Print Friendly and PDF

Translate

JEAN-LUC GODARD ALT YAZILAR

|

 

choses-que-je-sais-delle 2

ONUN HAKKINDA BİLDİĞİM 2 veya 3 ŞEY O: PARİS ŞEHRİ Ağustos'un 19'unda Paris'in Valiliğinde bir takım sorunlar ortaya çıktı.

 İki gün sonra, Paul Delouvrier Paris'in yeni valisi olarak atandı ve resmi bir bildirge ile yeni yönetim kadrosunu açıkladı.

 O: O bir aktris, Marina Vlady.

 İki sarı şeridi olan mavi bir kazak giyiyor.

 Rus asıllı birisi.

 Saçları altın sarısı veya açık kahverengi, tam olarak emin değilim.

 Evet, doğruyu söylemek gerekirse büyükbaba Brecht söylerdi bunu sanatçılar doğruyu söylemeli diye.

 Şimdi başını sağa çevirdi ama bunun hiçbir önemi yok.

 O: O burada yaşıyor, Juliette Janson.

 Sarı çizgileri olan gece mavisi bir kazak giyiyor.

 Saçları altın sarısı veya açık kahverengi, emin değilim.

 Rus asıllı birisi İki yıl önce Martinique'deydim Tıpkı Simenon romanındaki gibi hangisi olduğunu hatırlamıyorum Ah, evet, Muz Turistleri romanı.

 Bir şekilde geçinmeliyiz Robert sanırım ayda 1100 frank kazanıyor.

 Şimdi başını sola çevirdi ama bunun hiçbir önemi yok.

 Gaullist hükümetin modernleşme reform maskesi altında ana hatlarıyla kapitalizmi içleştirdiği sonucuna varmıştım.

 Aynı zamanda hükümetin sistemleşme ve üniterleşme planının ileride ülkenin ekonomisini yaralayacağı ve bunun sağlam bir karakter hareketi olmadığına karar verdim.

 18 DERSTE ENDÜSTRİYEL TOPLUM Ne yapıyorsun?

 Sadece yere bakıyordum.

 Masaüstünü fark edemiyorum.

 Saygon-Washington Görüşmeleri.

 - Kim konuşuyor?

 - Johnson.

 Johnson mu?

 Ne diyor?

 1965'de, Hanoi'yi görüşmelere zorlamak için büyük bir kederle pilotlarıma Kuzey Vietnam'ı bombalamalarını emrettim.

 Büyük bir bombardımandı ancak Hanoi görüşmeleri reddetti.

 1966'da, yine büyük bir kederle Pilotlarıma Haiphong'u ve Hanoi'yi bombalama emri verdim.

 Bir dinleyeyim.

 Büyük bir bombardımandı ancak Hanoi görüşmeleri reddetti.

 Temmuz 1967'de, hala büyük bir keder duyarak pilotlarıma Çin Nükleer Tesislerini bombalama emri verdim.

 Çok büyük bir bombardımandı, ancak Hanoi yine görüşmeleri reddetti.

 1967'de, Hanoi'i görüşmelere zorlamak için ve yine büyük bir kederle pilotlarıma Pekin'i bombalama emri verdim.

 Çok büyük bir bombardımandı ama Hanoi yine görüşmeleri reddetti.

 Şimdi, füzelerimizi Moskova'ya yönelttik.

 Başkan Johnson diyor ki, Hanoi artık anlamalı sabrımın bir sınırı var.

 Lanet olsun, artık duyamıyorum.

 Ten çorap gibi görünür şekilde tasarlanmış taytlar giymemi ister miydin?

 Elbiseleri daha naif, insanları genç ve ince bacakları daha güzel gösteriyorlar.

 Saçma sapan konuşmayı kes.

 - "Madam Express"de öyle diyor.

 - Onu hiç duymadım.

 Çok geri kafalısın.

 Şimdi de Amerikan Generalleri konuşuyor Vietnam’ı tekrardan taş devrine göndermek istediklerini söylüyorlar.

 Taş, medeniyet ile aynı anlamda, değil mi?

 Mini'ni nasıl alabildin?

 Juliette alabildi, çok iyi bir pazarlık kabiliyeti var.

 Sevgili George Washington, William Pitt'le ne gareziniz vardı?

 AMERİKAN BARIŞI BÜYÜK BOY BEYİN YIKAMA

Bir çeşit gaipten ses gibi bir şeydi.

 Bulaşıkları yıkıyordum ağlamaya başladım.

 Bir ses duydum: "Sen yıkılamazsın" diyordu.

 Ben, bana, kendim, herkes Gerçekten bilemiyorum Çok karışık bir durum.

 Saat kaç gerçekten bilmiyorum.

 Zamanı ayırt edemiyorum.

 - Ben gidiyorum.

 - Roger gidiyor.

 Sözlerimizin anlamlarını bulmaya çalışmıştık oysa çok kolay yanlış anlaşılabiliyordu.

 Şuna kabul etmeliydik ki birisi için olayları sağlama almak pek de kolay bir şey değildi.

 Hiç kuşkusuz, Paris'in planları, hükümetin politikası, sınıf farklılıklarını doğurup, tekelcilerin, sekiz milyon şehir sakininin isteklerini hiçe sayıp ekonomiyi kafalarına göre yontmalarına neden olacaktı.

 Gözler vücut olur sesler ise

Sen hiç rüya görür müsün, anne?

 - Okula geç kalacaksın.

 - Fakat bilmek istiyorum.

 Rüyalarımda büyük bir deliğe doğru çekildiğimi görüyorum.

 Sonrasında binlerce parçaya bölünmüş gibi hissediyorum.

 Önceleri, bir atom bölünmesi olsa bile, geriye bir parça kalacağını biliyordum.

 Şimdi, birkaç parçanın yok olmasından korkuyorum.

 - Dün gece bir rüya gördüm, bilirsin - Anlat bakalım.

 Tek başıma yürüyordum, uçurumun kenarına geldim yol sadece bir kişinin geçebileceği genişlikteydi aniden, iki ikizin karşımdan yürüdüğünü gördüm.

 Nasıl geldiklerini merak ettim.

 Birden bire, ikizlerden birisi diğerinin üstüne yürüdü ve tek bir insan haline geldiler.

 Sonra anladım ki bu iki insan birleşen Kuzey ve Güney Vietnam’dı.

 Anadil nedir anne?

 Anadil, bir adamın yaşadığı evdir.

 DERSİN KONUSU: ENDÜSTRİYEL TOPLUM HAKKINDA İLERLETİLMİŞ DERSLER

Elektrik İdaresi, hanımefendi.

 Elektrik saati nerede?

 Korkarım borcunuz 50 frank.

 Hizmetlerden yararlanmak daha önce karşılaşılmamış bir şey değildi insanlar doğalgaz ile sıcak su kullanırken, fatura hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorlardı.

 Bu parayı kiraya vermek gibi veya televizyon ya da araba ya da tatil olmaksızın yaşamak gibi bir şeydi.

 Başka bir deyişle, günlük rutinlerini değiştirmek gibiydi.

 Yedi dakika daha.

 Size Solange'ı getirdim, Bay Gêrard.

 Bir şey unutmadınız mı?

 Elimden gelen bu ama gelecek hafta karşılayacağım.

 Üç dakika daha.

 Gelebilir miyiz?

 Kısa tutacağım.

 Diğer çocuklarla şuraya git.

 Gel de oyna.

 Haydi bir hikâye okuyalım.

 Mızmız Pouc, bir nehrin kenarında yürüyormuş.

 Bir bakmış, Madam Pelikan yumurtalarının üstüne kuluçkaya yatmış.

 Daima aynı hikaye: Bir modacı gibi eğitilir ve küçük bir firmada işe girer birisi ile tanışır, hamile kalır, terk edilir.

 Bir sonraki sene, başka bir adam, aynı şey.

 Annesinin evinde sürekli öğütler dinler aynı zamanda iki çocuğun nasıl yetiştirileceği konusunda ipuçları da.

 Neyse, gündüzleri işini yapar, geceleri ise fahişelik yapmaya başlar.

 Bir gün iyi bir adam ona aşık olur ve onunla evlenir.

 Bir ev tutarlar.

 Çok pahalıdır tabii ki.

 Üçüncü çocuk da kapıdadır.

 Kocası da ona sokak kenarlarını gösterir.

 Pamuk mu bu?

 Böyle kıyafetleriniz var mı?

 Yedide çıkacağım, sekizde Jean-Claude ile buluşacağım.

 Yemek yiyeceğiz, sonra sinemaya gideceğiz.

 Evet, nasıl konuşacağını biliyorum.

 Birlikte konuşalım.

 "Birlikte" sevdiğim bir kelime.

 Binlerce insan birlikte, belki de tüm şehir.

 Kimse şehrin gelecekte nasıl görüneceğini bilmiyor.

 "Kent"in anlamının cevherinden bir bölümü şüphesiz ki yok olacaktır.

 Şüphesiz ki Belki Şehrin yaratıcı ve şekil verici yönleri başka bir şekil ve kurum tarafından ele geçirilecek.

 Belki Televizyon ve radyo Kelime haznesi ve sözdizimi, bilinçli ve kasten.

 Saat üç olmadan yemek yok.

 Deniz mavisi Shetland kazakları.

 İhtiyaç duyulan yeni bir dil.

 Saat sekizde uyandım.

 Elâ gözlerim var.

 ŞEKLİN PSİKOLOJİSİ

Nasıl yardımcı olabilirim?

 - Bunu deneyebilir miyim?

 - Tabii ki.

 Bu odada biraz mavi, kırmızı ve yeşil var.

 Evet, gayet eminim ki kazağımın rengi mavi.

 Beyaz sana uyacaktır.

 Uzun kollu pamuk kıyafetleri istiyorum.

 Çünkü mavi olduğunu görebiliyorum.

 Peki, ya bir hata yapıp maviye yeşil deseydik?

 Bu hoşmuş, ne zaman kapatıyorsunuz?

 - Yedide.

 - Bunu benim için ayırın.

 Bunu yapamam, şefi görmelisiniz.

 Bunu benim için ayırır mısınız?

 Bankaya gidip geleceğim.

 - Peki, ancak sadece saat altıya kadar.

 - Altıdan önce geleceğim.

 Bu yüzden hislerim sürekli spesifik amaçları ayıklayamıyor.

 Mesela, "tutku"yu.

 Bazen tutkunuzun amacını bilirsiniz, bazen bilemezsiniz.

 Örneğin, bir şeyi özlediğimi hissediyorum ama ne olduğunu bilmiyorum veya hiç endişem olmamasına rağmen, bir şeylerden korkuyorum.

 Spesifik amaçları anlatacak başka bir ifade var mı?

 Ah, evet Olay ve mantık.

 Mesela, bir şeyler beni ağlatır ama gözyaşlarımın nedeni yanaklarımdan süzülen izlerinde değildir.

 Başka bir deyişle bir şey yaptığımda neler olduğunu ve hiçbir şüpheniz olmadan bunu bana neyin yaptırdığını ifade edebilirsiniz.

 Saat altıda döneceğim.

 Şehri eleştiriye çekiyorum, sakinleri ve tahvillerinin arasında tıpkı biyologların belirteceği ırk ve evrim arasında olan ilişki gibi bir ilişki var.

 Anca böyle sosyal patolojinin sorunlarını çözüp yeni şehrin gerçek umutlarına bir yön kazandırabilirim.

 Kendimi tek kelime ile tanımlarsam; "İlgisizlik." Nasılsın?

 Bu sabah geldim.

 Jean-Paul'u bekliyorum.

 Akşama kadar kalacağım.

 Yeni ayakkabılar almışsın.

 Du Sud Otoyolunun yanında büyük bir banliyöde oturuyorum.

 Paris'e ayda iki kere geliyorum.

 Bilirsin, şu büyük beyaz binalar.

 - Bunlar Amerikan ayakkabısı.

 - Vietnamlıları çiğnemek için mi?

 Güney Amerikalıları da çiğnemek için mi?

 Bir görüşmemiz var sanıyorum.

 Teklifimi düşün, sadece yüzde 10 alırım.

 Ne demezsin.

 - Isabelle'i duydun mu?

 - Evet, jilet kesmiş.

 Korkmadın mı?

 Savaş bitiyor, öyle ya da böyle bunu zaten şimdilik yapıyorum.

 İşte Juliette böyle, saat 15.

37'de, önündeki magazin dergisinin dönen sayfalarındaki nesneleri izleyip duruyor.

 İşte böyle, 150 kare sonra, bir başka genç kadında, onun ikizini, aynı nesneyi görecek.

 Nerede?

 Peki, gerçek mi?

 Onun tıpkısının aynısı?

 Aslında, nesne neydi?

 Yoksa birbirimizin arasında gizli bir şey bir nesneden diğerine mi akıyor, bu şekilde mi hayatına devam ediyor ama sosyal ilişkiler en baştan beridir belirsizdir fikirler ayrılıklara yol açabildiği gibi birleştirici de olabilirken kelimeler anlamlarına ve ya yorumlarına göre farklıyken bilinç dünyamı bir sürü boşluğa ayırabilirken nesnel gerçekliğimin, beni diğerlerine temsil etmesi üstelik hem kendimden pişman olurken hem de kendimi masum gibi görmem günlük yaşantımı etkileyen her olay iletişim kurmamı engellerken yaptığım her hata yalnızlığımın farkında olmama neden olurken nesnel yaşantımdan kaçmayı başaramayıp, bilinç dünyamı izole ederken var olabilmenin erdemine ulaşamayıp üstelik hiçliğe doğru da yol alamazken dinlemek zorundayım, etrafıma daha çok bakmalıyım Dünyaya, aileme İkizime.

 Dünya yalnız bugün, kapitalizm bizi savaşla tehdit ederek, işçi kesime kendi doğrularını kabul ettirmiş ve devrimler imkansız hale gelmiş bilimin öngördüğü bilgiler ışığında da geleceğimiz korkunç bir şekilde yaklaşmış gelecek, şimdi zamandan bile yakın hale geldiğinde uzak galaksiler kapımın dibine geldiğinde ailem, ikizim Başlangıç nerede?

 Üstelik başlangıç ne?

 Tanrı Cennet'i ve Dünya'yı yarattı.

 Ancak sadece birisi dilde anlatımın uygunluğu ölçüsünde daha iyi, benim dilimde konuştuğum dünyalar kavramı, benim dünyam, Dünyanın limiti benim, ben bitiririm.

 Ne zaman ölümün bilgisi ve gizemi bu limiti mahvederse zaten ortada soru kalmaz, cevap olmaz, sadece belirsizlik olur.

 Fakat nesneler tekrar birleştiğinde bu sadece rastlantısal bir yeniden doğuş olur.

 Her şey bunun altından çıkıyor.

 Nerede ve ne zaman bilmiyorum ama bir şekilde oluyor işte.

 Tüm gün boyunca aynı hissi yakalamak için uğraştım.

 Ağaçların kokusunu alıyordum.

 Dünyaydım, Dünya da bendi.

 Yeryüzünün gerçekten yüzü var gibiydi.

 Bu sadece Yahudiler için Çünkü burası tek yıldızlı bir otel.

 Soyunurken beni izlemeni istemiyorum.

 - Neden?

 - Öyle işte.

 - Zaten çıplak kalacaksın.

 - Bu farklı.

 HALKBİLİMİNE GİRİŞ

Metro'da çalışıyorum.

 Aşağıdan her gün iki milyon Parisli geçiyor.

 Hiçbirisini göremiyorsun, çünkü polis fotoğraflara izin vermiyor.

 Aynanın böyle durmasında bir mahsur var mı?

 Cinsel ilişki sırasında pasifliğe yatkın olmam hususundan kurtulamıyorum Neden acaba, kadın olduğumdan dolayı bir utanç mı?

 Eğer ben, bununla mutlu olsaydım ya da farksız olsaydım.

 Evet, bazen bunlardan dolayı utanabilirdim.

 Şimdi kendini bacaklarımın arasına koyacak.

 Hareket edersem, kollarımın ağırlığını hissedeceğim.

 Belki de Robert’i terk etmeliyim.

 Dünyada bir yer edinmeyi istemiyor, olduğu gibi kalmayı istiyor.

 Martinique'de de böyleydi.

 - Neden ruj sürüyorsun?

 - Seni ne ilgilendirir?

 - Nasıl istersin?

 - Bilmiyorum.

 - İtalyan işi?

 - O nedir?

 Sen ayakta durursun, ben diz çökerim böylece beni görürsün.

 GÜZELLİK

Aklımca cinsel özgürlüğünü kazanmış bir erkek çok çekici geliyor ama normalde bundan nefret ediyorum.

 Alçakgönüllülük aslında iyi bir şey değil çünkü çok üzücü.

 Utanç hakkında da aynısını söyleyebilirim o da insanların fikir ayrılıklarını engelleyen bir şey.

 Çünkü utanç eylemlerimizi toplumun hassasiyetleri ve genel kabullenişlerine göre sınırlandırıp düzenliyor.

 Yani o da üzücü bir şey.

 Daha da ötesi, kötü bir şey kişiliğini ve hislerini sınırlamana neden oluyor.

 - Böyle ister misin?

 - Kesinlikle hayır.

 Madeleine bölgesinde çalışmam için günlük 30 frank teklif ettiler.

 Anlıyor musun?

 Ben sekreterim.

 İngilizce ve İtalyanca biliyorum.

 Yine de iş vermiyorlar çünkü yaşlandım.

 Daha dün ajansta, "Hayır, sana göre iş yok" dediler.

 Sanat nedir?

 Şeklin biçime dönüşmesidir, ama biçim ise erkektir daha ötesi sanat şekilleri insanlaştırır duvarlara bakıyorum, nesnelere Şimdi Asla Orada!

 Tam baktığım anda!

 Ne bronzluk!

 Neredeydin?

 Rusya'da.

 - Nerede?

 - Sessiz ol, Leningrad'da.

 Rusların nesi hoş?

 Mutlulukları, onun dışında diğer herkes gibiler.

 - Sadece sormuştum - Hemen hepsi köylü.

 Birkaç farklı tip var.

 Duperretleri son zamanlarda gördün mü?

 Onları Gare St.

 Lazare'nin kestirme yolunda görmüştüm.

 Bu doğru sanırım, insanlar birbirlerini tanıyamıyorlar.

 Kırılmış.

 Egzersiz rampasında oldu.

 Nasıl gidiyor?

 Sevişmek gibi değil.

 Yalnız fabrikalarda çalışmaktan iyidir.

 Fabrikada çalışmayı istemezdim.

 Çocuklar nasıl?

 Gerçekte söyleyeceklerimi anlatmak için kelimeler yetmez.

 İyiler ama pek de iyi bakamıyorum.

 Bekliyorum İzliyorum Peki bu?

 Saçım Telefon Marianne telefon sana.

 - Yvonne orada mı?

 - Hayır, hasta.

 Bugün biraz erken çıkabilir miyim?

 Paulette kabul ederse çıkarsın.

 Yolu geçerken çok dikkatli oluyorum.

 Hayatımı sona erdirebilecek bir kazayı daha olmadan düşünmeliyim.

 İşsiz hasta Yaşlı Ölüm Asla düşünmüyorum.

 Geleceğe yönelik hiçbir planım yok, tüm beklentilerim yakın gelecekte.

 Benim adım Paulette Cadjaris.

 Yazman olarak eğitim falan almadım.

 Hayır, geleceğe inanmıyorum.

 Etrafıma bakarım, önümdekilerle uğraşırım.

 Fırsat buldukça okuyorum.

 Evet, insanların karakterlerini öğrenmeye çalışıyorum.

 Yürüyorum, tırmanıyorum bisiklet sürüyorum, sadece eğlence için.

 Sinema mı?

 Ayda iki üç kere gidiyorum, yalnız yazları gitmiyorum.

 Hiç tiyatroya gitmedim, sanırım tiyatroya gitmek yerine okumayı tercih ederim.

 Biyografileri insan yaşantısını öğrenmeyi, onların kişiliklerini işlerini seyahat kitaplarını antik tarihi Bir ağaç gibi.

 Sonra, François ile evlendiğimizde her ne yapıyorsam yapayım hepsi sıradan şeylerdi.

 Söyleyiş ile düşünüş arasında gelişen bir etkileşim var.

 Birisi şunu rahatça söyleyebilir ki, bugün toplum içerisinde yaşamak büyük bir boşluk içerisinde yaşamakla neredeyse aynı.

 Oysa bu söyleyiş, ortadaki düşünüşü tam anlamıyla ifade edemez.

 Örneğin Örneğin, olguları nasıl açıklarsınız?

 Saat 16.

10'da, o öğleden sonra Juliette ve Marianne'ın Juliette'in kocasının çalıştığı garaja gelişlerini, nasıl gösterir veya anlatabilirsiniz?

 Doğru yol, yanlış yol tam olarak neler olduğunu kim söyleyebilir?

 Tabii ki ortada bir Juliette, kocası ve garaj var ancak tüm bunlar imgeleri açıklamak için kullandığımız kelimeler değil mi?

 Yoksa ortada hiçbir şey yok mu?

 Çok yüksek sesle mi konuşuyorum, çok yakından mı bakıyorum?

 Mesela, terk edişler vardır üstelik Juliette Faulkner gibi eroinman olmasa bile bu terk edişler vahşi palmiyeler kadar dramatik kabul edilebilirdi.

 Bir başka kız daha var doğruluğuna hiç kimse şahit olamasa bile.

 Bulutlu bir gökyüzü var, eğer kafamı çevirirsem duvarda da kelimeler var.

 Neden tüm bu tabelalar gerçekliği çizmek yerine hayallerden sökme işler yaparak söyleyişten şüphe duymama neden oluyor.

||

**

choses-que-je-sais-delle 3

İmgelerin içinde, hiçbir şey, en iyi veya en kötü olmuyor.

 Gözlerim mantığımı yok etmeden önce, onarmaya çalışırken nesneler vardı ve onlara insanlardan daha uzun zamandır var oldukları için onlara insanlara gösterdiğimizden daha çok ilgi gösterirsek ölü nesneler belki canlanırdı.

 Yaşayan insanlar çoktan ölmüşler zaten.

 Tekrardan mutlu mesut yaşamak için kendime neden arıyorum.

 Şimdi bu analizi daha ileriye taşırsam sanırım basit bir hayat yaşamak için bir sebep bulabilirim ve şimdiki zamanın getirilerinden eğlenmeyi bırakabilirim işte bu, yaşamak için yakalanabilecek nedenlerden birisi onu yakalayıp bir iki saniye tutabilirsem çevresinde bulunan şartlardan onu söküp çıkarabilirim.

 İnsanların dünyasının en basit olgusu haline getirip insanlara kendi ruhlarının derinliklerini gösterip insanların uyum içinde yaşadıkları yeni bir dünya yaratabilirim işte amacım bu!

 Politikanın hikâyesi, insanlara tutkunun büyümesini açıklar.

 Kimin tutkularının?

 Benimki; bir yazar veya ressam olmak.

 Öğleden sonra 4.45.

 Şimdi Juliette hakkında mı terk edişler hakkında mı konuşmalıyım üstelik her ikisini de anlatabilmem imkansızken?

 Hadi her ikisi hakkında konuşalım, bu Ekim gecesinde, hafifçe sirkilelim.

 20.

 YY'IN BÜYÜK UMUDU - Ne zamandan beridir buradasın?

 - Üç yıl.

 - Nerelisin?

 - Cezayir.

 Burada olmayı daha mı çok seviyorsun?

 - Kız veya erkek kardeşin var mı?

 - Bir kız bir erkek kardeşim var.

 - Peki annen baban?

 - Onlar eve döndüler.

 Baban ne iş yapıyor?

 Pilot.

 - Annen?

 - Çalışmıyor.

 Bu resim üç medeniyetin buluşmasını gösteriyor.

 Boş vakitler devrini, Anahtarlık devrini ve Aylaklık devrini.

 Üstelik, eğer uyuşturucu alacak paranız yoksa, renkli televizyon alın.

 Bilmiyor muydun?

 Gecelik 150 frank sanıyordum.

 Tüm gece için 150 frank mı?

 Bu delilik.

 Burada değil.

 Neden bilmiyorum, ama bazı şeyleri düşünüyordum.

 Büyükmüş değil mi?

 Banyosu bile var.

 Gerçek ağlarını örüyor, yoksa bu da bir soru mu?

 Bu da bir soru.

 Peki adam nerede?

 - Ne diyor?

 - Burada soyunacağız.

 İş bitsin bunu giyeceğim.

 Chez Vog'dan aldım.

 Paco Robannes'in kıyafetini gördün mü?

 Süper bir şey, küçücük metal disklerden yapılmış.

 Harika bir şeyler, tabii gece için.

 Fransızca konuşabilirim.

 Oradakilerin hepsi çılgın.

 Bir ölü Vietconglu Amerikan Hazinesine milyonlara mal oluyor.

 Johnson o paraya senin gibi 20.000 kız bulabilirdi.

 Bir tek ben varım işte, tek bildiğim bu tek söyleyebileceğim bu.

 Tişörtün çok Amerikancı.

 Evet, boşluklara şehirler inşa edilir.

 Şehrin en küçük birimleri mi?

 Bilmiyorum.

 Yaşayanlarıdır Evet, en küçük birimleri en önemli ve değişmez birimleri.

 En basite indirgersek, şehir büyük bir şölendir.

 Kendi kendini idare eden hiçbir olgusu yoktur.

 Daima çevresini saran bir şeylerle sınırlıdır.

 Maalesef bu şölenin tek katılımcısı sadece benim.

 Her bir şehir sakini şehrin müdavim çarklarına bağlanmış kalmış peki neyle?

 İmgelerle, genellikle kurumlarla demlenen imgelerle.

 İmgenin fiziksel açıklamasıyla.

 Paris gizemli bir şehir boğucu Doğal.

 Neler oluyor?

 Adam deli.

 Bakmazsak daha çok eğlenirmiş.

 Hayır, öyle değil.

 Boş ver, yapacağım.

 1966'nın 17 Ağustosunda Avrupa'daki birisinin, Asya'daki birisini düşünebilmesi çok garip bir durum.

 Düşünmek, sözde bu da bir eylem ancak yazmak, yemek, içmek gibi bir eylem değil.

 Düşünmek, senin içindedir.

 Eğer birisi bana bu şarkıyı devam ettirmemi söylese yaparım, evet, devam ederim.

 Sürecin ne garip bir ayağı bu birisinin neyi sevebileceğini ettirebileceğini bilebilmek?

 Bilmiyorum.

 Örneğin, birisinin ortada olmayan bir hayalini düşünebilirim ve ya onu bir sözüyle hatırlayabilirim üstelik ölü olsa bile.

 Örneğin, ben: "Çekiciyim" veya "Sabırsızım" diyebilirim.

 Şimdi süreci anlamaya başlıyorum.

 Bu değişken hayal gücünün gerçek nesneleri yorumlamaya çalışması bir şey söylemek, bir şey söylemeye çalışmak belki de sinir ve kas sisteminin belirtilerinden birisi.

 Örneğin, ben: "Robert ile Elysee-Marbeuf'da görüşeceğim.

" dedim, diyelim.

 Şimdi bunu kelimeleri kullanmadan düşünmeye çalışacağım ne sesimi çıkarıp ne de nefes alarak.

 - Birini mi bekliyorsunuz?

 - Evet, karımı.

 Ben de bekliyorum ama gelmeyebilirim.

 - Onun için bir şeyler mi yazıyorsunuz?

 - Hayır, kendime yazıyorum.

 Ne kötü, yağmur yağacak.

 Maalesef, bu Yoldaş Lenin değildi.

 Rigenerato Lastiklerinden alın!

 Rigenerato Lastikleri, bir lastiğin sunabileceği özelliği barındırıyor.

 Leon Pelli, evden eve nakliyat, taşımacılık, seyahat 108.

 kavşak, mezarlık bölümü, Joubert Philips.

 Fıskiye bir köpeğin salyası gibi kasvetli bir şekilde akıyordu.

 Gül benden korktu: Asla gülmüyor kendini temizle, yabancı diyordu; saflığa gireceğim, dedi Demetrius Saçının lüleleriyle suya doğru battı kız, göz kapaklarını, dudaklarını, parmaklarını ıslattı.

 Güzel Pyrenees'in kalbinde seçkin bir güzellik, bağışlamacılık bulabilirdiniz.

 4 Eylül, 24.

 bölüm, Paris 2.

 Telefon: 7422134.

 "Hala bir çılgının davranışlarındaki " " düşüncesizliği nasıl yenebileceğimi bilmiyorum.

" Nikita Khrushchev "Yakında Paris'e gideceğim" dedi, Bayan Calendar'ın kendisine kapılarını açtığındaki mütevaziliğiyle.

 - Bana söyleyebilecek bir şeyin yok mu?

 - Önemli bir şey yok.

 Peki sen?

 Ne yaptığımı söylememi mi istiyorsun?

 Söyledin, yazıyorsun.

 Fakat çok özel bir şey.

 Öbür taraftan mesajlar aldım.

 Bunların yapıldığı bir film izlemiştim.

 Yağmurla ilgili dediğini, tekrar söylesene.

 Yağmurlarını severim.

 Bunu söylemedin.

 Hayır, söylemedim.

 Yağmur beni üzer dedim.

 Bu oldukça bayağı değil mi?

 Hayır, çünkü yağmur herkesi üzmez.

 Bana ilginç bulduğun bir şeyler söylesene.

 Filmlerdeki insanlar gerçekte asla konuşmaz.

 Seninle bunu denemeliyim.

 Benle gerçekten konuşmak mı istiyorsun?

 Çünkü sadece yabancısın.

 Yabancılarla konuşmayı severim.

 O halde konuş.

 - Konuşmanın manasını biliyor musun?

 - Kelimeleri söylemek.

 Peki kelimeleri söylemek nedir?

 Kelimeleri söylemek konuşmaktır aptalca ve ilginç şeyleri söylemek.

 Peki birlikte nasıl konuşacağız?

 Gerçekten konuşmak, bir şeyler paylaşmaktır.

 Peki, ilginç bir şey seçelim ve onun hakkında konuşalım.

 - Pekâlâ, hadi seks hakkında konuşalım.

 - Her zamanki gibi.

 Bundan çekinir misin?

 Sanırım sen çekinirsin.

 Öyle düşünüyorsun, oysa değilim.

 Sence neden öyleyim?

 Neden insanlar seksten çekinirler?

 Ben çekinmiyorum.

 Peki, senden bir şey söylemeni isteyeceğim iddiaya girerim sen redeceksin.

 Hadi bakalım.

 Söyleyeceğine yemin et.

 Bu aptallığına veya benim isteyip istemediğime bağlı.

 - Gördün mü?

 Çekindin.

 - Alakası bile yok.

 Pekala, sana diyeceğim "Seksüel organım bacaklarımın arasında" söyle bakalım.

 Okulda değiliz.

 Hayır fakat bu seksi çağrıştırdığı için bundan çekiniyorsun.

 - Hayır.

 - Söyle o zaman.

 Neden?

 Bu çok aptalca.

 Bu sigarayı yakmak kadar basit bir şey.

 Hayır, sigarayı yakarım çünkü sigara içmek isterim.

 Apaçık belli bir şeyi söylememin manası nedir?

 Gözlerin var olduğu gibi, cinsel organın da var.

 Neden söylemiyorsun?

 Çünkü gözlerim hakkında veya omzum hakkında veya seks hakkında konuşmuyorum.

 Konuşmalısın, çok güzel gözlerin var, aynı şekilde güzel bir ağzın da.

 Bu Nobel Ödülünü kazanan adam değil mi?

 Ivanov mu?

 Olabilir.

 Komünist etiği nasıl olmalı?

 Beklentim, şuan nasıllarsa öyle olmalı?

 Bu ne anlama geliyor?

 Birbirine sahip çıkmak, herkesin devleti adına çalışmak onu sevmek sanatı ve bilimi sevmek.

 O halde farklılık nedir ki?

 Komünizm geldiğinde bunu açıklamak daha kolay olacak.

 Evet, anladım, para.

 Para büyük bir şeytan, çünkü onu anlamadan çalıyorsun.

 Sana bir soru sorabilir miyim?

 - Birisi birine karşı dürüst olabilir mi?

 - Senin yaşındayken, kesinlikle.

 Peki senin yaşında?

 Benim yaşımda Bir olasılığı olabilir.

 Hayır, her zaman vardır.

 Haklısın.

 Bir taraf mutlaka hayatın sarhoşluğuna karşı duyarlı olmalı.

 Sana bir soru daha sorabilir miyim?

 Şiirler gelişmeye yönelik midir, yoksa sadece süslü müdür?

 Hayatımızı süsleyen her şey, gelişmeye yöneliktir.

 Hayat sarhoşluğu derken: Birayı mı kastettin, votkayı mı?

 Hiçbirini.

 Sadece sarhoşluğu kastettim.

 Hiç denemedim.

 Hayat sarhoşluğu ne demektir?

 Sanırım ne olduğunu biliyorsun.

 Genelde çok üzülürsem, ağlarım.

 Korkunçtur.

 Benle konuşacak zamanın yok mu?

 Aslında, yazmayı bitirsem daha iyi ama şuan her zamankinden daha da kötü gidiyor.

 Lütfen bana bakma, çok utanıyorum.

 Ancak bana sadece sen yol gösterebilirsin.

 - Neden ben?

 - Bilmiyorum.

 - Neden ben?

 - Bilmiyorum işte.

 Arkadaşların yok mu öğretmenin, ailen falan?

 Evet, var.

 Onlar iyi insanlar değil mi?

 Bazıları değil.

 Zekiler mi?

 Evet, zekiler.

 O zaman neden ben?

 Kitaplarımı okudun mu?

 Pek okumadım Ancak okulda derslerimizde gördük.

 Sence bu garip değil mi, buna rağmen benimle konuşmak istemen?

 Senin çok cesur olduğunu düşünmüştüm.

 Bu cesaret meselesi değil ki yetenek meselesi.

 O halde dursak iyi olur.

 Gideceğim.

 Tüm gün boyunca ne yaptın, zeki çocuk?

 Bu sabah, işteydim Garajımda.

 - Garaj senin mi?

 - Hayır değil.

 O zaman neden "benim" diyorsun.

 "Garajda.

" Haklısın.

 Dinlemiyorsun.

 Garaj olduğunu nereden biliyorsun?

 O kelimenin bir havuzu veya oteli tarif etmediğini nereden biliyorsun?

 Sanırım tarif edebilir.

 Aynen öyle.

 Nasıl nesneler kendilerine özgü isimler alıyorlar?

 Onlara o isim veriliyor.

 Kim tarafından?

 Çok şey biliyorsun da kendini biliyor musun?

 Pek değil.

 Gilbert yavaşça kaşlarını çattı.

 Martine farkına vardı ve utandı.

 Düalizm ilkeleriyle bakılınca, Macarların başarısı ulusaldı oysa İtalya ve Almanya'nın yükselişi evrenseldi.

 Bir yumurtalı mayonez daha ve kremalı çikolata.

 Parmaklarım istemsiz olarak hareket etti.

 Bir ses, "Konuşacaktır.

" dedi.

 Sular durdu, sesler kesildi.

 Nefesimi tekrar tuttum.

 Karanlıkta iki memur karın boşluğuma vurdu içtiğim tüm sular dışarı fışkırdı.

 Düşününce, her nasılsa, bu tutuklama pek de mantık işi değildi.

 - Siz ne alırsınız, Mösyö Pecuchet?

 - Bir sürpriz.

 Hiç sürprizimiz kalmadı.

 Var olmak zorunda kalmayı düşününce madem, var olup, ölüm düşüncesine nail olunacaksa madem, var olup, ölüm düşüncesi

ROMANIN SOSYOLOJİSİ

Acele et, tüm gün bekleyemem.

 - Niye orası olmaz?

 - Orası bir oda değil.

 İnsanları fotoğraflamak, öldürmek için olguları beklemeye gerek yok şuan.

 Varoluşun alfabesine dönmek gerek.

 İyi de ne zaman?

 Sadece gerçekleştiğini hatırlıyorum.

 Belki de bu o kadar önemli değildir.

 Metro'nun yolu üzerindeki otelin yolu üzerinde.

 Bunu tüm gün boyunca düşündüm.

 Beni Dünya'ya bağlayan bir şey hissettim.

 Aniden, hissettim ki, Dünyaydım Dünya da bendi.

 Sayfalar boyunca, her ciltte, bunu açıklamaya çalıştım.

 Yeryüzünün gerçekten yüzü var gibiydi.

 Demek istediğim, sadece basit bir yüz ifadesi olan bir surat gördüğüm.

 Ancak bu sıra dışı ifadelere sahip değil manasına gelmiyor ve ya sizin bunu tanımlayamayacağınız.

 Belki de siz, o şuydu veya buydu demek istersiniz.

 Tıpkı Çehov'un Natasha'sına benziyordu ya da tıpkı Flaherty'nin filmindeki, Nanook'un kız kardeşine benziyor.

 Ancak takdir edersiniz ki bunu kelimelerle anlatmak güç.

 Tıpkı yüzümün ifadelerinin bir şeyleri gerçekten ifade ettiğini hissetmem gibi.

 Bir şey ana hatların dışında duruyor.

 Yani biçimin parçalarının ana hatlarının tıpkı, eğer şöyle söylersek bu yüzün basit ifadelere sahip olması Sonrasında sonrasında Aslında, ne ise o, olduğu.

 Mesela, yorgunluk.

 Sattığımız dairemiz şehrin en iyi yerlerinden birisindeydi, oysa biz oraya sıkışmıştık aynı şey değil.

 Ne yapıyoruz?

 Baştan alacağız.

 Burada olmak güzel, çok eğleniyoruz.

 Oyun yok oysa.

 Merdivenler orada, çok tehlikeli.

 BURASI SATILDI Atlıkarınca ile salıncakları götürdüler.

 Yerine koyacak bir şeyimiz olsa iyi olurdu.

 Git çocuğu bul.

 Anahtar nerede?

 Merhaba.

 Ne yapıyorsun?

 Ödevimi.

 - Ne hakkında?

 - Arkadaşlık.

 Okumam gerekiyor.

 Yeni okulumda, erkeklerle kızlar karışık.

 Karma eğitim veriyorlar.

 Erkeklerle kızlar arasında arkadaşlık mümkün müdür?

 Evet ya da Hayır de.

 Evet, çünkü bazı kızlar çok iyiler.

 Maryse, Martine, Ghislaine, Roseline bu kızlarla konuşabiliyoruz.

 "Merhaba çocuk" diyorum, "Merhaba" diyorlar.

 Bozuşana kadar da konuşuyoruz.

 "Sessiz ol diyor" erkek çocuk, "Evet, ama sen konuştun" diyor.

 Eğer anlaşırsak, tekrar konuşuyoruz.

 Bu durumda kızlar iyilerse arkadaşlık da güzel oluyor.

 Maryse ve Roseline ile çok ciddi tartışmalarımız oluyor.

 Rosaline "Bu probleme cevabın nedir?

" diye sormuştu "A bölü B eşittir AOB" Başa dönersek, kızlarla arkadaşlık mümkündür ve güzeldir.

 Hayır, çünkü diğer kızlar hep aptal ve uyuşuk.

 Gözlüklü olanlarla konuşmuyoruz, onlarla kavgalıyız.

 Her şey mümkündür.

 Devam edebilir miyim, lütfen?

 "Sen baş belasısın" diyor bana ben de ona tekme atıyorum, bana mürekkep atıyor, öğretmen geliyor bu durumda arkadaşlık mümkün değil ve hiç de güzel değil.

 Ayaklarım su içindeyken elektriğe tutulmayı tercih ederim.

 İyi veya haylaz kızların hepsi çok temiz geneli de çok güzeli, yani onları beğeniyorum.

 Eh, geldik artık.

 - Nereye?

 - Eve.

 - Peki şimdi ne olacak?

 - Yatacağız.

 Neyin var senin?

 - Peki sonra?

 - Uyanacağız.

 - Ondan sonra?

 - Yine aynı şeyler olacak.

 Uyanacağız, yemek yiyeceğiz.

 Peki sonra?

 Bilmiyorum.

 Öleceğiz.

 Peki sonra?

 - Birazcık okuyabilir miyim?

 - Peki.

 Bir şey bilmek ne anlama geliyor?

 Robert, Solange'ı getirsene lütfen.

 Gözlerime bak Gözüm olduğunu biliyorum, çünkü görüyorum.

 Dizimin falan olduğunu biliyorum, çünkü öyle söyleniyor?

 Peki ya söylenmeseydi?

 Hayatım nasıl olurdu?

 Hitler gelse, onu vururdum.

 Nasıl emin olabiliyorum?

 Onu beklemek zorundayım.

 Geldiği anda, vuracağım.

 Hayır, nerede olduğunu bilmiyorum.

 Bilmediğim zaman, hayal ediyorum.

 Nerede olduğunu bilmediğimde, nasıl hayal edebilirim?

 Hayır, hâlâ hayatta mı bilmiyorum.

 Evet, belki de gerçeklik ile hayal arasında kararsızım.

 Evet, şunu söylemeye meyilliyim ki gerçek nesneler aslında her zaman var olamazlar doğruluğunu kanıtlamak için düşüncelerimizi doğruluğunu bilmeliyiz.

 Düşüncelerimiz gerçekliğin parçalarından biri değildir ancak gölgeleridir.

 Emin değilim.

 Çocuklar uyudu.

 Birini tek kelime ile tarif edersem: Gayri-ölü.

 Ortalama bir pratik zeka geniş açılı isteklere eğilimlidir ve karar verme yeteneğine sahiptir.

 Richardson, Buloz ve Henry, ajansları tarafından çalıştırılan 2589 işçi arasında pratik yapay zeka puanına göre kıyaslama yaptılar, yöneticilerin 84, şeflerin ve ustabaşlarının 78, normal işçilerin ise 74 olduğunu buldular.

 Başarılı insanlar kendilerine güvenen, ancak agresif olmayan insanlardır.

 - Buna katılıyor musun?

 - Evet.

 Başarılı insanlar, olası başarısızlıklarına karşı hazırlıklıdırlar.

 "Bilmiyorum.

" demekten korkmazlar.

 Sadece kendinden emin birisi yenilgiyi kabul edebilir.

 Katılmıyorum.

 Beğenmiyorsan başka bir şey oku.

 Gerçek veya yanlış aşk arasındaki fark hakkında bir şey biliyor musun?

 Yanlış aşk beni, benim gibi terk eder.

 Zaman beni ve sevdiğim insanı değiştirir.

 Değiştiğimi mi düşünüyorsun?

 Ben sadece yoruldum.

 Hayır, sen değil.

 Ben değiştim.

 Değiştim ve hâlâ aynıyım.

 Ne anlama geliyor bu?

 Bilmiyorum.

 Öyleyse bana bir sigara ver.

 Radyomdan reklamları dinliyorum ve Esso'ya teşekkür ediyorum.

 Hayalimin peşinden giderken arabamı dikkatli kullanacağım.

 Hiroshima'yı, Auschwitz'i, Budapeşte'yi unutacağım Vietnam’ı da unutacağım, Hindistan'daki kıtlık problemlerini de.

 En başa dönene kadar, her şeyi unutacağım ve sıfırdan başlayacağım.

 Çeviri: Kastore kastore@k.

ro||

Alphaville [TR]

7500||5955000||Altyazı tercüme: Volkan Memişoğlu baadermolothoff@hotmail.

com A L F A K E N T Lemmy Caution'ın tuhaf bir macerası Bazen, gerçeklik sözel iletişim için fazlasıyla karmaşıktır.

 Ama söylence(efsane),tüm dünyaya yayılmasını mümkün kılacak bir şekilde bu gerçekliği dışa vurur.

 Alfakent'in varoşlarına yaklaştığımda Okyanus zamanına göre saat 24.

17 idi.

 Sessizlik.

 Mantık.

 Güvenlik.

 Tedbirlilik.

 Çalıştığım gazete bana bir oda ayarlamıştı: -Adınız?

 -lvan Johnson -Hangi gazete?

 -Figaro-Pravda Oda 344.

 Oturma izni almış mıydınız?

 Festival ziyaretçisi olsanız bile bunu yapmak zorundasınız.

 Çantanız, efendim.

 -Lütfen efendim.

 -İstemez.

 Kaybol.

 Bu taraftan, efendim.

 Yorgun musunuz, efendim?

 Uyumak ister misiniz, efendim?

 Buradan, efendim.

 Yorgunsanız, dinlenebilirsiniz, efendim.

 İşte burası, efendim.

 Burası yatak odası, efendim.

 -Şimdi neyi arıyorsun sen öyle?

 -İncil var mı yok mu ona bakıyorum, efendim.

 -Herkeste bir tane bulunur.

 -Ona inanır mısın ki?

 Evet, elbette.

 Yatıştırıcıları sizin için banyoya bırakıyorum.

 Ben çok iyiyim.

 Yine de çok teşekkür ederim.

 -Banyo yapacak mısınız, efendim?

 -Evet, parlamam lazım.

 Size yardım edeyim, efendim.

 Kravatınız da, efendim.

 -Yine ne var?

 -Mahzuru yoksa sizinle birlikte banyo yapacağım, efendim.

 Dinle taşbebek,ben şu kocaoğlanlardanım Kendi başıma da hatun bulabilirim.

 Şimdi kaybol ortadan.

 Bayanlara karşı kibar olun, Bay Johnson.

 Sıçayım.

 Bu da nereden çıktı?

 Çocuk sizi memnun etmedi mi?

 Ya kızkardeşiniz, bayım?

 -İyice hamlaşmışım.

 -Ne, efendim?

 Ne haltlar dönüyor burada?

 Uyuşturucu falan mı aldın sen?

 Hayır, gayet normal, efendim.

 Bu koduğumun şehirlerinde tuhaf olan ne varsa normalden sayılıyor zaten.

 Şu sandalyeye otur.

 Adı Beatrice'di.

 Dediğine göre üçüncü sınıf bir baştan çıkaranmış.

 Yüzündeki kederli ifadeye ve tazeliğine vurulmuştum.

 Bu Galaksinin başkentinin yörüngesinde olmayan bir şey.

 Tut şunu yukarı doğru.

 Bir Guadalcanal gazisi için hiç te fena değil.

 Tam da senin hakkında düşündüğüm gibi.

 Git oyunlarını başkasıyla oyna.

 Daha önce de duymuştum.

 Evet?

 Bay Johnson.

 Bayan Natasha Vonbraun sizi arıyor.

 Bir dakika lütfen Leonard Von Braun, ölüm ışınının yaratıcısı.

 Dirisini getirin, temizleseniz de olur.

 Söyleyin ona beklesin, 5 dakika içinde aşağıda olacağım.

 Şu an yukarı geliyor.

 Henry Dickson, Ajan X21, 12, Enrico Fermi, Alfakent.

 Ateşiniz var mı?

 Bunu size vermek için 9000 kilometre yol katettim.

 -Ben Natasha Vonbraun.

 -Evet, biliyorum.

 Nereden biliyorsunuz?

 Siz Bayan Vonbraun'sunuz.

 Evet, çok iyiyim, çok teşekkür ederim.

 Dışülke'den geliyorsunuz,değil mi Bay Johnson?

 -Herşey kafanıza göre mi?

 -Evet.

 Size hizmet etmem emredildi.

 Alfakent'te bulunduğunuz süre boyunca.

 Kimmiş bu emri veren?

 Otoriteler, tabii ki.

 Festival için mi gelmiştiniz, Bay Johnson?

 Hangi festival?

 Şu büyük olanı; Dışülkenin insanlarının gelme nedeni -Fikrimi sorarsanız,bence sizin gelmemeniz aptalca.

 -Nedenmiş o?

 Festival neredeyse bitmek üzere; gelecek seneye kadar da yok.

 Deme yahu.

 Evet, Bay Johnson Ama bu akşam bir gala resepsiyonu var.

 Çok görkemli.

 Bakanlıklardan birinde.

 Ben gidiyorum; uyarsa siz de gelin.

 Tamam.

 Ne zaman?

 Öncelikli başka bir işim var da.

 Oturma izni almaya gitmek gibi bir zorunluluğunuz mu var?

 Hayır.

 O da neymiş?

 Oraya gitmeyi ihmal etmemelisiniz,Bay Johnson.

 Sonra buluşsak ta olur.

 Yok, oraya yarın giderim.

 Önce bir arkadaşla görüşmeliyim.

 Benimde, yapacak işlerim var.

 Size adresi vereceğim, yani nerede olacağımı.

 Beni ararsınız, sonra da beraber gideriz.

 Tamam.

 1 ya da 2 saat içinde.

 Tamam , sonra görüşürüz, Bay Johnson.

 Ben de sizinle aşağı geleyim, bayan.

 Bay Johnson, Dışülke'de insanlar nasıl?

 Hiç gitmediniz mi?

 Hayır, ama babam ben küçükken bana oradaki insanları anlatmıştı.

 Şimdiyse onlar hakkında düşünmek yasaklandı.

 Sık sık sizden yabancılara refakat etmeniz istenir mi?

 -Evet, bu benim işim.

 -Bazen, güzel oluyor olmalı.

 -Neden?

 -Hiç aşk maceraları yaşamaz mısınız?

 -Ne?

 -Hiç biri size aşık olmadı mı?

 Aşık?

 O da ne?

 Bilmek istediğim bir şey var, bayan.

 -Evet, Bay Johnson.

 -Beni eşek yerine koymayı -bitirdiniz mi,yoksa daha yeni mi başlıyorsunuz?

 -Beni rahat bırakın.

 Cevap verin ama.

 Anlamıyorum, neden bahsediyorsunuz?

 Farkedin artık, Prenses.

 Ben de sizin neden bahsettiğinizi bilmiyorum.

 Hep böyle zaten.

 Asla hiçbirşeyi anlamıyorsunuz.

 Evet, bu hep böyledir.

 Asla hiçbirşey anlamazsınız.

 Ve bir gece, bunu ölümle noktalarsınız.

 -Hangi yöne gidiyorsunuz?

 -12, Enrico Fermi Heisenberg Bulvarı'ndan sonra, Matematik Parkı'ndan fazla uzakta değil.

 Arabam var, isterseniz sizi götürebilirim.

 -Tamam.

 Anahtarları getireyim.

 -Size kur yapmamı istemez misiniz?

 -Ne?

 Gerçekten ne anlama geldiğini bilmiyor musunuz?

 Tebessümü ve sivri uçlu dişleri bana eski vampir filmlerini hatırlatmıştı.

 Sinerama (3 boyutlu,sesli sinema tekniği) müzelerinde gösterilen cinsten.

 Ben bir programcıyım, 2.

 sınıf Natasha geçmişten gelen bir isim.

 Evet, ama yaşamda sadece şimdiki zamanı bilebilirsiniz.

 Hiçkimse geçmişte yaşamadı, veya hiçkimse gelecekte yaşamayacak.

 Neyse, getirdiğiniz için sağolun.

 İşimi yapmak bir zevktir, Bay Johnson.

 Daha çok var mı?

 Biliyorsunuz Kuzey Kuşağı'nı geçmeliyiz, Bayan.

 Alfakent'in nüfusu ne kadar?

 Unutmayın, Oturma İzni Kontrol Dairesi'ne gitmelisiniz.

 Evet.

 Tam olarak neyle geçiminizi sağlıyorsunuz?

 Çalışıyorum bir gazetede.

 Profesör Vonbraun babanız mıydı?

 Onun hakkında yazacağım yazı hayati önemde.

 Bir buluşma ayarlayabilir misin?

 Bilmiyorum.

 Onu hiç görmedim.

 Bir sorarım.

 Nihayet, burada ayrılıyoruz.

 -Buarada mı?

 -Fikrimi değiştirdim.

 Sizde adresi var mı?

 Evet.

 Ona durmasını söyleyin.

 Tele-İletişim.

 Tele-İletişim yapmak istiyorum.

 -Galaksi mi yoksa yerel çağrı mı?

 -Yerel.

 Kulübe 2.

 Bayan, şu adamı tanıyor musunuz?

 Tabii ki onu tanıyorum.

 Aptal olmayın.

 Galata Köprüsü'nün bitiminde .

.

Kızıl Yıldız'ı bulursun.

 Benim mekanım.

 Orasını lüks ve ışık içinde parıldayan şatafatlı galaktik koridorlarımıza benzetemezsiniz.

 Sadece geniş bir labirent aslında, yüksek,birbirine kenetlenmiş.

 Kızıl Yıldız oteli mi bu?

 Evet, öyle, teşekkür ederim.

 -Bay Dickson odasında mı?

 -Çıktı.

 İyi, ben de beklerim.

 Paranız var mı bayım?

 Eğer yorgunsanız kendinize bir sandalye çekebilirsiniz, efendim.

 Onu yeniden görmek istedim Duc de Montpensier'in kabrini.

 Prens'in boylu boyunca uzanan heykeli Pradier'in eseridir.

 Prens'in giydiği kıyafet Henry, benim!

 Konuşacak çok şeyimiz var.

 -Anahtarım nerede?

 -Param nerede, Bay Dickson?

 -Benim anahtarım.

 -Onun anahtarı.

 Ve bir bira.

 Ya ben?

 Neden acele edip intihar etmiyorsun?

 Güneyden gelen kuzenimiz için o odaya ihtiyacımız var.

 Dışülke'den mi geliyorsun?

 Neden intihar etmeni istedi senden?

 Öyle yapan öyle yapan çok kişi var.

 Buraya uyum sağlayamayanlar.

 Yaklaşık 30 yıl önce Pekin-kent'teki Çinlilerin icat ettiği bir yöntem.

 Caydırma onların güçlü yanlarıdır.

 Peki ya uyum sağlamayanlar, veya intihar da etmeyenler?

 -Onlar idam edilirler.

 -Evet, otoriteler.

 Ama saklanılabilir, bilirsin.

 Geride pek fazlası kalmadı Dick Tracy, öldü mü?

 Ya Guy Leclair?

 Neden onlardan haber alamadık, veya senden, Henry?

 Üzgünüm.

 Olur böyle şeyler Peki şu Alfa 60'ta neyin nesi?

 Dev bir bilgisayar, şu büyük şirketlerde kullanılanlar türünden.

 Nueva York lBM Olivetti General Electric Tokyorama Alfa 60 yüzelli ışık yılı daha güçlü.

 Anlıyorum.

 İnsanlar olasılıkların kölesi olmuşlar.

 Burada, Alfakent'teki ideallleri bir tür teknokrasi, termitler vekarıncalarda olduğu gibi.

 Anlamadım.

 Yanılmıyorsam 150 ışık yılı önce 150, 200 karınca toplumunda sanatçılar yaşardı.

 Sanatçılar, yazarlar, müzisyenler, ressamlar.

 Bugün ise, artık yok.

 Hiçbirşey.

 Aynı burası gibi.

 Tüm bunları Profesör Vonbraun mu örgütledi?

 O mantıksal emirlere uyuyor.

 O zaman neden onu öldürmedin?

 ''Neden'' bu sözcük ne anlama geliyor?

 Unutmuşum Kızını tanıyor musun, Natasha'yı?

 Gerçekte kim olduğunu?

 Los Alamos'a gönderilen kişi oydu.

 (erkek anlamında "o") O zamanki adı farklıydı.

 Cevap ver!

 O zamanlar kullandığı isim bu değildi.

 Dinle, Henry Buradan beraber kaçacağız; düzeleceksin.

 Ama öncelikle yapman gereken Bu çok korkunç bir sır, ama İçeri buyrun, Madame la Marquise.

 Paltom, Madame Récamier.

 Teşekkür ederim, Madame Pompadour.

 Madame Bovary, Marie Antoinette Madame Lafayette Madame, aşk bu!

 Rusçasını söyleyeceğim.

 Böylesine bir genç ve ben.

 Lemmy vicdan Alpha 60 yaptır özyıkım Duyarlılık Gözyaşı dökenleri kurtar.

 Evet, evet, işte o.

 "Acının başkenti" 14, Işık Radyasyon.

 Genel Anlambilim Enstitüsü Nerede olduğunu biliyor musun?

 Kuzey Kuşağı'ndan mı,yoksa Güney Kuşağı'ndan mı geçmemi tercih edersin?

 Ne fark eder ki?

 Kuzey'de kar var.

 ve Güney'de de güneş.

 Herneyse, gecenin sonuna doğru yolumdayım.

 Yani, pek farketmez.

 Alfakent'teki ilk gecemdi ama bana sanki asırlar geçmiş gibi geldi.

 Çok memnun oldum, çok teşekkür ederim.

 Bayan Natasha Vonbraun.

 -Hangi bölüm?

 -Programlama ve hafıza.

 Merkezi Hafıza Alfa 60 ile olan mantık örgütleniminde başlangıçtan beri oynadığı rol neticesinde böylelikle adlandırılmış oldu.

 Ancak kimse geçmişte yaşamadı ve kimse gelecekte yaşamayacak.

 Tüm yaşamın biçimi şimdiki zamandır.

 Bu nitelik hiçbir şekilde değiştirilemez.

 Zaman bir çember gibidir sonu gelmez bir şekilde dönen.

 Aşağı doğru dönen yay kısmı geçmiş, yukarı tırmanan diğer yarısı ise gelecektir.

 Herşey söylendi oturmuş sözcükler anlamlarını değiştirmezler anlamların ait oldukları sözcükleri değiştirmediği gibi.

 Acı çekerek yaşamaya mahkum birisinin; refah içinde yaşamayı adet edinmiş başka birisinden farklı bir çeşit dine gereksinim duyduğu gerçeği, pek kesin değildir?

 Bizden önce, hiçbirşey varolmadı.

 Hiçkimse.

 Burada tamamen yalnızız.

 Yeganeyiz, dehşetli bir biçimde tekiz.

 Sözcüklerin ve ifadelerin anlamı bundan sonra kavranmayacak.

 Yalıtılmış bir sözcük, veya bir tasarımın ayrıntısı pekala anlaşılabilir.

 Tüm bu kaçışların anlamının dışında.

 1 sayısını bilirsek 2 sayısını da bildiğimize inanırız çünkü bir bir daha iki eder.

 İlk olarak "artı"nın anlamını bilmemiz gerektiğini unutuyoruz.

 Ben gidiyorum.

 İnsanlığın geçmiş yüzyıllardan süregelen eylemleri onları aşama aşama yok edecek mantıksal olarak Ben, Alfa 60 bu yokoluşa hizmet eden mantıksal bir aygıtım sadece.

 İyi geceler, Yoldaş.

 Seni bir daha asla görmeyeceğimi sanıyordum.

 -Gidelim mi?

 -Anahtarları getireyim.

 Çıktım geldim zira dediğinin tek kelimesini bile anlayamadım.

 Aslında çok basit.

 Bu akşam yaşam ve ölümün aynı döngüde olduğunu öğrendik.

 -Ölümden korkar mısın?

 -Tabii ki hayır.

 Neden?

 Tanjantı merkez bölgelere aldık.

 Radyoda trafik bültenleri sürerken Natasha o tatlı sfenks ses tonuyla benimle konuşuyordu.

 Tatlı sfenks Genelde büyükelçiler veya bölgelerden gelen delegasyonlar bu işlere bakar.

 Buradaki herkes neden böylesine üzgün ve kasvetli gözüküyor?

 Çok fazla soru soruyorsun.

 Çünkü elektrik sıkıntısı çekiyorlar.

 Sözümona kapitalist sözcüğünün veya komünist dünyanın özü, insanlarını, beyin yıkamanın veya finansın gücünün.

.

 boyunduruğu altına girmesini sağlayan kötü bir iradeden ziyade; kabaca,herhangi bir örgütlenimin tüm kendi eylemlerini planlamasına ilişkin doğal bir başarma ve elde etme tutkusudur.

 Sözün kısası, bilinmeyen miktarını asgariye indirmek için Sizin bu süprüntü yığınına Alfakent değil, Sıfırkent demeli bence.

 -Ne göreceğiz?

 -Bilmem, ışık ve ses.

 -Millet nerede?

 -İnanıyorum ki; çoktan başladı bile.

 Acele et.

 Geç.

 kaldık.

 Başlamış bile.

 Elektrikli sandalyeyle idam etmiyorlar mı artık?

 Sevgilim,sende biliyorsun ki 17.

planın şartları konusunda cesur adımlar atıldı.

 Gördün mü, sana söylemiştim.

 Burada kal.

 -Tanıştır beni onunla.

 -Sana burada durmanı söyledim.

 Çok önemli insanlarla birlikteyiz.

 -Fotoğraf çekebilir miyim?

 -Bir sorarım.

 Evet.

 -Ne yapmışlar ki?

 -Mahkum edildiler.

 Sadece erkekler mi?

 Genel olarak infaz edilenler arasında 50 erkeğe 1 kadın şeklinde bir oran vardır.

 Evet ama işledikleri suç nedir ki?

 Mantıksız davranışlarda bulundular.

 Dışülke'de de bu bir suç değil midir?

 Mesela şu adamı biliyorum.

 Karısı öldüğünde ağlamıştı.

 Bunun için mi mahkum edildi yani?

 Herhalde.

 Artık yaşamaya terfi etmeliyiz.

 Doğrudan sevdiklerinizi kendinize hedef seçin.

 Dinleyin beni, normaller!

 Biz sizin artık görmediğiniz gerçeğin farkındayız!

 Gerçek şu ki insanın özü sevgi ve inanç, cesaret,duyarlılık,cömertlik ve fedakarlıktır.

 Gerisi ise kör cehaletinizin ilerlemesiyle oluşan engellerden ibaret!

 Bir gün Bir gün Afedersiniz Profesör ama sizinle konuşmam gerek.

 Gazetecilerle asla konuşmam.

 Ben gazeteci değilim.

 Daha sessiz bir yerde konuşamaz mıyız?

 -Hoşçakalın, bayım.

 -Bay Nosferatu.

 Bu adam artık varolmuyor.

 Ağlıyor musun sen?

 Hayır, çünkü bu yasak.

 Dolu.

 Dolu.

 Boş.

 Burada oturun ve sizinle konuşulduğunda cevap verin.

 Ben hiçbirşey yapmadım.

 Yeni gelenlerin sorguya çekilmesi gerekir.

 Alfa 5.

 Adınız nedir?

 Doğum yeriniz neresi?

 Nueva York Kaç yaşındasınız?

 Bilmiyorum 45.

 Arabanızın markası nedir?

 Herşeyin üstünde sevdiğiniz şey nedir?

 Altın ve kadınlar.

 Alfakent'te ne yapıyorsunuz?

 Figaro-Pravda gazetesi için bir makale.

 Korkmuşa benziyorsunuz.

 Korktuğum falan yok sandığınız gibi değil.

 Herneyse, anlamazdınız zaten.

 Emin olun ki aldığım kararlar görünürde daima en hayırlı sonuca hizmet eder.

 Şimdi size güvenlik önlemi olarak bazı sınama soruları soracağım.

 Hayır, devam et.

 Dışülke'den geldiniz.

 Galaktik uzaydan geçerkenki duygularınız neydi?

 Sonsuz uzay boşluğu beni dehşete düşürmüştü.

 Ölülerin ayrıcalığı nedir sizce?

 Bir daha ölmemek.

 Geceyi neyin aydınlattığını biliyor musunuz?

 Şiir sanatı.

 Dininiz nedir?

 Vicdanın ilham kaynağı olmasına inanırım.

 Bilginin ve sevginin gizemli ilkeleri arasında bir fark gözetir misiniz?

 Bana kalırsa sevgi veya aşk, herneyse, herhangi bir gizem barındırmaz.

 Doğruyu söylemiyorsun.

 Anlamadım.

 Bazı belli şeyleri saklıyorsun.

 Yalan söylememi gerektiren bazı nedenlerim olduğunu kabul ediyorum.

 Ama yalan ve doğruyu nasıl ayırt edebiliyorsun?

 Belli şeyleri gizliyorsun ama henüz onların ne olduğunu bilmiyorum.

 İlk kez olmak üzere,artık özgürsünüz.

 Sizden Kontrol Kompleks'ini ziyaret etmenizi isteyeceğim.

 Benimle gelin Bay Johnson.

 -Nereye gidiyoruz?

 -Baş Mühendisin yanına.

 Ah, ortalık aydınlandı.

 Oturun Bay Johnson.

 Çok önemli bir durum.

 Evet, 3 yılımızı Büyük Omega Eksi'yi arayarak geçirdik.

 Pekala Bay Johnson Alfakent'i nasıl bulıyorsunuz?

 Fena değil, bir de nerede olduğumu bilseydim.

 Alfakent'in merkezindesiniz, Alfa 60'ın içinde.

 Alpha 60'ın görevi, Alfakent'lilerin sonradan keyif alacağı sonuçları hesaplamak ve tasarlamaktır.

 Neden?

 Burada ''neden'' denmez; ''çünkü'' denir.

 Bireylerin hayatında, ulusların hayatında olduğu gibi herşey birbiriyle bağlantılıdır, ve herşey sonuçtur.

 Bu, Profesör Leonard Nosferatu'nun meşhur teorisidir.

 Leonard Nosferatu diye biri artık yok, Bay Johnson.

 Dışülke onu 1964'te sınırdışı etmişti.

 Bugünse sadece Profesör Vonbraun var.

 Hatırlıyorum, çöldeki bir kasabaya gönderilmişti.

 İcadını kusursuzlaştırmak için.

 Sürgün edilmişti yani.

 Şimdiyse Dışülke çaresizce ellerini ovuşturarak geri dönmesini umuyor.

 Üzerimize bir sürü casus saldılar.

Belkide siz de bir casussunuz Bay Johnson.

 Biliyorsunuz,ben sadece özgür bir adamım.

 Anlamsız bir cevap.

 Biz hiçbirşey bilmeyiz.

 Yaptığımız şey kayıt etmek,hesaplamak, sonuç çıkarmaktır.

 Bir saat kadar önce, Alfa 60'ın 1.

4 milyar sinir hücresinden biri seni sorguya aldı.

 Cevapların zorlayıcıydı ve bazen de kodlanması olanaksızdı.

 Bundan ortalamanın üstü bir zekan olduğu sonucunu çıkardık.

 Bazen üstün zekaya insan formatında ihtiyaç duyarız.

 Öte yandan bundan hiçte aşağı kalmayan insana özgü bir güvensizlik sözkonusu.

 Yani bana ne yapacaksınız?

 Şimdilik, sana Alfa 60'ı göstermemiz için emir aldık.

 Emri size kim verdi?

 Profesör Vonbraun?

 Kesinlikle hayır.

 Bir emir mantıksal bir sonuçtur.

 Mantıktan korkmamalı.

 Tek kelimeyle bu.

 Peryot.

 183 Omega Eksi'nin devre bileşenleri İşlev Bozukluğu.

 Hesaplama mı yoksa hafıza bileşenleri mi?

 Hafıza.

 Profesör Eckel ve Jeckel.

 Çok iyiyim, teşekkür ederim, tanıştığımıza memnun oldum.

 Ben de.

 Büyük Omega Eksi'nin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.

 17.

 Elektrik Planımız yetersiz.

 Er ya da geç, Dışülke'liler bize savaş açacak.

 Bu yüzden, onları işgal etmeyi kararlaştırdık.

 Professor Vonbraun yönetimiyle, Omega Eksi "Anti-Madde" üzerinde zafer kazanacaktır.

 Anlıyorum, ideal.

 Belki de senin gibi adamları Dışülke'nin zayıf noktalarını anlatması için kullanabiliriz.

 Geçmişte bulunma eğiliminiz bizim için kullanışlı olabilir.

 Bu adamakıllı beyinlerini yıkadığımız kişileri; diğer galaksileri, grevleri, devrimleri,aileiçi kavgaları, öğrenci ayaklanmalarını tahrik etmek için kullanıyoruz.

 Biz buyuz: Büyük Omega Eksi -Nerede şimdi?

 -Alfa 60'ın görünmeyen kısmı.

 Gelecekte olacaklardan çok geçmişte ne olduğunu düşünüyorsunuz.

 Kameranız eskiymiş.

 Teknik İnanmadığım bir şeydir.

 Evet, ne demezsin.

 Jeckel banyomdaki herife neden ateş ettiğimi sordu ki bütün o olanlar sadece bir psiko-testten ibaretmiş bu arada.

 "Kavga etmek için çok yaşlıyım, o yüzden ateş ettim" gibisinden bir cevap verdim.

 Ölümcüllüğe karşı tek silahım budur.

 -Bu nedir?

 -Merkezi Sorgu İstasyonu.

 Burada Alfa 60 sorunları gözden geçirir.

 Alfa 60 tarafından kullanılan biçimler ve referanslar bir insanın anlayabileceğinden çok daha karmaşıktır.

 Ne tür sorunlar?

 Tren ve uçak hareketleri insanların ve eşyaların hareketleri elektrik dağıtımı suçla mücadele askeri harekatlar 7no.

lu unsur,İşlev bozukluğu Ne oluyor?

 Dışülke ile olan savaş.

 Alfa 60 tarafından düzenlenmiş bir görevin işleme konması için basit bir eğitim genellikle yetersiz kalır.

 Bu yıkımı başlatanın ben ya da planımı benimseyen biliadamları olduğu düşüncesini aklınızdan çıkarın.

 Sıradan insanlar dünyada bulundukları konumları haketmiyorlar.

 Bu insanların geçmişlerinin analizi otomatikman bu sonuca varmamızı sağlar.

 İşte bu yüzden bunların yokedilmesi gerekir.

 Yani: biçimleri değiştirilmelidir.

 (transforme olmalıdırlar) Kimsenin bu durumu benim için resmetmesine ihtiyacım yok.

 Vonbraun ve onun kurmaylarının yönetimi altındaki tüm bu yıllar boyunca, Alfakent; insan aklının hayal bile edemeyeceği karmaşıklıktaki sorunları ele alarak kendilerini geliştiren elektronik beyinlerin rehberliğinde büyük bir hızla gelişmişti.

 Yabancılar yavaş yavaş asimile ediliyordu bilhassa İsveçliler, Almanlar ve Amerikalılar.

 Diğerleri,yani asimile edilemeyenler ise yalnızca ve tek kelimeyle öldürülüyorlardı.

 İnfazların tehdidi altında yoluma devam ediyordum.

 Genellikle böylelerini bir odada oturturduk ve koltuklarında bir gösterimi izlerlerken elektrik vererek infaz ederdik.

 ardından onları dev çöp kutularına boşaltırdık ve tiyatro salonu sıradaki grup için hazır olmuş olurdu.

 Eğer bireylerden biri ıslah edilebilirlik bakımından umut vaadediyorsa mekanik ve propagandasal tedavinin kısa zamanda kendisini iyileştireceği bir kronik hastalıklar hastanesine gönderilirdi.

 Bana öyle geliyordu ki buradaki varlığım çarpıtılmış ve alacakaranlık anılara ve hiç şüphesiz,berbat bir yazgıya doğru adım adım ilerliyordu.

 Tek bir çarem kalmıştı.

 Üstün varlıkların diğer galaksilere saldırmasını önlemek pek mantıklı olmayacaktı.

 1 adet jeton atın.

 Teşekkür ederim.

 Yukarı mı çıkıyorsunuz,efendim?

 -Hayır, ayakkabılarımı parlatacağım biraz.

 -Tabi efendim.

 -Anahtar bu adamda.

 -Bu taraftan,efendim.

 Yorgun musunuz efendim?

 Uyumak ister miydiniz,efendim?

 Evet, uyumak: rüya görmeye bağlı bir şey.

 Tam olarak nesin sen?

 Baştan çıkaran kadınım,üçüncü sınıf.

 Meslektaşın gitti mi?

 Kim?

 Beatrice?

 Bilmiyorum; uzun bacakları olan bir sarışın.

 Çevredeki apartman dairelerinde çalışıyor.

 Biz sadece yerlerini aldık.

 Hiç Dışülke hakkında birşey duydun mu?

 Asla.

 -Defol buradan!

 -Niçin?

 Eğer biri sorarsa, bilmiyorum dersin.

 Ben çok iyiyim, tekrar çok teşekkür ederim.

 Eğer küçük prensesimiz olmasaydı Gelmem yasaklanmıştı, ama sizi tekrar görmek istedim.

 Olur şey değil!

 Madem buradasın, bana bir kahvaltı söyle.

 Tabi efendim.

 Pardon, ben çok iyiyim, tekrar çok teşekkür ederim.

 Ben de.

 Kafanı eğ.

 Sorun ne?

 Hiç.

 Sadece bir düşünce.

 Kahvaltım ne alemde?

 Kahvaltı tele-siparişi vermek istiyorum.

 Numaranız neydi?

 Numaranız var mı?

 Alfa 60'tayken bana numara falan vermediler.

 Kontrol numaranız değil, oda numaranız.

 Bu kitaptan haberin var mı?

 ''Acının Başkenti'' (Capital of Pain) Bazı sözcüklerin altı çizili.

 Metamorfozların ıssızlığında yaşıyoruz.

 Gün boyunca sürüp giden; zamanın,büyük acıların veya şefkatin ötesinde olan bu yankı silsilesi bir yana Acaba vicdanımızın yakınında mıyız yoksa onun uzağında bir yerde miyiz?

 Bunlar anlamadığım sözler.

 Vicdan Ya bu: sohbet halindeki ölüm.

 Peki ya bu?

 Gölerin,herkesin "bakış"ın anlamından bihaber olduğu despotik bir diyardan geri döndü.

 Bunun ne olduğu hakkında cidden hiçbir fikrin yok mu?

 Bana birşeyler hatırlatıyor.

 Bilmediğim birşeyler.

 Çıplak gerçek.

 Bunu iyi biliyorum.

 Umutsuzluğun kanatları yoktur, aşkın da.

 Suratsız, konuşmuyorlar.

 Onlara bakmıyorum, onlarla konuşmuyorum.

 Ama aşkım ve umutsuzluğum kadar diriyim de Ya bu: Ölmek ölmek değildir.

 Ya bu: Aldatıcıdan da aldatıcı.

 Bu: Değişen erkekler.

 Hiç gizli mesaj diye birşey, duymadınız mı Bayan Vonbraun?

 Gizli mesaj?

 Bir giz(sır)'in ne olduğunu bilmiyor musun?

 Evet.

 Planlama sırları, atomik sırlar, hafızanın sırları.

 Şimdi ne aranıyorsun sen öyle?

 Bu şehir bana kafayı yedirtiyor!

 Bir incil arıyorum,içinde var mı yok mu diye.

 Silme gerzek misin nesin?

Tabii ki aradığım sözcüğü bulmak için Nerede bu?

 Her odada mutlaka bir tane bulunur.

 Korkmaya başladım.

 Siz geldiğinizden beri ne olup bittiğini anlayamaz oldum.

 Ben sanırım anlamaya başladım.

 İşte geldi.

 ''Vicdan'' bunda yok.

 Ben çok iyiyim, teşekkür ederim.

 Artık burada mevcut değil.

 Bu da şu an itibariyle artık kimsenin "Vicdan" sözcüğünün anlamını bilmediği anlamına gelir.

 Çok kötü.

 1 şekerli mi 2 mi?

 Bu İncil değil ki, bu bir sözlük!

 Dışülke'de ikisi de aynı şey değil midir Bay Johnson?

 Şimdi cevap ver bakalım, ne için bu?

 Neredeyse hergün sözcükler tedavülden kalkar,yasaklandıkları için.

 Yerlerine yeni fikirleri ifade eden yenileri gelir.

 Geçen iki ya da üç ay içinde çok hoşuma giden bazı sözcükler ortadan kalktı.

 Hangileri onlar?

 Merak ettim.

 Kızılkalp çiçeği, gözyaşı dökme.

 Sonbahar ışığı.

 Bir de duyarlılık.

 Sizin yanınızdayken korkuyorum.

 Sizi bir daha görmememi emrettiler.

 Kim?

 Alfa 60 mühendisleri mi?

 -Evet.

 -Korktuğun nedir ki?

 Korkuyorum zira hiç görmediğim ya da okumadığım halde o sözün anlamını biliyorum.

 -Hangi söz(cük)?

 -"Vicdan" "Vicdan" (Le Conscience) -Hiç Dışülke'de bulundunuz mu?

 -Hayır.

 Emin misiniz?

 Evet.

 Yalan söylüyorsunuz.

 Neden bana böyle dargınsınız?

 İnanıyorum ki"Neden"den ziyade "Çünkü" demeniz gerekir.

 "Neden" mi dedim ben?

 Eğer düşman kulakları dinlemedeyse seni de duymuşlardır.

 Şey,o zaman dikkatsizlik etmişim, çünkü bu yasaktı.

 Belki de bunu kullanmış olmak senin hayırına olur.

 Ne zaman "neden" dedim ben?

 Öncelikle başka bir soru: Nerede doğdun?

 Burada,Alfakent'te.

 Bir yalan daha.

Belki de farkında değilsin,ama yalan söylüyorsun.

 Gerçeği bilmeliyim: doğum yerin neresi?

 Dedim ya burası diye.

 Hayır,Tokyorama'da.

 Doğan Güneşin Ülkesi.

 Hadi durma söyle.

 Tokyorama'da, Doğan Güneşin Ülkesi'nde.

 Veya Floransa'da, belki de neresi olduğunu kendin için hatırlamaya çalış Natasha.

Neresi?

 Neresi?

Bilmiyorum.

 Göğün Güney Denizleri kadar mavi olduğu yer.

 Floransa,göğün Güney Denizleri kadar mavi olduğu yer.

 Veya Nueva York'ta.

 Kışın Broadway'in kar içinde bir kürk manto gibi parıldadığı yer.

 Görüyorsun ya,Dışülke'yi biliyorsun.

 Baban Nueva York'tan 1964'te kovalanmıştı Seni de buraya getirdi,yani bu da buralı değilsin demek.

 Bu kitabın ne olduğunu biliyorum.

 Bizimle beraber Nueva York'tan gelen adam,bu kitapları o yazmıştı.

 Ona ne olduğunu bilmiyorum.

 Buradaki yasaklı ikametgahlarda yaşayıp intihar ediyorlar.

 Alfa 60'ın onları bazen kullandığını biliyorum.

 Onları kontrolü altına alıyor.

 Nasıl olur?

 Çünkü anlaşılması zor şeyler yazıyorlar.

 Şimdi anlıyorum: buna eskiden şiir denirdi.

 Gizli saklı şeyler olduğuna inanılırdı, ama aslında bir hiçten ibaret.

 Kontrol mekanizması bir saat kala veya onun gibi birşey,bu tip şeyleri kodlar.

 Geri kalan herşeyde olduğu gibi, asla bilinmez.

 Bu faydalı olabilir.

 Kesinlikle.

 İyi derecede organizeyiz.

 Seninle beraber burayı terkedip Dışülke'ye gitmek isterdim.

 Ama korkuyorum.

 Seninle görüştüğüme göre, artık "normal" değilim.

 Ne zaman "neden" dedim ben?

 Neden?

 Çünkü siz daha iyi bilirsiniz, Bay Johnson.

 Hayır,bilmiyorum.

 Hangi anlarda?

 Söyleyin bana.

 Çok sık.

Örneğin geçen gece koridordayken.

 Bu kez siz yalan söylüyorsunuz.

 Size aşık olmak üzere olduğumu söylediğim zaman.

 Aşık olmak?

O da ne?

 Bu.

 Hayır,ne olduğunu biliyorum: şehvet.

 Hayır,şehvet sadece bir sonuçtur.

 Aşk olmadan varolamaz.

 O zaman aşk ne peki?

 Ses tonun,gözlerin ellerin, dudakların Sessiz anlarımız,sözlerimiz Sönen ışık tekrar yanan ışık.

 Aramızdaki tek bir tebessüm.

 Blginin arayışı içinde, biz değişmemişe benziyorken gecenin gündüzü yaratışını seyrettim.

 Ey tüm aşıklar, yalnız tek bir aşık ağzın sessizce mutlu olmayı vaadetti.

 Uzağa, uzağa, der nefret; Yakına,yakına, der aşk.

 Bir okşayıştır çocukluğumuza yol gösteren.

 İnsanları,gittikçe bir aşıklar diyaloğu halinde görüyorum.

 Yürekler ağızda.

 Herşey tesadüfi.

 Bütün sözler düşünceden yoksun.

 sürüklenen duygular şehri turlayan erkekler Bir bakış,bir söz.

 Çünkü seni seviyorum.

 Herşey hareket halinde.

 Yaşamaya terfi etmeliyiz.

 Doğrudan sevdiklerinizi kendinize hedef seçin.

 Ben sana doğru yürüdüm, ışığa doğru,bitmeksizin.

 Gülümsersen,bu beni daha iyi sarıp sarmalar.

 Kollarının ışığı sisi dağıtır.

 "Kederin Başkenti" Baş mühendisin beni ne şekilde kullanacağını öğrenmeliyim.

 Sanırım galaksilerarası çifte ajan olarak.

 -Eckel'in dediği doğru o zaman.

 -Ne dedi ki?

 Dünyanın geri kalanını sabote etmek için heryere casus gönderdiğinizi.

 Elbette,bunu okulda öğrenirsin zaten.

 Beni ele verecek misin?

 Konuşamıyorsun, ya da işine gelmiyor.

 Bu otelden Dışülke ile irtibat kurabilir miyim?

 Galaksi Hizmetlerine bir sor bakalım.

 Benim yapmamı ister misin?

 Dışülkeler Tele-iletişim kurmak istiyorum.

 tele-iletişim hizmeti birkaç günlüğüne askıya alındı.

 -Ne diyecektin ki?

 -Alfakent'e atomik bir saldırı.

 Sonra açıklarım Prenses, ama önce çıkıp gidelim buradan.

 Profesörü bulmalıyız Nerede oturuyor?

 -Bizimle gelin!

 -Nereye?

 -Oturma İzni Kontrol merkezine.

 -Şaka yapıyorsun!

 İki büklüm olduğu an yakalayın.

 Öykü 842,Bayan.

 Birgün çelimsiz adamın teki bir Kuzey Bölgesi kafesine girmiş "Bir bardak çok sıcak,şekerli kahve istiyorum ''demiş.

 Ve eklemiş: ''Parasını ödemeyeceğim, çünkü kimseden korkum yok'' Kahvesini içmiş.

 Oradan ayrılmış.

 Kahvesini içmiş ve ödememiş.

 Kafe sahibi birşey dememiş, bir rezalet çıkmasından korkmuş.

 Ancak çelimsiz adam aynı numarayı birkaç defa daha yinelediği zaman kafe sahibi şöyle demiş: "Artık burama geldi, bir dahaki sefere geldiğinde bu çelimsizi pataklaması için güçlü bir adam tutacağım" Böylece,dördüncü günde çelimsiz adam,"Bir bardak çok sıcak,şekerli kahve istiyorum " dediğinde irikıyım olan adam yanına gitmiş ve şöyle demiş: "Demek kimseden korkmuyorsun?

" "Evet öyle!

" "Valla ben de!

" "Peki",der çelimsiz adam, "Şunu 2 bardak çok sıcak ve şekerli kahve yapalım o zaman!

" Dışarıda,Oturma İzni Merkezi'nde buluşalım.

 Siz burada kalıyorsunuz Bayan Vonbraun.

 Geçen gece yalan söylediniz.

 Dickson'ın ölümünü siz organize ettiniz.

 Niçin?

 Adınız Ivan Johnson olarak olarak yazılıyor olabilir ancak Lemmy "Caution" ("uyarı") olarak telaffuz ediliyor Dışülke'nin sıfır sıfır üç numaralı gizli ajanı.

 Alfakent'in güvenliği için bir tehdit oluşturuyorsunuz.

 Sizin normal dediğiniz şey olmayı reddediyorum.

 Mutasyona uğramış diye adlandırdıklarınız neredeyse kökünü temizlemek üzere olduğumuz sıradan insanlara karşı üstün bir ırk oluşturuyorlar.

 Düşüncesi bile saçma.

 Bütün bir ırk yokedilemez.

 Başarısızlığı imkansız kılmak için gerekli hesaplamaları yapacağım.

 Ben de başarısızlığı mümkün kılmak için elimden geleni yapacağım.

 Benim tasarladığım herşey başarıya ulaşır.

 O kadar emin olma; benim de bir sırrım var.

 Sırrınız nedir?

 Söyleyin bana Bay Caution.

 Gece veya gündüz,asla değişmeyen birşey.

 Geçmiş kendi geleceğini temsil eder, düz bir çizgide ilerler yine de tam bir çember oluşturarak sonlanır.

 Çıkaramıyorum.

 Sana söylemeyeceğim.

 Devrelerimin birkaçı bilmecenin çözümünü araştırıyor.

 Bulacağım.

 Eğer bulursan,aynı zamanda kendini de yoketmiş olacaksın zira akrabam,kardeşim olmuş olacaksın.

 Doğmamış olanlar, gözyaşı dökmezler ve pişmanlık duymazlar.

 Bu bakımdan seni ölüme mahkum etmek mantıklı olandır.

 Sikeyim seni de,mantığını da!

 Vardığım yargı adildir evrenin iyiliği için çalışıyorum.

 Eğer bizi diğer galaksilerden sürmeye çalışıyorsanız,bunu başaramayacaksınz.

 Bir yere gitmiyorsun; çıkış bloke edildi.

 Göreceğiz.

 Profesör Vonbraun - nerede yaşadığını biliyor musunuz?

 Merkezi Saray,Güney Bölgesi, Hammaddeler İstasyonunun arkası.

 Gidelim.

 Kımıldama.

 Böylelikle sözünü tutacağına eminim.

 Dışarı!

Dışarı!

 Gazeteciler giremez!

 "Gazeteci" ve "adalet" sözcüklerinin aynı harfle başladığını biliyor muydun?

 (journalist-justice) Söyle patronuna.

 Sizin için ne yapabilirim Caution Efendi?

 Burada haberler çabuk yayılıyor.

 Çünkü çok hızlı bir şekilde Işık Uygarlığına girme aşamasındayız.

 Saniyede yaklaşık 300.000 Km.

 Dışülke'ye geri dönüyorum.

 Siz de benimle gelin.

 Bizimle kalın Bay Caution.

 Savaş bittiğinde size başka bir galaksi görevi vereceğim.

 Altın ve kadınınız da olacak.

 Öyle harikulade bir bilim seviyesine hükmediyoruz ki, atomik güç üzerindeki eski Amerikan ve Rus kontrolü göze hastalıklı gelecek.

 Anlıyorum.

 Teknisyenler tarafından kolaylıkla kontrol edilebilen basit fiziksel ve zihinsel bir varlıkla; ahlaki değerlerime ve hatta doğaüstü takdir-i ilahi duyularıma karşı geliyorsunuz.

 Fikirleriniz tuhaf,Bay Caution.

 Birkaç yıl evvel, Fikirler Çağında sizinkiler yüce fikirler olarak kabul görebilirmiş.

 Kendinize bir bakın.

Sizin gibi adamların soyu yakında tükenecek.

 Ölüden de beter birşey olacaksınız.

 Bir efsane olacaksınız, Bay Caution.

 Evet,ölümden korkarım ama mütevazi bir gizli ajan için hayatın gerçeği bu,viski gibi.

 Ve kendisini tüm hayatım boyunca içtim.

 Dışülke'yi bir daha asla görmek istemiyor musunuz,Profesör?

 Hoşçakalın Bay Caution.

 Böylesi insanlar,teknik gücün ve onun zaferinin repertuarlarındaki tek rol olduğu zaman, dünyayı tiyatro sahnesi olarak görenlere berbat örnekler olarak hizmet edeceklerdir.

 Dickson'ın Yunan labirentindeki gibi düz bir çizgide koşturup duruyordum ve filozoflar burada kaybolmuştu, gizli bir ajanın da başına geldiği gibi.

 Pek çok bakımdan tepkilerin ve düşünce tarzın şimdiki normaliteden ayrılıyor.

 Alfakent'in sakinleri normal değiller.

 Onlar mutasyon(dönüşüm) ürünüler.

 Teklifimizi kabul ediyor musun?

 Sessizce cevapla evet veya hayır olarak.

 Dışülke'lilere asla ihanet etmeyeceğim.

 Şimdiki zaman dehşet verici geri döndürülemez olduğu için, ve demirden yapılmış olduğu için.

 Zaman,beni oluşturan şeyin ana maddesi.

 Zaman beni yol boyunca taşıyan bir nehir.

 Ama ben zamanım.

 Bir kaplan,beni parçalayan; ama ben kaplanım.

 Ona ve bana bir bak, işte sana cevabın.

 Biz mutluluğuz,ve ona doğru yol alıyoruz.

 Dünyanın gerçeklik oluşu bizim talihsizliğimiz.

 Ve ben benim kendim,Alfa 60 olmam benim talihsizliğim.

 Natasha,çabuk aşk sözcüğünü düşün.

 Buradan.

 Sakinlerin hepsi ölmedi, ama hepsi çarpıldı.

 Işık yoksunluğundan boğulmayanlar ise delirmişcesine daireler çizdiler,tıpkı karıncalar gibi.

 Natasha ve ben çevre yollar üzerinden Alfakent'i arkamızda bıraktığımızda Okyanus Zamanına göre saat 23.

15'ti.

 Gerçektaraflararası uzay boyunca süren bir gece sürüşünden sonra evde olacaktık.

 Arkana bakma.

 -Gerçektende hepsi ölmüş müdür sence?

 -Henüz değil.

 Kendilerine gelip iyileşebilirler, ve böylece Alfakent mutlu olur,Floransa gibi.

 Angola-şehir gibi, Tokyorama gibi.

 Geri dönemezsin.

 -Çok fazla uyudum mu?

 -Hayır,bir an aralığı kadar.

 Neredeyiz?

 Dışülke'de mi?

 Henüz değil.

 Bana garip bir yüz ifadesiyle bakıyorsun.

 Benden bir şey söylememi bekliyorsun.

 Ne diyeceğimi bilmiyorum.

 Bunlar bilmediğim sözcükler.

 Bana öğretilmediler.

 Yardım et.

 İmkansız,Prenses.

 Oraya kendi başına varmalısın.

 O zaman kurtulmuş olursun.

 Eğer yapmazsan Alfakent'in ölüsü kadar kayıpsın dmektir.

 Ben sen sev Seni seviyorum.

 Altyazı tercüme: Volkan Memişoğlu baadermolothoff@hotmail.

com||

Breathless 1960

22800||5721400||Monogram Pictures'a ithaf edilmiştir.

 Yine de ben bir göt deliğiyim.

 Yine de, evet.

 Olmalıyım.

 Olmalıyım!

 Beni de yanında götür!

 - Saat kaç?

 - 10:50.

 Kendi yoluma gidiyorum, hey hey!

 Eğer beni kahrolası Renault'suyla geçeceğini düşünüyorsa!

 Para bulurum, Patricia'ya sorarım.

 Evet ya da hayır, ve sonra Kırsal bölge güzel.

 Fransa'yı gerçekten seviyorum.

 Sahili sevmiyorsanız Dağları sevmiyorsanız Şehri sevmiyorsanız O zaman doldurun!

 Küçük kızlar araba bulmaya çalışıyor!

 Her mil başına bir öpücük isteyeceğim.

 Şortlu olan fena değil.

 Güzel şeyler.

 Evet, ama diğeri Oh, lanet olsun, onlar köpek.

 Güneş harika.

 Kadın sürücüler korkaklığın canlı örneği!

 Solla onu!

 Kahretsin, yol işçileri!

 Asla frenleri kullanma.

 Yaşlı Bugatti dediği gibi; ''Benim arabam ilerlemek için yapıldı; durmak için değil''.

 Kahretsin!

 Domuzlar!

 Bağlantı koptu!

 Bir bubi tuzağı!

 Olduğun yerde kal!

 - Miss Franchini'nin odası mı?

 - Burada değil.

 - Burada mı yaşıyor?

 - O dışarıda.

 Kızların asla bir senti olmaz!

 Kahve.

 - Bir hamburger ve yumurta ne kadar?

 - 1.80 F.

 Bir tane yap.

 sadece bir gazete almaya gidiyorum.

 Gelebilir miyim?

 Nasıl gidiyor, kıymetlim?

 Ceket yok mu?

 Alfa Romeo'mda.

 - Royal'da kahvaltı yapmak ister misin?

 - Geciktim.

 9'a kadar TV istasyonunda olmalıyım.

 Yırtılmış.

 Neler yapıyordun?

 Hiçbir şey, seyahat ediyordum.

 - Buralarda yeni neler var?

 - Dunno.

 - Dışarı çıkmıyor musun?

 - Bazen diskoteğe gidiyorum.

 Hâlâ film yapıyor musun?

 Hayır.

 Birileriyle yatmak gerekiyor.

 Enrico'yu anımsıyor musun?

 ''Hatırlamak'' ya da ''geri çağırmak''.

 Ama ''anımsamak''değil.

 Onunla birlikte çalışıyorum.

 Striptizci olarak.

 Aralıkta beş parasızken, bir filmin asistanlığını yapıyordum Cinecitta'da!

 - Sen mi?

 - Evet ben.

 Hiç jigololuk yaptın mı?

 Neden?

 sadece soruyorum.

 Umursamazdım.

 Beni 5 dakika içinde ara.

 Gaby İspanya'dan döndü mü?

 Pergola'yı satın aldı.

 Harika.

 Her tarafı siyaha boyamak aptallıktı.

 - Orada ne yazıyor?

 - ''Neden?

'' Artık Luckies içiyorum.

 Bana öğlene kadar 5000 frank borç verir misin?

 Bunu bilmeliydim.

 Sen işe yaramaz birisin Michel.

 Sana geri ödeyeceğim.

 Kısayım.

 - İşte 500 eğer istiyorsan.

 - Hayır, sende kalsın.

 - Öyleyse Royal'da kahvaltı yok mu?

 - Teşekkürler, geciktim.

 Bay.

 Tolmachov burada mı?

 Burada ama burada değil.

 Patricia'yı gördün mü?

 Benimle Roma'ya gelsene?

 Bu çılgınlık ama seni seviyorum.

 Seni görünce sevinecek miyim, öğrenmek için seni tekrar görmek istedim.

 Nerelerdeydin?

 Monte Carlo?

 Hayır, Marseilles.

 Görmem gereken bir arkadaşım vardı.

 Seni aramaya çalıştım.

 Pazartesi şehir dışındaydım.

 - Bir tane alıyorum.

 - Çok naziksin.

 Ne yapıyorsun burada?

 Paris'ten nefret ettiğini sanıyordum.

 Hayır, ama burada düşmanlarım var.

 Öyleyse tehlikedesin?

 Evet.

 Benimle Roma'ya gelecek misin?

 Ne yapacağız orada?

 Bakarız.

 Hayır, yapacak çok işim var burada.

 Champs'ı boydan boya yürüyor musun böyle?

 - ''Champs''da ne?

 - The Champs Elysees.

 5.

 George Bulvarı'nda olacağım.

 - Tamam öyleyse görüşürüz.

 Hadi beraber yürüyelim.

 Sadece köşeye kadar.

 - Geri al bunu yıldız falı yok!

 - ''Yıldız falı'' ne demek?

 Gelecek.

 Geleceği bilmek istiyorum.

 Sen de istemez miydin?

 Tabii ki.

 - Ne oldu?

 - Hiç, sadece sana bakıyorum.

 Veda etmeden gittiğim için kızgınsın.

 Hayır, kızdım çünkü üzgündüm.

 Bir kızın yanında uyanmak güzeldir.

 Şehirde mi kalıyorsun?

 Evet, bana borcu olan bir adamı görmem gerek.

 Sonra seni görmeliydim.

 Hayır, görmesen de olur.

 Neden?

 Burada benden daha tatlı kızlar var.

 Hayır.

 Acayip bir şey, senden sonra iki kızla yattım.

 Feciydi.

 ''Feci'' ne demek?

 Çok güzellerdi, ama feciydi.

 Can sıkıcıydı.

 Roma'ya geliyor musun?

 Fransa'dan sıkıldım.

 Gelemem Michel.

 Sorbonne'a kayıt yaptırmam lazım yoksa ailem para göndermeyi keser.

 - Bende para var.

 - Sadece 3 gece geçirdik!

 Hayır, 5.

 - Neden sutyen takmıyorsun?

 - Böyle konuşma!

 Tamam, affedersin!

 Saat kaç?

 Görüşürüz?

 Sonra olmaz.

 Bu gece, istersen tabi.

 - Nerede?

 - Burada.

 Ölene kadar tehlikeyle yaşa!

 Gençlerle bir sorunun mu var?

 Elbette var.

 Ben yaşlıları tercih ederim.

 Polis katili teşhis edildi.

 Bay Tolmachov nerede?

 Havayolu bölümünde.

 - Merhaba amigo.

 - Merhaba Sonny.

 10'da gelen sen miydin?

 Evet, param için.

 Hazır.

 - İşler nasıl?

 - Güney tarafında sıkıldım.

 Bir kızı görmek için geldim.

 Ya sen?

 Ben buradan gidiyorum.

 Paslanmaya başladım.

 Paslanmak yakalanmaktan iyidir.

 Bu tarafa.

 Sana verdiğim zarf burada mı?

 Başka biri adına imzalanmış.

 Bana değil.

 Son paramı yarışlarda kaybettim.

 Ve arkadaşın, Bob Montagne?

 - O bir üçkağıtçı.

 - Şaka yapıyorsun?

 Bir de Berruti var, ama ona güvenmiyorum.

 Senin arkadaşın olduğunu zannediyorum.

 Döndü mü?

 Evet, dün gece onu Montparnasse'de gördüm.

 Numarası ne?

 ELY.

 99.

84.

 Onu buradan arayabilir miyim?

 Onun için geldiğin kız kim?

 Bir New Yorklu.

 Güzel mi?

 İnanılmaz.

 Ondan hoşlanıyorum.

 ELY.

 99.

84?

 Antonio ile konuşmak istiyorum.

 Tekrar arayacağım.

 Dışarıda.

 Onu dışarıda arayacağım.

 - Hoşça kal, Sonny.

 - Ciao, amigo.

 lnter-Americana Ajansı mı?

 Evet.

 Müşterileriniz buraya mektup yolluyor mu?

 Michel Poiccard'ı tanıyor musunuz?

 Laszlo Kovacs adıyla da bilinir?

 Şuradaki beye sorun.

 Eğer bu Tolmachov değilse!

 Merhaba müfettiş.

 İş seyahatinde misiniz?

 Gördüğün gibi.

 Arkadaşın Bob'u nasıl gammazladığını hatırlıyor musun?

 Neden?

 Şey, bunu tekrar yapacaksın.

 Michel Poiccard, 5 ft.

 9, kahverengi saçlı, Fransız Havayollarında hostes.

 Bu bana gönderdiği mektup.

 Evet, onu tanıyorum.

 Son zamanlarda burada mıydı?

 Son zamanlarda Bay Tolmachov'u gören var mı?

 Evet, 5 dakika önce.

 Oldukça uzun boylu bir adam.

 Kahretsin!

 Cinayete suç ortaklığı - Yani sana bir şey mi yaptı?

 The Harder They Fall Bogey - Bir adamın öldüğünü gördüm.

 - Neden öldü?

 Bir kazaydı.

 Beni yemeğe götürüyor musun?

 İzin ver bir telefon görüşmesi daha yapayım.

 Beni bekler misin?

 Restoranı ara.

 Bir dakika içinde dönerim.

 Fransızlar beş dakikayı kastettiklerinde hep bir dakika derler.

 Nereye gidiyoruz?

 Herhangi bir yere To Saint Michel.

 - Bu gece benimle yatacak mısın?

 - Bilmiyorum.

 - Benimle olmaktan hoşlanmıyor musun?

 - Tabii ki hoşlanıyorum.

 Sadece gazetede bir şey okudum Bir otobüs kondüktörü hakkında Bir kızı baştan çıkarıp 5 milyonunu çalmış.

 Zengin taklidi yaparak.

 Onu Riviera'nın aşağısına götürmüş.

 Birlikte 3 gün geçirmişler.

 Adam hiç çekinmemiş.

 Kıza demiş ki: ''Bu çalıntı para, ben bir gangsterim, ama seni seviyorum.

'' İşin harika yanı kızda ona bağlanmış.

 Demiş ki; ''Ben de seni seviyorum''.

 Paris'e dönmüşler, ve birkaç gösterişli villayı soyarken yakalanmışlar.

 Kız etrafı kontrol ediyormuş.

 Affedersin ateşin var mı?

 İşte!

 Birkaç kibrit al!

 Tamamen unutmuşum!

 - Bir randevum vardı.

 - Kiminle?

 Champs Elysees'daki bir muhabirle.

 Bir gazete toplantısına gideceğiz.

 Nerde?

 Şimdi mi?

 Seni ilgilendirmez.

 Gerçekten sinirlerimi bozuyorsun.

 Yani beni terk mi ediyorsun?

 - Ama yarın seninle görüşeceğim.

 - Yarın değil bu gece, Patricia.

 Sana gelemeyeceğimi söyledim.

 Neden bu kadar zalimsin?

 Etrafta hiç taksi var mı?

 Arabam operanın yakınında.

 Götürmemi ister misin?

 Ford'a ne oldu?

 Garajda.

 Seninle kalmama izin ver.

 Başım ağrıyor.

 Sevişmeyeceğiz.

 Sadece senin yanında olmak istiyorum.

 Ondan değil Michel!

 Neden bu kadar üzgünsün?

 Çünkü öyleyim.

 Bu aptalca.

 Neden bu kadar üzgünsün?

 ''vous'' ya da ''tu'' kullanmalı mıyım?

 Fark etmez Ama sensiz yapamam.

 Evet yapabilirsin.

 Belki.

 Ama istemiyorum.

 Sadece şu harika Talbot'a bir bak.

 A 2.

5 litre.

 - Sen bir çocuksun - Ne?

 Oh, anladım.

 Bana bak.

 O adamla görüşmeni yasaklıyorum.

 Vah, vah,vah!

 Bir kızı seviyorum, güzel bir boynu, güzel göğüsleri,güzel bir sesi güzel bilekleri güzel bir alnı güzel dizleri olan.

 Ama öyle korkak ki!

 Burası.

 Dur.

 - Önce park etmeme izin ver.

 - Zahmet etme.

 Kaybol!

 Seni bir daha asla görmek istemiyorum.

 Kaybol!

 Sen kaybettin!

 Eğer senin başına gelmişse büyük bir utançtır.

 Göreceğiz.

 Sorun ne?

 Eğer büyük bir çukur kazıp içine saklanabilseydim yapardım.

 Filler gibi olmaktan iyidir.

 Üzüldüklerinde Sana bir hikâye anlatayım.

 Kafanı bunlardan uzak tutacaktır.

 İki yıldır tanıdığım bir kız var.

 Ve şimdi, birden ona benimle yatıp yatmayacağını sormayı düşünmeye başladım Bu benim başıma hiç gelmedi.

 Biz yemekte tanıştık.

 Ben demek istedim ki; arkadaşız, hadi yatalım.

 Nedenini bilmiyorum, tamamen aklımdan uçuvermiş!

 Sonra birdenbire hatırladım ve ona şöyle bir telgraf gönderdim: Sana yatmamız gerektiğini söylemeyi unutmuşum.

 3 saat sonra şöyle bir mesaj aldım: ''Ne inanılmaz bir tesadüf!

" ''Ben de aynı şeyi önerecektim!

'' - Bu son baskı mı?

 - Evet efendim.

 Anahtarımı gördün mü?

 Kapının üzerinde bırakmış olmalısın.

 Oh, hayır!

 Burada ne yapıyorsun?

 The Claridge'ın bütün odaları doluydu.

 Ben de buraya geldim.

 Aşağıdan anahtarları aldım.

 Claridge'dan başka yerler de var.

 - Ben her zaman Claridge'de kalırım.

 - Sen delisin!

 Suratını asma!

 Sana yakışmıyor.

 - ''Surat asmak''?

 - Bunu yapmak!

 Bana çok yakışıyor.

 Sen benden bile daha delisin.

 Ne acı.

 Her zaman beni bırakamayan kızlara düşerim.

 Dün gece seni takip ettiğimi fark ettin mi?

 Sorun ne?

 Beni rahat bırak.

 Düşünüyorum.

 Ne hakkında?

 Doğrusu bilmiyorum.

 Ben biliyorum.

 Hayır, kimse bilemez.

 Sen dün geceyi düşünüyorsun.

 Evet, öyle.

 Dün gece öfkeliydim, ama şimdi umurumda bile değil.

 Hiçbir şey hakkında düşünmüyorum.

 Bir şey hakkında düşünmek istiyorum ama öyle görünemiyorum.

 Deniyorum, çok deniyorum, ve sonra uykuya dalıyorum.

 - Neden bana öyle bakıyorsun?

 - Çünkü bakıyorum.

 - Dün gece kalmalıydın.

 - Yapamam.

 Adama onunla görüşemeyeceğini söylemelisin.

 Buna mecburum.

 Benim yazdığım makalelerle ilgileniyor.

 Benim için gerçekten önemli.

 Hayır.

 Benimle Roma'ya gelmekten önemli ne olabilir.

 Belki bilmiyorum.

 Onunla yattın mı?

 Bahse girerim ki yattın.

 Hayır.

 O gerçekten tatlı biri.

 Bir gün yatacağımızı söyledi ama şu an değil.

 Ama beni tanımıyor bile.

 Sen değil O ve ben.

 Montparnasse'de içki içtik.

 Ben de oradaydım.

 Saat kaçta?

 Bilmiyorum.

 Fazla kalmadık.

 Neden buraya geldin Michel?

 Çünkü seninle tekrar yatmak istiyorum.

 Bu pek bir neden sayılmaz.

 Tabii ki öyle.

 Bunun anlamı seni seviyorum.

 Ama ben seni sevip sevmediğimi bilmiyorum henüz.

 Ne zaman bileceksin?

 Yakında.

 Neyi kastediyorsun ''yakında'' ile?

 Bir ayda, bir yılda?

 Yakında demek yakında demektir.

 Bir kadın asla sekiz saniye içinde istediğinden sonraki sekiz saniye içinde ne isteyeceğini bilemez.

 Sekiz saniye ya da sekiz gün.

 Hepsi aynı.

 Neden sekiz yüzyıl olmasın?

 Hayır, sekiz gün iyi.

 Kadınların hepsi yarım akıllı.

 Bu beni tahrik ediyor.

 Neden benimle tekrar yatmıyorsun?

 Çünkü sende hoşlandığım şeyin ne olduğunu bulmaya çalışıyorum.

 Romeo ve Juliet gibi olmamızı istiyorum.

 Tıpkı bir kız gibi!

 Gördün mü?

 Dün gece bensiz yaşayamayacağını söylemiştin ama yaşıyorsun.

 Romeo Julietsiz yaşayamadı ama sen yaşayabiliyorsun.

 Hayır ben sensiz yaşayamam.

 Tıpkı bir erkek gibi!

 Hadi gülümse.

 Tamam!

 Sekize kadar sayacağım.

 Eğer sekizde gülümsemezsen, seni boğacağım.

 2 3 4, 5, 6 7 7 buçuk 7 çeyrek.

 Çok korkaksın.

 Gülümseyeceğine bahse girerim.

 Bugünlük bu kadar oyun yeter.

 Bir korkak olman çok yazık.

 Neden böyle söyledin?

 Sinirlerimi hoplatıyorsun.

 Sen de benim.

 Ben korkak değilim.

 Nerden biliyorsun?

 Eğer bir kız korkmadığını söyleyip sigarasını bile yakamıyorsa bir şeyden korkuyor demektir.

 Neden korktuğunu bilmiyorum ama korkuyordur.

 - Bir tane alsana.

 - Bunların hiçbiri Chesterfields değil.

 Bana ceketimi ver.

 - Bu mu?

 - Ver!

 Bu senin pasaportun mu?

 Hayır, kardeşimin.

 Benimki arabada.

 Ama burada Kovacs yazıyor.

 Oh, öyle mi?

 O benim gerçek kardeşim değil.

 Annem o doğduğunda boşanmış.

 Gördün mü?

 Korkmuyorum.

 - Asla korktuğunu söylemedim.

 - Tabii, hayvancık.

 Ama söylemek istedin.

 Ve şimdi kızgınsın.

 Artık seninle konuşmuyorum.

 Hiç ölümü düşündün mü?

 Her zaman düşünürüm.

 - Ne?

 - Güzel bir şeyler söyle.

 - Ne gibi?

 - Bilmiyorum.

 Öyleyse ben de bilmiyorum.

 Kül tablanı beğeniyorum.

 Bir Swiss.

 Büyükbabamın bir Rolls-Royce'u vardı.

 Harika bir araba!

 15 yılda kaputu toplayamadı!

 Yeni posterimi gördün mü?

 Buraya gel!

 Tanrı aşkına buraya gel!

 Buraya değil.

 Nereye asabilirim?

 Neden bacaklarıma baktığımda bana tokat attın?

 Bacaklarım değildi.

 Aslında aynı şey.

 Fransızlar her zaman hiç de aynı şey olmayan şeylere ''aynı şey'' derler.

 Güzel bir şey düşünüyordum.

 Ne?

 Seninle tekrar yatmak istiyorum çünkü güzelsin.

 Değilim.

 Çünkü çirkinsin.

 Aynı şey mi?

 Evet evlat; aynı şey.

 Sen bir yalancısın Michel.

 Hayır yalan söylemek aptalcadır.

 Pokerdeki gibi Doğruyu söylemek daha iyidir.

 Diğerleri blöf yaptığını sanır ve böylece kazanırsın.

 Ne oldu?

 Sen bana bakmayı kesmedikçe sana bakmaya devam edeceğim.

 Ben de.

 Posterimi banyoya asacağım.

 Telefon edebilir miyim?

 Burası fena değil.

 Harika.

 Posterimi beğendin mi?

 Fena değil.

 Renoir gerçekten harika bir ressam.

 Dedim ya fena değil!

 Sence benden güzel mi?

 Şaşırdığında ya da korktuğunda, ya da ikisi bir aradayken, gözlerinde garip bir parıltı oluyor.

 Ne olmuş yani?

 O pırıltı yüzünden seninle tekrar yatmak istiyorum.

 Küvete işememin sakıncası var mı?

 Ne söyleyeceğimi tahmin et.

 Hiçbir fikrim yok.

 Hamileyim Michel.

 Beni duydun.

 Kimden?

 Benden mi?

 Sanırım.

 Doktora gittin mi?

 Dün.

 Perşembe günü testler için tekrar gideceğim.

 Daha dikkatli olmalıydın!

 Beni ELY.

 99.

84'a bağlayın.

 Antonio orda mı?

 Dönüp dönmeyeceğini biliyor musunuz?

 Tekrar arayacağım.

 ELY.

 25.

32.

 Bana borcu olan bir adamı arıyorum.

 Bay Tolmachov, lütfen.

 Hey, Sonny.

 Berruti'yi bulamadım.

 Bütün gece Montparnasse'de dolaştım.

 Polis mi?

 Teşekkürler.

 Ciao, Sonny.

 Siktir!

 - Ne?

 - Kaydım.

 Mahkum edilmiş adamı duydun mu?

 Darağacına tırmanıyormuş, kaymış ve demiş ki, ''Belliydi!

'' Bir Marslı kılığında gibisin.

 Çünkü ellerim gölgeli.

 Bir çocuk için ne harika bir düşünce!

 Ama kesin değil.

 Ne söyleyeceğini duymak istiyorum.

 - Giysilerini çıkar.

 - Amacın ne?

 - Siz Amerikalılar çok aptalsınız.

 - Neden?

 La Fayette ve Maurice Chevalier'a tapıyorsunuz.

 Ve onlar en aptal Fransızlar!

 Ben bir başka telefon görüşmesi daha yapacağım.

 Belle Epine 35.

26.

 Patricia, buraya gel!

 Bay Mansard?

 Bu öğleden sonra orada olacak mı?

 Ona uğrayacağımı söyleyin.

 Ben Tony'nin bir arkadaşıyım.

 Marseilles'den.

 Bir Amerikanım var.

 Amerikan mı?

 Sen değil.

 Bir Amerikan arabası.

 Bana borcu olan adamı bulamıyorum.

 Ne can sıkıcı!

 Kaseti mi radyoyu mu tercih edersin?

 Sessiz ol.

 Düşünüyorum!

 Hepsini biliyorum.

 - Kaç yaşındasın?

 - Radyoyu açacağım.

 20.

 Göstermiyorsun.

 Neden müzikten hoşlanıyorsun?

 Değişir.

 Ben Hadi, Patricia, İtalya'ya gel.

 Sorbonne'da okumanın amacı ne?

 Asla sınavları geçemezsin.

 Tabii şu bakalorya sınavı.

 Ama sallamıştım.

 ''Sallamak''ne demek?

 Başka şeyler yapmıştım.

 - Ne gibi?

 - Araba sattım.

 Burada mı?

 New York'ta.

 Çok erkekle yattın mı?

 Fazla değil.

 Kaç tane?

 Peki ya sen?

 Ben de fazla değil.

 Nerde yaşamak isterdim biliyor musun?

 Meksika'da.

 Gerçekten güzel olduğunu duydum.

 Çocukken babam hep derdi ki, bir dahaki cumartesi gidiyoruz.

 Ama hep unuturdu.

 Hayır, Meksika bana göre değil.

 O kadar harika olmadığına eminim.

 İnsanlar çok yalancı.

 Stockholm gibi.

 Herkes der ki ''İsviçreli kızlar harika.

 Günde 3 kişiyle oldum.

 Oraya git.

'' Oraya gittim.

 Doğru değil.

 İsviçreli kızlar burada davrandıkları gibi davranmıyorlar.

 Ve birçoğu da Parisli kızlar gibi köpek.

 Hayır, İsviçreli kızlar güzeldir.

 Bu sadece mit.

 Belki bir ya da iki, tıpkı Paris'teki ya Londra'daki gibi, ama hepsi değil.

 15 ile 20 yaşları arasındaki Şehirlerdeki kızlar tatlıdır.

 - Güzel değil ama senin gibi çekicidir - Çünkü Roma, Paris ya da Rio'da olmayan Ama Lausanne ve Cenova'da olan bir şeylere sahiptirler.

 Sen de bana güzel bir şeyler söyle.

 Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum.

 Başka bir adamın seni okşamasına izin verir misin?

 Biliyor musun, korktuğumu söylemiştin ya.

 Doğru.

 Korkuyorum.

 Çünkü beni sevmeni istiyorum.

 Ama aynı zamanda beni sevmeyi bırakmanı istiyorum.

 Çok özgürüm biliyorsun.

 Seni seviyorum ama düşündüğün şekilde değil.

 - Nasıl öyleyse?

 - Düşündüğün şekilde değil.

 Ama benim ne düşündüğümü bilmiyorsun.

 Bilmiyorsun.

 - Tabii ki biliyorum.

 - Ama bilmiyorsun.

 Yüzünün ardında ne olduğunu bilmek istiyorum.

 On dakikadır bakıyorum ve hâlâ hiçbir şey bilmiyorum,hiçbir şey.

 Üzgün değilim.

 Korkuyorum.

 Tatlı, nazik Patricia.

 Tamam öyleyse, zalim, salak, kalpsiz, acınacak durumda, korkak, aşağılık.

 Rujunu nasıl süreceğini bile bilmiyorsun.

 İşte şimdi korkunçsun.

 İstediğini söyle umurumda değil.

 Hepsini kitabımda yazacağım.

 - Ne kitabı?

 - Bir roman yazıyorum.

 - Sen mi?

 - Neden ben olmayayım?

 Ne yapıyorsun?

 Üstünü çıkarıyorum.

 Şimdi değil.

 Kahrolası bir acısın!

 Nedir bu olanlar?

 William Faulkner'i tanıyor musun?

 Hayır, kim o?

 Yattığın biri mi?

 Saçmalama, Jose!

 Boş ver öyleyse!

 Üstünü çıkart.

 O benim favori yazarlarımdan biri.

 ''Vahşi Palmiyeler''i okudun mu?

 Üzerini çıkart dedim.

 Dinle.

 Son cümlesi çok güzel.

 Hangisini seçerdin?

 Ayak parmaklarını görmeme izin ver.

 Bir kadının ayak parmakları önemlidir.

 Gülme.

 Hangisini seçerdin?

 Kederli aptal.

 Hiçbir şeyi seçerdim.

 Daha iyi değil, ama üzülmek uzlaşmaktır.

 Hepsini ya da hiçbirini istiyorum.

 Ve şimdi biliyorum.

 Şimdi biliyorum.

 Gözlerini neden kapatıyorsun?

 Gözlerimi sımsıkı kapatıyorum ki her yer simsiyah olsun.

 Ama yapamıyorum.

 Asla tamamen siyah olmuyor.

 Gülümsemen profilden bakınca, senin en tatlı yanın.

 Bu sensin.

 Bu benim!

 Birbirimizin gözlerinin içine baktık, ama ne için?

 Bu isimden nefret ediyorum.

 lngrid diye çağırılmak isterdim.

 Kıçının üzerine otur.

 Sorun ne?

 Sana bakıyorum.

 Fransızlar da aptal.

 Benimle kalmanı istiyorum.

 Programımızın senkronize ağını bozuyoruz.

 Garip, gözlerinde yansımamı görebiliyorum.

 Bu gerçek bir Fransız-Amerikan uzlaşması.

 Tıpkı saklanan mutlu filler gibiyiz.

 Bir kadının kalçası dokunmak içindir.

 Burası sıcak oldu.

 Başka bir erkek seni okşarsa umurunda olur mu?

 Bunu sormuştun.

 Dylan Thomas'ın, ''Genç Bir Köpek Olan Sanatçının Portresi'' kitabını okudun mu?

 Ben giyiniyorum.

 - Saat kaç?

 - Öğle vakti.

 İyi mi?

 Hadi yatakta kalalım.

 Hayır.

 Bir elbise almalıyım.

 - Araban var mı?

 - Tabii.

 ELY.

 99.

84.

 Antonio uğradı mı?

 Bu deli edici!

 Nerede olduğunu bilmiyor musun?

 Hayır, boş ver.

 Michel Poiccard tekrar.

 Sutyen giymemi ister misin?

 Hangisini en çok seviyorsun, gözlerimi mi, ağzımı mı yoksa omuzlarımı mı?

 Eğer seçmek zorunda kalsan.

 Gazete toplantısı falan yok.

 Hayır, biraz sonra Orly'de olacak.

 Öyle gözükmüyorum ama tam bir boksörüm!

 Gazete toplantına mı gidiyoruz?

 Önce ofise uğramalıyım.

 Ben de seninle geleceğim.

 Nerede askerdin?

 Ne yaptın?

 Nöbetçi erdim.

 - ''dim mi''?

 - Ovada uzanmıştım.

 Hayır, Michel!

 Çok yorulmuştum.

 Ölecektim.

 Sen delisin.

 Evet tamamen kaçığım.

 ''Kaçık'' nedir?

 Benim.

 Araban burada değil mi?

 Garajda.

 Gidip alırım şimdi.

 Harika, bir Ford!

 - Kaçıncı kat?

 - 50.

 Yanlış kattayım.

 Yaşlanmaktan korkuyor musun?

 Ben korkuyorum.

 Sen bir budalasın!

 Sana söylemiştim en kötü kusur korkaklıktır.

 Bana Dior'dan bir elbise alır mısın?

 Hayatta olmaz!

 Prix Unique'da daha güzel elbiseler var.

 Dior'dan elbise alamazsın, telefonla konuşursun.

 Orası bedava telefon edebileceğin tek yer.

 12 telefon kabini var.

 Polis Katili Hâlâ Serbest Ne kadar zaman geçti?

 Yarım saat ne olmuş?

 Gidip adamı göreceğim öyleyse.

 Neden romanının adını ''Aday'' koydun?

 Kitabımın onların erdemliliklerinin bir kabulü olduğuna ikna etmek istiyorum Fransızları.

 Bay Parvulesco!

 Günümüzde hâlâ aşka inanan biri olabilir mi?

 Tabii ki, özellikle günümüzde.

 Rilke'nin dediğine ne demeli, Modern hayat kadınlarla erkekleri gittikçe ayırıyor?

 Rilke harika bir şairdi, muhtemelen haklıydı.

 Çekil yolumdan!

 Sen ve senin işe yaramaz gazeten!

 Fransız ve Amerikalı kadınların romantik ilişkilerindeki tavırları farklı mıdır?

 Fransız kadınları Amerikalılara hiç benzemez.

 Amerikalı kadın erkeğine hükmeder.

 Fransızlar henüz hükmedemiyor.

 En büyük tutkun nedir?

 Hangisi daha ahlaklıdır, sadakatsiz kadınlar mı,terk eden erkekler mi?

 Sadakatsiz kadınlar.

 Kadınlar erkeklerden daha mı duygusaldır?

 Duygular bazı kadınların karşılayabilecekleri lükslerdir.

 Erotizm ve aşk arasında bir fark var mıdır?

 Hayır, pek sayılmaz.

 Sanmıyorum, çünkü erotizm aşkın bir formudur.

 Modern toplumda ruh var mıdır?

 Modern toplumda kadının bir rolü var mıdır?

 Eğer çekiciyse, güzel bir elbise giymiş ve siyah gözlük takmışsa.

 Casanova minnettarlığını sergileyerek baştan çıkartmayan kadının kadın olmadığını söylemiş.

 Cocteau buna cevap verecek.

 Kaç erkek bir kadına aşık olabilir hayatında?

 Fiziksel olarak yani.

 Bundan da fazla!

 Hayattaiki şey önemlidir.

 Erkekler için kadınlar ve kadınlar için para.

 Sen bir pesimistsin!

 Eğer güzel bir kızla zengin bir adam görürsen, kızın iyi adamın aşağılık olduğunu bilirsin.

 Brahms'ı sever misin?

 Herkes gibi, hayır.

 - Ya Chopin?

 - Berbat!

 En büyük isteğiniz nedir?

 Ölümsüz olmak ve sonra ölmek.

 Siz Claudius Mansard mısınız?

 Evet Bay Kovacs.

 Bu sabah sizi aradım, burada olmanızı söyleyecektim.

 Evet, Bay Kovacs.

 Beni Tony gönderdi.

 Nice'da buluşmayacak mıydık?

 Sizi kimse aramadı mı?

 Evet.

 Ama bir Oldsmobile olacağını söylediler.

 İlk dakikadaki düşünce buydu.

 Yani?

 Yani şimdi bu.

 800.

000.

 Ama ben parayı ancak gelecek hafta verebilirim.

 Seni aşağılık!

 Ve sen Bay Kovacs?

 Sen kimsin?

 Ne olmuş?

 Yani parayı şimdi veremiyorsun.

 - Zor.

 3 oldu mu?

 - Çeyrek geçiyor.

 Telefonu kullanabilir miyim?

 Antonio orada mı?

 Yeni ayrıldı.

 Kahretsin!

 Escale'de 4'te buluşacağınızı söylemişti.

 The Escale, 4'te.

 Tamam,teşekkürler.

 Boşuna arama.

 Paramı üzerimde taşırım.

 Bana 10,000 borç ver.

 5000.

 2500.

 Çalışmıyor mu?

 Hey, sen!

 Distribütör başlığını temizler misin?

 - Bana bir telefon konuşması borçlusun!

 - Taksi için!

 Bas gaza!

 Bas gaza!

 Yayaları boş ver!

 Acele et!

 Tanrı aşkına bas şu gaza!

 The Thunderbird'ün sol kanadı uçtu!

 Ben de bir sıyrık bile yok!

 Burası benim doğduğum yer.

 Karşı karşıya inşa edilen binalar ne kadar sinir bozucu!

 Bu evler canımı sıkıyor.

 Bütün meydanı mahvediyorlar.

 İçimde güzel bir duygu var.

 Güzel.

 Eğer geç kalırsak bu senin suçun olacak.

 Kesinlikle hayır.

 Solla şu Peugeot'yu!

 Vites değiştirme!

 4CV'ye kırma!

 Bir scooter bile seni sollayabilir!

 Bir sonraki soldan dön!

 Bekle.

 Döneceğim.

 Beş dakika önce ayrılmış.

 Sana borcu olan arkadaşın mı?

 Antonio Berruti, evet ve bu senin hatan.

 Şimdi ya iki katı ya da bırakıp gidelim.

 - Neden?

 - Sonra söylerim.

 Solla şu 2CV.

 - Nereye gidiyorsun?

 - New York Herald'a.

 Gözlerin yolda olsun!

 Neden yazmakla uğraşıyorsun?

 Para kazanmak ve erkeklere bel bağlamamak için.

 Paris kızları o kısa elbiselerinin içinde orospu gibi görünüyorlar.

 Arkalarından koşup şöyle yapmak istiyorum Bana aldırma!

 - Hemen döneceğiz.

 - Tamam.

 - Yol parasını ödemiyor muyuz?

 - Çabuk!

 - Nereye gidiyorsun?

 - The Champs Elysees.

 Arabalarının çizilmesinden korkan taksi şoförlerinden nefret ediyorum.

 The Gestapo buraya bir duvar yaptı, böylece kimse onlardan kaçamadı.

 Şu kızı düşünüyorum.

 Hangi kız?

 Riviera'daki adamla olan kızı.

 Ona hayran olduğunu söylemiştin.

 Evet, sıradan bir kız.

 Nadir bulunur.

 Benimle gazeteye geliyor musun?

 Hayır.

 Bir telefon etmeliyim.

 Terzimi görmeye gideceğim.

 Seni sonra alırım.

 Ciao, evlat!

 Geciktin.

 Bekliyorlar.

 Bu tarafa.

 Fransızca biliyor musun?

 Bu adamı tanıyor musun?

 Dikkatli ol küçük kız, Paris polisiyle uğraşılmaz.

 Evet bu Michel.

 Onu tanıyamadım.

 Bu eski bir fotoğraf.

 Bu sabah onunla birlikte görülmüşsünüz.

 Kim görmüş beni?

 3382 GM 75 plakalı bir Ford Thunderbird kullanıyormuş.

 Nerede o?

 Bilmiyorum.

 Dikkat et, söylediklerine dikkat et küçük kız!

 Onu beş altı kere gördüm.

 Onu çekici buldum.

 Nerede oturduğunu ne yaptığını bilmiyorum.

 Uzun zamandır mı tanıyorsun?

 Üç hafta önce Nice'da tanıştım.

 Tatildeydim.

 Paris'e ona borcu olan bir adamı görmek için geldi.

 - Kimi?

 - Bilmiyorum.

 İtalyan bir adı vardı.

 Onu tekrar görmeyi düşünüyor musun?

 Belki.

 Bazen beni arayıp çıkmayı teklif ediyor.

 Bu sabah gibi.

 Çalışma iznin var mı?

 Pasaport problemleri yaşamak istemezsin değil mi?

 Hayır istemem.

 Eğer onu görürsen, işte numaram.

 Danton 01.

00.

 Başkan Eisenhower kollarında sallanıyor.

 Ya iki katı ya da bırakırımdan kastettiğin bu muydu?

 Az çok.

 Hadi bir western filmine gidelim.

 Evet, hava kararana kadar beklemekten iyidir.

 Dikkatli ol Jessica Kenardan ilerleyen bir öpücük.

 Zaman boş bir şey.

 Boş, boş.

 Hafıza boş bir teminattır.

 Yanılıyorsun Şerif.

 Yeteneğin soylu ve trajik.

 bir zorbanın maskesiyle.

 Hiçbir drama bu kadar tehlike ve çekici olamaz.

 Hiçbir detay aşkımızı acınacak hale getiremez.

 Merhaba şeker şey!

 Polis Michel Poiccard'ın etrafını çevirdi.

 - Ne yazıyor?

 - Okuyorum.

 Polisler peşimden gelmekle aptallık ediyorlar.

 Ben onları seven birkaç insandan biriyim.

 Seni okşamamam izin ver.

 Bir şey söyle!

 - Şey!

 - Ne?

 - Demek evlisin.

 - Göster şunu.

 Uzun zaman önceydi.

 Delinin tekiydi.

 Beni terk etti.

 Ya da ben terk ettim.

 Hatırlamıyorum.

 Senden gerçekten hoşlanıyorum, Michel.

 Çalıntı bir arabayla gezmek nasıl bir duygu?

 - Peki ya polis öldürmek?

 - Korkmuştum!

 Seni tanıdığımı nerden biliyorlar?

 Birileri bizi birlikte görüp ele vermiş olmalı.

 - Bu çok kötü.

 - Ne kötü?

 İnsanları ele vermek.

 Hayır bu normal.

 İhbarcılar ihbar eder, soyguncular soyar, katiller öldürür,sevgililer sever.

 Bak bu Concorde değil mi çok güzel!

 Evet, bütün o ışıklarıyla çok gizemli.

 Bu arabayı almakla salaklık ettim.

 Takas yapmalıydım.

 - Ne?

 - Araba takası.

 Hadi bir Cadillac çalalım.

 Peki ya anahtarlar?

 Sen sür ben saklanayım.

 Anahtarı arabanın üzerinde bırakırlar.

 - Adama ne söyleyeceğim?

 - İyi geceler de İngilizce.

 Hiçbir şey söylemeyecektir.

 Fransızlar ödlektir.

 ''Ödlek''?

 Korkak tipler.

 Korkuyor musun?

 Korkmak için çok geç.

 Michel Poiccard; tutuklanması yakın.

 Antonio'yu bulmalıyım.

 Bir kere birini aradın mı asla bulamazsın.

 Kimdi bu?

 - Gaza bas cici çocuk.

 - ''Cici çocuk'' ne demek?

 Antonio'yu gördün mü?

 Eğer onu öpersem söylerim.

 Bu bana bağlı değil; ona bağlı.

 Zumbart'la birlikte.

 Carl!

 - Nasıl gidiyor?

 - Antonio seninle birlikte değil mi?

 İşte geliyor.

 O kim?

 - Antonio?

 - Hayır, diğeri.

 Şu çoraplara bir bak.

 Tüvit ceketle ipek çorap!

 - İpeği severim.

 - Tüvitle değil!

 - Merhaba amigo.

 - Merhaba Sonny.

 Ben yakında olacağım.

 Beni mi arıyordun?

 Evet, boka batmış durumdayım.

 Bir dakikan var mı?

 - Bu o adam.

 - Ne dedim ben?

 Ne istersen.

 Bir dakika sonra burada olacağım.

 - Ne yapıyorlar?

 - Adamı öperken fotoğrafını çekiyorlar.

 - Neden?

 - Şantaj, büyük ihtimalle.

 Hemen dönerim.

 Bu piliç kim?

 - Olay şu ki, ona aşığım.

 - Kahretsin!

 1.

3 milyon, yapabilir.

 - Bankan hangisi?

 - The B.

N.

C.

l.

 Hadi bakalım.

 - Ne yapıyoruz?

 - Dunno.

 - Sana yarın nereden ulaşabilirim?

 - Dunno.

 Oteller turistlerle dolu.

 Montmartre'deki arkadaşımın büyük bir dairesi var.

 - Montmartre olmaz.

 - Hayır, Montmartre olmaz.

 Neden?

 Montmartre'de düşmanlarım var.

 Zumbart'ın İsveçli kızını dene.

 Rue Campagne Premiere?

 Yarın beni oradan ara.

 Antonio bu gece kalabileceğimizi söyledi.

 Tabii.

 Oturun.

 Hemen geliyorum.

 Gülümse!

 Poz verebilirsin.

 Parası iyidir.

 Birileriyle yatmalısın.

 - Ben şeyi düşünüyordum - Neyi?

 Karar veremedim Neye?

 Bilmiyorum.

 Yoksa tereddüt etmezdim Gazeteciyi terk mi ettin?

 Neden selam verdin ona?

 Onu artık sevmediğimden emin olmak için.

 Hayatını zorlaştırıyorsun.

 Hepsi bu kadar.

 Beni Champs Elysees'da bırakır mısın?

 Hangi albüm?

 Mozart'ın klarnet konçertosu.

 Umurunda mı?

 Hayır, bunu sevdim.

 Müziği sevmediğini düşünüyordum.

 Bu fena değil.

 Babam bir klarnetçiydi.

 Babam zeki bir klarnetçiydi.

 Tahrik olmak ister misin?

 Uyumak çok üzücü.

 Ayrılmalıyız.

 - rıl.

 - ''Ayrılmak''.

 ''Yatmak'' diyorlar, ama doğru değil.

 Ne?

 Hiçbir şey.

 Buraya gel.

 Git bir £France Soir£ ve bir şişe süt al.

 Saat kaç?

 Beş.

 Her zaman meşgul.

 - Ne?

 - Hiçbir şey.

 France Soir!

 Seni arıyordum.

 Şanslı günün.

 Biletini al.

 - Bir viski.

 - Hiç yok.

 Kahve yap.

 Danton 01.

00?

 Müfettiş Vital lütfen.

 Patricia Franchini.

 Aradığınız kişiyi gördüm.

 11, Premiere Campagne'de.

 Evet.

 11, rue Campagne Premiere.

 Susadın mı?

 Antonio uğrayacak.

 Demin aradı.

 İtalya yolundayız kızım!

 - Ben gelemem.

 - Tabi gelebilirsin, ben götürüyorum seni.

 Berruti Simca'sını ödünç verecek bana.

 Bir Amedeo Gordini markası.

 Michel, polisi aradım.

 - Deli olduğunu söylemiştim.

 - Sen deli misin?

 Hayır, ben iyiyim.

 Hayır, değilim.

 Seninle gitmek istemiyorum.

 Biliyordum.

 Bilmiyorum.

 Ben kendimden bahsediyordum, ve sen de kendinden.

 Çok aptalım.

 Benim hakkımda konuşmalıydın ve ben de senin.

 Sana aşık olmak istemiyorum.

 İşte bu yüzden polisi aradım.

 Sana aşık olacağımı anlamak için seninle kaldım.

 Ya da olamayacağımı.

 Ve sana karşı zalim davranmam, aşık olmadığımı kanıtlıyor.

 Tekrar söyle!

 Ve sana karşı zalim davranmam aşık olmadığımı kanıtlıyor.

 Mutlu aşk olmadığını söylüyorlar.

 Eğer seni sevseydim Çok karışık!

 Kasabalarda mutsuz aşk yoktur.

 İnsanların kendim olmama izin vermesini istiyorum.

 Ben özgürüm.

 - Belki beni seviyorsun.

 - Sen sevdiğini sanıyorsun.

 Sevmiyorsun.

 Seni bu yüzden ele verdim.

 Ben senden daha iyiyim.

 Şimdi gitmekten başka şansın yok.

 Sen çıldırmışsın!

 Bu bir neden olmak için çok boktan!

 Sen herkesle yatan o kadınlardan birisin sadece herkesle yattıkları için kadınları sevdiğini söyleyen adam dışında.

 Neden gitmiyorsun?

 Birçok erkekle yattım.

 Üzerime gelme.

 Ne bekliyorsun?

 Hayır, kalıyorum.

 Kötü bir haldeyim.

 Hapishaneyi yeğlerim.

 Sen delisin!

 Kimse benimle konuşmayacak.

 Duvarlara bakabilirim.

 Kahretsin, Berruti!

 Hey, amigo!

 Sadece park edeceğim.

 - Polisler geliyor.

 - Paran!

 Amerikalı beni ele verdi.

 - İçeri gir!

 - Hayır sen git!

 - İçeri gir!

 - Hayır, kalıyorum.

 Bu kadarı yeter.

 Yorgunum.

 Uyumak istiyorum.

 Sen delisin!

 Polisi siktir et.

 Ben yakamı kurtarırım.

 Onu düşünmemeliyim ama elimde değil.

 Otomatiğimi ister misin?

 - Aptal olma!

 - Kaybol!

 Sen gerçekten işe yaramaz birisin.

 Ne dedi?

 İşe yaramaz biri olduğunu söyledi.

 ''İşe yaramaz'' ne demek?

 Çeviren; Darko.

||

British Sounds (1970)

33520||2993757||Tek bir kelime ile, burjuvazi kendi imajından bir dünya yaratıyor.

 Yoldaşlar, bu imajı dağıtmalıyız.

 Birleşik Krallık'ta bir hayalet dolaşıyor: komünizm.

 Güçler eski ve yeni emperyalistler ittifaklar.

 British Petrol ve pop Euro-dolar ve sendika karşıtı kanunlar Aptal Isabel ve hain Isabel.

 Kişisel ilgi alanları haricinde burjuvazi insan ilişkilerini tamamen parçaladı.

 Endüstrinin organize olmuş işçi orduları.

 Hiyerarşide amirleri tarafından kontrol ediliyorlar.

 Onlar sadece burjuva devletin köleleri değiller Aynı zamanda makinelerin ve ustabaşlarının köleleri konumundalar burjuva üretici ve onların temsilcileri.

 Bu despotluğun ve zalimliğin nedeni daha çok kar istemeleri.

 Peki işçiler bir alternatif geliştiriyorlar mı?

 Hayır.

 Yeni bir mülk sahibi sınıf emek gücünü sömürüyor ve emeğe verilen değer devamlı azalıyor.

 Burjuva toplumda çalışmak demek birikimin arttırılması demektir.

 Komünist toplumda komünist toplumda birikimin yarısı işçinin maddi varlık koşullarının geliştirilmesi için kullanılır .

 burjuva toplumda, geçmiş bugünü belirler.

 komünist toplumda bugün geçmişi İşçi için çalışmak ve emek gücü yaşama anlamını veren enerji demektir.

 Ve bu enerji geçim araçları elde edebilmek için satılır.

 emek gücü yaşam araçlarının gücüne dönüşür Hayatta kalmak için çalışır.

 bu çalışma kendisi için değildir, bu fedakarlıktır.

 En yüksek teklifi sunana satılır.

 Bu nedenle çalışmasının amacı bu değildir.

 Ona kalan şey kullanılmayan bir araba petrol çıkartmak veya lüks otel inşaatı.

 Ona kalan şey maaştır.

 Diğer yanda Morris Otomotiv, kara altın ve Hilton Oteli basit şeylere indirgenir bisiklet, 10 litre benzin 10 adet sigara ve düz bir ev.

 bunlar için işçi sermayenin hızla büyümesini bekler sermayenin hızla büyümesi işçiyi zenginleştirecek sanılır kapitalistler artıklardan daha çok verecek şeklinde düşünülür.

 Daha ne kadar işçi kiralayacaksınız kiralanan her işçi ile kapitalizmin boyunduruğu altındaki şehirlerde kölelik devam ediyor.

 Bir damla iş memnuniyeti öfkeyi büyütüyor işçiler arasındaki rekabet artıyor ve ücretler düşüyor işçilerin ücretlerini korumaya çalışmaları kendi aralarındaki rekabeti arttıyor ve ücretler düşüyor Korkunun yıkıcı etkileri oluyor Emeğin bölünmesi.

 Sonuç: daha çok çalışma daha az kazanç.

 Rekabet, işçiler meslektaşlara dönüşür rakipler zorlu koşullara göre satışa sunulur.

 İşçi sınıfının bir mensubu olarak kendiyle rekabetin dışında hiçbir şey bulunmamaktadır.

 1368'te 1368'te Tyler köylülere önderlik etti Tyler köylülere önderlik etti - ve toplar - ve toplar yükselen feodal baskıya karşı.

 yükselen feodal baskıya karşı.

 1648'te 1648'te 300 asker 300 asker kendilerine “eşitlikçi” deniyordu kendilerine “eşitlikçi” deniyordu Yeni Kooperatifle savaştılar Yeni Kooperatifle savaştılar Milletler Topluluğu İşçiler günümüz toplumunun ekonomik bir dönüşüm için somut koşullar ve gerekli sosyal biçimler yarattığını biliyorlar Değiştirilmesi gereken muhafazakar slogan “Adil işe adil ücret” Devrimci slogan: “Ücret sistemi kaldırılmalı!

”.

 1791'de 1791'de zanaatkarlar zanaatkarlar Fransız Devrim'inin ideallerini yaşatabilmek için bağımsız bir dernek yarattılar bağımsız bir dernek yarattılar 1944'de MESLEK NEDİR?

 1944'de pamuk işçileri arasında Çok güzel.

 Erkekler arasındaki iletişim.

.

 kadınla erkek arasındaki iletişim aracılığı ile belirlenir.

 İmajın da bir bilimi var.

 İnşa etmek.

 Bazı fikirler.

 - Materyalizm.

 - Diyalektik.

 - Belgesel.

 - Kurgu.

 - Ulusal kurtuluş savaşı.

 - Halk savaşı.

 eğitimli, böylece uyumlu.

 Pek çok baskıya maruz bırakıldık.

 Düşük ücretlere karşı mücadele ediyoruz ailemiz var aksi durumda çalışmayız, siz İdeoloji ve güzellik.

 Cinselliğimizde artık tabular yok ve ölçülerin çifte standartı hegemonyasını sürdürdü.

 Bazı kadınlar hiç orgazm olamıyorlar.

 Önemsiz şeyleri şikayet ediyoruz.

 Otobüs sürmek istiyoruz, futbol oynamak istiyoruz.

 Kadınların sömürülmesi.

 Çay yapmak istemiyoruz.

 Önemsiz şeyleri şikayet edersen burada takılıp kalacaksın.

 Kurtulması zor.

 Daha ileriye gitmesi zor.

 - Orman seksi.

 - Atıldım, bana dediler ki erkekleri taklit etmeye çalışıyormuşum.

 Ama tüm zamanını önemsiz şeylerle geçiriyorsun nerede olursa olsun, yaşamının her bölümünde devrimler yapabilmelisin.

 Devrimler, bunlar küçük şeyler.

 Kadın sorunu.

 Tarım işçileri.

 burada tecrübeleri özümsüyorsun, birleşik mücadeleleri.

 Erkek.

 Şehir.

 Kadın.

 Köy.

 ufak şeylerin ötesini görebilmek.

 Birbirinizi nasıl tanıyacağınızı bilmiyorsunuz.

 Marksist cinsellik.

 mevcut durumumuzun bilincindeyiz.

 Farklı sınıflardanız.

 Bizi tüketin ve kullanın.

 Özgürleşme genelde bir mücadele gerektirir üstünlüğünü sağlayabilmesi ve ayrıcalıklı durumu için bu gereklidir.

 Sömürü devam ettikçe işçiler ve kadınlar için baskı ve istismar devam edecek.

 1919'da Lenin, adet dönemlerinde kadınların 4 gün iş bırakmasına izin vermedi kadın hareketi açısından durumu ülkenin kalkınması ve güvenliği olarak görüyordu.

 Genç kızlar kendilerini evlenmek zorunda hissediyorlardı çünkü bu durum ev kadını veya anne olarak toplumsal rollerini belirliyordu.

 Kadın olmak acizlik, yetersizlik olarak görülüyordu.

 Bize devamlı ne olmamız gerektiği söyleniyordu.

 Marksist-Leninist analiz doğal kabul edilen rolleri paramparça etti.

 bize baskı ile öğretilen şey evlilikten uzak durmamak gerektiğiydi.

 Bize çocukluğumuzdan bu yana hep erkekler hakkında olumsuz şeyler söylendi.

 Duygusallık değeri.

 Zekice ve incelikle evlilik sözleşmesi karşılığında bekaretimizi teslim edebileceğimiz öğretiliyordu.

 Ticari bir meta olarak cinsellik.

 Bizler hazır değildik.

 Bizler okumak istiyorduk, ama bizden devamlı yemek pişirmemiz isteniyordu.

 Eğitim kurumlarında öğretilen şeyler bizi entegre etmeye yönelikti.

 Eleştiri ve düşünsel analiz çok azdı.

 Tedbir erdemi baskılar.

 Erkeklerle entelektüel çatışma iki yönü çıkmaz sokaktır.

 Proleter erotizmi aşk için bir aile, aile için bir kadın.

 Burjuva erotizmi fırsatını buldukça bütün kadınlarla yat.

 İsteklerinden sapmaları çok zordur çünkü bu karşılıklı horlanma riskini içerir.

 Sadece isyan için kabul etme.

.

 ayrıca etik açıdan da düşün.

 Etik sorunu ile yüzleşmek zordur.

 Küçümseyen ve rezilliği teşvik eden bir dünyada yaşıyorsun arkandan hala “sürtük”, “fahişe” “nemfomanyak”, “yavru”, “ateşli”, “cadı”, “kaltak” derler Beden, özel mülkiyet ve kıskançlık.

 Üretim, yeniden üretim ÇALIŞMAK SAVAŞMAKTIR 1841'de 1841'de ilk sendikalı madenciler ilk sendikalı madenciler ORADA ışığı gördü.

 ışığı gördü.

 sınırlı ve bağımsız alanlar.

 Bütün cephelerde savaşamazsın, sonra da kabullenmeye başlarsın.

 Açık öğretimi dönüştürüyor veya oy hakkının imajı, bozulmuş bir imaj.

 Bir görevli ve rahat ayakkabılar, kısa saç ve tok bir ses erkeklerin dünyasında tırmalayarak ilerlemeye çalışıyor.

 Size yaşattıkları cinsel baskı erkeklerden kaçınmaya neden oluyor.

 Özgürleşmek erkeklerin reddiyle bir tutuluyor.

 Cinsellik başka bir görev.

 Bedeninle ilgili ne yapacağına sen karar veremiyorsun çünkü başkasının olarak kabul ediliyor.

 Cinselliğini sergiliyorsun.

 Ama tanımı genişletemezsen çözüm daha da kötüleşiyor.

 Sadece sevenler için tepki geliştiriyorsun.

 Kendini daha da soyutluyorsun.

 tepki veriyorsun sadece “başka biri olmak istiyorum” demek için değil, Tepki veriyorsun 1911'de 1911'de ZORLUKLAR Liverpool şehrinde Liverpool şehrinde grevci erkekler yandılar grevci erkekler yandılar ve karıları.

 ve karıları.

 - sıkışıp kaldılar - Kendini soyutla!

 tanımlama Pek bilinmiyor ama işçi meclisleri var.

 BBC, Moskova Radyosu, France Inter.

 tüm bu sürecin ve kapitalizm denencapitalismo dağıtıcının parçası konumundalar.

 Kapitalizmin insanları zorla açgözlü yaptığını ve kadınla erkek arasında yanlış ilişkiler geliştirdiğini söylüyorlar erkekle kadın arasında.

 Ama bazen Aşıkların sessiz devrimi.

.

 bürokratik çöp “Devrim yaptığımızda eşitliği yaşama geçireceğiz.

 Ücretleri gün başına eşitlikçi bir şekilde dağıtacağız”.

 ayrıca kadınların aileye bağlı olduklarını ve Zevk üretimi ve faşizm.

 aile sınıfsal açıdan kapitalizmin kurguladığı tarihsel bir süreçtir ve kapitalizm ortadan kalktığında şu anki anlamıyla aile de ortadan kalkacaktır aileyi ortadan kaldırmak.

 Cinsel sapkınlık ve Stalinizm.

 hiçbir şey yapamazsınız.

 Ve nihayetinde kapitalizme bağlı olan durumlar hakkında hiçbir şey yapamazsınız.

 Ama işçilerin ve siyahların durumu mücadeleyi gerektirmektedir.

 Nevroz ve devrim.

 “ önce reformlar için çalışırsın.

 sonra stratejik talepler gelir reformlar sistem tarafından verilmez ama yeni fikirlerin öncülük etmesi ve kadınlar tarafından uygulanması önemlidir.

 Somut talepler olmalı sadece daha iyi koşullar için değil aynı zamanda sistemin eksikliklerini net olarak ortaya koymalı”.

 Sınıf mücadelesi aynı zamanda başka bir imaja karşı mücadele demektir.

 Başka bir sese karşı mücadeledir.

 Bir filmde bu kavga imajlar ve sesler arasında gerçekleşir.

 İşçiler çok şey talep ederler.

 Yüksek ücretler ve düşük çalışma saatleri.

 Ülkeyi yöneten işverenler olarak ücretlerin ne olacağına bizler karar veririz.

 hiçbir sanayi illegal grevlerle ve pasif ticaretin ve üretimin sabote edilmesine açık açık meslektaşlarının bu noktalara izin verilmemesi için yardımcı olmaları gerekiyor.

 Sendikalar ve işverenler arasındaki kolektif anlaşmalar yasalara uygun olmalıdır.

 Ekonomiyi bozmak için çaba sarfedenlerin sanayi mahkemelerinde yargılanmalarına karar verilmeli ve her tür suçu ödeyecekler.

 dünyayı savunma kabiliyetimiz bulunuyor.

 Eğer aileler bir eve sahip olmak için senelerce bekliyorlarsa beklemek.

 Eğitimi gençler düzenlemeli.

 Uzmanlar çağındayız teknolojist, bakteriyolog endüstri yöneticisi.

 Bu insanlar süreçleri şekillendirmeliler.

 Zihinleri tuhaf pek çok fikirle dolu ve kendilerini önemli olduklarına inandırıyorlar.

 Yaşamak istiyorlar ve dünya kendilerinmişçesine hareket ediyorlar.

 Yaşlılara saygı gösteriyorlar mı?

 Haydut gibi görünüyorlar sadece seksi, uyuşturucuyu ve çılgınca şeyleri düşünüyorlar son hoşgörülü bir toplum.

 Öğrenciler dir dilim daha pasta istemiyorlar.

 Hepsini istiyorlar.

 Pek çoğu üniversitede mutlular çalışmak istiyorlar ve ülkelerinin kendilerine daha çok para kazandırmasını istiyorlar.

 Pek çok yabancı öğrenci bulunuyor ve eşit haklara sahipler İngiliz enstitülerini bozmak için üniversitelere gidiyorlar.

 Şu akademik haydutlar, polisle birlikte onlara sert müdahelede bulunuyoruz.

 Enstitülerimize saldırıp otoritelerin saygınlığını azaltıp huzursuzluk ve anarşiyi yayıyorlar bir şey olmaması için devlet polisiyle birlikte yardımcı oluyor bu komünist ayakçılar üniversiteden atılmak zorunda.

 Onlar tekelcilikten hoşlanıyorlar.

 Bu kıl torbalarını uzaklaştırıyoruz ve terbiyeli düzgün genç öğrenciler için yer açıyoruz siyasetin eğitimle bir ilgisi olmadığını biliyoruz.

 suçluları eğitim için çalışma kamplarına gönderiyoruz.

 Vietnam'daki savaşa gelince ilerleme kaydedildi Amerikalılarla anlaşmaya vardık özgürlüğümüz için insan ve para fedakarlığı yaptılar.

 Savaşmak istiyorlar ve kurtul.

 Savaş iğrenç bir şey İnsanlar ölüyorlar.

 Ama risk almanız gerekiyor.

 Bu oyunda ateş etmeniz ve bombalamanız gerekebiliyor.

 Bazen kadınların ve çocukların yanması gerekebiliyor.

 Bazen işkence etmeniz gerekiyor.

 Bazen de karın deşip, göğüs yarmanız gerekiyor.

 Savaşlar kazanmak için yapılır ve her yöntem mübahtır.

 Renkli derili insanları sevmiyoruz çünkü para ve hammaddeler onların ilkel ülkelerinde bulunuyor ama işletme ve yönetimden anlamıyorlar.

 Hindistan'ın hızla kalabalıklaşması bizim problemimiz değil.

 Durumlarına üzülüyoruz, çünkü açlıktan kırılıyorlar.

 Bazıları bizimle anlaşmıyor.

 açlıktan ölüyorlar.

 Açlığı bitirelim fabrikalar dikiyoruz, onlara traktörler gönderiyoruz hükümetlerini yönetsinler diye onlara yardımcı oluyoruz sonuç olarak sadece hammadde satın almıyoruz ıvır zıvır şeyler de alıyoruz belki de komşularınız aylaklıkları ve bakımsız konutları ile.

 Biz ırkçı değiliz ama bu insanlar saldırganlık içinde yaşıyorlar Wolverhampton'daki yoksul komşularınıza giderseniz görürsünüz.

 Bu insanlar bizim ilkelerimizi kabul etmiyorlar.

 Sefalet içinde yaşıyorlar ve tavşan gibi doğuruyorlar sosyal hizmetleri şişiriyorlar.

 Önlem alınmazsa, şehirlerimiz başka ülkelerdeki gibi olacak ve kimse tanıyamayacak.

 ülkemizdeki toprakların yabancılar tarafından kullanıldığını görüyorum.

 dilimizi bile konuşmuyorlar yaşam tarzımıza uyumlu değiller kendi geleneklerini yaşatmakta ısrar ediyorlar Göçmenler ırksal nefretten acı çekiyorlar evlerimizi ve işlerimizi kaybediyoruz.

 boş yere ilgi ve alakamızı.

 aktarıyoruz.

 Aslınca çözümü basit, yok edilmeliler.

 Vietnamlıları ortadan kaldıralım ve demokratik açıdan gelişimimizi devam ettirelim iş dünyası ve sermaye.

 Teşekkürler ve iyi akşamlar.

 İŞÇİLERİN SESİ Çıplaklığın analizi Lavoisier, Priestley'nin keşfettiği oksijeni analiz etti Marx da, Ricardo tarafından keşfedilen "değer teorisini" analiz etti.

 daha hızlı çalıştığında daha çok boş zamanın yaratıldığı bir sistemimiz var.

 daha çok boş zamanın varsa, daha çok iş yapabilirsin demektir.

 eğer kötü iş yapıyorsan işle ilgili bir şeyi bozarsan en başta sen gönderilirsin.

 işleri kötü ve yetersiz yapıyorsan başa dönemezsin, iki kat fazla çalışman gerekir.

 Her ikisi de kötüdür.

 ne ileri ne geri Endişemiz kötü iş yapmaktır arkasını döndü ve 1650'de Cromwell açıkladı Cromwell açıkladı sınırların yeni yasasını sınırların yeni yasasını bu durum insanları topraksız bıraktı ve yoksullaştılar.

 bu durum insanları topraksız bıraktı ve yoksullaştılar.

 kimse onun gibi olamaz, bu insanlık dışı!

 Bu çocuk bu işle birlikte doğdu.

 İşi yapacak başka adam yoktu.

 Ve şu an önceden tek kişinin yapacağı iş için 3 kişi var.

 zincirleyerek öğretemezler.

 yapamazlar.

 Madencilikte mükemmel örnekler vardır.

 Geceleri yöneticiniz vardır ve çağırdığında ofise gidilir 1834'de 1834'de Dorchester işçileri Dorchester işçileri onları köleliğe gönderdiler onları köleliğe gönderdiler sendika sendika üyesi olarak.

 üyesi olarak.

 yatırımcıların yaptığı gibi Endüstriyel sorunlar asla aşılmamalıdır Bu ülkede aşılması gereken tek sorun endüstriyi etkileyen mülkiyet ilişkileridir.

 Yönetim zorlukları ve gece vardiyasını anladı işçilere haftalık 8 pound ödemek istedi Kardeşlik kodamanlar tarafından söylenen şey üniversitelerde tahtalarda yazılı olan şey HERKES İÇİN televizyon yayınları bir sınıfın diğerini sömürüsüne dayanır.

 AŞMAK Gerçeğin ifadesi, gerçekçilik iç savaş, sermaye ve emek arasındaki savaşın en iğrenç biçimlerinden biridir.

 ve birileri bunu yapmak zorunda el sıkıştıkları zaman bunu 3 metre yaptılar.

 Kollar onlara doğru uzandı!

 Morris Motors'a giderseniz bunu göreceksiniz - 1872'de - 1872'de.

 savaş gemileri ve askerler VE TESPİT savaş gemileri ve askerler rıhtım grevini sonlandırdılar.

 rıhtım grevini sonlandırdılar.

 İklim problemi yaşamak korkunç bir şey Kızım karıma söylemiş “Anne, babam öldü mü?

”.

 Karım yanıtlamış: “Hayır, BMC'de çalışıyor”.

 1.

100 kişiden biri olarak çalışmanın gerçekliği pencereleri takmak demek her kapıyı 10 kez vidalamak demek.

 gecede 2.

200 kez vidalama yapmak demek ara başına 2 dakika almaktadır.

 Tüm işler şöyledir: gecede 2.

200 kez vidalama yapılır.

 eve gidilir ve doğrudan yatağa uzanılır.

 Ve uyandığın zaman hiçbir şey hatırlayamazsın.

 Vidalamak için beyni kullanmak - 1888.

 - 1888.

 BİZ GELİYORUZ Hyde Park'ta Kanlı Pazar.

 Hyde Park'ta Kanlı Pazar.

 - Etrafta takılıyorum - Sen aylaksın!

 Beni puba götür, bir şeyler alacağım - Çok sıkıcı.

 - Evet Gösteriler isyana neden oldu toplumu savunmasız yakaladı ve tüm sektörleri etkiledi.

 ÇALIŞMAK Sokaklarda bizi defalarca kıstırdılar.

 Kazanan çoğu zaman iktidar olacak.

 Ama daha çok kaybettikçe, daha çok kazanmaya başlayacaksın.

 zafere son bir mücadelede ulaşılacak.

 Parça başı işin psikolojik faktörü parça başı işteki çelişkiyi görebiliyorsun.

 sakin ve uysal bir adam tanıyorum 7 saat parça başı iş yaptıktan sonra hata yaptı diye çalışma arkadaşını vurdu.

 çok fazla huzursuzluk yaşandı.

 1.

100 kişilik yerede bir aşamada 5 iş bir kerede yapıldı Her tarafta kollar ve bacaklar vardı diğerleri yalan söylüyordu ve - 1901'de - 1901'de - demiryollarında zor bir karar alındı - zor bir karar VE SAVAŞIM demiryolları kararı tamamen yok edildiler tamamen yok edildiler sendikal hareket.

 sendikal hareket.

 işi kaybetmek veya devam etmek.

 Adilce ödenen bir iş çünkü fazla efor gerektiriyor.

 1915'te 1915'te birlik temsilcilerinin ilk komiteleri KAZANMAK İÇİN ilk komiteler sendika temsilcileri sendika temsilcileri ışığı gördü.

 ışığı gördü.

 kapitalizmde bütün kaynaklar sadece ufak bir azınlığın elinde 1919'da ZORLUKLAR bazı işçiler yandılar Luton şehrinde.

 işçiler işlerini kaybetmemek için ayağa kalktılar.

