daima evet derim.
Çünkü erkeklere asla tavır
koymamak gerekir.
Ben uysal biri değilim.
Çok zalimim.
Ama hiçbir erkek sesini
çıkaramaz Çünkü ben çok güzelim.
- Ben de deneyeceğim!
- Evet, haydi.
Harika.
Nasıl çalışıyor?
Ben hava durumu yöntemini uyguluyorum.
- Sahi mi?
- Cherie'nin çocuğu bu sayede
oldu.
Onu dinleme, bu bilimsel.
Bianchini Marsilya için kızlar
istiyor.
40.
000 frank maaş verecek.
- Burayı imzala.
- Ütümü de getirebilir miyim?
- Nerede oturacağız?
- Otelde.
- Çamaşırlarımızı yıkayabilecek
miyiz?
- Elbette.
- Siz de geliyor musunuz Angela?
- Hayır, içimden gelmiyor.
Zaten Cote d'Azur'den nefret
ederim.
Kırmızı çorap, mavi çorap.
Haydi, görüşürüz!
Sen, Angela, zamanın yok mu?
Ben, Angela, zaman yok.
52.
000 frank.
- Ben mi?
- Evet siz.
Bikini otele 52.
000 frank borcunuz yok mu?
- Benim mi?
- 9 temmuz'da Ücreti ödemeden
gittiniz.
Bir dakika, açıklayayım.
Her yaptığımı buraya not ederim.
Ekim, Eylül Temmuz 20 Temmuz İşte,
9 Temmuz.
Yanlışınız var, bakın.
"Sabah on: Popol'ü kağıt
oynamak için ara.
Öğle Strasbourg Sokağı'ndaki kafede
öğle yemeği ye.
5:30 " Haklısınız.
Bikini Otel'den hesabı ödemeden
ayrıl.
Peki ödeyecek misiniz?
Hayır, asla.
Aptal.
- Zavallı.
- Onun bunun çocuğu!
- Gerizekalı.
- Boş herif.
- Serseri yahudi.
- Faşist.
İ.
Ne!
Neden beni beklemedin?
Çünkü yapacak önemli işlerim var.
Sana kur yapmamı önemli bulmuyor
musun?
Ne garip, değil mi?
Şu an bir saat öncesinden daha
karanlık.
Garip bir şey yok.
Peki, hiç garip değil.
O zaman neden garip olduğunu
söyledin?
Bilmiyorum.
Biraz üzgünüm.
Sen garip bir kızsın.
Agnes nasıl?
Doğurdu mu?
Bilmiyorum.
Artık onunla ben ilgilenmiyorum.
Sen garip bir çocuksun.
Sana kur yapmamla gerçekten mi ilgilenmiyorsun?
Fransızcada eğer sıfat kelimeden
önce değil de sonra gelirse anlam aynı kalır mı?
Nasıl yani?
Örneğin "Mutlu bir
olay" "olayın mutluluğu" ile aynı mıdır?
- Bu yüzden mi üzgünsün?
- Hayır.
Neden?
Çünkü bir müzikalde oynamak
istiyorum.
Başrollerde Cyd Charisse ve Gene
Kelly.
Koreografi Bob Fosse.
- Angela!
- Yine ne var?
Bana hoşçakal demedin.
Kendimi tutamadım!
Neden seni değil de Emile'i sevdiğimi
sormuştun.
Çünkü o yakışıklı ve kurnaz.
Ama sen değilsin.
Ben çok kurnazım.
Gerçekten mi?
Bahse girerim benim yaptığım her
şeyi yapamazsın.
Yap bakalım!
Rosto için teşekkürler.
Birşey değil bayan Récamier.
Angela!
Angela!
Sana birşey söyleyeceğim!
Şimdi olmaz.
"Madam bu gösterge, doğurganlık
günlerinizi bilimsel bir kesinlikle saptamanızı sağlar.
"Bilimsel bir
kesinlikle" "Beyaz halkayı sol elinizin parmakları arasında tutun.
Siyah silindiri sağ elinize alın
Üçgen sıfırın karşısına gelene kadar döndürün.
" Üçgen sıfırın karşısına İşte,
sıfır "Hamile kalabileceğiniz günler silindirin üzerindeki pencerede gözükecektir.
" 10 kasım.
Bugün ayın kaçı?
Merhaba!
O atkı da ne?
Kendime erken bir noel hediyesi.
Sana Marie- Claire aldım.
- Maç bitti mi?
- Ne maçı?
Lanet olsun Angela!
Real Madrid - Barselona maçı!
Radyodan kaydetmeni söylemiştim.
Her şeyi benim yapmam lazım!
Yine ne var?
Yine ne var?
Temsilimizi oynamadan önce, seyircileri
selamlayalım.
Ne var?
Beni sevmiyorsun.
Şu aptalın dediğine bakın!
Şu beyinsize bakın!
Senden başkasını sevmiyorum!
İyi misin sen?
Sadece seni seviyorum.
Gözlerin, boynun, omuzların Endamın.
Ayakların.
Emile Biraz temizlik yapar mısın?
Aptalca davranmak yerine.
"Sadece seni seviyorum Top
Di Stefano'da, Di Stefano topla ilerliyor, Sağ kanattan aynı Mathews'u andıran
bir stilde atak yapıyor!
Bu inanılmaz.
Bu resmen Shakespeare.
Muhteşem Alfredo, Futbolun
Julius Sezar'ı!
Del Sol'a ortaladı, Del Sol'dan
Puskas'a Puskas'dan Del Sol'a Del Sol'dan Di Stefano'ya, Di Stefano'dan Del
Sol'a.
Ağlıyorum çünkü Real Madrid bugün
harika!
Del Sol ceza sahasına giriyor.
Del Sol, Ramaletts'le karşı
karşıya.
Şut ve gol!
Bitirmedin ki pis herif!
Yemek yiyecek miyiz?
Evet, evet Yanmış Akşam
yemeğinde balık mı yoksa et mi istersin?
Balık.
Peki ya et istemiş olsaydın Ne
tercih ederdin?
Bilmem ki.
Dana.
Eğer dana yerine sığır
isteseydin, biftek mi tercih ederdin rosto mu?
Biftek.
Peki rosto deseydin Çok pişmiş
mi isterdin kanlı mı?
Kanlı.
Üzgünüm tatlım şansın yokmuş.
Çünkü sığır rostom biraz fazla
pişmiş.
Kızdın mı?
Hayır, bunun için kavga edilir
mi?
Yazık.
Çünkü ben çok sinirlenmiştim.
Gérardin'i görmeye gittim.
Pazar günü için olur dedi.
Öyle mi?
Başta hayır dedi, ama sonra
fikrini değiştirdi.
Harika.
Parc de Prince'te.
Toplantıdan önce.
Baksana, bunun yerine haşlanmış yumurta
ister misin?
Tabii hazinem.
Ama bir şartla.
Ne?
Çocuk istiyorum.
Çocuk mu?
Evet.
Pekala, çok iyi.
- Tamam Angela.
- Şaka yapıyorsun!
- Kesinlikle emin misin?
- Tabii ki, öküz değilim.
Evlenir evlenmez yapalım.
Öyleyse evleniyoruz.
Kopenhag'dan doğum belgelerimi
isterim.
Zamanımız var.
Anlamıyorum.
Eğer çocuğumuz olsaydı, evlenirdik.
Ama yok ki.
Ama ben istiyorum.
Bakarız.
Peki ya Kabare Lido'daki adam ne
dedi?
Gitmedim.
Ama neden, aptal mısın sen?
Lido çok önemli.
Zodiac'tan çok daha iyidir.
Niye bu kadar acımasızsın?
Ne yaptım?
Ne yaptım?
İşte bunu.
Neymiş o?
Benimle bu şekilde konuşma.
Peki nasıl bir şekilde?
Daha alçak sesle.
Kulaklarımı patlatacaksın.
Benim gayet alçak bir sesim var.
Kesinlikle değil.
- Sessiz konuşmuyor muyum?
- "Sessiz konuşmuyor muyum?
" Daha R' leri bile telaffuz edemiyorsun.
Evet edebiliyorum.
İçler acısı!
Neden hep kadınlar acı çeker?
Çünkü acı çektiren kadınlardır Ya
da kadın acı çektirendir.
Çünkü fransızcada iki şekilde de
söylenebilir.
Öyle de, böyle de.
Kes zırvalamayı.
Suratına bir şey yapıştırırım, ağzını
bir daha açamazsın.
- Sabah gazetesini aldın mı?
- Sana yumurta yapacağım.
Gözümde bir hiçsin.
Al şunu pis komünist.
Rica ederim kes artık Angela!
İşte yine Güleyim mi, ağlayayım
mı Bilmiyorum.
Ağlayan kadınları çok çirkin
bulurum.
Bence öyle değil.
Aksine.
Agnes'in dediği gibi.
Ağlayan bir kadın çok güzeldir.
Ağlamayan kadınları boykot etmek
lazım.
Modern kadınları aptal buluyorum.
Ne zaman sınırlarını Neyse.
Neyse.
Ağlamayan kadın bence aptaldır.
Erkekleri taklit etmeye çalışan şu
modern kadınlar.
Zaten hepinizden bıktım.
Kendi başının çaresine bak.
Hepimizden mi?
Yemeğini kendin yap.
Hepimizden mi?
- Bu ne demek?
- Dünyadaki tek erkek sen misin?
- Yani ne demek?
- Bir bebek istiyorum.
Zamanımız var.
Ne yani, gerçekten, nedir?
- Yani ne?
- Kesinlikle, 24 saat içinde
bebek istiyorum.
İnanılmazsın, Angela.
Tour de France'da yarışan Anquetil'i
hatırla.
Karısı ne zaman onu görmeye
gelse, ertesi gün başarısız oluyordu.
Ve ben pazar günü formda
olmalıyım.
Madem öyle, ben gidiyorum.
Madem öyle, ben gidiyorum!
- Aynen öyle.
- Aynen öyle.
Deli olduğumu düşünüyorsun ama
değilim.
Deli olduğumu düşünüyorsun ama
değilim!
İIk uçakla Kopenhag'a dönüyorum.
İIk uçakla Kopenhag'a dönüyorum.
İyi, ne istiyorsan yapacağım.
İyi, ne istiyorsan yapacağım.
- Ben bebek istiyorum.
- Ben Şimdi nereden çıktı
birdenbire?
Çünkü, hemen!
Söylüyorum çünkü beni sevdiğini sanıyordum
Ama madem sevmiyorsun, bu çok kolay.
Karşıma çıkan ilk adamdan
isteyeceğim.
- Bahse girerim yapamazsın.
- Bahse girerim yaparım.
Baksana.
Haydi sen bak.
Polis.
Bir terörist yakına bir bomba
attı.
Bir göz atabilir miyiz?
Emile!
Bayım L'Humanité mi okuyorsunuz?
Bravo, devam edin.
Güle güle beyler.
Kimseye soramayacağını
biliyordum.
Hani yumurta yapacaktın?
Bana bir bebek verecek misin?
Hah, ilk karşına çıkana Alfred'i
çağıracağım.
Gideyim mi?
Beni sinir ediyorsun.
- Hadi git!
- Tamam.
Gidiyorum.
EMİLE ANGELA'Yl CİDDİYE ALIR ÇÜNKÜ
ONU SEVİYOR ÇÜNKÜ ONU SEVİYOR ANGELA TUZAĞA DÜŞER ÇÜNKÜ ONU SEVİYOR Pekala!
Alfred burada mı?
Gel!
Gel!
Neden?
Gel, gel!
Ona ne diyeceksin?
- Bir bebek istediğimi.
- Aptal.
- Ona gelmesini söyledim.
- Ampul aldın mı?
- Unuttum.
- Aptal.
- Bazı sınırlar vardır.
- Neymiş onlar merak ettim?
Özel bir şey yok, neyse o işte.
Kaçamak cevap verme.
Ne sınırı?
Aynı senin gibi davranıyorum.
Kadınların kaçamak cevap vermeye
hakkı vardır Bay Emile.
Erkeklerin yoktur.
- Sebep?
- Çünkü Bana güzel birşey söyle.
Beni rahat bırak.
- Lütfen.
- Ben de Iütfen.
EMILE VE ANGELA İÇİN HERŞEY
KÖTÜYE GİDECEK ÇÜNKÜ BİRBİRLERİNİ SEVİYORLAR.
ÖLÜMSÜZ AŞKLARl SAYESİNDE ÇOK
İLERİ GİDEBİLECEKLERİNE İNANMA YANILGISINDALAR - Merhaba Angela!
- İyi akşamlar.
- Sorun ne?
- Emile'in sana söyleyeceği bir
şey var Benim değil, Angela'nın var.
Hayır, Emile söyleyecek Hayır,
Emile söyleyecek Kesinlikle hayır.
Kesinlikle hayır.
Nedir bu?
Emile söyleyecek.
Kararınızı verin, bu akşam tvde
Nefes Nefese var.
Kaçırmak istemem.
- Evet Angela?
- Evet Emile?
Evet, Angela ve Emile?
Buradaki hanımefendiyle bir
çocuk yapabilir misin?
Bu da ne?
Trajedi mi komedi mi?
Kadınlar sözkonusu olunca asla
bilemezsin.
- Benimle banyoya gelir misin?
- Gidebilir miyim?
- Rahatsız olursan ona söyle.
- Hayır, ben çok memnunum.
Bunu neden yapıyorsun?
Bilmem.
- Kalmamı ister misin?
- Evet.
- Gitmemi ister misin?
- Evet.
- Hep evet diyorsun, bu aptalca.
- Evet.
İsa Matta'ya demiş ki, "Tramvaydan
in de lastiğimi şişir".
Bizimle oynadığını görmüyor
musun?
Neyse, ben Marcel'de yiyeceğim.
Ben de.
Görüşürüz Angela.
Beni bekleyin.
Hayır, sen kafamızı ütülüyorsun!
Ne haliniz varsa görün,
sersemler!
Ya ben?
Neyim ben?
Siz gitmediniz mi hala?
Benimle mi geliyorsun onunla mı?
Evet kesinlikle erkekler
kadınlar kadar meraklı.
En sıradışı şeyi kim yaparsa
onunla.
- Evet?
- Bence bu çok ucuz bir tiyatro.
İkiniz de kötüsünüz.
Asla dalga geçilmez.
- Haydi, kadınları hor görelim!
- Biz gidiyoruz.
Seni seviyorum.
Seni seviyorum.
Seni seviyorum.
Ne dedin Angela?
Seni sevmiyorum.
Tamam Angela, bu harika!
Harika, kafeye gidelim!
Angela!
Emile!
Elveda Camille.
Manastırına geri dön.
Bütün erkekler yalancı,
sahtekar, geveze, ikiyüzlü ve kibirli.
Aşkta sık sık aldatılıyoruz, İnciniyoruz,
ve mutsuzuz Ama seviyoruz.
Ve mezarın kenarında Geri dönüp
bakıyor ve diyoruz ki çok çektim, sık sık yanıldım, ama sevdim.
Bunları ben yaşadım, gururumun
ve can sıkıntımın ürettiği hayali bir varlık değil.
"Kız çıkar.
" "Güzel kızlar" Hemen
döneceğim.
Neden erkekler hep hemen döneceğim
diyerek ayrılırlar?
Çünkü korkaklar.
Kadınların kötü kalpli olmasıyla
denge sağlıyor işte.
Madem öyle ben de surat asarım.
İşte surat asıyor.
Umarım küstüğümü fark edersin.
Hayır, görmezden geliyorum.
Yapamazsın!
O zaman surat asmamın anlamı
kalmaz!
Hayır, ben surat asmıyorum.
Böylece sen surat asmak
isteyeceksin.
Erkekler daima son sözü söylemek
istiyorlar.
Kadınlar daima kurbanı
oynuyorlar.
Madem öyle, artık surat
asmıyorum.
Madem öyle, o zaman ben surat
asarım.
- Ne yapalım?
- Sen ne istersen.
Sana Zodiac da katılırım.
Madem beraber yatacağız, sizleri
çırılçıplak gömek istiyorum.
- Değil mi?
- Elbette.
Neden?
Daha sonra Neptuna'da buluşuruz.
- Vera Cruz oynuyor.
- Filmde arkadaşım Burt
Lancester var.
Hayır, Zodiac'a gideceğiz.
- Hayır!
- Evet.
- Hayır!
- Evet.
- Bütün kızlar çırılçıplak
olacak!
- Hayır!
Evet!
Nereye oturuyoruz?
Cheri Bibi Cheri Bibi ile
Amazon'un tüm vahşi zevklerini keşfetmek üzeresiniz!
Rezillik!
Ama bu arkadaşlarının hatası.
Ne bekliyorsun ki?
- Ne zaman devam ediyorsunuz?
- 15 dakika içinde.
Angela'ya bak.
- Buraya sık gelir misin?
- Çok sık değil - Gösteriyi
beğendin mi?
- Evet, evet.
O sütlü çikolata.
Bu sömürge politikası.
Midemi bulandırıyorsun.
Komedide, trajedide olduğu gibi,
3.
perde sonunda Kahraman tereddüt
eder.
Kaderi dengededir.
Yaşlı Corneille ve genç Moliere
in dediği gibi Kararsız lık.
Pijamalı giymemi mi tercih
edersin yoksa gecelik mi hayatım?
Pijama.
Gece elbisemi giyeceğim.
Daha rahat.
Daha rahat.
Yine ne yaptın?
Ben mi ne yaptım?
Sabun sırılsıklam.
Hayır değil.
- Evet öyle.
- Hayır değil.
Hiç de, sana diyorum ki Hem
zaten Bir dahaki sefere düşünüyorum da - Anlaştık mı?
- Anlaştık hayatım ama bence Aptal.
Artık seninle konuşmuyorum.
Ben de seninle konuşmuyorum.
Konuşmuyor muyuz?
Hayır, konuşmuyoruz.
Popom üşüdü.
Uyu artık.
Lütfen Emile, popom üşüdü.
Konuşmuyoruz demedik mi?
CANAVAR GİT KENDİNİ DÜZDÜR TAŞ
YÜREKLİ PERU MUMYASl YANKESİCİ SARDALYE BÜTÜN KADINLAR DARAĞACINA Ne dedin?
Hiçbir şey duymuyorum!
- Ne var?
- Madam Recamier'ye telefon.
Teşekkürler, geliyorum.
Kalbimde bir çarpıntı var Ellerim
sallanıyor Kimse benden daha mutsuz olamaz - Teşekkürler.
- Rica ederim.
Arayan kim?
Arayan benim.
Ne şakası?
Hayır, şaka yapmıyorum dedim.
Hayır, seni affetmedim.
Seni elbette affettim.
Ne?
- Neden yaptın?
- Yapmadım ki Ama hayır Yaptın Madem
yapmışım Brrrommm, bromm, bromm Sana bebek için yalvardığımda Ben de bırrrr
oldum.
Emile, şimdi aklıma geliverdi de
Beni delirtiyorsun!
- Sorun mu var bay Recamier?
- Aman, kendine yumurta
hazırlasın o.
Emile Alfred Saçlarım kirli Ama
güzel bir popom var Madam Recamier Yine ne var?
Telefon.
Geliyorum.
Alo Alfred?
Bir saniye.
Evet, seni gayet ciddi
dinliyorum.
Şey Çok önemli birşey oldu.
Evet, dün gece.
Dün gece.
Ne şaka yapması?
Hiç.
Şaka yapmıyorum dedim.
Hayır, hemen değil.
Çünkü.
Hemen değil.
Yarım saat sonra Marcel'in
yerinde.
Peki, yarım saat sonra Marcel'in
yerinde.
Ne?
"Okey" dedim.
Fransızca anlamıyor musun?
"Zafer günü geldi.
" Nasılsın?
Ya siz, Jules ve Jim'le nasıl
gidiyor?
Orta karar.
Ah, Suzanne.
İyi gidiyor mu?
Hayır.
Seni görmek istemiştim.
O kitap ne?
"Piyanisti vurun"?
Filmini izledim.
Aznavour harika.
Çok mutsuzum, Simca'dan
çıkarıldım.
Bildiri dağıttığım için.
- Dün gece bunun için mi aradın?
- Evet.
Sence Zodiac da geçici iş bulabilir
miyim?
Parti yardım edemez mi?
Onlar da beni sokağa attı.
Şaka yapıyorsun?
Çünkü pazarları L'Humanite'yi
dağıtmak için çok geç kalkıyordum.
- Streptayz işinde para nasıl?
- Striptiz.
Hayır, streptayz.
İngilizce değil Amerikanca.
- Ah, öyle mi?
- Tabii ki, emin ol.
İnsanların önünde soyunmaktan rahatsız
olmaz mısın?
Hayır, bütün insanları küçük
görüyorum.
Ben de.
- Ücret ne kadar?
- Günde 30 frank.
Sence deneyebilir miyim?
Luciano'yu bir gör.
Ya da Bianchini'yi.
Marsilya'ya kız istiyormuş.
O Marsilya işi nedir biliyorum.
Arkadaşım Lola oraya gitti.
Sonra Buenos Aires'te ortaya
çıktı.
Bu durumda Luciano ile konuş.
Kahretsin.
Söylemeyi unuttum.
Emile seni takip etmemi istedi.
- Neden?
- Bilmem.
Alfred'le birlikte olmandan
korkuyor.
- Alfred'le ayrılmamış mıydınız?
- Biraz pişmanım.
- Omuzlarını beğenirdim.
- Ben Emile'in dizlerini
seviyorum.
- Dizler neye yarar ki?
- Sıkıştırmaya!
Bay Luciano.
- Kim bu?
- Havuzdan çıkan kızlara bakıyor.
- İyi şanslar.
- Zevkti.
Geç kaldım.
Merhaba, Angela.
Uzun zamandır mı buradasın?
Hayır, 27 senedir.
Ne alırsın?
Bir Dubonnet.
Neden konuşalım?
Bilmem.
Korkuyorum.
Ben de.
Korkuyorum.
Bu sabah seni aramama şaşırdın
mı?
Ben de bunu kendime soruyorum.
Seni mutlu etti mi?
Ben de bunu kendime soruyorum.
Neden konuşalım peki?
Bilmem.
Düşünüyorum.
Bu sabah Paris Jour'da ilginç
bir makale vardı.
Ne?
İki adama birden aşık bir kız
hakkında.
Adamlara pnömatik posta
göndermiş.
Buluşma ayarlamış.
Birincisiyle kuzey garında, İkincisiyle
iki saat sonra Porte d'Italie'de.
İkisine de mektup göndermiş.
Ve tam gönderdikten sonra Zarfları
karıştırdığını fark etmiş.
"Sevgili Paul" diye
başlayan mektup, Pierre'in zarfının içinde ve öbürü de aynen tersi Panik olmuş.
İIk adamın evine koşmuş.
Pnömatik posta daha varmamış.
"Sevgilim, bir mektup
alacaksın, içinde yazanlara inanma" demiş Ardından da her şeyi anlatmak zorunda
kalmış.
Sonunda, başka bir erkeğin
olduğunu öğrenen adam, onu kapı dışarı etmiş.
Kız demiş ki, Birini kaybettim
ama hala diğerini kurtarabilirim.
Bütün Paris'i kat edip diğer adamın
evine varmış.
Ama mektup çoktan gelmiş.
Ama bu ikinci adam hiç de
sinirlenmemiş.
Tam tersine.
Kadın ona, "Ne olur beni
affet" demiş.
Adam şaşırmış ama sessizliğini
bozmamış.
Kadın olayı anlatmış.
Adamın kendisini affetmeden önce
küçük düşüreceğini düşünmüş, Ama bu adam da onu kapı dışarı etmiş ve kıza
mektubu göstermiş.
Kız anlamış ki, aslında
mektupları karıştırmamış.
Ya sonra?
Hiçbir şey.
Sen de biraz onun gibisin.
Ben mi, hiç de değil.
Hikayeyi kastetmedim.
Ama Bilmem Kişiliğin.
Sürekli aldananbir kız.
Şaka yapıyorsun.
Neden bana öyle bakıyorsun?
Çünkü seni seviyorum.
Hadi oradan.
Gerçekten seviyorum.
Dün gece uyumadım.
Ve bunu anladım.
- Tek başına mı?
- Elbette.
Bu doğru değil.
Seni rahatsız mı ediyor?
- Ne?
Doğru olmaması mı?
- Evet.
Bilmiyorum.
Evet, bu doğru.
Neyin doğru olup olmadığını
bilmiyorum.
Hep aldanıyorum.
Ama bunu bilmek imkansız.
Mesela, bana bir yalan söyle.
- Yağmur yağıyor.
- Şimdi de gerçeği.
Hava güneşli.
Ne oldu?
İfaden hiç değişmedi.
Yani?
Ama yalanla gerçek arasında bir
fark olması gerekirdi.
Ne olmuş yani?
Sadece bilmek gerekiyor.
Sen biliyorsun.
Ama başkaları sana inanmak zorunda
değil.
Ve bu çok kötü.
Böylece her koyun kendi bacağından
asılır.
İnsanlar hep bir yolunu bulur.
Evet, doğru.
Bu çok üzücü.
Seni sevdiğime neden
inanamıyorsun?
Çünkü emin olmak istiyorum.
Ben de.
Emin bile değilsin Alfred!
Kendim hakkında değilim.
Ama senin hakkında eminim.
Öyleyse her şey tamam.
- Hayır değil.
- Ama benim için önemi yok ki, seni
sevip sevmediğimin "Bu iki köre acıyın" Hayır, bana olmaz.
Pardon.
Bu kara gözlüklerle Hiçbir şey
görülmüyor.
- Çav!
- Çav!
Kim bunlar?
Onları daha önce hiç görmedim.
İki yıl önce beraber bildiri
dağıtırdık.
Mavi pardesülü Albert.
Onu severim.
Geçen sene dahiyane bir numara
bulmuştu.
Mahalledeki bütün hamilelere, "Bana
1000 frank gönderin, kız mı erkek mi söyleyeyim" yazan mektuplar yolladı.
Eğer yanılırsam paranız iade.
Yüzde elli tutturuyordu tabii ki.
Dahiyane bir numara.
Bu bence iğrenç.
Hayır, yanlış bir şey yapmıyordu.
Yanıldığı yüzde ellinin parasının
geri gönderiyordu.
Hiçbir şey fark etmez.
Benim midemi bulandıransa, Bir
erkekle birlikte iken, diğerini düşünenler.
Bence de neden bahsettiğini bilmeyen
biri susmalıdır, Bay Alfred.
Ne dediğimi çok iyi biliyorum.
Emile'i düşünüyorsun.
Hiç de değil.
Seni sevdiğime ikna olman için ne
yapabilirim?
Sende 20'lik banknot var mı?
Bir plak seçmemi ister misin?
- Evet!
- Tamam.
Hangi şarkı olsun?
Ltsy - Bitsy?
- Hayır.
Charles.
- Aznavour?
Evet.
Şu fotoğrafa bak.
Bu fotoğraf da ne?
Bir fotoğraf.
Kız kim?
Anlaşılmıyor mu?
Belli.
Soruma cevap vermedin.
Ne sorusu?
Seni sevdiğimi kanıtlamak için ne
yapabilirim?
Evet, ne yapabilirsin?
Haydi.
Eğer kafamı duvara çarpsam inanır
mısın?
Acaba "Tabii ki" mi
demeliyim?
Ya da "Belki" mi?
Yapacağım.
Sana inanıyorum.
Peki.
13:30.
Gitmeliyim.
Hay aksi.
300 frank.
Çıkmıyor.
Bende de hiç yok.
Gel, bir fikrim var.
Size bir soru soracağım, sadece
evet yada hayır diye cevaplayabilirsiniz.
- Geliyor musun?
- Geliyorum.
Cevap evetse size 10.
000 frank veririm, Ama cevap hayır ise siz bana verirsiniz.
Tamam.
İşte soru: Bana 10.
000 frank borç verebilir misiniz?
Öyleyse bana borçlusunuz.
Ben de size gelecek hafta
veririm.
Neden beni hiç beklemiyorsun?
Çünkü yemeği hazırlamalıyım.
Emile'e mi?
Angela, Emile'e mi hazırlıyorsun?
Düşünüyorum.
Ama Angela, haydi, nasıl yani, gerçekten
Eğer beş dakika sonra tente hala kapalıysa, Tekrar geleceğim demektir.
Ya açıksa?
Gelmeyeceğim demektir Emile ile
barışmışım demektir.
Ve mutluyum demektir.
Yalnız kalmak istiyorum.
Çince mi söylemem lazım?
- Ya bu fotoğraf?
- O çok eskiden kalma.
Kendini affettirmek için "Öp
beni" diyebilirsin.
Öp beni.
- Bir bebek istiyorum.
- Yine başlama şuna.
Başlamıyorum.
Devam ediyorum.
Devam etme.
Devam etmiyorum.
Yeniden başlıyorum.
Aptal!
Bebek istiyorum.
Edepsizleşme Angela.
Acımasız olma Emile.
Bu ekose etek sana yakışmıyor.
Çok iyi.
Kimsenin hoşuna gitmeye niyetim
yok.
Ben bebek istiyorum.
Aptallığı bırak.
Zodiac'a gidiyorum.
Git 36 kişinin önünde soyun, beni
iğrendiriyorsun.
Zavallı aptal.
Senin 25.
000 frankınla mı yaşayacaktık?
- Korkağın tekisin, Emile.
- Aptal olmaktan iyidir.
Bebek istemek neden aptallık
oluyormuş?
Kesmezsen gideceğim.
Nereye gideceksin?
Bilmem Meksika'ya.
- Deli.
- Hayır, sensin deli.
Ben bebek istiyorum.
Affedersiniz, rahatsız ediyorum Bu
kadını hamile bırakmak için onunla yatar mıydınız?
Şu an hiç müsait değilim.
Bugün hiç vaktim yok.
- Selam!
- Merhaba!
Angela burada mı?
Dominique'in peşinden gitti.
- Ne alırsınız?
- Angela sonra mı çıkacak?
Hayır.
- Neden olmasın?
- Gitti.
Lanet olsun!
- Aptal bunak!
- Sensin!
NE KADAR KÖTÜ KAALE ALMAMASl İnsanlar
istemeden haksızlık yapıyor, istemeden kötü oluyorlar.
En azından istemeden oluyormuş
gibi görünüyor.
istemeden kötü oluyorlar.
- Telefon etmeliyim.
- Elbette.
Görüşürüz canım.
Merhaba bayım, ben Emile
Recamier.
Acaba Alfred Lubitsch evinde mi?
Ona Meksika'ya gittiğimi
söyleyin.
Neden Meksika?
Hiç adil değil.
Beraber olamadığımız zamanlar
aslında beraber olduğumuz zamanlar.
Ve tam tersi.
Bu ne demek?
Meksika'ya gidiyorum demek.
France-Soir isteyin!
Paris-Presse, Le Monde İsteyin!
Marie-Claire isteyin!
Le Figaro Litteraire isteyin Ben
uysal biri değilim.
Çok zalimim.
Ama hiçbir erkek sesini
çıkaramaz Çünkü ben Çok Güzelim.
Ne diyeceğimi bilmiyorum.
Sadece gerçeği söyle.
Alfred'in evindeydim.
Onunla yattım.
Sana inanmıyorum!
Sana inanmıyorum!
Sana inanmıyorum!
Evet.
Ama neden, Tanrı aşkına?
Bebek sahibi olmak için.
Sen istemedin.
Beni işletiyorsun Angela.
Belki de.
Bu komedi mi yoksa, trajedi mi
bilmiyorum.
Ama bir şaheser.
Şu Aznavour şarkısını çaldı.
Şu benim çok sevdiğim.
Şöyle başlıyor Hayır şöyle Hayır
böyle Hayır şöyle Lütfen Emile.
Yatıyorum.
Lşıkları kapatayım mı?
Kapat.
Ne üzücü.
Evet üzücü.
Beni affet canım.
Artık seninle konuşmuyorum.
Okumayı biliyorsun, salak.
Beni sevmesen de, ben seni
seviyorum.
Ya hamileysen?
Evet, çok kötü olur.
Aklıma birden bir şey geliverdi.
Benim de.
Çok basit.
Daha uzun süre hamile miyim
bilemeyeceğiz, Bundan emin olmak için Benimle bebek yapmayı teklif et.
Böylece babasından emin oluruz.
Haydi, başlıyoruz!
İŞ BİTTİĞİNDE ANGELA IŞIKLARI
YAKTI Sıcak bastı.
Komik olan ne?
Çünkü Angela - Çok rezilsin.
- Ben mi?
Ben rezil değilim.
Ben bir kadınım.
||
Une. Femme. Mariee. 1964
24722||5718000||EVLİ BİR KADIN Bu film 101 Film 101 Çevirmen Etkinliği adı
altında çevrilmiştir.
Bilmiyorum.
Beni sevdiğini bilmiyor musun?
Ne diye sürekli konuşuyorsun?
Çok güzel.
Orada ne var?
Küçüklüğümden kalma bir şey.
Bir gün deniz kenarında iken
düştüm.
Sonuçta sevgi ile fazla
ilerleyemezsin.
Efendim?
Anlamadım.
Birini seversin, kucaklarsın.
Ama sonunda ayrılırsın.
Asla içine girmediğin ev gibi.
Ancak seni seven biri ile
anlaşabilirsin.
Evet, lakin, insanların arasına düşüncesizce
karıştığın ya da önemsiz gördüğün zamanlarda bu dediğin oluyor.
Seni seviyorum.
İtalyan filmlerindeki kadınlar
gibi yapmalısın.
Onları hiç gördün mü?
Koltuk altlarını kesmiyorlar.
Amerikan filmlerini, Hollywood'ı,
tercih ederim.
- Sevimli buluyorum.
- Evet ama daha az heyecan
verici.
- Güzel kaşların var.
- Öyle mi düşünüyorsun?
Japonya'da çok önemlidir.
Neden sana bakmama izin
vermiyorsun?
Senden çocuğum olmasını isterdim.
Zaten bir tane çocuğum var.
- İlk evliliğinden olduğunu
söylemiştin.
- Evet.
Kocan uzun süre evli kaldı mı?
Hayır, karısı iki ay sonra onu
sepetledi.
Djibouti'dan gazino müdürü ile
kaçtı.
Tüm çiçekler nereye gitti?
Uzun zaman geçti.
Uzun zaman önce.
Ne zaman birlikte yaşayacağız?
Üç ay oldu.
Sana söyledim, boşanmadan olmaz.
Böyle şeyler zaman alıyor.
- Onunla konuşacağına söz verir
misin?
- Evet.
Dişlerini seviyorum.
Üzerini çıkar.
- Hayır.
- Evet!
Üşüdüm.
Dur sana bir bakayım şöyle.
- Seni seviyorum.
- Ben de.
- Seni seviyorum.
- Ben de.
- Beni seviyor musun?
- Evet.
Evet Evet Evet Evet Fransa'da
genel bir göç var.
Denizin ve güneşin büyüsüne
kapılan 12 milyon Fransız şehirleri terk etti.
Kitlesel göçü denetlemek için 200,000
polis devlet tarafından sevk edildi.
Tatilin ilk gününde elimize
geçen, geçici bilgilere göre saat 2:30 itibari ile 1,723 ölü ve 132 yaralı var.
Trafik uzmanları yolların unutulmaz
bir günü yaşadığını açıkladı.
O kim?
- Moliere mi?
- Evet.
1964 yılında Bossuet, Komedi
Üzerine Özdeyişler ve Yansımaları yayınladı.
"Tutkuların memnun edici ve
hoşa giden tasvirinin, " günahın esasını oluşturan tasavvur ile şehveti
methedip, azdırarak, " " kaçınılmaz olarak günaha yönlendirdiğine dair
yoğun kanıtlar mevcuttur.
" Moliere tiyatronun günahları engellediğini ve arındırdığını
buldu.
Bayan Moliere'den ayrıldığında, gözyaşını
tutamadı ve ona uzun uzun sessizce baktı.
İri mavi gözleri hafif bir
sitem, kırılmış, acı çeken ve sebebini anlamayan bir çocuğun sitemi ile karışık
nezaketten başka bir şey yansıtmıyordu.
Hatta dizleri üzerinde emekleyen
bir çocukken bile derin baktığı için kimse ile göz göze gelmiyordu.
O zamanlar prenses ne yapardı?
- Giyinmem gerek.
- Zamanımız var, Charlotte.
Yok, ayrıca daha fazla canım
istemiyor.
Bu gece dönecek mi?
Hayır ama hizmetçi izinli.
Çocuğu okuldan almam gerek.
- Peki daireyi beğendin mi?
- Gidip bir bakayım.
Pahallı mıydı?
1.3 milyar ama hepsi ödendi.
Pahallı olduğunu düşünüyorum, bir
de hiç boş alan yok.
Çatıya çıkabilirsin.
Nereden?
Buradan mı?
Koridorun sonunda merdiven var.
Charlotte, ne yapıyorsun?
Delirdin mi, etrafta böyle
gezinir mi?
- Fantômas'ı bilmiyor musun?
- Derhal buraya gel.
- Beni çıplak görünce
beğendiğini sandım.
- Asla öyle demedim.
Zaten bir kocam var, onun gibi
davranmana gerek yok.
Git ve giyin.
Bir de ondan bahsetmeyi bırak.
- Ben değil, sen bahsettin.
- Peki, kusura bakma.
Aynadakiler kim?
Dullin ve Louis Jouvet.
Bu da mı aşk?
Hayır, ahlaksızlık.
Ama önemli değil.
Tıraş makinemi kullandıktan
sonra asla temizlemiyorsun.
Pasaklı olduğumu sakın söyleme.
Öyle bir şey demedim.
Yardım et, takamıyorum.
Gitmem gerekirse benim suçum
değil.
Salı günü sen de.
Tabii ki, provam var.
Çocuğu almam gerektiğine
inanmıyor musun?
Hayır, inanıyorum.
- Dikkat et.
- Bir dakika.
Bu kadar.
Bu ne?
İsveçliler tarafından
geliştirilen Fransız bir icat.
Vücudunun üst tarafını düzene
sokuyor.
Dinamometre bu şekilde ayarlanır
ufak bir yanlış durmada ya da hafif bir basınçta hemen alârm veriyor.
Çok güzel.
Kullanabilir miyim?
Özel tutkunu itiraf etmeye cesaretin
yok.
Fazla var.
Lyon'dan işadamı tanıyorum KADINLARIN
ÖNÜNDE ve tiyatroda birkaç insan ile tanışıyorum zaman zaman bana reklamların
neticesini soruyorlar.
Daha küçük yapmıyorlar mı?
Yapıyorlar, ama bu üst model.
EV HANIMI Alabilir miyim?
Evet, ücreti 7,000 frank.
Yarın getiririm.
Eğer dik durmak için
geliştirilmişse, göğsü de geliştirmesi gerekir.
Evet.
Çoraplarımı nereye koydum?
Öpmek, okşamak.
Sessiz kaldık.
Yazdı.
Belki unutulmuştu.
Hasret.
Ne zaman dönüyor?
Bu elbise oldukça çekici.
Bak sana ne diyeceğim.
Tehlikeli.
Beni dinlemiyorsun.
Özgürlük, zevk.
Hiçbir şeyi görmeden.
Neden bu soruyu soruyorsun?
Geç kalacağımdan korktum.
Genel olarak hayatta.
Neyi düşünüp duruyorsun?
Onunla tekrar konuşman gerektiğini
biliyorsun.
Belki sana inanmıyor.
Ne zaman dönüyor?
Ne istiyorsan onu istiyorum.
Bunu biliyorsun.
Tamam o zaman hallet şu işi.
Bak, bu ne?
Volkswagen'in sağa dönmüş hâli.
Cumartesiden önce olmaz.
Eğer cuma günü gelirse o gün de
olmaz.
Bu da diğer üç gün olabilir
demek.
Üç aydır dayanıyorsun, üç gün
daha bekleyebilirsin.
- Çok fazla pudra sürüyorsun.
- Ne istersem onu yaparım.
Komik, kadınlar erkekler için
yaşarlar ama bir şey yapmazlar.
Hemen gitmeliyiz.
- Uzağa mı park ettin?
- Büfenin önüne park ettim.
Orada park etmek yasak.
Ceza almaktan korkmuyor musun?
- İptal ederim.
- Yapamazsın.
Yaparım.
Her zaman polise rüşvet
verilecek bir yol vardır.
Koridorun ortasında.
Ümit.
Genç kızın görüntüsü.
Kimim ben?
Hiçbir zaman gerçekten emin
olamadım.
"Takip etmek" eylemi.
Diğer nedenler.
Eskiden böyleydim.
Burada değil.
Bir yıl önce.
Bir defa idi, değil mi?
Onun suçuydu.
Her zaman.
Hayal ve gerçeklik.
Acı bir memnuniyet.
Yarın geri geleceğim.
Cuma ya da cumartesi.
Benden korkmuştu.
Beni sevdiğini biliyorum.
Zor.
Tatildeyim.
Günler geçiyor.
DÜN, BUGÜN VE YARIN Birbirimize
çarpıyoruz.
Mutluluk.
Bilmiyorum.
Benimle görünmekten utanıyor
musun?
Hayır.
Neden sordun, Robert?
O zaman dik otur.
Böyle rahatım.
Sinemaya giden kimse için uygun
bir pozisyon.
Bu gece ne yapacaksın?
Bu gece mi?
Bulaşıkları yıkayacağım, mutfak
dolabını düzenlemeliyim.
Nicolas yatakta olduğu zaman, televizyon
seyredebilirim, bilmiyorum.
Mükemmel bir cihazımız var.
"Televizyon hizmetindeki havacılık
tekniğine: Télé-Avia denir.
" - İstersen seni ararım.
- Hayır.
Telefonda her zaman ağlıyorsun.
Aramanı istemiyorum.
Yağmurdan sonra Paris çekilmez
oluyor.
Yağmur kadar çekilmez bir şey
var mı?
- Ne tarafa doğru gidiyorsun?
- Place de la Nation tarafına.
Mükemmel.
Printemps mağazasının önünde
bırak.
Printemps, I'Opéra'da.
Oraya da Printemps açmışlar.
Bilmiyor muydun?
İç çamaşır bölümü sevimli sutyen
satıyor.
- İstiyorsan seninle geleyim.
- Gelmek zorunda değilsin.
Saat 5'e kadar müsaidim.
Olmaz dedim.
Daha önceden evlendin mi?
Fazla değil.
Neden sürekli bunu bana
soruyorsun?
Merak ediyorum.
Eğer evli olduğumuzda seni
aldatırsam takip etmesi için özel dedektif mi tutacaksın?
Tanıdığın tüm erkeklerin
aşağılık olması benim öyle olduğum anlamına gelmez.
Mahvolmuş hayaller.
Ben lisede iken.
Önemli değil.
Yarın öğleden sonra sinemada
görüşür müyüz?
- Evet mi?
- Evet!
Taksi!
BOŞ Burada durun, lütfen.
- Burası Champs-Elysées değil.
- Sorun değil.
- Burası mı?
- Evet.
Katibe olduğum zaman, onu aradım.
Nasıl yalan söylendiğini
bilmiyorum.
Hayır, imkansız.
Evet, yarın Madeleine kilisesinin
yanında.
Ara sıra filmlerde.
Sıkıcı buluyorum.
Bunu yapmayı seviyorum.
İzin ver de öpeyim seni.
Ne olursa olsun.
Dikkat et, Nicolas!
- Merhaba.
- Merhaba tatlım.
Beni öpmeyecek misin?
- Nasılsın?
Canın mı sıkkın?
- Tabii ki hayır.
Yolumuzdan bayağı saptığımızdan Berlin'e
de uğradık.
- Bay Leenhardt, eşim.
- Ne var ne yok?
Çocuğunuz mu?
Yolundan sapmak zorunda mıydın?
Auschwitz'den beni almasını
istedim.
Duruşmayı görmek istedim.
- Auschwitz'ı hiç duydun mu?
- Evet, talidomid Tam değil.
Yahudilerle alakalı bir öykü.
Haklısın, Hitler!
Şu anda Almanya haksızlık
hakkında konuşuyor.
Öyküyü sana özetleyeceğim.
İki Yahudi arasındaki konuşma Dédé,
sağ kanadı kontrol edebilir misin?
- Uzun sürmez değil mi?
- Yarın sabaha yetişir.
Neden öyle söyledin?
Almanya'da sokakta birine sordum
"Farz edelim yarın tüm Yahudileri ve berberi öldürdük.
" Adam cevapladı: "Neden berber?
" Evet, neden berber?
- Arabanız var mı?
- Taksi çağıracağım.
- Olmaz, bizimle gelmelisiniz.
- Çok nazik bir davranış.
- Paris üzerindeki hava
temizlendi.
- Beni özledin mi?
Evet, fena halde.
Ben de.
Doğru mu, Pierre?
Her zaman saçma sapan sorular
soruyorsun.
- İyi misin?
- İyiyim.
- Ehliyetini aldın mı?
- Hayır.
Umarım kendi kendine çalışırsın.
- Bu da ne demek şimdi?
- Bir şey değil.
Sana yazabilirdim.
Ama nerede olduğunu bilmiyorum.
Nereye gittiğimi bilmiyorum ki.
Bugün ne yaptın?
Raymonde ile bulaşıkları
yıkadım, çünkü bulaşıklar birikmişti.
Daha sonra dolapları düzenledim.
Başka ne yaptım?
Gazetedeki Jeannette'yı aradım.
Nicolas!
- Para istiyor musun?
- Evet.
Anahtarları ver bana.
- Akşam yemeğine gelecek misin?
- İlk önce otele gitmeliyim.
Beni hiç düşündün mü?
Pierre, bunun ne olduğunu
biliyor musun?
Şey?
Volkswagen'in sağa dönmüş hâli.
- Biliyor muydun?
- Hayır ama çözdüm.
Hadi ama, acele et.
Onu davet etmemeliydin.
- Neden?
Çok kültürlü biri.
- Öyle olmadığını söylemedim.
Ama onu davet etmemeliydin.
Bayan Céline'nin de sinemaya gitmesini
söylememeliydin.
Başka bir hizmetçi bulman lazım.
Le Figaro'yu getirmen gerekliydi.
Onun yerine sen gitmelisin.
Tamam, gideceğim.
Ne alacağım, pırasa mı?
Radyoda kolesterol seviyesini düşürdüğünü
söylediler.
Peki, pırasa al.
Geliştirilmiş yeni iç çamaşır.
Aynılar.
Diğerleri Amerika askeri donlarına
benziyordu.
Amerika mı?
Önceden Rusya'dı.
Oyuncunun seninle tekrar kur
yaptığını gördün mü?
Neden soruyorsun?
Bittiğini ve ciddi bir şey
olmadığını biliyorsun.
Öylesine sordum.
Çünkü seni seviyorum, Charlotte.
- Yapma.
- Anlamadım?
Şimdi olmaz.
Öp beni.
Dedektifler takip ettiği
zamandan beri, bunu bilmeliydin.
Üç ay önce bir defa oldu.
Biliyorsun.
Seni aldatsam bile, buna hakkın
yoktu.
Bu bana güvenmediğin anlamına
geliyor.
Evet, haklısın.
İyi geceler, Nicolas.
İyi geceler.
Büyüdüğümde, ne olacağını
biliyor musun?
Avustralya, Amerika ve
İngiltere'ye gideceğim.
- Tabii ki gideceksin ama şimdi
uyuma zamanı.
- İskoçya.
İyi geceler, Nicolas.
İyi geceler.
Bugün nereye gidiyorsunuz?
Beyefendiyle akşam yemeği
yiyeceğiz, daha sonra uyuyacağız.
İyi uykular.
- İyi geceler.
- İyi geceler.
"Modaya uygun göğüs kaç
beden olur?
" "Göğsünüzün büyüklüğünü ölçüp, ideal göğüs için " profil
ile karşılaştırmalısınız.
" "Göğüs bedeni için altın oran vardır.
" "İdeal meme için, Venus de Milo'ı örnek alın.
" "Memesi kollarının arasındaki " yatay doğrultudan 1 cm
aşağıda duruyor.
" "Ölçüm aletinizi dirsek ile koltuk altı arasında bir yerden
gerin.
" "Çıkan sonuçtan 1 cm çıkarıp ikiye bölün.
" - Bayan Céline, gidip pırasa alsana.
- Karın sinemaya gidebileceğimi
söyledi.
Pırasa almam için sana ihtiyacım
var.
"Bu kilonuz için ideal
göğüs bedenidir.
" "Ölçüm aletinizle boynunuzun başladığı yerden " sağ
meme ucu arasında mesafeyi ölçün.
" Boynun başladığı yerden, sağ meme ucuna doğru.
20 cm olmalı.
"Hayali bir çizgi ile boynunuzun
başladığı yerden " sol meme ucuna doğru ölçün.
" Hayali bir çizgi 20 cm.
"İki meme ucu arasındaki
uzaklığı ölçün.
" 20 cm.
"Bu ölçümün bir eşkenar
üçgen çizmesi gerekir.
" - Pierre, "eşkenar" ne demek?
- Bilmiyorum.
- Kahverengi mi, yeşil mi?
- Yeşil.
- Odana bırakacağım.
- Tamam.
Bir saniye izin ver.
Karım giyiniyor.
Lütfen rahat ol.
Hemen döneceğim.
Sana söyledim benim Philips'ı
kullanma.
Bacakların için kullanmışsın.
Ben yapmadım.
Nicolas oynamış olmalı.
Hayır, ben değildim.
Annem idi.
Ben değildim, annemdi.
- Gördün mü?
Yalan söylüyorsun.
- Neden yalan söyleyeyim?
Bazen söylüyorsun.
Sana güvenmiyorum.
Bunu söylemeye hakkın yok.
Neyden bahsettiğimi gayet iyi
biliyorsun.
Öyle görünüyor ki beni
affetmemişsin.
Hak ettin.
Attığım tokadın arkasındayım.
Hiç de bile, tam tersi.
Şimdi tekrar ödeştik.
Buraya gel.
- Seni incitmeyeceğim.
- Bizi bekliyor.
Nereden başlayacaksın?
Ne tarafımdan başlamak istersin?
Bir başka deyişle, gerçeklikle olmak
istediğimi nasıl ayırt ediyorsun?
Gözlerimi neden kaçırdığımı bilmek
zorundasın.
Neden kaçırıyorsun?
Geziden her döndüğünde anlaşılması
güç sorular soruyorsun.
Seni seviyorum, belki aşk
anlaşılması güç bir şeydir.
Ben de seni seviyorum, Pierre.
İnandığın şeyler her zaman
olmaz, ama samimi oldukların olur.
Hadi, gitmeliyiz.
Apartmanınızı böyle hayal
etmemiştim.
Paris'den döndüğünde 20 dakika içinde
kültürel çevre bekleyemezsin.
Bazı yerler zamanla hasar görmüyor.
Başkentin telaşından kurtulmak
bir hayal.
Doğallığı takip edebildiğin
kadar zaman gerçekliğini yitiriyor.
Ağaçlar ve bitkiler için, para
zamanı geri getiremez.
Apartman, insan ölçeği üzerine
inşa edilmeyi isteyen, bir kaçış yeri olduğunu açıklıyor.
Görkemli Marly ormanlarının önünde
bulunan gitgide Seine'nin aşağısına inen üç parkın etrafına dağılan apartmanları
fark ettin mi?
İnsanlık haline uygun olduğu düşünmüyor
musun?
Her gün olağanüstü anlar
yaşıyorsun.
Patiska üzerine sekiz pencere açılmış.
Gece bahçene bakmak birkaç
adımını alıyor.
Hayatta gerçek mutluluklar
vardır.
Buradaki her şey kalitelidir.
Bina cephelerini birleştirmek
için mozaik ve maun kullanıldığının farkına vardın mı?
Sana banyoyu göstereyim.
Sıcaklığı ayarlanabilir musluk
var.
Ve kadınların geçmek bilmediği
elbise dolabı.
- Bir mi iki mi şeker?
- Kullanmıyorum.
Yeni televizyon setini fark
ettin mi?
Hayır, vay Télé-Avia!
Televizyon hizmetindeki havacılık
teknikli televizyon.
Dusseldorf to Reims'da otomatik pilot
kullandım.
- Yeni mi?
- Evet.
Otomatik varsa neden oradasın?
Hafızası benimkinden daha iyi.
İnanılmaz, makineye öğreteceğin ilk
şey hafızadır.
Geçmişi kaybetmek için.
Geçmiş zevkli değil, şu an daha
önemlidir.
HAFIZA Benim için hafıza en
önemli şeydir.
Almanya'da olduğum zaman birkaç
gün Auschwitz'in duruşmasına katıldım.
Binlerce insanın ölümüyle suçlanan
kişi olmasına rağmen hiçbir şey hatırlamıyorlar.
Onlardan bazıları savunma
taktiğini kullandı.
Diğerleri ise tamamen unutmuş
gibi bakıyordu.
Bay Rossellini ile Yunanistan'a gittiğim
zamanı hatırlıyor musun?
Bay Rossellini bana bir hikaye
anlatmıştı.
Çok komik bir hikaye olduğunu
sanıyordu.
Bir gün Champs-Elysées'de iken toplama
kampına giden esirleri görmüş.
Bu arada kampa gidenlerin tamamı
aynı çizgili pijamadan giymişti.
Ama bu on yıl önceydi.
Tabii onlar Dachau ya da
Mauthausen'deki kampa gidenler kadar zayıf değillerdi.
Besleniyorlardı, paraları vardı.
Bizim gibi bir yaşam
sürdürüyorlardı.
Kilo bile alıyorlardı.
Elbiseleri kendilerine olmuyordu.
Bay Rossellini bu insanları
komik buldu.
Çünkü yanlış düşünüyordu.
Onlar birbirine benzediklerini
hatırlamıyordu.
Benim için hafıza Ne yaparsam
yapayım, unutamam.
Her şeyi hatırlıyorum.
Uçakla ilk uçtuğum zamanı ilaveten
Brittany'daki tatilimde seninle tanıştığı mı.
Hatırladın mı?
Her şeyi hatırlıyorum, hatta
senin giydiklerini bile.
Tabii bunları unutmayı tercih
ederim ama ŞİMDİKİ ZAMAN Hafızaya ihtiyacımız yok.
Yaşadığımız anı tercih ederim.
Daha heyecan verici.
Müziği seviyorum, zarar görmüş
şeyler gibi.
- Çiçekleri - İyi hatırlattın.
Aşk Sevgilin ile yaşamak
zorundasın, şu anda da.
Eğer şimdiki zaman yoksa hayatta
kalmak değildir bu, ölmektir.
Benim için en önemli şey bana
olacak şeyleri idrak etmek.
Bana olacak şeyleri anlamam için
neye benzediğini görmeye çalışıyorum.
Daha önceden bildiğim şeyler, yada
gördüğüm.
Şu anda olması çok zor.
Şimdiyi bundan dolayı seviyorum.
Çünkü şimdi, düşünecek zamanım
yok, düşünemiyorum.
Affedersiniz?
Hayır, anlamıyorum.
Şu anı anlamıyorum.
Bu beni aşıyor.
Sevdiğim ve ilgi duyduğum şeyler
beni kendimden geçiriyor, ve şu anı kontrol edemiyorum.
Bundan dolayı seviyorum.
Kontrol etmek istiyorum çünkü
düşünüyorum.
Yardım edemem, hayvan değilim.
Bazen öyle olmak istiyorum.
Hayvanlar çok şirin ve doğal.
Hayvanlar her zaman tatlıdır.
Ama biz insanlar anlamak
zorundayız.
Mutlu muyum?
Hayır, mutlu değilim çünkü Doğruyu
söylüyorum, şu anda yaşamıyorum.
Kendimden eminim Beni hayrete
düşürecek hiçbir şey olmuyor.
Yaptığım onca şeyden dolayı
mahcubum.
Onlar olduğu an, nasıl
hazırlayacağımı bilmiyordum.
Hayır, utanmak sonradan geldi.
Çünkü onun yanlış olup, olmadığının
idrakine varmamıştım.
Şu anda olmuyor.
Bundan dolayı seviyorum.
Çünkü şu anda yapamıyorum.
Beni kendimden geçiriyor.
Ne oluyor, bilmiyorum.
Şu an senin çıldırmanı
engelliyor.
AKIL Sürekli duyduğun
kelimelerin tam anlamını öğrendiğinde senin için hiçbir önem taşımaması nasılda
tuhaftır.
25 yıl önce Vichy'de kalabalığın
ortasında arkadaşımın dediği bir cümleyi düşünüyorum.
Direnişe ilk katılanlardan cesur,
yürekli ve esprili bir adamdır kendisi.
Ama kendini teslim etmeden önce,
Vichy'e gitmek istedi.
"Müdafaaya geçmeden önce "
" anlayan biri olmak istiyorum" dedi.
Emmanuel adında güzel biri tarafından
terk edildi ki bana hiç benzemiyordu.
Şaka gibi alıntıladığım
esprileri bir slogan olmaya başlıyordu ama benim için aklın anlamı çok
önemlidir.
Akıl, iddia etmekten önce
kavramak demektir.
Sınırları, ters düşenleri ve sonuç
olarak da diğerlerini anlamak için bir düşüncenin ötesini araştırmak demektir.
Karşı tezler arasındaki farkları
da araştırmak demektir.
Özellikle bugünlerde sempatik
aklın ahlakını kimse bulamıyor.
İnsanlar koyu renk gibiler.
Aynı beyaz ve siyah arasındaki ince
gri mat rengi gibi.
Bunun aşırı tutucu, dogmatik
olduğunu düşünen biriyim.
Ne söyleyeceklerini biliyorsun.
Oysa ki insanlar kuşkucu
olmamasına rağmen paradokslara düşkünlükleri eğlencelidir.
İçindeki tezatlık belli olmasına
rağmen, paradoksun özünü araştırmak gerekir.
Bugün ayrıca "uzlaşma"
kelimesine ihtiyacımız var.
Uzlaşma cesur entelektüel
eylemler arasındaki en güzel şeydir.
Aşağılayıcı kelime oluyor, ki
bunun anlamı "ilkelerden yoksun" demektir.
Ama her şeye rağmen, uygun
birleşim üzerindeki araştırmayı düşünmeye devam edeceğim.
Dünya'nın bu kadar basit
olduğunu ve tamamen anlamsız olduğunu söylüyorum.
Tam olarak aklın ortaya çıkarmak
istemekteki görevi saçmalığa neden olan evreleri bulmaktır.
Saçların açık kahverengi
olmasına rağmen Apollinaire'nin şiirindeki "Sevimli Kızıl"ı
hatırlatıyorsun bana.
"O Sun, tam zamanıdır "
Güzel ve büyüleyici bir görünüme sahip kızıl saçlı şiir tarafından uzun
zamandır bekletmesinin nedeni bu.
Kadınların yüzündeki entelektüel
farkındalık ifadesi onlara bir çeşit güzellik katıyor.
Sözde kadının güzelliği
olağanüstüdür.
Fransızcadaki muhtemelen nedeni,
tüm büyük fikirlerin kadınsı olmasıdır.
Önemli heykellerin adları: La
Vertu, La Républlque, La France.
Bu felsefi konuşmayı bu gece
yapmamın yersiz olduğunun farkındayım, ama öncelikle içtenliğime inanın lütfen,
ayrıca bu zihinsel ihtiyatın açıklamasını yapma nedenim gittikçe yaşlanıyor
olmam da değil.
20 yaşımda iken, çok daha
fazlasını da açtım.
Şu anda, 60larda, bazen düşünmek
istemiyorum.
İnsancılık ana akım olmaya
başlıyor, ve aptalmış gibi hissediyorsun.
İdare edebilir miyim bilmiyorum ama
bilge gençleri ve yaşlı aptalları sevenlerin olacağını düşünüyorum.
ÇOCUKLUK Halledilmesi gerekenler.
1) Ev sahibi ol.
2) Çaresine bak.
3) Herkesi uyar.
4) Bunu yap.
5) Boya satın al.
6) Her şeyi kontrol et.
7) Boya.
8) Yeniden her şeyi kontrol et.
9) Üzerinde biraz daha çalış.
10) İşin üstesinden gel.
Bu kayıtlarda ne?
Burada bulunan NATO'daki
arkadaşı için Batı Berlin'de biri bana verdi.
- Birini dinlemek isterim.
- Olmaz, bizim değiller.
- Charlotte, hayır!
- Zarar vermez onlara.
Dinle.
Susadım.
- Bir tane daha koyacağım.
- Hayır, yeter.
Evet!
Sana bizim olmadıklarını
söyledim.
- Kayıtları bırak yoksa ırzına
geçerim.
- Delisin sen!
- Hayır, sen çok güzelsin.
- Kafayı yemişsin!
Bunun için beni kovalamak
zorundasın.
- Senin sorunun ne?
- Sana bizim olmadıklarını
söyledim.
- Peki bu ne?
- Bilmiyorum.
Geçmişten gelen müzik.
- Bunu koyabilir miyim?
- Evet, istiyorsan.
- Tamam.
Seni seviyorum.
Yüksek sadakat.
Ondan nefret ediyorum.
Beni özledin mi?
Özür dilerim.
Karanlık.
Kaygılıyız.
Neden?
Yavaş.
Çok karışık.
Korkuyorum.
Aşkım.
Üzgünüm.
Su çok soğuk.
Gözlerimi kapatıyorum.
Çünkü.
Evet, hatırlıyorum.
Her zaman bunun gibi.
Gözlerimin içine bakıyor.
Ayrıca senin suçun.
Küçük detaylar var.
Yeni elbise aldım.
Hiçbir şey söylemiyor.
Bir hafta sonra.
Öldüğümüz zaman.
Bacağımdan ve iç çamaşırımdan
bıkkınlık geldi.
Önemli değil.
Her zaman bir hüzün.
Bunun gibi olma.
Seni seviyorum.
Zayıflık.
Gerçek.
Sana açıklamak istediğimi bilmek
istiyorum.
Süratle ayrıldı.
Aksine.
Burada.
Söz veriyorum.
Yeniden.
Önceki gibi.
Pişman olmak.
O gece.
O gece.
Hiçbir şey değişmedi.
Sevgi.
Sonsuz üzüntü.
Sevgi bir gün gibidir.
O giderse, sevgi de gider.
Bir gün gibi.
Sonsuz şefkat.
Sevgi bir gün gibidir.
O geri gelirse, sevgi de gelir.
Bir gün gibi.
Bu yıl tatile gidelim mi?
Yerine göre.
Henüz emin değilim.
Geçen salı Club Med'de
tanıştığın adamı gördüğümü söyledim mi?
- Kanadalı olanı mı?
- Evet.
Tam bir puşt.
Sana sarkmıştı.
Seninle tanıştığım zaman, ilk
değil, ikinciydin.
Mutlu görünmüyorsun.
İyiyim.
Erkekler, kadınlar için kabul
etmedikleri şeyleri kendileri için kabul ederler.
Benim ırzıma geçmene veya popoma
vurmana gerek yok.
Bu insanların sana iyi
davranması için çok zorlu bir yoldur.
Beni bağışla.
Her zaman bağışlanmak istiyorsun
ama asla bağışlamıyorsun.
Bu seferlik, evet.
Uçağındayken çok hızlısın.
Duygularla bulunmak gibi değil
bu.
- Peki.
- Abartma.
Tamam.
Eğer kusurlarının ne olduğunu
sorsaydım, ne söylerdin?
Neden benim vasıflarım?
İlgi duyduğum kusurların.
Kibir, tahammülsüzlük.
Sevgim senin için.
Benim için miskinlik, yalan
söylemek.
Hayır, tam olarak miskinlik
değil.
Ayrıca irade sahibi değilim.
Geceliğini çıkart.
Hayır, üşüyorum.
Benim için kibar olacağını
söylemiştin.
Sana baktığım zaman bana
bakmayacak mısın?
"Bakmak" gerçekten ne
demek?
Bakmak Bilmiyorum.
Anlamı gözlerin ile süzmek.
- O zaman kıymetli olması
gerekir.
- Evet.
- Birdenbire suratın düştü.
- Evet.
- Benden dolayı mı?
- Hayır.
- İnsanlardan dolayı.
- Nasıl?
İnsanları tanımıyorum.
Sokaktaki insanları.
Tanımak Hepsini tanımak isterdim.
Onu, onu, onu.
Belki içlerinden biri yarın
ölecek.
Kendini öldürmeden önce telefon
bekliyordur.
Ama hiç kimse aramıyor.
Böylece kendini öldürüyor.
Suçlu olan biziz.
Her zaman burada olacağım.
Hangi filmde küçük bir kız ve
denizci vardı?
Kollarına aldı ve etrafında
döndürdü.
- Çok ama çok yavaştı.
- Evet, yavaş hareket ediyordu.
Bilmiyorum.
Çok güzeldi.
Bunu nasıl yapıyorsun?
Bilmiyorum ama sinema çok
gizemli bir şey.
- Ne zaman bir çocuğumuz olacak?
- Zaten bir tane var.
Evet, ama senden de olmasını
isterim.
Uzun zamandır bunun üzerinde mi
düşünüyorsun?
Seni tanıdığımdan beri.
Mutluyum Mutluyum Mutluyum Mutluyum
Olmak Alo.
Evdeyken beni aramanı
yasaklamıştım.
Marseilles'de misin?
Orada ne yapacaksın?
Bérénice mi?
Orly'de sinema yok ki.
Tamam 4:30, 5 gibi Orly'deki
sinemada.
Koltuk numarası 12, tamam.
Öptüm seni.
Alo, doktor Desotteux mu?
Bayan Giraud.
Yanınıza saat 3:30 gibi
gelebilir miyim?
Bugün çalışıyorum.
Saat üçte biteceğini
düşünmüyorum.
Tamam, teşekkürler.
Sonuçlar çıktı mı?
Sağ olun, doktor.
Görüşürüz.
ya da olmamak.
Sana!
Dışarıya çıktığımı söyle.
Kocan arıyor.
Ne istiyor?
Söz verdiği gibi kaldırdığını, ve
yemeğe gelmek istediğini soruyor.
Ayrıca fazla zamanı olmadığını, ve
erken kalkacağını da.
Bu gece onu alacağımı ve ona
sevgilerimi yolladığımı söyle.
"Eşkenar" ne demek?
Dergilerimi ve eşyalarımı ellememeni
söyledim.
İlk adımla çağırmamanı ve bana
Mme Frégier demeni söyledim.
Ben de insancıl oluyorum.
Dün filmimi kaçırdım.
Söylenmeye başlayacağım.
Tamam, kusura bakma.
Yapacak işlerim var, beni
oyalıyorsun.
Bayan Leroy ararsa eğer, yüzme
havuzuna gittiğimi söylersin.
"Eşkenar" ne demek bu
arada?
Neden?
- Meraklı mısın?
- Evet, öyleyim.
Ama çok güzel göğüslerin var!
Bunu Peruvian serumuna borçluyum.
- Ne o?
- Dur, sana göstereyim.
"Şahsi rehber: nasıl
göğüslerinizi iki kat büyütürsünüz?
" "Cevabı Peruvian serumu.
" "Güzel göğüslerin sırrı keşfedildi, ama kim tarafından?
" "Bu çılgın keşfin arkasında Perulu doktorlar var.
" "Göğüslerinizin biçimi veya yaşınız ne olursa olsun " "
Perulu doktorlara çok teşekkürler.
" "Göğüsünüz şaşırtıcı derecede büyüyecek.
" "Şekilleri yeniden biçimleniyor, aynı oluyor.
" "Ayrıca eşiniz için büyük bir zevk olacak.
" VALS Kocan keyif aldı mı?
Felaketti.
Erkekler, tüm gece boyunca, sabaha
kadar istediler.
Senin inanmadığın gibi
haykırdılar.
Nankör domuzlar!
Sonra ben de altına girdim, tam
benim karşımdaydı.
Adam etine dolgun biri.
Gözde pozisyondayım.
Beni huşunetle yatağa fırlattı.
Kemiklerimin oynadığını
hissediyorum.
Serbest kalmaya çalıştım.
Kıvrandım ve burkuldum.
Pisliğin içinde kendi başıma
süründüm.
Göğüslerim darmadağın oldu.
Ve havalandırma deliğini
bulamadı.
Onun vahşi öpücükleri altında
ezildim.
Ön sevişme ve titremek.
Gıcırdamasını durdurabilmek için
dilimi onun boğazına kadar ilerlettim.
Yeri geldiğinde de konuşmasını
engelledim.
Elimden gelenin en iyisini vermek
için uğraştım.
Her yolu denedim.
Ama bunaldım.
Tutkulu yolculuk için kendi
kendini hazırlıyor.
Kocaman elleriyle popomu
yakalıyor.
Hareket etmemesi için onu sıkıştırmak
istiyorum.