 Patronlar bir ikilemle yüzleşmek zorunda kaldı.

 Fabrikalar otomatizasyona geçtikçe daha üretken iş çıkartılacaktı ve araba satmak için insanlar olacaktı.

 daha fazla kar üretimi için birileri çalışacaktı.

 1960'da 3 gün eylem yapıldı.

 1966'da 1.

300 kişiyi kovdular ve halen işimiz yok, diğerlerinin de.

 Paramızı almak için herkesi işten attılar ve bunun adı kapitalizm.

 Bence üretimden herkesin payını aldığı sosyalist bir ülkeye gitmelisin .

 Geçenlerde bazı rakamlar gördüm kaynaklar ve yaşama olanaklarıyla ilgili.

 İlgisiz yaşıyorlar.

 Biz çalışırken onlar yarışlara gidiyorlar.

 Ülkede kaynakların ve servetin adil dağıtımına odaklanmışlar.

 Onlar yarışlara giderken bizim yeniden çalışıyor olmamız adil değil.

 Modern sosyal demokrasinin hatası İYİ BİR YOLDAŞ biri dedi ki “burada sadece konuşmalara yer var” Problem konuşmanın koşullarını yaratmakta.

 Söylem gücün ifadesidir.

 Herkes hak verecektir.

.

 BU BİR doğru konuşmak ama çalışılmasına izin verilmiyor.

 Kapitalizm bundan daha fazlası demek.

 Kapitalist bir ülkede kapitalizm daha fazla eşitsizli demek Kapitalizmde milyonerler ve çok yoksul insanlar olmak zorunda.

 Bu gereklidir, ayrıca uluslararası alanda fakirleştirilmiş bölgelere gereksinim vardır.

 Taktikler başladığı zaman teröristlere olan sempatim kayboluyor.

 insanlar toplanıyorlar KİM?

 üretken ve şiddetten uzak duran hayatta kalmanın zorlukları sadece hayal kırıklığı ve taktikler başlar.

 işçiler emekten yana oy kullandılar sosyalist bir hükümet.

 Oy veren herkesi farketti ki bu sosyalist bir iktidar değildi, kapitalistti.

 - Kapitalist iktidar daha iyidir - Evet, elbette 1916'da 1916'da hükümet tehdit ediyordu hükümet DAHA FAZLA tehdit grevcileri göndermek için.

 grevcileri göndermek için.

 işçilere rağmen.

 Ramsay MacDonald 1931'de işsizlik sigortası kanununu yaptı.

 Muhafazakarlar sağa saptırdılar lider Enoch Powell gitmezse Almanya'daki Hitler hükümetine benzer bir yapının kurulacağını söylediler.

 Bu hainleri izlememiz mi gerekiyor?

 Hayır değiliz!

 İhtiyacımız olan işçi sınıfını temsil eden yeni bir partidir.

 Marksizmi benimsemiş, komünist bir parti proleteryaya mevcut durumu aşabilmek için önderlik edecek Vietnam halkının mücadelesi bu birinci dalgaydı ENDİŞE devrimci dalganın zirve noktası işçilerin birleşik mücadelesidir.

 ne olup bittiğini bilmeden geçen 18 ay sırtımı sıvazladılar.

 18 ay 4000 poundluk mortgage eve ipotek geldi bana söylenen “ofise gidip evrakları almam ve haber beklememdi ” uyarı yapılmadı.

 “bu benim ağzım” demeden önce sokaklardaydı.

 Ne oldu bilmiyorum.

 Hollywood estetiğin radikal yönde değişmesine neden oldu.

 DAHA FAZLA Marksist konsept burjuvaza konseptinin maskesini düşürmek için en etkili silahtır ?

 Anti-emperyalist sinemanın görevi bunu yanıtlamaktır.

 “az” kelimesinin anlamı.

 değiştirmek istersen değiştirmek istersen değiştirmek istersen ve şarkı der ki “sen de, ben de çok ve az deriz” iki karşıt her durumda iki karşıtı kullanmalısın.

 Niye değiştirmek istiyorsun?

 Biz değişim istiyoruz her kıtanın sonuna Ho Chi Minh veya Castro eklenebilir her zaman karşıtlık olmalı.

 - Burada, açık şekilde.

 - “ABD" diyorsun "Ben Mao diyorum, sen de söylüyorsun” “sen savaş diyorsun” Hayır "ben ABD, sen Mao diyorsun" Karşıtlarla düşün.

 “Bakın, ben bir faşistim demen gerekiyor.

 ve sen bir devrimcisin.

 ben bir gericiyim sen de devrimcisin”.

 “sen ABD diyorsun, ben Mao diyorum, sen savaş” “No” yerine “Ho” dersem Uymuyor çünkü “dur” çok kısa başka bir şey bulmalısın Lin Biao'yu koyma.

 - Kimi?

 - Lin Biao.

 Hayır.

 “Sen Nixon diyorsun, ben Mao”.

 Hayır, iyi olmadı.

 “ABD dediğimde sen Mao diyorsun”.

 1947'de ENDİŞE işçi hükümeti işçi hükümeti tersane grevi sonlandı.

 tersane grevi sonlandı.

 Filmler anları gerçekte yansıtmazlar, yanlızca diyalektik çelişkili alanları gösterir.

 Bu alanları sınıf mücadelesinin aydınlığı ile ortaya çıkartın.

 İLERLEME 1947'de işçiler konut konut meselesini meselesini protesto ettiler.

 protesto ettiler.

 Güzel.

 Belirgin gerçekler burjuva felsefesine ait şeyler.

 Açık imajlar değiller, kendiliğinden konuşan imajlar değiller Rus revizyonistlerinin filmlerinde olduğu gibi ve batılı dergilerde amaçlandığı gibi.

 Çelişkinin tek bir yapısı vardır Çelişkinin tek bir yapısı vardır yöntemleri toplumun tümünü kapsar.

 Film yapmak doğru çizginin yapısını ortaya koymaktır.

 İLERLEME 1949'da hükümet para için yatırım yaptı silahlara, evlere değil.

 silahlara, evlere değil.

 Burada ne deniyor?

 Evet burada: “Devrim yapmak istediğini söylüyorsun.

 Dünyayı değiştirmek istemiyorsun.

 Ben bunun ilerleme olduğunu söylüyorum dünyayı değiştirmek istemiyoruz”.

 “Anayasa” iyi bir fikir diyorsun.

 - Evet, niye ki?

 - Anayasa!

 “Anayasa değişsin istiyorsunuz ” “Biz bir anayasa istemiyoruz”.

 Yeniden yazabilir misin?

 Yeniden.

 Beğendim.

 Artistleri aşağılıyoruz.

 Çalıyor.

 NEREDE?

 1968 1968 3 İngiliz balıkçı teknesi battı.

 1968.

 1968.

 - LSE.

 - LSE.

 - Hull.

 - Hull.

 - Galler - Swansea.

 - Galler - Swansea.

 - Guilford.

 - Guilford.

 - Cambridge.

 - Cambridge.

 - Essex.

 - Essex.

 - Bristol.

 - Bristol.

 Doğru.

 Fotoğrafçılık gerçeğin yansıtılması değildir.

 Bu yansımanın gerçekliğidir.

 Fotoğraf Yanlışlıkla bulunmadı demiryollarının ve telgraf sisteminin fonlanmasında bankacılara tepki olarak modern iletişimin araçlarının keşfettiler burjuvazi ihtiyaç duyduğunda basında, romanlarda ve resimde kitlelerden gerçeğin gizlenmesi için kullanıldı.

 1968.

 1968.

 ZORLUKLAR İşsizlik ve hala işsizlik.

 İşsizlik ve hala işsizlik.

 Parti silahları kontrol ediyor.

 Üretim, tüketimi ve dağıtımı kontrol eder.

 Marksist-Leninist bir film olsaydı milyonlarca kopyası “Rüzgar Gibi Geçti“ haline gelirdi.

 1888.

 1888.

 ZORLUKLAR Genel grev.

 Genel grev.

 Emperyalist bir filmin projeksiyonunda izleyiciye kafa sesi ile ekran satılır.

 Ses teslim gerektirir.

 Revizyonist film projeksiyonunda insanları temsil eden ses onlarla ilgisizdir.

 İnsanlar sessizce onun biçimsiz yüzünü görürler.

 Militan bir filmin projeksiyonunda Militan bir filmin projeksiyonunda sinema klaketi belirgin bir durumun somut analizine yardımcı olur.

 Bu ekranda Marksizmin yaşayan ruhu, öğrenciler.

.

 eleştiriyorlar, mücadele ediyorlar ve dönüştürüyorlar.

 1911.

 Tanklar ve savaş gemileri Tanklar ve savaş gemileri karşı kullanıldılar ZORLUKLAR kadınlar ve çocuklar.

 DAHA BÜYÜKLER kadınlar ve çocuklara karşı kullanıldılar.

 İnsanlığın tarihi özgürlüğe doğru devamlı mücadelenin tarihidir.

 Çok güzel.

 Küçük bir şey, ama muhafazakar olduğunu düşünüyorum.

 Doğru olan Bak öğretmek için Yeniden yazabiliriz ve bir yönde ideolojidir.

 Farklı bir ideolojinin sunumu olabilir Bilmiyorum, kulağa hoş geliyor Tatlım, trajik bir durumdasın ve paran yok Hiç mi yok?

 Korkunç bir şey!

 Diğer yanda Cogen devrimi ve karşılıklı üretim.

 Militan film yapımcıları için bu ne anlama geliyor?

 Halka yanlızca film sunma halkla birlikte ve halk için film yap.

 Savaşı durdurmanın tek yolu var savaşa karşı savaşmaktır karşı-devrimci savaş, devrimci savaş karşı-devrimci ulusal savaş devrimci ulusal kurtuluş savaşı karşı-devrimci sınıf savaşı devrimci sınıf savaşı.

 Mücadele ve fedakarlık yoksa ölüm var demektir.

 Dünyanın her yerinde halklar yeni bir dünya savaşı patlak verecek mi bunu tartışıyor.

 Hazır olmalıyız ve bazı analizler yapmalıyız Atom bombası bir çeşit kitle imha silahıdır ancak savaşın sonucuna halklar karar verirler silahlar değil.

 İdeolojik eğitim kavranması gereken anahtar konumundadır politik mücadele için tüm parti bu temelde birleşmelidir.

 Sınıflı bir toplumda, sınıf mücadelesi daima sürer.

 Sınıfsız bir toplumda eski ile yeni arasında ve doğrular ve hatalar arasındaki mücadele daimi olacaktır.

 Güçlü ülkeler emperyalist niyetlerinden vazgeçmeyecekler.

 Zafer için birliğin güçlendirilmesi ve mücadele kararlılığı gereklidir.

 Bizim Marksist-Leninist eleştiriyorlar ve özeleştiri silahımız var.

 Basmakalıp tarzı bir kenara bırakalım ve hataların karşısında konumlanalım.

 Mücadele, yenilgi, yeniden mücadele.

 yenilgi ve bir kez daha mücadele, ta ki zafer kazanana kadar.

 Bu halkın devrimci mantığıdır.

 Halkın demokratik diktatörlüğü Proleteryanın yol göstericiliği gerekiyor bu en çok ihtiyaç duyulan devrimci gereksinimdir.

 Kitleler gerçek kahramanlar onlardır ve kitlelerin sonsuz yaratıcı gücü vardır.

 Barbara la Esquirol'un faşist yasalarına karşı Ford işçileri ile dayanışma grevleri Gestapo'nun Universidad Humanista'sına karşı London School of Economics öğrenci ve hocalarıyla dayanışma.

 Filmlerle gelen sanat saldırısına karşı resmi korumalı fabrikalarda dairelerde mücadele “Newsletter” “Keep Left” editörlerine karşı mücadelede gerçek haberlerin yayınlanması için Günlük İşçi Gazetesi” ile dayanışma.

 Anarşistlerin yardımı ile Ealing'teki konutların mücadelesi ile dayanışma Anti-emperyalist gösterilerde politik bilinç kazandırmaya çalışan Maocularla dayanışma.

 Dış ticaret açığından ötürü şehir çakallarının ulumasına vesile olan, maaşlarını alamayan liman işçileri ile dayanışma Biz devrim istiyoruz şimdi!

 Biz devrim istiyoruz şimdi!

 SINIF SAVAŞI BİTMİYOR Çeviri: Redsun from Red's Family||

Charlotte and Veronique

5000||1170000||Çeviri : BuRnOut burnout@yedincigemi.

com Charlotte ve Veronique ya da diğer adıyla; Bütün Erkeklerin Adı Patrick.

 Bugün o ekose montla eteği alacağım.

 Bu gözlükler de fena değilmiş.

 Buradayım Casanova.

 Hay Allah!

 Charlotte saat kaç?

 Saat kaç dedim.

 -9.

10 Gitmem lazım, görüşürüz.

 -O montu alacak mısın?

 -Evet, bir de bere alacağım.

 Parkta görüşürüz.

 Tamam, iki buçukta görüşürüz.

 Aslında, bunun için kaygılanmalıyım.

 O şekilde okursan, güzel gözlerine zarar verirsin.

 Al, gözlüklerimi kullan.

 Sana çok yakışacaklarına eminim.

 Gölgede bir şeyler içelim mi?

 Ne dersin?

 Paris'teki ilk parkı kimin yaptığını biliyor musun?

 4.

 Henri.

 Hadi gidelim.

 Geliyor musun, gelmiyor musun?

 Çok çekici bir kitaba benziyor.

 Hem de İngilizce!

 Bir Fransız olduğunu sanıyordum.

 Anladım, İsveçlisin.

 Seni seviyorum demek.

 Biraz ipucu veremez misin?

 Norveçli misin yoksa?

 Finlandiya?

 Buldum, Almansın.

 Hayır, İspanyol olamazsın.

 Yoksa Japon musun?

 Japon da mı değilsin?

 Hiçbiri işe yaramıyor.

 Deli olduğumu düşünüyorsun, değil mi?

 Kendi kendime aptalca konuştuğumu sanıyorsun.

 Maviyi tercih etmelisin.

 Yeşil sana uymamış.

 Erkek arkadaşını bekliyorsun demek.

 Nasıl bir erkek seni bu kadar bekletebilir ki!

 Yakışıklı mı bari?

 Seni seviyorsa, eminim öyledir.

 Kesin 300SL Mercedes'i de vardır.

 Bu ismin nerden geldiğini biliyor musun?

 1913'te şirket iflasın eşiğindedir ve adamın biri; arabalara kız arkadaşımın ismini verin, parasını ben ödeyeceğim der.

 Anlatmamı istediğin başka bir şey var mı?

 Bu adamı seviyor musun?

 O nelerden hoşlanır?

 Bana benziyor mu?

 Bizi birlikte görürse kıskanır diye korkuyorsun, değil mi?

 Hadi ama, kötü bir şey yapmıyoruz ki!

 Erkeklere karşı sert ol, yoksa seni parmaklarında oynatırlar.

 Değil mi?

 Bir bayanı bekleyebileceğimi düşünmüyor musun?

 Utanmana gerek yok.

 Büyük bir aşk yaşıyor olmalısınız.

 Endişelenme.

 Arabasını park ediyordur, şimdi gelir.

 Delisin sen!

 Bir bayanı beklediğimi söyledim.

 Sanırım gelmeyecek.

 -Niye gidiyorsun?

 -Sanane.

 Sadece bir şeyler içmek istiyorum.

 -Geç kaldım.

 -Hadi ama, bu söz çok klişe.

 Benimle gel.

 Bu kadar ısrar ediyorsan, beş dakikalığına gelebilirim.

 O kadar da kötü değildi.

 Çok yeteneklisin.

 Sahte filmlerin egemenliğindeki Fransız Sineması ölüyor.

 Kızlar hep nar şurubu ve süt ister.

 Bu çok burjuvaca bir şey.

 Sorbonne'da mı okuyorsun?

 Hazırlık sınıfındayım.

 Ya sen?

 Hukuk okuyorum.

 -Sıkıcı olmalı.

 -Hayır, ben seviyorum.

 -Bir avukat mı olmak istiyorsun?

 -Evet, öyle umuyorum.

 İnsanları ikna etme konusunda başarılısın.

 Açıkçası, yaklaşık bir aydır kız arkadaşım yok.

 Bir ay uzun bir süre değil.

 Çok utangaçımdır.

 -Belli oluyor.

 -Umarım yanına oturmamda sakınca yoktur.

 İlginç bir kızsın.

 Sigara?

 Bekle.

 Ben yakarım.

 Ne zaman avukat olmaya karar verdin?

 -Geçen yıl.

 -Arkadaşım da hukuk okuyor.

 -Ne kadar garip.

 -Niye?

 Bilmem.

 Sana bir şey göstereceğim.

 Bunlar Fransız kibritleri.

 -Yakınlarda mı oturuyorsun?

 -Hayır.

 Montparnasse'de.

 Ailenle mi kalıyorsun?

 Hayır, kız arkadaşımla.

 Şu an yurt dışında olan bir Amerikalı'nın evinde kalıyoruz.

 Şansımız vardı.

 Geçen Ekim ayında, ufacık bir oda bulduk.

 Sakin ol, Gary Cooper seni kovalamıyor.

 Kızların sürekli yapacağı bir şeyi vardır.

 Bu akşam işin var mı?

 -Yemeğe davetliyim.

 Kuzenlerimle birlikte olacağım.

 Tabii ki.

 Kızların her zaman kuzenleri vardır.

 Bu gece birlikte sinemaya gitmeye ne dersin?

 -Burası bana çok uzak.

 -Anlaştık mı?

 Söyledim ya, gelemem.

 Ama yarın olabilir.

 Anlaşmaya başlıyoruz işte.

 Şuna bak!

 -Yarın, saat 9.

00 iyi mi?

 -Nerede peki?

 Capoulade'de.

 Anlaştık mı?

 -Gelmeye çalışacağım.

 -Gelecek misin, gelmeyecek misin?

 -Belki.

 Pardon.

 Güzel bayan.

 -Bir Paris Presse.

 -Bir France Soir.

 Acelen mi var?

 Bu acelenin kaynağı ben olabilir miyim?

 Çekil başımdan.

 -Kaçarsan, ben de seni takip ederim.

 -Beni rahat bırak.

 Sadece yardım etmek istiyorum.

 Yardıma ihtiyacım yok.

 Ortalarda koşuşturacağına bir şeyler içelim.

 -Seni tanımıyorum bile.

 -Hadi gidelim.

 Burası çok kalabalık.

 O tarafa gidelim.

 HUKUK Demek hukuk okuyorsun.

 Evet, ya sen?

 Mühendislik.

 Matematiğin iyi olmalı.

 Öyle diyelim öyle olsun.

 İlginç, hiç öyle birine benzemiyorsun.

 Nasıl birine benziyorum?

 Bilmem.

 İlginç bir kızsın.

 Sigara?

 -Hayır, teşekkürler.

 Bu karanlık gözlükleri takmamalısın.

 Güzel gözlerine yazık etme.

 Öyle mi dersin?

 Optik dersinde öğrendim.

 Yakınlarda mı oturuyorsun?

 Çok uzak sayılmaz.

 -Ailenle mi kalıyorsun?

 -Hayır, tek gözlü bir odada kalıyorum.

 Otelde mi?

 Hayır, bir apartmanda.

 Bir ressamın stüdyosu.

 Ressam'la birlikte mi?

 O yurt dışında.

 Kızların hep yapacakları bir şey vardır.

 Şanslıydım.

 Gerçekten.

 Hiç öyle bir şansım olmadı.

 Tabii ki, seninle tanışmak dışında.

 -Buna rağmen ayaktasın?

 Açıkçası, yaklaşık bir aydır kız arkadaşım yok.

 Ama bir yıl önce istediğin kızla beraberdin.

 Bir yıl önce daha çocuktum.

 Tabii, mühendislik okumuyordun.

 Ne alırsınız?

 Çok susamadım ama bir nar şurubu ve süt alabilirim.

 Kızlar her zaman Coca-Cola içer.

 Cola'nın modası çoktan geçti.

 Hangi okulda okuyorsun?

 Orada.

 4.

Henri'de.

 Paris'teki ilk parkı kimin yaptığını biliyor musun?

 4.

Henri.

 Bunu biliyor muydun?

 Kızlar hiçbir şey bilmez.

 -Hala mühendislik okuyor musun?

 -Evet, bu yıl başladım.

 Bu akşam ne yapıyorsun?

 Bir randevum var.

 Kızların her zaman bir randevusu vardır.

 Arkadaşlarla buluşacağız.

 Aslında kuzenlerimle.

 Zaten kızların her zaman kuzenleri vardır.

 Çok ilginç.

 Aslında, onlar bir arkadaşımın kuzenleri.

 Hiç bitmez zaten bütün bu arkadaşlar ve kuzenler.

 Ne zaman müsaitsin peki?

 - Yarın akşam.

 - Harika.

 Olamaz, yarın davetliyim Amcamlara.

 Sen de aynı numarayı yapıyorsun işte.

 Gerçekten amcama gideceğim.

 Tabii ki.

 Bu gece bende kalabilirsin.

 Yarın gidersin.

 - Ya sonraki gün?

 - Çok fazla şey istiyorsun.

 - Hadi ama, sonraki günde kalayım.

 - Söz veremem.

 Geleceğe dair plan yapmayı sevmem.

 Bir istisna olabilir.

 Belki.

 Belkilerden nefret ediyorum.

 Hayır'ı mı tercih edersin?

 -Evet'i tercih ederim.

 -Çok yazık.

 Bahse girerim, sana "evet" dedirtebilirim.

 Emin misin?

 -Evet.

 Tamam, kabul ediyorum.

 - Ciddi misin?

 - Evet dedim ya.

 Emin misin?

 Bir kere evet dediysem, evettir.

 İşte şimdi anlaşmaya başlıyoruz.

 Şuna bak!

 Üf yaa.

 Ne oldu?

 Sorun nedir?

 Ne giyeceğime karar veremiyorum.

 - Yeşil elbiseni giy.

 - Yeşil benim rengim değil.

 Kuzenlerden nefret ediyorum.

 - Aynı şeyi 4.

 kez söylüyorsun.

 Farkındayım, ama zamanlamaları çok kötü.

 Yarabbim ne kadar şanssızım.

 - Bir randevun mu var?

 - O kadar belli oluyor mu?

 Ne olduğunu söylesem inanmazsın.

 Dalga geçmeyi bırakıp beni dinleyecek misin?

 Max aradı değil mi?

 Boşver Max'i.

 Her şey kısa bir süre önce parkta başladı.

 Aslında tam olarak başladı da diyemem.

 Anlatabiliyor muyum?

 Sanırım.

 Nasıl biri?

 Çok cana yakın.

 O Amerikalı aktör gibi; Anthony İsmini unuttum şimdi.

 Yakışıklı bir hukuk öğrencisi.

 Benimle o yüzden buluşmadın, değil mi?

 Seni yalancı.

 Seni bekledim, ama gelmedin.

 Biz de otobüs gelene kadar kafede oturduk.

 Ona çok yüz vermedim.

 Erkeklere karşı sert olmalısın.

 Yoksa seni parmaklarında oynatırlar.

 - Otobüs gelene kadar mı oturdunuz?

 - Yarın buluşacağız.

 Ne kadar hoş.

 Şimdi ne demek istediğimi anladın mı?

 Hayır, sadece bir tesadüf.

 - Ne tür bir tesadüf?

 - Dinle beni.

 Aynı dakikada ben de yandaki kafedeydim.

 Aynı dakikada mı?

 Tamı tamına aynı dakikada.

 Yalnız mıydın?

 Tahmin et.

 Beni gerçekten sinirlendiriyorsun.

 Yeni tanıştığım adamla beraberdim.

 Mühendislik okuyor, Cary Grant'e benziyor.

 Seni tavladı mı peki?

 Pek sayılmaz.

 Aslında, tesadüfen tanıştık.

 Tabii ki.

 Aptal olma.

 İstediğini düşünebilirsin.

 Bahse girerim, Latin Quarter'daki serserilerden biridir.

 Bu konuda seninle tartışmayacağım.

 Beni elindekiyle yıkamaya çalışmayacaksın, değil mi?

 Gerçekten bir tesadüftü.

 İkimiz de gazete alıyorduk.

 - Kes şunu.

 - Yalan söylüyorsun.

 - Yalancı.

 - Yemin ederim, doğruyu söylüyorum.

 - Ertesi gün buluşacağız.

 Yarın amcasını görmeye gidiyormuş.

 - Amcasıyla tanışmak isterdim.

 - O, senin kuzenlerinle tanışmak istiyor mu?

 - Ertesi gün onunla buluşacak mısın?

 - Yarın sen onunla buluşacak mısın peki?

 Evet dedim bir kere.

 Bu yüzden gideceğim.

 Ne konuştunuz?

 Patrick'le mi?

 Patrick Valcroze değil tabii.

 İlginç gerçekten, gördüğüm bütün erkeklerin adı Patrick.

 - Seninki de mi?

 - Evet.

 Çok komik.

 Ama aradıklarında öyle olmayacak.

 Sana ilk ne dedi?

 Yanımdaki masada oturuyordu - Yanıma oturdu demiştin.

 - Önce yanımdaki masaya oturdu.

 Bahse girerim, özellikle oraya oturmuştur.

 - Hayır, o asla kızların peşinde koşmaz.

 - O mu böyle söyledi?

 Hayır, ama öyle olduğu anlaşılıyor.

 - Oysa senin olayında - Aptalsın sen.

 Gazete alırken tanıştığımızı söyledim ya.

 - Yalancı.

 - Görürsün sen şimdi.

 Bu yatağa dört kişi nasıl sığacağız?

 Delirdin mi!

 Bu adam tam bir centilmen.

 Beni sarayda yaşatacak.

 - Saray mı?

 - Aynen öyle, saray.

 Bunun gibi bir sarayda mı?

 Çizgili bir kravatı vardı.

 Demek kravatından dolayı böyle düşünüyorsun.

 Ama sen, blue jean giyen tipleri tercih edersin.

 Üstünde eski tip bir ceket vardı.

 Hiç şaşırmadım.

 Bir de yağmurluğu vardı.

 Yağmurluk mu?

 Bu hiç şık değil.

 Viski mi sipariş etti?

 Hayır, Coca-Cola.

 Üstelik burjuvalardan nefret ediyor.

 Coca-Cola mı?

 Ne kadar demode.

 Tam bir moron olmalı.

 Bu tip adamları bilirim: Asla saçlarını taramazlar.

 Tersine, saçları çok düzgündü.

 Düzgün kelimesinden ne anladığına göre değişir, tabii.

 Saçını taramıştı demek istiyorum.

 O kadarını da yapsın artık.

 Uzun süre boş boş konuştuğuna eminim.

 Hayır, çok fazla konuşmadı.

 Ben hazırım.

 - Her şey için hazırım.

 - Harika görünüyorsun.

 Uslu dur ve sessiz ol.

 Onunla ilk sen mi konuştun?

 Öyle olsa şaşırırdım doğrusu.

 Hayır, o zekice sorular soruyordu.

 Ben de cevap verdim.

 Ben bir adamı düşünceleriyle ifade ederim.

 Kravatıyla değil.

 Benim Patrick'im çok yetenekli matematikte.

 Benimki bir hukuk öğrencisi.

 Hukuk mu?

 Kaçıncı sınıfta?

 Son sınıfta, senin gibi değil.

 Belki kütüphanede onu görmüşümdür.

 Oraya pek çok öğrenci geliyor.

 Aşık mısın?

 - Deli gibi.

 Hep birlikte belki "konulu" bir filme gidebiliriz.

 Öpüştünüz mü?

 Siz?

 Hayır, ben öpmedim.

 Bende.

 Ertesi gün dersten sonra Senin Patrick'in ona mı benziyor?

 Kafayı mı yedin sen.

 Bir sorun mu var?

 Sadece yüzü ona benziyor.

 Burjuvalardan nefret ediyorum.

 Senin kimlerden hoşlandığını biliyorum.

 Ben de senin.

 Herkesi eleştiriyorsun.

 Çünkü her zaman serserileri eve getiriyorsun.

 Bu çok rahatsız edici.

 - Kendi adına konuş.

 İddiaya girerim, bu sefer ki de serserinin tekidir.

 Bu benim Patrick'im.

 - Tebrikler, beğenilerini geliştiriyorsun.

 - Kravatı da çok güzelmiş.

 - Bu gece benimle buluşur musun?

 - Yarın benimle buluşursan.

 Çeviri : BuRnOut burnout@yedincigemi.

com||

Cleo From 5 To 7

22993||5349100||5'den 7'ye Cleo Ceviri: Violaine İyi Seyirler.

 Kesin lütfen, Bayan.

 Sol elinizle 9 tane kart seçin.

 3 tanesi geçmiş için 3 tanesi şu an için 3 tane de gelecek için.

 - Tarottan anlar mısınız?

 - Çok az Henüz sizi göremiyorum.

 Eğer sizi görebilirsem kartlar daha çok şey anlatırlar.

 İşte buradasın.

 Şimdi geçmişe bir bakalım Genç aşkınız kariyerinizi etkilemiş.

 - Annen dul muydu?

 - Hayır.

 Çok yakın ve dul bir arkadaşın var ve negatif etki yayıyor.

 Ama sana çok bağlı.

 Seni günlük dertlerinden uzaklaştırmış Sonuçta da, kibar, cömert biriyle tanışmışsın.

 Artistik kariyerine büyük katkısı olmuş.

 Yeteneklerin gelişmiş.

 Müzikle yaşıyorsun Müziği seviyorsun Sana çok ilgi göstermiş - Onu nadiren görüyorum.

 - Kendiniz için bir kart seçin devam edelim.

 Seni kolluyor, düşünüyor ve sana tavsiyeler veriyor.

 Oh kötü niyet görüyorum bir doktor Görevi çok tehlikeli.

 Bir kavga görüyorum.

 Gelecekte Bu çok kötü bir kart.

 Az da olsa evlilikle ilgili ümitlerin var.

 Bir yol gözüküyor, bir seyahat üç ölüm Şuradaki sensin.

 Başka neler görüyorsunuz?

 Kartları okumak çok zordur.

 Tekrar denemeliyiz.

 Kesin, lütfen.

 4 Kart seçin.

 Asılmış adam değişim demektir ama negatif bir değişim.

 - Hasta mısınız?

 - Evet.

 Venus Astarte!

 Hastalık içinde.

 Biriyle tanışacağınızı görüyorum, seni eğlendirecek, genç, konuşkan bir adam.

 Şimdiye kadar görmemiştim onu.

 Ama yanlış giden bir şeyler var Sanırım bu senin hastalığın.

 Biliyordum!

 Çok ciddi, değil mi?

 Evet, ama bu kadar üzülmeyin.

 Başka bir kart seçin.

 Görmeliyiz Oh çok sağolun ya.

 Bu kart ille de ölümün kartı diye bir şey yok.

 Bu, şu demek; varlığının komple bir değişimi.

 Yeterli.

 Sadece iki gündür tanınıyorum.

 Testlerin sonuçlarını öğrenmek istemiyorum.

 Elime de baksanız?

 El okuyamam.

 O kadar kötümü ?

 Bu şekilde ağlamayın ama.

 Bekleyen müşterilerim ne düşünür sonra?

 Kötü şans getiren bir kuş değilim ben.

 Anlıyorum.

 Kartlar ölüm dedi, ve ben kanser gördüm.

 O ölecek.

 Kaçma, Sevimli kelebek.

 Çirkinlik ölümün bir şeklidir Güzel olduğum sürece, yaşıyorumdur.

 Madam Irma sizi korkularınızdan arındırdı mı?

 Hayır, eskisinden daha da kötü oldum.

 Kartlar hasta olduğumu söyledi.

 Bunu kartlara bakarak mı gördü?

 Yüzümde mi yazıyor sence?

 Hayaller görüyorsun.

 Eğer dedikleri doğruysa, kendimi öldüreceğim.

 Ölü olmayı tercih ederim.

 Drama kraliçesi.

 Mutlu olmalı.

 Arkasından ağlanılmasını istiyor.

 Çocuk gibi.

 Hadi, Madam Cleo Sakinleşin biraz.

 Bir sorun mu var?

 Hastane testlerinden dolayı kendine eziyet ediyor.

 Doktorlar her yerde hastalık görürler.

 Test yapmaktan da bıkmazlar.

 Kahve alır mısınız?

 Evet.

 Kahve seni daha çok üzer.

 Peki ala, o zaman En az senin hayal ettiğin kadar kahve seni bir gün uyanık tutar ve diğer gün sakinleştirir.

 Bir gününü böyle geçirirsen diğer gün daha iyi olabilirsin.

 Sana bizim köyden bir hikaye anlatayım.

 Her şeye sahip bir adam varmış: bir karısı çocukları, sağlığı ve sağlık her şeydir.

 Bir gün hasta olmuş.

 Doktor öleceğini söylemiş.

 Karısı üzüntüden mahvolmuş.

 Adam çıldırmış, yataktan kalkmış ve ayrılacağını söylemiş.

 - Odayı kiraladın mı?

 - Evet.

 Şimdi orası sana ait, değil mi?

 Anlamıyorsun.

 Sabahın ikisinde ayrılacağım için sinir oluyorum.

 Sonraki gün yorgun olacağım.

 Gidene kadar seninle yatacağım bir daha da yatamazsın zaten Şaka yapıyorsun değil mi?

 Tartışmaktan yoruldum.

 Tek istediğim seninle yatmak.

 Benim kendime saygım var Koşa koşa geleceksin bana.

 Yunanistan’a, Türkiye'ye, Mısır'a, Afrika'ya gitti ve "Dünya'yı geziyorum" yazılı kartpostallar yolladı.

 Hiçbir zaman hasta olduğunu söylemedi.

 İki yıl sonra, her zamankinden daha güçlü bir şekilde geri döndü.

 Eşi bir kazada ölmüş.

 O artık yaşlı bir adam.

 Hala seyahatlerinden bahseder.

 Doktorlar ölümle iç içe olduğunuzu söylediler.

 - Biz geri dönmeliyiz.

 - Evde içeriz artık.

 Ben şunu beğendim.

 Kürk?

 Yazın ortasında?

 Şapka istiyorum.

 Deneyebilir miyim?

 Elbette.

 İstediğiniz özel bir tarz var mı?

 Şunu, Şunu Çok şık oldu.

 Sevdin mi?

 En azından yazlık bir şapka.

 Her şey bana yakışıyor.

 Bir şeyler denemek beni sarhoş ediyor.

 Siyah tam benlik.

 Ama ilk denediğimi tercih ederim.

 Bu size mükemmel oldu.

 İşte bu.

 - Paketleyeyim mi?

 - Yok yok, giyipte gideceğim.

 Hayır.

 Salı günleri asla yeni elbise giyemezsin.

 - Ama bu şapka - Yeni olan hiçbir şeyi.

 Paketlememi ister misiniz?

 Sorun yaratmak mı istiyorsun.

 Salı günleri asla ve asla yeni bir şey giymeyeceksin.

 Lütfen, bunları Cleo Victoire, 6 rue Huyghens'e gönderin.

 Siz Cleo Victoire misiniz?

 Sesinizi o kadar severim ki.

 Sizinle bir gün tanışacağımı hiç tahmin etmezdim Dükkanımız için bir fotoğrafınızı imzalar mısınız?

 Elbette.

 Gönderirsiniz değil mi?

 Bu olmaz.

 Numarası uğursuz.

 - Citroenler'severim!

 - Bu yeni I.

D.

 I.

D.

 "deli bir şey"!

 Yoruldun mu?

 Şu an yaşadığımı hissetmiyorum.

 Saçmalama.

 Böyle düşünüyorsun çünkü yorgunsun.

 Annenle mi geziyorsun bebeğim?

 Bir öpücük ver.

 Kendini beğenmiş!

 Şarkıları severim.

 Ya sen?

 Bunu sevmem.

 Berbat.

 Kayıt berbat.

 Tekrar kaydetmeliler.

 Durun.

 Durun.

 Hayır, demek istediğim, müziği kapatın.

 - Şarkıyı söyleyen benim.

 - Sen miydin?

 Bu şarkıya bayılırım.

 Hiç duymadın mı?

 Sorun ne?

 Midem bulanıyor.

 Ama camlar açık.

 - Müziğin faydası olmadı mı?

 - Hayır.

 Radyoyu severim.

 Radio Taxis'i severim - insanlara iş bulurlar.

 Bir kadın için zor iş!

 Zaman zamanda tehlikeli.

 Ama seviyorum.

 Karanlıktan korkmaz mısın?

 Korkmak mı?

 Bunlar da kim böyle?

 Sanat öğrencileri Eğlenmeye ihtiyaçları var.

 Biz de zamanında böyle değil miydik?

 Geçen kış saldırıya uğramıştım.

 Akşam gazetelerinde fotoğraflarım vardı.

 Bazı delikanlılar ödeme yapmayı sevmez.

 Kıyıda köşede bir yerdi, ve zifiri karanlıktı.

 - Ama arkalarından koştum.

 - Karanlıkta?

 Beni kafalarına takmışlardı.

 Telsizden yardım istedim.

 ve iki meslektaşım yardımıma koştu.

 - Ölmekten korkmadın mı?

 - Korkak bir tip değilim ben.

 Ne çaldılar peki?

 Hiç bir şey.

 Üstümü başımı parçaladılar.

 Yüce tanrım!

 Burada sollayamıyorum.

 Radyoyu açabilir miyim?

 Elbette, bu senin araban.

 Amerikan kadınları için yeni Whisky Şampuan.

 Whisky saçları canlandırır.

 Şimdi son haberler Bugün Cezayir'deki kargaşalar daha da büyüdü Son zayiat listesine gelince 20 ölü ve 60 yaralı.

 Cezayir'deki isyanın baş aktörlerinden Komutan Robin'in, Paris'te yapılan askeri mahkemede 6 yıl hapse mahkum edilmesi kesinleşti.

 Çiftçilerin eylemleri iki haftadır devam ediyor.

 2000 kişi bugün Polis barikatlarını geçerek şehir merkezini bastı.

 Tam 300 traktörleri vardı.

 Morlaix'de 2 gösterici tutuklandı yarın serbest bırakılırlar.

 Brest hapishanesinde tutuluyorlar.

 Yarın, St.

Nazaire'de 4000 gösterici hep bir ağızdan "Bretonları serbest bırakın" diyerek bağıracaklar.

 Bay Khrushchev, Kennedy'yi köpek kulübesine tıktığını hiç düşündü mü acaba?

 Viyana konferansından sonra Beyaz Saray'a bir köpek gönderdi.

 Adı Poushinka.

 Meşhur uzay köpeğinin yavrularından biri.

 Provalar için eve zamanında varırız.

 Tükendim artık.

 Biraz dinlenirsin.

 Gennevilliers adına kanalizasyonda çalışan 3 işçi, gaz kaçağından dolayı öldüler ve onları kurtarmaya çalışan metro işçisiyle beraber akıntıya kapıldılar.

 Şimdiki haberimiz turistler için: Fontainebleau müzesi 22 Haziran'da yani yarın yine kapatılacak.

 Edith Piaf son ameliyatından sonra bugün ilk kez kendine geldi.

 Bu haberi onun cerrahı Dr.

 Mercadier bildirdi.

 "Edith tekrar kurtuldu.

 Bu kesinlikle bir mucize" Genç İngiliz, Robert Platen, Kanal'ı 6 saat 20 dakikada geçti.

 Botuyla birlikte adeta süzüldü Rue Huyghens'i tanır mısın?

 Evet biliyorum.

 Tanımayan var mı ki.

 Cesur ve zekisin.

 Peki ya kadın paraşütçüler?

 Nasıl böyle çılgınca atlayabiliyorlar.

 Bazıları buna bayılıyorlar.

 - Ne kişilik ama!

 - Şok ediciydi.

 Medeni cesareti var.

 Nefes alamıyorum.

 Biraz egzersiz yapmalısın.

 Canım acıyor.

 Ama iyi geliyor.

 Tamam şimdi rahatladım, gerineceğim.

 Bu beni öldürüyor!

 Her gün söylüyorum.

 Sen benim en iyi izleyicimsin.

 Sıcak su torbası istiyorum.

 Su hazır bile.

 Teşekkürler.

 Sıcaklık bana iyi geliyor.

 O gelene kadar dinlen.

 Bilirsin - Gördün mü!

 - Saat gibilerdir.

 Hasta olduğunu belli etme.

 Erkekler hastalıktan nefret ederler.

 Nasılmış benim kediciğim?

 Sana öpücük verebilmek için işten kaçtım.

 Şimdi yanındaydım.

 İyi ki kaçmışsın.

 - Şapka!

 - Deli misiniz?

 Bizim batıl inançlarımız var.

 Daha sık gelirseniz bunu anlarsınız.

 Madamlar, hizmetçilerine çekerlermiş.

 Bunun için zamanım yok.

 Bestecilerim geliyor.

 Benimde telaşım var.

 Sadece sizi öpmeye geldim.

 Zaten hep bir telaş içerisindesin.

 Az önce pat diye geldin.

 Vakit doldu aşıklar.

 Beni sevdiğini sanıyordum.

 Seni bu kadar az görmek beni sinirlendiriyor.

 Kleopatram - Hasta mısın?

 - Evet.

 Peki bugün neyiniz var?

 Ne demek bugün?

 Ben hep hasta mıyım?

 Her zaman bir sorunun oluyor.

 Sen güçlüsün.

 Güzelliğin senin sağlığın.

 Ya gerçekten hastaysam ne olacak?

 Hepsini sen uyduruyorsun.

 İnsanların beyinlerini kanser ve kalp rahatsızlıkları ile dolduruyorlar.

 Benim rahatsızlığım da, telefon görüşmeleri ve randevular.

 Akşam yemeğine kadar 2 görüşmem var.

 - Bunu asla yapmayacağım.

 - Neyi asla yapmayacaksın?

 Beni asla öpmeyecek misin?

 - Beni özleyecek misin?

 - Aynı treni kaçırmak gibi.

 Çok fazla öpüşme var ama sadece bir kişi yapıyor.

 Sen beni yeteri kadar öpmüyorsun.

 Umrumda değil.

 Ama bir akşam beni çıkartmalısın.

 Don Juan galası için yeni bir elbisem var.

 - Görmek ister misin?

 - Evet.

 Hayır.

 Bunun için vaktim yok, ki seninde yok.

 Tatile çıkabilsek İtalya'ya Cuma günü seninle çıkabilmek için elimden gelenin en iyisini yapacağım.

 Tabii her şey yolunda giderse.

 İnci tanem Kimdi o?

 Şapkayı getirdiler.

 - Şey, Angele - Evet, Madam Onun için endişelenmiyorum.

 İyi yapıyorsun.

 Beni ciddiye almıyor.

 Onun şu önemli randevuları yok mu!

 Onunla ilişkimi kesmek istiyorum.

 Yanlış yaparsın.

 Seni seviyor.

 Öyle mi düşünüyorsun?

 Hem de öyle böyle değil.

 Beni seviyor az çok Aklından neler geçiyor?

 O iyi bir aşık.

 Nasıl bilebilirsin ki?

 O aşık.

 Sana tapıyor Seni şımartıyor.

 Paris’teki herkesi tanıyor cömert.

 Çok yakışıyorsunuz.

 Üstelik uzun boylu.

 Ona söylemek isterdim Neyi?

 Hastalığımı Unutulan hastalığımı.

.

 Benim dışımda herkesin unuttuğu hastalığımı.

 Er yada geç bir şeylerin ters gittiğini anlamalı.

 O bir egoist.

 Bütün erkekler öyledir.

 Sana durmadan kendi sıkıntılarından bahsederler Ya sen nasıl davranıyorsun?

 Ona karşı çok kibarım.

 O beni ne zaman isterse hep vaktim oluyor.

 Her zaman hazır bulunuyorum.

 Ben erkekler için fazla iyiyim.

 Onlara yeteri kadar katı davranamıyorsun.

 Asla iyi olup olmadığımı sormadı.

 Eğer ölürsem, üzülmeyecek bile.

 Şaşkınlığa düşecek.

 - Ne bekliyordun?

 - Günümüzde insanlar çok basit ölüyorlar.

 Özellikle artistler.

 Kaderine meydan okuma.

 Güzel tarafından bak.

 Boşu boşuna üzülüyorsun.

 Doktora gideyim mi?

 Hayır.

Sonuçlar için bu akşam ona telefon açarım.

 Eğer ciddi bir şeyse, seni yatırmak zorunda kalacak.

 Hiç gereği yok.

 - Ne zaman arayacaksın?

 - Bu akşam.

 İşte geldiler.

 Bu Maurice.

 Çok utangaçtır.

 - Cleo içeride mi?

 - Yatağında.

 Hasta mı yoksa?

 - Ciddi bir şey mi?

 - İlgi istiyor.

 Müzik onu kendine getirir.

 - Beyaz bir paltonuz var mı?

 - Tam arkanda.

 Ve büyük yağmurluğunuzla birlikte bir eczacıya dönüşebilirsiniz.

 Ne arıyorsunuz?

 Bilmem.

 Bir şeyler İşte şırıngamız.

 Angele, bitki çayı yapabilir misin?

 Cleo da bütün kadınlar gibi, iyi bir şakadan hoşlanır.

 Her zaman bir şeytanlık yaparsın.

 Doktor burada.

 Hastayı tedavi edecek.

 Kan testi?

 Çek şunu yoksa bayılırım.

 Kadavrayı kaldırın.

 Bir sorunun mu var?

 Harika ya, hasta olmak hata sanki.

 Ve hatalar öldürür.

 Çok çirkinsin.

 Çirkinlik güzelliktir.

 Güzellik çirkinliktir.

 Shakespeare!

 Üzüntümü saklamaya çalıştım.

 Bu kapriste ne böyle?

 Kayıtlar haftaya.

 Bu acele niye?

 Bazı şeyler değişiyor.

 Yeni şarkılar yapacağım.

 - Sonra, ortalarda olmayacağım - Balayı fantezisi mi?

 Sinirime dokunuyorsun.

 Eski şarkılarla prova yapmak istiyorum.

 Ve yeni parçalar nerede?

 Kalemimle beynimi patlatıyorum.

 Yaratıcı yazar konuştu.

 Ben ona "pratik kalem" diyorum.

 Cuk oturmuş.

 Burası hoşmuş.

 Daha önce buna benzer bir yerde bulunmamıştım.

 - İçecekler?

 - Angele bir melek!

 Pratik Kalem hanım evladıdır.

 Konyak.

 Sözleri kim yazıyor?

 - Ben, resmen!

 - Viski.

 Bir pipet ve çilek suyu.

 "Cleopatra'nın sesi kısılmış" Niye asabımı bozmak zorundasın?

 Sadece yardım etmek istiyorum.

 - Devam et o zaman - Nazlı bir kız var ve "Doktor Şarkı" sana yol gösterecek ve yardım edecek O Hristiyan bir hekim - Baş belasısın!

 - Sözlerin "başrolünde" ve "içindeki".

 Yada "Vefasız Kız"?

 Bu güzeldi.

 İçimde binlerce kadın var, beni harap ediyorlar.

 Ben bunu biliyorum.

 Bunu duymaktan asla bıkmam.

 Yeni şarkısını bekliyorum.

 "Yalancı Kız" "Ben sana yalan söyledim, aşkım " "Seni bilirim, kendini gizleyerek beni eğlendirirsin" "Ve banka hesapları benim dikkatimi çeker" "Kadınların ödeme yapan adamısın" "Bana mı yalancı dedin" "Seni baştan çıkardım" Burada değil yarın arayın.

 Bunu söylemek çok zor ya.

 Yok bu hiç olmaz.

 İlk melodi çok daha iyiydi.

 Daha özgün.

 - Bunu kaptım, sonra - Daha başka?

 - "Oynamak" - Ne oynamak?

 - Senin için ideal bir parça.

 Çok basit.

 "Çelloyu harika çalıyor.

 Sen de piyanoyu harika çalıyorsun" "Ama ben bütün erkeklerle dalga geçiyorum" "Ve gerçekten onlara cehennemi yaşatıyorum" "Siyah ve beyaz notlarda cırtlak bir sesle söylenecek" "Ama kalçamı salladığımda bütün erkekler eğlenmek için çığlık atıyorlar" "Bançoyu sevinçle ve acemice çalıyorum, Flüt çalmakta dahiyim" "Ama bütün erkekler, gözelerini dikip " şirinlik yapmamı bekliyorlar" Hoş, sevimli bir şarkıydı.

 Sözlerden hoşlandım.

 Peki ya müzikten?

 Müzikten de hoşlandım.

 Müziğimden zevk aldıysan, onun sayesinde.

 Sevdiğin makamlarda söz yazmaya çalışıyor.

 - Bu güzeldi.

 - Sadece sözleri ezberle.

 - Bu "Aşkın Gözyaşları" - Diğerine oranla bu biraz daha duygu is Kes şunu!

 Her zaman yeteneklerimle alay ediyorsun.

 - Hangi yetenekler?

 - Şimdi sınırı aştın.

 Çok kötüydü.

 "Cleopatra, sana saygı duyuyorum" "Bütün kapılar ardına kadar açık" "Rüzgar direkt içeride esiyor" "Bom boş bir evde yaşıyorum" "Sensiz" "Sensiz" "Denizle çevrili" "Issız bir ada gibi" "Kumlarım beni terk ediyor" "Sensiz" "Sensiz" "Görülmemiş güzellikleri" "Acımasız kışa bırakıyorum" "Ruhum hayal edemiyor" "Sensiz" "Sensiz" "Çaresizlik içinde sürünüyorum" "Tabut sehpasında" "Vücudum çürüyor" "Sensiz" "Eğer bu kadar uzun beklersen" "Çoktan ölmüş olurum" "Kül gibi, solgun ve yalnız" "Sensiz" "Sensiz" Bu çok fazla Devam edemem İğrençti!

 Denedi işte Çaresizlik gibi bir kelime kullanmamalısın.

 Bir kelime hiçbir şeydir.

 Hoş bir şarkı.

 Müzik piyasasında bir devrim yaratacak.

 Ne şarkı ama?

 Ömrü ne kadar olur acaba?

 İşte başka bir kapris daha.

 Tek söylediğiniz bu!

 Beni kaprisli yaptınız!

 Nerdeyse kukla gibi oldum burada!

 Ölümcül sözlerle bir devrim!

 Bununla bir hit yaratabileceğimi mi düşünüyorsunuz!

 Mükemmel bir cenaze töreni gibi!

 Benden faydalanmak mı istiyorsunuz!

 Çıkın dışarı!

 Hayır Ben gidiyorum.

 Angele size içeceklerinizi verir.

 Şarkıları bırakın, sonra seçerim.

 Ama sen müziği okuyamazsın ki Siz asla beni düşünmediniz.

 Bana inanmıyorsunuz, benim bir yeteneğim var.

 Jose sesimi ilk duyduğunda etkilendi benden.

 Güldürme beni.

 - Benden nefret etmelisiniz!

 - Kendine acıyan şımarık çocuk.

 Herkes beni şımartıyor, kimse beni sevmiyor.

 Ne performans ama.

 Siyahları giyeceğim.

 Şarkına yakışır.

 "Aşkın Gözyaşları Kül gibi, solgun ve yalnız" İşte burada.

 Bir de kafamı koparabilsem!

 Ben de gelebilir miyim?

 Yalnız kalmak istiyorum.

 Cleo, Salı, sakın unutma.

 Lanet Salı!

 Bildiğim gibi yapacağım.

 Kuklamın değişmeyen yüzü Şu anlamsız şapka Kendi korkularımı göremiyorum.

 Herkesin bana baktığını düşünüyorum.

 Sadece kendimi düşünüyorum.

 Bu beni tüketiyor.

 Şu Cezayir çılgınlığı Ne tarafta olacağını bilemiyorsun.

 Şu gürültüden bir kelime dahi duyamıyorum.

 Onlarla yaşamak imkansız, ne bekliyorlardı ki?

 Affedersiniz.

 Bir konyak.

 Bütün o yıllardan sonra kendimi yine bu cafede buldum.

 Bu şiirsel çöküş berbat Bütün hikayeleri basitçe algılayamadığımızdan oluyor hepsi.

 - Siz mi sipariş etmiştiniz?

 - Evet.

 Teşekkürler.

 Şu tablonun ismi "Kadın".

 Ben bir boğa görüyorum.

 İspanya'nın Picasso'su Miro'nun kadınlara bilgesel bakışını ortaya koyuyor.

 Nasıl ortaya koyuyor?

 Bütün gün seni bekleyeceğimi mi sanıyorsun?

 - Artık onunla görüşmüyoruz.

 - Afrika'ya döndü.

 - Dorothee buralarda mı?

 - Evet.

 Bana acayip pozlar veriyor.

 Oh Cleo?

 O kadar sevimli, o kadar güzel ki.

 Bir dakika sonra yanındayım.

 İşimiz bitti zaten.

 - Nasılsın?

 - Uzun zaman oldu.

 İyiyim.

 Fena değilim ama şunlardan kurtulalım.

 İşte ücretiniz.

 Arka yolu kullanalım.

 Raoul'un arabası bende.

 Daha önce içlerine hiç girmemiştim.

 Çok sakinler.

 - Bu tavırlara aldırmıyor musun?

 - Hayır, niye ki?

 Bir açığımı bulacaklar diye çok korktum.

 Fasa fiso.

 Vücudum gurur verir derecede değil, ama beni mutlu etmeye yetiyor.

 Sanki oradaki ben değilmişim gibi bakıyorlar Bir endam, bir düşünce Sözde orada olmazsam Çok sıkıcı oluyormuş ve bunun bedelini bana ödüyorlar.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Biraz yürüyeceğim.

 Tek başına mı?

 Sana yakışmaz.

 Benimle gel.

 Şu arabayı Raoul benim için kiraladı.

 - Kullanabiliyor musun?

 - Yeni öğrendim aslında.

 Kemerini tak ve sakızını çiğne.

 Güldüğün zaman daha güvenli oluyor.

 Eski günlerimizi düşünüyorum.

 Eski umutlarımızı Ben dansçıyım, sen şarkıcı, Bob'da piyanist Aramızda başarıyı yakalayan bir tek sensin.

 Sadece 3 şarkı yaptım.

 Bir tanesini bir kafe de çaldım.

 - Kimse dinlemedi.

 - Cafe konser salonu değildir ki.

 Şu caddelere ne kadar saçma isimler koyuyorlar.

 Giden Caddesi, Gelen Caddesi Kolunla işaret ver.

 Caddelere yaşayan insanların isimlerini vermeleri gerekir.

 Piaf Caddesi, Bardot Bulvarı, Aznavour Çıkışı gibi.

 Ölünce de isimlerini değiştirmeliler.

 Anlıyorum.

 Seninde ismin koyulsun istiyorsun.

 Çok geç artık.

 Neyin var?

 - Hastayım.

 - Doktora gittin mi?

 Evet.

 Sanırım çok ciddi.

 - Tedavisi yok gibi bir şey.

 - Tanrım, ne kadar kötü.

 - Sen cesursundur.

 - Aksine.

 - Öğreneli ne kadar oldu?

 - Sonuçları bu akşam öğreneceğim.

 Belki bir şeyin yoktur.

 Her neyse gerçekten ciddi.

 Hastahanede konuşurlarken duydum.

 Oradakiler hastalar hakkında çok şey bilirler.

 Niye hastaneye gidiyorsun?

 İşim var.

 Ne gibi, söyle?

 Midem ağrıyor.

 - Orada olsam iyi olacak - Ama neden?

 Orada kimseyi göremezsin.

 Jose ne dedi peki?

 Bilmiyor ki.

 Onu fazla göremiyorum.

 Yatakta hiç konuşmuyor musunuz?

 Nadiren benimle kalıyor.

 Çok meşgul.

 Seni delicesine sevdiğini sanıyordum.

 Seviyor.

 Tek yapman gereken aşka güvenmektir.

 Birbirinize çok yakın olduğunuzu düşünüyordum.

 Ya Angela?

 Yıkıldı, ama inanmıyor.

 Şaşkınlıktan dilim tutuldu.

 Sersemledim.

 Düşünmemeliyim.

 Bir dakikaya gelirim.

 Eğlenmene bak.

 Denizcilere takıl.

 Geç mi kaldım?

 - Altı denizci kadar.

 - Raoul filmlerini istiyor.

 Düz kullan.

 Vitese geçiremedim.

 Ehliyetimi yeni aldım diyorum.

 Şimdiye kadar taksilerde yolculuk yaptım.

 Sen mızmız bir çocuksun.

 Koluna piercing yaptıran bir adam gördüm.

 Beni hasta etti.

 Ne gün ama!

 İyi ki tüm bunların dışındayım.

 Yardım et bana.

 Onları yukarı taşımayacağız.

 Sadece dışarı çıkarıp, sürükleyeceğiz.

 Ağır mı?

 Bir şey de duymaz.

 Bebeğim.

 Yıllar oldu Cleo.

 Çok az görüşebildik.

 - Biraz sonra işim biter.

 - Dert etme.

 - Cleo hasta.

 - Umarım ciddi bir şey değildir.

 İzle şunu.

 Gülmek bütün hastalıklara iyi gelir.

 Sadece bir anlığına, çünkü Cleo iyi değil.

 Ben iyiyim.

 ARTIK ÇOK GEÇ!

 OYUNCAK KUKLAM İÇİN ÇOK GEÇ!

 ZAVALLI GENÇ ADAM MENDİL?

 GÖZLÜKLERİM HERŞEYİ KARANLIK GÖSTERİYOR!

 LANET SİYAH GÜNEŞ GÖZLÜKLERİ!

 Ara veriyorum.

 Filminiz berbat.

 Siz ikiniz mi getirdiniz bunu?

 - Gazeteler ve anahtarlar.

 - Sizde kalsın.

 Olmaz, bu gece çok zor.

 Gösteri için teşekkürler.

 Gece görüşürüz.

 Ölüm kehaneti gibi.

 Aptallaşma.

 Bir klişeyi kırmak gibiydi.

 Korkularımın hakkından gelmeliyim.

 Hadi.

 Çok geç kaldım.

 Anlat Bir taksi bulalım da, seni onunla bırakayım.

 İyi olur.

 Ne olmuş?

 Görünüşe göre birisi ölmüş.

 İğrenç hissettim.

 Üzülme.

 Kırılan bir ayna ve ölen bir adam.

 İnanmadığını söylemiştin.

 İnanmıyordum ama sen inandın.

 Beni dehşete düşüren insanların korkularıydı.

 Şapkayı niye elinde tutuyorsun?

 - Angele'yi sinirlendirmek için.

 - Niçin?

 Özel bir sebebi yok.

 Yazlık bir şapka gibi durmuyor du zaten.

 Bütün kış bunun gibi bir tane istedim.

 - Alabilirsin.

 - Hayır Bunun gibi bir tane istemiştim.

 Montsouris Park'ına gittin mi hiç.

 Montsouris "peynir" gibi.

 Bu kelime seni sırıtıyormuş gibi yapıyor.

 Orada bir sürü sanat evi var.

 Üniversiteden artistler ve öğrenciler.

 Bir şelale var.

 Az sonra oraya varırsınız.

 Işıkları geçtikten sonra.

 Ben burada ineceğim.

 Sonuçları bana bildir Dikkatlice, lütfen.

 - Şimdi ne tarafa?

 - Düz gidelim.

 Şimdi?

 - Parkın içine girelim.

 - Giriliyor mu?

 Açık açık.

 Ortasından geçiyor sanırım.

 Her neyse, umarım kimseye çarpmayız.

 - Burası ne?

 - Rasathane.

 1001 geceden mi?

 "Benim değerli ve kaprisli vücudum" "Gök mavisi cesur gözlerim" "Çekici, cezp edici bir şekilde uzanmış" "Bu asla yeterli olmaz.

 Dünyada tat alınacak o kadar çok şey var ki" "Cazibemin ve gülüşümün tadı" Su sesine benziyor?

 Evet.

 Niye bu kadar sessiz.

 Evet öyle.

 Çocuklar az önce gittiler.

 - Gittiler mi?

 - Çoğu gün, burası onlarla dolu oluyor.

 - Ya bugün ?

 - Hepsi diğer taraftalar.

 Göletteki işçileri görmeye gittiler.

 Orda pek çok fıskiye var.

 Ama güncel olaylar daha eğlenceli geliyor.

 Neyin eğlenceli olacağını sen nerden bileceksin.

 Meraklıyımdır.

 Öyleyse niye sende gitmiyorsun?

 Meraklılığımdan daha tembelimdir.

 Görmeden de anlarım ben.

 Her neyse, burada olmayı yeğlerim.

 Mükemmel değil mi?

 - Çok sıcak değil.

 - Ben böyle iyiyim.

 Yazın ilk günü.

 Benim Yaz'ım tatile çıktığımda başlar.

 Bugün resmi bir gün.

 Sen Flora'sın.

 Güneş Tanrıçası.

 - Bu konuşma tarzı da ne!

 - Konuşmayı severim.

 Bugün, yılın en uzun günü olduğunu biliyor musun?

 En uzunu!

 Ne kadar da doğru.

 Bugün, güneş İkizler takım yıldızını Kansere bırakıyor .

 Böyle konuşma Özür dilerim.

 - Gidiyor musun?

 - Evet.

 Özür dilerim verdiğim bilgiler seni sıktı.

 Saat kaç?

 Altıyı çeyrek geçiyor.

 - Birini mi bekliyorsun?

 - Hayır.

 - Bende beklemiyorum.

 - Ama bütün erkekler kadınları beklerler Sonra, onlarla konuşurlar Genelde karşılık vermem.

 Ama bugün unuttum.

 Düşüncelerim darmadağın.

 Çok durgun gözüküyorsun.

 Ayrılmak üzereydim.

 Üniformamı giyip bu gece ayrılıyorum.

 Üç haftam vardı.

 Hiçbir şey yapamadım, o kadar kısaydı ki.

 Seninle sohbet etmekten hoşlandım.

 - Evli misin?

 - Hayır.

 Ne yani çapkınlık yapmaya çıkmış gibi mi görünüyorum?

 Bir şey daha doğrusu birini bekliyormuş gibi görünüyorsun.

 Bir tetkik sonucunu bekliyorum.

 Sen öğrencisin.

 Hayır, medikal tetkik sonucumu bekliyorum.

 - Üzüldün mü?

 - Evet.

 Korktuğun neydi?

 Kanser Bu akşam emin olacağım.

 Başka bir şeylerde olabilir.

 Ama falcı da doğruladı kanser olduğumu.

 - Kartlara mı inandın?

 - Her şeyden korkuyorum kuşlar, fırtınalar, asansörler, enjektörler Ve şimdi de ölümün büyük korkusu sardı beni.

 Cezayir'de olsan her şeyden ödün kopar.

 Ne kadar kötü.

 Yok yere ölüyorlar.

 Beni kızdıran da bu.

 Bir kadının aşkından ölmeyi yeğlerim.

 Hiç aşık olmadın mı?

 Bazen, ama hiçbir zaman istediğim derinliğe ulaşmadı.

 Hep kızların hatasıydı.

 Sadece sevilmekten hoşlanıyorlar.

 Bir şeylerden vazgeçip kendilerini veremiyorlar.

 Yarı yarıya seviyorlar.

 Vücutları eğlenceli ama yaşamları değil.

 Bu yüzden bende ayrılmak zorunda kalıyorum.

 Bunları anlattığım için affedin beni.

 Haklısın.

 Sen hiç aşık oldun mu?

 Dediğin gibi; bir şeylerden vazgeçmedim hiç Ama hangi kelime uygun olurdu ki?

 Kendimi koruyordum Sence de biraz dramatize etmiyor muyuz?

 Umutsuz vakayım.

 Ve şimdi,bu Peki, ikimizde berbat haldeyiz.

 Daha iyisin ya?

 Kulağa ne kadar hoş geliyor Bir inci tanesi ve bir kurbağa Sen ve ben.

 Ne zaman öğreneceksin?

 Hastanedeki doktoru arayacağım.

 Niye direkt hastaneye gitmiyorsun?

 Onunla yüz yüze gelmekten korkuyorum.

 Ben seninle gelirim.

 İstasyona kadar sana eşlik ederim.

 - Taksiyle gidelim.

 - Ama otobüs daha eğlenceli.

 Büyük annem Paris'e geldiğinde abonesi olduğu magazin dergisinin, bu civardaki ofisini görmek istemişti.

 "Kadınlar Dünyası”na teşekkürler Her şeyi bilirdi.

 Yaşadığı yerde ne sinema ne de kitapçı vardı ama filmler ve kitaplar hakkında en az bizim kadar bilgiliydi.

 Kritiklerden nefret ediyorum.

 İzlemeden, hikayenin özünü öğrenmekten nefret ediyorum.

 Bir doğum gününü berbat etmek gibi.

 Kötü şans getirir.

 Batıl inançlısın.

 Ama bugün sana iyi yazlar dileyebilirim, çünkü tam günü.

 Olabilir.

 Bugün Flora'nın günü.

 Adım Florence.

 Ama bana Cleo derler, Cleopatra'nın kısaltılmışı.

 Florence.

 İtalya'yı hatırlatıyor, Rönesansı, Botticelli'yi.

 Bir gül Kleopatra, Mısır, Sfenks yılan kaplan Florence'ı tercih ediyorum.

 - Neler diyorsun!

 - Sıkıldın mı?

 - Hayır eğleniyorum.

 - Tek başına "Cleo" kulağa komik geliyor.

 Şunun gibi "Cleo de Merode" 1900'lerde bir şarkıcı.

 Sadece şarkıcı değildi.

 Büyük babalarımızın hayalini süslerdi.

 Yine mi büyükannen.

 "Geleceği düşünün", demeye çalışırdı.

 "Gece eve gelecekseniz ahlaksız kadınlardan uzak durun".

 Komik.

 Buraları bilirim.

 Öğrenciliğimde 7 yıl buralarda yaşadım.

 Ben daha önce buralara hiç gelmedim.

 Sadece bir arkadaşımı bırak için gelmiştim.

 Heykeltıraşlara çıplak poz veriyor.

 Özgün bir meslek.

 Bence edepsiz bir iş değil.

 Bence öyle.

 Bana göre çıplaklık gereksiz.

 Gece ve hastalık gibi.

 - Niye böyle dedin?

 - Hissettiğim bu.

 Otobüsümüz.

 Herkes soyunacak.

 Yaz geldi.

 Bu ne demek şimdi?

 Çıplaklık kendini doğallaştırmaktır.

 Aşk gibi, doğum ve su gibi Güneş gibi, plaj gibi Bak Pamuk Prenses’i tabuta koymuşlar gibi duruyor İkinci oğlumu 2 ay boyunca böyle tuttular izleyip beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.

 Bir keresinde bir doğum izlemiştim.

 İyi görünüyordu, ayaklarını sallıyordu sakin görünüyordu ve ayrıca ağlıyordu.

 Çıplaklık beni tahrik eder.

 Striptiz seksidir.

 Sık gidiyorsun galiba.

 Yok sık değil.

 Çıplaklık görecelidir.

 - Bu konu sıktı.

 - Sırada ne var?

 Benimle alay mı ediyorsun?

 İniyorum ben.

 Ama beni hastaneye götürecektin Ve sende beni istasyona götürüyordun.

 Unuttun mu?

 Platformda, elinde mendille, bir askerin eşi gibi Seni birinin eşi sanacaklar O fotoğrafı gözümde canlandırabiliyorum Ödeme vakti.

 İki kişi, lütfen.

 Bana bir fotoğraf verir misin?

 Yolculuğum sırasında ona bakacağım.

 İstiyorum.

 - Şimdi mi?

 - Evet.

 Sonra, unuturuz.

 Onu almaktan gurur duyarım.

 Bunun için mi asıldın bana.

 Sen bir foto manyaksın.

 Sen melomanyaksın.

.

 Müzik için değil ama, melodram için!

 Ayrıca da samimiyetsizsin.

 Eğer senden fotoğraf istediysem ve kabul etki ben bununla gurur duyuyorum sende buna memnun olmalısın.

 Bütün bu mükemmel hisler meğer küçük bir kibirle doluymuş.

 La Bruyere'in özdeyişi gibi.

.

 "zevzekliğin üstün ruhu".

 Hiç hatırlamıyorum nasıldı Acı gerçekler.

 İtalyan Mahallesi, Florence Senin memleketin gibi.

 Ve şu ağaçlar Paulownialar Paris'te de var birkaç tane, Çİn ve Japonya’da ise sürüyle.

 Nadir bulunurlar, Polonya'dan getirirler.

 Hep bir şeyler öğretmeye çalışıyorsun.

 Bu benim işim, doğamda var.

 Her zamanda bir cevabın var.

 Komik, Her zaman sorularım vardır.

 Bugün her şey beni şaşırtıyor.

 Yüzümün yanındaki yüzler Stop düğmesi nerede?

 Marcel Metro'da lütfen.

 Bu çevrede sadece hastahaneler var.

 Sözde, insanlar bu civarlarda kendini daha iyi hissediyormuş.

 Şurası "Broca", "Cochin" "Baudelocque", "Val de Grace" ve tabi ki "Sante".

 Buralar herkesi sakinleştirebilir beni bile.

 Nerede olduğunu unuttum Sormalıyız.

 Laboratuar nerede acaba?

 Kiminle görüşeceksiniz?

 Dr.

 Valino - Burada değil.

 - Ama daha önce görüşmüştük.

 Aşağıda sağ da mı ?

 Hayır, diğer tarafta.

 Hala burada olduğundan şüpheliyim Dr.

 Valino hala burada mı acaba?

 - Çıkmış.

 - Geri gelecek mi acaba?

 Yazın ilk gününde,yalnızca bir kişi hata yapabilir.

 Kes şakayı, hastayım.

 Hemen kızma canım.

 Affedersin.

 Onu bulmaya gidiyorum.

 Ama o gitmiş Geri dönebilir.

 Geri gelebileceğini söylediler.

 Çıldırmak üzereyim.

 Bu an için 2 gündür bekliyorum.

 Hastahaneye benzemiyor hiç.

 Parti verilebilecek,bahçeli, eski bir şato gibi görünüyor.

 Elini tutabilir miyim Florence?

 Bu ağaç Lübnan'dan.

 Bir sedir ağacı.

 Akşamlar yolculuğu daha da çekilmez yapıyor.

 - Trenin ne zaman?

 - Gemi yarın hareket ediyor.

8 gibi.

 Az bir vaktimiz var.

 Doktoru aramak aptallıktan başka bir şey değil.

 Sorun değil aslında, bu gece telefon ederim.

 Lübnan’ı ve Paulownias'ı görmek isterim.

 Şimdi adresini ver bana, sonra unuturuz.

 Teşekkürler Florence teşekkürler Cleo Ne sevimli bir bahçe.

 Hoş kokuyor.

 İyi bakılmış.

 Biraz oturabilir miyiz, yoksa gidelim mi?

 Biraz yorgunum.

 Bir şeyler yemek ister misin?

 Eğer sizde isterseniz.

 Zamanımız var.

 Flora hakkında yanılmışım Güneş tanrıçası Ceres'di.

 - Ya Flora?

 - O Bahar'ın Tanrıçasıydı.

 - Bahar dün sona erdi.

 - Bugün Flora'nın Yazı.

 Geldiğim için endişelendiniz mi yoksa?

 Bana gittiğinizi söylemişlerdi.

 Ben kardeşiyim.

 Bu akşam gidiyorum.

 - Sizi bu yüzden görmek istemiştim.

 - Bu kadar üzülmeyin.

 Kardeşinize iyi bakacağız.

 2 aylık bir tedavi süreciyle her şeyi rayına sokacağız.

 Eğer istersen bana yazabilirsin.

 Tedavimizi planlamak içir yarın 11'de gelin ve beni görün.

 Ama neden?

 Ayrılmaktan nefret ediyorum.

 Seninle olmak isterdim.

 Benimlesin Korkularımın bittiğini hissediyorum.

 Mutluyum.

||

Die Antigone des Sophokles

30899||5691138||SOFOKLES’İN ANTİGONE’Sİ Hölderlin'in çevirisinden Brecht tarafından sahne için işlenmiş metin 1948 (Suhrkamp Verlag) Türkçesi: Ahmet Cemal Hazırlayan: Müjdat Deniz (Bertolt Becht Bütün Oyunları, Cilt 11 Sofokles'in Antigone'si MitosBOYUT Yayınları, 1997) Söyle, sevgili kız kardeşim İsmene Oidipus'un soyundan gelen ikizim, söyle, Kaldı mı daha yeryüzünün babası tarafından bize verilmemiş Kargaşalar, hüzünlü işler ve ayıplar Şu yaşadığımız güne kadar?

 Onca savaşın içinden, uzun bir savaşta Yitirdik kardeşimiz Eteokles'i.

 Genç öldü Zalimin ordusunda.

 Ve ondan küçük olan Polyneikes Gördü ağabeyini ezilirken beygirlerin nalları altında.

 Hıçkırıklarla Atını sürüp ayrıldı bitmemiş savaştan, zira Farklıdır savaşın ruhunun biçtiği yazgı, titrettiğinde Kanma girip sağ eliyle birinin elini keyfince.

 Kaçan, aştıktan sonra Dirke'nin derelerini Tam rahat bir soluk alarak gördüğünde yedi kapılı Thebai'yi Yetişti onun kardeşinin kanına bulanmış Kreon, arkadan Kırbaçla sürerek savaşa herkesi, parçaladı onu da acımadan.

 Bilmiyorum söylediler mi, söylemediler mi sana Daha nelerin geleceğini Oidipus'un tükenmekte olan soyunun başına?

 Pazar yerinde göstermedim kendimi, Antigone.

 Tek kelime bile gelmedi sevilenlerden Ne sevinçli, ne de acı bir haber veren oldu Ve ben ne daha mutsuzum, ne de daha mutlu.

 O halde benden duy şimdi.

 Ve göster bakalım Felaketle karşılaşan yürek bırakır mı atmayı Yoksa daha mı derinden olur atışları.

 Sen, ey toprak toplayan, sanki Kan rengi sözcükler resmetmektesin bana Dinle o zaman: O kardeşlerimiz ki, Sürüklenmişlerdi Kreon'un demir uğruna açtığı savaşa Uzaklardaki Argos'a ve canlarını bırakmışlardı orada, İkisi birlikte verilmeyeceklermiş toprağa.

 Deniyor ki, yalnızca savaştan korkmayan Eteokles Töreler uyarınca gömülecekmiş başında çiçekten tacıyla; Ama ötekine, ölümün o çaresiz kurbanına gelince, Kentte ilan edilmiş ki, Polyneikes'in bedeni Ne toprağa, ne de mateme kavuşacakmış.

 Arkasından gözyaşı dökülmeden öylece bırakılacakmış Mezarsız, kuşlara tatlı bir yem olsun diye.

 Ve her kim ki Aksini yapmaya kalkışırsa, taşlanacakmış.

 Şimdi söyle bakalım bu durumda nasıl hareket edeceğini.

 Ne yani, sınıyor musun şimdi beni?

 Bilmek istiyorum yardımın olacak mı bana.

 Hangi tehlike karşısında?

 Gömmek için kardeşimizi.

 Kentin sırt çevirdiği kardeşimizi mi?

 Kentin savunamadığı kardeşimizi.

 Başkaldıran bir kardeşi!

 Evet.

 Kardeşimi ve senin de olan kardeşi.

 Yakalarlar seni, hak hukuk nedir sormadan.

 Ama yakalayamazlar Sadakatim olmadan.

 Ey bahtsız kardeşim, şimdi amacın Oidipus'un soyundan geriye kim kalmışsa Hepimizi toplamak mıdır aşağıda?

 Bırak geçmiş, geçmişte kalsın!

 Benden küçüksün, daha azdı Gördüğün korkunçluklar.

 Geçmişe Bırakmak, gömmez geçmişte kalanları.

 Şunu da düşün: Kadınız bizler Ve bu yüzden hakkımız yok kavgaya erkeklerle Madem ki yeterince güçlü değiliz, Boyun eğmeliyiz buna da, daha kötüsüne de.

 O halde Bağışlasınlar beni aşağıda, yalnızca toprağa boyun eğenler; İktidardakileri dinlerim zorbalıksa karşımdaki.

 Çünkü bilgelik değildir boşuna çabalar.

 Yalvaracak değilim artık sana.

 Git peşinden her buyruk verenin Ve yap sana buyurduğunu.

 Bana Gelince, töreye uyup kardeşimi gömmektir amacım.

 Ne olur ölürsem bu arada?

 Huzurlu yatarım Huzura ermiş olanın yanında.

 Kutsal işlerdir Ardımda bırakacaklarım.

 O halde zamanı gelmiştir Artık buradakilerden çok yeraltındakilere hizmetin, değil mi ki Orası sonsuz barınağım.

 Sana gelince Gül ayıbının karşısında ve yaşa gönlünce.

 Dinle, Antigone, acıdır elbet taşımak Sonsuz bir ayıbın yükünü, gelgelelim Ölçüyledir gözyaşlarının tuzu bile; tükenmez Pınarlardan gelircesine boşalmaz gözlerden.

 Baltanın keskini Son verir güzel bir hayata, ama kalan için Acının damarlarını açar.

 İzin yoktur artık Kesilmesine yakınmalarının.

 Ama çığlık atarken bile Duyar tepesinde uçan kuşların cıvıltılarını ve Gözyaşı tüllerinin arkasından görür yine O eski ve bildik karağaçlarla damları.

 Nefret ediyorum senden.

 Bir de çekinmeden O delik deşik önlüğünden nasıl da boşalmakta Acılarının dağarcığı, gösteriyorsun, öyle mi?

 Dışarda, çıplak taşın üstündeki, senin etinden, Bırakılmış engin gökyüzünün kuşlarına Ve sana göre dün olmuş daha şimdiden.

 Yalnızca Ortaya atılmaya yoktur cesaretim, beceriksizim Ve korkum da senin içindir aslında.

 Akıl verme bana!

 Sen yaşamaya bak kendi hayatını!

 Bana gelince bırak, hiç olmazsa bu kadarını Yapıp sürülen lekeyi onura çevireyim.

 Umarım ki duyarlı değilimdir Kötü bir ölümden korkacak kadar.

 O halde git toprağınla.

 Sana derim ki, delicedir Söylediklerin, ama sevilen için sevgi dolu.

 Geldi işte bol ganimetli zafer Yaradı arabaları bol Thebai'ye Ve buradaki savaş bitince Unutulsun artık her şey!

 Bütün tanrıların tapınakları Dolsun gece boyunca korolarla Gelin!

 Ve yalnız defneler takmış çıplak Thebai Sarsılsın, coşsun Bacchus'un şenlikleriyle!

 Ama o, bize zaferi getiren Kreon, Menökeus'un oğlu, koşarak geldi Savaş alanından, haber vermek için ganimeti Ve çağırdığı askerlerin kesin dönüşlerini, Şimdi de toplantıya çağırdı yaşlılar meclisini.

 Siz, erkekler, paylaşın her şeyi: Argos Yok artık.

 Hesaplaşma kesindi.

 On bir kentten Çok azı, ancak birkaçı kurtulabildi!

 Hani ne derler Thebai için: İkizdir Sen mutluluk doğurduğunda; ve yıpratamaz Seni felaket, ancak kendidir Sonunda yıpranan.

 Senin mızrağının susamışlığı ise Dinivermişti daha ilk yudumla birlikte.

 Üstelik esirgenmemişti Tekrar tekrar içmesi.

 Sen, ey Thebai, Yatırdın Argos halkını kaskatı bir döşeğe.

 Kentsiz, mezarsız Yatmakta şimdi göğün altında seninle alay eden o halk.

 Ve şimdi bakıyorsun Bir zamanlar onların kenti olan yere Ve köpekleri görüyorsun yalnızca Hepsinin de yüzleri parlamakta.

 Akbabaların en soyluları uçmakta şimdi oraya; konarak cesetten cesede Ve öyle zengin hazırlanmış ki sofra Havalanamıyorlar yükseklere.

 Ey efendimiz, güzel, hatta güzelden de öte Görkemli bir resimdir çizdiğin bizlere.

 Kentin hoşuna gidecektir bu söylence birleştiğinde bir başkasıyla İçleri ganimet dolu, yokuş yukarı çıkan arabalarla!

 Biraz sonra, dostlarım, biraz sonra!

 Ama işimize bakalım şimdi.

 Gördünüz, kılıcımı daha asmadım tapınağa.

 Başlıca iki nedenden çağırdım sizleri buraya; Önce biliyorum ki, ne düşmanı ezip geçen arabaların Tekerleklerinin hesabını soracaksınız savaş tanrısından Ne de cimri davranacaksınız savaştaki oğulların kanına, Ama dönerse bu tanrı zayıflamış olarak emin yuvaya Çok şeyin hesabı yapılır pazar meydanında, o halde Zamanında getirmelisiniz Thebai'nin yitirdiği Kanların her zamankinden fazla olmadığının haberini.

 İkinci nedene gelince, hep çok bağışlayıcı olan ve bir kez daha Kurtulan Thebai, koşup geldi soluk soluğa savaştan dönenlerin Terini kurutmaya, bakmaksızın, bu, öfkeyle savaşa girenin Teri midir, yoksa sadece korkudan dökülen, kaçarken havalanan Tozla karışık ter midir diye.

 O yüzden ve Onaylamanızı isterim ki, çiçeklerle bezenmiş Bir mezar verdim bu kent için ölen Eteokles'e; Onun ve benim akrabamız, Argos halkının dostu Korkak Polyneikes'e gelince, Tıpkı Argos halkı gibi, gömülmeden kalacak olduğu yerde.

 Argos halkı gibi, o da düşmandı hem bana, hem de Thebai'ye.

 Ve bu nedenle dileğim, kimsenin matem tutmamasıdır O gömülmeden kaldı diye, herkesin gözü önünde Kurda kuşa yem olmasıdır.

 Çünkü her kim ki, daha değerli sayar yaşamını Vatanından, o bir hiçtir benim gözümde.

 Ama yine her kim ki ister ölü, ister diri olsun, Kentimden yanadır, hemen ondan yanadır takdirim.

 Umarım onaylarsınız bu yaptıklarımı.

 Onaylıyoruz.

 O halde dikkat kesilin dediklerimin olması için.

 Böyle bir görevi gençlere vermelisin.

 Bu görev için değil.

 Çünkü nöbet ölenin başında tutulmakta.

 Peki biz yaşayanlar için mi uyanık kalacağız burada?

 Evet.

 Çünkü beğenmeyenler var dediklerimi.

 Aramızda yoktur bu yüzden ölecek kadar delisi.

 Belki açıkça yok.

 Gelgelelim kimileri ta ki O hain bizden kopana kadar yalnızca baş sallamakla yetindi.

 Ve bu yüzden düşünüyorum: Daha fazlası gerekli ne yazık ki.

 Bu kent iyice temizlenmeli Efendimiz!

 Liderim, soluğum kesik, en acele haberi Vermek için koşmaktayım, sorma neden Daha çabuk değil, ayaklarım mı Daha önde başımdan, yoksa Başım mı sürüklemekte ardından ayaklarımı, zira Nereye gidersem gideyim ve daha ne kadar Yol alayım Güneş altında, soluksuz, yine de İlerlemekteyim.

 - Neden bunca soluk soluğa, veya Bunca duraklamasına?

 Saklamıyorum hiçbir şeyi.

 Neden, diyorum, Rahatça söylemedim kendi yapmadığımı?

 Ve üstelik bilmediğimi, çünkü bunu sana Kimin yaptığını bile bilmiyorum.

 Yargılamak amansızca Böyle birini Cesaret kırıcı olurdu.

 Korumaktasın kendini.

 Sen, kendi yapmadığınla İşgüzar haberci, bir ödül istemektesin şimdi Bacaklarını iyi koşturmanın karşılığında!

 Efendim Çok çetin bir görevdi verdiğin nöbetçilerine, ama Çabası da çetindir böylesinin.

 O halde söyle şimdi ve yine git yoluna.

 O halde söylüyorum şimdi.

 Ölüyü biraz önce Gömdü kaçağın biri, başına Toprak serpti göremesin diye akbabalar.

 Ne diyorsun sen?

 Kim cüret etti buna?

 Bilmiyorum.

 Ne bir kazma vurulmuştu yere, Ne de kürekle toprak atılmıştı.

 Ve dümdüzdü zemin Üstünden tekerlekler geçmemişti.

 İz bırakmamıştı Yapan.

 Bir mezar değildi İnce toprak örtüşüydü yalnızca, sanki korkulup yasaktan Fazla toprak getirilmemişti.

 Ve ne bir vahşi hayvanın ayak izleri vardı, Ne de gelip ölüyü parçalayan bir köpeğin.

 Gördüğümüzde günün ilk ışıklarıyla olup biteni Hepimizi bir tedirginliktir sardı.

 Ve beni, Ey liderim, seçti kader sana haber getirmek için.

 Oysa bilirim, kimsece sevilmez kötü habere elçilik yapan.

 Ey Kreon, Menökeus'un oğlu, Sakın tanrılar karışmış olmasın bu işe?

 Bırakın şimdi.

 Salmayın beni daha fazla öfkeye Ruhların kalkıp, elinden gelse soğukkanlılıkla Tapınaklarındaki sütunları ve kurbanları kirletecek Birini şımarttıklarını söyleyip de!

 Hayır, biliyorum Kimi yaptıklarıma kızıp homurdananlar var bu kentte Boyunduruğum altına da kolay girmiyor böyleleri.

 İyi biliyorum armağanlarla yaptıklarını bu işleri.

 Çünkü bütün damgayı yemişlerin arasında Yoktur gümüşten daha beteri.

 Bütün bir kenti Baştan çıkarabilir gümüş dediğin.

 Erkekleri uğratır Evlerinden dışarı, nice tanrıya karşı gelişlerle.

 Ama sen bil ki, eğer bu suçluyu Getiremezsen bana canlı ve kalasa bağlı Yakalayıp, o zaman sen asılırsın Ve boynunda ipinle, gidersin dosdoğru yeraltına; Orada görürsünüz bakalım ceplerinizi nereden dolduracağınızı Birbirinize vasiyet edersiniz yağmaladıklarınızı ve öğrenirsiniz Her şeyin mal mülk uğruna olmadığını.

 Efendim, korkacak şeyi çoktur bizim gibilerin.

 Önünde pekçok kapısı vardır aşağıda Demin ima ettiğin yerin.

 Gelince Şu anda asıl korktuğuma, ağzımdan asla çıkmadı Cebime gümüş attığım, ama yine de Böyle düşünüyorsun, en iyisi kesemi İki kez tersine çeviririm içi dolu mu bakın diye, Karşı çıkışımla seni sinirlendirmektense.

 Çok daha korktuğum ise, kalkıp araştırdığımda bir urgan Geçebilir boynuma, çünkü büyüklerde gümüşten çok Urgan vardır iş bize vermeye geldiğinde.

 Anlarsın ya!

 Şimdi de bana bilmece mi sormaktasın aklınca?

 Yüce dostlar buldu yüce ölü herhalde.

 Bacaklarından yakala onları, boyun yetişmiyorsa Yukarlara!

 Biliyorum bana kızanlar var burada Ve orada.

 Kimileri var ki sevinçten titreyerek Dinleyip zaferimi, korkunun kanatlarında Sunacaklardır defne tacı.

 Bulacağım hepsini de.

 Tehlikelidir büyüklerin büyüklerle Kapıştıkları yer!

 Bana gelince Sanıyorum daha buradayım ve şaşıyorum buna.

 Çok şey vardır korkutucu olan.

 Ama yoktur İnsanoğlundan daha korkutucusu.

 Çünkü denizlerin gecesinde, kışa meydan okuduğunda Güney rüzgârı, odur Kanatlanmış evlerle çılgınca seğirten açıklara.

 Ve insanoğludur o cennet gibi yüce, bozulmamış Yorulmak bilmeyen toprağı süren Her yıl, kendisine direnen kara sabanla Çektirerek beygir soyuna.

 Bir kuş gibi hafif Tuzağa düşürüp avlayabilir kuşları.

 Ve vahşi hayvanların halkını.

 Pontos'un tuzda can bulan doğasını Kurnazca örülmüş ağlarla gafil avlar Bilgili insanoğlu.

 Ve türlü hilelerle dağlarda geceleyip Dolanan hayvanları yakalar.

 Sert yeleli beygirin ve ehlileştirilemez Dev boğanın boynuna atar kemendini.

 Öğrenmiştir konuşma sanatını, istediğince Dolandırmayı düşüncelerini, öğrenmiştir devleti Düzenleyen kuralları, bir de kaçmayı Kötü esen tepelerin ıslak havasından Ve yağmurun kurşun damlalarından.

 Bilir her şeyi Ama bilmez yine de.

 Yolu bir yere varamaz.

 Nerede olsa bilir çaresini Çaresiz hiçbir şeye yakalanmaz.

 Sınırsızdır bütün bunlar onda, ama Çarpar yine de bir sınıra.

 Bulamazsa başkasını, kendine Düşman kesilir.

 Boğanın önünde Boyun eğercesine eğilir hemcinsine, oysa Karşısındaki bağırsaklarını deşer.

 Yalnız başına Dolduramaz midesini, ama kendi Duvarlarını örer çevresine ve ister ki Yıkılsın bu duvarlar!

 Dam Açık kalsın yağmura!

 İnsani olana gelince Sıfırdır gözünde.

 Evet, böylesine canavar Kesilir kendi kendine.

 Sanki tanrıdır şimdi kanıma giren Öyle ki, hem biliyorum onu, hem de Demeliyim ki o değildi.

 Antigone Sen talihsiz kızı talihsiz baba Oidipus'un, nedir sana hükmeden Ve nereye götürür seni asi olarak Başkaldırmak devletin yasalarına?

 İşte bu.

 Budur o işi yapan.

 Örterken Mezarı yakaladık.

 Ama Kreon nerede?

 Evinden çıkmak üzere.

 Nereden getiriyorsun onu?

 Nerede yakaladın?

 Buydu mezarı kazan.

 Artık biliyorsun her şeyi.

 Açık söylediklerin.

 Ama gördün mü kendin?

 Mezar kazdı senin yasakladığın yerde.

 Şansı açılan, açık konuşur elbette.

 Anlat gördüklerini.

 Şöyle oldu: Buradan ayrıldığımda Koca tehditlerinin ardından Ve temizlediğimizde çürümeye başlamış Ölünün üstündeki toprakları, oturduk Temiz havalı yüksek tepeye, fazla yayıldığından Ölüden gelen koku.

 Kararlaştırdık ki, Uyursak dürteceğiz birbirimizin kaburgalarını Dirseklerimizle.

 Sonra ansızın Açtık gözlerimizi, çünkü ansızın yerden Esen sıcak bir rüzgâr vadiyi örten Bir hortumla sisi kaldırıp Koparmıştı aşağıdaki ormandan otları ve öyle Dolmuştu ki hava bunlarla, kırpıştırıp Ovmak zorunda kaldık gözlerimizi ve ardından Gördük onu, ayağa kalkmış ağlamaktaydı Yüksek sesle, bir kuşun matem tutması gibi Yuvaya döndüğünde bulamadığında yavrularını.

 Dövünüyordu açıkta bulduğu için ölüyü; Ve demir testiden üstüne yine toprak koydu, Ölüye üç kez akıtarak.

 Hemen koştuk ve yakaladık, şaşırmamıştı Görünüşe bakılırsa.

 Ve suçladık onu Hem şimdi, hem de daha önceki için.

 Ama inkâr etmedi söylediklerimi, Önümde hem üzüntülü, hem de sevimliydi.

 İtiraf mı, yoksa inkâr mı ediyorsun yaptığını?

 Yaptığımı söylüyorum inkâra kalkışmadan.

 Öyleyse söyle bana sözü uzatmadan: Biliyor musun neydi ilan edilen Özellikle bu ölü için bütün kentte?

 Biliyordum.

 Nasıl bilinmez ki?

 Açıktı söylenen.

 Ve cüret ettin verdiğim buyruğa karşı gelmeye, öyle mi?

 Çünkü senin gibi bir ölümlüden gelmeydi o buyruk.

 O zaman karşı çıkabilir bir başka ölümlü ve ben Ancak biraz daha ölümlüyüm senden.

 Gelgelelim Ölürsem zamanından önce, sandığım gibi, O zaman bir kazanç bile sayılır.

 Çünkü her kim ki Benim kadar kötülük görmüştür yaşamında, Biraz yararlı çıkmaz mı ölmekle?

 Öte yandan Bıraksaydım anamın öteki yarısını mezarsız Üzerdi beni böylesi.

 Ama buna Hiç üzülmüyorum.

 Buna karşılık budalaca Gelirse sana, yukardan baktıklarında Parçalanmış birini açıkta görmekten hoşlanmayan Tanrılardan korkup senden korkmamam, o zaman Yargılasın şimdi beni bir budala.

 Baba nasıl idiyse, çocuk da öyle dikbaşlı Öğrenememiş kadersizlik karşısında uysal olmayı.

 Ama en sağlam demir bile Kırılır ve yitirir direncini, ocakta Kaynatıldığında.

 Hep görebilirsin bunu.

 Oysa bu kız sanki hoşlanmakta Boyun eğmemekten konulmuş yasalara.

 Ve bir başka edepsizlik: Yaptığına bakmayıp Gülmekte ve övünmekte yaptığıyla.

 Nefret ederim, kötülük yaparken yakalanan Yaptığı sanki güzelmiş gibi davrandığında.

 Gelgelelim akrabam olmasına rağmen beni aşağılayanı Akrabam olduğu için lanetlemek istemiyorum Hemen.

 Ve soruyorum sana: Gizlice yaptığın Artık çıktığına göre ortaya, söyler misin Kurtulmak için ağır cezandan pişmanlık duyduğunu?

 O halde söyle neden bu kadar inatçı olduğunu.

 De ki, bir örnektir.

 Peki aldırmıyor musun elimde olmana?

 Öldürmekten fazlasını yapabilir misin bana?

 Hayır, ama bunu yaptım mı, zaten her şey demektir.

 Ne bekliyorsun o zaman?

 Konuştuklarının Hiçbirini beğenmedim, beğeneceğim de yok zaten, Dolayısıyla sen de hoşlanmayacaksın benden.

 Başkalarının Yaptığım nedeniyle benden hoşlanmalarına rağmen.

 Başkaları olayı senin gibi mi görmekteler sence?

 Onlar da öyle görüp üzülmekteler.

 Utanmıyor musun onlara sormadan yorum yapmaya?

 İnsan saygı gösterir kendi etinden ve kemiğinden olanlara.

 Üstelik bir de ülkesi için ölenin kanındansa.

 Yalnızca aynı kandansa.

 Ve bir de çocuğuysa aynı soyun.

 Ve kendini esirgeyen de değerli midir senin için öteki kadar?

 Bir kardeşti o, senin uşağın olmasa da.

 Elbet, eğer eşitse gözünde bir tanrıtanımazla ötekiler.

 Ülkesi, ya da senin için ölmek, bunlar farklı şeyler.

 Yani savaşta değil miydik?

 Senin olan bir savaşın içindeydik.

 Ama ülke uğruna değildi, öyle mi?

 Bir yabancı ülkeydi.

 Sana yetmedi Kardeşlerini yönetmek kendi kentin Thebai'de, oysa ne kadar güzeldir Korkusuz yaşayabilmek ağaçların altında; Ama sen uzaklardaki Argos'a sürükledin herkesi, Hükmedebilmek için orada da.

 Ve kasabı kıldın İçlerinden birini barışçı Argos'un, bundan korkanı ise Sergiliyorsun şimdi parçalanmış bedeniyle Korkutmak için kendi insanlarını.

 Tavsiye ederim hiçbir şey söyleme Yalnızca kendini düşünmüş olandan yana.

 Ben yine de sesleniyorum hepinize, bu zor günümde Yardım edin diye bana, hem de kendinize.

 Çünkü iktidarı Arayan bir kez içti mi tuzlu suyu, tutamaz artık kendini Hep içmelidir.

 Dün kardeşimindi, bugün bende sıra.

 Ve ben de bekliyorum Yardımına koşan olacak mı diye.

 Boyun eğip susuyorsunuz demek karşısında Hiç unutulmasın bu!

 Ders vermekte bize.

 İstediği bölünmemizdir Thebai'de.

 Sen ki birlikten söz etmektesin, bölünmeyle ayaktasın.

 Ancak burada kullandım bölünmeyi, bir de savaş alanında!

 Elbet öyle.

 Başkalarına zorbalığı uygulayan Zorbadır kendisinden olanlara da.

 Sanki akbabalara layık görmekte beni bu kız.

 Ve Thebai, böylesine parçalanmışlık yüzünden düşseydi Aldırmayacaktı düşmana yem olmasına!

 Siz, iktidardakiler hep tehdit edersiniz düşecek diye Kent bölünmüşlük yüzünden, yem olacak başkalarına Ve yabancılara, boyun eğeriz duyunca bunu, size Yeni kurbanlar sunarak, ve yem olur zayıflayan kent yabancılara.

 Yani kenti yabancıların önüne mi atmaktayım sence?

 O kendini atıyor sana boyun eğerek Çünkü boyun eğen göremez başına geleceği.

 Topraktır yalnızca gördüğü ve toprak alacaktır onu.

 Aşağıla bakalım toprağı, zavallı yaratık, aşağıla vatanı!

 Yanlış bu söylediğin.

 Bir yüktür toprak yalnızca.

 Vatan Ne tek başına toprak ne de evdir.

 Birinin terini akıttığı yer Ya da ateşin karşısında aciz kalan ev değildir.

 Ne de boyun Eğdiği yerdir, bunlar değildir insanoğlunun vatan diye adlandırdığı.

 Yani insanı korumaz mı vatan dediğin?

 Seni de kendinden saymıyor zaten artık vatanın Sen her yeri kirleten bir pisliksin yalnızca.

 Kimmiş beni saymayan?

 Sayıları azaldı Kenttekilerin senin iktidarından beri ve daha da azalacak.

 Bir kalabalıkla gitmiştin, neden döndün yalnız başına?

 Kimlerdir eksikliğini duyduğun?

 Nerede o gençler, yetişkin erkekler, dönmeyecekler mi bir daha?

 Nasıl da yalan söylüyor?

 Herkes biliyor ki onlar yalnızca Savaş alanını son silahlardan da temizlemek için kaldılar.

 Ve senin son kötülüğünü de tamamlamak için, Bir korkuya dönüşmek için ta ki sonunda Yırtıcı hayvanlar gibi avlandıklarında Babaları bile onları tanımasın diye.

 Bu sefil ölüleri de kirletmekte!

 Ey aptal insan, haklı çıkmak Değil ki benim amacım.

 Zavallı biri o, aldırmayın söylediklerine.

 Ben ne zaman gizledim kazanılan için verilen kurbanları?

 Ama sana gelince, ey çılgın, kendi matemin yüzünden Unutmaya kalkışma Thebai'nin görkemli zaferini!

 Ama o istemiyor ki, Thebai halkının Argosluların evlerinde oturmasını.

 Ona kalsa Yeğlerdi Thebai'nin yıkılmasını.

 Kendi kentimizin yıkıntıları arasında oturmayı Yeğlerdik ve daha güvencede olurduk, seninle İşte, söyledi şimdi!

 Ve duydunuz sizler de.

 Bütün yasalara karşı gelmekte bu kendini bilmez, tıpkı Ne fazla kalan, ne de dönmeye niyetli, doldururken Bohçasını, çadırın ipini kesen arsız bir konuk gibi.

 Ama yalnızca benim olandı aldığım ve çalmak zorunda kaldım.

 Yalnızca burnunun ucunu görmektesin sen, devletin İlahi düzeni ise umrunda bile değil.

 İlahi olabilir dediğin gibi, ama isterdim ki Asıl insani olsun, ey Menökeus'un oğlu Kreon.

 Git artık!

 Düşmandın sen bize ve unutulup kalacaksın Yeraltında tıpkı o parçalanan gibi; o, orada da istenmemekte.

 Belki de bir başka töre vardır o âlemde.

 Asla dost olmaz bir düşmandan, ölmüş olsa bile.

 Elbet olur.

 Nefret için değil, sevgi içindir benim yaşamam.

 O halde git yeraltına sevmek istiyorsan Ve orada sev.

 Burada senin gibileri Yaşatmam uzun süre.

 Şimdi İsmene giriyor büyük kapıdan Barıştan yana olan sevimli İsmene.

 Ama gözyaşlarıyla yıkanmakta Acıların kanıyla beslenmiş yüzü.

 Evet!

 Sen!

 Saklanmışsın evinde!

 İki Canavar yetiştirmişim meğer yılan soyundan.

 Gel ve hemen söyle Sen de katıldın mı gömmeye.

 Yoksa suçsuz diyebilir misin kendine?

 Suçluyum ve kardeşim de onaylayacaktır bunu.

 Ben de katıldım ve alıyorum üzerime suçu.

 Ama izin vermeyecek kardeşin bunu yapmana.

 İstemiyordu.

 Onu almadım yanıma.

 Aranızda anlaşın.

 Karışmak istemem küçük hesaplara.

 Utanç duymuyorum kız kardeşimin kötü kaderinden Ve şimdi yalvarıyorum, beni de yoldaş alsın diye.

 Yeraltı dünyasında bilge olup da Birbirleriyle konuşanlar adına derim ki: İstemem yalnızca lafta kalan sevgileri.

 Sevgili kardeşim, herkesin harcı değildir ortaya atılmak Ama birlikte ölmeye yarayabilir belki benim gibisi de.

 Çoğul kılma ölümünü.

 Davan olmayanı da Dönüştürme kendi davana.

 Yeterlidir benim ölümüm.

 Çok sertsin kardeşim, ama seviyorum seni.

 O da giderse, neyi seveceğim ben?

 Kreon var, onu sev.

 Kal ona ben giderken.

 Belki de hoşlanıyor kız kardeşim benimle alay etmekten.

 Acıdandır belki de ve gözyaşı kabımı doldurmaktır istediğim.

 Sana söylediklerim de var bunların içinde.

 Güzeldi de söylediklerin.

 Ama ben böyle karar verdim.

 İstemiyorsun beni, çünkü kusurluyum gözünde, değil mi?

 Topla cesaretini ve yaşa.

 Benim ruhum öldü; O yüzden artık ölülere hizmet edebilirim yalnızca.

 Bakın, aklını oynatmakta bu kadınlardan biri Öteki ise çoktan kaçırmış keçileri.

 Ben yaşayamam o olmazsa.

 Yok artık öyle biri.

 Ondan söz etme.

 Ama oğlunun nişanlısını da öldürüyorsun böylece.

 Tek değildir yeryüzünde sürülecek tarla.

 Ölüme hazırlan şimdi.

 Söyleyeyim sana Zamanını da: Bacchus Şenliklerinde Sarhoş Thebai dans etmeye başladığında önümde.

 Götürün şu kadınları.

 Maskeni takarken zafer dansı için, çok sert Ezme toprağı, basma yeşillendiği yere.

 Seni öfkelendirene gelince, ey güçlü Kreon, Bırak övsün seni.

 Artık göremeyeceğin kadar derinlere Fırlatıp atma onu.

 Çünkü orada ve dibe vardığında Teselli bulur çıplak insan.

 Kurtulur Utancından bütünüyle; korkmuş ve korkutucu, Doğrulur aşağılanan, anımsar insanlığından edilen Bir zamanlar yaşadığı kimliği ve yeni biri kalkar.

 Ateşin kemirdiği evlerinde sabırla otururlardı Lubdatros kardeşler Üstleri çamurlu, sarmaşık yiyerek; ve karıları Geceleri kalmazken yanlarında gündüzleri saklanırlardı Bürünüp erguvan rengi kundak bezlerine.

 Ve hep Başlarına düşerdi korkutucu kayaların gölgesi.

 Ama Peleas aralarına girip Onları asasıyla, hafifçe dokunmasına rağmen, böldüğünde, Ayaklanıp öldürdüler kendilerine acı çektirenlerin hepsini.

 Bu en korkuncuydu kuşkusuz, ama çoğu kez Küçücük bir damladır acının bardağını taşıran.

 Ağır Bir uyku gibidir yakınma, sanki hiç yaşlanmaz tükenmişlerin Zamanları, oysa onların acıları da sınırlıdır.

 Mehtaplar kimi zaman ağır, kimi zaman çabuk, düzensiz Büyür ve yitip gider, ve kötülük hep artar; bir bakarsın Son köklere de vurmuştur ışık Oidipus soyunun evlerinde.

 Ve yalnızca büyüklüğü değil, ama pekçok şeyi aydınlatır.

 Tıpkı Pontüs Denizinde, kötü esen Trakya'nın rüzgârlarında Tuzlu gecenin bir kulübeye saldırması gibi; sanki Dibinden söker karanlık kumların, ve darbeler altında Kıyılar, iniltilerin hışırtısıyla yankılanır.

 Heimon geliyor şimdi, oğullarının Küçüğü; dertli Antigone, yani evleneceği genç kadın Yitip gideceği için kötülüğün pençesinde.

 Bak oğlum, bir söylenti dolaştı, dendi ki Genç kadın içinmiş gelişin, krala değil Daha çok bir babayaymış, ve eğer öyleyse Bütünüyle boşuna geldin.

 Geri döndüğümde Nice gönüllü kanlar pahasına kazanılan savaştan, Yalnızca o kadın oldu zaferi layık görmeyen bize Ve yalnızca kendi davasıyla ilgilenen Üstelik de kötü bir dava.

 Ben de bu dava için Geldim ve isterim ki, babamın Kulağına kötü gelmesin bildiği ses, Öz oğlu krala taşıdığında O kötü söylentiyi.

 Biri terbiyesiz çocuklar getirmişse dünyaya Elbet yalnızca boşuna çabalarından Ve düşmanlarının güldüğünden söz edilebilir.

 Acı Olan damağı yakar ve o yüzden yenir.

 Pekçoğu yönetmektesin.

 Eğer seviyorsan Yalnızca hoş söylentiler dinlemeyi, istemiyorsan Kendini çok yormak: O zaman artık dümende Olmayan biri gibi çöz yelkenleri ve sürüklen!

 Korkunç gelmekte halka adın.

 O yüzden koca alevler Yükselse de, ancak kıvılcımlardır sana getirilen.

 Ama akrabalığın ayrıcalığı da Her şeyin liyakatla ölçülmemesidir.

 Kimi borçlar Hiç istenmez bile; ve böylece bizler Bazen doğruyu öğrenebiliriz hısımlardan Öfkemize rağmen uysal olabildiğimiz için onlara.

 Elbet kardeşim Megareus değil söyleyebilecek olan, Argos önlerinde savaştığı ve geri dönmediği için Ve korku nedir bilmeyen; o halde benim söylemesi gereken.

 Bil ki, kent baştan aşağı için için kaynamakta.

 Ve sen de bil ki: Çürük çıkarsa benden olan O zaman düşmanımı beslerim.

 Belki bazıları Bıkmıştır vergi ödemekten, bazıları da askerlik Bıkkınıdır, tanımazlar kendilerini belki, Bulmaya da çalışmazlar.

 Ama ancak silahlarımın Gücüdür onları buyruğum altında birarada Ve birbirlerinden ayrı tutan.

 Gelgelelim Boşluklar olursa bu bağlamda, iktidar da Sergileyip bölünmüşlüğü başlarsa sarsılmaya, O zaman çakıl taşı bir çığa dönüşür ve ezer Kendini bırakmış binayı.

 Konuş, ama bil ki Dinlediğim, kendi yarattığımdır, kendi Oğlumdur, mızrak fırtınalarına tanıttığım.

 Doğruluk payı var hepsinde.

 Şöyle denmez mi: Yalan tanımaz örste bilemelisin dilini.

 Kardeşini acımasız köpeklere Yem etmek istemeyene gelince; Şimdi Kent bu kadından yanadır dileğinde, Ne kadar kötü olursa olsun ölenin ettiği.

 Ve yeterli değil bu kadarı.

 Gevşeklik derim ben buna.

 Yetmez benim kesip atmam çürüyeni Bu iş pazar meydanında yapılmalı ki, başka Çürükler de unutmasın çürüyeni kestiğimi.

 Ve elim göstersin hedefe giderken titremediğini.

 Sana gelince, iyi bilmeden durumu, hem de Hiç bilmeden öğüt vermektesin: Bakınıp çevrene Bakışlarından emin olmayan gözlerle, başkalarıyla Düşünmekte, onların diliyle konuşmaktasın, sanki İktidar küçük ve korkak bir kulaktan başka Bir şey olmasa da benimsetebilirmiş insanlara Güç bir görevi gibi.

 Ama çok güç tüketir acımasız cezaları düşünmek.

 Sabanı sürebileceği kadar bastırmak için güç gerekir.

 Ama hoşgörülü bir düzen oynarcasına başarır çok şeyi.

 Çoktur düzenlerin sayısı.

 Ama düzeni sağlayacak kimdir?

 Sensin, derdim, oğlun olmasaydım bile.

 Benimse görev, kendime göre yapmam gerekir.

 Kendine göre, ama doğrusu ne ise, öyle.

 Bildiğimi bilmeden, bilemezsin bunu.

 Nasıl davranırsam davranayım, dost musun bana?

 İsterdim ki, dostun olabileceğim şekilde davranasın Ama sen hep yalnızca kendini haklı çıkartmaktasın.

 Her kim ki, yalnızca kendini önemser, sanki Başkaları gibi düşünceleri, dili ve ruhu yokmuşçasına Hareket eder: Deştiğinde böylesini, karşına Bir boşluk çıkar yalnızca.

 Oysa eğer bilge ise Bir insan bir yerde, ayıp saymaz kalkıp da Çok öğrenmeyi ve hiçbir zaman aşırıya gitmemeyi.

 Bak, şu hızla akan yağmur deresinin önünde Nasıl da geriye çekilmekte ağaçlar, böylece Dere onların dallarını okşamakta, ama direnenler Hemen yıkılmakta.

 Sonra ağır bir gemi Sefere hazırlanıp boşaltamazsa bir şeyleri Devrilir ve batıp gider sonunda.

 Esnek ol ruha rastladığın yerde, korkma Bize değişiklik vermekten, insanca durakladığımızda Sen de bizimle durakla.

 Ve böylece arabanın sürücüsünü Yönetsin çeken atlar, bu mudur istediğin?

 Atların burnuna çarptığında leş kokusu Leşlerin gömüldüğü yerden, şahlanabilir hayvanlar Şaşırıp hızla sürülerek nereye getirildiklerine Ve atar kendini uçuruma araba ve sürücüyle.

 Bil ki, kent halkı kuşkunun barışı tehdit eden dikeniyle Savaşta büsbütün delirmiş halde.

 Artık kalmadı savaş.

 Teşekkürler derslerine.

 Ayrıca sen hazırlanırken zaferi kutlamaya Kendi evinde seni öfkelendirenlerle niyetinin Girmek olduğu kanlı bir hesaplaşmaya Bir kuşku diye sık anlatıldı bana.

 Kimlerce?

 Bunu öğrenmek olurdu hizmetin Yoksa onların ağızlarıyla kuşku uyandırırcasına Bana kuşkulardan söz etmek değil.

 Unut bunları.

 İktidarda olanın erdemleri arasında En şifalısıdır iyice unutmasını bilmek.

 Bırak eskiden olan kalsın eskilerde.

 Çok yaşlı olduğumdan Güç geliyor unutmak.

 Ama sen Unutamaz mısın, istesem senden Böylesine savunduğun o kadını?

 Üstelik Bu yüzden kötülüğümü isteyenlerin hepsi senin için Şöyle söylemekte: O kadının müttefikidir herhalde.

 Haklı olanladır ittifakım, her kimse.

 Ve hele bir yeri de delikse.

 Hakaret gördüğümde de Kesilmez senin için kaygılarım.

 Ama boş kalmakta şimdilik yatağın.

 Aptalca derdim bu söze eğer babamdan gelmeseydi Ben de buna küstahlık derdim, o kadına Uşaklık yüzünden söylenmeseydi.

 O ki, yeğlemekte kadınınkini senin uşaklığına.

 Söylendi artık söylenenler, geri alınamaz.

 Alınmamalı da zaten.

 Senin istediğin her şeyi Söyleyip hiçbir şey dinlememek.

 Evet.

 Ve şimdi git artık, görmesin Seni gözlerim.

 Sen de o en nazik anda Kendini esirgeyen korkak gibi davran.

 Kaldırın o yılanı ortadan, üstelik hemen!

 Ben de çekiliyorum ortadan, başı dik birini Görüp de titremeyesin diye.

 Efendimiz, en küçük oğlundu öfkeyle giden.

 Ama yine de kurtaramaz o kadınları ölümden.

 Yani ikisini de öldürmeyi düşünüyorsun, öyle mi?

 Haklısınız, öldürülmeyecek bu işe uzak kalan.

 Peki ya öteki, düşündün mü onu nasıl öldüreceğini?

 Çıkarsınlar onu, şimdi Bacchus'ün şenlikleriyle Ayakların yerden kesildiği kentten; suçlu, nerede En az ise insanların izi, konulmalı oraya, canlı Kapatılmalı bir mağaraya, sadece darı ve şarapla, Ölülere yakışmasına, sanki gömülen oymuş gibi.

 İşte böyledir buyruğum, böyle olmalı ki Kent utanca gömülmesin bütünüyle.

 Sanki bulutlardan oluşma bir sıradağ anlatmakta Şimdi Oidipus'un evladının hücresinde dinleyerek Bacchus'u uzaktan, son yolculuğuna hazırlandığını.

 Çünkü şimdi seslenmekte Kreon halkına; ve hâlâ eğlenceye doyamamış, Vermekte ona kentimiz üzülerek de olsa sevindirici yanıtı.

 Büyük çünkü kazanılan zafer ve Bacchus yaklaşıp Dertlilere sunduğunda unutmanın iksirini, dayanılmaz olur çekiciliği.

 Hemen bir yana atar halk oğulları için diktiği Matem giysilerini ve koşar Bacchus şölenine, arayarak bitkin düşmeyi.

 Hazların ruhudur bedende, ama yine de Galibidir her kavganın!

 Kan hısımlarını bile Birbirine katar istekleri hiç tükenmeyen Bacchus.

 Kendisi hiç yıkılmaz, ama girdi mi bedene, Bir çılgındır artık yakalanan.

 Kıpırdanır Boyunduruğun altında, ama yine de teslim eder Boynunu, ne tuz yataklarının kokusundan korkar, Ne de açılmaktan kapkara sulara zayıf teknelerle.

 Türlü tenleri birbirine karıştırıp fırlatır Hepsini birlikte, ama ellerinin zorbalığıyla Yakıp yıkmaz yeryüzünü, daha en baştan Barışçıdır yaklaşımı büyük uzlaşmalara.

 Çünkü burada tanrısal bir güzellik Savaşçı tanrı olmamaktan kaynaklanır.

 Ama şimdi ben de yitiriyorum Neşemi ve artık benim de elimde değil Tıkamak gözyaşlarımın pınarını, Sunulurken Antigone’ye darı ve Şarapla ölüm armağanları.

 Vatanım olan kentin insanları Görün işte şimdi beni son yolumda Ve bakarken Güneşin son ışıklarına.

 Gerçekten görmeyecek miyim bir daha?

 Çünkü daha önce herkesi gömen ölüm tanrısı Şimdi canlı götürmekte beni Akheron'un kıyılarına.

 Ne bir düğünüm olacak artık, ne de Duyacağım bir gelin şarkısı, zira Akheron'un geliniyim bundan böyle.

 Ama ünlenerek, övgüler eşliğinde Gitmektesin oraya, ölülerin yanına.

 Ne bir salgındı seni öldüren, ne de Silahın demiri girdi bedenine.

 Yalnızca kendi hayatını yaşayıp Yaşarken inmektesin Ölülerin dünyasına.

 Ne talihsizim ki alay etmekteler benimle!

 Ben ki daha batmadım, Gün ışığında yaşamaktayım hâlâ.

 Ey kentim ve o kentin Zengin insanları!

 Günü geldiğinde Tanıklığını yapmalısınız nasıl sevenlerince Ağlanmadan ve hangi yasalar uyarınca Eşi görülmedik bir mezara gönderildiğimin.

 Ne ölümlülere katıldım Ne de varabildim gölgelerin yanına, Yaşamın da, ölümün de uzağında kaldım.

 Hiç geri çekilmedi Çekilmesi gereken yerde.

 Ölüme Gitti, öfke bozunca benliğini.

 Ey babam, ey talihsiz anam Onların soyundan geldim bu kadersizliğimle Ve şimdi bir lanetin önünde Erkeksiz, yine onlara gitmekteyim.

 Ve sen, ey erkek kardeşim Ölmüştün daha yaşamamışken savaşta!

 Şimdi, yalnızca yaşamak isteyen Beni de çekmektesin kendinle aşağılara.

 Ama Danae'nin bedeni de Görmek yerine kutsal ışığı, demir parmaklıklara Sabretmek zorunda kalmıştı.

 Karanlıktaydı.

 Ve çocuğum, o da büyük bir soydandı.

 Ve sonra zamanın yaratıcısının hesabına Yalnızca saatin altın vuruşlarını saydı.

 Duydum ki, Tantalos’un Frigya’dan Gelen kızı da Acılar içinde ölmüş Sipylos'un zirvesinde.

 Kamburu çıkmış ve sanki Sarınmışçasına sarmaşıktan zincirlere Kayalara büzülüp kalmış; ama erkeklerin Söylediklerine göre ayrılmamış kış yanından Ve kirpiklerden süzülen kar beyazı yaşlarla Boynunu yıkamış.

 Şimdi onun gibi Beni de götürmekte bir ruh uykuya.

 Hem kutsanmış, hem de kutsal kandan Gelmeydi Tantalus'un kızı, bizlerse topraktan yalnızca.

 Sense elbet geçip gitmektesin, ama büyüklüğünle.

 Ve Söylenemez benzemediğin tanrıya adanan kurbanlara.

 Şimdiden feda etmektesiniz beni iç çekişlerinizle.

 Göğün mavilerine dikilmekte bakışlarınız Ama gözlerimden kaçmakta.

 Oysa sadece Kutsanmışı kutsamaktı benim yaptığım.

 Drya'nın oğlu da yakalanmıştı hemen Coşkuyla sövüp sayarken Dionysos'un Haksızlıklarına ve taşlarla örtülmüştü Üstü.

 Ve deliye dönmüşken öfkeden Tanrıyla da tanışmıştı sövüp sayan dilinin yordamıyla.

 Ne iyi olurdu eğer sizler de Toplasaydınız haksızlığın ayıbını ve kurutup Gözyaşlarımla ve ondan yararlansaydınız.

 Uzaklara Erişmiyor görüşünüz.

 Ama kireçli kayalıklarda, İki ucunda denizin, Boğaz kıyılarında Kente yakın bir yerde izliyordu savaşın ruhu, Uzak görüşlü iki Phineid'in kartal gözleri Oyulduğunda mızraklarla ve o yürekli Gözlere karanlık bastığında.

 Gelgelelim korkunçtur kaderin gücü.

 Ne servet kurtulabilir elinden, ne savaşın ruhu Ve ne de bir kule.

 Hayır, yalvarırım kaderden söz etmeyin bana.

 Bilirim ne olduğunu.

 Beni suçum olmadan Öldürenden söz edin; odur şimdi düşen Kaderin ağına!

 Zira sanmayın ki Sizler, zavallılar, esirgeneceksiniz.

 Başka parçalanmış bedenler uzanacak Gözlerinizin önünde, gömülmemiş, Öteki gömülmeyenlerin etrafında yığınla.

 Sizler ki, Kreon'la birlikte savaştınız onca yabancı diyarda, Kaç savaş kazanmış olursanız olun, Ayağınıza dolanacak en sonuncusu.

 Sizler, Ganimet diye bağıranlar, dolu arabalar Değil, ama bir boşluk bulacaksınız.

 Ey yaşayanlar, Sizler için ağlıyorum ben, Gözlerim toprakla dolduğunda, Sizlerin göreceklerinize!

 Ey Thebai, Babamın kenti!

 Ve sizler, Thebai çevresinde Arabaların tırmandığı yerdeki Dirke pınarları, Ey koruluklar!

 Nasıl da tıkanmakta boğazım Bilseniz, düşündükçe başınıza gelecekleri!

 Thebai'den geldi insan kılığındaki canavarlar, O halde toprağa karışmalı Thebai.

 Kim sorarsa Antigone’yi, deyin ki gördük, Kaçarcasına gidiyordu mezarına.

 Dönüp gitti geniş adımlarla, sanki nöbetçilerini O götürüyormuşçasına.

 Daha şimdiden zafer Sütunlarının dikildiği alandan geçti.

 Hızlandı Oraya vardığında; Yitip gitti.

 Ama o da bir zamanlar Karanlık kayalıklarda Pişirilen ekmekten yemişti.

 Oturmuştu Kulelerin lanetleri gizleyen gölgelerinde rahatça, Ta ki Labdakosların soyundan ölümle çıkan Öldürücü olup gelene kadar; kanlı el Önce kendi saflarını biçti, ama onlar Kabullenecek yerde parçaladılar kaderi.

 Ancak ondan sonradır ki Antigone de Öfkeye kapılıp uzandı açıkta, Aynı kaderin potasında!

 Soğuk yüzünden uyandı.

 Sabrın son damlası da tükenmeden Ve ölçülmeden son kötülüğün de sınırları, Gözleri görmeyen Oidipus'un kızı İndirdi gözlerinden yaşlanmış bağları Eğilip bakmak için uçuruma.

 Şimdi de Thebai aynı görmezlikle Kaldırmakta ayaklarını yerden ve Yalpa vurarak tadına bakmakta zafer içkisinin, O içki ki, türlü bitkilerden karanlıkta karıştırılma, Ve Thebai yutup bu içkiyi şenlik yapmakta.

 Gözleri görmeden geleceği gören Teiresias Geliyor şimdi, herhalde giderek artan bölünmenin Ve için için kaynayan ayaklanmanın rüzgârıyla.

 Rahat yürü, çocuğum, yolunu şaşırtmasın Sana bu şenlik, çünkü sensin şimdi rehber.

 Yol göstericiler gitmemeli Bacchus'un peşinden.

 Kaçınılmazdır düşmesi, ayağını yerden Fazla kaldıranın.

 Ayrıca dikkat et ki, Çarpmayasın zaferin sütunlarına.

 Zafer diye Bağırmaktalar kentte; ve kent delilerle Dolmuş!

 Ve şimdi gözleri görmeyen Göreni izlemekte, ama görmeyenin ardından da Ondan daha kör biri gelmekte.

 Ne mırıldanıyorsun öyle, asık suratlı, Savaştı, bilmem neydi diye?

 Söylenirim elbet, daha zafer gelmeden, ey deli, Kutlamaya kalkarsan zaferi.

 Dinle, inatçı ihtiyar, sen ki görensin Daha olmamışı, ama şu etrafında Dikilmiş sütunları görmemektesin.

 Hayır, görmüyorum onları.

 Ve aklım da Bozulmuş değil.

 Bu yüzdendir gelişim, Sevgili dostlarım.

 Çünkü defnenin Dolgun yapraklarını da ancak kuruyup Hışırdadıklarında ya da ısırıp acı Tatlarını aldığımda anlarım.

 Şenliklerden hoşlanmıyorsun anlaşılan.

 O yüzden söylüyorsun bu korkunç şeyleri.

 Korkunç şeyler gördüm de ondan.

 Dinleyin şimdi Kuşlara bakarak aldığım haberleri, Thebai bunca Sarhoşken erken zaferden ve sağırlaşmışken kulakları Bacchus şenliklerinin gürültüsünden: Eski Bir sandalyede oturuyordum, önümde kuşlarla Dolu bir kafes.

 Ansızın dalgalandı hava öldüresiye.

 Ve birbirini parçalayan kuşlar arasında bir öfke Fırtınasıdır, bir pençe atmadır başlayıverdi.

 Korkuyla baktım hemen tutuşturulan sunaklara.

 Ve Hiçbir yerde iyiye işaret bir ateş bulamadım.

 Yalnızca Ağır bir duman yükselmekteydi ve kurban edilen Hayvanların butlarıydı gözüken alevlerin arasından.

 Çok kötü bir işaret tam da zaferin gününde Ve bütün sevinci yiyip bitiren bir söylenti!

 Şudur öldürücü açıklaması o işaretsiz sunakların: Sen, Kreon, yol açtın kentin hastalanmasına.

 Çünkü sunaklarla ocaklar kirletildi Oidipus'un yakışık almaz biçimde ölüme giden Oğluyla karınlarını doyuran Köpekler ve kuşlar tarafından.

 Onun için duyulmuyor artık kuşların o müjdeli Sesleri, çünkü hepsi de ölü insanların yağıyla Beslenme.

 Gelgelelim Tanrıların hoşuna Gitmez tütsünün böylesi.

 O yüzden derim ki, Çek elini ölünün üzerinden ve bırak peşini Öteki dünyaya gidenin!

 Senin kuşların, yaşlı adam, Güzel uçarlar sence.

 Bilirim.

 Benim için de Uçmuşlardı çünkü!

 Acemisi değilim Ticaretin de, kehanet sanatının da, Cimri olmadığım için.

 Şimdi doldur ceplerini Sardes'in elektronu ve Hindistan'ın altınlarıyla Ama bil ki, gömdürmem o korkağı Ve korkmam göktekilerin alınmalarından.

 Bilirim, kimse kışkırtamaz Tanrıları.

 Fakat, yaşlı adam, ölümlüler arasında Çok güçlü olanlar da çok kötü düşebilirler, Yararları uğruna kötü sözleri güzel söylediklerinde.

 Ben artık yaşlıyım, biraz daha Zaman uğruna oyun oynayamayacak kadar.

 Kimse yaşlı değildir, biraz daha Yaşlanmaktan hoşlanmayacak kadar.

 Biliyorum.

 Ama başka bildiklerim de var.

 Söyle o zaman, Teiresias.

 Efendim, bırak da konuşsun kâhin.

 Konuş nasıl istersen, pazarlığa kalkışma yalnızca.

 Çünkü kâhinler arasında yoktur gümüşü sevmeyeni.

 Tiranlar vermekteymiş gümüşü duyduğum kadarıyla Ve kör olan varsa eğer O zaman ısırır sikkeyi ve anlar: İşte bu, gümüşün halisi.

 Ama yine de isterdim ki, vermeyesin bana.

 Çünkü kimse bilemez savaştan sonra elde kalacağı.

 Gümüş mü, oğulları mı, yoksa iktidar mı.

 Savaş bitti artık.

 Bitti mi gerçekten?

 Bir şey sorayım mı sana?

 Senin dediğin gibi, hiçbir şey bilmediğimden Sormak zorundadır benim gibileri.

 Sana göre Bakamadığımdan geleceğe, şimdiye ve geçmişe Bakmaktır yapmam gereken; ve ancak böyle Yaptığımda kalabilirim sanatımda kâhin sıfatıyla.

 Gördüğümü bir çocuk da görebilir: Epey ince Zafer sütunları için kullanılan maden cevheri, Derim ki: Hâlâ çok mızrak yapıldığı için olmalı.

 Ordu için şimdi postların dikilmesine gelince, Ona da derim ki: Yaklaşan bir sonbahardır sanki.

 Ve balıkların kurutulması, sanki bir kış kampına hazırlıktır.

 Oysa biz düşünmüştük ki, zaferden önceydi Bütün bunlar ve şimdi bitmiştir ve şimdi Maden cevheri ve balık gelmektedir Argos'tan ganimet olarak, öyle değil miydi?

 Ve bir yığın da nöbetçi var ortada: Kimse bilmiyor Çok mudur, yoksa az mıdır nöbeti tutulan.

 Ama Senin evinde büyük bir kargaşa var, mutlu olayların Ardından gelen unutma ise görünmüyor ortalarda.

 Ve deniyor ki Heimon, yani oğlun, kötüymüş Ayrıldığında senin yanından, onunla nişanladığın Antigone'yi, kardeşi Polyneikes'e bir mezar açmak İstedi diye bir kayalığın dibine attırdığın için.

 Ve sen Polyneikes'i öldürüp mezarsız bırakmışsın, senin Savaşın kardeşi Eteokles'i onun elinden alınca Başkaldırdı diye sana.

 Böylece görüyorum ki, Acımasızca karışmışsın acımasız işlere Ve gümüşlere kanmadığım için, soruyorum sana İkinci sorumu: Neden acımasız olduğunu soruyorum, Ey Menökeus'un oğlu Kreon.

 Daha da kolaylaştırayım işini: Savaşın için demir cevheri gerektiği için mi?

 Nedir yaptığın, budalalık ya da kötülük mü, böylece Sürdürmek zorunda kalıyorsun budalalığı ve de kötülüğü?

 Seni çatal dilli serseri!

 Daha kötüsü yarım dillilik olurdu.

 Ama al sana çifte yanıtımı: Hiçbiri.

 Ve hiçbir şeyi birbirine bağlamadan diyorum ki: Kötü yönetim hep fazlayı isterken, bulamıyor.

 Savaş ise çığırından çıkıp sonunda kendini kırıyor.

 Yağma, yağmayı doğururken, sertlik sertliği gereksiniyor Fazla, daha fazlayı isterken sonunda hiçliğe dönüşüyor.

 Ben, böyle baktıysam geriye ve çevreme Sizler de şimdi ileriye bakıp yanın kaderinize.

 Götür beni buradan, çocuğum.

 Efendim, eğer saçlarım siyah olaydı Daha biraz öncesine kadar, yine de Ağırırdı şimdi.

 O öfkeli adam Kötü söyledi Daha kötüsünü ise söylemedi.

 O halde ben de diyorum ki: Neden tartışmalı söylenmeyeni?

 Ey Kreon, Menökeus'un oğlu, ne zaman Dönecek gençler erkeksiz kalan kente Ve nasıl gidiyor savaşın, söyle!

 Menökeus'un oğlu, Kreon!

 Deminki kötü niyetle dolu gözler Dikkatleri çektiğinden bu noktaya, söylüyorum işte: Hain Argos'un bizi sürüklediği savaş varmadı daha Sonuna ve iyi gitmemekte.

 Ben barış istediğimde Yalnızca ufak bir pürüz çıktı Polyneikes’in ihanetiyle.

 Ama hem o, hem de gözyaşı döken ona, Cezalarını buldular ikisi de.

 Ama o iş de bitmiş değil daha Çünkü mızrakların fırtınasını burada Senin için estiren küçük oğlun Heimon Şimdi sırt çevirdi sana.

 Ben de istemiyorum artık onu Bundan böyle.

 Ne bana ne de size Görünsün artık, madem ki terk etti beni Yatağı yüzünden.

 Çünkü öteki oğlum Megareus hâlâ kılıç sallamakta surlarda hiç Durmaksızın, Thebai'nin zırhlara Bürünmüş gençleriyle.

 Harcanabilir değildir onlar.

 Sen, ey Menökeus’ün yılmak bilmez oğlu Kreon, elbet geldik hep peşinden.

 Düzen vardı kentte; ve sen Uzak tutmuştun bizi düşmanlarımızdan Burada, Thebai'nin çatısı altında, Ancak hiçbir şeyleri olmayan, fakat Savaşta işleri tıkırında giden ayaktakımından Ve pazar meydanlarında hep bağırıp duran, Yalnızca halkı bölmeye yarayan, Para alsalar da, almasalar da Hırslan dinmeyenlerden de korumuştun.

 Şimdi bunlar yine bağırmaktalar ve Buldular da dillerine dolayacak bir şeyler; Ey Menökeus'un oğlu, yoksa Boyunu aşan bir iş miydi kalkıştığın?

 Argos'un üstüne yürüdüğümde Kimdi beni yollayan oraya?

 Sizin buyruğunuzla Gittim dağlarda demir bulmaya mızraklarımıza, Çünkü Argos zengindi madenden yana.

 Mızraklardan yana da zengin görünüşe bakılırsa.

 Kulaklarımıza kötü şeyler gelmişti, ama Sana güvenip kulaklarımızı tıkadık habercilere, Korkudan korkarak.

 Ve gözlerimizi de kapadık Sen çektikçe dizginleri; yalnızca bir dizgin çekişi Daha ve son bir savaş demiştin; ama şimdi Sanki düşmanmışız gibi davranmaktasın bizlere.

 Ve acımasızca sürdürmektesin ikili bir savaşı.

 Sizin savaşınızı!

 Kendininkini!

 Ama bir kez aldım mı Argos'u, Yine sizin savaşınız olacak, öyle değil mi?

 Yeter artık!

 Demek ki böyle başardı göz boyamayı O asi Antigone ve karıştırmayı kendisini dinleyenlerin kafalarını!

 Elbet hakkı vardı onun kardeşini gömmeye.

 Elbet hakkı vardır komutanın ihaneti ödetmeye.

 Böylesine katı biçimde yerini bulduğunda hak, Yolumuzu uçuruma vardırır.

 Savaş, yeni bir hukuk yaratır.

 Ama ancak eskisiyle ayakta kalır.

 Ve ihtiyacı olan kendisine verilmeyen savaş, Sonunda kendi hesabını kotarır.

 Nankörler!

 Etleri tıkınırsınız afiyetle, Ama beğenmezsiniz aşçının kanlı önlüğünü!

 Yalnız Argos'ta yetişen sandal ağaçlarının Tahtalarını verdim size, yapasınız diye Kılıç sesi geçirmeyen evlerinizi!

 Argos'tan getirip dağıttığım madenleri de Bana geri vereniniz olmadı şimdiye kadar, Şimdi ise ganimetin üstüne oturmuş, Yakınmaktasınız acımasızlığımdan.

 Ama ben Alışkınım en büyük öfkelere ganimet geciktiğinde.

 Peki daha ne kadar kalacak Thebai erkeksiz?

 Thebai'nin erkekleri zengin Argos'u alana kadar.

 Geri çağır onları, ey zavallı, tükenmeden hepsi!

 Boş ellerle mi?

 Oysa desteklemeliydiniz bu emri!

 İster eli boş, ister elsiz, dönsün buraya ne kaldıysa!

 Elbet dönecekler.

 Neredeyse düşecek Argos, o zaman Çağıracağım geriye.

 Ve büyük oğlum Megareus Getirecek onları size.

 Yalnız siz dikkat edin ki, Küçük gelmesin kapılar, sadece çok alçaktan Hareket edenlerin geçeceği kadar alçak olmasın.

 Aksi takdirde çok büyük adamların omuzları Çökertebilir bir saray ya da hazine odasının kapısını.

 Ve öyle sevinçli olacaklar ki gelenler, Kavuştuklarında size, ellerinizi ve dahası kollarınızı Çıkarabilirler.

 Ve bastırabilirler sizi zırhlı göğüslerine.

 Onun için kaburgalarınıza dikkat edin!

 çünkü o sevinçli günde Kötü günlerdekinden çok daha fazla mızrak göreceksiniz.

 Bazı çekingen galipler zincirden taç takıp başlarına Bükük dizlerle dans etmek zorunda da kalmışlardı.

 Ey sefil, şimdi kendi askerlerimizle mi korkutmaktasın bizleri?

 Kendi kırbaçlarını mı saldırtacaksın üzerimize?

 Bunu Oğlum Megareus'la konuşacağım.

 Efendim!

 Sağlam dur yerinde!

 Çünkü ben Felaket habercisiyim!

 Durdur şu fazla erken İnanılan zaferin acele şenliğini!

 Yeni bir savaşta Yenildi ordun Argos önlerinde, şimdi kaçmakta.

 Oğlun Megareus da yok artık.

 Parçalanmış Yatıyor Argos'un sert toprağında.

 Sen sorduğunda Polyneikes'in kaçışının hesabını ve orduda böyle Yapmanı onaylamayan çoklarını yakalayıp astığında Herkesin gözünün önünde Ve kendin koşarak geri döndüğünde Thebai'ye, Büyük oğlun bizi hemen yeniden saldırıya geçirdi.

 Henüz kendi saflarındaki kanların sarhoşluğundan Kurtulamamış askerler, yorgun kaldırdılar Thebaililerin kanlarıyla ıslanmış baltalarını Argos halkına.

 Ve pekçokları da sırt çevirdi, onlara Düşmandan daha korkutucu olmak için fazla sert sesle Buyruklar yağdıran Megareus'a.

 Yine de sanki bizden yana gibiydi savaşın kaderi başlangıçta.

 Çünkü savaş kendi tutkusuna gebedir ve kan, ister Senin, ister başkasının olsun, sarhoş eder insanı.

 Korku başarır cesaretin başaramadığını.

 Gelgelelim arazinin, silahların ve yiyeceğin de Payı vardır elbet bu işte.

 Ve, efendim, Argos halkı da Müthişti savaşta.

 Kadınlar ve çocuklar yanyanaydı.

 Çoktandır yiyecek yüzü görmemiş karavanalarla Haşlak sular döküldü üzerimize; ayakta kalan evler Bile ateşe verildi arkamızdan, sanki artık kimse Bir yerde yaşamayı düşünmezmişçesine.

 Eşya ve Evler, silaha ve siperlere dönüşmüştü.

 Ama oğlun Hâlâ ilerletiyordu bizi ve artık boşalıp mezar Olmuş kentin daha içlerine götürüyordu.

 Yıkıntılar Başlamıştı bizi birbirimizden ayırmaya.

 Görmemizi Engelliyordu ele geçirdiğimiz mahallelerden çıkan Dumanlar ve kabaran alev denizleri.

 Düşmanı Ararken kaçıp ateşten, kendi adamlarımıza Rastlıyorduk.

 Ve kimse bilmiyor kimin eliyle Öldüğünü oğlunun.

 Öldü Thebai'nin bütün gençliği Ve artık Thebai de kalamaz uzun süre, zira Argos halkı bütün insanlarıyla ve arabalarla Yollar dolusu buraya gelmekte.

 Ve ben ki gördüm Bütün bunları, memnunum artık Thebai'nin yıkılışına.

 Vah bize!

 Megareus!

 Oğlum!

 Harcama zamanı Yakınmalarla.

 Askerleri topla!

 Olmayanı toplayıp elekten mi geçirelim?

 Zaferin sarhoşluğuyla Hoplayıp zıplarken Thebai, düşman Yalın kılıç üzerimize saldırmakta.

 Bizi aldatmak için Çıkartmıştın kılıcını.

 Şimdi Öteki oğlunu da anımsarsın belki.

 Haber yolla küçük oğluna!

 Evet, Heimon, son varlığım!

 Evet, küçük oğlum!

 Koş yardıma büyük yıkımda!

 Unut söylediklerimi, Çünkü hükmedemiyordum duygularıma Hükümdarken bu kentte.

 Koş kayalığa Acele et ve kurtar mezar kazanı, Antigone'yi, kurtar çabuk!

 Kurtarırsam onu Çıkar mısınız benden yana?

 Siz de Sessiz kalmıştınız yaptıklarıma.

 Bu, sizi de Ortak kılar bana!

 Git artık!

 Kürekler!

 Kürekler!

 Bitsin artık bu şenlikler!

 Ey zevkin ruhu, Kadmos'un sevdiği Bütün suların gururu, gel eğer istiyorsan Eğer bir kez daha görmek kentini, Çabuk yol açık ve gel daha gece basmadan, Çünkü daha sonra göremeyeceksin bir daha.

 Tam da burada, sevincin Tanrısı, Bacchus'un anavatanı Thebai’de yaşamıştın, Ismenos'un serin sularının kıyısında.

 Güzel şekillerle damların üzerine yükselen Sunak dumanları görmüştü seni.

 Bulamayacaksın evlerinin çoğunda ateşi Ne ateşlerin dumanını, ne de Dumanların gölgesini bulabileceksin.

 Bu kentin bin yıl boyunca en uzak denizlere Açılmış çocukları, bugün neredeyse Bir taş bile bulamıyorlar başlarını dayayabilecek.

 Ey sevincin Tanrısı, kendi zamanında Cocytus’da ve Kastaleia ormanında otururdun Sevdiklerinle.

 Demirciyi de ziyaret etmiştin ve bakmıştın Başparmağınla gülerek kılıçların keskinliğine.

 Çoğu kez gitmiştin Thebai'ye de, Daha ölümsüz şarkıların Sokaklarda neşeyle yankılandığı günlerde.

 Ah, ne yazık ki kılıçlar girdi sahiplerinin bedenine Ve kollar yine de yenik düştü bitkinliğe!

 Ah, zorbalık dediğin mucizeleri gereksinir, Yumuşak başlılığa yakışan ise biraz erdemdir.

 Ve şimdi, kaç kez Yenik düşmüş düşman, saraylarımızda Ve işaret etmekte kanlı mızraklarla O koca yedi kapılı ağzı; Ve ayrılmayacak buradan Ağzını kanımızla doldurmadan.

 Fakat oradan bir hizmetçi kız yaklaşmakta Şimdi, kaçanlar arasından kendine yol açarak, Mutlaka babasının bizi kurtaracak askerlerin Başına geçirdiği Heimon'dandır getirdiği haber.

 Her şey bitti!

 Ah, son kılıç da kırıldı!

 Heimon öldü, kanına girerek kendi elleriyle.

 Ben görgü tanığıydım; daha önce olanları ise Efendimizle birlikte, Polyneikes'in köpeklerce Parçalanmış zavallı cesedinin yattığı yere Giden uşaklardan dinledim.

 Yıkadılar hiç konuşmaksızın ve yatırdılar Taze dalların arasına, ne kalmışsa Polyneikes’den Ve vatan toprağından bir tepecik Yaptılar büyük bir özenle.

 Efendimiz, yanındakilerin başında koşarak Geldi bizim durduğumuz kaya mezarına.

 Ama tam o sırada bir ses duydu içimizden biri Ve mezardan yüksek sesle gelen yakınmalar Ve koştu söylemek için efendimize doğru.

 O da acele etti; ve gittiğinde sardı çevresini O tuhaf ve zorla çıkan ses, daha bir duyuldu.

 Sonra haykırdı efendimiz, yaklaşıp acınası yakınarak Baktı duvardan zorla çıkartılmış sürgüye; ve Güçlükle, ama sanki kendine inanırcasına konuştu: "Bu Heimon'un, çocuğumun sesi değil.

" Kulak verdik efendimizin korkulu sesine.

 Sonra Mezarların en arkasında gördük Antigone'yi, Boynundaki kumaştan bir ipe asılı Ve Heimon, uzanmış Antigone'nin yükseklerdeki Ayaklarının altına, yakınıyordu giremediği gerdeğe, Ve babasının yaptıklarına.

 Babası görünce onu Gitti hemen yanına ve konuştu: "Gel buraya, yavrum, ayaklarına kapanarak yalvarırım sana.

" Oğlu, buz gibi bakışlarla Baktı ona Ve çekti iki yanı keskin kılıcını, önce ona.

 Ve babası korkuya kapılıp başlayınca kaçmaya Şaşırdı hedefini.

 Başka bir şey söylemeksizin Ayakta durarak, kılıcın sivrisini ağır ağır Soktu kendi bedenine.

 Düştü sessizce.

 Şimdi ölü, ölünün yanında, şimdi yeraltında Kutlanmakta bir gerdek.

 Bakın, efendimiz gelmekte.

 Yol oldu artık kent, dizgine alışıktı Şimdi dizginsiz.

 Kadınlara dayanarak Gelmekte gururu kırılan, büyük bir anı ellerinde, Büyük çılgınlığını hep anımsatacak Bakın, bir giysi var elimde.

 Oysa Sanmıştım ki bir kılıçtır almaya gittiğim.

 Çok erken öldü oğlum.

 Bir savaş daha Ve yerle bir olacaktı Argos!

 Ama tüm çaba Ve cesaret, yalnızca bana karşı kullanıldı.

 Ve şimdi düşüyor Thebai Ve düşsün, düşmeli benimle ve yem olmalı Akbabalara.

 Budur dileğim.

 Ve dönüp gitti, ellerinde yalnızca Tüm Labdakos soyunun kanıyla Islanmış bir bez parçasıyla Düşmekte olan kente doğru.

 Bize gelince Hepimiz şimdi de onu izlemekteyiz, ve Yolumuz yeraltına uzanmakta.

 Zincire Vurulabilen ellerimiz kesilecek Bir daha vuramasınlar diye.

 Ama Bütün bunları gören, ancak düşmana yardım edebildi, O düşman ki şimdi gelmekte ve hepimizin kökünü kurutacak.

 Çünkü kısadır zaman denen, her yere hükmeden Kaderdir ve zaman asla yetmez düşüncesizce Yaşamaya sabırdan başkaldırıya uzanan yolda Ve yaşlılıkta bilgeliğe ulaşmaya.

 Çekilen acıların insan belleğindeki yeri şaşılacak derecede azdır.

 Çekilecek acıları tasavvur yeteneği zira daha da azdır.

 Savaşmalı bu kayıtsızlığa karşı.

 Çünkü savaşlarla tehdit edilen insanlığa bunlar, geçmiştekilere nazaran değersiz birer girişimmiş gibi gelecektir ve hiç kuşkusuz yine patlak verecektir eğer bu savaşları hazırlayan eller kırılmazsa halkın önünde.

 Marco Müller'e ve Jean-Luc Godard'a teşekkürle.

||

Encounter. with. Fritz. Lang. 1963.

333||827982||Fritz Lang, 1920'li yılların en başarılı Alman yönetmenlerinden birisiydi.

 1933'de kaçmak zorunda kaldı.

 Önce Paris'te bir film yaptı, sonra Amerika'ya gitti.

 Orada kayda değer sayıda, önemli sayıda filme imza attı.

 Fritz Lang ile Karşılaşmak 1963.

 Capri'deki Villa Malaparte'nin çatısı.

 Ulysses isimli filmini çekerken Fritz Lang'ı izliyoruz.

 O güzel Amerikan kamerasının arkasında oturan beyaz giyinmiş görüntü yönetmeni ise ekstra olan tek şey.

 Gerçek görüntü yönetmeni, meşhur Raoul Coutard küçük el kamerası ile bir battaniyenin altında terliyor.

 Jean-Luc Godard'ın Contempt isimli yeni filmini çekiyorlar.

 Fritz Lang filmde yaşlı bir Alman yönetmeni oynuyor.

 Fritz Lang'a eşlik eden oyuncular senaristin karısı olarak Brigitte Bardot Amerikan yapımcısı olarak Jack Palance ve Jean-Luc Godard, filmde Fritz Lang'in yardımcı asistanı.

 Bay Lang, 44 yıl önce ilk filminizi çektiğinizde Almanya'da "yeni dalga" diyebileceğimiz bir akım vardı.

 Sizce şu anki genç Fransız sinemacılar o zamanki çalışma yöntemlerinden tamamen farklılar mı?

 Evet.

 Hazırlık aşamasına çok önem veriyorduk film çekerken hâlbuki bugünkü genç sinemacılar daha çok doğaçlamayı tercih ediyor.

 Hangi yaklaşım daha geçerlidir sorusu ise tartışmaya açıktır.

 Bugün bizim için filmlerinizi çok özel kılan şey o filmlerdeki her şeyin çok kompoze olması ve her detayın en ince ayrıntısına dek düşünülmesidir.

 Bu tarz bütünlüğünü sürdürmenin en önemli koşulu nedir?

 Her şeyden önce, yeterli zaman ikincisi, yeterli finans ve üçüncüsü eksiksiz ve titiz hazırlık aşamasıdır.

 Siegfried'den sahneler: 1923-1924 Lotte Eisner için, Fritz Lang yönetmenler arasındaki mimardır.

 Kaderi önceden belirlenmiş insanların içinde yaşadığı ışık ve gölge ile kontrastlanmış bir odada insanlar süs olur.

 Başka bir çağa ait bu binadaki koridorlar, balo salonları ve bu galeriler boyunca.

 Birbiri ardına sonsuz koridorları olan lüks, barok, uğursuz bu devasa otel.

 Sessizliğin yarattığı boşluk, soğuğun dinçliği, lambri ve sıva ile hazırlanmış kasvetli dekorlar ve yontulmuş kapı panelleri taş levhalara benzeyen donuk, mermer aynalar.

 Lang stüdyoda devasa setler inşa etmişti.

 Örneğin, Siegfried'in at üstünde içinden geçtiği sis içindeki büyüleyici orman sahnesi.

 Her ağacın yeri, her ışığın fonksiyonu daha önceden ayarlanmıştı her biri sahnenin bir diğer unsuru ile hassas şekilde koordine edilmişti.

 Lang'in filmlerinde, tesadüfi unsurlara yer yoktu.

 Ya da eğer varsa onun tarafından planlanmıştı kaderin limon ağacındaki yaprağın, Siegfried'in yaşamında oynadığı rol gibi.

 En sonunda bu sahnede Kriemhild'e kur yapan kahramanın yenik düşmesi.

 Kader - 1921 Fritz Lang, Fransız film ekibinin karmaşası arasında bir miktar kaybolmuş gibi.

 Hayatında ilk defa bir başka yönetmen tarafından yönetilmeye müsaade ediyor.

 Bugünkü çekimde platform olarak kullanılan sallanmakta botun üzerinde beklemekten biraz usanmış durumda.

 Godard devasa çekim platformlarında çalışmaktan hoşlanmadığı için yerinde çekim yapmayı tercih ediyor.

 Bu çok komik.

 Bunu daha önce duymuştum.

 Bu Bu Hey Heinrich!

 Ne oldu?

 - Ne var?

 - Dinle bir saniye.

 Birisi ıslık çalıyor.

 Onu duyabiliyor musun?

 Orada.

 Durdu şimdi.

 Islık çalan adamı gördün mü?

 Evet, onu hâlâ görebiliyorum.

 Heinrich.

 Küçük bir kızla konuşuyor ve onunla birlikte caddeye yürüyor.

 Git arkasından ve gitmesine izin verme!

 Ama neden?

 Elsie Beckmann'ın öldürüldüğü gün bir adam balon almıştı ve küçük bir kız ile birlikteydi ve bu şekilde ıslık çalıyordu.

 Bay Lang, Bay Godard sizin filmlerinizden çok şey öğrendiğini söylüyor ve filminde büyük ve yaşlı bir yönetmen rolünde sizin oynamanızı istedi.

 Peki, siz Bay Godard'ın filmleri için benzer şeyler hissediyor musunuz?

 Kesinlikle.

 Yeni Dalga filmlerini çok beğeniyorum.

 Özellikle de Godard ve Truffaut filmlerini.

 Bay Godard bu filmde oynadığınız karakterin ismine sizin adınızı verdi.

 Bu kendinizi oynadığınız anlamına mı geliyor?

 Evet.

 En azından öyle olmasını umuyorum.

 Misal, filmde yapımcı ile sert bir tartışmanız söz konusu.

 Yapımcı, yönetmenin senaryodan farklı bir şey çekmesinden dolayı çok üzgün durumda.

 Fritz Lang, filmin canlı görsellerden oluşmasına rağmen senaryonun kelimelerden başka bir şey olmadığını düşünür.

 Karım benimle burada buluşacak.

 Gidip onu bulayım.

 İtalyanlar "çek defteri" yerine "tabanca" demeyi tercih ederdi.

 Siz 45 uzun metrajlı film çektiniz.

 Gerçek hayatınızda hiç bunun gibi bir uyuşmazlık yaşadınız mı?

 Evet, filmdeki kadar abartılı olmasa da.

 Ama elbette, bazı hususlarda insan gibi davranmaktan vazgeçen yapımcılarla da karşılaştım.

 Bu noktada, konuşmamız bir grup turist tarafından kesildi.

 Güvenlik hatlarını aşıp botlarını bize yöneltip Brigitte Bardot'ya haykırıp duruyorlardı.

 Yapımcı ve yönetmen uyum içerisinde çalışmalı.

 İkisi de aynı gemideler ve çok iyi arkadaş olmaları gerekir.

 Harbi bir yapımcı filmin çekimine çok büyük katkılar sağlayabilir.

 Ama eğer, hayatta sık sık karşılaştığımız gibi yapımcının kafasındaki tek şey para kazanmak ise ve yönetmenin kafasındaki en son şey para kazanmak ise uyuşmazlık kaçınılmazdır, anlıyor musun?

 Çünkü her iki taraf da kendince haklıdır.

 Sana bir şey söyleyeyim: Stüdyoda ya da bu örnekteki gibi dış mekânda çalışmak çok fazla yorucudur.

 Sinirleri gerer ve bir şekilde uyuşmazlık kaçınılmaz olur.

 Ama sonra anlaşıp her şeyi unuturuz, tamam mı?

 Evet.

 Röportaj için çok teşekkürler Bay Lang.

 Bir şey değil.

 Fritz Lang'in söylediği gibi belki de sinirler gergin film yapımına dâhil olan insanların yaratıcılığına zarar veriyor.

 Fritz Lang, kırk yılı aşan kariyere sahip birkaç yönetmenden birisi.

 Röportaj biter bitmez Fritz Lang meslektaşlarına veda etti ve rolünü oynadıktan sonra ABD'ye geri döndü.

 Çeviren: JaguaR 2014||

Eric Rohmer- PRESENTATION OU CHARLOTTE ET SON STEAK (1960)

619||561000|| Bu kaset bize, üzerinde herhangi bir eser sahibinin veya oyuncunun adı olmadan geldi.

 Bazı kostüm detaylarından filmin 1950-51 yıllarında çekildiğini anlıyoruz.

 Bu kısa hikâyeye "Charlotte ve Véronique" adlı seride yer veren Eric Rohmer ve Jean-Luc Godard'a teşekkür ederiz.

 TAKDİM veya Charlotte ve Bifteği.

 ÖZET: Charlotte, ülkesi İsviçre'yi henüz terk etmemiştir.

 Walter, kıskandırma amacıyla onu Clara ile tanıştırır.

 İşte geliyor.

 - Selam.

 - Selam, Clara.

 Clara, Charlotte.

 - Bak, çok acelem var.

 - Sana eşlik ederiz.

 Olur, ama uyarmadı deme, hızlı gideceğim.

 - Pardon?

 - Yok bir şey, benimle konuştun sandım.

 - Hoşça kal.

 - Güle güle.

 - Eve gidiyorum.

 Hoşça kal.

 - Güle güle.

 Bekle biraz, seninle geleceğim.

 - Sonra görüşürüz.

 - Tabii, görüşürüz.

 Neden ona eşlik etmedin?

 Onunla sonra görüşeceğim.

 Acelesi varmış.

 - Seni davet etmiyorum.

 - Yemek yemiştim zaten.

 - Biraz oturup kalkarım.

 - Her tarafı kirletirsin.

 - Mutfakta fayansın üzerinde dururum.

 - Fayanslarım temiz.

 Paspasın üzerinde dururum.

 İçeri alayım.

 Yemek zamanı gelmedi.

 Hayır, üşüdüm.

 Kahve içmem lazım.

 Sandviç yemiştim zaten.

 Bir fincan kahve teklif etmeyecek misin?

 Et pişirmem lazım.

 Benim için sorun değil.

 Benim yapmamı ister misin?

 - Kıyafetlisin.

 - Sen de.

 Halıyı yaklaştırabilirim.

 Bitti sayılır.

 Tuzu uzatsana.

 Solundaki rafta.

 - Teşekkür ederim.

 - İşe yarıyorum, görüyor musun?

 - İster misin?

 - Hayır.

 Hayır dedim.

 - Küçük bir parça.

 - Aç değilim.

 Hayır!

 Teşekkür ederim.

 Ekmek yok mu?

 Bana yetecek kadar var.

 Seni davet etmediğimi söylemiştim.

 - Bana et vermek zorunda değildin.

 - Al bakalım, bu da çatalın.

 - Çok sıkıcı olduğumu düşünüyorsun.

 - Hayır, neden ki?

 - Bırak beni.

 - Seni öpmek istiyorum.

 - Çabuk ye.

 Etin soğuyacak.

 - Önce öpeyim.

 - Olmaz.

 - Sonra öpeyim o zaman.

 - Olmaz.

 Olmaz mı?

 - Git Clara'yı öp.

 - Clara burada değil.

 Bu gece görüşürsün onunla.

 Görüşmek ister mi bilmiyorum.

 - Çok yazık.

 - Üzüldün demek.

 Benden 100 kat daha güzel.

 Neden benimle uğraşıyorsun ki?

 Söylediğin hiç de mantıklı değil.

 Hangisi mantıklı değil?

 İlk söylediğim mi, son söylediğim mi?

 Son söylediğin, tabii ki.

 İlk söylediğin de.

 Neden böyle konuşuyorsun?

 - Gitmemi mi istiyorsun?

 - Hayır.

 O kadar da güzel değil.

 Hem adını da sevmedim.

 Benim adım daha çirkin.

 - Seninki eski bir isim.

 Onunki gösterişli.

 - Biz koymadık ya.

 - Kesinlikle.

 - O halde?

 Seni seviyorum.

 Hem de çok.

 Karşılaştırmaları sevmiyorum biliyorsun.

 Bin kat daha fazla seviyorum.

 Karşılaştırmayı bırak, kıyaslama bile olmaz.

 Yalan söylüyorsun.

 - Kızdın mı?

 - Hayır.

 - Öp o zaman.

 - Acelem var.

 - Bu bir gerekçe sayılmaz.

 - Biliyorum.

 - Az önce ciddi söylüyordum, inanmadın mı?

 - Evet, tabii.

 Peki ya sen?

 Söylediklerine inanıyor musun?

 Clara senden daha güzel, ama karşılaştırmaları sevmem.

 Beni hiç rahatsız etmiyor.

 Senin rahatsız eden, seni daha çok sevdiğimi söylemem.

 Hayır, ama yalan söylüyorsun.

 - Öp beni.

 - Olmaz.

 - Acelen mi var?

 - Hem de çok acelem var.

 - Kahve içmiyor muyuz?

 - Hayır, zamanımız yok.

 Üşüdün mü?

 Evet, ama dışarı çıkıyoruz, çıkınca ısınırız.

 - Titriyorsun.

 - Hayır.

 - Ellerim soğuk mu?

 - Hayır.