Sonunda bitti!
Kahretsin!
Sevgiyle kala kaldım.
Bir de güzelliğiyle.
Ahenk!
Dünya'daki tek mutluluk tek
hüküm, tek gerçeklik!
Ahenk!
TAKSİTLE ÖLMEK Ahengi bulun.
DENİZ Filmlerdeki gibi.
Gökyüzü mavidir.
RUH Geçmişi terk edin.
Ruj sürün.
Ne düşünüyorsun?
Tereddüt ediyorum.
Ertesi sabah.
Bilmiyordu.
Bulutların üstünde.
Çırılçıplak olmak.
Senin yerinde olsaydım gitmezdim.
Ertesi gece.
Salı öğleden sonra.
Çabucak.
Birkaç gün için.
64'ün Ocak Ayı.
Beni eğlendiriyor.
Zaman.
Ümitlerinden arınmış.
Hiçbir şey değişmemiş.
Son bir kez.
Yeni bir bina.
Telefon çalıyor.
Hava mükemmel.
Ne o ne de başkası.
Ne için?
Nereye istiyorsan oraya
gidiyoruz.
Fazla yağmur yağmadı.
Hiçbir şey duymadık.
Seçmek zorundasın.
Başlangıçta hiçbir şey
söylemedim.
Sorun nedir?
Hassasiyet, apaçık.
Tüm olasılıklar berbat.
Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış.
Saçlarımı okşa.
Susuyorum.
Etrafa bak.
- İyi değil misin?
- Hayır.
- Başka yok, değil mi?
- Yok, bu kadar.
Acele edin.
- Seni bırakayım mı?
- Nereye gidiyorsun?
- Uniphoto'ya.
- Beni Trocadero'da bırak.
- Çok fazla telefon görüşmesi
yapmam lazım.
- Boş ver, bekleyemem.
Yarın saat 11'de görüşürüz.
Leos'ın yanındayken dikkat et.
Güneş, Uranüs ve Satürn
gelecekteki önemli planların için yardım edecek.
Küsmüş veya ihanete uğramış
birinin kıskanmasına dikkat et.
Çekingen tavrını kabul et.
Bu durum karışık ve belirsiz.
Doyumsuzluk merakının üstesinden
gelmelisin.
Umutsuzluk ve bunalımla mücadele
etmelisin.
Alabilir miyim?
Sağ ol.
- Bu kızın bikinisini gördün mü?
- O ne?
Üst kısmı olmayan kadın mayosu.
Göğüsleri görebiliyorsun.
- Bunu giymesi için yanıyor
olması lazım.
- Güzel olduğunu düşünüyorum.
- Hiç giydin mi?
- Hayır.
Modaya uygunsa neden olmasın?
Şu anda böyle elbiseler
üretiyorlar.
Evet, ayrıca göbek deliğine çiçek
koyuyorlar.
- Üst olmadan mı?
- Evet, Elle'de gördüm.
Sutyen giymek yerine, boynuna
eşarp saracaksın üstü varmış gibi.
Güzel, değil mi?
Hayır!
Birkaç seneye herkesin bunları giyeceğine
eminim.
Edepsizler.
- Ne zaman tatile çıkıyorsun?
- Bu ayın sonunda.
- Nereye?
- Balear Adaları'na.
Kimle?
Ailem bu yıl gelemiyor, bundan
dolayı Patrick'le gitmeme izin verdiler.
- Patrick ile mi?
- Evet, biz süreceğiz.
Fakülteden mezun olduğundan dolayı
araba satın aldı.
Ailem ile gideceğim.
Aile güzel ama geceleri dışarı
çıkamıyorsun.
Her gece dışarı çıkma özgürlüğüm
olacak.
Saat 10'a kadar dışarıda
olacağım.
Ama eğlenebileceğin vakit saat
10'dan sonra başlıyor.
Evet, ama tüm gün ve gece çocuğa
katlanmalısın Bu gece parti var.
Benimle gelmek ister misin?
Gelemem, arkadaşımı görmem lazım.
- Film izlemeye mi gidiyorsunuz?
- Hayır, evine gidiyoruz.
Gelecek seneki sınava girecek
misin?
- Hangi okula gideceksin?
- Pontoise.
Her kadının bilmesi gereken
şeyler burada.
Biliyor Bilmiyor - Onun ne
yapacağını bilmiyorum.
- Ben de bilmiyordum.
- İlk seferde bunu nasıl
biliyorsun?
- Ne yapacak?
İlk önce seni öpecek, daha sonra
ikiniz yatakta uzanacaksınız.
Biriyle uyudum.
Seni okşamaya başlayacak.
Ne yapıldığını bilmiyorum.
Işıkları kapatmak zorunda mısın?
Seni öpmeye başladığı zaman, kendisi
kapatacaktır.
Seni öpecek.
Habersiz olacaksın.
Seni okşayacak.
Başta çıplak mı olacaksın?
Hayır, seni öpecek ve okşayacak.
Daha sonra elbiseni çıkaracak.
Işıkları kapatacak.
Onun önünde çıplak olduğunda korkmayacak
mısın?
Çıplak olmanı isteyecek.
Korkacak bir şey yok.
Karanlıkta ikiniz de çıplak
olacaksınız.
Tamamen çıplak olacak.
Çıplak göreceğimden korkuyorum.
Karanlıkta görmeyeceksin, onu
hissedeceksin.
Tamamen çıplak olacağım, ama bu
utanç verici.
Ortam olacak.
Bunu düşünmeyeceksin.
Karanlık.
Ne olacağını bilmiyorum, ondan
dolayı korkuyorum.
Vakit yok.
Seni öpmeye başlayacak, daha
sonra o her şeyi yapacak.
Korkacak hiçbir yok.
Daha fazla düşünme.
Ama zerre kadar bir şey
bilmiyorum.
Ortam Ben de bir şey bilmiyordum.
Kendi kendine ışık kapansın diyeceksin
ve olacak.
Hâlâ korkuyorum.
İkimizde mi çıplak olacağız?
Göğüslerimi görecek.
Evet, sarılacak ve öpüşeceksin.
Ama Tek başıma sinemaya gittim.
Aktüalite filmi yeni yayına
girdi.
Kol kola olan en iyi arkadaşım,
yetişti.
LÜTFEN Beni görmeden yanımdan
geçtiler.
LÜTFEN Önümde oturdular.
GERÇEK GÜZELLİK Öpüştükleri
zaman öldüğümü düşündüm.
Karikatürün ortalarında, ağladım.
Rezalet Film hüzünlü olduğu
zaman ağlıyorum.
Film hüzünlü olduğu zaman.
Biliyorum, ama güce tüm aldatmalara
inanmak istiyorum Korkularının tüm detaylarını unut.
Beni ağlatıyor.
Diğerleri?
Asla onları sevemedim.
Hızlıca eve gittim.
Kotex iki kat korunmanızı
öneriyor.
Gençler tercih ediyor Ağladıklarımı
gören ailem, bana sorular sordu.
Kıskanç olma Sen de arzuladığın
genç gibi modern olacaksın.
Onlar için yatmak zorundaydım.
Jeunesse'den
"eloquence" sutyeninden giyin.
Film hüzünlü olduğunda onlara
anlat.
Beni ağlatıyor "Star"
özel tasarım sutyen.
Film hüzünlü olduğu zaman.
Beni ağlatıyor Film hüzünlü
olduğu zaman.
Onu sev Beni ağlatıyor "Zayıf
ve dengeli olman, kaslarının yenilenmesini sağlıyor.
" Film hüzünlü olduğu zaman.
Beni ağlatıyor "Bir kadın
nereye kadar aşık olabilir?
" Nereye?
- Doktor birazdan yanınızda olur.
- Sağ olun.
- Merhaba.
- Merhaba, doktor.
Endişelerin doğruymuş.
Laboratuar sonuçları olumlu.
Üç aylık hamilesiniz.
Mayıs ayında büyük ihtimalle
doğurursunuz.
Bu mutlu haber sizi sevindirmişe
benzemiyor.
Endişeliyim, doktor.
Korkuyorum.
Ağrısız doğum yapacak mıyım?
Bu sadece bir dışavurum.
HAZ ve BİLİM Hastanın doğum için
yalnızca psikolojik olarak hazırlamak bu yöntemin asıl amaçlarından biri olarak
düşünülmelidir.
Bu önemli olayın halk arasında büyük
bir ısdırap olduğu da söylenmektedir.
Her zaman sormak istediğim bir
soru var.
Gebelikten korunma hakkında ne
düşünüyorsun?
Bugünlerde iyice araştırılması
gereken en önemli sorulardan bir tanesidir.
Ay'a roket göndermek üzere
olduğumuz şu gün ve şu çağda inkâr edilemez bir gerçek var ki o da Taş
Devri’ndeki gibi kürtaj yaptığımızdır.
Bu anlayış genelde doğal olmayan
ve kötü koşullarda meydana geliyor.
Hayvanlar ve bitkiler için bilimin
gelişimi, en iyi hayvanların seçildiği ve bitkilerin en iyi sonucu elde etmek için
ideal koşullara koyulduğu yeni bir yaklaşıma sebep oldu.
İnsan ırkı için de tam tersi
doğrudur.
Er ya da geç bu anlayışı bir
şekilde kontrol etmek zorunda kalacağız.
Sorunum var.
İki erkek arasında kala kaldım.
Şu anda hamileyim, ve hangisi
babası bilmiyorum.
Fiziksel hazzın bir delil olduğunu
mu düşünüyorsunuz?
Bunun zor kabul edilen bir şey
olduğunu anlıyorum.
Aslında bazı özel durumlarda belirli
sayıda suni dölleme gerçekleştirerek müdahale etmek zorundayız.
Bu durumda, şimdiye kadar bir
müdahalede bulunulmuş hasta, senin istediğin fiziksel hazzı yerine getirecek
bir denek değil.
Ama Haz ve aşk aynı şey değiller
mi?
Haz ve aşk birbirinden farklı
şeylerdir.
Haz Fiziksel haz yanlış bir şey
mi?
İstenilen zevke öncelik
verilirse fiziksel haz genelde yanlış değildir.
Korkuyorum.
HAYALLER NE OLACAK Taksi!
KARARINI VER!
MELEK GEÇİT / AKILSIZ BURADAN Bir
bilet, lütfen.
Teşekkürler.
Sessiz bir kır, hatta kuzgunların
uçtuğu, ekin ve çimen ateşleriyle bir çayır, hatta kağnıların, çiftçi ve
çiftlerin dolaştığı bir yol, hatta eğlence parkı ve çan kulesiyle bir tatil
köyü bile, bir toplama kampına dönüşebilir.
Stutthof, Oranienburg, Auschwitz
Neuengamme, Belsen, Ravensbruck, Dachau Banyosu olan bir oda, lütfen.
KARARINI VER!
Bir çözüm bul Tüm erkekler aynı.
Dikkat çekici mavi gözler.
Görünüşünü muhafaza et.
Uygar Yaşam Her şeyi unut.
Seni seviyorum.
Seni seviyorum.
"Hanımefendi, eğer kocanızı
seviyorsanız " Neden bunları yapıyoruz?
Bazen haklı olduğumuzu
kanıtlayamayız, ama hatalı olduğumuzu kanıtlarız.
- Marseilles'e uçarak kaç saat?
- Bir saat.
- Sigorta primi aldın mı?
- Bir saat için vermiyorlar.
Bir saat içinde kaza olabilir ve
ölebilirsin.
Uçakta ölürsen sorun olmaz.
Hem yalnız değilsin hem hızlı.
- Marseilles'de kiminle oynadın?
- Racine ile.
- Çağdaş ölü olduğu doğru mu?
- Evet.
- Boşanacağım zaman, evlenecek
misin benimle?
- Tabii ki.
- Senden olmasa bile bir çocuğum
varsa, onu benimser misin?
- Evet, benimserim.
Neden bunları soruyorsun?
Kaç defa tartıştık bunları.
- Sesin tuhaf geliyor.
- Şimdi ne oldu?
Hayır, hep böyle.
Günün hızlı geçiren birinin
normal sesi.
Korkak sesi gibi ama!
- Sorun ne?
- Hiçbir şey, aptallaşıyorum.
Çünkü seni seviyorum.
- Soyunacak mısın?
- Evet, ya sen?
Uçağım yarım saat içinde
kalkacak.
- Dün gece ne yaptın?
- Hiçbir şey.
Televizyon izledim.
- Cihaz için para getirdin mi?
- Evet.
Buyur.
Ayrıldığımızdan beridir ilk defa
yaptığımızın farkına vardım.
Haklısın.
İlk defa ayrıldık.
- Olması gerekiyordu.
- Üzülme.
Bois de Boulogne'yi hatırlıyor
musun?
O kız gibi her zaman sorun
çıkartan birini söylüyordun neydi onun adı?
Amerikan romanındaki mi?
- Scarlett O'Hara mı?
- Evet.
Sensiz beş gün çok kötü olacak.
Peki ya sen?
Ben de, çünkü seni seviyorum.
Her neyse, sonunda kavuşacağız.
SİNEMA VE AŞK Robert her zaman
gerçekten kim olduğunu merak etmişimdir.
Güzel soru.
Ben de kim olduğumu bilmiyorum.
Ben Ben de diğerleri gibi
biriyim.
Sıradan erkek.
Diğerleri gibi kusurlarım var -
Sanatçı olduğunu söylemiştin.
- Evet, ne oldu?
Ne aktörüydün?
Sahneye çıkan ve rol üstlenen
bir aktördüm.
Bazen bazı sahneleri oynamaya
çalışan bazen de karakterleri tanımlamaya çalışan ve kendisinin ötesinde
fikirlerini, duygularını yaşayan biriydim.
Nedeni bu, değil mi?
Aynı zamanda mevkiini mi
koruyordun?
Evet, aynı zamanda mevkiimi
korumaya çalışıyordum.
Mevkiimi korumaya çalışıyordum.
Genel anlamda aktör olarak
konumum ve bir erkek olarak konumum.
Kolay değil.
O kadar kolay değil.
Rol ile gerçek arasındaki farkı
nasıl anlıyorsun?
Yanlış hatırlamıyorsam, gerçekte
hayatta rol yapmadım.
Bir sahneyi oynuyormuşum gibi
hissetmedim.
Bazılarının sürekli rol
yaptığını görüyorsun.
Numara yapıyorlar, hava
atıyorlar.
Yapacağımı düşünmüyorum, ama
hatalı olabilirim de.
Sahne çekiminde iken var
olduğunu mu hissediyorsun?
Yoksa makine olduğunu mu?
Bu soruyu cevaplamak çok zor.
Sanırım her ikisini de
hissediyorum.
Evet, inkar etmiyorum biz
makineyiz.
Bir makineyim ve Eğer ikisi
varsa, o zaman hayat gibi olur.
Yaşam ve sinema arasında hiçbir
fark yok.
Tabii ki farklılar.
Bir soru sordun ve cevapladım.
- Aklımdan ne geçiyorsa
söylüyorum.
- O zaman bu bir sinema.
Hayır, değil.
Sinema farklıdır.
Orada bir senaryo var.
Kelimelerin arkasına
saklanıyorsun Madem ki bana şu anda sorular soruyorsun.
Ben de cevaplama çalışacağım.
Ama senaryo ve düşünceler bana
ait.
Sinema gibi değiller.
Farklılar.
Şu anda rol yaptığımı
söyleyebilirsin çünkü Örneğin benimle seviştiğin zaman, senin için bu sinema mı?
Hayır, kesinlikle hayır.
Sinemayla bir alakası yok.
O zaman senin için eğlenceli
değildir.
- Neden?
- Sinemayı sevdiğinden dolayı.
Hem sevişebilirim hem rol
yapabilirim.
Birbiriyle alakalı şeyler
değiller.
Birinin diğeri ile alakası yok.
İkisi de farklı şeyler.
- Zorunda olsaydın hangisini
seçerdin?
- Sevişmeyi.
Sevişmeyi.
İlginç, her zaman rol
yaptığından korkmuşumdur.
Hayır, seni temin ederim ki Samimi
olarak söylüyorum, seni çok seviyorum.
Rol yaptığını veya samimi
olduğunu nasıl bilebilirim?
Sana sevgimi kanıt gösteriyorum.
Somut şeyler var.
İkimiz arasında var olan şeyler.
Gerçekten.
Bunların hepsi oyunculuğun
ötesinde.
Senin için sevgi nedir?
Senin için hissettiğim duygudur.
Cevabını vermeden önce üzerinde
düşün.
Sevgi - Temin ederim ki - Senin
için gerçekten ne olduğunu düşün.
Gerçekten sevgi Senin için
hissettiğim şey Senin için, içimde hissettiğim her şey sevgidir.
Gerçek sevgi.
Benim hakkımda konuşma, kendi
hakkında konuş.
Ama sevgi hakkında konuşmak, iki
kişi arasında ilişkiyi konuşmaktır.
Sevgi kendin ile bir başkası
arasında ilişkidir.
İlişki için Bilemiyorum.
Senin vasıflarının ne olduğunu
sorsaydım, bana ne söyledin?
Vasıflarım mı?
Neden kusurlarım değil?
Hayır, ilgi duyduğum senin
vasıfların.
Zeki, kuşkulu.
- Kuşkulanmak vasıf mı?
- Evet.
- Bu kadar mı?
- Samimiyet.
- Beni sevdiğin gerçeği yok mu?
- Evet, o da var.
- Peki sen ne söylerdin?
- Ben mi?
Merak etmene gerek yok.
Pierre, Dusseldorf'dan aradı.
Bu gece dönüyor.
Onunla sevişiyor musun?
Eğer isterse, belki.
Ne demek "belki"?
İki kızı aynı anda öpebilir ve
onları okşaya bilirmisin?
Seçim yapmak zorunda kalırım.
"Hanımefendi, biçare prensi
küçümseme.
"Burada, ikimizde kendimizi
kaptırmaya izin vermemeliyiz.
Diğer kısmı oku.
"Kaçındığım şey bu.
Kaçınıyorum ama parmağım ın
olmadığı " " bu acımasız tartışma için çok geç.
" Sıra sende.
"Burada senin sesini duymak
istedim.
" "Hiçbir şeye kulak asmayacağım.
Sonsuza dek "elveda"
diyorum.
"Her şeye rağmen ne
söylemeliyim?
" "Hep bakan ama asla görmeyen, boş gözlerinden kaçınıyorum.
" "Elveda.
Gidiyorum, kalbim tamamen
seninle doluyken.
" "Benim için seni sevmek ölümdür.
" "Korkma sakın Madame, gözün görmediği bir ızdırap bahtsızlığımın
çınlayışlarıyla doldururken evreni.
" "Yakardığım ölümün yalın sesi hayatta olduğumu söyleyecek
yine sana.
" "Sonsuza dek!
Ah, Milord!
Bu acımasız sözcük insan sevince
nasıl da korkunç olur değil mi?
" "Ne kadar acı çekeceğiz Milord, bir ay mı, bir yıl mı, onca
deniz beni sizden ayırırken?
" "Günler yine başlayacak, yine sona erecek, Titus
Bérénice'yi bir daha asla göremeyecek - Ağlıyor musun?
- Hiç de bile.
- Neden böyle söylüyorsun?
- Gözlerin sulanmış.
Evet, ağlıyorum.
Buraya kadar, gitmem gerek.
Evet, buraya kadar.
Çeviri: ismuta twitter.
com/ismutaa||
Vivre. Sa. Vie. 1962
49055||5008999||HAYATINI YAŞAMAK Oniki Tablodan Oluşan Bir Film "Her
şeyini başkalarıyla paylaşsan da özünü hep kendine sakla" MONTAIGNE BİR
KAFE - NANA PAUL'DEN AYRILMAK İSTER - TİLT MASASI Onu gerçekten seviyor musun?
Bilmiyorum.
Ne düşündüğümü ben de merak
ediyorum.
- Onun benden daha mı çok parası
var?
- Bunun ne önemi var?
Bunun ne önemi var?
Bunun ne önemi var?
Bunun ne önemi var?
Sorun nedir?
Hiçbir şey.
Sadece dürüst davranmak istedim.
Bunu söylemenin en iyi yolunun ne
olduğunu bilmiyorum.
Ya da biliyordum ama artık
bilmiyorum.
Verecek hiçbir cevabım yok.
Bu sana hiç olmadı mı?
Kendinden başka hiç kimseyi düşünmezsin,
öyle değil mi?
Çok acımasızsın.
Acımasız değilim Nana, üzgünüm.
Üzgün değilim Paul.
Acımasızım.
Sözlerimi papağan gibi
tekrarlama.
Burası bir sahne değil.
Asıl sen benim düşüncelerimi
umursamazsın.
Hep sana uymamı beklersin.
Her neyse, bıktım artık.
Ölmek istiyorum.
- Boş laf.
- Ciddiyim.
Seni sevmek çok yorucu.
Bir şey istediğimde sana
yalvarmak zorunda kalıyorum.
Benim de bir hayatım var.
Bana zalim diyorsun ama asıl
zalim sensin.
Bunu da nereden çıkardın?
Ne zaman?
Pazar akşamından mı
bahsediyorsun?
Ne zaman olduğunu biliyorsun.
Sana, beni o adamla tanıştırman
için yalvardım.
Bunu kasıtlı olarak yaptın.
Evet, doğru.
Sana acıyorum.
Belki de sana ihanet etmeliydim.
Bunu bir daha söyleme.
Seninle konuşmamızın önemli olduğunu
sanmıştım ama yanılmışım.
Belki tekrar bir araya
gelebilirdik.
Ama konuştukça, kelimeler
anlamlarını yitiriyor.
Burası bir sahne olsa, bu bir
teşekkür konuşması olmazdı.
Hayatta her şey oyunculuktan
ibaret değildir.
Sen de mi!
Neden böyle söylüyorsun?
İstediğim şey buysa, seni ne
ilgilendirir ki?
Pekâlâ günün birinde biri beni
keşfedebilir.
Doğru, vazgeçmemelisin.
Ben müzik konusunda hiç
vazgeçmedim.
Senin İngilizce derslerinin
aksine.
Ben vazgeçmedim.
Yakında benim resimlerimi
çekecek.
Belki filmlerde oynayacağım.
- Tek derdin bu, değil mi?
- Çok acımasızsın Paul.
Gerçekten öylesin.
Hep aynı şey.
Beni sevdiğini söylüyorsun ama
sevmiyorsun.
Senin için hiç de özel biri
değilim.
Bense artık seni sevmekte
zorlanıyorum ama yine de hâlâ özel biri olduğunu düşünüyorum.
Bunu söylemek seni üstün mü
kılıyor?
Bence herkes aynıdır.
Yaptığım hiçbir şeyi
desteklemiyorsun.
Sahneni dürüstçe oynamıyorsun.
- Beni terk ediyorsun çünkü
zengin değilim.
- Madem öyle düşünüyorsun, belki.
Telefonda bahsettiğin resimleri
getirdin mi?
Tamamen unuttum.
Hafta sonuna hazır olurlar.
O iyi mi, yemeklerini yiyor mu?
Kulağında bir ağrı vardı ama
doktor hiçbir şeyi olmadığını söyledi.
- Pathé-Marconi'de ne iş
yapıyorsun?
- Kaset satıyorum.
- Bana 2,000 frank borç
verebilir misin?
- Söz konusu bile olamaz.
Ailen ben gittiğim için çok
mutlu olmalı.
- Hiç de değil.
Seni sevmişlerdi.
- Eminim öyledir!
O bakış ne anlama geliyor?
Hiçbir şey.
Yine tartışmayalım.
- Bir oyun oynayalım mı?
- Tamam.
Bozuk paran var mı?
Bende sadece bir tane kalmış.
Devam et, sen başla.
Babamın öğrencilerinin hazırladıkları
şu ödevler Ne olmuş onlara?
Dün akşam yemeğinde bize en
güzellerinden birkaç tane okudu.
Çocukların ödevi en sevdikleri hayvanı
tarif etmekmiş.
Bir kız çocuğu en sevdiği hayvan
olarak kuşu seçmiş ve onu şöyle tarif etmiş: "Kuş bir içi ve bir de dışı
olan bir hayvandır.
Dışını kaldırırsanız, içini
görürsünüz.
İçini kaldırırsanız, ruhunu
görürsünüz.
" KASET DÜKKANI - 2000 FRANK - NANA HAYATINI YAŞIYOR Maalesef
kalmamış.
Judy Garland?
Peki bir gitar kaydı var mı?
Roméo'nun Neydi adı?
Raphaël Romero.
- Raphaël Romero'nun gitar kaydı.
- Arkadaki raflarda.
- Rita yine mi gelmedi?
- Sanırım Perşembe günü
dönecekmiş.
Bana 2,000 frank borcu var.
- Bana 2,000 borç versene.
- Maalesef beş parasızım.
- Önemli bir durum mu?
- Hayır, önemli değil.
Güzele benziyor.
Aptalca bir hikaye ama çok güzel
yazılmış: "Yıldızlarla kaplı gökyüzüne baktı ve sonra bana döndü: "Bu
şekilde yaşayan biri olarak, bana yaptığın işin mantığını " Hemen sözünü
kestim: "Her şeye mantıksal bir açıklama getiremezsin" Birkaç
saniyeliğine kendimi mutluluğun keskin sarhoşluğuna bırakırken, güçlüymüş gibi
görünme çabamı unutup, kırık kalbimin acısını duymazdan gelmeyi tercih ettim.
Evet, içinde bulunduğum
ikilemden kaçmanın en kolay yolunu seçmiştim.
" KAPICI - PAUL - JEANNE D'ARC'IN TUTKUSU - GAZETECİ - Lütfen
anahtarımı verin.
- Olmaz.
Peki, öyle olsun.
Bırak, ver şu anahtarı!
Resimleri getirdim.
Bana fazla benzemiyor, sana daha
çok benziyor.
Akşam yemeğine gelir misin?
Hayır, gitmeliyim.
Yemeğe gidelim.
Aç değilim.
Hem izlemek istediğim bir film
var.
Hoşçakal.
Seni idama hazırlamak için
buradayız.
Bu kadar çabuk mu?
Nasıl bir ölüm?
Kazıkta!
Hâlâ Tanrı tarafından
gönderildiğine nasıl inanabiliyorsun?
Tanrı bizi nereye
yönlendireceğini bilir ve biz de onun gösterdiği yolda ilerleriz.
Evet, ben O'nun çocuğuyum.
Peki ya büyük zafer?
Benim şehitliğim olacak!
Peki ya kurtuluş?
Ölüm!
Ölüm.
Hoşçakal deme vakti geldi.
- Sinema biletini ben aldım ama.
- Yazık sana.
- Bir randevumuz yok muydu?
- Evet.
Ben de merak etmeye başlamıştım.
Neden, geç mi kaldım?
Biraz ama merak etmemin sebebi
bu değildi.
Aslında çok dakik biriyimdir.
Buluşmak için geç bir saat.
Ben de senin unutabileceğini
düşünmüştüm.
Ne alacaksın?
- Alkollü bir şeyler var mı
acaba?
- Maalesef.
Kahve olsun o zaman.
Erkek arkadaşlarından biri miydi?
Hayır, erkek kardeşimdi.
- Başka erkek kardeşlerin var mı?
- Beş erkek ve üç de kız
kardeşim var.
Şaşırdın mı?
Ama gerçek bu.
- Çarşambadan beri neler yaptın?
- Pek bir şey yapmadım.
- Dışarıdaki kırmızı araba senin
mi?
- Evet.
Markası ne?
Bir Jaguar mı?
Hayır, bir Alfa Romeo.
Arabalarla ilgilenir misin?
Hayır, haklarında hiçbir şey
bilmem.
Fotoğraf çekimini ne zaman
yapabiliriz?
Dediğim gibi, bu işi istiyorum.
Ama ben sadece pazar günleri boş
olurum.
Pazar günü Londra'da olacağım.
O halde, bilemiyorum.
Şimdi olabilir mi?
Tabii yorgun değilsen.
Hayır dersem, tam bir baş belası
olduğumu düşünmezsin, değil mi?
Hayır, hiç de değil.
Gerçekten filmlerde
oynayabileceğime inanıyor musun?
Elbette.
Bak, incelemen için sana bir
katalog getirdim.
Buna benzer bir çalışma yapmak
istiyorum.
Bu ne için olacak?
Sinema işindeki insanlara
gönderirsin.
Belki onlar da birkaç gün içinde
ararlar ve bu şekilde keşfedilmiş olursun.
- Soyunmak konusunda biraz
utangaçımdır.
- Büyütülecek bir şey değil,
alışırsın.
- Bana 2,000 frank borç
verebilir misin?
- Verirdim ama bende de yok.
Kalkalım artık, çok yorgunum.
Fotoğraf işi ne olacak?
Bende kal o zaman.
POLİS - NANA SORGULANIYOR Nana Soy
ismini kodla.
K-L-E-I-N F-R-A-N-K-E-N-H-E-I-M.
Doğum tarihi: 15 Nisan 1940.
Doğum yeri: Flexburg / Moselle.
Sabit adres yok.
Doğru mu?
Peki.
Anlat neler oldu?
Ben sadece sokakta yürüyordum.
O sırada büfeden dergi alan bir
kadın gördüm.
Çantasından biraz para çıkardı.
Ama oradan ayrılırken parasının bir
kısmını düşürdüğünü fark etmedi.
Daha sonra ben de bir dergi alacakmış
gibi oraya yaklaştım.
Ve ayağımı onun düşürdüğü 1,000
frankın üzerine koydum.
O gitti ve Ve sonra fark etti,
öyle mi?
Evet.
Bana doğru geldi ve gözlerimin
içine dik dik bakmaya başladı.
Bu yüzden ben de ona parasını
geri verdim.
Peki neden böyle bir suçlamada
bulundu?
Bilmiyorum.
Çok acımasız biriymiş.
Paris'te yanında kalabileceğin kimsen
yok mu?
Arkadaşlarım var.
Erkek mi?
Bazıları.
Neden çalıştığın yerden biraz
avans istemedin?
Daha önce birçok defa istemiştim.
Şimdi ne yapacaksın?
Bilmiyorum Ben Sanki başka
biriyim.
BULVARLAR - İLK ADAM - ODA Gidelim
mi?
Burası değil mi?
- Buraya daha önce geldin mi?
- Evet.
Kimse yok mu?
Oda 27 mi, 28 mi?
27.
- Sigara?
- Teşekkürler, hayır.
Hiç kül tablası koymazlar.
Ne kadar istiyorsun?
Bilmiyorum, sen söyle.
Bilemiyorum.
4,000 Frank?
- Bana 1,000 frank borçlusun.
- Hiç bozuğum yok.
Boşver, sende kalsın.
Gerçekten yok; bunu daha fazla para
almak için söylemedim.
- Üzerindeki her şeyi çıkar.
- Tamam.
Neden dudaklarını kaçırıyorsun?
YVETTE İLE KARŞILAŞMA -
BANLİYÖDE BİR KAFE RAOUL - SOKAKTA PATLAYAN SİLAHLAR - Nana!
- Yvette, nasılsın?
Bir an için tanımakta güçlük
çektim.
Nasılsın?
- Geçinip gidiyorum.
- Aferin.
- Neden?
- Sandım ki Neden buradasın?
Dansa mı gidiyorsun?
Bir şeyler içmeye gidelim mi?
- Raymond nasıl?
- Anlatırım sonra.
Ne oldu?
Hayat öyle zor ki.
Buralardan uzaklaşmak, kaçıp
gitmek istiyorum.
Kaçmak tatlı bir hayal.
Gerçek hayat ise bu.
Bir dakika içinde döneceğim.
Anlat haydi.
Bir gece Raymond, eve Brest'e
tren biletleriyle geldi.
Bir iş bulduğunu söyledi, biz de
toplandık.
Sonra bir otelde kalmaya
başladık.
Onu hiç göremez oldum.
Sürekli çalışıyordu.
Ben de çocukları dışarı
çıkarıyor, onlara dondurma falan alıyordum.
Üzgündüm.
Çünkü onun nasıl para
kazandığını bile bilmiyordum.
Bir gece, evden ayrılalı üç
hafta olmuştu.
Artık kendi başımın çaresine bakmam
gerektiğini anladım.
Çocukları da yanıma alarak orayı
terk ettim.
Fahişelikten başka seçeneğim
yoktu.
Zamanla da alıştım, alışması
kolaydı.
İki yıl sonra, bir gece sinemaya
gittim.
Bir Amerikan filminde oynuyordu.
- Ya şimdi?
- Her şey yolunda.
Ama pek memnun olduğun
söylenemez.
Hayır, hayat çok kasvetli.
Ama bu benim suçum değil.
Bence yaptığımız her şey bizim sorumluluğumuzda.
Özgürüz.
Elimi kaldırıyorum - Ben
sorumluyum.
Başımı çeviriyorum - Ben
sorumluyum.
Üzgünüm - Ben sorumluyum.
Sigara içiyorum - Ben sorumluyum.
Gözlerimi kapıyorum - Ben
sorumluyum.
Bazen sorumluluğumu unutsam da, hayat
bu!
Ve dediğim gibi, ondan kaçış yok.
Yine de her şeye rağmen yaşamak
güzel.
Sadece hayatın tadını çıkarmaya
çalışmalısın.
Sonunda her şey olacağına
varıyor.
Mesaj mesajdır.
Tabak tabaktır.
Erkek erkektir.
Ve hayat hayattır.
Az önce selamlaştığım çocuk seninle
tanışmak istiyor.
Sakıncası var mı?
Sakıncası yok.
Benim bebeğim bir film yıldızı
değildir.
O, fabrikada çalışan sıradan bir
işçidir.
Tek göz odada yaşarız, demiryolunun
karşısında.
Sahip olduğumuz tek manzara bir
eşya deposundan ibaret olsa da.
Riviera'da geçmez bizim
tatillerimiz.
Ya da yoktur ziyaretine gideceğimiz
bir ailemiz.
Ama bana bebeğimin gözlerinde parlayan
ışık yeter.
O ışık, benim için gökyüzündeki yıldızlara
bedel.
Ve ne zaman şehrin kalanı, şekerleme
yapmaya başlar.
Bizim penceremizde akşam güneşi
ışıldar.
Dört duvarımızın mahremiyetinde fısıldaşırız
birbirimize.
Ve sevişiriz durmadan, karanlık
gecelerde.
Kolay bir kız mıdır?
Aşağıla onu.
Sinirlenirse şansını zorlama; gülümserse
denemeye değer.