 Seni çok sevdiğimi bilmiyor musun?

 - Yalan söylüyorsun.

 - Belki de, ama sana sadık kalmak istiyorum.

 Aptalca.

 Benim sadık kalamayacağımı iyi biliyorsun.

 Sana sadık kalmak istiyorum.

 - Ölmek istiyorum, böylece aklına gelirim.

 - Aklıma daha az gelirsin.

 Öyle, ne düşündüğün umurumda değil.

 Titriyorsun.

 - Üzüldün.

 - Neden hep böyle söylüyorsun?

 Daha önce de böyle diyordun.

 Çünkü seni sevmiyorum.

 Sen de sevmiyorsun aslında.

 Şüphesiz, sana yeni bir şey söylemiyorum.

 Evet, biliyorum.

 Yine de üzgün değilim.

 Evet, üzgün değilsin, biliyorum.

 Hadi, acele et.

 Senin yüzünden hep geç kalıyorum.

 SON Bu filmin tam ve eksiksiz sürümünü Eric Rohmer yönetmiştir.

 Çeviri: gothique gothique@divxplanet.

com||

Histoire(s) du cinéma - 1.Toutes les histoires (1988)

680||3004718||Hiçbir şey değişmediğinden artık her şey daha farklı.

 Çeviri: ismuta

Bir şey her yönüyle göstermeyin.

 Kendiniz için bir belirsizlik payı bırakın.

 Sinemanın tarihleri, çoğul olarak.

 Tüm tarihler var olduğundan dolayı var olacaklar.

 Size en son zengin iş adamının hikayesini anlatayım, adı da: Irving Thalberg.

 Televizyon senede 200 film oynatıyor.

 Thalberg ise günde kafasında 52 film oynatabiliyor.

 Esas Esas baba Tek oğul Hikaye bu şekilde geçiyor: Genç arkadaş, narin ve güzel biri F.

 Scott Fitzgerald'ın dediği gibi Bu var olabilir: Hollywood'ın gücü.

 Babylon'ın gücü.

 Tam bir rüya makinesi.

 Sinemanın tarihi.

 Tarihin tazeliği.

 Haberlerin tarihi.

 Sinemayı ne bitirdi ve en belirgin şey neydi?

 Artık kendisine hiçbir yer bulamayacak.

 Rüya makinesi.

 Komünizm kendi kuyusunu kazacak fabrikalar icat ediyor.

 Evli sevimli kadınlardan biri hayatta.

 Ya da Howard Hughes'ın hikayesini anlatmak için.

 Mermoz'dan daha mert, Rockefeller'dan daha zengin.

 Citizen Kane'in üreticisi ve TWA'nın başkanı.

 Meliès'ın Gallimard ve SNCF'yi işlettiği gibi.

 Hughes uçakları pasifiğin altında CIA deniz altılarını başlamadan önce Saatte on mil giden limuzinle haftalık gitmesi için o RKO'yu zorluyordu.

 Bundan dolayı göğüsleri hiç aşağı yukarı doğru zıplamadı.

 Ölüsü her şeyden daha kötüydü.

 Defoe, Robinson için hayal etti.

 Yapılan tüm filmlerin hikayesini anlatmak için Yapılan tüm filmlerin hikayesini anlatmak için Yapılan tüm filmlerin hikayesini anlatmak için var olduklarından ziyade.

 Bunlar televizyonda gösterilmiş olabilir.

 Fazla abartmayalım Eserlerin kopyaları bile değiller.

 1940.

 Geneva.

 L'Ecole des femmes.

 Max Ophuls.

 Madeleine Ozeray kalçalarını hissediyor Almanya Fransa'yı işgal ederken Louis Jouvet vazgeçmişken.

 Tiyatro çok fazla bilinen bir şeydi.

 Sinemacılık ise şu ana dek pek bilinmiyordu.

 Sinemanın tarihi ve tarihin tazeliği.

 Haberlerin tarihi.

 Sinemanın tarihleri, 'çoğul ile'.

 Hem de iki SS ile.

 1939, 1940, 1941 Radyo ele veriyor ama sinema kelimeleri elinde tutuyor.

 Siegfried ve M'den dolayı diktatörlük filmi çeken Lubitsch.

 1940, 1941.

 Ölümcül çizikler dahil 35 mmlik bir dikdörtgen bile gerçekliğin anlamını muhafaza edebilir.

 1941, 1942.

 Kasap gibi nefret ve öfke olmadan zayıf görüntüler kavga ediyorsa bunun nedeni sessiz filmlerin başkalaşım gücünden ve mütevaziliğinden geliyordu.

 1942, 1943, 1944.

 Geceleyin altüst edilmek durgun suyun dalgalar gibidir.

 Sessizliğin içine dalmak gibi gecenin karanlığına ışığı açmak gibi.

 Görüntüler ve sesler yollarda gezinen gezginciler gibi artık bu yolun yolcusu olmayabilir.

 Kanıtlandı ki halklar efsaneleri sever.

 Sinema halk için konuşur.

 Ama efsane Fantomas olmaya başlarsa Christ gibi de son bulur.

 St.

 Bernard'da dinlenilen şeyleri kim yaptı?

 Neyi söylememişti?

 Belki olabilir.

 Kalbimizin derinliğine doğru bilinmez bir sesin gittiğini öğrendiğimiz zaman bunu nasıl göz ardı edebiliriz?

 Haberler bize neyi öğretir: Ulusun doğuşunu, umudunu Roma ve Open City'i.

 Sinemacılık bir olay yaratmaz, ama görüş açıcısı kazandırır.

 Çünkü ekran beyaz bir tuval gibidir, aynı Samaritan'ın tişörtü gibi.

 Arnold ve Richter'ın kameraları korunsaydı rüyalar ve kabuslar daha fazla galip gelmezdi.

 Ekranda gösterilmeyecek ama kefende gösterilecek.

 Puig'in, Négus'ın, Kaptan Boïeldieu'ın ve küçük kızın ölü bedenleri işitilmemişse bunun nedeni hayatın filmden çaldığı şeyleri tasvir edememesindendir.

 Yok edilişin unutulmuş bir parçası.

 Sinemanın tarihleri, sessiz tarih ve gecenin tarihi.

 Son 50 yıldır karanlıkta sinema severler gerçeklik yükselsin diye kurguyu yerle bir ediyor.

 Gerçeklik şu anda intikam peşinde.

 Gerçek gözyaşı ve kan istiyor.

 Vienna'dan Madrid'e, Siodmak'dan Capra'ya Paris'den Los Angeles'a ve Moskova'ya Renoir'dan Malraux'a ve Dovjenko'a Büyük kurgu yönetmenler intikam duygusunu kontrol edemiyor ki bu kişiler defalarca yönetmenlik yapmış.

 Haberler tüm şüphenin kanını ve göz yaşını temizlemeli.

 Ordu halkı yaktıktan sonra geç temizlenen yollar gibi.

 Peki ya haberler savaş esnasında hiçbir söylemiyorsa.

 Hüküm veremez bu.

 Samimi anlatım da değildir.

 Istırap iyi bir şey değildir.

 Ne yakılıp yıkılan bir kilise ne de bombalanmış şehrin bir yeri.

 Flaherty ve Epstein'ın eğlencesi yönetimi devir aldı.

 Daumier ve Rembrandt ise dehşet verici bir siyah beyazlaydı.

 Birkaç kafatası nadiren yüksek çıkıntılı, öldürülmüş çocuğunun yasını tutan anneye ait.

 Çünkü bu sefer yalnız Gerçek popüler bir sanat biçimine yalnızca boya katılıyor Sanat budur.

 Küllerinden yeniden doğmak demek budur.

 Köyleri, beyaz yolları ve zeytin ağaçlarını unuttuk ama Picasso'yu unutmadık.

 Bu Guernica.

 1943 yılında Valentin Feldman'ın öldürüldüğünü unuttuk ama en az bir suçlu olduğunu unutmadık.

 Bu da Goya.

 George Stevens ilk 16 mmlik renkli filmi kullanmasaydı Auschwitz ve Ravensbruck'de Elizabeth Taylor asla güneş alan yer bulamayacaktı.

 1939, 1944.

 Belgesellerin ölümü ve yeniden dirilişi.

 Baktığımız şeyi görmememiz nasıl da harikulade.

 Kör gözlerimiz için nasıl bir mucize.

 Bunun yanında sinema bir sektördür.

 Dünya Savaşası sırasında televizyonun etkisiyle Amerika sinemasının Fransa sinemasını mahvetmesine izin verseydim İkinci Dünya Savaşı ekonomik olarak Avrupa sinemasını mahvedecekti.

 Kör adama "İki elin var mı?" diye sor.

 Ama görünüş beni rahatlatmayacak.

 Şüphelerim varsa ne diye gözüme güveneyim?

 Ellerimle görebildiğim şeyi neden gözlerimle kontrol etmeliyim?

 Yardım edin!

 çeviri: ismuta||

Histoire(s) du cinéma - 2. Une histoire seule (1989)

16400||2462232||Sessizlik ve sabitlik ile filmde bağlantılar kurulduğuna adınız kadar emin olun.

 Çeviri : ismuta İyi seyirler!

 Sinemayla aşılan şey hâlâ başka bir yere gitmeyip ama belirgin olan şeydir.

 Her şeyden önce beni endişelendiren şey.

 Hikayemin endişesidir.

 Tüm bu olan bitenle ben ne yapmalıyım?

 Bu aydınlıkla?

 Ve karanlıkla?

 Bazen birileri odamda fısıldıyor gibi oluyor.

 Televizyonu kapatıyorum ama fısıltılar devam ediyor.

 Rüzgar mı yoksa atalarım mı?

 Tarihin yalnızlığı, yalnızlığın tarihi.

 Sinema ortaya çıktı ve insanlar dünyanın orada olduğunu gördü.

 Dünya hâlâ neredeyse tarihsiz fakat hikayelere anlatıp duruyor.

 Belirsizlik yerine fikirleri ve duyguları aşılamak amacıyla iki büyük hikaye uydurulmuş: Seks ve Ölüm.

 Kısacası güzelliğin hikayesi.

 Güzellik, makyaj yapmak Sinema ne iletişim endüstrisi ne de eğlencenin bir parçasıdır.

 Kozmetik ürünlerinin ve maskelerin parçasıdır.

 Yalancılık endüstrisinin küçük bir parçası.

 Sinemanın tarihleri.

 Eğlenceye indirgemek.

 Başka şekilde açıklanamaz.

 Fotoğrafçılıkta başarılı olmak.

 Sinema her zaman gerçeklikten daha gerçek olmayı ister.

 Ne sanat ne de teknik Katiller ve Hırsızlar Guitry'in son filmi.

 Kısa süre sonra, her sabah gittiği yere yalanlar pazarına artık gidemeyecek.

 Yakında, pazarda köşesini alan satıcılarla artık mutlu olamayacak.

 Brecht'in cümlelerini kaydettim.

 Bardot'a söylemesi için Lang'dan rica ettim.

 Filme "Contempt" adını verdim.

 Hikaye iki kardeşle başlıyor İsimleri sırası ile Lampshade ve Lumière.

 İkisi de birbirinin aynısı.

 O tarihten beridir film yapmak için iki adet makaraya ihtiyacın var.

 Biri dolarken diğeri boşalıyor.

 Şans eseri olarak videolarda sol makara "köle" sağ makara ise "efendi" olarak adlandırılıyor.

 Son bir kez daha karanlığın gücü ışığın gücünü alt etti.

 Ama hemen ardından ışık, karanlık ile yeniden dövüşecek.

 Bir film projektörü kameranın hatıralarını zorluyor.

 Sinema yalnızca gerçeklerden kaçış mekanıdır.

 Çünkü hatıranın tek köle olduğu yer orasıdır.

 Fotoğrafçılığın varisi.

 Evet!

 Tarihin başarısıyla birlikte sinema miras olarak yalnızca gerçekliği çoğaltma hakkı vermemiş bunu bir görev olarak da bırakmış.

 Bu Zola'nın başarısı Meyhane ya da Hayvanlaşan İnsan ile değil.

 İlk olarak aile albümü Proust ve Manet'dir.

 Filmin başından sonuna dek çok kötü şekilde tecavüze uğramış Nature onların kurgu tarlalarına tohum ekiyor.

 Matisse'den Giotto'ya Madame de la Fayette'den Faulkner'a hızlı tren olması için yalnızca normal trenin 5'de 1 hızınız artırması gerekir.

 Sinema aynen Hıristiyanlık gibi tarihsel gerçeği yansıtmıyor.

 Önümüze bir hikaye sunuyor ve diyor ki: İnanın!

 Hikayenin kadersi senin tarihte yaptığın gibi değildir.

 Ama ne pahasına olursa olsun inan!

 Görevi uzun ömürlü.

 Burada bir hikayen var.

 Tarih gibi ele alma.

 Kendi hayatından bir parça ver.

 Sinema sanatın bir parçası olmamıştır, hatta tekniği çok daha azdır.

 L'Arrivée du train en gare'den Rio Bravo'ya.

 Kamera pek değişmedi.

 Debrie 7'ler Platin Panavision'dan biraz daha iyiler bunu Gide'nin yeğeni Kongo'dan aldı.

 White Shadows Teknisyenler doğru olmadığını söyleyecek ama 19'ıncı yüzyılda her tekniğin icat edildiğini hatırla saçma sapan teknikler de icat edildi.

 Madame Bovary, porno kasetlerine geçmeden önce telgraf makinesiyle büyüdü.

 Ne teknik ne de sanattı bu!

 Sanatın geleceğinin olmaması iki kardeşi de endişelendiriyordu.

 100 yıldan kısa bir süre sonra haklı olduklarını gördük.

 Televizyon Léon Gaumont'ın hayallerini haklı hale çıkardı.

 Dünyayı en fakir yatakhanelere bile getirdi.

 Dev gökyüzünü Tom Thumb'dan çobanlara kadar indirerek.

 Daha sonraları onları yanlış anlıyoruz.

 "Gelecek yok" dediler.

 Bu kadar, sanat gelecektir.

 Sanat bize verdiğini daha sonra bizden alandır.

 Çocuk oyuncağı olduğunu söyleyelim.

 Saint-Simon'ın öğrencileri.

 - Usta kim bu arada?

 - Enfantin.

 Baron Enfantin.

 Doğu'yu hayal ettiler fakat İpek Yolu ya da Rum Yolu demediler.

 Demir yolu dediler çünkü hareket halindeydi.

 Hayal pişkin ve mekanize olmaya başladı.

 19'ıncı yüzyılının alaca karanlığı.

 Toplu taşımanın başlangıcı!

 20'inci yüzyılın şafağı!

 Histeri tedavisinin başlangıcı.

 Charcot, Freud için hayal dünyasının kapılarını açıyor.

 Ama onu canlandıracak anahtarı buluyor.

 Bu parçası üzerindeki Lilian Gish ile Salpetrière'deki Augustine arasındaki fark ne?

 Bazen daha kötüsü Tanrı'nın buyruğuyla önceden hissediyorsun.

 Yalnızca Tanrılar ve sahte Tanrılar için demiyorum ilahı nur dünya tarihinin dışına doğru iteklendi.

 Dünyadaki geceler yerini kedere ve hüzne bırakmış çünkü gittikçe daha da dar oluyor.

 Sonrada yerini dünya savaşına ya da sapıklığa bırakacak.

 Gittikçe yakınlaşacak ve artık Tanrı'nın yükümlüklerinin yerine getiremeyecek.

 Televizyonun saçmalaması ve kötü yetişkinler için ki bunlar karanlığı, usandıran, görmeyi red edenlerdir bunlar kendilerini çocukluk sınırına kadar getirir.

 Çünkü olan şey şudur: 20'inci yüzyılın şafağında teknikler yaşamın kopyalanmasına karar kıldı.

 Bundan dolayıdır ki sinema ve fotoğrafçılık ortaya çıktı.

 Ahlak hâlâ yerini koruyordu ve onlar geçek kimliklerini sökmek için hazırlıyorlardı.

 Böylece cinayete yas tutmaya başladılar.

 Renklerin matemiydi bu, siyah ve beyaz kendine sinematografide yer bulmaya başladı.

 Şairler ölümcüldür ve ciddiyetle şarkı söylerler.

 Geçici Tanrıların izine varmak ve o izi doğruca takip etmek için, izler ölümlüler içindir.

 Onların kardeşleri, dönüş yolu için vardırlar.

 Peki ölümlüler arasında kim böyle bir çizgiyi çizebilir?

 İzlerin farkına varmak her zaman zordur mirasın izlerinin farkına varmak ise neredeyse imkansızdır.

 Üzüntülü zamanlarda şair olmanın anlamı: Şarkı söylemek geçici Tanrıların izine katılmak için.

 Çeviri: ismuta ~twitter.

com/ismutaa||

Histoire(s) du cinéma Une vague nouvelle (1998)

50000||1568000|| Bu film II.

 101 Film 101 Çevirmen Etkinliği adı altında çevrilmiştir.

 Eski ahit hakkındaki 10 eski tekfili bilir misiniz?

 Hayır.

 Scholem'in yazısına göre realiteyle ilgili aktarılabilen bir gelenek var.

 Komikmiş.

 Buradaki soruda, realitenin birçok niteliği var.

 Ve aktarılabilir olmak onlardan biri değil.

 Ne diyorsun sen yahu?

 Anlamıyorum.

 Güzel söylediniz.

 "Anlamıyorum.

" Hâl böyleyken onu gördüm.

 Hayır, duydum.

 İnsanlar paranın kölesi olmadığımız bir topluluk için mücadele veriyor.

 Para uğruna yaşamamak nedir anlayamazsın.

 Şimdi anlamaya başladım.

 Ama şu saplantı Başka bir şey düşündün mü?

 Aşkı mı?

 Hayır, asla.

 Perspektif, batı tablolarının orjinal günahıydı.

 Kurtarıcıları Niepce ve Lumière idi.

 Bir filme hayran kaldığımda şöyle söylüyorum: "Güzelmiş ama sinema bu değil.

" Ben de kendime onun ne olduğunu sordum.

 Buraya onu ortadan kaldırmak için değil gerekeni yapmak için geldim.

 Hem Tanrı'ya hem de paraya hizmet edemezsin.

 Sadaka verirken sağ elinin verdiğini sol elin görmesin.

 Böylece sadaka vermek senin sırrın olur.

 Baban, gizlice yaptığın şeyi görünce seni ödüllendirecektir.

 Yargıladıkça yargılanırsın.

 Bağışlan.

 Kullandığın ölçüyle sen de ölçülürsün.

 Aman Tanrım, para!

 Bu, senin her günkü duan olmalı.

 Eve dönüş!

 O eve döndükten sonra artık ziyaretçi olmasına gerek kalmayacak.

 Peki son ne zaman?

 Ve nerede?

 Lanet ne zaman bozuluyordu?

 Sükutun yoğun olduğu yerde son kademe var mıydı?

 Bireylere göre öyle.

 Bir gitar akoru için kaç kişi ağlar?

 Şeytan hâlâ var mıdır?

 İnsanın sesi evrenin yapısına dokunur, cevap vermez.

 Seherden önce de cevap gelmeyecek gibidir.

 Sanki beklemekten başka her şey o yıldızı beklemek onun dışında her şey meşruydu sanki.

 Çünkü son bir kez, gece gündüzü ele geçirmek için birliklerini topladı.

 Ama geceye saldıran ışıktır.

 Ve yumuşak yumuşak, onu korkutmamak için insanların çok uzun zaman önce duyduğu homurdanma - öyle önceydi ki, o vardı!

 - yeniden başladı.

 Fernand Braudel'in son dersi.

 Hikaye anlatmıyor.

 Etienne Jules Marey'in ona söylediğine göre kutsal adam inceler.

 Fransa'nın kimliği.

 Sinemanın kimliği.

 Yeni Dalga'nın kimliği.

 Bir akşam Henri Langlois' in evine gittik.

 Orada ışık vardı.

 Çünkü - öyle değil miydi?

 - gerçek sinema, kaba gözlerimiz için Frédéric Moreau'un rüyalarındaki Madame Arnoux'un çehresini takmamıştı.

 Sinemanın Canudo ve Delluc vasıtasıyla geldiğini ama onu hiç görmediklerini biilyorduk.

 Vox'ta, Palace'ta, Miramar'da Variétés'te cumartesi filmeriyle ilgili yapacak bir şey yoktu.

 O filmler herkes içindi.

 Sadece bizim için değil.

 Bizim haricimizdeki herkes için.

 Çünkü gerçek sinema, görülemeyecek türdendi.

 Tek türdü.

 It was Mary Duncan'dı.

 Öyle değil mi Jean George Auriol?

 Ama nehri asla göremedik.

 Onu görmeden sevmeliydik.

 Ve kalpten.

 Ekim ayının aynı kitlesi.

 Ve Que Viva Mexico'dakiler.

 Öyle değil mi Jay Leyda?

 Sunrise'daki tramvaylar için de aynı şey geçerli.

 Öyle değil mi Lotte Eisner?

 Çoktan unutulmuş, hâlâ yasaklı ve daima görünmez.

 Sinemamız böyleydi.

 Ve benimle kaldı.

 Langlois confirmed de bunu doğruladı.

 İşte bu kesin kelimedir.

 Resim, kurtarma bölgesinde olduğunda - gerçekte - çok saşırmıştık!

 El Greco ve Goya'nın İtalya'da, Picasso'nun da Goya'dan önce şaşırdığından daha fazla hem de.

 Geçmişimiz yoktu.

 Avenue de Messine'den gelen bu adam, Hindiçin ve Cezayir'deyken bize gelecekte başkalaşım geçiren geçmişin hediyesini verdi.

 "İnsanlığın Umudu" projesini ilk tasarladığında İspanyol Sivil Savaşı'nda aldığımız darbeden daha çoğunu "Mecazlar Kardeşliği"'nden almıştık.

 Tek hatamız bunun daha başlangıç olduğunu düşünmekti.

 Stroheim öldürülmemişti Vigo iftirada bulunulmamıştı 400 patlama devam etti.

 Daha zayıf bir şekilde büyüyorlardı.

 30 yıl sonra cesaretimizi kaybettiğmizi kabul etmeliydik.

 Sebebin cesaretimizi değil zaafımızı kaybetmemiz olduğunu kabul etmeliydik.

 Ve belki de zayıf etkileşimin güçlerinin evin dördüncü duvarının zayıf gücün sanat olduğunun farkına varmam gerekti.

 Ve son doğan şeyi: Sinematograf.

 Tişört müzesi mi bu?

 Yeni Dalga müzesi Audrey.

 Daumier'in bununla e yapması gerekiyormuş ki?

 Korumaya sor.

 - Hoşunuza gitti mi?

 - Burada ilginç şeyler var.

 Katılmıyorum.

 Tonlarca eser.

 Sıfır insan.

 Bu Yeni Dalga.

 Yönetmen teorisi.

 Yazarlar tarafından.

 Eserler!

 Arkadaşın haklı.

 - Önce eserler sonra insanlar.

 - Çok duygusuzsun!

 Film işi yapabiliriz ama kalp işi yapamayız.

 Bilmiyorum.

 İşsizlik vakti.

 Peki kimin eseri yok?

 Bazen çok fazla elimiz ve kalbimiz olur.

 Kalpsiz zamanlar evet ama işsiz değil.

 Bir devir iğrenç ve eserden yoksunsa bize yeni bir uyarı yapar.

 Uyarı, vicdanlarımız yerine ellerimizi kullanmamızdır.

 Vicdan için iş yapmayan bir devir hiç duymadım.

 Hepsi aynı.

 Becker.

 Rossellini.

 Melville.

 Franju.

 Jacques Demy.

 Truffaut.

 Onları tanırsınız.

 Evet onlar benim dostlarımdı.

 çeviri: relentless||

Ici. et. Ailleurs.1976

22500||3153200||Bu filme 1970'de "Zafer" deniyordu.

 1974'te "Burada ve Başka Yerde".

 Ve Başka Yerde.

 Ve 1970'te bu filme "Zafer" denildi.

 1974'te "Burada ve Başka Yerde".

 Ve Başke Yerde.

 Ve Siyonist düşmanlar tarafından toprakları ellerinden alınan Filistinlilerin, kendi toprakları için mücadelesini konu aldığı için, konu olarak Filistin Devrimi'ni tercih ettik.

 Ve bunu barışçıl araçlarla geri vermeyeceğiz.

 Barışçıl araçların umutsuzluk getirmesinden sonra bu görevi silahlarımızla savaşarak yerine getireceğiz.

 Ve bu silahlar ile barışı inşa edeceğiz.

 "Silahlı Filistin Devrimi'nin en önemli sonucu Filistinli kadınların devrime doğrudan katılmaları ve Filistinli erkeklerle birlikte mücadele etmeleridir" Ortasında veya başlangıncında 1970'lerin ortasında veya başlangıcındaydı.

 Orta Doğu'ya gidiyoruz.

 Bu "biz" kimler oluyor?

 Şubat - Temmuz 1970'de Filistinlilerle birlikte film yapmak için Orta Doğu'ya gidenler arasında ben varım sen varsın, o var, o var Bu sıraya göre bir şeyler çekmek için, organizasyon düzenledik.

 O, sen, o, Filmi bu şekilde düzenledim.

 Elbette en başta, halk halk "İsrail'in söyledikleri doğru değil; Bu genel olarak Araplarla İsrail arasındaki bir sınır sorunu değil." Halk, halkın arzusu.

 Sonrasında silahlanan bir halk var ve silahlı mücadele halk savaşı silahlı mücadele, halkın savaşı silahlı mücadele, halkın savaşı Ve siyasi çalışmalar vardı.

 Siyasi çalışma "Filistin halkının gerçek zaferi".

 siyasi çalışma.

 Halk eğitimi.

 Ve savaşın yaygınlaştırıldığı bir dönem oldu.

 Çabalar uzun bir yürüyüşü gerektirdi.

 Halkın yönettiği savaş genişletildi.

 ta ki, zafere kadar "Zafere kadar devrim".

 "Halk için, halk tarafından zafere kadar devrim".

 Böyleydi, hepimiz bu şekilde organize olmuştuk.

 Tüm sesler, tüm imajlar, bu sıraya göreydi.

 Tüm sesler, tüm imajlar, bu sıraya göreydi.

 Orta Doğu'da güzel olan şey bu denildi.

 Arap dünyasında duyulmamış ve görülmemiş beş imaj, beş ses Halkın isteği ve halk savaşı için silahlanmış kitleler ve, halkın eğitimi için siyasal çalışma, ve mücadeleyi sürdürmek için halkın mantığı sürdürmek Filistin halkının zaferine kadar sürdürmek Ve bu birinin, onun, benim, onun ve senin başka yerde kayda aldığın şey.

 Başka yerde, Şubat-Temmuz 1970.

 Başka yerde, Ürdün, Lübnan, Suriye.

 Başka yerde, Fetih İstihbarat Merkezi.

 Başka yerde, Arap Ligi'nden 8,000 dolar Ve sonra eve döndük, Ben döndüm, sen döndün.

 Her neyse, Hala toparlanamadık.

 O, sen, o, Ben sonunda buraya Fransa'ya döndüm.

 İyi gitmedi.

 Ve günler geçti, aylar geçti.

.

 BENLER VE SENLER "Bu Sosyalist Parti'ye üye olmak istemiyorum" dedim SENLER VE BENLER "Bu geçen hafta, hükümetin bankacıların bazı taleplerinin yerine getirilmesi noktasında, işçilerin güçlerini gördük " Hiçbir yerde iyi gitmedi.

 Hiçbir yer iyi değildi.

 Burada iyi gitmiyor, hiçbir şey yapamıyorum.

 Fransa'ya dönünce, neyin filmini yapacağını bilemiyorsun.

 Çok yakında Birilerinin dediği gibi çelişkiler patlama yaratabilir.

 Sen de dahilsin buna Görmeye başlıyorum.

 Görmeye başlıyorum.

 Çok yakında Birilerinin dediği gibi çelişkiler patlama yaratabilir.

 Sen de dahilsin buna ve sen de, sen de.

 Bundan ötürü bu bu bu böyle oldu.

 Veya şundan şundan şundan şundan ötürü böyle oldu: TEKRAR DÜŞÜN YAKLAŞIK BÜTÜN AKTÖRLER ÖLDÜ FİLMDEKİ AKTÖRLER ÖLÜM TEHLİKESİ ALTINDA FİLM EDİLDİLER ÖLÜM BU FİLMDE İMAJLARIN AKIŞI İLE TEMSİL EDİLİR İMAJLARIN AKIŞI VE SESSİZLİĞİ SAKLAYAN SESLER SESSİZLİK ÖLÜMCÜL OLABİLİR HAYATTA KALABİLMEK İÇİN ENGELLENMESİ GEREKİR BELKİ, BİNBİR GECE'DE, ŞEHRAZAT BUNU FARKLI SÖYLÜYORDUR.

 Rüyaya umut ekleyerek ne kadar yanıldığını farkedebilir.

 Daha doğrusu: kendimizi sıfır noktasında bulduğumuzda, eklemedik ama çıkarttık Daha doğrusu: önce eklemek negatif bir şey olabilir: BURADA VE BAŞKA YERDE Fransız Devrimi ve Arap Devrimi.

 Arap Devrimi ve Fransız Devrimi.

 Burada ve Başka Yerde; Zafer ve Yenilgi; Uluslararası ve Ulusal; Hızlı ve Yavaş; Her yerde ve hiçbir yerde; Olmak ve Elde Etmek; Uzay ve Zaman; Sorular ve Yanıtlar; İç ve Dış; Düzen ve Düzensizlik.

 İç ve Dış.

 Siyah ve Beyaz; Henüz ve Zaten; Rüya ve Gerçeklik.

 Burada ve Başka Yerde; Güçlü veya Sefil; Bugün veya Yarın; Normal veya Deli; Her şey veya Hiçbir şey; Her zaman veya Asla; Erkek veya Kadın; Fazla veya Az; Yaşamak veya Ölmek; Yoksul veya Zengin.

 ZENGİNLİK VE YOKSULLUK HAKKINDA Dünyayı basitçe ikiye ayırmak çok kolaydır.

 Zenginlerin yanlış, yoksulların doğru olduğunu söylemek çok kolay ve basittir.

 Yoksulların doğru, zenginlerin yanlış olduğunu söylemek çok kolay ve basittir.

.

 Çok kolay ve Çok kolay ve çok basit.

 Çok basit ve çok kolay.

 Dünyayı basitçe ikiye ayırmak çok kolaydır.

 Sermaye şu şekilde işler; yaklaşık şöyle, muhtemelen 1 yoksul ve 1 sıfır eşittir bir az yoksul 1 az yoksul ve bir sıfır daha eşittir bir daha az yoksul bir daha az yoksul ve bir sıfır eşittir bir zengin bir zengin ve bir sıfır daha eşittir bir daha zengin bir daha zengin ve başka bir sıfır eşittir bir çok daha zengin Sermaye böyle işler.

 Verili bir anda ekleme yapar, ekleme yaptığı şey sıfırlardır.

 "Evet ama sıfırlar onları, yüzleri, binleri seni beni temsil eder, kapitalist aslında onlar gerçekten sıfır değil der.

".

 Birileri onları, yüzleri, binleri görüp öğrenmeli, hesap zamanı geldiğince yenilgiler ve zaferler toplandığı zaman birilerinin kıçına girecek, birilerinin kıçına girecek çünkü Seni veya onu görmek istemedim o da temsil edilen tüm bu hayalleri görmek istemedi.

 Zamanında temsil edilen tüm bu rüyaları görmek istemedi.

 Çarpılan sıfırlarla birlikte zaman verilir ve tekrar geri alınır.

 GÖRMEYİ ÖĞREN, OKUMAYI DEĞİL Ama sıfır oldukları için, çarpılırlar ve sıfırlarlar aynı zamanda.

 Burada, bu dakikada bunu göremeyenler umutlarımızı sıfıra düşürmüştür.

 Örnek olarak 17+'ın imajı 36'nın imajı burada 68'in imajına eşittir örneğin, 17+'nın imajı 36'nın imajı başka yerde halen 1970 Eylülü imajına eşittir.

 Sovyet veya Amerikan kapitalist sistemi, sistem işler, işler, işler, işler bu şekilde işler.

 Ve rüyalarımız çoğu zaman bir dizi sıfırın eklenmesi olduğu için miktarın imajlarının imajların miktarı ile hiçbir ilgisi yoktur.

 Burada ve başka yerde Biri burada yoksulken, başka bir yerde milyoner olabilir yerin imajlarının milyoneri.

 Zihnini dolduruyor olmalı.

 Zavallı devrimci aptal.

 Zavallı devrimci aptal.

 Devrim imajlarının milyoneri.

 Devrimde yoksulluk, devrimin imajlarında milyonerlik.

 BİR KEZ DAHA DÜŞÜN, BURADA VE BAŞKA YERDE Devrimin imajlarında milyonerlik.

 Sonunda birileri bu filmde ne olduğunu görecek herhangi bir Amerikan sinemasında, ben ekledim, sen ekledin Silahlı mücadele.

 Siyasi çalışma.

 Sürdürülebilir savaş.

 Zafere kadar.

 Tamam, ama burada, imajlar bütün halinde görülebilir.

 Sinemalar, bu imkansızdır.

 Birbiri ardına ayrı ayrı bunları görebilmek gerekir ki sonuç: Halkın isteği.

 Silahlı mücadele.

 Siyasi çalışma.

 Sürdürülebilir savaş.

 Zafere kadar.

 Ancak bu şekilde görülür, biri film yaptığı zaman şeyler bu şekilde gelişir.

 Her seferinde, bir imaj diğerinin yerine geçmek için bekler elbette az veya çok öncekinin anısını da yanında taşır.

 Bu filmin devamlılığını olanaklı kılar ve imajlar hep beraber gelmezler, kendilerini ayrı ayrı kaydettirirler birbiri ardına destekçileri: Agfa, Kodak, Orvo, Gevaert Ve genel olarak, zaman mekanın yerini alır ve onun adına konuşur, daha doğrusu: Mekan - halkın isteği.

 Mekan filmin içinde kendini baş bir formda gösterir.

.

 Zaman - halkın isteği.

 Mekan - silahlı mücadele.

 artık bir bütün değil, çevirilerin toplamıdır, hislerin toplamının yöneldiği Mekan - siyasi çalışma.

 bu zamandır Zaman - siyasi çalışma.

 Mekan - genişletilmiş savaş.

 ve film denilen şey genel olarak, imajların zinciridir Zaman - genişletilmiş savaş.

 bu imajlar dizisi ile işler istenildiği gibi yürür, çifte bir kimlik olarak, mekan ve zaman birbirine bağlıdır.

.

 Zaman - zafere kadar.

 montaj yapan iki işçinin durumu gibi her biri aynı zamanda birbirinin kopyası ve aslı durumunda.

 İLK Peki öyleyse, birinin zamanının diğerinin mekanını alması nasıl kullanılır?

 İLK SORU Bir program nasıl düzenlenir?

 Şey, bu şekilde bu şekilde Ama şu şekilde de.

 Veya şu şekilde.

 Veya tekrar şu şekilde.

 Ayrıca, aslında, bu şekilde.

 Bundan dolayı, zincire benzer ayrıca anıların düzenlenmesinden oluşur belirli bir düzene göre birbirine bağlanır bu zincir üzerinde herkes birbirinin yerini bulabilir böylece kişi kendi imajını yeniden keşfedebilir.

 Tamam.

 Peki biri başkasının düzeni veya düzensizliği içinde nasıl kendi imajını bulabilir?

 Başkasının onayı veya onay vermemesi ile mi?

 Ve sonra: Birinin kendi imajını nasıl yapılandırır?

 Birinin markası, kendi etkisi olan bir imaj, parçaları olan bir imaj.

 Şey, şu şekilde veya bu ayrıca şu şekilde şu, şu şekilde veya bu veya şu başkasının görüşünü kullanarak "benzerlik" aramalar için bir kolaylık sağlar ve orada olmayan üçüncü bir kişinin bakışıyla fotoğraf lensleri ile zaten daha önce temsil edilmişti ve sana veya bana inanacak bu imaja baktığımız zaman.

 İşin doğrusu, kendi imajını büyük olasılıkla başkaları üzerinden oluşturacak.

 Dost veya düşman, İmajını sen üretirsin.

.

 İmajını benimkiyle üretirsin ve tüketirsin benim imajımı seninki olarak dağıtırsın.

 Orada 4-5 sene önce ne yaptığımızı düşündüğümüzde farklı yönlerde bu tarz şeyler söylendi ve şimdi burada ne yaptığımızı düşünüyoruz "Ödevini bitirdin mi?

" "Babam niye iş bulamadı?

" "Geldiği zaman kendisine sorarsın.

" "Her zaman aynı soru 'niye?

' " Kimse nasıl yanıtlayacağını bilmiyor, veya yanıtlar zaten sahte Her neyse , daha iyisini yapmıyoruz.

 Ve sürekli olarak kötü şeyler yapıyoruz, Yanıtlar uymuyor diye düşünmeyi bırakıyoruz, peki ya sorular "Bir şey bulabildin mi?

" "Hayır, çok geç kaldım.

" "Babacım bana söyler misin, Anlayamıyorum " "Hayır, şimdi zamanım yok, başka zaman " Bu tarz sorular ve yanıtlar bir kenara bırakılmalı.

.

 Başka bir şey bulunmalı Nasıl iş bulacaksın Kişinin geçimi Kişinin zamanı.

.

 Başkasının zamanı içinde istihdam edilecek ve burada kullanılacak Üretimden önce, birileri dağıtmak zorunda kalacak Başkaldırmak yerine birilerinin şeyleri açık şekilde görebilmek için zamana ihtiyacı olacak örneğin şeylerin karmaşıklığının ve endişenin basit bir şey olduğunu korkmadan söylebilmek gerekiyor örneğin, yüksek sesle ortaya koyabilmek gerekiyor: "Hayır, hayır, hayır, yeterince yüksek değil!

" "Bu şekilde isteyenin sen olduğunu söylüyorsun!

" "Evet benim!

 Bıktığım zaman bağırmayı seviyorum" "Dinle, iş bulamamamın sebebi ben değilim.

" "Siyasi toplantılarında daha az zaman geçirirsen iş bakmaya zamanın kalır belki!

" "Gerçekten mi?

 Bu saçmalık!

" "Sen de!

 Lütfen sesi azalt.

" "Haydi, lütfen!

" Sesi aç, gerçekte nasıl olur?

 Bazen bu şekilde Bazen de şu şekilde veya şu şekilde Peki, bu hareketlerden birini ayrıştıralım ve yavaş bir şekilde inceleyelim Sadece bir değil iki hareket olduğunu düşünenler için Birbiriyle ilişkili hareket eden iki ses Panik zamanlarında ve hayalgücü eksikliğinde.

.

 gücü eline alan daima biri vardır.

 Örneğin burada, önce okul ve aile sesleri vardı.

 Sonra okul ve aile sesini silecek başka bir ses olacak.

 Bir aşamada bir ses diğer sesler üzerinde hakimiyet kurar.

 Bir aşamada bu ses umutsuzca gücü elinde tutmaya çalışır.

 Bu ses nasıl güçlenir?

 Güçlenir çünkü verili bir dilimde bu ses bir imajdan beslenir.

 Örneğin bu: Mafyayı temsil eden bir gangsterin imajı.

 Veya daha açık bir örnek, patronunu temsil eden bir ustabaşının imajı.

 İmajın aynı anda sesle takviye edilmesi ile güçlenmesi ve hakim olması mümkündür.

 Karşılıklı imajların sesle takviyesi.

 Örneğin bir işçi, kendini sendika ile temsil ediyor ve bu organizasyon bu olguyu işçiye verilen bazı anahtar kelimelerle mümkün kılar.

 SİLAHIM Fabrikayı unutmak için pornografik roman okuyan bir genç.

 Her çeşit günlük imaj anlaşılmaz ve karmaşık sistemin bir parçası olacak ve her aşamada tüm dünyayı temsil edecek veya yok sayacak.

 Her çeşit imaj.

 Her çeşit imaj.

 Günlük.

 Günlük.

 Fabrikayı unutmak için.

 Fabrikayı unutmak için.

 Anlaşılmaz ve karmaşık bir sistem.

 Anlaşılmaz ve karmaşık bir sistem.

 Bütün dünya.

 Bütün dünya.

 Nasıl olduğu önemli değil.

 Nasıl olduğu önemli değil.

 Günlük imajım anlaşılmaz ve karmaşık bir sistemin parçası olacak ve her an bütün dünya için geçerli olacak bütün dünya, bu bir imaj için çok fazla.

 "Hayır, çok değil" der uluslararası kapitalizm ve tüm servetini bu doğru üzerinden biriktirir.

 Artık basit imajlar yoktur, sadece basit insanlar, bir imaj gibi sessiz kalmaya zorlanan insanlar vardır.

 Her birimiz birbirimizin içinde çoğalırız ama dışarda yeterince çoğalma olmaz İmajların kesintisiz zinciri ile birbiri ardına köleleştirme başlar Azar azar değiştirilmeye başlarız Azar azar İmajların kesintisiz zinciri ile birbiri ardına değiştirmeler başlar her bir imaj bir yeri, hepimizi, mekanları.

.

 olayların zinciri içinde gücü kaybetmeye başlarız.

 BURADA VE BAŞKA YERDE Birkaç kişi yapmıştık.

 İmajları aldık ve sesi çok yüksek düzeyde ekledik.

 Vietnam Her zaman aynı ses, her zaman çok gürültülü.

 Prag, Mayıs 1968 - Fransa, İtalya.

 Çin Proleter Kültür Devrimi.

 Polonya Grevleri İspanya İşkenceleri.

 İrlanda, Portekiz, Şili, Filistin.

 Ses çok alçak sesi neredeyse boğdu ve imajın dışına çekmek istedi.

 Karame kentinin kalıntıları arasında, Fetih'ten küçük bir kız şiir okur.

 "Ben karşı çıkacağım " Dinle, önce sahne hakkında konuşmalısın ve bu setteki aktörle ilgili, bu tiyatro hakkında.

 Bu tiyatro nereden geliyor?

 1789'dan geliyor, Fransız Devrimi'nden ve büyük jestlerle kamuya iddianamelerini okuyan 89 Delegelerinin iradesinden Bu küçük kız Filistin Devrimi için rol alıyor, şüphesiz.

 O masum biri, ama belki bu formda bir tiyatroda değil.

 Ürdün yakınlarında küçük bir Feddayin grubu devrimci teori ve pratik hakkında tartışıyorlar.

 Dinle, konuşmalarında biraz daha açık olmalısın!

 Bu Feddayin üyeleri nelerden bahsediyorlar?

 Toprakla olan bağları hakkında, siper kazma örneği üzerinden düşünüyorlar.

 Ve net olarak: "Toprağı kazarak ona daha çok bağlanıyoruz ve bunu seviyoruz.

" "Ve toprak seni koruduğunda, ona aşık oluyorsun.

" "Öyleyse pratik ve teori hakkında konuşulmuyor.

" Topraklarına aşık olmak dediler, sonra da şöyle dediler: "aşık" ve "olmak".

 Demokratik Cephe bir okulda sınıfları alfabetik olarak düzenliyor Sendikadan bir kadın bir metni tekrarlıyor.

 Görüyorsun, ilk başta bu küçük görevi yerine getiriyor diye mutluydu.

 Güzel biri olduğunu düşünüyorum.

 Nasıl okuyacağını bilemiyor, sadece bir metni tekrarlasa bile, mücadeleye katılmaktan ötürü oldukça memnun.

 Ama bu tekrarlama devam ettikçe gitgide daha suratsız ve sıkılmış duruyor.

 Konuşmasına gerek kalmadığı işlerine geri dönmeyi istiyor gibi duruyor, bu görevler tekrarlayan türden olsa da Günlük yaşam, her gün devrimin içinde veya dışında görevlerle sürüyor.

 Otomasyonlar, onun hiçbir zaman bu şekilde söylemeyeceği kelimelerin belirli bir düzende tekrarlanmasını düzenliyor.

 Ama ne şekilde söyleyebilirdi?

 Ve nasıl?

 Her durumda, sendikalar bu soruyu sormazlar.

 Metinler konuşur, konuşur ama asla sessizlik hakkında konuşulmaz Bakka Kampında, Amman'dan uzak olmayan bir yerde, El-Fetih liderlerinden biri konuşur; Karame zaferinin yıldönümünü kutlamak için konuşma yapıyor.

 Görüyorsun, sessizlikle ilgili konuşuyorduk.

 bu imajda, yanlış giden her şey çok açık bir şekilde görülmektedir.

 Halkı temsil eden kişi tek başına konuşuyor, halktan uzak bir durumda.

 Her zamanki gibi, tiyatro.

 Beyrut'ta "Bir kez daha söyleyebilir misin?

" hamile bir kadın çocuğunu devrime bağışlamaktan gurur duyuyor Bu kesitte en ilginç şey bu değil; ama şu: "Bir kez daha söyleyebilir misin?

" "Başınızı biraz düzeltebilir misiniz?

" "Evet, şu şekilde.

" Denebilecek ilk şey:

Her zaman yönettiği görülen kişi, asla yöneten kişi değildir.

 Yöneten ve emirleri veren kişi asla gözükmez.

 Uymayan bir şey daha var.

 Bu kesit için genç bir entelektüeli seçtin, Filistin davasına sempatisi olan biri, hamile değildi ama rolünü oynamayı kabul etti.

 Ayrıca o genç ve güzel biri.

 Bu konu hakkında sessiz kaldın.

 Ama bu tipin sırlarından faşizme kadar sadece tek bir hızlı geçiş var.

 "Ve sonra, geleneksel Yahudilerin ağırlıklı yaşadığı bu kasabada, öfke ve nefret patlaması oldu" "Öfke nöbeti ve yarı kolektif çılgınlık, kalabalık histerik bir şekilde binanın içine hücum etti " Bu imajlar görüldüğü zaman "4 Feddayin üyesinin bedenleri pencereden dışarı atıldı, ve sonrasında 'Teröristlere Ölüm' denilerek yakıldı.

 Bu imajlar görüldüğü zaman, söylenebilecek tek şey var, üretilecek tek bir ses: "Auschwitz Treblinka " Münih - Eylül 1972: Olimpiyat Oyunları.

 Filistinli bir komando, İsrail milli takımından bir düzine sporcuyu rehin alır ve İsrail cezaevlerinde bulunan 100 Filistinli tutuklu serbest bırakılmaz ise rehineleri öldüreceğini söyler.

 Bilmiyorum.

 Eminim daha başka bir şey de yapılabilirdi.

 Düşün!

 Hangi koşullar altında bunların gerçekleştiğini düşün: Münih'te o gün, emperyalizmin gücü televizyonlardaydı ve milyarlarca izleyici programı takip etti Dünya çapında pek çok izleyiciye o süreçte "Bu imajı zaman zaman gösterin!

" demek mümkün olabilirdi.

 Kabul edilmeseydi, dünya çapında TV izleyenlerin avantajı kullanılabilir: her finalde "Bu imajı göstermeyi kabul etmediniz.

" - denebilirdi örneğin.

 Tamam, biz rehineleri öldüreceğiz ve sonradan biz de öldürüleceğiz.

 Ve onlar için olduğu gibi bizim için de, azıcık korkarak bir imaj için ölmek aptalca bulunacaktı " insanlık suçları: Bu kez Cehennem'in Kapıları açılacak " Tamam, çok fazla şatafatlı cümleye gerek yok.

 Toplamı kamplarıyla ilgili kitapları okurken bir şey farkettim, bilirsin, mahkumlar ayakta duramadıkları zaman gerçekten bir değerleri yoktu.

 Fiziksel çürümenin son aşamasında, Muslim isimli bir mahkum: "12 milyon insan, kadın ve çocuk sınır dışı edildi, 9 milyonu öldü" "6 milyonu için, tek suçları Yahudi olmaktı.

" Buradaki Museviye Naziler "Muslim" diyordu.

 Sessizlik.

 Aile.

 Televizyon.

 Benim suskunluğum.

 Senin suskunluğun.

 Fabrika ve cinsiyetler.

 Çalışma koşulları.

 Zevk ve para.

 Çalışma koşulları.

 Petrol ve devrim.

 Çalışma koşulları.

 Ne diyorlardı?

 Şunu diyorlardı: Nehri geçmeyi düşünürken, herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı veya bir hata yaptınız mı?

 Bir ciddi hata vardı: her zaman aynı yerden nehri geçerken, düşmanın makineli tüfeklerinin hedefinde kendimizi bulacağız ve böylece grubumuzun trajik sonuna neden olabileceğiz.

 Bunu ne zaman çektiğimizi anımsıyorum.

 Eylül katliamlarından tam 3 ay önceydi.

 Haziran 1970'ti ve 3 ay sonra bu grubun tamamı ölecekti.

 Gerçekten trajik olan şey burada yaptıkları konuşmalar kendi ölümleri hakkında konuşuyorlar.

 Ama kimse bunu söylemedi.

 Hayır, çünkü söylemesi sana kalmış bir şeydi, trajik olan şey bunu söylemedin.

 Gösterişsiz birer devrimci oldukları için, anlaşılabilir açık şeylerden bahsediyorlardı.

 inanılmaz yalın.

 Ne diyorlardı?

 "Düşman bizim girişimizi kolaylıkla farkedebilir bizi kuşatır, ateş açar ve bizi imha eder.

 bizi mağlup edecek ve ortadan kaldıracak.

 Bu çeşit bir hatadan bu yüzden uzak durulmalıdır Bu yüzden tek bir noktada toplanılmamalı Bu geçişler bireysel olmamalı, bu şekilde iki üç grup nehrin karşısına geçebilirdi Sessizlik içinde dinlemedik.

 Kendi yerlerinde hemen zafere ulaşmak istedik.

 Onlar için devrim yapmak isteseydik, belki o süreçte, bulunduğumuz yerde gerçekten istemedik "İsrail'in hedeflerine yönelik düşman alanlarına yönelik yeterli bilgimiz olduğunu düşünüyor musun?

" "Hayır, yeterince bilmiyoruz.

" "Düşman tarafından tutulan önemli noktalara karşı intihar saldırısı yapılabileceğini düşünüyor musun?

" "Evet, hemfikiriz, elbette.

" BİR KEZ DAHA DÜŞÜN, BURADA VE BAŞKA YERDE 1970'te bu filme Zafer denildi.

 1975'te Burada ve Başye Yerde.

 Burada, Fransız bir aile televizyon seyrediyor.

 Başka Yerde, Filistin Devrimi'nin imajları.

 Burada, bugün, bugünün gürültüsünün sesi ve imajları.

 Başka yerde, önce dün; sonra yarın.

 Burada, çok yalın imajlar.

 Çocuklar televizyon seyrediyor, öncesinde ödevlerini yapıyor ve yemeğe geçiyorlar.

 Başka yerde, çok yalın imajlar.

 Fedayin üyeleri nehri İsrail makineli tüfeklerinden kurtarmayı tartışıyorlar.

 Bu kadar yalın imajları görüp duyamama acizliği nereden geliyor peki?

 Bizler de diğer herkes gibi onlar hakkında bir şeyler söyledik.

 Onların dediklerinden farklı şeyler.

 Gözüken o ki, görmeyi ve işitmeyi pek bilmiyoruz.

 Veya, sesler o kadar yüksek ki gerçekliği kapatır durumdalar.

 Başka yerde anlamaktansa, burada görmeyi öğren Diğerlerinin ne yaptığını izlemektense, konuşmalarını anlamayı öğren Diğerleri, bizim "buradamızın" "başka yerinde" olanlar Çeviri: Redsun from Red's Family||

In Praise of Love

33485||5890000||İsimleri hatırlıyor musun?

 Belki de hiçbir şey söylenmedi.

 Gösteri sonun da.

 Erkek arkadaşıyla birlikte.

 Onu mutlu etmek için - sarı bir yıldız takıyor.

 - Öykülerden bir üçleme.

 Başlangıç Son Sonra kız bir şeyler yazar BİR ŞEYLER "Seni işsiz, "düşünmeye başlamak için bu zamanı mı kullanıyorsun"?

 Sonra bu adamlar gelir sarı yıldızı görür, kopartmaya çalışırlar, kıza derler ki: "Birkaç faşist görmek mi istiyorsun?

 Peki, işte buradalar.

" Sonra kızı şuursuzca döverler.

 Zaman geçer.

 Sakın kımıldama.

 Ne zaman!

 İnsanlar hareketsizce bekler.

 Ve eğer istemiş olsaydın: Film mi, tiyatro mu, opera mı, yoksa roman mı?

 Hangisini tercih ederdin?

 Roman, sanırım.

 Bir projemiz var.

 Üç çiftin öyküsünü anlatıyor.

 Genç, yetişkin ve yaşlı.

 Ve bu şey aşkın dört anından biri.

 Tanışma, fiziksel tutku, ayrılık daha sonra barışma.

 Yani neyi oynayacaksın?

 Sanırım genç kızı oynayacağım.

 Bir şeyler düşünüyorum.

 Erkeğin adı Perceval.

 Ve kızın adı Eglantine olacak.

 Ben Eglantine'yim.

 Bu Eglantine'nin hikayesi değil anlıyor musun, ama tarihi bir an Tarih Eglantine aracılığıyla mı naklediliyor?

 Gençlik zamanı.

 Sosyolojik bir araştırma diyelim.

 Örneğin, yaşlı adam ve kadın tanıştıklarında bu aşevinde olacak.

 Bu projede, aslında, biz yardım edemeyiz ama tasvir edebiliriz sefilleri tasvir edebiliriz.

 Bugünlerde her yerdeler.

 Birileri Victor Hugo'ya Victor Hugo'yu biliyor musun?

 Otur.

 İstersen sigara içebilirsin.

 Ne düşünüyorsun?

 Sigaram bu gece sonuna kadar yeter mi diye merak ediyordum.

 Ve bağcıklarımın yarına kadar dayanıp dayanmayacağını.

 Ve nefesimin hafta sonuna kadar yetip yetmeyeceğini.

 Çalışıyor musun?

 Evet, hem de çok.

 Geceleri de mi?

 Özellikle geceleri.

 Ve günün akşamı.

 Hiç ağlar mısın?

 İlk bakışta, çocukların neden ağladığını görebilirsin.

 İnsanlar yanlarında yürürken Albert ve Albertine birbirlerini böyle sevdi.

 Bilmiyorum.

 Bu hala kendimi nasıl gördüğüme bağlı.

 İlerlemeye devam etmeyi planlayan biri önceki benliğini artık var olmayan bir benlik olduğunu ifade eder ve ilgisini kaybeder.

 Diğer taraftan, başkalarının planlarını reddeder ve böylece geçmişle güçlü bir bağ oluşturur.

 Bu hemen hemen tüm yaşlı insanlar için de geçerlidir.

 Zaman boşa geçecek korkusuna tahammül edemezler.

 Herkesin kalbinin derinliklerinde Yoksullar vardır.

 Anıların hayatımızı geri almamıza nasıl yardımı olacağını bilmiyorum.

 Bu insanın tahammül edip etmemesi değil ama hakkı olup olmadığıdır.

 İşte küçük adam geliyor.

 Antik çağda insanlar ilişkilerini belirtirdi.

 Temel soru bu.

 Bu kimden?

 Ne zaman bir cevabımız olacak?

 Hala Ulusal Banka'dan yeşil ışığa ihtiyacımız var.

 Bu genç adam buna çok düşkün gibi görünüyor.

 Çok güzel bence.

 Bu senin düşüncen, sevgili dostum.

 Müze olsun olmasın, hırsız hırsızdır.

 Özür dilediler.

 - O zaman ben de özür dilemedim.

 - Sen farklısın.

 Sadece Braque ve Vlamincks'e dönerlerse ne olacak?

 Nasıl olduklarını biliyoruz.

 Louvre Müdürü Kanatlı Zafer'i korumak istiyor ama bu korunma eser sahibi olarak Phidias'la eşit şartlarda.

 Zaman değişti.

 Geçen yıldan bir duygu var.

 Cesaret kırıcı.

 Havada çok fazla değişiklik var.

 Hala kendini ifade eksikliği var.

 1900'le dalga geçiyoruz ama muhtemelen bizim çağımız da bir o kadar gülünç görünecek.

 Ve belki de sevimli.

 Bilmiyorum.

 Hafıza karmaşık bir şey.

 1942'deki yakalanmada tutuklandıklarında babam Edgar'ın dedesiyle aynı yaştaydı.

 Galeride ortaktılar.

 10 yaşındaydım.

 Kızıyla parkta oynardım.

 Deli gibi aşık olmuştum.

 Başka birini tercih etti.

 Ona dedim ki Jouvet: "Bu bahtsız adamla mutlu musun?

" Ona ne oldu?

 Kendi %50'siyle, Héléne ona bir Gordini satın aldı, sonra da bir Talbot.

 Indianapolis'te kendini öldürdü.

 Ascari ile aynı yıl.

 Sonra da senin borcunu ödedi.

 Ama anısı hala var.

 Evet, hafızanın yükümlülükleri.

 Hayır, doğru.

 Hafızanın yükümlülükleri yoktur.

 Bergson oku.

 Aksi takdirde hala aşık olmam gerekir.

 Uzağa bakarak, beyaz bluzun altına siyah sutyen giyerek Boubat fotoğrafında genç bir kız gibi görünüyordu.

 - Onunla görüşmeye devam ettin mi?

 - Hayır, intihar etti.

 Neyse ki imza yetkisi yoktu.

 Vollard'da 2 Corot, New York'taki Castelli'de bir Lichtenstein buldum, ama çok geç.

 Küçük Breughel'i geri almayı başardım ama sanırım o bir kopya.

 Tüm bu işlerden geriye kalan çocuğun paradan daha fazla bir şey yapması.

 Onunla Soulagelerin evinde tesadüfen tanıştım.

 Antoinette Sach'ın kızı bizi tanıştırdı.

 Sanırım o Edgar'ın vaftiz annesi.

 Belki de durumun farkında ama hiçbir şey söylemedi.

 Hala bir çok şey var.

 İyi bir proje olsa bile.

 Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.

 Bir opera, belki de.

 Bir film.

 Belgesel geleneğinde bir film.

 Ama ben bu terimi anlamıyorum.

 Ve ne demişti?

 "Aşk için" bir şey.

 "Ode," sanırım.

 Ne garip değil mi sanata rağbet başlıkları asalet günlerdeki gibi - nasıl da işliyor.

 - Ve Wall Street.

 Filmlerden bahseden, Henri Langlois'i tanıdın mı?

 Gerçekten tanımadım.

 Meerson'un karısını, evet.

 Ama onu değil.

 Belki bir keresinde, Raphael'de bir yemekte, '58'de veya '59'da.

 Anlaşılıyor ki, burada Arşiv Federasyonu'nu bir Alman ve bir New Yorkluyla birlikte kurmuş.

 Adını unuttum.

 1938'de.

 Iris Barry.

 Avukat Forlani'yi uğurla.

 Amerikalılar her yerde, değil mi, efendim?

 Vietnam direnişini hatırlayan var mı?

 Şunu daha iyi açıkla.

 Şöyle Gençlerle olan ortada.

 Sokakta onları geçtiniz ve söylediğiniz ilk şey: Onlar genç.

 Yaşlı insanlarla aynı şey.

 Her şeyden önce, düşünürsünüz: Bu yaşlı bir adam.

 Ama yetişkinlerle, herhangi bir şey ama besbelli.

 Tabiri caizse asla tamamen çıplak olmazlar.

 Porno filmlerin bile bir hikayesi olmak zorunda.

 Anlıyorum.

 Bu işi daha yakından incelemek zorundayız ama yaptığın noktaya bakıyorum.

 Üç yaş grubuna ihtiyacımız var.

 Yoksa bu proje öldü.

 Julia Roberts'lı bir hikayeye dönüyor.

 Hollywood.

 Tarih değil.

 Evet, anlıyorum.

 Çok zor.

 Ama bir şeyler bulursun.

 Ya Philippe'in bahsettiği şu genç hanım.

 Hala onu görmedin mi?

 Pek çok kez gördüm.

 Bunun üstüne, bir TV dizisinde rol almış.

 Bu beni sıkar.

 Satırlarını söylemeyi reddettiğini duydum.

 Kovulmamış mı?

 Bugünlerde bunun bir değeri var.

 Doğru.

 Gayret ederim.

 Üstünde bir fotoğrafı yok mu?

 Bize vermezdi.

 İstemiyorum, bulurum.

 Çoğu insanın hayatını yaşamak için cesareti var ancak hayal etmek için yok.

 Peki onlar için bunu nasıl yapabilirim?

 İki yıl önce biriyle tanıştım.

 Sana söylemedim, değil mi?

 Çok çekici değildi ama aklındakini söylemeye cesaret ederdi.

 Ona ne oldu merak ediyorum.

 Senin yetişkin tanımın ne?

 Onun devlet hakkında gerçekten söyleyecek bir şeyleri vardı.

 Ve devletin aşık olmadaki imkansızlığı.

 Aslında, rüya görüyorum.

 İstediğim şey Simone Weil ve Hannah Arendt gibi biri.

 Yazık kantatından vazgeçtin.

 (kantat: bestelemek için yazılan şiir) - Müzik mi sorun oldu?

 - Sorun bendim.

 Garson olarak ne para kazanıyor biliyor musun?

 3000 veya 4000 frank.

 Ayrıca başka bir yerde çalışıyor.

 Ayda 10.

000 Frank kazandıkları zaman Fransızlar başkasının sözünden çıkmaz.

 - Sence de öyle değil mi, Philippe?

 - Bilmiyorum, efendim.

 En tuhaf şey bu dünyanın yaşayan bir ölü gibi dünya üzerinde biçimlendirilmiş olması.

 Düşünce ve hissetme yolları daha önce geliyor.

 Demek, satırını buldun mu?

 "Jeanne, ne garip bir yol beni sana getirdi.

" Ama emin değilim.

 Kitapçıyı kontrol edeyim.

 Haklıymışım.

 Bu gece demiryolu deposunda çalışıyor.

 Eşyalar gözümüzün önünde.

 Onlar neden hazırlandı?

 Burada çalışan iri gözlü bir kızı arıyoruz.

 Kızlar dışarıda, git bak.

 Yine mi sen?

 Hayır dedim.

 - Kendini öldürüyorsun.

 - Seni ilgilendirmez.

 Belki de ilgilendirir.

 Bunun dışında, nasılsın?

 Yapmam gereken işler var.

 Beni rahat bırak.

 Ya sen nasılsın?

 İyiyim.

 Amerikalılarla nasıl gitti?

 Hangi Amerikalılar?

 Kuzey Amerikalı Amerikalılar.

 Biraz hafızan var.

 Sanırım var.

 Ona çok bile.

 Bilmezdim.

 Artık beni ilgilendirmez.

 Bir dakika konuşabilir miyiz?

 Lütfen.

 Çalıştığımı görmüyor musun?

 Ben de öyle.

 Bekleyemem.

 Bir Arap lokantası fark ettim.

 Hala açıktı.

 Seni orada bekleyeceğim.

 Hayır, dedim.

 Bundan sonra ofisleri temizlimek zorundayım.

 Seni gideceğin yere bırakabilirim.

 Bırakmanı istemiyorum.

 Gelecek hafta, o zaman.

 Boş bir günün olması lazım.

 Oğlumu Dijon'a götürmek zorundayım.

 Çok uzak.

 Sorun değil.

 Bir proje hakkında konuşmak istiyorum.

 Belki bundan daha iyidir.

 Elbette ama olmaz dedim zaten.

 Hiç mi tercih etmezsin?

 - Ne dedi?

 - Belki.

 Genç insanlar ayrıldıktan sonra, işler anlaşılmaz hale gelir.

 Al şunları.

 Havuzdalar.

 Kız, bir kız arkadaşıyla adamın yüzmesini izliyor.

 Kız titriyor.

 Adam onu artık neden sevmiyor?

 Adam "Mektubumu almadın mı?

" diye sorar.

 "Anlamıyorum.

" "Ama yeterince basit.

" "Seni çok seviyorum, hep varsın, " "benim için çok gerçeksin," "ne olursa olsun hep orada olacaksın gibi seni görmek" "işe yaramaz.

" Kız endişeyle kolyesini açığa çıkarır.

 Kolye kırılır.

 Boncuklar havuza düşer.

 Adam dalıp siyah bir boncuğu geri getirir.

 Başka bir şey söyler.

 Kız ağlar.

 "Neden zaten sahip olduğun bir şeyin peşinde koşuyorsun?

" "Tek kelime ile istenen olmak için çok güzelsin," "ve beni mutlu etmen için seni çok yükseğe yerleştirdim.

" "Seni seviyorum, sen benimsin."

"Ama benim olduğun için seni görmek zorunda değilim." Neler oluyor görüyor musun?

 Ya sen?

 Sevdiğin kişiye böyle söyleyebilir misin?

 Sevdiğin birinden bunu kabul eder misin?

 Bu yüzden Eglantine ve Perceval ayrıldılar.

 5 dakika daha bekleyeceğiz.

 Zamanın var mı?

 İki yıl önce biri böyle demişti.

 Hatırladım ama tam değil.

 Bir zamanlar bir kitap tezgahında metni buldum.

 Georges Bataille'nin kısa bir romanı.

 Onu duydun mu?

 İspanya İç Savaşı'nda insanlar, "İnsanın Umudu"ndan hep bahsettiler "Öğlen Mavisi"nden hiç bahsetmediler.

 Doğru, Kurtuluştan sonra çıktı.

 Sanırım 300 kopya sattı.

 - Philippe, onunla birlikte mi?

 - Evet, efendim.

 "Bir ölümlü varlığı seviyorum."

"Aşk dediğin," "ama seven birini antitezi," "sevginin egemen değer" "rolünü olumsuzlayan bir devlettir." "Devletin, bütününde dünyayı kucaklayacak gücü yok," "ya da kaybetmiş." "Evrenin bu bütünlüğü" "bir nesne olarak sevgilide" "bir özne olarak aşıkta sunuldu."

Bu hiç iyi değil.

 Neden olmasın?

 Neden olduğunu söylemiştim.

 Bir yetişkin olarak böyle bir şey yok.

 Hiç ölümü düşündün mü?

 Yani, kendi ölümünü?

 O zaman bir vasiyet hazırlamadın mı?

 Bir adam Kurtuluş'tan 50 yıl önce idam edilmiş.

 İdam edilmeden önceki gece bunu yazmış.

 Bize oku.

 "Hayatımın 35 yılında, Villon gibi bir mahkumdum.

" - "Cervantes gibi " - Böyle olmaz.

 Okumayı öğren, bayan.

 Ya da ezberle.

 Ya da dinlemeyi öğren.

 Öyle değil mi, Philippe?

 Bak demedim.

 Dinle dedim.

 Duy.

 "Bu sayfaların biçimsiz karalamaları içinde son arzum ve vasiyetime başladım.

" "Mahkeme kararına göre, dünyevi mallarımı ve mirasımı benden alacaklar.

" "Orası kolay, babadan kalma ne toprağım ne de param var.

" "Kitaplarım ve resimlerime gelince onları rüzgara savurun.

" "Ne şefkat, ne de cesaret mahkemenin iptal edemeyeceği şeylerdir.

" Bakan yeşil ışık verdi.

 Teşekkürler, avukat.

 Yürüyüş mü, çalışma mı?

 Kosova hakkında konuşacağız.

 Mark Hunter oradan henüz döndü.

 Bu işi takip ediyor muydun?

 Biraz.

 Ya genç hanım, Edgar?

 Onu görmeye gittik.

 Harika değil.

 O, bir Berthe Morisot değil.

 Daha önce onunla tanışmıştım, biliyor muydun?

 İki yıl önce, sahilde.

 "Tarihin nasıl bahsedeceğini biliyordum.

" "Sırplar, Kosovalı Arnavutlara korkunç dehşetli zulümler yaptılar.

" "NATO Yugoslavya'ya saldırmasaydı, savaş patlak verdiğinde mültecilerin çoğunun evlerinde olduğundan ve Sırpların, Arnavutların yerlerine yerleşmek istediğinden hiçbir gazeteci bahsetmezdi.

" "Korkularının farkındayım.

" "Radyo, Sırpların istediğinde öldürme haklarının olduğunu söyledi.

" "Kadınları, çocukları ve yaşlıları bile.

" "Ama kendi tarihimizde, biz Kosovalı Arnavutların çok korkunç eylemleri işlemekte aynı derecede yetenekli olduğumuzu ilk defa öğrendiğimde utancımı gizleyemem.

" Milliyetin ne?

 Benim yok.

 Kürt ama vatansız.

 Ben Madridli'yim.

 İyi Amerikalılar da var.

 Mark, Reagan döneminde ülkesini terk etti.

 Hafıza ya da evrensellik olmadan hiçbir direniş olamaz.

 "Adalet olmadan barış olmaz," bu Saraybosna'da söylendi.

 Ne yapacağız?

 Biz aptalız.

 Amerikan aksanı çok kötü.

 Amerika'yı istedin, aldın.

 Ben değil, ben hiçbir şey istemedim.

 Ya 1944'te anne-baban?

 Ya 1918'de büyükanne-baban?

 Sen neden bahsediyorsun?

 Hiçbir şey.

 Tarih.

 Kitabını düzenleyecek ve kontrol edecek birini arıyor.

 Hafıza ya da evrensellik olmadan hiçbir direniş olamaz.

 Tarihin teknoloji tarafından değiştirilmesi ne garip değil mi?

 Ama İncil aracılığıyla siyaset niye?

 Kilise zamana ayak uydurdu.

 Bay Forlani'yi Intercontinental'de bırak.

 Eğer itirazın yoksa, Paul, ücretlerinin bir kısmı ayni ödenecek.

 Ne demek istiyorsun?

 Bir Balzac baskısı aramıyor muydun?

 Kesinlikle.

 Kibar Fahişelerin İhtişamı ve Sefaleti.

 1844 baskısı.

 Nereden buldun?

 Orijinalinden daha iyi.

 Geçerli kopya.

 Geçerli.

 "Odaya halka halka düşen hiçbir kuaförün eliyle tutamayacağı, çok kalın ve çok uzun saçları vardı.

" Yaşayan Esther, Paul.

 - Bir Yahudi mi?

 - Sadece Raphael onları çizebilirmiş gibi!

 Kilise zamana ayak uydurdu.

 Normal tedariğin imkansız olduğu yabancı topraklarda hareket eden askerler gibi.

 Bu dünyanın olmayan bir krallığı Tanrı'nın meşru varislerine nasıl verebilirler?

 Hiç aklına getirme ama gerçek üzücü sonuç verebilir.

 Neyin peşindesin?

 Benimle misin?

 İmzalamam gereken kağıtlar var.

 "Barış görevlisi Revel Almanlar tarafından burada vuruldu " Avukatları anlamıyorum.

 Bu proje için insanlara ihtiyacım var.

 Şu dünyayı sevmiyorum.

 Burası da aynı.

 Şüphe doluyum.

 - Yürüyelim mi?

 - Zaten eve yürüyorum.

 Benden önce yorulacaksın.

 Bunu bu şekilde ifade etmemeliler.

 Ne "subay", ne "barış" ne de "Almanlar.

" İnsanlar bir tartışmada genellikle bir şeyler söyler.

 Anlaşamazlar, şöyle derler; "Ya sen?

 Ne yapıyorsun burada?

" Diğer cevaplar; "Bu başka bir hikaye.

" Ama diğer hikayeyi asla anlatmazlar.

 Asla oradan başlamazlar.

 Belki başka bir şekilde söylenmesi gerektiği ve cesaretleri olmadığı için.

 Ailem için böyle oldu.

 İntihar ettiler.

 Annemden haberim yok ama babam bir mektup bıraktı.

 Asla "küreselleşme" demedi.

 "Evrensel sahne" dedi.

 5 yaşındaydım.

 Mayıs 1968'den üç yıl önce doğdum.

 Ne düşünüyorsun?

 Boş kale.

 Bu çok tanıdık geldi.

 Komünist sendika olduğunu düşünüyordum.

 Hiçbir anlamı yok.

 Her zaman bir yerlerde bir ses vardır.

 Peki ya sessizlik?

 Sessizlikte bile.

 - Peki ya ölüm?

 - Ölüm yok.

 Geldiği zaman, her zaman kendinin bir anlamı vardır.

 "Boş kale" dediğimde aslında işçi mücadelesini düşünüyordum.

 Ve kısa ömürlü.

 Projeni gerçekten tartışmadık.

 Tren raydan çıkmaya devam ediyor.

 Ama hangi tren?

 Çocukluktan yaşlılığa olan.

 Yetişkinliği mi kastediyorsun?

 Ne anlıyorsan.

 Yanılıyor muyum yoksa senin çocuğun yok mu?

 Haklısın.

 Yalnız yaşıyorum.

 Ya sen?

 Üç yaşında bir oğlum var.

 Sonra evlendiniz mi?

 Erkek arkadaşım beni terk etti.

 Ayrılıktan bu yana ve bu konuda düşündüğüm zaman, ve ancak o zaman olaylar mantıklı gelmeye başladı.

 Söylediklerin ilginç.

 Olaylar başlıyor, olaylar sona eriyor.

 Senin veya benim hikayem değil ama, ne olursa olsun, bizim hikayemiz.

 Hiç haberdar olmasak bile.

 Tarih.

 Brittany'de karşılaşıp biraz konuştuğumuzda neler olduğu hakkında söyleyecek bir şeyin yoktu.

 Seni ilgilendirmemiş olsa bile.

 Gerçekten böyle hissettin.

 Bu prensibi, demek istiyorum.

 Sanırım sen haklıydın.

 - Amerikalıların gerçek bir geçmişi yok.

 - Kuzeydekilerin öyle.

 Meksikalıların var.

 Brezilyalıların var.

 Evet, Kuzey Amerikalılar.

 Kendilerine ait anıları yok.

 Makinelerinin var ama kişisel olarak onların yok.

 Bu yüzden başkalarının geçmişini satın alıyorlar.

 Özellikle de direnenlerin.

 Ya da konuşan resimler satıyorlar.

 Ama bir resim asla konuşmaz.

 İstedikleri de bu zaten.

 Sana katılıyorum.

 Bir şey düşündüğümde, gerçekten başka bir şey düşünüyorum.

 Başka bir şey düşünebiliyorsan tek bir şey düşünebiliyorsundur.

 Örneğin, senin için yeni olan bir manzara görüyorsun.

 Ama senin için yenidir, çünkü zihinsel olarak bildiğin başka bir manzarayla karşılaştırırsın.

 Orası Auteuil mi?

 Aşağı gidiş yolu.

 Milattan Önce 52 yılında Mirabeau Köprüsü'nün yanındaydı.

 Sezar'ın generali Lutetialı Galya askerlerine saldırmak için Seine'den Grenelle ovasına geçti.

 Oranın dört bir tarafı ormandı.

 Bugün geriye kalan Bois de Boulogne.

 "Drancy Geleceği" Geleceği Drancy ile bağlı olan var mı?

 Birkaç dürüst aile babası.

 İşten geldi, çocuklarını öptü ve küçük kızına iyi çalıştığını söyledi.

 Haklısın.

 Gerçek üzücü olabilir.

 Sana bu konuda ödünç bir kitap vereyim.

 Hayır, nerede yaşadığımı söyleyemem.

 Kitapçıda.

 Benim postamı bekliyorlar.

 Projenden neden daha fazla bahsetmiyorsun?

 Şimdilik bunun için doğru kişi değilim.

 Yeterince güzel değilim.

 Böyle düşünme bence.

 Dedem, 3 yıl önce Onun neden hala Komünist Parti üyesi olduğunu sormuştun.

 Asla "kadınlar" demezdi "cinsel kişiler" derdi.

 Güzel, seni güldürdüm.

 Evet, doğru.

 Bir düşüncenin tamamını asla bilemeyiz.

 Sen kazandın.

 Gülümsüyordum.

 Bir daha söyler misin, yavaşça?

 "Her düşünce bir gülümsemenin enkazını hatırlatmalıdır."

Umarım öyledir.

 Hoşça kal.

 Jean Lacouture'la buluştuktan sonra, ben de gittim.

 Hiç görüşmedim.

 Seninle aynı trene bindim.

 Onları durdurmamalıyım diye düşündüm.

 Hayır, sadece işler.

 İşler sadece.

 Burası çok neşeli değil.

 "Mutluluk asla neşeli değildir.

" Bunu sen uydurmadın.

 Hayır, efendim.

 Max Ophuls'tu.

 Hadi.

 Bayım.

 - "Düşünüyorum: Geri gelirse " - "Kim?

 "Kim olduğunu biliyorsun.

 Galyalı serseri.

" "Hayattan daha büyük kalpli kızıl saçlı.

 "Beneksiz kuzu döndüyse " Bizi bekliyorlar.

 Ya Edgar?

 O burada.

 Ve Daumier'in ressam olmadığını söylüyorlar.

 Yani oyun fikrin yıkıldı.

 Evet, çok fazla bağırıyor.

 Bana ne demiştin hatırlıyor musun?

 Onurumuz dışında hiçbir şey kaybolmaz.

 Bu yüzden, bu onur sizin, efendim.

 - Ne demeliyim?

 - Sadece, "devam et" de.

 Böylece Eglantine ve Perceval tekrar bir araya geldi.

 Burada ne yapıyorsun?

 Bir dost.

 Bay Rosenthal'i ziyaret ediyorduk.

 O nasıl oldu?

 Sen gittiğin için kendini bırakmadı.

 Hafızası gidiyor.

 Ya sen, nasılsın?

 Artık iyiyim.

 Yine boks ve kantatımla meşgulüm.

 Bir opera dönüşüyor.

 "Joy of Man's Desiring.

" (BACH) Doğru.

 Evlendiğini duydum.

 Şaka yapıyor olmalısın.

 Doğru, zamanla acınacak hale geldi.

 İşler nasıl gidiyor bilirsin, sanırım.

 Her düşünce alabora olmuş bir gülümsemeyi hatırlatmalıdır.

 - O cümleyi nereden duydun?

 - Hiçbir yerden.

 Az önce uydurdum.

 Philippe, cümle günleri bitti.

 - Kız nasıl olmuş?

 - Öğrenmek üzereyim.

 Komşuda bir randevum var.

 - İyi şanslar.

 - Evet, efendim.

 O, Edgar mı?

 Ona neden "efendim" diyorsun?

 O senden daha genç.

 Belki ama bir yetişkin olmaya çalışan tek kişi o.

 Amsterdam'dan bir mektup aldık.

 Oranın başkalarına sonuna kadar yardım eden insanları var.

 Ailesi hakkındakileri biliyorsun, değil mi?

 Evet, bana anlattı.

 Yakın zamanda mı?

 Yoksa bu kez geldiğinde mi?

 Yakın zamanda.

 Burada mı çalışıyordu?

 Ona sadece hala burada bazı işleri olduğunu söyledik.

 Ve sana kitaplarından birini bırakmak istedi.

 Seç bakalım.

 Adresimi nasıl buldun?

 Onda yoktu.

 Görünüşe göre varmış.

 O projeyi bırakmamalıydın.

 Bunu sana o mu söyledi?

 Geçen sonbaharın başında.

 Üç yıldır hiçbir haber yapmamıştık.

 O buna inanmıştı, biliyorsun.

 İntihar etmek için bir sebep yok.

 Belki beni ilgilendirmez ama şu Amerikalılarla nasıl gitti?

 Hayır, bu seni ilgilendirmez.

 Ayrıca veremi de vardı.

 Bilmiyordum.

 Annesinin yaptığı gibi sakladı.

 Küçük oğluna ne dersin?

 Onu iyi tanır mıydın?

 Onun adını bile bilmiyorum.

 Ya da seninkini.

 Otelinizde neredeyse 10 dakika konuştuk.

 Tekrar karşılaştığımızda çok daha fazla konuşmadık.

 Ses tonu ilgimi çekti.

 Genellikle yaşam hakkında fikirler belirtti.

 Geriye kalanlar için bir hayal kırıklığıydı.

 - Bunu alıyorum.

 - Hayal kırıklığı sensin.

 İyi şanslar.

 Ne şansı?

 İKİ YIL ÖNCE Edgar sen misin?

 Jean Lacouture'yi görmeye mi geldin?

 Seni getirmemi istedi.

 Kentin kültür sorumlusuyum.

 Direnişteki Katolikler üzerine mi yazıyorsun?

 Bu sadece bir çalışma.

 Birkaç ilginç kaydım var.

 Büyük amcam pek çok makale bıraktı.

 "Serbest Fransız Ajanın Anıları" Ve "de Notre-Dame Kardeşliği"nin tüm arşivi.

 Aslında, ben bir kantat besteliyorum.

 Simone Weil için bir kantat.

 Merek ettim de onlar düşündüğüm kişiler mi?

 - Ne demek istiyorsun?

 - Baş belası Amerikalılar.

 Péguy'un 17 Haziran 1940'ta dediği gibi: "Savaşta, kaleyi teslim etmeyenin tarafında olurum.

" Katolikler ve Direniş.

 Ama şu an altyapı araştırması yapıyorum.

 Simone Weil için bir kantat yazıyorum.

 İncil hakkında ne dedi, biliyor musun?

 Bu, Tanrı hakkında bir teori değildi ama insan hakkında bir teoriydi.

 Sence Londra'daki insanlar böyle şeyler düşündü mü?

 Hıristiyanlık kesinlikle direniş ruhunun bir parçasıdır.

 Bu vatan toprakları üzerinde Fransız direnişçiler arasında yaşanmış boyutlar var.

 Bak, Shakespeare'in oyunlarının yarısı Fransa'da geçiyor.

 Bu savaşın bir din savaşı olduğu söylenebilir mi?

 V.Henry'deki Fransız prensesin birkaç kelime öğrendiği zaman dramanın en güzel sahnelerinden biridir.

 En erotik olanı.

 Bence Katolikler ve monarşistler genellikle ilk Londra'ya gitselerdi, çünkü aslında oradan geldiler.

 Tamamıyla tuhaf bir dönemden ortaya çıktık.

 İki gün daha kal.

 Kendi anılarını Hollywood'a satan iki direniş gazisini görmek için.

 Neler oluyor?

 Berthe sözleşmeye baktı.

 Kabul edildik.

 Emin misiniz?

 Her zaman pazarlık yapabilirsiniz.

 Kız delirmiş.

 Lokantayı kapatmak zorunda kaldık.

 Parayı iade etmek zorunda kalırsak ne olacak?

 Kış geliyor.

 Françoise ne düşünüyor?

 Ne isterse yaparım.

 Şu çantalı adam kim?

 De Gaulle ve Katolikler üzerine çalışan bir öğrenci.

 Trajedi uygundur.

 Kendi başına çalışılır.

 Ölüm, umutsuzluk ve ihanet yürüyüşü ve fırtınalar, gözyaşı, sessizlik, sessizlik Trajedi temizdir.

 Huzur vericidir.

 Melodramla, hainleri ve aşağılık zalimleriyle, UZUN ZAMAN ÖNCE yenilmezleriyle umut pırıltılarıyla ölüm bir kaza gibi korkunç olur.

 Trajedide sorun yoktur.

 En başta, dostların arasındayız.

 Kısacası, hepimiz masumuz.

 60 yıl önce, bu şeyin içinde kanalı geçtim.

 - Acı umut - Özgür Fransa.

 Tuzağa düştük sonunda düştük.

 Aynı şekilde yeniden yaptık.

 Haklısın.

 Gerçek, efsane olduğunda, efsaneyi yazdır.

 Ya beyefendi kim?

 Niye Washington?

 Neden bahsediyor?

 Ticari filmler izlediklerini söylüyorlar.

 Ne yapmalıyız?

 Bunu düşünürüz, not aldırıyorum.

 Sen düşün.

 Yine konuşuruz.

 Temel olarak, Direniş'in gençliği vardı Ve yaşlılığı vardı ama yetişkinliği hiç yaşamadı.

 Geçmişinin canlı olup olmadığına kim karar verir?

 Kendini nasıl gördüğüne bağlı.

 Kendini ileriye taşımak için plan yapan biri kendini artık varolmayan bir benlik olarak tanımlar.

 Ancak bazı insanların planı zamanı reddetmek anlamına geliyor.

 Geçmişle güçlü bir bağları var.

 Hemen hemen tüm yaşlı insanlar için de geçerlidir.

 Zamanı boşa harcama korkusuyla tahammül edemezler.

 Değişmediği için her inanca sarılıyor.

 Ama hafıza hayatımızı geri almakta bize ne kadar yardımcı olur?

 Kaydettiğin kaseti bulamıyorum "Gizli Savaş.

" Bu sen misin, savaş sırasında?

 Oradaki sen misin?

 Bu İstihbaratın benden Gestapo için çalışmamı istediği zamanda.

 Birçok kişi bu yüzden öldü.

 İki kez beraat ettim.

 Bir Komünist olarak kaldım, yani bir Rus ajanı olduğumu söylediler.

 Doğru, Orchestre Rouge'dan birini tanıyordum.

 Ya o kimdi?

 Ona sadece merhaba dedim.

 Amatör bir opera yapımıydı.

 Berthe 19 yaşındaydı.

 Harika bir yüzücüydü de.

 Sonra - hastalandı ve bıraktı.

 - Ya şimdi?

 Paris'te bir hukuk firmasında çalışıyor.

 UZUN ZAMAN ÖNCE Bu 1945'te karımla plajdayken.

 Başlangıç olduğunu düşündük.

 Aslında, son oldu.

 Bitirmenin 50 yıl - sürdüğünü fark ettim.

 - Ebeveynleri tercih etmiyor torunları yere indiriyor.

 Belki de haklısın.

 Yetişkinlik var olmuyor.

 Saatlerce konuşmaya devam edemeyiz.

 Tekrar başlayım: "Şirketimiz, Spielberg Associates, Bayan Bayarde tarafından imzalanan hakkı satın aldı " Bayard!

 "Bayan Bayard burada mevcut " "Bay Bayard'ın da imzalamış olduğu bu anlaşma ile şirketimiz onların korkunç '41, '42, '43 ve '44 yılları sırasındaki hikayelerinin haklarını satın almıştır.

" "Filmin adı, çiftin 1941'de kurduğu şebekenin adı Tristan ve Isolde olacaktır.

 "Genç direnişçi Bayan Bayard olarak daha yeni bir Oscar kazanmış olan Juliette Binoche tarafından canlandırılacaktır.

" Bayan Binoche gelemedi ama bu akşam Bayan Bayard'ı arayacak.

 Senaryoyu yazması için üst düzey bir Amerikalı yazarı işe aldık.

 "Amerikalı yazar" dedin.

 Yani "Amerikalılar" mı?

 Güney Amerika mı?

 Birleşik Devletler, tabii ki.

 Tabii ki ama Brezilya'da birleşik bir devlet.

 Brezilya'da onlara Brezilyalılar deniyor.

 Hayır, ben Kuzey Amerika Birleşik Devletleri dedim.

 Meksika Birleşik Devletleri Kuzey Amerikalı ve onlar Meksikalılar.

 Kanada'da onlara Kanadalı dendi.

 Sen hangi birleşik devletleri kastediyorsun?

 Dedim ki, Kuzeyli Birleşik Devletler.

 Peki o zaman, senin birleşik devletlerinin bir sakinine ne denir?

 Gördün mü?

 Bir adınız yok.

 Bu adam sakinlerinin ismi olmayan bir ülke adına imzaladı.

 Başkalarının hikayelerine, başkalarının efsanelerine ihtiyacınız olmasına şaşmamalı.

 Bizim gibisiniz.

 Köken arıyorsunuz: Ebeveynler, kardeşler, kuzenler Bu konuda orijinal bir taraf yok.

 Ama bunu kendi içimizde arıyoruz.

 Yazık size!

 Olmayan tarihi, başka yerde aramak zorundasınız Vietnam'da, Saraybosna'da Tamam ama bunu nazikçe yapabilirsiniz Güzelce.

 "OK" sözcüğünün kökenini biliyor musun?

 Generallerimizden biri bunu raporunda kullanırdı: - "0 killed (0 ölü).

" - Bitirmeme izin ver.

 50,000 dolarlık ilk çek anlaşıldığı gibi imzada gönderildi.

 Bu çek iki gün sonra nakde çevrildi.

 Çıplak sahneler!

 Bu yüzden mevcut anlaşmayı yeniden ele almak için - bir neden göremiyoruz.

 - Hiç fark etmediler.

 Bugün, tüm filmlerde kızlar çıplak olmalı ve hepsi de sevgililerinin üzerinde yuvarlanmalı.

 Bu gerçekten senin ve dedenin hikayesi mi?

 Bayan Schindler hiç para almadı.

 Arjantin'de yoksulluk içinde.

 Dışarıda durma.

 Dedemin kaydettiği bir video kaseti arıyorum.

 Korkunç şeyler gösteriyor.

 Suçlunun bakışı masumun üstünde.

 UZUN ZAMAN ÖNCE "Devlet" diyorsun ancak devlet, aşkın egemen nedenini reddeden bir aşığın görüntüsünün antitezidir.

 Bilge ve akıllılardan sakladıklarını çocuklara gösterdiğin için teşekkürler, baba.

 Şunu dinle: "Ekim 1945.

" Hala doğru.

 "Bugün, 20 Ağustos 1945, bu ıssız ve açlıktan ölen Paris'te savaş sona erdi, barış henüz başlamadı.

" Ve şunu dinle "Ama bin yıl geriye gittik.

" "Her gün son vaktin arifesidir, arife zamanı dürüstlük ve cesaretimizin artık herkes için bir anlamı olacaktır.

" "Bundan sonra özgürlüğüm temizdir.

" Ve şunu "Ama biz, Fransa'da doğanlar, ne diyebiliriz?

" "Söyleyecek fazla bir şey yok, orası bizim vatanımız.

 Anlaşılması güç.

" "Bu, somut durumumuz, şansımız ve kaderimiz.

" Onu tutuklarında, Tristan Bernard, "şu ana kadar korku içinde yaşadım, şu andan itibaren, umut içinde yaşayacağım" dedi.

 Tristan Bernard, şunu diyen kişiydi; "Le Havre'yi görebiliyorsan, yağmur yağacak.

" - "Onu artık göremiyorsan - " yağmur yağıyor.

" - Aşağı nasıl iniliyor?

 - Gelmeliydin.

 İKİ YIL ÖNCE Sana bir şey söylemek istiyorum.

 Bir şey mi söylemek istedin?

 Bakışlardaki çöküş ne zaman başladı?

 10 yıl önce mi?

 15 yıl mı?

 Belki 50.

 TV'den önce.

 Kim bilir?

 Daha kesin ol.

 Önce TV ön plana çıktı.

 Ne üzerine?

 Güncel olaylar üzerine mi?

 Hayat üzerine.

 Evet.

 Bakışlarımızın bir programın kontrolü altında olduğunu düşünüyorum.

 Desteklenmiş.

 Görüntü, bayım, tek başına hiçliği inkar edebilen aynı zamanda bize hiçliğin bakışıdır.

 Umarım öyle değildir.

 Beni rahatsız eden şey başarı ya da başarısızlık değil.

 Bu konuda tomar tomar yazıldı.

 Yani sizi rahatsız eden edebiyat.

 Şart değil ama Titanic'in küresel bir başarı olduğunu söylemek veya yazmak neden rahatsız etsin ki?

 İçeriğinden bahset.

 İşlerden konuş ama lafı dolandırma.

 İşlerin temelinden konuşalım.

 - Onu gördün mü?

 - Hayır, henüz görmedim.

 Bir dereceye kadar kabul edebilirim.

 Marakeş'te, dünyanın kaderini tartıştılar.

 Aslında, kendilerinden bahsetmek için başkalarını kullanıyorlar.

 Ölümcül bir durum, haklısın.

 Yaşamla varlığı karıştırıyorlar.

 Öyle mi?

 Ben filozof değilim ama benim görüşüme göre, öyle.

 Bir hücreye bak.

 Bir atomun da çekirdeği var.

 Bu varlığın temelidir.

 Etrafındaki hayattır.

 Varlıklarını geliştirmek için kullandıkları bir fahişe gibi davranıyorlar.

 Sıradanı geliştirmek için olağanüstü.

 Doğru.

 Biri varoluşun tadını çıkarabilir, hayatın değil.

 Kesinlikle.

 Tartışmalarını pek takip etmedim.

 Bu iş bir film hakkında.

 Büyükannesi ve kocası ne istiyor?

 Jean oteli kurtarmak için para istiyor.

 Ondan haberim yok.

 Sanırım 60 yıl önceki gibi bir yıldız olmak istiyor.

 Tristan şebekesi çirkin bir işti.

 İngilizler çok da "Ortodoks" değildi.

 Emirleriyle kızı ihbar etti.

 Kimse başkalarının bildiğini bilmez.

 - Biliyorum.

 - Hiçbir şey bilmiyorsun.

 O zaman tahmin edebilirim.

 Bu yüzden mi evlendiler?

 Ravensbrück'ten döndüğünde kampta Geneviéve de Gaulle ile buluşmuş.

 Katolikliğe sarılmış.

 Doğru.

 Yer ve Gök ortadan kalkacak Benim sözlerim ortadan kalkmayacak.

 4 yıl boyunca, Direniş organizasyonu sırasında para bir araca indirgendi Artık bir son.

 Müzik mi dinliyorsun?

 "Spiegel im Spiegel.

" Ne demek bu?

 "Ayna içinde ayna.

" Geç oldu.

 Neredeydin?

 Godfather ve adamıyla röportajda.

 Bu sabah denize gittim mi?

 Orası seni ilgilendirir, tatlım.

 Doğru, filmler hakkında cahilim.

 Godfather bu kitabı sana vermemi söyledi.

 Neymiş o?

 Robert Bresson, Film Çevirme Üzerine Notlar.

 Şunu dinle "Yönetmen: "Birini yönetmek sorun değil ama ya kendini yönetmek.

" Ve şunu "Sükunet ve sessizlik tarafından iletilebilir olanın tüketildiğinden emin olun.

" Ve şunu "Bırakın duygular olayları değil tam tersini üretsin.

" Sen ve deden bir karar verdiniz.

 Para için mi?

 Harcamak için değilse, ne için?

 Açıkça söyleyebilirim ki, her şey anlamsız.

 Ne düşünüyorsun, büyükanne?

 Ben ABD'deyken.

 Benimle, genç Fransız öğrenciyle, savaş zamanı Fransa ve toplama kampları hakkında konuşmak istediler bence herhangi bir sorun olmadan konuştum.

 Hep aynı anıları bir çırpıda söyledim.

 İnsanlar şimdi TV önünde yaptıkları gibi tepki gösterdi.

 Sözlerim içten değildi.

 Kaydı yeniden dinlemek ister misin?

 Biliyor musun, sana asla sormaya cesaret edemediğim bir soru var.

 Ne de dedeme.

 Kod adını neden gizledin ve gerçek adın değil miydi?

 Adım Samuel.

 Babamınki de.

 Neden hala Bayard ismini kullanıyorsun?

 Savaş sırasında, elbette, ama ya daha sonra?

 Ben yatmaya gidiyorum.

 Her arzunun halsizliği ve gerçeği karşılanmalı.

 Hepimiz soytarıyız.

 Sorunlarımızda daha uzun yaşıyoruz.

 Etki ve tepki, tarihteki en eski çifttir.

 Bunu Amerikalılara söyledin mi?

 Ve bu da kökenimizi arayışımızdan kaynaklandı.

 Ve bu Direnişin özgünlüğüydü.

 - Bunu sen mi söyledin?

 - Ve Péguy'un planına dayandım.

 Dinlenmek için çok erken değil.

 Ayrıca aşk hakkında da düşünüyorum.

 Saraylı aşkı.

 Fransız olduğunu ama bir sarayda geçtiğini söylüyorlar, İngiltere Kralı 2.

Henry'nin sarayında.

 Aslında Anjou'da, Normandiya'daki, Aquitaine dükalığında.

 Alienor onun karısıymış.

 Yine, modern Fransa'nın özgünlüğü onun kökenleriyle tanımlanır.

 Her durumda, İngiltere ile son derece orijinal olan bağları Dolayısıyla belki de herkes Amerika'yla da olduğunu söylemesine rağmen.

 İngiltere devrim için direniş olan her şey için bir sığınak.

 Pitt ve Burke'un İngilteresi, evet, bu doğal.

 Bağlar tarihi, coğrafik ve politik.

 Britanya, Büyük Britanya.

 Bir bağ var.

 Ne yapabileceğime bir bakarım.

 "Matrix"in Bretonca dublajlanması için bir dilekçe.

 Görüntü ve ses tarih için çok önemli ve en önemli temel unsur şu: Tarihin nasıl biteceğini bilmemek.

 Pek konuşkan değilsin.

 Zor bir zamandan geçiyorum.

 Kız arkadaşımla ayrıldık.

 10 yıldır beraberdik.

 Çok garip, aslında, hikaye bittiğinde öyle şeyler anlam kazanıyor.

 Bu yüzden Tarih içeri giriyor.

 Büyük T ile.

 Peri değneğiyle kurbağaya dokundu ve aniden Prenses ortaya çıktı.

 Geçmiş zaman mevcut bir görüntü oluşturur.

 Her sorun bir gizemi kirletiyor.

 Buna karşılık, sorun çözümü tarafından kirletildi.

 Şans eseri değildi.

 Ne demek istiyorsun?

 Servis girişi ve ana giriş var.

 Daire dünyası için modern olanı kullanıyorlar ve bize servis girişini bırakıyorlar, efendim.

 Laflar.

 Konuşma tarzımızla sözcüklerin bize fikirleri nasıl sunduğunu farketmeye başlayabiliriz.

 İnsan fikirler üretiyor.

 O, fikirlerin cesur bir yapımcısı.

 Güncel bir durum bu fakülteden kaynaklanıyor, bayan.

 Saint Augustine'in söylediği şu sözü biliyor musun?

 "Sevginin ölçüsü, ölçüsüz sevmektir." Bir şey düşünüyorum.

 Bir şey düşündüğümde, aslında, başka bir şey düşünüyorum.

 Başka bir şey düşünüyorsan bir şey düşünebilirsin.

 Örneğin benim için yeni bir manzara görüyorum ama benim için yeni çünkü zihinsel olarak bildiğim eski bir manzarayla onu karşılaştırıyorum.

 "Böylece hikayemdeki her şey sonuna yaklaşıyor.

 "Elimde sadece çok hızlı olan görüntüler kaldı, "Bir adamın yanında getirdiğinden daha fazla gölgeyle Champs Elysees'e doğru iniyorum.

" Ve sonra bu adamlar gelir.

 Sonra kız bir şeyler yazar.

 Ve sana sorulmuş olsaydı, seçme şansın olsaydı: Film, tiyatro, roman, veya opera, hangisini seçerdin?

 Bir projemiz var.

 Tarihi bir şeyler anlatıyor Ve bu bir şey anlardan biri Ve ilk an.

 İsimleri hatırlıyor musun?

 Belki de hiçbir şey söylenmedi.

 Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan & Orhan)||

'Je vous salue, Marie' (1985)

4015||4559560||BİR ZAMANLAR BAKİRE MERYEM Ağzımın tadı bok gibi.

 Konuşmayı kes.

 Yemeyi kes.

 BİR ZAMANLAR Seninle birlikteyen sessizlik daha katlanılabilir.

 Eğer istersen evlenebiliriz.

 Korkmuyorum.

 Belki de o bize yardım edebilir.

 Merak ediyorum da Ne?

 Tüm kadınlar kendilerine özgün bir şey isterler.

 Dinlediğimi görmüyor musun?

 Bilirsin, erkekler kadınları anladığını düşünürler.

 BİR ZAMANLAR Nasılsın Meryem?

 Sana ne?

 Dinle, Meryem, koşma başladığında hızlı hareket etmelisin.

 Hayatımda da bu tip şeylerin olup olmayacağını merak ederdim.

 Ben sadece aşkın gölgesini gördüm.

 Evet.

 Aslında gölgenin de gölgesini.

 Tıpkı havuzdaki bir nilüferin yansıması gibi.

 Sessizce değil, ama denizdeki dalgalarla titreyen.

 O yüzden yansıması bile bozulmuş, ama seninki değil.

 En sonunda güneşi gördük, tarih öncesi okyanusların üzerine parıldamaya başladı.

 Sonra hayatın tümüyle bir şans eseri olduğu söyleniyor.

 Hidrojen, nitrojen vardı BİR ZAMANLAR Peki ya bir şans eseri değilse?

 Ya evrenin 100 katıysa?

 Ne demek istiyorsun?

 Zaman diye bir şey yoktu, şansın zamanı yoktu.

 Dünya'da yaşam belirdikten sonra zaman belirmedi mi?

 Sonra başka bir yerden geldi uzaydan.

 Bir uzaylının nasıl görünebileceğini merak ediyoruz.

 Gidin ve aynada kendinize bakın.

 Bu sadece bir hipotez, ama Şu eğime bir bak.

 Bu sadece gökyüzündeki bir çok özel bir ses dalgasında yansıması sonucu oluşabilir.

 Işığı 3.4 mikronda emebilen bilindik bir bakteri mevcut.

 Bu onun imzası.

 Herkes, ölü ya da diri, elektronik alanda kendine özel imzasını bırakır.

 Bana göre, bu uzayda hayatın olduğu görüşünü doğrulamaktadır.

 Biz oradanız.

 Bizler dünya dışı birer canlıyız.

 Amino asit suyunun içerisinde birdenbire şans eseri doğmadık.

 Kesinlikle.

 Figürler böyle olmadığını gösteriyor.

 Peki ya şans eseri olmadıysa?

 Kesinlikle.

 Büyüleyici gerçek şu ki yaşam, belirli bir zeka tarafından, istenmiş, arzulanmış, öngörülmüş, planlanmış ve programlanmıştır.

 Eve, Pascal'ın arkasında dur.

 Benim adım Eva.

 Evet, Pascal'ın arkasında dur ve onun gözlerini kapat.

 Gözleri kapalı bir şekilde çözüme ulaşmak 1.35 trilyon yıl alır diyorlar, ama eğer arkanızda sizin yerinize gören birisi varsa, ve her yanlış adıma hayır derse, ve çözüme götürecek her adıma evet derse, her saniyede bir adım hızında, ne kadar zaman gereklidir?

 2 dakika. 1.35 trilyon yıldan 2 dakikaya.

 Olan şey de bu.

 Hafıza!

 Evet evet evet evet Hayır!

 Bu fikirler için sürüldüğünüz oldu mu?

 Bunlar ve diğerleri için.

 Pazartesi görüşürüz.

 Düşen cisimler kanunu, hayat gökyüzünden düştüğü için mi vardır?

 Evet.

 Güle güle.

 - Kimler gelmiş.

 - Geliyorum!

 Benim mekanda bir gece içmeye ne dersin?

 Bu başka bir hikaye.

 Senin ayakkabın!

 Sorun şu ki eğer insan denen bu yaratık gerçekten var olmuşsa, kutsal adam popüler hayal gücünün bir ürünüdür.

 İspanya'da Burbonlar var olduğu sürece barış var olmayacaktır.

 Bu senin sözün değil Gabriel Amca!

 Doğru!

 Düz gidin.

 O nerede?

 Al sana 500 $.

 Kapalı.

 Peki ya orası?

 Hayır, orada bir ev olmalı.

 Ne arıyorsun?

 Burası!

 Bu istasyonda durun.

 Tanrı aşkına alın şu 500 $'ı.

 Geri döneceğiz.

 Bir kızın mı var Meryem?

 Ne alaka şimdi?

 Meryem O burada!

 Tanrı aşkına!

 Meryem, yardım et!

 Neler oluyor?

 Neden buradasın?

 Cumartesi demiştik.

 Yapma baba, ben Joseph!

 Beni buraya getirdiler.

 Senin şakalarından bıktım.

 Unut gitsin.

 Tamam, ne oldu?

 Bu sensin Meryem.

 Ne istiyorsun?

 Ne istiyorsun?

 Ve sen, hanımefendi?

 Nişanlın mı?

 Bundan sana ne?

 Daha fazla önemseyemezdik.

 Ama bir çocuğunuz olacak.

 Kim tarafından?

 - Bir bebeğiniz olacak.

 - Ben kimseyle yatmadım.

 Meryem, lanet olsun, kim bu insanlar?

 Haydi!

 Dümdüz ilerle!

 Al şu 500 $'ı.

 Kim tarafından?

 Onun olmayacak.

 Asla!

 Kimden?

 Bana masumu oynama!

 Kimden?

 Meryem, Saf ol, sert ol, onun yolunda ilerle.

 Ne?

 - Benim yolumda!

 - Sesini mi, sözlerini mi takip edeyim?

 Saçmalama!

 Nereye gittiğini biliyorum ve yakında sen de oraya gideceksin.

 Unutma!

 Unutma!

 Giren şey mutlaka çıkar, ve çıkan şey mutlaka girer!

 Yoruldum.

 Biraz duralım mı?

 Her birimiz ilerleriz, "ve her birimiz ulaşabildiğimizi elde ederiz.

" Hölderlin son çalışması.

 Bu karıncalar kesinlikle görünmeyen adamı temsil ediyorlar.

 Burada olduğuna yemin edebilirim!

 Suyun yanında hiçbir zaman karınca göremezsin.

 Yanlış!

 Bazı karıncalar altın ararlar.

 Ben de "Scientific American"ı okuyorum.

 O karıncalara ne olmuş?

 Olivier bir karınca yuvası buldu.

 Karıncıları kışın ısıtmak için içerisine kablo döşedi.

 Onları kışın uyanık tutarak, o eğlence zamanlarını birşeyler icat ederek geçirmelerini umut etti.

 Ne?

 Müzik belki de.

 Kaçış yok.

 Bu da nesi?

 Mucize diye bir şey yoktur.

 Öp beni.

 Neler oluyor?

 Bizin için bir kaçış yok.

 Hikayemize devam edelim.

 BİR ZAMANLAR Hayal et 8 milyon yıl sonra soyumuz 100 milyon yaşında olacak.

 Onların bilgisi ve zekası bugün hayal bile edilemez.

 Evrenin belirlenmiş dengesinin birdenbire değiştiğini farkederler.

 Atalarımız yaşamı korumayı denemeyecekler mi?

 Öp beni.

 - Seni öpüyorum, biliyorsun.

 - Sadece bir kez Meryem.

 Bana güvenmelisin.

 Bir önceki zekada hayat programlanmıştır.

 Amansız evremde varolmakta zorlanmıştır.

 Yaşamı korumuştur.

 O ZAMAN Sen bu konuda ne düşünürdün?

 Bilgisayarlardan ötürü.

 Düşündüğümde bilgisayarın zekası beni sersemletiyor.

 Eğer yakın atalarımız bildikleri yaşamı bir magnezyum, ya da Bor, ya da Tanrı bilir başka herhangi bir formda mesajlamış olsalardı TANRI yaradılışın sırrını göndermeye çalışmazlar mıydı?

 Belki de mesaj her zaman netti.

 Evet, o ses, eğer dinlersek vicdanımızın derinliklerinde mırıldanmaktadır: Herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde, cennette doğdun.

 Ararsan hayal ettiklerinden çok daha fazlasını bulacaksın.

 Prensesi görmeye mi geldin?

 Daha aşağı düşemezsin.

 Seni kim çağırdı?

 Ona gelmesini söyledim mi?

 Beni yalnız bırak.

 Neden gerçeği söylemiyorsun?

 Söylüyorum.

 Belki de kelimeler yanlış geliyor.

 Belki de benim sesim, ama dediklerim doğru.

 Başka erkekleri gördüğünü söylediysen en azından daha açık ol.

 Ben kimseyle yatmadım.

 O zaman bu çocuk nereden geldi?

 Nereden gelecek?

 Bana cevap ver!

 Bak bana!

 Sana bakıyorum.

 Çocuğun bir yerden gelmiş olması lazım.

 2 yıldan beri sana dokunamıyorum.

 Neden?

 Öp beni.

 Bilmiyorum Joseph.

 Tanrı aşkına!

 Bu inanılmaz!

 Ara ya da sinemanın orada dur.

 Lütfen öp beni.

 O şekilde değil.

 Seni öpüyorum, gerçekten.

 Başkalarıyla yatıyor olmalısın.

 Tek açıklaması bu.

 Koca yaraklı erkeklerle.

 Her şey bitti Meryem!

 Güle güle!

 Selam!

 Sende mi buradasın?

 Rüya görüp duruyorum.

 Uyuyamıyorum.

 Beni mahvediyor.

 Dün gece, eve gitmeden önce, tüm binayı boyamak zorunda olduğumun rüyasını gördüm.

 Bu çok zaman alacak diye düşündüm.

 Çok zaman alacak.

 Uyuyamadım.

 Bunun bir sebebi olmalı.

 Not almalısın.

 Evet, ama ben yazamıyorum.

 O yüzden çiziyorum.

 Eğer bir resimse, unutman mümkün değil.

 Eğer unutmak istiyorsam, o zaman yazmayı öğrenmeliyim.

 İşte bu.

 Baban iyi mi?

 Evet, teşekkürler.

 Hala gaza bağlı mı?

 Evet ama çıkarmak istiyor.

 Sen yakında evleniyor musun?

 Joseph'le ayrıldınız mı?

 Ciddi görünüyordu.

 Sorun ne Meryem?

 Ağrım var.

 Karnımda.

 Bir bakalım.

 Tansiyonunu ölç Esther.

 Yan odaya geç ve soyun.

 Birazdan geliyorum.

 Eğer kilo almışsan o zaman sorun yok.

 Ruhun bedeni var mıdır?

 Ne demek istiyorsun genç bayan, bedenin ruhu vardır.

 Ben bunun tam tersi olduğunu düşünmüştüm.

 Doktor!

 Sanırım hamileyim!

 En son ne zaman adet gördün?

 Pantolonlarını çıkar ve şuraya uzan.

 İşe yaramaz.

 Ne?

 Seni duymadım.

 Her zaman kadınlar hakkında ne bildiğimizi merak etmişimdir, ve sonra fark ettim ki tüm bilebileceğin bir erkeğin zaten bildiklerinden öte bir şey olmayacağı.

 Burada bir gizem var.

 Bu çocuğu istiyor musun?

 Joseph'ten miydi?

 Kimseden değildi.

 Biraz şarkı ve dans!

 Uzan şöyle.

 Biraz şarkı ve dans değildi.

 Ben mutluyum.

 Şimdi bana adet döneminden bahset.

 Şimdi seni kontrol etmeliyim, eğer acırsa söyle.

 Normal olarak geldi, çok güçlü.

 - Ne zaman?

 - Cuma.

 O zaman saçmalamayı kes.

 Hiçbir şeyin yok.

 Kendin de bir bak!

 Ben kimseyle yatmadım.

 Kimseye dokunmadım.

 Kimse beni önemsemiyor.

 Bebeğimin hala orada olup olmadığını görmeni istiyorum.

 Sen bizden bir şey saklıyorsun.

 Hayır, söyledim ya, saklamıyorum.

 Gördün mü?

 Bir bebeğim olacak, ve ben hiçbir kimse ile yatmadım.

 Joseph buna inanmıyor.

 Sen söyle.

 Hala yalan!

 Canımı acıtacak mısın?

 Korkma.

 Sen doğduğunda ben oradaydım.

 Bir bakire olmak uygun olmak ya da özgür olmak anlamına gelir, canın acıması anlamına değil.

 Peki sen bana inanıyor musun?

 Doğru söylüyorum, gerçekten doğruyu söylüyorum.

 Joseph'e anlat!

 Esther!

 Giyinebilir miyim?

 Benim olmalı!

 Şimdi nereye?

 Cennet Villası, Hermance Yolu.

 - İşten akşam 5'te çıkıyorum.

 - Sorun değil.

 Fransa'da mı?

 Çok yakın.

 Birazdan görürsün.

 Çekoslovakya kadar sevimli.

 Öyleyse?

 Ve ben, bedenimi, benim daimi sahibim olacak O'na emanet ettim, ve o bana baktı, bu büyüleyici varlığa.

 İşin aslı, O öyleydi, gelecekte ve daima, görünüşü ve yaptıkları için değil, ama olduğunun sessiz gücü adına, güç O'nun içinde gökyüzünde yer alan ve ne isimlendirebildiğiniz ne de ölçebildiğiniz ama sadece hissedebildiğiniz bir dağ gibi büyüdü.

 Bu gece boş musun?

 Hayır, pratik dersim var.

 Tamam o zaman, ben de göle atlarım.

 Göle atlamak mı?

 Ophelia senin rolün değil.

 Sen neden bahsediyorsun?

 Olmak ya da olmamak Bilmiyor musun?

 12 yaşımdayken okulu bırakmak zorunda kaldım.

 Üzgünüm.

 Gitmeliyim.

 Tamam o zaman, ben de göle atlarım.

 Hayır, kes şunu!

 Aklını mı kaçırdın?

 Gece görünüşünü ve anlamını değiştirir.

 Heidegger, Bavarian Akademisi'nde 3 ders.

 - '59 kışı.

 - Evet.

 Neden vurulmadı biliyor musun?

 Politikadan konuşmaya başladığımız an sakinleşiyorsun.

 Bence günümüzde politika korkunun sesi olmalı.

 Sesi, ama yolu mu yoksa sözü mü?

 Korkunun sesi olmasına rağmen söylenecek bir şey yok Bunu koyabilir miyim?

 O ne?

 Onu Prag'da bulamazsın.

 İyi misin?

 Sigara ve saksafon solosu, bir erkeğin istediği tek şey bu.

 Her zaman şunu merak etmişimdir.

 Müzikte Ne?

 Yeni bir söze hayran kalırız, ama gerçekten, o hiçbir şey olmayabilir.

 Şimdi zamanı.

 Ve yeri.

 Tamam mı?

 Hayır, bu gece olmaz.

 "Bence ruh bedende hareket eder, ilerledikçe nefes alır olduğundan daha adil görünmek için bahane arar.

" Tek bir beden için değer mi?

 İşim var.

 Geç kalacağım.

 Pompa figürlerini kağıda dök.

 Tamam baba.

 Tek başına bir beden nedir ki?

 "Onu görebilir ve tiksinebilirsin, onu hendekte görebilirsin, sarhoş ya da tabutun içerisinde, ölü.

" Dünya bir bakkalın "tezgahının kış başında mumlarla dolu olduğu kadar bedenle doludur.

" "Ama o mum sadece sen onu eve getirdiğinde ve yaktığında sana huzur verir.

 Gel buraya Bedenimi sevmiyor musun?

 Konu o değil.

 Peki ne o zaman?

 - Onun yüzünden.

 - Bilmiyorum.

 Beni hasta ediyor.

 Bilmiyorum.

 Biliyorum, o.

 Her zaman odur Ben de gerçek bir kadınım.

 Seni sevmeyi gerçekten isterdim, ama nasıl sevebileceğimi bilmiyorum.

 Haydi eve gidelim.

 Gel.

 Geliyorum.

 İşleri daha da karıştırıyorsun, sence de öyle değil mi?

 Ne?

 Eğer Tanrı var ise, hiçbir şeye izin yoktur.

 O orospuyla ne yapıyorsun?

 Hayır Gabriel Amca.

 Öyle değil.

 O etrafta olduğunda, repliklerimi unutuyorum.

 Çok korkunç!

 O tam bir hiç!

 Listeyi aldın mı?

 Ne listesi?

 Her şeyi bilmek istiyor.

 Herkes gibi!

 O daha köpeğini nasıl yürüteceğini bile bilmiyor!

 Herkes gibi!

 O delikten korkuyor!

 Herkes gibi!

 Kıravat zevki hiç yok!

 Herkes gibi!

 - Sıfıra sıfır elde var sıfır.

 - Güven vermiyor Bunda yanlış bir şey yok.

 Sıfır ile Meryem arasındaki bölen nedir?

 Meryem'in bedeni.

 - Cevap ver kuş beyinli!

 - Bilmiyorum!

 Kör adamın gözlüklerini takıyor budala!

 Hareketi takip etmeyi dene Şimdi ellerinle, gözlerinle.

 - Beni rezil edecek!

 - Buna cesareti yok.

 Gözlerimin içine bak.

 Eğer birisi onu hamile bırakırsa Biz "herhangi birisi" değiliz!

 Anlamıyorum!

 Biraz güven!

 Güven!

 Bende hiç kalmadı!

 Ve aşk, seni ahmak!

 Aşk Ben geldim Ne oldu?

 Yine mi gözlerin?

 Bu kitap ne?

 Senin için.

 "Yaşamın karmaşıklığına doğru, ilerledi cesur ve genç adam.

" "En iyi at, en iyi cephane ve kıyafetleri ile.

" "Bir savaşçı, kral, Yunan Prensi olmak için.

 Hepsini istiyordu genç adam.

" Ama birisi "Görünmeyen birisi onu gururuyla bekliyordu: Tanrı!

" - Teşekkür ederim!

 - İstemiyorum.

 Ben kendi kitabımı daha çok seviyorum.

 Zaten sevmesen inanmazdım.

 Ben almayacağım.

 O çok komik: Yağmuru Yağmur Kardeş ve ateşi de Ateş Kardeş diye çağırıyor.

 Bedeni?

 Ne olmuş bedene?

 Beden Beden Beden Kardeş Eşek Neden vücudum seni uzaklaştırıyor?

 Sakın bana "Seni öpüyorum ya.

" deme.

 Ben de korkuyorum.

 Bu tip şeyler her gün olmaz.

 O yüzden biraz korkuyorum.

 Bazen çift olmak daha iyidir Neden bedeni etkileyen ruha inanmıyorsun?

 Ben tam tersine inanıyorum!

 O beni korkutuyor.

 En azından beni sevmediğini söyle.

 Sessizliğe dayanamıyorum.

 Sessizlik Kardeş!

 Beni sevdiğini biliyorum.

 Ama bu başka bir şey olmalı.

 Birbirimizi görmemiz, ya da benim hasta ya da ölü olmam seni ilgilendirmiyor.

 Ben canlı mıyım?

 Belki de sana sadece zarar verebilirim.

 Anlamıyorum.

 Bu çok büyük bir sır.

 Aşkım Bunu nasıl söyleyeceğimizi bilmiyoruz.

 Çok muazzam ki hepsi tükenmiş durumda ve sen beni bırakacaksın.

 Neyse, benim bilmem gerek.

 Neyi?

 Tanrı'nın eli benim üzerimde, ve sen buna zarar veremezsin.

 Şimdi ne oldu?

 - Eve gitmeliyim.

 - Gelmenin bir manası yoktu.

 Engel olan şey bedenin değil, senin güvensizliğin!

 Neden çocuğun benim olmasını isteyemiyorum?

 Kiminle yaptığını söyle, Benimle kalıp kalmayacağın umurumda değil.

 Eğer seninle kalırsam, seninle uyurum, seninle uyanırım.

 Peki ya Juliette?

 Onu sevmiyorum.

 Seni seviyorum.

 Çok iyi.

 Bak.

 Elini ver bana.

 Haydi, Tanrı ile birlikte!

 İşte, hisset.

 Gördün mü?

 Ben kimseyle yatmıyorum!

 Ama benim hala bir bebeğim olacak.

 Bana inanmak zorundasın!

 Ben senin sadece bir gölgen olacağım.

 Tanrı'nın gölgesi Tüm erkekler, erkeğini seven bir kadın için aynı değil midir?

 Ruhun beden olmasına izin ver O zaman kimse bedenin ruh olduğunu söyleyemez, çünkü ruh beden olacaktır.

 Sen tamamlanacaksındır Evet, o evli.

 Kim?

 Mektubunu aldım.

 Yani basketbol öyle bir şey!

 Yorgunluk, kazanma yorgunluk "Bu yeterli değil.

" diyerek ne demek istedin?

 Seni sevdiğimi görebileceğini söyledin.

 Evet Görüyorum.

 Ama bunun yeterli olmadığını söyledin.

 Bir şey bulacaksın.

 Şimdi bütün gün ne yapıyorsun?

 Konuş benimle.

 Bu inanılmaz, o hiç gelmiyor.

 4 gündür bekliyorum.

 Motoru tamir ettim, içerisine telefon ve video koydum.

 Hepsi çalışıyor.

 Geleceğini söylemek için telefon açtı.

 ama akşama kadar gelmedi.

 Zengin tipler gariptir.

 BİR ZAMANLAR Hangisi?

 Oradaki büyük beyaz olan.

 BİR ZAMANLAR Gidip görebilir miyim?

 Evet Evleniyoruz.

 O zaman seni sadece bir kez bile olsa çıplak görebilir miyim?

 Sadece bakacağım.

 Evet Bakacaksın.

 Seninle normal bir şekilde sohbet etmeyeli çok uzun zaman oldu.

 Ve doğa halen galip geliyor.

 Ben de diğerleri gibi konuşmak istiyorum.

 Çünkü, her ne kadar saklasam bile, ben de diğerleri gibi, acılar içindeyim.

 Belki de biraz daha fazla.

 Onlar benden zorla çıkacak olsalar bile ben buna izin vermek istemiyorum.

 Bana erdemli bir şekilde davranacaksın.

 Senden hiçbir şey almamış birisinden sakın hiçbir şey alma.

 Erdemli olmak, tüm ihtimalleri göze almaktır, yolunu kaybetmeden.

 Bu imkansız bir görev!

 Bu görevi başarabilmek için o kişinin yıldızların bizden çok çok uzaklarda olduğunu ve yıldızların gökyüzünden düşen ve bir çoğunun bize çok yakın olduğu lambalar olduğunu kabul etmesi gerekir.

 Bizim için, belki de, kökenimizi en iyi açıklayan teori, uzayda çok uzaklarda yer alan bir diğer dünyanın varlığıdır.

 Bu, sadece, Horla'nın, Dünya'daki herkesin antik zamanlardan beri bildiği teorisinin efsanevi bir bozulumudur.

 Git, Arthur.

 Zamanı geldi.

 Patron hanımı görmeye gideceğim.

 Sanırım bu sefer biz kazandık.

 Artık anlamak istemiyorum.

 Ne olup olmadığımın bir önemi var mı?

 Hayır, daha şimdiden olamaz!

 Ondan kaçabildiğimizden daha fazla birbirimizden kaçamayız.

 Meryem, ne yapıyorsun?

 Kes şunu!

 Beni sevdiğini söyle.

 Seni seviyorum.

 Ama neden?

 Neden mi?

 İşte!

 Çünkü kanun bu!

 Anladın mı?

 Evet Kendimi kurban edeceğim.

 Seni bok çukuru!

 Birincisi, o çukur senin bildiğin çukur değildir.

 İkincisi: Tabular kurbanı ezer geçer.

 Ama neden?

 Çünkü kurallar böyle.

 Seni seviyorum.

 Hepsi bu kadar mı, seni seviyorum?

 Hepsi bu mu?

 Bu mu?

 Birdenbire kalbimi bir ışık kapladı, parıldayan bir ateş gibi ılık ve nazik.

 Dünya'da, ya da cennette sevdiğini mutlu ettiğini bilmekten daha önemli ne vardır?

 Ve senin yöneticin kimdir?

 Kızböceklerini izlerken bana günah hakkında anlattıklarını hatırladım.

 Eğer doğru bir şekilde düşünürsen, onun varolmadığını anlarsın.

 Özgürce güreştiklerinde bir kızböceği akını gibi kaybolmuştu.

 Biz, O'nun sözlerini konuşuyoruz.

 O'nun sözlerini konuşmaktan daha yakın nasıl olabiliriz O'nun sözlerine?

 Evet?

 Ne?

 Konuşuyoruz.

 O'nun sözlerini konuşuyoruz.

 Konuştuklarımız, O'nun sözleri, daima bizim ilerimizdedir.

 O zaman beni bırakmayacaksın.

 Kalacağım.

 Sana hiçbir zaman dokunmayacağım.

 Kalacağım.

 Dolar'ın düşeceğine inanma.

 Tatilin eğlenceli olacağına inanma.

 Yağmurun aşağı doğru yağdığına inan.

 Doğanın kanunu bu.

 Dünya çok üzgün!

 Üzgün değil.

 Büyük!

 Gitmeliyim.

 Sana bir şey ifade etmiyor muyum?

 Eşim ve çocuğum da ediyor.

 Artık bir vizem olduğuna göre, gidip neler olduğuna bakmalıyım, değil mi?

 Anladın mı?

 Karın ve çocuğun ne zamana kadar bir şey ifade edecek?

 Anlamıyorum.

 Seni piç!

 Üzgünüm.

 Karının hapishanede olduğunu söylüyorsun ve benimle yatıyorsun.

 - Lütfen Eve.

 - Eva!

 Eve ile her şey bitti!

 Hadi, vursana!

 Nasıl olsa istediğin de bu!

 Bana 32.000 frankımı geri ver!

 Sana göndereceğim.

 Sen gerçekten bir hiçsin.

 Ruhu ruh yapan onun acısıdır.

 Onlar için olan acımı duyan ilk kişi O olacaktır.

 Ve O bana dedi ki: Kızım, senin boğulduğunu görmek için boğuluyorum.

 Tanrı gariptir, dövüşmeye bile cesareti olmayan bir korkaktır, sırf kendi götünü korur, ki o da, sessizca varlığını sürdürebilmek, girişini koruyabilmek içindir.

 Ben uçkur uğruna eğlence istemiyorum: Kalbimi ya da ruhumu tek bir seferde harcamak istemiyorum.

 Acı bile beni tek bir seferde yok edemez ve ben onun içerisinde yok olmayacağım.

 O benimle yok olacak.

 Benim Patron olmam çok kötü olacaktır ama içimde en küçük bir seks isteği bile kalmayacak.

 Ben ruhun gerçek gülümsemesini bilirim, ama dışından değil içinden.

 Tıpkı daima hakkedilmiş bir acı gibi.

 Bunun deneyimle pek bir ilgisi yok, bu daha çok tiksinme, nefretmedir.

 Ahlak ya da dinginlikle bir alakası da yoktur.

 Babamız ve Annemiz ölene kadar bedenim üzerinde sikişmelidirler.

 O zaman Şeytan ölür, ve biz de kim daha yorgunmuş görürüz.

 O mu ben mi.

 Dünya ve seks içimizdedir.

 Dışarıda daima yıldızlar vardır.

 İstemek güç ile genişlemez.

 Seviye seviye, sonsuzluk için, bir başkasına sarılmaktadır.

 Yemek için ağız deliğine ve sonsuzluğu yutmak için göt deliğine ihtiyacın yoktur.

 Götün başına girmelidir, bu yüzden yükselmek için göt seviyesine alçal sonra sola dön ya da sağa.

 Tanrı, uğruna beni mahveden bir vampirin tekidir, çünkü ben çok çektim, ama o hiç çekmedi.

 Ve o benim acımdan faydalandı.

 Meryem ruhtan düşmüş bir bedendir.

 Ben bir beden tarafından taklit edilen bir ruhum.

 Ruhum beni özümde hasta ediyor, ama benim amcığım Ben bir kadın olmama rağmen adamımı amcığımla peydahlamam.

 Ben eğlenceyim.

 Ben eğlencenin tekiyim, ve buna karşı savaşmaya, ne de bundan cezbedilmeye gereksinimim var.

 Tek istediğim daha fazla eğlence.

 Ben istifa etmedim.

 İstifa etmek üzücüdür.

 Bir kişi Tanrı'nın isteğine karşı nasıl istifa edebilir?

 Sevilmeye karşı istifa mı ettik?

 Bu bana daha net göründü.

 Çok fazla net.

 BİR ZAMANLAR BİR ZAMANLAR Ah, Meryem, sana ulaşmak için ne garip yollardan geçtim.

 Sorun nedir?

 İşte buradalar.

 Şimdi inanıyor musun?

 Joseph'e "Baba" diyecek mi?

 Sen ne yapacaksın?

 Ona daha sonra onun babasının olmadığını mı söyleyeceksin?

 Hayat bu.

 İstasyon için gelmiştim.

 Birazdan konuşuruz.

 Hesapladım.

 2 yıl içerisinde geri ödeyebilirim.

 - Elbette!

 - Hayır!

 Baba!

 Joseph!

 Teşekkürler, Meryem.

 Her kadın için.

 "Nasıl baktı?

 Nasıl biriydi?

" Aşkta bakışlar yoktur dış görünüş yoktur benzerlik yoktur.

 Sadece kalplerimiz ışığı titretebilir O'nun orada duruşunu sana tasvir edemem.

 Ama sana kadının ona nasıl baktığını tasvir edebilirim.

 Benimle gel.

 Benimle gel.

 Senin adın ne?

 Fabian.

 Artık senin adın Peter.

 Peki senin adın ne?

 Florent.

 Bundan böyle senin adın da James.

 Benim adım ne?

 Kahvem nerede kaldı?

 Ben geç kaldım.

 Kahvem nerede!

 Kahvem nerede kaldı!

 Ufaklıklar bu sabah biraz uslu olsalar iyi olur.

 Yoksa bu akşam oyun oynamayız.

 Lütfen anne, oynayalım!

 Onun adı neydi?

 Kirpi mi çimen mi?

 Onun adı ne?

 Zil.

 O ne?

 Somunlar, ekmek O seni çıplak görmek için çok yaşlı.

 Biraz saygı, Joseph.

 Bir gün, bilirsin, baban olacak kişi seni unutabilir.

 O zaman buralarda olmadığıma çok pişman olursun.

 Bana bak!

 Ben onun olduğu kişiyim.

 Soytarılığı bırak!

 İçeri gir!

 Baba'mın kaçamaklarına eğilimli olmalıyım.

 Tanrı şahidim olsun ki hep birlikte göreceğiz.

 Kes şunu!

 Geri gelecek!

 Ne zaman?

 Paskalya Bayramı'nda Birlik Pazarı'nda.

 Bayan!

 Hey, Bayan!

 Ne oldu?

 Hiçbir şey.

 Meryem çok yaşa!

 Ben Bakire'denim ve bu oluşumu istemedim.

 Ben sadece bana yardımcı olan ruh üzerinde imzamı bıraktım.

||

Jean-Luc Godard - Sauve qui Peut (la vie)

43001||5007244||BİR JEAN-LUC GODARD FİLMİ.

 HERKES BAŞININ ÇARESİNE BAKSIN ~ Uyarı: Zaman zaman küfürlü sözler içermektedir.

 ~ Günaydın efendim.

 Tepsiyi alabilir miyim?

 Denise Rimbaud.

 Denise orada mı?

 Stüdyo 3'ü bağlar mısınız bana Video stüdyosu.

 Alo, benim, Paul.

 Bir saate kadar oradayım.

 - Bay Godard - Haydi, bavulları al.

 - Asılıp durmasana bana!

 - Valizler Bay Godard - Valizler - Usandırdın artık!

 Bay Godard, müdüre söylediniz mi hani biliyorsunuz ya Siz harika bir erkeksiniz.

 Sarhoştum.

 Sorun değil.

 Bay Godard Size bir şey söylemek istiyorum.

 - Ne?

 - Sizi seviyorum, efendim.

 - Kişiliğimi mi demek istiyorsun?

 - Hayır, vücudunuzu.

 - Ne?

 - Vücudunuzu efendim.

 - Size ibnelik yapmak istiyorum.

 - Ne?

 İbnelik dedim.

 Donanmanın yarısı üstümden geçti.

 Küçük, hoş bir göt deliği gibisi yoktur.

 Öpmesene, pislik!

 Sizi seviyorum.

 

 Burası İblis'in kenti!

 

 Burası İblis'in kenti!

 -1: HERKES BAŞININ ÇARESİNE BAKSIN ~ Ağır Çekim ~ 0: HAYAT Duyduğum şu müzik sesi nedir?

 

 - Hangi müzik?

 - Şu müzik, siz de duyabilirsiniz.

 Hangi müzikten söz ettiğinizi anlamadım.

 Frederique!

 Öğretmenle evlenen bir kızları vardı.

 Üçüncü oğulları, André, biraz ahmaktı.

 Evet evet, hatırlıyorum.

 Taugu'nun karısıyla birlikteyken araba kazası geçirmişti, büyük bir skandaldı.

 Evet, şu kızla, Bioux kuzenlerden biriyle evlenmişti.

 O da tuhaf bir kızdı.

 

 Adamın ailesi karşı çıkmıştı.

 

 O da terk etmişti.

 Ona ne oldu biliyor musun?

 

 Hayır, başka bir şey duymadım.

 

 Ona ne oldu acaba?

 

 Risoux'ya gitmemiş miydi?

 

 Bildiğim kadarıyla, hala Fransa'da.

 

 - Fransa'dadır.

 - Sağolun.

 Bu sabah Bay Piaget'yi gördünüz mü hanımefendi?

 

 Evet, uğradı.

 Burada onunla buluşacaktım da.

 

 Fotoğraf çekmeye gitmiştir.

 Fotoğraf mı?

 

 Evet, maç fotoğrafları.

 Uzak mıdır?

 

 Pek sayılmaz.

 Hemen şurası, garın arkası.

 Seni burada görmek ne güzel, Denise.

 1: HAYAL

 Asırlar oldu.

 

 O kadar da çok değil, Michel.

 Gerçekten.

 Roman yazmayı mı düşünüyorsun?

 Hayır.

 Ama olabilir.

 Sayılır Mektubunda yazdığın şeylerden ötürü soruyorum.

 

 Olayların gerçek yüzüyle ilgili, yeni bir yazı dizisi üzerinde çalışıyorsun.

 

 Orijinal bir çalışma.

 Gazetem için her zaman böyle bir şey istemişimdir.

 Buralarda pek gitmez.

 Saçların hala çok güzel, simsiyah.

 Hem miras sistemiyle alay ediyorsun, hem de baban gibi davranıyorsun şimdi.

 Doğru diyorsun.

 Babamın işini devralmak ilk başta tuhafıma gitmişti.

 Berbat bir şeydi.

 Devrim budur işte.

 Şimdi her şey yolunda.

 En azından doğanın içindeyim.

 Manzara Huzurlu ve sakin.

 

 - Dönüyor musun?

 - Önce kalacak bir yer bulmalıyım.

 

 Ama Pazartesi buraya döneceğim.

 

 - Kesinlikle.

 - İyi.

 

 Daha sonra dükkana uğra, ben de Madeleine'le görüşeyim.

 Burası sığırların yem ambarı.

 Her sabah besleniyorlar.

 Tek yaptığım yemleri temin etmek.

 

 Gerisi otomatik olarak gerçekleşiyor.

 

 - Doğrudan ahıra mı gidiyor?

 - Evet.

 Yeşille yemlemeyi başlatıyorsun, kırmızıyla da durduruyorsun.

 

 - Buradan telefon edebilir miyim?

 - Tabii, et.

 

 Sana bir şey göstereyim.

 İyice yaladıklarında çok hoş oluyor.

 Alo, benim Denise.

 Dinle Dinlesene, gıcık herif.

 Duras'ı bana getirmek zorundasın.

 Sana adresi vereceğim.

 Ben gecikeceğim, nedeni bu.

 Paul, dinle beni.

 

 Tekrarlamayacağım.

 Evet, anahtarını geri aldım Çünkü bitirdim ben, daha doğrusu sil baştan başlıyorum.

 Daire için bir ilan verdim.

 Şimdi de sen söylüyorsun.

 

 - Adınız ne?

 - Denise.

 

 Valizinizi odanıza koydum.

 Yukarıda, soldan birinci oda.

 İki yıl ite kaka sürdürdüm.

 Beni kutlaman gerekir.

 İnsanlar her zaman ne der?

 Derler ki derler ki Güveneceğin birine ihtiyaç duyarsın.

 Güveneceğim birini istemiştim.

 Anladın mı?

 Biz hiç birlikte olmadık, birbirimize asla güvenmedik.

 Biz hiç birbirimize güvenmedik.

 Bir şey bizi engelledi sanki.

 Trajedi değil ki bu.

 Evet, artık senin gibi konuşuyorum.

 Tamam o zaman.

 Adres nedir?

 Bitirmeliyiz anlamına gelmez bu.

 Tanımadığın birisi işi daha ilginç hale getirir.

 Hatta ihtiraslı.

 Hayır, ihtiras değil o.

 Tamam, gideceğim Gideceğim dedim.

 Daireye gelince, sana söz, halledeceğim.

 Ama şimdi olmaz, Cécile ve eski eşim yüzünden.

 Bunu diyeceğini biliyordum.

 Lanet olsun.

 Bu konuyu Yvette ile görüş.

 Yvette Denise.

 

 Bir sonrakine kadar hep "son kez" olur.

 

 Peki, bakarız.

 Şimdilik hoşçakal.

 Bedende ve akılda bulunan bir şey sıradanlığa ve yoksunluğa karşı, kendini kasar.

 Yaşam Daha hızlı bir el kol hareketi.

 Bir kol.

 Aşağıya ve yukarıya hareket eden bir kol gelişigüzel.

 Öne doğru daha yavaş bir adım.

 

 Bir rüzgar dalgası.

 

 Soluğun kesilmesi.

 

 Yanlış bir hareket.

 

 Bütün bu terslikler.

 Düzenli bir işin eksikliğini gidermek için

 son dakika atakları.

 

 - Ama gidişat yine de gerçekleşir - Peki, onu değiştiririz.

 

 - Gerçekleşir gerçekleşmez - Ama ben yerimi bilmek istiyorum.

 

 - Zaman tuhaf bir biçimde - Maurice gidiyor.

 Onun yerine sen geç.

 

 uzamış olarak, hala vardır.

 

 Bu beceriksizlik

 - Bu amaçsız hareket - Öyleyse yazıcı kullanmayı öğreneceksin.

 - Gazete ne zamanlar çıkıyor?

 

 - Bu ani hızlanma

 Elin bu duraksaması - Perşembe günleri.

 

 - Bu surat asma

 Bu kavga

 hayata tutunma mücadelesidir.

 

 Şu, her insanın içinde yatan sessiz çığlık:

 "Ben makine değilim!

" Neden ayrılıyor?

 

 Uzun hikaye.

 

 Kendisine sorsan daha iyi.

 

 Anlaşamadılar.

 - Bu, Madeleine mi?

 

 - Evet.

 Benim bu fotoğrafımı neden sakladın?

 - Hem artık bana da benzemiyor.

 

 - Delilik de gitsin.

 

 Buraya gel.

 Daha önce romandan kastettiğim şey, mektubunda tutkuya kapıldığım şey.

 Tutku değil o.

 İkincil olayları ifade etmekle, ana konulara ışık tutmuşsun.

 İkincil rol, asıl olanıdır.

 Ne kadar alacağım?

 

 Başlangıç olarak 300.

 

 Başarı sağlarsa, yeniden konuşuruz.

 

 - Paul'den ne haber?

 - O iş bitti.

 

 Ama kimse farkında değil gibi.

 

 Ben bile.

 Seç!

 - Seç.

 - Hayır, seçmeyeceğim.

 - Seç!

 - Hayır.

 - Georgiana - Sen seçmek zorundasın.

 

 Sen seç, Georgiana.

 

 Seçmeyeceğim.

 Seçmeyeceğim.

 

 Seçmeyeceğim.

 Seçmeyeceğim.

 

 Yaklaşık yirmi saniye.

 - Cécile orada mı?

 - Evet, orada.

 Ellerini tükürüklemeyi bırak!

 2.

 KORKU - Onları burada terletiyorsun.

 - Evet, biraz.

 Marie-Claude, biraz daha sert vur!

 - Castro'yla ilgili son haberi duydun mu?

 - Hayır.

 Amerikalıların, Kübalılardan daha iyi çalıştıklarını iddia ediyor.

 Bak sen!

 Gerçek, er ya da geç ortaya çıkar.

 

 - Çocuğun var mı?

 - Evet, bir kızım var.

 

 Kaç yaşında?

 

 - Oniki, Cécile gibi.

 - Hayır, Cécile onbir yaşında.

 

 - Memeleri çıktı mı?

 - Evet, Cécile gibi.

 

 Canın onu okşamak ya da onunla ters ilişkiye girmek istedi mi hiç?

 

 Hayır.

 

 Bence, annenin, oğlan ya da kız olsun, çocuklarına babalarından daha kolay

 dokunabilmesi haksızlık.

 Haydi, çabuk ol.

 Beni almaya neden annem gelmedi?

 Cadaloz, bana Peugeot'yu vermedi.

 Ben de garaja bunu koymak zorunda kaldım.

 Haydi binsene!

 TV stüdyolarında biriyle görüşmem gerekiyor.

 Hani armağanım?

 

 "Bak.

 Dünyanın sonunu gör.

" MARGUERITE DURAS.

 Öyle diyor.

 

 Diyor ki: Dünyanın sonunu gör.

 

 Her zaman.

 

 Her an.

 

 Her yerde.

 

 Çok ötelere uzanıyor.

 

 Bu daha iyi.

 Diyor.

 

 O kadar zor ki.

 

 Öylesine güç ki.

 

 Müthiş zor Jeanine, gitmeliyiz.

 

 Peki, keselim.

 

 - Sorun değil.

 - Daha iyi.

 - Benim adıma Denise'e teşekkür et.

 - Ederim, hoşçakalın.

 Hazır Bay Godard burada bizimle birlikteyken, eğer bize - Bir şeyler söyler miydin?

 - Hayır, teşekkürler.

 Duras'ın buraya gelmeyeceğini biliyorum.

 - Duras burada mı yani?

 Nerede?

 - Yandaki sınıfta.

 Onu almaya geldim.

 Çağırsana o zaman!

 Marguerite!

 - Gidip bir bakacağım.

 - Marguerite!

 Orada mı?

 Evet, orada.

 Hareket etmiyor.

 Bunun olabileceği konusunda Denise seni uyarmadı mı?

 Hayır, uyarmadı.

 Tamam o zaman, bir şeyler söyleyeceğim Notlarına bakabilir miyim lütfen?

 Sağol.

 Evet, başlıyorum.

 "Bir meşgalem olsun diye film çekiyorum.

" "Dayanma gücüm olsaydı, hiçbir şey yapmazdım.

" "Hiçbir şey yapmadan oturmaya dayanamadığım için film çekiyorum.

" "Başka bir nedeni yok işte.

" "İşimle ilgili söyleyebileceğim en dürüstçe şey budur.

" Bu benim için de geçerli.

 Duras'a gelince Ne zaman bir kamyonun geçtiğini görürseniz

 onu, bir kadının sözü geçiyormuş gibi algılayın.

 Ama ortaya çıkıp, gelmeyeceğini söyleyemez miydi?

 

 Yazmak, adeta göz önünden kaybolmak gibidir.

 

 Bir şeyin arkasında bulunmaktır.

 

 Ama bazı fiziksel belirtiler bu konuda kuşku verici bir şey

 olduğu yönünde beni bilinçlendirdi.

 

 Adeta ahlaksızca bir şey.

 

 Daha sonraları bundan söz edince Midem bulandı.

 

 Sessizlik bir metnin çevresini kuşatıyor- bir metnin okunuşu.

 

 Söylenen söz, ağızdan çıkan söz bunu yaratıyor.

 

 Kadınların kendilerine ait yerleri varsa

 ki ben böyle bir yerin varlığından emin değilim

 Bir kadının yeri bence çocukluk çağıyla doludur.

 

 En azından.

 Bir erkeğin yerininkinden daha çok.

 

 Erkekler kadınlardan daha çocuksudur ama daha az çocukluk çağına sahiptirler.

 - Bana yardım edecek misin?

 - Edeceğim.

 Beni uzun süre sevecek misin?

 

 Düşündüğünden de uzun.

 - Duras nerede öyleyse?

 - Burada yok.

 Nerede?

 Nerede?

 

 Onu havaalanına götürdüm.

 Saat beşte gitti.

 

 Sana inanmıyorum!

 Sana inanmıyorum!

 

 Daha erken gitmek istedi.

 Doğru değil mi, Cécile?

 Bilmiyorum.

 

 Yayın müdürüne ne diyeceğim peki?

 

 Gerçeği.

 - Hangi gerçeği?

 

 - Senin ayrılacağını.

 Kimin programı bu?

 Benim mi, senin mi?

 Söylesene, orospu çocuğu!

 - Dinle, Denise.

 - Söylesene, lanet olası seni?

 - Hey, nazik ol.

 - Hayır, nezaket bitti.

 Bir daha asla.

 - Söyleyecek misin?

 - Evet.

 Senin şovun.

 Öyleyse sen kimsin ki benim adıma karar veriyorsun?

 Bilmiyorum.

 Söyle!

 Haydi, söyle!

 Ama bu hiçbir şeyi değiştirmedi.

 Ne istersen yapabilirsin, ne istersen.

 Bu hiçbir şeyi değiştirmez deme sakın.

 Kendi başıma düşünebilirim!

 Neden hep benim yerime düşünmek zorundasın ki?

 Televizyon işini bırakacaksam, bunu kendim yapacağım!

 Sen televizyonun yerini almayacaksın!

 Seyircin değilim, şu aptal kızın gibi.

 Bir de başıma erken ödeme belası çıktı!

 Senin yüzünden!

 - Senin aptal baban yüzünden.

 - Canın cehenneme!

 Düşündüğünden de uzun süre!

 

 "Son 200 yılda, karatavuklar ormanları terk edip, kent kuşları haline geldiler.

"

 "Önce 18.

 yüzyılda İngiltere'de "

 " sonra Paris'te ve Ruhr'da.

"

 "19.

 yüzyıl boyunca, Avrupa'daki tüm kentleri istila ettiler.

"

 "1900'lerde Viyana'ya ve Prag'a yerleştiler.

"

 "Sonra Budapeşte, Belgrad ve İstanbul'a yönelerek doğuya gittiler.

" - Sonra ne yaptılar?

 

 - O başka bir paragrafta.

 

 Bakabilir miyim?

 

 "Bu gezegen açısından "

 " insanlığın dünyasının karatavuklar tarafından işgali, Güney Amerika'nın "

 " fethinden ya da Yahudilerin Filistin'e dönüşünden çok daha önemlidir.

"

 "Balıklar, kuşlar, insanlar ve bitkiler gibi türler arasındaki "

 " ilişki değişimi, aynı tür gruplarının kendi aralarındaki "

 " ilişki değişimlerinden çok daha yüksek düzeyde bir değişikliktir.

"

 "Bohemya, Keltler ve Slavlar tarafından işgal edilmiş olabilir "

 " Besarabya da, Ruslar ve Romenler tarafından.

"

 "Dünyanın umurunda bile olmaz.

"

 "Ama bir karatavuk, doğaya ihanet edip, insanı yapay dünyasında izlemeye "

 " kalkıyorsa, işte bu, gezegenin düzenini değiştiren bir olgudur.

" Bir sonuca bağlamam gerekiyor.

 

 - "Olgudur"dan sonra mı?

 - Evet.

 

 - Bir fikrin var mı?

 - Yok.

 

 - Ya senin, Paulette?

 - Yok.

 

 Bu aralar pek fikir sahibi değilim.

 Herkes düşünmekten korkuyor.

 "Tarihin son iki yüzyıllık süresi içinde " " karatavuk, insanın kentlerini istila ederken "

 Telefon etmem gerekiyor.

 Ayda bir kez olsun, birbirimizle konuşacak bir şeyimiz yok.

 Doğru.

 Çekimi verir misin lütfen?

 İşte.

 Hani benim doğum günü armağanım?

 Sen de mi?

 Kaç yaşındasın, Cécile?

 - Soru sorduğumda yanıt ver.

 - Çok can sıkıcısın, baba.

 Kancık neden yanıt vermiyor?

 - Senin neyin var, Paul?

 - Hiçbir şey.

 Ne olduğunu ben biliyorum.

 Kaç yaşında olduğunu sordum, hepsi bu.

 Kız arkadaşından fırça yedi, acısını bizden çıkartmak istiyor.

 Yine Denise.

 Hala sürüyor mu?

 Yazdan beri bitirdiğinizi sanıyordum.

 

 Hala senin süper lüks dairende mi kalıyor?

 Kararsızım.

 Ayrılmak istiyorum.

 "Geri dönersem daire hazır olsun.

" Yalnız bu düşünceyle beni istediğini sanıyorum.

 

 Nereye gidiyor ki?

 

 Bilmiyorum.

 

 Olabildiğince uzağa.

 

 En azından çekip gidecek cesareti var.

 

 - Hala arayış içinde.

 - Ben de öyle.

 

 Pek sayılmaz.

 

 Pek sayılmaz, Paul.

 

 Bak söylüyorum: Yalnız başına ve üzgün ayrılacak, tıpkı benim gibi.

 

 Çünkü ben, aslında ayrılmak istememiştim.

 

 Hani hediye?

 

 İşte.

 Üstündekini çıkar, bunu giy.

 Pisliğin tekisin, Paul.

 Neden?

 Onun memelerini görmek istiyorum diye mi?

 Sen ya sapıksın, ya da aşağılık herifin tekisin!

 Sapık değil tükenmiş.

 "Tükenmiş" ne demektir, Cécile'e sor.

 Matematiği kuvvetlidir.

 Gelecek ay görüşürüz, şimdilik hoşçakalın.

 

 Beklediğin için teşekkür ederim.

 - Bir sandviç lütfen.

 - Peki hanımefendi.

 Seni evine bırakamam.

 Arabam yok.

 Beni merak etme sen.

 Daire için ilan verdin mi gerçekten?

 Bu büyük bir haksızlık.

 Bana zaman tanısan olmaz mı?

 Ben de şehirde yaşamaktan memnun değilim.

 Eskiden sana inanırdım ama artık inanmıyorum.

 Nyons gibi küçük bir şehir bile beni bezdirdi.

 Daireyi tutmanı ben istemiştim.

 Huzura ve sessizliğe ihtiyacın olduğunu söylemiştin, yeni projelerin vardı.

 - Hala var.

 Bir şey değişmedi ki.

 - Hayır Kalsaydım da aynı.

 Sen koruyucu bir melek istiyorsun.

 Öyle olmaktan da bıktım artık.

 Ne melek, ne canavar, ne de tanrı.

 Bir bisiklet alıp, dağa çıkmakla yaşantını değiştiremezsin.

 Bu seni ilgilendirmez.

 Evet ama, gözlerim görüyor ve her şeyin farkındayım.

 "Aşk işten, birlikte yapılan jestlerden serpilip büyümeli " " yalnızca gecelerden değil" demiştin.

 "Geceler, gündüzlerden yeşermeli" demiştin.

 Benden kaynaklanmıyor.

 İnsanlar böyle.

 İkimiz de kabul ettik ki, sevgi emeksiz yaşayamıyor.

 Yalnızca ihtiras patlamaları, sürüp giden bir şey değil.

 Sürüp gittiği zaman çok zor.

 Ben tanımlamak değil, uygulamak isterim.

 Tanımlama işini sana bırakıyorum.

 Bugün, hayvanları beslemeyi öğrendim.

 Sırtında deliği olan bir buzağı vardı.

 Yediği her şey delikten dökülüyordu.

 Bana göre, insanlar böyle.

 Yani?

 Sözler, ağızlarındaki delikten dışarı dökülüyor.

 Nereden telefon ediyordun?

 Annemin evinden.

 Cécile'i dışarı çıkarmam gerektiğini sana söylemiştim.

 Doğum günü ya.

 Ona ne aldın?

 Hiçbir şey.

 Futbol eğitimini ben karşılıyorum.

 Sana benziyor.

 Futbol oynamak istediğini söylüyor, ama yalnızca lafta.

 Benimle ne ilgisi var?

 Sen ve şu bisikletin.

 Bir marifet sanıyorsun, ama aslında hikaye.

 - Okuyabilir miyim?

 

 - "Akıbetim ne olacak?

"

 "Cennete gidecek miyim?

"

 Sözler, bellekte tutulan kaygıyı ifade eder.

 

 "Lütfen söyleyin, Peder.

"

 "Seni severim, evladım", der rahip.

 "Ama pat diye söyleyemem.

"

 "Cumartesi yine gel.

"

 Adam saniyeleri sayar.

 Cumartesi olur, koşa koşa gelir: "Ee, Peder?

"

 Rahip der ki: "Sana iki haberim var.

"

 "Biri iyi, biri kötü.

"

 "İyi haber, Cennet'te yerin hazır.

 Oraya gideceksin.

"

 Adam zevkten dört köşedir.

 "Peki kötü haber ne?

"

 "Kötü haber şu ki, oraya bu Çarşamba gideceksin.

" Olur bu tür şeyler.

 Bu müzik de ne?

 

 - Ben gidiyorum.

 - Ben de seninle geliyorum.

 

 Hayır.

 

 Cumartesi ara beni.

 

 - Seninle geliyorum.

 - Hayır!

 Yetti artık lanet olsun!

 - Canın film izlemek istiyor mu?

 

 - Ses yok!

 

 Ses yok, ses!

 Kepazelik bu!

 Sesi kestiler.

 Rezalet bu!

 

 Beni duydunuz mu, hanımefendi?

 Hiç ses yok!

 

 - Makinist nerede?

 - Makinist yok ki.

 

 - Şaka yapıyorsunuz!

 - Yıllardır bir tane bile yok!

 

 Ne demek ya?

 Benimle dalga mı geçiyorsunuz?

 Hiç komik değil!

 Kepazelik!

 Sinemaya girmek istiyor musun?

 

 Pek değil.

 

 Sinemaya gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz?

 Olur.

 Külotumu çıkardım ki, karanlıkta elleyebilesin.

 - Haber bülteni de verecekler mi?

 - Büyük olasılıkla.

 Külotunu giy öyleyse.

 - Sıkıntın ne?

 - Canım yalnızca film izlemek istiyor.

 Sokaklarda beni s*kmeye can atan yüzlerce erkek dolaşıyor!

 Hiç durma o zaman.

 Ben eve gidiyorum.

 İnsanı hasta ediyorsun!

 Aramızda anlamlı bir ilişki yaratmaya çalışıyorum, görmüyor musun?

 Balyozla bir şey yaratamazsın.

 Ee, sinemaya gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz?

 Tamam.

 

 Kendini bu kadar zorlama Numara yapma.

 

 Kadın gözlerini kapatmıştı.

 Uzun bir ilişki olacaktı.

 Ama boşver.

 

 Süreyi, gününü planlamak için kullanabilir.

 

 Önce odasını toplayacak- Dört dörtlük.

 

 Çarşaflar.

 Gazeteler dergiler, hatta aynalar ve çatal bıçak, gümüşler.

 

 Sonra, perde kordonlarını değiştirecek.

 Pencereleri de temizleyecek.

 

 Sonra geri kalan işler ki herkes ona muhtaç olduğunu anlasın.

 

 Muslukçuyu çağırmalı.

 

 Muslukçu bugün gelmeli.

 Yoksa kimse işin içinden çıkamaz.

 3.

 TİCARET

 Birisi feci bir ölümle burun buruna gelebilir.

 Tamam mı?

 Tamam.

 İyi uyudun mu?

 Pek sayılmaz, bir sürü rüya gördüm.

 Rüyalar hep berbattır.

 İnsan, rüyasında bile derdine derman arar durur.

 - Günün birinde görüşürüz.

 - Hoşçakal.

 Kaltak!

 Pislik!

 Kendi kendini pazarlıyorsun ha!

 

 Bağımsız olabileceğini mi sanıyorsun?

 Evet.

 

 Kimse bağımsız değildir.

 

 - Benden sonra tekrarla!

 - Kimse bağımsız değildir.

 

 Ne fahişe, ne de daktilograf.

 

 - Tekrarla!

 - Ne daktilograf, ne de fahişe.

 

 Ne ev kadını, ne düşes, ne de hizmetçi.

 Ne hizmetçi, ne düşes, ne de ev kadını.

 

 - Ne tenis şampiyonu.

 - Ne tenis şampiyonu.

 

 Ne kız öğrenci.

 Ne kız öğrenci.

 

 Ne de köylü.

 - Ne de köylü.

 

 - Bu kadar yeter.

 

 Yalnızca bankalar bağımsızdır.

 Ama bankalar katildir.

 Gel bakalım.

 Korkma.

 Bu daha ilk uyarımız.

 

 Biz katil değiliz.

 

 Bütün paranı değil, yalnızca yarısını istiyoruz.

 

 Tamam mı?

 

 Tamam mı?

 Beni görmedi.

 Yukarıya mı çıkıyor?

 Evet, sorun olmaz merak etme.

 Isabelle'in arkadaşı mısın?

 Isabelle'in arkadaşı yoktur bence.

 Ne iş yaparsın?

 Gazeteciyim, resim çizerim.

 Bir çizgi roman üzerinde çalışıyorum.

 

 Ne işin var burada?

 Héléne!

 Yıkama sırası bende değil.

 

 Peki, tamam.

 Ee, neden geldin?

 Sana bir şey sormak istedim.

 Önce bir telefon etmem gerek.

 Kız kardeşin, tam bir baş belası.

 Şimdi bunun üzerinde çalışıyorum.

 Alo, Stücky Emlak mı?

 Dört odalı daire ilanı için arıyorum.

 Peki Bu kötü oldu.

 Yine de teşekkürler.

 Hoşçakalın.

 

 Bu müzik nedir?

 Ee, ne istiyorsun?

 Biraz paraya ihtiyacım var.

 Ne kadar?

 Bilmiyorum yirmi ya da otuz bin.

 Ne için?

 Delirdin mi?

 Bazı arkadaşlarla birlikte bir tekne yaptırıyoruz.

 Denize açılmak istedik.

 Antiller'e.

 Ama paramız yetmedi.

 Deniz yolculuğuna hala ihtiyacımız var.

 Bir kuyumcuyu soymaya kalktık, ama tam bir fiyaskoydu.

 Hepsi hapsi boyladı.

 Onlara yardım etmeliyim.

 Hala, Jacques ile birlikte misin?

 Hayır, bunlar tanımadığın kişiler.

 30 bin Frank mı?

 20 bin yeter.

 Bende yok.

 Her neyse, ben buralardan gidiyorum.

 Burası çok berbat.

 Nereye gidiyorsun?

 Köye Şu an bilmiyorum.

 Neyse işte, bende para yok.

 Bir sigara versene.

 Senden para istemiyorum.

 Ne o zaman?

 Ne istediğini anlamadım.

 Senin gibi fahişelik yapmak istiyorum.

 Sana danışmak istedim.

 Yalnızca bir, ya da iki haftalığına.

 Hepsi o kadar.

 İki kere yedi, dörtle çarp, böl ikiye

 İki hafta yetmez.

 

 Bir ay çalışmalısın, iki hafta değil.

 

 Gerekirse, elbette.

 

 Ne yapman gerektiğinin farkında mısın peki?

 

 Evet.

 

 - Memelerinin büyüklüğü ne kadar?

 - Şöyle böyle.

 

 Göstersene.

 Oranda çok kıl var mı?

 Şöyle böyle.

 Ne yapman gerektiğini biliyor musun?

 Oral seks.

 Daha önce yaptın mı?

 Jacques ile, ama pek sayılmaz.

 Spermi yutmak zorunda mısın, yoksa numara mı yalnızca?

 Yutsan daha iyi.

 Tadı nasıl?

 Al, kendin bak.

 Bir herifin kıçını yaladın mı hiç?

 Hayır.

 Yalamak zorunda kalabilirsin.

 Her istedikleri şeye evet deme.

 İstedikleri şey, seni aşağılamak.

 İkiye bölmekten söz ettin.

 Neden?

 Yarısı bana.

 - Öyle mi?

 - Evet.

 Anlaştık.

 Odamda konuşalım.

 Telefonla görüşmem gerekiyor.

 

 Sen neden kız kardeşim gibi değilsin?

 Ya sen?

 Mutlu musun?

 Hayır, sorunlarım var.

 Ama ciddi şeyler değil.

 Tutup da roman yazabileceğin şeyler değil.

 Birisinden duymuştum, şöyle demişti: "mutluluk bir roman konusu olamaz".

 Ben mutluymuşum demek ki!

 Annen, baban nasıl?

 Yine taşındılar.

 Grenoble'e döndüler.

 Grenoble'e mi döndüler?

 İkisi de cesurmuş.

 Ben gittikten sonra yapsan olmaz mı?

 

 Hayır, o fiyata olmaz.

 

 Rocheteau ve Barberies'i satmamalıydın.

 Hayır hayır, kaygılanmıyorum.

 Ajax'ın elemanları birazdan gelirler.

 İmzalamaya hazırlar.

 Bilmiyorum 45 dakika.

 İyi, bir yolunu bul.

 

 - Beni Claudia gönderdi.

 - Peki, eşyalarını şuraya koy.

 

 - Ücreti biliyor musunuz?

 - Sorun değil.

 

 Tamam mı?

 

 - Evet, teşekkürler.

 - Teşekkür ederim, bayım.

 

 - İzin verir misin?

 - Elbette.

 

 Alo?

 Evet, ben Person.

 Ayakkabılarını çıkar.

 Bir dakika.

 Buraya gel.

 Pantolonunu çıkar.

 Hayır hayır, karım bir şey sordu da.

 Evet evet, kadın milleti işte!

 Hayır, 160 dedim.

 Doğru, 160.

 Ne?

 130 mu?

 Kesinlikle olmaz.

 Yaklaş iyice.

 - Pencereye doğru eğil.

 - Peki.

 - Peki bayım.

 - Peki bayım.

 Ne?

 120 mi?

 Olmaz, 145.

 

 O gün arabaya binip plaja gittik.

 

 - Peki bayım.

 - Peki bayım.

 

 - Hafta içi.

 İn cin top oynuyor.

 - Hayır, 140.

 

 Baharın sonları.

 

 Kıyıda çer çöp toplayan berduşlar, üstleri başları perişan, uyuyorlardı.

 

 - Kumsalın yakınında.

 Çimlerin üzerinde.

 - Hayır, 138.

 

 Ötekiler taş bankların üzerinde oturuyordu.

 

 Bir şişe boktan içkiyi paylaşarak.

 

 Martılar havada çılgınca dönüp duruyordu.

 Sersem sersem.

 

 Yetmişi devirmiş ihtiyar kadınlar banklarda oturuyordu

 125 mi?

 

 asırlar önce kocalarından miras kalmış ve ahmakça işletilmiş malları

 - Benim de masraflarım var!

 - satmaktan söz ediyorlardı.

 

 Hayır, 120'den aşağı inemem, inan bana.

 

 Kısacası.

 Havaya huzur hakimdi.

 

 Ve biraz yürüdük.

 Sessizce, çimlerin üzerine uzandık.

 

 Tek kelimeyle harikaydı.

 Birlikte olmak.

 

 Sandviç satın aldım.

 Cips ve bira da.

 

 Kumların üzerinde yedik.

 

 Hayır hayır, 120 olmaz.

 Hayır, bu olanaksız.

 

 Genel giderlerim var.

 

 Senin de mi?

 Hiç kuşkusuz.

 

 Sonra Cass'e sarıldım, bir saat kadar uyuduk.

 

 Sevişmekten bile daha iyiydi.

 

 Cinsel arzu kaygısı çekmeden uykuda gezinmek.

 

 Arabayla geri döndük, yemek pişirdim.

 

 Sonra, Bayan Cass'a "benimle birlikte yaşar mısın?

" diye sordum.

 

 Duraksadı.

 Bana bakıp, "hayır" dedi.

 100.

 Hayat işte.

 Sen bunu bir daha düşün.

 Evet, Bay Person diye ara.

 20-15-51, oda numarası 510.

 Hey mübarek!

 Kıçını bütün şehre gösteriyor.

 

 - Manzara hoşunuza gidiyor mu?

 - Kes sesini.

 

 Özür dilerim, bayım.

 Bu kadar yeter, giyinebilirsin.

 - Adınız gerçekten Bay Person mu?

 - Evet, neden?

 Bilmem.

 Pek rastlanmayan bir ad.

 Bir kişiye, Person (kişi) diye seslenmek anormal mi?

 Bak, kendimi dağladım.

 Person'un P'si.

 Sporda, fanatik bir taraftar mısınız?

 Ben buna fanatiklik demem.

 - Şimdi ne yapayım?

 

 - Bir düşüneyim.

 

 Peki, bir bakalım.

 

 Her şeyi yapar mısın gerçekten?

 - Evet, canımı yakmadığı sürece.

 

 - Asla canını yakmam.

 

 - Adın ne?

 - Isabelle.

 Isabelle, koridora çık.

 Otuz saniye sonra içeri gel, olur mu?

 Sözde, sen bizim kızımızmışsın.

 İngiltere'den dönmüşsün.

 Biz şehirde yaşıyormuşuz.

 Otele, bizi ziyarete gelmişsin.

 Diyeceksin ki: "Selam, baba.

"

 Sonra, güya anneni öpeceksin.

 

 - Annem mi?

 - Evet, anneni!

 

 Haydi, çık dışarı!

 Çabuk ol!

 

 Nasıl isterseniz.

 - Isabelle?

 - Evet.

 Beni hatırladın mı?

 - Pek sayılmaz.

 - Marie-Luce.

 - Evet hatırladım, merhaba.

 - Merhaba.

 - İlkokulu birlikte okumuştuk.

 - Evet, hatırladım.

 - Burada ne yapıyorsun?

 - Bir arkadaşımı bekliyorum.

 Ne iş yapıyorsun?

 - Pek bir iş yapıyorum denemez.

 - Öyle mi?

 Peki çalışıyor musun?

 - Şu anda çalışmıyorum.

 - Öyle mi?

 - Bak, çalışmak ister misin?

 - Evet.

 İş bulabilirim.

 Eleman arayan kişilerle iş yapıyorum.

 - Olur tabii, ilgilenirim.

 - Öyle mi?

 Teşekkürler.

 İşin onbeş dakikada biter mi?

 Hayır, bir saat kadar meşgulüm.

 Peki, bir saat sonra diyelim.

 Rue du Nord, 15 numara.

 Tamam mı?

 - Tamam öyleyse.

 - Numara 15, Kuzey Yolu.

 - Teşekkürler.

 Hoşçakal.

 - Hoşçakal.

 

 Bak!

 Bu Isabelle!

 

 - Ne büyük bir sürpriz!

 - Selam, anne.

 

 Büyümüş ha?

 

 Bak, artık memeleri de var.

 

 Annene memelerini göster.

 

 Ne göt var ama!

 Onu da göster.

 

 Şimdi de sen kızına götünü göster.

 

 Seninkinden daha büyük, ha?

 

 Annesi, kızına kıllarını göster.

 

 İşte böyle!

 

 Kızımızın şu güzel kıllarına bak!

 

 Güzel, minik kızıl kıllar

 Sonbaharın rengi gibi.

 

 Haydi Isabelle, annenden oranı öpmesini iste.

 

 Anne, oramı öp.

 

 Haydi.

 

 Tamam, bu kadar yeter.

 

 Mutlu oldun mu?

 İstediğin bu muydu?

 

 Hayır, ben başka bir şey istemiştim.

 

 İşleri hep berbat edip duruyorsun.

 

 - Sen zavallısın.

 - Bu doğru değil.

 Bu taraftan.

 İşte kendisi burada.

 Selam.

 - Senin maceradan hoşlandığını söyledi.

 - Çok hoşlanmam.

 - Yolculuk etmen gerekecek.

 - Nereye?

 Bunu bu gece konuşabilir miyiz?

 Bu gece çalışıyorum.

 Kaygılanman yersiz.

 Ayda bir kez, sana postayla bilet yollanacak.

 Gidip döneceksin.

 Nereye gideceğim?

 Duruma bağlı.

 Karakas, Beyrut, New York, hatta Paris.

 - Peki ne yapacağım?

 - Hiç.

 Yolculuk edeceksin, o kadar.

 Bir otele gidersin, birkaç gün kalıp dönersin.

 Bir şey yapmalıyım.

 Arkadaşın kalın kafalı.

 Dedik ya, hiçbir şey yapmayacaksın.

 Gidişte de, gelişte de beşer bin Dolar alacaksın.

 Ne zaman başlayacağım?

 Onunda ya da onbeşinde.

 - Selam, beni Claudia gönderdi.

 - Mantonu oraya koy.

 Otur.

 Ufaklıkla oyna biraz.

 

 Nasıl bir kız?

 Güzel kız.

 

 Götü nasıl?

 - Soyunayım mı?

 - Yalnızca sana söyleneni yap.

 Pantolonunu çıkar.

 - Önce bir telefon etmem gerek.

 - Külotunu da çıkar.

 Kıpırdama.

 Yarına kadar.

 - Ee, götü nasıl?

 - Sıradan.

 - Sen de çıkar pantolonunu.

 - Peki patron.

 Hanımefendi, Kanada, Montreal'le görüşmek istiyorum lütfen.

 Alan kodu 74.

 879 43-49 Oda numarası 522, teşekkür ederim.

 Kıza adını sor.

 

 Adın ne?

 Marilyn.

 

 Tokat mı istiyor?

 Nicole.

 

 - Nicole ne?

 - Weber.

 

 Memelerin çok büyük değil.

 

 Söyle.

 Ne?

 

 Memelerinin büyük olmadığını söyle.

 Memelerim büyük değil.

 

 Yüksek sesle.

 Memelerim büyük değil.

 

 İyi.

 Şimdi işimize bakalım, Bayan Weber.

 Buraya gel.

 Diz çök.

 İşini yap.

 Masanın altına gir.

 Ne yapacağım?

 Aletini emeceksin.

 Bu günlerde her şeyi tek tek dikte ettirmen gerekiyor!

 Öteki kızı getir.

 Peki patron.

 Daha iyi yapabilirsin, şişko fahişe!

 Apışlarımı yala.

 Yavaş yavaş.

 İşte böyle.

 - Taşaklarımı em.

 

 - İşte.

 Örneğin

 idollerinin kimler olduğunu Louis'e sorabilirsin.

 

 - İdollerin kim, Louis?

 - Yine yala apışlarımı.

 

 Bakalım Al Capone.

 Guevara.

 Malcolm X

 - Gandi.

 Robinson.

 - Devam et!

 

 Mamma Barker.

 Castro

 Van Gogh.

 Sartre.

 Bob Dylan.

 

 Görüyorsun ya, kendini kaybetmişlerle özdeşleştiriyor.

 

 Şu manevi saçmalığın tongasına düşmüş durumda.

 

 - İşte onları böyle perişan edeceğiz!

 - Sen, buraya gel.

 

 Hepsi aldatmaca.

 Kahraman falan yoktur!

 Yalan dolan.

 

 Kazanan yoktur.

 Hepsi saçmalık.

 Aziz kimse yoktur.

 Dahi kimse yoktur.

 

 Üçkağıtlar ve peri masalları yalnızca.

 Bu oyunu sürdürmek için.

 Yaklaş, korkma.

 - Telefon etmek isteyen sen miydin?

 - Evet.

 Et o zaman.

 - İşemek de istiyor musun?

 - Şu anda değil.

 Haydi, ara.

 Önce sıfırı çevir.

 Thierry!

 - Kızın götüne sok!

 

 - Hangisinin patron?

 Masanın altındakinin.

 Thierry her içeri itişinde, sen de emeceksin.

 Tamam mı?

 - Alo?

 - Düzenli ve güzel güzel.

 Bu kadar geç aradığım için özür dilerim.

 İlan için arıyorum.

 - Görüşmen bitmedi mi daha?

 - Daireyle ilgili

 İyi, Cumartesi öyleyse.

 Hoşçakalın.

 

 Herkes tutunmaya çalışıyor

 Ve turnayı gözünden vurmaya.

 Gerisi boktan ibaret.

 

 Tamam.

 Kaybedenler konusunda seninle aynı fikirdeyim.

 

 Ama, Castro son fotoğrafında çok şişman görünüyordu.

 Ne var?

 

 Castro ayakta kalıyor, çünkü Amerika ile Rusya onu ortada tutuyor.

 

 Ya cidden baltayı taşa vurursa?

 O zaman ne yapabilir?

 

 Kahire'deki ucuz bir orospunun parasını bile ödeyemez.

 

 "İkinizin de canı cehenneme!

"

 "Kimi beğeniyorsam beğeniyorum.

" Dedi Louis.

 Evet.

 Ne yapmamı istiyorsunuz?

 

 - Rujun var mı?

 - Evet.

 

 Thierry, git ruju getir.

 Rujum yanımda.

 

 Evet Nicole, sen şimdi

 Sırtüstü uzan.

 

 Thierry, sen

 Şeyini kızın ağzına sok.

 

 - Senin adın ne?

 - Isabelle.

 

 Isabelle.

 Sen gel burada dikil.

 Böyle iyi.

 Dur.

 - Yaklaş.

 

 - Kızın götünü yalayayım mı?

 - Yala dedim mi?

 

 - Affedersin patron.

 Orta Çağ'da kadınlar neydi?

 

 Bilmiyorum.

 - Sen?

 

 - Bilmiyorum.

 Ya sen?

 

 Ya sen?

 Cadıydılar.

 

 Başka, başka?

 Şeytanın tuzakları, cehennemin narıydılar.

 

 Orospu bunu nereden öğrenmiş?

 

 Nereden öğrendin bunu?

 - Radyoda duymuştum.

 

 - İyi.

 Thierry senin götünü yaladığında, sen bana ruj süreceksin.

 Sen, Thierry O kız seni emdiğinde, sen de bu kızın götünü yalayacaksın.

 Ve sen Ayağımla memelerine dokunduğumda, onunkini emeceksin.

 Deneyelim bakalım.

 Görüntü tamam, şimdi sesi ekleyelim.

 Ayakkabımla memelerine dokunduğum zaman "Ay" diyeceksin, sonra onun penisini emeceksin.

 Başla.

 Sen, Thierry Kız emerken, "oh" diyeceksin Sonra da o kızın götünü yalayacaksın.

 Başlıyoruz.

 

 Ve sen

 Thierry senin götünü yaladığında, "hey!

" diyeceksin.

 

 Tıpkı metroda kıçına parmak yemişsin gibi.

 

 Dene bakalım, Thierry.

 

 Sonra bana biraz ruj süreceksin

 Yalnız bir kez.

 

 Gülümsersem, beni öp.

 

 Başlıyoruz.

 

 Şu fildişi rengi surata bakıyordum.

 

 O suratta kasvetli bir

 gurur ifadesi gördüm.

 

 Vahşi bir otorite.

 

 Aşağılık bir terör.

 

 Umutsuzluk da.

 

 Uçsuz bucaksız bir umutsuzluk.

 

 Şifa bulmaz.

 - Ekmek fırınına gidiyorum.

 - Tamam.

 Daireye bakacağım, bir saat sonra görüşürüz.

 

 "Yüz Adet Kendin-Yap Fikri" Bir fikrim var.

 

 - Fikrin mi var?

 - Evet.

 Ne yapıyorsun?

 - Burada ne arıyorsun?

 - Daire için telefon etmiştim.

 Evet.

 

 Neler oluyor?

 

 Morartmadan birbirimize dokunamıyoruz anlaşılan.

 

 Çatlaksınız siz.

 

 Sanki bir yerleri acıyor gibi!

 

 Kalın kafalı, duygusuzun teki.

 Bir bankacının kızı.

 

 Sizi baş başa bırakayım.

 4.

 MÜZİK Her zaman aşırı duygusalımdır.

 Bir yerde içimi boşaltmam gerekir.

 Ben de öyleyim.

 Kabak da sevgilinin başına patlar.

 Elbette, tam da elinin altındadır ya.

 Hayır, teşekkürler.

 Aynı işi sürdürecek misin burada?

 Kısa bir süre.

 Bakarım artık.

 Başka bir iş teklifi aldım.

 "Unutma ki, havuç titrer bıçağı gördüğünde " " marul çığlık atar koparıldığında, lahana ağlar haşlandığında.

" Angelo Napoli, 15 Ekim 1979.

 Nedir bu?

 Eski bir erkek arkadaşım.

 İtalyan.

 O yazmıştı.

 Ayrılmanız çok zor oldu mu, adı neydi, Paul?

 Evet.

 Daireyi elinde tutmasını istemiştim.

 Aslına bakarsan, hayır.

 Bu, beni rahatsız ederdi.

 - Kendisi hala orada.

 - Olamaz.

 Evet.

 Onu dün gördüm.

 Sen gidip onunla konuşana dek, iki gün daha orada bekleyeceğini söyledi.

 - Bunu bana söylemeni o istemiştir.

 - Ben de söyledim.

 Projen bu mu kitap mı?

 Hayır, ama projemin bir parçası olabilir.

 "Her zaman bir yerlere varırsın.

 32 yaşıma hiç basamayacağımı sanırdım.

" - 32 yaşında mısın?

 - Evet.

 Ya bu?

 "Kristal ve duman, ölümün iki yüzü.

" Bir İngiliz romanından.

 Başlığını hatırlamıyorum, ama beni etkilemişti.

 Pişman olmak yok öyleyse, her şey bende mi kalacak?

 Evet.

 Telefon faturası geldiğinde bana yollarsın.

 Gerçekten minnettarım.

 Çok büyük yardımın dokundu.

 - Daha çok da kendime.

 - Hayır, bana.

 - Hoşçakal.

 - Hoşçakal.

 

 Mutlu musun?

 Evet.

 Çok iyiydin.

 - Radyoyu mu açtın?

 - Evet.

 İlgini çekiyor mu?

 Evet, fizikle ilgileniyorum.

 Fiziksel olanla da.

 

 - Radyoyu kapatmamın sakıncası var mı?

 - Hayır.

 Şunu demek istemiştim Doğru.

 Ama acıklı değil.

 

 - Şu fotoğraftaki sen misin?

 - Evet.

 

 Ya öteki?

 Benden önce buradaydı, Cola'yı sevdiğim için atmadım.

 

 İyi günler, video stüdyosundaki Yvette'le konuşabilir miyim?

 

 İki gündür aylak aylak dolaşıyorum.

 Evet, Denise yüzünden.

 Biraz moralim bozuktu.

 Hayır, şimdi iyiyim.

 Bitirdin mi?

 Buraya koy.

 Bugün günlerden ne?

 

 Çarşamba mı?

 İyi günler Bay Godard, kalıyor musunuz, gidiyor musunuz?

 Bir altı ay daha kalabilir miyim?

 - Elbette.

 - Teşekkür ederim.

 Gıcır gıcır araba.

 Bunun dikiz aynasına ne yaptınız?

 - Nereye gidiyorsunuz?

 - Cécile için alışverişe.

 

 Perşembe akşamı için özür dilerim.

 

 Daha sık görüşemez miyiz?

 Haftada bir gibi?

 Ee?

 Bir düşüneyim.

 Hoşçakal.

 - Onu tanıyorum galiba!

 - Boşver.

 Gidelim buradan.

 

 Dur.

 Dur.

 Ne budalaca, düşünmeye başladım.

 Ölmüyorum.

 Hayatım gözlerimin önünden akıp gitmedi.

 Bir şey hissetmediğime göre Ölmüyorum.

 

 Ne bakıyorsun?

 

 Bizimle ilgisi yok.

 

 Haydi Cécile, gidiyoruz.

 Altyazı Çevirisi Bülent ATUK Ankara - 11.

 Nisan.

 2010||

la. chinoise.1967

12992||5767033||"Fransız işçi sınıfı siyasi anlamda birlik sağlayıp maaşlarda yüzde 12'lik zam istemek için barikatların arkasına geçmez.

 Oluşum Halinde Bir Film Yakın gelecekte Avrupa'da, işçi kitlelerinin yaşamsal çıkarlarını savunmak üzere genel devrimci greve ya da silahlı ayaklanmaya kalkışacağı bu denli büyük bir kapitalizm krizi yaşanmayacaktır.

 Öte yandan, burjuvazi de savaşmadan, kitlelerin devrimci eylemleri yüzünden savaşmak zorunda kalmadan iktidarı elden bırakmayacaktır.

 Bu durumda, sosyalist bir stratejinin başlıca sorunu, bundan böyle kitlesel devrimci eylemi mümkün kılan burjuvaziyle güç savaşına girilip kazanılabilecek nesnel ve öznel koşulların yaratılmasıdır.

" LER - Kelime nedir?

 - Kelime suskun kalandır.

 - Ya sen?

 - Ben mi?

 Evet, sen.

 Birbirimizin gözünde ikimiz.

 - Ben.

 - Hayır, sen Bizi boş anımızda yakalayabilecek o unutulmaz ötekini evcilleştirmeye çalışan biri olarak sen.

 Yani ben kendim?

 Evet, bahanelerin, reddedişlerin beni.

 Ya biz neyiz?

 Biz başkalarının söylemiyiz.

 Bulanık fikirlere karşı açık ve net görüntüler sunmalıyız - Biliyorlar mı?

 - Hayır.

 - Ne kadar zaman yoklar?

 - Bütün yaz.

 - Anne babası ne iş yapıyor?

 - Fabrikaları falan var işte, bilmem.

 - Véronique onunla yakın arkadaş mı?

 - Sanmıyorum.

 Ne olursa olsun, çok hoş bir davranış bu.

 Devrimci örgütlerde kolektiflik ilkesine dayanan liberalizm son derecede zararlıdır.

 Liberalizm, devrim saflarını sağlam bir örgütlenmeden ve sıkı bir disiplinden yoksun bırakır.

 - Burası Pekin Radyosu.

 - Burası Pekin Radyosu.

 Geçtiğimiz haziran ve temmuzda Kızıl Muhafızlar ortaya çıktığında Başkan Mao bunların yaşamsal önemini anında kavrayıp onları kararlı ve hararetli bir şekilde destekledi.

 Gayet kısa bir süre içinde okullarda, pek çok fabrikada ve ülkenin her yerinde Bunlar büyük kültür devriminin kudretli ordusu haline geldi.

 Emperyalistler Tanrım, neden terk ettin beni?

 Ben yokum da ondan.

 - Burası Pekin Radyosu.

 - Burası Pekin Radyosu.

 Madem bir hücre oluşturduk, bir adı olması lazım.

 - Paul Nizan'ı hatırlıyor musun?

 - Evet, "Komplo"cu.

 Romanlarından birinin adı "Aden Arabistan "dı.

 - Aden Arabistan Hücresi olsun o zaman.

 - Tamam.

 Doğru devrimci çizgiye sahip bir azınlık artık azınlık değildir.

 - Ne olmuş?

 - Dövmüşler.

 - Kim dövmüş?

 - Su getireyim.

 Kim dövdü seni?

 Kim?

 Komandolar.

 Canın acıyor mu?

 Faşistler mi yaptı bunu?

 Hayır, Komünist Parti'dekiler.

 - Çabuk söyle, nerede oldu bu?

 - Kültür devrimi hakkındaki toplantıda.

 Sorbonne'lu Marksist-Leninist öğrencilerin düzenlediği toplantıda mı?

 Evet.

 Gördün mü Guillaume, demiştim sana, iğrenç bunlar.

 Düşman saldırısına uğramak iyi bir şeydir.

 Düşmanla aramızdaki ayrımları gayet net çizdiğimizi kanıtlar.

 Oluşum Halinde Bir Film "Bakışlarında hala korku ve çocukluğun toyluğu vardı yer yer de tevazu.

 Ama bir uşağın tevazusu değildi bu bir arkadaşın ve bir kadının tevazusuydu.

 Ağzı büyük ve belirgin hatlıydı, pek ikna edici değildi, ama sadıktı.

 Yumuşak, uysal alnı, sessizliğin gölgesine boyun eğmeye hazırdı.

 Bütün bunlara bakılınca rıza gösterdiği, belli belirsiz tahmin ediliyordu.

 Acı içinde ya da başarıyla değil ama sanki dağınık şeylerin uzaktan görünüşüne bakılıp da ciddi veya gerçek bir anlamın yansıyıp yansımadığını bilememek gibi.

" Oyuncu mu?

 Anlatması zor.

 Evet, ben oyuncuyum.

 Bir şey göstereyim, tiyatronun ne olduğuna dair size bir fikir verir.

 Genç Çinli öğrenciler, Moskova'da Stalin'in mezarı önünde gösteri yaptılar.

 Doğal olarak Rus polisleri de onları bir temiz dövüp benzetti.

 Ertesi gün, bunu protesto etmek için Çinli öğrenciler Çin konsolosluğu önünde toplanıp Life'tan France Soir'a kadar Batı basınından ne kadar gazeteci varsa hepsine haber verdiler.

 Suratı sargılar içinde genç Çinlilerden biri öne çıkıp bağırmaya başladı.

 "Bakın bana ne yaptılar!

 Bakın bu adi revizyonistler neler yaptı bana!

" Batı basınının karasinekleri hemen onun başına üşüşüp sargılarını teker teker çıkarırken peş peşe flaş çakmaya başladılar.

 Yara bere, kesikler veya kanlar falan içinde bir yüz görmeyi bekliyorlardı.

 Onlar fotoğrafını çekedursun, çocuk sargılarını yavaş yavaş çıkardı.

 Sonunda bütün sargılar çıkınca, bir de baktılar ki yüzünde bir şey yok.

 O zaman tabii gazeteciler homurdanmaya başladı.

 "Bu Çinlilerin de hepsi numaracı.

 Şaklaban bunlar.

 Ne bu rezalet böyle?

" Ama onlar işin özünü anlamamıştı.

 Bunun tiyatro olduğunu anlamamışlardı.

 Gerçekliği yansıtmak anlamında hakiki tiyatro.

 Yani Brecht ya da hatta Shakespeare gibi bir şey.

 KOMÜNİST GENÇLİK BİRLİĞİ Evet, anne babalarımızdan çok daha farklı olmamız gerektiğini düşünüyorum.

 Örneğin babam savaş sırasında Almanlara karşı canla başla savaşmış.

 Şimdiyse Akdeniz'de bir kulüp işletiyor.

 Hani şu deniz kenarındaki kocaman tatil köylerinden biri.

 İşin feci tarafı adam farkında değil, ama o tatil köyü aynen toplama kampı mantığıyla yapılmış.

 Gerçek anlamda sosyalist tiyatro mu?

 Yok, bilmiyorum.

 Bilmiyorum, arayış içindeyim.

 Evet, evet.

 Mao'nun düşünceleri bana yardımcı olabilir.

 Evet.

 Ne olursa olsun, samimiyet ve şiddet şart.

 Bakıyorum da pek eğleniyorsunuz.

 Filme alındığım için ya da etrafımda teknik ekip var diye şaklabanlık yaptığımı zannediyorsunuz.

 Ama alakası yok.

 Önümde kamera var diye böyle söylemiyorum.

 Gayet samimiyim.

 Çin'de yapılan her şeyin bu kadar müthiş olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 Evet, evet, Çin'de Pekin Operası'nın kaydettiği büyük ilerleme olağanüstü bence.

 Paris veya Leningrad operalarıyla karşılaştırılırsa, onları çok aştılar.

 Ya Avrupa'da, Fransa'da?

 Milano'da Strehler çok iyi işler ortaya koyuyor.

 Evet, şey vardı Sahnelediği Brecht oyunlarından biri üstüne Althusser'ın yazdığı çok güzel bir metin vardır.

 Onu kendime mal ettim.

 "Arkamı döndüm ve birden, amansızca üstüme saldırdı o soru.

 Sakın az önce sakarca ve körlemesine telaffuz ettiğim birkaç kelime o büyük dilsiz söyleminin oyuncularını ve dekorlarını benim içimde ve benimle birlikte arayarak dünya tiyatro üretiminin işçisi olan bendenizin içinde tamamlanmamış anlamının peşine düşen büyük ve bilinmedik bir oyunun parçalarından öte bir şey olmasındı?

" İşte bu yüzden konuşuyorum ben.

 Evet, bu yüzden konuşuyorum.

 - Kes!

 Çok iyi.

 - "Çinli Kız", 7.

 sahne, beşinci çekim.

 Haydi bakalım.

 Serge'le birlikte Levallois'ya gideceğim.

 Bir öpücük yok mu?

 Hani "8,5"u görmeye gidecektik?

 - Hoşça kal.

 Çok iğrenç bir şey.

 Neden kalmasını her isteyişimde çıkıp gidiyor böyle?

 Çünkü siyaset çıkış noktasıdır da ondan.

 Siyaset, bir devrimci oluşumun bütün pratik eylemlerinin çıkış noktasıdır.

 Anlamadım.

 - Sen insanı öldürürsün.

 - Anlamadım ki.

 Şimdi iyi dinle Yvonne, gayet basit.

 Bir devrimci oluşumun bütün eylemleri, siyasetinin uygulamaya konmasıdır.

 Doğru bir siyaset uygulamıyorsan, yanlış siyaset uyguluyorsundur.

 Bilinçli uygulamıyorsan da körü körüne uyguluyorsundur.

 Mesela o tabakları niye yıkıyorsun?

 - Temiz olsunlar diye.

 Tamam işte Yvonne, her şeyi anlamışsın.

 Yani 1967 yılının Fransa'sı da biraz kirli tabaklar gibi mi?

 Evet.

 2.

 Diyalog: Yvonne Günümüz Fransız Köylüsü Coran'da bir çiftlikte.

 Grenoble'a yakın ufacık bir köydür.

 Yazın sabahın beşinde, kışın da yedide.

 Ocağı yakıp mandıraya giderdim.

 Kardeşimi doyurur, sonra domuzlara bakar, ahırı temizlerdim.

 Öğle yemeği, bulaşıklar, çamaşırlar, sonra sökükleri dikme.

 Aslında genelde sökük dikmeye pek zaman kalmazdı.

 Öğleden sonra da yumurtaları toplamak, akşam yemeği.

 Sonra sığırları beslerdim.

 Sonra kümesin ışıklarını yakar, ardından yoğurt yapardım.

 Neokapitalist sanayi toplumları kendi yüzlerine bakamaz.

 Ancak gece on bir buçukta huzur bulurdum.

 Onlar karşıtlarına bakarak ruhlarını ararlar.

 Paris'e 1960'ta geldim.

 Yok, 1965'te.

 Evet, pardon, 1964'te.

 Üç yıl temizlikçilik yaptım.

 Evet, buradan memnunum, en üst kat.

 Işık alıyor, aydınlık.

 Önceden Passy civarında çalışıyordum.

 Sonraları da Auteuil civarında.

 Kocaman, çok geniş burjuva dairelerinde.

 Bunlar genelde zemin katta olur, çok da karanlık olurlar.

 Yerleri karanlıkta süpürmek zorunda kalırdım.

 Metroya binip gelirdim, metro zaten karanlık ve kasvetlidir.

 Sonra o evlere girerdim.

 Hep karanlık, hep kasvet.

 Akşam işim bitince de gerisingeri karanlık metroya dönerdim.

 Halbuki burada tartışıyorlar, konuşuyorlar.

 Benim için her şey gayet açık.

 Ben de inekleri sağarken az biraz konuşurdum.

 Ama genelde yabancılarla.

 Köyde kadınlar biraz şaşkın olur.

 Evet, fahişelik de yaptım.

 Yaklaşık bir yıl.

 Stalingrad metrosunun oralarda, çünkü evim oradaydı.

 Sonra da Champs Elysees'de.

 Çünkü kazandığım parayla kendime bir araba almıştım.

 Üstü açılabilir bir Fiat 850.

 Evet, parasız kalınca yine yapıyorum bu işi.

 Örneğin Henri "Kızıl Muhafız"larını satamadığı zaman ya da Véronique felsefe dersi veremediği zaman.

 Evet, bu bir çelişki, biliyorum.

 Zaten Henri de söylüyor.

 Zihinsel hayatın mekanizmaları: Bir sağ zekamız, bir de sol zekamız mı var?

 Ben çelişkilerin halkın bünyesinde doğru olarak çözümlenmesinin canlı kanıtıymışım.

 Doğrusu Ruslara pek güvenim yok.

 Salı günü "Katil ABD" diye bağırdığımızda bize verebildikleri tek cevap "Katil Kızıl Muhafızlar" demek oldu.

 O yüzden artık onlara güvenmiyorum.

 Marksizm-Leninizm mi?

 Tanımlayayım mı?

 Güneş batarken kıpkırmızı olur, sonra da ortadan kaybolur ya Benim kalbimde güneş hiç batmaz.

 İşte böyle.

 "Hırsızlar, dolandırıcılar, katiller, kundakçılar serseri çeteleri ve kamu düzenini ciddi derecede bozan diğer kötü unsurlar üstünde diktatörce bir baskı kurmak şarttır.

 Bir komünistin dürüst, açık yürekli, adanmış ve etkin olması devrimin çıkarlarını kendi hayatından çok gözetmesi ve kişisel çıkarlarını geride tutması gerekir.

 Daima ve her yerde doğru ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmalı her tür hatalı fikir veya hareketle bıkıp usanmadan mücadele ederek partinin kolektif yapısını pekiştirip kitlelerle aradaki bağları kurmalıdır.

 Bireylerden ziyade partisini ve kitleleri düşünmeli Ancak o zaman "komünist" adını almayı hak eder.

 Bir komünist her konuda kendine neden diye sormalı adamakıllı sorgulayıp düşünmeli ve her şeyin temelini gerçeklerden alıp almadığına bakmalıdır.

 Bir komünist hiç bir durumda kendini kusursuz görmemeli küstah ve kendini beğenmiş havalara girmemeli kendini her şeyiyle iyi, başkalarını her şeyiyle kötü görmemelidir.

" SALI (Henri) Parçacıkların Tuhaf Hikayesi CUMARTESİ (Serge) Sosyalist Sanat Brest Litovsk'ta Öldü "İnsanlık tarihi zorunluluktan özgürlüğe süreğen bir devinimdir.

" Kötü Unsurlar: Gerici Tepki Revizyon Polis-Yankiler-TAPON EJDERLER Peki sen pazartesi ne anlatacaksın Véronique?

 Ben mi?

 Suç ve siyaset.

 Emperyalistler hala Devrimci öğrencilerin mücadelesi kayda değer bir gelişme gösterdi.

 Eğitimli kadroların ve devrimci öğrencilerin mücadelesi yavaş yavaş işçi ve köylü hareketlerine de ulaşıyor.

 Burası Pekin Radyosu.

 Yoldaşlar ve dostlar, haber bültenimizi dinlediniz.

 Avrupa Solunun Perspektifleri - Sizi Omar'la tanıştırayım.

 - Yüksek sesle konuş!

 Sizi Omar'la tanıştırayım.

 Nanterre felsefe çevresinden bir yoldaş.

 Bu kadar yeter!

 Yoldaşlar ve dostlar İşlediği suçlar ve hataların yanı sıra, Stalin'i bütün yanılgılarımızdan, hatalarımızdan ve hayatın her alanındaki umutsuzluğumuzdan sorumlu tutanlar entelektüel totalitarizmin sonu gelince - Dogmatizm.

 - Evet, öyle de denebilir.

 entelektüel dogmatizmin sonu gelince, Marksist felsefenin olanca bütünlüğü içinde ortaya çıkmadığını görünce altüst olabilirler.

 Ne de olsa, dogmatizmden bile ancak var olan şeyleri kurtarabiliriz.

 Doğrudur, Stalin'in ölümü tam anlamıyla bir araştırma özgürlüğüne ve hummalı bir coşkuya yol açtı.

 Bu coşkuya kapılan kimileri felsefeyi alelacele özgürleşme duygularının ve özgürlük keyiflerinin ideolojik açıklaması ilan ettiler.

 Stalin'in ölümüyle kazandığımız şeyler sahip olduklarımızın tam muhasebesini yapma hem varlıklarımızı, hem de yokluklarımızı adlı adınca anma sorunlarımızı serbestçe düşünüp yüksek sesle dile getirme ve büyük bir ciddiyetle gerçek araştırmalara girişme hakkıdır.

 Stalin'in ölümü sayesinde kuramsal taşralılığımızdan kısmen çıkıp bizim dışımızda var olmuş ve var olmakta olanları kabul edip tanıyabildik ve kendi kendimizi dışarıdan, nesnel bir gözle görmeye Marksizm’in bilgi alanında ve cehalet alanında yerimizi görmeye böylece kendimizi tanımaya başlayabildik.

 Eğer Marksist felsefeye biraz olsun varlık ve kuramsal tutarlılık kazandırmak istiyorsak bugün görevimiz bu sorunları gün ışığına çıkarıp onlarla yüzleşmektir.

 Sorusu olan var mı?

 Sosyalist olmayan bir devrim barışçıl bir şekilde sosyalist devrime dönüşebilir mi?

 Belli bazı koşullarda evet ama olmayan devrim, hiçbir koşulda devrime dönüşemez.

 Ne sosyalist devrime, ne de hatta sosyalizme.

 Neresinden bakarsanız bakın sosyalizmin yolu mutlaka devrimden geçer.

 Zaten sorunun arkasında yanlış bir kavramın olduğu görülüyor.

 Doğru fikirler nereden çıkar?

 Doğru fikirler nereden gelir?

 Gökten düşerler.

 Hayır, toplumsal pratikten kaynaklanırlar.

 Bir de - Üretim mücadelesinden.

 - Evet, sonra bir de Başka?

 - Bilimsel deneylerden.

 - Evet, daha başka?

 Bir de sınıf mücadelesinden.

 Bazı sınıflar galip gelir, diğerleri ortadan kaldırılır.

 Tarih bundan ibarettir.

 Binlerce yıldır uygarlık tarihi bunlarla geçmiş.

 Peki proletarya diktatörlüğüne geçince sınıf mücadelesi ortadan kalkacak mı?

 Hayır.

 29 Mart 1921'de Rusya ulaşım işçileri kongresindeki konuşmasında Lenin göstermiştir ki proletarya diktatörlüğüne geçilince sınıf mücadelesi ortadan kalkmaz, sadece başka kisvelere bürünür.

 Bugün Sovyet Rusya'da olduğu gibi.

 Evet.

 Büyük revizyonist ikili Brejnev ve Kosigin'in çarpıtmalarına rağmen bu böyle.

 Yanılsamaları bir kenara bırakıp mücadeleye hazırlanın.

 Bu dünya bizim olduğu kadar sizin de.

 Bütün umudumuz size bağlı.

 Çalışmak, mücadele etmektir.

 Olgularda daima gerçekleri aramak gerekir.

 Peki ama, olgu tam olarak nedir?

 Olgular, nesnel olarak var oldukları halleriyle şeyler ve görüngülerdir.

 Gerçeklik de bu şeyler ve görüngelerin arasındaki içsel bağdır.

 Yani onları yöneten kurallardır.

 Aramak, araştırmak, incelemektir.

 Bölgelerden semtlere kadar ülkenin içindeki ve dışındaki gerçek durumdan yola çıkıp eylemlerimizde bize rehberlik etmesi için o duruma özgü yasaları olgulardan çıkarsamak gerekir.

 Ama bu süreçte hayal gücümüz devreye girmemeli.

 3.

 Diyalog: Véronique - Olaylar arasındaki içsel bağı bulmalıyız.

 - Aralıktan beri dört ay oldu.

 Marksizm-Leninizm’i keşfetmemi sağlayan şey ne mi?

 İlk başlarda Nanterre beni sıkıyordu çünkü üniversite gecekonduların ortasına kurulmuştu.

 Ama sonra yavaş yavaş felsefenin işçi mahallesine yaraştığını düşünür oldum.

 Biz de işçiler gibi tavşan kafeslerine mahkum edilmiştik.

 Ama tavşanlar ürer.

 Sabahları okula giderken Cezayirli işçilerin çocuklarıyla karşılaşıyordum.

 Bir de Simca'da çalışan işçilerle.

 Yani sonuçta tesadüfen karşılaştığımı sanıyordum, ama aslında onlarla güzergahımız aynıydı.

 Aynı kahvelere uğruyor aynı saatte aynı gara iniyorduk, üstümüze aynı yağmur yağıyordu handiyse aynı işi yapıyorduk.

 İşte böyle.

 Bir kapitalist rejimin, hele Fransa'daki De Gaulle'cü rejimin üç temel eşitsizliğini ben orada anladım işte.

 - Nedir onlar?

 - Şöyle Birincisi, entelektüel emekle kol emeğinin birbirinden farkının olmaması.

 İkincisi, şehirle köyün farkının olmaması.

 Bunu burada Yvonne'la birlikteyken sürekli gözlemleyebiliyorum.

 Bu da beni ciddi ciddi Marksizm-Leninizm’i incelemeye yöneltti.

 Doğrusu biraz cesaretim olsaydı gider Sorbonne'u, Louvre'u, Comedie Française'i bombalardım.

 - Gerçekten mi?

 - Evet.

 "Devrim eğlenceli bir ziyafet değildir.

 Bir edebiyat yapıtı, bir resim veya bir işleme gibi yapılmaz.

 Öyle zarafetle, sükunetle, hassasiyetle, yumuşaklıkla nezaketle, incelikle, ağırbaşlılıkla ve ruhsal cömertlikle olmaz.

 Devrim bir başkaldırıdır.

 Bir sınıfın bir diğerini alt ettiği şiddet dolu bir eylemdir.

" Ben felsefe okuyorum.

 İşçi sınıfından kopuk olduğumun gayet farkındayım.

 Ama bu çok normal, ne de olsa ailem bankacı.

 Şimdiye kadar hep o çevrede yaşadım.

 Bunlar henüz pek açık değil.

 Tabii, zaten ben de hiçbir şey açık olmadığı için okumaya devam ediyorum.

 Anlamak ve ardından dönüştürmek için okuyorum.

 Öncelikle anlamalıyım.

 Sonra da doğru bir kuram oturtmalıyım.

 Örneğin kendimi açıklayacak bir kuram.

 Beni sefaleti değil, refahı temel alarak tanımlayacak.

 Ne de olsa sık sık refahtan faydalanıyorum.

 Her ne kadar utansam da Sık sık "cevabı yapıştırmak" lafı geçiyor.

 Bu ne demek?

 Cevabı yapıştırmak.

 Yoldaşlarım ve benim için öncelik sınavları ortadan kaldırmak.

 Madem ki bir şey öğrendiğimiz yok.

 Madem ki kopya çekmek yasak.

 Hem bu bir nevi ırkçılık da sayılır.

 Sınavlar, bütün zamanlarını ders çalışmaya verenlere hitap eder.

 Ayrıca nevroz, sıkıntı ve cinsel tatminsizlik yaratırlar.

 Ara sıra kitap yakmanın doğru olduğuna mı inanıyorsunuz?

 Hayır, kitaplar yakılmamalı.

 Yoksa onları eleştiremeyiz sonra.

 Marki De Sade "Erdemin Felaketleri" "Ateşli gençlik hiçbir şeyi içinde tutmasını bilmez.

 Ne nefreti veya sevgiyi, ne de hüznü veya mutluluğu.

 Aşk başa geldi mi, kendini sakat gibi görerek gönlünü olduğu gibi açmaya hazırdır.

" Onegin.

 - Onyegin.

 "Onyegin, tertemiz vicdanını olanca saflığıyla sergileyen şairin yürekten iç döküşünü, ciddi bir havayla dinliyordu.

" Kör olmak isterdim.

 - Niye?

 Konuşmak için daha uygun olurdu.

 Birbirimizi ciddiyetle dinlerdik.

 - Nasıl yani?

 - Dili daha farklı kullanırdık.

 Unutma ki 2000 yıldan beri sözcükler epey anlam değişikliğine uğradı.

 Ne olmuş yani?

 Yani ciddi ciddi konuşurduk birbirimizle.

 Şunu demek istiyorum Sonuçta anlamlar sözcük değiştirirdi.

 Tamam, anladım.

 Sözcükler sanki sesler ve maddelermiş gibi konuşmaktan söz ediyorsun.

 Zaten öyleler Véronique.

 Haydi bir deneyelim bakalım.

 Başla.

 Irmağın kıyısında.

 Yeşil ve mavi.

 Yumuşaklık.

 Biraz umutsuzluk.

 Öbür gün.

 Belki.

 Edebiyat kuramı.

 Nicholas'ın filmi.

 Ray.

 Moskova mahkemeleri.

 Narbülbülü.

 Rock and roll.

 - Ve saire.

 - Ve saire.

 Ve saire.

 Seni seviyorum, biliyorsun.

 Dü şün ce mi ze rehber lik eden kuram sal dayanak Leninizm’dir.

 Emperyalistler hala hayatta Yoldaşlar ve dostlar Bugün sizlere haber filmlerinden bahsedeceğim.

 Haber filminin ne olduğunu biliyoruz.

 Sinemada film öncesinde gösterilir.

 Evet, ama sinemalardaki haber filmleri hakkında yanlış bir fikir hakimdir.

 Haber filmlerini Lumière'in icat ettiği söylenir.

 O belgesel yaparken, aynı dönemde Méliès adında başka bir adamsa herkesin düşüncesine göre kurmaca filmler çekmektedir.

 O bir hayalcidir, hayal ürünü şeyleri filme çeker.

 Hep böyle söylenegelmiş.

 Oysa ben tam tersini düşünüyorum.

 - Kanıtla öyleyse.

 Tamam.

 İki gün önce sinematekte oranın müdürü Bay Henri Langlois'nin Lumière hakkındaki bir filmini izledim.

 Bu film, Lumière'in bir ressam olduğunu kanıtlıyor.

 Yani devrinin çağdaş ressamları, mesela Pissarro, Manet veya Renoir neleri resmediyorsa, aynen onları filme çekmiş.

 Neler çekmiş peki?

 Garları çekmiş.

 Parkları çekmiş.

 Fabrikadan çıkanları çekmiş.

 Kağıt oynayan insanları çekmiş.

 Tramvayları çekmiş.

 Dönemin son büyük izlenimci ressamlarından biriymiş yani.

 Evet, aynen öyle.

 Zaten Proust'un çağdaşı.

 Méliès de aynı şeyi yapmadı mı?

 Hayır, o sırada Méliès ne yapıyordu?

 Méliès Ay'a yolculuğu çekiyordu.

 Méliès şeyi çekiyordu Yugoslavya kralının Başkan Fellieres'i ziyaretini çekiyordu.

 Şimdi bunca zamanın ardından bakınca dönemin asıl haber filmlerinin bunlar olduğu görülüyor.

 Sen gül bakalım, söylediğim doğru.

 O haber filmleri çekiyordu.

 Olayları canlandırıp süsleyip püslediği doğru.

 Ama yine de asıl haber filmi onlardı.

 Hatta daha da ileri gidip Méliès'in Brecht'vari olduğunu da söyleyeceğim.

 Méliès'in Brecht'vari olduğunu unutmamak lazım.

 Neden unutmamak lazım?

 Neden unutmamak lazım?

 Neden?

 Çünkü somut bir durumun somut analizi Lenin'in de dediği gibi, onun özüdür.

 - Analiz ne demek?

 - Marksizm’in yaşayan ruhudur bu.

 Analiz ne demek?

 Analizle, şeylere ve olaylara içkin çelişkilerin analizini kastediyoruz.

 Evet, ama niye analiz ediyoruz ki?

 Bu dünyada her şey çok karmaşık ve belirleyici pek çok etken var da ondan.

 - Evet, Marks, Engels, Lenin ve Stalin - O kasketle postacıya benziyorsun.

 bize der ki, durumu dikkatle incelemek gerekir.

 Durumu dikkatle incelemek gerekir.

 Durumu değerlendirirken öznel isteklerimizden değil nesnel gerçeklikten yola çıkmalıyız.

 Tamam mı?

 - Sen de katılıyor musun?

 - Evet, elbette.

 Özellikle de haberleri bu şekilde değerlendirmek gerek.

 Bir sorunu tek bir yönüyle değil, farklı yönleriyle ele almamız gerek.

 Bu kadar kuram konuştuğumuz yeter, şimdi somut bir sorunu inceleyelim.

 Hangisi bilmiyorum.

 Siz seçin.

 - Savaş.

 - Peki.

 Asya.

 - Tamam, yani Asya'daki savaş, Vietnam.

 - Evet.

 - Dramdaki başlıca karakterler kimler?

 - Amerikalılar.

 Evet, Amerikalılar.

 Ufacık bir ülkeye son dünya savaşında atılandan daha çok bomba yağdıran ve Asya'nın Amerika'ya ait olduğu gibi yanlış bir doktrini savunan Amerikalılar.

 - Ruslar.

 - Ruslar.

 Ruslar biraz korkak.

 "Dediklerimi yap, ama yaptıklarımı yapma.

" - Çinliler.

 - Evet, Çinliler.

 Mao'nun düşüncesini hayata geçiren Çinliler.

 "Emperyalizm ve bütün gericiler kağıttan kaplanlardır.

 Görünüşte pek korkunçturlar, ama gerçekte o kadar güçlü değildirler.

" 18 Kasım 1957'de Moskova'daki komünist partiler ve işçiler konferansındaki konuşmasında da şöyle demişti: "Stratejik olarak, bütün düşmanları hor görmek ama taktik olarak, hepsini tamamen hesaba katmak gerekir.

" Bir de tabii diğerleri var.

 Seyirciler, kayıtsızlar, tembeller Fransa gibileri ya da İngiltere gibileri.

 - Peki Vietnam bir karakter değil mi?

 - Evet, tabii, Vietnam.

 İmdat!

 İmdat!

 Önce bir iki olguya bakalım, ne de olsa gerçeklik bunların içinde.

 ÇAVUŞ FORT YÜZBAŞI AMERİKA Zafer Vietnam Ulusal Özgürlük Cephesi'nin olacak.

 Özetlersek Ta Kien bölgesinin silahlı kurtuluş güçleri 300 küsur kukla askeri öldürdü, yaraladı ve esir aldı.

 Burası Pekin Radyosu.

 Özetlersek, Johnson Vietnam'da komünizme karşı savaştığını söylüyor.

 Pekala, öyle olsun.

 Ama bu, iki farklı komünizm türü olduğunu gösterir.

 Zira Avrupa'da komünizme karşı mücadele falan verdiği yok.

 Tam tersine, Moskova'yla anlaşma imzalıyor.

 Macar yüzücüleri Los Angeles'daki yüzme havuzlarına davet ediyor.

 Çek kemancıları da Boston Senfoni Orkestrası'yla çalmaya davet ediyor.

 Romanya ve Polonya'da fabrikalar kuruyor.

 İmdat!

 Halbuki Hanoy'daki fabrikaları bombalayıp yıkıyor.

 İmdat!

 İmdat!

 İmdat Bay Kosigin!

 Bay Kosigin!

 Yetişin!

 Demek ki neymiş?

 İki çeşit komünizm varmış.

 Bir tehlikeli komünizm, bir de tehlikesiz komünizm.

 Johnson'un savaşması icap eden bir komünizm bir de yardım elini uzattığı bir komünizm.

 Alo Kosigin?

 Sen misin?

 İyi misin?

 Peki neden artık tehlikesiz sayılan bir komünizm var?

 O komünizm değişti de ondan çünkü Amerikalılar değişmedi, onlar emperyalist bir güç olmaya devam ediyor.

 Amerikalılar değişmediyse, mecburen ötekiler değişmiş demektir.

 Yani Ruslar ve yardakçıları revizyonist olup çıkmışlardır.

 Bunlarla Amerikalılar al gülüm ver gülüm anlaşabilmektedir.

 Öte yandan, diğerleri, hakiki komünistler hiç değişmedi.

 İşte onları bir güzel pataklamak lazım.

 Vietnam'da olan da bu.

 Ben Vietnam'a barış getirmek istiyorum.

 Rusların hem bilinçli, hem de bilinçsiz işbirliğiyle Amerikalılar Ben Vietnam'a barış getirmek istiyorum.

 hakiki komünizme, Çin'e karşı savaşıyorlar.

 Bu genel bir sonuç.

 Özelde Vietnam'a gelince İmdat!

 İmdat Bay Kosigin!

 Ray Kosigin!

 İmdat!

 İmdat Bay Kosigin!

 Bay Kosigin!

 İmdat!

 Yetişin Bay Kosigin!

 Bu olaydan daha kesin bir sonuç çıkarılabilir.

 - Bütün ilerici savaşlar haklıdır.

 - İlerlemeye engel olan bütün savaşlarsa haksızdır.

 - Biz diğer komünistler ilerlemeye engel olan karşı mücadele veriyoruz ama ilerici savaşlara karşı değiliz.

 Yoldaşlar ve dostlar Amerikalı olmak neden kabul edilemez bir şeydir?

 "Sınıfların güncel eğilimleri" Önemli bir soru bu.

 Gerçekten de bir sosyalist, ABD'nin zenginliğine hayranlık duyacak olursa hem bunu bütün dünya bağlamında göreceleştirmeli Göreceleştirmek.

 Ve onu bu ölçekte, kıtlık ve sömürü ölçütlerine dayanarak değerlendirmeli Kıtlık, sömürü.

 Hem de onu besleyen toplumsal ilişki yapılarına karşı çıkmalıdır.

 Yapılar.

 Yoksa o sosyalizm modern sağın tuzağına düşer.

 Tuzak.

 Modern sağ refahı vaaz eden bir nevi kapitalist stalinizm uygulamaktadır.

 Bu da iktidarı, lüksü ve statüyü mazur gösterir.

 Bunun iyi bir örneği, şu andaki Fransız Maliye Bakanı Bay Michel Debre'dir.

 Beşeri bilimler Marks için neyse, yine o hale dönmelidir.

 Yani siyasi bir araca, mücadeleye götüren bir gerçekliğe.

 Mücadeleye götüren bir gerçeklik.

 Unutmayalım ki 19.

 yüzyıldaki Marksistler SSCB akademilerine doluşmadan önce hem bilim adamı, hem serseri put kırıcılar hem de devrimcilerdi.

 Devrimci.

 Bugün kimi beşeri bilim okulları Marksizm’in yolunu yeniden kat ediyor, ama ters yönde.

 Toplumun kusurlarını göstermeyi amaçlamak yerine bu kusurların bir yapının parçası olduğunu insanların tasarıları ve iradesinin yapıyı değiştiremeyeceğini savunuyorlar.

 Yapı.

 Değiştirmek.

 Kısacası, insan modern düşünürlerin uydurduğu bir fikirdir ve bu fikir aşılabilir.

 Jean Paul Sartre'ın dehasıyla sarsmaya çalıştığı çağdaş doktrinlerin ve beşeri bilimlerin bu durumu son derece endişe vericidir.

 Endişe verici.

 Avrupa solunun iktidarsızlığının bire bir yansımasıdır bu.

 İktidarsızlık.

 Bu iktidarsızlık da onların çöküşünün resmidir.

 Emperyalistler hala hayatta, iktidarlarını Biraz Robinson gibiyiz.

 Engels'in Robinson ve şiddet üstüne yazdığı metni hatırlatayım size.

 - Engels nerede yazmış bunu?

 - "Anti-Duhring"de.

 Guillaume!

 Telefona baksana!

 Guillaume!

 Beni asıl şaşırtan şey, Fransız Komünist Partisi'yle aranızdaki çekişmeler.

 Bakın, ben zamanla keşfettim.

 Fransız Komünist Partisi'nin analiz ve tezlerinin dörtte üçü yanlış.

 Sırf entelektüeller için.

 Moskova'yla fazla içli dışlılar.

 Baksanıza.

 Nizan öldü, Merleau öldü.

 Sartre Flaubert'e, Aragon da matematiğe sığındı.

 Ben Aragon'la Sartre'ın günümüzdeki halini çok dokunaklı buluyorum.

 Evet, halleri dokunaklı, ama trajik de.

 - Fransız Komünist Partisi'nin hatası bu.

 - Evet, aynen öyle, onların hatası.

 Bu yüzden Pekin'den binlerce kilometre uzakta ideallerimizi arıyoruz mecburen.

 Şunu dinleyin.

 "Benimsediği konum ne olursa olsun bir komünistin Çin kültür devrimini hiç düşünmeden, evirip çevirip incelemeden sıradan bir olgu, sıradan bir sav olarak değerlendirmesi doğru değildir.

 Bir kere Çin kültür devrimi bir sav değildir.

 Her şeyden önce tarihsel bir olgudur.

 Sıradan bir olgu da değildir.

 Eşi benzeri görülmemiş bir tarihsel olgudur.

" Bir de bu var.

 "Kültür devrimini ihraç etmek söz konusu olamaz çünkü o Çin devriminin bir parçasıdır.

 Ama barındırdığı kuramsal dersler ve siyasetler bütün komünistlere aittir.

 Bunları komünistler kültür devriminden ödünç alıp kendilerine mal etmelidir.

" Guillaume, telefona baksana!

 Adınızı söylemenizin sakıncası var mı?

 Guillaume!

 Yok.

 Adım Véronique Supervielle.

 Yaşım 19 artı 8 ay 14 saat 2 dakika 20 saniye.

 Filmin İkinci Bölümü Vietnam yanar, ben bağırırım bar bar Mao, Mao!

 Güler Johhson, ben çalarım don Mao, Mao!

 Napalm düşer, bende de mermiler Mao, Mao!

 Kentler ölür, bendeniz rüya görür Mao, Mao!

 Fahişeler bağırır, ben kıkır kıkır Mao, Mao!

 Pilava bereket, ben oynarım, seyret Mao, Mao!

 Şu küçük kırmızı kitap var ya Her şey döner onun etrafında Emperyalizm dayatır kanununu her yere Devrim benzemez eğlenceli bir ziyafete Bombalar kağıttan kaplandır Asıl kahramanlar halk yığınlarıdır Amerikalılar öldürür, Benim yüzümü kitap güldürür, Mao, Mao!

 Soytarılar olmuş hükümdar, bana düşmüş şarkılar, Mao, Mao!

 Bombalar patlarken, ben çalarım zil erken Mao, Mao!

 Kızlar kaçıp ürker, benim için tek rehber Mao, Mao!

 Ruslar tıkınır, ben dans ederim fıkır fıkır, Mao, Mao!

 Teslim olurum, pişman olurum Mao, Mao!

 Şu küçük kırmızı kitap var ya Her şey döner onun etrafında Emperyalistler hala hayatta, iktidarlarını sürdürüyorlar.

 Oley!

 Toro!

 Toro!

 Toro!

 Toro!

 Şimdi de El Cordobes.

 Oley!

 Toro!

 Toro!

 Paco Camino.

 Neden boğa başımızı alıp attı ki?

 Çok güzeldi.

 Eğlenemeyeceğiz şimdi.

 Aklını kaçırmaya başladı bu.

 Zaten yakında intihar edecek.

 - Fernaud, elini çabuk tut biraz.

 - Tamam, geliyorum.

 Şuna baksana Isabelle.

 Çok hoş bir bisiklet selesi ve müthiş bir gidon.

 - Aldı mı onu?

 - Evet.

 - Adam büsbütün delirmiş.

 - Yok canım, bu işçi bir dahi.

 Baksana, bir boğa kafasını anında sele ve gidon yapıverdi.

 Buna ilahi metamorfoz denir Bay Malraux.

 özveriyi de ima eder.

 Ölümse sık görülen bir şeydir.

 Emperyalistler hala hayatta Asya'da, Afrika'da despotizmle iktidarlarını sürdürüyorlar Asya'da, Afrika'da, Latin Amerika'da Yoldaşlar ve dostlar Birincisi: Son 100 yılın sanat tarihi sanatın kendine özgü bilimselliği yönünde kat ettiği yolun tarihidir.

 İkincisi Kendimizi dilin içine hapseden biz değiliz.

 Tam tersine olabilecek en yoksul dilin içine kapanıp kalmış olan toplumumuzdur.

 Üçüncüsü Şiirde Mayakovski, sinemada Sergei Eiseinstein ve sosyalist bir sanatın tanımını ortaya koymak için savaşanlar kış sarayının alınmasından iki ay sonra emperyalist dili kabul eden Troçki ve diğerleri tarafından sırtlarından hançerlenmiştir.

 Sanat, görünür olanı yeniden üretmez.

 O görünür kılar.

 Ama yine de estetik etki hayal ürünüdür.

 Evet, ama o hayal ürünü olan şey gerçekliğin yansıması değildir.

 O yansımanın gerçekliğidir.

 Bazen şöyle şeyler duyarız.

 Sadece üç rengi kullanın.

 Üç temel renk.

 Mavi, sarı ve kırmızı.

 Kusursuz saflıkları ve kusursuz dengeleriyle.

 Mazeretleri de bunların diğer bütün renkleri içerdiğidir.

 Baktığımız her şeyde üç noktayı göz önünde bulundurmalıyız.

 Bakan gözün konumu görülen nesnenin konumu ve onu aydınlatan ışığın konumu.

 Belki de gerçeklik henüz hiç kimsenin gözüne görünmedi.

 Bize gelince Biz siyasetle sanatın birliğini destekliyoruz.

 İçerikle biçimin birliği.

 Siyasi devrimci içerikle olabildiğince kusursuz bir sanat biçiminin birliği.

 Sanat değeri olmayan yapıtlar siyasi bakımdan ne kadar ileri olurlarsa olsunlar, etkisiz kalırlar.

 Edebiyatta ve sanatta, iki cephede birden savaşmalıyız.

 İki cephede birden savaşmak Bence bu fazlasıyla karmaşık.

 Ben belli bir anda yalnızca bir şeyle uğraşabilirim.

 Nasıl hem müzik dinleyip hem yazabiliyorsun anlamıyorum zaten.

 İki cephe birden Çok karmaşık.

 - Beni seviyor musun Guillaume?

 - Tabii ki seviyorum.

 Çünkü ben düşündüm de, artık seni sevmiyorum.

 Hayda!

 Ne oluyor Véronique?

 Kazaklarının rengini de sevmiyorum artık.

 Hem beni öyle sıkıyorsun ki anlatamam.

 - Ne bu böyle Véronique?

 - Artık seni sevmiyorum.

 - Anlamıyorum.

 - Anlayacaksın.

 - Véronique - Anlayacaksın.

 Véronique, bir şeyler söyle.

 Ne oluyor böyle?

 Neden bana öyle dedin?

 Artık seni sevmiyorum Guillaume.

 Çalışmamı engelliyorsun.

 Canımı sıkıyorsun.

 Seninle aşk yaşamak lüzumsuz yere karmaşık.

 Hem hiç bilmediğin şeyler hakkında konuşmana da sinir oluyorum.

 Artık sevmiyorum seni.

 Artık sevmiyorum.

 Artık anlamışındır herhalde.

 - Evet, anladım.

 Çok üzüldüm.

 Ama anladım.

 Görüyorsun ya Guillaume, aynı anda iki şey birden yapılabiliyormuş.

 Ama bunu anlaman için ikisini bir arada yapman gerekti.

 Müzik ve dil İki cephede birden mücadele etmek gerek.

 Biliyor musun, beni felaket korkuttun.

 Ben de çok sık korkuya kapılıyorum.

 Emperyalistler hala hayatta.

 Asya'da, Afrika'da, Latin Amerika'da despotizmle iktidarlarını sürdürüyorlar.

 Batıdaysa hala baskı uyguluyorlar.

 Kimi yoldaşların hala çok kötü bir çalışma tarzı var.

 Marksizm-Leninizm’in ruhuna taban tabana ters bu.

 Gözleri bağlı olduğu halde kuş yakalamaya çalışmaktan farksız.

 Neden bakıyorsunuz bana öyle?

 Ben acayip bir hayvan değilim ki.

 İnsanım.

 Bakışlarınız Amerika'da beyazların siyahlara bakışının aynısı.

 Ortadoğu'da Arapların Yahudilere ya da Yahudilerin Araplara bakışının.

 Rusların komünist dünyasında Çinlilere yöneltilen bakışın aynısı.

 Bir, iki, üç, dört, beş.

 Çizilemeyecek yüz yok.

 Bir rüyanın yüzü gibi.

 Serge Dimitri Kirilov.

 - Hayır, Novalis olmasın.

 - Ama dün akşam oyladık ya.

 İyi de o bilgin, şair değil ki.

 Bir şiir bilgini, tıpkı senin Brecht'inin tiyatrodaki konumu gibi.

 En büyük ilkemiz şudur: Parti, tüfeklere hükmeder.

 Tüfekler partiye hükmedemez.

 - Zavallı Novalis.

 - Evet ya.

 İyi de başka türlü Marksist-Leninist kuramla devrimci pratiği nasıl birleştireceğiz?

 Meşhur bir deyiş vardır.

 Hedef tahtasına ok atarken nasıl ok hedefi nişan alırsa, Marksizm-Leninizm de devrime nişan almalı.

 "Descartes" Jean Paul Sartre Sorunu dile getirmek için kullandığım tabirleri tasvip etmiyor olabilirsiniz.

 Ama elleriyle ya da beyinleriyle çalışanların büyük çoğunluğu gibi siz de ekonomik ve toplumsal gelişim bakımından, hayat tarzı bakımından Yallah, Moskova'ya!

 insanların kendi aralarında, işleriyle, doğayla Revizyonist!

 Revizyonist!

 dünyanın geri kalanındaki halklarla kurduğu ilişkiler sistemi bakımından Katil Kosigin!

 Katil Johnson!

 Zafer Vietnam Özgürlük Cephesi'nin!

 ayrıca her bireyin teknik veya bilimsel kaynaklardan türlü yaratıcı yetilerinden yararlanıp yararlanmaması bakımından kapitalizmin dün olduğu gibi bugün de kabul edilemez olduğuna karar kıldınız ya da belli belirsiz bu hisse kapıldıysanız ve bu hissi temel alarak sosyalizmi benimsediyseniz Şiddet içeren ayaklanmaların ve barikatların ilerlemiş kapitalist ülkelerde, Fransa'da, İsviçre'de, İtalya'da Revizyonist!

 Revizyonist!

 siyaseten mümkün olmadığını kabul ettiniz mi Fransız Komünist Partisi'yle de mutabakat mümkün olur.

 Revizyonist!

 Revizyonist!

 Filmin Üçüncü Bölümü Burası Çin Komünist Partisi - Bu Michel'in sesi değil mi?

 - Öyle mi sence?

 O da "s"leri böyle telaffuz etmez mi?

 - Haklısın galiba, Michel bu.

 - Belki Jean-Claude da oradadır.

 Véronique söylemedi mi sana?

 Mektup geldi.

 Jean-Claude temmuz başında merkez komitesinin şiddet eylemleriyle ilgili talimatlarını ulaştırmak üzere gelecek.

 - Ben de bu işe dahil miyim?

 - Tabii hedefleri de söyleyecek.

 - Ben de bu işe dahil miyim?

 - Yok, hayır.

 Çarpışma grubu kendi adamlarıyla ve para kaynaklarıyla ayrıca örgütlenecek.

 Burası Pekin Radyosu.

 Yoldaşlar ve dostlar İlk oylamamızı yapıyoruz.

 Onaylayanlar elini kaldırsın.

 Çoğunluğun kararı uyarınca, özel bir çarpışma örgütü oluşturuldu.

 Bu grup, işbirliği ve işbölümüne sıkı sıkıya bağlı kalarak özel olarak düzen bozucu ve terörist etkinlikleri üstlenecek.

 Şimdi kura çekeceğiz.

 Guillaume, aç ve oku bakalım.

 Bireyler ve halklar özgürlük mücadelelerini yürütme sürecinde doğa bilimlerine başvurup onlardan güçlü ve güvenilir bir silah gibi yararlanmalıdır.

 4.

 Diyalog: Aden Arabistan Hücresinden Atılmasının Ardından Henri Ocaktan beri.

 Daha doğrusu aralık.

 Siz mi ayrıldınız onlardan?

 Aslında onlar beni gruptan attı.

 Aynı kapıya çıkıyor nasılsa.

 Neden kovdular sizi?

 Özeleştiri yapmayı reddettim de ondan.

 Nasıl oldu bu?

 Bütün hücrelerde olduğu gibi işte.

 Oylamaya koydular.

 Evet, ama neyin ardından oylama oldu?

 Olay, Véronique'in yaptığı bir sunum sırasında başladı.

 Kabul, baskı biçimleri aynı değil.

 Bugün Fransa'da Pompidou yönetiminde yaşamak anne babalarımızın Hitler zamanında savaşta yaşadıklarından farklı.

 Yine de yoldaşlar ve dostlar, Serge bize gösterdi ya Sanat, gerçekliğin yansıması değil, o yansımanın gerçekliğidir.

 Pompidou ve Malraux tayfasının Jacques Rivette'in'Rahibe "si gibi bir filmi yasaklamak için kullandığı formüllerin gerçekliği de böyledir.

 Gerçeklik aynı gerçeklik, çünkü formüllerde de bir biçim var.

 Bu da bana burada yine bir baskı biçiminin olduğunu düşündürüyor.

 Elbette şiddete başvurmayan, hafif bir baskı biçimi.

 Marksizm’le tiyatroyu, siyasetle tiyatroyu karıştırıyordu.

 Bu da romantizmdir.

 Gerçek hayatta, olayların içinde de hep bir oyuncu gibi davranırdı.

 Bu bakımdan Guillaume'un çok etkisi altında kalmıştı.

 - Guillaume kim?

 - Bir oyuncu.

 - O da grubunuzda mıydı?

 - Evet, bir fanatikti.

 Babası Antonin Artaud'yla tiyatro yapmış.

 Kosigin, Willson, Pompidou, Garaudy, Mitterand'a gelince, tatlı bir ölüm.

 Ama tatlı ölüm sizi paklamazsa Kuzey Vietnam'daki gibi acılı ölüm de olur, ama güneyde tatlı ölüm yeter.

 Sonuçta şu kadarını söyleyeyim ki hepsi aynı.

 Hem edebi, hem de bilimsel araştırmalar için Caen kolokyumu bazı reformlar önerdi.

 Sol reformlar öneriyor ama Racine insanları olduğu gibi resmettiği sürece Sade yasaklı kaldığı sürece temel matematik bilgilerini yuvadan itibaren vermedikleri sürece Comedie Française'deki eşcinsellere Roger Planchon'dan ya da Antoine Bourseiller'den on kat daha fazla devlet fonu verildiği sürece bu reformlar kağıt üstünde kalacaktır çünkü ölü bir dile ait bunlar.

 Belli siyasetler izleyen bir sınıfın ürünü olan bir kültüre aitler.

 Belli bir sınıfa ait bir kültür.

 Analiz zaten çok sakattı.

 Sonuç büsbütün gerçekdışı oldu.

 Aynı fikirde değilseniz Tabii, ben barış içinde birlikte yaşamaktan yanayım.

 Fransız Komünist Partisi bu durumu değiştirmek için ne yapıyor peki?

 Hiç.

 Yine de Fransız edebiyatında iyi şeyler de oluyor.

 Tam tersine!

 15 gün önce kelimelerle şeyleri karıştıran gerici düşünceye uşaklık eden kitapları övüyorlardı.

 Yoldaşlar, dostlar Bir: Kukla üniversiteleri kapamak gerek.

 - Tamam da nasıl?

 - Ne öneriyorsun imkansızın hayalcisi?

 - İki: Terör yoluyla.

 - Tamam da nasıl bir terör?

 Hayır.

 Bugün terör hiçbir şey kazandırmaz.

 Ama kültüre ulusal bütçeden ayrılan pay yüzde 0,43.

 Véronique haksız sayılmazdı.

 Aragon'a gelince, Komünist Parti gevşediyse eğer bunun müsebbibi Elsa'nın delisiydi.

 "Bazen coşkuya kapılarak yazılarımda sosyalist yapıyı yüceltiyordum.

 Ama hemen ertesi gün cayıp suçlulara layık eylemlere veriyordum kendimi.

 Böylece Hegel'in felsefesinde mutsuz bilinç dediği şey oluştu.

 Bu mutsuz bilinç, aynı anda bir suçlunun bilinci olmasıyla sıradan bilinçten farklıydı.

" Bunlar, Moskova mahkemesinin son gününde Buharin'in söylediği sözlerdir 14 Haziran tarihli France Soir'da çıkan ilan.

 "Eski Rusya çarlık Rusya'sının yeniden canlandırılmış büyük dini merkezleri ve Moskova'da 1 Mayıs.

 Bilgi ve kayıt için Monit Seyahat, 4 Opera Meydanı Telefon 7420646.

" Hey gidi ekim devrimcileri!

 - Çok hüzünlü, değil mi?

 - Evet, hüzünlü.

 Başlıca tartışma konuları "Sputnik Digest"ti.

 Doğrusu hakikaten de iğrenç bir dergidir bu ama yine de Komünist Parti'nin tavrını sistematik olarak lanetlemelerini mazur göstermez bu.

 "Yeni L'Humanite"de ve "Kızıl Muhafız"da sürekli bunu yapıyorlardı.

 Fransız komünist Marksist-Leninist hareketinin başlıca yayın organı.

 Bakın, mart seçimleri sırasında, genel felsefeden değil de bir buzdolabının fiyatından, çalışma koşullarından ya da banyolardan tek söz edenler, Mitterand veya Mendes-France değil Fransız Komünist Partisi temsilcileriydi.

 Aman sen de, Waldeck-Rochet ve Duclos maaşlarla ilgilenmiyor demiyorum.

 Marks’ın tamamını doğru düzgün okumamışlar diyorum.

 - İyice cıvıttın.

 - Okudularsa da ciddi okumamışlar.

 Emperyalistler Batıda hala kitlelere baskı uyguluyorlar.

 Bu durum Ben barış içinde birlikte yaşamaktan yanayım.

 Bense Lenin gibi düşünüyorum.

 On parmağını birden kaptıracağına bir parmağını düşman elinden hemen çekip almak daha iyidir.

 Buna cevap vermenin güçlüğünü Rosa Luxembourg da görmüştü.

 "Güzel kız ona söylenenleri anlamadan nasıl da huzursuzlanıyor, nasıl da kızarıyordu.

" Neden?

 Çünkü tiyatrolarla sinemalara para vermek gerekiyor, orduysa bedava.

 Halbuki tam tersinin olması lazım.

 Gösteriler bedava olmalı.

 Savaşmak isteyenler de madem bu kadar çok, yüklü para ödesinler.

 Solun yaptığı anlaşmaların Vietnam'ı hançerlediğinden ya da Komünist Parti'nin yayın organından bahsedildiğinde Herkes Kızıl Muhafızların kültür devrimi sırasında işlediği abartılı suçlardan söz ediyor.

 Bak, bu çok güzel.

 "Juliette'le Pierre'in ilk romantik randevuları onlara yepyeni, sihirli bir dünyanın kapılarını açmıştı.

" Mao, Mao!

 "Onlardan önce kimsenin ağzına almadığı sözcüklerin dünyasının.

" Mao, Mao!

 Ne okuyorsun sen öyle?

 Nedir o iğrenç gazete?

 Mao, Mao!

 - Partinin kadın dergisi.

 Henri verdi.

 - Ver bakayım.

 Mao, Mao!

 "Önceki akşamki gibi, kulüpte bakışları birbirine kilittendi.

 Pierre, artık konuşmak istemiyordu.

" Mao, Mao!

 Pembe dizilerin dilini kullanacaksan komünist olmanın hiç alemi yok.

 Mao, Mao!

 Şu küçük kırmızı kitap var ya Seni bunu okumaktan men ediyorum.

 Henri revizyonist demiştim sana.

 "Çinli Kız", 141.

 sahne, üçüncü çekim.

 Mao, Mao!

 Soytarılar olmuş hükümdar, bana düşmüş şarkılar, Mao, Mao!

 Bu bana Illustration'un 1917 sayılarını hatırlattı.

 Şimdi gazetelerde Kızıl Muhafızlardan ne şekilde söz ediliyorsa o zaman da aynı kelimeler Bolşevikler için kullanılıyordu.

 Haydi Figaro'nun bu dili kullanmasını anlarım.

 Ama asıl iğrenç olan L'Humanite'nin de Figaro'yla aynı dili kullanması.

 Tamam, yapacak çok iş var daha.

 Ama herkese çok iş düşüyor.

 Bakın, geçen gün Yeni l'Humanite'yi okuyordu.

 Bir filmden söz ediyorlardı.

 "Johnny Guitar.

" Komünist Parti yöneticileri bir toplantıda bu filmi göstermişler.

 Nerede bilmiyorum, önemi de yok zaten.

 Asıl mesele şu.

 Amerikan filmi olduğu için saldırıyorlar, halbuki çok iyi filmdir.

 Yani Véronique'in can düşmanı Bay Malraux'nun da dediği gibi özgürlüğün de elleri her zaman temiz değildir.

 Véronique, hayrola?

 Bir derdin mi var?

 Çok fazla düşmanım var.

 Düşman mı?

 Senin mi?

 Kimmiş onlar?

 Malum işte, savaş tellalları, bürokratlar, kompradorlar mülk sahipleri, onlara bağımlı olan gerici entelektüeller hizbi.

 Düşmanlarım bunlar işte.

 - Hakikaten de çok düşmanın varmış.

 - Evet.

 Sen ne alemdesin?

 - Her zamanki gibi işte.

 Ateşin var mı?

 Yine Les Temps Modernes'e yazıyorum, kitaplar üstünde çalışıyorum.

 Francis Jeanson'la Buluşma Ama bu yıl için yeni bir projem var.

 Neymiş o?

 - Kültür eylemi yapmak istiyorum.

 - Kültür eylemi de ne demek?

 Henüz bunun ne olduğunu pek bilen yok sanırım, ama bir deney yapmak istiyorum.

 Evet, ama kültür ve eylem çok eski sözcükler, çok demode.

 Evet, ama şu anda kültür eylemden tamamen kopuk.

 En azından bana öyle geliyor, bu haliyle de ilgimi çekmiyor.

 - Ben de seninle aynı fikirdeyim zaten.

 - Öyle mi?

 Evet, öyle.

 Benim asıl ilgimi çeken şey, kültürün dünyayı kontrol fırsatı veriyor olması.

 - Tam olarak ne zaman yapacaksın bunu?

 - İki ay içinde başlıyorum.

 En aşağı bir yıl sürecek bir deney yapacağım çünkü bu alanda nelerin mümkün olduğunu görmeyi çok istiyorum.

 Bir ekiple birlikte şeyi deneyeceğiz - Mesela hangi alanda olacak bu?

 - Oyunculuk.

 - Tiyatroda mı?

 - Evet, Chalon'daki bir tiyatroda.

 Bourgogne Tiyatrosu.

 Şeyi deneyeceğiz - Taşraya mı gideceksin yani?

 - Evet, tabii taşraya gideceğim.

 Ama zaten Chalon da çok uzak sayılmaz.

 - Paris'ten ayrıldığına üzülmüyor musun?

 - Hayır, çok memnunum.

 - Memnun musun?

 - Hem de nasıl!

 Evet, çünkü burada çalışamıyorum artık.

 En azından Paris'teyken yazamıyorum.

 Demin kitaplardan söz ettim ya, hiçbirinin ilerlediği yok.

 Taşrada belki bir yandan eylemle uğraşıp bir yandan da yazma olanağı bulabilirim.

 Eyleme geçmeyi o kadar mı önemsiyorsun?

 Evet, tabii yeterince etkili bir eylem yapabilirsek.

 Ben kendi keyfim için vicdanımı rahatlatmak için eyleme geçmek istemiyorum.

 İyi de tam olarak neden eyleme geçiyorsun öyleyse?

 Çünkü o düzeyde gerçekten de yapılabilecek bir şeyler var gibi geliyor.

 Günümüz erkekleri ve kadınlarını dünyayı olduğu gibi algılayacak konuma getirmek.

 Sadece algılamak da değil harekete geçip bir şeyleri değiştirebilecekleri bir konum.

 O halde üniversiteden tamamen ayrılıyorsun.

 Ayrılıyorum da denebilir.

 Üniversite ortamında son derece yaygın bir tavırdan ayrıldığım kesin.

 Orada diğerleri, yani hitap edilen kişiler, öğrenciler basit ve saf alıcılar gibi görülüyor.

 Doğru, bunun bir parçası olmak istemem Ama Francis, şu anda Çin'de olup bitenler hiç önemli değil mi sence?

 Tabii ki önemli.

 Örneğin, şimdi bazı üniversiteler kapatıldı ya, bence bu müthiş.

 Evet, sence müthiş tabii.

 Ama sonrasında ne olacağına dair bir fikrin var mı acaba?

 Yani - Evet, tabii.

 - Üniversiteler mecburen yeniden açılacak.

 Şimdiki halde öğrenciler sahaya indi, kol gücüyle çalışıyorlar.

 Evet.

 Aklıma bir şey geldi şimdi.

 Arkadaşım Nathalie'yi hatırlıyor musun?

 Evet, hatırlıyorum.

 Ailesi Mendes-France'a oy veriyordu.

 Evet, neyse, Mendes-France'ı bırak şimdi.

 Hatırlar mısın bilmem, eylülde seninle sınavlara hazırlanmadan önce onun evine gitmiştim, Avignon yakınlarında şeftali hasadı yapmıştık.

 Evet.

 Bilmem, şimdi öyle geliyor ki galiba öncesinde o bedensel kol gücü işini yapmış olmak sınavlarda başarılı olmama yardımcı oldu.

 En azından seninle çalışırken.

 Öyle mi?

 Sana felsefeden söz ederken ne kastettiğimi bu sayede mi anlıyordun?

 Evet, biraz, çünkü haziranda Bence arada bir bağ var çünkü haziranda bedensel bir iş yapmamıştım ve sınavlardan geçemedim.

 Evet, arada bir bağ olması mümkün, buna gönülden inanırım.

 Ama bundan ne sonuç çıkarıyorsun?

 Şeftali mi toplayalım?

 Ama sen benimle hemfikirsin, değil mi Francis?

 Fransız üniversitelerinde ciddi sorunlar var, hem de pek çok.

 Elbette, bu apaçık ortada.

 Eee?

 Eğitimin çok büyük bir sorun olduğunda hemfikir misin?

 Evet, en büyük sorunlardan biri de bu.

 Eee?

 Her şeye sıfırdan başlamak gerektiğini düşünmüyor musun?

 İyi de nasıl?

 Öncelikle Çin'deki gibi, üniversitelerin kapatılması lazım.

 Sen mi kapatacaksın üniversiteleri?

 Eğer sorumlular kapatmaktan acizse olabilir.

 Evet, gerekirse ben kapatırım.

 Nasıl yapacaksın bunu?

 Bilmem, aklımda bir fikir var işte.

 Demek bir fikrin var, anlat istersen.

 Benim asıl midemi bulandıran şey eğitimin ta kendisi.

 Bu her zaman bir sınıf sorunu olarak kalmaya mahkum.

 Kültür, sınıf kültürüdür.

 Örneğin, Tutankamon sergisi var ya.

 Herkes niye koşa koşa sergiye gidiyor?

 Çünkü her şey altından.

 İşçiler bile burjuvalaşmış ve altınları görmek istiyorlar.

 Tutankamon her şeyi kağıttan yaptırsaydı, hiç umurlarında bile olmazdı.

 Ne demek istediğini anlıyorum ama senin şu fikrin - Üniversiteleri kapatmak.

 - Nasıl ama?

 Bombalarla!

 Bombalarla mı?

 Bomba mı atacaksın?

 Bu Durum Öğrencilerle öğretmenleri öldürdük mü en azından korkuya kapılırlar gelmeyi keserler, böylece üniversiteler kapanmış olur.

 Bunu tek başına mı yapacaksın?

 Evet.

 Aslında 2-3 kişi daha var.

 2-3 kişi Ama Cezayir savaşında, Cemile Buhired kahveleri havaya uçurduğunda sen onu savunmuştun ama.

 Halbuki Mareşal Juin ve Express tayfası ona karşıydı.

 - Evet.

 - Sen hariç bütün Fransa ona karşıydı.

 - Evet, doğru.

 Yalnız arada bir fark var bence.

 Yanılıyorsam söylersin.

 Ne fark varmış?

 Söyle bakalım.

 Cemile'nın arkasında koskoca bir halk vardı.

 Zaten mücadele etmeye başlamış erkekler ve kadınlar vardı.

 Bağımsızlık mücadelesiydi bu.

 Ben de bağımsızlığımı istiyorum.

 Bağımsızlığını istiyorsun da onu bu şekilde isteyen kaç kişisiniz?

 Demin sordum, 2-3 kişi dedin.

 Evet, ama bir sürü insan düşünmüyor, bunun farkında değil ki!

 Biz onların yerine düşünüyoruz.

 Onların iyiliği için.

 Başkaları için devrim yapılabilir mi sence?

 Ama Francis, çalışmanın zaten mücadele etmek olduğunda hemfikir değil misin?

 Bu Durum Değişmeli Tabii, ama mücadele nedir?

 Bak, devrimin kuramını ve yöntemlerini öğrenmek istiyorsam pratikte de devrime katılmaya mecburum.

 Bir devrime katılabilirsin, ama olmayan devrimi icat edemezsin.

 Ama bilgi edinmek istiyorsam, önce pratikte yaşamam gerekir, öyle değil mi?

 Evet, doğru.

 Ama devrimci pratik durum hakkında bilgili olmayı varsayar.

 Ben durumu biliyorum zaten, her şey kötü.

 - Sen biliyorsun da acaba - Böylece herkesin de bilmesini sağlarım.

 Durumu düzeltmek için ne yapmak gerektiğini de biliyor musun?

 Bütün sahici bilgiler bire bir deneyimden kaynaklanmaz mı?

 Bunda da hemfikir misin?

 Peki bire bir deneyim eyleminize nasıl bir içerik vereceğinizi de söyler mi?

 Çünkü terörizm bir eylem başlangıcıdır.

 Bu terörizm, değil mi?

 - Evet, terörizm.

 Pekala, terörizm de altta yatan bir takım temeller olduğunu varsayar.

 Şiddete son vermek bütün dünya halklarının işidir Biz tam iki yıldır bu sorunu irdeliyoruz.

 İki yıldır irdeliyorsunuz demek.

 Nasıl irdelediniz peki?

 - Sorunu bizzat yaşıyoruz işte.

 - Yaşıyorsunuz demek.

 Ben öğrenciyim, sen artık değilsin.

 Bu konuda bir şey biliyor sayılmazsın.

 - Yine de biraz bir şeyler biliyorum.

 - Yani kusura bakma, ama Yok, haklısın.

 Bir şeyler biliyorum.

 Ama tabii senin kadar çok değil.

 - Ben bu durumun içindeyim.

 - Ben doğrudan acısını çekmiyorum.

 Ben çekiyorum ve yalnız da değilim.

 Öyle olsun, ama insanları öldürmek neye yarar?

 Hele sonrasında ne yapacağını bilmiyorsan.

 Hangi formüller Sonrasında ne yapacağımızı biliyoruz Francis.

 Ne yapacaksınız peki?

 Ben bildiğinize inanmıyorum.

 Bence sadece şu andaki düzenin berbat olduğunu biliyorsunuz.

 Bence bu düzene son vermekte de felaket derecede sabırsız davranıyorsunuz.

 - Berbat falan değil, kötü sadece.

 - İyi, tamam.

 Sonrasında ne yapılacağı benim işim değil.

 - Umurunuzda değil yani.

 - Yo, umurumda.

 Sonrasında ben durmayacağım ki, durumu yeniden incelemeye devam edeceğim.

 Véronique, sonrasında durumu nerede inceleyeceksin?

 Ben alt tarafı devrim üretiminde basit bir işçiyim.

 Madem öyle, hakiki bir işçi ol da adam gibi çalış.

 Tuttuğunuz bu yolda ısrar ederseniz, bir hafta zor dayanırsınız.

 Nedenmiş o?

 Bir iki gün içinde mutlaka yakalanırsınız da ondan.

 Ama Francis, sen de polis tarafından aranmıştın.

 Evet.

 Ama sen bir haftayı çıkardın, çok daha uzun süre dayandın.

 Çünkü Fransız halkı arasında pek çok sempatizanımız vardı.

 - Bizim de sempatizanlarımız var.

 - Cezayir'in bağımsızlığına çok olumlu bakmayanlar bile, bizi ele verme yanlısı değildi.

 Sempatizanlarınız var, ama böyle kitlesel cinayetlere ortak olacak kadar sempati duymazlar size.

 Malum, kitlesel cinayet olacak bunlar.

 Sempatizanlar olmak zorunda, çünkü bazı Komünist Parti üyeleri revizyonistlerle işbirliği yapıp bizi ihbar ediyor.

 - Evet.

 - Sen bunu bilmezsin.

 Hazır değilseniz eğer L'Humamte'yle Figaro artık birlikte çalışıyor.

 Eyvallah, ama yaptığınız eylemler hiçbir yere varmaz.

 Bunun tek yolu, arkanızda sizi destekleyen bir topluluğun, bir sınıfın bu davaya kendini adamış, her bedeli ödemeye razı çok sayıda insanın olması.

 Dur ama Francis, genç Rus nihilistlerini düşün mesela.

 Ne olmuş onlara?

 Onlar da bomba yapıp attılar, suikastlar düzenlediler.

 Peki sonrasında ne oldu?

 1917 devrimi oldu.

 - Nasıl yani?

 - Ekim devrimi oldu.

 Çarlık dönemi Rusya'sıyla şu andaki Fransa'nın durumu aynı mı sence?

 Bir de kendine Marksist-Leninist diyorsun.

 İyi, tamam, madem onları karşılaştıramıyoruz Çin'de olanlardan ders alabiliriz o zaman.

 İyi de sizin olaylardan çıkardığınız dersler felaket derecede soyut.

 Gerçekte, ders çıkarırken iki şey böyle üst üste konmaz Yani sen bunun hata olduğunu mu düşünüyorsun Francis?

 Evet, bence hata.

 Bence hiçbir yere götürmeyen bir çıkmaz sokağa gireceksin.

 Kimi yoldaşlarımız bazı sorumluluklar üstleniyorlar.

 Ama işleri sıkı sıkıya ele almadıkları için 4.

 Diyalogun Devamı: Gruptan Atılan Henri adam gibi işler ortaya koyamıyorlar.

 Parti Komitelerinin Çalışma Yöntemleri, 13 Mart 1949.

 O kadar da değil, ama Dedim ya size, savlar geçerliydi, ama her şey karman çormandı.

 Ne de olsa Marksizm öncelikle bir bilimdir.

 Oysa ki orada savlar darmadağınık bir şekilde ortaya konuyordu, halbuki Marksizm Evet, Marksizm-Leninizm bakımından çocuktan farksızmış bunlar.

 Evet.

 Mısırlı çocukların hikayesini bilir misiniz?

 - Hayır.

 - Anlatayım o zaman.

 Mısırlılar dillerinin tanrıların dili olduğuna inanırmış.

 Bunu kanıtlamak için, bir gün yeni doğmuş çocukları her tür toplumsal ortamdan kopuk bir eve kapatmışlar.

 Kendi kendilerine Mısırca öğrenip öğrenmeyeceklerini görmek istemişler.

 15 yıl sonra gelip bakmışlar.

 Bir de ne görsünler?

 Çocuklar aralarında konuşuyormuş konuşmasına da koyunlar gibi meleyerek.

 Onları eve kapatırken fark etmemişler.

 Meğer hemen bitişikte bir koyun ağılı varmış.

 Biz de kendimizi bir daireye kapatmıştık ya.

 Marksizm-Leninizm de bizim için biraz koyunlar gibiydi işte.

 - Gönüllü olan var mı?

 - Ben.

 Ben teröre inanıyorum.

 Benim için bütün devrimler terörden oluşur.

 Kim bu?

 Bombasız devrimci, devrimci değildir.

 "Çinli Kız", 115.

 sahne, ikinci çekim.

 Şimdilik sayımız az.

 Ama göreceksiniz, yarın kalabalık olacağız.

 Yarın belki ben artık burada olmam.

 Bundan memnunum, gururluyum.

 Terörizmin bir özgürleştirme edimi değil sadece belli bir programı dayatma aracı olduğunu unutuyorsun.

 Bir bomba verin bana.

 Bomba verin bana.

 Seninle konuşmam lazım, mutfağa gelsene.

 Kirilov'un önerisinin reddedilmesini ve kura çekilmesini öneriyorum.

 - İntihar edecek mi sence?

 - Bundan eminim.

 Hep öyle derler, ama o malum an gelince Baksana, 15 gündür bir intihar edemedi.

 Evet, ama bu sefer iş ciddi, yapacak bence.

 İyi de dikkatini çekerim, kağıdı imzalamak istemedi.

 Bir daha sorsana.

 Mümkün değil.

 Dün bütün gün imzalatmaya uğraştım.

 Derdi ne bilmem.

 Laf anlatmak imkansız.

 İstemem diyor, başka bir şey demiyor.

 - Tabancayı da vermiyor mu?

 - Onu da vermiyor.

 Verecekmiş tabii, ama önce mermileri üstüne boşaltacakmış.

 Baksana Serge.

 Bana şu kağıdı versene.

 Cebimde.

 Rahat bırak beni.

 İmzaladın mı?

 "Ben, Serge Dimitri Kirilov Paris'e Fransız hükümetinin davetlisi olarak gelen Sovyet Kültür Bakanı Mihail Şolohov'un cinayetini üstleniyorum.

 Bu cinayetin amacı, öncelikle, bu Sovyet kuklasının Nanterre fakültesine yapılan yeni binaların açılış törenine katılıp Malraux ve Fouchet kuklalarının önünde nutuk atmasını engellemektir.

" Versene.

 "İkincisi, bu cinayet uzun bir ölüm zincirinin ilk halkasıdır.

 Hükümetin Fransız üniversitelerini kasten kültürel bataklığa mahkum etmesine bundan böyle şiddetle cevap verilecektir.

 Serge Dimitri Kirilov, 15 Ağustos 1967.

" Çok iyi.

 Bu şapkayı ne yapayım?

 Giyeyim mi, giymeyeyim mi?

 Yok, giymeyeyim.

 - Silahın yanında mı?

 - Evet.

 Neydi bu adamın adı?

 Şokolov, yok, Şolohov.

 - Emin misin?

 - Evet, Şolohov doğru.

 İyi de adamın adını soramayacaksam nasıl yapacağım bu işi?

 Daha önce Guillaume'la konuştuğumuz gibi yapacaksın.

 Şeyi soracaksın.

 Adam kayıt defterine bakarken sen de Şolohov ismini arayacaksın.

 İyi de defter ters duruyor olacak.

 Olsun, büyük harfle yazarlar, okuması kolay olur.

 Tamam mı?

 - Peki, tamam.

 Eee?

 Kapıyı kendi açtı, ben de hemen ateş ettim.

 Haydi gidelim çabuk.

 Eyvah, eyvah, eyvah, dur!

 Ne oldu?

 - Eyvah, yanlışlık yaptım.

 - Ne yanlışlığı?

 Evet ya.

 Defterde Şolohov'un adını tersten okudum.

 Oda numarası 23'tü.

 Ama tersten okuduğum için aptal gibi onu da ters çevirmek gerek dedim.

 Böylece 23 numara oldu 32.

 Ben 32 numaralı odaya gittim.

 - Yani 32 numaradaki adamı öldürdün.

 - Evet.

 Geri dönmemiz lazım.

 Evet, ama arabayı içeri sok bu sefer.

 Haydi.

 - Biz komünistler haksız savaşlara karşı - mücadele etmekle kalmıyor bu savaşlarda etkin rol de alıyoruz.

 Şiddete ve emperyalizmin baskısına son vermek bütün dünya halklarının işidir.

 İntihar mı etti?

 Bilmiyordum.

 Kirilov, Kirilov Marksizm-Leninizm varsa eğer, her şey caizdir.

 Bu da şu anlama gelir, bir durum ya da sorunun Sorun!

 nicel yönüne dikkat etmeli ve temel bir nicel analiz yapmalıyız.

 Yapmalıyız!

 Bu aptal işten bıktım usandım!

 Gerçekliği dönüştüren pratiklerin içinde yer almak gerekir.

 Bilmem, belki de Besançon'a dönerim.

 Normal Komünist Parti'ye mi kaydolacaksınız?

 Evet, hiç şüphesiz.

 Hele bir iş bulayım.

 Bir laboratuardan cevap bekliyorum.

 Olmazsa da, Doğu Almanya'ya gitmeyi düşünüyorum.

 Orada kimyagere ihtiyaç var.

 Böyle kavgalar yaşanması çok yazık.

 Evet, biliyorum, çok aptalca.

 Ama benim tek istediğim huzur.

 Onlar fazlasıyla fanatikti.

 "Sonsuz uzamın sessizliği.

" Beni sessizlik değil, ses ve öfke korkutuyor.

 Bir daha görüştünüz mü?

 Onlara ne olduğunu biliyor musunuz?

 Hayır, ne oldular hiç bilmiyorum.

 SIFIR YILI TİYATROSU GUILLAUME MEISTER'IN TİYATRO YOLU Bütün yollar Pekin'e çıkar Baksana, bu yaptıkları çok komik.

 Rezalet.

 Annem küplere binecek.

 Bak senin kuzeninin de resmini koymuşlar.

 Sahiden de bakanı onlar mı öldürdü dersin?

 Umarım içeride bir şey yapmamışlardır.

 Merhaba.

 VE Sebzelerde, meyvelerde tek fiyat!

 Hepsi 10 kuruşa!

 ONUN ÇIRAKLIK Salatalarım, domateslerim çok güzel!

 Pırasalar, turplar, yumurtalar!

 Hepsi tek fiyata, 10 kuruşa!

 - Bir salata verir misiniz?

 - Salata 10 kuruşa.

 Buyurun.

 YILLARI Buyurun bayan.

 10 kuruşa!

 Tek fiyat!

 Gelin bir şansınızı deneyin.

 VE ÇEŞİTLİ YOLLARDA SEYAHATLERİ Hayır, kimseyi görmek istemiyorum.

 İhtiyatsız coşkum yalnızlığınızın sırrını lekeliyorsa, gücenmeyin.

 Ne zamandan beri böyle ürkeksiniz?

 Marcel beni terk etti edeli.

 Ah hanımefendi, hangi uğursuz yıldız altında böyle tatlı bir aşkın bahtsız nesnesini getirdiniz dünyaya?

 Ne olacak şimdi benim halim?

 Merak etmeyin hanımefendi, sizin için mücadele eden bir Tanrı var.

 Ölümcül kurban çoktan verildi.

 SOSYALİST TİYATRO EŞLİĞİNDE Marksist-Leninist olun yeter.

 Hayır, ben intikam almak istiyorum.

 - Kaybedersiniz hanımefendi - Git başımdan.

 Neden gideyim ki?

 Hangi kapris eseri kendi kendinize düşman oluyorsunuz böyle?

 Acı çekiyorum.

 Çok acı çekiyorum.

 Yeter ama kızım, acıklı sızlanmaları bırakın bir kenara.

 Artık mantıklı savlara kulak vermenin zamanı geldi.

 Filmin Son Sahnesi Evdekilere ne diyeceğim?

 Ben onlara yazarım.

 Sen iyiden iyiye delirmişsin.

 Hayal dünyasında yaşıyorsun.

 Tamam, kabul, bunlar hayal ürünü, ama beni gerçeklere yaklaştırıyor.

 Her neyse, evin cumartesiye eskisi gibi olması lazım.

 Geliyor musun Blandine?

 İyi düşün.

 Her şey enine boyuna düşünülmüştü.

 Yazın sona ermesi, okula ve derslere dönüş demekti.

 Bu da benim için ve bazı yoldaşlarım için mücadele demekti.

 Ama bir noktada yanılmıştım.

 İleri doğru büyük bir sıçrama yaptığımı sanıyordum.

 Oysa şimdi fark ediyorum ki aslında çok uzun bir yürüyüşün ilk birkaç ürkek adımını atmışım alt tarafı.

||

Le Petit Soldat (1963)

20034||5062270||KÜÇÜK ASKER (Çeviren:FRANZK.

) Aktif rol almak için çok yaşlıyım.

 Bir şeyler düşünmenin zamanı geldi artık.

 Cenevre.

 Léman Gölü, şehri 2'ye ayırır.

 3 gün önce gizli ajanlar tarafsız bölgede savaş ilan ettiler.

 800 dolar.

 Birden kendimi düşündüm Bruno Forestier Fransız Enformasyon Bürosundan.

 Daha Fazla Terörist Saldırıları.

 Cenevre Profösörü Bir Saldırı Sonucu Öldü.

 Gene onlar.

 Kahrestsin.

 Hepsi kafayı yemiş.

 Cenevre,13 Mayıs, 1958.

 Aragon bir keresinde şöyle yazmıştı: "Acısız Mayıs "Haziran kalplerde" "Başkasını sev" Her şey yolunda mı?

 Biri sizi aradı.

 - Sen burada olduğumu mu söyledin?

 - Evet.

 Sana söyleme dedim ya!

 Gökyüzü bana Klee'nin portrelerini hatırlattı.

 "Nereden geliyorsun?

 "Neredesin?

 Nereye gidiyorsun?

" Nasılsın,evlat?

 Selam.

 Bruno, neye bakıyorsun?

 Güzel bir Paul Klee.

 Benimki daha iyi.

 Kim o?

 Fotoğraflarını çekmelisin.

 Onu görmek istemediğimi söylersem?

 Şık bir kız.

 Hadi.

 Brazilya Konsolosluğunda olmam lazım.

 Yarın gidersin.

 Şimdi yapamam!

 Kızlar genellikle boş konuşur.

 Danimarkalı mı?

 Evet.

 Onu tanıyor musun?

 Michel bahsetmişti bana.

 Bahse girerim onunla yatmak istersin.

 Leslie Caron'ınki gibi ağzı var.

 Hayır.

 Sadece aşık olduğum kızlarla yatarım.

 İddia ederiyorum 5 dakika içinde kıza aşık olacaksın.

 Ne kadara?

 -Bilmem.

 -50 dolar.

 Sen bilirsin.

 Aşık olmayacağıma 50 dolar.

 Onunla ilk karşılaştığımda Giraudoux'ın oyunundan fırlamış gibi geldi bana .

 Veronica?

 Bir adamı arkadan silahla ya da bıçakla öldür ama bombayla değil.

 Uzaktan öldürmek onursuzca bir şey.

 Bir şey bildiğin yok.

 Ne hakkında konuşuyorsunuz?

 Ne hakkında konuşuyorsunuz?

 Sanat profösörü Lachenal dün öldürülmüş.

 .

 Arabasına bomba yerleştirilmiş.

 Kim tarafından?

 Fransızlar.

 Bunun hakkında ne biliyorsun?

 Neyden bahsettiğimizi bilmiyorsun.

 Bu çok kötü.

 Öğrencilerin hepsi böyle.

 Onun kızını tanıyorum.

 Genellikle buz pateninde olurdu.

 Haklısın.

 Korkunç bu.

 Kahretsin.

 Ne oldu?

 Bu çok can sıkıcı.

 "Savaş.

" dediğimi sandılar.

 Onlara, aynı şey dedim.

 Bana baktı.

 Güle güle.

 Fotoğraflarını yarın 5'te alırsın.

 Nereye gidiyorsun?

 Gizli.

 Gerçekten çok gizemlisin.

 Gizli ajanım zaten.

 Veronica.

 Saçını salla.

 İşte 50 dolar.

 Nereye gidiyorsun?

 Önemli mi?

 Kimse neyin önemli olduğunu bilemez.

 Hala çok genç ve budalayım.

 Mavi gökyüzü?

 Yağmur?

 Kim bilir?

 Şimdiye kadar hayatım çok sıradandı.

 İdeali olmayan bir adam.

 Ya yarın?

 Ondan ateş istedim.

 Ondan tekrar ateş istedim.

 ( Bundan sonraki bir takım konuşma filmin orjinal ingilizce altyazısında yok.

) Birden vaktimi boşa harcadığımı hissettim.

 Veronica gözleri Velázquez grisi mi, yoksa Renoir grisi mi?

 Alfred Latouche ve kardeşi genellikle benimle buluşurdu.

 Belki yakalanmışlardır.

 Peki ya ben?

 - Selam, Jacques.

 - Selam, Bruno.

 Gel.

 Anti-terörist gurubumuz eski bir parlementer tarafından finanse ediliyordu.

 Nasıl gidiyor?

 İyi.

Ya sen?

 Jacques'ı tanıyor musun?

 Bu o?

 Diğer adamı tanımıyorum.

 Senin adamın mı?

 Hayır,arkada oturanı diyorum.

 Kim o?

 Eğer biri sorarsa, aptal rolü yap.

 İyi şanslar!

 Bankacılar,paraşütcüler, araba satıcıları, savurgan gençler.

 Gizli savaş insanları ve fikirleri karıştırdı.

 Gidiyor muyuz?

 Rahatız.

10'dan 5'e kadar.

 Araba oradaysa, Paul için fıskiyenin yanında dur.

 Bu 57 model üstü açılabilen Nash.

 Evet, Bruno?

 Ne?

 Ne düşünüyorsun?

 Bilmen.

 Bilmen lazımdı.

 Ne söyleyecektin?

 Hiç.

 Hadi,söylesene.

 Fikrimi değiştirdim.

 Bu kitap ne?

 "Sahtekar Thomas" Ah.

 Jean Cocteau.

 Evet.

Bak, dinle sonunu.

 Çok güzel.

 "William, tavşan gibi uçtu,atladı ve koştu.

 "Silah seslerini duymadan, aniden durdu " "nefessiz kaldı.

 "Göğsünde acı bir saplanma hissetti.

 "Düştü.

 "Kör ve sağır oldu.

" "Kurşun, diye düşündü "Ölü taklidi yapmazsam, kaybederim.

' "Ama, gerçek de kurgu da onun için birdi.

" "William Thomas ölmüştü.

" Güzel.

 Böyle ölmek isterdim.

 Üzülme.

 Belki yakında olur.

 Neyin var?

 Neden?

 Çünkü kıçın acıyor.

 Cumartesini düşünüyorduk.

 Annecy'de ne işin vardı?

 Veronica'yı Brazilyaya götürmeyi umut ediyordum.

 Resim galerisi açıyorum.

 3 Modigliani almayı düşünüyorum.

 Neyseki ben de hiç yok.

 Kimin parasıyla?

 Geri vericeğim.

 İşte.

 "Ah,değişen çiçeklerin günleri "Gül çardaklarını çağırıyorum.

" Neden bu şiire taktım?

 Kapa radyoyu.

 Bu show'u yapan adamı tanıyor musun?

 Palivoda, Cenevre radyosundan Evet,bu o.

 İşte.

 Çifte ajan olmamdan süphelendiklerini anladım.

 Gidelim.

 Show'unun adı: "Doğal Konuşma" Canımı sıkıyor bu.

 Palivoda'yu gördün mü hiç Bruno?

 Bugünden önce mi?

 Evet.

 Hayır.

 - Dikkatli bak o zaman.

 - Neden?

 Çünkü bu adamı öldüreceksin.

 Niye gene ben?

 Paris'ten emir aldım.

 Ben sadece mesajı iletiyorum sana.

 Jacques bu işin çok kolay olacağını söyledi.

 Arabanı ona doğru sür ve tam karşısındayken ateş et.

 Kapat camı!

 İsyancılar için çalıştığından eminler mi?

 Şaşırdım.

 İşviçreli.

 Ben değilim.

Radyoda konuşmak savaşmaktan daha güvenli.

 İşviçreliler fazla cesur değillerdir.

 Nasıl sürdüğüne baksana.

 Bisikleti geçmek için bile sinyal verirler.

 Bu beni delirtiyor.

 Otele gitmek ister misin?

 Hayır.

Ofise.

 Latouche'ın öldüğü doğru mu?

 Evet.

 Salı günü Bristol Otel'inde banyo küvetinin içinde bulmuşlar onu.

 Dili kesilmiş.

 Her yer kan içindeymiş.

 Korktun mu?

 Adam öldürmek oyun değildir.

 İstersen araba kiralayabiliriz sana.

 Cenevre plakası yok.

 Bu çok tehlikeli.

 Neden Paul değil de ben?

 Çünkü sen en iyisisin.

 Palivoda'yı öldürmek istemiyorum.

 - Sorun ne?

 - Bilmiyorum.

 Biraz önce, evet, ama şimdi, hayır.

 Neden olduğunu bilmiyorum.

 Onu öldürürsem, kötü hissedeceğim.

 Önemli değil bu.

 Zafer, kaybetmekten daha iyiydir.

 İspanya Cumhuriyetçilerin rahatı iyi.

 Bu çok anlamsız.

 Gurur duyulacak bir şey bu.

 Benjamin Constant ve Mme de Stael burada yaşamışlar.

 Korkuyorsan diye özellikle görmeni istedik.

 Korkmak mı?

 Hiç korkmuyorum.

 Sadece canım yapmak istemiyor.

 Yapmayacağım.

 Yaptıracağız.

 Zorlayamazsınız beni.

 Kimse beni bir askeri öldürmem için zorlayamaz .

 Ne diye düşünüyorsun ki?

 Çok kolay.

 İsviçreliler senin kaçak olduğunu biliyor.

 Küçük bir kaçışla,Fransaya geri gönderilirsin.

 Gözlerimi kısmamalıyım.

 Seni kimse askeri hapishaneden çıkartamaz.

 Öldür onu, yoksa sıra sana gelir.

 Jacques'e sor.

 Öldüreceksin beni valla.

 26 ölmek için çok erken küçük prens.

 Beni çok zorlarlarsa, öldürürüm.

 Onlara söylediğim buydu.

 Bırak gideyim.

 Sana güvenebilirmiyim peki?

 Hayır.

Kıçım acıyor.

 Hiç komik değil.

 Jacques!

 Ne yapıyor o öyle?

 Kaybetmemenin önemli olduğunu hissettim.

 Bir Fransız adamla bir Rus kızının vizelerini sormak için Brezilya konsolosluğunu aradım.

 Kapatmışlar.

Sonra tekrar ararım.

 Geceleri, gökyüzü çok hareketli Zor ve gizemli İnsanlığa benzerliği ve içinde barındıkları yüzünden.

 Beni görmezden geldi.

 Durmadım.

 Ertesi gün görebilirdim.

 Sonra bir arabanın beni takip ettiğini farkettim.

 Onu kaybetmekle başım belya girdi.

 "Şimid hepsi orada.

 "Düşman gölgelerde dinleniyor.

" Ben kışı hissedene kadar, yaz geldi bile.

 Paul, nasılsın?

 Yeri kötü değilmiş.

 Yeni taşındım.

 Fena değil.

 Dün seni görmedim, ama düşündüm.

 Şimdiyse seni görüyorum, ama başka bir şey düşünüyorum.

 Hepsi bu mu?

 Evet.

 Sanırım ışığa ihtiyacın olacak Oh,olmaz,olmaz.

 Çok hızlı bir film.

 Agfa Record.

 Yüzünü çekerken bana bak.

 Ruhun ardındaki şeyi çek.

 Gözlerinin altında derin gölgeler vardı.

 Velázquez grisi.

 Nerede istersin?

 Her yerde olur.

 Farketmez.

 Nasıl istersen yap, ben çekerim.

 Sana sorular soracağım.

 İşi kolaylaştırır.

 Korkmuş gibisin.

Neden?

 Evet.

Korktum Korkmana hiç gerek yok.

 Polis tarafından sorgulanmak gibi.

 Önceki günden daha sevimsizdi.

 Evet, evet, biraz.

 Fotoğrafçılık gerçektir ve sinema da öyle.

 Saniyede 24 kare.

 Adın Veronica ne?

 Doğruyu söylemedi.

 Veronica Dreyer.

 Sen Finlisin, Danimarkalı değil.

 Hayır.

Rusum Ama Kophenag'da doğdum.

 Cenevre'de ailenle birlikte mi kalıyorsun?

 Hayır.

 Tek başımayım.

 Bir yabancını fransızca konuşması çok hoş.

 Ailen nerede?

 Savaşta vuruldular.

 Kim vurdu?

 Seni ilgilendirmez.

 Almanlar mı?

 Ruslar mı yoksa?

 Seni hiç ilgilendirmez.

 Neden söylemiyorsun?

 Öyle işte.

 Saçını topla.

 Veronica'nı karizması kendisiydi omuzları endişeli bakışları gizemli gülüşü.

 Ne garip.

 Benim babam da özgürlük gününde vuruldu.

 Drieu La Rochelle arkadaşıydı.

 Korkma.

 Hareketsiz kalma.

 Ne yapmamı istiyorsun?

 Bilmiyorum.

 Ne istiyorsan onu yap.

 Sigara yak duş al.

 Sanmam Hayır mı?

 Neden?

 Aniden döndü.

 Duş almazmısın hiç?

 Aklımdan ne geçiyorsa onu söyledim.

 Seni duş yaparken çekmek istiyorum.

 Gerçekten istemez misin?

 Hayır.

 Niye?

 Çünkü çok aptalca.

 Vücudunu görmemden mi korkuyorsun?

 Niye aptalca dedin?

 Şu an ne düşünüyorsun?

 Hareket et biraz.

 Ölümü düşündün mü hiç?

 Üzüntülü görünüyordu.

 Ve birden sanki ölümün fotoğrafını çekiyormuşum gibi garip bir duyguya kapıldım.

 Sonra her şey normale döndü.

 Cenevre'ye geldiğinden beri çok erkekle çıktın mı?

 Evet.

 Neden?

 Sadece soruyorum.

 Bahse girerim banyoda poz vermişsindir.

 Hayır.

Asla.

 Ne düşünüyorsun şimdi?

 Beni mi düşünüyorsun?

 Evet.

 Benim hakkımda ne düşünüyorsun?

 Niye cevap vermiyorsun?

 Korkuyorsun.

 Saçını geri çek.

 Şunu yüzünün üstünde tut.

 Özgürlüğe inanır mısın?

 Hayır.

 Birini öldürmekten korkar mısın?

 Beni sinirlendiriyorsun.

 Kardeşin var mı?

 Evet.

 Bir tane erkek kardeşim var.

 Ne yapıyor o?

 Moskovada.

 Stanislavsky Tiyatrosunda öğrenci.

 Rusların hepsi okur zaten.

 Neden?

 Rusların hepsi öğrencidir.

 Artis olmyı istemen çok garip.

 Bir sigara yaktı ve niye diye soru.

 Niye?

 Aktörler karışıktır.

 Onlara saygım yok.

 Onlara gül dediğinde gülerler.

 Ağla dediğinde ağlarlar.

 Sürün dediğinde sürünürler.

 Bence bu çok saçma.

 Neden olduğunu anlamıyorum.

 Bilmiyorum.

 Onlar özgür insanlar değiller.

 - Bak.

 - Neye?

 "Bir aktör.

" Evet.

Klee'nin.

 Paul Klee'yi sever misin?

 Evet.

 Başkasının seni nasıl gördüğü önemli değil senin kendini nasıl gördüğün önemli.

 Paul Klee mi söylemiş bunu?

 Hayır,ben söyledim.

 Plağın var mı?

 Evet.

 Ne istersin?

 Bach?

 Hayır.

 Çok geç.

 Bach sabah 8 içindir.

 8'de Brandenburg süper olur.

 Mozart?

 Beethoven?

 Çok erken.

 Mozart akşam 8 için iyi.

 Beethoven'ın müziği çok derindir.

 Beethoven gece içindir.

 İhtiyacımız olan Haydn Güzel eski bir Joseph Haydn.

 Ne düşünüyorsun?

 Seninle aynı şeyi.

 Testin ne olduğunu biliyor musun?

 Hayır.

 Bir insanın karekterini anlamak için yapılan çizim.

 Bir tane sana yapıyım.

 Bunu kadınlar üzerinde hep denemişimdir.

 Küçük kız gibi oyun oynamayı severler.

 Çocuk oyunu oynamayı öneriyorsun yani.

 Ne istersen yap İstediğin her şeyi.

 Sadece çizimi tamamla.

 Hugh geçen günkü iddia'mızı söyledi mi sana?

 Ona 50 dolar verdiğinde mi?

 Evet.

 Hayır.

 Neden 50 dolar verdiğimi bilmiyor musun?

 Hayır.

 Sen de yap.

Düşüncelerini bilmek istiyorum Tamam.

 Ayrıca.

 Göreceksin.

 " Seni seviyorum.

" Jacques ve Paul Century'nin önüne park ettiler.

 Onları görmezden geldim.

 Veronica ve ben resimden konuştuk.

 Gauguin'nin, Van Gogh'dan daha iyi bir ressam olduğunu söylüyordu .

 Kesinlikle yanılıyordu.

 Kim bu kız?

 Kapak kızı.

 Benimle kalıyor musun, kalmıyor msun?

 Bilmiyorum.

 Bilmiyorum, Bruno.

 Club 58'den çıkışımızı hatırlıyor musun?

 Koluma girmiştin.

 Yapmamalı mıydım?

 Hayır.

 Niye?

 Çünkü seninle yatma isteği uyandırdı bende.

 Bu imkansız diye söylecek gibisin.

 Hoşlanmadığın erkeklerin koluna girmemelisin.

 İy geceler.

 Sence işe yarayacak mı?

 Tabi ki.

 Bruno tam bir korkak.

 Sonra Paul arabamı aldı.

 O ve Jacques İsviçre polisini peşime taktılar.

 Hadi!

 Devam et!

 Devam et!

 Pontiac'ım!

 Salak herif!

 Pontiac'ım!

 Dur!

 Dur!

 Polis!

 Bu bir Alman şarkısı.

 Çevireyim mi?

 "Ah, parlak şafak, "parlak şafak!

" "Ölümümü çek erken bildirdin.

" "Trompetler yeniden çalacak " " ve sonra " "Bu güzel hayata veda etmek zorunda kalacağım.

" Sabah 7.

 Dünyada bir çok fotoğraf çekildi yanımdan geçen kötü rüyalar gibi Panama Roma İskenderiye Budapeşte Paris.

 Kötü rüyalar devam ediyor.

 "Okula girer gibi savaşa girdik.

" Sonra Bernanos'ın romanı basıldı: "Aşağılanmış Çocuklar.

" Korku Bu Çifti Yok Etti.

 Bir sigara yaktım.

 Bu sabah kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyorum.

Neden?

 Soru sormak cevap bulmaktan daha önemlidir.

 Veronica.

 Tarağı versene.

 Çok acıktım.

 Kabus gördüm.

 Tiyatrodaydım.

 Ara verildikten sonra bir şeytanla tanıştım.

 Çok şıktı.

 Gerçekten oydu kıllı bacaklar ve boynuzlar.

 Ve bir yarası vardı büyük kırmızı bir sıyrık.

 Korkunçtu.

 Evet?

 Kim o?

 Nereye gidiyorsun?

 Sen uyu.

 Tanrım,çok güzeldi.

 Uyuma numarası mı yapıyordu yoksa.

 Polis.

 Bruno Forestier siz misiniz?

 Evet.

 Sorun nedir?

 Ceketini giy ve benimle gel.

 Hayır.

 Ben hiç bir şey yapmadım.

 Bizimle oyun oynama.

 Fransa tarafından isteniyorsun.

 Evet, kaçtım.

 Ama belgelerim yasal.

 Giy ceketini.

 Göreceğiz artık.

 Tamam,geliyorum.

 Ciddi görünüyordu müfettiş.

 "Vur-kaç," belgeler böyle söylüyordu.

 Suç işleyen, Fransız yetkililere gönderilir.

 Henüz hiç bir şey bilmediğim için her şeyi reddettim.

 İşte.

 Gördün mü?

 Efendim lütfen.

 - Kaçmamalıydın.

 - Orada değildim ki.

 Ah Fransız o zaman bu.

 Cezadan kurtulmaya çalışıyor!

 Oradamıydın, değil miydin?

 Polisten önce asla aşağı bakma.

 Bilmiyor musun?

 Ne salaktım ama!

 Ama.

.

tanıkları var beyefendinin.

 Arabada!

 Çok geç anladım Palivoda öldürmemle ilgili saçmalık başlamıştı.

 İstayona mı gidiyoruz?

 İlk büyük savaşımı kaybettim.

 Suç duyurusunda bulunacak mısınız?

 Müthiş bir yalnızlık hissetmiştim.

 Belki özgürlük pişmanlıkla başlamıştı.

 -Nereye gittin?

 -Sigara almaya.

 Duş almadın mı?

 Canım istemedi.

 Kadınların omuzları güzel ve asildir.

 Bu sabah çok garipsin.

 Evet.

 Korkaklaşıyorum.

 Ne?

 Korkaklaşıyorum.

 Garip.

 Kendime baktığımda içimdekiyle uyuşmadığımı görüyorum.

 Sence hangisi daha önemli, iç mi dış mı?

 Çok güzeldi.

.

 siyah, gizemli, bozulmaz.

 Bu, kameraman Raoul Coutard'ın büyük mücadelenin kanununa verdiği isim.

 Her seferinde ateş etmeye hazırdım beklenmeyen olaylar engelledi beni.

 Ve her seferinde sahil temizdi.

 Bir kaç defa tereddüt ettim ve gene geç kaldım.

 Bu gerçekten de zor, Eğer ilgi alanınız, bir adamı bir kaç defa öldürmeyi denemek değilse.

 İntiharı bebat etmek gibi bir şey bu.

 Bir süre sonra, dayanamaz hale geldim.

 Bir insanı öldürmenin beni üzebileceğini düşünmemiştim.

 Daha önce olmuştu halbuki.

 Hayır, bu o değildi.

 Ve her zaman vicdanlı yorumcuların,sahtekar olduklarını düşünmüşümdür.

 Her hareketin doğru ve yanlış zamanı vardır.

 Paul her zaman izci gibi hareketliydi.

 O ve Jacques bir çok gizli planla doludur.

 Hiç bir şey onları durduramaz.

 Palivoda'yı 36 kişinin önünde öldürmemi istemeleri fikri bile.

 Hain olmakla suçlandım.

 Bir düşmanı indirmemek benim tek hatamdı.

 Silahımı çektiğimde,Paul'un silahını bana doğru çevirdiğini hissettim .

 Bruno!

 Hey, Bruno!

 Danimarkalı kız arkadaşın nasıl?

 Kahretsin.

Gidiyorlar.

 Ne yapıyorsun sen?

 Onlar için çalışıyorsun.

 Ben mi?

 Asla.

 Rüya mı görüyorsun sen?

 Yetti artık.

 Cehenneme git.

 Şimdi artık Fransızlar ve Araplar benim peşimde Kesinlikle hapı yutmuştum.

 Evet.

 Hayır.

Banyo yapacağım.

 İstersen Club 58'de buluşalım sonra.

 Neden?

 Burada kalamam.

 Yarın Zürih'e gidiyorum.

 Brezilya'ya bir uçak ayarlayacağım.

 Veronica neden bir şey söylemiyorsun?

 Ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

 Yalan söyle bana gitmene üzülmüyorum de.

 Gitmene üzülmüyorum.

 Sana aşık değilim.

 Senle Brezilya'ya gelmeyeceğim.

 Seni bir daha öpmeyeceğim.

 Toplandım ve Zürih'e gittim.

 Artık Cenevre'nin ışıkları yoktu ama Rio'nunki gibiydi.

 Acaba özgür olduğum için mi mutluydum yoksa mutlu olduğum için mi özgürdüm.

 Merhaba, Jacques?

 Ben Paul.

 Dikkatli ol, koca çocuk.

 Evet.

 Bugünlerde trajedi, politika.

 Hayır, bana göre değil.

 Napolyon.

 Dinle, Bruno İzin ver konuşayım!

 Arabanın Century'de olduğunu söylemek için aradım.

 Kafam yere o kadar sert vurdu ki bilincimi yitirmiştim.

 Merdivenleri saymayı unuttum.

 Garajda kimi aradın?

 Bana işkence mi edeceksiniz?

 Korkuyor musun?

 Tabi ki korkuyorum.

 Pasaportu.

 Bu pasaportu kim yaptı?

 Fransız Konsolosluğu mu?

 Bir Arap esprisi vardır.

 Biri arar ve "Allo?

" der.

 Öbür adam da der ki "ben Ali.

" - Onu soyalım mı?

 - Evet.

 Bağarsaydım eğer, bana yine vurulardı.

 Şunu alsan iyi olur.

 Kim bu?

 Bilmiyorum.

 Ya bu?

 Hiç görmedim.

 Jacques Aurelian Mercier.

 Hinduçin'deki eski gönüllü.

 Oradaki bir mahkemeden sonra kayboldu.

 57'de Roterdam'da ortaya çıktı Aramis gemisi 59'da Franfurt'ta patladığı zaman Ve Profesör Dietrich öldürüldüğü zaman.

 Şimdi Cenevrede.

 Aradığın oydu.

 Hangi numarayı çevirdin?

 Numara ne?

!

 Onlara söyleyip söylememek umrumda bile değildi.

 Sadece yapmak istemiyordum ve öyle söyledim onlara.

 Onlar için çalışmamı teklif ettiler ama ilerlememi reddettiler, ben de cehenneme gidin dedim onlara.

 Bu da, Alfred Latouche Konuşmayı reddetmişti.

 Kardeşi Etienne de.

 Aynısını mı istiyorsun?

 Zavallı Etienne.

 Ağzını sıkı tutarak kellesini ortaya koymuştu.

 Sonuçta tüm suratı usturayla deşildi.

 Umarım cesursundur.

 Çok zor olacak bu iş.

 Bilmiyorum Göreceğiz.

 Banyoya götür onu.

 Kalk!

 Birisi, yakında yaşamaktan acı çekecek.

 Ve gerçekçi olmak gerekirse ölümün tek ayrıcalığı bu.

 Ne ayrıcalığı?

 Daha fazla ölmemek.

 İşkence monoton ve üzücü onun hakkında konuşmak zor, bu yüzden ondan bahsetmeyeceğim.

 Hangi numarayı aradın?

 Korkuyor musun?

 Neden bunu yapıyorsun?

 Bazen yolunu hançerle açmak zorunda kalırsın.

 Bir kıvılcım her yeri ateşler içinde bırakabilir.

 Budapeşte'de bir işkenceyi izlemiştim.

 Buna dayanıp dayanamayacağımı merak ettim.

 Şimdi benim zamanım gelmişti.

 Musluklar.

 Biliyorum başkaları daha kötüsüne de dayanır ama ben böyle zorlularla hiç karşılaşmadım bu yüzden bunun hakkında konuşamam.

 Tek bildiğim, kendimi bağırmamak için zorladım ve mücadeliyi bıraktım.

 Bir şey düşün çabuk, acıdan korunmak için.

 Deniz, sahil, güneş.

 Hızlı düşün.

 Veronica'ya bir şeyler yaz.

Çabuk!

 Acıyı düşünme.

 Çabuk!

 Mektup yaz.

 Hadi.

 Acıyı yen.

 Veronica'ya mektup Desnos'un karısını yollamasından iyidir.

 Veronica Ne oldu?

 Bayılmışsın.

 Ağladım mı?

 Niye sordun?

 Neler oluyor?

 Ağlayıp ağlamadığını soruyor.

 Bu neden onu ilgilendiriyor ki.

.

 Çünkü önemli.

 İşkence seansları esnasında, büyük siyasi tartışmalar yaptık.

 Bana ideali olmayan bir aptal dediler.

 Özel amaçları olan bütün organizasyonlar gibi bana fikir aşılamaya çalıştılar.

 "Fransızlar da işkence yapar.

 "Mahkumlar her hücrede gizlice bekletilir "ya da kaçmanın sonucuna katlanırlar "yani,sırtlarında bir mermiyle.

" Djamila'ın nişanlısı böyle öldü.

 Bu gücün haber almadaki mükkemmelliği şüphe götürmez.

 Güçlü olmalısın, doğru, güce dayan.

 Tekrar başka şeyler düşündüm tatil, bisiklet gezisi çiçekli kızlar.

 Neden telefon numarasından vazgeçtim?

 Arayamam ki.

 Ciddiyetsizlik mi?

 Anlamını bile bilmiyorum.

 Telefon numarası.

 Gücümü yitirmeğe başladığımda, yardım için bağardım ama çok güçsüz olduğumun farkında bile değildim 2 metre öteden bile duyulmazdım.

 Ben bağardığımı düşünüyordum, ama aslında mırıldanıyordum.

 Bunlar ne için.

 Palivoda mı?

 Ben Cavalier FK.

 Islanan kumaştan hava girmez.

 Nefes almak imkansız.

 "Devrim hareketi bir gemi gibidir "ufukta görünür.

 "Güneşin yuvarlağı gibi.

.

 "ışınları " "karanlığı deler,geçer.

 "Yakında doğacak olan "bir çocuk gibi.

" Telefon numarasını söyledi mi?

 Hayır.

 Hayır.

Henüz değil.

 Ama bununla,bir şeyler öğreneceğiz.

 Hayır, hayır.

 İşaret bırakmak istemeyiz.

 Neden intihar etmek istedim ki?

 Onlara bilgiyi vermeliydim.

 Bu yüzden Fransızlar kendilerini sevmezler.

.

 Bıçağı dişlerimin arasına koydum Çünkü ellerimle başaramazdım.

 Benim için iyi veya kötü, yakında gelmeleriydi.

 Sonra sonra elektrikle geldiler.

 Tanıdığım bir adam getirdi bunu.

 Şimdi hatırlıyorum.

 O, Veronica'ya köpek hediye eden adam.

 Tamam, bu sefer işe yarayacak.

 Elektrik çok basit.

 Elektrotları vücuduna yerleştirirler ve akımı gönderirler.

 Ölmezsin,ama sakat kalırsın.

 Lenin'in dediğini hatırla devrimde,ne kolay iş vardır ne de yol.

 Mücadelede her şey mübahtır.

 Devrimin zaferi kesindir.

 Zafer kazanılacak.

 Sonra giyinmemi söylediler.

 Tükenmiştim artık.

 Pencereden atlamayı düşündüm.

 Alt kattaysak iyi.

 Ama değilsek Ne düşünüyorsun?

 Pierre Brossolette'nın nasıl öldüğünü.

 47'de Gestapo karargahında 2 ay işkence görmüş.

 Gözlerini çıkarmışlar.

 Bir gün tekrar sorgulamaya götürmüşler.

 Tükendiğini anladığı için çok acı çekmiş.

 Odada bir pencere olduğunu hissetmiş.

 Onlar onu sorgularken yavaş yavaş pencereye yanaşmış.

 Ve cama dokunduğu an kendini aşağı atmış.

 Neyse ki birinci katmış.

 Veronica bana Araplar için çalıştığını söyledi ama benimle Brezilya'ya kaçabilirdi.

 Pardon.

Arkadaşım Forestier'ı gördünü mü?

 Bayan?

 Hayır.

 Tamam.

Sağolun.

 Kesinlikle orada.

 Neden bize söylemedi o zaman?

 Bu kıza güvenmiyorum.

 Neden konuşmak yerine ölmeyi tercih ediyorsun?

 Bilmiyorum nasıl olsa öldürecekler.

 Neyse ki,ilk katmış.

 Makyajsız daha iyi görünüyorsun Oturuşunu seyrettim.

 Sigara yakışını seviyordum.

 Bu doğru değil.

 Evet,öyle.

 Neden boş?

 Çünkü gidiyorum.

 Gidiyordum.

 Birbirimize bakmaya cesaret edemedik.

 Hiçbir iz yok.

 Hayır.

Sadece bir yanık izi var.

 Çok dikkatlilerdi.

 BM'ye göre, emirleri Kahire vermiş.

 Kimse beni sormadı mı?

 Evet, şimdi gelirken sordular.

 Arkadaşlarını tekrar gördüm.

 Hangilerini?

 Dün geldiler Fransız Konsolosluğundan Zayıf olanı asansörcüye benziyordu ve diğeri de jigaloya.

 Kim bunlar?

 Paul ve Jacques.

 Eminim.

 Biz Lachenal'i öldürenleriz.

 Neden döndü ki?

 Hayır.

 Çok salakça.

 Palivoda, evet ama Lachenal bir şey yapmamıştı.

 Cezayir savaşının adil olmadığını düşünüyordu.

 Ama hepsi bu.

 Evet.

 Bilmiyorum.

 Hep böyle dersin.

 Dinliyorum.

 Mohamed Messousa 16 Chapelit Caddesi.

 Seni nereden arayabilirim?

 Neden?

 Tamam koca çocuk.

 Sen bizi ara.

 2 diplomatik pasaport karşılığında, Arapların adresini ona verdim.

 Fotoğrafçıya Paul'u görmesini söyle.

 Senin dosyalarında Veronica Dreyer diye.

.

 bir kız var mı.

 Veronica Dreyer?

 Sonra ara beni.

 Veronica Dreyer.

 Ya ben?

 Neden isyancılar için çalışmıyorsun?

 Politik inanç mı?

 Söylemesi zor.

.

 Yavaş, yavaş tükendim.

 Ama Fransızların yanlış olduğuna karar verdim.

 Diğerlerinin bir idealleri var.

 Ama Fransızların yok.

 İdealinin olması,çok önemli.

 Almanlar'a karşı,Fransızların bir ideali vardı.

 Ama Cezayir'e karşı yok.

 Savaşı kaybedecekler.

 Öyle mi düşünüyorsun?

 Bence değil.

 Evet öyle.

 Bu günlerde herkes Fransızlardan nefret ediyor.

 Fransız olmaktan gurur duyuyorum.

 Ama Nasyonalizme de karşıyım.

 İnsan fikirlerini korur, topraklarını değil.

 Fransayı seviyorum,çünkü Bellay'ın filmlerini seviyorum ve Louis Aragon'u.

 Almanyayı seviyorum,çünkü Beethoven'ı seviyorum.

 İspanya yüzünden Barcelona'yı sevmiyorum Ama Barcelona olduğu için İspanyayı seviyorum ve Amerikayı seviyorum, çünkü arabalarını seviyorum.

 Arapları sevmem,çünkü Çölü sevmem Albay Lawrence'ı Akdeniz'i Albert Camus'u.

 Hayır,Britanya'yı severim.

 Güneyden nefret ederim.

 İngiliz ışığı yumuşaktır güneydeki gibi değil.

 Ve Araplar tembeldir.

 Ama onlara karşı bir şeyim yok.

 Ya da Çinlilere.

 Hayır,onlara önem vermek istemiyorum.

 Ama bugün çok kötü.

 Eğer bir şey yapmazsan hiç birşey yapmadığın için cehenneme gidersin.

 Mecbur olmadan bir şeyler yapmalıyız.

 Mecbur olmadan savaşmak çok acı.

 Neden Vatikan anti-komünistir?

 Bu acayip bir papa.

 Bütün insanlar kardeştir.

 Ben ne Pekin'deki ne de San Francisco'daki tren şefinin kardeşi değilim.

 Onları takmıyorum.

 Belki bir gün Sasovotsky olmak nasıl bir şey merak ediyorum.

 O benim kardeşim değil çünkü benim gibi gözleri ve kulakları var.

 Ve tam tersi.

 Bilmediğim bir şeyler var Biri onları sever,ama öbürlerini sevmez.

 Ya da renkler.

 Mesela,koyu kırmızıdan nefret ederim.

 İnsanlarla aynı.

 Hepsini sevemeyiz.

 Guitry'nin dediği gibi, "Aşkın,nerede olduğunu bilmiyoruz artık.

" Bana baktı.

 Bence kadınlar 25'ten fazla olmamalı.

 Erkekler o yaşta daha yakışıklı.

 Kadınlar değil.

 Kadın için yaş adil olmayan bir şey.

 Ve acayip bir şey farkettim.

 Kadınlar intihara karar verdiğinde ya trenden ya da pencereden aşağı atlıyorlar.

 Başarısız olmaktan korkuyorlar ve kendilerini atıyorlar.

 Böylece, geri dönüş imkansız oluyor.

 Erkekler bunu asla yapmaz.

 Nadiren metro'ya atlarlar.

 Kadınlar bazen bileklerini keser.

 Hem cesaret hem de korkaklıktır.

 Bilmiyorum.

 Hayat der ki kadınlar haklıdır,ama erkekleri öldürür.

 Önemli olan ölüm.

 Van Gogh yeni bir gezegene gitmek için ölümü kullanacağımızı söylemişti.

 İdeallerden önemli bir şey var ama ne?

 Ele geçirilmemekten daha önemli bir şey var.

 Keşke bilseydim ne olduğunu.

 "Saçma".

 Okuldayken bu kelimeye hayrandım.

 Şimdi küçümsüyorum.

 "Sükunet.

" Güzel bir kelime.

 "Lonca." gibi

Kaybolmuş gibi yapmazsam, kaybolacağım.

 Bence herkesin bir ideali vardır.

 Ama herkes önemli bir şeyi atlıyor.

 Tanrını ideali yok.

 Çok güzel bir söz vardır.

 Kimin?

 Lenin'di galiba.

 "Geleceğin estetiği ahlaktır."

Çok önemli ve etkileyici bir söz.

 Sağ ve Sol'u uzlaştırıyor.

 Sağcılar ve solcular ne düşünür?

 Bu günlerde devrim ne için?

 Sağ kazanr,sol politikalar uygular.

 Ya da tersi olur.

 Kazanırım veya kaybederim, ama yalnız savaşırım .

 30'larında genç bir adam devrim yaptı.

 Mesela, Malraux, Drieu La Rochelle, Aragon.

 Bizim ise hiç bir şeyimiz yok.

 İspanyol iç savaşını yaptılar.

 Bizim savaşımız yok.

 Kendimiz bir yana kendi yüzlerimiz, seslerimiz Hiç bir şeyimiz yok.

 Ama kenid sesini tanımak önemlidir ve yüzünün şeklini.

 İçeriden böyle ama dışarıdan baktığında, böyle.

 Bana bakıyorsun,ama ne düşündüğümü bilmiyorsun ve hiç bir zaman da bilemeyeceksin.

 Şu anda,Almanyada bir orman.

 Bisiklet gezisi.

 Bitti.

 Şimdi Barcelona'da bir cafe.

 Şimdi .

tamamen bitti.

 Düşüncelerimi kısıtlamamaya çalışıyorum.

 Ve konuşmamı.

 Konuşma nereden gelir?

 Belki insanlar sonsuza kadar konuşur altın madencilerin gerçeği araması gibi.

 Ama nehiri kazmak yerine kendi düşüncelerini kazarlar.

 Değersiz sözleri atarlar ve sonunda birini bulurlar sadece bir tane sadece bir tane altın ve sonra hepsi sessizleşir.

 Neden beni seviyorsun?

 Bilmem.

 Çünkü ben çılgınım.

 Kimi arıyorsun?

 Fransız Enformasyon Bakanlığı.

 Bekleyin.

 Tamam.

 Bağla bana.

 Merhaba?

 Kimsiniz?

 Kimsiniz?

 Ben Bruno.

 Kim?

!

 Bruno!

 Sorun ne?

 Bilmem.

 Bruno!

 Bruno Forestier!

 Yanlış adres mi?

 Belki taşınmışlardır.

 Paul'le yeni konuştuk.

 Mohamed Messousa'ı bulamamış o adreste.

 Yani Arthur Palivoda'ı öldürmezsem bana ve Veronica'ya pasaport yok.

 Tamam.

 Harika.

 Evet.

 Sağol.

Çok iyisin.

 Tamam.

 Haftaya görüşürüz.

 Haklısın, Paul.

 Bir kız.

 Kasabada yalnız.

 Fahişe mi yoksa casus mu?

 Arapların adresini bilmeli.

 Biliyordur kesin.

 Kapıyı kitle.

 Belli olmaz.

 İşkence gördüğünü biliyorlar mı?

 Evet.

 Memnun oldum.

 Polis arabamı İsviçre karayolunda bulmuş.

 Ne zaman döneceksin?

 Palivoda'yı bulmam lazım.

 Belki akşam ya da yarın.

 Çok güzel bir elbise.

 Evet.

Hediye.

 Sana köpek veren adamdan mı?

 Onunla yattın mı?

 Uzun süre çıktık onunla.

 Önemli değil.

 Ama önemli.

 Yakında görüşürüz.

 Görüşürüz.

 Kim o?

 Ben Bruno.

 Kim?

 Bruno!

 Sen misin, Bruno?

 Bruno!

 Bruno Forestier!

 Gerisi çok hızlı gelişti, karışık gibi görünen olaylar,basitleşti.

 Onlarla görüşmeye gittiğimde Fransızlar Veronica'yı göl kenarındaki bir villa da saklamışlar ve Arapların adresini almak için .

 çok kötü işkence etmişlerdi.

 Hala bilmiyordum.

 Jacques, Arthur Palivoda'yı öldürürsem bana ve Veronica'ya pasaport vereceğini söylemişti .

 Yolunu hançerle açmalısın.

 Palivoda'yı öldürdükten sonra Veronica'nın öldüğünü öğrendim.

 Öğrendiğim tek şey üzülmemek.

 Hala zamanım olduğu için memnundum (FRANZK.

)||

Le Signe Du Lion (Eric Rohmer,1959)

8360||5906345|| Aslan Burcu Çeviri: alihsans [06.

05.

2011] alihsans@divxplanet.

com 22 Haziran Lanet olsun.

 - Kim o?

 - Bay Wesselrin?

 - Kim o?

 Lanet olsun.

 - Telgrafınız var.

 Geldim, geldim.

 Bir dakika.

 - Bay Wesselrin?

 - Benim.

 Kusura bakmayın, bozuk param yok.

 Alo, Paris Match mi?

 Bay Jean-François Santeuil ile görüşebilir miyim?

 Arayan Pierre Wesselrin dersiniz.

 Teşekkür ederim.

 Alo, Jean-François?

 Kulağını dört aç.

 Halam ölmüş ve bana miras kalmış.

 Elbette.

 Ölmüş diyorsam, demek ki bir halam varmış.

 Bana miras kalmış.

 Bilmem.

 Almanya ve İsviçre'de iki fabrikası vardı.

 Brezilya'da da bir sürü ekili alanı.

 Evet, kuzenimle paylaşacağız.

 Benim kuzen moronun tekidir.

 Tek ikimiz varız.

 Diyorum ya, ben de yeni öğrendim.

 Cenaze töreni çarşamba günüymüş.

 Yarın trenle giderim artık.

 Dostum, bu akşam müsait misin?

 Çok pis eğlenelim diyorum.

 Para mı?

 Sen ödersin tabii ki.

 Zenginim artık, mirasa kondum.

 Sana 100 misliyle geri veririm.

 Cimrilik yapma.

 500 frank vereceksin, sana bir ay içinde 1,000 frank olarak geri dönecek.

 FRANSA TİCARİ KREDİ BANKASI - Kim o?

 - Benim.

 - Pierre?

 - Evet, benim.

 - Bir saniye.

 - Merak etme, hava çok sıcak zaten.

 Gözlerimi kapatırım.

 İyi dinle şimdi.

 - Bu ne hal?

 Sarhoş musunuz?

 - Değilsek de olacağız.

 Çabucak giyin bakalım.

 Parti veriyoruz.

 - Halamdan bana miras kaldı.

 - Belçika'da 13, İsviçre'de 14 fabrika.

 - Halan mı?

 - Evet, zengin halam.

 - Ciddi misiniz?

 - Evet, çok ciddiyiz.

 Gerçeği, sadece gerçeği söylüyoruz.

 - Şanslı Pierre.

 - Müthiş!

 Fred şurada.

 Fred, bizimle gelsene.

 Royal'e gidiyoruz.

 Durmayacak mısınız?

 Peki.

 Garson!

 Program ne Pierre?

 Nereye gideceğiz?

 Benim evde olacağız.

 Öylesi daha iyi olur.

 - Yiyecek içecek alırız.

 - Güzel fikir, senin eve gidelim.

 - Kimleri davet edeceksin?

 - Herkesi!

 Mahallede ayaklar haricinde kimse kalmadı ki.

 Önemli değil.

 Aylaklara ziyafet çektirelim.

 Alo?

 Bayan Dominique Laurent ile görüşebilir miyim?

 Ne zaman gelir acaba?

 Willy!

 - Merhaba Willy.

 - Merhaba.

 Nasılsınız?

 Merhaba.

 - Akşama işin var mı?

 - Ne oldu ki?

 Bizde parti var.

 Mirasa kondum.

 - Hadi canım!

 - Doğru, o artık bir milyoner.

 Değil mi Pierre?

 - İnsanın başına her şey geliyor.

 - Tebrik ederim.

 - Sağ ol.

 - Otursana.

 - Olur, ama - Kız arkadaşın da gelsin.

 Normal arkadaşım.

 Chris, gelsene!

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - Otursana.

 - Bunları nereye koyalım?

 - Boş bulduğunuz yere koyun.

 - Bir telefon edebilir miyim?

 - Lafı mı olur.

 Olaya bakın, beni kovuyorlar.

 Kim?

 Neydi adı, Bernac mı?

 - Evet, daireyi satmışlar.

 - Artık bir önemi yok.

 Neyi satmışlar?

 Ballı adamsın vesselam.

 - Yardım edeyim mi?

 - İyi olur.

 Dünyanın en iyi aperatifi.

 Biraz kırmızı, biraz beyaz şarap.

 Beyaz şarabı sevmem.

 Biraz terbiyeli olsana!

 Adam gibi ye!

 Şunun yüzüne bakın.

 - Şuraya bırakayım mı?

 - Olur.

 Kusura bakma.

 - Jean-François, geliyor musun?

 - Bekleyin bir dakika.

 - Sevgilisiyle konuşuyor.

 - Şu uzun kızla mı?

 - Dominique.

 Çok tatlı kızdır.

 - Enfes Dominique.

 - Çok hoş kız, ama - Ne aması?

 - Lafının sonunda hep "ama" dersin.

 - Kızma.

 - Kızlar genelde - Şu tiple tek kelime etme bence.

 - Doldursana.

 - İçelim.

 Ben içmeyeceğim.

 Jean-François'ya götürüyorum.

 Peki, Paris'in en güzel kızıdır.

 Ciddi söylüyorum.

 - Özür dilerim, Cathy.

 - Kıskanmadım ki.

 Kıskanmazsın tabii, ne de olsa para Pierre'in aklını başından almaz.

 - Ne diyor?

 - Saçmalıyor işte!

 - Ağzının payını versene!

 - Dikkat et de Pierre elinden uçup gitmesin.

 Alo?

 Bayan Dominique Laurent ile görüşebilir miyim?

 Şarabın.

 Alo?

 Dominique, sen misin?

 Gön boyu sana ulaşmaya çalıştım.

 - Ne oluyor orada?

 - Sana ne.

 Bırakalım da tartışsınlar.

 Para meselesi yüzünden mi?

 - Sanırım.

 - Ne?

 Kötü bir şey olmadı ki.

 Sen öyle san.

 O kız zengin koca avcısı değildir.

 Ya sen nesin?

 Harika!

 Nihayet birbirlerine âşık olur veya evlenirlerse Kapat şunu!

 Gördüğün gibi, umurumda değil.

 Tam tersi, hoşuma gidiyor.

 Burada aşırılacak bir şey yok.

 Eski kitaplardan başka bir şey yok.

 Bir şey aşırmak zorunda değilsin ki!

 İstemiyorsan gelme.

 Hayır canım, burası kalabalık değil.

 Bu tip partiler hep canımı sıkmıştır.

 Bir saniye, biri daha geldi.

 Tamam.

 Tamam, seni ararım.

 - Selam, nasılsın?

 - İyiyim.

 Şansa bak, üç kızı aradım ama hepsinin de işi varmış.

 Önemli değil.

 Michel Caron'u tanırsın, dergide fotoğrafçı.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 - Frédéric - Lanvert.

 Nihayet!

 İşte karşımızda, eski dostlarımdan Camus.

 - Caron.

 - Tabii ya, Caron'du.

 Aslında önceden de tanışmıştık.

 Geçen ay Flore'de.

 Mümkün.

 Olağanüstü bir olayı kutlamak için toplanmış bulunuyoruz.

 Tebrik ederim.

 Cathy.

 Ne kadar da heyecanlı geçiyor.

 Nasılsın?

 Seni gördüğüme sevindim.

 Nasılsın bakalım?

 - Merhaba.

 - Seni göremedim.

 Ne alırsın?

 Biraz Beaujolais şarabımız var.

 Bercy değil, Bon Dieu.

 Şarabın erbabı sayılırsın.

 Diğerleri dünya nimetlerinden anlamıyor.

 İçkiden de anlamazlar.

 Şuna bak ya.

 Saat 6'dan beri tıkınıyor.

 Kes şunu da buraya gel.

 Ver şunu.

 Ver.

 Telgraf geldiğinde uyuyordum.

 Rüyamda ne görüyordum biliyor musunuz?

 Keman sonatımı tamamladığımı gördüm.

 Hepsi hâlâ aklımda.

 Hemen çalayım.

 Unutmuşum.

 Hep o lanet telgraf yüzünden.

 Rüyamı yarıda kesmeseydi sonatı kesin tamamlardım.

 Hadi biraz hava alalım.

 Şu sıcak yok mu Sürekli uykudayken yeni fikirler aklıma gelir.

 Sana servet de uykudayken geliyor.

 - Servetin gelmesini yeğlerim.

 - Sahi mi?

 Zaten yeteneğimden çok şansıma güvenmişimdir hep.

 - Mütevazı olma.

 - Öyle ama.

 Tembellikte üzerime yoktur.

 Tembellikte rakip tanımam.

 - Ne boğucu bir akşam.

 - Yazın da şehir hiç çekilmiyor.

 İlk işim şehir dışında bir ev satın almak olacak.

 Tam 10 yıldır gökyüzünü görmeyi hayal ettim.

 Ama buranın harika bir Paris manzarası var.

 Öyle.

 Notre Dame, Pont Neuf köprüsü Ama şuna gökyüzü denebilir mi?

 Bir tanecik bile yıldız yok.

 Şu tarafta bir tane görünüyor.

 Venüs olmalı.

 - Akşam yıldızı.

 - Evet, güneşin tersi.

 Eylül'e kadar o da gidecek.

 Sonraları sabah göreceğiz.

 Çünkü güneşe daha yakın bir konuma gelecek.

 Bu yüzden orada canlı yok ya.

 Öyle mi?

 - Ama bugün, müzik - Müzisyen misin ki?

 Hayır.

 Kâğıt üzerinde ressamım.

 Çalışmalarını sergiliyor musun?

 Denebilir.

 Aslında amatörüm, başkalarının resimlerini satarım.

 Ama o işte becerikliyim.

 Tuhaf ama yıldız falıma her baktığımda tahminler hep tutuyor.

 - 40 yaşıma kadar - Bata çıka gideceksin.

 Evet, doğru.

 Ondan sonra ya servet sahibi olacağım ya da tamamen batacağım.

 2 Ağustos'ta 40'ıma basacağıma göre yıldızlar bir buçuk aylık hatayla doğru çıktı.

 - İnanılmaz, değil mi?

 - Aslan burcundan mısın?

 - Evet.

 - Ben de.

 Harika bir şey.

 En asil burçtur.

 Kazananların burcudur.

 Güneşin hükmü altındadır.

 Evet.

 - Sen de kova olmalısın?

 - Evet.

 - İyi midir?

 - Bütün burçlar hem iyidir hem kötü.

 Hepsi yıldızların pozitif veya negatif sıralanmasına bağlıdır.

 Demek hep doğru çıkıyor.

 Sadece doğduğun ay değil, doğduğun saate göre bile değişiyor.

 Güneş grubundanım, ancak yıldızım Venüs.

 Astrologlar ona "ikinci hükmeden gezegen" diyor.

 Veya "yükselen gezegen.

" Batıl inançlar hakkında bu kadar bilgili olduğunu bilmiyordum.

 Arkadaşlar, dalgaya vurmayın.

 Astroloji hem en eski hem de en gerçekçi bilimdir.

 Bütün bilimler içinde diyorum.

 Astrolojiye son derece hayranım.

 Hem de nasıl.

 Bir fikrim var.

 Bir, fikrim, var.

 Dur şimdi başımıza iş açma.

 Dikkat et.

 Kendimce Venüs'e selam duracağım.

 Bir aslan olarak!

 Çünkü aslanlar Venüs'ü sever, Venüs de aslanları.

 Pierre, çıldırdın mı!

 Başımıza iş açma, sokağın karşısında karakol var.

 Başlatma polisine.

 Zenginim ben, cezası neyse öderim.

 - Yıldızı vurmaya mı çalışacaksın?

 - Hayır, daha iyi bir fikrim var.

 Bu da tadını kaçırdı artık.

 Sakla.

 - Al.

 - Nereye koyayım?

 - Derin bir sessizlik oldu.

 - Müzik açsana.

 Pierre, saçmalamadın mı biraz?

 - Ne de olsa kovmayacaklar mı beni?

 - Sessiz olun.

 Bırak içeri girsinler.

 Bağıracak olurlarsa biz de bağırırız.

 - Ne oluyor burada?

 - Sen miydin Bay Lacroix!

 Çok yaşa Bay Lacroix!

 Bay Lacroix, seni bir öpeyim.

 Saat 11, farkında mısın?

 Sessiz ol Bay Lacroix.

 Öncelikle bir öpüşelim.

 - Polis geldiğinden görürüm seni.

 - Minik bir öpücük, Bay Lacroix.

 Sarılalım!

 Bay Lacroix!

 Artık milyonerim Bay Lacroix.

 Dilersen en güzel şatomda tatil yapabilirsin.

 Bahçemde dilediğince gülüp eğlenebilirsin.

 İstersen şarap mahzenimi boşaltabilirsin.

 - Şanslı herif seni.

 - Şanslı herif!

 Arkadaşlar, Bay Lacroix'ya zorluk çıkarmayın.

 Montmartre'de bir tur atalım mı?

 Hadi.

 Yukarı çıkalım.

 Onlar çıksın.

 Gelin!

 Yukarıda bir şeyler atıştıralım.

 - Burası iyi.

 - Şurada da boş masa var.

 Şunun haline bakın, yere düştü.

 Bir kapı ya açık ya da kapalı olur.

 Kovboy filmi istiyorum.

 Kovboy filmi istiyorum.

 - Kolum acıyor.

 - Kes sesini.

 - Meyve suyu içer miyiz?

 - Olur.

 - Bardağın var mı?

 - Burada var.

 - Domates suyu.

 - Teşekkür ederim.

 Teşekkür ederim.

 Böylelikle unutulmaz gece bulaşık ve dolu kül tablalarıyla son bulur.

 Fred ağdalı şiirlerine başladı.

 - Çok acımasızsın.

 - Ben kendim için değil, Pierre için üzülüyorum.

 Para onun sonunu hazırlayacak.

 - Ben tersini düşünüyorum.

 - Bilmez miyim.

 Yaşı genç olsaydı farklı şeyler söylüyor olabilirdik.

 Yinede de hâlâ hayattan tad almasını biliyor.

 - Demek ki yanılıyorsun.

 - Ama artık çok geç.

 Parasız yaşamaya alışmışsan paranın hiç önemi yoktur.

 Onu obez haliyle elinde purosuyla düşündüm de.

 Güneş doğuyor.

 Gidelim mi?

 Gidelim.

 Geldik.

 - Görüşürüz.

 - Görüşürüz.

 - Hoşça kal, Jean-François.

 - İyi uykular, Dominique.

 Yarın görüşürüz.

 Seni saat 4'te ararım.

 Dergiden aradılar.

 Buyurun.

 İlk fırsatta dergiyi ara.

 Hassi Messaoud bugün yola çıkıyor.

 13 Temmuz - Böyle daha güzel oldu.

 - Emin misin?

 - Kapıcıyla görüştüm.

 - Yani?

 Birincisi, artık Grands Augustins rıhtımında oturmuyormuş.

 Ortalığı biraz karıştırmış.

 Evden mahkeme kararıyla çıkarılmış.

 İkincisi, Mont Blanc oteline gitmiş.

 Üçüncüsü, Mont Blanc otelini aradım.

 Wesselrin diye birini bilmiyorlar.

 - Geçici personelle mi konuştum ne.

 - Başka bir Mont Blanc oteli olmasın?

 Yok, bu otelde olmalı.

 Başka bir isimle giriş yapmış veya ücreti ödemeden gitmiş olabilir.

 Mirasa konunca ödeyecektir.

 - Ama borç para bulabilir.

 - Kimden bulacak?

 Buralarda pek tanıdığı yok.

 - Noterden bulabilir.

 - O durumda Avusturya'da olması lazımdı.

 Sürekli dergiyi arayıp durduğuna göre hâlâ Paris'te olmalı.

 Cathy'nin haberi yok mudur?

 O şu anda anne babasıyla tatilde.

 - Hoş geldiniz.

 - Hoş geldiniz.

 Bay Wesselrin'i nerede bulabilirim?

 Kim dediniz?

 - Bay Wesselrin.

 - Artık burada kalmıyor.

 Şu an kaldığı yerin adresini biliyor musunuz acaba?