Göreceğiz.
Yvette'in bir arkadaşı mısın?
- Seni daha önce de görmüştüm.
- Hiç sanmıyorum.
- Üç ay önceydi.
- Hayır, sanmıyorum.
Sen Cermen Bulvarında fotoğraflara
bakıyordun.
Bu doğru.
Neden önce inkâr ettin?
Çekindiğin bir şey mi var?
Çok gülünçsün.
Neden bana öyle bakıyorsun?
Şu an tam bir sersem gibi
görünüyorsun ve saçların da berbat.
Bekle, sana söyleyeceğim bir şey
var.
Gözlerim.
MEKTUP - YİNE RAOUL - ŞANZELİZE Sevgili
Madam, adresinizi daha önce sizin için çalışan bir arkadaşımdan aldım.
Oraya gelmek ve sizin için çalışmak
istiyorum.
22 Yaşındayım.
Güzel olduğumu düşünüyorum.
Boyum 1 metre 69 cm Saçlarım
kısa, ama çabuk uzar.
Size bir resmimi gönderiyorum ve
Yine mi sen?
Klasik mektup.
Evet, yine ben.
Beni nasıl buldun?
Seni izledim.
Arabamdaydım ve seni buraya
girerken gördüm.
Çok cüretkârsın.
Yine gülünç mü görünüyorum?
Hayır, çok güzelsin.
- Önceki gün bir anda ortadan
kayboldun.
- Ne zaman?
Haydutlar etrafa ateş etmeye başladıkları
zaman.
Haydut olduklarını sanmıyorum, siyasi
bir mesele olmalı.
Her neyse Yanlış anlama, korkak
olduğunu imâ etmeye çalışmıyorum.
Sadece konuşma olsun diye
söyledim.
Benim hakkımda ne düşünüyorsun?
Çok iyi biri olduğunu
düşünüyorum.
Gözlerine bakınca ne kadar iyi
biri olduğunu görebiliyorum.
Anlıyorum, saçma bir soruydu.
Neden?
Senden politik bir cevap
beklemiyorum.
Demek istediğim şu: Sence, ben
özel bir kadın mıyım?
Özel olmak mı istiyorsun?
Neden?
Nedeni yok.
Bana göre, dünyada üç tip kız
vardır.
Kimi, tek bir ifadeye sahiptir, kimi
iki, kimi üç.
Adresi Yvette'ten mi aldın?
- Bu konuda ciddi misin?
- Evet.
- Neden?
Daha fazla para kazanmak
istiyorum.
- Para kazanabilmen için
yardımcı olabilirim.
- Sahi mi?
Keşke yapabilsen.
Neden filmlerde oynamayı
denemiyorsun?
Denedim.
İki yıl önce, kendimi ilk olarak
sahnede kabul ettirmek istedim.
Châtelet'te Pacifico'da oynadım.
Daha sonra ise Eddie
Constantine'in oynadığı bir filmde rol aldım.
Sana hayat hikayemi anlatıyorum.
Ne acınası!
Hiç de değil.
Biz arkadaşız.
- Haydi gülümse.
- Hiç havamda değilim.
- Sana eşlik edebilir miyim?
- Tabii.
Ne zaman başlıyorum?
Şehir ışıkları yükseldiği zaman,
fahişenin sonsuz yolculuğu başlar.
AKŞAMÜSTLERİ - PARA - DÜŞÜŞ - ZEVK
- OTELLER İşler nasıl yürüyor?
Fahişe, cazibesini kullanarak, kazançlı
koşullar oluşturmak ve müşteri sayısını artırmak için çalışır Güzel olmak
zorunda mıdır?
Hayır, güzellik bir fahişenin
kariyerinde önemli bir faktör olmasına rağmen, fiziksel çekiciliğin kârın en
önemli kaynağı olması pezevenginin onun üzerindeki baskısını artıracaktır.
Kaydı olmalı mıdır?
13 Nisan 1946'da çıkarılan bir
yasayla, tüm fahişeler tıbbi muayeneye tabi kılındılar.
Bu yasa ve 5 Kasım 1947'de kabul
edilen kanunun 2253.
maddesi uyarınca, fahişeliği, bir yaşam biçimi olarak kabul eden tüm
kadınları, kayıt altına almak amacıyla, Ulusal sıhhi kayıt sistemi kabul edildi.
Peki nasıl davranmalıyım?
Prosedür her yerde aynıdır.
Makyajı, kıyafetleri ve duruşu, fahişenin
değerini belirler.
Bazen o, kanun karşısında dosdoğru
müşterisine başvurur.
Müşteriden ne kadar alacağım?
Birkaç dakika ile bir saat arası
süren işlerde, fiyat 300 franktan 15,000 franka kadar çıkabilir.
Tüm gecelik işler ise 5,000
frank ile 50,000 frank arası değişir.
İstediğim her yere gidebilir
miyim?
Bu konuda belli kısıtlamalar var.
Örneğin Paris'te, 25 Ağustos
1958'de hayata geçirilen bir polis düzenlemesi, belli saatler arasında, Bois de
Boulogne ve Şanzelize civarında, malûm maksatla vakit geçirmeyi yasaklar.
Kazanacağım tüm parayı tutabilir
miyim?
İki tarafın da payı bellidir.
Örneğin Şanzelize civarının
günlüğü, 20,000 ile 30,000 frank arasında değişir.
Haftalık olarak ödenir.
Odalar nasıl olacak?
Oteller genellikle sadece
havluları değiştirir, çarşafları değil.
Çoğunlukla yataklarda sadece bir
alt çarşafı bulunur.
Ya polis?
Baskınlarda bulunur, sorguya
çekerler.
Yönetmeliklere aykırı davrandığı
tespit edilenler tıbbi testlere yollanır.
Arasıra bir kafeye gidip, bir
şeyler içebilir miyim?
Bir rezalet çıkarabileceği endişesi
yüzünden, hiç kimse sarhoş bir fahişenin sorumluluğunu üstlenmek istemez.
Ya hamile kalırsam?
İnsanlar fahişelerin sürekli kürtaj
yaptırdığını sanır.
Bu doğru değildir.
Onlar, kimyasal ya da diğer
yollarla gebelikten kaçınmaya çalışırlar.
Ama gebelik durumunda, kürtaj
kaçınılmazdır.
Her müşteriyi kabul etmek zorunda
mıyım?
Fahişe her zaman, müşterinin kontrolü
altındadır.
Parasını ödeyen herkesi kabul
etmek zorundadır.
Günde kaç müşteri ile beraber
olunur?
Sıradan bir fahişenin günlük
müşteri sayısı, beş ile sekiz arasında değişir.
Günde 4,000 ile 8,000 frank
arası kazanır.
Ama bundan daha fazlasını
kazananlar da vardır.
Örneğin, tatil günlerinde altmış
müşteriye kadar ulaşanlar bile olur.
BİR GENÇ ADAM - LUİGİ - NANA
MUTLULUĞU SORGULUYOR Ya tatil günleri?
Genellikle sağlık kontrollerinin
ardından, adamı onu dışarı çıkarır.
Varsa, çocuğunu görmeye gider.
Daha sonra ise bir restorana ya
da sinemaya giderler.
- Luigi burada mı?
- Yukarıda.
- Beş dakika içinde dönerim.
- Film zaten başladı bile.
Sigara var mı?
- Ne çeşit?
- Sadece bilmek istedim.
- Sigaranız var mı?
- Aşağıda satıyorlar.
- Nasıl gidiyor?
- Şöyle böyle.
- Sorun nedir?
- Geç kalmasaydık, sinemaya
gidecektik.
Seni neşelendireceğim.
Şimdi balon şişirmeye çalışan bir
çocuk taklidi yapacağım.
Benim erkeğim sen olmalısın.
Şimdi biraz konuşmamıza izin
verecek misin?
SOKAKLAR - BİR ADAM - MUTLULUK
EĞLENCE DEĞİL Müfettiş Fleytoux bir BMW almış.
- En azından iki sandalye
koyabilirler.
- Her zaman böyledir.
- Ne kadar?
- 3000.
Eğer soyunacaksam 5000.
- Bir tane daha alayım.
- Bana da biraz kalmalı.
O zaman şunlardan olsun?
Küçük olan.
Çok iyi bir kız olacağım.
Buraya sık gelir misin?
- Daha önce tanışmamış mıydık?
- Belki.
Adın ne?
Dimitri.
Hoş bir isim.
Evet, ismimi severim.
- Mesleğin ne?
- Reklam filmleri çekiyorum.
- Sinema filmleri gibi mi?
- Hayır, daha basit şeyler.
Daha önce Eddie Constantine'in
bir filminde oynamıştım.
"Acımak Yok".
İzledin mi?
Fazla konuşmuyorsun.
Duygusal biri misin?
Eğer biraz daha verirsen, kalabilirsin.
İkinci bir kız daha mı
istiyorsun?
Bir bakayım.
- Gidiyor musun?
- Evet.
- Beş dakikanı paylaşabilir
misin?
- Monique'e sor, 41 numarada.
- Ne vardı?
- Yok bir şey.
Asla çalışmaz.
Salı günü görüşürüz.
Beş dakikanı paylaşır mısın?
- Ne kadara?
- Ona sor.
- Tamam.
- 45 Numara.
Onunla anlaşın.
- Adın ne?
- Elizabeth.
İngiltere Kraliçesi gibi.
- Ben de striptiz yapayım mı?
- Hayır, gerek yok.
- Yani hiçbir şey yapmayım mı?
- Sen bilirsin.
PLACE DU CHÂTELET - BİR YABANCI
- KASITSIZ FİLOZOF NANA - Bakmamın bir sakıncası var mı?
- Hayır.
- Sıkılmış gibisiniz.
- Hayır, iyiyim.
- Ne yapıyorsunuz?
- Okuyorum.
- Bana bir içki ısmarlar mısınız?
- Elbette.
- Buraya sık gelir misiniz?
- Bazen, geçerken uğrarım.
- Neden okuyorsunuz?
- Benim işim bu.
İlginç.
Birdenbire söyleyeceklerimi
unuttum; bu bana çok sık olur.
Ne söylemek istediğimi bilirim.
Neden söylemek istediğimi
bilirim.
Ama konuşma zamanı geldiğinde, konuşamam.
Bu herkesin başına gelir.
- "Üç Silahşörler"i
hiç okudun mu?
- Hayır.
Ama filmini gördüm.
Neden?
Çünkü, orada bir Porthos vardır.
Aslında "Yirmi Yıl
Sonra"dan bahsediyorum.
Porthos, uzun boylu, güçlü, biraz
da aptal biridir.
Hayatı boyunca hiçbir şeyi
düşünmemiştir.
Bir mahzene orayı havaya uçurmak
için bomba yerleştirmesi gerekmektedir.
Bunu yapar.
Bombayı yerleştirir, fitili
ateşler.
Sonra da elbette koşarak
uzaklaşır.
Ama o an, birden düşünmeye
başlar.
Koşarken adımlar birbirini bu
kadar seri bir şekilde nasıl takip etmektedir?
Belki bunu daha önce sen de
düşünmüşsündür.
Bu düşünce yüzünden donar kalır.
Hareket edemez, ilerleyemez.
Bomba patlar ve mahzen üzerine
çöker.
İlk etapta güçlü omuzlarıyla direnmeye
çalışsa da, bir ya da iki gün içinde, ezilerek hayatını kaybeder.
Bana bu hikayeyi neden
anlattınız?
Nedeni yok, sadece konuşma olsun
diye.
Neden insanlar sürekli konuşmak
zorunda?
Belki de bu kadar çok
konuşmamalı, hayatı sessizce yaşamalıyız.
Ne kadar çok konuşursak,
kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.
Belki.
Ama bu mümkün mü?
Bilmiyorum.
Bence konuşmadan yaşayamazdık.
Ben konuşmadan yaşamak isterdim.
Evet, güzel olurdu, değil mi?
İnsanların birbirlerini daha çok
sevmeleri gibi.
Ama maalesef mümkün değil.
Ama neden?
Sözcükler sadece insanların
düşüncelerini ifade etmeli.
Bize ihanet etmemeli.
Doğru ama biz de onlara ihanet
ediyoruz.
İnsan kendini ifade etmeliydi.
Ve o bunu, yazarak yaptı.
Düşün, Plato gibi biri hâlâ
anlaşılıyor - anlaşılabiliyor.
O, Eski Yunan'da yaşamıştı, 2500
yıl önce.
Şu an kimse o dili bilmiyor, en
azından tam olarak.
Buna rağmen, hâlâ bizlere
ulaşıyor.
İşte bu yüzden kendimizi ifade
ediyoruz.
Ve etmek zorundayız.
Neden?
Birbirimizi anlamak için mi?
Düşünmek zorundayız ve düşünmek
için de sözcüklere ihtiyacımız var.
Çünkü düşünmenin başka bir yolu
yok.
hayatın gereklerinden biri de bu.
Evet ama bu çok zor.
Bence hayat kolay olmalı.
Sizin "Üç Silahşörler"
konuşmanız iyi bir hikaye olabilir.
Ama korkunçtu.
Evet ama bir işaret noktası
vardı.
Bence, insan ancak bir süre
yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir.
Bedel budur.
Yani konuşmak ölümcül müdür?
Konuşmak neredeyse bir yeniden
doğuş demektir.
Bir anlamda, yaşamın diğer
boyutudur.
Yani bir insan konuşabilmek
için, yaşamının konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.
Söylemek istediğim şeyi net
olarak ifade edemiyor olabilirim ama İnsanı, düzgün bir şekilde konuşmaktan
alıkoyan şey, yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.
Ama insan günlük yaşamını
sürdüremez.
Bilemiyorum, bu Ayrımla!
Dengeyi kendimiz kurarız.
Sessizlikten, sözcüklere
geçişimizin sebebi de budur.
Bu ikilemin arasında gider
geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir.
İnsan bu şekilde, günlük yaşamdan
daha üstün bir yaşama yükselir: Düşünce yaşamına!
Ama bu yaşam da, insana, günlük
yaşamından tamamiyle sıyrılmasını şart koşar.
O halde, düşünmek ve konuşmak aynı
şey midir?
Öyle, öyle.
Bu konuda Plato'nun şöyle bir
sözü vardır: "Hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz.
" Düşüncenin zorlayıcı şartı, onun ancak sözcükler vasıtasıyla
kavranmasıdır.
Peki insan, yalan riskini de üstlenmeli
midir?
Yalanlar da maceramızın bir
parçasıdır.
Hatalar ve yalanlar birbirlerine
benzer.
Tabii burada sıradan yalanlardan
bahsetmiyorum.
Birine gideceğine dair söz
verirsin; ama canın istemez ve gitmezsin.
Görüyorsun ya, bunlar basit
şeyler.
Ama incelikli bir yalan hatadan
biraz daha farklıdır.
İnsan bazen düşünür ama bir
türlü doğru sözcüğü bulamaz.
Bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin
sebebi budur.
Doğru sözcüğü bulamamaktan
korkarsın.
Tek açıklaması bu.
İnsan, doğru sözcüğü bulduğundan
nasıl emin olabilir?
Çalışması gerekir.
Gayret etmelidir.
Kişi, kendini doğru bir şekilde ifade
edebilmelidir.
söylenmesi gerekeni söylemeli, yapılması
gerekeni yapmalıdır; incitmeden, zarar vermeden.
Her insan doğruyu bulmaya
çalışmalı.
Biri bana şöyle demişti:
"Her şeyde bir doğru vardır, hatalarda bile.
" Bu doğru.
Fransa 17.
yüzyılda bu gerçeği göremedi.
Onlar, insanların hatalardan kaçınabileceklerini
düşündüler.
Ve dahası, insanların doğru yolu
kolayca bulabileceklerini sandılar.
Bu mümkün değildir.
Buna karşılık, Kant, Hegel ve
Alman Felsefesi ise bizlere, doğruya ulaşmanın tek yolunun hatalardan geçtiğini
gösterdi.
Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?
Onun da üstesinden gelinmeli.
Leibnitz, hayattaki anlamlı
rastlantılara dikkat çekti.
Ne de olsa, hayat kimi zaman
tesadüfi, kimi zamansa zaruri gerçeklerin bir bileşkesidir.
Alman felsefesi ise bize şunu
gösterdi: Hayatta her insan hatalarıyla yaşar.
Önemli olan bunlarla baş
edebilmektir.
Aşkın, hayatın tek gerçeği olması
gerekmiyor mu?
Bunun için, aşkın hep aynı gerçeği
işaret etmesi gerekir.
Bu güne kadar hiç aşık olduğu
şeyin ne olduğunu bilen birine rastladın mı?
Hayır.
Yirmili yaşlarında bunu
bilemezsin.
Yaptığın tek şey, keyfi
seçimlerde bulunmaktır.
"Seviyorum" kelimesi
çoğu zaman fütursuzca sarf edilir.
Neyi sevdiğinden emin olmak için
ihtiyacın olan şey ise, olgunluktur.
Doğruyu aramak!
İşte yaşamın gerçeği budur.
Ve aşk eğer gerçekse, ancak o
zaman bir çözüm olur.
AYNI GENÇ ADAM - OVAL PORTRE - RAOUL
NANA'YI TAKAS EDER Bugün ne yapalım?
Bilmiyorum.
Luxembourg'a gidelim mi?
Sanırım yağmur yağacak.
Parlak ışıkta, daha önce hiç
fark etmediğim bir resme takıldı gözlerim.
Kadınlığa henüz adım atmaya
başlayan bir genç kızın portresiydi bu.
Portreye şöyle bir bakıp,
içgüdüsel bir hareketle kapadım gözlerimi.
Biraz düşünme fırsatı bulmak
için, gözlerimin beni yanıltmadığından emin olmak için ve hayal gücümü
dizginleyip, daha sakin ve net bir şekilde yeniden bakabilmek için Bir süre
bekledikten sonra resme bu kez uzun uzun baktım.
Söylediğim gibi, bir genç kızın
portresiydi bu.
Sully'nin ünlü baş portrelerinin
stiline yakın duran, teknik tabiriyle "vignette" denilen tarzda
çizilmiş, yalnızca baş ve omuzlardan ibaret bir portre.
Gövde, kollar ve hatta o parlak saçların
uç kısımları bile arka planı oluşturan derin karanlığın gölgesinde eriyip
gitmiş.
Sanatsal anlamda belki de hiçbir
şey bu portre kadar takdire şayan olamazdı.
Ancak beni bu kadar etkileyen
şey, ne eserin yapılış tarzı, ne de o çehrenin sonsuz güzelliğiydi.
Hele ki portredeki yüzü ilk
etapta canlı bir insan sanışım, ancak hayal gücümün bana karşı oynadığı bir
oyun olmalıydı.
Sonunda, üzerimdeki etkisinin
sırrını çözdüğümü düşünerek, tekrar yatağıma uzandım.
Portrenin büyüsünü, sanki
gerçekmiş izlenimi veren ifadesinde bulmuştum.
- O kitap senin mi?
- Hayır, burada buldum.
Bir tane alabilir miyim?
Bu bizim hikayemiz: Aşkını
resmeden bir ressam.
- Devam edeyim mi?
- Evet.
Portreyi görenler aslına olan
benzerliğinden adeta bir mucizeden bahseder gibi bahsediyor ve bu benzerliğin
sadece sanatçının kudretinin değil, resmini yaptığı güzele karşı beslediği aşkın
da bir kanıtı olduğunu konuşuyorlardı.
Ama sonunda, verilen emeklerin karşılığı
alınmak üzereyken, artık kuleye kimse kabul edilmez olmuştu.
Ressam, yaptığı işin tutkusuyla öyle
vahşileşmişti ki, gözlerini tuvalden, karısının yüzüne bakmak için bile ayırmaz
hale gelmişti.
Ve maalesef o, tuvalin üzerine
yaydığı renklerin yanında oturan karısının yanaklarından uçup gittiğini
göremiyordu.
Böylece haftalar geçip gitti.
Artık portre tamamlanmak
üzereydi.
Geriye sadece vurulacak bir
fırça darbesi, kondurulacak son bir renk kalmıştı ki, karısının ruhu bir kez
daha lambanın içindeki alev gibi titredi.
Ve son fırça darbesi vuruldu, boya
son kez sürüldü.
İşte o an ressam, eserinin
önünde büyülenmiş gibi kalakaldı.
Sabit bir şekilde portreye bakmayı
sürdürürken, titremeye başlayarak, bir anda haykırdı: "Bu şey sanki
gerçekten canlı!
" Sonra sevgilisinin tepkisini görmek için ona döndü.
Ama o, çoktan ölmüştü.
Louvre'a gitmek istiyorum.
Hayır, resimlere bakmaktan zevk
almıyorum.
Neden?
Sanat ve güzellik, yaşamdır!
Sana tapıyorum.
Seni çok seviyorum.
Neden gelip, benimle birlikte
yaşamıyorsun?
Tamam.
Raoul'a her şeyin bittiğini
söyleyeceğim.
Bırak da en azından paltomu
giyeyim!
Aptal olma.
Neyi yanlış yaptım?
Parasını ödeyen herkesi kabul
etmelisin.
Herkesi kabul edemem.
Bazıları iğrenç oluyor.
İşte yanlışın bu.
Hafta içi sinemaya gitmek için
çok meşgul oluyoruz; Pazarları ise, böyle kuyruk oluyor.
- Nereye gidiyoruz?
- Onların arabasına.
Ben neden geliyorum?
Onlarla birlikte kalacaksın.
Pekâlâ, gidiyor musun?
Önce kız.
Önce para.
Parayı getir.
100,000 eksik.
Sırf kızı vurmamak için ateş
etmeyeceğimi sanma.
Sen vur.
Ben doldurmayı unutmuşum.
Altyazı Çeviri: Bob le
Flambeur||
Vladimir Et Rosa.1970
60480||5554799||İyi Seyirler Çeviri: neco_z Bu sekans pratik ve teorik
olarak pratikte ve teoride filmin ne konuda olacağıyla ilgilidir.
Teori ve uygulama arasındaki doğru
bağlantıları bulabilmek adına Lenin'in iki resmiyle başlıyoruz.
Parantez içinde, Vladimir.
Fotoğraflardan birinde yazarken,
diğerindeyse konuşurken görülüyor.
Bu fotoğrafların her birine "teori"
kelimesi eklenmiştir.
Sonra "pratik"
kelimesi.
Önce teori, sonra da pratik.
İki görüntü daha ekleyelim: Biri
kamera, diğeri ses kayıt cihazının görüntüsü.
Aynı zamanda bir ses işitiyoruz,
Karl Rosa'nın sesi Fotoğrafların sekansını ya da bu grubu düzenliyor.
Parantez içinde: Lenin,
"teori" ve "pratik" kelimeleri.
Kamera, Nagra; Parantezi kapat.
Ses bize geldiği yeri anlatıyor.
Bir filmden.
Peki ama hangi filmden?
Peki bir önceki film neydi?
Önceki film Filistin üzerineydi.
Bu yüzden ses kendini, kısmen ve
mükemmel olmayan bir şekilde algılayıp kontrol ettiği belli bir süreç içine
yerleştirir.
Ses kendine "Vladimir ve
Rosa" denen bu filmi neden yaptığını sorar ve Filistin konulu bir filme para
ödemek için ekonomik gereksinimlerden dolayı olduğunu cevaplar.
Filistin konulu bir filme para
ödemek için.
Ancak ses aynı zamanda bir film
yapmanın ekonomik gereksinimin daha büyük bir hareketin bir parçası olmasını
gereksinimini engellemediği görüşünde.
Daha büyük bir hareketin
parçası: Siyasi bir hareket.
Devrim niteliğinde olmaya
çalışan bir süreç.
Ses, bir üretim biçimini
suçlamakta ve duruşmanın nasıl gideceğine şahit olmaktadır.
Bir filmin yapımında rol almakla
ilgili.
Bu film sözde ve komplo yüzünden
tutuklanan burjuva adaleti tarafından radikallere isnat edilen suçların arkasındaki
anlamın politik bir analizini amaçlamaktadır.
İsyanlar ve komplo.
Ses, muhafazakârlığa karşı savaşmaya
adanmış devrimci bir hareket olduğunu biliyor.
Filmin asıl başlığı şu şekilde
olmalıdır: karşı suçlamaların amacı karşı suçlamaların amacı O halde film
açıkça hem kuramsal Radikallerin emperyalist ülkelerdeki duruşmalarının anlamı
nedir?
hem de uygulamalı olacak: Böylesine
bir davanın tasviri yansıması --ses ve görüntü kaydı olarak-- en doğru şekilde nasıl
mümkün olabilir?
Yani, film uygulamada nasıl
çekilir?
Film, kendisini izleyecek olan insanlara
teoride yardımcı olmak için --örneğin filmin oynatıldığı sırada-- nasıl
çekilmeli ve kaydedilmelidir?
Hareket noktasının gerçek bir
temele dayandırılmasına karar verildi.
Amerikan emperyalizminin kendi
evlatlarına dava açtığı Chicago duruşması.
Hâlâ şiddete karşıyım!
Hâlâ şiddete karşıyım!
Hâlâ şiddete karşıyım!
Hâlâ şiddete karşıyım!
Hâlâ şiddete karşıyım!
Benim!
Julian!
Ama bana onlarla gitmemi
söyledin!
Benim!
Julian!
Bana onlarla gitmemi söyledin!
Hükümet kendi soruşturması için bir
rapor hazırladı: İsyan polis tarafından düzenlendi.
Hükümet aynı zamanda, Amerikan
halkının üçte ikisinin polis şiddetine göz yumduğunu gösteren kamuoyu yoklaması
sonuçlarını ele geçirdi.
Böylece bir taraftan 8 polisi diğer
taraftan 8 radikali suçladılar.
Polis memurlarının duruşması gizli
kapaklı yapıldı.
Radikallerin davası tüm
kamuoyunun dikkatini çekti.
Sanıklar çok dikkatli bir
şekilde seçildiler.
Yves, Berkeley'den devrimci bir
talebe.
Anne, Kadın Özgürlüğü
Cephesi'nde aktif rol alan bir kişi.
Ve ben Friedrich Vladimir.
Danny'nin bir dostuyum.
Komünist Danny.
Moskova Sirki'nde beraberdik.
Tabii o zaman sirkin en güzel
günleriydi.
Hayır, yine ben.
Karl Rosa.
Barışsever doktor David vardı.
Gerçek bir Komünist Juliet de
vardı.
Weathermen'la birlikteydi ve
sanırım Japonya'da Mao yanlısı öğrencilerle birlikteydi.
Paris'in kenar mahallelerinden "uyumsuz"
bir işçi Jacky.
Ve Kara Panterler'den Bobby.
Bir, iki üç, dört, beş Hayır,
yine ben.
Karl Rosa.
Altı, yedi sekiz.
Hayır, hâlâ ben.
Karl Rosa.
Gazeteler bunun "Komplo
Duruşması" olduğunu yazdı.
Bobby'nin davası biraz farklı.
Gösteriden önce bir mitingde söz
aldı sonra dağıldılar.
Ancak hükümet duruşmaya bir
zenci çıkarma eğilimindeydi.
Bu yüzden burada.
Kefaretle salınmayan tek kişi o:
Bir polisi öldürmekle suçlanıyor.
Hükümet onu 2,800 kilometre uzaklıktaki
bir hapishaneden aldı ve buraya getirdi ve tekrar hücreye koydu.
2,800 kilometre!
2,800 kilometre!
Neden ve hangi sebeplerle
emperyalizm bu Sekiz'i yargılıyor?
Size az önce söyledik: Hükümetin
kendi şiddeti 8 polisi tutuklatıp onları yargılamaya mecbur etti.
Sonsuz adalet.
Ve böylece, dengeyi sağlamak
için hükümet her radikal kesimden bir temsilciyi suçlama kararı aldı.
Sınıf adaleti.
Eyalet hattını isyana teşvik niyetiyle
geçmek yasaya aykırıdır.
Yasa 3 Mart 1968'e dayanıyor.
İsyana teşvik değil, bunun
niyetine girmek.
Ya da niyetin niyetine girmek.
Her iki şekilde de kanun buna
"komplo" adını veriyor.
Rosa'ya bu hikâyeyi anlatmasını
söyledim.
Zira hükümet olayı karartmıştı.
En iyi yaklaşım, tüm topları
aynı anda havaya fırlatıp yakalama umuduyla kuş bakışı görünümünü elde etmek.
Bu pek çok şeyi dışarıda bırakmak
demektir.
Pis ağzını kapalı tutması için Bobby'nin
kulağına dayatılan bir silah gibi.
Ama kuş bakışı görünüm en
azından bulutlar toplanmadan yağmuru konuşmakla aynı anlama gelecektir.
Filmlerde genelde bunun tersi
olur.
Karışık bir hikâye; ama
radikaller olarak işimiz diğerlerine, bunu basitleştirerek hizmet etmektir.
Cimri yoldaşlarımız buna "halka
hizmet" diyorlar.
Dava makamının jüriye soruları
var mı?
Hayır, Sayın Yargıç!
Bana iyi ve dürüst bir jüri gibi
görünüyor!
Sorunuz var mı, Bay Kunstler?
Oldukça, Sayın Yargıç!
Vietman'daki savaşa karşı oldukları
için taslağa direnen genç adamların korkak ve hain olduklarını düşünüyor
musunuz?
Bir "sınır
komşuluğu"ndan dışarı edildiğiniz oldu mu?
Archie Shepp ya da Eric
Clapton'ı duydunuz mu?
Servan-Schreiber ve Billy
Graham'a hayranlık duyuyor musun?
Bu sorular yersiz.
Jüri seçilmiştir.
Şunu açıkça belirtmek istiyorum
ki uzun saçlı ve garip kıyafetli yerinde ve usulünce kibarca ve düzgün
konuşamayan her kim olursa sanıklara katılacaktır.
Şahitler, yıkıcı örgütün ne
demek olduğunu tanımlayacaklar mı?
Şehir ya da ülke için sorun
çıkaran örgüt demektir.
İtiraz ediyorum!
Cevap belirsiz ve alakasızdır.
İtiraz reddedildi!
Açık ve uygun bir tanımdır.
O halde bir futbol takımı bir
saha bulamaz ve şehir için sorunlar çıkarırsa o zaman o da yıkıcı bir örgüt
demektir.
İtiraz ediyorum!
İtiraz kabul edildi!
Şahide polis gücünün neden sözde
güvenlik planı düzenlediğini sormak istiyoruz.
"Sözde" diyorum; çünkü
öğrendiğimize göre bu gösterinin bildirilmesinden iki ay önce düzenlenmiş.
İtiraz ediyorum!
Bu yönlendirici bir soru!
İtiraz kabul edildi!
Meslektaşım haklı: Siyasi bir
duruşmada, tüm sorular bir yere çekilir!
Sayın Yargıç, itirazın reddedilmesini
rica ediyorum.
İtiraz kabul edildi.
Şahit soruya cevap verecektir.
Bu siyasi bir dava değil.
Bildiğim kadarıyla bir suç
davası.
Baş suçlu Hitler'in siyasi
eylemci G.
Dimitrov'a söylediği sözler
bunlar.
Siyasi Bu kelimeden bıktım
usandım!
Söyler misiniz, siyasi demekle neyi
kastediyorsunuz?
Sanırım buna zaten cevap
veriyorum, efendim.
Sanığın söyledikleri kayıtlara
geçsin.
"Sanırım buna zaten cevap
veriyorum.
" Sanırım buna cevap vermiyorsunuz.
Sayın Yargıç, müvekkilimin ifadesi
dinler ve akabinde sorular yöneltirseniz bu durum savunmasını sunmada kendisine
kolaylık sağlayacaktır.
Eminim Sayın Yargıç da Yves
Alfonso'nun adil yargılanmasını yürekten istiyorlardır.
Beni tanıyorsunuz Bay Kunstler ve
bu yüzden bu duruşmanın demokratik bir şekilde idare edileceğini de biliyorsunuz.
Pekâlâ, kabul ediyorum.
Anayasanın güvence altına aldığı
hakları işçi sendikası haklarını ve aynı zamanda gelecekteki toplumunuzun haklarını
tartışmanızı istiyorum.
Sözü geçen bir uzman olarak bazılarına
göre suç sayılan çeşitli hareketleri inceleme hususunda burada davada
bulunuyorum.
"Bazılarına göre!
" Meselenin özü burada işte!
Kitleler karşı çıktığından gelen
özgürlüklerinin habercisi olan eylemleri alkışlarlar.
Yorumdaki farklılık sınıf
mücadelesinin özünde vardır.
Nazilerin 1944'te Avrupa'da
astıkları "devrimci eylemcileri" terörist ve suçlu gibi ifşa eden
posterleri unutmayın.
Brecht'in Üç Kuruşluk Opera'sı burjuvanın
ahlak anlayışını yer altı ifadeleriyle tasvir eder.
Bunlar bugün bile geçerliliğini
korur çünkü aramızda güç yapısını ellerinde tutan bir avuç serseri var: Polis,
ordu televizyon gazeteler ve kanun.
Bu zengin gangsterler alenen
kitleleri yağmalıyorlar ve kasten cinayet işliyorlar.
Bu yüzden isyancılara suçlu
damgasını vurmak onlar için en mantıklı şeydir.
Şiddeti telkin ettiğim için
suçlanıyorum.
Ancak kapitalizm, şiddeti günlük
bir olay haline getirdi.
Çünkü kapitalizm büyük bir
çoğunluk için sömürü, aşağılanma ve baskı anlamına geliyor.
Ulusal Güvenlik'ten ben mi
sorumluyum?
Üçüncü dereceyi mi kullanıyorum?
Hayır!
Gerilla eylemlerini ben icat
etmedim.
İsyanı ya da halk ayaklanmasını
da ben icat etmedim.
Amerikan Bankası'nı
yağmaladıklarında zengin toprak sahiplerinin elma ağaçlarını kestiklerinde ya
da ücretini ödemeden metroya doluştuklarında bunu icat eden insanlardı.
Demokrasiden söz ediyorsunuz!
Yöneten sınıfın her daim ihtiyaç
duyduğu sistemi vardır ve sistem demokrasiyi maskaraya çevirir.
Mahkemeler kitleler için
değildir.
Adalet de insanlar için oldukça
pahalıdır.
Avukatlar bir servete mâl olur!
Hukuki yardım alan avukatlar her
zaman bir anlaşmaya varmaya çalışırlar: Büyük bir suçtan aklanmak karşılığında küçük
bir suçu kabullenme.