 Hayır, ben de kendisini arıyorum.

 Ulaşırsanız bana haber verin.

 Burada bir iş yapıyoruz.

 Kendisine süresiz olarak kredi veremem ya.

 Bay Wesselrin haftalık borcunu ödemeden kayıplara karıştı.

 Valizlerini de bırakmış.

 Ne işime yarayacak ki?

 Beceriksizler.

 Bir de kalkmış bu şeye filtre kahve diyorlar.

 - Hey, Willy!

 - Merhaba.

 - Nasılsınız?

 - Merhaba.

 - Sen nerelerdeydin?

 - Yollardaydım.

 - Fred'i gördün mü?

 - Sahilde olmalı.

 Şu Amerikalı arkadaşın dün seni soruyordu.

 - Wesselrin mi?

 Onu mu gördün?

 - Evet.

 Haberin yok muydu?

 Şu miras olayı palavra çıkmış.

 Halası tüm mirası bunun kuzenine bırakmış.

 - Kahretsin!

 Nerede kalıyor?

 - Bilmem.

 Willy, daha ne bekliyorsun?

 Kusura bakmayın, gitmem lazım.

 Sanırım bu civarda dolaşıp duruyor.

 Zavallı Jean-François, senin 500 frank da güme gitti.

 Olmaz öyle şey.

 Pierre öyle bir hikâye uyduracak adam değildir.

 Miras diye dolandırdı seni.

 Bir dakika.

 Belki bu sabah dergiye gitmiştir.

 Gidip öğreneyim en iyisi.

 Pierre böyle iyi arkadaşları olduğu için övünmeli.

 Jean-François böylesine iyi davranarak Pierre'e iyilik yapmıyor bence.

 Bu akşam mı?

 Evet, bizimle.

 Tamam, hemen geliyorum.

 Ne dediler?

 O değil.

 Bu akşam ikimiz Güney Afrika'ya gidecekmişiz.

 6:45 uçağıyla Johannesburg'a.

 Kahretsin.

 Tam beş yıldır, milli bayramlarda Paris dışında oluyorum.

 İnanılır gibi değil.

 Hanımefendi, Balzac 0024'ü bağlar mısınız?

 Alo?

 Paris Match mi?

 Santeuil geldi mi yoksa evde mi?

 Ne?

 Uçakla mı?

 Ne zaman dönecek?

 Peki, peki.

 Tamam.

 İşte!

 Affedersiniz.

 Affedersiniz.

 - Pierre!

 - Philippe.

 - Ne zamandır ortalıkta yoktun.

 - İşler bayağı yoğundu.

 Nerelere kayboldun?

 Kız meselesi olmalı.

 Burnumu sokmayayım.

 Evet, öyle.

 Enfes bir kız ama.

 Harika, tebrik ederim.

 Philippe, beş parasız kaldım.

 Bu yüzden kız elden uçacak.

 - Olur mu öyle şey.

 Git getir kızı.

 - Dans ediyor.

 Sensiz mi dans ediyor?

 Enfes bir kızsa başkasına kaptırabilirsin dostum.

 Git getir masamıza.

 Hadi, başkasına kaptırma.

 Tamam, hemen döneriz.

 - Nasılsınız Bay Pierre?

 - Fena değil.

 Ne kalabalık ama.

 Uzun süredir burada mısın?

 Daha yeni geldim.

 - İsveçli misin?

 - Hayır, değilim.

 - İngiliz?

 - Fransız’ım.

 Ya sen?

 Ben hepsindenim.

 Amerikalı, Avusturyalı, İsviçreli.

 Çok belli olmuyor.

 - Bir şeyler içelim mi?

 - Olmaz, başkasıyla birlikteyim.

 - Her yerde seni aradım.

 - Gidelim hadi.

 - Philippe.

 - Demek buradasın!

 Gecen gündüzün yok mu senin?

 - Philippe, kusura bakma - Enfes sarışın gitti mi yoksa?

 - Sarışın olduğunu nasıl bildin?

 - Cidden gitti mi kız?

 Buna inanmam işte!

 Bak, Philippe.

 Çok kötü durumdayım.

 Üzülme eski dostum.

 Esmerler de iş görür.

 Bizim yaşlarımızda kadınların bize sırtını dönmesi doğal karşılanmalı.

 Gerçekten de bir kadın yüzünden.

 Bittim ben, halam mirası bana bırakmamış.

 Demek yaşam biçimin değişecek, öyle mi?

 Bir gün böyle olacağı belliydi zaten.

 Dostum, benden bir sent bile bekleme.

 Philippe, bana yarına kadar kira için 100 frank lazım.

 Demek şu sarışınla ilgili hikâyen palavraydı.

 Niye açık açık söylemedin ki?

 Beni tersledin.

 Hem yalnız da değildik.

 Ne yapabilirsin ki?

 Bu yaşlarda misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş.

 Vaaz vermeyi bırak artık!

 100 frank lazım, o kadar.

 Madem öyle, al sana 100 frank.

 - Çok sağ ol.

 - Gel bir şeyler içelim.

 - Gerek yok, sağ ol.

 sana iyi tatiller.

 - Yarın gidiyorum.

 Sana bol şans.

 PARİS MATCH MODERN HABERİN ADRESİ Johannesburg - Oradaki işi bırakıp ilk uçakla Moskova'ya geç.

 Nixon'un S.

S.

C.

B.

 ziyaretiyle ilgili haber yapacaksın.

 Harcırahın gönderiliyor.

 Moskova - Haberin harikaydı, 12 sayfası yayımlandı.

 Afrika Ülkeleri Konferansı'nı takip etmek için derhal Monrovia'ya geç.

 Harcırahını da Moskova ofisimizden temin edebilirsin.

 Güncel haberleri telgrafla iletmeni bekliyoruz.

 30 Temmuz Selam güzelim.

 Hanımefendi.

 Bay Wesselrin, bavulla ayrılmanıza izin veremem.

 Bavul değil ki ama.

 İş için kullandığım çantam.

 O sizin bavulunuz.

 Kimseyi bavuluyla yollamamayı öğrendim artık.

 Borcumu yarın ödeyeceğim.

 Kocam saat 3'te gelecek.

 Bu akşama kadar borcunuzu ödemezseniz-- - Yarın ödeyeceğim dedim ya.

 - Artık beni kandıramazsın.

 - Kaç kere diyeceğim!

 - Bu sefer Canın ne istiyorsa öyle yap.

 - Uzatma artık!

 - Pis moruk seni!

 Romanlar için tane başı 50 santim öderim.

 Sekiz tane bıraktığınıza göre, 4 frank.

 - Buyurun.

 - Sağ olun.

 - Güle güle.

 - Hoşça kalın.

 Bir tane piyango bileti alabilir miyim?

 Bir tane jeton verir misiniz?

 - 50, 100.

 Buyurun.

 - Sağ olun.

 Aradığınız numara kullanılmıyor.

 Alo?

 Bayan De Néri ile görüşebilir miyim?

 - Kim diyelim?

 - Pierre Wesselrin.

 Pierre, nasılsın?

 Beni yakaladığın için şanslısın.

 Geçerken uğramıştım.

 - Hâlâ yola çıkmadın mı sen?

 - Hayır, şu an Paris'teyim.

 - Sen ne zaman yola çıkacaksın?

 - Öğleden sonra.

 Çok sıkıldım.

 Gara kadar sana eşlik edebilir miyim?

 - Çok iyi olur.

 - Saat kaçta?

 Bir programım var.

 Paris'te bir görüşmem olacak.

 Saat 3'e kadar gel, olur mu?

 Olur.

 - Şimdi kapatmam lazım, görüşürüz.

 - Görüşürüz.

 - Bir parça peynir lütfen.

 - Başka?

 - Sardalya konservesi.

 - 75, 90.

 1 frank 70 santim.

 - 55 santim.

 - Sağ olun.

 Bir tane baget ekmeği alabilir miyim?

 - Buyurun.

 - Teşekkür ederim.

 34 santim.

 - 35, 40, 50.

 Buyurun.

 - Teşekkür ederim.

 - Buyurun.

 - Bir tane baget ekmeği lütfen.

 34 santim.

 35, 40, 50.

 Buyurun.

 Kahretsin!

 Lanet olsun!

 Bayım!

 Hayret bir şey ya.

 Alo?

 Bayan De Néri ile görüşebilir miyim?

 De Néri.

 Müşteriniz.

 Ne zaman çıktı?

 İyi günler.

 Leke çıkarıcı var mı acaba?

 - Makine yağı için mi?

 - Sıvı yağ.

 - Trikloretilen ve benzen var.

 - Fiyatı ne?

 - 80 frank.

 - Alayım.

 Tabii.

 Buyurun.

 Kasaya ödeyebilirsiniz.

 Beyefendiden 80 frank alın.

 Güle güle.

 Anahtarınızı alalım.

 Demek artık anahtarınızı da bırakmadan çıkacaksınız?

 Kusura bakmayın, acelem vardı.

 Zaten odaya çıkıyordum.

 - Anahtarınız.

 - Ama odama çıkıyorum.

 - Vermezseniz polisi arayacağım.

 - İyi de bana lazım.

 - Borcunuzu ödeyin, anahtarınızı alın.

 - Dedim ya, yarın vereceğim.

 - Yarın mı?

 Tabii ya, yarın.

 - Evet, yarın elime biraz para geçecek.

 Ne parası?

 Bu arada mesleğiniz neydi sizin?

 - Ne?

 Müzisyenim ben.

 - Müzisyen mi?

 Bilmez miyim!

 Bu iş burada bitmez.

 Eniştem polis memuru.

 - Polisle korkutamazsınız beni.

 - Duyamadım.

 Tekrar eder misiniz?

 - Tamam hallederiz.

 - Bana elini sürersen işin biter.

 Hemen polisi arayacağız.

 İçeri geçelim.

 Alo?

 Bay Francis Bernac ile görüşebilir miyim?

 - Hangi numarayı aradınız?

 - Passy 2528.

 - Yanlış numara.

 - Kusura bakmayın.

 Alo?

 Bay Francis Bernac ile görüşebilir miyim?

 - Bay Bernac burada değil.

 - Paris'te değil mi yani?

 - Taşraya gitti.

 - Normandiya’da mı?

 - Evet.

 - Teşekkür ederim.

 Şerefsiz.

 - Hepsi 775 frank.

 - Tamam.

 - Bavulunuz yok mu?

 - Yok.

 - Nakitle çalışıyoruz.

 - Ama uzun süre kalır mıyım bilmiyorum.

 En azından bir gecelik ödeyin.

 Aynı fiyattan.

 Hanımefendi, bavulum şu köşedeki kafede kaldı.

 Bugün ödemezseniz Hayır.

 Sonuçta Roland sana göre biri değil.

 Biliyorum.

 Ama ne diyebilirim ki?

 Hâlâ acı çekiyorum.

 - Neden?

 - Brittany'de sürekli yağmur yağar.

 - Evet ama çok hoş bir yerdir.

 - Ben güneşli bir yeri tercih ederim.

 - Saint-Tropez?

 - Saint-Tropez gibi sıcak bir yer, olabilir.

 - Ya sen?

 - Hayır.

 Ben daha çok yağmuru tercih ederim.

 Her halükarda kışı yaza tercih ederim.

 Affedersiniz.

 - Pierre.

 Bir şeyler içelim mi?

 - Gerek yok.

 - Ben ısmarlayacağım, hadi!

 - Peki.

 Biraz daha kalalım.

 Sana inanmıyorum.

 Döneceğiz diyorsam döneriz.

 Sıkma ama.

 - Hadisene.

 - Hayır.

 Beş dakikalığına ya!

 - Ne içersin?

 - Kahve.

 İki kahve alalım.

 Başımda büyük bir dert var dostum.

 Zengin adamlarla takılıyordun.

 İyi bağlantıların vardı.

 Kimi tatilde, kimi öldü, kimi kayboldu.

 Ciddi diyorum.

 - Bana bu gecelik bir yer ayarlasan?

 - Dedim ya, bir kızla birlikteyim.

 Anlayışlı biri olsa neyse de kız tam bir baş belası.

 - Ya diğer arkadaşların?

 - Herkes sahile indi.

 Biri seni eve alsa da gece kalmana müsaade eder mi bilmem.

 Git bir kız ayarla.

 Etrafta erkek arayan bir sürü Amerikalı kız var.

 Cebimde kuruş yok, şu kıyafetime bak.

 Bana para lazım.

 Bir çaresi yok mu?

 - Müzikten kazansan?

 - Tabii ya.

 Müzikten bir kuruş kazanmışlığım yok.

 Hem şu halime baksana.

 - Sahile in, oralar kalabalıktır.

 - Nasıl?

 Doğru ya, seni otostop çekerken düşünemiyorum.

 Bak aklıma ne geldi.

 Radesco'yu tanırsın, şu Rumen herif.

 Şu uzun boylu, kel herif.

 Eleman arıyordu.

 Seni tavsiye edebilirim.

 Kaçakçılık işleri falan yapıyor.

 Hem İngilizcen de var.

 Sanırım Almancan da vardı.

 İşine yarayabilirsin.

 Gerçi yakalanma riski var ama.

 - Önemli değil.

 Radesco'ya götür beni.

 - Uzun süredir görüşmedik.

 Adresi şurada vardı galiba.

 Evet buldum.

 12 Carriers Caddesi, Nanterre.

 Ama telefon numarasını yazmamışım.

 Öğleden önce evde olur.

 12 Carriers Caddesi Nanterre mi?

 - Evet.

 - O pislik yere gider miyim sanıyorsun!

 Bak dostum.

 Bana 30 frank veriyorsun bir paket sigara alıyorum.

 Hepsi bu işte.

 Ben de sana iki tane metro bileti veriyorum.

 - 30 frank var mı?

 - Bakayım.

 - Hepsi bu.

 - Hayır, 6 frank fazla verdin.

 Senden kalsın.

 İki km yolu yürüyerek gideceksin.

 O kadar da kötü değil be.

 - Ne istiyorsunuz?

 - Bay Radesco.

 - Burada değil.

 - Nerede?

 Burada değil.

 - Ne zaman döner?

 - Dönmez.

 - Yarın?

 - Şu an seyahatte.

 - Ne zaman döner?

 - Gitti!

 - İyi de ne zaman döner?

 - Dönmez.

 - Dur!

 - Versene şunu.

 Bu yaşta insan iki kere düşünmeli.

 Şişmanlarsın bak.

 Benim için hava hoş, yeter ki ne istediklerini bilsinler.

 - Tabii.

 - Bak şimdi - Merhaba.

 - Merhaba, nasılsınız?

 - Merhaba.

 - Burada mıydınız?

 - Çok fena yanarsınız ama.

 - Güneşi seviyorum.

 Sen öyle güzel yanmışsın ki.

 Ben de hayalet gibiyim.

 - Kuru pasta alır mısın?

 - Sağ ol.

 - Sen?

 - Yok, sağ ol.

 Susatır şimdi.

 - Bir şeyler içer misiniz?

 - Çok iyi olur.

 - Portakal mı limon mu?

 - Bir saniye.

 Limon.

 - İş nasıl gidiyor?

 - İyi.

 Patronum bir numaradır.

 - Ne kadar kazanıyorsun?

 500?

 - Hayır, 450 artı sigorta.

 - Alın.

 - Sağ ol.

 Borcum ne kadar?

 - Yok, içecekler benden.

 - Olur mu öyle şey!

 50 frank fark var.

 Çok para.

 Doğru, özellikle tatilde çok para harcanıyor.

 Evet, geçen yıl Corsica'da 30 frank harcadık.

 - Hadi ya?

 Kişi başı mı?

 - Hayır, ikimiz birlikte.

 - Kampa mı gittiniz?

 - Hayır, otelde kaldık.

 - Kamp daha pahalıya gelir.

 - Evet, bir yıl biz de kampa gitmiştik.

 - Bir sürü teçhizat alman gerekiyor.

 - Onları taşıyacaksın, yemek yapacaksın Eve gitsek iyi olacak.

 Saat de geç oluyor zaten.

 Babam işten eve ne zaman gelecek bilmiyorum.

 Sanırım geç gelecekti.

 Lanet olası ayakkabılar.

 Ayağıma hiç girmediler zaten.

 Affedersiniz.

 - Özür dilerim.

 - Özür dilerim.

 Bana cevap verme demedim mi sana!

 Bakın!

 Hadi.

 - Merhaba, nasılsın?

 - Sağ ol, iyiyim.

 - Ne kadar da tatlı!

 - O kadar da tatlı değildir.

 - Bizde kalacak mısın?

 - Evet, kalacağım.

 Harika.

 Siz gidin.

 Biraz Catherine ile kalacağım.

 Gördüğün üzere çok hevesliyim.

 Ama yüzme bilmiyorum.

 - Sahi mi?

 - Cidden.

 - Çok cesursun o zaman.

 - Arkadaşlara güvenimden.

 Güvenmen de lazım.

 İnsanın başına ne gelir bilinmez.

 - Öyle şeyler söyleme.

 - Ben biraz karamsarım.

 Öyleyse bizimle gelme derim.

 Buraya gel, Fink.

 Buraya gel, Fink.

 Hemen!

 - Biraz sessiz olur musun?

 - Rahat bıraksana hayvanı.

 Gelin bayanlar!

 Muzun altı tanesi 1 frank!

 Altı tanesi 1 frank!

 Kaçırmayın bayanlar!

 Kasası 50 frank.

 Adi herif!

 Ne oldu?

 - Bırak beni!

 - Adi herif!

 - Bırak beni!

 - Yanına bırakır mıyım senin!

 Seni bir daha buralarda görürsem ağzını burnunu dağıtırım.

 Şerefsiz!

 Belki açlıktan çalmıştır.

 - Gitsin çalışsın, şerefsiz!

 - Önüne gelene saldıramazsın ki.

 Siz kendi işinize bakın.

 - İsterseniz herifin karnını siz doyurun.

 - Çok gaddarsın.

 Yeter artık!

 - Adam haklı.

 - Sen olayları görmedin ki, konuşma.

 O size yemek verir miydi sanki?

 Adam hırsızlık yapıyor.

 İyi ya.

 Malımı çalsın, bir de adama teşekkür edeyim.

 Oldu!

 EKMEK FIRINI, PASTANE Buyurun?

 Bana 6 franklık bir ekmek verir misiniz?

 9 frank.

 - 6 frankım var.

 - Peki.

 Sağ olun.

 - Ne istiyorsun?

 - İyi pişmiş bir baget ekmek.

 Fakire yardım.

 Merhamet edin.

 İçecek bir şeyler almak için sizden yardım istiyorum.

 Bir kibarlık yapın efendim.

 Yürü git.

 - Ya sen?

 Alo!

 Uyuyor musun?

 - Derdin ne senin!

 - Defol git.

 - Hemen kızma.

 Biraz bozukluk at da ekmek alayım.

 - Git başımdan!

 - Ayıp be!

 - Bayım.

 - Yürü.

 Mantıklı olun Bayım.

 Mantıklı olun.

 Bu sıcaklar insanın içini kavuruyor.

 Sağ olun hanımefendi.

 Hadi!

 Yürü bakalım.

 - Ben bir şey yapmadım ki!

 - Yürü git hadi.

 Hadi, hadi.

 Git.

 İkileyin bakalım.

 Hadi!

 Gidin hadi.

 Arada biz de ıslandık.

 - Garson.

 - Garson.

 Lanet, lanet, lanet Paris!

 Lanet, lanet Paris!

 Lanet şehir.

 Lanet şehir.

 Çok zormuş.

 Hepsi 1 frank!

 1 frank!

 Hepsi 1 frank!

 1 frank!

 1 frank bayanlar!

 - Bayan Laurent geldi mi acaba?

 - Hayır.

 - Ne zaman gelir?

 - Bilemiyorum.

 Sağ olun.

 Müsaadenizle.

 - Bay Lacroix içeride mi?

 - Hayır.

 - Şehir dışında mı?

 - Evet.

 - Hanımefendi, içeride benim-- - Hayır!

 Salı gününe kadar gelmez.

 - O zaman görüşürsünüz.

 - Ama eşyalarım Kahretsin!

 Şu saçmalığa bak ya!

 250 ml, değil mi?

 Hanımefendi, yakın zamanlarda Willy'i gördünüz mü?

 Willy tatilde.

 Arkadaşlarıyla dün yola çıktı.

 Hep bu lanet lanet, lanet taşlar.

 Çabuk ol!

 Çabuk!

 - Durumu ciddi mi?

 - Ölmüş.

 Christian Wesselrin Moltke Cad.

 No:17 Karlsruhe Hadi Bobby.

 - Lanet olası köpek!

 - Hadi gidelim.

 Defol!

 Pis köpek sandviçimi yiyecekti!

 Köpekler sokakların kralıdır.

 Size Majestelerinin köpeklerini sunuyorum!

 O fiyata bir sandviç alırım.

 Ne yapıyorsun orada?

 Hey!

 İhtiyar.

 Sen Gugu değilsin.

 Pek enerjik görünmüyorsun.

 Yavaş ol.

 O kadar dayanıklı da değil gibisin.

 Yiyeceğin var mı?

 Sağ ol.

 22 Ağustos Merhaba, Jean.

 - Héléne!

 - Merhaba.

 - Döndün mü?

 - Henüz gitmedim.

 - Havuzdan çıkamadın demek?

 - Doğru.

 - Hâlâ burada mısın?

 - Philippe!

 - Merhaba, François.

 - Merhaba, nasılsın?

 İyiyim, sen?

 Philippe Chassel'i tanırsın.

 Dominique Laurent.

 - Merhaba.

 - Çok memnun oldum.

 - Tebrik ederim, iyi sır saklıyorsun.

 - Anlamadım?

 Haberini okudum.

 Çok iyiydi.

 Viski alayım, Jean.

 - Dostumuz Pierre'den haber var mı?

 - Haberin yok mu?

 - Mirasa konamadı.

 - Evet, duydum.

 - 14 Temmuz akşamı görüştük.

 - Biz de onu arıyoruz.

 Haberiniz yok mu?

 Çok kötü durumdaydı.

 Zavallı Pierre, evsiz barksız kalmış.

 Gerçi onun için alışılmadık bir şey değil ya.

 Ne konuştunuz peki?

 Çok kısa cümleler sarf etti.

 "100 frank" gibi.

 Ciddiyim!

 Gerçi Pierre'i tanırsınız.

 Gizlemeye gerek yok.

 Ama o akşam sanki başka birisi gibiydi.

 Birkaç gün sonra bana mektup atıp para istedi.

 Belli ki evden atılmış.

 Rahatsız oldum ve cevap vermedim.

 Umarım benim yüzümden canından olmamıştır.

 Abartmasana!

 Bir sürü şey saçmalamış.

 Hırsızlık yapıp cinayet işleyebilecek durumdaymış.

 Sanırım Pierre tam iş bulup arkadaşlarını dolandıramayacak kıvama gelmiş.

 Çok kalpsizsin.

 Sende adresi var mıydı?

 Evet, Seine Oteli.

 Jean, buzsuz olsun.

 - Yeni adresini öğrenemez miyiz?

 - Bana bırakmadı ki!

 Sonuçta burada kalmıyor.

 Emniyete şikâyet ettim.

 Kardeşim polis olduğu için hemen soruşturma açtılar.

 Peki, hoşça kalın.

 Grands Augustins Rıhtımına gidelim.

 Bay Pierre'e bana haber vermemesinin çok ayıp olduğunu iletin.

 Tüm eşyaları bende kaldı.

 Bir koli.

 İçi kitap dolu bir bavul.

 Birkaç güne kalmaz bodruma indiririm.

 Nerede olduğunu merak ediyorum.

 Yeni döndüm, onu bulmaya vaktim olmadı.

 - Bulursunuz.

 - Adına mektup geldi mi hiç?

 Evet, üç gün önce geldi.

 Size güvenebilirim, ne de olsa tanışıyoruz.

 Belki önemlidir.

 Carnac.

 Avusturya.

 - Biri noterden!

 - Evet.

 - Çok sağ olun.

 Hoşça kalın.

 - Ben teşekkür ederim.

 - Hoşça kalın.

 Sağ olun.

 - Güle güle.

 Kendine miras kalan milyoner kayıp.

 Halasının mirası bıraktığı kuzeni ölünce talih kuşu başına kondu.

 Acaba kuzenini yeni milyoner mi öldürdü?

 Milyoner olduğunu öğrenemeden kayıplara mı karıştı?

 Viyana noteri Bay Fischer ve Paris sakinleri çaresiz bir şekilde kayıplara karışan besteci Pierre Wesselrin'in durumunu merak ediyor.

 Kendisi Saint-Germain-des-Prés'teki çalışmalarıyla tanınıyor.

 Halasının mirası kendine bırakmadığını öğrenen Wesselrin beş parasız kalıp kayıplara karışmıştı.

 Kuzeni Christian Wesselrin bir trafik kazasında ölünce tekrar mirasa konmuş oldu.

 Baron, yürü bakalım!

 Dur biraz, şurada içiyoruz.

 

 Paramparça olmuş bir eteği vardı

 Kendini ürküten erkeklerle gezip tozardı

 O güzelim kara gözleriyle yanımdan geçerken Şu haline bak!

 Şu haline bak!

 Herkül gibisin.

 Her tarafından kas fışkırıyor.

 Katedral dikebilirdi ama bir salyangoz kadar da tembeldi.

 Hey, kaplumbağa!

 

 Hovarda bir kaplumbağa Yazın ortasında söyler şarkısını

 Ardından kışın ilk soğuğunda Bulur kendisini apaçık ortada.

 Hey!

 Affedersin dostum.

 Bir sigara versen de tüttürsek?

 Dur hele!

 Hemen yanlış anlama.

 Seni anladım.

 Parasıyla alsam?

 Sağ ol, çok naziksin.

 Gauloises!

 En sevdiğim marka.

 Ateş de var mıydı acaba?

 Bugün hava da çok güzel.

 Çakmağın da harikaymış!

 - Sağ ol.

 - Para?

 Tamam canım, vereceğim.

 - Borcumuz namusumuzdur.

 - Sağ ol.

 Alçak!

 Serseri!

 Pinti!

 Cimri!

 Tamahkâr!

 Baron, özür dilerim seni unuttuk.

 

 Hovarda bir kaplumbağa Yazın ortasında söyler şarkısını

 Ardından kışın ilk soğuğunda Bulur kendisini apaçık ortada.

 - Şuna binelim mi?

 - Dur.

 - Bizimki bu.

 - Tüh.

 Diğeri daha güzeldi.

 Ah şu kapılar.

 - Dur, açmana yardım edeyim.

 - Ben açarım.

 Ne zor işmiş.

 Harika.

 Çifte üstten eksantrik mili.

 - Ne mili dedin?

 - Çifte üstten eksantrik mili dedim.

 Ne haber yavrum?

 İki tane yakışıklıyla turlamak ister misin?

 Şu dilencilere baksana.

 Bir kişilik yerimiz var.

 Gelmez misin?

 - Boş ver şunları.

 - Köşe koltuğumuz boş.

 Böyle bir şey göreceğim hiç aklıma gelmezdi.

 Bozukluğun var mı güzelim?

 Yok mu?

 Koca kıçını gezdirmekten bıktım!

 100 kiloluk bir kas yığınısın, bir o kadar da tembelsin.

 - Kalksana!

 Kalk hadi!

 - Kes sesini!

 Sus!

 Şu salağa bakın bayanlar ve baylar.

 - Kes sesini!

 - Ayının teki!

 Merhabalar ey sosyete!

 Merhaba hanımefendi, beyefendi.

 Sizlere Baron Champeix de Castagnac'ı sunmaktan şeref duyuyorum.

 Bir zamanlar dünyanın en zengin insanıydı.

 Selamlayalım, Baron.

 Zavallı adamcağız.

 Bir sürü arazisi vardı, Guatemala'da devasa şatoları vardı.

 Binlerce dolarla ve bir o kadar kadınla düşer kalkardı.

 Kadınlar bu kaslı vücut ve erkeksi duruş nedeniyle çılgına dönerdi.

 Ağızlarının suyu aksın, Baron.

 Çok etkileyici, değil mi?

 Ceket altından bile belli oluyor!

 Dokunun isterseniz, ısırmaz.

 Bu hale gelebilmek için daha çok ekmek yemen lazım evlat.

 Yoruldun, biraz dinlen Baron.

 Bayanlar ve baylar, karşınızdaki milyoner her şeyini yitirdi.

 Monte Carlo Peki şimdi elinde ne var?

 Rezil olmuş durumda.

 Kendisini alkışlayalı.

 Evet, alkışlayalım.

 Bayanlar ve baylar, işte bu adam bir zamanlar ordunun seçkin tabakasındaydı.

 - Uzatma.

 Komutandı Yok komutan değil, albaydı!

 Ayrıca bir çatışmadan gazi olarak kurtuldu.

 - Kes artık.

 - Evet.

 Bacağından yaralandı.

 Çok kaslı bir vücudu var ama kemikleri paramparça olmuştu.

 - Kes!

 - Göstersene, Baron.

 Sosyete görsün seni.

 Bakın bayanlar ve baylar.

 Ne kötü durumda olduğuna bakın.

 Haydi, Baron.

 Ne güzel, değil mi?

 Evet, evet, evet.

 Cömert olalım.

 Sanatçılara karşı cömert olalım.

 Bozuk para, içilmemiş sigara gibi şeyleri kabul ediyoruz.

 Bu kadar mı?

 Sağ olun beyefendi, sağ olun.

 Ya bu taraftakiler?

 Sanatçıyı mutlu etmek istemez misiniz?

 Bir şeyler verecek kimse yok mu?

 Haydi, Baron.

 Yola düşelim.

 Sağ olun ey sosyete!

 Cömertliğiniz için sağ olun!

 - Çok şişmansın, Baron.

 - Kes sesini.

 Çabuk ol!

 Bir arabanın altında kalacaksın.

 - Nereye?

 - Saint-Germain-des-Prés'e.

 Orası turist kaynar.

 - Ben gelmiyorum.

 - Hadisene.

 Aptal olma.

 Saint-Germain-des-Prés alçak heriflerle doludur.

 Dostlarına görünmek istemiyorsun, değil mi?

 Hepsiyle görüşeceğiz.

 Affedersiniz.

 Burası iyi mi?

 Bayanlar ve baylar, Güney Berlin Tiyatrosu sizlere "Ren Nehri Kızı" oyununun ikinci perdesinden bir alıntı sunacak.

 Karşınızda meşhur bas Isidore Isidorovitch ve bir o kadar meşhur diva Jeanne Cristal.

 Bir alkış istiyoruz.

 Teşekkür ederiz.

 Bir özet geçelim.

 Ren nehri kızının bebeği öldürülür.

 Kız babasına gelip intikamını alması için yalvarır.

 Başlıyoruz!

 Bu esnada bozuk paralarınızı verebilirsiniz.

 Madem öyle, devam ediyoruz.

 Ses kısıklığı, hanımefendi.

 Hepimizin başına gelebilir.

 Affedersiniz.

 Yeter artık.

 - Ne oldu?

 - Defolun!

 Bu komedi burada biter.

 Kızının ölüsünü yeni gören bir bayanı itmekten utanmıyor musun sen!

 Bayım, gazeteciyim.

 - Fotoğrafınızı çeksem olur mu?

 - Hayır dedik ya!

 Bırak da çeksin.

 Çekin efendim.

 Yüzümün solu daha şekillidir.

 Gözümü aldı.

 - Sizin fotoğrafınızı da çekeyim mi?

 - Hayır, Baron biraz huysuzdur.

 Ama beni profilden almak isterseniz çekebilirsiniz.

 Hayır, ihtiyar.

 O işi geçeceksin.

 Biz işimizi bitirelim, ardından gelip parsayı götürebilirsin.

 - İkile bakalım!

 - Adamı rahat bırak.

 Müsaadenizle?

 - Ava çıkabilirsin.

 - Avı sevmem, yürümeyi yeğlerim.

 Bay Santeuil, telefonunuz var.

 - Bir saniye.

 - Bay Santeuil.

 - Seni anons ediyorlar.

 - Dergidendir.

 - Keman çalana baksana!

 - Kime?

 - Pierre!

 - Pierre mi?

 Geliyorum.

 Şu serserinin çaldığı şey ne?

 Bartók mu?

 - Akortsuz bir şeyler zırvalıyor.

 - Yine de modern bir beste gibi.

 Başlayacağım şimdi insanlara da Hey, Baron!

 Ne oldu?

 Nereye?

 Bekle.

 Beklesene!

 - Bana bak!

 - Bırak peşimi!

 - Ama Baron - Baron!

 Baron!

 Ben baron falan değilim.

 Ben hiçbir şeyim.

 Hiçbir şey!

 Peşimi bırak da yalnız başıma geberip gideyim.

 Kendine gelsene!

 Dağılın!

 İnsan yalnız kalamayacak mı?

 İşiniz gücünüz yok mu sizin?

 Yok mu Her yerde şu lanet taşlar ve lanet insanlar var.

 İnsan yalnız kalamayacak mı?

 - İnsan yalnız kalamayacak mı?

 - Gel hadi.

 Baron, ayağa kalk.

 Salaklaşma.

 Lanet taşlar.

 Her şeye lanet olsun.

 Taşa da, insanlara da Lanet, lanet.

 - Sizinle tanışmış mıydık?

 - Hayır.

 - Evet, hatırlayın.

 Deauville'de.

 - Hayır!

 Jean-François, gel!

 Pierre!

 - Pierre, bana bak!

 - Kes sesini.

 Pierre, benim.

 Evet, Jean-François.

 Beni rahat bırak, olur mu?

 Bana bak, Pierre.

 Christian ölmüş.

 - Ölmüş mü?

 Miras?

 - Evet.

 Christian mı?

 Ölmüş mü?

 Miras bana mı kalmış?

 Evet.

 Miras bana mı kalmış?

 - Miras bana mı kalmış?

 - Evet.

 Ölmüş mü?

 Miras bana kalmış.

 Ölmüş.

 Hepiniz evime davetlisiniz!

 - Gel.

 - Hepiniz gelin!

 Gelin!

 Seni kandırmasınlar, ihtiyar!

 Sivil polistir bunlar!

 - Bırakın adamı!

 - Yarın görüşürüz.

 Ne yarını?

 Yarın ne olacak?

 - Bir kişilik daha yer var.

 - Bırak şakayı!

 Bıraksanıza beni!

 Yarın gelecekmiş.

 Adresin herifte var.

 Baron sözünün eridir!

 Sözünün eridir!

 O bir milyoner!

 Sefil herifler!

 Lanet olsun!

 Çeviri: alihsans [06.

05.

2011] alihsans@divxplanet.

com||

Le Vent D'est - Wind From The East (1970)

4304||5552779|| Her zamanki gibi Mayıs ayında babamın ailesini ziyaret ettik.

 Dodge City yakınlarında, amcam Alcoa şirketi için aluminyum işletmesi yönetiyor.

 Amcamın bir banka müdüründen satın aldığı şehir dışında bulunan bir arazide kalıyorduk.

 Ev bir parkın içindeydi ve çevresi beyaz çitlerle örülüydü.

 Büyük değildi ama çok karışıktı.

 Tamamını hiçbir zaman keşfedemedim.

 Her gece sekizde akşam yemeği yerdik.

 Cuma günü amcam eve gelmedi, tüm gece dönmesini bekledik.

 Madencilerin amcamı odasında rehin aldıklarını Cumartesi günü öğle yemeğindeyken öğrendik.

 Grev.

 Grev.

 Grev.

 Dinleyin hanımefendi, sonuçlarla ilgileniyorsunuz.

 Bittiğini düşünün.

 Şeyler kendiliğinden oluşmazlar.

 Çalışma koşullarından ötürü genel bir hoşnutsuzluk vardı.

 Sendika temsilcisi.

 Babam artık dışarı çıkmamıza izin vermiyordu.

 İşçiler çok huzursuzlardı, ve her an her şey olabilirdi.

 Bir gece kütüphanede, babamla Sam Amca'nın konuşmalarına kulak misafiri oldum.

 Babam artık zamanın değiştiğini söylüyordu, işçiler daha az çalışıp daha çok kazanıyorlar diyordu, ve sendikaların ortaya çıkmasından bu yana gerçekten sömürülenler işverenlerdi.

 Babam işçilerin her Pazar tavuk yemekten de "bıktıklarını" söyledi.

 Çok çalışmaya ve rahat olmayan evlerde kalmaya alışmışlardı, onlar bu durumdan bizim kadar mağdur olmamışlardı.

 Neyse, babam devam etti, omuzlarını silkti, kimse açlıktan ölmemişti ve eğer işçiler burjuvaziden nefret ediyorlarsa, bu onların kıskanç olduklarını gösterirdi.

 Babam kıskaçlık kötü bir histir dedi.

 Sam Amca teoride onayladı ama pratikte: sendikanın kullanışlı olduğunu belirtti, doğru insanlarla pazarlık yapılabilirdi.

 Sendika temsilcisi.

 Gerçek işçiler her tür huzursuzluğa karşıdırlar.

 Kamuoyuna bu durumun yasadışı olduğunu açıklamak istiyoruz Revizyonizm.

 Şiddete destek vermeyeceğiz.

 Demokrasinin kurallarını çiğnemeyeceğiz.

 Bizler, karşıt olarak, toplumun barışçı yoldan değiştirilebileceğinin mümkün olduğuna inanıyoruz.

 Evet, ama dinleyin, her şeye rağmen inanılmaz şeyler oluyor.

 Biliyorum siz bunun içinde değilsiniz.

 Atları kim zehirledi?

 Basılı işleri kim ateşe verdi?

 Mülk sahibi kınadı diye Nixon Hotel'i kim dağıttı?

 Sonra yeni fikirlere açık olunmalı diyen bir öğretmen var.

 O bu fikirlerle yaşar.

 Ne düşündüğümü bilmek ister misin?

 O bir sürtük.

 Ama hanımefendi, eğer şeyler bu kadar ciddi olmasaydı sahte-devrimcilerin konuşmaları ve eylemleri bu kadar gülünç olmazdı.

 Ama gerçekten haklısınız.

 Utanç verici eylemlerinin etkisini görmezden gelemeyiz, bu eylemler huzursuzluk, soru işareti and şüphecilik yaratıyor pek çok işçi üzerinde, özellikle genç olanlarda.

 Aslında bunların eylemleri halkın ihtiyaçlarının gerçek temsilcileri olduklarını söyleyenler tarafından bir dizi yalanın parçası Evet, ama dinleyin, dediği gibi, garip şeyler olmaya devam ediyor, çoğu 3 ay önce tahmin edilemeyecek türden.

 - Aktif azınlıklar.

 - İnsanlar korkuyor.

 Söylemesi zor devrim yayılacak mı yoksa yayılmayacak mı Tüm makul insanlar gibi, ben de çok şaşkınım bu olanlara.

 Hizmetçim bu sabah bana: "Dur, yeterince şiddet gördük.

" dedi.

 Halk Meclisi.

 Neyi dinledik, yalan söyleyen ve kekeleyen iki ses vardı.

 Kekeleyen sesler grevden, sosyal demokrasiden ve revizyonizmden bahsediyorlardı aktif azınlıklar halk meclisleri.

 Yalan söyleyen sesler ise koşulların olumsuzluğundan bahsediyordu, genel memnuniyetsizlikler, korkmuş iyi insanlar, ve dürüst işçiler.

 Yaklaşık olarak doğru.

 Ama bu aptalca şiddet bizi nereye götürecek?

 Basılı yayınları yok ettiler.

 Sonuç: artık objektif habercilik yok.

 Nixon Hotel'i yaktılar.

 Sonuç: işadamları korkuyorlar silahlı gruplar oluşturdular, bankalardan para aldılar Aslında, bunların hepsi goşistlerin suçu tekelcilerin her şeyi kontrol etmesinin.

 Şu provokatörleri durdurun, bunlar sağcı gericilerin ajanları konumundalar Bastırma.

 İşçilerin acımasızca baskılanmasını kınıyoruz.

 Bu baskının derhal durdurulmasını talep ediyoruz, tutukluların özgürlüğünü Bu ifadeyi tekrarlayın.

 silahsızlanma silahlı grupların silahsızlandırılması, ve tartışmaların yeniden açılması gelecek hakkında şehrin geleceği hakkında.

 Çekime cevaben Cumartesi gecesi, bir karar verdik otoriteye karşı savaş açmaya karar verdik çağrı yaparak genel grev çağrısı yaparak iki saatliğine.

 ve tüm nüfusun katılabileceği gösteriler düzenlemek kitlesel katılım.

 Baskıya son.

 Özgürlük.

 Özgürlük.

 Demokrasi.

 Aktif grev.

 Ama ne olup bitiyor?

 Ne?

 Fabrikanın önünde işi durdurdunuz, yoldaşlarınıza söylemediniz mi?

 Çocuk gibi davranıyorsunuz!

 Bu şekilde devam edilirse çok daha kötü durumlara düşeceksiniz, eğer ölmezseniz!

 İstediğiniz bu mu?

 İç savaş mı?

 Aptallığı bırakın.

 Temsilcilerinize güvenin.

 Bizler bu yüzden buradayız.

 Aktif grev.

 Size demiştim, işler kötüden betere gidiyor.

 Tamamen bozguna uğrayacaksınız Bu noktaya gelirse eğer, sadece ordu kalacak.

 Böyle devam edemez.

 İki ses yalan söylemeye devam etti, diğer ikisi de kekelemeye Hangisi bizim?

 Nasıl çözüm bulabiliriz?

 Ne yapacağız?

 İki ses yalan söylemeye devam etti, diğer ikisi de kekelemeye.

 Hangisi bizim?

 Nasıl çözüm bulabiliriz?

 Ne yapacağız?

 Bugün, asıl soru "Ne yapacağız?

" militan film yapımcısı tavrı takınmak.

 İnsanları bir şey seçmesi için artık ajite etmiyorlar, onları belirlemek için ajite ediyorlar pratik olarak ne yapılmasını belirlemek.

 pratik.

 devrimci mücadelenin tarihi onlara anlamayı öğretti.

 tarihin onlara anlamayı öğrettiği bir yol.

 Evet, ne yapılacak?

 Örnek olarak bir film yapalım.

 Bu kendimize şu soruyu sormak demektir, "Neredeyiz?

" Peki militan bir film yapımcısı için "Neredeyiz?

" demek ne demektir?

 Peki militan bir film yapımcısı için "Neredeyiz?

" demek ne demektir?

 Öncelikle bir parantez açmak demektir ve kendini devrimci sinemanın tarihine adamak.

 devrimci sinema.

 Devrimci sinemanın zaferi, 19 Temmuz 1920.

 Yoldaş Lenin'in 3.

Enternasyol'in 2.

Kongresi'ndeki konuşması sonrası, Uluslararası Komünist ana sahnesinde Yoldaş Dziga Vertov kürsüden seslendi: "Biz Bolşevik film yapımcıları, sınıfsal bağlamı dışında bir filmin varoluşunun imkansız olduğunu biliyoruz "Prodüksiyonun ikincil bir iş olduğunu biliyoruz, programımız çok yalın: "dünyayı kitlelerin devrimci dünyasından görebilmek ve göstermek.

 "Tarihi kitleler yapar.

 "Batı yarımküresinin filmleri "sadece ayrıcalıklı hanımefendilerin ve beyefendilerin portresini çizerler.

 "Hislerin ve içgüdülerin gereklilikleri adı altında "gereklilikler her zaman aktörlere dayatılır, "sadece burjuvazinin kabul edeceği düşüncelere onay verilir, "ve ahlaksızca sunulur "makyajın altında yer alan burjuva dejenere yaşam tarzlarıyla " Devrimci sinemanın yenilgisi, 18 Kasım 1924.

 Lenin'in ölümünden birkaç gün sonra, Sergei Eisenstein'ın derinden etkilendiği Intolerance filmi ile, Amerikalı bir emperyalist Griffith'in çalışması.

 Sonuç: 1925'te, birincil görev ikincil görev ile karıştırıldı, halkın o dönemdeki mücadelesini yansıtacağı yerde Eisenstein, Potemkin gemisindeki denizcilerle ilgili film yaptı.

 Sonuç: 1929'da, The General Line filmi, tarımdaki reformun işlenmesi her ne kadar Eisenstein, Çar'ın baskısını anlatmak için yeni terimler kullansa da, kolektivizmi eski ifadeler ile ele alıyordu.

 Onun durumunda, eski zaferler yenilerin her zaman önündeydi.

 Sonuç: 5 sene sonra, Hollywood, Meksika devrimini çekmesi için kendisinin yol parasını karşılıyordu bu esnada Berlin'de Dr.

 Goebbels Nazi Potemkini yapılması için UFA yönetmenlerine çağrıda bulunuyordu "Fransa Komünist Partisi'nin Geleceği" Tarihin diyalektiği, Marksizm'in teorik zaferi sayesindedir.

 bu onun düşmanlarının Marksist pozlar takınmasını doğurur.

 Marksist pozlar.

 Marksist pozlar.

 Marksist pozlar.

 Marksist pozlar.

 Devrimci sinemanın yenilgisi, 17 Kasım 1935.

 Yoldaş Stalin'in Rus Stakhanovcuları 1.

 Konferansındaki konuşması: bu konuşmanın anlaşılmazlığı ile karıştırıldı, Yoldaş Dziga Vertov ekonomi üzerindeki siyasi yönetimi unutuyor.

 Filmi The Eleventh Year 11 yaşındaki proleterya diktatörlüğünün değil, ekonomik ilerlemenin milli marşı gibi Proleterya Diktatörlüğü.

 Bu aşamadan sonra revizyonizm Sovyet sinemasında kendine yer buldu.

 Devrim maskeli bir şekilde gelişti.

 Devrimci sinemanın hatalı zaferi, 29 Ağustos 1962.

 Tüm Yetkinin Bırakılması, Afrika'nın ilerici ülkeleri filmlerinde Batı'ya güvenmeye başladılar, bu durum beyaz Hristiyanlara siyahlar ve Araplar hakkında konuşma hakkı verdi.

 Cezayir - Pontecorvo, Klein; Gine - Société Comaçico.

 İç savaşlar ve popüler hareketler emperyalistleri mağlup ederken, emperyalistler kameranın yardımı ile geri süründüler, bu durum devrimi tehlikeye attı.

 Hakim sınıfın düşünceleri her zaman toplumun geri kalanını domine eder.

 Diğer bir deyişle, toplumdaki hegemonik güç olan sınıf aynı zamanda kültürel gücün de hegemonyasını kurar.

 Araçları kontrol eden sınıf, aynı zamanda üretimi de kontrol ediyor demektir.

 entelektüelin üretimini de.

 Entelektüel üretim araçlarından yoksun olan insanların fikirleri egemen sınıf tarafından yönlendirilirler.

 Sinemanın zaferi, 2 Şubat 1966.

 Kızıl Bayrak editörleri.

 Yoldaş Tian-Tsin gerçeğin yazılması için teoriyi bozdu gerçekçiliğin büyük yolunu bozdu, "ortalama" karakter teorisini kabul etmedi, konunun belirleyici rolü olduğunu söyleyen muhalefetin teorisini bozdu.

 2 Şubat 1966: Materyalist metrajlı filmin doğuşu.

 Kendi zamanlarımızın çağdaşları asla olamayız.

 Tarih farklı bir kılıkla devam etti.

 Yukarıdaki maske ile bütün bir ekranı kapladı, ve film hakkında hiçbir şey hatırlamadık.

 Suçlu olan tarih değil, imajlar ve seslerle darmadağın edilen kendi vizyonumuzdu.

 Bugün devrim olsa bile bugünün üzerine bindirilmiş bir geçmişi görüp işittik, Doğu Rüzgarı Bugün soru "Ne yapmalı?

" şeklinde militana kendini gösteriyor.

 İnsanları artık seçim yapmaları için ajite etmiyor, onları karar vermeleri için ajite ediyor, karar vermek pratik olarak ne yapılabilir, pratik olarak.

 devrimci mücadelenin tarihi onlara anlamalarını öğretiyor.

 tarih onlara anlamlarını öğretiyor.

 Bu yol - grevler, sosyal demokrasi, kitle mitingleri, baskı.

 Bu yol - Ne elde ettik?

 Cesur olmak ve düşünmek, ne yapılacağını bilmek demektir.

 1 - Grev Salı - 3 Haziran saat 14:00.

 Birkaç işçinin girişimiyle ve çeşitli tartışmalardan sonra genel greve gidilmesi kararlaştırıldı, hedefler bir broşürde açıklandı.

 Su.

 bütün işçiler için, fazla mesai ücretlerinin değiştirilmesi.

 Bazılarımız hayli zor koşulllarda çalışıyoruz Su.

 0 ile 10 saat arasında bir indirim, 2 hafta için 350 frank demek.

 Grev, başlangıçta gece vardiyası yapan işçilerin 80%'i tarafından desteklendi.

 , saat 13:00 - 22:00.

 Su.

 Çarşamba sabahı saat 4:30 işçilerin talepleri geldi.

 ikinci vardiya işçileri tartışmalara katılmamışlardı harekete katılmaları gerekiyordu.

 Bir süre sonra, ikinci-vardiya işçileri miting yaptılar ve greve gitmeyi kararlaştırdılar.

 Bu durum işçilerin 90%'ı tarafından desteklendi.

 Perşembe ayın 5'i, sabah 5 civarı grev komitesi grevi devam ettirme kararı aldı.

 Broşürler dağıtıldı.

 "İşçiler bildiriyor: "Kazanana kadar greve devam edeceğiz.

 "İki vardiyaya bölmeye çalışacaklar.

 "Haydi kararlarımızı birlikte alalım.

 "Şikayetlerimiz aynı.

 " Ne istiyorsun?

 O ne istiyor?

 Daha iyi çalışma şartları istiyor.

 Ve daha fazla ücret.

 Görüyorsun, fakir bir yerli.

 Karısı hasta, çocukları da hasta.

 Benim görüşüme göre, bir anlaşmaya varılabilir.

 Bu duruma bakabilirim, ama bir kez kampa gittiğimiz zaman Toplama kampına götürülene kadar bu durumdan siz sorumlusunuz.

 Grev söylentileri var.

 Söylentilere göre onların istekleri karşılanacak.

 Bu söylentileri kim başlattı?

 Sendika temsilcisi.

 İşçilerin 80%'inin işbaşı yaptığını söylediler greve devam eden sadece küçük bir azınlık kalmış.

 Bu söylentileri kim başlattı?

 Sendika temsilcisi.

 Patronlar "Ajitatörlerden" bahsediyorlar.

 Bu kelimeyi kim kullanıyor?

 Sendika temsilcisi.

 Temsilci, işçi sınıfının mücadelesini patronların diline çeviriyor.

 Temsilci çevirdikçe ihanet ediyor.

 Bu safça bir şans olarak, bazı grupların hatası olarak, koşulların sonucu veya ulusal gelenekler olarak açıklanamaz, Bu durumun ekonomik düzenle ilgisi olan kesin yanıtları bulunmaktadır.

 tüm kapitalist ülkelerin gelişim seyri içinde bu ihanet kaçınılmaz hale gelir.

 Sendika temsilcisinin başarısızlığı, sosyal demokrasinin oportünizminin yenilgisidir, sosyal demokrasinin başarısızlığı: bu revizyonizmdir.

 İşçi hareketinin örgütlenmesi evresinde bu durum "barışçıl evre" denen sürecin ürünüdür Bu dönemde işçi sınıfı mücadelesi için silahlar buldu: parlamenter ve legal imkanlar için başvurular yaptı, ekonomik ve politik kitle organizasyonları düzenledi, geniş bir basın emekçisi kitlenin varlığı oluştu.

 Diğer yandan bu evre "toplumsal barışı" devam ettirmek için sınıf mücadelesini reddetme riskini de içermektedir.

 Tercümesi - döneklik.

 İşçi sınıfı içindeki bazı gruplar - işçi hareketinin bürokratları ve aristokratları Üçüncü Dünya'nın sömürülmesinin meyvelerinden faydalananlar ve kendi ülkelerini dünya pazarlarında avantajlı konuma getirenler - işçi sınıfı hareketi içindeki bazı gruplar, ve onların Komünist Partinin merkezine yerlemiş küçük burjuva ortakları, bu eğilimin toplumsal desteğini oluşturmaktadır.

 Bunlar proleterya içindeki burjuvazi etkisinin taşıyıcıları konumundadırlar.

.

 2 - Temsilci Askeri ve silahlı güçler hiçbir şekilde dağıtılmadı, kitleler devrimci patlamalara karşı çıkmaya devam etti.

 Şikayetlerinin çoğu memnuniyetle karşılandı.

 Bugün çalışmaya dönmek zaferdir.

 Çevirisi - Döneklik.

 Sendika temsilcisi ne zaman konuşsa yalan söyler.

 Örnek: "İşçi sınıfının ve müttefiklerinin yeni politik gücünün görevi "yeni bir ekonomi ve yeni bir yaşamı üretmektir, "bu sosyalist bir yaşam olacaktır.

 "Bu büyük devasa görevin farkına varmak "kitlelerin en geniş katılımını ve desteğini gerektirmektedir "kamu yönetiminde.

 "sosyalizm sadece "kapitalist baskıdan işçinin özgürleşmesi demek değildir: "sosyalizm, tüm burjuva demokrasisinden "üstün bir demokrasi anlayışını üretebilmeli ve gösterebilmelidir.

 " "Şu ana kadar cesaretle elde edilen sonuçlarla "ve gidilmesi gereken uzun bir yolun bilinciyle, "tüm enerjimizi mücadeleye aktarmamız gerekmektedir "zaferler için bu gereklidir "ülkedeki üretici güçlerin birlikte mücadelesi ile.

 " 3 - Aktif Azınlıklar Konuşur, konuşur, konuşur.

 Çılgınlık, provokasyon, bunlar her zaman aynı.

 Bir şeyler yapmak zorundaydık çünkü bizi temsil ettiği söylenen kişi hiçbir şey yapmıyordu.

 Tek yaptığı patronlarla konuşmaktı.

 Ne yapmalı?

 Başka türlü bir greve ihtiyacımız var.

 İhtiyacımız olan şey işçiler için broşürler yazmaktır.

 Yarın, fabrika kapılarında broşürleri dağıtacağız.

 Böylece öğrenciler önce işçi sınıfının uyandığını görecekler.

 Böylece, öğrenciler en azından önce işçi sınıfının uyandığını görecekler.

.

 Böylece, işçiler en azından öğrencilerin uyandığını görecekler Ne yapmalı?

 Soldan düşün.

 Lenin'in metnini oku, genelde revizyonistler tarafından solcuları ajitatörler olarak yaftalamak için kullanılır Unutmamalı, Lenin ikincil olanı asıl tehlike olarak karıştırmadı.

 Asıl tehlike konusunda Lenin'e katılıyorum sosyal-demokrat döneklik içindeki yalanlar ve sol ideolojideki ikincil tehlike, Sol Komünizm bir çocukluk hastalığı.

 Unutma, Lenin işçilerin solundan bahsediyordu, öğrencilerin solundan değil.

 Buradan başlayacaksak, her zaman ve her durumda saldırmak, Leninist görüşe göre çocukluk hastalığı.

 Geçmiş hatalarımızdan öğrenmemiz gerekiyor.

 her zaman yeni keşiflere karşı mücadele eden kişiler olmuştur.

 kitlesel devrimde, her zaman inanmak ve tüm bunlar başarı getirmeyecektir.

 Yeni devrimci bir yolda duranlar.

.

 geleneksel söylemlerin yardımından medet umanlar ve sınır çekenler.

 Aktif Azınlıklar Bu kadının adı Suzanne Monet, ünlü ressam Claude Monet'in karısı.

 1903 yılında Figaro'yu yayınladı Cumhuriyet'in başkanına açık mektup yazarak kocasını tutana demiryolu işçilerinin grevini protesto etti St.

 Lazare Garı'na resmini tamamlamak için girdi.

 1925 yılında bu kadına Scarlett Faulkner deniyordu.

 Louisville - Alabama'dandı.

 Bilinen bir nemfomanyaktı, Eldridge Cleaver tarım işçilerini suçluyordu kendisine defalarca tecavüz ettiklerini söylüyordu.

 Ku Klux Klan'ın lokal şubesi korkunç suçluların acil infazını sürdürüyor.

 1936'da, bu kadına Ines Mussolini deniyor.

 İspanyol temsilcisi Schneider-Krupp ile evleniyor.

 Katalonya, anarşistlerden ve işçi konseylerinden temizlenince General Franco'nun birliklerini Barcelona'ya davet ediyor.

 1969'da, ismi Rachel Darnev, Nuremberg'deki Vise-Farben Üniversitesi'de kimya analizi eğitimi alıyor.

 Topraklarını terk etmek istemeyen Nablus ve Gaza bölgesindeki Filistinli çiftçileri Napalmlama üzerine uzmanlaşıyor.

 Bu adamın adı René Andrieu.

 l'Humanité dergisinin şef editörü 1871'de Paris Komünü Merkez Komitesi'ne katılıyor kızıl bayrağı ve üç renkli bayrağı birleştirmeye çalışıyor.

 Buna karşılık, Varland isimli bir işçi vurulmasını öneriyor.

 Başarısızlık, René Andrieu Versailles'e kaçar.

 1933'te, bu adamın adı Luigi Dubcek'tir.

 KPD Politbüro üyesidir, Almanya Komünist Partisi, Vorwelt gazetesinin ofisleri dışında Nazi askerlerinin düzenlediği organizasyonda Yahudi yoldaşlara duyarlıca ve barış içinde yaklaşır 1945'te, bu adama Maurice Duclos deniyordu.

 de Gaulle hükümetindeki 3 komünist bakandan biriydi.

 Bütün partizanları silahlarını bırakmaya davet etti.

 Bir yıl sonra bu silahlar Avrupalı madencilerin grevini bastırmak için işverenler tarafından kullanıldı.

 1969'da bu adamın adı Vladimir Brejnev idi.

 Potemkin zırhlısının komutanı olarak, Kuzey Kore toprakları üzerinde düşürülen ABD casus uçaklarınının bulunması için gemisini ABD Dışişleri Bakanı Foster Dulles'e önerdi.

 Aktif Azınlıklar 4 - Halk Meclisi Bir halk meclisi toplantısında kamera herkesin kullanımındadır Baskı için önerim bir gazete imajı Bana katılıyorsun.

 Bir çeşit Önerin sovyet gerçekçiliği.

 Öyleyse, bu konuyu ele alalım Daha ileri gideceğimi söyledim.

 Dolayısıyla doğru yaklaşımı bulmamız gerekiyor Burada problem - Stalin'in resmi - zaten filmin içinde Sadece aklına gelen ilk şeyi söyleme.

 Ama Stalin'in portresinin canlılığı filmin içinde.

 O bu filmde.

 Bu imajdan ötürü baskı hissetin mi?

 Ne duyuyoruz?

 Ne görüyoruz?

 Tartışan insanların imajı, karmaşık sesler, Stalin ve Mao posterlerinden parçalar.

 Niye bu imajlar?

 Niye bu sesler?

 İmajlar ve sesler arasında sürekli değişen bu ilişki niye?

 Amaç Mayıs 68'de yaşadığımız tecrübeleri konuşmaktı.

 Fabrikalarda, üniversitelerde, ofislerde, yoldaşların düzenlediği mitinglerde ve organizasyonlarda.

 Görüşmeler sürecinde çeşitli karışıklıklara rağmen yine de ilerleme kaydettiler.

 Bunu nasıl açıklayabiliriz?

 Bu tartışmalardaki doğruyu nasıl keşfedebiliriz?

 Doğruyu doğru bir şekilde nasıl elde edebiliriz?

 Belirli sayıda yoldaş hızla film üretimine döndüler.

 Grubun geri kalanı, aktif azınlık olarak devam ettiler.

 Grevden sonra, sosyal demokrasi vb.

 gibi konular halk meclisinde tartışıldı, yoldaşlar hızla bir sonuca vardılar.

 halk meclisi dediler, çünkü bu tartışmalar için gerekliydi - filmin devamının ana konu olmasına karar verildi.

 bu imajlar ve sesler hakkında bir tartışma anlamına geliyordu, filmde halk meclisinin aynı sahneleri tasvir etmesi demekti.

 Mayıs ve Haziran 1968 Fransası, bugün Fransa'da, İtalya'da, İspanya'da, Meksika'da vb.

 hakim güçler devrimci gruplara baskı ile yanıt veriyor.

 Halk meclisi bu yüzden filme konu oluyor.

 şöyle bir sıra izleniyordu, imajların ve seslerin üretimi ve baskı tartışıldı Bu tartışmaya uyan analizlerin düzenlenmesi halk meclisinin nasıl çalıştığını anlamayı kolaylaştıracaktır.

 yoldaşlar baskının hangi imajını hemen önerdiler?

 Stalin ve Mao'nun posterleri, kapitalistler tarafından cinayetten aranıyorlar.

 Niye Stalin?

 Çünkü bu yoldaşlar için, genellikle konuşulan şey Stalin problemidir, beğenin ya da beğenmeyin, kendisi devrimci hareketin bir parçasıdır.

 Bunu nasıl açıklarsınız?

 Onun Stalin olduğunu söylemiyorum, ama diğerleri onu Stalin olarak kabul ediyor.

 Biri Stalin'i reddederken kendini Stalinist konumda bulur.

 Stalinist, kesin olarak çünkü Onlar filmde görülmüş tüm karakterleri dışarda tuttular.

 Ama biz bunu biliyoruz.

 Sonuç olarak bu film Papadopoulos'la işbirliği içinde.

 Böylece imajımız olarak alıyoruz, imajımız olarak alıyoruz imajımız olarak alıyoruz, imajımız olarak alıyoruz "Cinayetten Aranıyor" Gian Maria Volonte tarafından asıldı.

 Ve burada biz Daha önce kullanılmamış bir imajla, tanık olduğunuz tartışmayı sunduk.

 Parti sekreteri, orada, mesela, filmde o yerde, bir şeyler Stalin'e geri gidiyor, ve biz boğazımıza kadar - "gerçekçilik" denen şeye boğulduk Şimdi ne deniyor?

 Sosyalist gerçekçiklik.

 Çin.

 Yoksul çiftçilerin Kiung-Tsing üretim tugayı sağlık alanındaki revizyonist ve karşı devrimci çalışmaları protesto etmek için toplanmış bulunuyorlar.

 Mısır.

 Elouan'da silah fabrikası işçileri İsrail emperyalistleri ile işbirliği yapan bürokratı sorgulamak için birlikteler.

 Fransa.

 İşçiler C.

S.

F.

 Issyles-Moulineaux'da C.

G.

T.

 daimi temsilcisinin davranışlarını kınamak için toplandılar.

 ismi Marksist-Leninistlerin broşüründe geçiyor diye saldırıya geçmişti böylece işveren tarafından kurulan baskıcı uygulamaları açığa çıkartıyorlar.

 Halk meclisini sadece bir tartışma grubu olarak görmek onu soyut olarak görmektir.

 Çünkü kim, kime karşı konuşuyor?

 Her halk meclisi kendine özgüdür.

 Ülkenin ve militanın çelişkilerini yansıtır.

 Kim konuşuyor ve kime karşı konuşuyor?

 Çin: kitleler kapitalist yöneticilere karşı ayağa kalktılar.

 Mısır: kitleler Sovyet revizyonistleri tarafından desteklenen sömürücü askeri bürokrasiye karşı mücadele ediyor, Fransa: kitleler Fransız revizyonistlerine karşı duruyor.

 kim kapitalist sömürücülerle aynı grupta.

 Tüm halk meclisleri birbirine benzer, çünkü her tekil ülkede, niteliksel olarak farklı bir şekilde aynı düşmanla karşı karşıya kalırlar.

 Her ülke bizim bölgemizin ülkesi - emperyalizm ve modern revizyonizmin krizlerinin dönemi emperyalizm ve modern revizyonizmin işbirliğinin ülkeleri devrimci hareketlere karşı ortak saldırıların dönemi.

 Her halk meclisi şu anki dönemle ilgili soru sorar - emperyalizmin tarihi sorunu, revizyonizmin tarihi sorunu, ve revizyonizmin gerçek tarihinin sorunu Stalin sorunu olarak bilinen şeyle ilgili ciddiyetle sorulan soru.

 daha fazla Stalin imajına odaklanılmayacak, ama proleterya diktatörlüğünün başlangıcından bu yana Sovyetler Birliği'ndeki sınıfların durumu analiz edilecek, Sinemanın en iğrenç yönü burjuvazi ve Stalin aynı tutuma sahip.

 Bu imajların ve seslerin özellikle sıralandığını gösteriyor.

 Bu durum kendi pratiğimizde burada da görülebilir kimse eğlenmiyor gibi durmaktadır.

 Jean-Luc "parti içinde de bu problem çözülmüş değil" der.

 Bu doğru değil.

 Evet, bu doğru.

 Kötü ifade edilmiş problem, yanlış çözüm.

 Gerçekten ileriye dönük problemler.

 Örnek: 23 Haziran 1931'deki "Ekonominin güçlendirilmesi için yeni durumlar ve yeni görevler" konuşmasını sınıfsal açıdan analiz etmek Örnek: '37-'38.

 Yoldaş Stalin'in önerisi ile Sergei Eisenstein Bezhin Meadow filmini çekmeye başlar film kırsal alanların sosyalizasyonu sürecindeki mücadeleyi anlatmaktadır.

 '37-'38.

 İspanya İç Savaşı.

 Anarşist milisler ve yoksul çiftçiler toprakların bölüştürülmesine başlar Bu insanlar, Enternasyonal'in direktiflerini mekanik olarak uygulayan İspanya Komünist Partisi siyasi sekreteri tarafından anarşizmle mücadele adı altında tasfiye edildiler.

 "Niye?

" diye sormak aynı zamanda "Kime karşı?

" diye sormaktır Stalinist imajlar.

 Problemi bir düşünün.

 Pozitif yönüyle: İmaj göstermek hiçbir şeydir, kendinde bir imaj yoktur, sınıf mücadelesi bağlamı dışında bir imaj yoktur.

 Bu durumun Stalin'in bir imajı ile gösterilmesi.

 Negatif yönüyle: doğru imaj bulunamadı, bu yeterli ve gerekliydi.

 Stalin ve Mao kapitalistler tarafından cinayetten aranıyor - bu gerekliydi, ama baskının yetersiz bir görüntüsü var.

 Baskının başka imajlarını da bulmalıyız, şu an sadece onları yapabiliriz.

 Humphry Laboratuvarları liman işçileri grevi hakkında film yapmayı reddetti.

 grevciler kendileri çektiler.

 Yankee elçisinin kaçırılmasından 3 gün sonra Brezilya idam cezasına geri döndü.

 Marakeş'te makineli tüfekli aşırı sağcı bir komando hükümetin tam desteği ile öğrencilerin mitingini bastı.

 6 - Aktif Grev Marcel, 4 haftadır grevdeyiz.

 Bu mektup sana ulaşacak mı bilemiyorum, çünkü postanedeki yoldaşlarımız da grevdeler, ama çok uzun sürmeyeceğini umuyorum.

 Sendikalar mücadele için daha fazla destek çağrısı yaparlarken, temel hizmetlerin çalışabilmesini teşvik ediyorlardı.

 Posta ve demiryolu hizmetleri yeniden çalışmaya döndüklerinde, istesek de istemesek de ufak ufak hepimiz geri döneceğiz.

 Bu çok net.

 Kendi durumunda sen de bunu görüyorsun.

 Ama gidişatı değiştirmek için ne yapabiliriz?

 4 hafta direndik ve bu bizim için zafer sayılır.

 2000 kişiden, 900'ü vardiyalarda oturma eylemlerine devam ediyorlar.

 Zafer diyorum, işlerin senin için nasıl göründüğünü bilmiyorum.

 Her neyse, fabrikamızdan 500 km uzaktaki Mazda'da, Givelaud ve Alasef'te durum daha farklı.

 İlk gün C.

G.

T (Fransa İşçi Konfederasyonu) temsilcisi dedi ki: "Güzel, çalışmayı durduruyoruz.

 Evinize gidin.

 Anlaşma sağladığımız zaman size haber veririz.

 " 10 veya 20 kişi kaldı ve fabrikayı işgal ettiler.

 Ama korkaklar tarafından yalnız bırakıldılar.

 Bizim olduğumuz yerde 900 kişi işgale katıldı ve başlangıçta bu yeterli oldu.

 800 kadarı aynı fabrikada 5-10 yıldır çalışan kişilerdi, daha önce hiç böyle bir şeye katılmamışlardı.

 Bu bir şeyler yapmayı mümkün kıldı ve tartışmalar başladı.

 Grevde ve işgallerde yer alan herkes bir şeylerin değiştiğini söylemeye başladı.

 Elbette bazıları kart oynamaya, futbola veya kadınlara daha meraklıydılar.

 Bu da yeni bir şeydi - pek çok kadın orada yer alıyordu.

 3 hafta sürdü.

 Olayları ciddi bir şekilde değerlendirdik, Sadece 45.

atölyenin lavabo penceresinin değiştirilmesini değil, siyaset de konuştuk Bu durum sendika yetkililerini endişelendirdi.

 Ayrıca öğrencilerle buluştuk.

 Grev liderlerine göre tüm bu durum iyidi.

 C.

G.

T.

 yöneticileri öğrencilerin kantini kullanmasını kabul etmek zorunda kaldı.

 Elbette bu çok fazla bir anlama gelmiyordu, çünkü anlaşılmayan bir dilde konuşuyorlardı.

 Bazıları herkes bıkana kadar durmadan konuşuyordu.

 Bu negatif bir şeydi.

 Pozitif olan bu insanlar kavga ediyorlardı ve ilginç şeyler söylüyorlardı, dışardan insanlar oturma eyleminin zayıflamasını engelliyordu.

 Ama şimdi, 4 hafta geride kalmışken, sayımız zorlu bir şekilde artış gösterdi.

 Başından beri orada olan insanlardan bazıları, geçen haftasonu evlerine gittiler Eşleri, çocukları Elbette bu normaldi.

 Bunun yanında, geçen haftasonu 100 kadar kişi işgali sürdürdü.

 İnsanlar oylamaya pek ilgi göstermiyordu, kart oyunları daha çok ilgi çekiyordu.

 Sonra öğrencilerin bize söylediği şeylerden birini düşündüm.

 C.

S.

F.

 Brest şubesinde, görünüşe göre bazı işçiler işbaşı yapmışlardı transistörlerini kendileri yapmışlardı, sebze ve kümes hayvanları için bunları çiftçilerle takas ediyorlardı.

 Onun öyküsü kulağa farklı geliyordu, ama daha fazla öğrenmek istediğimizde tamamen karıştı, ve hiç bilgi alamayacağımızı gördük.

 O buna aktif grev diyordu, ona göre grevin zayıflamasını engellemenin tek yolu buydu, işverenlerle hesaplaşmak ve iktidarın somut problemlerini tespit etmek gerekliydi.

 .

 Atölyeleri ve insanların mücadele azmini düşününce, uzmanlar olmadan da fabrikaları yönetebileceğimizi görüyorum.

 Onlar gerçekten ne yapılması gerektiğini bilmiyorlar.

 Bazıları onayladılar, bazıları ise hayal gördüğümü söylediler, ama gerçekten niye diye sormadılar.

 Cevabın için teşekkür ederim, ve umarım yakında görüşürüz.

 Gitmem gerekiyor - Pazartesi günü, yöneticiler ve grev kırıcılar yine burada olacaklar çalışma özgürlüğü için geri geldiklerini söyleyecekler.

 Lanet olsun, umarım onları susturacak kadar kalabalık oluruz.

 Hoşçakal.

 Merhaba, ben Jean-Pierre Peugeot.

 Kiminle görüşüyorum?

 Grev komitesi.

 Dinle genç adam, nazik olmaya çalışıyorum, kimsiniz?

 Grev komitesi.

 Ben size kim olduğumu söyledim: Jean-Pierre Peugeot.

 Şimdi siz kimsiniz?

 Grev komitesi.

 Kiminle konuştuğumu bilmek istiyorum.

 Grev komitesi.

 Ben Jean-Pierre Peugeot'yum.

 Kim olduğunu söylemeye korkuyor musun yoksa?

 Grev komitesi.

 Gerard, mektubunu aldım.

 Beklenildiği gibi oldu, yeniden çalışmaya başladık.

 Hatalı olduğunu düşünüyoruz.

 Uzmanlar olmadan da çalışılabileceğini göstermek istemiştin.

 İşin sadece teknik yönü olmadığını unuttun, ayrıca sosyal-teknik bir yönü de var.

 ve sadece kendi bakış açına göre çalışarak, tam olarak kapitalistlerin istediği şeyi yapıyorsun.

 Çinliler der ki: "Devrimci olun ve üretimi yeniden organize edin.

" Güzel.

 Ayrıca şöyle derler: "Üretimi farklı bir şekilde organize etmek için önce devrim yapmalısınız.

" Aktif grev organize edip insanlar çalışmaya devam etseler de, farklı türden bir şey olmazdı, yalnızca geçici bir grev olurdu.

 Tamam.

 Pirelli'deki yoldaşlarımızın da aynı şeyi yaptığını gazetelerden okudum.

 Ama iktidardakiler için 50 milyonluk bir kayıp dışında bir halta yaramadı.

 Bizi düzen içinde tutmak isteyen polislerine ve bize saldıran silahlı kuvvetlerine karşı, burjuva devlete karşı savaşmak için örgütlenmeliyiz- 7 - Polis Devleti Eski tas eski hamam.

 Yenilgi - Provokasyon Birinci Ulusal Şehir Bankası'nı soydum - $50,000.

 Lightedfoot - Heroklod treninin makinistini vurdum.

 Citroën yöneticisinin çocuğunu kaçırdım.

 Batı Berlin'in şerifini vurdum.

 O halde ortak düşmanımız var.

 Seninle birlikte niye ortak düşmanlarımız olduğunu ve niye mücadele etmemiz gerektiğini bulmam gerekiyor.

 Yeni Yenilgi - Yeni Provokasyon Konuş!

 Niye proleteryanın cinselliğini istismar ediyorsun?

 Fiilen geri verdiğini niye sözel olarak da geri veriyorsun?

 Konuş!

 Konuş!

 Bir direniş haftası.

 17'si Cumartesi, Anderny-Chevillon'un demir madenleri.

 Son işten çıkartmaların ardından 24 saatlik grev.

 19'u Pazartesi, Vendel-Sibelon Ayot.

 Saatlik 0.

80 franka karşı ücret artışı grevi.

 9 maden ocağından 3'ü kapatıldı.

 20'si Salı, Ulusal Astronomi ve Jeofizik Enstitüsü.

 iş güvenliği için 150 kişinin grevi.

 21'i Çarşamba, Liquid Air.

 Sendika görevlilerinin entrikalarına karşı çelik işçilerinin grevi.

 22'si Perşembe Quimper'de Maudit kağıt fabrikası.

 Düzensizliğe doğru provokasyon.

 Hakaret.

 Yeni provokasyon.

 Yeni hakaret.

 Mağlup edene kadar.

 Emperyalistlerin ve sağcıların mantığı budur.

 Bu mantığı asla değiştirmeyecekler.

 Militanların görevden alınmalarına karşı yeni grev.

 23'ü Cuma, Bergson Lisesi, Paris 19.

 Lise, Paris Akademisi Rektörü tarafından kapatıldı ve sivil polis girişleri kontrol altına aldı.

 Mücadele.

 Yenilgi.

 Yeniden mücadele Ta ki zafer kazanana kadar.

 Halkın devrimci mantığı budur.

 Devrimcilerin sabırsızlığı polisin her zaman en iyi müttefiki olmuştur.

 Miting alanlarına doğrudan gitme.

 İzlenmediğinden emin ol ve daha tenha sokaklarda dolaş.

 Mümkün olduğunca az yaz.

 Adresleri hatırlamak için hafızanı geliştir.

 Acil durumlarda, bir Hristiyan adı düşün, her zaman soyadından daha etkilidir, ve baştaki Hristiyan adından daha iyidir.

 Telefonlarda kısık sesle randevulaş.

 Bilmemen gereken şeyleri bulmaya çalışma.

 Düşmanın her şeyi yapabileceğini bir an olsun unutma.

 "Biz her şeyi biliyoruz!

" dediklerinde asla inanma Bu hiçbir zaman doğru değildir.

 Polisten ve legal otoritelerden önce, gerçeğin yeniden kurgulanmasına yönelik sağlıksız idealist burjuva düşünceye kapılma.

 Bu savaşta sömüren sınıflar ile ezilenler arasında ortak bir doğru bulunmamaktadır.

 Mücadele, yenilgi.

 Bir daha mücadele, yine yenilgi.

 Bir daha mücadele, ve zafere ilerleme.

 Halkın devrimci mantığı budur.

 - halkın mantığı - bu mantığa asla karşı koyamazlar.

 Ama nasıl birbirimizi tanıyacağız?

 Sadece başkasını tanıma, aynı zamanda kendini de tanıt.

 Doğru.

 Yapmamız gereken şey kolluklar oluşturmaktır.

 1 Mayıs Mücadele: Madrid, Cordoba, Pekin, Watts Piyes: Moskova, Paris, Bükreş, Cezayir Doğru.

 Ama bu hepsi değil.

 Ne renk?

 Dinle.

 Bak.

 Filmin İkinci Bölümü.

 Bir mekanizma gösterdiniz: grev, temsilci, halk meclisi, baskı, polis devleti, vb.

 Gerçek hareket, Mayıs 1968 Fransası, '68-'69 İtalyası, bir film yaptınız.

 Nasıl yaptınız?

 Şimdi eleştirin, şimdi mücadele edin, şimdi dönüştürün.

 Unutmayın her insan için hatalardan uzak durmak çok zordur.

 Onların düzeltilmesi Marksist eğitime karşı olan hareketlerde yatıyor.

 Halkla birlikte bir kez daha başlanır Halkla iletişim sorunu hakkında özellikle özeleştiri yapılmalı Halkla iletişim İnsanların fikirlerini aktarmak, konsantre olmak Bir amacınızın olması tek başına yeterli değildir, üstesinden gelmeyi sağlayacak yöntemleri de çözümlemelisin.

 Yöntemin yanlış.

 Mao'dan alıntı yapmanın yeterli olduğunu düşünüyorsun, öyleyse ülkeye git ve tarım işçilerinin kırsaldaki halkla nasıl birleştiklerinin filmini yap iş için doğru formül, prodüksiyon için ve yönetmenliğin temel nosyonları için.

 Partimizin her politik aktivitesinde, doğru yöntem aşağıdaki kuralları izlemelidir.

 Hala sloganlarla ve afiş dili ile konuşuyorsun, ve hala halktan kopuksun, halkla bütünleşmiş değilsin gerçek mücadelenin dışındasın.

 Gerçek konumunun ne olduğunu düşün.

 Efektif politik araçlar olarak Çinli yoldaşlarımızdan alıntılar yapmak hazır çözümler sunmaz.

 Bağırıyorsun, tahmin yürütüyorsun, görüş yayıyorsun, ama gerçekten sorgulamıyorsun.

 Halkın içinde tartış ve öğren, böylece insanlar düşüncelerini, onaylayıp kabul edeceklerdir.

 İnsanların kendi pratiklerinde görüşlerin doğruluğunu ve geçerliliğini sına.

 Ve bir kez daha, halka görüşlerini aktarmasına izin ver.

 Görüyor musun, sorguladığını söylüyorsun.

 Ama bunu zayıfça yapıyorsun.

 Sonuç olarak burjuva sosyolojisini deneyimliyorsun.

 Sosyal sınıfların gerçek gücünü açığa çıkartmak yerine, sözde gerçekçi filmler yapıyorsun.

 Halkın sefaletini gösteriyorsun, ama mücadelesini göstermiyorsun.

 Ve mücadelelerine yer vermeyerek, mücadele araçlarından da onları yoksun bırakıyorsun.

 Senin sineman, imajların, seslerin, burjuva televizyonlar ve onların revizyonist ortakları için.

 Bu tartışma sürüp gidecek, düşünceler daha net, daha canlı ve daha karmaşık hale gelecek.

 Bu teoridir.

 Dinle.

 Bundan daha fazlasını yapıyorsun.

 Konutları çekiyorsun ve halkın filmini çektiğini söylüyorsun.

 Gerçek konumunu hiçbir zaman sorgulamadın.

 Bir araştırma yaparak başladın, ama nereden başladın?

 Sınıfın üzerinde bir sinema olmadığını biliyorsun, sınıf mücadelesinin dışında bir sinema yer almıyor.

 Ama bu ne anlama geliyor?

 Bu toplumun hakim gücü anlamına geliyor, hakim sınıf, aynı zamanda filmlerde, hakim imajlarını üretiyor.

 Bu durum, bu kullanılan imajların hakim sınıfın imajları olduğu anlamına geliyor.

 Bir mücadeleye giriyorsun, ama burada ve şimdi nasıl mücadele ediyorsun?

 Film yapıyorsun.

 İmajlar ve sesler üretiyorsun.

 Ne yapmalı?

 Amaçların doğrultusunda film yapma araçlarına sahipsin.

 Egemen sınıfın hegemonyasını tasvir etmeyen imajlar ve sesler mi yapılmalı?

 Evet, ne yapılmalı.

 Nerede, hangi konumda olduğunu bilmekten korkmamalısın.

 Nereden başlanacağı seni korkutmamalı.

 Neredesin?

 Fransa'dasın, İtalya'dasın, Almanya'dasın Emperyalist bir ülkedesin.

 Neredesin?

 Prag'da, Varşova'da, Berlin'desin revizyonizmin uşağı olmuş bir yerdesin.

 Brejnev Stüdyolarının Mosfilm'i için çalışmıyorsan, Nixon'ın Paramount'u için çalışıyorsun.

 Bu her seferinde aynı şeyi yapıp duruyorsun demektir, çünkü Brejnev'in Mosfilm'i için çalışıyorsun, veya diğer sahip Nixon'ın Paramount'u için çalışıyorsun.

 Bu sahibin 50 yıldır aynı filmi talep ettiğini unutuyorsun.

 Bu filmin adının "Western" olduğunu unutuyorsun ve bu durum tesadüfle açıklanamaz.

 İncelemeye başlıyorsun, ve yöntemlerinin hakim sistemin ideolojisi tarafından belirlendiğini görüyorsun.

 Birincil ve ikincil görevlerini karıştırma.

 Bu bir sekans boyunca sürer, bu filmde başlıca görev teoridir.

 A - Teori Hollywood.

 Prodüktörler.

 Fabrika.

 Hollywood sinemanın harika bir şey olduğunu, rüya gibi olduğunu gösterir, bunu kabul etmeniz gerekir.

 Ama bu rüya, Hollywood'un ellerinde bir silahtır aynı zamanda.

 Hollywood bu hayalin gerçek olduğuna inanmanızı ister, gerçeğin kendisinden daha gerçek Hollywood sizi aptallaştırır ve amacına ulaşmak için her şeyi kullanır.

 Hollywood bu at imajının gerçekten at olduğuna inanmanızı ister ve atın imajı attan daha gerçektir.

 Hollywood bu yerlinin gerçek bir yerliden daha gerçek olduğuna inanmanızı bekler filmde ve atın sırtındaki fazlalığın Birlik askerinden daha gerçek olduğuna inanmanızı ister.

 Bu kişiye aktör denmektedir.

 Aktör bir karakter olarak tanımlanır.

 Bu karakterin maceralarına da film denmektedir.

 bu filmi yapmaya da yönetmenlik denmektedir.

 Bu amaçla, şu araçların hepsi gereklidir: kostümler, makyaj, kimlikler ve performanslar.

 Hollywood her sene dünyadaki en iyi yönetmenleri ödüllendirir.

 Oyun sürer gider.

 Gerçeğin emperyalist imajı gerçeğin kendisinin yerini alır.

 Moskova Film Festivali.

 Pesaro Film Festivali.

 Leipzig Film Festivali.

 Ben General Motorum!

 Ben General Motorum!

 Brejnev'in Mosfilm şirketi nasıl bir etki yaratıyor?

 Cezayir'de nasıl filmler yapılıyor?

 Havana'da nasıl filmler yapılıyor?

 Nixon'un Paramount filmlerine karşı bir mücadele var, ama gerçekten ne oluyor?

 Progresif sinema imaj ve ses arasında ilişki olduğunu anladı.

 Ama progresif sinema bu ilişkiyi ciddi olarak inceliyor mu?

 Bu bağlantılar nereden geliyor?

 Nasıl çalışıyor?

 Kimin için ve kime karşı?

 Hayır, progresif sinema kendine bu soruları sormuyor.

 Niçin sınıfsal açıdan sormayı reddediyor?

 Bazen sesleri bazen de imajı değiştiriyor.

 Yeni ilişkiler kurduğunu sanıyor ama nicelik ve niteliği karıştırıyor, sadece soyut ilişkiler kurguluyor.

 Brejnev'in Mosfilm şirketi Nixon'ın Paramount'una saldırdığını iddia ediyor, ama gerçekte onu destekliyor.

 Yeraltı.

 Londra.

 Paris.

 Amsterdam.

 New York.

 Burada bağımsız olduğunu iddia eden bir sinema var.

 Örneğin burada, imajdan bağımsız bir ses olduğu iddia ediliyor.

 Bağımsız olduğunu sanan sinema.

 Uyuşturucu sineması.

 Seks sineması.

 Şiirle bağımsızlaştığını iddia eden sinema.

 Tabusuz bir sinema, sınıf mücadelesi karşıtlığı dışında Sınıf sineması, Nixon-Paramount'un dalkavukluğu, emperyalizmin dalkavukluğu.

 Başta farkına vardın devrimci mücadele tarihinin ortaya koyduğu yol Ama nerede?

 Önümüzde mi?

 Arkamızda mı?

 Solda mı?

 Sağda mı?

 Ve nasıl?

 Yöntemini değiştirdin.

 Üçüncü Dünya'nın sinemasının nerede olduğunu sordun.

 Sınıf mücadelenizi rahatsız ettiğim için affedin.

 Önemli olduğunu biliyorum.

 Ama politik bir film ne yönde olmalı?

 Bu yönüyle bilinmeyen sinema, macera sineması.

 Ve bu yönde Üçüncü Dünya sineması, tehlikeli bir sinema, ilahi ve muhteşem.

 Emperyalist tüketimin baskısının sineması tehlikeli bir sinema, muhteşem bir sinema, Faşist baskının sineması Ve sonrasında mücadelenin karmaşık yapısını keşfediyorsun.

 Analiz olanaklarından yoksun olduğunu keşfediyorsun.

 Somut duruma geri dönüyorsun.

 İtalya'da, Fransa'da, Almanya'da, Varşova'da, Prag'da Materyalist film burjuva kavramların sunumuna, sınıf mücadelesi ifadeleri ile karşı koyar.

 Burjuva kavramların sunumuna karşı sınıf mücadelesi.

 Burjuva kavramların sunumuna karşı sınıf mücadelesi.

 Evet.

 Emperyalistlerin ellerinden üretim araçlarının alınması, aynı zamanda ideolojik hakimiyetin ellerinden alınmasını belirler.

 Burjuvazi temsilden bahsedip duruyor.

 Ama bu ne anlama geliyor?

 10 saniyeliğine burjuva filmden bir karaktere bakacaksınız.

 Bu Western filmlerden bir karakter, psikolojik bir drama, polisiye bir film, veya tarihsel bir film.

 Fark etmiyor.

 Sonuç olarak her zaman baştan çıkartıcı biri vardır.

 Oturduğunuz odayı o açıklar.

 Karanlıkta olduğunu söyler.

 Balkonda çok insan olduğunu söyler.

 Beşinci satırda yaşlı bir adam var der.

 Arkada güzel bir kız olduğunu söyler Onunla yatmak ister.

 Ona çiçekler verir.

 Ekranda ona katılmasını ister.

 Çok fazla yeşillik vardır.

 Gökyüzü mavidir.

 Hava temizdir.

 "İnanmıyor musun?

 Öyleyse gelin buraya, sizi pislikler!

" "Harika bir yaz günü.

" "Güneşli bir gün.

 Doğruluk.

 " Burjuva kavramlarının sunumuna karşı mücadele.

 Hakim ideolojinin elinden üretim araçlarının alınması Söylenecek budur, azami program.

 Azami.

 Bu imajın kırmızı olduğunu söyleyebilmek.

 Kırmızı.

 Kırmızı.

 Ordu ile ittifak halinde olan işçiler ve köylüler olmadan Asgari program, asgari.

 Hecele.

 Nasıl öğreneceğini bil.

 Ve nasıl öğrenileceğini bilmek senin için yüzlere daha acı, absürd ve kirli gözlüklerden bakmaktır.

 Revizyonist okul öğretmeninin gözlükleri burjuvazinin ideolojik gücünü kuvvetlendiriyor.

 Komünist Parti halkın kültürünü arttırmaya karar verdi.

 Bayan Althusser, burada hangi halk var?

 Öncelikle, Üçüncü Dünya halkları.

 Üçüncü Dünya halkları öne gelsin.

 Üçüncü Dünya halkları lütfen öne gelir misiniz.

 Kapital'i Nasıl Okuyacağız?

.

 Güzel.

 "Üçüncü Dünya halklarına "saygı ve dostlukla.

" Bir dakika.

 İkinci bölümden başla.

 Revizyonist okul öğretmeni ne dedi?

 Dedi ki: "Kapital'i Oku.

" Kullan demedi.

 Kullan.

 İnsanların kusurlarını eleştirdi, ama bunu halkın bakış açısından yapmadı.

 Bir yoldaşa düşman gibi davranmak, düşmanın konumunu almaktır.

 Mücadele Müzik çalmayı öğrendim.

 Güzel değil mi?

 Güzel mi?

 Güzel değil mi?

 Bekle Güzel değil mi?

 Müziğimi sevmen gerek!

 Müziğim güzel değil mi?

 Sınıf mücadelesine katıldın mı?

 Evet.

 Cléon'daydım.

 Strasbourg'da mıydın?

 Sochaux'da mıydın?

 Güney Amerika'da mıydın?

 Battipaglia'da mıydın?

 Ben Battipaglia'daydım.

 Özeleştirimi yaptım.

 Rockefeller'ın ziyaretindeki gösterilere katıldın mı?

 Evet, oradaydım.

 Özeleştirimi yaptım, sınıf mücadelesi, ve müzik yapmayı öğrendi.

 Franco tarafından yasaklanan Mayıs kutlamalarında Madrid'te miydin?

 Evet, Mayıs kutlamalarında Madrid'te bulundum.

 Orada müziği de öğrendim.

 - Ne çaldın orada?

 - Dinle.

 Mücadele Pek doğru değil di mi?

 Hayır, çok doğru değil.

 Belki de gitmem gerekiyor.

 Sınıf mücadelesi ve özeleştiriyle birlikte gideceğim.

 Sonra daha iyi olacak.

 Sınıf tıbbı.

 Fransa.

 Endüstriyel tıbbın 5.

sınıf öğrencilerinin kitabından bir pasaj: "Yorgunluk seviyesi öznel ve kişisel faktörlere oranla objektif kriterlerle düşük düzeyde ilişkilidir.

.

" "Yorgunluğu ölçmek için departman şefi ve ustabaşı "en iyi konumda bulunurlar.

 "Onlar üretim hızını düşüren koşulları doğrudan gözlemlerler.

 "Doktor için görev, bu yorgunluğun temelini bulmaktır.

 "Tıp öğrencileri ustabaşı ile uyum içinde çalışmaları gerektiğini öğrenir "bu şekilde onun bilimsel alter-egosu olurlar.

 " Kapitalizmin bu koruyucu melekleri için emeğin açık bir yapısı vardır biri hastalığı bulur, diğeri tedaviyi.

 emeğin sosyal bölüşümünde hepsi aynı rolü oynarlar.

 Gözetim ve baskı Halk tıbbı.

 Çin.

 Sağlık sistemindeki dönüşüm, üstyapıdaki sosyal dönüşümün önemli bir parçasıdır.

 Yeni Çin'in kuruluşundan sonra - Yeni Çin - kırsal kesimde yaşayan halkın tıbbi bakım ve hijyenik ihtiyaçları için bir dizi kararname çıkartıldı İşçilerin sağlığı önemli ölçüde düzeldi, ama Liu Şao Çi döneği tıpta ve sağlık hizmetlerinde revizyonist yolu seçti.

 Hizmetleri şehirlerde merkezileştirmeye çalıştı.

 İsim yapmış hastanelerle ilgili hatalı bir teorinin peşinden gitti.

 Kırsal alanlardaki doktor ve ilaç eksikliği Çin'in uzun süre değişim yaşayamamasının en önemli nedenlerinden biriydi.

 Büyük proleter kültür devrimi - proleterya - bu revizyonist karşı devrimci eğilimi bozdu.

 Yoksul ve yarı yoksul köylüler sağlık sistemini kendi ellerine aldılar.

 Medikal laboratuvarlar inşaa edip, ambulans servislerini çalıştırdılar.

 Sonuç olarak ülke çapında sağlık hizmetleri belirgin bir şekilde iyileşti.

 Nanking bölgesindeki Yong Fang komününde 79 üretim grubunun pek çok sağlık çalışanı bulunuyordu Genel olarak, küçük yaralanmalar ve hastalıklar grupların içinde tedavi ediliyordu ayrıca küçük operasyonları da komün gerçekleştirebiliyordu Bir kooperatif sistemi yürürlüğe girmişti ve yoksul ve yarı yoksul köylülerin acil tedavileri karşılanabiliyordu.

 Mücadele - Eleştiri Les Beaux Quartiers, yazarı Marcel Proust, sayfa 145.

 Burjuva kültürüne ölüm!

 " sokağındaki odamı hiçbir zaman hatırlayamayacağım " Burjuva kültürüne ölüm!

 "Böylece konuşmanın tek bir yolu kalıyor.

 Bir defasında otelde hiç engel yoktu " Burjuva kültürüne ölüm!

 " San Marco Kanalı'nda bile yoktu, kalabalık ve güvercinler " Burjuva kültürüne ölüm!

 " San Giorgio Maggiore'de güneş mesafeli duruyordu.

 Bu kendinde bir dünya idi, kendinde " Burjuva kültürüne ölüm!

 " ve dedikleri gibi kendi için.

 Adımlar ve pasajlar " Burjuva kültürüne ölüm!

 " üst kattaki odanın karanlıkta kasvetli duvarları.

 Sönen lambalarla " Burjuva kültürüne ölüm!

 Revizyonist öğretmenini dinlemiyor.

 İkinci bölümden başlamıyor.

 Karl Marx'ın Das Kapital'inin ikinci bölümünden başlıyor.

 Kendi için okuyor.

 "Ulusların zenginliği kapitalist tarzdaki üretime "ve mal üretimine dayanır.

 Mal.

 "Mallar kullanım değerine sahiptirler, "ve tüm sosyal formlarda bulunurlar.

 "Ama kapitalist toplumda aynı zamanda değişim değeri mala yedirilmiştir "değişim değeri.

 " Kelimeler ve şeyler Burjuva kültürünün katıksız müttefikleri revizyonist entelektüellere savaş aç.

 Laurent Leroy, Fransa Komünist Partisi Merkez Komitesi.

 Burjuva kültürünün katıksız müttefikleri revizyonist entelektüellere savaş aç.

 "Ticari deneyim boyunca, zenginliğin kontrolü aynı kalmaktadır " Ölüm, ateş, ölüm.

 Marx - Engels - Lenin'in teorisi uluslararası önemdedir.

 Dogma olarak değil, bir eylem kılavuzu olarak görülmelidir.

 Örneğin Fransa'da, genç işçiler taşrada bir eğitim merkezinde sınavları denetlemek için gelen Maréchal fabrikalarının temsilcisini dışarı attılar.

 Marksist-Leninist terminolojiyi öğrenmekle kendini sınırlamamalısın; Marksizm-Leninizm devrimin bilimsel yönü olarak okunmalı.

 Marx, Engels ve Lenin tarafından ortaya konulanları incelemek tek başına yeterli değildir, onların yaşam ve devrim hakkındaki kapsamlı çalışmaları da incelenmelidir.

 Ayrıca yöntemleri ve argümanlarını da incelemek gerekir çalışma tarzları ve problemleri çözme teknikleri.

 Örneğin İtalya'da, 3 gün su ve elektrikten mahrum kaldıktan sonra yüksek faturaları ödememek için, Mezzogiorno kasabasının sakinleri belediye binasını işgal ettiler.

 trenleri durdurdular ve barikat kurdular.

 Örneğin, kendini özeleştiri ile silahlandırmak.

 10 dakika önce, Üçüncü Dünya'yı eğitmeye çalışıyordum; ve şimdi kendi özeleştirimi yapıyorum.

 Paragraf 1: "Geçmişte üniversite neydi?

 "Üniversiteye sıklıkla yetişkinler için anaokulu denirdi.

 "Bunların büyük çoğunluğunun üniversiteye gittiği doğruydu " Susun!

 " gittiler çünkü insanlar onları göndermek istediler, gönderilmek istendiler ve gittiler.

 " Özeleştirimi yapıyorum.

 Bırakın devam edeyim!

 Paragraf 2: "Ve şeyin içeriği neydi " Yoldaşlar!

 Fiat'tan geliyorum.

 Fiat benim üniversitem.

 Yoldaşlar bir bildiri yazdılar.

 "Liceo Gioberti Komisyonu" ile biz 5 soruluk bildiri hazırladık.

 "Çalışmanız hakkında ne düşünüyorsunuz?

" Grev!

 "Talepleriniz nedir?

" Devrim!

 "Ne çeşit mücadeleyi ve organizasyonu daha etkili buluyorsunuz?

" Grev!

 "Öğrenci hareketi işçilerin mücadelesine nasıl destek olabilir?

" Grev!

 "İtalya'daki genç işçileri ve öğrencileri kapsayacak kitlesel büyük bir organizasyon etkili olur mu?

" Gitmem gerekiyor - Pirelli'de dersim var.

 Pirelli'de pratik görevlerimiz var - fabrikayı işgal ettiler.

 Ben gidiyorum.

 Burjuvazinin elinde bir silah olarak kitlelerin eğitimlerinin ortaya çıkacağı zaman Kurban veya suç ortağı olduklarını söyleyenlerin cezası hafifletilecektir.

 Kamuflajlar olanları daha fazla saklayamıyordu - ne toplumumuzun doğası, ne de özel kurumlarda burjuvazinin uşaklarının yetiştirilmesi.

 Uygun bir yer ve burjuvazinin rahat konumu.

 Güzel.

 Kendi alfabe teorini geliştirdin.

 Savaşın önünde bunu da gördün.

 Güzel.

 Şimdi pratik şeylere dönebiliriz.

 Fransa, Mayıs-Haziran 1968.

 Birkaç ay boyunca tek bir kelime vardı: "özerklik".

 Bu kelimenin karanlık ve kafa karıştıran bir tarihi vardır.

 Torino 1919.

 Barcelona 1937.

 Budapeşte'de bir hafta 1956.

 Teorileştiriyorsun.

 Mayıs'ta başladın.

 Bana özerkliği anlat.

 Doğru kelimeleri bul.

 Dinle, buna doğru terimleri bulmak mı diyorsun?

 Öncekinden daha da soyut konuşuyorsun.

 Düşün.

 Somut durum.

 Özerklik.

 Örnek: Yugoslavya.

 Yugoslavya'da kapitalizmin restorasyonu kamu işletmeleri nedeniyle ortaya çıktı bu yapılar Yugoslav ekonomisinde önemli rol oynadılar dejenere oldular ve değiştiler.

 Ekonomide izlenen işçilerin özyönetim modeli bir çeşit devlet kapitalizmidir.

 Bu devlet kapitalizmi proleteryanın ihtiyaçlarına yanıt veremez.

 Bu bir tür devlet kapitalizmidir tamamen farklı koşullarda ortaya çıkan türü proleterya diktatörlüğünün zayıflamasına neden olmuştur.

 1950'den beri, Tito kliği çeşitli kararname ve kanunlar çıkarttı bunlar fabrikalarda işçilerin özerkliğini içeriyordu, madenler, medya, ticaret, tarım, kamu işleri ve diğer tüm devlet işletmeleri.

 Bu özyönetim uygulaması işçilerin işletmelere yerleşmesi ve işçi kolektifleri tarafından sürdürüldü.

 Bu kolektifler kendi hammaddelerini alıyor ve ürünlerin ne miktarda ve hangi fiyatlarla satılacağına karar veriyordu.

 Ürünlerini pazarlarda satabiliyorlardı, ücretleri düzenleyip, karın bölüşümünü belirliyorlardı.

 Teorik bakış açısıyla, Marksizm hakkında az çok fikri olan herkes bilir ki, "özyönetim" and "işçi fabrikaları" asla Marksist kavramlar olmamıştır, bunlar daha çok anarko-sendikalistlerin ve burjuva sosyalistlerinin düşünceleridir.

 Komünist Manifesto'da Marx ve Engels şöyle der: "Proleterya siyasi gücünü "burjuvazinin elinde bulunan para gücünü denetimleri altına alarak sağlayacaktır.

 "ve tüm üretim araçlarını kontrol altına alacaktır.

 " Bu çok temel bir sosyalist ilkedir.

 Ekim Devrimi'nden sonra, birileri fabrikalarda eski yöntemleri izlemek istediklerinde üretimi doğrudan organize edeceklerini sanmışlardı, Lenin onları eleştirdi ve bu durumun proleterya diktatörlüğünü zayıflatacağını belirtti.

 Tüm bu sonuçlardan ötürü Tito kliği tarafından izlenen "işçi özyönetimi" sistemi kamu kurumlarını sosyalist ekonominin yörüngesinin dışına çıkardı.

 Bu fenomenin başlıca semptomları: 1.

 Devletin bütüncül planlı ekonomi modelinin baskılanması.

 2.

 "Kar" işletmelerde temel motivasyon olarak kalmaya devam etti.

 Üretim politikaları işçiler tarafından kararlaştırıldı ancak toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değillerdi ama tıpkı kapitalist işletmelerdeki gibi "kar" elde etmeye yönelikti.

 3.

 Serbest ticareti teşvik eden bir politika izlendi.

 4.

 Kapitalist serbest ticareti desteklemek için bankalardan kredi kullanımı başladı.

 Krediler en kısa zamanda ödeme yapabilecekler ayrıcalıklı tutularak verilmeye başlandı ve faiz oranları yükseldi.

 5.

 Çeşitli işletmeler arasında ilişkilerde sosyalist nitelikteki karşılıklı yardım görmezden gelindi , ama kapitalist ve serbest piyasaya yönelik tahviller ayrıcalıklı kılındı.

 Görüyorsun, düşüncelerin karışmış durumda.

 Sosyalizmin güllük gülistanlık olduğunu söylemeye devam ederek filmi tamamlayacaksın.

 Teori halkın elinde maddi bir güç olur, bu doğru.

 Ancak geçerli görüşlerin olmalı.

 Somut koşulları düşün.

 Teorilerini yeniden gözden geçir.

 Örnek: Fotoğrafçılığın ortaya çıkışı.

 B Teorisi Fotoğrafçılık.

 Kim için?

 Kime karşı?

 Fotoğrafçılık.

 Kim için?

 Kime karşı?

 Kim için?

 Kime karşı?

 Kim için?

 Fransa.

 Louis Philippe.

 Bankalar.

 Yatırım.

 Sanayi devriminin başlangıcı.

 Hızla büyüyen proleterya.

 Sınıf mücadelesi.

 Hakim ideolojinin değiştirilmesinin gerekliliği.

 Sınıf mücadelesi.

 Gerçeğin halktan gizlenmesinin gerekliliği.

 Sınıf mücadelesi.

 Yeni araçların gerekliliği.

 Sınıf mücadelesi.

 Fotoğrafçılık edebiyatı ve resmi arka plana atmaya çalışıyor.

 Kime karşı?

 Mücadele içindeki halka karşı.

 Fotoğrafçılık.

 Burjuvazi için, iki fonksiyonla: 1.

 Sınıf düşmanlarının belirlenmesi.

 2.

 Gerçeği gizleyerek.

 1.

 1871'de Versailles polisi isyancıları fotoğrafladı.

 2.

 1871'de, komüncülerin vurulmuş resimleri burjuva gazetelerde boy boy yer aldı.

 Bugün: Paris Match/Vietnam.

 Newsweek/Filistin.

 L'Espresso/Brezilya.

 Burjuva sunuma karşı savaş!

 Sinema, fotoğrafçılık ve televizyon üzerindeki hakim ideolojinin etkisine son ver.

 Problemi soyut olarak sunma.

 Sinemayı devrimci bir silah yap, devrimci mücadele içinde düşün.

 Düşün ve yöntemleri değerlendir.

 Sınıf mücadelesi.

 Silahlı mücadele.

 Silahlı Mücadele Öğren.

 Nasıl öğrenileceğini bil.

 Oku.

 Hesapla.

 Deney.

 Kimya.

 Matematik.

 Elektrik.

 Oku.

 Hesapla.

 Öğren.

 Nasıl öğrenileceğini bil.

 Nasıl savaşılacağını bil.

 İyi günler.

 Ping-pong topunuz var mı?

 Kayağınız var mı?

 Zıpkın bulunur mu?

 Tenis raketi bulunur mu?

 Teşekkürler.

 İyi günler hanımefendi.

 Militanlara uyarı.

 Dikkat.

 Militanlara uyarı.

 Dikkat.

 Militanlara uyarı.

 Dikkat.

 Militanlara uyarı.

 Dikkat.

 Yansıt.

 İleriye bak.

 Geri çekil.

 Düşün.

 Üret.

 Sadeleştir.

 İnşaa et.

 Bekle.

 Yansıt.

 Sadeleştir.

 Düşün.

 Bekle.

 İyi günler hanımefendi.

 Bir paket Chesterfields lütfen.

 Sadece Gitanes ve Gauloises'im var.

 Hayır.

 Chesterfields istiyorum.

 Luckies, Players ve Winstons var.

 Hayır.

 Chesterfields istiyorum.

 Bekle.

 Yansıt.

 Sadeleştir.

 Bu sokakta bir berber var, fırın, eczane, sütçü, kimyacı, yeni bir dükkan, kitabevi, vb.

 Reçel alabilirsin, kahve, süt, şeker, termos, tabaklar.

 vb.

 Düşün.

 Üret.

 Sadeleştir.

 İğrenç bir şey.

 Süpermarkete bomba atılmış.

 Çok sayıda yaralı var.

 Bunun dışında ne var?

 Rockefeller'ın çocuğunun kaçırılması gerçekten duyulmamış.

 Bunun nesi iyi ki?

 Çocuk hiçbir şey yapmadı.

 Düşün.

 Üret.

 Sadeleştir.

 Yansıt.

 Öğren.

 Öğren.

 Dediğim gibi, fanatikler öldürmek için gönderiliyor, bu gansterlerin tek amacı öldürmek ve yıkmak, bundan hiçbir çıkarları olamaz.

 Ezilenler ne zaman sömürücülerin gırtlağına yapışsa burjuva hümanistlerinin dediği şey bu olur Burjuva hümanistleri masum kurbanlar ve gereksiz şiddet hakkında konuşmaya başlayınca, ne saklanıyor?

 Burjuva terörünün günlük gerçekleri, mücadelenin gerçekleri.

 Citroën.

 Javel.

 Sabah vardiyası.

 Karşıt grupların ittifakı.

 Kardeşlik 1789 yılında ilan edildi, 1871 ve 1968, Paris'te her duvarda büyük harflerle yazıldı, kışla ve hapisane duvarlarında; gerçek olan bu, iç savaşın otantik yazısı - İç savaş, emekle sermaye arasındaki kavganın en korkunç biçimidir.

 Şimdi emekle sermaye arasındaki savaşın ikinci yönünü ele alalım.

 İkinci yönü niye şimdi düşünüyoruz?

 Çünkü burjuvazi şu an durumu temel savaş alanı haline getirmiş durumda Tamam.

 Emekle sermaye arasındaki savaşın ikinci yönünü düşün.

 Düşün: esas çelişki ve ikincil çelişki.

 Düşün: baş çelişki ve ikincil yön Tamam.

 Baş çelişme: emekle sermaye arasındaki iç savaş.

 İkincil çelişki: emek ve cinsiyet arasındaki bölünme.

 İkincil çelişkiyi baş çelişme göstermek için burjuvazi var gücüyle çalıştı - kadın dergileri, dogmatik sosyoloji, vb.

 Tamam.

 Cinsiyet ve emek arasındaki çelişki ikincil.

 Tamam.

 Şimdi bu ikincil çelişkinin ilk yönü.

 Cinsel dürtülerin üretimle ve sınıf mücadelesi ile bağlantıları bulunmaktadır.

.

 Şimdi çelişkinin ikinci yönü Cinsel dürtü her yerdedir ve burjuvazi tarafından öncelikli bir konu olarak gündemde tutulur.

 Düşün: baş çelişme ve ikincil çelişme.

 Düşün: çelişkinin öne çıkan yönleri - baş ve ikincil; ve çelişkin ikincil yönleri - baş ve ikincil.

 Düşün: emekle sermaye arasındaki iç savaş.

 Düşün: emekle cinsiyet arasındaki bölünme.

 Düşün: negatif ve pozitif.

 Düşün: zıtların birliğini.

 Düşün: mücadele.

 Düşün: değişim.

 Düşün: erotizm ve artı değerler.

 Düşün: hisler, kullanım değeri.

 Düşün: hisler, değişim değeri.

 Düşün: olumlanan evlilik artı olumsuz birliktelik burjuva birlikteliğe eşittir.

 Düşün: bu birliği bozmak günümüzde kadın için devrimdir.

 Hangi devrim?

 1789'daki.

 Kadın sorunu ne anlama geliyor düşün.

 köylülerin sorunundan daha mı farklı?

 Bir kez daha düşün: yarı yoksul Breton köylüsü niye evlenir?

 Ve düşün: Paris dökümhanesinin sahibi niye evlenir?

 Düşünmeye devam et: Mayıs 1968'de, bekar C.

G.

T.

 işçileri işçilerin fabrika girişlerini engellediler gece ve gündüz Sorbonne'da ve Odéon'da öğrencilerle kaldılar.

 Karşıt sınıflar arasındaki en korkunç ittifakları düşün.

 Emekle sermaye arasındaki iç savaşı düşün.

 Sınıfsal terimlerle öznelliği düşün.

 Son.

 Uzun süreli mücadelenin başlangıcı.

 Ne yapmalı?

 Bir film yaptın ve onu eleştirdin.

 Hatalar yaptın, bazılarını düzelttin.

 Bu pratikten ötürü imajlar ve sesler hakkında bilgini arttırdın.

 Belki, şu an bu ürünün nasıl dönüştürüldüğü hakkında daha çok şey biliyorsun.

 Kim için ve kime karşı?

 Belki de çok basit bir şey öğrendin.

 İsyan etmek doğru.

 Marksizim pek çok ilkenin çeşitliliğinden oluşur, yine de, son tahlilde tek bir açıklama ile özetlenebilir: isyan etmek doğrudur.

 Tek bir ifade ile: isyan etmek doğrudur.

 Hayır.

 Marksizm şunları içerir Marksizim çeşitli ilkelerin birliğini içerir tek bir açıklama ile özetlenebilir Hayır.

 Son tahlilde söylenebilir ki Marksizim çeşitli ilkelerin birliğini içerir, son tahlilde tek bir açıklama ile özetlenebilir: isyan etmek doğrudur.

 "Barış içinde birarada yaşama siyaseti "günümüz şartları ve terimleriyle "dünya barışını koruma sorunudur.

 "Ekim Devrimi'nin ve pek çok ülkede sosyalizmin inşaasının "dönüşümleri "bu doğrultuda, "dünyada radikal olarak farklı yeni bir durum yarattı.

 "Emperyalizm saldırgan doğasından bir şey kaybetmedi "ve yeni gelişmeler her defasında bunu doğruladı.

 "İkincisi.

 "Sosyalist organizasyonların büyüyen gücü "ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişi ile, "kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının mücadeleleri ile "ve barıştan yana güçlerin gelişmesi ile, "yeni bir dünya savaşı ve "termo-nükleer felaketler önlenebilmektedir.

 "Barış içinde birarada yaşama siyaseti " devletler arası ilişkileri düzenleme araçlarından biridir.

 " İsyan etmek için cesur olmak - burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demektir.

 İsyan etmek için cesur olmak - burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demektir.

 Burjuvazinin evrensel yalanlarına karşı savaşmak.

 Ekonominin modernleştirilmesi hayati bir görevdir, ve başarısız olursak, sınırlı bir özgürlüğümüz olur ve durgunluk isyanlara neden olur.

 Sadece verimli ve gelişen bir ekonomi temellerimizi güçlendirmemize yardımcı olacaktır ve bize gerçek bir istikrar kazandıracaktır.

 bu zorlu görevde başarılı olmak, alışılagelmiş davranış ve düşünce biçimlerimizi büyük ölçüde değiştirmekten geçmektedir.

 Bu değişimi gerçekleştirmek için çaba sarfetmek hepimizin görevidir.

 Bu teknolojik toplumda ve onun karmaşık mekanizmalarında insanları tanıyarak katılımlarını sağlayabilmek ve kendi kaderlerinin efendileri olduklarını anlamalarını sağlamak oldukça zordur Burjuvaziye ölüm!

 İsyan etmek için cesur olmak - burada ve şimdi, hepimiz için iki cephede mücadele etmek demek, burjuvaziye onların revizyonist işbirlikçilerine karşı.

 Bugün dünyada iki rüzgar esmektedir - doğu rüzgarı ve batı rüzgarı.

 Doğu rüzgarı batı rüzgarını yenmektedir.

 Devrimci güçler emperyalist güçleri bozguna uğratıyor.

 Çeviri: Redsun from Red's Family||

Les Carabiniers (1963)

1524||4567614|| Söyleyin!

 Askeri marş!

 Başla!

 Gittikçe daha basit olmaya çalışıyorum.

 Eski metaforları kullanıyorum.

 Özünde kalıcı olan odur.

 Örneğin, yıldız gözü çağrıştırır ölüm de uykuya benzer.

 (Borges) Askeri marş, başla!

 JANDARMALAR Çeviri: BitterMoon bittermoon@turkcealtyazi.

org Michelangelo, buraya gel!

 Mama!

 Askerler!

 Mama!

 Bağırma, kadın!

 Eller yukarı!

 Mama!

 Kapa çeneni!

 Eller yukarı!

 Biz bir şey yapmadık.

 Yürü!

 O tarafa!

 Koşar adım!

 Siz delisiniz.

 Biz hiçbir şey yapmadık.

 Yaptınız demedik!

 Ben de bir şey yapmadım.

 Sana da bir şey yaptın demedim.

 Öyleyse neden geldiniz?

 Size bir mektup getirdik.

 Kimden?

 Kraldan bir mektup.

 Kraldan mektup mu?

 Ne komik bir şaka!

 Evet, Kraldan bir mektup.

 Size inanmıyorum.

 İşte, burada.

 Bana ver onu.

 Bu doğru değil.

 Bak!

 Bak Kral.

 "Se-fer-ber-lik.

" Bunun anlamı ne?

 Savaş.

 Kral, Ulysses ve Michelangelo'ya yazmış.

 Müthiş!

 Anlamadığım bir şey var.

 Ne?

 Kral neden bana yazmış?

 Kişisel bir iyilik istiyor.

 Kral mı?

 Benden mi?

 Evet.

 Anlayacaksınız.

 İçeri girelim.

 Dondum.

 Şimdi olduğu gibi, insanların acı çektiği zor zamanlarda polis, insanların dikkatini dağıtmanın yollarını bulmak zorundadır.

 Oturun.

 Uzun zamandır yoldayız.

 Ceketinizi çıkarın.

 Hayır, teşekkürler.

 Böyle iyi.

 Kahve?

 Olur.

 Puro alır mısınız?

 Peki.

 İşte.

 Üzgünüm.

 Elektrik kesik.

 Karım harikadır.

 Kalp şeklinde dudakları var.

 Bunu severim.

 Oturun.

 Teşekkürler.

 Kral bir iyilik istiyor demek ki beni arkadaşı olarak görüyor.

 Evet.

 Gerçekten de Kral beni arkadaşı olarak görüyor.

 Evet.

 Doğru mu?

 Evet, kesinlikle.

 "Seferberlik.

" Yani savaşa mı gideceğiz?

 Evet.

 Ne zaman yola çıkacağız?

 Bugün.

 Kahretsin!

 Neden?

 Öyle işte.

 Savaş hiç eğlenceli değil.

 Tam tersine.

 Bize ne olacak?

 Doğru.

 Perişan olacağız.

 Tam tersine.

 Zengin olacaksınız.

 Bu nasıl olacak?

 Nasıl?

 Evet, nasıl?

 Beni ilgilendiren bu.

 Size açıklayacağız.

 Yabancı ülkeler görerek aklınızı geliştireceksiniz.

 Böylece çok zengin olacaksınız.

 İstediğiniz her şeye sahip olabileceksiniz.

 Tamam.

 Bunları nereden elde edeceğiz?

 Düşmandan.

 Bunları düşmandan elde edeceksiniz.

 Sadece topraklar ve sürüler değil ayrıca evler, saraylar, şehirler, arabalar sinemalar, mağazalar, istasyonlar, hava alanları yüzme havuzları, kumarhaneler, tiyatrolar çiçek buketleri, zafer takları sigara fabrikaları, matbaalar mavnalar, uçaklar dünya kadınları.

 Yük trenleri.

 Dolma kalemler, kuyumcular Alfa Romeolar, Hawaii gitarları.

 Muhteşem manzaralar filler, lokomotifler metro istasyonları.

 Rolls Royce'lar, Maserati'ler çıplak kadınlar.

 Lokomotifler!

 Elmaslar!

 Çikolata fabrikaları!

 Maseratiler.

 Bunların hepsine sahiden sahip olabilir miyiz?

 Evet, hepsine.

 Bu bir şey değil!

 Bir sorum var.

 Nereye giderlerse gitsinler, her istediklerini alabilirler mi?

 Evet, az önce söyledim ya.

 Harika!

 Sorun ne?

 Yürü, hergele!

 Savaşa git!

 Çabuk!

 Bilmiyorum Tabi ki.

 Hadi!

 Hergeleler!

 Neler oluyor?

 Tereddüt ediyorum.

 Neden?

 Neden?

 Neden?

 Öyle diyorsunuz ama bu doğru değil.

 Doğru!

 Savaşın ne olduğunu bilmiyorsunuz.

 Görürsünüz!

 Olağanüstüdür.

 Çaldığımız için cezalandırılmayacak mıyız?

 Hayır.

 Savaşta her şey mubah.

 Kanıt nerede?

 Kanıt Kralın mektubu.

 - İşte.

 - Bu hiçbir şey kanıtlamaz.

 Kesinlikle kanıtlar.

 Her asker istediğini yapabilir Kralın adıyla.

 Öyleyse imzala.

 Evet, imzala.

 - Tamam.

 - Cipten kalemimi getir.

 Bir sorum var.

 Sor hadi.

 Savaşta kumar makinelerini alabilir miyiz?

 Evet.

 Yaşlı adamların gözlüklerini bedavaya alabilir miyiz?

 Bir çocuğun kolunu kırabilir miyiz?

 İki kolunu birden?

 Bir adamı arkadan bıçaklayabilir miyiz?

 Apartmanları soyabilir miyiz?

 Şehirleri yakabilir miyiz?

 Kadınları yakabilir miyiz?

 Evet.

 Şık pantolonlar çalabilir miyiz?

 Evet.

 İstersek, masum insanları katledebilir miyiz?

 Evet.

 İnsanları ihbar da edebilir miyiz?

 Evet.

 Restoranlarda para vermeden yemek yiyebilir miyiz?

 Evet, evet.

 İşte savaş bu.

 Evet.

 Kutlamak için bir kuzumuz var.

 Bana bir at getirin.

 Bana da kadife bir giysi.

 Ve biraz da kurdele.

 Max Factor bir ruj.

 Ve bulaşık makinesi.

 Ulysses!

 Efendim?

 Unutma!

 Hayır.

 Acele et.

 Hoşça kal, Cleopatra!

 Çabuk!

 Git!

 Çabuk!

 Hoşça kal!

 Bana bir bikini getir.

 Ne?

 Bir bikini!

 Çatışma öncesi askerler ne yapar?

 Çatışma öncesi askerler korkar.

 İtalya'ya ayak bastık ve yolumuzu binlerce cesetle çizdik.

 İsabet alacağız!

 Çığlık bile atamadan ölen askerler karnı yarılmış generaller kanlı üniformalar, oyulmuş gözler gördük.

 Zafer günü yakındır!

 Yine de güzel bir yaz.

 Ailelere ölüm ekiyor kanlı misyonumuzu tamamlıyoruz.

 Hiç paranız var mı?

 Hayır.

 Biz fakiriz.

 Bir göz at.

 Hiç paranız var mı?

 Hayır, biz fakiriz.

 Göreceğiz bakalım.

 Oraya geç.

 Onu gönder.

 Mutfağa git.

 Sandalyenin üstüne çık!

 Arkanı dön!

 Ne yapıyorsun?

 Bakıyorum.

 Yaşlı adamı ne yaptın?

 Geri döneceğim.

 Yaşlı adamı ne yaptın?

 Aşağı in!

 Süveterini çıkar.

 Asker sanatçıyı selamlıyor!

 Kımıldama!

 Elbiseni çıkar!

 Lütfen.

 Diz çök!

 İleri!

 İleri!

 "Deh, eşeğim!

" dedi küçük Claus.

 "Hop!

" Acele et.

 Her zaman aynı şey!

 Hep aynı sözcükler: Cesetler, çürümüşlük, kokuşmuşluk, ölüm, vs.

 İdam mangası olarak Kuzey Silesia'ya ulaştık idamları kontrol ettik.

 "Bugün 10 esir infaz edildi.

" Evet, evet!

 Evet, evet!

 Dur!

 Bunlar kim?

 İnfaz edilecek esirler.

 Benim zamanım yok.

 Juno nerede?

 Çatışmada öldü.

 Poliansky?

 Çatışmada öldü.

 Mitchum?

 Çatışmada öldü.

 Öyleyse kendin yap.

 Bizim en acil görevlerimizden biri Kralın bütün düşmanlarını bulmak.

 Bunun için, kendi kanımızı da başkalarınınkini de akıtmaya hazırız.

 Sigara?

 Daha ne kadar gideceğiz?

 İyi bir yer bulana kadar.

 Eller yukarı!

 Eşyalarını getir.

 Göz bağlarını aldın mı?

 Hayır.

 Neyse, boş ver.

 Hazır!

 1 2 3!

 Zaman zaman onları önceki cesetlerin üzerine yatırıp o pozisyonda vuruyoruz.

 Kral, halkından evlatlarının kahramanca mücadelesini Avrupa ve Okyanusya'da sonsuza dek yaşatmasını istiyor.

 Bu piramitlerde, asırlar süren bir tarihi dikkatle izledik.

 Dün itibarıyla savaş üçüncü baharına girdi ve ufukta hâlâ barıştan iz yok.

 Yüzbaşı cephanemizi aldı.

 132 gün boyunca Rostov'u bıçaklarla savunduk.

 Subaylar, büyük zaferler hakkında kitaplar dağıtıyor.

 Onların savaşlarını ezberliyor muhteşem hayatlarını öğreniyoruz.

 Nedir bu?

 Duanı et.

 Orada ne yapıyorsunuz?

 Binalara el koyup bekçileri öldürüyorum.

 İzin verildiğini söylediler.

 Kralın ajanları ve polisleri üniversitelere sızıyorlar ama bağımsızlık ruhunu ve öğrenci özgürlüğünü yok edemiyorlar.

 İnsanları gruplar halinde kafalarına tek kurşun sıkarak öldürüyoruz.

 Çukurlar dolunca üstünü toprakla örtüyoruz.

 Onu dışarı çıkart.

 Çık dışarı!

 Meksikalı mısın?

 Evet.

 O kocan mı?

 Hayır.

 Yazık.

 Çünkü şöyle demek isterdim: "Hiç Mek-siken görmedim.

" Kadınların yüzüklerini çalıyoruz.

 İnsanları öldürüp tank çukurlarına atmadan önce giysilerini çıkarıyoruz.

 Gel, bak!

 Cleopatra?

 Bak!

 Bak sana ne getirdim!

 Ve bu da Venüs için.

 Dün Santa Cruz'u ele geçirdik.

 Kızlar bize çiçek attı.

 O gece ilk kez film izledim.

 "Süper Çocuk ve Holgat " dere tepe dolaşarak " iki gizemli adamı arıyordu.

 "Süper Çocuk bu adamlarla neden ilgileniyorsun?

 "Senin gibi, Steve " ben de onların başka bir yerden geldiğini düşünüyorum.

" Pastanı ye!

 Hayır.

 Ye şunu!

 Hayır.

 Seni faşist o çocuğu!

 Dünya Kadını Banyosunda.

 Condor bölgesindeyiz.

 Arkamızda kan ve ölüm bırakıyoruz.

 Şefkatle öpüyorum.

 Bu taraftan gidelim.

 Ulysses, makineli tüfek.

 Yılan balıklarının ruhu var mıdır?

 Hiçbir fikrim yok.

 Michelangelo.

 Makineli tüfek.

 Eller yukarı!

 Ayağa kalk!

 Buraya gel!

 İmdat!

 Eller yukarı!

 Kimsiniz siz?

 Kimsiniz siz?

 Kimsiniz siz?

 4.

 Özel Harekât Birliği.

 Neden bize saldırıyorsunuz?

 Biz dostuz.

 Lenin dedi ki: "Burjuva kapitalizmi ".

.

ve onun bağnaz işbirlikçileri " yalnızca parazit mikroplardır " ve uluslararası işçi sınıfı " bunu böyle bilmelidir.

" Bu kadın bir baş ağrısı.

 Vur onu.

 Ya adam?

 Onu da.

 Michelangelo.

 Bunu onun başına koy.

 Yoksa onu vurmaya cesaret edemeyecekler.

 Kardeşlerim!

 Kardeşlerim!

 Kardeşlerim!

 Bir şey mi söylemek istiyorsun?

 Mayakovski'den bir fabl okumak istiyorum.

 Boş ver!

 Bu Ölüm Olamaz.

 Neden burada sallanıyor?

 Bir fabl'a inanmaya utanmıyor musunuz?

 Bir ortağı var ki Cümbüşler yaratır Katliamlar doğurur Bir göz kırpışıyla Ne çekicidir, top gibi bet sesiyle Gaz maskesi oyuncak gibi elinde Baksanıza!

 Özenli gidiyor yolunda Cenneti arşınlayarak Ölüm kayar mı göğün zemininde Kanayan yaraya iğrenç deme Onurlandırmak için kahramanları Karanfiller uzattık biz onlara Doğru, akıl almaz bu olanları Topların boyunları öpmek için değilse Siperlerin kolları neden kucaklıyor onları Hiç kimse ölmedi.

 Yorgunluktan yatıyorlar Ren ile Sen arasında Kangren olmuş çiçekler maktulün arasında Kim diyor "maktul" diye?

 Hayır!

 Hayır!

 Hepsi kalkacak yine ayağa Gülerek varacaklar eve, anlatacaklar eşlerine: "Ne komik bir şakaydı!

" "Ne olaydı ama!

" Diyecekler: "Ne mermi vardı ne de mayın" Bir hisar bile yoktu hatta!

 Hepsi doğum günün için tatlı bir hikaye yalnızca.

 1 2 3!

 Hâlâ kımıldıyor.

 Tekrar!

 Tekrar!

 Tekrar!

 Zafer diye bir şey yok.

 Sadece bayraklar ve düşen adamlar.

 Korkunç bir çatışmanın ardından 8.

 Kraliyet Ordusunun 9 Nisanda teslim oluşu insan ıstırabının geldiği son noktaydı.

 Merhaba.

 Merhaba, efendim.

 Bir Maserati istiyorum.

 Paran var mı?

 Evet.

 Kralın mektubu.

 Bu olmaz.

 Paran olması lazım.

 Çok mu?

 Evet, çok.

 Bayan, para istiyorum.

 Para.

 Bak, Venus!

 Evet, Mama.

 Mama, onlar!

 Mama, onlar!

 Başka bir zaman?

 Defol, beni yeterince öptün!

 Selam, Cleopatra!

 Zavallı Ulysses.

 Sana ne oldu?

 Herifin biri, kızını öptüm diye gözümü çıkardı.

 Kimin umurunda?

 Artık zenginiz!

 Doğru.

 Kimin umurunda?

 Zenginiz.

 Evet.

 Artık zenginiz.

 Dünyanın hazinelerine sahibiz.

 Neredeler?

 Ben bir şey göremiyorum.

 Ben de öyle.

 Her şeyi aldınız mı?

 Elbette.

 Nerede peki?

 Şimdi anlatamam.

 Nerede?

 Bunun içinde mi?

 Evet, evet.

 Hiçbir şey getirmediniz, sizi geri zekâlılar!

 Korkaklar!

 Yalancı!

 Tembel herif!

 Asker kaçağı!

 Piç kurusu!

 Daha savaş bitmedi ve onlar geri geldiler.

 Valizin içinde bazı sürprizlerimiz var.

 Anıtlar taşıtlar mağazalar sanat eserleri fabrikalar yeryüzü hazineleri!

 Kömür, petrol, vs.

 Doğanın mucizeleri.

 Dağlar, çiçekler çöller, manzaralar, hayvanlar.

 5 kıta ve gezegenler.

 Doğal olarak Doğal olarak her bölüm kendi içinde alt bölümlere ayrılıyor.

 Onlar da başka bölümlere.

 Düzen.

 Yöntem.

 Düzen ve yöntem.

 Komutanımız hep böyle derdi.

 Böyle diyerek öldü.

 Öldü mü?

 Nasıl?

 Havaya uçtu!

 Bom!

 Nereden başlayalım?

 Fabrikalar!

 Anıtlar!

 Hayvanlar!

 Kapa çeneni!

 Anıtlarla başlayacağız.

 İlk olarak Antik Çağlar.

 Piramitler!

 Karnak Sütunları!

 Parthenon!

 Kolezyum!

 Ankor Tapınağı.

 İkinci olarak Orta Çağ.

 Notre Dame Kilisesi.

 Mogador Surları!

 Köln Katedrali!

 Carcaso Şehri!

 Pizza Kulesi!

 Üçüncü olarak: Rönesans!

 Blois Kalesi!

 Pitti Sarayı!

 Meksika Katedrali!

 Medici Villası.

 Dördüncü olarak: Modern Çağ!

 Versay!

 Westminster Köprüsü!

 Victor Emmanuel'in Mezarı.

 Stuttgart İstasyonu.

 Berlin Hilton oteli!

 Chicago Akvaryumu!

 Santa Cruz Hastanesi!

 Ve şimdi de nakliye: Tren yolları.

 Buharlı trenler.

 Dizel trenler.

 Chicago-Milwaukee!

 BB-9003!

 Barselona Hava treni.

 Sibirya Ekspresi!

 Belfort stratejik tren yolu.

 Kara taşıtları!

 Rolls Royce!

 DS 19!

 lsota-Traschini!

 Delaunay Belleville Cupe!

 Bugatti 37 A!

 Mercedes 2-silindir Torpedo!

 Hispano-Suiza!

 Altın Araba!

 Asur Arabası.

 El arabası!

 Su taşımacılığı!

 Kadırga!

 Karavel!

 Mavna!

 Gezinti teknesi.

 Yelkenli!

 Transatlantik Vapuru!

 Yelkenli tekne!

 Denizaltı.

 Hava yolları!

 Süper Takımyıldızı!

 Boeing 707!

 Helikopter!

 Charles ve Robert'in balonu.

 Dewatting 37!

 Graf Zeplin.

 Pouche ve Primar tek kanatlı uçağı.

 Kraliyet Ordusu Vampiri!

 Doğa mucizeleri!

 Cumhuriyet Doruğu!

 Napoli Körfezi.

 Gobi Çölü.

 Cenova Su Artezyeni!

 Grand Kanyon.

 Ren Vadisi.

 Buz Denizi.

 Niagara Şelalesi.

 Mağazalar!

 Galeri Lafayette!

 Samaritaine!

 Stuttgart Shocken.

 New York Tiffany's.

 Bon March!

 Gezinti teknesi!

 Atlas Roketi!

 Denizaltı!

 Köln Katedrali.

 Süper Takımyıldızı.

 Blois Kalesi.

 DS 19.

 Transatlantik.

 Memeliler!

 Bizon!

 Balina!

 Penguen!

 Etobur kertenkele!

 Gergedan!

 Kaplan!

 Tavşan!

 İguana!

 Dağ sıçanı!

 Felix kedisi!

 Omurgasızlar!

 -Rin Tin Tin!

 -Lucan Vulgaris!

 Timsah!

 Kolia Crosseus!

 - Fil!

 - Eşekarısı!

 Kaplan böceği!

 Kırmızı yıldız!

 Yeşil çekirge!

 Tırtıl!

 Endüstri!

 Schneider roketleri!

 Volkswagen!

 Du Pont de Nemours!

 Petrol!

 Hollywood Tecnicolor!

 Ben Parthenon'u istemem.

 O bir enkaz.

 Onu Eugene'e ver.

 O bir tamirci.

 Nasıl onaracağını bilir.

 Lafayette mağazaları Mama'nın.

 Ben Printemps'i isterim.

 Samaritaine'ni al.

 Neden?

 Giriş katı yüzünden.

 Balık var.

 Hatta bir kanguru.

 Orada müşteriler kraliçe gibi karşılanıyor, Cleopatra.

 Ben Folies Bergeres'i alacağım.

 Lido da benim!

 İçindeki kızlarla beraber mi?

 Hayır, kadınlar özel bir kategori.

 Kadınlar bana ve Ulysses'e ayrıldı böylece neslimiz devam edecek ne boyuncaydı?

 Asırlar boyunca.

 Evet!

 Asırlar boyunca.

 Nuh tufanına kadar.

 Lola Montes!

 Şehrazat!

 Cleopatra.

 İşte bu!

 Eğer buraya taşınacaksa, adını değiştirse iyi olur.

 Kesinlikle!

 Ona Catherine deriz Natalie, Eugenia Josephine Josette, Michele, lsabel Julie Clemence.

 Claudia!

 Caroline!

 Luciana!

 Veronica!

 Elizabeth, Bernadette!

 Rosalie!

 Pamela!

 Elisa!

 Olivia!

 Giovanna!

 Lucrezia!

 Josette!

 Anna!

 Suzanne!

 Fabiola, Fedora, Bertha!

 Bu nedir?

 Piramitler.

 Piramitler mi?

 Nedir onlar?

 Öldüğümüzde konduğumuz anıt mezarlar.

 Bir tane bana bir tane Ulysses'e, bir tane de Venus'e.

 Bana da!

 Bana da!

 Bana da!

 Kahretsin!

 Seni seni Seni Ankor'a koyacağız ya da en iyisi Benares'e.

 Tamam ama bunların gerçeklerini ne zaman alacağız?

 İstediğimiz zaman.

 Bunlar tapuları.

 Ben hepsini şimdi istiyorum.

 Gidip Kral'a soralım.

 O bize her şeyi şahsen verir.

 Jandarmalar!

 Kralımız çok yaşa!

 - Size ödeme yapmaya geldik.

 - Gördünüz mü?

 Söylemiştim.

 Harika!

 Kralımız çok yaşa!

 Kralımız çok yaşa!

 Kralımız çok yaşa!

 Kralımız çok yaşa!

 Kralımız çok yaşa!

 O şey nedir?

 Nedir o Evet.

 O nedir?

 İşin gerçeği madalyalar asıl kazancınızın bir ön ödemesi.

 Asıl kazandıklarınıza savaş bitene kadar sahip olamazsınız.

 Bu ne zaman olacak?

 Bunu nereden bileceğiz?

 Burada kimse yok.

 Savaş Kral kazanınca biter.

 O zaman sevinç çığlıkları havai fişekler çatapatlar yüksek bir müzik sesi duyacaksınız.

 Ve ganimetlerinizi özel bir törenle alacaksınız.

 Kralımız çok yaşa!

 Kralımız çok yaşa!

 Ulysses, bak Michelangelo bana ne getirmiş.

 Venus!

 Venus!

 Bak, Venus!

 Ulysses, bak!

 Mama, çabuk.

 Bak!

 Savaş bitti!

 Savaş bitti!

 İşçiler, vatandaşlar!

 Ülkede bir felaket oluyor.

 Onlar size saldırmadan savaşın.

 Cumhuriyetçilerle askerler arasındaki ayrışma sona erdi.

 Düşmanlarımız, demokratlar Yangın var!

 Yanıyor!

 Yangın var!

 Kralın nerede olduğunu biliyor musunuz?

 "Uzun Bıçakların Gecesi" sona erdi.

 Yarın, sıra acımasız krallıkta.

 İşçiler, vatandaşlar!

 Kralımız çok yaşa!

 Bulaşık makinem!

 Evraklarınız!

 Evraklarınız!

 Tamam, defol!

 Git!

 İşçiler, vatandaşlar!

 Top seslerini dinleyin.

 Evet, işe yarar.

 Topları onlara doğru çevirin.

 İşçiler, vatandaşlar!

 Özgürlük günü bugün.

 İşçiler, vatandaşlar!

 Ben bir şey yapmadım.

 Kralımız çok yaşa!

 Jandarma!

 Yine ne var?

 Ganimetimiz nerede?

 Hiç fikrim yok.

 Etrafı dolaş.

 Dur!

 Jandarmalar!

 Michelangelo!

 Merhaba, efendim.

 Yine ne var?

 Ganimetimiz nerede?

 Hiç fikrim yok.

 Ne?

 Neden?

 Size söyleyeyim.

 Size söyleyeyim.

 Savaşı kaybettik.

 Kral barış imzaladı ama bedeli ağır oldu.

 Düşman, Başbakanın kellesini istedi.

 Antlaşma gereği hainler ve savaş suçluları yakalanıp cezalandırılacak.

 Ayrıca size bir mektup var Kraldan geliyor.

 Hemen geleceğim.

 Size bir şey söyleyeceğim.

 Ne?

 Bir sır.

 Böylece iki kardeş, beynin, ölümden sonra da düşünmeye devam ettiğine inanarak ve düşlerinde cenneti inşa ederek sonsuza dek uyudular.

||

Made. in. U. S. A. 1966.

30755||5101974||Bir Jean-Luc Godard filmi.

 RC tarafından fotoğraflandı, AG, JM, AB, RL tarafından kurgulandı ve seslendirildi.

 Bana, görüntü ve sese saygı duymayı öğreten Nick ve Samuel'in anısına… Yeni Yataklı Trenler PARİS-MONT-BLANC ….

 PARİS-NİCE Mesela, mutluluk.

 Ne zaman bir şey arzulasa, bende arzuladım.

 Ya da onun… başarılı olmasını istedim.

 Hiçbir şey istemediğinde, bende istemedim.

 Birinin onun adına bir şeyler temenni etmesi güzel.

 Sustuğu zamanlar Benim gibi olmalıydı.

 Sadece onun istediklerini istedim.

 - Affedersiniz!

 Viskiyi nereye bırakayım?

 - Ah, Evet.

 Şuraya bırakabilirsiniz.

 - Havluları değiştirmemi ister misiniz?

 - Evet, lütfen!

 - Atlantic City'nin nüfusu kaç?

 - 63,000.

 Şu an belki 62,500'den fazladır.

 Polisler bu ara sürücülere dadandı.

 Paris'te de durum aynı.

 Komünistler, geçen Nisan'ın yerel seçimlerinde kaybetmediler mi?

 Kazanırlarsa banyo getireceklerini söylüyorlar.

 Teşekkürler.

 Herzaman ki gibi çok güzelsiniz, Bayan Nelson.

 - Burada ne arıyorsunuz?

 - Girmeme müsaade edin!

 - Ne istiyorsunuz?

 - Söylemem gereken birşey var.

 - Ne söyleyeceksiniz?

 - Koridorda olmaz.

 Pekala!

 Konuşmak istediniz, konuşun!

 Fas savaşı sizi biraz agresifleştirmiş.

 Biliyorsunuz, benim için savaş biteli çok oldu.

 Evet.

 Hepsi biteli çok uzun zaman oldu.

 Savaş hiç bitmedi.

 Trafalgar, Sedan, Mers-el-Kebir, Leningrad, Okinawa, Berlin, Hanoi.

 İsimleri değişiyor ama sonu hep aynı.

 Nasıl yani?

 Siz burada ne arıyorsunuz?

 Tam bir aptalsınız.

 Su katılmamış bir aptal.

 Evet?

 Bana ne söyleyeceksiniz?

 Ha?

 Richard nasıl öldü?

 Gerçekten kalp yetmezliğinden mi?

 Nereden bilebilirim?

 Gazetede okudum ve hemen geldim.

 Tabi bayım, öyledir.

 - Olay sırasında orada değil miydiniz?

 - Neden ben?

 Dinleyin Bay Typhus, konuşmak istiyorsanız, tamam.

 Fakat sadede gelin artık.

 Daha bu sabah geldim.

 Henüz valizlerimi bile açmadım.

 8:13'te trenden indim.

 Gardan buraya yürüyerek geldim.

 Caddeyi geçtim ve sizi otele girerken gördüm.

 Oda numaranızı sordum ve hemen yanındakini tuttum.

 Ve sizinle konuşmak için geldim.

 Neden birlikte çalışmıyoruz?

 Bu daha önce oldu.

 Benimle değil.

 Belki Dick ile.

 Ayrıca, hangi konuda?

 Hangi konuda?

 - İkimiz de aynı şeyi arıyoruz.

 - Öyle mi?

 Hadi ya!

 Peki ne arıyoruz?

 Sen ne olduğunu çok iyi biliyorsun, Paula.

 Fakat senden daha çok şey bilip bilmediğimi öğrenmeye çalışıyorsun.

 İyi de ne?

 Beni geriyorsunuz.

 Hiçbir şey bilmiyorum.

 Üç gün önce bana telegraf attı.

 Ancak dün gelebildim.

 Neredeyse hiç görüşmüyorduk.

 Onu hala sevip sevmediğimi bilmiyorum.

 Fakat bu aşk yüzünden ona karşı bir sorumluluğum vardı.

 Bana beşinci bölgedeki hastaneye kaldırıldığı söylendi.

 Yerel gazetenin yazdığına göre çoktan gömülmüş.

 Bilmiyorum.

 Oraya gittim ama birşey bulamadım.

 Bana en azından bilmediğim şeyleri anlatın.

 Bunun bir sır olduğunu biliyorsunuz.

 - Ne sırrı?

 - Tabi canım!

 Başlamayın yine.

 İyi!

 Neyse.

 Ben de kendim hallederim.

 Biliyorsun, Paris'te oldukça endişeli insanlar var.

 Devlet adamlarını bile sayabiliriz.

 Öyle mi?

 Bunun önemli olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 Evet, önemli.

 Hemde çok önemli.

 Beraber çalıştığımızda, herşeyi paylaşacak mıyız?

 Evet!

 Olur!

 Tamam!

 Peki!

 Hangi renk ayakkabı elbisemle gider?

 - Mavi mi beyaz mı?

 - Mavi.

 Daha şimdiden kurgu gerçeğe yenik düşer.

 Daha şimdiden kan ve gizem.

 Daha şimdiden Humphrey Bogart tarafından oynanmış bir Walt Disney filminde geziniyormuş gibiyim.

 Yani politik bir filmde.

 Doktor: SAMUEL KORVO Edgar amcaya ne yaptınız?

 Edgar amcaya ne yaptınız?

 - Yiğeni misiniz?

 - Evet, bayan.

 Ben yokmuşum gibi davranın.

 - Öldü mü?

 - Hayır, hayır.

 Konuşmak istediği kişiyim.

 - Polise haber verecek misiniz?

 - Hayır, hayır kesinlikle!

 - Adınız ne?

 - David Goodis.

 Bu kim?

 Kim bu?

 O benim sevdiğim.

 Doris Misogushi.

 Paris'te tatildeydik.

 Edgar amca bizi davet etmişti.

 Paris'te ne kadar kaldınız?

 - Tam olarak mı?

 - Evet, tam olarak.

 Ne kadar kaldınız Paris'te?

 - Tam olarak?

 - Evet, tam olarak.

 Tam olarak - 127 yıl.

 - Öyle mi?

 Bende öyle düşünmüştüm.

 Sevgilinizi çok sık görememişsinizdir.

 Hayır, nadiren.

 Çok uzakta yaşıyordu.

 Birbirimizi sadece hergün görebiliyorduk.

 Sabahları kahvaltıda, öğlenleri yemekte, öğleden sonra ise beş çayında.

 Bazı zamanlar beş çayı ile akşam yemeği arasında.

 ve akşam yemeğinden sonra sinemada, tiyatroda.

 Çok uzakta yaşadığından fazlasını yapamıyordu.

 O Levallois'te ben Paris'te.

 Levallois Paris'te olmadığından, Paris'te Fransa'da olmadığından Paris'e ne zaman beni görmeye gelse vizeye ihtiyacı vardı.

 Ya siz David?

 Onu ziyaret etmediniz mi?

 Ettim.

 Fakat yanlızca kahvaltı, öğle yemeği, beş çayı ve akşam yemeğinden kalan zamanlarda Tam bir aptalsınız.

 Aptal olsaydım, fransızca konuşamazdım.

 Siz Atlantic City'de ne arıyorsunuz?

 Bu aynada kapana kısılmış gibiyim, yansıttıkları gibi değil, tıpkı hayal ettiğimiz melekler kadar gerçek.

 Ne yazıyorsunuz?

 Asla bitmeyecek ve adını tamamlanmamış roman koyacağım bir roman.

 Kim bu bir buket gibi ağır ve siyah gözlerin sahibi oyuncu.

 Japon benim için bi anlık Manet'nin eserlerinden biri.

 O da benim gibi boş cümleler duymaktan yorulmuştu.

 Sadece bilindik kelimelerle konuşuyordu.

 "Beni özleyeceksin, hayatım " bu günlerden birinde.

 Bu ızdırapla dolu duyguları nasıl açıklamalı?

 hayatımı ve dünyayı?

 Kim onlara hala inanabilir?

 O sadece yaşanan şeyleri sevdi ve ben ise hayatla bir uyum içindeydim.

 O hep konuşuyordu, bense macera dolu hayatları düşlüyordum.

 Kadın bilinmeyene doğru açılan bir kapıdır.

 Kadın, çıplak ayaklar zaferi gibidir.

 Teselli eden şarkının sözlerini hatırlıyor musun?

 Kafiyeyi bulamıyorum.

 "Alas bir gün Alice'e dönüşeceksin "Lewis Carroll ile.

 Teşekkürler, bayan.

 - Kapımı bulmama yardım eder misiniz?

 - Tabi ki.

 Siz de bana yardımcı olursanız.

 Fakat polise hiçbir şey söylememeli.

 Hı?

 - Hala orası için mi çalışıyor?

 - Hayır.

 İşten çıkarıldı.

 Uyandığında ortadan kaybolduğumu söylersiniz.

 Ölü bulacağım kişi gerçekten sen misin?

 Richard, kralım!

 Hangi ucuz trajedide son sahneyi oynatıyorsun bana?

 Allahtan görüntümü değiştirmiştim.

 Korvo Agadir’deki sarışın öğrencisini tanımamıştı.

 Sizinle konuşmalıyım.

 Yere bakıyorsunuz?

 Onu bulamadınız mı?

 Komik değil miyim?

 Öyle olsun.

 - Merhaba, Thomas, - Merhaba, bayım.

 Bana bayım demeyin.

 Barmen yada Paul deyin, bu kadar basit.

 Ayrıca, sizden daha yaşlı da değilim.

 Pardon, bir tane daha alabilir miyim?

 Geliyor.

 Bana bayım demeyin.

 Barmen ya da Paul deyin, bu kadar basit.

 Ayrıca, sizden daha yaşlı da değilim.

 Öyle mi?

 Kaç yaşındasınız?

 Ben 22 yaşındayım.

 - 22 senede, siz iki katı olacaksınız.

 - Evet.

 22 senede, 26 olacağım.

 Bu doğru değil bayım, barmen yada Paul.

 22 senede, hanımefendi 44 olacak.

 Matematikte iyi olabilirsiniz fakat bayan da fransızcada sizden iyi.

 Yetişirim.

 Daha yaşlıyım.

 19 yaşında olduğunuzu bilmiyordum.

 28'den 25 çıkarırsak 19 kalmaz.

 Yapar.

 Sadece savaş haricinde, 70 artı 1440 yapar.

 Madem matematiğiniz iyi, Bardaki malzemelerin bir listesini çıkarabilir misiniz?

 Bir bar nedir?

 Bir bar, mekandır.

 Yani, bir odadır.

 Aslında, birçok insanın toplanıp barmeni dikizlemesidir.

 İçki istenen bir oda.

 Yani, bir bar bir sürü insanın toplanıp barmeni dikizlediği yerdir ve bir odadır.

 Bir bar aynı anda iki şey olamaz.

 Hanımefendi aynı anda hem bir kadın hem de bir timsah olabilir mi?

 Bu yeni bir soru değil.

 Düşüneceğim.

 Ama önce barımdaki herşeyi say.

 Bir kadeh görüyorum.

 şişeler, gül, sağımda bulunan pencereler, ve benim önümde, sizin arkanızda bulunan bir kapı.

 Gördünüz mü?

 Bir şey aynı anda iki yerde olabilir.

 Devam ediniz.

 Bir barmen.

 Hangi barmen?

 Önümdeki.

 Barmen sizsiniz.

 Evet, bu doğru.

 Kendimi görmüyorum.

 Devam edin lütfen.

 Bir kül tablası, fincanlar, fincan tabakları, filtreli kahve makinası, üç musluk, bir sigara, çizgili bir elbise… Sonra, bir barın etrafında dört duvar; ayaklarımızın altında bir zemin bir işçi ve berbat bir durumdan nasıl kurtulacağını bilmeyen Paula.

 Öylece kelimeleri sıralama.

 Onlarla birşey oluştur.

 - Ne yapayım barmen ya da Paul?

 - Siz kelimelerle neler yapıyorsunuz, hanımefendi?

 - İlla bir şey mi yapmalıyız?

 - Öyle sanıyorum.

 Cümle kurmayı deneyeceğim fakat bundan hoşlanmıyorum.

 Neden cümle kurmayı sevmiyorsunuz?

 Çünkü cümleler anlamsızdır.

 Sözlükte böyle yazıyor.

 Ama aynı sözlük mükemmel anlamı yakalamak için….

 cümlenin kelimelerin birleşiminden oluştuğunu da söylüyor.

 - Tanımlamaya kesinlikle katılmıyorum.

 - Neden?

 Neden bu tanımlamaya katılmıyorsunuz?

 Çünkü cümleler hem anlamsız hem anlamlı olamaz.

 Olayı zorlaştırıyorsunuz.

 Çünkü cümle kurmazsan seni anlayamam dolayısıyla da servis edemem.

 Pekala, bamen ya da Paul.

 Deneyeceğim.

 Kadeh şarabımda değil.

 Barmen kalemin ceketinin cebinde.

 Sayaç hanımefendiyi tekmeliyor.

 Zemin sigarayı söndürdü.

 Masalar kadehlerin üstünde duruyor.

 Tavan ışıkları söndürüyor.

 Pencere hanımefendinin gözlerine bakıyor.

 Onları açıyorum ve kapı taburenin üstünde oturuyor.

 Telefonun üç barı var.

 Kahve votkayla dolu.

 Cinzano’nun etrafını çevreleyen dört duvarı var.

 Fakat sözlüğün sadece üç penceresi var.

 Biri amerikan, ikisi fransız.

 Kapılar pencereden atlıyor.

 Barmen sigarayı viskiyle dolduruyor.

 Musluğu aydınlatıyor.

 Ben sizim.

 O biz değil.

 Onlar sen.

 Sende olan bende var.

 Onlarda olan onda var.

 Bizde olmayan onlarda var.

 - Ne olacak?

 - Size sorarlarsa, bilmediğinizi söyleyin.

 En azından bir şey söyleyin.

 “Aşkın maksimum hızı nedir?

” Cevap: Saatte 68 kilometre çünkü 69'a çıktığından işler karışıyor.

 Gerçekten mi?

 SİLAHLI ASKERLER PAZAR SEÇİMLERİNDEKİ 505 ADAYI KORUYOR.

 En azından bir şey söyle.

 Bıktım.

 - İstediğiniz adres bu.

 - Teşekkürler.

 Ne yaparsam yapayım, Siz üçünüze karşı olan sorumluluğumdan kaçamam.

 Sessizliğim de kelimelerim gibi etkili.

 Gidişim varlığım gibi sıkıntılı.

 Önemsesem de önemsemesem de kayboluyorlar.

 Kaygıyı ara sıra düşünmeli, ölümcül olabilir.

 Yoksa hayat bir hiçliktir ya da herşeydir.

 Anlamsız bir hayattansa ölümü seçmek.

 Varlığımı saltlığa karşı koyuyorum.

 Ahlakın mutlak kuralı.

 Mutlaklığı başka yerde aramamalı.

 Ne geçmiş bunu garanti edebilir.

 Ne gelecek vaatte bulunabilir.

 Varolmayı seçtim.

 daha da farkında olabilmek için.

 kendimin, Dick'in, ve diğerlerinin.

 Bayan Daisy Canyon, 4 numaralı solaryum'a.

 Bayan Ruby Gentry, oksijenasyon 6'ya.

 Doktor Ludwig çağırılıyor.

 Siz misiniz?

 Evet, hanımefendi…?

 Paula Nelson.

 Eğer özel danışmalar içinse, burası değil.

 Hayır.

 Çok basit birşeyi öğrenmek istiyorum.

 - Gazeteci misiniz?

 - Bunu size kim söyledi?

 Paris’ten mi geliyorsunuz?

 Bütün öğrenmek istediğim Richard’ın, Dick’in kalp yetmezliğinden öldüğünün doğru olup olmadığı?

 - Kardeşi misiniz?

 - Hayır.

 İki yıl öncesine kadar nişanlıydık.

 İki sene öncesi yani Marseille’deki olaylar esnasında mı?

 Soruma neden cevap vermiyorsunuz?

 Bakın!

 Dosyası elimde.

 Ortada gizemli bir durum yok.

 Evet, öyle.

 Hatta Treblinka ve Auschwitz’de bile insanlar kalp yetmezliğinden öldü.

 Atlantic City'den önce neredeydi?

 Beraber mi çalışıyorsunuz?

 - Afedersiniz.

 - Rica ederim.

 Evet, Bay Widmark’a söyle arayacağım kişi o.

 Neden öldüğünü ilan ettiler?

 Eskiden onu çok sık görürdüm.

 Haftada üç kez tenis oynuyorduk.

 Bir kulübün başkanıyım.

 Yapayalnızdı.

 Onu insanlarla tanıştırdım.

 Çok yalnızdı.

 Ölümü tetikleyen yalnızlık değildir.

 Yalnızlığın gerçekten fiziksel bir hastalığa yol açmayacağına mı inanıyorsunuz?

 Bana neden hala hikaye anlattığınızı anlamıyorum.

 Size gerçeği soruyorum.

 Hikaye anlatmayı sevmiyor rmusunuz?

 Çok yazık.

 Dickens ve Melville'in yeni gerçeği bulma methodları iyiydi.

 Fakat siz 1967’ye kadar belediye başkanının asistanı değil miydiniz?

 Evet.

 Komünistti ve o da öldürüldü.

 Bir petrol deposu patladı.

 Komünist cenneti artık 40 sene önceki gibi değil.

 Kimsesi olmadığından emin misiniz?

 Uyarmak gerek.

 Sadece ben varım diyelim.

 - İntikamını alacağım.

 - Ne demek istediğinizi anlamıyorum.

 Öyleyse, bu muhabbeti uzatmanın da bir manası yok.

 O an anladım.

 Bu durum herkes için üstü kapalı bir konuydu ve ben hayatımı riske atıyordum.

 Fakat belki bir şey bulabilirdim.

 Sol görüşlü basına satabilirdim.

 Bu esnada Richard'ın eşyalarını toplamak için Bir akşam üstü bana verilen adrese ikinci kez gittim.

 Hava renkli bir film çekilebilecek kadar güzeldi.

 Tanımadığım biri benimle garajda buluşmak istedi.

 Richard’la kaçan daktilocu kız gibi kuzeyli aksanına sahipti.

 Neredeyim?

 Kanla yıkanmış ülkelerden geçtim.

 Savaş savaştır.

 Nasıl adlandırırsanız adlandırın.

 Ve hayat… sadece savaş mıdır?

 Savaştakinden daha az kişi öldürmek yaşamanın kuralı mıdır?

 Neredeyim?

 Bana neden askeri hastanede olduğu söylendi?

 Bu garajın adresini nereden buldunuz?

 Yerli birinden.

 Sonra arabalara olan düşkünlüğünü hatırladım.

 Ve Alfa'sını gördüm.

 Salak Donald'a yakmasını söylemiştim.

 - Seçimlerden sonra mıydı?

 - Belki.

 - Onu siz öldürdünüz değil mi?

 - Bunu size ne düşündürdü?

 Doktordaki ceset.

 Korvo?

 Hiçbir şeyden haberim yok.

 Bunu izleyicilere söyle, bana değil.

 Neden intikam istiyorsun?

 Şaşırtıcı da olsa bir idealistim.

 Öyle mi?

 Hatırlıyorum, bir makalede faşizmin ahlakın ederi olduğunu yazmıştı.

 Hayır.

 Tam tersi.

 Hastaneye gittiğinizi Ludwig'e Korvo söyledi.

 Fakat Atlantic City’ye nasıl bu kadar hızlı gelebildiniz?

 - Beni kim bayılttı?

 - Burada soruları ben sorarım.

 Öyleyse cevapları sor.