Fakir kesimin kefarete gücü
yetmez.
Başvurular çok pahalıdır.
Başvuru için istenen evrak fakirin
alamayacağı kadar pahalıdır.
Ayrıca: fakir, siyah ya da
radikal hiç kimse jüriden adil bir yargılama beklentisi içine giremez.
Üyeler telefon rehberinden yöre halkından,
mal mülk sahibi olanlardan ve seçmen pusulaları, toplumun değişmez değerlerinde
çıkarı olan sınıflardan seçilir.
çelişkili o halde başka bir şeyi
ele alalım Çelişkileri ortaya çıkartabilecek bir şeyi.
Bize baskı yapan durumu
aydınlatmak için nasıl çalıştığımızı gösterelim.
Ne söyledik?
Nasıl bir Sürekli bir baskı durumu
içerisindeyiz ve şimdi size davayı yasal bir duruşmayı dağıtmaya çalışan bu
baskının bazı kurbanlarını göstereceğiz ki bu da ki bu da oldukça iyi olacak.
Şimdi neden seçtiğimizi
biliyorum.
Bir işlem: Çünkü bir sürece
bulaştık.
devrim niteliğinde bir süreç ve
filmlerde top atışlarıyla, şeker kaplı mermilerle karşı karşıya kalırsın ama
sonuçta hepsi aynı ve ölümcüldür.
Bu da tüm zorluklarımızı açıklamaktadır.
Teori ve uygulama arasındaki çelişkiyi
bile konuşmamızın sebebidir.
Örneğin Jacky'nin davasını ele
alalım.
Onda beni en çok ilgilendiren
şey Eylemleri bireysel olabilir Aynı zamanda tümüyle doğal.
Bazen onlara, cehenneme kadar
yolu olduklarını söyleyerek ya da metro ücretini ödemeyi reddederek sistemi
çiğniyor.
Çünkü saat 8'e kadar işte
olabilmek için 6'da kalkmaktan bıkıp usanmıştır.
Tümüyle kendiliğinden ve
bireysel olan bir şey ama patronu döven adam o.
Onu aşan bir isyan.
Diğerleri için bir örnek.
Sonra yanına daha fazla adam
buluyor.
Ama elinden geldiği kadar hâlâ tek
başına mücadele ediyor.
Filmde ve gerçek hayatta bu
yüzden bu kadar az konuşuyor.
Orada bir şeyler şekilleniyor ama
henüz netlik kazanmış değil.
Dave Dellinger için ayrılış
başka bir şey: O farklı Washington Üniversitesi mezunu.
53 yaşında.
Barış yanlısı.
İlk kez İkinci Dünya Savaşı'nda hapis
yatan bir CO.
İlahiyat Birliği'nde bir
seminere katıldı.
Papaz olarak seçilmesi
tasarlanıyordu.
Gitmeyi reddetti, orduyla ilgisi
olan hiçbir şey yapmak istemedi.
Bir yıl bir gün hapiste yattı.
Çıktı, gitmeyi tekrar reddetti, hapse
geri gönderildi.
Gandi ya da Martin Luther King
gibi bir adamdı.
Yürüyüş yaptı, oturma eyleminde
bulundu.
Gösterilerin yüz tanesinde
tutuklandı.
Ve hâlâ devam ediyor.
Onu bir gösteride gördüğünüzde korkup
korkmadığını anlayamazsınız.
Polisler kendisini sürükleyip götürürken
ya da gerçek bir bela olduğunda kişisel olarak müdahale ettiğinde yüzündeki o
inatçı ifadeyi saymazsak odun kadar duyarsız biri.
Bu, polis copu karşısında
atlayacak cesaret örneği değildir.
Peki onca zaman dilekçe yazmak Yararı
ne?
Rosenbergler'e bir faydası dokunmadı,
değil mi?
Stockholm başvurusu da pek bir
işe yaramadı.
Bu yüzden ayrılışı da farklı bir
şekilde yapmalı.
Boşa emek!
Üçüncü celsede Yves'ın
cevaplandırdığı Evet, ama yargıcın yüzüne söylemiyor.
Yaptığı konuşma gerçekten çok
sert.
Ama dinleyiciler içindeki
insanlar bu sert konuşmanın sertliğini kaybettiğinin farkına vardılar mı?
Bence varmadılar Rosa.
Çünkü bu sahne Yargıç Himmler tarafından
çekildi.
Sen de öyle düşünmüyor musun,
Rosa?
Evet, bu doğru.
Sanırım baştan başlamalı ve bu
eylemcilerin önceki yaşamlarının ve her şey tarafından nasıl şartlandırıldığını
göstermeliyiz.
Onları mahkeme salonundan kapı
dışarı edin.
Evet, bu doğru.
resmi genişlet Yargı sistemini
içten çökertmek o kadar kolay değil.
Ve asıl sorun parçalamak.
Ama resimlerde parçalanmayı nasıl
gösterebilirsin?
Gerçekten bilmiyorum.
Öncelikle, bize zulmeden kişileri
tanımamız lazım ki onları yok etmeyi öğrenelim ve sonra ve sonra Misal Juliet;
mücadele veriyor, cesaretle savaşıyor.
Polis dayağını çoktan yedi bile.
Çoğunlukla doğru olan bir çeşit dil
kullanır.
Tamam, ama bir de gerçekçi taraftan
bakalım: Nasıl yaşıyor?
Burada bir çeşit topluluk içinde.
Bu grup toplandı ve bir topluluk
oluşturdular.
Ama buna neden olan sebepleri düşünmeye
çalışmadılar bile.
Neyse, peki bu topluluk daha
öncekilerden ne açıdan farklı?
Hâlâ oldukça belirsiz.
Bu görüntü ve siyasi olması
beklenen kaskını ve sopasını ele geçirdiği görüntü arasında korkunç bir
farklılık söz konusu.
İkisi birbirleriyle uyuşmuyor
gibi.
Ve işte avukat John Kunstler.
Elbette, iyi birisi.
Ama güzel bir dairesi ve büyük
bir arabası var ve acemi bir aktör gibi konuşmalarını prova yapıyor.
Elbette devrimcileri savunuyor.
İnsan Hakları'ndan alıntılar
yapıyor.
Ancak bunun burjuva icadı bir
adalet olduğunun farkında değil.
Moncada'daki Castro gibi ellerini
sallıyor ama Castro kaskatı bir durumdaydı.
Dimitrov da öyleydi.
Cezayirli Ulusal Özgürlük
Cephesi esirleri de öyleydi.
Savaş esirleri olduklarından Fransız
oyununu oynuyorlardı --ilan edilmemiş bir savaş-- ama gerçek devrimci onlardı.
Burada John konuşuyor ve
ellerini sallıyor: Fedakârlık dolu.
ama o da hayatını değiştirmesi
gerektiğinin farkına varmalı.
Başkalarının hayatlarını değiştirmek
istemen doğal ama önce kendi hayatını değiştirmekle başlamalısın.
Radikaller içeride Burjuva
adaletince radikal davranışlarından dolayı hapse tıkıldılar.
Davalarını aynı şekilde bir tür direniş
eylemine dönüştürmeliler.
Üniversitelerde, liselerde ve
fabrikalarda polis karşıtı olayların bir devamı ve bu o kadar kolay değil.
İlk bakışta bu duruşmadaki konumumuz
gülünç ve garip görünebilir.
Evet, bir kukla gösterisi.
Evet, ama Şikago'da Amerika'yı uykusundan
uyandırdılar.
Abbie Hoffman ve Jerry Rubin Evet,
çünkü sırada Açıklamaya çalışacağımız şey Savunma makamının sırası.
Adın ne?
Bunu söylemek zor.
Bu mahkemede içimize sızmaları
için hükümet tarafından kiralanan çok sayıda ihbarcı ve polis casusu var.
Öyle ki artık ne söylediğime ben
bile inanamıyorum.
Acaba ben de onlardan biri değil
miyim diye düşünmeden edemiyorum!
Bu doğru, o bir Finkorton adamı!
- Sessiz!
- Bu doğru, şimdi de Bir ispiyon
makinesi olabilirim.
Bayan Country Joe MacDonald 12.
toplantıda söylediğiniz şarkıyı
söyleyin bize.
- İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç!
- İtiraz kabul edildi.
- Jüriyi etkilemeye çalışıyor!
- Sanık sözleri okuyabilir ya da
melodiyi mırıldanabilir, ama ikisi aynı anda yasak.
Varoş mahallelerde ya da yarı
boğucu metroda uyuyarak geçirdiğin saatleri çıkarırsan Aynı koşuşturmaca, sabah
akşam, yağmur çamur.
zaman akıp gidiyor.
- Dün, bugün, yarın.
- Her gün, alarm 5'te çalar.
- 6'daki trene yetiş İşe gitmek,
işten çıkmak.
Giriş kapıları açılır ve
binlerce robot kâbus gibi bir fabrikaya aceleyle 10 saatline doluşur üzerlerine
tonlarca çelik kokusu siner ve yağdan yapış yapış olmuşken - Zenginler en güzel
rüyalarını görüyorlarken Bu cehennem gibi saatler dışında hiç hayat kalıyor mu?
Pazar sabahları yüzme havuzu.
Genelev kulüplerinde piç
kuruları için yönetim organizeli boş zamanlar.
- Ama bir mücadele var.
- Bu daha yeni başladı: Sizden
başka hiç kimse adaletin anlamını bulamaz.
Yoldaş, alın terinizin meyvesi
sizindir.
Yoldaş, kanla ödedikleriniz
sizindir.
Korkudan titreyin, imtiyazlı
pislikler!
Rüyanız bozuldu ve kâbusunuz bizim
ziyafetimiz olacak!
Bay Rosa, işçilerin 5 sentlik
bir artışın tadını çıkardıklarında bu grevin sebebini bana açıklar mısınız?
5 sentlik bir artışın
"tadını çıkarmak" ne anlama geliyor?
Demek istediğim, daha fazla
paraları var ve bu sebeple neşeleri de daha büyük.
Demek hükümet size saatte 5 sent
verse erekte oluyorsunuz, öyle mi?
Kesinlikle!
Mahkemeye itaatsizlik!
Mahkemeye büyük itaatsizlik!
Sessiz!
Sessiz!
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç!
Sanık konuyu saptırıyor.
İtiraz kabul edildi.
Sanık soruları doğrudan
cevaplamalı.
Sonuçları belli olsun diye sözlerimi
sarf ediyorum.
Diğer bir deyişle söylenen bu
sözler konuşmacıyı tatmin edebilir ya da kızdırabilir.
Ve böyle sözler bizi de
kızdırabilir ya da tatmin edebilir.
Bu durum filmlere bakmayı daha
da zorlaştırıyor.
İkinci bir izlemeye kadar birinci
etki genelde ortaya çıkmıyor.
Sessiz!
- Kimsin?
- Tercihe göre pis bir zenci.
Adın ne?
Götten çıkma!
Annem ne idiği belirsiz bir
askerle düzüşmüş.
- Adres?
- Dope-City.
- Hangi kasaba?
- Aklın kasabası.
Ulusum yabancılaşmış bir gençlik.
Sioux'un yaptığı gibi biz de
bunu fikirlerimizde saklıyoruz.
Sessiz!
Bu kadar yeter.
Wint felsefesine ilişkin kaynakçaları
savunmayacağız.
Sessiz!
Sessiz!
Basına, örgütünüzün su tankına LSD
koyacağını söylediğiniz doğru mu?
Kendilerine başka bir yerde ihtiyaç
duyuluyorken güvenlik güçlerini hayvanat bahçesine konuşlandırmak amacıyla aslanlar
için özgürlük hareketi sergileyeceğinizi Japon televizyonundan bir muhabire anlattığınız
doğru mu?
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
İtiraz ediyorum.
Sanık aynı soruları sormaya
devam ediyor.
İtiraz ediyorum.
Davacı cevaplarımı soru olarak
kullanıyor!
Sanık davacının sözlerini
tekrarlıyor!
Neyse, sözlerimi dinleyicilerin önünde
söylüyorum.
Duydukları geçmişte kalacak.
Ağzımdan çıkan her söz belirli
bir yol izliyor ve dinleyicinin kulağında yer ediyor.
Bekliyor ve dinliyorum: Tecrübelerimizin
aynı olmadığını ve farklı zamanlarda vuku bulduklarını biliyorum.
- Sessiz!
Sessiz!
Amerika.
Sieg Heil.
Fransa.
Sieg Heil.
Sovyetler Birliği.
Sieg Heil.
İsrail.
Sieg Heil.
Ve şimdi sizlere copun
kullanımıyla ilgili usule göre bir gösteri sunacağız.
Bir, iki, üç.
İtiraz ediyorum!
Bu film İtiraz ediyorum!
Bu film Vladimir ve Rosa'nın ruh
halini mahkemeye göstermede en iyi yoldur.
Tecrübeye dayalı sonuçlar genelde
aynı şekilde birbirlerine bağlanmaz.
Çünkü tecrübenin ardından gerçekler
gelir.
Daha basit ifade etmek gerekirse
sonuçlar dayandıkları gerçeklerin tam bir görüntüsünü vermez.
Pek çok sonuç birbirine
bağlandığında uç uca gerçeklere gerisin geriye atıfta bulunmak çoğunlukla çok
zordur.
Görüntüyü oluşturan tüm dünyadır
ama görüntü tüm dünyayı temsil etmiyor.
Sonuçları bağlamak daha
önemlidir tecrübe etmek diğer sonuçlardan diğer sonuçlardan Hele de bu sonuçlar
gerçek şeyleri öğrenmeyi amaçlıyorsa.
Lenin eksiksiz olan dünya-imajları
oluşturma fikrine karşıydı.
Unutmayın Sayın Yargıç akli
durum kanunda "niyet"le ifade edilir.
Sanıklar devletin güvenliğine karşı
komplo kurmakla değil komplo kurma niyetiyle ya da niyete niyetlenmekle suçlanıyorlar.
3 Haziran 1968'de senato oyuyla
kabul edilen kararnamede 23.
fıkra 5.
paragraf.
Çok ilginç, Bay Chrysler.
Kunstler!
Çok ilginç, Bay Tobler İtiraz
reddedildi.
Bay Vladimir ve Bay Rosa'nın
filmleri sahnelenmeyecek.
Bay Vladimir, Bay Bobby X'in
sürekli şahsıma atıfta bulunduğu "ırkçı" kelimesinin anlamını açıklar
mısınız?
Size bir görüntüyle izah edeyim.
Dışkı yiyen birçok fakiri işçiyi
gözünüzde canlandırın.
Şimdi ona şunu sorun: Dışkı
yemek zorunda kalsa beyaz adamın kıçından mı yoksa siyahi bir adamın kıçından
mı yemeği tercih eder?
Beyaz adamın dışkısını tercih
ederse o zaman bu işçi lanet olası bir ırkçıdır.
Diyalektik materyalizm, sınıf
liderleri ve onların ideolojileri için bir skandal ve menfur bir şeydir.
Çünkü nesneleri oldukları
biçimde algılamak aynı zamanda onların mutlak olumsuzluk ve gerekli tahribatı bilgisini
de içine alıyor.
Çünkü tüm formların geçici bir düzenek
içinde olduğu hareketin kendisini bilmek Hiçbir şey buna karşı gelemez.
Çünkü bu son derece kritik ve
devrimci.
Bu sekans, mahkeme dışında olan
diğer hepsi gibi diğer bir deyişle, ikisinden biri genel temayı işaret eden Vladimir
ve Rosa tarafından anlatılıyor.
Buradaki tema "Cinsellik ve
Parçalanma".
Anne, Yves ve kendisinin
görüntüsünün olaylar bu hale gelmişken --bu ne faşist ne de anarşist-- burjuva
seks ideolojisinden gerçekten vazgeçtiğini inandırıcı bir şekilde göstermenin
neredeyse imkânsız olduğunu söylüyor.
Onun bir görüntüsü bile Bu da
çok zor Kadın özgürlüğü ya da Ulusal Özgürlük Cephesi ve emekçiler için mücadele
ediyor olsa bile.
- Anne?
- Evet?
Bu sebeple, şimdi size Anne, Yves'e
bir kadın tarafından yazılan yazının --bu durumda, Güney Afrikalı bir kadının
yazdığı bir metin-- bir erkek tarafından okununca nasıl tamamıyla farklı bir
metine dönüştüğünü gösteriyor.
KÜRTAJ, SERBEST, YASAL, ÜCRETSİZ
ZENGİNLER İÇİN KLİNİK FAKİRLER İÇİN ÖRGÜ ŞİŞİ KÜRTAJ BİR SINIF SORUNU "Günümüzde
hayatın her kesiminden kadınlar zulüm gördüklerini biliyor ve özgürlüğümüzün
dizginlerini ellerine almak için bizi ezen kapitalist sisteme ve bizi esir eden
ideolojilere karşı evde, işte ve caddelerde ayaklanıyorlar.
Savaşmaktan korkmayın.
Birleşin.
Kadınların özgürlüğü, Yıl Sıfır.
Kötü sayılmaz.
Bunu Juliet'le tartıştık.
Bunu mahkemeye anlatamaz.
Bir kadın hapishanesinde
olduğunda bağlantıyı görecek.
O farklı.
.
Heyecan elbette gerekli ama
jürinin bayan üyeleri böyle bir şeyi duysalar bunu anlamazlar.
Ne de olsa bir başlangıçtı,
değil mi?
Evet, belki yanlış bir başlangıç.
İlk olarak diğerleriyle
konuşmalıyız.
Sen de öyle düşünmüyor musun?
Diğerleri senin gibi.
Anladıklarını söylüyorlar ama
anlamıyorlar.
"Biz kadınlar aynı iş için erkeklerden
daha az ücret almayacağımız ve kocalarımızın sırtından geçinmeyeceğimiz bir gün
için mücadele ediyoruz.
" "Ücreti olmayan ama toplumsal olarak önemli bir iş olan ev
işlerini yürütüyoruz.
" Bunu anlıyorum.
"Bedenlerimiz sömürülüyor çünkü
kürtaj üzerindeki yasaktan ve seks yaşamımızdaki ahlaki baskılardan dolayı çocuk
sahibi olup olamamayı seçme hakkımız yok.
" "Takdir kazanmak için reklamlar tarafından dayatılan kadınsı
normlara boyun eğmeliyiz.
" Bunu herkes anlamalı.
Hepimiz 2 yıl yediğinde hiçbirimiz
artık sevişemeyecek, bu kesin.
2 yıl içerde kaldığında şunu
açıkça ifade edebiliriz ki artık sevişme falan olmayacak.
Ama bunda anlaşılmayacak husus
ne?
Evet, Yves.
Ama sevişme sadece bir konu.
Eminin senden ya da hücre
arkadaşlarından farklı konuşacağım.
Juliet bile kadınların
düşüncelerinin toplumdaki durumları tarafından şekillendirildiğini görecektir.
Juliet bile kadınların sosyal
varoluşunun düşüncelerini şekillendirdiğini anlayacak.
Elbette biz erkek siz de
kadınsınız.
Kahretsin!
Tamam, sanırım anlamıyorum.
Lanet olsun.
Tamam, anlamıyorum.
Dinliyorum Sadece dinleyeceğim.
Tamam, anlamıyorum.
Dinliyorum.
Anlamadığın şey anlamadığın
şeydir!
Nedir bu?
Bu, siyahi bir kadın tarafından yazıldı,
bir Afrikalı.
2 Temmuz 1970'de Kara Panter gazetesinde
yayımladı.
Üçlü Zulüm "Kadın Özgürlük
Cephesi şunu beyan eder:" "Mücadelemiz her açıdan çalışan
sınıfınkiyle bağlantılıdır.
" "Hem kölelik karşıtı hem de kadın hakları hareketleri aynı
sebeplerden ötürü kurum için hâlâ bir tehdittir.
" "Hem siyahlar hem de kadınlar daha az ücret alıyor.
" "Her ikisi de eşit düzeyde organize olana kadar ve
aralarındaki fark ortadan kalkana kadar işçi sınıfı cephesinde zayıf bir nokta
olacaklar.
" "Siyahlar elbette daha çok sömürülüyor.
" "Üstelik her sınıf seviyesinde.
" "Pek çok siyahi kadın üç kere sömürüye maruz kalır.
" "Siyah, kadın ve işçi oldukları için.
" "Kadınlar, meslek gruplarında bir dereceye kadar az ücret
alıyorlar.
" "İşsizlik dönemlerinde hizmetçilik dışında iş bulma
şansları genelde yoktur.
" "Güney Afrika'da, siyahi bir kadın, hizmetçi olarak çiftlik
işçisi olarak ya da bir fabrikada çalışabilir: halihazırda en ucuz iş gücüdür.
" "Güney Afrika ve İngiltere'de çalışan pek çok kadın da vasıfsız
işçi ya da hizmetçidir.
" "Kadın işçiler, eşleri ve kapitalizm yüzünden iki kez
sömürüye maruz kalıyorlar.
" "Sistemin sömürdüğü bir işçi eşiyle olan ilişkilerinde onunla
işbirliği içindedir.
" "Anlaşsalar da anlaşmasalar da erkek eşini her halükârda
sömürür.
" "Mal artışıyla birlikte kadınlar birer sömürü aracı
olmuşlardır.
" "Köle, serf ya da ücretli çalışan olsun kadınlar her zaman
fevkalade birer hizmetli olmuşlardır.
" "Orta sınıf kadınları da sömürülüyor.
" Hatta orta sınıf meslek sahibi kadınlar bile.
Çünkü erkeklerin kontrolündeki
işte etkinliklerini kanıtlamaya isteklidirler bu yüzden daha az bir ücret
karşılığında daha çok çalışıyorlar.
Bunu yapıyorlar çünkü işlerini
rekabetçi bir sahada tutmak istiyorlar.
Kendilerine, saldırganlık ve zor
bir kişiliğin kadını güzel göstermediği söylenmiştir.
İşte bu yüzden "bir kadının
yeri evidir" gibi eski ön yargılardan kurtulamıyorlar.
Kim olursa olsun bir erkeği
cezbetmemek kaçırılmış bir "iş fırsatı" olarak algılanacaktır.
Bu sebepten dolayıdır ki mesleğindeki
kızgınlık her zaman kadınlığın yitirilişi olarak algılanmıştır.
Örneğin, radikal erkekler radikal
feministlere sık sık onların kendilerini hadım etmek ve iktidarsız hale getirmek
istediklerini söylerler.
Şu tarz saçmalıkları dinlemek
zorundayız: Bırak konuşayım.
Bırak bitireyim: "Erkekleri
azarladığında babasının evine döner.
" "Clarendon Binasını işgal eden Kuzey Vietnam'daki Ulusal
Özgürlükçü Cephesi'ndeki kadınlardan ve Oxford'lu kız öğrencilerden mesajlar
geldi.
" Çaba göster, bu şekilde okuma.
Çalış, dinliyorum, lanet olsun Clarendon
Binası ve Leeds'teki grevden kadın işçiler.
" "Ama içlerinde en elle tutulanı örgüt ve isim
listelerindeki bilgilerin paylaşımı ve İngiltere'nin her köşesinde düzenlenen kadın
toplantılarıydı.
" "Vietnam'da kadınlar erkeklerin yanında ülkelerini sosyalizmden
kurtarmak için savaşıyorlar.
" "ABD'de Vogue ve Newsweek dergilerinin ofislerini işgal
ettiler.
" "Güzel görünsün diye onları gösterilerde ön sıralara koyan Hareket'teki
kişilerin adam kayırıcılığına çok sinirlenmişlerdi.
" Sevgilim, birlikte çalışmak istiyoruz.
Çünkü birlikte düşünmek
zorundayız.
Bir kez olsun benim sesimle
düşün.
Düşüncelerimiz bir olsa bile, bizim
ne kadar farklı olduğumuzu göreceksin.
Dimdik ayağa kalk.
Cepheyi Kadın Özgürlük Cephesi acil
ihtiyaçlarımız için sadece sadece verilmesi gereken bir mücadele gerektirmiyor aynı
zamanda kadın ve erkeğin içinde olduğu insanoğlunun yarattığı bu sömürü
sistemine bir son vermek için işçilerle omuz omuza omuz omuza işçilerle birlikte
dövüşmeyi gerektiriyor.
SINIF MÜCADELESİ kadın ve
erkeğin içinde olduğu bu sömürü sistemine bir son vermek için ATAERKİL DÜZEN Bu
sekans bir karartı ile ayrılmış iki görüntüden oluşuyor.
Öncelikle Bobby'nin ilk
görüntüsü.
Yorum kısmında 4.
sekans anlatımı yok
edemeyeceğini izah etmiş oldu.
Rosa, kararın burada siyah bir
fotoğrafı göstermek değil bilakis bir Siyah Panter için ayrılığın farklı bir
anlamı olduğu gerçeğinden kışkırtılan siyahi birinin fotoğrafını göstermek
olduğunu izah eder.
Irkçı baskılar ve kendilerini
adadıkları mücadele Panterler'in emperyalist burjuva toplumundan bağlarını
koparmalarına neden oldu.
Toplumla bağları kopardıktan
sonra toplum onları yargıladığı zaman ayrılığı sürdürmenin yolu burjuva adaleti
oyunun kurallarını çok sıkı bir şekilde uygulanmasını istemektir.
Bu basit talep sayesinde siyahi
radikaller, sözde demokrasisini ve iyi, eski liberal tarafsızlığı açığa
çıkararak sistemin çelişkilerini koyulaştırıyorlar.
Bobby Seale tarafından Şikago'da
kullanılan savunma yöntemine şahit olun: Ayrı bir avukat tarafından savunulmasını
talep etti.
Ancak yargıç buna izin vermedi.
Sonra kendisini temsil etmek
istedi kendisinin avukatı olmak istedi ve bu da yargıç tarafından reddedildi.
Başka sorum yok.
Tanığı çapraz sorguya çekmek
istiyorum.
Avukatınız bunu yaptı.
Bobby X müvekkilim değildir ve
hiçbir zaman da olmamıştır.
Avukatım burada değil.
Mahkeme tarafından gayet açıktır
ki sanık Bobby X federal adalet sistemini kasten sabote ediyor ve engelliyor.
Yalan bu!
İnsan Hakları Sözleşmesi adına kendimi
savunmak istiyorum.
Kayıtlara göre sanık mahkemenin
uyarılarına rağmen terbiyesini takınmayı reddettiğini Kayıtlara göre Bobby X
haklarını savunuyor!
Kanunen şunu ifade etmeliyim ki sanık
uyarılarımızı dikkate almamaya devam ederse mahkemeye itaatsizlikten suçlu
bulunacaktır.
Anayasal haklarım adına konuşmaya
hakkım var!
Umarım her şey anlaşılmıştır.
Tüm söyleyeceklerim bu kadar.
Savunmam için neyin gerekli olduğunu
söyleyeceğim.
Çapraz sorguya çekebilir miyim?
Kayıtlara göre Bobby X'in ses
tonu çığlık atar ve masaya vurur gibiydi.
Bu daha sonra ele alınacaktır.
Ama Bobby o gün bağırmıyor ya da
vurmuyordu.
Sonrasında, bir tanığı çapraz
sorguya çektiğinde ve yargıç onu durdurduğunda sakin bir şekilde caza
kanunundan alıntı yaptı.
Birleşik Devletler ceza kanununu
bölüm 1892, paragraf 42'yi alaycı bir sesle okumuştur.
Hâkim apaçık kızgın olmasına
rağmen X başından sonuna dek sessizliğini muhafaza etmiştir.
Mahkemenin kendi savunmamı yürütme
hakkımı reddetmeye hiçbir hakkı olmadığı görüşünü hâlâ destekliyorum.
Avukatınız Bay Kunstler Bobby X
müvekkilim değildir.
Bay Kunstler'dan beni
savunmasını istemedim.
Sessiz!
Bay X, adaleti engellemekten vazgeçecek
misiniz yoksa polis memurunu çağırmak zorunda Kendimi savunmak için haklarımı gözden
geçirmek istiyorum!
Dava ileri bir tarihe
ertelenmiştir!
Memur bey, sanığı dışarı çıkarın
ve onunla nasıl ilgilenilmesi gerekiyorsa öyle ilgilenin.
"Son mücadele.
" Dava makamı tanığı sorgulayabilir.
Kız, siyah bir güç sembol
yumruğu giyiyor muydu yoksa giymiyor muydu?
Siyah güç işareti.
İnsanların işaretinin gücü!
Şimdi başka bir tane ırkçı
ifadede bulundunuz.
İtiraz ediyorum!
Bana ırkçı demeye devam ediyor!
İtiraz kabul edildi!
Emperyalizm kahpedir!
Burada siyahi olmak altı patlar bir
silahla Rus ruleti oynamak gibidir.
Neyi eline yüzüne
bulaştırdığının bir önemi yok.
Sessiz!
- X'in istisna - Sessiz!
- İddiasına bakarak - Sessiz!
Görüş açısını dikkatlice devam
ettirdiğinden hukuki yardım alma hakkı inkâr edildi.
Kunstler bir tanığı çapraz
sorguya çekene kadar bekleyecekti ve sonra kalkıp sorularını soracaktı.
Yargıç onu durduracaktı.
Öfke patlamaları mahkemenin
kayıtlarına bir kez daha geçecektir.
Arada sırada, onu oturmaya
zorlayacaklardı.
Bir daha hiç davayı bölmedi.
Zaman zaman Kunstler X'in
avukatı olmadığını yargıca hatırlatacaktı.
Bazen, Bobby'nin doğum günündeki
gibi her şeyi başlatan davacıydı.
Bobby duruşmalar arasında
hücredeyken --o cinayet suçlaması-- diğerleri onu sadece mahkemede gördüler.
Bu yüzden Kunstler, diğer
sanıkların mahkemeye X'e bir doğum günü pastası getirmeleri için yargıcın iznini
istedi.
Himmler doğum günü pastası
getirilmesine müsaade etmeyeceğini söyledi.
Diğer sanıklar kapının hemen dışındaydılar.
İçeri teker teker girerlerken pastayı
Vladimir taşıdı.
Pastayı hapse atabilirsiniz ama
devrimi asla!
Sessiz!
Pekâlâ kardeşler.
Şimdi sakinleşelim.
Emirleri burada ben veririm!
Irkçı bir yargıca itaat
etmeyecekler.
Görevli memur, ona davranılması gerektiği
gibi davran.
Şimdi, siyahi bir liderin Vladimir
ve Rosa'nın açıkladığı sırada Bobby'nin "yasal" savunması toplumla
bağlarının koparmasının bir sonucudur.
Sanığın arkadaşları, isyanında
Bobby'ye katılmak için her biri kendi bildiği şekilde ya da kendince kanun
karşıtı bir yol benimsemeli.
Bu yüzden size şiddet karşıtı ideolojisinden
vazgeçip ve Bobby'ye yapılan muameleye karşı çıkmak için yargıca sakin bir
şekilde hakaret ettikten sonra yüzüne yumruk yerken serinkanlı kalmak yerine aslında
mücadele eden bir barışseverin bir görüntüsünü göstermeye karar verdik.
Bu bölüm tam 10 saniye sürecek.
Düşman bayrağıyla alay etmenin mahkeme
salonunda bir kişinin yapabileceği en çılgınca şey olduğunu gördüm.
Memur bey, şu bayrağı yok et!
Güneydoğu Asya'nın savaş alanlarındaki
şehitler için bir dakikalık sessizlik!
Konuşmanı yasaklıyorum!
Kayıtlara geçeceği üzere bu adam
- David Dellinger.
Cümlelerini bitirmeni
yasaklıyorum sana!
İddia makamı devam edebilir.
Mahkemeye ne gördüğünüzü anlatın.
Dağılma emri verildikten sonra bu
adamın ve diğerlerinin koşup bağırdığını gördüm.
- Saçmalık!
- "Herkes Hilton'a!
" Sayın Yargıç, kariyerim boyunca, mahkemede böyle bir iğrençlik
hiç duymadım!
- Asla burada duruşmada olmadınız
ve saçmalayan, hükümet tarafından para yedirilen yalancıları dinlemek zorunda
kalmadınız.
Bu ne cüret avukat!
Bu ne cüret avukat!
Onu dışarı atın ve gerektiği şekilde
onunla ilgilenin.
Davadan sonra her sabah bir
basın toplantısı verdik.
Çünkü Connecticut'taki cinayet
suçlamasından dolayı Bobby dışında hepimiz kefaretle serbest bırakılmıştık.
Her basın toplantısı sırasında
problemimiz şuydu: John, emperyalist adalete karşı verdiğimiz günlük mücadeleyi
muhabirlere anlatırken Vladimir ve Rosa emperyalistleri TV kameralarını varlığımızdan
ziyade Bobby'nin yokluğunu çekmelerine zorluyordu.
Başka bir deyişle kameraları düşmanı
- düşmanı siyasi olarak siyasi bir gerçeği çekmeye zorlamak biz radikallerin
yüzlerinde ki çok daha önemliydi - ki çok daha önemliydi Tüm gün polisle
mücadele edersek aynı zamanda polis basınıyla da mücadele etmeliyiz.
Mantıklı.
Mantıklı.
Oturumu açın.
Sayın Yargıç içeri girmeden önce
Bobby X ayağa kalktı ve bu odadaki siyahlarla konuştu.
- Haklısın.
- Dedi ki, eğer Anayasal
haklarıma dayanarak konuştum.
Bunu yapmaya hakkım var ve
kendim için yapabildiğim ne varsa yaparım!
Ve dışarıdaki o insanlara dediği
Bunun kayda geçmesini - İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
- İtiraz reddedildi!
Onların yaptığı bir saldırıyı dile
getiriyordu ve dedi ki Pis bir yalancı!
Onlardan değil, onlara bir
saldırı Domuzların bir saldırısı!
Karşılık verin dedim!
Kokmuş ırkçı bir domuzsun!
Yalancı bir faşist!
Pis bir yalancısın.
Yalancı faşist domuz.
Saldırıya uğrarlarsa karşılık
vermeye hakları olduğunu söyledim.
Yalan söylüyorsun!
Onlardan değil onlara bir
saldırı!
Domuzlardan!
Onlara kendilerini savunmalarını
söyledim.
Irkçı!
Sen tam bir yalancı faşistsin.
Yalancı pis bir yalancı faşist
domuz.
Karşılık vermeye hakkımız var!
Umarım kayıt altına alınmıştır ve
Nixon'un davacısını ortaya çıkarır.
Çünkü yalancı o!
Karşılık vermeye hakkımız var!