 Başkanın ölümünün kanıtlarını sakladı.

 Ortadan kaldırılması gerekiyordu.

 Başka bir kriminal cinayet daha mı var?

 Evet.

 Marseille yada Chicago’dakinden daha kötüydü Biliyor musun, 5.

 bölgenin tamamının… yönetiminden ben sorumluyum.

 Hayır.

 Beni öldürürseniz hiçbir şey öğrenemezsiniz.

 Planınız işlemez.

 - Kanıtın nerede olduğunu biliyor musun?

 - Hayır.

 Aradığı şeyi bildiğimi söylüyorum.

 Dick’in ölümünü öğrendi ve buralara kadar geldi.

 Ve ben tüm bunların benim için çince olduğu cevabını veriyorum.

 Soğuk.

 Daha soğuk.

 Çok soğuk.

 Güney Kutbu.

 Hala Güney Kutbu.

 Hala Güney Kutbu.

 Sıcak.

 Daha sıcak.

 Ekvatoru geçtiniz.

 Sahra.

 Yanmaya başladı.

 Yanıyor.

 Gelin, dinleyelim.

 geçerli durumun üstesinden gelebilirlerse bir anlam kazanabilir.

 Robespierre ve St-Just'ın haylini kurdukları siyasi yapı Robespierre ve St-Just'ın hayalini kurdukları o şaşırtıcı derecede modern, henüz tanımlamayan yapı şuan başkaları tarafından gerçekleştirildi.

 Onlardan biriyim ve suçlanan biz olmamalıyız.

 Bölüm 12: Sömürge bağımsızlığı geçici olarak rejimin korkunç evrimine bir son verir.

 Şimdi başkanlık için çıkan iç savaşlar ve yarışlar siyasi arena haline gelecek.

 Fikrimi değiştirdim.

 Neden Doktor Korvo'nun ameliyathanesine gittim?

 Neden askeri hastaneye gittim?

 Hiç risk yoktu.

 Biliyor musun, seni şuan öldürebilirdim.

 Burda renkli kravatım ve siyah takımımla duruyorum.

 Ona Paris'te hala çok arkadaşım olduğunu söylüyorum.

 Ve bir gün yeniden güçlenecekler.

 İyi.

 Peki.

 Ülke olarak, kavgacı tartışmalara ya da güçlü kanıtları olan herhangi bir incelemeyi değil fakat sivil memurların gizli arşivlerden bilerek sızdırdıkları bilgileri temel alan bir görüş oluşturmaları istendi.

 Değerli yoldaşlar, böyle metodlar Baştan alacağım.

 Ülke olarak, kavgacı tartışmalara ya da güçlü kanıtları olan herhangi bir incelemeyi değil fakat sivil memurların gizli arşivlerden bilerek sızdırdıkları bilgileri temel alan bir görüş oluşturmaları istendi.

 Yoldaşlar, bu tarz yöntemler polis devletinin klasik hareketidir.

 İkisini de gözlemleyerek, Sonunda 'gayri resmi' sıfatının ne demek olduğunu polis için kullanılınca anladım.

 Dedektifin yüzünde siyasal okumuş birinin ifadesi vardı.

 Bana yerel planlama yetkilisindeki adamlardan uzak durmamı söyledi.

 Dick’in sırrı yoktu.

 Yalancıydı, onu tanıyordum.

 Biri Typhus’u öldürdü.

 Siz değilsiniz.

 Bende değilim.

 Öyleyse biri bizimle aynı şeyi arıyor.

 Bana yardım ederseniz, bende size ederim.

 Herşeyi paylaşırız.

 Horoz neden guguk kuşunu pohpohluyor?

 - Anlamadım.

 - Çünkü guguk kuşu da horozu pohpohluyor.

 Bay Khrushchev’in Komsomols’a sözü.

 Dick’i sizin öldürdüğünüzden eminim.

 Fakat henüz sebebini anlayamadım.

 Çok mantıksız.

 Aslında çok mantıklı.

 Göreceksiniz.

 - Yani sizdiniz.

 - Tam bir baş belasısınız.

 - Tam olarak değil.

 - Anlamıyorum.

 Bizden birkaç kişi vardı.

 Ya onlara söylersem, bildiklerimi ve tahmin ettiklerimi.

 Ama yapmayacaksınız.

 Şu an için Typhus’u sizin öldürdüğünüzü düşünüyorlar.

 O esnada seninle olduğumu benden başka bilen yok.

 Bir dedektif olarak o kadar da sert görünmüyor.

 Ailesi benimkileri Dakar ve Mers el-Kebir'de öldürdü.

 Bony ve Lafont için çalışıyorlar.

 Ailem Londra’da Colonel Passy için çalışıyor.

 Nasıl çağırdıklarını biliyor musun Onu bana bırak.

 Hemen döneceğim.

 İyi.

 Tamam tamam.

 Polisten ne kadar nefret ettiğimi size kelimelerle anlatamam.

 - İşte o.

 - Size kelimelerle anlatamam.

 Edgar amcayı öldüren o.

 Tam bir aptal olduğunu görmüyor musunuz?

 Alın bunu burdan.

 Oydu.

 Polisten ne kadar nefret ettiğimi size kelimelerle anlatamam.

 Bay Typhus'la çalıştığınızı düşünmekte haksız mıyım?

 Benimle değil.

 Yanlışınız var.

 Öyle mi?

 Benim anladığım o.

 Yani Bay Typhus ile sadece arkadaştınız?

 Birkaç kez karşılaştık diyelim.

 Anlıyorum.

 Size kelimelerle anlatamam.

 Polisten nefret ediyorum.

 Atlantic City dergisinden geliyorum.

 Bay Typhus Jo Attila'nın eski teğmeni değil mi?

 Yorum yok.

 Hep aynı şey.

 Paris polisi yerel gazeteyi neden bu kadar küçümsüyor?

 Ya siz hanımefendi?

 Söyleyecek birşeyiniz yok mu?

 Richard’ı çok iyi tanıyorsunuz.

 Bende yorum yapmayacağım.

 25, Hecht?

 Evet, orada 25 Ocak’tan 25 Nisan’a kadar çalıştı.

 - Bu kadar mı?

 - Evet, birazdan geleceğim.

 Bir sır?

 Hangi sır?

 Eğer Richard doğal sebeplerle ölmediyse, kendini öldürdü.

 Boynunun arkasında bir kurşunla mı?

 Daha önce de intihara teşebbüs etmişti.

 Ona gerçek adını sordum.

 Marie Dufour.

 Bana telefon eden o muydu?

 Evet.

 Neden?

 Ona korkrmaması gerektiğini söyledim.

 Çünkü kendimi öldürmeyi denemiştim.

 Bu intihar niye?

 Richard öleli uzun zaman geçmişti.

 Sonra?

 Sana işkence mi ettiler?

 bir jiletle.

 Richard size bir şey söyledi.

 Ne öğrenmek için size işkence ettiler?

 bir jiletle.

 Size ne söylediler?

 Bana anlatırsanız tekrar yapacaklarından mı korkuyorsunuz?

 Evet evet.

 ÖZGÜRLÜK Afedersiniz bayım, ben Richard’ın kız kardeşiyim… - Burada Mart ayında çalıştı.

 - Evet, evet.

 Benim için bir mektup bırakmadı mı?

 Bilmiyorum.

 Bilmiyorum.

 Hanımefendi… Ne oldu?

 Az önce… Richard’ın adını söylediniz.

 Duydum… Muhasebenin yan tarafındaydım.

 Korkuyorlar.

 Çenemizi kapalı tutmamız için bu ay bize çift maaş verdiler.

 Fakat Bay bana iyi davranan tek kişiydi.

 Bir gün bazı hesaplara bakmam için beni evine çağırdı.

 Atlantic City’nin dışında bir villada.

 Nerede?

 Preminger sokağında askeri havaalanının yanında.

 Tüm bildiğim bu.

 - Bir şey bulabildiniz mi?

 - Sizden fazlası değil.

 Ne demek istiyorsunuz?

 Ya beni rahat bırak ya da öldür.

 Bence, dedektif Aldrich daha zeki.

 Typhus’un katilini bizden önce bulursa ne olacak?

 Hayır.

 Çok önemseniyor.

 Başıma bela.

 Bir yol bulmalıyım.

 - Benim hakkımda ne düşünüyor?

 - Sence bu beni ilgilendiriyor mu?

 5.bölgeden sorumlu olan benim, o değil.

 Evet, tabi ki.

 Ona ne anlattınız?

 Kime?

 David Goodis.

 Aldrich onu ikinci kez sorguladığında, hiçbir şeye ulaşamadı.

 Goodis hepsinin bir yanlış anlaşılma olduğunu söyledi.

 Başkasıyla karıştırdığını.

 Ve sizi amcasıyla hiç görmediğini.

 Ona ne dediniz?

 Hiçbir şey.

 Düşündüm de… Typhus'u öldüren kişi sizi bayıltan kişiyle kesin aynı.

 Kulağa saçma geldiğini biliyorum ama bu bir şey bulamadığının da kanıtı.

 - Ya Doktor Ludwig?

 - Ne?

 O olabilir.

 Hiçbir şey anlamıyorum.

 Anlayamıyorum.

 Ayrıca o neden bilmiyor?

 Sizin gibi o da benim garantim.

 Gerçekten mi?

 Hala Richard’ın hayalperest olduğuna inanmıyor musunuz?

 Daha önce hayalperest komünistler gördünüz mü?

 - Partiden atıldı.

 - Kurmaca.

 Ne demek istiyorsun?

 Sizde herkes gibi düşündünüz.

 Resmi aracını ödünç veren milletvekilinin haftasonu için ona ihtiyacı vardı.

 Böylece beni otele Chrysler'ın katiline geri götürdü.

 Dışarı çıkmam yasaktı.

 çünkü ona villanın adresini vermemiştim.

 BİRİNCİ KATTAKİ YATAK ODASI BİZİM İÇİN OLAN ARMIDE BAHÇELERİ VAR MI Daha sonra: polis hala bende şüpheleniyordu.

 ve Widmark bunu bana karşı kullanıyordu.

 Onu aradım ve ona Typhus'u sana ve bana göre öldürmüş olabilecek kişinin adını verdim.

 Evet yoldaşlar, zaman değişti.

 Fakat güçlerinin tehlikede olduğundan korkanlar tarafından hala yalanlar söylenmekte.

 vatanseverlik.

 Devletimiz, vatansever propagandaları ve nükleer proje için verdikleri destekle dikkatleri sosyal olaylardan saptırmaya çalışmaktadır.

 Paragraf 47: Dumouriez, gurur ve risk olmadan, fedakarlık olmadan kitleleri cesaretlendiren sağcıların sahtekarlıklarını açıkladı.

 Politika.

 Para.

 Bunca zaman sonra midemi bulandırıyor.

 Oh, Richard Paragraphe 48: Öfkeyle, fransız politikasının bizi bu büyük güçten kurtaracağını iddia ettiler.

 Fakat bu birleşme bize nasıl böyle canice bir iyilik yapabilirdi?

 Yoldaşlar, işte buna cevabım: Güç bölünmesi ilk defa yaşanmıyordu.

 Dumouriez'i ele alalım: zenginliğini insanlarını aç bırakarak elde eden bir ihtiyarın, ve onun mirasını sabırsızlıkla bekleyen kişiler arasında bölündükleri ilk defa olmuyor.

 Paragraf 89: Bu tarz hataların temel sebebi kendilerine solcu diyenlerin, gericilerle birleşirken hala komünist oylarını kabul etmesidir.

 Lecanuet ve Pinay gibi adamlarla ne tarz bir başarı elde edilir ki?

 Anti-amerikan görüşleri haricinde devleti desteklediklerini söylüyorlar.

 Sadece tek birşeye yol açarken biri nasıl devletin yenilmesini ister?

 Eğer güç komünist olmayan solcuların ve sözde ileri cumhuriyetçilerin elinde olursa demokratik rejimde hızlı bir düşüş yada bir UNR topluluğu olmazsızın Gaullistlik söz konusu olur.

 Durdurmak için Yoldaşlar, durdurmak için Yoldaşlar, bunun olmasını engellemek için Fransız Komünist Partisi solun kazanması için çalışmaya devam edecek.

 Bu belki de anti-komünist eylemcilerin en korktuğu şey.

 Solun kazanmasını istemiyorlar.

 Bende öyle düşünmüştüm.

 Onu artık istemeyen patronundan intikam almak için Küçük Donald bana Richard’ın öldüğüne dair fotoğraflar getirdi.

 Siyasal bir filmin tam ortasındaydık.

 Yani Walt Disney’in kanlı hali denebilir.

 Bana Typhus’u ve onun küçük yaştaki yiğenini öldürdüğünü söyledi.

 ve onu odamda yakalamışlar.

 Değerli eşyaları arıyordu fakat korkmuştu.

 Gizli saklı belgelere ya da politik gizemlere inanmazdı.

 Sadece para vardı onun için.

 Bir villanın varlığını itiraf etti.

 Beni oraya 20,000 frank karşılığında götüreceğini söyledi.

 Güney Amerikaya kaçmak için yeterli bir para.

 Prensip meselesi, Çinlileri, Hintlileri.

.

 Yahudileri ve Siyahları ortadan kaldırmaları için paralı askerlerden oluşan orduya para yağdırırdı.

 Eğer ölecek olsaydın bunu önceden bilmek ister miydin?

 Hemen olmasını isteerdim.

 Annecim.

 Bu belki de anti-komünist eylemcilerin en çok korktuğu şey.

 Richard’ın neden öldüğünü bulmak, neden hayatta kaldığımın da açıklamasıydı.

 "Belleğinde "kestane rengi saçların anahtarını bulur " - Pekala hanımefendi, yardım edecek misiniz?

 - Evet evet.

 "Hatırlamıyor musunuz ?

" - Ya sonra?

 - Polisler burada.

 Bayan bana yardın edin.

 Villada görüşürüz.

 İstediğiniz zaman Atlantic City'den ayrılabilirsiniz.

 Gerçekten mi?

 Teşekkürler.

 - Artık Typhus davasında değilim.

 - İyi.

 Hep aynı şey.

 Paris şimdilik davayı kapatmamı istedi.

 Şaşırmadınız.

 Benim için farketmez.

 - Yanlış yönlendirme senin yaptığın birşey.

 - Ne yanlış yönlendirmesi?

 Widmark’tan edinilen bilgilere göre… Typhus’u öldüren, Mark Dickson adındaki özel bir dedektif.

 Fas savaşından iki eski savaşçı da var.

 Peki bu Mark Dickson’ı tutukladınız mı?

 - Henüz değil.

 Pek mümkün olacağını da sanmıyorum.

 - Neden?

 Agadir civarındaki bir yangında öldü.

 Öyleyse nasıl tutuklayacaksınız?

 Anlamıyorum.

 Onu bulamazsak, onu namevcut olarak itham edeceğiz.

 Öldüğünü kız kardeşinden biliyorum, benim nişanlımdı.

 - Bir kişi daha biliyor.

 - Bay Widmark?

 Hayır, Widmark değil.

 Sizinki gibi güzel bir elbisesi olan genç bir bayan.

 - Hangi renk?

 Turuncu mu sarı mı?

 - Size ne?

 Nasılsa dava kapandı artık.

 Evet, evet biliyorum.

 Şüpheli miydim?

 Hayır tam olarak öyle diyemeyiz.

 Fakat herşeyi göz önüne almak zorundayım.

 Sizin odanızda öldürüldü o yüzden girmesine izin vermelisiniz.

 Belki çalmak için birşeyler arıyordu.

 Aynı oteli seçmeniz tamamen bir tesadüf mü?

 Anlamıyorum.

 Buluşuyor muydunuz?

 Hayır, kesinlikle Typhus’ü orada görmeyi beklemiyordum.

 Arkadaşım Richard’ın öldüğünü West France gazetesinde okudum.

 Bu yüzden geldim.

 O da aynı şekilde.

 - İki sene önce kime oy verdiniz?

 - Bu sizi ilgilendirmez.

 Her halükarda öğrenirim.

 Ayrıca, 1966 senesinde Express’de çalışıyordunuz.

 Evet.

 Yani?

 Yanisi yok.

 Richard'ı öldüren makaleleri imzalayan kişi mi?

 Evet.

 O kaldı ama ben Havas ajansı 'da gittim.

 Neden?

 Çünkü reklam bence faşizmin bir türüdür.

 Goodis ifadesini değiştirince birşeyler olduğunu anladım.

 Aptal değilim.

 Muhtemelen politik bir durumun ortasındasınız.

 intikam, kıskançlık, arkadaşlık gibi bireysel duygularla karışık.

 Paris'e dönmelisiniz.

 Kötü birşey olacak.

 Hayatın çokan eskimiş bölümünde bulunuyorsunuz.

 hiçbir şeyin gerçekleşmediği.

 Fakat bir taraftan da hala yeni galaksiler keşfedilmekte.

 Sessizlik!

 Herkesin başını belaya sokacaksınız.

 Beni bu işe dahil etme.

 Ludwig’e onu bu akşam arayacağımı soyle.

 Tamam ama bu son.

 - Adınız nedir?

 - Robert Mcnamara.

 - Tüm bu cinayetlerden yorulmadınız mı?

 - Bu benim işim.

 Bana keyif veriyor.

 - Ya siz?

 - Richard Nixon.

 Bana hizmet ettiğinize göre gidip patronu görelim.

 - Nerede olduğunu bilmiyorum.

 - Ama ben biliyorum.

 Hadi!

 Sarı ve kırmızı elbisem hala var.

 Fakat düşüncelerim hala aynı değil.

 Villanın adresini alabilmek için bir kadına işkence etmek iğrenç bir şey diyorum.

 Ellerim ilk defa kana bulanmadı cevabını veriyorum.

 Agadir, Charonne metrosu, Medhi Ben Barka Neyse, şişman kadına 100,000 frank verdik.

 yanıklarını açıklayan bir hikaye yaratması için.

 Hep kan, korku, Siyaset, para Bunca zaman sonra nasıl istemem?

 Ah, Richard… Yani komünistler solun kazanması için çalışmaya devam edecek.

 Paul Lacroix’i Richard’ın öldürdüğünü söylüyor.

 Paula'dan kurtulmam gerekse - kurmaca bir yangında.

 - ona partinin bir villada olduğunu söylerdim.

 O dönemde parti herşey için sosyalistleri suçladı.

 - Daha kolaydı.

 - 1967'de.

 Richard tek hareket ettiği için öldürüldü.

 Ben böyle düşünüyorum.

 Lacroix, eski belediye başkanı Küçük Donald'ı dinleyip Paris'e dönmeliydim.

 İşte bu yüzden bu kadar mücadele, cinayet Şimdi sonuna kadar gitmek gerekiyor.

 Güç gösterisi yapmak yerine düşmanları ortadan kaldırmak lazım.

 barajların açılışını ve paranın kontrolünü.

 Birbirimize güvenmiyoruz.

 Güvenemeyiz.

 Çok fazla oyun dönüyor.

 Çok yazık.

 Fakat vaktimizi birbirimizi takip ederek geçirirsek bir yere varamayız.

 Typhus'ü kimin öldürdüğünü unutmayın.

 Haklı olabilirsiniz.

 Birbirimize güvenmeliyiz.

 Bende onu diyecektim.

 Size karşı dürüst olacağım, Paula.

 Havanın güneşli olduğuna Lenin'in tüm eserleri üstüne yemin edersen.

 Kendi gözlerimle görmeden size inanamam.

 Hayır, hayır.

 Size güvenemem.

 Bu imkansız.

 - Bir yol var.

 - Nasıl?

 Size ihanet edersem bana doğru dönecek bir silah vereceğim.

 Anlamıyorum.

 Edgar Typhus'u öldürdüğümü belirten bir mektup yazacağım.

 Adımı yazacağım ve size vereceğim.

 Tamam.

 Mantıklı.

 Kötü bir fikir değil.

 Böyle olursa size güvenebilirim.

 Tamam, ama sizde yapmalısınız.

 Neyi yapmalıyım?

 Sizde bir mektup yazacaksınız.

 Typhus'ü öldürdüğümü belirten mi?

 Aptal mısınız nesiniz?

 Richard'ı öldürdüğünüzü söyleyen.

 Neden ve nasıl hayatta kalmıştım?

 Kennedy cinayeti için 17 tanık sayabilirim.

 10 Ocak tarihli Le Monde gazetesine göre başka cinayetler de vardı.

 "Richard'ı ben öldürdüm.

" "Edgar Typhus'ü ben öldürdüm.

" "Bana şantaj yapıyordu.

" "Beni odamda ziyaret etti.

" "Ve ölümü bir kazaydı.

" "Tartıştık.

" "Doktor Ludwig herşeyi biliyor.

" "Ona küllükle vurdum.

" "Olayı örtbas etmem için siyasi bağlantılarını kullandı.

" "17 Eylül 1968.

" "Paul Widmark, 17 Eylül 1968.

" "Paula Nelson.

" - Tamam mı?

 - Tamam.

 Kıpırdamayın!

 Artık ne bulduğunuzu biliyorum.

 Başka türlü aklınıza bu mektup fikri gelir miydi?

 Hiçbir şey bulmadım.

 Ortada herhangi bir sır ya da gizem yok.

 Yalan söylüyorsunuz.

 Yalan söylemek için hiçbir nedenim yok.

 Artık yok.

 Öleceğinizi biliyorsunuz, değil mi?

 Teşekkürler, David.

 "Zaman ve uzaydan uzakta" "insanlar kayboldu.

" "Saç kadar ince" "şafak gibi uçsuz bucaksız" "kulaklarından köpükler çıkıyor.

" "gözleri yukarı doğru yuvarlanıyor" "elleri önünde" "var bile olmayan bir çevre için.

" Teşekkürler.

 Artık romanımı bitirebilirim.

 Hayır, David.

 Ölüme hazırlanmalısın.

 Gerçek bilinmemeli.

 Romanını bitirirsen, gerçek ortaya çıkar.

 madem ki şiir gerçeklik.

 Hayır, bayan.

 Neden sürekli metafor yapıyorsunuz?

 Eğer sana zamandan bahsedersem, henüz gelmedi.

 Eğer sana bir yerden bahsedersem, kaybolmuş bir yerdir.

 Eğer sana zamandan bahsedersem, bitmiştir.

 Sana bir adamdan bahsedersem, yakında ölmüş olacaktır.

 Paula, gençliğimi elimden aldın.

 Hüzün.

 Neredeyim?

 Bu konuşan ben miyim?

 Konuştuğum dil miyim ve değişken düşüncelerim mi var?

 İşlediğim cinayetler miyim?

 Tamamladığım işler gibi benden kaçıyorlar.

 ya da henüz başlayamadığım.

 Derinden hissettiğim bu hayat mıyım?

 mükemmel zamanlarda beni sarıp sarmalayan.

 Bu sonsuz gün batımında gece gün kadar uzun.

 O düşüyor ve ben devam ediyorum.

 Gün batmadan gideceğim.

 doğum, ölüm, etrafımda hayat boyu olan şeyler, ve Richard'ın eskiden öptüğü bedenim.

 Bu tarz şeylere olan bilgim eksik ve yanıltıcı.

 bunları değişen bedenim ve fikirlerim sayesinde biliyorum.

 vicdanımın geçirdiği travma.

 dünyadan kopmak.

 Kendimi kurtarmaya çalışıyorum.

 Fakat bu arada kendimi kaybediyorum.

 Hey Philippe!

 - Burada ne arıyorsun?

 - Ya sen?

 Radyo için bir belgesel hazırlıyorum.

 Ya sen?

 Korkunç birşey yaşadım.

 - İki kişiyi öldürdüm.

 - Bu doğru olamaz.

 - Beni bırakır mısın?

 - Tabi ki.

 Şunu alayım.

 SOL, YIL SIFIR Endişelenme.

 Faşizm kazanamayacak.

 Hayır, kazanmalı.

 Ama ölmeli de.

 Tıpkı sörf, mini etek ve rock müzik gibi.

 Fakat savaşmak yıllar alacak, ve çoğunlukla bir iç savaş olacak.

 Bu yüzden korkuyorum.

 Daha yolun başında yorulmaktan korkuyorum.

 Mücadeleyi bırakmaktan korkuyorum.

 - Sigaraya ihtiyacım var.

 - Torpido gözünde var.

 İster misin?

 Şu Richard Bir intikam olduğunu düşünüyorum.

 Yine de hikayen net değil.

 - Ben Barka olayı net miydi?

 - O eskide kaldı.

 Belki öyle.

 Ama ister inan ister inanma, prensiplerim var.

 Hala Radar'da mı çalışıyorsun?

 Yani bir makale yazacaksın hatta belki de bir kitap değil mi?

 Oswald için planladığın gibi değil mi?

 Evet.

 O zaman bana prensiplerin olduğunu söyleme.

 Hayır.

 Onu değiştirmeyeceğiz.

 Ne?

 Felaket Çocuklar'daki Elizabeth'i hatırlıyor musun?

 Sağ ve sol ikisi de aynı.

 Onları değiştirmeyeceğiz.

 Sağ, itici.

 Sol, duygusal.

 Öyleyse Sağ ve sol Tamamen modası geçmiş bir taktik.

 Durumlar hala aynı değil.

 Ya nasıllar?

 SON||

Meeting With Woody Allen(1986) Godard

653||1530833||Hatırlıyorum, evet, Yunan yazarın beni yazdığını iyi hatırlıyorum.

 Karatavuk kuşlarının insanları şehirlere kadar takip eden tek kuş olduğunu söylemişti.

 İşte böyle arkadaşımı kaybettim.

 O şimdi şehirdeydi.

 Ona ne olduğunu merak ediyordum.

 Yazdım ona Cevap yavaş geliyordu.

 Çünkü iletişim kurmak zordu.

 İşte böyle arkadaşımı kaybettim.

 O şimdi şehirdeydi.

 Ona ne olduğunu merak ediyordum.

 Yazdım ona Cevap yavaş geliyordu.

 Çünkü iletişim kurmak zordu.

 Tüm evrendeki uyduları geçmek gerekiyordu Sonunda uçak biletli bir kartpostal aldım.

 Gelip onu ziyaret etmemi istiyordu.

 Böylece uçağa atladım ve onu görmeye gittim.

 Bu karatavuk kuşunun ne olduğunu görmeye Şehirde nasıl şarkı söylemeye devam ettiğini görmeye Bir yerlere yuva yapmış olmalı.

 Şarkısı neydi şimdi?

 Lucky Luke Lucky Jean-Luc Şehirli karatavuk kuşu dairelerinde, sokaklarında, arabalarında kalmalı.

 Bu kadar.

 Toplantı sona erdi.

 Çeviri: Yiğiter Alkanat||

Mépris, Le (Jean Luc Godard, 1963)

3320||5902656||Çeviren : Volkan Memişoğlu (volkitolki19) NEFRET Alberto Moravia'nın romanından uyarlandı.

 Kadrosunda Brigitte Bardot ve Michel Piccoli'yi barındırıyor.

 Aynı zamanda Jack Palance ve Giorgia Moll'u da.

 Ve de Fritz Lang.

 Görüntü yönetmenliğini Raoul Coutard yaptı.

 Müziği George Delerue yazdı.

 Sesler William Sivel tarafından kaydedildi.

 Kurguyu Agnes Guillemot gerçekleştirdi.

 Phillippe Dussart ve Carlo Lastricati birim yöneticileriydiler.

 Bu bir Jean-Luc Godard filmidir.

 CinemaScope olarak filme alınıp GTC laboratuarlarında renklendirilmiştir.

 Georges de Beauregard ve Carlo Ponti Rome-Paris Films, Films Concordia ve Compagnia Cinematografia Champion adına yayın hazırlığı yapımını üstlendiler.

 "Sinema, "der André Bazin, "arzularımızla daha bir ahenk içinde olan bir dünyaya bakışımızın yerini tutar.

 " "Küçümseyiş", işte bu dünyanın öyküsüdür.

 Bilmiyorum.

 Belki annemlere giderim.

 Sonrasında ne yapacağımı bilmiyorum.

 İstersen beni gelip alırsın.

 Saat 4 gibi.

 Cinecitta'dan.

 Şu Amerikalıyla görüşmeliyim.

 Belki ben görüşürüm.

 Aynadan ayaklarımı görüyor musun?

 Sence güzel miler?

 evet,hem de çok.

 Ayak bileklerimi beğeniyor musun?

 Dizlerimi de?

 Dizlerin gerçekten çok hoşuma gidiyor.

 Ya baldırlarım?

 Baldırların da.

 Aynadan arkamı görüyor musun?

 Sence hoş bir kıça mı sahibim?

 Evet,gerçekten.

 Dizlerimin üzerine çökeyim mi?

 Hiç gereği yok.

 Sıra geldi göğüslerime.

Onları beğeniyor musun?

 Evet,hem de nasıl.

 Kibarca Paul.

O kadar kaba olmasın.

 Pardon,camille Hangilerini daha çok beğeniyorsun, göğüslerimi mi, meme uçlarımı mı?

 Bilmem.

 İkisini de aynı ölçüde seviyorum.

 Omuzlarım hoşuna gidiyor mu?

 Bence yeteri kadar yuvarlak değiller.

 Ya kollarım?

 Yüzüm?

 Yüzün de.

 Heryerini mi?

 Ağzım,gözlerim,burnum,kulaklarım?

 Evet,herşeyiyle.

 O zaman beni büsbütün seviyorsun.

 Seni bütünüyle,müşfikçe,trajik olarak seviyorum.

 Ben de seni Paul.

 - Merhaba.

Nasılsınız?

 - İyiyim,teşekkürler.

 Söylesene,burada neler oluyor?

 Mekan bomboş!

 Jerry neredeyse herkesi kovdu.

 İtalyan sinemasının başı belada.

 - Nerede o?

 - İşte orada.

 Nerede?

 Daha dün burada krallar yaşardı.

 Krallar ve kraliçeler,prensesler ve aşıkları.

 Her türden gerçek insanlar Bütün gerçek insani duygular Daha dün gibi gördüm bu ülkeyi Şimdiyse üzerine 5 ya da 10 "sansürhane" dikecekler, Kayıp krallğımın üzerine Sinemanın sonu.

 Sinemanın öleceğine pek inanmıyorum.

 Herkül'le ilgili şu müthiş başarılı filmi bana senin yazdığını söylediler.

 - New York'ta iyi iş yapıyor.

 - Şöyle böyle.

 Bana karşı böyle alçakgönüllü olmana gerek yok,zira gurura inanırım.

 İnandığım şey,iyi filmler çekmiş olmanın haklı gururudur.

 The Odyssey'i biliyor musun?

 Fritz Lang ile olan filminiz mi?

 Hayır!

!

!

 Onun yüzünden az kalsın donuma kadar bütün stüdyoyu kaybediyordum.

 Onun filmleri pek iş yapmıyor.

 Niye Lang'i tercih ettiniz o zaman?

 Çünkü Odyssey'nin Alman bir yönetmene ihtiyacı var Troya'yı Alman bir "schliemen"in keşfettiğini herkes bilir.

 Ne yapmamı istiyorsun Jerry?

 Senden Odyssyey için bazı yeni sahneler yazmanı istiyorum.

 Sadece seks değil, ama daha fazlasını daha Yapımcılar ne istediklerini asla bilmezler.

 Birinin bilmediğini bilmek, üstün ruhlara bahşedilen bir yetenektir.

 Birinin bilmediğini zannedip, bunun farkında olmamak ise bir hatadır.

 Bunun bir hata olduğunun ayırdında olmak ise, kişiyi sözkonusu hatayı yapmaktan korur.

 Bilgi buramda saklı benim.

 Lang'in bunu kabulleneceğini sanmıyorum.

 Para benim param!

 Goebbels 1933'te Lang'ten Alman film endüstrisinin başına geçmesini istedi.

 O günün gecesinde Lang Almanya'yı terketti.

 33'te değiliz, 63'teyiz.

 Ve ne yazılıysa onu yönetecek, senin de yazacağını bildiğim gibi.

 Nedenmiş o?

 Ön gösterimde anlatırım.

 Evet,şimdi açıklayın.

 Çünkü paraya ihtiyacın var.

 Nasıl anladın?

 Birileri bana çok güzel bir karın olduğunu söyledi.

 Bu sefer hangi Yunanlıları seyrediyoruz,Fritz?

 Her filmin belli bir bakış açısına sahip olması gerekir, Jerry.

 Bu filmin bakış açısı içinse bireyin koşullara karşı savaşımından sözedebiliriz.

 -Eski Yunanlıların ezeli sorunu.

 -Oh,hadi ama!

 Anlar mısın,anlamaz mısın bilmem Jerry ama ki umarım anlayabilirsin; Bu tanrılara karşı yapılan bir savaş.

 Prometheus ve Ulysses'nin savaşı.

 Şu Minerva,öyle değil mi?

 O Ulysse'nin koruyucusudur.

 Ve şu da Neptün,onun ölümcül düşmanı.

 Onu istiyorum.

 Önceki sahnede olanı.

 Tanrılar!

 Tanrıları severim!

 Hem de çok!

 Nasıl hissettiklerini birebir biliyorum.

 Birebir!

 Jerry şunu unutma Tanrılar insanı yaratmamıştır, bilakis, tanrıları yaratan insanlardır.

 Diyelim ki şu da Homeros.

 Fransesca,nedir bu?

 O bir denizkızı, Jerry.

 Bunun adı sanat, ama bakalım halk anlayacak mı?

 Kimmiş bu "halk"?

 Penelope.

 Odyssey hakkında bir teorim var.

 Bence Penelope sadakatsizlik yapmıştı.

 "Issız bir dünyanın tecrübesini inkar etmemeyi seçerek, Batı'ya ulaşmak için, 100.000 tehlikeye meydan okuyan sevgili kardeşlerim.

 Yaratılışınızın kökenini düşünün bir.

 Sizler hayvan olarak yaşamak için bu dünyaya gelmediniz, aksine fazilet ve ilmi takip etmek için buradasınız.

'' Biliyor musun?

 Tabii ki,çok meşhurdur.

 Dante.

 "Sonrasında gece bütün yıldızları gördü.

 Çok geçmeden gözyaşlarına dönüşecek olan memnuniyet hissiyle doluyduk ta ki deniz üzerimize kapanıncaya kadar.

'' Ben Paul Javal.

 Bay Prokosch size Pek tabi farkındayım.

 Gösterişli gözüküyor.

 CinemaScope olayını gerçekten çok takdir ediyorum.

 Halka hitap ettiği söylenemez.

 Sadece yılanların ve cenazelerin işine yarar.

 Şurdaki zırva hakkında düşündüğüm şey budur, Fritz.

 İstersen yeniden yaz Jerry.

 Beni kandırdın Fritz!

 Senaryoda yazılanla bu şeyin hiçbir alakası yok.

 Hiçte değil!

 Oh, hayır!

 Bana senaryoyu getir Fransesca.

 Sorun nedir Bayan Vanini?

 Metinle ilgili bir şey mi?

 Senaryoda yazanla senin çektiğin aynı değil.

 Bu çok doğal.

 Zira senaryo dediğin yazılı bir şey, ekranda gördüklerin ise resimlerden ibaret.

 Demek istediğim "hareketli resimler".

 Oh,ekranda kağıtta durduğu gibi gözükmediğini söylüyor.

 İşte şimdi Yunan kültürünün havasına girmiş oldun.

 Karım dışarıda beni bekliyor olmalı.

 Gidip bir bakayım.

 Olduğun yerde kal!

 "kültür" kelimesini ne zaman duysam çek defterimi çıkarıyorum.

 İtalyanlar eskiden "çekdefteri" yerine "altıpatlar" sözcüğünü kullanırlarmış.

 Evetini yada hayırını şimdi duymak istiyorum, bu metni yeniden yazacak mısın,yazmayacak mısın?

 ''Ancak İnsanoğlu,zorunlu olduğunda, Tanrının karşısında korkusuz ve tek başına ayakta kalabilir Kalkanı açıksözlülüğüdür Ne silahlara ne de hileye gereksinim duyar Tanrının yokluğunun ona yardım ettiği böyle bir zamana dek.

'' Güzel.

 Bu Holderlin,öyle değil mi?

 ''The Poet's Vocation'' Son dize anlaşılması güç.

 Holderlin aslen şöyle yazmış ''Tanrı namevcut olmadığı sürece.

'' Ve gerisi ''Tanrı bize yakın olduğu sürece.

'' Evet.

Diğer iki dize okunduğunda, son dizelerin bahsettiği şey, artık Tanrının varlığıyla ilgili değildir.

 İnsanoğlunun şüphelerini bir kez daha gideren "Tanrının varolmayışı" ile ilgilidir.

 Garip,ama gerçek.

 "garip" İtalyancada nasıl söylenir?

 Gitmeden önce şunları bulup getirin.

 Ben birkaç dakika içinde dönerim.

 Bay Prokosch'la tanış istersen.

 Camille, eşim.

 Nasılsınız?

 Seni karım Camille ile tanıştırmak istiyorum.

 Kendisi Dietrich ile şu western filmini yapan kişidir.

 Harika bir filmdi!

 Ben M'yi tercih ederim.

 Sizin olan M'mi ?

 Daha yeni TV'de izledik.

Gerçekten çok beğendim.

 Teşekkür ederim.

Çok incesiniz.

 Ferrer'in terazinin kefesine tutunduğu sahneyi çok sevdim.

 Teşekkürler.

 "The Odyssey"i bitirdiğimde Evimde bir içkiye ne dersin, evet yada hayır?

 Bilmiyorum.

 Bence çok iyi biliyorsun.

 Ben mi?

 İçki olayı bana uyar doğrusu.

 "beni bu işin dışında tutun!

"; idealleri olan gerçek bir Hollywood yapımcısının bir keresinde dediği gibi.

 Sana telefon edeceğim.

 İstersen gideriz.

 Oturun bayan.

 Paul sen arkada rahat etmezsin, bir taksi tutsan iyi edersin bence.

 Sizinle orada buluşuruz.

 Ben bir taksi tutarım.

 Bırak kendi gitsin.

 Biz ikimiz pekala taksi tutabiliriz.

 Kararınızı verin.

 Hadi bin!

 Binsene hadi,sorun ne Camille?

 Keyfine bak,hadi ama!

 Adres nedir?

 Selam Paul!

 Sana bir içki hazırlayayım,Paul.

 Bizde seni bekliyorduk.

 Hiç gelmeyeceksin sandık.

 Ne oldu sana Paul?

 Ne dedi?

 Ben de senin kadar İngilizce biliyorum.

 Yarım saattir bekliyoruz.

 Ne oldu ki?

 Yok bir şey.

Bir kaza geçirdim Taksideydim, tam sokağın sokağın "köşesi"nde Bilirsin,iki araba Çamurluk olduğu gibi gitmişti.

 İki sürücü de karşılıklı hakarete başladı Ben de başka bir taksi buldum.

 O yüzden O yüzden,ne?

 Ne mi?

 Gecikmemin nedeni.

 Bir taksi bulmak için S.

Angelo'dan Piazza'ya kadar yürüdüğüm yolu Tanrı bilir.

 Her neyse,umurumda değil.

 Hikayen beni pek sarmadı.

 Yine de 20 dakikamı aldı.

 Bana inanmıyorsun.

 -Bunu sonra konuşuruz.

 Ben biraz yürüyeceğim.

 Paul'a yarın sözleşmesini imzalamak için büroma gelmesini söyle.

 Peki.

 Neden bir şey söylemiyorsun?

 Jerry!

Londra'dan telefon var!

 Cuma günü Capri'yi çekiyoruz.

 Bizimle gelsene.

 Cevap versene ona.

 Niye sesin çıkmıyor?

 Ben oraya varmadan önce ne yapıyordunuz?

 Özel bir şey yoktu.

 Neden?

 Üzerine geldi mi?

 - Niye bana bunu soruyorsun?

 -Öylesine.

 Gidip ellerimi yıkayacağım.

 - Nerede yıkayabilirim?

 - Üst katta,sağda.

 Sorun nedir?

 Üzgün görünüyorsun.

 Yok bir şey.

 Ağlıyor muydun sen?

 Patronun zor biri.

 Öyledir.

 Tanıyalı uzun zaman oldu mu?

 Film işinden önce ne yapıyordu?

 Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.

 Sadece sordum.

 Bu kadar şirin ve üzgün olmak çekilir şey değil.

 Söyleyecek daha eğlenceli bir şeyin yok mu?

 Daha güldüren Bir fıkra.

 Hangisi?

 Tabii ki Rama Krishna ve müridiyle ilgili olanı.

 Rama Krishna bir Hindu bilgesidir.

 Efendisinin öğretilerine inanmayan Öğrencilerinden biri Kendi çalışmalarını kendisi yapmaya karar verir.

 Ve çekip gider.

 15 yıl sonra geri döner ve ''Buldum!

'' der.

 Neyi buldun?

 Bilgeye şöyle der: ''Sana göstereceğim.

'' Bilgeyi nehir kıyısına götürür.

 Öğrencisi suyun bir tarafından öbürüne ileri geri yürümeye başlar.

 Ve şöyle der:"Gördün mü Islanmadan karşıdan karşıya geçebiliyorum.

 Artık biliyorum!

'' En nihayetinde Krishna cevabı yapıştırır: ''Seni aptal!

Ben o dediğini 10 yıl önce bir rupi ve bir kayıkla yapmıştım zaten!

'' Şimdi daha iyi misin?

 İyi geldi.

 Ne?

 Sen buna ellerini yıkamak mı diyorsun?

 Görebildiğin kadarıyla.

 Sadece ona şey hakkındaki fıkrayı Sana inandım bile.

 Aptallık ediyorsun.

 Nereye işeyebilirim?

 Paul,içinde Roma dönemi resimleri bulunan bir kitap buldum.

Odyssey'de işimize yarayabilir.

 Ama Odyssey Yunancadır ki!

 Evet,biliyorum.

 Haklıymışım,değil mi?

 Hangi konuda?

 Para ve karısı hakkında Neden bu akşam yemeğe kalmıyorsunuz?

 Evet ya da hayır?

 Annem de ben de yorgunuz.

 Onlara gideceğimizi söyle.

 Tamam.

 Biz kaçalım artık.

 Capri konusunda kararınızı verdiğiniz takdirde bu akşam beni arayın.

 Zira villayı hazır etmem gerekiyor.

 Peki ya sen?

 Kararı kocam verir.

 Seni Odyssey projesine çeken neydi,Paul?

 Henüz tam emin değilim.

 Odyssey'i yapma fikri kulağa hoş geliyor, çünkü basmakalıp filmlerden nefret ederim.

 Grifth & Chaplin'in günlerine geri dönmeliyiz diyorum ben.

 United Artists günlerindeki gibi.

 Akıllı kişi,sahip olduğu üstünlüğü diğerlerini ezmek için kullanmayandır.

 Onları, yetersizlikleri yüzünden aşağılamayacağı gibi Hoşçakalın!

 Delirmiş bu!

 Gördün mü?

 Onu tekmeledi!

 Fikrini ne çabuk değiştirdin.

 Daha pazartesi onun harika biri olduğunu söylüyordun.

 Şimdiyse onun bir budala olduğunu düşünüyorum.

 Düşüncelerimi değiştirmeye hakkım var.

 Geçen 1 saatte ne oldu?

 Hiçbirşey.

 Sen mutluysan ben de öyleyim o zaman.

 Şehirde Rio Bravo oynuyormuş.

 Ayrıca Nicholas Ray'in "Bigger Than Life"ı da gösterime girmiş.

 İlgilenmiyorum.

 - Ben yazmıştım.

 - Biliyorum.

 Öğle yemeği zamanı annene telefon ettim.

 Kimse açmadı.

 Burada yedik.

 Canım dışarı çıkmak istemedi.

 Burasını tercih ederim.

 Otelden daha iyidir.

 Gördün mü?

 Haklı çıktım.

 Senaryon için ne kadar ödüyorlar?

 $ 10.

000 .

 6 milyon liret.

 Dairenin parasını böylelikle çıkarabiliriz.

 İyi değil mi?

 Evet,harika.

 Perdelerle ilgilenecek olan arkadaşını ne zaman çağıracaksın?

 Canıma tak etti artık!

 İspanya'dan döner dönmez.

 Roberto cuma günü döneceğini söyledi.

 Kırmızı kadife.

 Öbür türlü hiç olmasın daha iyi.

 Peki.

 Ben banyo yaparken masayı hazırlar mısın?

 Ben de banyo yapmak istiyorum.

 Sen önden git.

 Ben biraz çalışabilirim.

 Yok ben sonra girerim,yemek pişerken.

 Hiç faggiolini kaldı mı?

 Hoşuna gitmedi galiba?

 Bak sen.

 Masayı ben hazırlayabilirim.

 Hazırlıyorum zaten.

 Bugün bir şey satın aldım.

 Bana ne düşündüğünü söyleyeceksin.

 Neymiş o?

 Nedir o?

 Sakın bakma.

 Capri'ye gitmeye ne dersin?

 Ne?

 Capri'ye gitmemizi ister misin?

 Hayır da diyemem,evet te.

 Hem tatil olurdu.

 Zaten beni davet etmedi.

 Nasıl?

 Davet edilen sendin.

 Ben değildim.

 Aynayı nereye koymuştuk biz?

 Hiçte öyle değil.

 İkimiz de davetliyiz.

 Bak.

 Yakışmadı mı sence de?

 Hayır,sarışın halini tercihi ederim.

 Ben de seni sigarasız ve şapkasız tercih ederim.

 Deve yarışındaki Dean Martin'e benzemekten ibaret.

 - Aman ne komik!

 - Neyse?

 Dean Martin'e benzemek isteyebilirsin, ama daha çok "Martin'in Götü"ne çekmişsin.

 O da kim?

 "Martin'in Götü"nün maceralarını hiç okumadın mı?

 Bir gün uçan bir halı almak için Bağdat'a gider.

 En sonunda tam da aradığını bulur, halının üzerine oturur, ama halı uçmaz.

 Tüccar, ''Sürpriz olmadı.

'' der.

 Dinliyor musun?

 ''Sürpriz olmadı.

 Eğer uçmasını istiyorsan, kalça düşünmemelisin.

'' Martin de şöyle der: ''Tamam.

Kalça düşünmeyeceğim.

'' Ama eninde sonunda aklına yine bir kalça gelir, sonuçta halı uçmaz.

 Bunun benimle ne ilgisi var şimdi?

 Tam da söylediğim şey aslında.

 Sanırım anlamadım.

 Bu kadarı yeter.

 İşin bitti mi?

 Suyu tazelemene gerek yok.

 Sabun kullanmadım.

 Bugün nedense davranışların bir tuhaf.

 Sorun nedir?

 Yok bir şey.

 Bunu diyeceğini biliyordum .

 Yok,bir şey var sende.

 Mesele şu kız mı yoksa?

 Yok bir şey dedim ya.

 Sadece götün teki olduğunu söyledim.

 Her tarafı aynı sesi vermiyor.

 Neden Capri'ye gitmemizi istemiyorsun?

 Çünkü sen bir götsün.

 Beni korkutuyorsun Paul.

 Bu ilk kez olmuyor.

 Orada dikilip duracağına neden cevap vermedin?

 Neden 28 yaşındaki bir daktilografla evlenecekmişim ki?

 Doğru Özür dilerim.

 Ben de.

 İstiyorsan Capri'ye git.

 Benim canım istemiyor.

 Hem şu Jeremy Prokosch'u gözüm pek tutmadı,dediğim gibi.

 Niye ki?

 Sana bir şey mi yaptı?

 Bir şey yok.

 Bu düşünceli halin ne peki?

 Belki birşey kafama takıldığı içindir.

 Bu seni şaşırttı mı?

 Yo,neden?

 Bir fikir.

 Gel benimle işte.

 Tek başıma gitmek istemiyorum.

 Şu herifle tanıştığımızdan beri komik davranışlar sergiliyorsun.

 Hiç te komik davranmıyorum.

 Niye böyle söylediğini bir bilsem.

 Öylesine işte.

 Bu sabah gayet iyiydik.

 Şimdiyse bir hiç yüzünden kavga ediyoruz.

 Neler oluyor sana böyle?

 Eğlenmek istiyorum sadece.

 Yoksa birşey olduğu yok, Paul.

 Korkarım orada çok sıkılacağım.

 Gitmiyorum.

 Gitmiyorum.

 Yolun karşısındaki ev inşaatını görüyor musun?

 Gerçekten korkunç.

 Beni seviyorsan sessiz ol yeter.

 Bir kocanın karısının neden somurttuğunu öğrenmeye hakkı vardır.

 Eminim ki konu şu kız.

 Kaybol,gözüm görmesin seni!

 Hayır,Camille burada değil.

 Ben öğlen yemeğine ve alışverişe çıktığınızı sanıyordum.

 Şimdi kapıdan girdi!

 Annen.

 Seni yarın ararım.

 Sen kafayı yemişsin ihtiyar!

 Neden anneme dışarıda olduğumu söyledin?

 Nedenini bilmiyorum.

 Ben biliyorum.

 Gerçekten öğle yemeği için dışarıya çıkıp çıkmadığımızı ve tabi şimdiye dek yalan söyleyip söylemediğimi anlamak için.

 Aynen öyle.

 Bir daha böyle yaparsan seni boşarım.

 Kalk ayağa!

 Ne yapıyorsun?

 Kanepede uyuyacağım.

 Ne zaman,bu gece mi?

 Bu akşamdan itibaren her gece.

 Kızma.

 Pencere açıkken uyuyamıyorum sadece.

 Pencereyi kapatırız o zaman.

 Hep "Burası çok havasız" deyip duruyorsun o zaman Olmaz,ayrı yatacağız.

 Binlerce çift aynı şeyi yapıyor.

 Yine de ilişkilerini yürütüyorlar.

 Nerede yanlış yaptım?

 Söylesene.

 Özür dilerim dışarıda olduğunu söyledim.

 Oldu mu?

 Bağışla beni.

 Rahat bırak beni .

 Bu kadar huysuz olmanın sebebi bu mu?

 Evet ama artık sinirim geçti.

 Böyle iyi.

 Ne yaptığımı gerçekten çok merak ediyorum.

 Bir anda bu kadar parlaman!

 Ben mi?

 Ben her zamanki benim.

 Değişen biri varsa o da sensin.

 Bilhassa şu film işiyile uğraşan tiplerle takılmaya başladığından beri.

 Sen polisiye romanlar yazardın.

 Çok fazla paramız olmazdı, ama herşey yolundaydı.

 -Nedir bu?

 - Ver onu bana.

 " İtalyan Komünist Partisi.

 " Hiç bana katıldığını söylememiştin.

 O dediğin 2 ay önce Paris'teydi.

 Ver şunu bana!

 - Bırak!

Canımı acıtıyorsun.

 - Benimle böyle konuşma!

 - Sen de!

 Senin için çalışıyorum.

 Burası senin için,sırf benim için değil!

 Lütfen, Paul, tartışmak istemiyorum.

 Hem ayrıca Capri'ye falan gitmek istemiyorum.

 Neden istemiyorsun?

 Aptal olma.

 Git işte.

 paul,gelirmisin neden ?

 İş artık ilgimi çekmiyor.

 Prokosch söyleyebilirmisin, ben onunla konuşmak istemiyorum Paul , gelir misin.

 Neden yazmak istemiyorum Senaryoyu?

 Ben sadece roman yazmak istiyorum çünkü seni seviyorum.

 Sen artık beni sevmiyorsun böyle bir anlamı yok.

 bana mı söylüyorsun "Kalça güzellik yarışmasında jüriydim, Üç güzel arasında.

 " onlar,jüri olarak beni seçmişti çıplak ve harika görünüyorlardı.

 Birinci, avantajlıydı sırtında çiçek gamzesi İkincinin,bacakları güzel teni pembe,kırmızı parlıyordu.

 Üçüncüsü, kıpırdaman durdu, ancak hassas düzensizlikleri ile sakin bir deniz gibi Para suyunu çekince daireyi ipotek ederiz.

 Birşeylerin seni sevmekten vazgeçmeme neden olduğunu mu düşünüyorsun?

 Evet.

 Ne peki?

 Ne peki?

 Herşey.

 Tamam ama mesela ne?

 Önce sen doğru olup olmadığını söyle.

 Hayır önce sen söyleyeceksin.

 Beni artık sevmediğini düşünmeme neden olan şeyi mi?

 Bu sabahki benimle konuşma tarzın.

 Bu sabahki gibi olmamıştı hiç.

 Veya dün.

 Ayrıca bana olan bakışların.

 ''Bana göre sorun, dünyaya olan bakış açımızın içinde saklı.

 Olumlu ya da olumsuz.

 Yunan trajedyası olumsuzdur.

 Burada;kendisini umutsuz bir yazgıya mahkum ederek Tanrılar tarafından vücüda getirilmiş olan insanoğlu kaderin kurbanı olarak betimlenir.

'' Niye meselenin pencerenin açık olmasından kaynaklandığını söyledin?

 Başka birşeyler var.

 Ben öyle olduğunu düşünüyorum.

 ''İnsanlar kötü,yanlış olan şeylere karşı baş kaldırabilir.

 Şartlar,anlaşmalar tarafından tuzağa düşürüldüğümüzde başkaldırmalıyız.

 Ancak sanmıyorum ki cinayet bir çözümdür.

 Tutku suçları hiçbir amaca hizmet etmez.

 Bir kadını severim,beni aldatır onu öldürürüm.

 Geride benim için ne kalır peki?

 Ölmüş olduğu için, sevdiğimi kaybetmişimdir.

 Aşığını öldürürsem,benden nefret eder, ve yine onu kaybederim.

 Öldürmek asla bir çare olamaz.

'' Bak, Camille Sana diyorum ki,diyeceğimi dedim.

 Pencere açıkken uyuyamıyorum.

 Huzura,sessizliğe ve karanlığa ihtiyacım var.

 Yemin ederim işin aslı bu.

 Artı etrafta çok dolanıyorsun.

 Uykumu kaçırıyorsun.

 Artık yalnız uyumak istiyorum.

 Sevişmek istemiyor musun?

 Hanzomuza bakın hele.

 Bu alaycı bir gülümseyiş miydi, yoksa sevecen mi?

 Sevecen bir tebessüm.

 E,cevap versene!

 Gerçekten olsaydı söylerdim zaten.

 Kadınlar sevişmemek için daima bir bahane bulabilir.

 Ama sen gerçekten bir budalasın.

 Kaba sözler sana hiç yakışmıyor.

 Yakışmıyor mu?

 Duy o zaman Götlek.

 Amcık.

 Bok.

 Yüce isa.

 Bok deliği.

 Orospu çocuğu.

 Kahrolası.

 Peki ya şimdi, bana yakışmadığını söyleyebilir misin?

 Neden artık sevişmek istemiyorsun?

 Peki tamam.

 Sevişelim ama işini çabuk bitir.

 Uzun zamandır Camille'in beni terkedebileceği fikri kafamı kurcalıyordu.

 Bunun olası bir felaket olacağı fikri.

 Şimdiyse sözkonusu felaket gerçekleşmişti.

 Keyifli suç ortakları olarak, bir farkındasızlık bulutunun içinde yaşardık oysa ki.

 Olaylar ani,vahşi ve büyüleyici bir gözükaralıkla gelişirdi.

 Sonra hiçbirşey olmamış gibi kendimi Paul'ün kollarında bulurdum.

 Bu gözükaralık artık Camille'de kalmamıştı, dolaysıyla bende de.

 Oysa şimdi,hezeyanlarımı bastırıp,onu soğukkanlılıkla gözlemleyebilir miydim?

 onun beni şüpheye yer vermeyecek şekilde gözlem altına alabileceği gibi?

 O sözleri kasten söyledim Gizli bir intikam duygusuyla.

 Yalanın işleri yoluna koyabileceğinin farkındaymış gibi görünüyordu.

 En azından bir süreliğine.

 Bariz bir şekilde aklından yalan söylemek geçti.

 Ama sonradan böyle yapmamaya karar verdi.

 Paul beni çok incitmişti.

 Uğradığım muameleden sonra sıra bendeydi, Tam olarak kafamda netleşmese de.

 İşin aslını söylemek gerekirse hatalı olan bendim.

 Sadakatsizlik yapmamıştı,ya da sadece bana öyle gelmişti.

 Gerçek,görünür olmasına rağmen kanıtlanmayı bekliyordu.

 Farkettim ki,birbirimizden süphe ettikçe duyguların bulanıklaştırdıklarını daha mantıklı kılma umuduyla, daha da sahte bir berraklığa doğru sürükleniyorduk.

 Uzun zamandır Camille'in beni terkedebileceği fikri kafamı kurcalıyordu.

 Bunun olası bir felaket olabileceği fikri.

 Şimdiyse sözkonusu felaket gerçekleşmişti.

 Keyifli suç ortakları olarak, bir farkındasızlık bulutunun içinde yaşardık oysa ki.

 Bırak bu ayakları.

 Hangi ayakları?

 Sen iyi bilirsin.

 Senin hatan!

 Bana karşılık olarak takınacağın en makul tavrı belirlemek için dışavurum tarzımı takip ediyora benziyorsun.

 ''Özel uçak mavi gökyüzünde beklemekteydi.

 Rex,Paula hakkındaki bir hususu hatırlayıverdi Onun ahenkli yüz hatlarını Şimdiyse,kesin olmamakla beraber,yüz hatları artık buruşmuş gibiydi.

 Rex onun bu özelliğinin farkındaydı, şöyle ki;Paula ne zaman Paula ne zaman doğasına uymayan bir karar vermek zorunda kaldığında '' Sana ne oldu böyle, Paul?

 Seni aynen eskisi gibi seviyorum işte.

 Seni artık sevmiyor olsam ne yapardın?

 Bunu söylemiştim ya zaten.

 Ne söylediğini unutmuşum.

 Senaryoyu bırakırdım ve daireyi satardık.

 Ama seni seviyorum ki.

 Tüm bu olup bitenleri ahmakça buluyorum.

 Prokosch aradığında ona Capri'ye gideceğini söyle.

 Y a sen?

 Seni seviyorum.

 Bunu bana tekrarlatıp durma.

 Daireyi elden çıkarmak istemiyorum.

 Eğer senaryoyu yazmak istemiyorsan yazma o zaman.

 Seni artık sevmediğimi zannediyorsan yanılıyorsun.

 Öp beni.

 Biz de tam senin hakkında konuşuyorduk.

 Filminin hakkında.

 Evet, The Odyssey.

 Seyahat eden şu adam hakkında olan Capri'de, yüzmeye gidebilir miyiz?

 Bilmiyorum.

 Paul burada.

 Ona veriyorum.

 Dışarıda mı yeriz?

 Canım markete gitmek istemiyor.

 İyi.

 Prokosch ve Lang ile bir sinema salonunda buluşmamız gerekiyor.

 Sahne gösterisinde bir şarkıcıyı görmek istiyorlar.

 Yemeği sonra yeriz.

 Önceden bir film varsa geç olur ama.

 Belki bana bazı fikirler verebilir.

 Hırsızlık yapacağına neden kafandaki fikirleri bulup çıkarmıyorsun?

 Sana n'oluyor böyle?

 Hadi gidelim artık!

 - Biliyordum.

 - Neyi?

 Prokosch'a evet dediğim için, duyarlılığa elveda!

 Doğru,artık canım cicim yok.

 Telefon görüşmesi neyle ilgiliydi?

 - Capri'ye gidişimiz.

 - Ne dedin?

 Bunun sana bağlı olduğu.

 Çıldırdın mı?

 Biliyorsun ki bu sana bağlı bir şey bana değil!

 Capri'ye sen de gel o zaman.

 Prokosch ile senin aranda bir şey mi var yoksa?

 Sen hastasın.

 Seninle konuşmam lazım.

 Neymiş,filmler hakkında mı?

 Dinle,seninle konuşmalıyım.

 Tamam o zaman,dinliyorum.

 Seninle konuşmalıyım.

 Telefon çalmadan önce, senin aşkından emin olamadıkça bu işi almak istemediğimi söylemiştim.

 Beni sevdiğini söyledin ve benim de buna inanmamı.

 Eminim ki yalan söyledin.

 Peki neden?

 Ben de bilmiyorum.

 Acıdığından,kişisel çıkarların Hangi kişisel çıkar?

 Bu dairede tutunabilmek.

 Benim aklımdan geçenleri nereden bilebilirsin ki?

 İşin doğrusu,bundan daha az umurumda olamazdı .

 Daireyi sat,görürsün o zaman umurumda mıymış,değil miymiş.

 Önceden "otelden çok daha iyidir" diyordun.

 Hiçte değil.

 Bunu seni mutlu etmek için söylemiştim.

 Asıl demek istediğimin dışında bir şey.

 Neden yalan söylediğini bilmek istiyorum.

 Yalan dediğimi kim demiş?

 Kes artık!

 Bal gibi söyledin işte.

 Diyebilirim ki beni sevmeyi bıraktın.

 Gerçeği bilmenin bir faydası mı var sanki?

 Gördün mü?

 Haklı olduğumu itiraf ettin işte.

 Bir şeyi itiraf ettiğim falan yok.

 Beni rahat bırak.

 Doğrudur.

 Seni artık sevmiyorum.

 Açıklayacak bir şey yok.

 Seni sevmiyorum işte.

 Neden?

 Daha dün beni hala seviyordun.

 Evet, hem de çok.

 Ama artık bitti.

 Bir nedeni olmalı.

 Evet,olmalı.

 Nedir peki?

 Bilmiyorum.

 Tek bildiğim seni artık sevmediğim.

 Prokosch'un yerine gittiğimizden beri mi?

 Francesca Vanini'nin kıçını pandiklediğim zamanı kastediyorum.

 Öyle diyelim.

 Şimdiyse bitti.

 Bu konuyu konuşmayalım artık.

 Bugün birşeyler oldu.

 Ve bu şey bana karşı olan düşüncelerini, dolayısıyla bana olan sevgini değiştirdi.

 Delisin,ama zekisin de.

 Doğruymuş o zaman.

 Öyle birşey demedim.

 Akıllı olduğunu söyledim yalnızca.

 Senin böyle yoldan çıkmana sebep olan bugün yaptığım ya da söylediğim bir şey miydi?

 Belki.

 Benimle böyle konuşmaktan men ederim seni!

 Adam yerine bile koymuyorum seni!

 Sana karşı hislerim açıkca böyle.

 Aşkın bitmesinin nedeni bu.

 Seni artık adam yerine koymamam.

 Ve bana dokunduğun zaman iğreniyorum.

 Çok ileri gidiyorsun ama.

 Dediklerimi unut, Paul.

 Hiçbirşey olmamış gibi davran.

 Merhaba.

 Siz de Capri'ye geliyor musunuz?

 Belki.

 İyi misin?

 Odyssey'i dün gece tekrar okudum.

 Nihayet çok çok uzun zamandır aradığım bir şeyi buldum.

 Sinemada da,gerçek hayatta olduğu gibi yerleşik olan birşey.

 Şiir.

 Geçen sana telefonda ne dediğimi hatırladın mı?

 Denilene göre Ulysses Penelope'yi görmek için eve dönmüştü, ama belki de Ulysses Penelope'den fena halde sıkılmıştı.

 Sonuçta o da Truva savaşına gitti, ve canı eve gitmek hiç çekmediği için, yapabildiği kadar yolculuk yapmaya devam etti.

 Sence de bu onun fikri miydi yoksa ?

 Ben pek merak etmiyorum doğrusu.

 - Beni neden adam yerine koymadığını öğrenebilir miyim?

 - Rahat bırak beni!

 Ne düşünüyorsun Fritz?

 Kız hakkında mı,oğlan hakkında mı?

 Kız Avustralya'nın güneyine cuk oturur, kangurular için.

 Bizimle Capri'ye geliyor musunuz,Bay Lang?

 "Her sabah,ekmeğimi kazanmak için yalanların satıldığı pazara giderim ve,umut dolu olarak,diğer satıcılarla aynı hizaya girerim.

'' - Bu da ne?

 - Hollywood.

 Zavallı B.

B'nin bir baladından.

 Bertolt Brecht?

 Salı günü sabah 8'de herkes kıyafeti ile plajda hazır bulunsun.

 Onun hakkında ne düşünüyorsun?

 Homer'ın dünyası gerçek bir dünya.

 Ve şair;doğayla çatışarak değil de, onunla uyum sağlayarak gelişen bir uygarlığa aitti.

 Ve Odyssey'in güzelliği işte tam da bu noktada yatar.

 gerçek hayatta da olduğu gibi.

 Gerçek hayatta nesnel bir biçimde göründüğünü de söyleyebiliriz o zaman.

 Aynen öyle, ve bozulamayacak bir şekile bürünerek, ve ne ise o olarak.

 İster beğen,ister beğenme.

 Neden birşey söylemiyorsun?

 Çünkü diyecek bir şeyim yok.

 Capri'ye gidip gitmeyeceğimi bilmiyorum.

 Hem nerede kalacağız ki?

 Villamda.

 Kocanla birlikte.

 Bay Lang de buna dahil mi?

 Ona kalmış.

 Yapımcılar olmadan da başımın çaresine kolaylıkla bakabilirim.

 İstemiyorsan gelme o zaman.

 Seni zorlamıyorum.

 Beni buna mecbur bırakan sen değilsin.

 Hayatın ta kendisi.

 Ne yapıyorsun?

 "Ne yapıyorsun?

" dedim.

 Bakınıyorum.

 Kendi başına durma öyle.

Bize katıl.

 Neden bahsediyorsunuz?

 The Odyssey.

 Bay Prokosch'un teorisine katılıyorum.

 Ne teorisiymiş bu?

 Ulysses'nin karısını sevdiği,ancak karısının onu sevmediği.

 Cidden böyle mi düşünüyorsun?

 Eminim ki öyle düşünmüyorsun.

 Lütfen,kadrajda duruyorsunuz.

 Herkes yerine geçsin!

 Soyunacaklar mı?

 Tabii ki.

 Şu filmler harika değil mi!

 Kadınları giyinik halde görürsün, filmlerde ise kıçlarını!

 Jerry,Josephine 1'de New York'tan seni aradı.

 Neden benimle villaya gelip onları başbaşa konuşmaları için yalnız bırakmıyorsun?

 Kocamla kalmayı tercih ederim.

 Oh,hadi ama!

Zaten bütün gününü onunla harcıyorsun!

 Eşinin benimle gelmesinin bir sakıncası var mı?

 Tabi canım.

 Hadi, Camille.

 Hadi ama.

 Bana sorun olmaz, gidebilirsin.

 Ben sonradan Bay Lang'le beraber gelirim, hem biraz Odyssey'i tartışırız.

 Kızlar suda.

 Fazla zaman almaz.

 İlkönce,aralarında insanoğlunun yazgısını tartışan tanrıların konseyini gördüğümüz bir sahne.

 Bir yapımcı bir yönetmenle dost olabilir.

 Ama Prokosch gerçekte bir yapımcı değil.

 O bir diktatör.

 Bence Ulysses'nin karakterini değiştirmek çok aptalca.

 O bir modern zamanlar nevrotiği değil, sadece kendi halinde,zeki ve güçlü biri.

 Fikir bana ilginç geldi.

 Ulysses'nin evine dönmesi 10 yılını alır çünkü istemez.

 Mantıklı.

 Mantıklı, ve mantıksız olan mantıklı olandan ödünç alır.

 Senin Corneille'in bunu, Suréna'ya yazdığı önsözünde belirtmişti.

 Ulysses evine, Ithaca'ya dönmek için acele etmez Çünkü Penelope ile beraber mutlu değildi, gitmeden önce bile.

 Mutlu olmuş olsaydı, evinde kalırdı.

 Karısından kaçmak için Truva savaşını bahane etti.

 Penelope'nin taliplerini öldürdü, öyle değil mi?

 Bunun böyle olduğu Ulysses'nin Penelope'ye;razı gelmesini ve hediyeleri kabul etmesini söylemesinden çıkarımlanabilir.

 Karısına talip olanları ciddi tehlikeler olarak görmedi.

 Olası bir skandaldan sakınmak için onları kovmadı Penelope'nin sadık olduğu düşüncesiyle, ona ,talibi olanları hoşgörmesini söyledi.

 Sanırım özünde sıradan bir kadın olan Penelope,o andan itibaren onu küçük görmeye başladı.

 Ulysses'i bu tavrı yüzünden artık sevmez, ki kendisine de bunun böyle olduğunu demiştir zaten.

 Aşırı ihtiyatlı olmuş olmasından dolayı Penelope'nin sevgisini kaybettiğini anladığında ise artık çok geçti.

 Onu geri kazanmanın tek yolu ise sözkonusu talipleri öldürmekti.

 Ölüm çare olamaz.

 Bunu teknede buldum.

 Çocukların ateşli silahlarla oynamaması gerekir.

 Paul,içki alır mısın?

 Şarap?

 Orada,dışarıdaydım.

 Yok birşey.

 Camille,sana birşey göstermek istiyorum.

Buraya gel!

 Gördün mü,ne kadar güzel!

Deniz, ağaçlar,kayalar,tekneler Filmin senaryosunu yazmamaya karar verdim.

 Nedeni nedir?

 İçtenlik yok.

 Oh Paul,bana karşı her zaman içten ve açık sözlü olabilirsin!

 Ben bir oyun yazarıyım.

 Senaryo yazarı değilim.

 Her ne kadar iyi bir senaryo olsa da Açıksözlü olmak durumundayım, Bu işi sırf parası için yapıyorum!

 Tepemin atmasının nedeni de bu.

 Hepimizin bir ideali var.

 Benimki oyunlar yazmak.

Ama yapamıyorum.

 Neden?

 Bugünün dünyasında başkaları ne isterse onu kabul etmek zorundayız.

 Ne yaptığımıza,mevcudiyetimize ne olduğumuza gelince, para neden bu kadar sorun teşkil ediyor?

 Sevdiklerimizle olan ilişkilerimizde bile.

 Bay Lang haklıydı!

 Homeros'u değiştirmek, suç işlemek demek!

 Bay Prokosch bunu zaten söylemişti: Yanılıyorsun.

 Homerosunki gibi bir dünyanın peşindesin.

 Böyle bir dünyanın varolmasını istiyorsun, ama maalesef böyle birşey yok.

 Hiç te değil!

 Var!

 Haklı olabilirsin, ancak iş sinema filmleri çekmeye gelince hayaller yetmiyor.

 Ne zaman yiyoruz?

 1 saat içinde.

 Ben çıkıp biraz dolaşacağım.

 Bay Prokosch sizinle konuşmak istiyor.

 Bu bir emir mi,yoksa rica mı?

 Bir rica.

 Birisi acısını çekmeli.

 Orası kesin.

 Benim, Paul.

 Seni ilk defa görüyormuşum gibi izliyordum.

 Kalsam sorun olur mu?

 Nasıl istersen.

 Niye kafandan geçenleri daha önceden açıkca söylemedin ?

 Seni anlamıyorum!

 Hep o senaryoyu sevdiğini deyip duruyordun.

 Şimdiyse gelmiş yapımcıya asıl idealinin tiyatro olduğunu, bu işi sırf para için yaptığını söylüyorsun.

 Hiç te aptal biri değil.

Bir dahaki sefer sana sormadan önce iki kere düşünecektir.

 Bu kadar basit bir şeye nasıl kafan basmaz?

 Bahse girerim yine aynı şeyi yapacaksın.

 Hayır.

 Göreceksin.

 Ben malımı bilirim.

 Ben malımı bilirim.

 Eğer yaparsam,bu senin için olacak Dairenin parasını çıkarmak için.

 Senaryoyu yazıp yazmama kararını sana bırakıyorum.

 Hayır dersen,çekip gideceğiz.

 Çok zekice!

 Hiçte değil.

Niye ki?

 Sonradan pişman olursan suçu bana atabileceksin.

 Yok öyle birşey!

 Senden karar vermeni istiyorum.

 Cidden sana ne yapmanı söylememi mi istiyorsun?

 Evet.

 Madem öyle senaryoyu yap o zaman!

 Bir sözleşme imzaladın ve artık canımı sıkıyorsun.

 Onu seni öperken gördüm.

 Gördün,biliyorum.

 Neden artık beni sevmiyorsun?

 Hayat böyledir.

 Niçin beni küçümsüyorsun?

 Ölüyor olsam bile asla söylemem.

 - Söyle yoksa canını yakacağım.

 - Tüm bunların üstüne bir de canımı mı yakacaksın?

 Beni neden hor gördüğünü bilmek zorundayım.

 Bu delilik!

 Benden bunu kabullenmemi nasıl beklersin?

 Dairenin parasını ödemek için o paraya ihtiyacımız var.

 Daktilo işimi bıraktım.

 Tüm bunlardan sonra bunu kabul edemem.

 E,tabi bir de beni adam yerine koymaman.

 Bizi öpüşürken görüyorsun ama her nasılsa fikrini değiştirmeye hazırsın.

 İşi senin için tehlikeye attım.

 Hakkımdaki intiban değişir diye.

 Dokunma bana.

 Seni sevmiyorum artık.

 İmkanı yok seni tekrar sevebilmemin.

 İşi sallarsam, beni hor görmeye devam eder misin?

 - Evet, ederim.

 - Neden?

 Bana sebebini söyle!

 Bir sebebi olmalı.

 Sebep sensin.

 Ne demek "sensin"?

 Bilmiyorum.

 Adam değilsin.

 Neyse, artık çok geç.

 Senin hakkındaki düşüncelerim değişti.

 Beni neden küçük gördüğünü biliyorum.

 Geçen gün taksi tuttuğumda, senin onunla gitmene izin vermemin kasıtlı bir hareket olduğunu düşündün.

 Aynen teknede olduğu gibi.

 Aptallık etme!

 Kusurlarım var tamam, ama bu onlardan biri değil.

 Seni asla affetmeyeceğim.

 Seni o kadar çok seviyordum ki.

 Ama artık imkansız.

 Senden nefret ediyorum çünkü beni kaldırmaktan acizsin.

 Değilim!

 Ağlamak üzeresin.

 Gidiyoruz!

 Eşyaları toplayıp çekip gidiyoruz.

 Ben kalıyorum.

 Sen istersen git.

 Hadi ama, Camille!

 O zaman ben de kalıyorum.

 Prokosch bizi kovacak ama.

 - Başlama yine!

 - Başladım bile!

 Sevgili Paul, Tabancanı buldum ve kurşunlarını boşalttım.

 Eğer sen terketmeyeceksen, ben yapacağım.

 Prokosch Roma'ya dönmek zorunda olduğundan, ben de onunla gidiyorum.

 Daha sonra tek başıma bir otele yerleşeceğim sanırım.

 Kendine iyi bak.

 Elveda.

 Camille.

 -Günaydın.

 -Günaydın.

 Full olsun.

 Roma'da ne yapacaksın?

 Daktilograf.

 Delisin sen.

 Aklını yitirmiş olmalısın.

 Ben mi?

 Daktilograf.

 Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmek istiyorum.

 Alfa, Romeo'na bin.

 Bunu sonra konuşuruz.

 KENDİNE İYİ BAK ELVEDA Hoşçakal, o halde.

 Bay Lang, size hoşçakal demek için geldim.

 Hoşçakal.

 Ne yapacaksın?

 Roma'ya geri dönüp oyunumu bitireceğim.

 Ya siz?

 Filmi tamamlayacağım.

 Başladığın şeyi her zaman bitir.

 Hangi sahneyi çekiyorsunuz?

 Ulysses'in,vatanını tekrardan ilk olarak gördüğündeki bakışını.

 Ithaca.

 Hoşçakalın Bay Lang.

 Umarım bir daha görüşürüz.

 Biz hazırız Bay Lang.

 Sette sessizlik!

 sessizlik !

||

Notre Musique (2004)

8751||4508305||Viza Numarası 103 039 İyi Seyirler BİZİM MÜZİĞİMİZ Böylece masalların zamanında 1.

KRALLIK CEHENNEM tufan ve yağmurlardan sonra silahlı insanoğlu yeryüzüne çıkıp birbirini yok etti.

 Burada kelle uçurma takıntılarıyla korkunçlar.

 Beni asıl şaşırtan şey hala hayatta kalanların olması.

 Bize zulmedenleri bağışladığımız gibi sen de bizim günahlarımızı bağışla.

 Evet, bağışladığımız gibi bağışla.

 Evet, bağışladığımız gibi bağışla.

 Ölümle iki şekilde yüzleşebiliriz: İlki, imkanlılığın imkansızlığı gibi diğeri imkansızlığın imkanlılığı gibi.

 "Ben" başka bir insan.

 2.

KRALLIK ARAF Avrupa Kitap Günleri için mi buradasınız?

 Film yaptığınızı düşünüyordum.

 Akademi öğrencilerine bir konuşma yapmamı istediler.

 - Ne hakkında bir konuşma?

 - Metin ve simge.

 - Peki ne oldu?

 - Zagrep'e uçuş gecikecek.

 Aslında, babanız Mısır Komünist Partisi'nde olduysa Henri Curie ile tanışmış olmalı.

 - Evet.

 Onun izinden gitti.

 - Onun izinden?

 Babanız öldü mü?

 - Evet.

 - Curile gibi değil ama?

 - Hayır, ölümü bir istisnaydı.

 - "Onun izinden" derken ne kastediyorsunuz?

 - Her ikisi de burjuva olarak dünyaya geldiler beyhude bir gençlik sürdüler, Cizvitlerle okudular Mısır halkının çilesini gördüler ve sonra hahamlara, krallara, ebeveynlere, herkese aynı öfkeyi duydular.

 - Ve Fransa'ya gitti?

 Sürgün olarak?

 - Bir militandı tutuklandı ve bir buçuk yıl hapiste yattı.

 - Ya annen?

 - Siyonist faaliyetlerindeydi.

 - Uçuş saatlerini kontrol edeceğim.

 - Tamam.

 Mısır'dan Kudüs'e kalkan son trendeydi.

 1948'de trenle Kudüs'e mi gitti?

 - 1948'de, son trenle.

 - Ve hicret bir gemide başladı.

 Her hicret, hicret değildir.

 Ya okul, tahsilin?

 İsrail'de mi öğrenim gördün?

 Hayır, çünkü kısa bir süre sonra İsrail'den ayrıldık.

 Büyük bir Fransız hayranı olarak, İsrail'den ayrıldık ve Fransa'da tahsil gördüm.

 - Fransız ordusuna mı katıldın?

 - Hayır, İsrail'de askerlik yaptım.

 - Yani oraya kendi başına döndün?

 - Evet.

 - Annenle mi?

 - Hayır, gerçekten kendi başıma.

 - Evet?

 Ya askerlikten sonra?

 - Orduda görevim sırasında bir Fransız olduğumun farkına vardım.

 - Terhis olduktan sonra geri döndüm.

 - Fransa'da iş buldun mu?

 Çevirmen olarak.

 Fransızca, İbranice, Rusça, İspanyolca, Portekizce.

 - Peki seni buraya getiren ne oldu?

 - Avrupa Kitap Günleri.

 Aynı zamanda yeğenime bakıyorum Kız kardeşim ona göz kulak olmamı istedi.

 Sanırım burada.

 Lufthansa ve İskandinav Havayollarının Münih’e ortak seferi.

 Pasaport ve gümrük işlemleri için yolcularımızın dikkatine.

 Bay Darwich'in burada olduğundan emin misin?

 Senin hoteline giriş yaptı.

 - Bay Goytisolo kütüphaneyi görmek istiyor.

 - Beş dil konuşabiliyorum.

 - Konuşmasından önce.

 - Ne üzerine konuşacak?

 Edebiyat ormanı.

 - Şu insanlar kim?

 - İstikrar kuvveti adamları.

 Bugün Almanlar.

 Sonra Amerikalılar, Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar diye devam ediyor.

 Şey, Bayan Lerner, hiç tembel arı tarafından sokuldunuz mu?

 Yeter!

 Bir süre önce söylemiştiniz ve merak ediyordum: Neden devrim uygar insanlar tarafından yapılmıyor?

 Çünkü uygar insanlar devrim yapmaz bayan.

 - Onlar kütüphane yapar.

 - Ve mezarlıklar.

 Elbette hatırlıyorum.

 Goytisolo 1993'te buradayken bu ilk Sırp hattıydı.

 - Ve oradan mı bomba attılar?

 - Evet.

 Zor değildi.

 "Bir adamı öldürmek, bir fikri savunmak, bir fikri savunmak değildir.

 Bir adamı öldürmektir.

" "Bir adamı öldürmek, bir fikri savunmak, bir fikri savunmak değildir.

 Bir adamı öldürmektir.

" Sona erdiğinde hiçbir şey eskisi gibi değildi.

 Şiddet şiddet en derin yaraları açar.

 Katliamın rezaleti silinmez.

 Terörün yok ettiği bir dünyaya inanmak asla mümkün olmadı.

 Komşunun sana sırt çevirmesini görmek, sonsuza dek derine yapışan bir korku yaratıyor.

 Şiddet yaşamın yolunu kesti.

 Hayatta kalan sadece diğeri değil.

 Onlar başka insanlar.

 Kural hayatta kalmaktır.

 Kabus yolda kalanlara aittir.

 Herkes birbirinin düşmanıdır.

 Vücut potansiyel bir silahtır.

 Herkes birbirini ve başkalarını nasıl inciteceğini bilir.

 Şu adamı tanıyorum.

 Rivas!

 O Pierre Bergounioux.

 St.

Louis'te birlikteydik.

 Onu önce Serhat'ın ofisine götür.

 Derhal Elçi.

 Serhat, Bay Bergounioux.

 Elçi sizi görecek.

 - Pierre!

 - İsrail muhabirleri bekliyor.

 Sekiz bin yıldır bekliyorlar.

 - Ya sen?

 - Buraya bir kitabı sunmak için geldim.

 - Hangisini?

 - "Homer'dan Faulkner'a".

 Söyle bana, yazarlar ne konuştuklarını biliyorlar mı?

 Gerçekten biliyorlar mı?

 Hayır, elbette bilmiyorlar.

 Hayır, elbette bilmiyorlar.

 Homer savaşlar, katliamlar, zaferler, şöhret hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

 Kör ve canı sıkkındı.

 Diğer insanların ne yaptığı anlattığında memnun olması gerekirdi.

 Olabilir.

 Ama bir çelişki var.

 Oyunculuk yapanların asla ne yaptıkları ya da ne düşündüklerini söyleyecek yeterli kabiliyetleri yoktur.

 Diğer taraftan, hikayeciler ne dediklerini bilmiyor.

 Mao Tsé-Tung'u düşün.

 Cumhurbaşkanı.

 Sorun yok.

 Rivas, arabayı getir.

 - Eşarbım nerede?

 - Ya ben?

 Büyükbabam bir mektup yazdı.

 Fransız elçisine değil.

 Adama.

 Anlamıyorum.

 Yarın bayan.

 - Bayan?

 - Judith Lerner.

 Hangi adam?

 Lyon, 1943, Gestapo!

 Benimle gel.

 Gidiyor musun?

 Neden Saray Bosna?

 Filistin yüzünden, çünkü Tel Aviv'de yaşıyorum.

 Barışın olduğu bir yer görmek istedim.

 Belki "Ha'aretz" hikayemi bile basmayacak.

 - Bu olabilir.

 - Yararlı olabilir.

 Benim için.

 Ofisinde, Kafka'nın yanındaki kız kim?

 Senin gibi biri belki: Hannah Arendt.

 Arkadaşı Scholem onun 12 sinagoga benzediğini söylüyordu.

 Osmanlı İmparatorluğu zamanında salon kiraya verildi ve daha sonra Yahudi Acentesi oldu.

 Oraya vardığımda, portresini hediye olarak astım.

 1950'den sonraki makalelerini okumalısın.

 Oldukça aydınlatıcılar.

 - Büyükbaban için - Evet.

 1943'te hala bir öğrenciyken, genç bir adamı ve nişanlısını sakladım.

 Vichy´nin polisleri tarafından kovalanıyorlardı.

 Annem senin küçük odanda 1945'te doğdu.

 Ondan sonra, göç ettiler.

 Yıllar sonra, ünvanına layık oldun ama sen reddettin.

 O zamanda sen üniversitedeydin, sadece normal olduğunu söyledin.

 Olabilir.

 Diğer insanlarla birlikte bir toplantı düzenlemek istiyoruz.

 Fransız diplomatla değil: özgür bir adamla, eğer hala öyle biriysen.

 Adil bir konuşma değil, sadece sıradan bir konuşma.

 Askeri ve politik çözümler üzerine değil.

 Derinlemesine bir görüşle temel sorunlar üzerine.

 Psikoloji ve etik, başka yok.

 New York'ta yaşıyor bile olsam, kabuslarım var.

 Hayfa'dan bir dostum düşmanı değil kendisini, İsrail'i değil, Filistin'i düşlediğini söyler.

 Oradan başlayabilir miyiz?

 Ülkeden, vaat edilmiş sonra da bağışlanmaya mı?

 Sadece bir konuşma.

 - İyi şanslar.

 - Sana da.

 Direniş'te Almanları mı düşündün?

 Yoksa sadece Fransızları mı?

 Bu gerçekten canlandırdığımız ölü olan dil mi?

 Ya Fransızcan, yorucu grameri yüzünden zayıflıyor mu?

 Konuşmayı yayınlayacağız.

 "Ha'aretz" bile bunu kabul etmeyecek.

 - Kötü bir gazete değil.

 - Onu basmayacaklar.

 Ben geçici bir personelim.

 Ama onları tanıyorum.

 İsterler, ama yapamazlar.

 Rüyaları İsrail'i değil, Filistin.

 Zaman geçti!

 Büyükbabamın zengin bir arkadaşı var.

 İki arkadaş arasında bu konuşmanın 1 ya da 2 milyon baskısını basabiliriz.

 Kimsenin başlamadığı bir diyalog, kendi kalplerinde bile değil çünkü kalp yalnızdır.

 1943'te genç bir Alman Katolik dedi ki: "Bireyin rüyası iki olmaktır".

 "Devletin rüyası bir olmaktır".

 Kafası uçuruldu!

 İşte burada.

 Karışıklık için üzgünüm.

 Mektup daha iyi açıklayacak.

 İnn'de kalıyorum.

 Yarın Mostar Köprüsü'nü çekeceğim.

 Büyükbabamın arkadaşının özel bir jeti var.

 Buraya çabucak gelebilir.

 - Görevimden istifa etmek zorunda kalacağım.

 - Neden?

 - Bunu düşünmem gerekiyor.

 - Bu normal.

 İçinde yaşadığımız dünya çekilebilir olması için Valente Jorge, San Malino gibi düşünür insan ve şairlerin varlığına son derece ihtiyaç duyar.

 Işık ve batırılmış.

 yıldızların yolu ve batırılmışların dönüşü bu alanları fiziğe kocaman bir kimliğe günümüze ulaşmış olmalıydı.

 "Doğa, yaşayan sütunların bazen kelimeleri bulanıklaştırarak içeri girmesine izin veren bir tapınaktır".

 "İnsan tanıdık bakışlarla kendisini izleyen semboller ormanından geçer".

 Eğer günümüz sonu gelmez bir yıkım gücüne ulaştıysa, imgeleri maddeleştiren, rüyaları açığa çıkaran, anıları güçlendiren, sonu gelmez yaratma gücü yaratan bir devrim yapmak zorundayız.

 "Eğer günümüz sonu gelmez bir yıkım gücüne ulaştıysa, imgeleri maddeleştiren, rüyaları açığa çıkaran, anıları güçlendiren, sonu gelmez yaratma gücü yaratan bir devrim yapmak zorundayız".

 Bu ölüler için daha iyi.

 Kısa ömrün şeffaflığı, yaşayanlara bu karanlık vadiden hızlı ve güvenli geçmeyi sağlayarak görkemli bir şekilde bunu dile getiriyor.

 "Bu ölüler için daha iyi.

 Kısa ömrün şeffaflığı, yaşayanlara bu karanlık vadiden hızlı ve güvenli geçmeyi sağlayarak görkemli bir şekilde bunu dile getiriyor".

 Beyaz insan gök ve ağaçlar arasında serbestçe dolaşan ruhları duyarak eski sözcükleri asla anlayamayacak.

 Bırakın Kolombus Hindistan'ı bulmak için denizleri dolaşsın.

 Bu onun hakkı.

 Ruhlarımıza baharat isimleriyle seslenebilir.

 Bize "Kızıl Derili" diyebilir.

 Kuzey rüzgarının tüm havasını değiştirebilir.

 Ama haritasının dışındaki dar dünyada hava ve su gibi eşit doğan insanların varlığına inanamaz.

 Gücünü yaşayanlarımızın ve ölülerimizin etlerinden aldı.

 O halde, bacaklarımızı minik tüylerle süsleyecek ve birkaç değersiz eşyamızdan başka verecek bir şeyimiz yokken neden ölümcül savaşını sürdürmek niyetinde?

 Zamanı gelmedi mi?

 Yabancı, her ikimiz aynı yurdun yabancıları olarak bizim için aynı çağda yüz yüze gelmenin zamanı gelmedi mi?

 Uçurumun ucunda buluşuyoruz.

 Rüzgarlar kanamalarına rağmen başlangıcımızı ve sonumuzu anlatacak ve günlerimiz efsanenin külleri içinde gömülü kalacak.

 Işık görülmezlikte ilk görülen hayvandır.

 Cevap vermeyecek misin?

 Hiçbir şey söylemeyeceğim, yararı yok.

 - Hiçbir şey söylemeyeceğim.

 - Konuşabilmem için bir yol bul.

 Ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrin var mı?

 - Beni anladığına ikna et beni.

 - Hadi, konuş benimle.

 Beni anlamazsan, seninle nasıl konuşmaya başlayabilirim ki?

 Bay Darwich, Filistinli bu bayan Lerner, Tel Aviv'den bir gazeteci.

 Tamam mı?

 Tamam millet, sıra sizde.

 Mahmoud Darwich, kendi hikayesini yazanlar dünyaya o sözleri miras bırakırlar diye yazdınız.

 Ve Homer için yer kalmadığını söylediğinizde ve Truvalıların şairi olmaya çalıştığınızda ve yenilenleri sevdiğinizde bir Yahudi gibi konuşmaya başlarmışsınız.

 Bugünlerde bu oldukça kabul edilebilir.

 Gerçeğin her zaman iki yüzü vardır.

 Truvalı kurbanların seslerini Yunan şair Euripides'in ağzından duyduk.

 Truva kendi hikayesini asla anlatmadı.

 Büyük şairleri olan uluslar ya da ülkeler, şairleri olmayan ulusları mağlup etme hakkına sahip mi?

 İnsan şiir yazmadan güçlü kalabilir mi?

 Daha düne kadar tanınmamış bir ulustan geliyorum ve Truva şairi için yok olanlar adına konuşmak istiyorum.

 Zaferde olduğundan daha çok yenilgide ilham ve insanlık mirası vardır.

 Galiplerin tarafına aitsem kurbanların dayanışma gösterisinde yer almak isterim.

 - Biz neden meşhuruz?

 - Çünkü siz bizim düşmanımızsınız.

 İlgi sizin üzerinizde.

 Bizim değil.

 İsrail'i bir düşman olarak görme talihsizliğini yaşadık.

 Aynı zamanda İsrail'i bir düşman olarak görme mutluluğunu yaşadık.

 Bize yenilgi ve farkındalık verdin.

 Sizin için bir propaganda makinesi gibi hareket ediyoruz.

 Kesinlikle.

 Dünya sizinle ilgileniyor bizimle değil.

 Hiç yanılsamalarım yok.

 "Metafor olarak Filistin" adlı makalede "şiirde bizi yenerlerse, o zaman işimiz bitti" diye yazmışsınız.

 Ancak başka bir anlamı daha var: Yenilginin zaferi askeri koşullarda ölçülemez.

 Pakistan'lı kız nerede?

 - Orada, merdivenlerden iniyor.

 - Türkiye'nin Başbakanı minareleri süngülere benzetmişti.

 Dil bağımlılığını bir bulut olarak görüyorum.

 Dil bağımlılığını bir bulut olarak görüyorum.

 Komünizm eğer var olduysa?

 Oldu.

 Komünizm bir kez, o da Budapeşte temsilcisi Honved'in İngilizleri 6-3 yendiği 45 dakikalık iki devrede var oldu.

 İngilizler bireysel, Macarlar kolektif oynadı.

 Bu fotoğraf nerede çekildi dersiniz?

 - Stalingrad.

 - Varşova.

 - Beyrut.

 - Saray Bosna.

 - Hiroşima.

 - Hayır.

 Richmond, Virginia, 1865'te.

 Amerikan İç Savaşı Kuzey Güney'e karşı.

 Meryem Ana'yı gördüğünü iddia eden bir İkinci Krallık köylüsüydü.

 Neye benzediği sorulduğunda, Bernadette "Bilmiyorum.

" dedi.

 Baş rahibe ve Piskopos ona Meryem Ana'nın ünlü dini resimleri gösterdi.

 Rafael, Murillo ve diğerlerinin Meryem Ana resimlerini.

 Bernadette hepsine "Hayır, bu o değil" der.

 Birden bire bir ikon "Kambray Bakiresi" gelir.

 Bernadette dizlerinin üzerine çöker ve der ki: "Bu o, efendim!

".

 Ne hareket, ne derinlik, ne de yanılsama.

 Kutsal.

 Evet, resim mutluluk, ama yanında boşluk da getiriyor ve tüm gücü kendini sadece resim yoluyla ifade edebilir.

 Dilin nesneleri gerçeklikten keyfi olarak uzaklaştırdığını söylerler.

 Sanki suçlanması gerekenler bizlermişiz gibi söylerler.

 Bazılarınız Racine'nin Fransızca "Phaedra"'sını okumuştur.

 "Suçumu ve beni ezen kaderimi bildiğinizde sırf bunun için değil de, daha büyük bir suçlulukla öleceğim".

 Başka bir şey görmeye çalış başka bir şey hayal etmeye çalış.

 İlk seferde, "Bak" diyoruz ve sonrasında, "Gözlerini kapa".

 Çek ve tersine çevir film yapımında iyi bilinen terimlerdir.

 Ama yakından bakarsanız Hawk'ın filmlerinden bu iki kare aynı görüntünün bir tekrarı olduğu göreceksiniz.

 Bunun sebebi yönetmenin kadın ile erkek arasındaki farklılığı görememesinden kaynaklanıyor.

 İki şey birbirine benzediğinde bu daha da kötü oluyor.

 Mesela şu son iki resim tarihte aynı anı temsil ediyor.

 Göreceğiz ki aslında gerçeğin iki yüzü vardır.

 Benim fikrimi soracak olursanız, bu olur çünkü kitaplar basit hikayeciler tarafından yazılır.

 Balzac romanlarında Yüce Kitap'taki yazılar hakkında konuşmuştu.

 Kanun Tabletleri, Kutsal Yazıtlar, insanların Kitap'ı.

 YAHUDİ MÜSLÜMAN Örneğin: İsrail 1948'de vaat edilmiş Ülke'ye doğru suya girdi.

 Filistinliler suya boğulmak için girdi.

 Çek ver tersine çevir.

 Çek ve tersine çevir.

 Yahudi halkı kurguya dönüştü.

 Filistin halkı belgesel oldu.

 Gerçeklerin kendilerini oluşturduğunu söylerler.

 Celine derdi ki: "Maalesef çok uzun zamandır değil".

 1936'da metin alanının görüş alanını çoktan içine aldığını söyledi.

 1938'de Heisenberg ve Bohr Danimarka'nın kırsal yörelerinde yürüyorlardı.

 Elsinore Kalesi'ni geçtiler.

 Alman bilgin "Bu kalenin olağandışı hiçbir yanı yok" der.

 Danimarkalı fizikçi de cevap verir.

 "Evet, ama eğer 'Hamlet'in kalesi' dersen o zaman olağandışı olur".

 Elsinore: gerçek.

 Hamlet: hayal ürünü.

 Çek ve tersine çevir.

 Hayal ürünü: kesinlik.

 Gerçek: belirsizlik.

 Film yapmanın ilkeleri: ışığı al ve gecemize yansıt.

 Bizim müziğimiz.

 YA ÖZGÜRLÜK?

 YA ZAFER?

 BU BENİM ŞEHİTLİĞİM OLACAK.

 BU GECE CENNET'TE OLACAĞIM.

 Bay Godard, siz ne düşünüyorsunuz?

 Yeni ufak dijital kameralar sinemayı kurtarabilecek mi?

 Evet, hepsi çok genç öldü.

 Köprü Osmanlı İmparatorluğu zamanında Kanuni Sultan Süleyman saltanatlığında 1566'da Mimar Sinan'ın öğrencisi Usta Hayruddin tarafından inşa edildi.

 Köprüye de Mostar kasabasının ismi verildi.

 Slav dillerinde "most" "köprü" demektir.

 "Yaşlı Bayan" anlamında.

 Bir anneye ya da bir hizmetçiye seslendiğiniz gibi.

 İnsanlar Yaşlı Bayan'da buluşurdu ve içlerinden en cesuru köprüden dünyadaki en yeşil sulara atladı.

 Neretva'ya gelen basit bir turist olayı değil bu.

 Geçmişi restore etmeli ve geleceği mümkün kılmalıyız.

 Acıyı suçlulukla birleştirmek.

 "ARAMIZDA" İki yüz ve bir gerçek: köprü.

 Bu zor görünüyor.

 Eğer yüz "öldürmeyeceksin" diyorsa taşlardan bir yüz nasıl inşa edebilirsin?

 Ben ve diğeri arasındaki ilişki simetrik değil.

 İlk başta, diğerinin bana olan ilişkisi umurumda değil.

 Onların problemi.

 Bana göre, ilk önce onlara sorumluyum.

 Bu durumda, bir Müslüman ve bir Hırvat'a.

 "Her şey ve herkes için hepimiz suçluyuz ve ben diğerlerinden daha suçluyum".

 Bunu kimin söylediğini unuttum.

 Taşlar Haziran 1997 ve Ağustos 1999'da yerlerine oturtuldu.

 Her bir levha tüm ayrıntılarıyla katman katman tanımlandı: Sudaki konumu, yapı içindeki konumu ve kancaların tamir edildiği her bir yüzeyin tasviri.

 Sanki dilin kökenini keşfediyor gibiydik.

 Sümerlerde dil gelişmeden önce, "geçmiş" hakkında konuşmak için "sonra" kelimesini "gelecek" hakkında konuşmak içinse "önce" kelimesini kullandığımızı biliyor muydun?

 Hayır, bunu bilmiyordum.

 Bunu bilmiyordum.

 Köprüyü göreceğim.

 Yarım saat içinde dönerim, tamam mı?

 Tamam.

 Sorun yok.

 Sanki uzaktan gelen bir hayal gibi.

 Yan yana iki kadın var.

 Onlardan biri benim.

 Diğerini ise hiç görmedim ama kendimi tanıyabilirim.

 Ama bunun hiçbirini hatırlayamıyorum.

 Buradan uzakta ya da daha sonra olmuş olmalı.

 Hepsi saçma.

 Sefaletimizin durumu ortada.

 Sefaletimizin durumu ortada.

 Toprak dikenli tellerle çevrilmiş, gökyüzü kızıl patlamalarla parlıyor.

 Bu harabenin kültür fikrini korumadığı için ondan kurtulmak için cesarete ihtiyacımız var.

 Çok azla idare etmeliyiz.

 Ev yanıyorken, mobilyaları düşünmek saçmadır.

 Eğer yakalamaya değer bir şans varsa, o da mağlup olanlarınkidir.

 Şu anda Rusça konuşacak havada değilim.

 "GECE YARISI" Rus diline güvenmiyorum.

 Aslında üzüldüğüm tek şey Rusların sahip olduğu güçlü kötülük fikri onları bir şuurdan alıkoyuyor ve bu da Rusça'nın sözdizimi yüzünden.

 Dinlenme ihtimaline karşı bir tedbir.

 Etrafta hala alıcılar var.

 Biri ne söylediğimi anlarsa o zaman kendimi yanlış ifade etmiş olurum.

 "Ne var ki düşme hissine kapılmadı.

 Tam tersine, sanki yer son hızda ona yükseliyor gibi geldi".

 İntihar, üzerinde düşünmeye değer tek felsefik sorundur.

 - Bunu bir Yahudi mi yoksa bir Fransız olarak mı söylüyorsunuz?

 - Bundan henüz emin değilim.

 Beni iki şey rahatlatıyor: Biri önemsiz, diğeri daha önemli.

 Ama önemsiz olan aynı zamanda çok önemli.

 Önemsiz olan ne?

 Acı çekme.

 Acı çekme mi?

 O kadar önemli olabilir mi?

 Can çektirmeden öldürmek mümkün mü?

 Ya ikinci neden, asıl neden?

 Öbür dünya.

 Öbür dünya.

 Öbür dünya.

 - Ceza mı demek istiyorsun?

 - Bunun önemi yok.

 Öbür dünya, sadece öbür dünya.

 Öbür dünyayı düşünmeyen birinin olduğunu mu düşünüyorsun?

 Herkes sadece kendisini yargılayabilir.

 Özgürlük ancak yaşayan ve ölen farksız olduğunda bir bütün olacak.

 - Amaç bu.

 - İlginç bir amaç.

 - Belki hiç kimse yaşamak istemeyecek.

 - Hiç kimse.

 Sanki Tanrı yokmuş, hiç kimse yokmuş gibi herkes hareket edebilir ama hiç kimse denemedi.

 Tam tersine, milyonlarcası öldürüldü ya da kendilerini öldürdü.

 Evet, ama her zaman başka nedenlerden dolayı, her zaman terörü - terörle öldüremezsin.

 - Çocukları sever misin?

 - Evet.

 - Bu yüzden yaşamı seviyorsun.

 - Elbette seviyorum.

 Neden?

 - Ama kendini öldüreceğini söylüyorsun.

 Ne alakası var?

 Yaşam bir şey, ölüm başka bir şeydir.

 Yaşam vardır, ölüm yoktur.

 Sözlerini ezbere bildiğini görüyorum.

 İbranice'de de mi?

 Biz turist değiliz.

 - Akhim bu konuda ne düşünüyor?

 - Akhim yardım edecek.

 - Kudüs'e kadar sana eşlik etmeyecek mi?

 - Hayır, o kalacak.

 Aynı görüşte değil.

 Ama bana yardım edecek.

 Çarşamba günü Paris'e geri döneceğim.

 Görüşmeler sona erdi.

 - İyi şanslar Olga.

 - Evet Ramos amca.

 - Beni ne zaman istersen ara.

 - Elbette.

 Evet, olası tanımı bu.

 Kendimizi özgür bırakamıyoruz.

 - İyi akşamlar.

 - Efendim, bir film çektik.

 Size de bir kopya verebilirim.

 Hangi otelde kalıyorsunuz?

 Onu Rusmir'e ver.

 O bana Cumartesi'ye kadar verir.

 Hoşça kalın.

 Şampanya!

 Evet, diyordum ki kendimizi özgür bırakamıyoruz.

 Ve buna da demokrasi diyoruz.

 Claude Lefort'a, Modern demokrasiler politikayı belirgin kişisel bir faaliyet haline getirdiler.

 Modern demokrasiler kendilerini totalitarizme yaklaştırıyor.

 Evet, ben de aynı şeyi söylerdim.

 Tanıklarının başlarının uçurulduğu hikayelere inanıyorum sadece.

 Kurban ya da suçlu, başka bir seçenek yok.

 Bir suçlu olarak, yargılanmaktan kurtulmak bize zulmeden bir canavarı, daha azılı bir suçluyu suçlamak her zaman mümkündür.

 Hayat ucunda mutlak yenilgi olan bir varoluş mücadelesidir.

 Biraz olumsuz düşünmeden kurbanlar için nefreti ve tiksinmeyi önlemek neredeyse imkansızdır.

 Çünkü bizden dolayı ya da bize rağmen kötü durumlarını kabul ederler.

 İşte bu yüzden kurbanların sesine kulak veririz.

 İşte bu yüzden herkes kendini kurban olarak ifade etmeye teşvik edilir.

 Rezaletini göstermeye hazır olanlarla halk gösterisinin baskın konumları için ahlaki rahatlığın bir işaretini oluşturanlar arasında bugün dünya ikiye bölünmüştür.

 Problemi çözecek anahtarı konuşuyoruz ama anahtarı sokacak deliği unutuyoruz.

 Önümüzde gördüğümüz düşünmeden yazılan bir hikaye, sanki isteksiz bir iradeden miras kalmış gibi.

 Kuşkusuz her zamankinden daha çok yoklukla yüzleşiyoruz.

 Amsterdam yolcularının dikkatine.

 Pasaport ve gümrük işlemleri için yolcularımızın dikkatine.

 Bay Godard.

 - Merhaba.

 - Hoşça kal demeye geldim.

 Hoşça kalın ve teşekkür ederim.

 Size de.

 Görüşmek üzere.

 - Size verecek bir şeyim var.

 - Olga'nın adına.

 Dijital kamerayla çektiği bir film.

 Çok nazikmiş.

 Benim için ona teşekkür et.

 - Teşekkür ederim.

 Görüşürüz Timka.

 - Görüşürüz efendim.

 Alo?

 Evet?

 - Alo.

 Evet?

 - Ben Garcia.

 Paris'ten arıyorum.

 - Ramos Garcia.

 - Evet?

 Sizi hatırlamıyorum.

 - Saray Bosna'dan.

 Çevirmen.

 - Ah, evet, evet.

 - Paris'teyim.

 Haberleri gördünüz mü?

 - Hayır.

 - Kudüs'te silahlı bir soygun oldu.

 - Öyle mi?

 Evet, bir sinema salonunda.

 Rus asıllı bir Yahudi Fransız.

 Kendi ile birlikte her şeyi uçurmak istemiş.

 - Olga bu.

 Bundan eminim.

 - Olga?

 Onu bir gece gördün.

 Sana bir DVD vermeye çalıştı.

 Bu o!

 - Ah evet!

 - Oydu, Olga'ydı.

 - Nasıl emin olabilirsin?

 - Emin değilim.

 Patlamadan önce çıkmak için herkese beş dakika verdi.

 Onunla savaş için değil barış için ölmek isteyen herhangi bir İsrailli olursa mutluluk duyacağını söylemiş.

 - Peki sonra ne oldu?

 - Herkes çıktı ve o yalnız kaldı.

 Omzunda kırmızı bir sırt çantası vardı.

 İçine elini atamadan polisler onu öldürdü.

 Ama içinde sadece kitap vardı.

 3.

KRALLIK CENNET Yan yana iki kadın.

 Onlardan biri benim.

 Diğerini ise, hiç görmedim ama kendimi tanıyabilirim.

 Sanki uzaktan görülen bir hayal gibi.

 - Günaydın.

 - Günaydın.

 - Yakala!

 - Burada, hadi!

 - İşte bu!

 - Git, git!

 "GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN CADDE" Güzel, açık bir gündü.

 Çok uzağı görebilirsiniz, ama Olga'nın çıktığı yeri göremezsiniz.

 Çeviri: neco_z@hotmail.

com||

Nouvelle Vague (1990, Jean-Luc Godard)

5040||5130558|| Ama bunun bir hikaye olmasını isterdim Hala da istiyorum.

 Dışarıda hafızayı dağıtmayacak bir şey.

 Yüzeyi zaman zaman dalgalanarak kırılan dünyadan o yumuşak bir gıcırtıyı zar zor duyuyorum.

 Arkamdaki yasını tutan yalnız kavağın gölgesinden memnunum.

 Bir lamba gibi aydınlık, çiçekli bir kestane ağacını veya buğdayın koyu sarı ile açık yeşil sürgünler arasına dağılmış pırıl pırıl bir kaç damlasını keşfetmek için zamanımız olmadı.

 Bang, öldün!

 Hanımefendi gidiyor.

 Uzun zamandır yağmur yağmadı.

 Bu yaz sıcağında belki de kıtlık olgunlaşıyor.

 Hanımefendi gidiyor, aptal.

 Dünkü parlak gökyüzü bile kırılganlık hissetmemizi sağladı Hayır, Laurent, Mercedes olmaz.

 Yalnız kalmak istiyorum.

 Orası New York; Bay Dorfman.

 Bak ne diyeceğim?

 Yarın gelirsen, yorgun olacaksın.

 Yarın, ertesi gün Dünkü Financial Times'ı ister misin?

 Jules, acele et.

 Ne salak!

 Seni seviyor; işe yarar.

 Yaralısın.

 İyice gerçekleştirilmiş bir ölüme kim değer biçer?

 Parası olan zenginler bile, artık rahatsız.

 Kendi ölümüne devam etmek isteyen çok nadir.

 Acı mı çekiyorsun?

 Senin olmayan bir şeyi verebilmek ne güzel.

 Boş ellerin mucizesi.

 Hep aynı hikaye; yine bize gelecek sunuyor.

 Boşver, cevap Ütopik.

 Etrafına bak.

 Kim, sana soruyorum, hayatı kim seviyor?

 Bir zamanlar kitleler nedenini bilmeden mutlu oldu.

 Artık mutluluk günlük olarak tanımlanıyor ve insanlar mutsuzlar.

 Hala sınıf bilinciyle yaşıyorlar ancak artık kira ödemiyorlar.

 Devletin derin ahlaksızlığı gerçeğe izin ve cesaret vermemesinden kaynaklanıyor ama zaman zaman insanlığın doğuştan gelen çok genel özelliklerini açığa çıkarmak için işçileri zorluyor: İlgisizlik, güvensizlik gücün kibiri, ceza almadan, aslında ödül beklentisiyle, intikam arzusu.

 - Nerede o?

 - Telefonda.

 Kadınlar aşkı sever; erkekler yalnızlığı.

 Bir kadın, bir erkeği mahvetmek için fazla bir şey yapamaz.

 Erkek kendi trajedisini içinde taşır.

 Kadın onu tahrik edebilir, sinirlendirebilir.

 Kadın erkeği öldürebilir hepsi bu.

 Kontes Torlato-Favrini Beş dakika daha.

 Bilimsel Araştırmalardan Sorumlu Devlet Bakanı.

 Schpuntz, ona projeni göster.

 Haydi, ne yapıyorsun?

 Merhameti canlandırıyorum.

 Soyut aşk diye bir şey yok.

 - Su dolaşır ve buharlaşır - "Kadın türü" - belleğinde kalır.

 - Bu çok anlamsız.

 - Hareket belirlendi - Aşk değil, her türlü yaratmayı - sağlayan sadece sevgi.

 - Zorunlu sevgi.

 Saçmalık.

 Her türlü mü?

 Roma'daki ABD Büyükelçiliği için genç bir ataşe olan .

.

bir Torlato Favrini tanırdım.

 O benim babamdı.

 Büyükelçiyle yakın dosttu.

 Joseph Mankiewicz ne adamdı.

 Başkaları gibi boy göstermezdi, sadece işini yapardı.

 Bu yüzden Torlato Favrini Endüstrisi sensin.

 İşin gizemi bu.

 Hepsi benim.

 Japonlar mı?

 Kopya olmaması mümkün.

 Bir tek biz varız.

 Anlamsız klişelerimiz ödeme olarak teklif edildi.

 - Ödeme karşılığı.

 - Hayır, Della, ödeme olarak.

 Borç fikrini yerleştirmeliyiz.

 Değil mi, Schpuntz?

 Bütçedeki dostlarımız buna bayılacak.

 - Schpuntz, projeni açıkla.

 - Özür dilerim, adını unuttum.

 Filament Odaklı Kıvılcım Süreci Demek bana güvenmiyorsun ama aşıksın.

 Aşk ölmez.

 İnsanlar ölür.

 Yeterince iyi değilsek çeker gider.

 Başkalarının hayatlarından geri çekilemeyiz ve yine de kendimiz kalırız.

 Sana engel olmuyorum.

 Nasıl delik açılacağını biliyor musun?

 Elena!

 Sayın Bakan, asıl meseleye geldik.

 Bu, her deliğin içinde.

 Kendime söylüyorum ama birine, herhangi birine de söyleyebilirdim.

 Aşk ölür diyorlar bu doğru değil.

 Aşk ölmez, sizi terk eder.

 Çeker gider.

 İşte orada.

 Bu, yalnız ve dünyaya ve Tanrı'ya isyan eden iki lanetli ruhun, insanı cezbeden, vazgeçilmez ateşli bir fikri değildir.

 Ne, o zaman?

 Kadının parçası hiç kimseyi, hiçbir şeyi sevmez.

 Dördüncü kez.

 Sabit tut!

 Disiplin, Cecile.

 Biz yoksuluz, bunu unutma Beşinci kez.

 Zenginler - o kadar farklı mı?

 - Evet, daha çok paraları var.

 Yaz bu yıl erken geldi ve biraz dengesiz oldu.

 Çayırlar, beyaz leylaklar, kiraz ağaçları, elma ağaçları pembe beneklerini kaybeden kısa ömürlü zambaklar, akdiken, her şey bir anda çiçek açtı, bu yüzden parlak ve ağırbaşlı akdiken yoğun buketiyle bir koruyu sarıyor.

 Onunla konuşurum.

 Bir erkek bir kadın için yeterli veya çok fazla değil.

 Peki, Bay Duborgel?

 İnsan hala sefalet ve sıkıntının içine doğuyor.

 Aksiliklere karşı biraz daha alışmak için aldatmaya neden alışmadı?

 Bu refah, sanki boşluğunu doldurmak zorundaymış gibi üstesinden gelemeyeceği bir şey.

 Ne yapacağım?

 Doğaya hayran ol!

 Bir kalbin bize ödünç mü verildiğini yoksa kurban mı olduğunu çok geç farkederiz.

 Orada her şey yolunda.

 Elena kendi gözlerinde fethedilmek istiyor.

 Doğasının yıkıcı olduğunu uzun zaman önce fark etti.

 Ama kimse onu fethedemedi.

 Hiçbir erkek bunun için eşit değil, en zararsızı benim.

 Ve bir şey daha seks sadece bir aksesuardır.

 Kitabıma ihtiyacım var.

 Üzgünüm, Duborgel kızına ödünç verdim.

 Kitabını alırım.

 Fransızca konuş.

 Ne "olmalı"?

 Mutluluk anlamına gelir.

 Burada daha iyi durumdasın.

 Sen de.

 Yvonne!

 Hanımefendinin ailesi.

 Evet, kontes?

 Bu da ne demek?

 Her şey olacağına varır kimse bana söylemedi.

 Üç viski.

 - Size, Bayan Müller?

 - Bir bardak süt.

 Geliyor mu, Raoul?

 Bu sıkıcı müzik sinirlerimi bozuyor.

 Ne yapacağım?

 Mimariye hayran ol.

 - Onu bana verdin - O benim değil, Cecile.

 İŞLERİN DOĞASI ÜZERİNE Kadınların yaradılışı yuva kurmaya yatkındır.

 Bu güven sevdalı bir sırrın içinde.

 ŞEYLER, KELİMELER DEĞİL Bu huzurlu güven sevdalı bir sırrın içinde.

 Hiçbir şey yapmamanın ekonomi veya endüstriyle uzaktan bir ilgisi yok.

 Bu sakin, kişisel mutluluk içindeki sarsılmaz inanç, kendilerini savurmaları nedeniyle haklı olarak bilinmeyen diyarlara ve hiçbir kıyıdan görülemeyen boş uzaya yayılmış.

 Ben günaha inanmıyorum.

 Şey erkek delisi gibi bakmadan onları uyandırmak içindir.

 Gidebilirsin, Cecile.

 Yüksek dramada yoldan çıkmış embesillerden bir şeyler öğreniyoruz.

 Embesiller, herkesin açabileceği kapılar gibidir.

 Ama kapılar gibi Genellikle kapatmayı unuttuğumuz kapılar gibi.

 Müzik, Roger.

 Tıraş olması gereken bir adamı öpemezsin.

 Elimi neden öpüyorsun?

 Ben sadece bir orospu çocuğuyum.

 Aşkım, aşkım doğmuş olduğum için önemli değil.

 Artık olmadığım yerde görünür hale geliyorsun.

 Baskervillerin Tazısı.

 Hayır, Endülüs Köpeği.

 Bütün gün senin için çalışacağım.

 Geceleyin, hatalarım için bana tek tek sitem edeceksin.

 Aşk yeminleri temel ilkelerimiz arasında Biz tanışmadan önce de zaten birbirimize sadıktık.

 Mutluluğun bu başlangıcını zorla alarak onu ilk yok eden biz olabiliriz.

 Biz tanışmadan önce de zaten birbirimize sadıktık.

 Kabul ettiğin için teşekkür ederim.

 Seçtiğin varlık veda etmez.

 Daha fazla bir şey söyleme.

 Daha fazla bir şey söyleme.

 Var mısın?

 Gerçekten var mısın?

 Kabul ettiğin için teşekkür ederim.

 Böyle.

 Hafifçe.

 Bildiğimiz toplumu geçersiz kabul edebiliriz.

 Gelecek çağlar bunu sadece tarihin büyüleyici bir anı olarak hatırlayacak.

 Diyecekler ki Neufchatel Echo'danım Peki ya eleştirmenler, Bayan Parker?

 Jules Renard'ı oku, canım.

 Bir eleştirmen, kendi alayına ateş eden bir askerdir.

 Veya düşmana kaçan.

 - Düşman kim, Bayan Parker?

 - Dorothy mi?

 Gözlemlemek, yansıtmak ve yazmak için binlerce yıl ve gösteri sırasında sandviç veya elma yer gibi onları elimizden kaçırdık.

 Mümkündür.

 Yorum yok.

 Torlato-Favrini'nin büyük hissedarlarından birisiniz.

 O zevk bana ait, bayan.

 Warner'ı devralmaya ne dersiniz?

 Yüzde üçle, düşünebilirsiniz ama söylemeyin.

 Gazetelerde yoktu.

 Bu işi Elena veya Raoul yaptı.

 Asla okumam.

 Siz kitaplarınızı yazın.

 Eğer yapsaydım, boşver; hepsi geriye giderdi.

 Bırakalım insanlar kitaplarda bir şeyler başarsın: Hakkımızda okuyun.

 Parkerlar, Favriniler, Dorfmanlar erkek ve dişi.

 Ama yaraksız ve amsız.

 Keşfediyor Ona ben de öyle dedim.

 Aşığın ölümcül hatası; varlık için yetersizlik.

 Bunu o istedi.

 Melankoliyi terk eden.

 Toplum bunun farkında.

 Bu yüzden her şeyden önce aşkı yüceltiyor.

 Bu, verimlilik için bir anahtar.

 Seninle konuşmam gerek.

 Ben de.

 İyi misin, Joe?

 İyi olmayan sensin.

 "İyi olmayan.

" Dilbilgisini ne zaman öğrenecek?

 Bırak tutku bizi korkutsun Fransızca sözdizimi bozulmaz.

 Antoine Rivarol.

 Neden seninle gitmiyor, Dorothy?

 Nil Nehri üzerinde bir tekne: Hızlı nabız için ideal.

 Gerçekten konuşmamız gerek.

 Mısır 4000 yıldır bizi dolandırdı.

 Konteste anlaşma taslağı var mı?

 - Bay Dorfman'a sorarım.

 - Kontrol et, Bayan Delarue.

 Yarın bir tebliğ göndereceğiz.

 Artık Dorothy Jaguar'ında ticaret yapabilir.

 Yüzde 3'le diyebilir miyiz?

 Doğru.

 İngiltere Kraliçesiyle alakası olmayan 5 milyar doların yüzde 3'ü.

 Zehri sindirmiş gibi bluzunu hafifçe sallar.

 Adamınla yalnız olduğunu düşündüğünde etrafındaki kalabalık inanılmaz.

 İnsanlar sizden şüphelenmez: Eski sevgililerin.

 Bıçaklar sağa!

 Başkalar ondan şüphelenmez: Müstakbel sevgililerin.

 Ekmek sola!

 - Biz yoksuluz!

 - Bir daha asla kalbimi acıtması için Unutma!

 Görgü!

 bir erkeğe vermeyeceğim.

 Bin bir türlü kadın olacağım.

 Bir hayvanın bir çocuğa işkencesini alıntı yapıyorum diye neden Dostoyevsky aklıma takıldı?

 Evet, ama neden her şeyden önce, neden her zaman.

 - Hep yalnızdın ve - Neden hep neden?

 bunu hiç bilmedin.

 Borsa sihirbazları.

 Merhaba, arkadaşım.

 Biliyorsun Aristotle - arkadaşlarım, arkadaşlar yok.

 - Raoul, geliyor musun?

 Offenbach'ın en iyi eseri nedir?

 Gerolstein Grand Düşesi.

 Ben, General Boom Boom!

 Hayır, daha küçük.

 Olamayacak bir şeyi istememe izin verse tuhaf şey, arzu, demeliyim.

 Bize hareket lazım!

 Ne tür bir hareket?

 Her tür.

 Kelimelere yönelik yüksek bir kötümserlik eylemi var.

 - Kardeşin nerede?

 - Yemek yiyor.

 Bu gece yiyecek!

 Şimdiye kadar konuşmaktan başka bir şey yapmadık.

 Evet ama yine de üzerinde bir daha düşünelim.

 Bir fikrin var mı?

 Hiçbir şey suç daha soyut değildir.

 Nixon maddesini gördün mü?

 Çin'i bozma.

 Terry Lennox'u ilk gördüğümde bir Rolls Royce'ta zil zurna sarhoştu Benim için, bir romanı bu şekilde başlar "Terry Lennox'u ilk gördüğümde " Kapitalist "dinamik"ten bahset.

 Sadece Balzac'ın kötü yazmasına izin verildi.

 O, "Dinamit" olmalı.

 Ona Denis de Rougemont okudum.

 "Aşk, sadece amacında gizli olana konuşur."

Batı Dünyası'nda Aşk.

 Kadınlar aşkı sever; erkekler yalnızlığı.

 O zaman onları neden birlikte atıyoruz?

 Anlaşma ne?

 Yalnızlık ve aşkın bir başka talanı.

 Senin kaderin olduğuma, her zaman yaptığın gibi sen karar ver.

 "Hepsi yüzünde" yüz aptallar içindir.

 Yarın.

 Bir erkek olsaydım, nereden ve neden geldiğimi hiç sorar mıydın?

 Bu gece, Elena!

 Çok sorumsuzsun!

 Sessizliğimi anlamıyorsun.

 Konuş, konuş Başkalarının var olduğunu nasıl anlayabilirsin?

 Var olan başkaları.

 Düşünen, acı çeken yaşayan.

 Sadece kendini düşünüyorsun.

 Aşkın bir icat olduğunu sanıyordum.

 Sen değiştiğinde Mükemmellik için bir tat.

 biz yaşayacağız.

 Hala onun gibi bir kadını alıyor, Bir insan neden değişmek ister ki?

 kendisi olmak için ücretsiz izinli.

 Eğer değişirsem, artık olduğum kişi olmam.

 Ve ben bu değilsem Hep erkeklerin derlemelerinden söz ettiğimiz için son görüşümüz yanlış olabilir acaba yabancı veya hasta olduğu için mi Kim konuşuyor?

 asla onun etrafında toplanmadılar?

 Olabilir.

 Biz doğmadan önce olanları hatırlamaya çalıştığımız için olabilir mi?

 Sanırım.

 Şöyle söylüyor olabilirdik: "Kadınlar", "çocuklar", "oğlanlar" bu sözlerin artık sadece sonsuz çoğulluğunun bir tekillik olduğunun farkında mıyız?

 Olabilir!

 Nadiren biz kendi bilincini oluşturmak; var olmayı kendimize bırakalım.

 Ve bu iki fiilin bağlantısı çok müstehcen.

 Sorun ne, Bay Whoozis-face?

 Ne yaptığına bak!

 Bağışlayın onu.

 Adı ne onun?

 Whoozis-fart.

 Dikkat et, Tanrı Aşkına.

 - Özür dile!

 - İnsanlar vicdansız.

 Vicdanları siktir et.

 Schiller'i bilirsin tabii.

 Uzun bir sessizlik.

 Friedrich Schiller'i kimse bilmez mi?

 Ben biliyorum.

 "İnancın vicdanları.

" Dostlar, size hizmet etmek ne büyük bir onur.

 Ama yaptığım şey dürüstlüğün tercihi gereğidir.

 Bu nedenle kredi çekmedim ve çok sıkıntılı değilim.

 Bunu nasıl telafi edebilirim?

 Size hizmet etmek görevim olduğu için sizden nefret etmeyi ve kalbimdeki nefreti öğrenmeliyim.

 Diyecekler ki Diyecekler.

; "Cazibelerini korumak için hazineleri " en üst seviyede korunan, alınacak " zengin ve fakir kalelerin olduğu bir zaman vardı.

 "Şans işin içindeydi.

" Oradalar.

 Ismarlamış, şükürler olsun.

 Ama nişanlanmış bir kıza böyle sevgili olmak küstahlık.

 Neredeler?

 Birlikte olmadıklarını biliyorsun.

 Tahiti.

 Hayır, Dorothy Mısır'da; bir faks aldım.

 Bir kadın bir erkeği mahvetmek için bir çok şey yapamaz.

 Erkek trajedisini içinde taşır.

 Kadın onu kışkırtabilir sinirlendirebilir öldürebilir.

 Hepsi bu.

 Londra'da insanların sanata bakmak için günlerce yağmur altında beklediklerini gördüm.

 Biliyorum.

 Özellikle de yoksullar.

 Yanlış.

 Zengin insanlar da vardı.

 Bu kadar basit bir resim için o kadar para harcamak niye?

 Sana söyleyemem.

 Bir kereliğine bir şey söylemiş olsaydın iyi olurdu.

 - Evet, ama ne olduğunu hiç bilmiyorum.

 - Doğaçlama!

 Çalış birazcık.

 Zamanı geldi.

 Bu İsveçli mi?

 - Maserati hazır mı?

 - Henüz değil, hanımefendi.

 Ölü bir arı tarafından hiç sokuldun mu?

 Ne demek istiyor?

 Helene - Aşkı unut, matematik çalış.

 - Aşk aşktan daha fazlasıdır.

 Ölü bir arı tarafından hiç sokuldun mu?

 Yeter, Laurent; sana hiçbir şey için para ödemiyoruz.

 Tuhaf.

 İşçi olmak istemiyorlar yine de tüm avantajlarını istiyorlar.

 Ceket güzel.

 Pantolon güzel.

 - Gömlek?

 - Geçecek.

 Ceket ve pantolon geçmez.

 Hatırlayacağım Hatırlayacağım.

 Hafıza sınırdışı edilemeyeceğimiz tek cennettir.

 Bu her zaman doğru değil.

 O zaman hafıza tüm masumluğumuzla mahkum edildiğimiz tek cehennemdir.

 İlk kez son kez bir şeyler söylemek için bir şansım var.

 Hiç pişman oldun mu?

 İtalyanca söyleyeyim, yanlış anlaman için değil.

 Pişmanlık nadiren gerçekleşmesi dışında alakasız değeri için çok yüksek bir bedel ödemek zorunda kaldığımız bir şeydir.

 Alakasız.

 Sen de.

 Bu bana 8 ay içinde söylediğin ikinci ciddi şey.

 Annem derdi ki "yardım etmek istediğim tek mutluluk.

" Hepsi de şimdi yazın bereketine karşı yeşilin ve sonbaharın asil alevinin ve kışın yıkımının ve bahar çiçeklerinden önce yeniden tüm pisliğin silüetini yaptılar.

 Başka bir ifade, lütfen.

 Bu da adama kızın tüm gördüklerini Kirli artık, zaman ve hava tarafından karartılmış ve hala sakin, - yansıttığını hatırlattı.

 - gizemli, gözleri boş boş bakan yekpare kütleleriyle diriyi ölüden koruyan ama ölüyü diriye tercih eden nöbetçiler gibi değiller.

 Acı ve kederden savunmasız ve zararsız toz haline gelmiş içi boş kemiğin yerine insanoğlunun zalimliğini koruyorlar.

 Devam edeceğim.

 Mutluluğunu hissetti kazara tereddüt etseydi pekala da huzursuz yaz tarafından yakılmış yapraklar gibi hızla kaybolabilirdi.

 Bir şey söylememe gerek yok, sonuçta ona yardım ediyorum.

 Ayrıca itiraf etti.

 Bazen şirketi istiyor, bazen istemiyor.

 Bazen istemiyor.

 Bu çok saçma!

 Eğer dolar düşerse bilmelisin.

 Bu en temel şey!

 Senin pis paran.

 Alay etme; senin de olabilir.

 Sevdiğin kadın başka kadınlardan ve bazen aşktan seni mahrum bırakır.

 Göl genellikle olduğu yerde değildi.

 Ve ağaçların arasından göz kırptıklarında aynı değildi.

 Nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi, bize anlatacak küçük bir sözcük servet değerinde olacaktır.

 Nerede o?

 Her yere baktım.

 Hiçbir fikrim yok, hanımefendi.

 Bunu bir düşün.

 Bunu bir düşün.

 OYUN BİTTİ Sevgiyle yeni yolcu için dostlarını vedaya davet ettiklerinde denizcilere dönüp kalplerinin karışmasına artık zaman yakın Nereye kaçıyorsun ve ne yapacaksın?

 Ne yazık ki kendimi kaybettiğim karışıklıktan dönmek için haybeye çabalıyorum.

 Yaşamaya devam etmek için ne sıklıkla öleceğim?

 Suçu veya kim tarafından ihanete uğradığını biliyor musun?

 Merhaba, Bay Lennox.

 Roger, hadi.

 Hoşçakal.

 Bizi bekleme, karşıya geçiyoruz.

 De Sicalarla kalacağız.

 Bu görüntüler ne?

 - Hiç ölü bir arı tarafından sokuldun mu?

 - Bilmiyorum!

 O biliyordu.

 Sinemaya gidebilir miyim?

 Hadi.

 Yüzme bilmiyorum.

 Çok güzel.

 Yüzme bilmiyorum, bunu biliyorsun.

 Gel!

 Hadi, beni kızdırıyorsun.

 Yüzme bilmiyorum!

 Şimdi defol.

 İşe yaramaz Fransız.

 Doğru.

 Hadi eve gidelim.

 - İstiyorsan.

 - Bana elini ver.

 Hayır, bir kereliğine.

 Bırak koca kıçını kendi kaldırsın.

 Bana elini ver.

 Üşüdüm bana elini ver.

 Helene!

 Cecile, renklerin parlak olduğu sırada, büyük düşünce şekilleriyle sınırlı, bazen özgür bazen mahkum bu görüntüler ne?

 Uzay.

 Rüzgar feryat etsin, senin kokulu havanın nazik parfümünü dalgaların içine çekişini hepimiz duyalım, görelim, hissedelim hepsi, her yerde desinler ki onlar aşık olmuşlar.

 Işık azalıyor.

 - Karanlık yükseliyor.

 - Hayır, karanlık çöker.

 Önemi yok.

 Gecenin günahlarından kurtulmak için akşama kadar iş var.

 Kurtul bunlardan.

 Bilen yok.

 Hayat yolculuğunun yarısında, doğru yolu kaybettiğim yerde karanlık bir ormanda buldum kendimi.

 Bu vahşi ve sert ormanı düşününce korkumu yenilediğini söylemek ne kadar zor.

 Getirdiği acı ölümden çok daha az.

 Mevsim hala kış.

 Ama alacakaranlıkta ve sis sayesinde soluk ışıkları parlayan gri bir bulut ateşte belirmiş.

 Işığın bu özelliği, bu çekingen belirtisi, bize martın yağmurunu ve yalancılığını unutturacak.

 Ama iyi anlatabilmek için algıladığımı söyleyeceğim başka şeyleri orada buldum.

 2 değişkeni bir araya getirerek E içinde cebirsel bir yapı ayarlıyoruz: X ve y E'nin üçte birine karşılık gelen: Fonksiyon xy.

 BAŞKA BİR BEN Kontes nerede?

 Neler oluyor?

 Mavi odayı al, avukat.

 Ne "avukatı"?

 Londra, New York, Cenevre'yi bir gecede yaşadım.

 Umarım küvet tamir edilmiştir.

 Dolar nerede?

 Sen bir şey biliyor musun, Joe?

 Raoul da bir şey bilmiyor.

 Çok ileri gidiyor.

 Erkekler gizemi oluşturur kadınlar anahtarı bulur.

 Bu da ne demek oluyor?

 Ben yaptım, sevgilim.

 Peki ya ben?

 Ben ne yapacağım?

 Suyu kontrol et.

 Topla şunu, Cecile.

 Tamam, konuş.

 Bay Roger tekrar hayata döndü.

 Wiseasses'e ders olsun.

 Hık demiş burnundan düşmüş bir adam zili çaldı.

 Kardeşi olduğunu söylüyor.

 Annem bunu kabul eder, ben etmem.

 Hanımefendiyle mi konuştu?

 Bütün gece bağırdılar.

 Ertesi gün durumunun iyi olduğunu söyledi.

 Defol.

 - Dolar ne kadar eder?

 - Defol!

 Su çok soğuk.

 Şimdi ne olacak?

 Kötü olmak için ödediğin gibi iyi olmak için de bir bedel ödersin.

 Yemin ederim, anlatacağını söyledi.

 Kadının şirketlerinden birinin peşinde.

 Ne oldu söyle?

 Avukat halletti.

 "Suça övgü.

" Lütfen, Dorothy.

 Bu, Karl Marx.

 Güzel gidiyor.

 Cinayet ve gizli anlaşma.

 İstemsiz, hatta öyle bile değil.

 Bende ölüm belgesi var.

 Tamam, ama yeni bir şey yok mu?

 Ama ben ne yapacağım?

 Mobilyaya hayranım.

 Ne kadar zamandır buradaydı?

 İki gün.

 Ne yapabilirdim?

 Gittin.

 Godfroi yok, Della yok Ne yapacağımı bilmiyorum.

 Benimle gel.

 Ben hallederim.

 Joe ve ben kendi yüzde 3'ümüzü hallederiz.

 Biz kalmıyoruz.

 Diğer palyaçodan daha kötü olamaz.

 Her palyaçonun bir kopyası vardır.

 Görürüz.

 Olmak ve zaman çok farklıdır.

 Olmak ve zaman sınırını geçtiğinde ışık sonsuza kadar parlar.

 Birinin iki farklı yaşam sürdüğünü söyleriz Bay Lennox.

 Richard Lennox.

 İki yaşam sürdürüyor görünerek genellikle tastamam kendi tek bir yaşamını sürdürmüş olmaz mı?

 Doğru.

 Ama başkalarını çift olarak gören tam bir yaşam sürmek için kaç tane yarım yaşam sürmeye cesaret eder?

 Şirketlerimizden birinin başına geçmek istediğinizi duydum?

 Nasıl bir CEO rolü düşünüyorsunuz?

 Bir stratejist olarak yenilikçiymiş gibi rüya görür.

 Zor iş.

 Bir düşüşü nasıl önlerdin?

 Şimdiye kadar bertaraf ettik.

 Ama kontrol dışı oluşan dengesizliklerle başa çıkmak zor oluyor.

 Merkez bankaları kukladır, yükselen faiz oranları dolandırıcılığı sahneye koyuyor.

 Bunların dışında insanlar ölür.

 Geçmişteki, yaygın kredi ve borç manipülasyonları her zaman büyük sorunlara yol açtı.

 Bugün örnek olması için çok önce bazı felaketler olmalı.

 Antik dünyanın çöküşüne geri dönüş.

 Barış dediğimiz şey daha çok savaş gibi görünüyor.

 Düşük bir kadın özgür bir hale geldiğinde Hayır, yapma, benimle olmaz!

 hırsızlıktan ayırt etmek ve belirlemek zordur.

 Çok fazla şey bildiğin için bana adım söyle.

 Evet, kızın adı sadece şu.

 Guggenheim, Lifchitz, Kramer, Jones & Dorfman basın ataşesi şu an Portsmouth prensi ve Boulogne dükü Godfroi ile birlikte.

 Doğru!

 Montreal'deki Born Delarue, "Güzel Quebec'e geri döneceğim".

 Erle Stanley Gardner'ın onuruna kendine Della Street diyor .

 Bir keresinde sana söylemiştim, kötü olmanın olduğu gibi iyi olmak için de ödenmesi gereken bir bedel vardır.

 - Hafıza sınırdışı edilemediğimiz – İyi bedeli reddedemez - tek cennettir.

 – kötü reddedebilir.

 Onların şimdi veya sonra ödemesini kimse beklemez.

 İyi bunu yapamaz.

 Belki de artık kötüden daha iyi olmak için ödüyoruz.

 Sadece anılar kan, bakış ve jeste dönüşünce artık isimleri olmadığında, o zaman aralarında bizden ayrılamayacakları nadir bir an olur Bitirmeyecek misin?

 Sessizlik demişken artık Warner's'ı satın aldık Biz satın aldık.

 Doğru.

 Stoktaki tüm bu filmlerle bir görüntü belirlemek zorundayız.

 Görüntü.

 Ben bir şey söyleyeyim, sen bir görüntü tasarla.

 Kar yağıyor suyun üstüne.

 Sessizlik sessizlik üstüne.

 Kötü değil, Joe.

 Jules Renard.

 Bilge bir kadın dedi ki erkekler bizimle nereye kadar olacaklarını her zaman bilir.

 Ama nereye kadar olmayacaklarına dair fikirleri yoktur.

 Mühendislerimiz ne üzerinde çalışıyor?

 Son derece gelişmiş bir proje.

 Mikroçiplerin hızını 10 binle çarpacak atomaltı parçacıklarını bulmuş olabileceklerini düşünüyorlar?

 Ona kim söyledi?

 Business Week okuyor.

 Dolar ne zaman yükselecek?

 Avrupalılar Amerika'ya dua gönderdiğinde.

 Ya düşüş?

 Dizlerinin üstünde yardım istemeye gittiklerinde.

 Bir bahçe asla nesir gibi bitmez.

 Her zaman dokunuşlara ihtiyaçları vardır: Desenleri, renkleri kendi düzeltmelerini istiyormuşçasına.

 Ama bunu ihmal edersen Bize Paul Fabra hakkındaki görüşlerini ver Le Monde'un ekonomisti "kesişen çıkarlar ağı"nı arıyor.

 Aslında, ana sermaye bazı makine ve buluşlar için alım teklifi yapar, ağlar o kadar sık örülmüştür ki, şirketlerden ayrı olarak bahsedemezsin.

 Sus!

 Almanlar Mitsubishiler yapınca Daimler Japonya'ya rakip olabilir mi?

 Dünya bir an için isimsiz olsun.

 Eşyalar kendini dinlesin.

 Sessizlik içinde kendi zaman ve kendi şekillerinde.

 Ve gündelik yaşam nedir bu?

 Tüm suçlarımızın ortalaması.

 Benzetmeleri takip ederek, benzetmelere dönüşürsün ve böylece günlük koşu bandını bedavaya titretirsin.

 Başka bir benzetme, eminim.

 Sen kazandın, Raoul.

 Ne yazık ki, sadece bir benzetmede.

 Hayır, gerçek hayatta.

 Benzetmeyle ifade ederek kaybediyor.

 Seni bir deneyelim.

 .

 Middle East Air tekrar uçarken Beyrut'a git.

 Della işlemleri halleder.

 Geliyor musun, Raoul?

 Middle East Air'in ödülü yok.

 Biliyor.

 Ve o biliyor.

 Onun ödülü ne?

 Yüzde on.

 Çalışmak ne kadar uzak.

 Melekler için ne kadar uzak.

 Dorothy'nin Lübnan'da arkadaşları var.

 Size adresler vereceğiz.

 2 ay önce Cannes'da Suriye ordusundan bir albayla tenis oynadım.

 Her hizmetimde olduğunda, "Bombala, Bay Lisbona, bombala!

" diye bağırırdı.

 Buna onu çek seveceğini söyle.

 Aşk yeminlerimizin arasında zorlamak için asla bir söz olmadı.

 Kuyruklu bir yalan daha muhteşem bir şey olabilir.

 Peki, Bob?

 Patron, bana ne zaman adımla sesleneceksin?

 Bay Pis Düzine Robert Aldrich, adını ve maaşını yükseltemeyeceğimizi biliyorsun.

 Bankacılıkta, önemli olan dengedir.

 Özür dilerim, patron.

 İşte oradalar.

 Görevimizden daha fazlasını veya daha azını yapabiliriz ve bu başarısını etkiler.

 Bu her zaman karşılaştığımız bir sorun.

 İsviçre kuyruk üzerine bir haç yapıyor.

 - Beyrut?

 - Ne olmuş yani?

 Mağazalarımız, otellerimiz, bankamız.

 Beyrut Stalingrad'dır, kredilerin moloz içindedir.

 İyi bir şirkette: Süveyş Bank, Chase Manhattan, Lavoro.

 Ya Bayan Delarue?

 Umarım başına bir şey gelmemiştir.

 Sana konuşmanı emrediyorum, Bay Lennox Bay Richard Lennox.

 O kadar zengin değil, ama olacak.

 Nerede o?

 Della canım, merak ettim.

 Bir alışveriş yaptık.

 İmzaya bak.

 Savaşın felaketleri için Bayan Delarue?

 Aşkın suçları.

 Goya.

 İranlılar anlaşmayı kabul etti mi?

 Tüm anlaşmalar kutsaldır.

 K U T S A L.

 Alacaklının borçluya olan ilgisi dışında, inancın bu kanunu önemli değil.

 Ekonomimiz, bağış takma adı ve bu takma ad yoluyla siyaset ve batıl engelleri yıkar.

 Isaiah ile ilgili bir yorum; Bayan Parker'a sor.

 Beyrut'ta bir mahzende Çıplak Maya bulmak garip.

 İslam bizim uygarlığımız gibi şüphe üzerine kurulu değildir ama kesinlik üzerinedir.

 Arap tarzı duygusallık olmadan çıplaktır.

 Çok kaygan, yayvan göğüsleri unutmuşum.

 Oldukça açık saçık, bana öyle geliyor.

 Şşşştt de ve unut gitsin.

 Birine bakıyor.

 Evet, gerçekten çok kaygan.

 Kazançlı.

 Toplum içinde bunu başarmış pazarda başarılı .

.

yurt dşında kabul görmüş adam bir kadın üzerinde başarısızlığa uğrar.

 Kadın gerçek bir kişiyi arzular.

 Adam başkalarının ondan daha azını istediğini anlar!

 Merak etme; Mitsubishi sana ayçiçeğinden fazlasını ödeyecek.

 Ne ayçiçeği?

 Değerli Della'm Sana bir bardak "kirsch"e izin veriyorum.

 Çok değerli, Della.

 Bilirsin, Arapça'da "keersh", "köpekbalığı" demektir.

 Ne ayçiçeği?

 Adam kadının ondan çok daha azını istediğini anlar.

 Arkadaşlarım ve ben %24'üne sahibiz.

 Arkadaşlar!

 Arkadaşlar yok!

 Adetimiz olduğu üzere ABD'de - Aristotle, değil mi?

 çabalarımızı arttırdık.

 Bir ülkeye istismar değil, bir pazar oluşturmak için giriyoruz.

 Baştan sona Torlato Favrini'desin!

 Tüm haydutlar hırsızlar için diğerlerini alır!

 Raoul!

 Tam 8:30'da, ofiste !

 Kişisel bazda asla dostluk kuramayacağını varsayıyorum.

 – Esaret, ancak - Bir köpeğin neden sahte acı çekemez?

 – özgürlük, savaş, barış - Çok dürüst.

 Her geçit var olma niteliğini olduğu gibi terketmesine - Neden bekliyorsun?

 – haklı olarak kaza diyoruz.

 Hanımefendinin hizmetinde misin?

 Sizden hoşlanmıyorum, Bay Lennox.

 Cesaretim yok.

 Ne cesareti?

 Çorbanı iç!

 Olumlu bize verildi.

 Olumsuz yapmak bize kalıyor.

 Hanımefendi bana ihtiyacınız yok mu?

 İyi geceler, Bay Lennox.

 Hiçbir yerde adalet yok.

 Aşk tarafından çözülmeyen şey sonsuza kadar belirsizlikte kalır.

 BAŞLANGIÇTAN BERİ Ne dersem sadece beni diriltecek olan kelimeler içimde.

 Tüm bu çimen, benim içimde mi?

 Ben olmadığımda, bu çimen mi?

 Eğer bir tanımı yoksa; o zaman çime ne ad verilir?

 SADIK HİZMETKARINIZ Yakında bazı sosyal kuralları; gelenekler, ilkeler, örfler ortadan kalkacak.

 Bildiğimiz toplumu geçersiz kabul edebiliriz.

 Gelecek çağlar bunu sadece tarihin büyüleyici bir anı olarak hatırlayacak.

 Diyecekler ki Diyecekler.

; "Cazibelerini korumak için hazineleri " en üst seviyede korunan, alınacak " zengin ve fakir kalelerin olduğu bir zaman vardı.

 "Şans işin içindeydi.

" Bay Lennox'u görmek için buradayım.

 Geliyor.

 Etrafa bir göz atayım.

 Yaz bu yıl erken ve biraz dengesiz oldu.

 Her şey bir anda çiçek açtı.

 Aşkı en çok tehdit eden zamanın yorgunluğu da değildir ama güvenlik duygusunu kurcalayan devlettir.

 Ne kadar geçici olduğunu unuturuz, zar zor tadını çıkarırız; yaz olduğu gibi yine gelecek bırakalım kaçsın çok güzel günler.

 Nerede o?

 Çok meşgulüm, bayan.

 Hanımefendi.

 Gazeteler.

 Grevdeyim ama gideceğim.

 NY Times ve Messagero.

 Keşke öyle hissetsem.

 Onları doğru eğitirim.

 - Nerede o?

 - İçeride.

 400 milyon dolar!

 Yapamayacağın bir şey var mı?

 Evet, karanlıkta pantolonumu katlamak.

 Yoksa Görüyorum.

 Neyi görüyorsun?

 mezarda bile - Aşk gözümü kör etti.

 – seni seven birinin Özür dilemeli miyim?

 Ne kadar kör?

 - Yüzün.

 – ruhunu görürsün.

 Ne olmuş yani?

 - Dışarıda olacağım.

 - Geliyorum.

 Seni göremiyorum.

 Şimdi bana bak.

 Hayır, hala seni göremiyorum.

 Umarım Bir kişilik olmak için azimli bir kişiliğin anlamına saygısızlık ettiler.

 Ne dersem, sadece beni diriltecek olan kelimeler içimde.

 Kaderini yerine getirmek için tomurcuklanma saçmalığı çiçek için güçsüzlüğü arzular.

 Geri döneceğim.

 Ne cesaret ne de basiret - Yüzün olmasaydı – görüntüleniyor.

 seni sevmek zorunda olmazdım.

 Başka biri olsan bile, yine de sevilirdin.

 İyilik için hepsini öldüreceğiz.

 Seni gördüğüm andan itibaren hayatımı çaldın.

 Ben yönetiyorum diye mi?

 Beni hayatımdan kurtararak onu çaldın.

 Seçtiğin varlık veda etmez.

 Dışarıdan geldin ve sevgi ile kendini bana yerleştirdin ve seni sevgiyle içeri aldım.

 ÖLMEYENİN ÖLMESİ Vedalar yok.

 Senin için bir tuzağım.

 Sana her türlü söyledim.

 Daha fazla sadığım seni daha fazla kandıracağım.

 Samimiyetim seni mahvedecek.

 Biliyorsun, benim için endişelenmene gerek yok.

 Sanırım cehennemde yaşamaya hevesliyiz, çünkü sevilen ve affedilen olmaya katlanamıyoruz.

 Önemli değil, hadi.

 Lütfen.

 Seni sevdiğim için tüm dünya bize karşı.

 - Benim için endişelenmemelisin.

 – Kimseye zarar vermedim.

 - Tüm dünya bize karşı.

 Yaptıklarımı yapmak zorundaydım, bunu sen de biliyorsun.

 Öp beni.

 Bu, burada, suda, yeryüzünde oluyor.

 Arkadan kendini bir saniye görmelisin.

 Hiç söylemediğin şeyleri gölgelere söyle.

 Kalbimin gölünde süren bütün bu efkarlı uzun gece korkudan sonra biraz teselli oldu.

 Ve nefes darlığıyla açık denizi aşan adam gibi kıyıdaki tehlikeli sulara bakışları geri döner böylece ruhum, yine kaçarak hayatta hiçbir şeyin asla canlı kalmadığı uçuruma bir kez daha bakmak için geri döndü.

 Sakın arkana bakma!

 Sanki zaten bütün yaşadıkları buydu.

 Başka zamanlardan, başka bir deyişle sözleri izlerinde donmuş gibiydi.

 Yaptıklarına kulak asmadılar ama bugünkü mevcut eylemleri ve geçmişteki paralel eylemleri ayarlayan bölüme karşı.

 Geçmiş ve şimdi üzerindeki hareketsizliği abartılı hissettiler; aynı okyanustaki özdeş dalgalar.

 Hoşçakalın dostlarım.

 Hoşçakalın, Jules Yvonne Cecile.

 - Laurent - Marcel, hanımefendi.

 Sen de mi adını değiştirdin?

 Hayır, kontes.

 Laurent Marcel Paul Ravel.

 Paul olmaz.

 Mercedeslerden birini alabilirsin.

 Bay Dorfman bunu ayarlar.

 Hoşçakalın arkadaşlar.

 Ani uçuş onları aklın bizi sorguladığı dağa uçak üzerinden dağıtmışken sadık dostuma yanaştım.

 O olmadan nasıl yol alabilirdim?

 Bana pişmanlıktan acı çekiyormuş gibi göründü.

 Pancho Gonzales!

 Henri Cochet!

 Kımılda Patty!

 Vic Seixas!

 Bir keresinde bir finalde, bir oyuncu rakibinin ayakkabılarını bağlamak için ağa atladı.

 Aklım, o zamana kadar çok dardı yolunu şaşırmış gibi daha genişleyip büyüdü ve denizden en yüksek göklere yükselen tepeye – bakmak için döndüm.

 - Annem derdi ki "Yardım etmek istediğim tek mutluluk".

 Demek o sendin.

 Demek o sendin mi?

 Bu sensin bu da benim.

 Yolu göstereyim.

 Değişim gerçekleşti.

 Hiç ölü bir arı tarafından sokuldun mu?

 Sen?

 - Yalınayak yürüyorsan - Sanki canlıymış gibi sokar.

 - Şayet bu - öfke içinde öldü!

 Bay Richard, Bay Roger mı?

 Sence öyle mi, Jules?

 Yanıtını sadece hanımefendi biliyordu.

 Bu aynısı değil.

 Bu başka bir şey.

 Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan & Orhan)||

Numéro Deux

32360||4998952||2 NUMARA / DENEME BAŞLIKLARI Benim, Senin, Onun Görüntü Görüntü Ses Ses Onun Görüntüsü Benim, Senin, Onun Görüntü Bir manzara vardı ve biz içine bir fabrika koyduk.

 Şu anda Marsilya'da ve binada da insanlar hep kovuluyorlar.

 Şu an Rhone-Poulenc'ta ve kimya endüstrisinde de kadınların parmakları asit tarafından parçalanıyor.

 Bir fabrika vardı ve biz etrafına manzara koyduk.

 İKİ NUMARA BAŞLANGIÇ Temsilci konuşma yaptığında, o da diğerlerinin sözlerini okur.

 Ama Sanırım bu kağıt verilen emirler için ve burada sorun var.

 Adı neydi hatırlıyor musun?

 Şu an Washington'da Dışişleri Bakanlığı ile olduğunu düşünüyorum.

 Sanırım Cakarta için konsolosluğu sona erdi.

 Onu en son gördüğümüzde Toulouse'da bir gösterideydi.

 Polisler geldi onu bir daha görmedik.

 Burada olmalarına rağmen çok basit, çünkü herhangi bir isimleri yok, sadece makineler.

 Bilmem neydi adı makine, ben, makineler için ilişkiler, erkekler, kadınlar, makineler.

 Burası neresi?

 Kütüphane.

 Kitaplar nerede?

 Kitaplar yok, çünkü bu bir matbaa makinesi.

 Biz basarız.

 Kağıt basmıyoruz.

 Kağıt?

 Bu bizim para dediğimiz şey.

 Bankalar arasında geçerli poliçeler.

 Ona "becerikli kağıt" deriz.

 Burada kağıt yapmayız ama basarız.

 Peki, bu matbaa makinesi mi?

 Hayır, bu matbaa makinesi değil, çünkü biz kitap okuyoruz.

 Güzel.

 Bilmiyorum biyolojide, bilirsin, burası bir fabrika.

 Buraya bir fabrika diyebilirsin.

 Vücut da bir fabrikadır.

 Makineleri dinlerim.

 Bu makine daha hızlı hareket ediyor.

 Bu makine daha yavaş hareket ediyor.

 Ve ben patronum.

 Ama ben özel bir patron değilim çünkü işçiyim de.

 Ve bir işçi olarak yalnız olmadığım için iktidarı ele geçirdik.

 Diğerleri sana onlardan bahsedeyim, çalışmayı bıraktılar.

 Fabrika gürültüsünü dinlerim.

 Uzun süredir hastaydım ve bu beni fabrika hakkında düşündürdü.

 Ben burada neyin yanlış olduğunu söylemek istiyorum çok fazla DNA var ve yeterince RNA yok.

 Bunun ne olduğunu biliyorsun ama okulda öğreniyoruz.

 Okulda öğrendiklerini hiç kullanamazsın.

 Bok dolu, çünkü hükümet bölge okullarının yarısını kapattı.

 Bizi okula sokmazlar, o zaman sen bunu kullanamazsın.

 Sana söylüyorum; DNA, biyoloji Bu adam neden bahsediyor?

 Senden ve senin programından.

 Sana edebiyattan bahset demek istemiştim.

 Edebiyattan bahsetseydim, sana hükümet derdim.

 Hükümet halkı "geçersiz" metodlarla programlıyor.

 Sıçrama tahtaları, işçiler, işçilerin çocukları Okula gidiyorlar ve okuldan sonra, fabrikaya.

 Hep aynı şey.

 "Geçersiz"den kastettiğim bu.

 Sözcüklerle oyun mu oynuyorsun?

 Demokrasilerde, bir şey var.

 Bu beni şaşırtmıyor, kelime oyunları bir anlamda sürgün edildi.

 Biz sadece toplum içinde bunları kabul ederiz.

 Ciddi olmadıklarını söyleriz ama "pun" bir şeyin üzerinde akıp giden bir sözcüktür.

 Bu bir dil ve sonuçta, dili bize aşk öğretti.

 Akıp gider ve kısa devreleri, etkileşimleri vesaire gösterir.

 Bazen hastalıkların tedavisi için kullanırız, bu yüzden ciddidir.

 Bunun karmaşık olduğunu söyleriz konuştukça konuşuruz.

 Bu şeyler karmaşıktır.

 Ama acı basittir.

 Bir makine hızlı hareket eder, yavaş hareket eder, ellerim de hareket eder.

 Elim başka bir makineyi yönlendiren bir makinedir.

 Belki de tam tersi.

 Burada bir fabrika var.

 Bunun gibi diğer fabrikalardan farklı.

 Bu, bir fabrika, başkaları da var.

 Bir tanesi Los Angeles'ta, Fox denen Metro.

 Biri Moslova'da, Mosfilm denilen.

 Biri Cezayir'de, Cezayir Ulusal Sinemacılık denilen.

 Bunu programlayan çok uluslu bir şirket var.

 Tüm bunları konuşacağız belki de bunu konuşacağız.

 Bilgi ve suçun işlendiği yer hakkında.

 Bir gün, Georges çıkageldi onu 15 yıldır görmemiştim, makineleri gördü ve bana dedi ki: "Jeannot bu makinelerle bir şeyler yapmak zorundasın.

" "Georges", dedim, "doğruyu söyle, paraya mı ihtiyacın var?

" "Evet", dedi.

 "İyi, bu harika, çünkü bu makinelerin parasını ödemek için bana da para lazım.

" dedim.

 Anlaşabiliriz.

 Belki de dinleyemeyiz ama anlaşabiliriz.

 Kazık atamayız ama iki tek atabiliriz.

 Yandaki otobüs garına gittik.

 Oranın patronu her zaman "günaydın" der.

 Bu hoşuma gidiyor.

 "Nasılsınız, Bay Jean?

 Paris'ten daha iyi değil mi?

" der.

 "Evet.

" derim Çünkü sana söylemek zorundayım Paris'e, başkente girmek ve çıkmak 45 yıl sürdü.

 Büyük harfler.

 Daha küçük, daha tatlı, daha yumuşak olması için.

 Seni 40 yıldır rahat bırakmıyorlar, öyle mi?

 Yüz Yıl Savaşları, iki kez İspanya İç Savaşı bu ciddi.

 Georges'la tartıştık o, "parayı bulacağım.

" dedi, ben "nasıl?

" dedim.

 "Bilmiyorum bankalarla bazı evrakları ayarlarım.

" dedi.

 Acele etmeyi sevmiyorum diyor, ama gerçekten ediyor.

 Acele etmek zorunda, çok hızlı değil.

 "Üretecek misin?

" diye soruyor.

 Anlamıyor Bu konuyu konuştuk, sonra havaalanına gittik.

 Paris uçağına bindi.

 "Merak etme, Jean.

" dedi.

 "Sana bu ay 600 bin frank ayarlarım.

 "Bu olacak.

 İhtiyacın olanı alacaksın.

" Uçağa bindi.

 Paris Match gibi bir gazete şöyle demişti: "Soğuk bir kasım sabahıydı, lastikler pist üzerinde gıcırdadı.

" Ama edebiyat yok.

 Para, ticaret, güzellik.

 KALKIŞ - 300 bin kilometre uzaklıkta VARIŞ - Ne diyorum ben?

 20 binde Belki 300 bin ışık yılı ama 20 bin kilometre uzakta Vietkong Saygon'u düşünüyordu.

 Bu fabrikada, üç metre uzaktayken, üretmek zorundasın.

 Üretmek zorunda ama ne üretilecek?

 OLACAK - Nereye gitmek için?