Bana saldırırsan karşılık
veririm!
Söyledikleri bunlar.
Aynen söylediği gibi.
Nasıl?
Fiziksel saldırı açısından O
lanet olası polislerin saldırısı dedim!
Saldırıya uğradıklarında insanların
karşılık verme hakkı doğar!
KÜÇÜK KAVGALAR BÜYÜK İSYANLARI
DOĞURUR Bisikletim bozuldu!
Bu araba o kadar kötü değil.
- Onu nereden çaldın?
- Evimin arkasındaki caddeden.
Hırsızlık seni hiç değiştirdi mi?
Elbette, şimdi daha ileriye
gidiyorum ve daha hızlı geri döneceğim.
O fabrikada üç yıl çalıştım.
Şarkımı açtığımda sanki hâlâ
orada çalıştığımı hissediyorum.
Çünkü, ne de olsa oradaki
insanlar için yapılmış tek müzik.
Orada çalışıp onu açtığım için.
Sadece Tom Jones'u sevdiklerini
düşünmüştüm.
Rock umurlarında bile değildi.
Evet Artık değil.
Çünkü radyoyu dinledikleri her
gün beyinleri yıkanıyor.
Gün boyunca tek duydukları en
son burjuva saçmalıkları.
O müzik onların mücadelesi değil.
Hayali bir müzik.
Unutmalarını sağlıyor öyle ki
tüm gün aptal gibi radyolarının başında oturuyorlar.
Onlara Mustangler kenar
mahalleler ve Blighted Love'dan bahsediyor.
Ama benim müziğim öyle değil.
Benimki günlük hayatlarından
bahsediyor.
Metroya beleşe binme polislerin
onları ölesiye dövmesi.
Beni dövme biçimleri.
Polisler beni dövüyor çünkü o
müziği açıyorum.
Ve polisler de bunu biliyorlar.
Çürümüş kapitalizmin çelişkileri
en çok gençleri, özellikle de dört alanda vuruyor.
Eğitim, iş; asker alımı ve ordu.
Polisler ve adalet.
İlki: okul hapishanelerine
gençler ırkçı, şovenist jingoist, komünist karşıtı ve işçi sınıfı karşıtı yalanlarla
tıkıştırılmışlardır.
Gitarımla yapmak istediğim şey bir
tiz haykırış, büyük bir haykırış, bir çığlık.
"Haykırış" çok güçsüz,
gerçekten.
İstediğim, o hapishane gibi
fabrikada o askeri hapishanede tüm gün kilit altında tutulan tüm insanlar için bir
çığlık, bir haykırış.
Çünkü onlar insan.
Seni durduran ne?
Tüm elektronik aygıtlar elinin
altında!
Neden yapmıyorsun?
Çünkü şu anda kimse bir çığlık duymak
istemiyor ve tepedeki insanlar diğerlerinin duymasını engellemek istiyorlar.
Çünkü onlar da hep birlikte
haykırmaya başlamaktan korkuyorlar!
İkincisi: gençler arasındaki
işsizlik ülke ortalamasının üç katı.
Gitgide çok daha iş, otomasyon
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığından özelleşmiş sanayilerin çöküşünden sendikalar
zaten işi olanların işini garantiye almak yönünde hareket ediyorlar.
İş gücü piyasasına yeni gelenler
iş bulamadıkları için işsizlik artıyor.
--artan ürün normların-- ve
azalan güvenlik standartların --benzer bir etkisi var-- Gitarım dile geldiğinde
insanların sabah ilk şey bunu duymalarını istiyorum.
Kulaklarında çınlamasını
istiyorum, tüm gün onlarla olmasını istiyorum.
Neden mi?
Bu sayede uyanmak zorunda
kalacaklar!
Kulaklarında bir çığlık varken rahat
uyumazsın.
Onu duymalarını istiyorum.
Tüm gün, her gün.
- Neden mi?
- Bu sayede devrimi
başlatacaklar.
Pazar gecesi diye bağırdı: "Sokaklar
insanlara ait".
"Domuzları kovalım!
" - Kalabalık nasıl tepki verdi?
- Neşelendiler.
- Kötü dil çok kullanıldı mı?
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
Sanığın konuşma
alışkanlıklarının davayla bir ilgisi yok.
Konu dışı.
Kötü dil yüzünden mahkemeye
çıkmadı.
Reddedildi!
Konuyla oldukça ilgili.
Anlamaya başlıyorum.
- Ne dedin?
- Anlıyorum dedim.
İddia makamı söz alabilir, siz
değil!
Pekâlâ, sessiz olacağım.
Şimdi bir anlığına geçmişe
gidelim ve Jacky Martin'in ahlak anlayışına biraz ışık tutalım.
Polis onu zaten biliyor.
17 yaşında, 15 yaşındaki kız kardeşiyle
birlikte oldu ve 7 ay hüküm giydi.
Avukat, daha kötü bir cezadan
kurtulması için ona suçunu itiraf etmesini söyledi.
Sadece bir battaniyemiz vardı, işte
bu yüzden!
Ve yargıç bana kendimi öldürmem gerektiğini
söyledi.
Yaratıkların yok edilmeleri gerektiğini
söyledi.
Sanık, mahkemenin talimatları görmezden
gelmeye devam ederse mahkemeye itaatsizlikten suçlu bulunacak.
Tamam, anlıyorum.
Susuyorum.
Tamam, anlıyorum.
Susuyorum.
Sessiz olur musunuz?
İngilizce anlıyor musunuz?
İngilizce anlıyor musunuz?
Sessiz olur musunuz?
Olacak mısınız, evet mi yoksa
hayır mı?
Evet mi, hayır mı?
Evet, seni lanet olası faşist, kapitalist
piç kurusu!
Bu siyah geçiş sırasında Vladimir
ve Rosa, genç işçilerin vahşi isyanı ve siyahi devrimci hareketi arasındaki
nesnel bağları göstermek için kamerayı Jacky'den Bobby'ye ve tekrar gerisin
geriye çevirmenin iyi olacağına karar verdiler.
Daha sonra bu adamın kalabalığı parka
sevk ettiğini ve polisi saldırmaya kışkırttığını kanıtlayacağız.
- Ne maskaralık ama!
- Kim söyledi bunu?
- Bilmek istiyorum.
- David Dellinger Yaptım,
savcının şerefsizliği beni mağlup etti!
İtiraz ediyorum!
- İtiraz kabul edildi!
- Himmler, söylemek isterim ki -
"Yargıç Himmler" size!
- Eşitliğe inanıyorum.
Bu ülkenin yasalarıyla alay
etmekten seni menediyorum!
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Kızlar arabadan çıktılar onu
yere çaldılar ve soydular üzerinde tepindiler ve karnına vurdukları tekmelerle
onu bayılttılar.
Angelo'nun iyileşmesi iki gün
sürdü.
İhtiyacı olan Yaşasın Kadın
Özgürlük Cephesi, Sıfır Yıl!
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Durun efendim, durun!
Şiddetten bahsedeceğim.
Hareket'in yandaşları olan
bizler iki seçeneğin olduğunu düşünüyoruz.
Devrimci savaşta asker olmak ya
da burjuvalarımızın çukuruna batıp komünist karşıtı domuzlar olmak.
En büyük devrimci potansiyeli genç
insanlarda vardır.
Çünkü imtiyazları
kurumsallaşmadı ve Batı Beyaz çalışma sınıfının en yabancılaşmışları da
onlardır.
Tek bir söz solcuları devrimci
yapmaya yetmeyecektir.
Sadece eylem ve sözler bir
olunca bunu başarabilir.
Bu, tek başına yetmez, çünkü
genç beyaz bir kişi beyaz teninden dolayı her daim bir burjuva bolluk ve
ayrıcalık deliğine geri dönebilir.
Her zaman, tabii insan kendini sadece
fikirleriyle değil yaşam biçimiyle de tümüyle devrime kaptırmazsa.
Alo?
El Al Havayolları mı?
İyi günler Benim fikrime göre şu
an Tel Aviv'den Washington'a uçan 2,5 kilo gelen şey ne?
Şu noktada silahlı mücadele sadece
sabotaj eylemleri olarak değil nerede ne şekilde olursa olsun emperyalizmin tüm
güçlerine karşı aleni saldırılar şeklinde yaygınlaşıyor.
Pekâlâ, hepimiz lümpen
proleterleriz.
Lümpen proleterleriz.
Kapitalist kuruluşlarda ve
üretim araçlarında kazanılmış bir hakkımız yok.
Üretim araçları ve bunların kuruluşlarıyla
alakalı da hiç bir güvenliğimiz söz konusu değil.
Lümpenler her daim yedekte olan yedekte
bir işçi sınıfı oluşturuyorlar.
Asla çalışmadılar ve
çalışmayacaklardır da.
Ne vasıfları var ne de
kabiliyetleri.
Yerlerini makineler, otomasyon ve
sibernetik aldı.
Yönetim, onları yeni teknikler için
eğiterek onlara yardım yapmayı reddetti.
Yardım kuruluşlarından ve sosyal
güvenlikten aldıkları yardımlarla yaşıyorlar.
Kışkırtma çok mu karmaşık?
Hayır!
Tam hedefe yönelik açık
broşürler çıkar.
Her yere asabileceğin afişler.
Ama her iki durumda da savaş
hileleri gereklidir.
Patron sırtını dönerse bir
sonraki atölyeyi de karıştır.
Sırtını dönmezse eğer o zaman
sırtını duvara yasla ki istediğin gibi kendini acındırasın.
Sadece biraz cesaret ve
dayanışma gerektiriyor.
Makinelerin egemen olduğu bir
ekonomide yüksek seviye üretimini sadece işçi sınıfına atfedemezsin.
Bilgisayarlar işçi sınıfının bir
parçası değildir.
Ancak işçi sınıfı adına
konuştuklarını iddia eden ve özellikle belirli "Marksist-Leninistler"in
makineler ya da bilgisayarlar gibi davrandıkları görülüyor.
Bir atölyenin amaçlarını ve acil
hedeflerini saatlerce tartışmak da neyin nesi?
Geleceğe odaklanma.
Sadece uygulamaya dayalı tartışmalar
faydalıdır.
Ya da patronlarla savaşma yollarındaki
birlik.
Organize olmaya işte böyle başlarsın.
Çok kolay.
Lümpen proletarya kendi
hayatları üretim araçları ve sosyal kurumlarla olan özel ilişkileri açısından kendi
isyancı güçlerini oluşturmalı.
Devrim yoluna set çekmeye
çalıştığında kendi sınıflarındaki sağ kanat da olmak üzere etraflarını saran tüm
yapılara saldırmalılar.
Bay Kunstler, tanığı çapraz
sorguya alabilirsiniz.
Bu tanığın ifadesi sadece Bobby
X'i ilgilendirir üstelik ben onun avukatı değilim.
Tanığı çapraz soruya çekmek
istiyorum.
Hayır!
Bu mesele kapanmıştır!
Oturun!
Neden beni takip ettin?
Otur, zenci!
Siyah Panterler'e sızmayı hiç
denediniz mi?
Bir Kara Panter öldürdüğün oldu
mu?
Bu mahkeme, Bobby X'i 7, 9 ve 13.
celselerde mahkemeye
saygısızlıktan suçlu buldu ve kendisini belirtilen her bir suçtan 16 aylık
hapis cezasına çarptırmıştır.
Kararlar ardarda uygulanacaktır.
Üstelik, Bobby X'in komplo
davası sanık arkadaşlarınınkinden ayrı tutulacaktır.
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
Savunma ve vekillere hükmü bir
tiyatro havasıyla okudukları için bir hakaretti.
Tanrı'nın bana verdiği sesle
konuşuyorum.
Filistinliler Tanrı'nın
kendilerine vermediği uçakları kaçırıyorlar!
Bu siyah kısmın anlamı ne?
Elimizde Bobby'yi temsil etmeyi reddeden
Kunstler'in bir görüntüsüyle Bobby'yi mahkemeye saygısızlıktan kovan yargıçlardan
birinin görüntüsü var.
Bu siyah parça, siyahi radikal
Bobby'nin ortadan kaybolduğu anlamına geliyor.
Bu yüzden bir kez olsun bu siyah
ekran bir anlam taşıyor.
Bobby'nin yokluğu.
Bizim için Vladimir ve Rosa film
yapımında büyük bir zafer.
Çok uzunca bir süredir bu siyah
kareleri yanımızda taşıyorduk.
Mayıs 1968'den beri sapı ve ağzı
olmayan bir bıçağı saklamak.
Başlarda, bu siyah kareler çekemediğimiz
karelerdi.
CBS'e ait olduklarını ve onları
satın alamadığımızı söyleyecektik.
Bu yüzden yerine siyahi bir
lider koyduk.
Sonra bu siyah karelerin ne
şekilde çekeceğimizi bilmediğimiz kareler olduklarını fark ettik.
Burjuva ideolojisi ve
emperyalizm kareleri hiç de siyah değildi.
Herhangi bir Fames Bond filmi
gibi renkliydiler.
Böylece biz, siyah-beyaz görüntüleri,
yapım ilişkilerini aramaya başladık.
İlişkileri tanımlayan görüntüler.
Sorunumuz burjuvazi ve
emperyalist filmlerdeki renk farklılığını göstermek için siyahla başlamak.
Şimdilik, Yves'in, jürinin, Vladimir,
Rosa ya da Juliet'in görüntüsünden sonraki siyah görüntü Bobby'nin gittiğini, dolayısıyla
da en sonunda zaferi işaret ettiği anlamına geliyor.
Gerçek bir zafer, Proust'un
hizmetçisi gibi değil "Zafere Doğru" mahiyetinde bir zafer.
Filistin mücadelesine bir katkı.
Sayın Yargıç, bu bir hükümet
hilesi.
Bu mahkemede hükümete karşı hakaretleri
hoş göremem!
Dikkatli olun, Bay Kunstler.
Bırakalım iki kişilik bir komite
meseleyi incelesin.
Birini hükümet, diğerini savunma
makamı seçsin.
Burada yetkili benim ve kendi
soruşturmamı yürütecek kadar yaşım var.
Bayan Russel.
Bu mektupta ne var?
"Dikkat edin, sizi
izliyoruz.
" İmza: Kara Panterler.
Daha önce bu mektubu gördünüz mü?
Hayır, asla.
Artık gördüğünüze göre, söyle
evladım: Bu jürinin bir üyesi olarak hâlâ tarafsızlığını koruyabilir misin?
- Hayır, efendim.
İtiraz ediyorum!
Jüri üyesi mektubu asla
görmemişti.
Sayın Yargıç mektubu ona
gösterdi ve artık tarafsız olmadığını söylemesine sebep oldu.
İtiraz reddedildi!
Her zamanki gibi, Yargıç efendi.
Ne?
Bu da neydi?
Ne?
Ne?
Ne?
Savunmanın her zamanki gibi itiraz
edildiğini söyledim.
Yargıç efendi.
Bu tahammül edilemez oluyor, Bay
Kunstler Jürinin son olaylardan ya da mahkemenin çılgınca soytarılıklarından etkilenip
etkilenmediğini test edelim.
Bu son olacak!
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
Savunma makamının bu
edepsizliğinin eşi benzeri yoktur.
Yöntemlerim davacı makamınkiyle
aynı.
Seni ibne solcu avukat!
Seni komünist!
Sessiz!
Savunmanın isteği reddedildi çünkü
açıkça belirtilmemiştir.
Açıkça belirtebilir miyim?
Hayır, bin kere hayır!
Bana kurnazlık yapmaya çalışmayın,
Bay Kunstler.
Ona geri dönelim.
Nedir isyan?
1 Mayıs 1968 tarihli yasaya göre
üç ya da daha fazla şahıs tarafından işlenen suç halkın huzurunu bozan bir
davranıştır.
Birlikte oldukları sürece üç
kişiden hangisinin şiddet eylemini işlediğinin bir önemi yoktur.
Yatakta yatan üç insanı ele
alalım ve dördüncüsü camdan kül tabağını düşürdüğünü varsayalım.
Yasal olarak bu bir isyandır.
Burada ayrıca şiddetin bir
tanımı var.
Sadece bir şahıs değil mal da
hedef alınabilir.
Lastik parçalayan üç çocuk Bu
bir isyandır!
Başka bir deyişle polis
memurları Yves Alfonso'nun lastiklerinin kesildiğini doğruladılar ve ifade
kimin tarafından yapıldığını gösterdi.
Bu sebeple suçlamayı tersine
çevirebiliriz: İsyanın suçlusu şehir polisidir.
Bu odada üçümüzden başkaları da
var.
Bu yüzden bu oturum bir isyan ve
sen de bundan sorumlu kişi olduğunu söylüyorsun!
Daha fazla tanık çağırmak istiyor
musunuz?
Evet, Sayın Yargıç.
O halde acele edelim.
Zaman harcamayalım.
Tatil geliyor.
Bir tatili hak ediyorsunuz.
Son tanığım, "Sekizlinin
davası" olarak bilinen davayı düzenlemek amacıyla hükümet tarafından tayin
edilen Chicago Mahkemesi Kurulu Başkanı Yargıç Ernest Adolf Himmler.
ve şimdi sekiz eksi bir.
Üçüncü celsede şahit açık
olmadığı halde neden bir ifadeyi "açık" buldu?
İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.
Kabul edildi.
Sayın Yargıç, cevap vereyim mi?
Şahit cevap vermek zorunda değil.
7.
duruşmada, savunma makamının bir
teklifi reddedildi.
Çünkü dava vekili dört saatlik ihbarnamesini
vermedi.
İki dakika sonra adli takibat
önerisinde bulundunuz.
Neden?
Neden?
İtiraz ediyorum!
Kabul edildi!
Cevap vermeli miyim?
Hayır, muhterem tanık.
Soruya cevap vermeniz gerekmez.
Dört buçuk aydır burada elinde fıstık,
yaşlı bir maymun gibi haksız, saçma sapan itirazlarınızı izliyorum.
Artık biliyorum ki bu faşist bir
duruşma.
Bunu tüm kalbimle söylüyorum.
Barodan ihraç edilsem ya da
hapse girsem bile Çünkü barodan ihraç edilmek ya da hapse girmek için daha iyi
bir neden göremiyorum.
Devam et.
Devam et.
Ülkenin geleceği, artık bir avuç
milyonerin çıkarlarına ya da tek taraflı hesaplanmış kârlarına bırakılmasına
izin verilmemelidir.
PATRON ÖDEYEBİLİR Devam et.
Devam et.
Bu mahkeme salonunda adalet diye
bir şey yok.
Bu dava anlamsız.
Bu insanları hapse atmak linç
etmenin yasallaşmış bir halidir.
İnsan Hakları Sözleşmesi eğer
hükümet insan haklarını ihlal ederse başkaldırmanın kutsal bir hak aslında bir
zorunluluk olduğunu söyler.
Bir şahıs mutlak gücü eline
geçirdiğinde bize giydirdiğiniz zincirlerden başka kaybedecek bir şeyi olmayan özgür
kişilerce öldürülmeli.
Özgür insanlar olarak bizler, seni
ölüme mahkûm ediyoruz.
Mahkeme, jürinin karar üzerinde
tartışırken sanıkların uzun saçlarına tuhaf giysilerine kötü tavırlarına, siyasi
kanaatlerine ya da şiddet dolu konuşmalarına karşı hissedebileceği herhangi bir
kişisel düşmanlıktan etkilenmemesini bildiriyor.
Tanrı yardımcın olsun.
Hitler haklı olabilir: "Toplumumuzdaki
vahşi yaratıklar yok edilmeli.
" Dinleyiciler arasındaki yoldaşlar ve dostlar.
Birkaç dakikaya karar okunacak.
Ne olacağını önceden biliyoruz.
Çünkü radikaller olarak bir
işimiz de gelecekte ne olacağını öğrenmek ve yarın ve ondan sonraki gün ne
şekilde hareket edeceğimizi bilmek için geçmişte ne olduğunu günümüzde analiz
etmektir.
Yoldaşımız Bobby X hükümleri
okuyacak ve akabinde mahkemeden kendi sonuçlarını çıkaracak.
Komplo suçlaması, Şikago 8:
suçsuz.
Lumumba yasa değişikliği olarak da
bilinen 11 Temmuz 1969 tarihli kanunun 8.
fıkrasının ihlali suçlamasında bu
yasayı bir eyalet sınırını isyana teşvik niyetiyle ya da isyana teşvik
niyetinin niyetiyle geçerek bu yasayı çiğnediğinden Anne Wiazemsky ve Jacky
Martin, suçsuz.
Friedrich Vladimir, Karl Rosa, David
Dellinger Juliet Berto, Yves Afonso ve ben Bobby X, suçlu.
Kanunun öngördüğü maksimum ceza 5
yıl ve 10 bin dolardır.
Cüce Himmler bize karşı çok
acımasız olmayacak.
5 yıl ve 5 bin dolarla yırtarız.
İlaveten, mahkemeye
itaatsizlikten sanıkların aldıkları cezalar şu şekildedir: Yves Afonso: 1 yıl 2
ay, 14 gün 22.
suçlama.
Anne Wiazemsky: 9 ay, 17 gün, 23.
suçlama.
David Dellinger: 2 yıl, 5 ay 5
gün, 14.
suçlama.
Juliet Berto: 2 yıl, 1 ay 18
gün, 32.
suçlama.
Jacky Martin: 1 yıl, 8 ay 4 gün,
17.
suçlama.
Friedrich Vladimir: 2 yıl, 6 ay 3
gün 57.
suçlama.
Karl Rosa: 2 yıl, 2 ay 16 gün,
62.
suçlama.
John Kunstler: 4 yıl, 13 gün 47.
suçlama.
Ben, Bobby X: 4 yıl, 18 gün, 237.
suçlama.
Burjuvazi bizi sadece haydutların
ve gangsterlerin belirli özgürlük yöntemlerini kullandıklarına ikna ediyor.
Sadece burjuvazinin güç
kullanmaya "hakkı" var.
Şerefini korumak için her kim
güç kullanırsa burjuva kontrolü altındaki kitle iletişim araçları o kişileri
hemen kötülüyor.
Kara Panter Partisi Yüce Divan'a
ana fikri ölüm cezasının sadece fakirlere ve teni renkli insanlara uygulandığını
belirten bir mektup gönderecek.
Bu, elektrikli sandalyeye giden ölüm
sırasında kolayca görülebilir.
Orada, hücreleri sadece fakir
beyazlar, siyahlar Araplar ve diğer renkten insanlar işgal ediyor.
Ölüm cezası bir sınıf silahıdır.
Birilerinin kana susamış
delilerle ve insanların arasında sıraya girmesinin zamanı geldi.
Adalet sistemini sadece
burjuvazinin gücünü koruyan yozlaşmış bir kurum değil aynı zamanda hain
canilerin ellerinde bir çeşit tezgâh olarak görüyoruz.
Polisin burjuvazinin ve büyük
patronların temsilcisi olduğundan artık açıktır ki güç yapısına karşı savaş
vermek için sıradan polis memurlarına yönelik günlük mücadelemizi yürütmeliyiz.
Çünkü onlar burjuvazinin yardımcılarıdır.
Amerikan emperyalizmini genel
olarak yenmek için Vietnamlılar da özellikle her Amerikan askerine karşı
savaşmalıdırlar.
Benzer şekilde öğrenciler, aynı
zamanda emperyalizmin askerleri olan sıradan profesörlerle de savaşmalılar.
Bizimkisi bir Vanguard Partisi.
Ama gücü kitlelerin güvenine
dayanıyor.
Ayakkabı yapacağız.
Hapishanede şunun farkına vardım
ki pek çok tutuklu ayakkabı yapımında ustalaşmış.
Her türlü ayakkabı.
Tutuklular tarafından giyilmiş ve
aynı zamanda hükümet organlarına satılmış.
Tutuklulara saatte 2 sent
ödeniyor.
Tamam.
Kendi halkımız için ayakkabı
yapacağız.
Harlem'de, Watts'da,
Philadelphia'da pek çok evladımız yalın ayak geziyor.
Sınıf sistemine ve birkaç
kişinin ayrıcalıklarına bir son vermek istiyoruz.
Bu, kültürel farklılıklara bir
son vermek anlamı taşımıyor.
Farklı kültürlerin birleşmesinin
bir buket çiçek gibi olabileceğine inanıyoruz.
Bu vizyon dünya şimdikinden daha
iyi bir yer olacaksa önemlidir.
Yoldaşlar!
Yoldaşlar!
Hepimiz burjuvaziye karşı bir
çeşit ayaklanma içindeyiz.
Sıradan ve siyasi mahkûmlar arasındaki
fark yapaydır ve bizi bölmek için tasarlanmıştır.
"Onlar" sizinle
iletişime geçmemizi istemiyorlar.
Ama parmaklıklar devrimci
fikirleri durduramaz.
Neden hapistesiniz, yoldaşlar?
Çünkü burjuvazi için çalışmayı
reddettiniz.
Çünkü patron ceplerini alın
teriniz pahasına doldururken siz üç kuruş maaşla sömürülmek istemediniz.
Ford, Mercedes, Renault gibi
yerlerde kendinizi öldürmek niye?
Burjuvaziden çalmanız daha
yerinde olur.
Haklısınız, yoldaşlar.
Haklıydınız.
Burjuva gücüne karşı isyan etmek
her zaman doğrudur.
Bir bakıma haklıydınız.
Ama anlamalısınız, yoldaşlarım.
Anlamanız lazım: Her şeyi tek
başına yapmaya çalışmak uzun vadede çok fazla şeyi değiştirmeyecek.
Küçük çapta bir hırsızlık 2
silahlı soygun, 3 ev soygunu, 4 gasp 5 cinayet burjuvaziyi bizi sömürmekten alıkoyamayacak.
Yoldaşlar, birleşmeliyiz!
O gün Argenteuil'de ayaklanma
başladı.
Sonrasında bunu Ivry, Bagneaux
ve Maxe Ville izledi.
İşçilerle, fakir çiftçilerle, sıradan
askerlerle ve devlet memurlarıyla, taksi şoförleriyle ve öğrencilerle
birleşmeli ve onlar siz tutuklularla birleşmeli ve siz de onlarla
birleşmelisiniz.
Hepimiz birleşmeliyiz, derhal.
Hemen burada, bu hapishanede.
Birleşmeliyiz.
Bu gece, hücrelerinize
döndüğünüzde.
Bu hayattan bıktınız!
Biz de.
O halde birleşelim ve isyan
edelim!
Hemen burada bu hapishanede,
hücrelerimizde, avluda.
Başlayalım.
Şimdi hemen burada,
hücrelerimizde kantinde başlayalım.
Örneğin, bir süre sonra günde
bir dolar için tekrar şeye döndüğünüzde, ne bileyim ampul telleri yapmaya ya da
bisiklet gidonlarını tamir etmeye döndüğünüzde sendika ücretini talep edin!
Bu, Mazda için çok önemli bir
şey olacaktır!
Yoldaşlar Suç, onu geride
bırakabilmek şartıyla ihtilale yol açar.
Yoldaşlar, bu hapishane onların
olduğu kadar da sizindir!
Yoldaşlar ve dostlar bu direniş
çağrısı bize sınıf farklılıklarını unutturmamalı.
Sonuçlar bir araştırmanın
başında değil, sonunda ortaya çıkar.
Bir durumu anlamanın tek yolu onu
sınıf gerçekliği açısından incelemekten geçer.
Liderler, Marksist bakış
açısından detaylı incelemeleri sürdürerek kendilerini birkaç kasaba ya da
şehirlere adamalılar.
Sınıf analizi.
Bu, bir durumu anlamadaki
başlıca yoldur.
Komünistler devrimin aynı
zamanda gücü ve gayesidirler.
Çeviri: neco_z@hotmail.
Week.End.1967
42673||6245825||18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER İÇİN SAKINCALIDIR COPERNİC FİLMS TAKDİM
EDER EVRENDE BAŞIBOŞ DOLANAN BİR FİLM - Kim arıyor?
- Ofisten arıyorlar.
Sonra anneni arayıp kliniği
doğrulat.
- Aradığımı söyledim ya.
- Yanlış anlamış o zaman.
Bizi öğle yemeğinden sonra
bekliyor.
Babanı klinikten eve getirirken Roland
bir kaza geçirip ölse güzel olurdu.
ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM -
Frenleri tamir ettirdi mi?
- Hayır, ona unutturmayı
becerdim.
Geçen Pazar günü Evreux
Kavşağı'nda 7 kişi ölmüş.
Çok harika olurdu.
HAFTA SONU Çeviri: daedalus Peki
sen ne yapacaksın?
Onlarla dönmem; bir yalan
uydurup bronşit oldum, derim.
Ne geçiyor aklından?
Roland benden şüpheleniyor mu
sence?
Birkaç kez gözlerini dikip baktı
bana.
Yok, canım.
Onu sevdiğimi sansın diye, onunla
birkaç defa yattım.
Bir daha burayı arama, tehlikeli.
Farını kıran adamın birini dövüyordu
ötekisi.
Bir an için adamın öldüğünü
zannettim.
Evet, ölen aslında o karı
olsaydı daha güzel olurdu.
Hayır, önce para.
Dinle, bunu seni sevdiğim için söylüyorum.
Dikkat etmem gerek.
Uyku hapları ile gazdan sonra Süzme
salaktır, ama eninde sonunda anlar.
Esas önemli olan, babasının
geberip gitmesi.
Corinne parayı aldıktan sonra onun
da icabına bakarız.
Evet, seni seviyorum.
Evet, gayet iyi bildiğin gibi sen
benim muhteşem cadımsın.
Pazartesi görüşürüz.
Baştan başla.
Ne zaman oldu?
Salı Salı günü, havuzdan sonra.
- Bana evvelki gün demiştin.
- Yanlış söylemişim.
Salı olduğuna eminim, çünkü Çarşamba
günü son hapı aldım.
Olanlardan sonra korkum azaldı
zaten.
Niye korkuyordun?
İlk defa olmuyordu zaten.
Kadın dergilerindeki romantik hikayelere
benzemez.
Bilemiyorum, bakışları çok
vahşiydi.
Ağzı, sözleri Mercedes'te
başladı.
Ondan çok hoşlandığımı, kısacık bir
seks yaşamak istemediğimi söyledim.
Başka bir yerde buluşmalıydık.
Bu arada, arabada seks gerçekten
sıkıntı vericiymiş.
Beni eve götürmesini, onu
öğleden sonra arayacağımı söyledim.
Sevişmek istiyordum ama
beklemeyi tercih ettim.
O ne dedi?
Benim vücudumdan ve onu nasıl
tahrik ettiğinden bahsetti o kadar kaba sabaydı ki.
- Beni de düşündün mü?
- Tabii ki düşündüm.
Seni evine kadar götürdü.
Doğru anladım, değil mi?
A N A L İ Z Sonunda, Molitor
Sokağı'nda durduk ve park yerinde uzun uzun öpüştük.
Bir eli bacaklarımın
arasındaydı, diğeriyse boynumu kavramıştı.
Orada öyle durdu, hiç
kıpırdamadan.
Peki sen?
Ben de kıpırdamadım.
Üşümüştüm.
İçki istediğimi düşünüp St.
Lazare'a götürdü beni.
Tüm kafeler kapanmıştı.
Pasquier Sokağı'nda yaşadığı
için yakındaki St.
Lazare'a gitmeniz normal.
Yorulmuş ve üşümüştüm.
Şimdi fark ediyorum ki; hiç de
sarhoş olmamışım.
Beni hemen becermesini istedim.
Yer fark etmezdi, asansörde bile
olurdu.
Ama hiçbir şey söylemedim.
Asansör kapısını kapatırken bir
omzu göğsüme sürtündü.
- Neden?
- Sürtündü işte.
Daha sonra Monique gelip kapıyı
açtı.
Çok şaşırmıştım.
Çünkü; şu tasarımcı var ya, onunla
İspanya'ya gittiğini sanıyordum.
- Tanımıyorum.
- Sinema kuyruğunda görmüştük ya.
Ha, tamam.
Ama onun o adamın karısı
olduğunu bilmiyordum.
İki aydır evliler.
Sonra?
Bizi içeri aldı.
Paul ceketini çıkardı.
İçmek için sıcak bir şey olup
olmadığını sordu.
Monique, sadece viskiyle ucuz
kırmızı şarap olduğunu söyledi.
Sonra da buna güldü.
Birden, Paul'un suratı kıpkırmızı
kesildi.
Ben de kahkahalar atmaya
başladım.
İkimize baktı ve içeri gidip üstünü
değiştireceğini söyledi.
Monique ile ikimiz onun odasına
gittik.
Fena değildi.
Şömine vardı.
Montumu çıkardım.
Monique bana baktı.
Neden titrediğimi sordu ve şayet
üşüdüysem soyunabileceğimi, utanmanın lüzumsuz olduğunu söyledi.
- Sonra da bana yardım etti.
- Ne için?
Eteğimle kazağımı çıkartmak için.
Üstümde sadece sütyenimle külodum
kalmıştı.
Ateşe doğru ilerledim.
Sırtım, Monique'e dönüktü ama
beni izlediğinden emindim.
Neden konuşmadığını sordum.
Bana cevap vermeyince arkamı
döndüm.
Pencerenin kenarında sırtı bana
dönük duruyordu.
Ona baktığımı hissetti.
Sabahlığını çıkardı.
Çırılçıplaktı.
Kalçalarının büyük olup
olmadığını sordu, büyük olmadıklarını söyledim.
Yüzünü döndü, bacaklarını açtı ve
onları tarif etmemi istedi.
Bembeyaz kalçaları olduğunu ve
kıllarının simsiyah bir karaltı oluşturduklarını söyledim.
Paul'ü çağırdı.
Ve kendisi de arkama geçti.
Neden?
Sütyenimi çıkarmak için.
Paul içeri geldi.
Pijama giymişti, gömleğinin önü
açıktı.
Elinde viski şişesi vardı.
Bana içirdi.
Monique'e devam etmesini söyledi.
- O ne yapıyordu ki o sıra?
- Göğüslerimi okşuyordu.
Sonra?
Paul de soyundu ve aletini bana
gösterdi.
Monique'e külodumu çıkarmasını
söyledi.
Beni dizlerimin üzerine çöktürdü
ve kafamı Monique'in bacak arasına soktu.
Şimdi, sırtım Paul'e dönüktü.
Monique kalçalarımı ayırdı, diye
hatırlıyorum ve Paul de sürekli onlara bakıyordu.
Sonra daha da yaklaşıp onları
ellemeye başladı.