 - Artık böyle yok.

 - Her zaman böyle.

 Artık böyle yok.

 - Her zaman böyle.

 - Artık böyle yok.

 - Artık böyle yok.

 - Her zaman böyle.

 Hollanda'nın takım hücumu.

 Penaltı!

 Sanırım bu Taylor!

 Saygon'un adı değişti NLF kuruldu, devrimci Saf ve sert.

 Kamboçya Paris'te, geleneksel 1 Mayıs geçit töreni başlıyor.

 BU EKRAN Saat 15:00'te, meydanda BİR FİLM binlerce gösterici geleneksel 1 Mayıs kutlamaları için bir araya geldi.

 Sosyalist ve Komünist delegelerle büyük sendikaların liderleri geçidi yönetiyor.

 İki önemli talep dile getirildi Sendikal dayanışma ve iş ve maaş için mücadele.

 1 Mayıs işçi sınıfı mücadelesinden daha öteye birliğin sembolüdür.

 ÜRÜN MÜZİK İŞ 1 Mayıs'ın ekonomik kaynağı nedir?

 Bir halkın protestosu, mücadele isteği daha da ileri gitmeli.

 Eğer gitmezse, yüzbinlerce genç insan yazdan önce greve gidecek.

 Kriz daha da kötüleşecek ve acı çekeceğiz.

 Buna izin vermeyeceğiz.

 1 Mayıs mücadele ve birliğin sembolüdür.

 Ve de huzuru yeniden sağlamanın.

 1 Mayıs'ta görmeye alışık olmadığımız maske takmış askere çağrılanlar üniforma giyiyor.

 İŞ BOK Sendikalar gösterilere katılmayı tercih eden Devrimci Komünist Grubu hariç, aşırı gruplarla Cumhuriyet Meydanı'ndan sola döndü.

 Böyle cesur bir manzara hiç görmediğimiz için dikkatli olunmasını tavsiye ediyoruz.

 Bir sonraki gösteri için devrimciler, anarşistler daha ötesine cesaret edebilir.

 Binlerce gösterici, patlayan dünya mücadelesini zaferine kadar Fransız toplumunun sorunlarını hatırlatan sloganlar atmıyorlar.

 Bu, 2 Numara filmi ne hakkında?

 İnanılmaz şeyleri, sıradan şeyleri, boktan şeyleri, iyi şeyleri gösteriyor.

 Bu nerede oluyor?

 Zevk basit değildir.

 Bence acı basittir.

 Zevk değil.

 İşsizlik basittir.

 Zevk değil.

 Bence işsizlik zevkli olunca sonra faşizm gelir.

 2 Numara sağcı veya solcu bir film değil ama önde ve arkada bir film.

 Önde çocuklar var.

 Arkada hükümet var.

 Halkın çocukları.

 Ve halk.

 Bunun bir fabrika olduğunu öğreniyorsunuz.

 Film de bir fabrikadır.

 Görüntüler televizyondaki gibi üretilmektedir.

 Bir zamanlar bir görüntü vardı.

 Bir zamanlar iki görüntü vardı.

 İki zamanlar bir ses vardı.

 Bir zamanlar iki ses vardı.

 Bir numara ve iki numara.

 "2 Numara" Anne-Marie Mieville ve Jean-Luc Godard yapımı.

 Sandrine Battistella Pierre Oudrey ve diğerleriyle birlikte.

 "İki Numara" Pek yakında bu ekranda.

 Bu ekran bir duvarın üstünde.

 Duvar neyle neyin arasında?

 Yakında Yani, politik bir film mi?

 Hayır, politik değil.

 YAKINDA Porno!

 Hayır, porno değil.

 Politik.

 Porno mu politik mi?

 Neden hep ya/ya da diye soruyorsun?

 Belki de her ikisi birden.

 Evet, bazen.

 Ne zaman?

 Her zaman "bir zamanlar " diyoruz.

 "İki zamanlar" neden olmasın?

 Bu film, örneğin.

 2 Numara dendi.

 Ne diyor?

 Konuş, konuş Dinleyebiliriz.

 Bakabiliriz!

 2 Numara.

 VE BU ÇOK ZOR Bakabileceğin bir film.

 Sessizce.

 Neye bakıyorsun?

 DEVRİM GİBİ - Hep uzaklara gitmene gerek yok.

 Görecek çok şey var.

 Ve burası çalıştığımız yer.

 Hiç seks yapışına baktın mı?

 DEVRİMDE Ona bakmak için izin aldın mı?

 Dürüstçe.

 Reklamlardaki veya filmlerdeki ZENGİN BİR ÜLKEDE - gibi değil.

 Örneğin Babam bir fabrika mı yoksa manzara mı diye hiç kendine sordun mu?

 Annem bir fabrika mı yoksa manzara mı?

 Sanırım, fabrika.

 Bilmiyorum.

 Ya da belki de bir elektrik santrali.

 Doluyor ve boşalıyor.

 Ve acıtıyor.

 Müzik çalıyoruz.

 SEKSİ YOK EDENLER Zevki yok edenler.

 Ama neden müzik çalıyor?

 İnanılmazı görmek için.

 Bu ne?

 Görmediğimiz şey.

 Ben doğmadan ölmüşüm.

 ÇOĞALTMA DÜZENLEME Vanessa, neden bu kadar huzursuzsun?

 Ne oldu?

 Büyüdüğümde benim de bacaklarımın arasında kan olacak mı?

 Evet.

 Ama çocuklar için dikkat etmek zorundasınız.

 Güvenilir değildirler.

 KURGU Bazen anne ve babamın ne güzel olduklarını düşünüyorum ve bazen de bunun kaka olduğunu.

 FABRİKA Bütün küçük kızlarda bir delik var mı?

 Evet.

 Burası anıların ortaya çıktığı yer mi?

 Elbette.

 Nereye gidiyor?

 Kaybolur.

 Manzaranın içinde kaybolur Artık orada bir fabrika var.

 Aritmetik, okuma 5, 3 daha 8 eder.

 4, 9 daha 13 eder.

 Okuma.

 Aptal Kurt'u oynamak istemiştik.

 Aptal Kurt'u oynamak istemiştik ama oynayamadık.

 Aptal Kurt kimdi?

 Hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kurt.

 Açtı ve kaybetti.

 YALNIZLIK Pinelli plağını çalalım mı?

 Bugün onun doğum günü.

 Annenle dans eder misin, Nicolas?

 - Hadi dans edelim.

 - Olmaz, yemek yiyorum!

 Vanessa!

 Vanessa!

 Anarşi bir bomba değildir.

 Adalet ve özgürlüktür.

 ama yalnızlık Bir yoldaş olduğu için onu öldürdüler.

 Bana bak.

 BİR NUMARA Kız sekiz yıl önce adama ihanet etmişti.

 Ve o bunu biliyor gibiydi ama bu onu rahatsız etmiyordu.

 Ayrıca onun için deli oluyordu Kendi yöntemiyle herkesi öldürmeye karar verdi.

 Korkaklığa son verdi.

 Bu onun oyunuydu Ama sonsuza kadar devam edemezdi.

 Beni öldürmeye çalıştı.

 Dairemde.

 Silahı boştu.

 Beni de öldürmek zorunda kalırdı.

 Kızı seviyordu.

 Ama kız altı yıldır ona yazmamıştı.

 Kız hapiste onu ziyarete gitmedi.

 Ve yine de onu polise ihbar etmişti.

 Ödül için.

 Adam dışarı çıktığında giyindi ve kızı aramaya gitti.

 Hoşgeldin niyetine kız adamın karnına beş kurşun ateşledi.

 Ve adam iki cinayet işledi.

 Ama kızı seviyordu.

 Ne garip bir zaman.

 İzle, Nicolas bu iyi bir kağıt.

 Nereden biliyorsun?

 Nereden mi?

 İzle.

 Yanıyor Yanıyor Geriye bir şey kalmadı.

 Başka kağıtlarda her zaman biraz kalır.

 Nesin sen?

 İyi kağıt mı, kötü kağıt mı?

 Şehir çok büyüktü, o yüzden ayrıldık.

 Öğretim mümkün değildi.

 Hükümet bölgedeki okulları kapattı.

 Bu iş ne?

 Bundan hiç bahsetmiyorsun.

 Hala Beyer'in yerindeyim.

 Her zamanki gibi mi?

 Hayır, fabrika burada.

 Burada da.

 Ne diyorsun?

 Mikrofonlar kontrol ediyorum.

 Sesimin iyi bir tepki eğrisi var.

 Bu ne?

 Metinleri de kontrol ediyorum.

 - Orada mı?

 - Evet.

 Buraya bak.

 Bunu henüz bitirdim.

 "Bu kayıt tekniği en çok kamu rakamlarını ölçmede kullanılacak.

 Görüşme kayıtları ilginç akustik etkiler üretiyor.

 Bu yüzden mikrofonu tutan kişinin de konuşması gerekir.

 Yayında dinleyici onun kendi sesini duyacak.

 Bunların hiçbirini anlamıyorum.

 Biliyorum.

 Nicolas!

 Acele et!

 Vanessa!

 Çocuklarım vardı.

 Onları hiç düzmedim.

 Bu yasak.

 Katılıyorum Karımı düzdüm ama işe yaramıyor.

 "Teşekkürler, patron.

" MANZARA GECE Kahretsin!

 Yine tıkandı!

 Bu projelerdeki tesisat korkunç.

 Buraya işeyebilir miyim?

 Bu gece istiyor musun?

 Bilmiyorum.

 Bakarız.

 Teşekkürler, patron.

 Şimdi ne var?

 Ne demek istediğimi biliyorsun.

 Yarağını seviyorum.

 Anlamıyorum.

 Hep sen karar veriyorsun.

 Ya da işin karar veriyor.

 Biliyorum.

 Bu beni çok kızdırıyor.

 Bir süre sonra kaldıramıyorum bile.

 Kahretsin.

 Senin için sıkıcı bir şey.

 Sandrine adet olduğunda sana da aynısı oluyor.

 Seni piç kurusu.

 Tamamı değişmek zorunda.

 İŞ - Ama bu nerede oldu?

 Yardım etmemi ister misin?

 Hayır, sorun değil.

 Neden hiç yardım etmemi istemiyorsun?

 Kendim yapabilirim.

 Beraber olmamızı sevmiyorsun.

 Öyle değil sıkıldığın için.

 Benden sadece seni kullanmamı istiyorsun.

 Dinle her zaman başka adamlar var.

 Nasılsın, gördün mü?

 Korkunç bir şey oldu.

 Sandrine başka bir adamla düzüştü.

 Kim olduğunu söylemedi.

 Ona tecavüz etmek istedim.

 Bana izin verdi ve sonra onu kıçından becerdim.

 Çığlık attı.

 Sonra, Vanessa'nın izlediğini fark ettik.

 Aile hayatı, böyle belki de.

 Beyazlar, 1 Renkliler, 2 Halledebilecek misin?

 Hayır.

 Adamın dediğini unuttum.

 O kadar da karışık olamaz.

 "Ön yıkama 2" olarak ayarla.

 Sonra "Yıkama 4"e.

 Sonra, "Durulama 7"ye.

 Sonra seç 2A, 2B, 4D, 6E, 8A.

 Veya 3A, 2B, 2C 9A, 8E, bilmiyorum.

 Biliyor musun, bilmiyor musun?

 Hayır ama yardım etmeye çalışıyorum.

 Bilmiyorsun.

 Senden istediğim şey çeneni kapatman.

 NEHİR Neden böyle yapıyorsun?

 Senin hiç görmediğin yanlarını görüyorum.

 Peki ya ben?

 Tarif edeyim.

 Ağzım senin gözlerin olacak.

 Göremiyorum.

 Ben görüyorum.

 Sen, sen, sen Peki, anlat bakalım.

 Dinle Vücudun onun bir nehir olduğunu söyleyebiliriz.

 Anladın mı?

 Bir nehir.

 Burası nehrin kıyıları.

 Etrafında kıyılar var.

 Nehirde ve kıyısındayım.

 Bu hoşuma gidiyor.

 Nehrin şiddetle kıyılara taşmasından bahsediyoruz.

 Nehir kıyısının şiddetle nehri hapsettiğinden bahsetmiyoruz.

 Bu benim için ne yapar?

 Şiddetin kabul etmemi sağlıyor.

 Ben de bakabilir miyim?

 Sana bakıyorum, Pierre.

 Her sabah gidiyorsun.

 Çekip gidiyorsun.

 Eleştirmiyorum.

 Ama benim bir işim yok.

 Gittiğin zaman işe giderken kıçının gittiğini görüyorum.

 Ve bu senin hiç görmediğin bir tarafın.

 Geceleyin, seni görür görmez, seninle yüzleşmek zorundayım.

 Eve geldiğinde, yarağını görüyorum kıçını değil.

 Bence aşk senin için bir iş olurdu.

 Saçmalamayı kes.

 Ciddiyim.

 Bilirsin, zengin olsaydık para öderdin diye düşünüyorum Peki, zengin değiliz.

 Doğru zengin değiliz.

 Zengin değiliz.

 ŞİLİ İş arıyorum.

 İş arıyorum.

 - İyi günler, Bayan Battistella.

 - İyi günler, Bayan Chalumot.

 Şili hakkında bir apartman toplantısı yapıyoruz.

 Hayır, gerçekten olmaz.

 Toplantılar için vaktim yok ve hiçbir ilgim yok.

 İlgilenmelisiniz, kadınları ilgilendiriyor.

 Beni ilgilendirmiyor.

 Gerçekten, hayır.

 Size bu ilanı veriyorum.

 Okur musunuz?

 Tamam ama sadece seni mutlu etmek için.

 Çaba göster.

 Denerim ama hiçbir şeye söz vermiyorum.

 İlgilenmiyorum ve yapmam gereken başka şeyler var.

 - Peki, dene.

 - Tamam, hoşçakal.

 "Her gün, odalarıyla tuvalet arasındaki koridorda onları görüyoruz.

 Her biri öndekinin omzunu tutarak tek sıra halinde.

 Görmelerine izin vermeyecek şekilde gözleri bağlı onları çelmelemeye çalışan gardiyanların iğrençliğine rağmen dik ve gururlu yürümeye çalışıyorlar.

 Röntgenci gardiyanlar laf atarken, gözleri bağlı hızla kendilerini rahatlatmak istiyorlar.

 Onları dövüp işkence eden aynı askerler önlerinden geçerken sessizce dönüyorlar.

" Başka kadınlar var.

 Ben de Merhaba güzelim.

 Merhaba aşkım, görüşürüz.

 Diğer ayak, lütfen.

 Siz beraber uyurken babam memelerine elliyor mu?

 Bazen.

 Babamın mı hoşuna gidiyor, yoksa senin mi?

 İkimizin de.

 Ama aynı şey değil.

 Bazen acıyor.

 Yine de hoşuma gidiyor.

 Beraber uyuduğunuz zaman görmeye gelebilir miyim?

 Belki de Bakarız.

 İnsanlar sabahın erken saatlerinde müsait oldukları zaman onları tanıyor.

 Bıktım!

 Kıyameti koparıyorsun, kavga ediyoruz ve çıkıp gidiyorsun.

 İnsanın sorunları sadece kederin sorunlarından yanadır.

 Neden?

 Sana bir fahişe gibi davrandığım için mi?

 Bir kez daha söyleyim: Fahişe!

 Kaltak!

 Bu kadar yeter keselim.

 Sakin olup mantıklı düşünmeye çalışalım.

 Duydun mu, lanet olası?

 Dinler misin?

 Dinler misin?

 Bana bak!

 Böyle devam edemeyiz, durmanın tam zamanı.

 Beni dinle!

 Dinle!

 İnsanlar sabahın erken saatlerinde müsait oldukları zaman tilt makinesi sayesinde onları tanıyor İnsanın sorunları sadece kederin sorunlarından yanadır.

 İşte, bunu buldum.

 Onları istemiyorum.

 Senin için koyabilirim.

 Dinle, Sandrine.

 Tam olarak.

 Ne "tam olarak"?

 Burası benim mutfağım, onlar benim çocuklarım, bu benim kıçım.

 İçinde çok fazla şey var.

 Tamam, hala bir bok almak zorundasın.

 Daha karmaşık.

 Biliyor musun, Pierrot?

 Bilmiyorum.

 Bana pisliği düşündürüyor.

 Neyin peşindesin?

 Benim gitmem gerek.

 İşte bu kadar, git.

 Patronun seni bekliyor.

 Nasıl olduğunu gördün mü?

 Arkadaşlarım, patronum değil.

 Grevdeler.

 Arada bir fark göremiyorum.

 Güle güle, sonra görüşürüz.

 Sen hala yatakta değil misin?

 Anne, üzgün müsün?

 Babam kötü oluyor.

 Buradayım.

 - Biraz peynir alabilir miyim?

 - İstiyorsan al.

 Sıçıyor.

 Bunun ne olduğunu biliyor musun?

 İki haftadır sıçmadım.

 Eve gidiyorum.

 Kendimden geçmiş gibiyim.

 Tamamen kendimden geçmiş gibiyim.

 Tamamen ben suçlandım.

 Eve gidiyorum.

 Kendimden geçmiş gibiyim.

 Tamamen kendimden geçmiş gibiyim.

 Tamamen ben suçlandım.

 Bu yüzden kendimi rahatlatmak istiyorum.

 Aptallığım normal.

 Kendimi gösteriyorum Kendimi rahatlatmak istiyorum.

 Çocuklar evde değil mi?

 Uyuyorum.

 Dokunmak istemiyor musun?

 Git, Pierrot.

 Defol.

 Bir adamla anlaşamadığımız zaman onu terk edebiliriz.

 Bize tecavüz eden sosyal sistem devlet olunca elimizden ne gelir?

 KARDEŞLİK Nicolas, buraya gel!

 Görmek istemiştin.

 Bak bunlar dudaklar.

 Seks dudakları.

 Ve buradaki bir tür alet.

 Bu ağızla bu ağızla sevdiğimiz kişinin seks dudaklarını öperiz.

 Anladınız mı?

 Biz sevişirken baban seks aletini benim seks dudaklarımın içine koyar.

 Öpüşüyormuşuz gibi.

 Konuşuyormuşuz gibi.

 Sessiz mi, o zaman?

 Buna aşk deniyor.

 Aşk bize nasıl konuşulacağını öğretir.

 Bittiğinde ölüm dudaklarımızın üstüne bir parmak koyar ve bizi susturur.

 Hemen okula, çocuklar.

 Kadınlar erkeklerin onlardan ne kadar nefret ettiğinin farkında değil.

 Büyülü delikleri, ağzı ve kukusu yüzünden kadın bir nefret, korku ve tiksinti nesnesi olarak cezalandırılır.

 Kadınlar, erkeğin vücudunda işlenmiş olsa bile asla cinsel suçlar işlemezler.

 Şiddetin erkeksi sapıklığı kadınların yozlaşmasında temel etkendir.

 Kadınlar iktidarsızlıklarından kaçmazlar sırf bu yüzden erkekler kadar iyi ateş edebilmelerine rağmen silahlar onlara verilmiştir.

 Erkekler cinsel sorumluluğu tek başına taşımaktan yoruldu ve onları serbest bırakma zamanı geldi.

 Kadınların cinsel organları üzerinde hakları olmalı Şiddete karşı kadınsı tavır bu sorunun ayrılmaz bir parçasıdır.

 Çoğu kadın, hemen hemen her zaman olan şeyler yanlış gittiğinde yumurtalıklarının ve rahimlerinin farkına varır.

 BELKİ Bu gece ne yapıyorsun?

 Bilmiyorum.

 Bakarız.

 Bebekler oyuncak gibi onları memnun etmek için yapılmış nesnelere önem vermezler.

 Peri masallarıyla da ilgilenmezler.

 Yardıma ihtiyaçları olduğunda tüm yardımları reddederek ellerinden geldiğince yalnız yaparak yetişkinlerden bağımsız olmaya çalışırlar.

 Dikkatlerini tamamen kendi çalışmalarına verdiklerinde sakin ve şaşırtıcı bir samimiyet kazanırlar.

 Varoluş biçimi olarak verilen evlilik hayatının zorluğunu ve hatta bekarlığın zorluğunu kadınların mutluluğu bir zafer olarak görüntülemeleri için öğrenmeleri gerekir.

 Kadının topluma sağlayabileceği en büyük hizmet mutlu olmaktır.

 İsyanın ve sorumsuzluğun ölümü ulaşması gereken şeydir.

 Mutlu olmak için bir kadın olmanın anlamı varsa etkilemesi gereken toplumsal değişim bunun tek göstergesidir.

 İsyan ve sorumsuzluğun derinliği.

 Güneş sadece kadının cilt ve saçlarını güzelleştirmek için parlar.

 Rüzgar sadece kalçalarını boyamak için eser.

 Deniz onu yıkamak için dalgalanır.

 Çiçekler mutlu bir şekilde ölür bu yüzden kadının itirazları artabilir.

 Kadın yaradılışın görkemini baş tacı eder.

 Onu süslemek için okyanusun derinlikleri inci ve mercan için yağmalandı.

 Yavru foklar sopayla dövüldü, kuzular annelerinden ayrıldı.

 Kadınlar kürkleriyle hava atabilsinler diye milyonlarca köstebek, sincap, vizon, tilki, kunduz, vaşak, çinçila, samur ve diğer yaratıklar erkenden ölüyor.

 Balıkçıl, devekuşu, tavus kuşları tüyleri için katledildiler.

 Erkekler ceketler için leopar, çanta ve ayakkabı için timsah avlayarak hayatlarını riske atıyorlar.

 Giderek, Venüs kendini ortaya koyuyor.

 Her gece ölüm saat 8'de fabrikaya girer.

 Saat 8'de giriş kaydını yapar.

 Belirlenen zamanda.

 Ve herkes yerleşmiş olur.

 Sonra durur.

 Söylememiz gereken bu değil ama yine de söyleyebiliriz.

 30 yıldır CGT Sendikası'nın bir temsilcisiydim.

 Savaştan sonra merkez komitesinden bir adam, yönetici olarak silah bölümünde bir iş buldu.

 Evet, çünkü onunla uyuştum ve iş hakkında biraz bilgim vardı.

 Zürih'te benzer bir fabrikada çalışmıştım.

 Ama silah bitkiler hakkında özel olan şey onların diğerlerinden izole olmasıdır.

 Yazın bitkiyi göremeyeceğiniz kadar çok çiçek vardır.

 Grevi hatırlıyor musun?

 Beni terk etti beni terk etti serseme dönmüş gibiyim.

 Serseme döndüm dediğimde beni öldürdü.

 Birlikte çalıştığım adamlarla anti tank topları için saatler yaptık.

 Onların sonunda kadınlara ve çocuklara karşı kullanılacağını çok iyi biliyorduk.

 Askeri savaştan sonra bir iç savaş var.

 Ama adamlar bu konuda konuşmak istemediler.

 Korkunç sessizlik vardı.

 Ayrıca grev sessizlik demektir.

 Tabii ki, adamların çocuklar, maaşlar, kadınlar işleri emeklilik .

.

hakkında düşünecek zamanları vardı.

 Rusya'dan geri çekilmemiz!

 Ve ölüm.

 BELKİ Bu konuda hiç bir soru yok.

 BİR ZAMANLAR İşe geri döndüğümüzde bilerek İKİ ZAMANLAR işimi bıraktım.

 Anlamadılar.

 Açıklamak isterdim.

 Ölüm aracılığıyla hayatımı kazanmayı umursamadım, tamam mı?

 Ama yaşamak için usulüne uygun ölmeyeceğim.

 Oradan oraya seyahat ettim.

 Büyük bir gezgindim.

 Diğerlerinden fazla değil belki ama bu başka bir hikaye.

 Sonra transfer oldum.

 Sana bahsettiğim genç bir adamla karşılaştım.

 Duclos değil, elbette onu tanıyordum.

 Hayır, beni seven bir adam, çünkü savaştan önce babasıyla arkadaştık.

 O beni transfer etti bana başka bir iş buldu.

 Hala imtiyazlarda CGT'nin bir temsilcisiydim evet Gaumont sinemaları için bekleyen imtiyazlarda.

 MAL Nicolas, 3.

 kanalı aç.

 Beni duydun mu?

 3.

 kanaldaki Rus filmini görmek istiyorum.

 Onu aç.

 Mutlu olmaman umurumda değil.

 Seni küçük pislik, şimdi de emir mi veriyorsun?

 Kes şunu.

 Kendine televizyon satın al.

 Satış fiyatı alış fiyatı hiç birikimim yok.

 Ayrıca, birikim yok.

 MANZARA Neden babamın kulaklığını alıyorsun?

 Yasak.

 Konuyu abartma.

 Aslında tarih yok.

 Müzik yok.

 Müzik olmadan, tarih olmadan bunu nasıl yaparsın?

 Bunu nasıl mı yaparım?

 Dünyayı bizim inanılmaz gördüğümüz gibi görüyorum.

 Göremediğimiz şey bu.

 

 patronlar güneyde

 Renault'daki işçiler için çalışıyor.

 

 Dördüncü boyutta, başka bir

 yerde yaşıyorum.

 

 Çizgi filmle

 E = mc2.

 

 Ben yarınım

 Küçük birinin

 gözünde usulca benimle

 Küçük birinin

 gözünde usulca benimle

 şarkımı söyleyen piyanolar görüyorum

 ve sen, sen bir şey söylemedin.

 

 Hiçbir şey söylemedin.

 

 Asla bir şey söyleme.

 

 Onlar ağladığı için

 bazen ağlarsın

 Sesinin yumuşaklığı

 gecenin içine işliyor.

 

 Bir arkadaşta

 çizgi filmlerle

 başka bir yerde, "X" boyutunda

 yaşıyorum.

 

 Ben aslayım, her zamanım,

 ve ben aşk formülünün,

 can sıkıntısının "X"iyim.

 

 Yıldızlar gibi

 hiçbir şey söylemiyorsun.

 

 Hiçbir şey söylemiyorsun.

 Sana Meksika'da evliliğimi anlatmaya söz verdim.

 Konsolosun kızıydı.

 Chihuahua'daki bir grevi finanse etmek için elmas kaçakçılığı yaptı.

 Kravatıma ne yaptın?

 Bir öğretmendi.

 Radikal biri olduğunu babası bilmiyordu.

 Evlilik onu becermenin tek yoluydu Gerdek gecesi yapmak istedik.

 Onu bile beceremedim Bu konuda hala kızgın.

 Almanya'ya geri döndüm.

 Ve sonra, bir gün o da oradaydı.

 Nasıl?

 Hiç öğrenemedim Bu onun sırrı.

 - Geliyor musun?

 - Kvasuki'nin yardımcısıydım.

 Geliyor musun?

 O artık ünlü.

 Geliyor musun, gelmiyor musun?

 Kamp için adamları kabul ettik Hayır.

 Trenler geldiğinde, parti üyelerini işaretlemek zorundaydım işaret kırmızı atletti.

 - Dedin ki - Evet dedim ve şimdi hayır diyorum.

 komünistlerce kontrol edildi.

 Diğer kamplar hükümlüler tarafından kontrol altına alındı.

 Daha sonra Hitler'in büyük patron olduğu ve yaşamak için onun maaşını kabul ettiğimiz bir ölüm kampında çalıştığımızı söylemedik.

 Komünist Parti'nin oradan geldiğini sanmıyorum ama bu şekilde geçti.

 Bunun nasıl olduğunu asla söylemeyecek.

 Nerede olur?

 Nerede oldu?

 Bütün bunlar nerede oldu?

 TARİH Dünya proletaryasını temsil eden Enternasyonal'den geldiğimiz yere bak.

 Bunun bir parçası olmak için biraz deli olmak zorundaydın.

 Sana bir hikaye anlatayım.

 Singapur'u bilir misin?

 İşgücü ucuz olduğu için Avrupa orada bir sürü fabrika açmış gibi görünüyor.

 Singapur'a bir kez gitmiştim.

 Bir dostumla Arjantin'e gitmiştim.

 Buenos Aires'teki işçilere Enternasyonal tarafından broşür getirmemiz emredildi.

 Bir tekneye bindik, Santa Cruz'du, sanırım.

 Singapur'da bozuldu.

 48 saat burada konaklamak zorundayız dediler.

 Bir fabrika arazisinde hareketsiz ve işe yaramaz beklemek tarzımız değildi.

 Ne yapabilirdik?

 O zaman uzaktaki bir fabrikadaki grevi duyduk.

 Eşsiz bir fırsat, dağıtmak için broşürleri çıkardık.

 Konforlu üçüncü sınıf kabinimizin kabinlerine saklandı.

 Anlarsın o devirde komünist olmak çok tehlikeliydi.

 Sonunda, onları çıkardık ama fabrikaya gitmek için tek yol bir araba kiralamaktı.

 Kiralayabileceğimiz tek araba bir Rolls-Royce'tu.

 Rolls için bir alkış alalım!

 Broşürlerimizi dağıtmaya başlıyoruz.

 Tekne düdüğünü duyduğumuzda sadece 5-6 belki de 10 kilometre gitmiştik.

 Bu gecikme, tahmin ettiğimizden daha kısaydı!

 Ve hemen gemiye dönmek zorunda kaldık.

 Geri döndük ve son hızla yola çıktık, hala broşürlerimizi taşıyorduk.

 Binmeden önce onlardan kurtulmak zorundaydık.

 Tek çözüm yolu vardı broşürleri pencereden dışarı atmak.

 En azından buralarda köylüler onları görürdü.

 Ama bu çılgıncaydı.

 Çünkü broşürlerimiz Arjantin için olduğu için İspanyolcaydı.

 Ve bu iyi insanlar Javalıydı ve onları anlamazlardı.

 Böylece karara varmış olduk.

 Aptalcaydı ama bu tarih, bir film değil.

 Hep anılarımı karıştırdığımı söylüyor.

 Ama öyle değil.

 Anılarımı karıştırmıyorum.

 Bazen yarağıma bakıyorum.

 Bu film değil.

 Kanıtı Filmler için zamanımız yok.

 Çünkü iki dakikada sana hayatımın 40 yılını anlattım.

 Demek film?

 Yolu yok.

 Filmleri bırakıyorum ve yarağıma bakıyorum.

 Her şey yarak olarak tanındığında zamanı gelir.

 Gidelim.

 Çıkış bu taraftan, millet.

 Bozuk para!

 Bozuk para!

 Pazar günü, atom enerjisine karşı olan bir gösteriye gittim.

 Sonunda, bir fabrika ve bir manzara yok.

 İkisi bir arada.

 Salaklar gibi ev almak için geçtiğimiz bir manzara var.

 Ve hiç olmayan ağaçlarının gölgesinde uyurken asla çalışmayacağımız bir fabrika.

 Annemle tartıştığında, imkansız dedin.

 İmkansız olan ne?

 Yıkama konusunda kavga ettiğimizdeydi.

 Yeterince yıkamadığımı söyledi.

 Doğru, bu benim için çok zor Kirli çamaşırının olup olmadığını sormak kıçının kirli olup olmadığını sormak gibi.

 Bu ona göre daha kolay.

 Otomatik olarak yapıyor.

 Bu onun için bir fabrika.

 Benim için ev.

 Bu yüzden mümkün olan ve mümkün olmayan vardır.

 Nicolas'ı düşünüyorum.

 Eve porno film getirmiş.

 Getirdiğini unutmuş ve ona baktım.

 Bence annesi orospu.

 Erkekler yaraklarını soktuklarında neden bunu önemsiyorum?

 Aşkı düşünüyorum.

 Düzmeyi ve düzülmeyi.

 Bazen o bir erkek ve ben de bir kadınım.

 Ben erkek olduğum için bazen başka bir adamla düzüşüyormuşum gibi oluyor.

 Belki bu yüzden kıçıma parmak sokması hoşuma gidiyor.

 Bunu sık sık istiyorum.

 KISKANÇLIK Ne oldu?

 Sıkıldın mı?

 Hayır, hayır.

 Ben bu şekilde seviyorum.

 Seviyormuş gibi görünmüyorsun.

 Bilmiyorum Söylediğim tüm "seni seviyorum"lar tarafından yutulmuş gibi hissediyorum.

 İşin nasıl?

 İstifa edeceğim.

 Anlamıyorum.

 İlaç deposu çok ilginç değil mi?

 İnsanları görememekten yakınıyordun.

 Şimdi de yakınıyorsun.

 Ama çok hızlı gidiyor.

 Ve ne yaptığımı anlayamıyorum.

 Gözlerimi ellerimin üstünde tutamıyorum.

 Hiçbir şey düşünme.

 Söylemesi kolay.

 Belki de senin sorunun bu.

 Tamam, ben bir şey demedim.

 Biliyor musun?

 Hiçbir şey yapmayı bilmiyorum.

 Peki abartıyorum.

 Duyarlılığın nasıl üretileceğini nasıl yemek yapılacağını Nicolas'ın ödevinin nasıl yapılacağını biliyorum ve yarağın nasıl emileceğini de biliyorum.

 İşte, gördün mü?

 Çok komik.

 Çok fazla.

 Çok fazla ve hala yeterli değil.

 Çok fazla.

 Çok çok fazla.

 Sonunda, yeterli değil.

 Üretiyormuşum gibi hissettim.

 Ama zaten benim ürünlerimi dağıttılar.

 Ve bu yüzden zararına üretiyordum.

 Ya kim kar etti?

 Hayır, o değil.

 Onun arkasındaki biri.

 Aramızdaki biri.

 İş.

 Kahretsin, bunun ne olduğunu biliyor musun?

 VE ZOR - Evet.

 İki haftadır sıçmadım.

 Nicolas.

 Sekiz yıl önce.

 Yani bacaklarımın arasına sıçtım.

 Şimdi, her şey tıkanmış.

 Kendimi tıka basa doldurmak zorundaydım.

 Hatta sevinçten.

 Ama artık bu çok fazla.

 Zarım çatlıyor.

 Her şeye kahretsin diyormuşum gibi hissediyorum.

 Tek yaptığım bu.

 Kıçta olması gereken başka yerde oluyor.

 Kıçta hiçbir şey olmuyor.

 Yemek yapıyorum.

 İçeri giriyor, aşağı iniyor ama dışarı bir şey çıkmıyor.

 Sıçmayı ve boku düşünüyorum.

 Fransa'da böyle çok kadın var mı?

 BOK BELKİ Aniden, bitti.

 Bir şeyler oluyor.

 Benim rolüm bitiyor.

 Biz ne oynuyoruz?

 Bana açıklıyor.

 Ama açıklamamalı.

 Çünkü ben anlayışlı biriyim.

 Her zaman onun gibi adamlar söyleyecek: "Tabakları yıka, greve git işten eve git gel sik hadi tatile gidelim.

" Ya da daha kötüsü ben onun için söylüyorum.

 Ve o benim evimde çalışıyor.

 Benim evimde.

 Diğerleri hakkındaki haberleri söyle.

 Bu özel bir iş.

 Özellikle bunun için para alıyorsan.

 Başkalarının kendin hakkındaki haberleri sana söylemesine izin vermek suçtur.

 Özellikle bunun için para almıyorsak.

 Sinemaya gideriz.

 Bilet alırız.

 Karşılığında yapımcılar olarak rolümüzü satıyoruz.

 TV'yi açıp suç ortağı oluyorsunuz.

 Daha kötüsü suç etrafında organize oluyorsunuz.

 Başkalarıyla ilgili haberlerin olduğu yerde kendimizle ilgili haberleri arıyoruz.

 Bizimle birlikte başkalarını istiyoruz ama tehlike olmadan.

 Bir hayvan asla böyle bir şey yapmaz.

 Ama biz erkekler ve kadınlarız.

 Biz daha üstünüz.

 Bu yüzden erkek bitmemesi gereken yerde bitiyor.

 Orada olması gereken kişi benim ve orada değilim.

 Henüz değilim.

 Yine ve çoktan.

 Ve şimdi ben.

 Dün.

 Bugün.

 Çocuklar ve anne baba.

 Bugün ve yarın.

 Şimdi ve sonra.

 Bir numara ve iki numara.

 Ve ben.

 Sonunda evimde.

 Üç numara.

 Ve ben şu anda?

 Geçmişim ve geleceğim arasında.

 Bir kız ve yaşlı bir adam arasında.

 Dilbilgisi uyduruyorum, sözcükler buluyorum.

 Ve çoktan müziği icat etmiş şu "kız"ın ve "adam"ın.

 Çok geç oldu diyoruz.

 Bunu yapabilmek için.

 Yapabilmeyi istemek için.

 

 Bazen kendime soruyorum

 o zamandan arkadaşlarım

 hala yaşıyor mu diye.

 

 Kızların onları

 sarsan, tutan o gece

 hakkında söyleyecek bir şeyleri

 olup olmadığını.

 "Kiracı bu yeri tuttuğunda bugünkü haliyle tutmalıdır.

 Burayı sadece ailesinin ve kendisinin kişisel yerleşimi için kullanmalıdır.

" "Şehrin ve polis teşkilatının bütün emirleri karşılamalı ve aile reisi olarak rolünü yerine getirmelidir.

" "Aile reisi olarak rolünü yerine getirmek.

" Acele et!

 Anne eve gelecek.

 Öldüğünde hala babam olacak mısın?

 Elbette.

 Merak etme.

 Manzara ne biliyor musun?

 Evet.

 Yani, baban fabrika mı yoksa manzara mı?

 

 Bu gözler

 gece gündüz

 sana bakar.

 

 Dedikleri gibi sayılarla ve nefretle değil.

 

 Bu yasak şeylere doğru

 sürünen sensin Ne yapıyordun, Nicolas?

 Planıma çalışıyorum.

 Yani?

 Gerçekleştirilemez olduğunu anlıyorum.

 Bir fabrika vardı ve etrafına bir manzara koyduk.

 

 Bu gözler

 gece gündüz

 sana bakar.

 

 Dedikleri gibi sayılarla ve nefretle değil.

 

Bu yasak şeylere doğru

 sürünen sensin

 Ve zulme

 gözlerini kapattığında

 senin olacak.

 Çeviri: Süt Kardeşler (Hakan & Orhan)||

Paris nous appartient (1961)

60296||8457568||PARİS BİZİMDİR Paris kimsenin değildir.

 PEGUY Haziran 1957 - Ne istiyorsunuz?

 - Yardım edebilir miyim?

 Sanmıyorum.

 Gidin başımdan.

 Artık dayanamıyorum!

 Hasta mısınız?

 Siz Pierre'in kardeşi misiniz?

 Pierre'i tanıyor musunuz?

 Bunun bir önemi yok.

 Pierre bir şey yapamaz, kimse yapamaz.

 Onu öldürdüler.

 Eminim onu öldürdüler.

 Başka türlüsü mümkün değil.

 - Kimden bahsediyorsunuz?

 - Önce, Assunta.

 Sonra Juan.

 Hepsi, birbiri ardına.

 Bu başlangıç.

 Bütün arkadaşları öldürülecek, kimse kaçamayacak.

 Sadece biz ya da Pierre değil, herkes tehdit altında.

 Ve yapacak bir şey yok.

 Konuşmalıyım.

 Beni durduramazsınız!

 Bırakın beni, konuşmak istiyorum!

 Teşekkürler, çok naziksiniz.

 Buraya bırakın.

 - Pierre'in kardeşi misiniz?

 - Evet, neden?

 - Merhaba, Pierre.

 Geciktim mi?

 - Ida da gecikti.

 - Ne var ne yok?

 - Pek bir şey yok.

 İş nasıl gidiyor?

 Yorgun görünüyorsun.

 Ne zamandır görüşmüyoruz?

 - Yaklaşık bir aydır.

 - Annemlerden haberin var mı?

 - İyiler.

 Arada onlara yaz.

 - Onlar da bana yazabilirler.

 Biliyorsun, annem seni çok sever.

 Hala babamla mı birlikte?

 Benim yazmam bir işe yaramaz.

 Onlarla fikirlerimiz çok farklı.

 - Bense, fikri olmayan bir kızım.

 - Senin de olur.

 Ne oldu?

 Hiç, sadece yorgunum.

 - Çok çalışıyorsun.

 - Belki.

 Cesaretimi kaybettim.

 Atlatırsın.

 Elbette.

 Ama sonra yine sınavlar, ödevler Hiç bitmiyor!

 Önceden kolay gelirdi, artık inancım kalmadı.

 İnanmak gerekmiyor.

 İnanır gibi görünsen yeter.

 Bir şey daha var.

 - Ben mi yoksa insanlar mı deli?

 - İkisi de kızım.

 Az önce biri bana senden bahsetti.

 Seni iyi tanıyor gibiydi.

 Bir kız.

 Komşum.

 - Ne dedi?

 - Anlatılacak bir şey demedi.

 Söyledikleri anlamsızdı.

 Benim gibi deliydi sanırım.

 - Onu tanıyor musun?

 - Belki.

 Sen dert etme.

 Anne, bu Ida.

 Birlikte oturuyoruz.

 Bu gece bize katılır mısın?

 Bir parti var.

 Bernard'ı tanıyorsun, ressam.

 Philip de gelecek.

 Bernard'da kalıyor zaten.

 - Hangi Philip?

 - Philip Kaufman.

 Pulitzer Ödüllü ünlü gazeteci.

 Yazdıkları yüzünden ABD'den kovuldu.

 McCarthy'i hiç duydun mu?

 - O ölmemiş miydi?

 - Öyle dediler ama cesedini görmedim.

 - Çok şüphecisin.

 - Haydi, vakit kaybediyoruz.

 - Kaybedilen zaman - Asla geri alınamaz.

 Burada ne işimiz var?

 - Ben gidiyorum.

 - Deli misin, yeni geldik.

 Neden gitmeyecekmişim?

 O da müzikten sıkılmış gibi.

 Wolfenstein da hemfikir.

 Juan'ın portresi hakkında konuştuk.

 Portreyi görebilir miyiz?

 - Juan'ın portresi mi?

 - Evet, Juan'ın.

 - Portre sende mi?

 - Satıldı.

 - Juan niye gelmedi?

 - Bilmiyor musun, Minna?

 Yakalandı mı?

 O öldü.

 İntihar etti.

 Bunu yapacağını asla düşünmezdim.

 - İntihar ya da kurşuna dizilmek.

 - Kurşuna dizilmeyi tercih ederdim.

 - Kendini mi vurdu?

 - Hayır, bıçak kullandı.

 Tam bir İspanyol işi.

 Çok acı çekti mi?

 Cenaze marşı yok mu?

 Terry bunu nasıl karşıladı?

 Onu aradım.

 Felsefe yaptı.

 Terry geliyor mu?

 Muhtemelen.

 Ama yalnız değil.

 Biliyorum.

 Anlamıyorum.

 Juan gibi bir sanatçı nasıl yapar.

 Bizden biri, bir müzisyen.

 Yeni bir Garcia Lorca.

 Ama Lorca gitar çalmıyordu.

 - Son çalışmasını dinledin mi?

 - Terry'de yaptığı kayıt mı?

 Evet.

 Kıyamet müziği.

 Kes sesini!

 Yanlış düşünüyorsun.

 Peki, sen bu konuda ne düşünüyorsun?

 Ya sen, Pierre?

 - Sen ne düşünüyorsun?

 - Hiçbir şey.

 Düşünmezsin ama eyleme geçersin.

 Değil mi?

 Sanırım Paris'in havası onu bozdu.

 Bundan daha fazlası var.

 Yaşadığı saçmalıklar, etrafındaki anarşistler, kaybetme hissi.

 - Gitar çok güzelmiş.

 - Bize tek kalan bu.

 Bu da ne demek şimdi.

 Ne dediğini duydun mu?

 - Ne öğrenmek isterdiniz?

 - Bu çok anlamsız.

 Onun niçin öldüğünü mü duymak istiyorsunuz?

 Juan sizin düşündüğünüzden daha fazlasıydı.

 Kapa çeneni, Jose!

 Şimdi de gizemli tavırlar.

 - Bir devrim yarıda kaldı.

 - Komünler gibi mi?

 - Ne zaman ülkene döneceksin?

 - Dönmeyeceğim.

 Romanyalısınız, değil mi?

 İnanılır gibi değil.

 Juan'ı sizin karamsarlığınız, umutsuzluğunuz öldürdü.

 İnsan sizin gibi nihilistlerle nasıl yaşayabilir?

 Hala bu işi bırakmıyorsunuz.

 20 yıldır böyle.

 Çalmaya devam edin.

 Kanlı ellerinizle suçlu sizsiniz.

 Biraz abartmıyor musun?

 Ya Mayakovsky?

 İspanyol değildi ama intihar etti!

 Mayakovsky de kim, ne?

 Mayakovsky, o kims ki?

 Aptallar sürüsü!

 Buraya gel.

 Sana bir çift lafım var.

 Öncelikle, çok içtin.

 Ama söyleyeceğim bu değil.

 Sorunumuzu anlamalısın.

 Artık Greenwich Village'da değilsin.

 Sana bir dost tavsiyesi: Biraz hava değişikliği iyi gelir.

 Belki de senin için yeterince iyi değilizdir.

 - Nerede kalacağım?

 - Bu gece de kalabilirsin.

 Seni kapının önüne koymuyorum, ama anlamaya çalış.

 Ebediyen burada kalamazsın.

 İnsanlar ne düşünür?

 Anladım, gidip toparlanayım.

 Mesele çıkmadan halloldu.

 - Terry'nin gidişini kaldıramadı.

 - Bir de o var.

 - Sorun ne?

 - Juan.

 Onu sen öldürdün.

 Benim bununla bir ilgim yok.

 Her zaman çok konuşuyorsun.

 Sana yeterince güçlü olmadığımı söylemiştim.

 Ya Juan?

 O yeterince güçlü müydü?

 - Ne diyor?

 - Hiç.

 Boş ver, sarhoş.

 Yaşamak istiyorsan, ondan vazgeç.

 - Neyin var?

 - Başım ağrıyor.

 Benim için özür dile.

 Onları hakkında hemen karar verme.

 Kim onlar, şu yeni gelen çift?

 Gérard Lenz, budala bir tiyatro yönetmeni.

 Ya kız?

 Amerikalı, Terry bir şey.

 Juan'ın sevgilisiydi, onu terk etmişti.

 - Philip ile ne işi var?

 - Bilmem, belki eski bir hikâyedir.

 - Juan niye intihar etti?

 - Çünkü bir aptaldı.

 Jean-Marc, nasıl gidiyor?

 - İyi.

 Sınavlar ne âlemde?

 - İki gün kaldı.

 - Yemek yiyelim mi?

 - Ben ısmarlıyorum.

 Lisedeki yemekhaneden daha iyi bir yere gidiyoruz.

 - Lisedekilerle görüşüyor musun?

 - Hayır.

 - Tiyatro nasıl gidiyor?

 - Harika.

 Seçmelere katılıyorum.

 İlerlemiyor.

 Beş altı tane randevum var.

 Şanslısın, oyalanacak işlerin var.

 Kartınız yok mu?

 O zaman giremezsiniz.

 - Yardım edebilir miyim?

 - Yapacak bir şey yok.

 Beni istemiyorlar, buna alışığım.

 Bu çok aptalca.

 Evet.

 "Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!

" - Sizi tanıyorum.

 - Evet, dün gece tanıştık.

 Evet, dün gece.

 - Onu tanıyor musun?

 - Simaen.

 Politik bir mülteci.

 Tuhaf ilişkilerin var.

 - Ne yapıyoruz?

 - Gidelim, burada yemekler iğrenç.

 Bunlar Shakespeare'den değil.

 Sınavlardan sonra Shakespeare'den konuşuruz.

 - Sınavlar ne zaman.

 - Yarından sonra.

 - Seni tutuyor muyum?

 - 15 dakikam daha var.

 - Ne yapıyorsun bugün?

 - Önce, televizyondan bir reklam yapımcısını göreceğim.

 Beşte, bir seçme var.

 Önce Gérard Lenz'i görmeliyim.

 - Onu tanıyor musun?

 - Hayır.

 O ne yapıyor?

 Shakespeare'in Perikles oyunu için bir ekip kurdu.

 Önce bu işten paçayı kurtarmalıyım.

 - Başka?

 - Başka önemli bir şey yok.

 - Perikles oyununu biliyor musun?

 - Evet.

 - Sence nasıl?

 - Çok güzel.

 Tüm oyun değil ama bazı sahneler güzel.

 Shakespeare'in eseri olduğu şüpheli zaten.

 - Oyun zaten bir felaket olacak.

 - Neden?

 Gérard iyi biri ama hayal görüyor.

 Para almadan, sadece sanat için çalışılan bir yer.

 - Seninse kaybedecek vaktin yok.

 - Kesinlikle.

 Oraya şimdi mi gideceksin?

 - Evet, neden?

 - Yapacak bir işim yok.

 - Gelmek mi istiyorsun?

 - Eğer rahatsız etmezsem.

 Tamam.

 Eğer biraz gülmek istiyorsan gel.

 Yaşlı Gower eski bir şarkıyı söylemek için, küllerinden yeniden doğdu.

 Sizler memnun olun diye insani zaaflara yine boyun eğdi.

 Gördüğünüz bu şehir, Antioch.

 Burayı başkent yapmak için, Büyük Antiochus inşa etti.

 Sur'un en güzel şehri.

 Ne hayal ediyorsun?

 Kale duvarları, kesik başlar.

 - Niçin?

 - Seyircinin hayal edebilmesi için.

 Tiyatro bir hayal değil, gerçekliktir.

 Sen Gower değilsin, aktörsün.

 Hayal etme, canlandır.

 Doğrudan seyirciye hitap edeceksin.

 Öne geliyorsun basamakları çıkıp iki adım atıyorsun.

 Dinle, yorgunluktan ölüyorum.

 Haklı, bütün gece çalıştı.

 Biraz yardım edemez misiniz?

 Boş ver, yeteneğim yok.

 - Tanışıyor musunuz?

 - Simaen tanışıyoruz.

 Üzgünüm rolü kabul edemeyeceğim.

 - Anladım, kaçıyorsun.

 - Başka projelerim var.

 Neyse, en azından haber verdin.

 Zaten bu iş biraz çılgınca.

 Muhtemelen bir fiyasko olacak.

 - Belki de olmaz.

 - Teşekkürler, cesaret verdin.

 - Acelem var, gitmeliyim.

 - Hoşça kal.

 İsterseniz kalabilirsiniz.

 - Emin misiniz?

 - Kesinlikle.

 - Ne zaman görüşüyoruz?

 - Bir ara görüşürüz.

 - Mesela bugün?

 - Yarın ya da gelecek yıl.

 Doğru, sınavların var.

 Uğrarım sana.

 Biri daha gitti.

 Yarın nerede prova yapacağımızı bile bilmiyoruz.

 Neyse, nerede kalmıştık?

 "Marina, bir sepet çiçekle giriyor.

" Marina'yı oynayan gelmedi.

 Suzanne'den haber var mı?

 Marina'yı ben hallederim.

 Çok komik ama bir kızı tercih ederim.

 Sen oynuyorsun.

 Sen de.

 - Replikleri okur musunuz?

 - Ama ben bilmiyorum.

 Okumayı bilmiyor musunuz?

 Tek istediğim bu.

 - Yardım etmeyecek misiniz?

 - Elbette ama beceremem.

 - Oyunu riske atıyorsunuz.

 - Riski göze alıyorum.

 Sahne plajda geçiyor.

 Konuşurken rüzgârı, denizin, martıların sesini bize hissettirmelisiniz.

 Yeminini hatırla.

 Onu yok etmeye ant içmiştin.

 Yapacağım.

 Çok erdemli bir kadın olsa bile.

 O zaman, böyle temiz birini tanrılar yanlarına almalı.

 İşte geliyor.

 Bakıcısının ölümüne ağlıyor.

 - Kararlı mısın?

 - Kararlıyım.

 Tellus'den tüm çiçekleri çalacağım, mezarına serebilmek için.

 Yazık ki, zavallı ben, bir fırtınanın Rüzgâra doğru dönün.

 Bir adım.

 Dionyza'nın çıkışından başlayın.

 - Bu esen batı rüzgârı mı?

 - Güneybatı rüzgârı.

 Sesinizi zorlamayın.

 Marina 14-15 yaşında bir kız.

 Doğduğumda rüzgâr kuzeyden esiyordu.

 Bakıcımın dediğine göre, babam korkusuz biriymiş.

 Narin elleriyle halatlara asılarak, "Cesur denizciler!

" diye seslenmiş gemicilere.

 Ve gemi direğine tutunarak, güverteyi parçalayan denize meydan okumuş.

 - Yarın nerede prova yapıyoruz?

 - Yarın beni Terry'den arayın.

 Gördünüz mü, iyi geçti.

 Çocuk gibi kekeledim.

 Pek çok insandan daha anlaşılır konuştunuz.

 - Siz kalıyor musunuz?

 - Evet, Terry'i bekliyorum.

 - Sizi alıkoydum mu?

 - Kuaföre gidecektim ama olsun.

 Saçlarınız böyle güzel.

 Öğrenci misiniz?

 Edebiyat okuyorum ama memnun muyum bilmiyorum.

 İşte, Terry.

 Yine ne istiyordu?

 Beni aradı.

 Benimle bazı fikirleri hakkında konuşmak istedi.

 - Ne hakkında?

 - Senin hakkında.

 Sanırım biraz delirdi.

 Onu görmek istemiyor musun?

 Hayır.

 Arkadaşın Philip bir paranoyak.

 Seni Terry Yordan ile tanıştırayım.

 - Yeni oyuncu mu?

 - Hayır, değil.

 - Nasıl gitti?

 - Jean-Marc ve Suzanne bıraktılar.

 Bazen Juan haksız mıydı diye düşünüyorum.

 Bu konudan bahsetme.

 Bıçak konusunda yanlıştı.

 Ben bileklerimi kesmeyi yeğlerdim.

 Bir kez yaptım zaten.

 O yol işe yaramaz.

 Bu yüzden onu seçtin.

 Başarana kadar işe yaramaz.

 Karalılık meselesi.

 Vaktiniz olursa tekrar gelin.

 Yine karşılaştık.

 Tesadüflere inanmam.

 - Hatalısınız.

 - Hayır, her şey beni haklı çıkarıyor.

 Madem ısrar ediyorsunuz, öyle olsun.

 - Biri daha.

 - Onu tanıyor musunuz?

 Belki.

 Ben gidiyorum.

 - Yeter.

 Neden kaçıyoruz?

 - Kaçmıyoruz, hızlı yürüyoruz.

 - Onu tanıyor muydunuz?

 - Çok soru soruyorsunuz.

 - Pierre nasıl?

 - Bilmem.

 Çok sık görüşüyor musunuz?

 - Bazen.

 - Nelerden konuşuyorsunuz?

 Her şeyden.

 Her zaman anlaşamıyoruz, ama bu normal.

 Size bir şey söyleyeyim: İnsanlar göründükleri gibi değil.

 İnsanlar ne diyeceğimi tahmin edebilir ama bilemezler.

 Tüm dünya tehdit altında.

 Farkında olmasalar bile.

 Güçlü olduğunu düşündüklerimiz sadece birer kukla.

 Esas yönetenler derin devlette saklı.

 - Kim onlar?

 - Onların isimleri yok.

 Bilmece gibi konuşuyorum ama bazı şeyler ancak böyle söylenir.

 - Juan intihar mı etti?

 - Belki.

 Hiçbir şeye inanmıyorum.

 Juan bazı şeyler biliyordu ama yeterince güçlü değildi.

 Olay intihardı.

 Ama birileri onu zorladı.

 Juan ne ilk ne de son.

 Sıradaki kurbanı söyleyebilirim.

 Gérard'ı tanıyor musunuz?

 Neyse, önemi yok.

 - Terry yüzünden mi?

 - Hem evet, hem hayır.

 Bazı sırları çok az insan kaldırabilir.

 Juan kaldıramadı.

 Gérard da kaldıramaz.

 Gérard tehdit altında.

 Farkında değil.

 Ona en fazla iki ay veriyorum.

 - Doğru değil bu.

 - Tamam, değil.

 Niçin bir şey yapmıyorsunuz?

 Arkadaşları Demokles'i kılıç hakkında uyardı.

 Ama onun tepkisi, kılıcın düşmesine sebep oldu.

 - Yine mi bilmece?

 - Evet.

 Belki siz bir şey yapabilirsiniz.

 Niye ben?

 Belki.

 Gérard'ı kurtarmaya çalışmak isterseniz Bunun yolunu bulmak size kalmış.

 Size yardım edemem, ben her şeyi mahvederim.

 Boş verin, bu sizin için çok fazla.

 Pierre'e benden bahsetmeyin.

 Beni pek sevmez.

 Sussam iyi olacak, çok konuşuyorum.

 Benim suçum.

 Terry'nin suçu.

 Bize yakın olan herkes tehlikede.

 Niçin bana bunları anlattınız?

 Özür dilerim, sizi yolunuzdan alıkoydum.

 Bir otelde kalıyorum.

 Yakınlarda mı oturuyorsunuz?

 Hayır, pek sayılmaz.

 Üzgünüm, Metro kapandı.

 Niçin benimle konuştunuz?

 Nedenini asla aramayın.

 Terry'den ve benden sakının.

 Size anlattıklarımı mümkünse unutun.

 Ya da beni affedin.

 Pierre, sana gelebilir miyim?

 Gelince anlatırım.

 - Ne oldu?

 - Rahatsız ediyor muyum?

 - Nasıl anlatırım bilmiyorum.

 - Dene.

 Randevum var.

 Gideyim öyleyse.

 Hayır, gitme.

 Dağınıklığa bakma.

 İspanyol komşum Kız ortadan kayboldu.

 Taşındı yani, hepsi bu mu?

 Gizemli işlere fazla daldın?

 Tavsiyene ihtiyacım var.

 Birinin tehlikede olduğunu öğrensen ne yapardın?

 Kim olduğuna bağlı.

 Tanıdığımız biri mi?

 Gérard Lenz.

 Buraya gel.

 Ida giyinsin.

 - Onu gördün mü?

 - Evet.

 - Onunla ne işin var?

 - Hiç.

 Onun tehlikede olduğunu düşünmüyor musun?

 Ne tehlikesi?

 - Terry yüzünden.

 - Terry mi?

 Bana Juan'ın ölümünden bahsettiler.

 - Kim?

 - Birisi.

 Ya zavallı Terry?

 Arkadaşlarının hayal gücü fazla çalışıyor.

 Bu olayda şüphelenilecek biri varsa, o da Gérard.

 - Neden Gérard?

 - Neden olmasın?

 Terry için biri gider, biri gelir.

 Terry'e ne olmuş?

 Haklısın.

 Deliriyor olmalıyım.

 Mümkündür.

 Dünyaya geri dön.

 - Sınavın ne zaman?

 - Yarın.

 Başarılar.

 Görüşürüz.

 - Philip Kaufman burada mı oturuyor?

 - Onu tanımıyorum.

 - Telefonu edebilir miyim?

 - Evet, telefon orada.

 Gérard Lenz ile konuşabilir miyim?

 Yok mu?

 Acaba ne zaman Hayır, bir şey söylemeyin.

 Affedersiniz.

 Philip Kaufman'ı tanıyor musunuz?

 Burada mı?

 İçeride olmalı.

 Oda 19, 4.

 kat.

 Philip, size ne oldu?

 Bu küçük numaramı gördüğünüz için üzgünüm.

 Etkileyicidir ama her zaman atlatırım.

 Midway Muharebesi'nden eski bir hatıra.

 Bunun bir çaresi olmalı.

 Niçin geldiniz?

 Sizinle konuşmalıyım.

 Geçen gece anlattıklarınız doğru muydu?

 Yoksa benimle dalga mı geçiyordunuz?

 Ne dediğimi hatırlamıyorum.

 - Lütfen söyleyin.

 - O kadar önemli mi?

 Size her ne anlattıysam, unutun!

 - Son sözünüz bu mu?

 - Evet.

 Buna hakkınız yok.

 Tehlikede olan bir adam için bir şeyler yapmamı söylediniz.

 Ben size bir şey sormamıştım.

 Beni böyle bırakamaya hakkınız yok.

 Sizi aklı başında biri sanıp konuştuğum için haksızım.

 Siz hayal gücü fazla çalışan küçük bir kızsınız.

 - Ya Juan?

 - O öldü, bırak öyle kalsın.

 Ölmeden önce kimse ondan bahsetmezdi.

 Hiç de olağanüstü biri değildi.

 Gérard da değil.

 Hiçbirimiz değiliz.

 Hepimiz sıradanız.

 Kimse için kılınızı kıpırdatmaya değmez.

 Bu söylediklerinize siz de inanmıyorsunuz.

 Anlattıklarınızın sonuçlarından korkuyorsunuz.

 Bu işi sonuna kadar götüremem mi sanıyorsunuz?

 Bence saçmalıyorsunuz.

 Evinize dönün.

 Her şeyi unutun.

 Kimseye anlatmayın.

 Özellikle de Gérard'a.

 En iyisi bir şey yapmamanız.

 Bu işin peşini bırakın.

 Söz mü?

 - Neye söz veriyor?

 - Girmeden önce kapıyı çalacağına!

 Sen de mi Juan'dan konuşmaya geldin?

 Tebrikler!

 Kendini geliştiriyorsun.

 - Siz ne dersiniz?

 - O konuda bilgim yok.

 Çok da bilmeye gerek yok.

 Hangisini beğendiniz?

 Bu çok kötü.

 Sevdiniz mi?

 Niçin buradasınız?

 Neyse, açıklamayın.

 Gérard sizi görmek istiyor.

 Oyun hakkındaymış.

 Onu 0538'den arayın.

 Ama acele edin, bütün gün orada olmayacak.

 Hatıra olarak saklayın bunu.

 Gérard'a, her zamanki gibi onu alacağımı söyleyin.

 - Ona ne yaptın?

 Kız sarsılmış.

 - Bir aptallık yaptım.

 Ona anlattın mı?

 Evet.

 Her şeyi inkâr etmeye çalıştım ama inanmadı.

 Ona niye anlattın?

 Bir tezimi doğrulamayı denedim ama böyle olmayacak.

 - Sadece sen kurtarabilirsin.

 - Nasıl?

 Gérard'ı terk et.

 Er geç, ona her şeyi anlatacaksın.

 O bunu kaldıramaz.

 - Yapamam.

 - Niçin?

 Ona çok değer veriyorum.

 - Rahatsızlık verdim mi?

 - Hayır, hiç de değil.

 Telefonda konuşmak istemedim.

 Yüz yüze konuşmayı tercih ederim.

 Suzanne ayrıldı.

 Bir filmde oynayacakmış.

 Marina'yı oynamayı kabul eder misiniz?

 İki gün önce okuduğunuz rol.

 Ama ben oyuncu değilim.

 Önemli değil.

 Eminim başaracaksınız.

 Bilmiyorum.

 Düşünmem lazım.

 Çabuk düşünün.

 Yarın beni Terry'den arayın.

 Akşama Terry sizi yine almaya gelecekmiş.

 Perikles hakkında ne düşünüyorsunuz?

 - Bu bir sınav mı?

 - Hayır, fikrinizi merak ettim.

 Biraz dağınık, bağlantısız.

 Ama önemli değil.

 Çünkü başka bir açıdan okunmalı.

 Doğru cevap mı?

 On üzerinden on.

 Herkes, Terry bile bana deli diyor.

 Ama bu oyunu istememin nedeni oyunun tutarsız, oynanamaz olması.

 Hoşuma giden, oyunun parçalardan oluşması.

 Dünyevi bir bakış açısıyla okumak gerekiyor.

 Perikles, krallıkları da aşsa, diğer kahramanlar dağılsa da, kimse kaçamıyor.

 Son sahnede hepsi yine buluşuyorlar.

 Aslında benim de yapmak istediğim bu.

 Sizce deli miyim?

 Hayır, hiç de değil.

 Harika!

 İnsanların da bunu anlamasını sağlamalıyız.

 Kaotik ama yine de mantıklı bir dünya anlatıyor.

 Bizimki gibi.

 Dört bir yana savrulan, ama bir amaç için.

 Sadece, bu amacın ne olduğunu bilmiyoruz.

 - Sizi sıkıyor muyum?

 - Hayır.

 Katılıyorum, dünya göründüğü kadar saçma değil.

 Ama bunu açıklamak için ne yapabiliriz?

 Ben müziğe güveniyorum.

 Juan'ı tanımıyor muydunuz?

 Pericles için müzik yapmasını istemiştim ama vakti olmadı.

 Bir gece Terry'nin evinde, gitarla yaptığı doğaçlamayı kaydediyordu.

 Tam da Perikles için aradığım şeydi.

 Ama ne oldu bilmiyorum.

 Kaydı bulamadınız mı?

 Terry bir arkadaşına verdi.

 O da başkalarına.

 Kayboldu, hiçbir iz yok.

 Belki de kaybolmamıştır.

 İyi aradınız mı?

 İyice aramak için vakit lazım, benim yok.

 Terry kimde olduğunu bilmiyormuş.

 Terry çok yalan söyler.

 Gitmem gerekiyor.

 Jean-Marc beni bekliyor.

 - Onu sık görüyor musun?

 - Bazen.

 Onunla aynı şehirdeniz.

 Juan'dan bahsetmemi garipsemiş olmalısınız.

 Biliyorsunuz, Terry ve o Juan'la çok iyi arkadaştık.

 Niye yaptığını aklım almıyor.

 Terry bunu asla konuşmaz.

 Ama eminim sürekli onu düşünüyor.

 Onu çabuk yargılamayın.

 Çok iyi bir kızdır.

 - Eminim onu küçümsüyorsunuz.

 - Hayır, asla.

 Ailesi ayrı.

 Annesi Fransız.

 Terry de Paris, New York arasında sürüklenip durmuş.

 Bu onda iz bırakmış.

 Juan'ın ölümü onu çok etkiledi.

 Onu çok seviyorum ama bazen beni korkutuyor.

 Sonumun Juan gibi olmasını istemiyorum.

 Terry zor, güçlü biri.

 Ama yardımcı olmuyor.

 Ama sizinle güvende hissediyorum.

 Tüm cesaretim kırılmıştı, bomboştum.

 Nehre atlamaya hazırdım.

 Şimdi daha iyiyim.

 - Abartıyorsunuz.

 - Hayır.

 Rolü kabul edin.

 - Beni arayın.

 Söz mü?

 - Söz.

 - Çok bekledin mi?

 - Biraz.

 - Jean-Marc'ı gördün mü?

 - Hayır.

 Sınav nasıldı?

 Sonra anlatırım.

 - Gördün mü?

 - Ne olmuş?

 Onu nereden tanıyorsun?

 Erkek kardeşi onun için bir oda bulmamı istemişti.

 - Sınavın nasıl geçti?

 - Gitmedim.

 Canım istemedi.

 - Annemler ne diyecek?

 - Onlar alışık.

 Bir tiyatro oyunundan teklif aldım.

 - Kimden?

 - Gérard'dan.

 - Kabul ettin mi?

 - Daha düşünüyorum.

 Nereye gidelim?

 Sen karar ver.

 Gérard nezaket göstermiş.

 Ama bu ciddi bir iş değil.

 - Hiç iş deneyimin yok.

 - Öğreneceğim.

 O bir yetişkin.

 Bırak başının çaresine baksın.

 Bir oyuncu eksik ya da fazla ne fark eder?

 Nereye gidiyorsun.

 Gérard'ı aramaya.

 Kabul edeceğim.

 Birkaç hafta sonra Bu esen batı rüzgârı mı?

 Ben doğduğumda kuzeyden esiyordu.

 Öyle miydi?

 Babam korkusuz biriymiş Böyle olmaz.

 Vantilatör olmadan oynayamıyorum.

 Biraz gayret et.

 Al sana rüzgâr.

 Babam korkusuz biriymiş Bu işe yaramaz, çek şunu.

 Kaldır ortadan.

 Rüzgâr, deniz gereksiz.

 Müzik olsaydı Benim gibi bir rejisör daha bulamazsın.

 Merak etmeyin, bir saat içinde döner.

 Siz devam edin.

 Bana aldırmayın.

 Ben doğduğumda rüzgâr kuzeyden esiyordu.

 Kuzey miydi?

 - Gitmeliyim.

 - Elbette.

 Devam edin.

 Replikleri ben söylerim.

 Gördün mü?

 Kendini kaptırdı.

 Ne anlatıyorsunuz böyle?

 Bu başka bir oyun mu?

 Aklınızdan ne geçiyor?

 Hiçbir şey.

 Neden iki kelimeyi sakince söyleyemiyorsunuz?

 Gérard böyle olmuyor.

 Biraz müzik lazım.

 - Hangi müzik?

 - Juan'ınki.

 Sanki bulmuş gibisin.

 Nerede olduğunu bilmediğimi söylemiştim.

 - Ara öyleyse.

 - Canım istemiyor.

 Juan'ın arkadaşlarına sordun mu?

 Kendi işini kendin gör.

 Belki Terry onları görmek istemiyordur.

 Siz rolünüze çalışın.

 Diğer sahne.

 Ghislaine, Minna, lütfen.

 Ne oldu?

 Gérard'a mı kızdın?

 Evet, inkâr etme.

 Ben de bu yoldan geçtim.

 Önce vazgeçilmez olursun, sonra bir eşya gibi davranır.

 - Onu ne zamandır tanıyorsun?

 - Geçen yıldan beri.

 - O zaman da Terry ile miydi?

 - Hayır.

 Neden?

 Gérard ile fazla ilgileniyorsun.

 Senin için iyi değil.

 Gérard tehlikede, bundan eminim.

 - Kim dedi?

 - Juan ve Terry'i tanıyan bir arkadaş.

 Juan'ın intihar etmediğini biliyor.

 Bir sır biliyor.

 Belki Terry'den duymuştur.

 - Nasıl bir sır?

 - Bilmiyorum ama korkutucu.

 Juan biliyordu, öldü.

 Gérard henüz bilmiyor ama öğrenebilir.

 - Terry'den mi?

 - Sanırım.

 Niçin Gérard'a söylemiyorsun?

 Bana inanmaz.

 Önce kanıt bulmalıyım.

 Şahide ihtiyacın var.

 Bunları anlatan kişi O her şeyi unutmam gerektiğini söylüyor.

 - Emin misiniz, sizinle dalga geçmediğine?

 Buna inanamam.

 - Siz de bana inanmıyorsunuz.

 - Bilmiyorum.

 Juan'ı sadece bir iki kez gördüm.

 Onu tek tanıyan Terry değildi.

 Başka arkadaşları da vardı.

 Onları bulup sorgulayın.

 Son günlerinde neler yaptığını sorun.

 Öğrenmenin tek yolu bu.

 Kırık Kalpler Kulübü toplanmış.

 Size tehlikede olduğunuzu söylesem, Terry yüzünden?

 Bu ne kıskançlık.

 Duydun mu, Terry?

 Komik değil mi?

 Hayır.

 Tehlikeli bir kız olabilirim gerçekten.

 Tehlikeli kadınlara her zaman bayılırım.

 Terry izin verirse, Juan'ın kaydını arayabilirim.

 - Bu sizi oyalar.

 - Kötü davranma.

 - Nasıl bulacaksınız?

 - Siz bana bırakın.

 - Bulursanız, sizi öpeceğim.

 - Öyleyse, iyi arayayım.

 - Juan nerede oturuyordu?

 - Bilmem ama öğrenirim.

 Ya Anne haklıysa?

 Söylediğinden daha çok şey biliyor gibisin.

 - Ne olmuş?

 - Seni bu yüzden seviyorum.

 Bu kapıyı asla açamıyorum.

 Bildiğini biliyorum.

 Ne bildiğimi bilmiyorsun.

 Dizini çek.

 Ne bildiğini söyle bana.

 Hayır.

 Böylece seni koruyabilirim.

 Bu kadının evinde ölmüş.

 Aniouta Barsky?

 Gérard Lenz'in arkadaşıyım.

 Gérard ve Juan arkadaştı.

 Anlatmak biraz zor.

 Acaba, Juan'ın yaptığı bir kayıt hakkında bilginiz var mı?

 - Hayır.

 Nerede yapmış?

 - Gérard'ın bir arkadaşında.

 - O kaydı bilmiyorum.

 - Ama Juan'ı tanıyordunuz?

 Evet.

 Neden sordunuz?

 Size kayıttan hiç bahsetmedi mi?

 Hatırladığım kadarıyla hayır.

 Philip Kaufman ya da Gérard hakkında hiç konuşmadı mı?

 Hayır.

 Ne de Gérard'ın kız arkadaşı hakkında.

 Adı Terry, değil mi?

 Sizi kim gönderdi?

 Kimse.

 Sizi Gérard mı gönderdi?

 Pek sayılmaz.

 Ama bunu öğrenmek benim için çok önemli.

 - Neyi öğrenmek?

 - Juan hakkında bildiklerinizi.

 Ne istediğinizi bilmiyorum ama yanlış kişiye geldiniz.

 Size bir şey söyleyemem.

 Bir gece eve geldim ve onu karnında bıçakla yatarken buldum.

 Yerde yuvarlanıyordu, neredeyse kaskatıydı.

 Konuşamıyordu.

 - Ya öncesi?

 - Öncesi?

 Bilmiyorum.

 O sırada burada değildim.

 Burada kalmalıydım.

 Çocuk burada olsaydı belki - Bu onun oğlu mu?

 - Hayır değil.

 Bunun intihar olduğuna emin misiniz?

 Değilse bile öyle görünüyordu.

 Sürekli bundan bahsediyordu.

 - Ne diyordu?

 - Yozlaşma, dünyanın sonu Onu anlayıp anlamamam umurunda değildi.

 Ben sadece burada olduğu için mutluydum.

 Beni defalarca terk etti.

 Burası onun için bir sığınaktı.

 Her zaman geri döndü.

 Sonunda da burada kaldı.

 Terry'i tanıyor musunuz?

 Nasıl bir kız?

 Çok güzel, çok zor biri.

 Bilmiyorum.

 Bence onu bu hale Terry getirdi.

 Ona her ne yaptıysa, iyi bir şey değildi.

 Elimizden bir şey gelmezdi.

 Bunu yapacağını bilemezdik.

 Söylediklerini asla düşünmedim.

 Sırlar, komplo, devrim Ona göre her şey yozlaşmış, mahvolmuştu.

 Ona hiç soru sormadım.

 Bitsin diye bekledim.

 - Bunları niye soruyorsunuz?

 - Dediğim gibi, bir bant arıyorum.

 - O nedir?

 - Bir bant kaydı.

 - Kimde olabilir peki?

 - Bilmiyorum.

 Herhangi biri.

 Kim olursa.

 - Niçin?

 - Öğrenmem lazım.

 Benden duyduğunuzu söylemeyin.

 Jean-Bernard de Georges diye bir ekonomi doktoru var.

 Juan'a hayran olduğunu söylerdi.

 Juan'ı kollardı.

 Juan'ın gururu okşanırdı.

 Ama bence aslında Terry ile ilgileniyordu.

 Onun adresini bulun.

 Adını kimden duyduğunuzu söylemeyin.

 - Teşekkür ederim.

 - Hayır, etmeyin.

 - Size telefon etmiştim.

 - Evet, gelin.

 Sanırım tanışıyoruz.

 Evlatlığım.

 Juan'ı iyi tanırdım.

 Türünün son örneğiydi.

 Her şeyin yok olmasını isteyen radikal bireycilerden biriydi.

 Böyleleri önce kendilerini yok eder.

 Bu biyolojik olarak kaçınılmaz bir durum.

 Juan beni hayal kırıklığına uğrattı.

 Müziğe bayılırım.

 Ondan çok umutluydum, ama fazla özneldi.

 Bütün problemleri çözebileceğini düşünürdü.

 Hem de hiç düşünüp hesaplamadan.

 Hesaplama!

 Sayılarla neler yapabileceğimizi bir düşünün.

 Juan tam bir yürüyen felaketti.

 Evet, o kaydı duymuştum.

 İyi hatırlıyorum.

 Ve inanın bana, çok kötüydü.

 Tam bir rezaletti.

 Kaybolmuş olmalı.

 Juan yaptığı her şeyi yok etti.

 Nihilistçe bir takıntı.

 Size yardım edemediğim için üzgünüm.

 - Gérard nasıl?

 - Fena değil.

 Gençliğin verdiği heyecan, saflık çok güzel.

 Belki de her şey yoluna girer.

 Bayan Yordan'a sevgilerimi iletin.

 - Terry'e mi?

 - Evet.

 Daha fazla uğraşmayın.

 Bir şey bulamazsınız.

 Senin hakkında ne düşünmüştür kim bilir?

 Bir şeyler saklıyordu Benden şüphelendi.

 Ben çıkınca birini aradığına eminim.

 - Kimi?

 Neden?

 - Bilmiyorum.

 Abartıyorsun biraz.

 Çocuk gibisin.

 Bu benim sorunum.

 Benim de sorunum.

 Georges için pek çok iş yaptım.

 Ve yapmaya devam etmek istiyorum.

 Ne işi?

 Ayak işleri, soruşturma, istihbarat, her şey.

 Bunu niçin yapıyorsun?

 Aziz gibi yaşayabileceğimizi mi sanıyorsun?

 Kimse mükemmel değil.

 Gérard da değil.

 - Kapa çeneni!

 - Niye?

 Ben bir realistim.

 Hayallere kapılmıyorum.

 Ne kahraman ne aziz var.

 Buradan başlıyoruz.

 - Burada kalmam sorun yaratır mı?

 - Normalde hayır.

 - Gerçekte?

 - Evet.

 - Neden?

 - Nedeni yok, gerçek bu.

 Çok kötü.

 Sizi severim.

 Yardım etmek isterdim.

 - Francois nerede?

 - Bir radyo yarışmasında.

 - Ne zaman gelecek?

 - Ne zaman gelebilirse.

 Asla ciddi bir prova yapamıyoruz!

 Midilli centilmen dolu.

 Kızların peşinde koşarken burada çok para kaybettik.

 Bu üç zavallı kızdan başkasını getiremedim.

 Onlar da yapabileceklerinden fazlasını yapamazlar.

 Çalışmaya zorlanmaktan mahvolmuş durumdalar.

 Genelev patronunu oynamak için biraz genç.

 İyi gitmeye başladı.

 Virginie, hala biraz yapmacık.

 Shakespeare çok güzel ama opereti tercih ederim.

 Korsanları geçiyoruz, çünkü burada değiller.

 Pander'in çıkışından alalım.

 Boult, git sokaklarda ilan et, bağır.

 "En çok para veren onu ilk olarak alacak!

" Erkekler eskisi gibi olsaydı, böyle bir bakire ucuza gitmezdi.

 Oldu bilin.

 Yazık ki Leonine çok yavaş!

 Konuşmak yerine saldırmalıydı.

 Yoksa korsanlar yeterince barbar değiller mi?

 Anne, niye kazık gibi dikiliyorsun?

 Bu şiirsel bir oyun.

 Şiirsellik hareket ister.

 Sahnede doğal hareket edin.

 Haydi, tekrar.

 - Neden olmaz?

 - Bir daha bundan bahsetme!

 Evde çalışırsınız.

 Şimdi biraz dinlenin.

 Paul ve Virginie, sıra sizde.

 - Gérard'ın neyi var?

 - Bildiğin sıkıntılar.

 - Başka bir şey?

 - Başka ne olabilir?

 - Çok sinirli görünüyor.

 - Evet, öyle.

 Philip bana Juan'dan, onun ölümünden bahsetti.

 Hata etmiş.

 Bu bir sohbet konusu değil.

 Terry ile zaman kaybediyorsun.

 Asla bir şey söylemez.

 Terry hep gizemlidir.

 Gérard'ı böyle elinde tutuyor.

 Anne, tekrar yerinizi alın.

 - Benim gitmem gerek.

 - Rolünüzü tekrarlamadan olmaz.

 - Para da kazanmam lazım.

 - Ne iş yapıyorsunuz?

 - Aptalca bir iş.

 - Neden o aptalca işi yapıyorsunuz?

 - Siz neden para ödemiyorsunuz?

 - Neyle ödeyeyim?

 - Paranız yoksa başka bir iş yapın.

 - Defolun, geri gelmeyin!

 - Val, başka birini bul.

 - Söylemesi kolay.

 Çok etkileyiciydi ama gitmem lazım.

 - Pierre, nereye?

 - Beni bekliyorlar.

 Görüşürüz.

 İzin ver gideyim.

 Onunla konuşmam gerek.

 Bu ne maskaralık!

 Ben size ne yaptım?

 Beni çıldırtmak için para mı alıyorsunuz?

 Siz burada ne arıyorsunuz, casus musunuz?

 Ne oldu?

 Hiç.

 Sizi görmek istedim, hepsi bu.

 - Hepsi bu mu?

 - Elbette.

 Neden?

 Pekiyi görünmüyorsunuz.

 Önemli değil.

 Sadece biraz hüzünlüyüm.

 - Sorun ne?

 Tiyatro mu, Gérard mı?

 - İkisi de.

 İkisi için de surat asmaya değmez.

 Hala gerçeği istiyor musunuz?

 Gerçek şu: Tüm bunların hiçbir önemi yok.

 Oyun iyi gitmiş, gitmemiş önemli değil.

 Bunlar entelektüeller için sadece bir eğlence.

 Gözlerinizi açıp etrafınıza bakın.

 Bu otelde yaşayan insanları fark ettiniz mi?

 Onlar en sefil oyuncudan bile daha değerliler.

 Ben sefil bir oyuncu değilim.

 Henüz olmadıysanız, yakında olursunuz.

 Juan öldü ama ben direniyorum.

 Oysa ölmek için benim de nedenlerim var.

 Nedeni Terry değil elbette.

 Hayattayım, çünkü bir fikre takılıp kalmıyorum.

 Tek bir yol var, o da düşünmemek.

 Tanıştığım insanlara dört elle sarılıyorum.

 Onlara bakıyorum, dinliyorum: Yaşıyorlar.

 Hala hayattalar ve özgürler.

 Onlar da beni görüp duyuyorlarsa, kendilerinden biri gibi kabul ediyorlarsa hala yaşıyorum demektir.

 Bu egoizm.

 Belki.

 Ama umurumda değil.

 - Benden nefret mi ediyorsunuz?

 - Evet, ediyorum.

 İnanın bana.

 Ben haklıyım.

 Etrafınızdaki insanlara bakın, onlar gerçek dünyada yaşıyorlar.

 Size oteldekileri anlatayım: Oda 20, Birgitta.

 Finlandiyalı, 19 yaşında.

 Tek tutkusu mutluluk.

 Mankenlik yapıyor.

 Daha iyi şeyler umut ediyor.

 Oda 13, Karoly.

 24 yaşında, Budapeşteli.

 Çok az Fransızca bilerek geldi, tıp eğitimi alıyor.

 Oda 9, Gustave Baron, yaş 67.

 Az bir emekli maaşı, 1940'ta oğlu öldürüldü.

 Oda 11, Minna, Darmstadt'lı.

 Fransa’ya 4 yıl önce geldi Merhaba, Minna.

 Nasılsınız?

 - Tanışıyor musunuz?

 - Ben de Pericles'te oynuyorum.

 - Bu neyi kanıtlıyor?

 - Hiçbir şeyi.

 İkimiz de haklıyız.

 Durumun karmaşık olduğunu kanıtlıyor.

 Tavsiye için teşekkürler ama sorunlarımı kendim halledeceğim.

 - Bana şans dileyin.

 - İyi şanslar, yanındayım.

 - Philip'i mi gördünüz?

 - Evet.

 Niçin sürekli Philip?

 Philip çok güçlü biri.

 - O ne demek?

 - O da herkes gibi.

 Yalnız yaşayamaz.

 - Çok derin laf ettin!

 - Fikirleriyle baş başa.

 Derin çok derin laflar.

 Ya sen ne düşünüyorsun?

 Sıradan şeyler.

 Rahatım yerinde, viski güzel.

 Kızlar hayranlık verici.

 Kesinlikle.

 Daha ne istersin?

 Demek istediğim bu değildi.

 Peki, sen ne düşünüyorsun?

 Değişiklik olsun diye, Philip'i düşünüyordum.

 Sürgün edilmek nasıl bir histir diye düşünüyorum.

 Ben de gitgide kendimi sürgünde hissediyorum.

 Terry beni bir sürgün birliğine kaydettirmiş sanki.

 - Kimdi o?

 - Georges.

 - Yine ne istiyor?

 - Tahmin edemiyor musun?

 Hepiniz sürgündesiniz aslında.

 Kendinizi evde hissediyor musunuz?

 Tüm bu yozlaşma sizi iğrendirmiyor mu?

 Vakit yaklaşıyor.

 Sizi bilemem ama ben sonunu görmek istemiyorum.

 Birinin alkışları kabul etmek için kalması gerekir.

 Ben yuhalanmadan önce gitmeyi yeğlerim.

 Bitti mi?

 Komik olduğunuzu mu sanıyorsunuz?

 Komik olmaya çalışmıyorum.

 Komik olacak kadar garipsin.

 Edebiyat yapıyorsun.

 Sırası değil.

 - Beni sinir ediyorsun.

 - Bir puan.

 Sonra?

 - Ne anlatmamı istiyorsun?

 - Her şeyi.

 Sonra, şimdi çocuklar var.

 Tamam, sonra.

 - Rica ederim, susun.

 - Neden?

 Nedenini biliyorsun.

 İşler ilginçleşmeye başladı.

 Bu kadar üzülmeyin.

 Şaka yapamayacak mıyız?

 Philip'e mi baktınız?

 Nerede olduğunu bilmiyorum.

 - Geri gelecek mi?

 - Elbette.

 Mesajınız var mı?

 - Hayır.

 Onu görmeliyim.

 - Gelin odamda bekleyin.

 Onu uzun zamandır mı tanıyorsunuz?

 Umurumda değil, kıskanç biri değilim.

 - Bir kaç gündür.

 Ya siz?

 - Buraya taşındığından beri.

 - Ne zaman buraya taşındı?

 - Üç dört hafta önce.

 - Ya ondan önce?

 - Pek bilmiyorum.

 Paris'e geldiğinde hala biraz parası vardı.

 Sonra kendini bıraktı.

 - Niçin?

 - Pek çok sebepten.

 Buraya büyük hayallerle gelmişti.

 Yeni fikirler bulmayı ummuştu.

 Ağzına bir laf dolamıştı: "Dar görüşlü liberallerden daha kötüsü yoktur.

" Ama başka bir şey daha vardı.

 New York'tan yalnız gelmedi.

 - Terry ile mi geldi?

 - Onu tanıyor musunuz?

 Sonra ayrıldılar.

 Nedenini bilmiyorum.

 Ama bu bir işe yaramadı.

 Size bunları neden anlatıyorum, bilmiyorum.

 - Juan'ı tanıyor musunuz?

 - Philip bahsetmişti.

 Çok yetenekli olduğundan bahsetmişti.

 Tek bildiğim çok yakışıklı olduğuydu.

 Bende Philip'in attığı bir fotoğrafı var.

 Görmek ister misiniz?

 - Bu kim?

 - Kız kardeşi.

 - Juan'ın kardeşi mi?

 - Onu iki üç kez gördüm.

 Tuhaf bir kız.

 Bir militan.

 Bir süredir kayıp.

 Ne oldu bilmiyorum.

 - Philip biliyor mu?

 - Hayır.

 Sanırım endişeli.

 Philip hiç Juan'ın yaptığı bir kayıttan bahsetti mi?

 Hayır.

 Müzik işlerinden hiç anlamam.

 Ne de politikadan anlarım.

 Juan'a komplo kurulmuş diyorlar.

 Hiçbir şey yapmazmış.

 Bütün gününü Café Royal'de arkadaşlarıyla geçirirmiş.

 Hala orada olabilirler.

 Belki bilgi alabilirsiniz.

 - Onları tanıyor musunuz?

 - İsmen tanımıyorum.

 Sizinle geleyim mi?

 Philip'i beklemeyecek misiniz?

 - Daha iyi misin?

 - Daha iyiyim.

 Harika.

 Ben kaçtım.

 Yarın bana uğra, boşum.

 Bir kayıt?

 Mümkündür.

 Bütün İspanyollar gitar çalar.

 Hayal meyal bir şey hatırlıyorum, belki oydu.

 Sonra uyuyakalmışım.

 - Nerede duydunuz?

 - Bir arkadaşımda.

 Hangi arkadaş?

 Tania diye bir kız.

 Bir Rus ismi.

 Cengiz Han'ın soyundan gelen son kişi.

 - Tania'ın soyadını biliyor musun?

 - Fedin.

 - Nerede oturuyor?

 - Buralarda, Odéon yakınlarında.

 Oyuncu arkadaşların bilebilir.

 Tania oyunculuk yapmıştı.

 - Niye beni tanımıyor gibi yapıyorsun?

 - Sizi tanımıyorum.

 - Juan yetenekli miydi?

 - Öyle diyorlar.

 Pek öyle görünmüyordu.

 Daha çok Modigliani gibiydi.

 Yeteneği, saatlerce hiç konuşmadan oturmasında yatıyordu.

 Gelip geçenleri izlerdi, özellikle kızları.

 Eğer birinden hoşlanmazsa, onun ağzını dağıtırdı.

 Bir keresinde bu sebepten iki hafta hapis yatmıştı.

 Adamın faşist bir casus olduğunu söylemişti.

 Buna siz de inanıyor musunuz?

 Neyse, nasıl isterseniz.

 Çok tatlısın.

 Tüm bildiğim bu, bu kadarı bana yetiyor.

 Dün akşam çok acelen vardı.

 Oralarda ne yapıyordun?

 - Dolaşıyordum.

 - O sürtükle mi?

 Bana onun adresini ver.

 Senin Gérard nasıl?

 - Bilmiyorum.

 - Dilini kedi mi yuttu?

 Bir şeyler saklıyorsun.

 Gérard mı?

 Terry mi?

 Hem evet hem hayır.

 Anlayamazsın.

 Anlamaya çalışırım.

 Ne oluyor, söylesene.

 Ya ben deliyim ya da Gérard'ın işi bitik.

 - Nasıl bitik?

 - Juan gibi.

 - Neden?

 - Bilmiyorum.

 Juan ölmeden önce ne yapıyorsa Gérard da aynısını yapıyor.

 Aynısı.

 Durmadan aynı şey.

 Terry yüzünden mi?

 Neden hep Terry?

 - Philip'i tekrar gördün mü?

 - Hayır.

 Neden?

 - Peki, Gérard gördü mü?

 - Sanmıyorum.

 - Bu kadar kötü ne yaptı?

 - Kim?

 Gérard.

 Haline bak, yüzün bembeyaz.

 Sen bana bakma.

 - Saat kaç?

 - Üç buçuk.

 - Bana biraz borç ?

 - Ne kadar?

 - On - Al sana beş.

 - Tatilde niye eve gitmiyorsun?

 - Sonra, şimdi değil.

 - Ne işin var?

 Tiyatro mu?

 - Şimdilik, evet.

 Gérard'a yardım etmeye hazır birini tanıyorum.

 - Her şey Terry'e bağlı.

 - Nasıl yani?

 Duydun beni.

 Yoksa arkadaşın Gérard hapı yuttu.

 Beni haberdar et, olur mu?

 Şans sizin yanınızda.

 Evimde buluşalım.

 Gérard - Neler oluyor?

 - Gizemli şeyler.

 Herkes burada mı?

 Size büyük bir haberim var.

 Şehir Tiyatrosu oyunumuzu kabul etti.

 Programlarında bir boşluk vardı.

 30 oyun için anlaştık.

 Elveda, Gérard!

 - Ne oldu?

 - Anlamıyor musun?

 Neyi anlayacağım?

 Affet beni, artık seni görmek istemiyorum.

 Önemli bir şey mi?

 Hayır, merak etmeyin.

 Böylesi daha iyi.

 Sonsuza kadar süremezdi zaten.

 Bitmesi lazımdı.

 - Yarın bir işiniz var mı?

 - Neden?

 Tiyatroya gelmeniz gerekiyor.

 Seçmeler var.

 Tamamen bir formalite.

 Sizi önceden çalıştıracağım.

 Yarın öğlen tiyatrodaki kafede buluşuruz.

 Tamam.

 Orada olacağım.

 Endişelenmeyin, Anne, her şey yolunda gidecek.

 Baksanıza herkes öpüşüyor.

 - Bir şey içer misiniz?

 - Su.

 - Tek kelime hatırlamıyorum.

 - Artık önemi yok.

 Ne oldu?

 Anlatacağım.

 Oyunu kabul ettiler ama bazı şartları var.

 Rol dağılımında değişiklik yapacaklar.

 - Ya benim rolüm?

 - Evet.

 Tanınmış bir oyuncu gerekiyor.

 - Kim?

 - Bilmiyorum.

 - Kızdınız mı?

 - Hayır.

 Beni küçümsüyorsunuz.

 Affedin beni.

 - Siz de beni affedin.

 - Neden?

 Juan'ın kaydını bulmaya söz vermiştim ama bulamadım.

 Önemli değil.

 Bana bir tane de besteci verdiler.

 - Emin misiniz?

 - Neyden emin miyim?

 Oyuna eskisi gibi kendimiz devam edemez miyiz?

 Hayır, çok riskli.

 Böylesi daha güvenli.

 Bunun bir tuzak olmadığına emin misiniz?

 Ne tuzağı?

 Sizce hatalı mıyım?

 Hayır, sanırım haklısınız.

 Ödün vermek gerekiyor.

 Bu oyunu o kadar çok sahnelemek istiyordum ki neredeyse her şeyi yapmaya hazırdım.

 - Bir fikrim var.

 - Evet.

 Size dublörlük işi bulabilirim.

 Para da alırsınız.

 - Artık gitmeliyim.

 Görüşürüz.

 - Görüşürüz.

 Hayır, Anne.

 Kimseyle görüşemem.

 Beni rahat bırakın.

 Philip, Size yalvarırım.

 Ateşle oynuyorsunuz.

 Bu işin sonuçlarını anlamıyorsunuz.

 Bu soruşturma da ne?

 Juan'ın ölümünden size ne?

 Ölüleri rahat bırakın.

 Ben size ne yaptım?

 Beni bir cesaretlendirip bir vazgeçiriyorsunuz, beni delirttiniz.

 Benimle nasıl bir oyun oynuyorsunuz?

 En azından bunu söyleyin?

 Öğrenmek için çok uğraşmayın.

 Kendinize gelin.

 Otelde arama yapılıyor.

 Bir takım adamlar var.

 Nasıl adamlar?

 Sivil giyimli, garip görünüşlü adamlar.

 Anne'i odana götür.

 - Ya siz?

 - Beni merak etmeyin.

 Neler oluyor?

 Philip bunu günlerdir bekliyordu, söylemişti.

 Dün, bana bir felaketin olacağını söylemişti.

 Bu felaket ona ihtiyacı olan kanıtı verecekmiş.

 Sizden, onu yaptıkları için affetmenizi istedi.

 Ama bu gerekliymiş.

 Ne için gerekliymiş?

 Tüm söylediği bu.

 Anlayacağınızı sanmıştım.

 Kaçmayı başardı.

 Sönük bir replik, not et.

 Zavallı ben, annem ölürken bir fırtınanın içinde doğdum!

 Hayat benim için bitmeyen bir fırtına!

 Batı rüzgârı mı esiyor?

 Güneydoğu rüzgârı.

 Doğduğumda, rüzgâr kuzeyden esiyordu.

 Rüzgârla ilgili yapmak istediğim bir şey var.

 Güneyde tatildeyken, bir köylü görmüştüm.

 Güney sahillerinden nefret ediyorum.

 Ne diyecektim?

 Evet, rüzgâr meselesi.

 Şöyle yapmak istiyorum.

 Anladınız mı?

 Rüzgârın yönünü anlamak için.

 Anladım, hem de çok iyi anladım.

 Ama bu, sahnenin ritmini yavaşlatmaz mı?

 Hiç de değil.

 Bana biraz güvenin, dostum.

 Bu işi biliyorum.

 16 yaşından beri sahnedeyim.

 Kukla olarak mı?

 Bay Boileau'nun fikrini de almak istiyorum.

 İçinden nasıl geliyorsa öyle yapmalısın.

 Değil mi ama?

 Bu çok sıra dışı bir jest.

 Tekrar yap.

 Güneydoğu rüzgârı.

 Evet, çok güzel.

 Çok yenilikçi.

 Işıkla birlikte çok çarpıcı olur.

 Daha çok size bağlı.

 Parmağını ışığa doğru uzatmalısın?

 250'lik bir ışıkla deneyelim.

 Işıklandırmayı henüz ayarlamadım.

 Bayan d'Istria, ışıkları Bay Boileau'nun ayarlamasında ısrarlı.

 Vitrin dekorasyonu yaparken bile ışıkları Bay Boileau'nun ayarlamasını ister.

 - Ya yapmak istemezse?

 - Önemi yok, yapacak.

 Gérard'la konuş.

 Sana uygun bir rol bulur.

 Ben bekleyen bir kadını oynuyorum.

 Beni bekleyin.

 - Ne haber?

 - İyiyim.

 Ne yapıyorsun?

 Boileau, beni Mark Antony rolünde denemek istiyor.

 Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar, bana kulak verin!

 Caesar'ı gömmeye geldim, övmeye değil.

 Brutus Caesar'ın ihtiraslı olduğunu söylüyor.

 Ama Brutus onurlu bir adamdır.

 Sessizlik!

 - O kızı buldun mu?

 - Tania?

 Hayır, vazgeçtim.

 Hangi Tania?

 Tania Fedin mi?

 Geçen pazar birlikte yemek yedik.

 Adresi: Bellechasse Caddesi, No:35.

 Daha hızlı, denizden yükseliyormuşsunuz gibi.

 Ama bu bir baskın değil.

 Arka plandaki korsan kadırgasını hatırlayın.

 Ne kadırgası?

 Sen biliyor musun?

 Hayır.

 Ben de yeni duydum.

 İçinde cüce tayfaların olduğu bir maket.

 Paris'teki tüm cüceleri seçmelere çağırın.

 Onlar olmazsa, sakal takıp çocukları kullanırız.

 - Ama neden?

 - Bu yeni bir boyut, dostum.

 Bayan d'Istria böyle işlerde yeteneklidir.

 - Bayan d'Istria mı?

 - Evet.

 Anladın mı, Jacquot?

 Gelmeyin, kimseyi görmek istemiyorum.

 Sizi görmem gerekiyor.

 Sizi kim gönderdi?

 Kurt mu, kuzu mu?

 Kuzu.

 Gelin öyleyse.

 Yardım edin.

 Arkamdakini çözün.

 Basit bir egzersiz.

 Vücudunuz dik durursa ruhunuz da dik durur.

 Hazırlanmalıyız.

 Vakit yakın.

 İnsanların ruhlarını değiştirmeliyiz.

 Tanrı, umursamayanları püskürtecek.

 Hazır mısınız, küçük kız?

 Absent Yıldızı dünyaya yaklaşıyor.

 Sular kirlendi.

 Çocuklar zehirli süt içiyorlar.

 Gazeteleri okuyor musunuz?

 Dün Londra'da bir adam öldü.

 Vücudunda Hiroşima'nın utanç izlerini buldular.

 Sonumuz çok yakın.

 Ama korkmayın, titremeyin.

 - Sizi kim gönderdi?

 - Adresinizi Jean-Val verdi.

 Alçak herif!

 Ona borcum var.

 Ödemem için rahatsız edip duruyor.

 - Ama devam edin.

 - Bir şey sormak istiyorum.

 - Hiç param yok!

 - Juan'ın bant kaydı sizde mi?

 Bendeydi ama ölmeden üç gün önce aldı.

 Muhtemelen Anouita'ya vermek için almıştır.

 Juan'ın kız kardeşini tanıyor musunuz?

 Tanıyordum.

 O aldıysa bile kaybolmuştur.

 Küçük bir bandın kaybolması çok kolay.

 Niçin kaybolsun?

 Maria Almereyda İspanya'ya gönderildi.

 Bir grev başlatmak ya da bunun gibi bir saçmalık için.

 Size bir savaş liderinin hikâyesini anlatayım.

 Çok yakın bir arkadaşı vardı.

 Ama günbegün, arkadaşından şüphelenmeye başladı.

 Arkadaşlarımız, bizim birer yansımamızdır.

 Arkadaşına düşman bölgesinde bir görev verdi.

 Ve onu paraşütle denizin öbür tarafına gönderdi.

 Sonra onu şehit ilan etti, bir kahraman.

 - Maria'nın arkadaşları da böyle yaptı.

 - Sizce o tehlikede mi?

 Bence o yakalandı, belki de vurulmuştur.

 Juan'a yakın olan herkes ölmek zorunda.

 Amerikalı kız, yönetmen.

 Ben de öleceğim.

 Nedenini bilmiyorum ama öleceğimizi biliyorum.

 Öleceğiz çünkü biz hayatın kendisiyiz.

 Herkes yok olmalı.

 Siz de Çünkü elinizi bilinmeyene uzattınız.

 Çünkü ölümcül bir mühürle damgalandınız.

 - Geç kaldın.

 - Paul ile karşılaştım.

 Ne hakkında konuşuyorsunuz?

 Juan.

 Senin bana vermeyeceğin çocuğu Juan'dan istediğimi anlatıyordum.

 Daha karar vermedim.

 - Bizimle yer misiniz?

 - Hayır, ben gidiyorum.

 Korktunuz mu?

 Evet, korktuğunuzu görüyorum.

 Suyun ellerimizden akıp gitmesi gibi, cesaretimiz de içimizden akıp kaybolur.

 Elimizden bir şey gelmez.

 Bir işaret beklemek gerek.

 Cesaretin geri gelmesini sabırla beklemeliyiz.

 Abartma!

 Artık bekleyemem.

 Vazgeçiyorum.

 Sabır göstermek zordur.

 Evet, küçük kız, beklemek zordur.

 - Rahatsız ediyor muyum?

 - Hayır, içeri gelin.

 Bu öğleden sonra, onlarla çalışmayı bıraktım.

 Şaşırmadınız mı?

 - Niçin bıraktınız?

 - Artık yetti.

 Bir kere ödün vermeye başlayınca, sonu gelmiyor.

 Boileau işi öğrendi.

 Fikirlerime ihtiyacı olmadığını açıkça belli etti.

 Ya diğerlerine ne oldu?

 Kimisi bıraktı, kimisi atıldı.

 Ama Paul şanslıydı.

 Onun için harika olmuş.

 Biraz daha direnemez miydiniz?

 Her şeyin bir sınırı var.

 Yine de memnunum.

 Ağzıma geleni söyledim.

 Sanırım Boileau'yu biraz korkuttum.

 Bana bunu ödetirler.

 Beni yerin dibine gönderecekler.

 Ne yapabilirler ki?

 Artık dayanacak gücüm kalmadı.

 Ama sonum Juan gibi olmayacak.

 Eğer yapabilseydim, hepsini havaya uçururdum.

 Haklısınız, bunların hiçbir anlamı yok.

 Anne, belki normal biri gibi görünüyorum ama Ateş Toprakları'nda kaybolmuş gibiyim.

 Ufuktaki tek insan yüzü sizinki.

 Garip bir baş dönmem var.

 Her şey etrafımda hızlanarak dönüyor sanki.

 - Ve tutunacak bir dala ihtiyacınız var?

 - Kesinlikle.

 - Terry'i gördünüz mü?

 - Hayır.

 - Alay etmeyin, ben ciddiyim.

 - Ben de.

 Terry'i aradım.

 Eve kapanmış, kimseyle görüşmüyor.

 Bilmece gibi konuştu.

 Birbirimize layık değilmişiz.

 Beni seviyor musunuz?

 Goethe der ki: "Sizi seviyorsam, bundan size ne?" Goethe beni ilgilendirmiyor.

 Cevap verin bana.

 Sizi seviyorum ama konuşacak vaktim yok, çalışmalıyım.

 Ekim ayında bir sınavım daha var.

 İyi şanslar.

 İyi çalışın ve bir noterle evlenin.

 Neden olmasın?

 Cevabınız hayır mı yani?

 Bu durumda: "Kendimi suya atmaktan başka bir seçeneğim yok.

" Moliére, Georges Dandin, Perde 3, Sahne On beş.

 Neden olmasın?

 Sonra gitti.

 Belki hata ettim.

 Gururum yüzünden.

 Ama o da hata yaptı.

 Bir azize değilim ki.

 - Onu seviyor musun?

 - Evet.

 Ne düşüneceğimi bilmiyorum.

 Sence, o tehlikede mi?

 Bana bir dakika izin ver.

 Ne diyordum?

 Merak etme, her şey yoluna girecek.

 Birkaç gün dinlen, iyi gelir.

 Her şey düzelecek.

 Birkaç gün bizde kal.

 Yarın bir arkadaşta sessiz film izleyeceğiz.

 Biraz havan değişir.

 Haydi, asma suratını.

 Gülümse.

 Gece yarısından önce aramazsanız, kendimi öldüreceğim.

 Gérard Bay Kaufman burada değil.

 Onu sekiz gündür görmedik.

 Bir jeton daha, lütfen.

 Jean-Marc, uyandırdım mı?

 Seni hemen görmeliyim.

 - Şaka mı bu?

 - Hayır.

 Evine gittim, açan yok.

 Gaz kokusu var mıydı?

 Belki bir kızla birlikteydi.

 - Jean-Marc, lütfen.

 - Ne yapmamı istiyorsun?

 Ne olursa, yeter ki burada dikilip durma.

 Terry'e gidelim.

 Belki bu bir oyundur.

 Belki önce telefon etmeliyim.

 Gérard'ı gördünüz mü?

 Dün gece bir mesaj aldım.

 Kendini öldüreceğini söylüyor.

 Hemen gelebilir misiniz?

 Çabuk gelin.

 Niçin gelmesini söyledin?

 - Ona anlatacak mısın?

 - Bilmiyorum.

 Onu görmek istemiyorum.

 Yan odaya geçiyorum.

 Acele et, gir odaya.

 Notu gösterin.

 - Onu aramadınız mı?

 - Artık çok geçti.

 - Ne yapabilirim?

 - Boşuna çabalıyorsunuz.

 - Bu Juan mı?

 - Juan'ın kaydı.

 Gördünüz mü, uzakta değildi.

 - Philip bunu biliyor muydu?

 - Evet.

 Niçin onu Gérard'a vermediniz?

 Gérard'ı sevmiyorsunuz, onu yüzüstü bıraktınız.

 Hayır bırakmadım.

 Juan'a olanların aynısı, ona da oldu.

 - Yanılmadığınıza emin misiniz?

 - Keşke yanılsam.

 Philip'in yanılıyor olmasını o kadar istedim ki.

 Ona inanmayı hep reddettim.

 Artık inanmamak mümkün değil.

 Nedir bu olanlar?

 Neler dönüyor?

 Philip, hep bundan bahsederdi.

 1945'te, tek bir adamın ölümünün her şeyi çözeceğini düşündük.

 Anne, tüm zamanların en büyük komplosu bu.

 - Ama ne?

 Kim yapıyor?

 - Hala aynı kişiler.

 Son 30 yılda, yöntemleri değişti.

 Güçlerini geri kazanmaya hazırlar, gizlice.

 Bu sefer acımaları yok.

 Her şey devlet için, verimlilik için feda edilecek.

 Uygun zamanı bekliyorlar.

 Bu arada, sıkı çalışıyorlar.

 Umurunuzda değil!

 Peki, bunun Gérard ile ilgisi ne?

 Sizinle, benimle, Juan'la, hepimizle ilgili.

 Boyun eğmeyenlerin işini bitiriyorlar.

 Ya bir koyun sürüsü olacağız, ya da böyle bir şey yutacağız.

 On dakikada içinde her şeyi unutturuyor.

 Hep yanımda taşıyorum.

 Varlığı rahatlatıyor.

 Benimle dalga geçiyorsunuz.

 Öyle mi görünüyor?

 Bilmek istiyordunuz, dinleyeceksiniz.

 Örgütün bir numaralı kuralı: Gizlilik.

 Kural iki: En küçük bir ihanet şüphesinde cezalandırılırsınız.

 Böyle bir sırla, tek başınıza yaşayamazsınız.

 Philip bunu aylardır söylüyordu bana.

 Philip bunları, tesadüfen New York'ta öğrendi.

 Avrupa'ya kaçabileceğini sandı.

 Onun içine kapandığını, kendini yok ettiğini gördüm.

 Onunla dalga geçtim, aptal gibi sormaya başladım.

 Bir gün bana her şeyi anlattı.

 Belki de, onu kurtaran bu oldu.

 Sonra bu sırrı paylaşarak birlikte yaşayamadık.

 İnanmak istemedim.

 Çok korkutucuydu.

 Bundan kurtulmak için çok uğraştım.

 Onu terk ettim.

 Ama sır beni bırakmadı, beni delirtti.

 Bu sırrı daha fazla saklayamazdım.

 Ya birine anlatacaktım, ya da ölecektim.

 Şimdi Juan öldü.

 Belki de bir tesadüftü.

 Tehlikeli işlere karışmıştı.

 En azından öyle olduğunu sanıyorum.

 Sonra Gérard.

 Garip, huzursuz biri haline geldi.

 Oyunu başarısız oldu.

 Philip kehanetleriyle peşimi bırakmadı.

 Ve aptal sorularınızla siz.

 Georges, sürekli peşimde.

 Gérard'ı kurtarmayı ummuştum.

 Ama yanıldım.

 Gérard'a yalan söylemeye devam edemezdim.

 Onu terk ettim.

 Onu bırakmayın, size ihtiyacı var.

 Ne yapacaksınız?

 Gérard'ın evine gidiyorum.

 Kapıyı kırmaya çalışacağım.

 Gidin.

 Ben artık yapamam - Sana ne anlattı?

 - Hiçbir şey.

 Her zamanki gibi sırlar.

 - Burası mı?

 - Hayır, devam edin.

 Bunu bana siz mi gönderdiniz?

 Böyle bir saçmalığı yazacak biri gibi miyim?

 Bana kızdınız mı?

 - Niçin?

 - Söyledim size, ben yazmadım.

 Ne bekliyordunuz, kollarınıza atılmamı mı?

 Neden olmasın, güzel olurdu.

 Yapamam.

 İyi misin?

 Artık üzüntün geçti mi?

 Evet, daha iyiyim.

 Kötü bir rüya görmüş gibiyim.

 Örgüt hikâyen seni yordu.

 Dâhilerle takılmak iyi gelmedi sana.

 Yakında kendine gelirsin.

 Öldü mü?

 Doğru olamaz.

 Geliyorum.

 Gérard intihar etmiş.

 Oraya gidiyorum.

 Gitme.

 Daha fazla bir şey söyleyemem.

 Gitme.

 Lütfen.

 Söylersem beni asla affetmezsin.

 - Biraz soğukkanlı ol, Pierre.

 - Sizi asla affetmeyeceğim.

 Onu kim buldu?

 Bana Terry haber verdi.

 Gerçekten intihar mı etti?

 Belki.

 - Öldürüldü mü?

 - Belki.

 İntihar etmediğine emin misiniz?

 Ya Juan?

 Hayır, hiçbir şeyden emin değilim.

 Tuhaf bir tesadüf.

 Belki de, kurbanlarını intihara sürüklüyorlardır.

 Nasıl?

 Baştan çıkarma, ikna etme sanatıyla.

 İnsanoğlu uzun zamandır şeytanın yüzünü arıyordu.

 Artık onu görmeye başlıyoruz.

 Hepsi benim hatam.

 Bir aptal gibi davrandım.

 Bu işi ben tetikledim.

 Hayır.

 Sen bu çarkın içindeki küçük bir dişlisin.

 Ne istiyorlar?

 Güç, dünyaya hükmetmek.

 Dünya çapında bir toplama kampı.

 Bir casusluk filmi olsaydı Georges'u yok etmek yeterdi.

 Ama Georges, zincirin sadece bir halkası.

 Bence bu bir suç sendikası, diktatörlük birliği.

 Eğer Gérard'ı öldürmüşlerse O zaman hepimiz zanlıyız.

 Anne, suçlusu benim.

 Pierre, ne yaptın?

 Şimdi söyleyemem.

 Ama bunlar olmasın diye her şeyi yaptım.

 Gérard'ın niye öldüğünü ve sorumlusunu biliyorum.

 Kim?

 Sonra.

 Susmam için para teklif etti ama reddettim.

 İşimi bitireceğini söyledi.

 Her şeye gücü yeter.

 Ona kafa tuttum.

 Şimdi korkuyorum.

 Yardım et.

 Neredesin?

 Hangi istasyon?

 Dupleix istasyonu.

 Nereye gideceğimi bilmiyorum.

 Yalvarırım Anne, gel!

 Geliyorum.

 Birlikte gidelim.

 Jean-Val'in evinde buluşuruz.

 Yeni bir oyuna çalışıyorlar.

 - Pierre'in yaptığına inana - Ondan hep şüphelendim.

 Onlar acımasız bir ırk.

 Merhameti hak etmiyorlar.

 Haydi, çabuk olalım, Anne.

 Paris'ten götür beni, Terry.

 Onlar bulmadan götür.

 Philip'le buluşabiliriz.

 Araba iki kişilik.

 Pierre, benimle gel.

 Anne, taksiye binin.

 Adresi biliyor musunuz?

 Jean-Val söylemişti.

 Paranız var mı?

 Bunu alın.

 - Pierre, Terry ile.

 Gelmediler mi?

 - Yolu kaybetmiş olmalılar.

 Endişelenmeyin.

 - Siz biliyor muydunuz?

 - Pierre?

 Öğrenmeye çalışıyordum.

 - Neden bana söylemediniz?

 - Öyle gerekiyordu.

 Beni kullandınız.

 Gérard'ın hayatıyla oynadınız.

 Anne, hayal görmediğimize emin olmam gerekiyordu.

 Artık hayal görmediğinize emin misiniz?

 Hayır, bilmiyorum.

 Buraya gelirken, eski otelime uğradım.

 Bunu buldum.

 Juan'ın ispanya'daki kız kardeşinden bir mektup.

 "Yanıldık, Philip.

 Juan öldürüldü.

" "Onu Falange'nin ajanları öldürdü.

" "Hayal görmüyoruz.

 Bununla savaşabiliriz.

 Ben savaşıyorum.

" - Ne oluyor?

 - Hiçbir şey.

 - Pierre'i yolda bıraktım.

 - Buna, nasıl cesaret edersin!

 Neye cesaret ederim?

 - Ne olduğunu anlatın.

 - Bir şey olmadı.

 Durmamı istedi ve indi.

 Belki sizi görmek istememiştir.

 - Onu öldürdünüz!

 - Neden öldüreyim?

 Size inanmıyorum!

 Yanıldım.

 Pierre suçlu değildi.

 Biliyorum, Philip.

 Yanıldım, Terry.

 Pierre suçlu değildi!

 Çekilin.

 Bizi yalnız bırakın, buna alışığım.

 Gidip dinlenin, Anne.

 Bu bir emir.

 Anne, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.

 - Masum muydu?

 - Neredeyse.

 Gérard intihar etti.

 Georges onu köşeye sıkıştırmıştı.

 Pericles'in tüm finansal kontrolü ondaydı.

 Gérard boyun eğmektense, anlaşmayı iptal etti.

 Ve bir düşman daha edindiğini sandı, bu onu yalnızlığa itti.

 - Pierre ne yapıyordu?

 - Georges'in kirli işlerini.

 Ya örgüt?

 Örgüt, Philip'in hayal dünyasındaki bir fikir.

 Her şeyi tek bir fikirle açıklamak çok kolay.

 Korkaklığının, ataletinin baskısı da var.

 Sebebi kâbuslar.

 Gérard bunun için mi öldü?

 Daha yaygın, daha sinsi örgütler de var.

 Para, polis, partiler gibi.

 Faşizmin tüm figürleri.

 Şeytanın tek bir yüzü yok.

 - Ya Pierre?

 - Pierre öldü.

 - Siz mi öldürdünüz?

 - Evet.

 Boş yere.

 Üzerinde, Georges'a ait zalim bir mektup buldum.

 - Zaten pisliğin tekiydi.

 - Ya siz?

 Bizler de ahmaklar sürüsüyüz.

 Yanıldınız!

 Yüce şeyler aradınız.

 - Zavallı aptal!

 - Defolun!

 - Gidiyoruz.

 - Nereye?

 Göreceğiz.

 Şimdi ne yapacağız?

 Pericles'i sahneleyeceğiz.

 Var mısınız?

 Ne işe yarayacak ki?

 Bu rüzgâr, batı rüzgârı mı?

||

Paris vu par

19800||5513514|| Çeviri: batigol-7 & Renard St.

 Germain des Pres, Paris'te 11.

 yüzyıldan kalan en eski manastırlardan birini çevreler.

 Fransız Enstitüsü ve Ecole des Beaux-Arts ise buranın sanatsal havasına tanıklık eder.

 St.

 Germain, basit bir yer olmaktan öte entelektüel bir ortamdır.

 Siyasi Bilimler Fakültesi.

 Tarihi kalıntıların arasında modern bir yaşam.

 Bu etkileyici ortam Amerikalı öğrencileri Avrupa'ya aşık ediyor.

 Sanat galerileri, antika dükkanları ve dövme demir balkonlar.

 Ve Dragon Sokağı gibi görülmeye değer dar sokaklar.

 Julian Akademisi.

 St. Germain Bulvarı Haussmanlar'dan kalan tek bölge.

 Geçen gece, oradan geçen bir bayan kısa bir tereddütün ardından Cafe de Flore'da bir masada oturan Amerikalı gençlerden çakmak istemişti.

 Bir saat sonra, Catherine ve Jean gri bir Bentley'e atladılar ve gece kuşlarının sesleriyle çınlayan St.

 Benoit Caddesi'nden yavaşça geçtiler.

 L'Abbaye Caddesi'ne geldiler.

 Ilık ve sakin bir geceydi.

 Catherine gözlerini kapatmış başını Jean'in omzuna yaslıyordu.

 Kendini, tehlikeli olduğunu düşündüğü kaderin kollarına bırakmıştı.

 Ama ailesinin ona söyledikleri onu hiç korkutmuyordu.

 Kızlarını Paris'in, Amerikalı gençlere göre olmadığı konusunda uyarmışlardı.

 Ama şimdi çok uzaktaydılar ve artık çok geçti.

 Tutkular mantıklı nedenlerin önüne geçmişti.

 Bu gece Catherine Siyasal Bilimler Fakültesi'nden çıktıktan sonra oteldeki odasına dönmeyecekti.

 Ancak bunu yaparken, şöyle bir duraksamıştı.

 Ama sonra arabadan indi ve Enstitü'nün hemen yanındaki binaya girdi.

 Henüz yeni tanışmış olmalarına rağmen bu genç ve yakışıklı adamla yatağa girdi.

 Uyandılar.

 Saat 10'du.

 Saat 10 olmuş!

 Meksika uçağı saat kaçta acaba?

 - 12:15'de.

 - Tamam, teşekkürler.

 Ancak yetişirim.

 Bu kızı ne yapacağım?

 Ondan kurtulmam gerekecek.

 Hiç iyi olmayacak Hoş kızdı.

 Saat 10:15.

 Öğlen orada olmam gerek.

 Hazırlanıp gitmek nereden baksan bir saatimi alır.

 Yani yarım saatim kaldı.

 Acele etsem iyi olacak.

 Böyle daha güzel.

 Sana kahvaltı hazırladım.

 Hadi Catherine, saat geç oldu.

 Kalk hadi.

 Kahven soğuyacak.

 - Yatağa gelsene.

 - Sonra.

 Tamam o zaman, bir bornoz verir misin?

 Neden?

 Bizden başka kimse yok ki.

 - Lütfen.

 - Peki, tamam.

 Muhafazakar Amerikalılar işte.

 Al bakalım bornoz.

 Fazla rahat davranıyor.

 Teşekkürler.

 Senden harika bir Amerikalı koca olurdu.

 Ye bakalım!

 Amerika'da, her aşık olduğunda yemeden içmeden kesilen bir arkadaşım vardı.

 Bense hiç aşık olmadım.

 Ekmeği sevmedin mi?

 Ne kadar güzel bir manzara!

 Evin de çok güzel!

 Zor olacak.

 Bir şey anlamıyor.

 Kahretsin, burada kalmak istiyor gibi!

 Daha hazırlanmadın mı?

 Çıkmamız gerek dedim ya, Catherine!

 Okula gideceğim.

 - Anahtarları bıraksan olmaz mı?

 - Hayır.

 Hiç geri dönmeyecek misin?

 - Üç hafta sonra.

 - Ne?

 Meksika'ya gitmem gerek.

 Uçağım bir saat içinde kalkacak.

 Söylediğin iyi oldu!

 "Bana gel, ama yarın gidiyorum" diyemezdim sana.

 Bunu söylemen gerekirdi.

 - O zaman gelir miydin peki?

 - Hayır.

 Biliyorum işte.

 Catherine, cevap ver!

 Catherine, kızdın mı?

 Babamın yanına gidiyorum.

 Kendisi Meksika'da büyükelçi.

 Dün akşam anlatmıştım.

 Üç haftada ne olacak ki?

 Peru'ya gitmiyorum sonuçta.

 - Neden söylemedin bana?

 - O zaman gelmezdin ki.

 Beni bir gecelik bir iş olarak düşündün.

 Saçmalama lütfen.

 Dün seni tanımıyordum, ama senden hoşlanmıştım.

 Lütfen beni dinle.

 Seni çok seviyorum.

 Dur, yatağı toplayayım.

 Tabii ya, akşam kız gelince yine açarsın.

 Bu gece uçakta olacağım.

 - Havaalanına ben de geleceğim.

 - Olmaz.

 Vedaları hiç sevmem.

 Merak etme.

 Arkandan ağlamam.

 Yine de olmaz.

 - Seni evine bırakayım mı?

 - Hayır.

 - Valizin olmadan mı bineceksin uçağa!

 - Orada her şey var.

 Tabii ya, öyledir zaten.

 Catherine, dün gece çok güzel saatler geçirdik.

 Bana adresini verir misin?

 Ertesi gün, saat beşte Catherine Julian Akademisi'ne gitti.

 Yardımcı olabilir miyim?

 Buraya ilk kez mi geliyorsunuz?

 Ama orası alımlı Amerikan kızlarına göre bir yer değildi.

 Böyle güzel bir havada içeri tıkılıp kalmamalısınız.

 Dışarısı ne kadar da güzel.

 Hadi kırsala gidelim.

 Gidelim mi?

 Arabam da var.

 Pardon, bayım.

 Bugün çizim dersi var mı?

 Elbette, her gün var.

 Başladı bile.

 Siz geçin.

 - Ödemeyi nasıl yapabilirim?

 - Eğitmene verirsiniz.

 Ben de giriyorum.

 Tek başınıza giremezsiniz.

 Bunu gerçekten istiyor musunuz?

 Pekala, hadi girelim.

 Benimle gelin, size ön sıradan bir yer ayarlayayım.

 Gözlükle ne kadar da seksi oldunuz.

 Onları kırsalda da takabilirsiniz.

 Çizim tahtanızı unuttunuz!

 Buna gerek olmadığınız söylemiştim size!

 Çok solgun görünüyorsunuz.

 Gelin kırsala gidelim.

 Kendinizi çok iyi hissedeceksiniz.

 Hadi gel.

 Arabam da var.

 - Bu araba senin mi?

 - Evet.

 - Nereye gidelim?

 - Senin evine.

 Çok kolay oldu bu.

 İşte geldik.

 Güzelmiş.

 Kızları eve atabilmek için biçilmiş kaftan.

 Ama yazları çok sıcak oluyor.

 Bu daire senin mi?

 Evet, arabam da var.

 Ailen ne ile uğraşıyor?

 Ne olsun, babam büyükelçi.

 - Meksika'da mı yoksa?

 - Nereden bildin?

 - Tipinden anladım.

 - Aslında açık tenliyim.

 - Ne diyordum?

 - Boşver bunları.

 - Meksika'ya gittin mi hiç?

 - Daha dün döndüm.

 Bir daha ne zaman gideceksin?

 - Üç hafta sonra.

 Neden sordun?

 - Peki ya okulun?

 Okul beklesin.

 Siyasal Bilimler'de mi okuyorsun?

 Evet.

 Baba mesleği işte.

 Sen bunları nasıl biliyorsun ki?

 - Ne kadar zamandır Fransa'dasın?

 - İki haftadır.

 - Fransızcayı nerede öğrendin peki?

 - Amerika'da.

 22 yıldır Fransa'da yaşıyorum ve bir kelime İngilizce bilmem.

 Hep burada mı yaşıyorsun?

 Hayır, ama babamda ne zaman sıkılsam uçağa atlayıp Paris'te alıyorum soluğu.

 Anlıyorum.

 Böyle evi olan biri başka yerde yaşamayı neden istesin ki.

 Şurası neresi biliyor musun?

 Şu kubbe.

 Le Vau'nun yanında.

 - Öyle mi diyorsun?

 - Aynen öyle.

 Çok etkileyici.

 Antikaları sever misin?

 Öyleyse, bu ilgini çekebilir.

 Hakiki Amerikan malı.

 Ev gezmek ister misin?

 Hayır, teşekkürler.

 Gezdim zaten.

 Doğru ya.

 Sen zaten her şeyi biliyorsun.

 Evimi de gördüğüne göre, hadi artık kırsala gidelim.

 Anlamıyorum.

 Burası daha mı güzel yoksa?

 Neden bunu yaptığını anlamıyorum.

 Gerçekten anlamıyorsun.

 Kızlar için değil mi?

 Bu gerçekten mide bulandırıcı.

 Biraz abartıyorsun ama.

 O kadar insanın önünde, çırılçıplak durmak utanç verici olmalı.

 Ama sen beni hiç çırılçıplak görmedin.

 Ne diyorsun sen!

 Rahatsız mı oldun?

 Tüm mankenleri tanıyor musun?

 Muhtemelen çoğunu tanırım.

 Herkesle tanışıyoruz sonuçta.

 Peki poz veren o çocuğu?

 Şeytanın tekidir o.

 Tek yaptığı iş o mu?

 Hayır, bir de aktörlük yapıyormuş.

 - Onunla arkadaş mısınız?

 - Abartmayalım lütfen.

 Herif zavallının teki.

 Ama karizma tabii.

 Ona yardım ediyorum.

 Burada olmadığım zamanlarda dairemi ve arabamı veririm ona.

 Mutlu oluyor.

 Benim gibi davranıyor falan.

 Komik değil mi?

 - Onun için çok zor olmalı.

 - Evet, hayat zor.

 Kabul et hadi.

 Ondan hoşlanıyorsun, değil mi?

 Ben mi?

 Saçmalama.

 Yine mi başlıyorsun?

 Oradan oraya yorulmadın mı sen?

 Ne kadar da pratik!

 Çok işe yarıyor.

 Kızı eve getiriyorsun, sonra da yatağı açıyorsun.

 Kırsala gidelim mi artık?

 Burası sıcak oldu.

 - Üzerindekileri çıkar o zaman.

 - Kızların önünde asla olmaz!

 - Nereye gidiyorsun?

 - Meksika'ya!

 Bu kız da sıktı artık.

 Burası gerçekten sıcak yahu!

 Gare Du Nord - Şu gürültüye bak!

 - Ne gürültüsü bu?

 İnşaat alanından geliyor.

 Sence ne zaman bitirirler?

 Ne fark eder ki.

 Farkında mısın, bu bina bitince tüm manzara kapanacak.

 Ne kadar yüksek olacağını biliyor musun sanki?

 Şu vince baksana!

 Sence o kadar yüksek olur mu?

 En az on iki katlı olacak gibi görünüyor.

 Yumurtam pişti mi?

 Perdeleri de hep kapalı tutmak gerekecek.

 Fazla pişmiş!

 Böyle sevmediğimi biliyorsun!

 Neyin var senin bu sabah?

 İyi uyuyamadın mı?

 Çok iyi uyudum.

 Sen?

 Bu makineler yüzünden dörtte uyandım.

 Sonra da uyuyamadım.

 Ben bir şey duymuyorum.

 Duymazsın sen!

 O kadar duyarsızsın ki.

 Tavşan kovuğunda yaşasan Yine umurunda olmaz!

 İnşaat bittikten sonra burada nefes bile alamayacağız.

 Çok iyi bir ev bulmuşsun!

 Sacrè Coeur ve Eiffel Kulesi Manzarası var ama… …onu da elimizden alıyorlar.

 O parayla başka neler yapabilirdik bir düşünsene.

 Araba alırdık.

 Seyahate çıkardık.

 Çocuk gibi ekmek banıp durmasana artık.

 Hiç anlamıyorum seni.

 Buraya taşındığımızda çok mutluydun.

 En sonunda kendimize ait bir şeyimiz olmuştu.

 Senin ailenin yanına da taşınabilirdik aslında.

 Ama burası senin iş yerine daha yakın.

 Ben de otobüslere biniyorum.

 Ama bu binayı yapacaklarını nereden bilelim.

 İki çeşit erkek vardır; kazanan ve kaybeden.

 Kaybettiren olacağıma kaybetmeyi tercih ederim.

 Bekar olsaydın sorun değildi.

 Ama beni düşünmüyor musun hiç?

 Neden, sokakta insanlar Hep seni mi gösteriyor?

 Giyim kuşamın da yerinde.

 Lütfen saçmalama.

 Boğazını temizleme şöyle.

 Sinirimi bozuyorsun.

 Seyahate çıksak ne güzel olur.

 Merak etme Tahiti ya da Yunanistan'a değil.

 Club Med belki.

 Küçük bir geziye çıkardık.

 Bir uçağa atlar ve havaalanındaki o sesi dinlerdik "Tahran yolcuları " "242 numaralı Air France uçağı için " "girişler 3 numaralı kapıdandır.

" Ama sen istemiyorsun artık.

 Dört yıl önce, sahilin en yakışıklı adamı sendin.

 Su kayağı şampiyonu.

 Tüplü dalış eğitmeni.

 Ne oldu benim kahramanıma?

 O kadar da kötü durumda değilim.

 Tıpkı Churchill’e benziyorsun.

 Şöyle sesler çıkarmasana.

 Ne kadar kabasın.

 Şu an kahvaltıdan başka hiçbir şey umurunda değil, değil mi?

 İyi bir kahvaltıya hayır diyemiyorum.

 Daha mısır gevreği var mı?

 Daha nerene yiyeceksin.

 Git tıraş ol, geç kalacaksın.

 Sürekli emirler yağdırıyorsun.

 Kaysana biraz!

 Evliliğin en kötü tarafı asla yalnız kalamamak.

 Artık o gizemi kaybettin.

 Seni ilk tanıdığımda, ne hayaller kurardım.

 Ama artık tüm huylarını biliyorum.

 Nerede ne yapacağını, ne yapmayacağını biliyorum.

 O gizem kaybolduğunda aşk da biter mi sence?

 Seni hiç anlamıyorum.

 Oysa ben tam tersini düşünüyorum.

 Seni ne kadar tanırsam, o kadar çok seviyorum.

 Kusurlarını bile seviyorum.

 Okuduklarına inanmak yerine, durup biraz düşünsen Tahiti'yi Yunanistan'ı hayal edeceğine birazcık düşünsen ne kadar şanslı bir kadın olduğunu anlayacaksın!

 Asla milyarder olamayacağız belki ama para olmadan da mesut olabiliriz.

 Eğer burayı sevmiyorsan, hemen taşınırız.

 Önemli olan beraber olabilmek.

 Yapma.

 İstemiyorum.

 Bazen senin sadece bedenimi istediğini düşünüyorum.

 Bu kadar açık vermeden de yapabilirsin.

 Bırak.

 İşe geç kalmak istemiyorum.

 Ama senin umurunda değil tabii.

 İşimi çok sevdiğimden sanma.

 Sadece patrondan azar işitmeye niyetim yok.

 Her sabah aynı terane.

 Bıktım artık.

 Kahvaltı hazırla, sonra işe koş En nefret ettiğim de o gereksiz adamdan çekinmek zorunda olmak.

 Orada kâtiplik yapmamı da sen istiyorsun zaten.

 Çalışmak zorunda olman kötü değil ki.

 Böylece kendimize daha iyi bir yer bulabiliriz.

 Bir araba alırız, seyahate de çıkarız.

 Kırk yaşına geldikten sonra ne işe yarar onlar?

 Kaç yaşında olduğunun bile farkında değilsindir sen.

 Jean-Pierre, senden adam olmaz!

 Yeter artık!

 İnanamıyorum sana!

 Zavallı bir aptalsın sen!

 Sokaklarda dolaşan senin gibi binlerce güzel kadın var.

 - Sen de onlara katılsana o zaman!

 - Dokunma bana!

 Böyle adi ve burnu havada biri olduğunu bilmem gerekirdi.

 Bu gece bekleme beni.

 Hayvanın tekisin sen!

 Ben bir şey yapmadım.

 Yapmadın demek.

 Bu söylediklerini asla unutmayacağım.

 Dur, Odile.

 Saçmalama lütfen.

 Bu çok saçma.

 Saçma olan ne?

 Şuraya bak!

 Altı ay sonra burası bir tünelden farksız olacak.

 Bu benim suçum değil ki!

 Bir şu mahalleye bakıyorum Bir de Auteuil'da yaşayan insanları düşünüyorum da Dur.

 Ne zaman geleceksin?

 Bekle!

 Geri dön, Odile!

 Kusura bakmayın.

 Bir şey oldu mu?

 Hayır, korktum sadece.

 Sizi görmedim.

 Kafam biraz karışık da.

 Sizi bu halde bırakamam.

 Gideceğiniz yere kadar bırakayım.

 Sağ olun ama teşekkürler.

 Çok uzağa gitmiyorum.

 Biraz yalnız kalmak istiyorum.

 Ben de yalnız kalmak istiyorum ama kalamıyorum.

 - Bu size bağlı.

 - Hiç sanmıyorum.

 Ne kadar değişik bir mahalle.

 Daha önce hiç gelmemiştim buraya.

 - Nerede yaşıyorsunuz?

 - Auteuil.

 - Bir apartman dairesinde mi?

 - Hayır, bahçeli küçük bir ev.

 Huzur dolu bir yer.

 Arabayı nasıl kullandığınıza bakarsak, huzuru pek sevdiğiniz söylenemez.

 İtalyan arabası mıydı?

 Ama caddede bıraktınız!

 Önemli değil.

 İşe gitmiyor musunuz?

 Çalışmaktan hiç hoşlanmam.

 Daha önce çalıştım tabii ama aslında para kazanmak çok kolay.

 - Peki nasıl?

 - Orman kanunlarını bilir misin?

 Yem olmaktansa, yem atmayı tercih ediyorum.

 - Peki bu adil mi?

 - Hayat adil değildir.

 Fakirler var, çirkinler var.

 Gördün mü, hiç adil değil?

 Mesela sen çok güzelsin.

 - Bu diğerlerine haksızlık değil mi?

 - Hiç böyle düşünmemiştim.

 Dahası var Şanslı olduğunun farkında olmayanlarla o şanstan faydalanmak isteyenler arasında bir denge vardır.

 Güçlü olan zayıfı alt etmekten sıkıldı artık.

 Ben sıkılmazdım ve bunu kullanmak için de elimden geleni yapardım.

 Bu güzelliğini de kullanıyor musun?

 Güzellikler paylaşılmalıdır.

 Ya hiç karşılaşmasaydık ne olacaktı?

 Hiçbir şey.

 Siz yanımdan geçip gidecektiniz işte.

 - Hayır, o kadar basit değil.

 - Neden?

 Bazen tesadüfi karşılaşmalar insanların kaderinin işareti olabilir.

 Ne işareti?

 Ne kaderi?

 Hava ne kadar da güzel.

 Hadi gidip arabayı alalım ve biraz dolaşalım.

 İstersen havaalanına gidelim.

 Havaalanlarındaki o telaşlı seslerden hoşlanmaz mısın?

 İlk uçağa bineriz hemen.

 Sen de yeni tanıştığın biriyle bilmediğin bir yere gitmeyi istemedin mi hiç?

 Biraz üzücüdür ama tanıdığımız kişilerden kaçarız hep.

 Heyecan kalmayınca, aşk da biter.

 Acaba o heyecanı her zaman koruyabilen var mıdır?

 Eğer seninle gelirsem bir hafta, bilemedin bir ay içinde sana karşı heyecanım da kaybolacak.

 Artık o gizemli adam olmayacaksın.

 Boğa güreşi seyrettin mi hiç?

 Boğa ve matador vardır.

 Farklı hiçbir şey yoktur ama sonunda sadece biri ölür.

 Hiç bitmeyen bir oyun gibi.

 Sadece oyuncular farklı.

 Gerisi aynı.

 Hiç anlamıyorum.

 Açıklaması zor tabii.

 Bir erkek bir kadınla tanıştığında olanlar hep aynıdır.

 Ama bir tarafın ölmesine gerek yoktur.

 - Ölümden korkar mısın?

 - Herkes kadar.

 Yaşamayı seviyor musun?

 O gizemi?

 O zaman gel benimle.

 Ölümden bile güçlü olalım.

 Her istediğini yapar, seninle istediğin yere gelirim.

 Bu gerçekten cazip bir teklif.

 Siz de öyle.

 Ama mümkün değil.

 Yapamam.

 Sana gerçekleri anlatayım.

 Uzun zamandır ölümü düşünüyorum.

 Bu sabah intihar etmeye karar vermiştim.

 Sonra seninle karşılaştım.

 Sen benim son şansımsın.

 Artık hiçbir şeyin ilgimi çekemeyeceğini düşünüyordum.

 Ama o gülüşünü görünce Şantaj yapmıyorum.

 Ama benimle sonu olmayan bir maceraya çıkarsan, her şey çok güzel olur.

 Ne dersin?

 Lütfen evet de.

 Hayır, diyemem.

 Yapamam.

 Hayatta hiçbir şey imkansız değildir.

 Ona kadar sayacağım şimdi.

 Lütfen evet de.

 Hayır.

 Yazık ettin!

 Hayır, çıldırdınız mı!

 Hayır, yapmayın!

 Rue Saint Denis Bu mümkün değil.

 İnanmıyorum.

 Bu soğuk odada sana striptiz yapacağımı mı sanıyorsun?

 Buzdolabı gibi burası.

 Hadi gelsene.

 - Bu ilk olmayacak herhalde, değil mi?

 - Hayır.

 Radyoyu açayım mı?

 Olur.

 Müzik eşliğinde yaparız.

 30 Frank mı?

 Yetmez.

 At elini cebine.

 Otur.

 Acelemiz yok nasılsa.

 Asla bir müşterinin evine gitmezdim.

 Çok tehlikeli.

 Ama sen başkasın.

 Senden korkmama gerek yok.

 Bacaklarım bembeyaz duruyor.

 Bu sene Cannes'a gidemedim.

 Kız arkadaşım hastalandı.

 O yüzden evini kiraya verdi.

 - Sen tatile çıkabildin mi?

 - Limoges'e teyzemin yanına gittim.

 Şu porselen üretilen şehir değil mi orası?

 İyiymiş.

 Porselenden başka ne var?

 Bilmiyorum ki, ben şehre uzaktaydım.

 Limoges'e tatile anca sen gidersin zaten.

 Ya yağmur yağsaydı?

 Limoges'e yağmur yağmaz pek.

 - Acelen yok değil mi?

 - Vaktim var.

 Bir gün Rivieria'ya gitmiştik bazı arkadaşlarlaydık - Kimlerle?

 - Arkadaşlarla.

 Oraya gidemedik.

 Kaza yaptık.

 Diğerleri hastaneye gitti.

 Ben Limoges'e geri döndüm.

 Oraya gittiğimde, halamı adamın biriyle gördüm.

 Paris'e geri döndüm.

 Sonra?

 O kadar mı?

 Evet, bu kadar.

 Hikayen komik değilmiş.

 Bu arada, vaktini harcıyorsun.

 Gidelim.

 Önce yemek yesek nasıl olur?

 Karnım aç.

 Uzun restoranları hiç sevmem.

 Paris'i de hiç sevmem.

 Ölü şehir.

 Riviera'da çalışmak isterdim.

 Ne diyorsun?

 Riviera'yı bilmiyorum.

 Sana anlatmıştım.

 Kaza geçirdik ve Limoges'a döndüm.

 Rue St.

 Denis'e gitmek istemem.

 Düşüncesi bile sinir bozucu.

 Ne iş yaparsın?

 Yakınlardaki Smith'te bulaşıkçılık yapıyorum.

 Bulaşıkçı mı?

 Öyle birine benzemiyorsun Leon.

 Kime benziyorum peki?

 Bilemiyorum ama bulaşıkçı gibi değilsin.

 Deneyebilir miyim?

 Daha fazla egzersiz yapmalısın.

 Pek de kaslı biri değilsin.

 İşini nasıl yapıyorsun?

 Bulaşık yıkamak farklıdır.

 Dün radyoda bir tekerleme duydum.

 - Duymak ister misin?

 - Elbette.

 Bècon ile Florence arasında ne fark var?

 Bilmiyorum.

 Bècon'da Bècon'da şey Bècon Florence'dan farklıdır.

 Çok komik.

 Nedenini söyleyeyim Bècon'da Florence isminde kızlar vardır.

 Ama Florence'de Bècon isminde kızlar yoktur.

 Hey tatlım.

 Buraya neden geldiğimizi unutuyoruz.

 Acelem yok.

 Doğru.

 Yarın Pazar.

 Salı günleri tatildeyim Pazar günleri değil.

 Süzme peynir.

 Kendi sözlerimi hatırlatıyor.

 Babamın bahar nezlesi vardı Paris'e bir doktoru görmeye gelmişti.

 Adam onu soymuş.

 İstasyonu hatırlıyorum, St.

 Lazare doktor için 3 saat gittik.

 Babam sinirliydi.

 Ama ben mutluydum.

 Eve döndüğünde hasta ve parasızdı.

 Taşranın cazibesi.

 Çok sıkıcı.

 Ben taşrayı severim.

 - Kız arkadaşın var mı?

 - Yok.

 Evlenmeyi düşünmüyor musun?

 Asla.

 Minyon bir hatun, terlikler, sıcak bir yatak.

 - Ne diyorsun?

 - Hiçbir şey.

 Senden hoşlandım.

 Paran yok.

 Kendi yemeğimi kendim öderim.

 Sorun olur mu?

 Asla hayır demiyorsun.

 Benden hoşlanıyor musun hoşlanmıyor musun?

 - Hoşlanmıyorsan gidebilirim.

 - Hayır.

 Gitme.

 Tamam, soyunuyorum Kahve istemiyor musun?

 Paranı alacaksın, merak etme.

 İşte sana yemek için beş lira.

 Sorun değil.

 Kendi yemeğimi ödüyorum.

 Senin paranı istemiyorum.

 Bu konuda tartışmayalım.

 Gazeten var mı?

 France-Soir.

 Pardon ama öylesine haberlere bir göz attım.

 "Yönetim yanlış yönde.

" Her zaman işe yaramaz.

 St.

 Nazaire'de gizemli delilik.

 Her yerde manyaklar dolu.

 Paris'te yarış atı çalındı.

 Komik.

 Evet, çok komik.

 Buna ne dersin?

 Kahretsin.

 Elektrik kesildi.

 Beklemek ister misin?

 Karanlıktan rahatsız olmam.

 L'Etoile Meydanı Şehrin meydanında, "Zafer Kemeri" 1806 - 1836 yılları arasında Napolyon'un zaferleri anısına inşa edilmiştir.

 Her gün dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrar.

 Diğer bir yandan Parisliler yanına bile yaklaşmaz.

 Veteranlar dışında yanan alevi koruma görevi Cumhur Başkanı'na aittir.

 Bu çalışmalar bittiğinde 12 caddeyi birbirine bağlayan tek kavşak olacak.

 Çalışan nüfus tarafından görmezden gelinen bir yer.

 Acele eden bu insanlar sarayın prestijini hafife alır sadece dışarıdan gelenler için olduğunu bilirler.

 Döngünün her 1/12'sinden yaklaşık 50 adım sonra diğer caddenin kavşağına geçilir.

 Trafik ışıkları sokaklardaki trafik için zamanlanmıştır yayalar için değil.

 Bunlardan dolayı yaşa ve kişiliğe bağlı olarak bazı sıkıntılar yaşanabiliyor.

 Parislilerin bencilliği test edilmiş ve onaylanmıştır.

 Son bir konu 1964 yılında, metro inşasının batı kanadı başlamış ve trafiği allak bullak etmiştir.

 Hem araçlar hem yayalar için.

 İşte kahramanımız, Jean-Marc.

 Her sabah 9:25'te istasyondan çıkar tam caddenin karşısındaki iş yerine gider.

 Oraya gitmek için iki seçeneği vardır.

 Sağdan gitmek biraz kısadır.

 Başka bir model görmek ister misiniz?

 Sizin bedeninizde elimizde bu var ya da bu, hangisini seçerseniz.

 Sağolun kalsın, ben biraz düşüneyim.

 Nasıl isterseniz.

 Yine bekleriz.

 Eskiden profesyonel bir atlet olan Jean-Marc, her sabah spor gazetesi okur.

 Kayak yapan kızı izledin mi?

 Evde TV yok.

 Çok kötü!

 Onları saate 100 km hızla giderken görmek oldukça heyecan verici.

 Denediğinde ne kadar zor olduğunu anlıyorsun.

 Hiç kayak yaptın mı?

 On yıl önce ayaklarıma kayakları geçirip birazcık denemişliğim var.

 Dengeli olmak gerekiyor ve çok kayakların üzerinde durmak için oldukça dayanıklı olmak kazım.

 - Pardon.

 - Önemli değil bayan.

 - İncittim mi?

 - Hayır.

 - Emin misiniz?

 - Evet bayan.

 - Affedersiniz bayım.

 - Nereye gittiğine baksana!

 Özür dilerim bayım.

 Manyak herif!

 - Yardımcı olabilir miyim?

 - Pijama alacaktım.

 - Hangi beden olsun bayım?

 - Bilmiyorum ki.

 Peki, bedeninize bakalım.

 İki beden.

 O gün de diğer gün de gazete bir şey yoktu.

 Vur Kaç Yapan Sürücü Champs-Élysées Suçları Metrodaki Manyak Uçakta Ölen Şoför Lyon'daki Öğrenci Şemsiyeyle Polise Vurdu Ölümcül Bir Silah: Şemsiye Ama o yine de dikkatli davranıp Pl.

 de L'Etoile civarına gitmiyordu.

 Evet efendim, beyaz poplin, 42 Avenue de Wagram.

 Hemen teslimatı yaparım.

 On dakika.

 Meydanın tam karşısında.

 Bir veya iki ay geçti, ama sonunda Adımına dikkat et!

 - Affedersiniz bayan, özür dilerim!

 - Önemli değil.

 İncittim mi?

 Şansa bakın!

 Gözünüze sokabilirdim!

 Montparnasse ve Levallois - Ne yapıyorsun?

 - Çalışıyorum.

 O bir kadın mı?

 Evet, sonuncusu.

 Bak, neredeyse bitti.

 Bir kadın Evet, beğendiysen.

 O bir el mi?

 Neden dört parmağı var?

 Beşinciyi yapmak için malzeme yoktu.

 Dışarıdakini beğendim.

 Güzelmiş!

 İsmini ne koydun?

 Hareket heykeli.

 O da nedir?

 Anlamı, şans eseri oluşmuş heykel tasarımı.

 Metal parçalarını alırım ve ortaya atarım sonra da yere düştükleri haliyle birleştirip kaynak yaparım.

 Deneysel bir çalışma.

 Neden burada olduğumu bilmek ister misin?

 Evet, neden buradasın?

 Saat sekiz demiştin.

 Çünkü seni seviyorum.

 Kahve içmek ister misin?

 Sana bir şey söylemeliyim.

 Beni seviyor musun?

 Tabii ki seviyorum.

 - Gerçekten, sahiden.

 - Elbette!

 - Sence güzel miyim?

 - Evet.

 Gerçekten mi?

 Söyledim ya.

 Beni gerçekten seviyor musun?

 Kötü bir şey yapmış olsam beni affeder misin?

 Tabii ki affederim.

 Neden soruyorsun?

 Önemli bir şey yok.

 Bir telgrafın ulaşması ne kadar sürer?

 Bilmem ki, belki bir saat, belki de bir buçuk saat.

 Saat kaç?

 Dinle.

 45 dakika içinde benden bir telgraf alacaksın.

 - Ama sana değil.

 - Kime peki?

 Başkasına.

 Bir erkeğe mi?

 - Nereden biliyorsun?

 - Bilmiyorum, şüphelendim.

 Neyse, zaten onu tanımıyorsun.

 Önemli değil.

 Önemli aslında.

 Zarfları karıştırdım.

 Senin mektubunun onunkine onun mektubunu da seninkine koydum.

 Düzeltilebilir.

 O bana benimkini verir, ben de ona onunkini veririm.

 Çok ciddi biri durum aslında çünkü onun mektubunda onu sevdiğimi ve bu akşam onunla görüşmeyi planladığımı yazdım.

 Ama onu seviyormuş gibi yapıyordum.

 Onu görmek istememin sebebiyse onunla buluşup bir daha görüşmek istemediğimi söyleyecektim.

 Sevdiğim adam sensin.

 Yemin ederim ki.

 Bu akşam ona söyleyecektim.

 Beni affedeceğini biliyorum.

 Anlamadım.

 Kim bu adam?

 İstersen şimdi yatağa gidebiliriz.

 Üşüyorum.

 Seni kaltak!

 İğrençsin!

 Orospu!

 Fahişe!

 Yalancı!

 Ama yemin ederim ki seni seviyorum.

 Seni sevmiştim çünkü saf ve güzeldin.

 Midemi bulandırıyorsun.

 Yemin ederim ki seni seviyorum.

 Kapıyı kapat.

 - Kapalı.

 - Değil.

 Çalışıyor musun?

 Görmüyor musun?

 Bu kime ait?

 Papa'ya.

 Hangi Papa?

 Papa Paul VI.

 Bir araba nasıl yapılır biliyor musun?

 Bir otomobil birçok parçadan oluşur.

 Önce şasi, sonra tekerler sonra da gövde.

 İşte bu benim işim.

 Farina veya Micheletti gibi yeteneğimin olmadığı çok belli ama kendime yeten biriyim.

 Kendi çapımda küçük bir artistim.

 Gövde işi benim için kutsaldır.

 Kapat şunu!

 Aküyü bitiriyorsun.

 Hayatta her şey olur.

 Gövde dışında.

 Gövde ebedidir.

 Söylesene Roger.

 Sence benim vücudum güzel mi?

 Mükemmel.

 Diriliğine bayılıyorum.

 Diri göğüsler sütun gibi bacaklar, her yerin harika.

 Ama burada ne yapıyorsun?

 - Seni görmek istedim.

 - Gece randevumuz vardı zaten.

 Öğleden sonra gelip göreyim istedim.

 Seni sevdiğimi biliyorsun Roger.

 Yüksek sesle konuş.

 Seni seviyorum dedim.

 Biliyorum.

 Telgrafını aldım.

 Bana kızdın mı?

 Madem beni seviyorsun, kızmadım.

 Öyleyse beni affediyorsun?

 Harika!

 Başka bir adamla yattım.

 Bana kızmadın.

 Ama zarfları karıştırdığımı bilmelisin.

 Diğer adama onu sevdiğimi yazmıştım ama yemin ederim ki yalandı.

 İyi biri, onunla senden önce tanışmıştım ve hala bana aşık.

 Bilemiyorum.

 Beni görmek istedi, ben de bu geceye bir randevu ayarladım.

 Ama onu bir daha görmek istemediğimi söyleyeceğim.

 Her şeyi mektupta yazamadım.

 Onu incitmek istemedim.

 Ona sadece seni sevdiğimi söylemek istedim, yemin ederim ki.

 Bunu biliyorsun.

 İstersen şimdi yukarı çıkabiliriz.

 Yatağa geçebiliriz.

 Hava karardı sayılır.

 Gel buraya sürtük!

 Gel buraya seni aşağılık sürtük, orospu, fahişe, kaltak!

 Ne oluyor Roger?

 Beni affettiğini sanmıştım.

 "Sevgili Roger, seni öpüyorum.

" Kahretsin!

 Karıştırmamışım!

 Siktir git!

 Kazağım!

 Defol git Amerikalı!

 Ben Kanadalıyım.

 - Aynı şey işte.

 - Değil.

 Seni seviyorum.

 Yemin ederim ki.

 Sessizlik Oğlunuz geldi.

 İyi gitti mi?

 Sevindim.

 Haftada kaç defa gidiyorsun?

 Üç defa mı?

 Sana ne yapıyor?

 Geçen gün doktora gittim.

 Bana test yaptı.

 Sonuçları almadım.

 Kendimi iyi hissetmiyorum.

 Vitacalcium deniyor.

 Kullandın mı?

 Kabızlık var bende.

 Fitil kullanıyorum.

 Ona ne diyorlardı?

 İshal için verdiler.

 Kapıyı vurmalısın!

 Gel buraya.

 Çayımı getiriyordu.

 Çok çalıştın mı?

 - Sınıfında birinci misin?

 - Üçüncüyüm.

 - Geçen ay kaçıncıydın?

 - Altıncı.

 - İyiye gitmişin.

 - Evet, birazcık.

 Güzel.

 Birinci olmak zaman alır anladın mı?

 - Sana zor gelen nedir?

 - Cebir, yine cebir!

 Neden?

 - Anlamıyorum ki.

 - Neden ama?

 Parantezler, yok a eksi be falan.

 Hepsi kafamda karışıyor.

 Sana anlatmamı ister misin?

 Tabii, isterseniz.

 Zavallı çocuk!

 Gel bakalım.

 Dinle, cebir kolaydır.

 Artı çarpı artı, sonuç artıdır.

 Eksi çarpı eksi, sonuç artıdır.

 Artı çarpı eksi sonuç eksidir.

 - İşte bu kadar.

 - Tamamdır.

 - Anneye bir şey söylemek yok.

 - Tabii ki hayır.

 Ölüm cezası taraftarıyım.

 Ben karşıyım.

 Gerçekten şimdi Şimdi ne?

 Öldürmek için bir sebep yok.

 Biri nasıl başkasının ölümüne karar verir ki?

 Tuz!

 Öldürüyorlarsa öldürülürler.

 Katiller gebermeli.

 Bence onları ıslah evine göndermeli.

 Onları 50 yaşındalarsa ıslah evine gönderemezsin.

 Tuzu ver dedim.

 Öyleyse belki de bazı özel durumlarda ibreti alem olsun diye verilebilir.

 O konuda hemfikirim.

 Hainlere ölüm!

 Çocuk kaçırmak iğrenç bir şey.

 Bunun için ölüm cezası verilsin.

 20 yıl veriyorlar.

 Senin derdin ne?

 Kapa çeneni!

 Hiçbir şey yaptığın yok zaten.

 Arkadaşımız Boticelli ile görüşmeme yardımcı olsan çok güzel olurdu.

 İlginç biri, görürsen anlarsın.

 Et harika olmuş.

 Bana karşı ayağını denk alsın, yoksa onu delik deşik ederim.

 Et harika olmuş.

 Hep İtalyanların yaptığı gibi yerim.

 Biri Boticelli'ye açıklamalı bu dünyada bazı cesaretli, arzulu, idealleri olan adamlar da vardır.

 Bunu anlaması lazım.

 Yoksa onu sinek gibi ezerim.

 Adamı neredeyse ezip geçtik.

 Pek değil.

 Bu doğru.

 Arkamızdaki araba yaptı.

 Diğerleri de.

 Diplomatik plakası vardı.

 Umursamadılar.

 Peynir çok iyiymiş.

 Zenci Polinezyalılar Altı harf, çoğul.

 Ben evle ilgilenirim!

 Evi bok götürüyor.

 Benim suçum değil, hizmetçinin suçu.

 Hep hizmetçiye atıyorsun suçu!

 Temizliği ben yapmıyorum, ona bu yüzden maaş veriyorum.

 Hep hizmetçiyi suçluyorsun!

 Ben temizlik yapmam!

 Aptal!

 Söylemesi kolay.

 Beni rahat bırak.

 Gün gelecek seni bırakacağım.

 Göreceksin.

 Para veriyor musun?

 İdare etmelisin.

 - İnanılmaz!

 - Egzersiz yapmalısın.

 Göbek yaptığını söylüyorum devamlı.

 İlaçlarımı almalıyım.

 İlaçlarını al.

 Geçen haftaki ilaçların ne kadar tuttu biliyor musun?

 Babanın eczacısı gönderdi.

 - Ama çok cimri.

 - Babam bunamış.

 Bu kadarı yeter artık.

 Bu evde yalnızım.

 Buna ihtiyacımız var.

 Pencereyi kapatmayı unuttun.

 Boğazıma bir şey takıldı.

 Kulak tıkaçları titreşimi engeller ve ses geçirmez özelliğe sahiptir.

 Gürültü, modern toplumda yaşamanın bedelini ödediğimiz sinir hastalığının en önemli etkenlerinden biridir.

 Hastalık ve sinir artık uyumanıza engel değil.

 Entelektüeller, bu kulak tıkaçları sayesinde sessizlikte çalışabilecekler.

 Ama ikisini aynı dolaba kaldırdım.

 Fabrika işçileri ve gürültüye maruz kalan tüm işlerde çalışan işçiler makine operatörleri, metal işçileri tekrarlayan gürültüye maruz kalanlar kulak sinirlerinde hasar oluşanlar kulak zarlarını bu tıkaçlarla koruyacaklar.

 Bağırmaya gerek yok.

 Bekle ve gör.

 Gittikçe senden sıkılıyorum.

 Ondan on kere şeker istedim.

 Kahve güzelmiş.

 Benimki gibi olmuş.

 Tatil dönemine denk gelmeseydi senin küçük sarışını kovardım.

 Onu sen işe aldın.

 Geç kaldın.

 Arabayla kim ilgilenecek?

 İşten önce dişlerini fırçaladın mı?

 Yeni bir şey.

 Hizmetçi izinliyken iş bana kaldı.