Şişenin içinde kalanlar sırtımdan
aşağı döküldü.
Viskinin kalçalarımın arasına
doğru aktığını hissettim.
Paul diz çöküp kıçımı yalamaya
başladı.
Nahoş değildi, bayağı zevkliydi.
Monique'in kıllarını boynumda
hissettim.
Kılları saçlarıma karışmıştı.
Kocası kalçalarımı öperken benim
ellerimi kendi kalçalarına koydu ve yeniden göğüslerimi okşamaya başladı.
Kalçalarının, parmaklarımı içine
almak için açıldığını anladım ve onları yakınlaştırdım.
Ya sen?
Bunun hakkında konuşmamı
istediler.
Duygularım onları daha da
heyecanlandıracaktı.
Gitanes mı var sadece?
Amerikan sigarası yok mu?
Var.
Ceketimde.
Kalmamış.
- Gitanes iç.
- Onu da hiç sevemiyorum.
Hepsi bu kadar mı?
Bir süre sonra Paul, Monique'ten
benimle yer değiştirmesini istedi.
- Dizlerinin üstünde mi?
- Evet.
Kız benim vajinamı yalıyordu,
ben de Paul'e onu becermesinde yardım ediyordum.
Bu kadar mı?
Sonra üçümüz de mastürbasyon
yaparken birbirimizi izledik.
Sonra Paul birden bağırdı: "Mutfağa,
karılar!
Mutfağa!
" - Neden mutfak?
- Anlatıyorum, dur.
Buzdolabında kedi için bir
tabakta süt vardı.
En yukarıda duruyordu.
Monique birden soruverdi:
"Bulaşıklara oturabilir miyim sence?
Var mısın?
" "Bence oturamazsın", dedi Paul.
Buzdolabı hizasına gelmek için lavaboya
çıktı ve oturdu.
Gözlerini bizden hiç ayırmadan, ikimize
mastürbasyon yapmamızı emretti.
Bitti mi?
Ben tam boşalmak üzereyken Paul
durmamı ve lavaboya çıkmamı söyledi.
Ve sonra da Monique'in önünde
diz çökmemi.
Buzdolabından bir yumurta aldı.
Monique'in süt içindeki
kadınlığını yalarken ben, yumurtayı kalçalarımın arasına koydu.
Ben tam boşaldığımda yumurta
kırıldı ve bacaklarımdan akmaya başladı.
- Gerçek mi, yoksa bir kabus
muydu bu?
- Bilmem.
Sana aşığım, Corinne.
Beni tahrik ediyorsun.
CUMARTESİ CUMARTESİ SABAH 10 Acele
et yoksa trafiğe yakalanırız.
Söylesenize bayım, bu hurda ne
marka?
Ben biliyorum, ben biliyorum.
Külüstür bir Facel marka bu!
Karınız gibi külüstür.
Külüstür bir Facel!
PARİS YAŞAMINDAN BİR KESİT Anne,
Dauphine'e çarptılar!
- Özel bilgilerinizi
vermelisiniz.
- Patlatacağım bir tane senin
bilgine!
Anne!
- Para ister misin?
Hadi, sus bakalım.
- Teşekkür ettim.
Hey, 8805!
Durun!
- Arabama ne yaptığınızı
gördünüz mü?
- Arabanızın hiçbir şeyi yok.
Tamponu içeri göçmüş.
- Zaten göçüktü.
Vurduğum için olmadı.
- Hayır, vurduğunuz için oldu.
Sırf, kayınpederiniz apartman sahibi
diye gidemezsiniz.
Siz de Chez Dolores elbiseniz
var diye kendinizi bir şey sanmayın.
Hadi gel!
- Bagajdan şu boya aletini
versene.
- George!
George!
- 16 numaradaki kancık seni!
- Durun, yapmayın!
Köpek!
Bok kafa!
Komünist!
CUMARTESİ SABAH 11 HAFTASONU CUMARTESİ
SABAH 11 HAFTASONU CUMARTESİ SABAH 11 HAFTASONU Hadi, ara.
Hadisene, Oinville'i ara.
Daha hızlı kullansaydın bu kadar
geç kalmazdık.
İstediğim gibi kullanırım.
Babamı klinikten almalıyız, annemi
düşünmemize gerek yok.
İşe yaramaz iki bunak.
Biliyorum ama babam eğer Japon
kayıt cihazına yeni bir vasiyet kaydederse Geçerli olmaz ki.
Belki de olmaz ama kış iznini Meksika'da
yapma şansı riske atılmaz.
Sonumuz hapiste biter sonra.
Tabii ki bitmez.
Merak etme, plana uygun gidecek.
Öyleyse, her Cumartesi yemeğine
zehir katmaya neden beş yıldır devam ediyoruz?
Gidip ara.
Trafiğin tıkandığını ve bizim de
gecikeceğimizi söyle.
Triumph ne hale gelmiş baksana.
Annemle babam olmasaydı hiç
gelmezdim.
Sizi gidi burjuva köpekleri!
Seni gidi köylü müsveddesi!
SINIFLARIN ÇATIŞMASI Sevdiğim
adamı öldürdün!
Niye gidip ahırında yaşamıyorsun?
Sen niye o kadar hızlı
sürüyorsun?
Burası Île-de-France.
St.
Tropez değil.
Senin cebin delikken bizim paramız
olmasını çekemiyorsun, değil mi?
Biz rivieralarda, kayak
merkezlerinde sevişiyoruz, diye çekemiyorsun!
Sen harcayamazken biz bir yıl
boyunca paramızı harcıyoruz, diye çekemiyorsun!
Baharda Yunanistan'a gidiyoruz, senin
gibi cahil köylüler dilerim, bu boktan traktörleriyle hapse girmiş olurlar!
Traktörüme hakaret etmenize gerek
yok, Matmazel.
Eminim, senin bile değildir.
İğrenç bir sendikanın ya da onun
ufacık kooperatiflerinden birine aittir.
Yabancı marka arabanız!
Kesin çalmışsınızdır!
Onunla yattığım için onu bana Robert
fabrikalarının varisi vermişti.
Siz iktidarsızlar düzüşmeyi de
beceremezsiniz!
Hükümet hepinizi de traktörlerinizi
de siksin!
Ben ve traktörüm olmasak Fransa
açlıktan kırılırdı.
Bana ne!
Bana ne!
Paul öldü!
Bana ne!
Bana ne!
- Öncelik ondaydı.
Şimdiyse o bir ölü.
- Nereden belli onda olduğu?
Öncelik ondaydı.
Yakışıklıydı, gençti, zengindi.
Herkese göre önceliği vardı; şişmanlara,
fakirlere, yaşlılara Bunu demeye hakkınız yok.
Seni sefil, pislik yuvası seni!
Seni küçük orospu seni!
2.
el traktörünü al da git buradan!
Alın teriyle çalışan biri için çok
da pahalıdır o traktör.
Ya benim Triumph'um?
Hurdaş oldu.
Hiç umursamıyorsun ama, değil mi?
Ve o da öldü işte!
Bundan öyle kurtulabileceğini
sanıyorsun, değil mi?
Kurtulamayacaksın ama!
Görgü tanıklarına soralım!
Geçiş hakkı bendeydi, değil mi
Madam?
Kusura bakmayın, ama hiç
vaktimiz yok.
Böyle gidemezsiniz.
Hepimiz kardeşiz, Marx'ın dediği
gibi.
Yahudiler!
Aşağılık Yahudiler!
SAHTE RESİM - Şu kestirmelerin
hem zamanımızı - Karışma bana!
hem de paramızı boşa harcıyor.
- Karışma bana, Corinne.
Medeniyet ne zaman başlayacak?
Niye soruyorsun?
Umurunda mı gerçekten?
Hayır, manzarası için sordum.
- Her halükârda yine de
anlamıyorum.
- Neyi?
Ne dediğini duymadın mı?
"Hepimiz kardeşiz, Marx'ın
dediği gibi.
" Marx değil ki, başka bir komünist söylemiş o lafı.
İsa Peygamber söylemiş.
Bilemiyorum ama sana tamamen
katılıyorum.
Doğru bile olsa beni enterese
etmiyor.
Orta Çağ'da değiliz artık.
Saat kaç?
CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN
SONRA 3 CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA 4 Ben senin karını becerip onu dövsem
o zaman da basit bir çizik der miydin?
Çiğne geç şunları!
Sence yağmur yağar mı?
Evet, yağmur yağacak.
Sanmam.
Güneş var çünkü.
Başlatma şimdi.
Yağmur yağacak diyorum.
CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN
SONRA 5 Beni de götürebilir misiniz?
- Mantes la Jolie'ye mi
gidiyorsunuz?
- Hayır, orası arkamızda kaldı.
- Dönün o zaman.
- Dönmüyorum.
- Dönün, diyorum!
- Hayır, dönmüyorum ben de!
Fazla uzatma!
Döneceksin.
İşte o kadar!
Hadi, hadi, hadi!
Çabuk ol!
Çabuk ol, çabuk!
Dön!
Dur!
Ağır ol, ağır!
YOK YOK EDİCİ YOK EDİCİ MELEK -
İmdat!
- Bütün bu resimler işe yaracak
ileride.
Sükût edin!
Tanrı'yı bile denetleyen biri
vardır.
Korkacak bir şeyiniz yoksa bunu
ispat edin.
- İmdat!
İmdat!
- Susun, dedim!
Susun!
İspat edin!
Susar mısınız artık?
Nasıl ispat edelim?
Biz evliyiz, aramızdaki ilişki
yasal.
Eminim, siz ikiniz evli
değilsinizdir.
Aynen öyle!
Pekâlâ, bana isminizi söyleyin
Madam.
Ben mi?
Corinne Durand.
Hayır, Durand eşinizin soyadı.
Sizinki ne?
Kızlık soyadım mı?
Corinne Dupont.
- Hayır, Dupont da babanızın
soyadı.
Sizinki ne?
- Ne bileyim ben, canım!
Ne kadar güzel!
Daha kim olduğunuzu bile
bilmiyorsunuz.
Hıristiyanlık kendini tanımayı
reddetmektir.
İfade yeteneğinin ölümü demektir.
Susun, dedim!
Susun, kapatın şu çenelerinizi!
Sakin olur musunuz artık?
- Sizin isminiz nedir peki?
- Joseph Balsamo.
- İlk defa duyuyorum.
- Ben de.
- Yardım edin!
- Susacak mısınız siz?
Bu bakış açınız beni şaşırtmadı;
Reader's Digest bakışı bu sizdeki.
Bana, André Breton öldükten
sonra ülkeye getirilmesini istemeyenleri hatırlatıyorsunuz.
Size anlatayım.
Joseph Balsamo.
Tanrı ile Alexandre Dumas'nın
oğluyum.
Herkesin bildiği gibi Tanrı eski
nonoşlardandır.
Vakti zamanında Dumas'yı
becermiş ve ben olmuşum.
Sonuç: Tanrı benim.
Bu doğru, Tanrı'yım, çünkü
miskinin tekiyim ben.
- Deme öyle, bir tanem.
- Yardım edin!
İmdat!
Susacak mısınız?
Dinle, Marie-Madeleine, kapa
çeneni.
Güzel kız ama hiçbir şeyden
anlamaz.
Miskinlik, Tanrı Beni dinleyin.
Susun artık ya, rica ediyorum!
Sıktınız ama!
Güzel kızdır.
Miskinliği anlar.
Tanrı'yı da anlar.
Bana itaat eder.
Buradaki amacınız nedir sizin?
Modern Zamanların Dilbilgisel
Devri'nin sona erdiğini haber vermek ve Mübalağa'nın tüm alanlarda; özellikle
de sinemada başladığını söylemeye geldim.
Yeterince dinledim.
Duruyorum.
Olmaz ki ama, dinleyin.
Efendi olun.
Size bir teklifim var.
Beni Londra'ya götürün, ne
isterseniz sizin olsun.
Kafayı oynatmışsınız siz!
Yok, yemedim.
Torpido gözüne bir bakar mısınız?
Bakın, lütfen.
Kahretsin!
Bir mucize!
Bir tavşan.
Gördünüz mü?
Ne dilerseniz, ama beni
Londra'ya götüreceksiniz.
- Ya bir Mercedes, büyük bir
spor Mercedes?
- Tabii.
- Yves St.
Laurent marka bir tuvalet?
- Evet.
Miami Beach'te bir otel?
Beni sarışın, gerçek sarışın
yapın.
Mirage IV filosu.
Yahudiler'in Ortadoğulular
üzerinde kullandıkları türden.
James Bond ile bir hafta sonu.
Ona ben de gelirim.
- Hep hepsi bu kadar mı?
- Evet, yetmez mi?
Kahrolsun!
İkiniz de satılmışsınız.
Zırnık vermem size.
Çabuk bir mucize göster bize, seni
dolandırıcı.
Sizin gibi iki tane kıçı kırık
için mucize yaratır mıyım sanıyorsunuz?
- Madem öyle, in aşağıya!
- Hadi!
Çık dışarı!
Çık dışarı, orospu!
Seni bir koşturacağım ki!
Sükût!
Vade retro!
Vade retro!
Geldiğiniz yere dönün!
Gördün mü güneş açtı işte.
Çantam!
Hermès marka çantam!
FRANSIZ DEVRİMİ'NDEN GAULLİST
HAFTA SONLARINA Bağımsızlık zorbalıktır!
Cinayet gibi!
Anlaşılıyor ki; ahlaksızlık
meziyeti Yastığın altındaki bir bıçak mı?
esarete karşı can havliyle
savaşmaktadır.
Hayır, ordusuyla savaşmaktadır.
Bu mücadele uzun sürecek, fakat özgürlük
kendini yok edecektir.
İnsanoğlunun uyumsuzluğu önceden
tasarlanmış olabilir mi?
Ne çıkarı olabilir?
Bir topluluğu yönetenlerin mesut
ve makul olmak için yönetmeleri olacak iş midir?
Hayır!
Akıl sağlığının yitimi, daha çok
tabiat bilgisinin kayboluşudur.
Orduda da.
Sefilleri oynamak ve yapmacık
olmayı arzulamaktadır.
Benim tek görebildiğim altın,
kibir ve kana bulanmış bedenler ve hiçbir yerde o tatlı insancıllığı ve ılımlı
yaklaşımı görememekteyim.
Onlardır ki; toplumun
işleyişindeki ana temeller olmak zorundadırlar.
PAZAR Boşlukta bağırdım.
PAZARTESİ ÖYKÜSÜ Toplumun
işleyişi.
PAZAR Boşlukta bağırdım.
PAZARTESİ ÖYKÜSÜ Boşlukta
bağırdım Gecemin bir yarısı seni çağırdım Acele et biraz.
Kelimelerim gidecekti süratli Bugüne
varmış mıdır hepsi?
Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?
Orada acaba havalar güzel mi?
Burada, yağmur altında bile Kokun
peşimde, sanki biraz Esterelle Kulübenin içindeyim Cam bir kafesle
çevrelenmişim Hayalimde ise sen Denize açılmışsın bir gemiylen Alo, Alo,
duyuyor musun sesimi?
Laurent, Jean-Luc ve Joelle iyi
mi?
Anlat bana, dostların yine Balık
avlamaya gittiler mi sahile Etti bizden dört ünite Sayıldı artık her sözümüz de
Sesleniyorum habire Söyle bana, neler oldu orada?
Ne saklıyorsun sesinde?
Bu gece kimle danstasın acaba?
Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?
Duyuyor musun?
Yuttun mu dilini?
Alo, sesin çok aşağılarda Kalacaksın
aşağılarda, anımsadığımda seni.
Artık kapatmam gerek Dışarıda
insanlar sabırsızlanıyor Konuştum çabucak Sana söyleyeceklerim neredeyse
bitiyor Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?
Dışarıda bekleyenler bastırıyor Bu
çılgınlık denizinin içinde Parçalanmış bir aşk dünyayı sarmalıyor - Elleme
arabamı!
- Bu vites kutusu orijinal mi?
Hayır.
Sana ne bundan!
Hadi, çık dışarı!
Bizi en yakın otogara bırakabilir
misin?
Tek kişilik yer var.
Oraya da karın oturur, size
olmaz.
- Ben de arkaya otururum.
- Olmaz, arabanın tentesini
bozarsınız.
Yapmayın!
Kıracaksınız!
Hadi, kalkın!
Kalkın oradan, yoksa ağzınızı
patlatırım!
Başka yere gidin!
Hadi!
Başka yere!
Ama sizinle gelebileceğimi
söylemiştiniz.
Siz gelebilirsiniz ama sen defol!
Çabuk ol!
Gel!
- Bırakın beni!
- Tamam, tuttum!
Bırakın beni!
Ben çalıştırırken sen de onu tut!
- Çık arabadan!
- İmdat!
Yakınlarda bir otogar var mı, biliyor
musun?
Oinville bu tarafta mı?
Bu salaklar ölmüş.
Şurada birileri var.
Buralardan mısınız?
Bu civardan?
- Sağır mısınız?
- Kör müsünüz?
Los Angeles'taki bir hırsızlık
mağduru, düşleri tamamlayan biri.
Kendim gibi bir yabancı
tarafından işlenen bu hırsızlığı örtbas ettim.
Tüm şiirlerimi okumuş biri.
Korkum şudur ki; bu kahramanlığı
hayvanlar üstlensin.
- Mersi, Matmazel Brontë.
- Rica ederim, sevdiceğim.
- Affedersiniz, Matmazel ama -
Oinville ne tarafta, biliyor musunuz?
Şiirsel bir anlatım mı, yoksa maddesel
bir anlatım mı istersiniz?
- Oinville, buradan mı, buradan
mı?
- Soru açık.
O taraf mı, bu taraf mı?
Maddecilik henüz var sayılmaz, sadece
ferdî fiziksel bilimler mevcut.
Ne boktan bir film.
Önümüze hep hasta tipler çıkıyor.
Senin hatan.
Kabul etmekten başka çare yok.
Bir ihtimal, kader her şeye
kadirdir, ama bu kudretini hor kullanıyor olabilir.
Mutluluğu duraksatarak yedi
yılda verir, sonra bunun iki yılını geri alır.
- Mersi, Emily.
- Rica ederim, sevdiceğim.
Matmazel, lütfen!
- Nedir bu?
- Çakıltaşı.
LEWIS || LEWIS CARROLL | LEWIS CARROLL
YOLU Zavallı çakıltaşı.
Mimari, heykeltraşlık, mozaik ve
mücevhercilik seninle hiç ilgilenmemiş.
Gezegenin başlangıcından, hatta
bazen başka bir yıldızdan gelirler.
Uzayın burgularını üzerinde
taşır, sanki felaket düşüşünün lekeleri gibi.
İnsandan evveldir.
Ve insan ne sanatına ne de
sanayisine onu dahil etmemiştir.
Yaşamın avam, sefih ya da tarihi
süreçlerinde insanoğlu onu üretmemiştir.
Taş, kendine has anılardan başka
bir şeyi idame ettirmemektedir.
Sakın yanılgıya düşmeyin.
Minerallerin ne bağımsızlıkları
ne de duyarlılıkları vardır.
Bu sebepledir ki; onları
kışkırtmak için çok fazla şey gerekir.
Lehim lambasının ateşi mesela ya
da bir elektrik kaçağı, deprem, volkan patlamaları.
Zamanın baş döndürücülüğünü de
unutmayalım.
Oinville ne tarafta diyoruz size!
Oinville ne tarafta?
Oinville ne tarafta?
- Ben de size bunun ne olduğunu
sorayım.
- Ot.
Hayır.
Poa nemoralis.
- Oinville, diyoruz?
- Bu tarafta mı, o tarafta mı?
Ya bu?
- Kestane ağacının dalı.
- Hayır.
Castanea sativa.
- Yeni başlayan günün sabahı -
Hayır!
Yeter be!
kerkenezler uzak sahillere doğru
- Yettin ama!
tek sıra halinde sessizce kanat
çırparlar.
- Mersi, Matmazel.
- Rica ederim, sevdiceğim.
Size yalvarıyorum, Matmazel.
Kaza geçirdik ve bekleyenimiz
var.
Sorunun çözümünü bulmak için ben
de size yalvarıyorum.
Bu da nedir böyle, lanet olası?
Bir: Balıkları seven bir kedi
yavrusu doğru yolda demektir.
İki: Kuyruğu olmayan bir kedi
yavrusu, bir gorille oynamaya hazır değildir.
Üç: Bıyıkları olan kedi
yavruları, balıkları her zaman sever.
Dört: Çalışmayı seven hiçbir
kedi yavrusunun yeşil gözleri yoktur.
Beş: Bıyığı olan hiçbir kedi
yavrusunun kuyruğu olmaz.
- Evet, sonuç?
Sonuç?
- Nereden bileyim ben!
Bir de bu var.
Bir: Hiçbir köpekbalığı tam
teçhizatlı olduğundan şüphe etmez.
İki: Menüet dansı yapamayan bir
balık tam anlamıyla bir yüz karasıdır.
Üç: Ağzında üç sıra diş
bulunmayan bir balığın tam teçhizatlı olduğu kesin değildir.
Dört: Köpekbalığı haricindeki
tüm balıklar birer çocuktur.
Beş: İri olan hiçbir balık menüet
dansını bilmez.
Altı: Ağzında üç sıra diş
bulunan bir balık tam anlamıyla bir yüz karasıdır.
- Sonuç?
Sonuç?
- Nereden bileyim ben!
ACINASI B.
B.
'YE KARŞI SİNEMAYI İYİ AMAÇLA KULLANANLAR Matmazel Emily, ufak suçları
cezalandırmayın.
Asıl suç kendiliğinden yok
olacaktır.
Bu karanlık geceye kafa yorun, bu
gözyaşı ve dehşet vadisine.
- Ama günümüzün büyük
hırsızlarını yok edin.
- Sus!
Sus!
- Onlardır bu soğuğun, bu
gecenin sebebi.
- Kapa çeneni!
- Onlardır, dünyaya korku salan.
- Yetti artık!
Siyah olsun ya da beyaz;
timsahın, günlük katilin ölmesini istiyorum.
Yeter artık!
Bir romanın içinde değiliz.
Bu bir film ve film hayatın
kendisidir.
Tüm çiçekleri ateşe verin, saçlarını
okşayın, onlara okumayı öğretin Ateş çıkartmak gerek tabii!
Ateş çıkartmak lazım!
Ne kadar zalimiz, değil mi?
Filozof da olsa, onu yakmaya
hakkımız yok.
Hayali bir kahraman o.
- Neden ağlıyor öyleyse?
- Ben nereden bileyim.
Hadi gidelim.
Bundan daha iyisini yapabilirdik
aslında.
Kendime şöyle dedim: Onlarla
konuşmak neye yarar?
Bilgeliği satın alsalar, bu sırf
onu geri satmak içindir.
Onların istediği; bilgeliği
ucuza kapatıp daha pahalıya okutmaktır.
Kazanmak isterler.
Zaferlerini engelleyecek hiçbir
şeyi bilmek istemezler.
Sindirilmek istemezler, zulmetmek
isterler.
İlerleyişi istemezler, birinci
olmayı isterler.
Kanun yapacak herhangi birine boyun
eğdirirler.
Onlara ne diyeceğimi düşündüm.
Ve kararımı verdim.
İşte şunu diyorum: 100 YIL
SAVAŞLARI'NDAN BİR SALI GÜNÜ Hiçbir şey bilmiyoruz.
Tabiatımız hakkındaki
cehaletimiz kati.
Şu solucanın varlığı hakkındaki cehaletimizin
katiyeti kadar.
İkimiz de bir muammayız.
Ve bunun aksini söyleyen, dünyadaki
cühelanın en cahilidir.
Ve bunun aksini söyleyen, dünyadaki
cühelanın en cahilidir.
İnanmıyorum!
Eddy'nin Pantalonları'ndan biri.
- Kaç gün oldu, dört mü?
- Evet, bugün Perşembe.
Senin ihtiyar gebermiştir
şimdiye.
Pazartesi'ye kadar ancak
dayanmıştır.
Annenden fırça yiyeceğiz.
Canım sıkılıyor.
Bu hiç adil değil.
Eminim, o kancık, babamın
vasiyetini değiştirecektir.
Bizimle paylaşmaz.
Ufak bir işkence onun kararını
değiştirir.
Cezayir'de teğmenlik yaptığım
sıralar bize birkaç numara öğretmişlerdi.
Buraya doğru gelen bir kamyon
var mı?
Çabuk ol, çabuk!
Pantolonu çıkarıp yola uzan!
Dizlerini kaldır!
İyice açsana bacaklarını, salak!
Oinville'e gidiyor musunuz?
- Alıyor mu?
- Evet ama konserinde ona yardım
edeceğiz, yardımcısı bir kuşla kaçmış çünkü.
MÜZİKLİ OYUN MÜZİKLİ OYUN OYUN MÜZİKLİ
OYUN İki tarz müzik vardır: Dinlenecek müzik, dinlenmeyecek müzik.
Mozart'ı dinlersiniz en
nihayetinde.
Garibin günümüzde alacağı telifi
bir düşünsenize.
Dinlemeyeceğiniz müzikse; modern
müzik, ciddi müzik olarak tanımlanabilir.
Konser salonuna gitmezsiniz.
Sahici modern müzikse;
paradoksal olarak Mozart ezgilerine dayanmaktadır.
Mozart'tan nağmeler duyarsınız.
Dario Moreno'da, The Beatles'ta,
The Rolling Stones'ta duyabilirsiniz.
Özünde Mozart'ın armonisini
içermektedir.
O halde, "modern ciddi
müzik" başka bir şeyin arayışındadır.
Sonuç olarak, muhtemelen sanat
tarihinin en büyük felaketidir.
Sonata devam edeyim, bu konuşma
sizi sıkıyor belli ki.
Hayır, baştan başlayayım.
En iyisi baştan başlayayım.
Şu zarafete bakın!
Olağanüstü!
Bir düşünün.
Zavallı öldüğünde çöplüğün
tekine atılmış, sanki bir köpek gibi.
O melodik hassasiyeti düşününce ne
kadar da üzücü.
Unutmayın, ne mutlu ki tüm
Viyana onun cenazesine katılmış.
Çıkan bir kar fırtınası onları
püskürtmüş.
Köpek sürüsü gibilermiş.
Hayal bile edemezsiniz.
Nerede kalmıştım, küçüğüm?
Orası değil, burasıydı.
Bilmelisin.
İyi çaldığımı zannetmeyin, iyi
değilim zira.
Harikulâde Schnabel'i savaş
öncesi dinlediyseniz.
Benim ustamdı, vefat etti.
Piyanist diye ona derler, bense
boktan çalıyorum.
Domuzun tekiyim ben.
Mazur görün.
Şayet onu dinlediyseniz mucizevi
bir şarkıydı.
Nadiren de olsa Mozart'a
sataşırdı.
Şöyle demiştir: Mozart yeni
başlayanlar ve küçükler için çok kolay, virtüözler içinse çok zordur.
Şu sıçtığımın sigarası yüzünden yanlış
nota basıyorum.
4 PERŞEMBELİ HAFTA Şuradan düz
gidin.
- Hoşçakalın, teşekkürler.
- Teşekkürler.
Sıra sende.
'DEN UZAKTA BİR CUMA Ne yapıyor
bunlar?
Yapımda çalışan İtalyan
aktörlermiş.
ROBİNSON VE MANTES LA JOLIE'DEN UZAK
BİR CUMA Geliyor musun?
Bıktım artık!
Filmde misiniz gerçek hayatta mı?
- Filmde.
- Filmde mi?
Fazla yalancısınız.
Gel hadi.
Eninde sonunda yolu buluruz.
Hayır, artık yetti.
Uykusuzluktan geberiyorum.
Geber o zaman!
- Ateşiniz var mı?
- Yok.
- Burada bir yavru yatıyor.
- E, ne olmuş?
Sizin yavrunuz mu?
İmdat!
İmdat!
Oinville'e mi gidiyorsunuz?
Hangisini tercih edersiniz; Mao'nun
sikini mi yoksa Johnson'unkini mi?
Elbette ki Johnson'unki.
Devam et, Jean.
Faşist herif seni!
Allah belanızı versin, belanızı!
Allah belanızı versin!
Oinville'e mi?
FOOTİT VE ÇİKOLATA - İlk kim
saldırdı: İsrail mi Mısır mı?
- Yere batası Mısırlılar.
Kara cahil sen de!
Sıra sende.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Sıra sende.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
- Oinville'e mi gidiyorsunuz?
- Evet, atlayın.
- Siktir!
- Dikkat et!
Bacaklarını kapat.
Hadi!
Sadece bir lokma.
Biraz daha lütfen.
Benim sandviçime kıyasla o
parça, A.
B.
D.
'nin kendi bütçesinden Kongo'ya verdiğiyle aynı oranda.
- Tabii, tabii.
Roland, bana yardım et!
Beyefendi, karnım aç.
Öpün beni!
Öpün beni!
Yetmedi mi be!
Büyük petrol şirketlerinin Cezayir'e
uyguladığı kanunu uyguluyorum.
Ne kanunuymuş o?
"Önce sik sonra vur kıçına!
" kanunu.
3.
DÜNYA Siyahi arkadaşım kendi
düşüncelerini söyleyecek.
Günümüzde Afrika'daki iyimserlik
doğanın kudretinden doğan ve Afrikalılar'a faydası dokunan bir iyimserlik
değildir.
Bu iyimserlik, orayı müşahade
altında tutan kıdemli zalimin daha insancıl veya daha müşfik davranmasından kaynaklanmamaktadır.
Afrika'daki iyimserlik devrimci,
politik/askeri hareketin doğrudan sonucudur.
Genelde her ikisi aynı anda.
Afrikalı kitleler.
İnsanlığın çok büyük bir kesimi patlak
veren bir ideoloji sayesinde tepeden tırnağa sallandı.
Nazizm, eski çağlardan kalan
işkence ve soykırım yöntemlerini yeniden canlandırdı.
Nazizm tehlikesiyle gözleri
derhal korkan ülkeler ittifak oluşturdular ve sadece işgal edilen topraklarını
kurtarmak için değil aynı zamanda Nazizm'in belini kırmak ve musibetin çıktığı
deliği kapatmak için aralarında anlaştılar.
Tepeden inme tüm rejimleri yok
edeceklerdi.
Afrikalılar'ın hatırlaması
gereken; onlar da bir tür Nazizm ile yaşadılar.
Bir tür sömürü, maddi ve manevi
likidasyon.
Fransa, İngiltere ve Güney
Afrika'nın bilinçli ve istemli dahiliyetleri yüzünden bu belaya meydan
okunmalıdır hemen, ne zamanki bu bela Afrika'yı terk edene dek.
Biz, Afrikalılar bir asırdır
diyoruz ki; iki yüz milyon Afrikalı'nın yaşam değeri çok ucuz ve kabul edilemez
bir şekilde sürekli ölümle anılıyor.
Biz şunu diyoruz;
Emperyalistlerin iyi niyetine güvenmek zorunda değiliz.
Ancak, metanet ve mücadelecilik
ile kılıç kuşanmak zorundayız.
Zaruri kaynakların mekanize
gelişimi Afrika'yı özgür kılmayacaktır.
Daimi bir özgürlüğün
diyalektiğini başlatmak Afrikalılar'ın ellerinde ve beyinlerindedir.
Ancak bu şartlar altında iyimser
olabiliriz.
Arap kardeşim benim adıma
konuşacak.
Cehennemin dibinde aradığınız özgürlüğümüzün
saati geldi.
Sakin ve barışsever insanları bulmayı
dileme zamanı.
Acıya dayanıklı ve fakat zorbalıktan
da uzak insanları.
Benim aradığım bu değil.
Bir siyahın hürriyetinin,
beyazın hürriyetine eşit olduğunu savunuyorum.
Siyah adamın kendi özgürlüğünü
kazanmak için diğerlerinin yapacakları her şeyi yapma hakkı olduğunu
savunuyorum.
Sizin ve benim kazanacağımız
özgürlük asla barışçıl, sabırlı ve sevgi dolu yollardan olmayacaktır.
Özgür olmayı hak edenlerin; kendi
hayatını feda edebilecek ve başkalarını öldürebilecek kişiler olduklarını ve
sizinle benim de onları örnek almaya hazır olduğumuzu tüm dünyaya anlatana
kadar özgürlüğümüze kavuşamayız.
Biz, Siyahlar Amerika'yla ve
onun dostlarıyla savaştayız.
Ama onlarla adilce dövüşemeyiz.
Topumuz tüfeğimiz yok.
Zaten silahlarımız olsaydı bile onları
kullanmasını bilmezdik.
Üstüne üstlük, sayıca
azınlıktayız.
İster istemez gerilla savaşını
seçmek zorundayız.
Bizim açımızdan daha avantajlı ve
uygulaması kolay bir taktik.
Ülkelerin stratejik noktalarını
hedef alırız: Fabrikaları, tarlaları, beyazların evlerini.
Tek el ateş etmeden ve hiç zarar
görmeden kolaylıkla kundaklayabilir ve yakabiliriz.
Mesela; telefon hatlarını, tren
yollarını, havaalanlarını, elektrik ve elektronik tesisatlarını patlatabiliriz.
Garp'ın tüm şehirlerinde yaşam elektronik
sistemlere tâbidir, o sistem felç olursa şehir de felç olur.
Şehir şehir Garp'ı dizlerinin
üzerine çöktüreceğiz ekonomik yönden çökerteceğiz.
Aynı zamanda kanlı eylemlerde de
bulunacağız.
Bize ilham veren Vietkong
gerilla tekniğini laf olsun diye çalışmadık.
Vietnam'da beyaz Amerika için
çarpışan siyah dostlarımız modern gerilla teknikleri konusunda çok değerli
dersler çıkartmışlardır.
Aramıza geri döndüklerinde son
derece faydalı olacaklardır.
Öldürmekten çekinmeyen askerler olarak
değil, gerilla ustaları olarak.
Pek tabii, kanlı eylemler için akıllardaki
asıl soru silahlardır.
Ancak tüm siyahların evinde ya
bir tüfek ya da bir altıpatlar vardır.
Molotof kokteylini yapmak da basittir
zaten.
Öte yandan, gerekli silahları
edinmek için bildiğimiz yollar vardır.
Daha fazlasını söyleyemem ama
bildiğimiz yollar var.
GARP "Medenileşmek"
toplumun bir sınıfına, çelişkili bir gerçekliğe müdahil olmak demektir.
Gelişen üretim güçlerinin, insandan
insana gelişen kas gücüne gereksinim duyduğu bir sınıf.
Kölelik, serflik, ücretlilik.
Medeniyetin üç büyük döneminde karakterize
edilmiş esaretin farklı üç hali.
Engels'e göre; sosyal toplum
anlayışı ve sınıflar arası bağların oluşması Batı tarihinde Yunanlılar ile
başlar ve Endüstriyel Kapitalizm ile sonlanır.
Şu üç öğe; özel mülkiyet, tek
eşlilik ve devlet bir toplumun potasında eritildiğinde barbarlıktan medeniyete ve
sınıfsız toplumdan sosyal topluma geçiş yapılmış demektir.
Bu noktaların altını çizelim.
Morgan ki; Engels de ondan
faydalanmıştır, klanlardan aşiretlere geçildiğinde insanlığın üst kölelikten ast
barbarlığa geçtiğini söyler.
Ferdi aşiretlerden, aşiret
konfederasyonu olmaya geçildiğinde insanoğlu, ast barbarlıktan vasati konuma
ilerlemiştir.
Vasati konumdan üst
barbarlığaysa aşiret konfederasyonundan militer demokrasiye geçildiğinde
ulaşılmıştır.
Epik Çağ'daki insanlar medeniyete,
sosyal topluma girişin eşiğindelerken kendilerini militer demokrasi içinde örgütlenmiş
buldular.
Kahramanlar devrindeki
Yunanlılar'ın, kralların zamanındaki Romalılar'ın "Gentes" tarafından
boylar ve kavimler boyunca geliştirilen yaşadıkları militer demokrasi gibi.
Aristokrat soylular biraz toprak
kazanmış olsa da, vasiler yavaş yavaş imtiyazlar edinmiş olsalar da bunların
hiçbiri, anayasanın esasi yapısını değiştirmemiştir.
Yunanlılar aşiretten
konfederasyona, oradan da militer demokrasiye geçmişlerdir.
Bu evrim sürecini anlamak için çıkış
noktasını idrak etmek gerekmektedir.
"Gens" topluluğu.
Engels, Morgan'ı takiben Amerikan
"Gens"lerinin el değmemiş "Gens" tipi olduğunu oysa ki;
Greko-Romen tipinin sonradan türetilmiş olduğunu düşünür.
İroquois yerlilerinin ve
bilhassa Seneca yerlilerinin ilk "Gens"ların klasik bir örneği
olduğunu söyler.
Ayrıca, İroquois yerlileri 19.
yüzyıldaki aşiret
konfederasyonuna kadar gelişmiştir.
İroquois'nın analizi, Garp'ın
ilk çağlarını anlamak için çıkış noktası olacaktır.
Bu sırada, Morgan ve Engels'e
göre İroquois konfederasyonu Amerikan Yerlileri'nden çıkan en gelişmiş sosyal
örgüt değildir.
Böylelikle; Kolomb-öncesi büyük
medeniyetler: İnkalar, Mayalar, Aztekler özerklik devirlerini, Yunanlılar'ın
kahramanlık çağını bitirdikleri dönemde tamamlamış ve sosyal toplum dönemine
başlamışlardır.
Siktir!
Dur, dur!
Kaldır kıçını hadi!
- Oinville'e geldik!
Yıkanacağım!
- Önce ben!
HAFTA SONU Önce ben!
HAFTA SONU Baban öldüğünde
burada bulunmamamız bizim hatamız değildi.
- Tam olarak ne söyledi?
- Yarı yarıya paylaşmayacak.
Tüm bu zahmet bir hiç içinmiş.
- Bu kitap nedir?
- Bana ödünç verdi.
"Hipopotam yaşarmış bir
yerlerde.
Ormanlar Kralı'nı bulmaya gitmiş.
" "Suda yaşamak için onun iznini istemiş.
" Bu iş böyle gitmez!
"Kral onu terslemiş.
Hipopotam sormuş nedenini kızgınlıkla.
" "Çünkü canavardan farkın yok, diye yanıtlamış Kral.
" Garanti ederim, bu iş böyle gitmez.
"Bütün hayvanları ve
balıkları yersin.
" "Hayır, diye çıkışmış Hipopotam.
Bir tanesini bile yemem, yemin
ederim.
" "Böylesi bir canavara kim inanır, demiş Kral.
" Böyle gelmiş böyle gitmez, Roland.
"Hipopotam içinden düşünmüş
ve nihayet konuşmuş:" "Size bir teklifim var.
Suda yaşamama izin verirseniz her
sıçışımda kuyruğumu kaldırıp hiçbir kılçık olmadığını gösteririm.
" "Kral bu anlaşmayı makul bulmuş.
" "Ve Hipopotam'ın suda yaşamasına izin vermiş.
" HAYATI Corinne, Roland, çabuk olun!
"Bu yaratık gün içinde çok
farklıymış.
" "Gece onun çirkinliğini, patlak gözlerini, devasa ağzını
gizler, şekilsiz cüssesini, ince bacaklarını ve manasız kuyruğunu saklarmış.
" "Belki de Hipopotam'ın gördüğü manzara, Güzellik'in geldiği
son noktaymış.
" TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT "Ama ben bir hipopotam
değilim.
" "Ben onu dünyanın en çirkin yaratığı olarak tasavvur
ediyorum.
" TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT Dinlesene beni, Roland!
ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM EVRENDE
BAŞIBOŞ DOLANAN BİR FİLM ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM EVRENDE BAŞIBOŞ DOLANAN BİR
FİLM ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM " bu kadar iğrenç bir hayvana yeterince
dayanamam şayet ki; bu hayvanın, en rezil öğesi olması gerçeği üzerine kurulu
ortak yaşamı kölesel bir şekilde kabul etmeye inandırılmazsam.
" - Bak bana Roland, bir şeyler düşünmeliyiz.
- Düşünmeliyiz, düşünmeliyiz,
düşünmeliyiz!
TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT Mösyö
Flaubert!
Bir tavşan bulun!
- 60'a 40, güzelim?
- Söz konusu değil!
- 70'e 30?
- Söz konusu değil!
- 80'e 20?
- Hayır, söz konusu değil!
Yapmayın ama, anlayış gösterin.
90'a 10?
Olmaz ki ama!
Elimize sadece 5 milyon geçiyor.
Mümkünatı yok!
- Ne yapacağız?
- Doktor Petiot'nun yaptığı gibi
yapsak?
Olmaz, komşular dumanı görür.
- Doktor Goudron ve Profesör
Plume yöntemi var.
- Olmaz.
- Arabanın bagajına atalım?
- Dönüş yolunda bir kaza yeri
buluruz.
- Parçalara ayırırız.
- Arabayı da kül olana dek
yakarız.
Harika!
- Mükemmel bir plan.
- Biz mutlu yaşarız.
50 milyonla beraber!
- Seni seviyorum.
- Ben de.
Her tarafına benzin döktüm.
- Beni bekle, eşek herif!
- Çabuk ol!
Versailles'a buradan mı
gidiliyor?
Neler oluyor?
Yves, araba!
Claude, yemek!
Hatunla siz ikiniz, yere!
Yat yere, babalık!
Herkes sessiz olsun!
Acele et, Yves!
Yat yere!
Babalık, yat yere!
- Ne tatlı bir yer!
- Sessiz ol!
- Paramız var.
Söyledik size.
- Sessiz ol!
Dinler misiniz bir saniye?
Deli misiniz siz?
Bankada 50 milyonum var diyorum!
Bizimle gelin, yarısını size
verelim.
Buldun mu yani?
Sağolasın.
Ne yapıyorsun, Gérald?
- O kim?
- Bir arkadaş.
Etiyopya Savaşı'nda birlikte
çarpıştık.
- Nelerimiz var?
- İki orta yaş, bir genç kız.
Göreceksin.
Ernest'e.
Yemeden önce düzebilirsin, eğer
istersen.
SEINE-ET-OISE'IN KURTULUŞ
CEPHESİ Potemkin Zırhlısı, Çöl Aslanı'nı arıyor.
Cevap ver, Çöl Aslanı!
Burası Çöl Aslanı.
Sizi dinliyoruz Potemkin
Zırhlısı.
Burası Çöl Aslanı.
Sizi dinliyoruz Potemkin
Zırhlısı!
1964'te Trocadero Köprüsü'nün
altı.
Hava inanılmaz soğuk.
Ünlü 1964 kışını bir
hatırlasanıza!
Alphonsine'in elleri buz
tutmuştu.
Isınmak için benim alete sarıldı
ve sıvazlamaya başladı.
Hava o kadar soğuktu ki, her şey
donmuştu.
Alphonsine şöyle söyledi: "Aletin
amma da kocamanmış!
" Ben de ona dedim ki: "Hayır, gerizekalı.
Sıçıyorum.
" TOTEM VE TABU TOTEM VE TABU Hırka!
Hadi!
Etek!
Çabuk, çabuk!
Dizlerinin üstüne!
Sütyen!
Külot!
Hazır ve nazır!
Yat yere!
TOTEM VE TABU TOTEM VE TABU Balık!
AĞUSTOS IŞIĞI Gidiyorlar.
30 saniye içinde başlıyoruz.
Yok, yok!
Çabuk, hadi!
Yürü!
THERMIDOR - Bağırsaklarını niye
çıkardınız?
- Çünkü en iyisi öyle olur!
Korkunç bir şey bu.
Burjuvazinin korkunçluğu bunun
korkunçluğunu aşar.
EYLÜL KATLİAMI EYLÜL KATLİAMI PLUVİÔSE
- İyi misiniz, Matmazel Gide?
- İyiyim.
Birazcık da siyah eklersen çok
güzel olacak.
Biraz turuncu.
Johnny Guitar Gösta Berling'i
arıyor!
Johnny Guitar Gösta Berling'i
arıyor!
Cevap ver Gösta Berling!
Johnny Guitar Gösta Berling'i
arıyor!
Cevap ver!
Burası Gösta Berling.
Sizi dinliyorum, Johnny Guitar.
Tamam!
EKİM LİSANI Şunu ifade etmek
isterim ki; EKİM LİSANI duygusuz bir ses tonuyla aşağıdaki ciddi ve sıkıcı
satırları okuyacağım.
Sözlerimi dikkatlice dinleyin.
Çarpık hayal güçlerinizdeki
yaratacakları acı dolu etkilere hazırlıklı olun.
Sakın ola sanmayın; alnıma henüz
yazılmamış ecel yüzünden ben ölmek üzereyim.
Ruhu bedenden ayrılmakta olan, can
veren bir kuğuyla beni karıştırmayın.
Size yüzünü dönmüş olan beni bir
canavar olarak görün ki; daha çirkin olan ruhuma bakmamış olun.
Bu arada, ben bir katil değilim.
Bu kadar konuşmak yeter!
Ah kadim Okyanus!
Verdiğin ilk intiba bir kederin
iç çekişidir.
Çarpık ruhlar arasında
dalgalanıp silinmez izler bırakan o tatlı meltemin gibi.
Aşıkların, İnsanoğlu'nun
kendisini bazen habersizce terk etmeyen ıstırabın vahşi uyanışını hatırlasınlar.
Selam olsun sana, kadim Okyanus!
Bana göre, insan kendi
güzelliğine sırf kibirinden dolayı inanmaktadır ve aslında güzel olmadığından kuşkulanmaktadır.
Neden?
Öteki türlü, niye kendi simasını
bu kadar hor görsün?
Selam olsun sana, kadim Okyanus!
Ey Okyanus, kendi kendime
sorarım çoğu zaman hangisine inanmak daha kolaydır diye: Okyanus'un derinliğine
mi, insandaki yüreğin derinliğine mi?
Okyanus ne kadar derin olursa
olsun insan yüreğinin derinliğiyle mukayese kabul etmez, diye düşünürüm.
Felsefe'nin daha alacak çok yolu
var.
Selam olsun sana, kadim Okyanus!
Kadim Okyanus!
Esrarengiz, karanlık
derinliklerinden çekersin dalgalarını o sual olunmaz ebedi gücünle.
Heybetli maneviyatın, bitmeyen
suretin Felsefe'nin imgeleri, bir kadının sevgisi, bir kuşun tapılası
güzelliğine benzer.
Cevap ver bana, kadim Okyanus; benim
ağabeyim olur musun?
Saklı kaderini bilmem, seninle ilgili
her şeydir benim ilgimi çeken.
Şeytan'ın makamında mısın?
Anlat bana, Okyanus; bana
anlatmak zorundasın.
Zira, insana bu kadar yakın olan
o cehennemi bilmekten memnuniyet duyarım.
O halde, seni bir kez daha
selamlıyor ve sana elveda diyorum.
Kadim Okyanus, devam etmeye
takatim kalmadı.
İnsanın gaddar dünyasına dönme
zamanının geldiğini hissediyorum.
Bize büyük bir güç, dünyevi
görevimizi ve kaderimizi yerine getirmek için akıl ver!
Selam olsun sana, kadim Okyanus!
İyi misin?
- Yalvarırım.
- Kapa çeneni!
- Beni bırakmayın.
Sizinle geleyim.
- Çok geç.
- Beni bekleme.
Hoşçakal, Valérie.
- Hoşçakal, Isabel.
ARİZONA JULES ARİZONA JULES Bir
anlasan Nasıl mesut ederdin beni Seni Terk ediyorum bu gece Her şey bitmiş Gibi
görünmesi ne acı Başkaları halinden memnun ama Kalbim yaralı Gülümse yine de Bu
acıya kayıtsız kal ama Son sözler Yazılmak zorunda Kötü sonla Bitene kadar
roman UYUMSUZLUK UYUMSUZLUK UYUMSUZLUK VENDé MİAİRE Bir kurbağaya basıp ayağın
kayarsa tiksinme duygusu yaşarsın.
Ama bir insanın tenini hafifçe
sıyırıp geçersen parmağındaki deriler, çekiçle dövülmüş mikanın pulları gibi
kesilir.
Öyle mi?
Evet.
Nasıl ki, öldükten sonra
köpekbalığının kalbi bir saat çarpmaya devam ediyorsa bizim bağırsaklarımız da aşk
yaptıktan sonra titremeye devam eder.
Niye peki?
Anlamadım.
Çünkü insan da hemcinslerinin korkularını
ziyadesiyle solumaktadır.
Belki de bu dediklerimde
yanılıyorumdur ama belki de yanılmıyorumdur.
İnsanın tuhaf karakteri üzerinde
uzun uzun düşünüp küstahça bakan gözlerden daha berbat bir hastalık olduğuna
karar verdim.
Ama hâlâ aramaktayım.
Evet, Ernest?
- Fena değil.
- Öyledir.
İngiliz turistlerden arta
kalanlarla domuz etini karıştırdı.
- Rolls-Royce'takiler mi?
- Evet.
İçinde, kocandan da biraz olacak.
Sonra bir parça daha alacağım,
Ernest.
SON ||| SON KONT ||| SON SİNEMAT
||| SON SİNEMATOGRAFİK KONTROL DAMGASI |||||
ADİEU AU LANGAGE
Bu eksik hayal gücü gerçekte düşünülmeyen, kirlenmiş
düşüncelere sığınmaktadır.
Bugüne kadar en iyisi bu seferdi.
Tecrübelerimiz değil ama sessiz azmimizle onları
gücendirdik.
Afrika hakkında bir
kavram üretmek mümkün müdür?
Solzhenitsyn'in
romanının bir altyazısı vardır.
Google'da araştırmaya
gerek yok.
Solzhenitsyn hepsini
tek başına buldu.
"Edebi
Soruşturma Deneyi".
Ne işe yarar?
Anlamıyorum.
Başparmak.
Ne işe yarar?
Daha önce ne yaptı?
Bu yüzden küçük
başparmaktır.
Bu koymanın bir yolu.
- Ve izleri
işaretlemek için mi?
- Çakıl Taşları.
Ogre nerede?
Şunu gördün mü?
"Edebi
Soruşturma Deneyi".
Sınav zamanı.
Ogre elimizden tuttu.
Hepimizin elindne
tuttu.
1993'te, bir Rus,
Zworykin televizyonu icat etti.
1933 bir şeyler
anımsatıyor mu?
Hitler demokratik
olarak seçilmişti.
Ben şüpheliyim.
Hitler'in söylediği
her şeyi o gerçekleştirdi.
Silah zoruyla
fethedilen bir kişinin politik olarak fethini yönetmek için silah kullanması
ilk defa olmuyor.
Örneğin Devrim
orduları fethedilmişti.
Ancak, onlar bütün
Avrupa'ya Cumhuriyet fikrini taşıdılar.
Ne yazık ki, Potsdam
müttefiklerini ilan etti Savaşı
getirdiğimiz gibi barışı da getireceğiz.
Şimdi ne görüyoruz?
Devlete mutlak güç
veriliyor.
1945, Jacques Ellul
Hepsinin olacağını görmüştü.
Neredeyse.
Atomik güç.
Reklamcılık.
Devlet hepsini alır.
Nanoteknolojiler.
Terörizm.
Bu Hitler'in ikinci
zaferiydi.
Devlet'in her şeyi
yapmasına alışmıştık ve ne zaman bir sorun olsa
Devlet'i suçlardık.
İşsizlik.
Bütün ulusun hayatını
sorumluluğuymuş gibi almasını istedik.
Tepki göstermek şu
anlama gelir ekonomik politikaya karşı polise karşı refaha karşı tepkimiz
olmasıdır.
Tüm ulusun bize karşı
ayaklandığını görüyoruz.
Aslında, Hitler bir
şey icat etmedi.
Uzun bir gelenek bu
krize yol açtı.
Machiavelli,
Richelieu, Bismarck.
Ve Terör, Alain?
1993'te terör boyunca
Medeni Kanun sözleşmesi üretildi yeni takvim, ondalık sistem Hitler'in zaferi,
çocuklar.
Çelik üretimi devlet
muhasebesi Müzik Konservatuarı.
Bayım, Afrika
hakkında bir kavram üretmek mümkün müdür?
Kendi şiddetini
reddeden yasa, aldatmacadır.
Bir devlet aygıtına
dönüşmeyi reddeden yasa, aldatmacadır.
Kendi kendini
meşrulaştıran yasa, iki kez aldatmacadır.
Bence ilkel
toplumlarda durum böyle değildi.
Peki ya savaş
boyunca?
Bu bir savaş, ama
Devlete karşı toplum var.
Umurumda değil.
Emrinizdeyim.
Son geldiğinde, ben
yaşamalıyım.
Ve bu kolay değil.
Ağız kapanıyor
Zaman artık dümdüz gitme zamanı.
Görüntüyü ben yaptım.
Neler oluyor?
Bu dünyanın sonu mu?
Başka bir Dünya'nın
ortaya çıkışı mı?
Net bir ismi olmaması
durumunda ne olur peki?
Veda etmeye geldik.
Amerika'dan mı
ayrılıyorsunuz?
- Ucuz bir şeyler var
mı?
- Sadece biraz
felsefe.
Onlara felsefenin ne
olduğunu söyle.
Felsefe bir varlıktır
kalbinde kendi varlığının sorusu olan bu ölçüde kendisinden başka varlık
varsayılan bir varlıktır.
Avrupa'da mutluluğun
yeni bir düşünce olduğunu düşünmüyor musun?
Ben Afrika'lıyım.
İyi şanslar! - Tekrar
merhaba.
- Polisi arayacağım.
O hasta.
Sadece bir soru.
Tatil zamanı.
Eylül ayında tekrar
başlayacağız.
İki soru.
Toplum işsizlikle
mücadele anlamına gelen cinayeti kabul etmeye istekli midir?
İkinci soru.
Bir fikir ile bir
metafor arasındaki fark nedir?
Trendeki Atinalılara
sor.
İç deneyim genel
olarak toplum tarafından özellikle istenerek artık yasaklanmış halde.
Cinayetten bahsettin.
Günümüzde cinayet
olmanın görüntüleri nelerdir?
Günümüz garip bir
canavar.
Umurumda değil.
Gerçeği al.
Plato güzelliğin,
gerçeğin ihtişamı olduğunu söyler.
Şimdilerde bir fikir
var.
Gerçeğin
metaforu Bak.
Bir çocuk zarla
oynuyor.
Emrinizdeyim.
Bir kızmı bir kadın
mı?
Göreceksin.
Hiç onun değiştiği
gibi yapmayı beceremedim.
Onunla ilk tanıştığın
zaman neredeydi?
Kinshasa'da.
Nehirde bir kıvrımda.
Bu bana bir şeyler
hatırlattı.
Bir kitabın başlığı.
Nobel Edebiyat ödülü.
Resim için Nobel olmamıştı.
Ya da müzik.
Hangi bankada
çalışmıştı?
Ne yazık ki.
Burada kalmamalısın.
Bu tehlikeli.
Ben korkmuyorum.
Bugün herkes
korkuyor.
Chikawa kabilesinin
Apaçi yerlileri dünyaya Orman derler.
Bu sabah bir rüya.
Her bir kişi
diğerinin hayalperest olduğunu düşünür.
Bir kadın zarar
veremez.
O, sizi rahatsız
edebilir, sizi öldürebilir, artık.
Sizin hepinizin
mutlulukları beni iğrendiriyor.
Bu hayatı ne pahasına
olursa olsun sevmeliyiz Başka bir şey
için buradayım.
Hayır demek için
buradayım.
Ve ölmek için.
Ben de gitmeliyim.
Acele et! Buna
eşitlik diyemezsin.
Rodin'in heykeli,
düşünen adam Bunu biliyor musun?
Bilemiyorum.
Eşitlik görüntüsü.
Bir fonksiyon, bir
pozisyon.
Zaman ve mekana ait
herkes eşitliğin yalnızca yapıtaşından bir tanesidir.
Çünkü bu durumda
herkesin düşüncesinin yerini kıçları aldı.
Sen gençsin.
Güzelliğinin ve
gücünün zirvesindesin.
Öleceğim.
Senden ayrılmak
istemiyorum.
Seni geri kazanmak
istemiyorum.
Hiçbir şey
istemiyorum.
Dizlerimin üzerine
çöktüm, yenildim.
Hiçbir şey
konuşmuyoruz.
Bana zarar verdin ve
rahatsız ettin.
Sana bunu da
söylemiştim.
Birbirimizi artık
sevmiyoruz birbirimizi hiç sevmedik.
Efsaneler
anlatılırken, suya batırılan kahramanın doğumu rüyalara tezahür eden
temsillerine benzerdir.
Bir şey duyamıyorum.
Onun öldüğünü
söylüyor.
O zaman bırak ölsün.
2030 yıldan beri
evrensel hayvan hakları beyannamesi yayınlanmış haldedir.
On adet makale
içerir.
1789'dan 200 yıl
sonra hazırlanmıştır.
Başkasının gözlerinde
kilitli olan birisinin hiçkimse özgür biçimde düşünemez.
Bakışlar
kilitlendikçe ikimiz diye bir şey olmayacaktır.
Yalnız kalmak
zorlaşıyor.
Kör olan hayvanlar
değil.
Vicdan tarafından kör
edilen insanlar dünyayı görme yeteneğinden yoksundur.
Rilke'in yazdığı,
dışarıda olan sadece bir hayvanın bakışları üzerinden bilinebilir.
Ve Darwin, Buff'ı
gerekçe göstererek yaşayan canlılar içinde sizi kendisinden daha çok seven tek
canlının köpek olduğunu savunuyor.
Tanrı'nın gölgesi.
Kendi erkeğini seven
bir kadın olmaz mı?
Varoluştan beri
herkes Tanrı'yı durdurabilir, ama kimse bunu yapmaz.
Üzgünüm.
Bu noktada dile gelen
bir hikaye bile yok.
Onların birlikte
olmasının nedeni onlar tersini iddia etseler bile onların herhangi bir
geleceğinin olmamasıdır.
Onlar kasvetli bir
bölgeye girdiler.
Bak.
Hadi, çık! Hoş
görünüyor.
Bu bize iyi gelecek.
Burada uzun süredir
yaşıyor musun?
Neden
"uzun"?
Burada
"yeteri" kadar yaşıyor musun.
Yüz yüze olmanın dili
icat edilirse Sağ ve sol icat edilmişti
ancak alt üst edilmedi.
Neden?
Gaz odasına
girdiğinde bir çocuk annesine "Neden" diye sordu.
Bir SS subayı
bağırdı Nedenler yok!
Laurent-Schwarz-Dirac eğrisi eğitimini hatırlıyorum.
Her noktada
sonsuzluk, bir tanesi hariç, sıfır.
Ya da tam tersi.
İki harika icat
sonsuzluk ve sıfır.
Hayır.
Seks ve ölüm.
Sadece özgür
varlıklar birbirlerine yabancı olabilirler.
Onlar özgürlüğü
paylaştılar ama bu onları ayıran şey.
Dört yıl önce, beni
bıçakladın.
Sen unutuldun.
Seninle konuşabilmem
için bir şey yap.
Ne yapmalıyım?
Beni duyduğuna ikna
et.
Zar zor bir kelime
söyleyeceğim.
Ben dildeki
yoksulluğu arıyorum.
Nereye gidiyorsun
lan?
Sana göstereceğim.
O bizleri alçakgönüllü
yapamazdı.
Kim?
Ya da yapamazdı.
Ya da yapamadı.
Bu yüzden o bizleri
aşağıladı.
- Kim?
- Tanrı.
Burada.
Frankenstein'ı
görmeye gideceğiz.
Geri döneceğiz.
Ormanların, tepelerin
vadilerin, sirkinizde soluk benizli, karanlık taburları harmanlandı.
Emrinizdeyim.
- Nereye gidiyorsun?
- Gitmem gereken
yere.
Kinshasa'da bir
gazeteci bana Mao Tse-Tung hakkında bir hikaye anlattı.
89 Devriminin
etkisini sormuştu.
En kısa sürede
bileceğini söyledi.
Rusça'da kamera
hapishane anlamına gelir.
Rus sigaraları
Amerikan sigaralarından daha sağlıklıdır.
Neden öyle?
Çünkü neredeyse hiç
tütün içermiyor.
Rusya Avrupa'nın bir
parçası olmayacak.
Eğer Ruslar Avrupalı
olurlarsa, asla tekrar Rus olamazlar.
Hiç bu açıdan
düşünmemiştim.
Yeşilde yavaşlama
yok.
Geçen yılki formülü
kullan.
Neden buradasın?
Çünkü burada hiç
büyük yok.
Afrika'da neyden
geliyordun?
Sessizlik.
Orada tonlarca ses
var.
Savaş var.
Hayvanlar var.
Sonra, sessizlik
başka bir ülkeye geliyor.
Kapıdalar.
Size konuşuyorlar.
Dille birlikte, bir
şeyler oluyor.
Dünyayla ilişkimiz
konusunda garip bir şey var.
Saf özgürlüğe karşı
hareket ediyor.
Konuyu ben konuşuyorum.
Burada kalmamalıyım.
Nesneyi dinliyorum.
- Her şeyden
vazgeçtin.
- Bir adım daha ileri
götür.
Özgürlüğün
kendisinden vazgeç ve her şey sana geri dönsün.
Bize bir tercüman
gerekli.
Neden böyle dedin?
Yakında herkesin bir
tercümana ihtiyacı olacak.
Sözcüklerin kendi
ağzımızdan geldiğini anlamak için.
- Kocan ne yapıyor?
- Olayları organize
ediyor.
O sadece bir birey.
Benim cevap sıram
değil.
Benden daha iyi
tanıyorsun.
"Emrinizdeyim" derken tam olarak ne
demek istedin?
Artık onların bir
önemi yok.
Söz konusu olan
sonsuzluk çok ciddi.
Basit düşünceler ve
basit bakışlar değil.
Yaz geldi ve sen hâlâ
cevap vermedin.
Orada benim sesim
vardı.
Proleteryayı kralın
şeyleri olarak adlandırmak istiyorum.
Uyum meselesi, o
zaman.
Ne hakkında?
Diğer aşka izin
vermek için.
Hâlâ resim çekiyor
musun?
Bir orman göstermek,
kolaydır.
Ama yakınında bir
orman olan bir odayı göstermek
Böylece yıllar geçti
Hepiniz mutluluklarınızla beni iğrendiriyorsunuz.
Evet buraya hayır
demeye geldim.
Bu sabah bir rüya.
Her biri başkasının
rüya gördüğünü düşünüyor.
Bir kadın zarar
veremez.
Rahatsız edebilir.
Öldürebilir.
Artık değil.
Ben çocukken,
Kızılderilileri oynardık.
Apaçiler benim en
sevdiklerimdi.
Onlar dünyaya orman
diyorlar.
Acele et, beklemek
istemiyorum.
Eşitlik hakkında
konuşuyorum ve sen de her seferinde kıçın hakkında konuşuyorsun.
Çünkü orası eşit
olduğumuz yer.
Neye baktığını
biliyorum.
Evet, bir utanç,
artık orman yok.
Artık savaş yok,
demiştik.
Tanrı'ya dua et,
hepsi affedilir.
Şimdi git.
Giderkenki gibi
gülümsemeye çalış.
Paramparça anılardan
sakın.
Polis geliyor.
Gitmelisin.
Kelimeler.
Onlar hakkında bir
şey duymak istemiyorum.
Doğada çıplaklık yok.
Hayvanlar çıplak
değillerdir, çünkü onlar çıplaktır.
Ben savaş görmüştüm
eğer bitmiş olsaydı herkesin şunu soracağını bilirdim cesetlerle ne yapacağız?
Muhtemelen savaş
sadece onlar için bitti.
Bir filozof
başkalarının varlığından endişelenir işaretlerin devrimci gücünü algılamaktan.
Su onlarla derin,
ciddi bir sesle konuştu.
Böylece Roxy
düşünmeye başladı.
Benimle konuşmaya
çalışıyor çağlar boyunca insanların konuşmaya çalışması gibi.
Dinleyecek kimse
yokken, kendisiyle konuşurdu.
Ama çalışırken daima
yeni birileriyle iletişim kurmaya çalışırdı.
Bazıları nehirden
kesin bir gerçek öğrendi.
Nehir hâlâ sisli bir
rüyada uyuyor.
Onun kendisini
gördüğünden daha iyi görmüyoruz.
Nehir zaten burada.
Ama orada, artık
görünmüyor.
Tüm gördüğümüz
uçurum.
Sis daha ileriyi
görmemizi engelliyor.
Tuval üzerindeki bu
noktada gördüğümüz boya değil, bir şey görmüyoruz ya da göremiyoruz sadece
gördüklerimizi boyalamalıyız.
Ama görmediklerimizi
boyayamayız.
Claude Monet.
Karakterlerden nefret
ederim.
Doğumundan beri başka
biri için yanılıyoruz.
Onu ittiriyoruz, onu
çekiyoruz Onu bir karaktere girmesi için
zorluyoruz.
Yaşamak için ya da
söylemek için.
Evet.
Başka bir seçenek
olmadığını söylüyoruz.
Aynaya bak.
Orada ikisi de var.
Yani dört tanesi.
Aslında
yaptıklarımızı tercüme etmiyor ama henüz yapmadıklarımızı.
- Çocuklarımız
olacak.
- Henüz değil.
Eğer istiyorsan, bir
köpek.
Hâlâ küçük bi çocuk
olduğunu düşün.
Bulut şekillerine
bakardık.
Bir kız olarak Tüm köpekleri görüyorum.
Mavi olarak mı beyaz
mı?
Birlikteyiz, ikisi de
var.
Çocuklara ihtiyacımız
var.
Emin değilim.
Bir köpek, evet! Bu
köpeğin anlattığı bir hikaye.
Ateşler ocağı
yakarken ve kuzey rüzgarı eserken aile ateşin etrafında oturur.
Yavrular dinler ama
tek kelime etmezler.
Ve hikaye bittiğinde
çok soru sorarlar.
İnsan nedir?
Bir şehir nedir?
Savaş nedir?
Başkalarının
düşündüğü şeyleri bilebilirim ama kendi düşündüklerimi bilemem.
Bir şey yap, ben de
konuşabileyim.
Başkasının düşündüğü
şeyleri bilebilirim ama kendi düşündüklerimi bilemem.
Bir şey yap, ben de
konuşabileyim.
Bu tam olmuş çünkü bu
nezaket doğum için gerekli ağrıdır ve dahası, geri gelir zaman zaman onu
sakinleştirir erkekler başkalarıyla samimi olabilir ve hatta kendileri ile
zafer kazandıkları zaman bir karının iyiliği onlara doğru gelir.
Onların irtibat
dolaşımının kalbinde, sürekli olarak gizlice diğerlerine beyan edilmeden veya
farkında olmadan sorularla, soruşturmalarla ortaya çıkan acı verici bir endişe.
Ama bu nezaket
olmadan ortaya çıkmış olamaz.
Onlar hep zamanında
gelmek isterler.
O nereden geliyor?
Onlar birinci olmak
istiyor.
- Bir Alman
matematikçi - Başka bir Alman! Asal
sayılar ile ilgili olarak Riemann her noktanın müzik olduğu bir manzara ile
geldi.
Deniz boyunca sıfır
çizgisi.
Frankenstein'ın
burada doğduğunu hayal edebilirsiniz.
Hayal edebilirsiniz.
1816'ta, Lord Byron
ve Shelley, İngiltere'den kovuldu Cenevre Gölü tarafında sığınak aradılar Mary
Shelley bir korku hikayesi yazmaya başladı.
Bu hikayede trajik
bir taraf yok.
Devlerin kahkahası
olmadan kayıtsız hiçbir detay yok kendi acıklı aşk hikayelerini anlatıyor.
Siz yataktasınız,
profesör.
Siz uyuyorsunuz
sadece rüyada değiliz.
- Bilmiyor musunuz?
- Hayır, bilmiyorum.
Size inanmıyorum.
Aşağı doğru
geliyorum.
Evet, çok derin.
Bence sizin artık
aşağı inmeye başlamanız gerekiyor ve daha sonra yüzeye çıkmanız.
İki sorum var, büyük
olan ve küçük olan.
Derinliğin içine
düzlüğü sığdırma konusunda zor olan nedir?
Acı.
Başka bir dünya.
Bu o.
Derin bir ses
kullanın.
Benim kelimem.
Sen burada ne
yapıyorsun?
Ben çok üzgünüm!
Dışarı! Depresif görünüyor.
Marquesas Adalarının
hayalini kuruyor.
Jack London romanı
gibi.
Kesinlikle.
Marlborough savaş
bıraktı! Ne zaman geri döneceğini bile bilmiyorum!||
« Prev Post
Next Post »