 Bu kadar yeter.

 Tamamen saçmalık.

 - Arabayı ne yapayım?

 - Bu kadar yeter!

 Beni çok sinirlendiriyorsun.

 Arabayı ben mi alıyorum sen mi?

 Yapacak başka işlerim de var.

 Senin işlerinle ilgilenmekten sıkıldım.

 Benim sorunum değil, senin sorunun.

 Yapacağım ama Sus biraz be kadın!

 Arabayla kim ilgilenecek?

 O kadar da zor değil.

 Yüzün o haldeyken aptal gibi görünüyorsun!

 Çeviri: batigol-7 & Renard||

Passion.

167267||5243677||Seninle konuşmama izin ver.

 En azından, seninle konuşmama izin ver.

 Bekle Bekle, Buradalar.

 Dinle, Jerzy, gel Haydi, dur!

 Anlattığı hikaye nedir, Bayan Lucachevsky?

 Hayal değil ama biraz uydurmaca da var, Ki kesin gerçeklik demek değil, Ya da tersi de değil, Ama her iki durumda da gerçek dünyadan ayrı.

 derin hesaplamalarla gerçekliğe yakınlaştırma.

 Anlattığı hikaye nedir, Bay Bonnel?

 Bu kompozisyon deliklerle, Ve kötü doldurulmuş boşluklarla dolu.

 Yapısını yada çekimleri ince eleyip sık dokumayın.

 Rembrandt gibi insanoğluna yakından bir bakış, Uzun süre, dudaklara, ve gözlerin içine.

 "Tanrım neden beni yüzüstü bıraktın?"

Anlattığı hikaye nedir, Bay Coutard?

 Aslında hikaye yok.

 Herşey uygun şekilde, soldan sağa, yukarıdan aşağı, önden arkaya aydınlatılmış.

 "Gece" değil "gündüz" izlemek için.

 Ufkun altındaki güneş ile aydınlatılmış.

 Dikkatinizi şuraya çekmek isterim, tuvalin karanlık bir köşesini doldurduğu, orta planın biraz aşağısında, Kırmızılı bir adam ve siyahlı kaptanın arasına.

 Bu merkez dışı ışığın önemli bir rolü var.

 Çevresindekilerle ani bir kontrast içinde.

 Aşırı dikkat olmadan, ışığın bu tesadüfi patlaması resmi mahvetmeye .

.

yeterli olurdu.

 Konuşmayı bırak.

 Jerzy nerede?

 İyi değilim.

 Hayır, ara vereceğiz.

 Yarın bakarız.

 Yolunda gitmeyen nedir?

 Sen.

 Neden çalışmak istemiyorsun?

 Ben değilim.

 Işıklandırma.

 4 aydır devam ediyor.

 Size 1 hafta veriyorum.

 Ondan sonra bırakırım.

 İyi Ben de bırakıyorum.

 Şimdi.

 - Dinle Jerzy.

 - Bırakıyorum.

 Kovulmuştum, ama temyize gideceğim.

 Tmeyize gideceğim.

 - İnanmıyorum.

 - Olmasına izin vermem.

 Ben de kovulacağım.

 Bu akşam toplantı var.

 Sana ilk ben söyleyecektim.

 Benim için de işler pek iyi değil.

 Dünyayı kurtararak kendini kurtaramazsın.

 Bence bu bir hata.

 Sende biliyorsun, Keşfetmeye başlıyorum ki, hikayeleri icat etmeden önce, Onları yaşamalısın Herşeyi kaydetmek zorunda olmak çok zor.

 Gerekli olan benim gitmem, onların beni göndermesi değil.

 Gitmek için gerekli nedeni bulmalıyım.

 Bu sefer gelmelisin.

 3 sefer oldu Sana ihtiyacım var.

 sözünü tutmadığın.

 Söz verdin.

 Vermek vermektir.

 Geri almak ise çalmak.

 Bazen diğerlerinin üzerlerine gitmelisin.

 Gelmeni istiyorum.

 Sürekli ne yazıyorsun?

 Duydun mu?

 Polonya 2 - Arjantin 2.

 Pazar günü seni düşündüm.

 Onaylamıyorum.

 Eğer dayanışma buysa .

 Tanrı aşkına, Jerzy.

 Git bak bakalım şu palyaço neler yapıyor.

 - Daha hızlı.

 - Peki efendim.

 Baktığını söylüyor.

 - Neye bakıyormuş?

 - Bir bıçak yarası.

 Bıçak yarasımı?

 Ne demek istiyorsun?

 Bilmiyorum efendim.

 O kızda ne buluyor?

 Kıçı bile yok.

 Gözlerimi açmalıyım.

 Merhaba Isabelle.

 İşler nasıl.

 İşçi sınıfıyla dalga geçmemelisin.

 İşçilerimle konuşmanı yasaklıyorum.

 Ayrıca burada ne arıyorsun?

 Benzin alma hakkım var değilmi.

 Süper değil, burada değil.

 Oteli satın almaya mı geldin?

 Zaten benim.

 Seni ehlileştireceğim.

 - Sen ne dediğini zannediyorsun?

 - Ben ne dediğimi biliyorum.

 Ben de ne düşündüğümü.

 Ne düşündüğünü bildiğini biliyorum.

 Bu gece göreceğiz.

 Kıçını hazırla.

 Peki patron.

 Yeniden başlarsa, bizi çağır, 5 dakikada oradayız.

 Senden istediğim iyiliği unutma.

 Tabi tabi.

 Çekim.

 Ne çeki?

 Fratini, sana birşey ifade ediyormu?

 50 dollar mı?

 500 dolar!

 yarın alacaksın.

 Fabrikadan daha mı önemli?

 İştende mi?

 O hayır, şimdi de seni çekemem.

 İyi de neden peki?

 Geç kaldın.

 Saat 5 ve önemli bir randevuya geç kaldım.

 Kiminle?

 Anlatmak istemiyorsun.

 Sana anlatsam ne olur ki?

 Doğru.

 Söylemek hiçbirşey kanıtlamaz.

 Yapmalı.

 Kızdın mı?

 Affedecekmisin?

 Görüşürüz.

 Yanlız nasıl idare edeceğim?

 Bira istermisin?

 Evet, teşekkür.

 - Gelecekmisin?

 - Bu gece olmaz.

 - Gidiyormusun?

 - Jerzy geliyor mu?

 Hayır gelemiyor.

 Merhaba, geldiğine sevindim.

 Otur.

 Devam et büyükbaba, acele et.

 Artık yatağa gitmelisin.

 devam et, kibar ol, çorbanı iç.

 Büyükbaba, yatağa.

 Repliğini söylemeden gitmeyecek.

 Haydi söyle bakalım.

 Beni kızdırmayın.

 Söyleyecekmisin?

 "Kural olarak, yoksullar haklıdır.

" Jean'a geri vereceksin.

 O nedir?

 "Proleterlerin Gecesi" "Komün ve Askeri Sorun" "Dünyayı Sarsan Kelimeler" Tanrı seni affetsin.

 "Yoksulluk, Toplumların Serveti" Beni başlatmayın.

 "Merhaba Mafya" Kendinizi değiştirmek için hiçbirşey yapmıyorsunuz.

 Ayaklarındaki prangaların bileklerine verdiği acıdan bağırmamak için, dudaklarını ısırdı, ve umutsuzluk içinde sevgilisinin akan kanını seyretti.

 Herkesi ilgilendirmeli.

 Magali neden kalmadı?

 Sanırım çalışma iznini almaya gitti.

 Doğru değil.

 Ayrıca film de çalışmaya gitti.

 Film değil, televizyon.

 Ne fark eder?

 Adı ne?

 "Tutku" - Bunu hazırladım.

 - Devam et.

 Makinede günde 2000 parça yapmak zorundayım, Saat başı para almama rağmen.

 Makineye oturmak ağrı verici.

 Üzerine eğilmem gerek.

 Sandalye arkamdayken.

 Yani 9 saat sonra, pestilim çıkıyor.

 Ya sen?

 Saat başı para alıyorum, ayrıca ikramiye.

 Eğer yeterli sayıda parça çıkarırsam.

 Ama ben ikramiyeye karşıyım.

 Çünkü bu iş çok hassas.

 İyi iş çıkarabilmek için zamana ihtiyacınız var.

 Sadece bakmak yetmiyor.

 Sonra şuraya koy, bunun gibi Bence bizim ihtiyacımız Ya polis çağırırsa?

 bir ilani.

 Birşey, kendisinden daha önemli.

 Burası gümrük değil.

 Ne ilan etmemi istiyorsun?

 Savaş ilanı.

 Ne yazacağımızı düşünmeliyiz.

 Bakalım.

 İspanyolca bir şiir hatırlıyorum.

 Küçükken okurdum: "Öğleden sonra saat beşteki o korkunç surat" "Aşk" taki gibi mi?

 Evet.

 Neyse eğer sorun çıkarırsam, bana takılma.

 Eğer bunu zaten biliyorsan neden toplanıyoruz?

 Pekala sorun ne?

 Sabun.

 - Bisikletler.

 - Isıtma.

 - İş kıyafetleri.

 - Yemekler.

 İşin var.

 - Tuvalet kağıdı.

 - Artık yok.

 Fazla ileri gitme.

 Katılıyorum.

 Herşeyi bir anda isteyemeyiz.

 Eğer polis çağırırsa ne yapacaksın?

 - Ben mi?

 - Evet sen.

 Bizim ne yapmamızı istiyorsun?

 Ben mi, hiçbirşey istemiyorum.

 Ya sen, sen ne istiyorsun?

 Ne istiyorsun, bizim de kovulmamızı mı?

 Ben değil, sen.

 Ben, biliyorum.

 Ama siz.

.

 hepiniz.

 Tartışacak değiliz.

 Yazıp imzalayalım.

 Bakalım ne yazacağız.

 Bakalım Eğer bana 4000 dolar tazminat verirse, Sizin maaşlarınızdan alacaktır.

 Pekala, ne yazayım?

 Tarihi yaz, toplandığımızı söyle, ve kararı.

 François onu daha sonra öpersin.

 Şöyle yazabiliriz.

 "Bir kimse sevmek için çalışmalıdır, yada çalışmayı sevmelidir.

 Lambayı yaklaştır.

 Pekal, nokta.

 Bitti.

 Şimdi ne olacak?

 Hiçbirşey.

 Avrupa'daki en modern stüdyo.

 Günlüğü 40,000 dolar.

 İşe yaramıyor.

 Bir yere gitmiyor, ya da bir yerden gelmiyor.

 Pekala bırakalım.

 Yarın yeniden denerim.

 - İşçilere bittiğini söyle.

 - Patron sensin.

 Hiç de değilim, Sophie, hiçde değil.

 Ama efendim bu doğru değil.

 Ben birşey yapmam Sophie.

 Gözlemlerimi değiştiririm, naklederim.

 Pürüzleri alırım, hepsi bu.

 Eğer gözlemleyeceksen bazı kuralları bilmelisin.

 Hayır Sophie.

 Sinema da kural yoktur.

 Bu yüzden hala seviliyor.

 Doğru değil.

 Hikayen olmalı ve takip etmelisin.

 Kural bu.

 Bay Lazlo haklı.

 Sinema da kural var mı?

 Hayır efendim, kural yok.

 O.

k.

 herşeyi kapatın.

 Bitti.

 - Efendim?

 - Evet?

 Bence iki kural var: Asgari emek ve azami karşıtlık.

 Başın belada mı?

 Binmek istermisin?

 Seni götürürüm.

 Hey, Japon arabama dikkat edin!

 Salaklar.

.

 Lanet!

 Japon arabama dikkat edin!

 Lanet salaklar!

 Körmüsünüz tanrı aşkına?

 Magali burada ne yapıyor?

 Kulaklarını yumruklayacağım onun.

 Tanrıya şükür beni öyle kovamazsın.

 Ne?

 Otel benim.

 Ah, Michel.

 Seni tutkuyla sevmeyi çok istedim.

 Bunu nasıl beceriyor?

 Her zaman yenisi.

 Bir ara ona sormalıyım.

 Ondan daha çok param var.

 Ama hepsi seni aşağılık hissettiriyorlar.

 Sence sinema bu mu?

 Hepsi değil.

 Bildiğim hepsi değil.

 Şimdi Polonya da olanlardan sonra sana daha iyi bakacaktır.

 Michel, hiçbir şeyi anlamıyorsun.

 Herneyse, şu kıza ödeme yapmanı istiyorum.

 Isabelle-adı-her-neyse.

 Günlerdir etrafımızda.

 Diğer kızlarla konuşuyor.

 Marianna, Sarah Ona canım isterse ödeme yaparım.

 Herşeyi mahvetti Eğer işler kötüyse, bu senin hatan canım.

 Gerçekten oteli saıyormusun?

 Tereddütteyim.

 Barbara, en önemlisini unutuyorsun.

 Ne yapıyorsun Sarah?

 Pratik.

 Çabuk.

 Ya güllerim ne olacak?

 Oradalar.

 Onları göremedim.

 Repliğini söyle.

 Demek bu hikaye Repliğini söyle.

 Hikaye ye ihtiyacımız var.

 Son bir deneme yapıyoruz.

 3 ay sonra.

 Repliğin.

 Repliğin.

 21nci, evet hayır, 22nci Selam!

 Ne oluyor?

 Bırakmak istiyor.

 Sana iyi davrandık.

 Kontratın var.

 Öyle hissetmiyorum.

 Evet dedin.

 Artık öyle hissetmiyorum.

 Eğer 200 dolarsa tamam.

 - Parayı ben tutarım.

 - Hayır ben.

 Bu kaseti buldum.

 Bu benim işim.

 Bırakın onunla konuşayım.

 Sana kötü mü davrandı?

 Hayır gayet iyiydim.

 Doğru.

 Sorun ne o zaman?

 Hepiniz.

 Neden bahsediyor bu?

 Güvenilir insanlar değilsiniz.

 Senin ya da onu fabrikası, hepsi aynı.

 Ben anlamıyorum.

 Sen?

 Ne istiyor?

 Her şeyin sakin ve çekilebilir olmasını istiyorum.

 Kabul edilebilir bir iş yok.

 Disiplinli olması lazım.

 Onlardan kaçamazsın.

 Aşk başka bir şey, çalışmak başka.

 Geliyorum.

 Çalışmak hakkında söylediklerim doğru.

 Değiştirme istiyorum.

 Ama onda ne buluyorsun?

 Size fabrikada katılırım.

 Çekim imzalandı mı?

 Bir ara konuşmalıyız.

 Bir gün bana söylemek zorudasın.

 Çek sende mi değil mi?

 Şaka mı bu?

 Hazır ama imzalı değil, çünkü Bay Devoselle tatil de.

 Patron sensin imzalayabilirsin.

 Eğer demiryolu grevi biterse gelecek.

 Ailem ve çalışanlarım var.

 Şimdi istiyorum.

 Gitmem gerek.

 Umurumda değil.

 Çekim nerede?

 Yine gel halledelim.

 Şimdi mi yarın mı?

 Ne zaman?

 Yeter.

 Hepsi bu!

 İşte kız ve babası: "Babacığım neden herşeyin dış hatları var, soru işareti.

" Baba: "Öyle mi?

 Farkında değilim.

" "Herneyse, Hangi şeyler?

" Seni korkuttum mu?

 Geri döneceğini sanmıyordum.

 Nasıl yapılacağını bildiğim tek şey geri dönmek.

 Trenle geldim.

 Lazlo çıldırdı.

 Ama sorun değil.

 Halledeceğim.

 Film çekilecek, uygun ışıklandırmayla.

 3 ay oldu.

 İşe gitmeliyiz.

 Şimdi en zoru.

 Soyunmak beni sıkıyor.

 Sıkılan insanlar suçu çalışmaya atarlar.

 Beni anlamıyormusun?

 Almancayı çok önceleri konuşurdum.

 Bana dayattığın iş, sevilmeye çok yakın.

 Olanaklı.

 Olanaklı mı, olabilir mi?

 Bugün ayın kaçı?

 21'i.

 Hayır, 22 Neden bana sordun?

 Neden her zaman bir hikaye olmalı.

 - Bu yaygara da ne?

 - İçeri giremezsin.

 İşinize dönün.

 Burada işin yok.

 İçeri giremezsin.

 Lanet!

 En sonunda seni buldum.

 Bu taraftan.

 Benimle gelin.

 Neden her zaman buradasınız?

 Ekstralara bakıyoruz.

 hala mı?

 Birara konuşmalıyız.

 Bir imge hayali ya da vahşi olduğu için güçlü değildir.

 Fikirlerin tutarlılıkları ile güçlüdür.

 Hayır öylece geçip gidemezsin.

 Bana paramı vermelisin, ya da çalışmama izin vermelisin.

 Aradığını buldun mu?

 Evet, evet.

 Şuradaki.

 Patrick, seni bekliyorum.

 - Şu mu?

 Üzgünüm o benim yeğenim.

 - İyi olurdu.

 Annesine ona bakacağıma söz verdim.

 Sağır ve dilsizdir.

 Şimdi konuşabiliriz.

 Dükkanda başka biri daha var.

 Oradaki arkadaşınmıydı?

 Belki fazlası.

 Gelip seni çalışırken görebilirmiyim, Nasıl yapıldığına bakmak için.

 Jerzy'ye sormalısın.

 Senden bahsetti.

 - Hayır, gerçekten mi?

 - Evet, gerçekten.

 Sana bir şey sormalıyım.

 Devam et.

 Bazen sinemaya giderim.

 ya da TV seyrederim.

 Asla çalışan insanları göstermezler.

 Neden biliyormusun?

 Fabrikalarda çekim yapmak yasaktır.

 O zaman haklıyım.

 Hangi konuda?

 Kesinlikle inanıyorum ki, Çalışmak zevkle aynıdır.

 Aşktaki jestler.

 Aynı hızda değil ama, aynı hareketler.

 Telefon etmem gerek.

 Ama, gel.

 Evet, geliyorum.

 Gel.

 Bu kadın yüzünden.

 Hangisi?

 Bir sürü var.

 Biliyorsun.

 Otelin sahibi.

 Umurumda değil.

 Bul onu.

 Bu arada ben, İtalyanları sakinleştireceğim.

 Bak.

 Baksana.

 Bakmalısın.

 Devam et, bak.

 Yaptığımız iş bu.

 Bak, Bak.

 Evet Çalışıyorum.

 Evet ama fark nedir?

 Çalışmayı sevmek, sevemeye çalışmak, bana aradaki farkı göster.

 Ah, bilmiyorsun.

 Sence iyimi?

 Evet , fena değil.

 İyi, Patrick'e söyle gelip beni buradan alsın.

 Tamam, sonra görüşürüz.

 Neler oluyor.

 Paramla ne yaptın?

 - Sana göstereceğim.

 - Göster.

 $200.

 $500.

 $200.

 $601.

 $30,000.

 $600.

 $1,000.

- $3.

 $4.

 $7.

 5$.

 Pantolonlar için, $30.

 500,000.

 3 sent.

 $200.

 $60.

000.

 Konuşman gereken benim.

 Gel tatlım.

 Sana 50 bin kere söyledim, konuşman gereken benim diye.

 Konuşman gereken benim.

 Şu kutup noktası da nerede?

 Çalışıyor.

 Çalışıyor.

 Git onu çağır.

 Dinle.

 8 milyona kadar saydım.

 8 evet hepsi bu.

 Gördünmü zor değil.

 Asıl zor olan senin istediğin şekilde konuşmak.

 Polonyaca konuşsam bile, senin konuşma tarzını anlayamam.

 Sıfatları fiilleri bilmem, Nereye koyacağımı, senin nereye koymamı istediğini.

 Bunun avantajını kullan.

 Ne?

 Daha cümle oluşturulmadan, konuşmaya başlayabilirsin.

 Yaşamaya başlayabilirsin.

 Beyaz adam kızılderilileri neden öldürdü?

 Çünkü kızılderililer "Anlamıyorum" demediler.

 Dediler ki, "Ben yok anlamak".

 Yani?

 Yani beyaz adam onları öldürdü, Çünkü doğru söyleyemediler.

 Ben var anlamak.

 Ve aynı zamanda, anlamıyorum.

 Anlamak her zaman yararlı olmayabilir.

 Almak yeterli.

 Beni al kollarına.

 Kardeşlerim, bizden sonra yaşayacaklar, Kalplerinizi bize kapatmayın.

 Biz zavallılara merhamet gösterirseniz, Tanrı size daha fazlasını gösterir.

 "Aşk zamansızdır."

Biz, beş altımız,buralardayız, "Sakin deniz " Ve fazla yediğimiz taze et, Hepsi orada ne yapıyor?

 Onlara ne yapacaklarını söylemellisin.

 Bütün sabah prova yaptık, Ne yapacağımızı bilmiyoruz.

 Bu işe yaramaz efendim.

 Provanın anlamı yok: Işıklar çalışmıyor.

 Herneyse Ocak'a kadar paraları ödendi.

 Konu sadece para değil.

 Hikaye yazmadan önce onları yaşamalısın.

 Senin o çirkin hikayelerinin gökten düştüğünü mü zannediyorsun.

 45 dk.

mız var.

 Çok zor, araştırıyorum.

 Ustabaşlarına söyle arkaplanı hazırlasınlar.

 Neyin arkaplanı babacığım?

 Polonya'da olanlar yüzünden mi?

 Evet ve hayır.

 Geri mi dönüyorsun?

 Bir ailen,bir çocuğun var, Patrick bana anlattı.

 Eğer istersem döneceğim.

 Orada olanlar konusunda hepimiz kötü hissediyoruz.

 Fransa bunu düşünüyor.

 Doğru değil.

 Bir ülke diğerini asla düşünmez.

 - O kim?

 - Yeni muhasebeci.

 Lazlo nerede?

 İtalyanlarla birlikte barda.

 Bütçeyi ne kadar aştık farkındamısın?

 4 milyon dolar.

 Evet o burada.

 İşte Roma'da yapılan kostümler.

 Evet iyiler.

 Bakire için iyi.

 Yeni olan.

 Tamam efendim.

 Şu kim?

 Magali'nin yerine geçecekti.

 Delacroix rolü için fazla güzel.

 Küçük hanım bir dakika suya girebilirmisiniz?

 Küçük hanım suya!

 Patronun sağır dilsiz kızı.

 Yeğeni kızı değil.

 Umurumda değil.

 Onu suya sokun.

 Onu yıldız yapın.

 Gösterin ona.

 Anlamadım.

 Ne yıldızı mı?

 İşte böyle.

 Hiç yıldız gördün mü?

 Sana verdiğim müziği koy.

 Peki efendim.

 Bir şey yapmayan yapımlardan bıktım artık.

 Bıktım.

 Sana söyleneni yap.

 Tamam teşekkürler.

 Neye bakıyorsun?

 "Evrensel yara"ya.

 Bayan, bir telgraf Gaumont- Brazil adına: Ortaklarım, ve ben, "Tutku" filmini size 40 bin dolara satmayı reddediyoruz.

 bir sene sonra ödenmesi, şartlarınız kabul edilemez.

 Konuşmadan önce bazı şeyleri görmek zor ha?

 Arkaplan hazır efendim.

 Bil bakalım bütçeyi ne kadar aştık?

 Tamam tamam.

 İtalyanlar son şansımız.

 Yoksa A.

B.

D.

 Oh hayır, amerika olmaz.

 Arkaplan hazır efendim.

 Bir daha asla doğuya dönmüyorum yoldaşlarım.

 Pekala bana ışıklandırma sorununu anlat.

 Arkaplandaki herşeyi kapatabilirmiyiz?

 - Şehride mi?

 - Evet.

 Gökyüzünün iki parçasını bir araya getirebilirmiyiz?

 Herşeyi kapat.

 Konuşmadan önce bazı şeyleri görmek zorundayım.

 Öyle, yodaş.

 Geceyi ve gündüzü görüyorum.

 Şu iki kadın gibi, Hanna ve İsabelle.

 Biri açık biri kapalı.

 Onları görmem seni neden sıkıyor?

 Aradayım.

 Araştırıyorum.

 Ama herkes araştırıyor.

 Herkes arada.

 Elbette.

 Bende herkes gibiyim.

 Sıradan bir film.

 Merkezi kaybettik arıyoruz.

 Yer gök dolaşıyoruz, abartmıyorum.

 Fabrikaya ekstra dönüşünü kullanabilirmiyim?

 Ben de gitmek istiyorum.

 İsabelle'i görmeyi.

 Bana bunu senin için verdiler.

 Benim param senin değil.

 Onda ne buluyorsun?

 Doğru, onda başkalarında olmayan birşeyler var.

 Tedaviden sonra bile niye hala kekeliyor?

 Fabrika hakkında iş hakkında konuşamazsın, bu şekilde paldır küldür.

 Senden sıkıldım artık.

 Jerzy, bırak.

 Neden fabrikaya dönüyorsun?

 Bizimle kal.

 Salakmısın sen?

 Benim işim, benim param.

 Benim işim.

 Alın onu.

 Hadi git.

 Tartışma yok.

 Var, hemde çok var.

 Çalışmama izin ya da para vermeyecek.

 Çalışmama izin ya da para vermeyecek.

 Hadi git artık.

 Yeter.

 Tanrı aşkına bana yardım et.

 Gördün mü sana söyledim.

 Benimle uğraşma, işinin başına dön.

 İşte böyle.

 Her zaman haklı olmak istiyorsun.

 - Sende öyle.

 - Evet ben de öyle.

 Haydi gidelim.

 Hayır hayır yarın, hayır şimdi değil.

 Hayır git buradan.

 Hayır yarın.

 Sophie daha sonra.

 Tanıştırayım Rolü yok, adı Hanna.

 Sen değil, Hanna.

 Benimle konuşmalısın.

 Kibarca!

 - Hayır kibarca olmaz.

 - Evet kibarca.

 Gerçek gölgeler yoktur.

 Yansımalar vardır.

 Bunu Delacroix söylemiş.

 Savaşçıları resmederek başlamış, Sonra azizleri.

 Oradan aşıklara geçti.

 sonra kaplanlara.

 Hayatının sonunda, Çiçeklere.

 İyi de ne istiyorsun?

 Ben de istemiştim, seni tutkuyla sevmeyi.

 Jean François, 1 04 ve 1 05 i gönder.

 Peki efendim.

 Işıkta patlayan yankıdır, gecenin gizlediği, görünmezliğe uzanan, ışıkta patlayan.

 İşinize dönün hanımefendi.

 Yerlerinizi alın.

 Neden çalışmak istemiyorsun?

 Ben de bırakıyorum, şimdi.

 İşinize hanımefendi.

 Ben de seni seviyorum.

 Acele et.

 Girin.

 Selam.

 Hayır, oraya olmaz.

 Sandalyeye.

 Ben bunu sipariş etmedim.

 O zaman ne istiyorsun?

 Bir balina.

 Kız kardeşime verdiğin kayıt.

 Evet.

 Balinaylamı?

 Biraz domates.

 Hayır oraya olmaz.

 Ne yapıyorsun?

 Sipariş alıyorum.

 Oraya.

 Teşekkür.

 İşte oradalar.

 Merhaba, bana Louisi bulun lütfen.

 Merhaba Louis, haberler nasıl?

 Umurumda değil.

 Hiç umurumda değil.

 Daha az umurumda olamazdı.

 Tamam, haftaya görüşürüz.

 Fox'da hayır dedi.

 Hikaye istiyorlar.

 Dinliyormusun dinlemiyormusun?

 Evet dinliyorum.

 Bak.

 Rubens için iyi olabilir.

 Orada hikayeler ve ışıklar var.

 Benim hatam değil.

 Unut onu.

 Çalışmaya.

 Ben ekibi getireyim.

 Ne yapıyorsun?

 Unut onu.

 İstediğini yapıyorum.

 Onu unutuyorum.

 Onu unutuyorum.

 Kendimle konuşmaya başladım.

 Bu şekilde, diyebilirimki, bazen hoşlanmadıklarımı sevebiliyorum.

 Bir hikaye.

 Bir hikaye bulmalısın.

 Hikayeye ihtiyacım var.

 Onun bir hikayesi var.

 Hayır, Konuş benimle.

 Konuşman gereken kişi benim.

 Sadece hikayen var mı diye soruyor.

 Neyin hikayesi, kimin?

 Onun mu?

 Anlatacak bir hikaye ha?

 Ne fark eder?

 Seni unutuyorum.

 Ama sen beni unutma.

 - Kendi içime seyahat ediyorum.

 - Beni unutma.

 Beni unutma.

 Seni unutuyorum.

 Seni unutuyorum.

 Seni unutuyorum.

 Bu otel için, bu da fabrika.

 Bu aşk için, bu para.

 Bu da hatıralar için.

 Kovuldun mu, ya onlar?

 Henüz bilmiyoruz.

 Los Angeles'taki Tom'u arayacağım.

 Metro'nu başındaki adamı tanıyor.

 Bir ara gerçekten konuşmalıyız.

 Bu iki etti.

 Bütün çekler tamam.

 Şimdi sırası değil.

 Yani ödendi mi?

 Rahatlayabilirsin, çekin geçti.

 Gördüm.

 Gerçekten doğrumu bu?

 Evet, dün geçti.

 Bu arada bana adresini tekrar ver.

 Tabiki, Servette caddesi 25 numara.

 Umarım karışıklık yoktur.

 Beni büroda bekle.

 En fazla on saniye.

 Kim o ?

 İkinci Delacroix'daki.

 Herneyse, pek havamda .

 Kansız bir çağda yaşıyoruz.

 Eminim repliklerini öğrenmesini gerektiğini söylemeyi unuttun.

 Doğru değil.

 Devam et.

 Bu ölümcül saatte ve bu huzursuz yerdeki durum, en mükemmel sonucunu, Enjolras'ın derin melankolisini ortaya çıkardı.

 Karımı tanıştırmak isterim.

 Devrimin tüm benliğine sahip.

 Soyutun olabileceği kadar natamam.

 Onu izle, sana güveniyorum.

 Vahşi araçlar kullandı çünkü durum öyle gerektirdi.

 Çorba kaldı mı?

 Müziği sevdin mi?

 Evet, hep dinlerim.

 Tamam o zaman yoldaş.

 Hayır yoldaş olmaz.

 Ne o zaman?

 Sen her zaman benim prensimsin.

 Tamam prenses.

 Anlatmak zorundasın.

 Ama çorbayı unutma.

 Seni arkadaşınla konuşurken gördüm.

 Kansız bir çağda yaşadığımız söyledi.

 Katılmıyorum.

 Katılmıyorum.

 Ne yapıyorsun?

 Eğer senin için kendimi öldürsem, Bu kan olmaz mı?

 Dene görelim.

 Sen dene.

 Çekim.

 Çekim bayım benim çekim Bayım çekim!

 Katastrof nedir?

 Bir şiirin ilk kıtası.

 (strof=kıta) Çekim.

 Benim çekim!

 Neden herkes amerikalılardan korkuyor.

 Çorba ne oldu.

 Gittiğin doğrumu?

 Olabilir.

 Polonya güzel mi?

 Her yeri güzel.

 Filminin adı ne?

 Burada yaptığımız mı?

 Evet eserin.

 "Tutku" Hikayesi ne?

 Hayır sen de başlama!

 Seni gördüm bu sefer.

 Yakaladım.

 Ciddi mi?

 Bıçak içeri girmemiş.

 Bir haftada iyileşir.

 Devam et, yemen gerek.

 Seni temin ederim bu sefer tamam.

 Beni neden terkettin?

 Yine başlama Isabelle.

 Eve gidiyorum.

 Sonunda evim olduğunu biliyorum.

 Senin zerafetin sayesinde biliyorum.

 Orası benim evim.

 Benim zerafetim mi?

 Evet zerafet.

 İlk buluştuğumuzda bunun yerine politikadan bahsetmiştik.

 Zerafetin yerine.

 Ama bunun sebebi Polonya'da olanlar.

 Hayır sadece aynı anda oldu.

 Radyo ölümleri bildiriyordu.

 Biliyorum Isabelle.

 Ben hala bilmiyorum.

 karının olup olmadığını.

 Bu parayla ne yapacaksın?

 Bilmiyorum.

 Sana veririm.

 Film için.

 İhtiyacın var.

 Bay Gulla dan fabrikayı alsan daha ucuza gelir.

 Yapmalısın.

 Karına söylediklerin, Onu beraberinde götürmek istediğin doğruydu.

 Ama olanaklı değildi.

 çünkü burada seninle kalmak istedi.

 Bana da uymuyor.

 Çünkü ben de seninle gelmek istedim.

 Sende evde benimle kalmak istedin.

 Doğru.

 Tekrar söyle.

 Neyi?

 Doğru olduğunu.

 Sana söyledim Hanna.

 Doğru.

 İlk defa bir doğruyu basit bir şekilde söylüyorsun.

 Sorun nedir?

 Son kez olduğunu söylüyor.

 Sen ilk defa diyorsun.

 Doğru.

 Gelmesini söyleyeyim mi?

 Senin arkadaşın.

.

 Tek erkek arkadaşım.

 Jerzy Bu önemli.

 tamam.

 Gidiyorum.

 Yukarı gidiyorum.

 Dinle.

 Metro kabul etti.

 Tom'un telgrafına bak O zaman Kaliforniya.

 Ne zaman gidiyorsun?

 Bu gece hemen.

 Senin için gidiş geliş kendime tek yön.

 Bu kadar basit.

 Işığı orada göreceksin.

 Sterberg'in değil mi?

 Boris Kaufman'ın Hayır.

 Hayır tekrar olmaz.

 Demek gitti Amerikaya.

 - Ben bakarım.

 - Hayır sen bakma.

 Kimse var mi burada?

 Ben.

 Işık yok.

 Selam Isabelle.

 Rahatsız ettiğim için üzgünüm.

 Ceketini geri getirdim.

 Tamir ettim.

 Burada mı?

 Birisi var.

 Kim o?

 Benim Hanna.

 Ceketinin getirdim.

 Tamir ettim.

 Seni 5 dk.

lığına görebilirmiyim?

 Beş dakika kalabilirim.

 Yolda olmayacağım.

 Son bir kez mümkün demiştik.

 Mümkün evet.

 Olanaklı, Hayır.

 Benim hatam değil.

 İyi geceler.

 Görüşürüz.

 Ya sen.

 Sen ne kaybettin burada?

 İstediğim yere gitme hakkım var.

 Karın burada değil.

 Parayı aldın mı?

 Evet teşekkürler.

 Neden bir işe başlamıyorsun?

 Ne gibi?

 Bilmem bisküvi tamirhane Benden daha fazla enerjin var.

 Kesinlikle.

 Bırakıyorum.

 Polonya'ya mı gidiyorsun?

 Bir patronla çalışan arasındaki farkı bilirmisin?

 Bilmek istemiyorum.

 İyi şanslar.

 Seni çalışırken izlememe neden izin vermedin?

 Beni terkettin derken, bunu demek istiyordum.

 İş.

 Sen işi seversin.

 Evet.

 Fabrikayı özleyeceğim.

 İşi seviyorum derken, "sevmek" sevgiden mi geliyor?

 Gelmiyor, gidiyor.

 Isabelle, hadi gidelim.

 Hala bakiremisin?

 Olabilir.

 Tanrının kuzusu Alıp götüren dünyanın günahlarını onlara huzur ver.

 Tanrının kuzusu dünyanın günahlarını alıp götüren Onlara sonsuz huzur ver.

 Şimdi geriden.

 Evet.

 Geriden.

 Bırakmamalı Bırakmamalı .

 İz bırakmamalı.

 İşe yaramıyor.

.

 Yarayamaz çünkü doğru pasaj değil.

 Aramaya devam etmeliyim.

 Açılışı bulmak için.

 Lütfen.

 Lütfen efendim.

 Barbara ne yapıyorsun?

 Selam nasılsın?

 Jerzy'i gördün mü?

 Hoşçakal demeye gelmiş.

 Ama nerede?

 Sen burada ne yapıyorsun?

 Bilmiyoruz.

 Bizi bıraktılar.

 Hollywood'a gittiler.

 Amerikaya gittiler.

 Selam.

 Jerzy nerede?

 Kesin bir satır bulmak istiyorum.

 Ama bulamıyorum.

 Burada ne yapıyorsun?

 Gidiyorum.

 Kızkardeşin ne olacak?

 Yeni model Peugot kiralıyorlar.

 Seni istasyona bırakabilirim.

 Hayır teşekkür.

 Arabaları sevmem.

 Hoşçakal.

 Burada ne yapıyorsun?

 Herkes gibi, eve gidiyorum.

 Ama artık orası senin evin değil.

 Atla.

 Nereye gidiyorsun?

 Polonya'ya tabiki.

 Hikaye bitti Isabelle, bitti.

 Başladığında bitmişti.

 Bizimle Polonya'ya mı geliyorsun.

 Hayır sana söyledim.

 Arabaları sevmem.

 Orada ne yapıyorsun, prenses?

 Herkesin yaptığını, eve gidiyorum.

 Ya sen?

 Onlar Polonya'ya gidiyor.

 Bunları izlemeliyim.

 Bu patronun arabasımı?

 Bulabildiğim tek araba.

 Binmek istermisin?

 Arabaları sevmem.

 Bu bir araba değil.

 Uçan halı.

 Atla prenses.

 Çeviri: chaconne||

Pierrot. Le. Fou. 1965

105000||6589892||Velasquez, elli yaşından sonra artık kesin objeler çizmiyordu.

 Objelerin çevresini alacakaranlık ve havayla yumuşatırdı.

 Gölgelerin ve saydam arka planın içinde renkli çarpıntılar yakalardı.

 Ve bunları sessiz senfonisinin görünmez merkezi haline getirirdi.

 Artık şekillerle sesleri gizemli ve kesintisiz bir süreçle iç içe geçiren esrarengiz etkileşimlerden başka bir şeyi ele almıyordu.

 Hiçbir çatışma bu sürecin ilerlemesini durduramazdı.

 Boşluklar hüküm sürüyordu.

 Sanki yüzeylerin üzerinde kayan bir dalga nesnelerin bütün özelliklerini sünger gibi çekip ardından onları bir parfüm gibi, aynı bu nesnelerin birer yansıması gibi bütün diğer yüzeylere taşıyordu.

 Velasquez'in yaşadığı dünya, mutsuz bir dünyaydı.

 Yoz bir kral, hasta çocuklar aptallar, cüceler, kötürümler, kendilerini ve entrika ağında kanunsuzca yaşayan güçlüleri güldürmekten başka işe yaramayan, prensler gibi giyinmiş korkunç soytarılar.

 Saray kapılarının dışında ise engizisyon cezaları ve sessizlik.

 Şunu dinle, küçük kız.

 Havada bir nostalji ruhu dolaşıyor.

 Bu çiğnenmiş çocukluğun ne çirkinliği, ne hüznü, ne kasveti ne de zulmü görülüyor artık.

 Velasquez akşamın ressamıdır.

 Boşlukların ve sessizliğin İster güneşin altında, ister kapalı bir odada, ister savaşın uğultuları çevresini sardığında Havanın yakıcı sıcaklıkta olduğu ve güneşin her şeyi ışığa boğduğu zamanlarda nadiren dışarı çıkan İspanyol ressamlar, akşamla iletişim kurarlardı.

 Ne güzel, değil mi küçük kız?

 Onlara böyle şeyler okumak için delirmiş olmalısın.

 Haydi yatağa, ufaklıklar!

 Odile onları neden yatırmadı?

 Çünkü beyefendi ona bu hafta üçüncü kez sinema izni verdi.

 "Üçüncü kez sinema izni!

" Tabii ki.

 Sinemada Johnny Guitar oynuyor.

 Kendini beslemesi lazım.

 Aptallarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.

 Haydi çabuk ol.

 Frank ve Paola gelecek.

 Gitmeyeceğim.

 Çocuklarla kalacağım.

 Olmaz.

 Frank yeğenini getireceğini söyledi.

 Biz dönene kadar onlara bakıcılık yapar.

 O bir öğrenci.

 Bunu hep yapıyor zaten.

 Ne zamandan beri yeğeni varmış?

 Onu biraz tanıyorsam eskort tutmuştur.

 Gitmiyorum.

 Sana söyleneni yapacaksın.

 Babam seni Standard Oil'in yöneticisiyle tanıştıracak.

 Onları beni kapı önüne koydukları için mahkemeye vereceğim.

 Hayır.

 Kaybedersin.

 Sana iş bulunduğunda nazikçe kabul edeceksin.

 Haydi, yeter.

 İçine bir şey giymedin mi?

 Jüponun burada.

 Hayır, yeni Skandal korselerinden aldım.

 Görülmüyor.

 "Yeni pantolonumun içinde skandal var!

 - Genç seri" Önce Yunan Uygarlığı vardı.

 Ardından Rönesans geldi.

 Ve şimdi de kalça uygarlığına girdik.

 Size evi dolaştırayım.

 Çocukları çok sever.

 Eğer bir şey olursa bizi Hangi numaradan?

 225-70-01.

 - Bu Frank'ın yeğeni.

 - Öyle mi?

 İyi akşamlar.

 - Merhaba.

 - Merhaba.

 225.

 Balzac diyemez miydin?

 Balzac'ı bilmiyor musun?

 César Birotteau'yu oku.

 Beşinci senfoninin üç vuruşu zavallı kafasına nasıl da inmiş.

 - Senin neyin var böyle?

 - "Haydi gidelim, dedim".

 İkinci bölüm.

 Eşimin anne ve babası Bay ve Bayan Expresso'nun evinde sürpriz parti.

 Alfa Romeo'da kadran 34 saniyede dibe dayanır, freni çok güçlüdür, dört tekerlekte disk freni vardır, çok konforludur ve tabii ki çok iyi yol tutuşu vardır, Ayıca mükemmel bir uzun yol arabasıdır.

 Güvenli, hızlı, sürüşü keyifli, çevik ve dengeli.

 Taptaze kalmak çok kolay.

 Sabun temizliyor, kolonya ferahlık veriyor, parfüm de güzel kokmayı sağlıyor.

 Ama ter kokularını engellemek için, her banyodan sonra Printil kullanıyorum.

 Bütün gün boyunca içim rahat ediyor.

 Printil ve sprey hem de mum deodorant şeklinde satılıyor.

 Ama Oldsmobile Rocket 88 daha da fazlasını sunuyor.

 Keskin hatlı tasarımı, güçlü ve sade çizgileri, güzelliğin yüksek performansla uyumsuz olmadığını kanıtlayan benzersiz zarafeti Yalnız görünüyorsunuz.

 Ne dedi?

 Yalnız olduğunuzu.

 O Amerikalı.

 Fransızca bilmiyor.

 Adı ne?

 Ne iş yapar?

 Kimsiniz?

 Ne yaparsınız?

 Amerikalı bir yönetmenim.

 Adım Samuel Fuller.

 Paris'e bir film çekmeye geldim.

 Adı "Kötülük Çiçekleri.

" Adı Samuel Fuller.

 Amerikalı.

 Sinemacı.

 "Les Fleurs du Mal"i çekmek için gelmiş.

 Baudelaire.

 Bu iyi.

 Hep sinemanın ne demek olduğunu öğrenmeyi istemişimdir.

 Filmlerin ne olduğunu bilmek istiyormuş.

 Film bir savaş alanı gibidir.

 Filmler savaşa benzer.

 Evet Aşk Aşk Nefret Nefret Hareket Aksiyon Şiddet Şiddet Ve ölüm Ve ölüm Tek kelimeyle, duygular.

 Tek kelimeyle, duygular.

 Saçlarım Elnett Saten Sprey sayesinde bütün gün bozulmadan kalıyor.

 Ve şimdi saçlarım sanki hiç sprey sıkmamışım gibi Yumuşacık.

 Saçlarım ipek gibi pırıl pırıl ve tertemiz.

 Kadınlar varla yok arası elbiselerden ve seksi geceliklerden vazgeçmeli.

 İç çamaşırları parlak ışık altında çekiciliğini kaybedip ucuzlaşıyor.

 Olympio'nun hüznü.

 Lincoln'ın anahtarlarını ver.

 Neden, kalmıyor musun?

 Hayır, yoruldum.

 Görmeye yarayan bir makinem var, adına gözler deniyor.

 Duymak için, kulaklar.

 Konuşmak için, ağız.

 Bu makinelerin arasında bir bağ olmadığını hissediyorum.

 Birlikte çalışmıyorlar.

 İnsan tek olduğunu hissetmeli, bense birçok insan gibiyim.

 Çok konuşuyorsunuz.

 Sizi dinlemek yorucu.

 Bu doğru, çok konuşuyorum.

 Yalnız adamlar daima çok konuşur.

 Sizi evde beklerim.

 Sıradaki bölüm.

 Umutsuzluk.

 Anılar ve özgürlük.

 Keder Umut Kayıp Zamanın İzinde.

 Marianne Renoir.

 Hala burada mısınız?

 Pardon.

 Metro kapandı, eve nasıl gideceksiniz?

 Bilmiyorum.

 Yalnız mısınız?

 Evet.

 Sıkıldım ve geri döndüm.

 Bir sorun mu var?

 Çok karamsar görünüyorsunuz.

 Bazı günler böyledir işte.

 Karşına sadece aptallar çıkar.

 İnsan aynada kendine bakmaya başlar, ve kendinden şüphelenmeye başlar.

 Haydi, size eşlik edeyim.

 Frank size arabasını mı verdi?

 Evet.

 Neden?

 Amerikan arabalarını sevmez misiniz?

 Severim.

 Tekrar bu şekilde karşılaşmamız ne garip.

 - Evet, dört yıl oldu.

 - Hayır, beş buçuk.

 Ekim ayıydı.

 Evlendiniz mi?

 Evet, paralı bir İtalyan buldum.

 Ama beni çekmiyor.

 - Neden boşanmıyorsunuz?

 - İstedim ama çok tembelleştim.

 Daha önce de dediğiniz gibi, arzulamak hayattır.

 Arzuluyordum, canlıydım.

 Hala Saint-Louis'de İspanyolca öğretmeni misiniz?

 Hayır.

 Televizyonda çalışıyordum ama bıraktım.

 - Ya siz?

 - Özel bir şey yok.

 Kendinizden bahsetmeyi sevmiyorsunuz.

 Bir arkadaşım sizi iki yıl önce Londra'da görmüştü.

 Hala o Amerikalı'yla mısınız?

 Hayır, uzun süre önce bitti.

 Ya Frank, tanışalı çok oldu mu?

 Yok, o da tesadüfen.

 Daima gizemlisiniz.

 Hayır, dediğim gibi kendimden bahsetmeyi sevmiyorum.

 İyi.

 Öyleyse, sessizlik.

 Bir garnizon, Vietkong ordusu tarafından katledildi.

 Düşman gerillaları da 115 kayıp verdi.

 Ne kötü değil mi?

 Böyle anonim olması.

 Neyin?

 115 gerilla deniyor, hiçbir duygu uyandırmıyor.

 Ama hepsi birer insan.

 Kim olduklarını bilmiyoruz.

 Sevdikleri bir kadın var mı, çocukları var mı, sinemayı mı tiyatroyu mu tercih ederler Hiçbir şey bilmiyoruz.

 Sadece 115 ölü.

 Fotoğraflar gibi.

 Beni hep büyülemiştir.

 Bir adamın hareketsiz bir görüntüsünü altında bir yazıyla görürüz.

 Belki kötü, belki iyi bir adamdır.

 Ama resmin çekildiği anda, onun kim olduğunu ve ne düşündüğünü asla bilemeyiz.

 Karısını mı?

 Metresini mi?

 Geçmişi?

 Geleceği?

 Basketbolu?

 Kimse bilemeyecek.

 Evet.

 Hayat böyle.

 Beni üzen de bu.

 Hayat kitaplardakinden farklı.

 Aynı olmasını isterdim.

 Anlaşılır, mantıklı, düzenli.

 Ama değil.

 Hayır, öyle.

 Tahmin edilenden de fazla.

 Hayır, Pierrot.

 Adımın Ferdinand olduğunu tekrarlamayacağım.

 Evet ama şarkı "Arkadaşım Ferdinand" diye söyleyenemez.

 İstemek yeterli, Marianne.

 İstiyorum.

 İstediğin her şeyi yaparım.

 Ben de, Marianne.

 Elimi dizine koyuyorum.

 Ben de, Marianne.

 Her yerini öpüyorum.

 Ben de, Marianne.

 "Ne kadar güzelsin, hayatım.

 Ne kadar güzelsin.

" Göreceğiz.

 Marianne Renoir.

 Haydi uyanın, ölüler!

 - Gördün mü?

 Haklıydım.

 - Ne hakkında?

 Sana birbirimizi sonsuza dek seveceğimizi söylediğimde inanmazdın.

 Hayır, seni sozsuza dek seveceğimi asla söylemedim.

 Ah, aşkım.

 Bana ömür boyu hayran kalacağına asla söz vermedin.

 Asla böyle sözler vermedik, birnirimizi tanıyoruz.

 Aşka kapılacağımıza asla inanmadık, çok kararsızdık.

 Ama yavaş yavaş, hiç bir şey söylemeden, usulca Birbirine dolanmaktan zevk alan vücutlarımızın arasından duygular sızmaya başladı.

 Derken çıplak dudaklarımıza aşk sözcükleri kondu, usulca Sayısız aşk sözcüğü yavaşça öpüşmelerimize karıştı Ne kadar aşk sözcüğü Senden hep hoşlanacağıma asla inanmazdım.

 Ah, aşkım.

 Seninle birlikte birbirimizden sıkılmadan yaşayacağımızı hayal bile edemezdik, her sabah aynı yatakta uyanıp bundan mutlu olduğumuza şaşıracağımızı Bu sıradan zevklerden başka hiçbir şeyi arzulamıyorum.

 Birlikte olmaktan bu kadar mutlu olmak Ama sonra, tek kelime bile etmeden usulca Hislerimiz bizi, bize rağmen o kadar sıkı birleştirdi ki.

 Bilinen ve bilinmeyen tüm aşk sözcüklerinden güçlü olan Bu vahşi ve şiddetli duygular daha önce varlıklarına bile inanmadığımız duygular Ömrün boyunca beni seveceğine söz verme.

 Birbirimize böyle sözler vermeyelim, birbirimizi tanıyoruz.

 Aşkımızın yarını olmayan bir aşk olduğu hissini koruyalım.

 Neticede 60 yıl sonra öldüğümüzde anlarız bunu.

 Hayır, seni sevdiğimi biliyorum.

 Ama senden emin değilim Seviyorum, Marianne.

 Bunu göreceğiz.

 Karının bu sabah geldiğini biliyorsun.

 Umurumda bile değil.

 Bundan fazlası var.

 Umurumda değil dedim.

 - Marianne, - Ferdinand'a - Karmaşık bir hikaye - anlattı.

 - Bazı insanlarla tanışmıştım.

 - Cezayir Savaşı'ndaki gibi.

 Her şeyi açıklayacağım.

 Kötü bir rüyadan uyanmak.

 - Frank'a anahtar mı vermiştin?

 - Her şeyi açıklayacağım.

 - Ona aşık mıydın?

 - Her şeyi açıklayacağım.

 - Seni öptü mü?

 - Her şeyi açıklayacağım.

 - Karmaşık - bir hikaye.

 - Aceleyle çıkmak.

 - Kötü bir rüyadan uyanmak.

 - Bazı insanlarla tanışmıştım.

 - Politika.

 - Bir örgüt.

 - Alıp başını gitmek.

 Silah kaçakılığı.

 Sessizce Sessizce Sessizce - Benim Marianne.

 - Seni öptü mü?

 - Karmaşık - Bir hikaye.

 - Bazı insanlarla tanışmıştım.

 - Ona aşık mıydın?

 - Dairemden yararlandı.

 - Cezayir Savaşı'ndaki gibi.

 - Bir kardeşim var.

 - Kötü bir rüyadan uyanmak.

 Aceleyle çıkmak.

 Aceleyle çıkmak.

 - Yanıtlamak.

 - Dövmek.

 - Tartışma.

 - Garaj.

 - Bu kim?

 - Güneye.

 - Kaçmak.

 - Parasız.

 Sonuçta bu kokuşmuş dünyayı terk etme zamanı gelmişti.

 Paris'i tek yönlü bir yoldan terk ettik.

 Benzerlerini tanıyan Özgürlük Anıtı, bizlere dostça el salladı.

 - Motoruma bir kaplan koy.

 - Burada kaplan satmıyoruz.

 Öyleyse çeneni kapa da doldur.

 Ben yaparsam daha az şüphelenir.

 4,900 frank.

 Suyla yağı kontrol et.

 Yardım etsene aptal.

 Lanet olsun, biri daha!

 Laurel ile Hardy'den bir numara hatırlıyorum.

 Arabaya bin.

 - Utanmıyor musunuz?

 Paranız yok mu?

 - Hayır bayım, paramız yok.

 Öyleyse çalışın.

 Çalışmak istemiyor musunuz?

 - Hayır, istemiyoruz.

 - Benzini nasıl ödeyeceksiniz?

 Bir kişi daha kaldı.

 Ben hallederim.

 Polis çağırıyorum!

 - Tutar?

 - Bir macera filmiydi.

 Kan Hükümdarlığı.

 - Tutar?

 - Gece sakindi.

 Bu bir aşk romanıydı.

 Bu bir aşk romanıydı.

 - Gece sakindi.

 - Bu bir aşk romanıydı.

 Kardeşimi bulacağız.

 Ne kaçakçılığı yapıyor?

 Afrika'dan bir şeyler.

 Angola, Kongo.

 Monte Carlo televizyonu için program yapıyor sanıyordum.

 Evet, onu da yapıyor.

 Nereye gideceğimize karar vermeliyiz.

 Önce Nice, sonra belki İtalya.

 12.

000 frank Nice'e kadar dayanmaz.

 Bu 404'ten kurtulmalıyız.

 Hiç birini öldürdün mü, Pierrot?

 Adım Ferdinand.

 Bunu neden sordun?

 Çünkü bu iş mideni kaldıracak.

 Karımın polise ne anlattığını merak ediyorum.

 - Belki daha sorgulamamışlardır.

 - Saçmalıyorsun.

 Onlara anlatabileceği bütün kötü şeyleri anlatmıştır.

 Hakkı var.

 - Sonuçta onun için üzüldüm.

 - Üzüldün mü?

 Senin gibi adamlar hep üzülürler.

 Ama hep çok geç.

 - Ne yapıyorsun?

 - Kendime bakıyorum.

 Ne görüyorsun?

 Uçuruma 100 km hızla yaklaşan aşık bir adamın yüzünü görüyorum.

 Ben de uçuruma 100 km hızla yaklaşan bir adama aşık kadının yüzünü görüyorum.

 Öyleyse öpüşelim.

 Ertesi gün.

 Ertesi gün.

 Ertesi gün ÖLÜMLE RANDEVU - 404'ü tekrar bulduk.

 - Orta Fransa'da küçük bir kasabaya geldik.

 - Deposu - Neredeyse boşalmıştı.

 - Marianne.

 - Ve Ferdinand.

 - Bir bara girip - İçki istediler.

 - Nasıl ödeyeceklerini - Merak ediyorlardı.

 - Eşgalleri radyoda tarif ediliyordu.

 - İnsanlar onlara şüpheyle bakıyordu.

 - Eşgalleri - İnsanlar - Eşgalleri - İnsanlar - İnsanlar onlara şüpheyle bakıyordu.

 Orada bir Laszlo Kovacs, öğrenci, 25 Ocak 1936 Saint Dominique doğumluyum, Amerikan işgali üzerine kaçmak zorunda kaldım.

 Fransa'da politik sığınmacı olarak yaşıyorum.

 Fransa Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ülkesi.

 Viviane Blassel, 21 Mart 1943 Marsilya doğumluyum.

 Yaşım 22.

 Auxerre'de büyük bir mağazanın parfüm reyonunda çalışıyorum.

 Eté, André, 25 Mayıs 1903, Marbouie Eure-et-Loir.

 Yaşım 62.

 Şu andaki işim: Figüranlık.

 Onlara hikayeler anlatalım.

 Beğenirlerse bize acırlar.

 - Ama ne hakkında?

 - Ne olursa.

 Konstantinopolis'in düşüşü, Nicolas de Staël'in intiharı Ya da William Wilson'ın hikayesini, hani benzerini görünce onu öldürmeden rahat edememişti.

 Öldürdüğünde de kendini öldürdüğünü anlamıştı.

 Hayatta kalansa benzeriydi.

 Tamam.

 Belki para da verirler.

 Gözlerini Aucassin ve Nicolette'ten alan Marianne, Guillaume d'orange'ın yeğeni, 30.

000 Sarrazin'e karşı savaşırken aldığı binlerce yaraya rağmen geri çekilmemeye yemin ettiği için savaşa devam edip Aliscans ovasında ölen genç ve yakışıklı Vivien'i anlattı.

 Genç ve tatlı yeğen, neden bu kadar asil ama delice bir söz verdin?

 Ferdinand onlara Guynemer'in hikayesini anlattı, ama dinlemiyorlardı.

 O da yazdan bahsetti, aşıkların sıcak yaz akşamlarına olan özlemlerinden bahsetti.

 Onlara insanlardan, mevsimlerden, beklenmedik karşılaşmalardan bahsetti.

 Ama onlardan hangisi daha önemli diye sormamalarını istedi: Anlattıkları mı yoksa yaşadıkları mı?

 Kendimi canlı hissediyorum, tek önemli olan bu.

 Bir fikrim var.

 Kaza yapmış gibi yapalım.

 Polis öldüğümüzü düşünecek.

 Tamam mı, Pierrot?

 Adım Ferdinand.

 Arabayı yakmalıyız.

 Yangında öldüğümüzü sanacaklar.

 - Hep ateş, kan ve savaş!

 - Hey, benim fikrim değildi.

 Yaklaştır.

 Gerçek görünmeli.

 Film çekmiyoruz.

 Daha yaklaştır.

 Çabuk!

 - Kibritim yok.

 Gidelim.

 - Önemli değil.

 Bana tüfeği ver.

 - Kennedy'yi vuranın aynısı.

 - Benim yaptığımı bilmiyor muydun?

 - Önümden çekil.

 - Bir dakika Güzel yanıyor, değil mi?

 - Evet.

 Valizde ne vardı biliyor musun?

 - Hayır.

 Ne?

 Dairede aradığın dolarlar.

 Aptal!

 Bunu kasıtlı yaptın!

 Bu doğru.

 O parayla neler yapabilirdik biliyor musun?

 Chicago'ya, Las Vegas'a, Monte Carlo'ya gidebilirdik Aptal!

 Ben Floransa, Venedik ve Atina'ya giderdim.

 Haydi, yolculuk insanı gençleştirir.

 - Sekizinci bölüm.

 - Cehennemde bir mevsim - Sekizinci bölüm.

 - Fransa'yı boydan boya katettik.

 - Yansımalar gibi - Ayna gibi.

 - Yansımalar gibi - Ayna gibi.

 Van Gogh'un korkunç bir akşamda kulağını kesmeye karar verdiği kafeyi gördüm.

 - Yalancı, ne gördün?

 - Gördüğüm Bak Pierrot, bir Ford Galaxie.

 Adım Ferdinand.

 Evet, 62 model.

 - Erkek olduğunu göster.

 - Önce şunu bitireyim.

 "Kilometrelerce yol yaptıktan sonra Bayorda Çölü'ne geldiler, Hartum'a ulaşmak için o çölü aşmaları gerekiyordu.

 "Tüh!

 Burada yeterince gölge yok" diye homurdandılar, yakıcı güneşin altındaki kumlara bakarak.

 Şimdi gölgede bir bardak lager nasıl da iyi giderdi!

 Kararını vermezsen yola otostopla devam edeceğim.

 Peki.

 Gidelim, delim.

 Yağa bakılacaktı.

 Tuvalet nerede?

 Gel, Mimi.

 Hey, ufaklık, böyle bir araban olsun ister miydin?

 - Tabii ki!

 - Hiç olamayacak!

 Marianne, ceket.

 Ufaklık, 10,000 frank kazanmak ister misin?

 Manzara önümüzde yavaşça yükseldi.

 Asırlar, uzakta aynı fırtınalar gibi kayboldu.

 Ben dönerken kıyafetlerimizi at.

 Hey, kitabım!

 Acele et!

 HAYAT - Eee?

 - Özel bir şey yok.

 Karını sorgulamışlar.

 Bzi yatakta çırılçıplak gördüğünü söylemiş.

 Bir de bana yalancı dersin.

 Başka bir şey yok mu?

 Hala onunla çok ilgileniyorsun.

 Hiçbir şey olmadı.

 Anlamıyorum.

 Aklını kaçırmış.

 Bir kadını terk edersen arkandan tabii ki deli der.

 Erkekler de aynı.

 Doğru.

 Nedendir bilmem ama ölüm kokusu almaya başladım.

 Onun için pişman olduğunu söyle!

 Söyle dedim!

 Kes artık, sinirleniyorum!

 Ölüm kokusunu ağaçlarda, kadınların yüzlerinde, arabalarda, her şeyde alıyorum.

 Parasız İtalya'ya bile gidemeyeceğimizi biliyorsun.

 Herhangi bir yerde dururuz.

 Herhangi bir yerde dururuz.

 Bütün gün ne yaparız sonra?

 Önce kardeşimi bulmalıyız.

 O bize bir sürü para verir.

 Sonra lüks bir otele gidip eğleniriz.

 - Aklı fikri eğlencede.

 - Kiminle konuşuyorsun öyle?

 Seyirciyle.

 Söylemiştim.

 Pişmansın.

 - Bu işe kalkışman da delilikti.

 - Hayır, aşık olduğumdan yaptım.

 İkisi aynı şey.

 Bir daha asla aşık olmamaya karar verdim.

 Berbat bir alışkanlık.

 Böyle deme.

 Böyle deme.

 On dakika önce sadece ölüm görüyordum.

 Şimdiyse tam tersini.

 Bak.

 Deniz, dalgalar, gökyüzü.

 Hayat hüzünlü olabilir ama daima çok güzel.

 Kendimi bir anda özgür hissettim.

 Ne istersek yapabiliriz.

 Bak, sol sağ sol sağ.

 Küçük şapşal!

 Düz bir yolda sürüyor ve yolu sonuna kadar takip etmek zorunda!

 Öyle mi?

 Şunu izle.

 Sekizinci bölüm.

 - Cehennemde bir mevsim.

 - Aşk yeniden keşfedilmeli.

 Gerçek hayat başka bir yerde.

 Asırlar, uzakta aynı fırtınalar gibi kayboldu.

 Ona sıkıca sarıldım ve ağlamaya başladım.

 Bu bizim ilk ve tek rüyamızdı.

 Geliyor musun?

 Nereye gidiyoruz?

 Gizemli Ada'ya, tıpkı Kaptan Grant'in Çocukları'ndaki gibi.

 - Ne yapacağız orada?

 - Hiçbir şey, sadece var olacağız.

 - Kulağa pek eğlenceli gelmiyor.

 - Hayat da öyle.

 Aslında hiç de değil.

 Lspanağı sevmemem iyi bir şey sevseydim, yemek zorunda kalırdım halbuki hiç dayanamam.

 Seninle de aynı şey.

 Sadece tersi.

 Michel Simon'ın bir filmi vardı, kızın birine tutulmuştu - Hayata baştan başlamaktan bahsediyordun?

 - Sinir etmek için söylüyordum.

 Oysa sonuna kadar gideceğiz demiştin.

 Evet, gecenin sonu.

 Ay ne güzel görünüyor.

 - Bana o kadar ilginç gelmedi.

 - Bence öyle.

 Orada bir adam görüyorum.

 Belki Alexei Leonov'dur.

 Ya da şu Amerikalı astronot, White.

 Evet, ben de gördüm.

 Ama o ne Rus ne de Sam Amca'nın yeğeni.

 - Sana kim olduğunu söyleyeyim.

 - Kimmiş?

 Ayın tek sakini.

 Peki ne yapıyor biliyor musun?

 Kaçmaya çalışıyor.

 Neden?

 - Bak.

 - Neden?

 Çünkü bıktı.

 Başta Leonov'u gördüğünde çok sevinmişti.

 Sonsuzdan beridir süren yalnızlığından sonra konuşacak biri!

 Ama Leonov onun kafasını Lenin öğretileriyle doldurmaya çalıştı.

 Bu yüzden Amerikalıları gördüğünde hemen yanlarına gitti.

 Ama Amerikalılar da onu görür görmez önce teşekkür ettirdikten sonra zorla kola içirdikleri için canına yetti.

 Ay'ı Amerikalılara ve Ruslara bıraktı ve kaçtı.

 - Nereye?

 - Buraya.

 Çünkü senin çok güzel buluyor.

 Sana hayran.

 Bacaklarını ve memelerini çok baştan çıkarıcı buluyor.

 Düz beni.

 Yedinci bölüm.

 - Tabanca adlı şair.

 - Robert Browning - Kaçmak.

 - Asla.

 - Sevdiğim, - "Ben" olduğum sürece Ve sen, "sen" olduğun sürece Evren bizi tuttuğu sürece.

 - Seni seven ben, - Ve seni iten ben.

 - Birimiz kaçmak isteyene dek - Bu kadere çok benziyor.

 "Salı.

 Günlük tutmaya karar verdim.

" Gözler: İnsan manzaraları.

 Ağız: Yansıma sesler.

 Yıkıntılardan doğan şairane dil.

 "Yazar başkalarının özgürlüğünü tercih ediyor.

" - Dediğim tüm kitapları aldın mı?

 - Hayır, ama bu indirimdeydi.

 Yazarı bir adaşın.

 - Ah, Ferdinand.

 - Onu bilir misin?

 Ateş benim, ışık benim, mucize benim.

 Artık hiç duymuyorum.

 Yükseliyorum.

 Havada süzülüyorum.

 Bu kadarı fazla.

 Mutluluğu karşımda gördüm.

 Olağanüstü duygu!

 Ve sonra artık hiçbir şey bilmiyorum.

 Ellerimi hafifçe uzatıp dokunmaya cesaret edebildim Hafifçe okşadım delicesine sevdiğim perimin saçlarını Virginia.

" Guignol grubu.

 Ee, gelmiyor musun?

 Kusursuz mutluluk!

 Duygularım o kadar yoğundu ki, kıpırdamaya cesaret edemedim.

 Mutluluktan uyuşmuş ve gözyaşlarına boğulmuşum Her tarafım titriyor.

 Kendim bir aleve döndüm.

 Kalbim de benimle yansın.

 Uzaydayım.

 Sıkıca sarıldım Virginia'ya.

 Ver şunu bana.

 Bana Çin ve Tibet'i vaad etmiştiniz, Bay Sosthène.

 Ayrıca büyüleyiği güzellikte çiçeklerle dolu olan Sunda Adalarını.

 Bunlar şimdi nerede, ha?

 Şam, şam, şam, ratatam Onun yalanlarını yakaladım.

 - Bugün günlerden ne?

 - Cuma.

 Beni hiç bırakmayacaksın değil mi?

 Elbette bırakmayacağım.

 Kesin mi?

 Elbette.

 Elbette.

 Perşembe.

 Şiir, kaybedenin her şeyi kazandığı bir oyundur.

 Ne yapacağım şimdi ben?

 Ne yapmalı bilmiyorum.

 Ne yapacağım şimdi ben?

 Ne yapmalı bilmiyorum.

 Sus, yazıyorum!

 Meselenin özü şu, Beni bekliyorsun.

 Yokum.

 Geliyorum.

 Odaya giriyorum.

 Senin için sadece o andan itibaren varım.

 Ama ondan önce de vardım.

 Düşünüyordum.

 Belki de acı çekiyordum.

 İşte mesele bu: Beni düşünerek, bana hayatta olduğunu göstermen.

 Ve aynı anda bu nedenden ötürü hayatta olan beni görmen.

 Bunun altını çiziyorum.

 Artık kardeşini ve silah meselesini düşünmüyor musun?

 Hayır.

 Neden üzgün görünüyorsun?

 Çünkü bana sözcüklerle konuşuyorsun, bense sana duygularla bakıyorum.

 Seninle gerçek bir iletişim kurulamaz.

 Asla fikirlerin yok, hep duygular.

 Bu doğru değil.

 Duyguların içinde fikirler var.

 Peki.

 Ciddi ciddi konuşmayı deneyelim.

 Neyi sevdiğini, neyi istediğini söyle.

 Ben de aynısını yapacağım.

 Haydi, başla.

 Çiçekler.

 Hayvanlar.

 Göğün mavisi.

 Müzik sesi.

 Bilmem, her şey.

 Ya sen?

 Hırs.

 Umut.

 Nesnelerin hareketi.

 Kazalar.

 Başka ne Bilmem, her şey.

 Bak, beş yıl önce haklıymışım.

 Birbirimizi asla anlamıyoruz.

 Ne yapacağım şimdi ben?

 Ne yapmalı bilmiyorum.

 Pazartesi.

 Çok okudum.

 ÖLÜM Nasılsın, ahbap?

 İyiyim.

 Bir kitap fikrim var: Artık insanların hayatını yazmamak, sadece hayatın kendisini yazmak.

 İnsanların arasındaki şeyleri: Boşluk, sesler ve renkler.

 Bunu başarabilmek gerekiyor.

 Joyce denedi, ama daha iyisini yapmak mümkün.

 İşte kitapların.

 Bunları istemedim.

 Hem biri eksik.

 Beş dedim.

 Bir 45'lik aldım, bak.

 Her 50 kitap için bir plak dedim.

 Müzik edebiyattan sonra gelir!

 Eğer hoşuna gitmiyorsa, dostum, İndirimli, sindirimli, bindirimli!

 Neyin var senin?

 Ben de aptal kafiyeler yapabilirim.

 Ne oldu, Marianne?

 Bıktım artık!

 Denizden, güneşten, kumdan, konservelerden bıktım!

 Hep aynı elbiseyi giymekten bıktım!

 Buradan gitmek istiyorum!

 Ben yaşamak istiyorum!

 Ne yapmamı istiyorsun?

 Bilmiyorum, gitmek istiyorum.

 Zaten kış için ayırdığımız paramızı attım.

 Nereye?

 Denize, aptal!

 Delirmişsin, Marianne.

 Buradan gitmek istiyorsan paraya ihtiyacımız var.

 Buraya gemiyle gelen bir sürü turist var.

 Valizlerini çalmak yeterli.

 Haydi gel, Pierrot.

 Adım Ferdinand.

 Haydi gel, yeterince Jules Verne'cilik oynadık!

 Polisiye romanımıza geri dönelim.

 Hızlı arabalar, silahlar, gece kulüpleri Haydi gel!

 Beni bekle, Marianne!

 Bu kardeşin gerçekten var mı?

 Bana inanmaman çok garip.

 Dinle Eğer Fred'i bulursak ve o da bize para verirse, neden Miami'ye gitmeyelim?

 - Sen aslında bir korkaksın.

 - Hayır.

 Asıl cesaret, hiçbir felaketimizi umursamayan doğaya yakın kalmaktadır.

 Acele etsene, turist gemisi gidecek.

 Bekle, bir fikrim var.

 Bana rujunu ver.

 Sonuçta ilginç olan tek şey insanların seçtiği yollardır.

 Trajik tarafı ise, nereye gittiklerini ve kim olduklarını bildiklerinde bile hala her şeyin büyük bir sır olarak kalmasıdır.

 Okaliptüs kokusu gibi.

 - Bu doğru.

 - Tabii ki doğru.

 Ve asla çözülemeyecek bu gizem, hayattır.

 - Yürüsene Paul.

 - Kapa çeneni Virginia.

 Bizler izinli ölüleriz.

 Ya ağaçlar?

 Biraz para kazanmak için, turistlere resim çizdik.

 - Zamane köleleri.

 Hey!

 Ne yapıyorsınuz orada?

 Hey, siz!

 Lanet olsun!

 Amerikalılar!

 Sorun değil.

 Biz de planımızı değiştiririz.

 - Çok kolay.

 - Ne?

 Gösteri yaparız.

 Onlar da biraz dolar verirler.

 - Nasıl bir gösteri?

 - Bilmem, sevecekleri türden bir şey.

 Anladım.

 Vietnam Savaşı.

 Evet.

 Hollywood.

 Evet!

 Komünist!

 "Sam Amca'nın oğlu, Ho Chi Minh Amca'nın kızına karşı.

" Oyuncular için pamuk eller cebe.

 Bu kendimi iyi hissettirdi, dostum!

 - Bir dolar!

 - Üzülme, Pierrot.

 Kahrolsun Johnson!

 Yaşasın Kennedy!

 Onları ektik.

 Haydi geri dönelim.

 Hayır, dansa gideceğim.

 Haydi, yarın gidersin.

 Sıradaki bölüm: Ümitsizlik.

 - Ben burada kalacağım.

 - Peki, yalnız giderim ben de.

 Umut.

 Bana uyar.

 Kayıp Zamanın İzinde.

 Karşı yakada bir dans salonu varmış.

 Ben dans etmeye gidiyorum.

 Öldürülürsek çok yazık olur.

 Bizi bulurlar.

 Yani?

 Salı günü bir pikap almak istedim, ama yapamadım çünkü o hep kendine kitap alıyor.

 Umurumda bile değil.

 Ama hiç anlamıyor bile.

 Kitaplar umurumda bile değil.

 Plaklar da öyle.

 Hatta para bile.

 Benim istediğim, yaşamak.

 Ama bunu hiç anlamayacak.

 Yaşamak.

 Çok kısa bir hayat çizgim var.

 Çok kısa bir hayat çizgim var.

 Avuç içim ne kadar talihsiz.

 Yarınlardan korkuyorum.

 Hayat çizgim, hayat çizgim Söyle, sen hayat çizgimi nasıl buluyorsun sevgilim?

 Ne düşündüğümün ne önemi var?

 Benim tek sevdiğim senin popo çizgin.

 Hayat çizgim!

 Poponu okşamayı seviyorum.

 Popo çizgin.

 Hayat çizgim.

 O benim bahçemde bir çiçek!

 Ama kısa hayat çizgime bak Ama kısa hayat çizgime bak Şu küçücük kaderime bak O kadar küçük ki avucumun çukurunda Hayat çizgim, hayat çizgim.

 Söyle, sen hayat çizgimi nasıl buluyorsun sevgilim?

 Ne düşündüğümün ne önemi var?

 Sus ve bana elini ver.

 - Popo çizgin.

 - Hayat çizgim.

 Sabahın bir kuşu gibi - Popo çizgin.

 - Hayat çizgim.

 Kaderimizin hoppa kuşu.

 Ne kadar kısa bir hayat çizgisi Ne kadar kısa bir hayat çizgisi O kadar kısa ki, sanki elimde bir nokta gibi.

 Hayat çizgim, hayat çizgim Söyle, sen hayat çizgimi nasıl buluyorsun sevgilim?

 Ne düşündüğümün ne önemi var?

 Her sabah sana deli oluyorum.

 - Popo çizgin.

 - Hayat çizgim.

 Avucumda bir kuş ötüyor - Popo - Çizgim - Hayat - Çizgim Belki hayal görüyorum.

 Yüzü bana müziği düşündürüyor.

 Artık insan ve kopyasının çağına geldik.

 Kendimizle konuşmak için artık aynalara ihtiyacımız yok.

 Marianne "Hava güzel" dediğinde, ne düşünüyor?

 Tek görebildiğim, onun "Hava güzel" diyen hali.

 Başka hiçbir şey.

 Bunu anlamanın ne faydası var?

 Biz rüyalardan yapılmışız, rüyalar da bizden.

 Hava güzel, aşkım.

 Rüyalarda, sözcüklerde ve ölümde.

 Hava güzel, aşkım.

 Hava güzel.

 Hayat güzel.

 - Ne düşünüyorum biliyor musun?

 - Umrumda değil.

 Tekrar başlamayalım lütfen.

 Beni rahat bırak dedim.

 Hem tekrar başlamıyorum, devam ediyorum.

 - Lanet olsun!

 - Ne?

 Hey!

 Bekle!

 Lanet, lanet, lanet olsun!

 Sorun nedir?

 Nasıl bir roman yazman gerektiğini biliyor musun?

 Hayır.

 Nasıl?

 Adamın biri Paris'te dolaşırken Azrail ile karşılaşır.

 Ondan kaçmak için güneye doğru gider.

 Çünkü zamanının daha gelmediğini anlar.

 Ya sonra?

 Arabasını bütün gece son sürat sürer ve sabah güney sahillerine ulaştığında bir kamyonun altına girer ve ölür.

 Tam Azrail'e izimi kaybettirdim derken.

 - Çabuk ol.

 - Zamanımız çok.

 Hayır, bir korku var içimde.

 Sen burada kal.

 - İşte yine karşılaştık.

 - Ne istiyorsunuz?

 - Beş dakikaya dönerim.

 - İstersen çenesini kırayım.

 Hayır, ondan birkaç yalanla kurtulurum.

 Fred'i bulmak zorundayım, Pierrot.

 - Adım Ferdinand.

 Peki, peki.

 - Okey Mambo!

 Erotizm; bu anlamda sürekliliği için anılara ihanet eder.

 - İki bira.

 - İki mi?

 Evet, biri bittiğinde elim boş kalmamış olur.

 Beni hatırladın mı?

 Geçtiğimiz sene Fontainebleau'da evimde kalmıştın.

 Sana 100.

000 frank borç vermiştim.

 - Karımla yatmıştın.

 - Evet, doğru.

 - Güneye geldin demek?

 - Evet, sahillere.

 - Nasıl gidiyor?

 - İyi.

 - Bay Griffon?

 - Evet?

 Size telefon var.

 Adım Ferdinand.

 Evet, benim.

 Korkuyorum.

 Bunlar akıllarını kaçırmış.

 İnan bana, şaka yapmıyorum.

 Paranın yerini söyle yoksa fena olur.

 Sana elektrik veririz, aynı savaştaki gibi.

 Veya Aynı Vietnam'daki gibi seni soyar napalm dolu bir küvete koyar ve ateşe veririz.

 Hayır, hemen yapmayın, lütfen.

 Bana istediğini yapabilirsin.

 Sana çok iyi davranacağım.

 Çabuk gel.

 Yukarı çıkalım.

 Küçük bir adam için güzel ve büyük bir ölüm.

 Ne yapıyorsun burada?

 Alt katta oturuyorum, gürültüye geldim.

 Döv onu.

 Ona senin numarayı çekelim.

 Görüyorsun çocuk, biz daha güçlüyüz.

 404'teki parayı ne yaptınız?

 Evet, banyoya götür.

 Savaşta öğrendiğin numarayı yap.

 Yata uğramayı unutmamalıyız.

 Burada havlu yok.

 Küçük orospunun elbisesini kullan.

 Boğma.

 Sadece suyun havayı kesmesi için yüzünü kapla.

 İşini kolaylaştırmak için sana bütün bildiklerimizi anlatacağım.

 Sonra da tek bir soruya dürüst bir cevap istiyorum.

 Kim olduğunu biliyorum, adın Ferdinand Griffon.

 Arkadaşımız Donvan'ı bıçakladığında Marianne'la birlikteydin.

 Ve 50.

000 dolarımı alıp kaçtınız.

 Pom pom, la la la Sana karşı kişisel bir şeyim yok.

 Eminim o seni kandırıp bu işe sokmuştur.

 Dediğim gibi Seninle bir işim yok.

 Bana o lazım.

 Şimdi bana onu ve parayı nerede bulacağımızı söyle.

 Bu son şansın, yoksa öldürürüz seni.

 Pom pom, la la la Marquise dans salonunda.

 Belki doğru, belki değil ama bu herifin daha konuşacağı yok.

 Gidip bir bakalım.

 Marquise dans salonu.

 Gidip bir bakalım.

 Marianne'in sadakatini Hiçbir zaman anlayamadım.

 Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.

 Kan görmek istemiyorum.

 Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.

 Kan görmek istemiyorum.

 Kan görmek istemiyorum.

 Ne sıkıcı bir akşamüstü 05:00.

 - Ferdinand'ı daha sonra - Toulon Garı'ndan çıkarken görüyoruz.

 Rıhtımda dolaşıyor.

 Little Palace Hotel'de kalıyor.

 - Marianne'ı - Arıyor.

 Ama bulamıyor.

 Günler geçip gidiyor.

 Bazen, öğleden sonraları film izlerken uyuyakalıyor.

 Hala günlük tutuyor.

 Çünkü karanlıkların ortasında sözcüklerin garip bir aydınlatma gücü var.

 Adını verdikleri şeyleri Günlük kullanımda anlamlarını yitirseler bile dil, saf olanı korumaya devam ediyor.

 Deniz.

 Ruh.

 Acı.

 Silah.

 Vietnam'da Amerikalılara ait Da Nang üssü Vietkong ordusunun saldırısına uğradı.

 Yedi uçak yerde imha edildi.

 Ormanda, Amerikan askerleri ilk kez Güney Vietnam ve Avustralyalı güçlerle birlikte Vietkong gerilla birliklerine karşı savaştı.

 Uluslararası barış güçlerinin başarısız olmasına rağmen Harold Wilson, barış görüşmelerine hazır olduğunu belirtti.

 Hikayen burada bitiyor.

 Evet, bana sırtını döndü.

 Ve beni allak bullak etti.

 Hayalimizde canlandırdığımız karakterlerin gerçeğe dönüşmesini dört gözle bekliyoruz eğer bir gerçek varsa.

 Ben Prenses Aïcha Abadie zayıf ve kırılgan görünüşüme rağmen, gayet otoriter bir kadınımdır.

 İtiraz edilmesinden hoşlanmam, bana itaat edilmesini isterim!

 Emriniz var mı Prenses?

 Evlat edinilme yoluyla Lübnanlıyım.

 1960 yılında Emir Abadie ile evlendim şu an sürgündeki Lübnan kraliçesiyim.

 Çünkü biliyorsunuz, Lübnan şu anda Sosyalist rejimle yönetiliyor.

 Bu yüzden Nice'de kimliğimi saklayarak yaşıyorum kocamla benim korkunç düşmanlarımız var.

 Hatta Lübnan'da başımıza ödül kondu.

 Sık sık makineli tüfek saldırısına uğruyorum, ama Allah'ın yardımıyla hiçbiri bana ulaşmıyor.

 Çünkü Emir ile evlenmek için İslam dinine geçmem gerekti.

 Kocamın uzay gemisiyle iki kez Beyrut'a gittim.

 Ve bir de Atlas'taki Alexis, gemiden düşmeme izin verme sakın.

 Deniz çırpıntılı, ne kadar hafif olduğumu bilirsin.

 Yardım et Ferdinand.

 Ferdinand, bir saate demir alacağız.

 Evet, Prenses.

 Alexis, şehre inelim.

 Pierrot!

 Benim!

 Adım Ferdinand.

 Merhaba.

 Beni gördüğüne sevinmişe benzemiyorsun.

 Ne yapıyorsun burada?

 Çok mutluyum.

 Seni sonunda buldum.

 - Nerede kalacaksın?

 - Tabii ki seninle ahmak!

 Senin yanında olacağım.

 Her yerde seni aradım.

 Aradıktan sonra beni beklemeliydin.

 İstediğim buydu zaten.

 O adamlar gelmeden kaçabildim.

 Seni gelme diye uyarmak için dans salonuna koştum, ama seni göremedim.

 Geri döndüğümde adamları mavi Ford'a binerken gördüm.

 Seni öldürdüklerini sandım.

 Ben de, nereye gittiğime aldırmaksızın yollara düştüm.

 Nerelerdeydim, hatırlamıyorum bile.

 Sahile dönmeye çekiniyordum.

 Sonra bir gün, Toulon'da bir barda tesadüfen Fred ile karşılaştım.

 Evet, Toulon'da, Las Vegas bar.

 - Burada çalıştığımı nereden biliyordun?

 - Tesadüfen öğrendim.

 Bu doğru.

 Sana inanıyorum, yalancı.

 Sana aşık olduğuma neden hiç inanmadın?

 Seni kendi tarzımda seviyorum.

 Bu doğru.

 Kanıtlayabilirim, bak.

 Bizim sahile döndüm ve senin not defterini buldum.

 Teşekkür ederim.

 Son sayfasına baksana.

 Senin için yazdığım kısa bir şiir.

 Şefkatli ve zalim, Gerçek ve hayali, Ürkütücü ve komik, Hem geceye hem gündüze ait, Alışıldık ve alışılmadık, - Herkes gibi güzel - Deli Pierrot!

 Kaç kere dedim adım Ferdinand diye, tanrının cezası!

 Tanrının adını anmanın seni rahatlatacağını sanıyorsan yanılıyorsun.

 Tanrıya da başlayacağım şimdi Böyle konuşma.

 Konuşabilirsin.

 Cinayetten aranıyoruz.

 Cinayet nedir bilir misin?

 Evet.

 Ne olmuş?

 Korktun mu yoksa?

 Cevap ver.

 Sana bakıyor ve seni dinliyorum ama önemli olan bu değil.

 Çok sağol!

 Hayır, tam şu andan bahsediyorum.

 Ama geçti bile.

 Bilmiyorum, gökyüzünün mavisi.

 Bizim ilişkimiz Anlamadım.

 Zamanın durmasını isterdim.

 Bak, elimi dizine koyuyorum.

 Ne kadar harika!

 Hayat bu işte.

 Boşluklar, duygular.

 Ama bunun yerine seni takip edip gürültü ve öfke dolu hikayemize geri dönüyorum.

 - Ama umrumda değil.

 - Gelecek misin, Fred bekliyor.

 Peki, hiçbir şey demedim.

 Gidelim, delim.

 Polisler neyi bekliyor anlamıyorum, çoktan hapiste olmamız gerekirdi.

 Onlar daha güçlü.

 Kendi kendimizi yok etmemizi bekliyorlar.

 Neden böyle şeyler yapıyorsun?

 Onu öldürenin ben olmadığımı söyledim.

 O kadar cesetten sonra hala yaşıyor olmamız ne garip.

 - Aman ne garip.

 - Pépé le Moko'nun dekoru gibi.

 Kimin?

 - Pépé le Moko.

 - Kim o?

 Gerçekten de hiçbir şey bilmiyorsun.

 Ya sen kendini tanıyor musun?

 Ben cinsel arzuları olan bir erkeğim.

 Diyene bakın!

 Ben senin kim olduğunu biliyorum, ama sen bilmiyorsun.

 Bu doğru.

 Akdeniz'in ufkunda asılı koca bir soru işaretiyim ben!

 Bizden bağımsız gerçeklikleri Mantığımız Annenle baban hayatta mı?

 Evet.

 Hiç ayrılmadılar.

 Bir keresinde ayrı düşeceklerdi Babam bir seyahate çıkıyordu, neresi hatırlamıyorum.

 Kısa bir seyahat.

 İki bilet alacak paraları yokmuş.

 Annem onu yolcu etmeye gitmiş, birbirlerine uzunca bakmışlar annem kaldırımdan, babam da otobüsün penceresinden Tam hareket ettiğinde, babam otobüsten inmiş.

 Annemi yalnız bırakmak istememiş.

 Babam tam ön kapıdan inerken, annem de onsuz kalmamak için arka kapıdan biniyormuş.

 Sonunda babam yolculuktan vazgeçmiş.

 Asansörde çalışırken ne yapıyordun?

 Hiç, sadece insanların yüzlerine bakıyordum.

 - Neredeydi?

 - Galeries Lafayette.

 Bu soruları neden soruyorsun?

 Seni tam olarak tanımak için.

 Seni beş yıldır tanıyamadım.

 Ben çok duygusalım, hepsi bu.

 Bunu gizemli bulmak için aptal olmak lazım.

 Peki kardeşin tam olarak ne yapar?

 Bunları uyduruyor musun yoksa gerçek mi bilmiyorum!

 Kardeşim Bilirsin.

 Tel Aviv'de ne yapıyordu?

 Bak, şu anda Yemen'de bir savaş var.

 Senin de hiçbir şeyden haberin yok!

 Kral yanlısı hükümetten para alıyor Öbür adamlar da Arap Birliği için mi çalışıyorlar?

 Bilmiyorum, olabilir.

 Orada gerçekten dansçılar var mıydı?

 Neden merak ediyorsun?

 Kardeşin neden saklanma gereksinimi duyuyor?

 Silah kaçakçılığı neredeyse yasal bir iş oldu bugünlerde.

 - Bundan sana ne ki?

 - Cevap ver.

 Sana bir şey söyleyeyim.

 Bir saatte 3600 saniye var.

 Bir günde 100.

000 saniyeye olmalı.

 Ortalama hayat süresinde 250 milyar saniye olsa gerek.

 Senle ben birlikte toplam bir ay geçirmişizdir.

 Hesaplarsak, biz seninle 250 milyar saniyelik ömrün sadece birkaç milyonunu beraber geçirdik.

 Fazla değil.

 Yani birbirimizi iyi tanımamamıza hiç şaşırmıyorum.

 5, 6, 7, 8.

 Geldin!

 - Yapacak mı?

 - Evet, ne dersem.

 Ne çılgın bir komplo!

 6, 7, 8!

 Hayatın anlamını Tam olarak kavrayabilmek Ne yapmam gerekiyor?

 Sadece sana söyleneni yap.

 Gözlerini ve kulaklarını açık tut, göreceksin.

 Okaliptüsün kokusunu hatırlıyor musun?

 - Seninleyken her şey çok karışık.

 - Hayır, çok basit.

 Aynı anda çok fazla şey oluyor.

 Conrad romanlarındaki gibi küçük bir liman var.

 Robert Louis Stevenson romanlarındaki gibi bir yelkenli.

 Faulkner romanlarındaki gibi eski bir genelev.

 Milyoner olmuş bir kahya, Jack London romanlarındaki gibi.

 - Seninleyken her şey çok karışık.

 - Hayır, çok basit.

 Aynı anda çok fazla şey oluyor.

 Raymond Chandler romanlarındaki gibi suratımı dağıtan iki adam.

 Sen, ben ve o - işte bu kadar basit.

 Hayır, değil.

 - Yatı almayı - İstiyorlar - Yaşlı adam - Fransız değil.

 - Kardeşim - parayı aldı.

 - Diğerleri - farkında değil.

 - Çılgına - dönecekler.

 Fred'in peşine düşecekler.

 Onlardan kurtulmalıyız.

 - Ya sonra?

 - Sana söyleneni yaparsın.

 Bir kadın da katil olabilir.

 Güzel memeler ve yumuşak bir popo kendini korumak için kimseyi öldüremeyeceği anlamına gelmez.

 Küba, Vietnam veya İsrail'e bak.

 - Seni seviyorum!

 - Ben de!

 Sıradaki bölüm: Ümitsizlik.

 Sıradaki bölüm.

 Özgürlük Keder.

 Genç bir kadın gördün mü Söylesene, renkli Hollywood filmlerindeki gibi genç bir kadın gördün mü?

 Sizi ilgilendirmez.

 Hepsi burada mı?

 O zaman bu akşam planladığımız gibi toplanıyoruz.

 Beni görenler var.

 Olanları anlamıyorum.

 Böylece Fred'i suçlamayacaklar.

 Neden bana ihanet ediyorsun?

 Sorun nedir?

 Hiç.

 Bana işkence çektiren kadına bakıyorum.

 50.

000 dolar herkesi endişelendirir, Pierrot.

 Adım Ferdinand.

 - Demin beni neden öptün?

 - Canım çekmişti.

 - O zaman bir daha öp.

 - Herkesin önünde olmaz.

 Neden bu kadar dar bir pantolon giydin?

 Hoşuna gitmiyorsa Paris'e dönebilirsin.

 Öp beni.

 Anladım.

 Biliyor musun, bize ihanet etmek senin için iyi olmaz.

 Sus, Cassandra.

 - Ne?

 - Romanın adı.

 Aptal.

 Dinle!

 Marianne!

 - Ne?

 TWA, Nice Havaalanı, Tahiti'ye 02:45 uçağı.

 Tek yapmamız gereken binmek.

 Belli ki ikimiz.

 Belli ki.

 Belli ki.

 Fransızca komik bir dil.

 Kelimelerin söylenişi, anlamlarının tam zıttı.

 Belli ki deniyor ama hiçbir şey belli değil.

 Evet, ihtiyarı alnında bir kurşunla bulmam da belli bir şey değildi.

 Kardeşinin onu öldüreceğinden haberin var mıydı?

 Bu beni ilgilendirmez.

 Seninle kaçmayı ben de istiyorum Ama Fred bizi bulur ve intikamını alır.

 Daha önce bir kızdan intikam aldığını görmüştüm.

 Ben seni korurum.

 Tamam, ama şüphelenmemeleri için ben yalnız gitmeliyim.

 Peki, güzelim.

 Peki, yakışıklım.

 Başka konuşacak bir şey yoksa ben gidiyorum.

 Yarım saat sonra buluşalım.

 Hayır.

 137'ye kadar sayacağım.

 Gerçekten delisin.

 1, 2, 3, 4, 5, 6 Çanta!

 Arabayı çalıştır.

 Bana güvenirsen ben de sana güvenirim.

 18, 19, 20, 21, 22 Bir sorun mu var dostum?

 Şu şarkı Benim için anlamını bilemezsin.

 Duyuyor musun?

 Hayır, hiçbir şey duymuyorum.

 Öyleyse anlayamazsın.

 O şarkı benim hayatım.

 Duyduğum zaman, böyle Bir gün evdeyken, bu radyoda çalıyordu.

 Sonra o muhteşem güzellikteki kadın gelip yanıma oturdu.

 Elini tuttum ve böyle okşamaya başladım.

 Ona "Beni seviyor musun?

" Diye sordum.

 "Hayır" dedi.

 Sonra ben de plağını aldım, çünkü bu müzik beni Kişisel bir kitlesel histeri nöbeti geçirir gibi!

 Bir gün evdeyken plağı böyle koydum.

 Sanki kafamda dönüyordu.

 Her şey alt üst olmuştu sanki!

 Yanımda başka bir kadın vardı.

 Birincisi kadar güzel değil, ama Elini tuttum ve bu sefer değişiklik olsun diye böyle okşamaya başladım.

 "Beni seviyor musun?

" dedim.

 O da "Seviyorum!

" dedi.

 Ama ben onu sevmemiştim bu yüzden plağı kırdım!

 Bir gün radyoyu açtım ve yine bu çalıyordu.

 Neden, başkası değil de hep bu şarkı?

 Yanımdaydı, hayır karşımdaydı, çünkü onun evindeydik.

 Bu üçüncü kadından.

 Bu sefer elini tutup iki yönde okşamaya başladım, artık sinirlenmeye başlamıştım.

 "Beni seviyor musun?

" dedim.

 Evet dedi.

 "Bana elini verir misin?

" dedim.

 "Zaten 10 dakikadır tutuyorsun" dedi.

 Haklıydı.

 Ben de onun elini on yıl boyunca bırakmadım!

 On yıl!

 Artık bu şarkıya dayanamıyorum!

 Duyuyor musun?

 Artık katlanamıyorum.

 Sen de duymuyor musun?

 İşte şu müzik - duymuyor musun?

 Söylesene, ben deli miyim?

 Söyle, hiç çekinme!

 "Sen delisin" dediğini duymak istiyorum.

 - Sen delisin.

 - Bak ne güzel oldu.

 - Adaya mı gidiyorsunuz?

 - Evet efendim.

 - Teknenizin adı ne?

 - "Gören.

" Eğer görmezse para yok.

 Yani duyduğum müzik gerçek değil miydi?

 Ömrüm boyunca yakamı bırakmayan o müzik?

 O duygusallık?

 Yalancı!

 Duygusuz herif!

 Sen ne anlarsın!

 Beni seviyor musun?

 Hey!

 Marianne!

!

!

 Ona sıkıca sarıldım ve ağlamaya başladım.

 Bu ilk ve tek rüyamızdı.

 Paris'i bağlayın lütfen.

 Balzac 75-02.

 Siz de mi Balzac'ın kim olduğunu unuttunuz?

 Tamam, beklerim.

 Canım acıyor.

 Bunu yapmayacaktın.

 Bunu yapmayacaktın.

 Affet beni, Pierrot.

 Adım Ferdinand.

 Çok geç.

 " Dinamit, makineli tüfekler asilere silah sağla " Evet.

 Evet.

 Bekliyorum.

 Balzac 75-02?

 Bayan Griffon orada mı?

 Kiminle görüşüyorum?

 Sen misin Odile?

 Çocuklar nasıl?

 Hayır, kimse değilim.

 Sanat Ölüm.

 Demek istediğim Neden Ne aptalım!

 Hayır!

 Ne güzel bir ölüm.

 - Onu tekrar buldu.

 - Neyi?

 - Sonsuzluğu.

 - Bu sadece deniz, haydi Ve güneş.

||

Reservoir. Dogs. 1992

7406||5709406||Size "Like a Virgin"nin hikayesini anlatayım.

 Kocaman bir penisi olan bir adamdan hoşlanan bir kızı anlatıyor.

 Bütün şarkı büyük penislerle ilgili.

 Hayır değil.

 Saldırılara maruz kalmış bir kızı anlatıyor.

 Kız, bir kaç kez birileriyle yatıyor ve sonra çok duygusal bir adamla tanışıyor.

 Saçmalama Greenbay.

 Git de bu saçmalıklarını turistlere anlat.

 Toby?

 Lanet olası Toby kim?

 Sanki kız iyi bir adamla tanışmadan önce duygusal değilmiş gibi konuştun.

 Bu "True Blue"nin konusu.

 Evet.

 Bu konuda tartışma yok.

 "True Blue" hangisiydi?

 "True Blue"yu duymadın mı?

 Madonna'nın iyi çıkış yapan bir parçası.

 Bu pop saçmalıklarını takip etmediğim halde ben bile "True Blue"yu biliyorum.

 Duymadığımı söylemedim.

 Sadece hangisi olduğunu sordum.

 Büyük bir Madonna hayranı olmadığım için bağışlayın.

 Şahsen ben onsuz da yapabilirim.

 Eski albümü Borderline'ı severdim.

 Ama "Papa Don't Preach"i söylediğinde ondan nefret ettim.

 Sizin yüzünüzden söyleyeceklerimi unuttum.

 Ben ne diyordum?

 Toby'nin şu küçük Çinli kızı.

 Soyadı neydi?

 O ne?

 Eski bir adres defteri.

 Yıllardır giymediğim bir ceketin cebinde buldum.

 Adı neydi?

 Ben neden söz ediyordum?

 "True Blue"nun, iyi bir adamla tanışan duygusal bir kızı anlattığını söylüyordun.

 Ama "Like a Virgin"nin büyük penislerle ilgili olduğunu söyledin.

 Pekala, size "Like a Virgin"nin konusunu söyleyeyim.

 Düzenli bir seks makinesi olan bir kızı konu alıyor.

 Sabah, öğlen, akşam.

 Penis, penis, penis, penis, penis - Kaç penis oldu?

 - Çok fazla.

 Sonra bir gün John Holmes denen adamla tanışıyor.

 Adam tıpkı "Büyük Kaçış"taki Charles Bronson gibi.

 Tüneller kazıyor.

 Adamla yatıyor ve daha önce hiç hissetmediği bir şeyi hissediyor.

 Acı.

 Acı Chew?

 Toby Chew?

 Canı acıyor.

 Bu onun canını acıtıyor.

 Aslında canı acımamalı çünkü kız daha önce bunu çok yapmış ama bu sefer canı acıyor.

 Sanki ilk kez yapıyormuşçasına canı acıyor.

 Bu acı seks makinasına bir zamanlar bakire olduğunu hatırlatıyor.

 Bu yüzden şarkının adı "Like a Virgin".

 Wong!

 Şu lanet olası şeyi bana ver.

 Ne yaptığını sanıyorsun?

 Defterimi bana geri ver.

 Bunu duymaktan sıkıldım.

 Giderken geri vereceğim.

 Ne demek giderken?

 Onu hemen bana ver!

 Son on beş dakikadır oradaki isimleri homurdanıp duruyorsun.

 "Toby Toby?

 Toby?

 Toby Wong.

 Toby Wong?

 Toby Wong.

 Toby Chung?

 Lanet olası Charlie Chan.

 Sol tarafımda Madonna'nın büyük penisinden sağ tarafımda ise Japon Toby bilmem neden bahsediliyor.

 O defteri bana ver.

 Okumaktan vazgeçecek misin?

 Ne istersem onu yaparım!

 Öyleyse korkarım ki veremeyeceğim.

 Joe, bu adamı vurmamı ister misin?

 Lanet olsun.

 Beni rüyanda vurur sonra da kalkıp özür dilersin.

 K-Billy'nin "70'lerin Süper Şarkıları"ını dinlediniz mi?

 - Evet dostum.

 Harikaydı.

 - O şarkılara inanabiliyor musunuz?

 Ne duydum biliyor musun?

 "DeFranco Family" nin "Heartbeat, It's a Lovebeat" şarkısı.

 O şarkıyı beşinci sınıftan beri duymamıştım.

 Buraya gelirken, "The Night, The Lights Went Out In Georgia came on"u dinledim.

 Bu şarkıyı meşhur olduğundan beri dinlemiyordum.

 Meşhur olduğu dönemlerde, milyonlarca kez dinlemiştim.

 İlk kez şarkıyı söyleyen kızın Andy'yi vuran kız olduğunu fark ettim.

 Andy'yi vuranın Vicki Lawrence olduğunu bilmiyor muydun?

 Andy'yi, aldatan karısının vurduğunu sanıyordum.

 - Evet ama şarkının sonunda söylüyorlar.

 - Biliyorum lanet olası, yeni dinledim.

 Ben de bundan bahsediyorum.

 O bölümde kendimden geçmişim.

 Pekala.

 Hesabı ben öderim.

 Siz de bahşişi ödeyin.

 Adam başı bir dolar yeter.

 Ve sen, geri geldiğimde defterimi geri istiyorum.

 Üzgünüm, o artık benim defterim.

 Fikrimi değiştirdim.

 Şu pisliği vurur musun?

 Pekala, herkes küçük hanım için biraz para çıksın.

 Haydi, bir dolar at.

 Hayır, ben bahşiş vermem.

 Bahşiş vermez misin?

 Hayır, ben bahşişe inanmam.

 Bahşiş vermeye inanmaz mısın?

 Bu piliçlerin ne yaptığını biliyorsun.

 Burada pislik içinde çalışıyorlar.

 Saçmalama.

 Yeterince kazanmıyor olsa işi bırakabilir.

 Bunu söyleyecek cesareti olan bir Yahudi bile tanımıyorum.

 Şu konuyu açıklığa kavuşturalım.

 Hiç bahşiş vermezsin, öyle mi?

 Bahşiş vermem çünkü toplum vermem gerektiğini söylüyor.

 Bahşişi hak edene bahşiş veririm.

 Eğer gerçek bir çaba sarf etmişlerse bir şeyler veririm ama otomatik olarak bahşiş vermek kuşlar içindir.

 Onlar sadece işlerini yapıyorlar.

 - Bu kız güzeldi.

 - İyiydi.

 - Özel bir yanı yoktu.

 - Nasıl bir özel yanı olmalı?

 Seni arkaya götürüp penisini mi yalamalı?

 - Bunun için%12 bahse girerim.

 - Bakın, ben kahve istedim.

 Uzun zamandır buradayız.

 Bardağımı sadece üç kez doldurdu.

 Ben altı kez doldurmasını isterim.

 Altı kez mi?

 Ya çok meşgulse?

 "Çok meşgul" kelimeleri bir garsonun sözlüğünde yoktur.

 Affedersiniz "Bay Pink" ama ihtiyacınız olan son şey bir bardak kahve daha.

 Aman Tanrım bu kadınlar açlıktan ölüyorlar.

 Asgari ücret alıyorlar.

 Ben de bir zamanlar asgari ücretle çalıştım ve toplum bahşişe değer olduğumu düşünmüyordu.

 Ama onların yaşamı senin bahşişlerine bağlı.

 Bunun ne olduğunu biliyor musun?

 Dünyanın en küçük kemanı, garson kızlar için çalıyor.

 Ne dediğini bilmiyorsun.

 Bu insanlar kıçlarını patlatıyorlar.

 Bu zor bir iş.

 McDonald's da çalışmak da zor ama onlara bahşiş vermiyorsunuz değil mi?

 Neden?

 Onlar da yemek servis ediyorlar ama toplum der ki "Buradaki adamlara değil, buradaki adamlara bahşiş verin.

" Bu saçmalık!

 Garsonluk, bu ülkede kolej mezunu olmayan kadınların yapabileceği en iyi iştir.

 Her bir kadının yaşamak için yapabileceği bir iştir.

 Sebebi ise bahşişler.

 Bu çok saçma.

 Aman Tanrım!

 Hükümet bahşişlerinden vergi aldığı için üzgünüm.

 Ama benim hatam değil.

 Görünüşe bakılırsa garsonlar hükümetin düzenli olarak yağmaladığı bir grup.

 Bana bunu yapmamaları gerektiğini gösteren bir yazı göster, onu imzalarım.

 Lehinde oy bile veririm ama bu saçmalığı yapmayacağım.

 "Kolej mezunu olmayanlar" için de iki çift sözüm var: Daktiloyu öğrensinler.

 Eğer kiralarını ödemem için benden yardım bekliyorlarsa bu çok büyük bir sürpriz olur.

 Beni ikna etti.

 Bir dolarımı geri ver.

 Dolarlar burada kalsın.

 Pekala gezginler, haydi gezintiye çıkalım.

 Bir dakika bekleyin.

 Kim bahşiş vermedi?

 - Bay Pink.

 - Bay Pink mi?

 - Neden?

 - Bahşiş vermezmiş.

 Bahşiş vermez miymiş?

 Ne demek "Bahşiş vermem"?

 - Bahşişe inanmıyormuş.

 - Kapa çeneni.

 "Bahşişe inanmıyorum" da ne demek?

 Haydi, bir dolar at seni pislik.

 Lanet olası kahvaltının parasını ödedim.

 Pekala, kahvaltıyı ödediğin için veriyorum ama normalde bunu asla yapmam.

 Normalde ne yaptığın umrumda değil.

 Sadece herkes gibi bir dolar bahşişi ver.

 Teşekkür ederim.

 Partridge Family'den, "Doesn't Somebody Want To Be Wanted" ve sonrasında da Edison Lighthouse'dan, "Love Grows Where My Rosemary Goes" u dinlediniz.

 K-Billy'nin, "70'lerin Süper Şarkıları" devam ediyor.

 REZERVUAR KÖPEKLERİ.

 Aman Tanrım!

 Lanet olsun!

 Öleceğim!

 Öleceğim!

 Öleceğim!

 - Dayan dostum!

 - Öleceğim!

 Özür dilerim!

 - Elini banA ver.

 - Vurulduğuma inanamıyorum dostum!

 Bu kimin aklına gelirdi?

 Hemen şu saçmalığı kes!

 Kötü yaralandın ama ölmeyeceksin!

 Öleceğim!

 Öleceğim!

 Bütün bu Bütün bu kanlar benden akıyor Larry!

 Öleceğim, biliyorum.

 Affedersin, tıp diploman olduğunu bilmiyordum.

 Doktor musun?

 Doktor musun?

 Lütfen cevap ver.

 Doktor musun?

 Hayır değilim, değilim.

 Pekala.

 Neden söz ettiğini bilmediğini itiraf ettin.

 Eğer amatör görüşlerin sona erdiyse arkana yaslan ve haberleri dinle.

 Seni randevuya geri götürüyorum.

 Joe sana bir doktor bulacak ve o doktor seni iyileştirecek.

 İyileşeceksin.

 Söyle!

 İyileşeceksin.

 Söyle!

 İyileşeceksin!

 Lanet olası kelimeyi söyle!

 İyileşeceksin!

 Tanrım!

 Lanet olası kelimeyi söyle!

 Söyle!

 Ben iyiyim Larry.

 Doğru!

 Doğru.

 İyiyim.

 Bak, neredeyiz?

 - Bak, neredeyiz?

 Başardık.

 - Larry!

 Beni kurtarmalısın dostum!

 Beni kurtarmalısın!

 Depodayız.

 Sert adam kim?

 Sert adam kim?

 Haydi, sert adam kim?

 Sert adam benim.

 Sert adam kim?

 Sensin.

 Sen sert bir adamsın.

 Tamam.

 Tamam.

 Depodayız.

 Bak, neredeyiz?

 Başardık!

 Başardık.

 Başardık.

 Başardık.

 Depodayız.

 Bak.

 Bak, neredeyiz?

 Dayan dostum, dayan.

 Dayan.

 Lanet olsun!

 Kafanı yere vurmaktan vazgeç.

 Yerde delik açacaksın!

 Yere zarar vermek istemezsin değil mi?

 Ben senin için hiçbir şey yapamam ama Joe geldiğinde ki her an gelebilir sana yardım edecek.

 O seninle ilgilenecek.

 Tamam mı?

 Burada oturup Joe'yu bekleyeceğiz.

 Kimi bekleyecek mişiz?

 Joe'yu.

 Larry, korkuyorum dostum.

 Bana sarılır mısın?

 Evet, elbette.

 Şimdi istediğin kadar korkabilirsin.

 Bir gün için yeterince cesur oldun.

 Şimdi sadece sakin olmanı istiyorum tamam mı?

 Ölmeyeceksin.

 İyileşeceksin.

 Joe geldiğinde seni eski haline getirecek.

 Çok kötü yaralandım Larry.

 Bu iyi değil.

 Larry.

 Yapmaya çalıştığın şey için Tanrı seni korusun.

 Bir an için panik yaptım ama şimdi cesaretimi yeniden topladım.

 Karnımdan vuruldum.

 Tıbbi yardım olmazsa öleceğim.

 Seni hastaneye götüremem.

 Hapishanenin canı cehenneme dostum!

 Beni içeri götürmek zorunda değilsin.

 Kapıya bıraksan yeter.

 Beni kaldırıma bırak.

 Gerisini ben hallederim.

 Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim dostum.

 Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim dostum.

 Tanrı üstüne yemin ederim dostum.

 Gözlerime bak Larry.

 Gözlerime bak.

 Onlara hiçbir şey söylemeyeceğim.

 Güvende olacaksın dostum.

 Ölmeyeceksin evlat, tamam mı?

 Beni dinle.

 İyileşeceksin.

 Diz kapağı ve bağırsaklar vurulduğunda en acı veren bölgelerdir.

 - Lanet olsun!

 - Ama bu yüzden ölmek çok uzun sürer.

 Günlerden söz ediyorum.

 Ölmek isteyeceksin ama yaran yüzünden ölmen günlerini alacak.

 Zaman bizim yanımızda.

 Bu bir tuzak mıydı?

 Lanet olsun.

 Turuncu vuruldu mu?

 Bağırsaklarından vuruldu.

 Lanet olsun.

 Kahverengi nerede?

 Öldü.

 Nasıl öldü?

 Nasıl ölmüş olabilir?

 Polisler vurdu.

 Bu kötü.

 Bu çok kötü!

 Kötü mü?

 İyi mi olması gerekiyor?

 Dostum, bu berbat.

 Bu çok berbat!

 Birileri bizi çok kötü tuzağa düşürdü dostum!

 Gerçekten tuzağa düşürüldüğümüzü mü düşünüyorsun?

 Bundan bir kuşkun mu var dostum?

 Tuzağa düşürüldüğümüzü düşünmüyorum, biliyorum!

 O kadar polis birden bire nereden çıktı?

 Bir dakika içinde oraya geldiler!

 Ben hiç siren sesi duymadım.

 Alarm çaldı, tamam.

 Alarm çaldığında tepki vermek için ortalama dört dakikan vardır.

 Devriye arabası gelmeden dört dakika önce tepki verebilmen gerekir!

 Bir dakika içinde on yedi tane mavili adam geldi.

 Hepsi de ne yaptığını biliyordu.

 Hepsi oradaydı!

 Arabada meydana gelen ikinci olayı hatırlıyor musun?

 Onlar alarma tepki veriyordu.

 Lanet olası herifler bizi bekliyorlardı!

 Bunu hiç düşünmemiş miydin?

 Düşünme şansım olmadı.

 Öncelikle oradan çekip gitmeye çalıştım.

 Kaçtıktan sonra da onunla ilgilendim.

 Düşünmeye başlasan iyi olur çünkü ben düşünüyorum.

 Buraya bile gelmeyecektim.

 Arabayla uzaklaşıp gidecektim!

 Bizi tuzağa düşüren her kimse, burayı da biliyordur.

 Burada bizi bekleyen polisler olabilir.

 Her an buraya gelebilirler!

 Diğer odaya gidelim.

 Lütfen beni bırakma.

 Öleceğim.

 Endişelenme.

 Ben dışarıda olacağım.

 Sadece bir dakika sürecek.

 Oradan sana bakıyor olacağım.

 Buradan sana bakıyor olacağım tamam mı?

 Tam buradan.

 Tam buradan.

 Benim burada ne işim var dostum?

 Bu işi komik bulmaya başlamıştım zaten.

 Bunu hissettiğimde çekip gitmeliydim.

 Ama hiç dinlemedim.

 Hep böyle oluyordu.

 Ot alırken yakalandım.

 Adama güvenmedim ama ona inanmak istedim.

 Çünkü yalan söylemiyorsa ve gerçek bir Tay çubuğuysa harikadır ama asla değil.

 Bir işle ilgili böyle duygulara kapıldığımda çekip gideceğimi söylerdim ama gitmedim.

 Lanet olası para yüzünden gitmedim.

 Olan oldu.

 Sakin olmalısın.

 Sakin misin?

 Tamam, sakinim.

 Yüzüne biraz su vur.

 Nefes al.

 Sakin ol, bir sigara iç.

 - Bıraktım.

 - Pekala.

 Neden, sende var mı?

 Al.

 Bende var.

 Sağ ol.

 Pekala, olanları düşünelim.

 Mekana gittik ve her şey yolundaydı.

 - Sonra alarm çalmaya başladı.

 - Evet.

 Döndüğümde bütün polisler dışarıdaydı.

 Haklısın.

 Göz açıp kapayıncaya kadar geldiler.

 Herkes çılgına döndü.

 Bay Sarışın ateş etmeye başladı.

 - Bu doğru değil.

 - Nesi yanlış?

 Polisler, alarm devreye girdikten sonra gelmediler.

 Bay Sarışın herkese ateş etmeye başlayana dek, polisler gelmedi.

 Alarmı duyduğum anda polisleri gördüm.

 Hayır, o kadar çabuk olmadı.

 Bay Sarışın çıldırmadan önce kendilerini göstermediler.

 Orada olmadıklarını söylemiyorum.

 Ama Bay Sarışın ateş edene dek harekete geçmediler.

 Bu yüzden tuzağa düşürüldüğümüzü biliyorum.

 - Haydi Bay Beyaz, bunu anlayabilirsin.

 - Şu Bay Beyaz saçmalığına son ver!

 Dur, dur.

 Bana lanet olası ismini söyleme.

 Bilmek istemiyorum.

 Tanrım, ben ismimi sana söylemeyeceğim.

 Haklısın.

 Bu kötü.

 Nasıl dışarı çıktın?

 Dışarı fırladım.

 Herkes ateş etmeye başlayınca kaçtım.

 Çekilin!

 Yoldan çekilin!

 Yoldan çekilin!

 Yoldan çekilin!

 Çekilin!

 Yoldan çekilin!

 Aman Tanrım!

 Senin sorunun ne dostum?

 - Seni aşağılık herif!

 - Canın cehenneme!

 Çekil!

 Yere yat!

 - Tanrım!

 - Arabadan in!

 Lanet olası arabadan in!

 Çekilin!

 Yoldan çekilin!

 Bir kaç polisi vurdum.

 Sen kimseyi öldürdün mü?

 Bir kaç polis.

 Başka insan öldürmedin mi?

 Sadece polisler.

 Dostum, Bay Sarışın'a inanabiliyor musun?

 Bu gördüğüm en çılgınca şeydi.

 Joe neden böyle bir adamı kiraladı ki?

 Ben kimseyi öldürmek istemem.

 Ama eğer o kapıdan çıkmam gerekiyorsa ve sen yolumda duruyorsan bir şekilde yolumdan çekilirsin.

 Ben de böyle düşünüyorum.

 On yıl hapis yatmakla, lanet olası aptal bir herifi öldürmek arasında bir seçim yapmak pek seçim yapmak sayılmaz.

 Ama deli de değilim.

 Joe ne düşünüyordu?

 Ben böyle bir adamla çalışamam.

 Bizi vurmadığı için çok şanslıyız.

 Onu öldürmeme şu kadar kalmıştı.

 Yani herkes panik yapar.

 Herkes.

 İşler kızıştığında panik yapmak, insanın doğasında vardır.

 İsminin ne olduğu önemli değil.

 Bunu engelleyemezsin.

 Lanet olsun dostum, içeride sen de panik yaptın.

 Sonra kendine bir kaç saniye verdin ve durumu kontrol altına aldın.

 Durumu hallettin.

 Yapmadığın şey insanları öldürmeye başlamak!

 Hayır, yapman gereken şey lanet olası bir profesyonel gibi davranmak.

 Bir psikopat, profesyonel olamaz.

 Ben bir psikopatla çalışamam.

 Bu hasta herfilerin ne yapacaklarını bilmiyorsun.

 Tanrım, sence o siyah kız kaç yaşındaydı?

 20 mi?

 - Belki 21.

 - Onun gibi bir şey.

 Diğerlerine ne olduğunu gördün mü?

 Ben ve Turuncu, Kahverengi'nin vurulduğu arabaya atladık.

 Sonrasında neler olduğunu bilmiyorum.

 O sırada herkes kendi başının çaresine bakıyordu.

 Bay Sarışın ve Bay Mavi'nin ilgilerini çekmesine rağmen arkama bakmadan koştum.

 Ne düşünüyorsun?

 Ne mi düşünüyorum?

 Polisler onları ya yakalamışlardır ya da öldürmüşlerdir.

 Kaçma şansları yok mu?

 Sen bir delik buldun.

 Evet ve bu bir mucizeydi.

 Eğer kaçmışlarsa, hangi cehennemdeler?

 - Elmasları alıp tüydüklerini düşünmüyorsun ?

 - Hayır.

 Mümkün değil.

 Neden?

 Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?

 Elmaslar bende.

 Aferin sana.

 - Neredeler?

 - Sakladım.

 Bak, eğer benimle gelmek istiyorsan hemen gidip onları alalım.

 Çünkü burada kalmak aptallık olur dostum.

 - Plan buydu.

 Burada buluşacaktık.

 - Öyleyse herkes hangi cehennemde?

 Plan falan kalmadı.

 Aramızda bir köstebek var.

 Sarışın ve Mavi'ye ne olduğunu bilmiyoruz.

 Ya ikisi de ölmüştür ya da tutuklanmışlardır.

 Belki de polis onları konuşturmanın bir yolunu bulmuştur.

 İsimlerimizi bilmiyorlar ama burayı biliyorlar.

 Yemin ederim ki uğursuzluk getiriyorum.

 Ne?

 Bundan iki işim öncesinde dört kişiyle çalışıyordum.

 Aramızdan birinin polis olduğunu öğrendik.

 Ciddi misin?

 Tanrı'ya şükür ki zamanında farkına vardık.

 İş de yattı tabii.

 Hepimiz bırakıp gittik.

 Bu sefer köstebek kim?

 Bay Mavi mi?

 Bay Kahverengi mi?

 Joe mu?

 Bütün bunları Joe hazırladı.

 Belki tuzağı da o hazırlamıştır.

 Hayır, mümkün değil.

 Joe ile ben uzun zamandır tanışıyoruz.

 Kesinlikle bu olanlarla bir ilgisi yoktur!

 Ben Joe'yu çocukluğumdan beri tanırım ve bununla bir ilgisi olmadığını söylemek saçma olur.

 Ben köstebek olmadığımı söyleyebilirim çünkü ne yapıp yapmadığımı biliyorum.

 Ama bunu diğerleri için söyleyemem çünkü emin değilim.

 Belki de köstebek sensin.

 Belki de lanet olası köstebek sensin!

 İşte şimdi kafanı kullanmaya başladın.

 Belki de köstebek odur.

 O çocuk lanet olası bir kurşun yüzünden ölmek üzere.

 Ona köstebek deme!

 Bak, ben haklıyım değil mi?

 Ortada lanet olası bir köstebek var.

 Bu zindanın klozeti nerede?

 İşemem gerekiyor.

 Koridordan aşağı inip sola dön, merdivenlerden çıkıp sağa dön.

 Bu arada Alabama nasıl?

 Aıabama mı?

 Bama'yı bir buçuk yıldır görmüyorum.

 İkinizin bir takım olduğunu sanıyordum.

 Kısa bir süre için öyleydik.

 Birlikte dört iş yaptık.

 Sonra ayrılmaya karar verdik.

 Neden?

 Kadın-erkek meselesi işte.

 Çok uzatırsan sinir bozar.

 Şimdi ne yapıyor?

 Frank McGarr'la çalışıyor.

 Birlikte bir kaç iş yapmışlar.

 Müthiş bir kadın ve çok iyi bir hırsız.

 BAY BEYAZ Şu telgrafı anlat bakalım.

 Beş kişilik bir iş.

 Elmas toptancısını soyacağız.

 Sonra taşları satabilecek misin?

 Taşları alan birini tanımıyorum.

 Sorun değil.

 Bunun için bekleyen adamlarımız var.

 Marcellus Spivey'e ne oldu?

 Taşlarını hep o almaz mıydı?

 Susanville'de 20 yıl hapis yatacak.

 20 yıl!

 Aman Tanrım.

 Neden?

 Kötü şans.

 Sanırım bunu tekrar söyleyebilirsin.

 - Plan nedir?

 - İki dakika sürecek.

 Ama zor bir- iki dakika olacak.

 Gündüz, iş saatleri ve kalabalık içinde.

 - Ama kalabalıkla baş edebilecek adamların var.

 - Kaç işçi var?

 Yaklaşık 20.

 Güvenlik oldukça zayıf.

 Genellikle kutularla uğraşıyorlar.

 Bilirsin işte, elmas kartellerinden aldıkları yontulmamış taşlarla uğraşıyorlar.

 Ama o gün İsrail'den çok iyi mal getiriyorlar.

 Ara istasyon gibi bir şey.

 Ertesi gün taşlar Vermont'a gönderilecek.

 Hayır, gönderilmeyecek.

 Bu işten payımız ne olacak baba?

 Oldukça fazla evlat.

 Oldukça fazla.

 Bak dostum, ne istersen yap.

 Ben gidiyorum.

 Bir kaç otelde kalacağım.

 Bir süre ortadan kaybolup Joe'yu arayacağım.

 Lanet olsun, öldü mü?

 Öldü mü?

 - Ölmedi.

 - Ne oldu öyleyse?

 Ödümü patlattın dostum.

 Öldüğünü sandım.

 Tıbbi yardım almazsa ölecek.

 Ne yapacağız?

 Onu hastaneye götüremeyiz.

 Tıbbi yardım almazsa geceyi çıkaramaz.

 Karnındaki kurşunun sorumlusu benim.

 Senin için anlamsız olabilir ama benim için çok önemli.

 Öncelikli yapılacak şeyler var.

 Burada kalmak aptallık olur.

 Gitmemiz gerek.

 Ne yapmamızı öneriyorsun?

 Otele mi gidelim?

 Burada karnından vurulmuş bir adam var.

 Yürüyemiyor ve kanaması da çok fazla.

 Ayağa kalktığında acıdan çığlık atıyor.

 Bir fikrin varsa söyle!

 Joe yardım edebilir.

 Joe'ya ulaşabilirsek ona bir doktor bulabilir.

 Onu gelip görmesi için bir doktor bulabilir.

 Joe'ya güvenebileceğimizi farz edelim.

 Peki ona nasıl ulaşacağız?

 Burada olması gerekiyordu.

 Burada olmaktan endişe duymamın nedeni de bu!

 Ona ulaşabilsek bile bizimle çok da mutlu olacağını sanmıyorum.

 Bir soygun planladı ve elini kana buladı.

 Polisleri, hırsızları ve sivilleri öldürdü.

 Tanrım, bu halimize üzüldüğünden bile kuşkuluyum.

 Onun yerinde olsaydım bu işten mümkün olduğunca uzak dururdum.

 Sen buraya gelmeden önce Bay Turuncu, onu hastaneye götürmemi istedi.

 Onu polislere teslim etme fikri hoşuma gitmiyor.

 Ama teslim etmezsek ölecek.

 Bunun için bana yalvardı.

 Öyleyse sanırım onu hastaneye götüreceğiz.

 İstediği buysa yapalım.

 Nasıl olsa hakkımızda hiçbir şey bilmiyor.

 Bu onun kararı.

 Benim hakkımda bir şeyler biliyor.

 Ne?

 Dur.

 Dur.

 Ona adını söylemedin değil mi?

 Ona adımı ve nereli olduğumu söyledim.

 Neden?

 Nereli olduğumu bir kaç gün önce söyledim.

 Çok doğal bir konuşmaydı.

 Ona ne diye adını söyledin ki?

 Sordu.

 Polsilerden kaçtı ve vuruldu.

 Vurulması benim hatamdı.

 Kan içindeydi.

 Çığlık atıyordu.

 Yemin ederim ki o an, orada öleceğini sandım.

 Onu rahatlatmaya çalışıyordum.

 Endişelenmemesini her şeyin yoluna gireceğini onunla ilgileneceğimi söylüyordum.

 O da bana ismimi sordu.

 Kollarımda ölüyordu.

 Ne yapmam gerekiyordu?

 Üzgün olduğumu ve bu bilgiyi veremeyeceğimi mi söyleseydim?

 Kurallara aykırı olduğunu mu söyleseydim?

 Ona yeterince güvenmediğimi mi söyleseydim?

 Belki de öyle yapmalıydım ama yapamadım!

 - Ben - Senin de Joe'nun da canı cehenneme!

 - Eminim çok hoş bir sahneydi.

 - Bana lütufta bulunma!

 Sana bir şey soracağım.

 Polis kayıtlarında nereli olduğun yazılı mı?

 - Evet!

 - Tamam öyleyse dostum.

 Tanrım, neden tartışıyoruz ki?

 Birincisi adını biliyor, ikincisi nasıl göründüğünü biliyor üçüncüsü nereli olduğunu biliyor, dördüncüsü uzmanlık alanını biliyor!

 Seni ele vermesi için ona bir yığın fotoğraf göstermek zorunda kalmayacaklar!

 Polisin işini kolaylaştırmak için ona başka neler söyledin?

 Anlamadıysan bir daha anlatayım.

 Onu hastaneye falan götürmüyoruz.

 Götürmezsek ölecek.

 Bunun için üzgünüm ama bazılarımız şanslı bazılarımız ise değil.

 Bana dokunma dostum!

 Benimle oyun mu oynayacaksın?

 Beni vuracak mısın pislik?

 Durma, vur!

 Canın cehenneme!

 Bütün bunlara ben neden olmadım ama başa çıkmaya çalışan benim!

 Acemi bir hırsız gibisin!

 Ben bir profesyonel gibi davranıyorum.

 Onu yakalarlarsa seni de yakalarlar.

 Seni yakalarlarsa bana daha yakın olurlar ve buna izin veremem.

 Bu benim hatam mı?

 Ona ismimi ve nereli olduğumu söyleyen ben değilim!

 Lanet olsun, 15 dakika önce neredeyse bana ismini söylüyordun!

 Senin yüzünden bu duruma düştük.

 Bir yerlere kötü bir bakış fırlatmak istiyorsan git ve aynaya fırlat.

 O kadar kaba olmayın.

 Birileri ağlamaya başlayacak.

 Bay Şarışın.

 Lanet olsun.

 Beni tekmeledin!

 Sana ne oldu?

 Öldüğünü sanıyordum.

 İyi misin?

 Mavi'ye olanları gördün mü?

 Sana ve Mavi'ye ne olduğunu bilmiyorduk.

 Biz de bunu merak ediyorduk.

 Bak, Kahverengi öldü.

 Turuncu da karnından vuruldu Yeter!

 Yeter!

 Konuşsan iyi olur pislik herif çünkü konuşmamız gereken şeyler var.

 Zaten çılgına döndük.

 Konuşup bir karar vermemiz gerekiyor.

 Pekala, konuşalım.

 - Bir köstebek olduğunu düşünüyoruz.

 - Eminim ki aramızda bir köstebek var.

 Böyle düşünmenizin sebebi nedir?

 Şaka mı yapıyorsun?

 Bak, buranın güvenli olmadığını düşünüyoruz.

 Burası güvenli değil, gidiyoruz.

 Sen de bizimle gelmelisin.

 Kimse bir yere gitmiyor.

 Canın cehenneme pislik!

 - Gidiyoruz.

 - Olduğun yerde kal Bay Beyaz.

 Canın cehenneme manyak herif!

 - Senin yüzünden başımız belada!

 - Bu adamın sorunu ne?

 Sorunum ne mi?

 Evet, lanet olası bir sorunum var!

 Çok büyük bir sorunum var!

 Neredeyse beni vuran kafayı yemiş adamlarla sorunum var!

 Sen neden söz ediyorsun?

 Kurşun yağmurundan söz ediyorum!

 Dükkandaki kurşun yağmuru, hatırladın mı?

 Canları cehenneme.

 Alarmı çalıştırdılar.

 Kurşunları hak ettiler.

 Neredeyse beni öldürüyordun!

 Aşağılık herif!

 Nasıl biri olduğunu bilseydim seninle çalışmayı asla kabul etmezdim.

 Bütün gün havlayacak mısın yoksa ısıracak mısın küçük köpekçik?

 Ne dedin sen?

 Üzgünüm kaçırdım.

 Tekrar eder misin?

 Bütün gün havlayacak mısın yoksa ısıracak mısın küçük köpekçik?

 Lanet olsun, sakin olun!

 Haydi!

 Burası oyun sahası mı?

 Aranızdaki tek profesyonel ben miyim?

 Lanet olası zenciler gibi davranıyorsunuz!

 Zenciler de tıpkı sizin gibi sürekli birbirlerini öldürmeye çalışırlar!

 - Onu öldürmek istediğini kendin söyledin!

 - Öyle mi söyledin?

 Evet söyledim.

 Tamam mı?

 Söyledim.

 Ama geçmişte kaldı.

 Şimdi bu adama tamamıyla güveniyorum.

 - Polislerle işbirliği yapmak için fazla çılgın!

 - Onun tarafına mı geçiyorsun?

 Hayır!

 Taraf falan yok!

 İşbirliği yapmamız gerekiyor!

 Birileri başımıza çorap örüyor ve kim olduğunu öğrenmeliyiz!

 Lanet olsun.

 Bakın, ben köstebek olamam.

 Eminim ki sen de olamazsın.

 Eminim sen de doğruyu söylüyorsun.

 Öyleyse köstebeğin kim olduğunu bulalım tamam mı?

 Bu gerçekten de çok heyecan vericiydi.

 Eminim büyük bir Lee Marvin hayranısındır değil mi?

 Evet, ben de.

 O adama bayılırım.

 Kalbim çok hızlı çarpıyor.

 Kalp krizi geçirmek üzereyim.

 Dışarıda size göstermek istediğim bir şey var çocuklar.

 Beni izleyin.

 Seni mi izleyelim?

 Nereye?

 Arabama.

 Gazozunun yanında patates kızartmalarını mı unuttun?

 Hayır, onları çoktan aldım.

 Görmek isteyeceğinizi düşündüğüm bir şey var.

 Büyük bir sürpriz.

 Beğeneceğinizden eminim.

 Haydi.

 Hala buradan gitmemiz gerekiyor.

 Hayır burada kalıp bekleyeceğiz.

 - Ne için?

 Polisleri mi bekleyeceğiz?

 - Hayır.

 Yakışıklı Eddie'yi.

 Yakışıklı Eddie mi?

 Costa Rica'ya giden bir uçakta olmadığını nereden biliyorsun?

 Çünkü onunla telefonda konuştum ve buraya gelmek üzere yola çıktığını söyledi.

 Eddie'yle mi konuştun?

 Bunu neden daha önce söylemedin?

 - Çünkü hiç sormadın.

 - Sormadım demek - Ne söyledi?

 - Burada kalmamızı.

 Bu arada size bir şey göstermeme izin verin.

 Aman Tanrım!

 Belki dostumuz bize köstebekle ilgili bir şeyler anlatabilir.

 İyi iş dostum.

 Bu hiç de kötü bir fikir değil.

 Haydi onu çıkaralım.

 Bay Sarışın.

 Sid, lütfen sakin olur musun?

 Seni uzun zamandır tanıyorum.

 Eminim borcunu ödeyeceksin.

 Bana bildiklerimi anlatma.

 Beni utandırma.

 Kötü bir kaç ay geçirdin demek.

 Herkes ne yapıyorsa onu yap.

 JP Morgan ya da Terzi Irving olması umrumda değil.

 Sen üstesinden gelirsin.

 - Vic Vega dışarıda.

 - Bekle.

 - Kim?

 - Vic Vega.

 İçeri girmesini söyle.

 - Gitmem gerek.

 - Gir.

 Dışarıda bir arkadaşım var.

 Çeneni kapalı tut.

 Seni ararım, endişelenme.

 Eve hoş geldin Vic.

 Özgürlük nasıl bir duygu?

 - Büyük bir değişim.

 - Acı gerçek de bu değil mi?

 Otur, ceketini çıkar.

 Keyfine bak.

 - İçki ister misin?

 - Evet.

 Küçük Rémy Martin?

 Elbette.

 Tahliye memurun kim?

 Seymour Scagnetti.

 Nasıl biri?

 Aşağılık herifin teki.

 Ona kalsa kesinlikle dışarı çıkamazdım.

 Beni şaşırtmaktan asla vaz geçmiyor.

 Lanet olası yaşlı bir kadının boğazını kesen bir zenciye Doris Day gibi bir tahliye memuru verilirken senin gibi birinin aldığı tahliye memuruna bak.

 Bilmeni isterim ki içerideyken bana gönderdiğin tüm paketleri beğendim.

 Ne yapmam gerekiyordu?

 Seni unutmam mı gerekiyordu?

 Benim için çok anlamlı olduğunu bilmeni isterim.

 Bu hiçbir şey değildi.

 Keşke daha fazlasını yapabilseydim.

 Sağ ol Joe.

 Vic Kürdan Vic.

 Bana bir hikaye anlat evlat.

 Planların nedir?

 Seni aşağılık herif.

 Orada oturduğunu gördüm ama inanmadım!

 - Ne haber Kürdan?

 - Selam Eddie.

 Bak, üzgünüm.

 Seni kendim almalıydım.

 Ama lanet olası çılgın bir hafta geçirdim.

 Sürekli meşguldüm.

 Biz de şimdi babanla bunu konuşuyorduk.

 Seni almam gerektiğini mi?

 Hayır, meşgul olduğunu.

 Kapıdan girdim ve bana şöyle dedi "Vic, buraya nihayet neler olduğunu bilen birileri geldi.

 Oğlum Eddie çok yoğun.

 İşi o yönetiyor.

 Yani onu severim ama her şeyi mahvediyor.

" Böyle dedin değil mi Joe?

 Ona kendin söyle.

 Eddie, bunu bu şekilde duymanı istemezdim ama Vic içeri girip işlerin nasıl gittiğini sordu.

 Dört yıldır hapishanede olan bir adama yalan söyleyemezsin.

 Çok doğru.

 Bu kadar saçmalık yeter!

 Ayrılın!

 Burası oyun sahası değil!

 Yerde yuvarlanmak istiyorsanız bunu benim değil, Eddie'nin ofisinde yapın.

 - Baba, bunu gördün mü?

 - Neyi?

 Beni yere yatırıp becermeye çalıştı!

 Bunu isterdin.

 Seni hasta herif.

 Babamın ofisinde beni becermeye çalıştın.

 Bak Vic, özel olarak yapmak istediğin her şeyi yapabilirsin ama beni becermeye çalışma.

 Sen benim tipim değilsin.

 Seni çok severim dostum ama sen benim tipim değilsin.

 Homoseksüel olsaydım bile, seninle bunu asla düşünmezdim.

 Hayır düşünmezdin.

 Beni kendine saklardın.

 Dört yıl boyunca gördüğün lanet olası kıçlardan sonra iyi bir kıçı asla kaçırmazsın.

 Seni halledebilirim iyi çocuk ama sen ancak köpeğimin fahişesi olabilirsin.

 Ne kadar üzücü değil mi baba?

 Hapishaneye beyaz bir adam olarak giriyor ve lanet olası bir zenci gibi çıkıyor.

 Bence bu zenci spermleri beynine ve oradan da ağzına kadar gelmiş durumda!

 Eddie, bir fahişe gibi konuşmaya devam edersen seni bir fahişe gibi döverim.

 Pekala, bu kadar saçmalık yeter!

 Sıkıldım!

 İkiniz de oturun!

 Eddie, sen buraya geldiğinde ciddi bir iş konuşuyorduk.

 Vic'in bir tahliye memuru sorunu var.

 Tahliye memurun kim?

 Seymour Scagnetti.

 Scagnetti.

 Lanet olsun.

 - Onun aşağılık bir herif olduğunu duymuştum.

 - Evet, öyle.

 Lanet olası bir işe girmezsem beni tekrar içeri sokacak.

 Bizimle çalışmak için döndün değil mi?

 Bunu istiyorum ama öncelikle o pisliğe düzgün bir iş bulduğumu ispatlamalıyım.

 Yoksa beni asla bırakmaz.

 Her gece saat 10'dan sonra sokağa çıkma yasağım varken sizin için çalışamam çocuklar.

 Bunu halledebiliriz değil mi Eddie?

 O kadar da kötü değil.

 Bak, sana pek çok yasal iş bulabiliriz.

 Sana Long Beach'teki rıhtımda bir iş bulabilirim.

 Hamallık yapmak istemiyorum Eddie.

 Vic, hamallık yapmayacaksın.

 Orada çalışmayacaksın bile.

 Ama orada çalışıyor gibi görüneceksin.

 Ustabaşı Matthews'ü arayacağım ve yeni bir işçisi olduğunu söyleyeceğim.

 Çalışma kartın olacak.

 Her gün giriş çıkışların karta işlenecek.

 Haftanın sonunda iyi bir haftalık alacaksın.

 Rıhtım işçileri iyi para kazanır.

 Böylece Scagnetti'nin "Parayı nereden buldun?

 " sorusuna maruz kalmadan düzgün bir eve taşınabilirsin.

 Sürpriz bir ziyaret yapmaya kalkarsa o gün seni Tustin'den mal alman için göndermiş olacağız.

 Eğer tekrar gelirse "Üzgünüm Seymour, şimdi çıktı.

 Onu buradan beş saat uzaklıktaki Taft'a gönderdik.

 Oradan alması gereken çok fazla mal var.

" diyeceğiz.

 İşinin çoğu farklı yerlerde geçecek.

 İşin güzelliği de bu.

 Her yerde farklı mekanlarımız var.

 Gördün mü Vic?

 Sana endişelenmemeni söylemiştim.

 - Vic endişelendi.

 - Yarın seni Long Beach'e götüreceğim.

 Matthews'la tanışırsın.

 Ona durumu anlatırım.

 Bu yaptıklarınız için size minnettar kalırım ama geri dönebildiğimde gerçek bir iş yapmak isterim.

 Bunu söylemek zor.

 Zaman değişti.

 - Artık işler - İşler biraz karıştı.

 Şimdi Vegas'taki büyük buluşma için hazırlanıyoruz.

 Bak Eddie, şimdilik sadece Long Beach'e yerleş.

 İşe gir, biraz para kazan ve lanet olası Scagnetti pisliğinden kurtul.

 Sonra konuşuruz, tamam mı?

 Baba, bir fikrim var.

 Beni dinleyin.

 Çocukları bu işlerde kullanmayı sevmediğini biliyorum ama Vic bize iyi şanstan başka bir şey getirmedi.

 Adamda şans var.

 Onunla yeniden çalışmak isterim.

 Bununla başa çıkabileceğini ve ona güvenebileceğini biliyorsun.

 Vic Beş kişiyle birlikte bir iş yapmaya ne dersin?

 Harika olur.

 K-Billy'nin "70'lerin Süper Şarkıları"ı devam ediyor.

 Eğer arayan on ikinci kişiyseniz bu gece "Büyük Baba Don Bodine"nin kamyonu Behemoth'un yer aldığı Carson Fuarı'ndaki "Canavar Kamyon Extravaganza" için iki bilet kazanacaksınız.

 Burayı rayan on ikinci talihli kazanacak.

 Dov, önemli bir durum var.

 Bildiğini biliyorum.

 Babamla konuşup neler yapılmasını istediğini öğrenmeliyim.

 Tek bildiğim Vic'in anlattıkları.

 Mekanın, kurşun festivaline döndüğünü söyledi.

 Bir polisi rehin alıp oradan uzaklaşmış.

 Ayağa kalk!

 Ayağa kalk!

 Sesim şaka yapıyor gibi mi geliyor?

 Bagajında bir polisle ortalıkta dolaşıyor!

 Kimin ne yaptığını bilmiyorum!

 Para kimde bilmiyorum, parayı alıp almadıklarını da bilmiyorum.

 Kim ölü, kim sağ bilmiyorum.

 Kimin yakalanıp yakalanmadığını da bilmiyorum.

 Öğreneceğim.

 Geldim sayılır.

 O adamlara babam hakkında ne söyleyeceğim?

 Pekala.

 Böyle söylediğinden emin misin?

 Tamam, öyle söylerim.

 Canın cehenneme!

 Lanet olası bir kahraman mı olmak istiyorsun?

 Kahraman olmak hoşuna mı gidiyor?

 Lanet olası bir kahraman olmak hoşuna mı gidiyor?

 Lanet olsun!

 Blöf yapmayı bıraksan iyi olur dostum.

 Duydun mu?

 Çünkü konuşacaksın.

 Ben hiçbir şey bilmiyorum!

 Biliyorsun, biliyorsun.

 Bana bak.

 Biliyorsun.

 Burada neler oluyor?

 - Bunu sen mi soruyorsun?

 - Yakışıklı, elimizde bir polis var.

 Lanet olsun, Turuncu öldü.

 Hayır ölmedi.

 Ama ilgilenmezsek ölecek.

 Tuzağa düşürüldük.

 Polisler bizi bekliyordu.

 Ne?

 Kimse kimseyi tuzağa düşürmedi!

 - Polisler bizi bekliyordu dostum!

 - Saçmalık.

 Canın cehenneme dostum.

 Sen orada değildin.

 Polisler orayı alt üst etti.

 Pekala Bay Dedektif.

 Madem bu kadar zekisin, söyle bakalım bunu kim yaptı?

 Neden birbirimize sorup duruyoruz sanıyorsun?

 Ne sonuca vardınız peki?

 Sizi tuzağa düşürenin ben olduğumu mu düşündünüz?

 Bilmiyorum ama bunu biri yaptı.

 Kimse yapmadı.

 - Siz pislikler, bir mücevher dükkanını - Bana pislik deme!

 Siz aptallar bir mücevher dükkanını Vahşi Batı şovuna çevirdiniz.

 Şimdi de polisin neden geldiğini soruyorsunuz?

 Joseph nerede?

 Bilmiyorum.

 Onunla konuşmadım.

 Dov'la konuştum.

 Babamın buraya geldiğini ve sinirden çılgına döndüğünü söyledi.

 Sinirden çılgına mı dönmüş?

 Sinirleneceğini söylemiştim.

 Joe ne dedi?

 Onunla konuşmadım dedim!

 Tek bildiğim çok sinirli olduğu!

 O ne olacak?

 Tanrım, izin verin de nefes alayım.

 Bir kaç sorum olacak.

 Ölen sen değilsin, o!

 Pekala "Bay Merhametli", birilerini ararım!

 Kimi?

 Lanet olası bir büyücüyü!

 Kimi olabilir?

 Tabii ki doktoru!

 Onu hemen iyileştirir.

 Kahverengi ve Mavi'ye ne oldu?

 Kahverengi öldü.

 Mavi'den haberimiz yok.

 Kahverengi öldü mü?

 Emin misin?

 Eminim.

 Gözlerimle gördüm.

 Başından vuruldu.

 Kimse Bay Mavi'ye ne olduğunu bilmiyor mu?

 Ya ölüdür ya da yaşıyordur.

 Ya polisler onu yakalamıştır ya da yakalamamıştır.

 Bahsettiğiniz adam bu mu?

 Onu neden dövüyorsunuz?

 Belki bize tuzağı kimin kurduğunu söyleyebilir.

 Onu dövmeye devam ederseniz Chicago yangınını çıkardığını da söyler!

 Ama bu doğru olduğu anlamına gelmez!

 Haydi millet, biraz kafanızı çalıştırın!

 Pekala, önceliklere bakalım.

 Taşlar kimde?

 Lütfen biri iyiliğim için iyi bir şeyler söylesin.

 Çanta bende.

 Çanta bende, tamam mı?

 Buranın bir polis karakolu olmadığından emin olana kadar sakladım.

 Aferin.

 Haydi gidip alalım.

 Ama öncelikle dışarıdaki arabalardan kurtulmamız gerekiyor.

 Dışarısı çalıntı araba pazarı gibi.

 Pekala Blondie, burada kal ve bu ikisine göz kulak ol.

 Beyaz ve Pembe, her biriniz birer araba alın.

 Sizi izleyeceğim.

 Arabalardan kurtulup taşları alın.

 Sizi izlerken, dostumuz için de bir doktor çağıracağım.

 Bu adamları onunla bırakamayız.

 - Neden?

 - Çünkü o psikopatın teki!

 Joe'nun kızdığını düşünüyorsun ama beni o pislikle aynı kefeye koyduğu için ona olan kızgınlığım onunkiyle karşılaştırılamaz bile.

 Nelere katlandığımı görüyor musun Eddie?

 Buraya gelip bu adamlara oldukları yerde kalmalarını söyledim.

 Bay Beyaz silahını çıkarıp suratıma doğrulttu.

 Bana pislik dedi ve kafamı hafaya uçuracağını söyledi ve vs, vs, vs.

 Ortalığın atış poligonuna dönmesi onun suçu.

 Sen neden sessiz kalıyorsun?

 Söyle ona!

 Dükkanda çılgına döndü ama şimdi iyi görünüyor.

 Aynen şöyle yaptı.

 Bam!

 Bam!

 Bam!

 Bam!

 Evet, bam, bam, bam, bam, bam.

 Onlara lanet olası alarma dokunmamalarını söyledim ama dokundular!

 Bunu yapmamış olsalardı hala hayatta olacaklardı.

 Kahramanım benim!

 Sağ ol.

 Yaptığın katliam için açıklaman bu mu?

 Ben alarmları sevmem Bay Beyaz.

 Polisle kimin kalacağının ne önemi var?

 Gitmesine izin veremeyiz.

 Hepimizi gördü.

 Ben hiçbirinizi görmedim.

 Kapa çeneni dostum!

 Onu bagajdan çıkarmamalıydınız.

 - Köstebeği bulmaya çalışıyorduk.

 - Köstebek falan yok!

 Şimdi beni dinleyin!

 Blondie, burada kalıp bu ikisine göz kulak ol!

 Beyaz ve Pembe, siz benimle gelin!

 Eğer Joe dışarıdaki arabaları görürse size kızdığı kadar bana da kızacak.

 İyi.

 Haydi gidelim.

 Sonunda yalnız kaldık!

 Biliyor musun Sanırım yanlış yere park ettim.

 Nerede kalmıştık?

 Size tuzaktan falan haberim olmadığını söyledim.

 Ekibe gireli sadece sekiz ay oldu.

 Bana hiçbir şey anlatmıyorlar.

 Kimse bana bir şey anlatmıyor.

 İstersen bana işkence yapabilirsin.

 İşkence yapmak Bu iyi bir fikir.

 Bu fikri beğendim.

 Evet.

 Patronun bile ortada bir tuzak olmadığını söyledi!

 Neyim?

 Patronun.

 Affedersin dostum.

 Bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum.

 Benim patronum yok.

 Kimse bana ne yapacağımı söyleyemez.

 Anladın mı?

 Söylediklerimi duydun mu aşağılık herif?

 Tamam, tamam, tamam.

 Patronun yok, tamam.

 Şu pisliğe bak.

 Bak, seni kandırmayacağım tamam mı?

 Neyi bilip neyi bilmediğin umurumda değil.

 Ama yine de sana işkence yapacağım.

 Ne olursa olsun.

 Hiçbir bilgi alamayacak da olsam bir polise işkence etmek bana çok eğlenceli geliyor.

 İstediğini söyleyebilirsin çünkü daha önce bunların hepsini duydum.

 Tek yapabileceğin hızlı bir ölüm için dua etmek.

 Ama bu olmayacak.

 Tanrım.

 K-Billy'nin "70'lerin Süper Şarkıları"nı hiç dinledin mi?

 En sevdiğim programdır.

 Joe Egan ve Gerry Rafferty "Tekerlek hırsızları" adlı bir düet yaptılar.

 Bu parçayı bestelediklerinde Nisan 1974'te K-Billy's in "70'lerin Süper Şarkıları"nın beş numarasına yerleşmişlerdi.

 Kımıldama!

 Kımıldama lanet olası!

 Sen de benim kadar eğlendin mi?

 Neler oluyor?

 Bunu duydun mu?

 Olduğun yerde kal.

 Ben hemen dönerim.

 Hayır!

 Yapma!

 Dur!

 Yapma!

 Dur!

 - Ne?

 Ne oldu?

 - Bunu yapma!

 - Lütfen yapma!

 - Biraz yanacak.

 Dur!

 Dur!

 Lütfen dur.

 Yapma, dur.

 Konuş benimle.

 Yapma!

 Lütfen.

 Yapma!

 Lütfen beni yakma!

 Sana yalvarıyorum.

 Sizin hakkınızda hiçbir şey bilmiyorum!

 Ağzımı bile açmayacağım!

 Lütfen yapma!

 - Bitti mi?

 - Dur!

 Bitti mi?

 Lütfen.

 Küçük bir çocuğum var.

 Lütfen.

 - Bitti mi?

 - Yapma!

 Yapma!

 Biraz ateşlen bostan korkuluğu.

 Lanet olsun!

 Lanet olsun!

 Adın ne?

 Marvin.

 Marvin ne?

 Marvin Nash.

 Beni dinle Marvin.

 Ben Beni dinle Marvin Nash, ben bir polisim.

 Evet, biliyorum.

 Biliyor musun?

 Evet.

 Adın Freddy bir şey.

 Newendyke.

 Freddy Newendyke.

 Frankie Ferchetti bizi yaklaşık beş ay önce tanıştırmıştı.

 Hatırlamıyorum.

 Ben hatırlıyorum.

 Lanet olsun.

 Freddy?

 Freddy.

 Freddy.

 Nasıl görünüyorum?

 Ne?

 Ne?

 Ne söyleyeceğimi bilmiyorum Marvin.

 Pislik!

 Hasta herif!

 Lanet olası aşağılık herif!

 Marvin, dayanman gerek.

 Yan binadaki polisler harekete geçmek için bekliyorlar.

 Ne için bekliyorlar?

 O aşağılık herif suratımı parçaladı ve kulağımı kesti!

 Beni tanınmayacak hale soktu!

 Canın cehenneme!

 Canın cehenneme!

 Ben burada ölüyorum!

 Ölüyorum!

 Joe Cabot gelene kadar harekete geçmeyecekler.

 Ben onu yakalamak içeri sızdım.

 Tamam mı?

 İşte duydun.

 Yolda olduğunu söylediler.

 Şimdi saçmalamayı bırak Marvin.

 Joe Cabot şu kapıdan içeri girinceye kadar burada can çekişeceğiz.

 Bay Turuncu.

 İçeri girmiş birine merhaba de.

 Cabot büyük bir iş yapıyor ve tahmin et, takımına kimi istiyor?

 Umarım bu da Freddy'nin şakalarından biri değildir.

 Şaka değil.

 Girdim.

 Adamın peşindeyim.

 Yakışıklı Eddie, Joe'nun benimle buluşmak istediğini söyledi.

 Sadece evde oturup telefon beklememi söyledi.

 Üç gün telefon başında bekledikten sonra nihayet dün gece aradı.

 Joe'nun hazır olduğunu ve on beş dakika içinde beni alacağını söyledi.

 Seni kim aldı?

 Yakışıklı.

 Bir bara gidip - Hangi bar?

 - Gardena'daki "Smokey Pete"nin yeri.

 Orada Joe ve Bay Beyaz'la buluştum.

 Sahte isimler kullanıyorlar.

 Benimki de Bay Turuncu.

 - Bay Turuncu mu?

 - Bay Turuncu.

 Pekala Bay Turuncu Bu pisliği daha önce gördün mü?

 - Kimi?

 Bay Beyaz'ı mı?

 Evet, Bay Turuncu, Bay Beyaz'ı.

 Hayır, hiç tanıdık gelmedi.

 O, Cabot'ın adamlarından biri değil.

 Şehir dışından olmalı.

 - Joe onu çok iyi tanıyor.

 - Nereden anladın?

 Konuşmalarından çok iyi dost oldukları anlaşılıyordu.

 - İkiniz konuştunuz mu?

 - Kim?

 Ben ve Joe mu?

 Bay Beyaz.

 - Biraz.

 - Ne hakkında konuştunuz?

 - Brewers hakkında.

 - Milwaukee Brewers mı?

 Evet.

 Bir önceki gece kazanmışlar.

 Onları öldürmüş.

 Güzel, adam Brewers taraftarıysa Wisconsinlı olmalı.

 Ve bahse girerim ki bu Bay Beyaz'ın Milwaukee'de kaydı vardır.

 Senden, adı silahlı soygunlara karışmış Milwaukeelı tüm adamların listesini istiyorum.

 - İyi iş.

 - Sağ ol dostum.

 Long Beach Mike'ın referansı nasıldı?

 Mükemmel.

 Çok işime yaradı.

 Onlara Long Beach Mike'la poker oynadığımı söyledim.

 Yakışıklı onu aradığında iyi olduğumu söyledi.

 İyi bir hırsız olduğumu ve ötmeyeceğimi söyledi.

 Harekete geçmeye hazırdım.

 O iyi biri.

 O olmasa içlerine sızamazdım.

 Hayır.

 Hayır, hayır, hayır, hayır.

 Long Beach Mike senin arkadaşın değil değil dostum.

 Long Beach Mike bir yem.

 Arkadaşlarını satıyor.

 İyi bir adam nasıl böyle bir şey yapar ki?

 Ben onun icabına bakarım dostum.

 Sen onu unut ve işi halletmeye bak, tamam mı?

 Tamamdır.

 Tuvalet hikayesini mi kullandın?

 - Tuvalet hikayesi de ne?

 - Bir sahne.

 Onu ezberle.

 Bir ne?

 Sivil bir polis, Marlon Brando gibi olmalıdır.

 Bu işi yapmak için harika bir oyuncu olmalısın.

 Doğal olmalısın.

 Çok doğal olmalısın.

 Çünkü iyi bir oyuncu değilsen kötü bir oyuncusundur ve kötü oyuncuların bu işte yeri yoktur.

 Bu ne?

 Uyuşturucu işiyle ilgili eğlenceli bir hikaye.

 Ne?

 İşi yaparken başına gelecek komik şeyler dostum!

 Lanet olsun!

 Bütün bunları ezberlemem mi gerekiyor?

 - Burada dört sayfadan fazlası var!

 - Şaka gibi düşün.

 Önemli olanları ezberle.

 Gerisini uydurursun, tamam mı?

 - Şaka yapabilirsin değil mi?

 - Hayır.

 Kendini Don Rickles yerine koy ve şaka yap.

 Önemli olan bütün detayları hatırlaman.

 Hikayeyi satan da detaylar olacak.

 Bu hikaye bir adamın odasında geçiyor.

 Bu yüzden adamın odasıyla ilgili bütün detayları bilmen gerek.

 Tuvalet kağıtları ya da el kurutma makinaları olup olmadığını bilmelisin.

 Tuvalet kapısı olup olmadığını bilmelisin dostum.

 Sıvı sabunları olup olmadığını ya da lisede kullandıkları şu pembe pudradan olup olmadığını bilmek zorundasın.

 Sıcak suları olup olmadığını, kokup kokmadığını oda parfümü kullanıp kullanmadıkları bilmelisin.

 Tuvaletle ilgili her detayı bilmelisin.

 Yapman gereken bütün detayları alıp ezberlemek.

 Bunu yaparken, bu hikayenin seninle ilgili olduğunu ve olayları nasıl algıladığını da unutma.

 Bunu yapmanın tek yolu sürekli, sürekli, sürekli, sürekli tekrarlamak kardeşim.

 1986'da Los Angeles'ta marihuana kıtlığı vardı.

 O sıralar çok da güvenilir olmayan bir bağlantım vardı.

 Santa Cruz'daki hipi bir kızla bağlantı kurdum ve tüm dostlarım bunu biliyordu.

 Beni arayıp "Merhaba Freddy" Dostum mal alıyor musun?

 Bana da biraz alır mısın?

 " derlerdi.

 İçtiğimi biliyorlardı ve kendim için alırken onlar için de almamı istiyorlardı.

 Ama ama ama Her ot alışımda dört ya da beş kişiye birden alıyordum.

 Sonunda "Lanet olsun!

 Bu fahişe sayemde zengin olacak!

" dedim.

 O, alanların yüzünü bile görmüyordu.

 Bütün işi ben yapıyordum.

 Sonra işler çığırından çıktı.

 İnsanlar sürekli beni arıyorlardı.

 Telefonlar yüzünden oturup bir film bile izleyemez hale geldim.

 "Bir daha ne zaman mal alıyorsun?

" Lanet olası!

 The Lost Boys'u izlemeye çalışıyorum.

 "Aldığımda sana haber veririm!

" Sonra bu beyni bulanmış tipler, evime gelmeye başladılar.

 Onlar hala benim dostlarım tabii.

 Bütün mallar 60 Dolar'lık paketlerdeydi.

 Onlar ise 60 değil, 10 Dolar'lık istiyorlardı.

 Paketleri bölmek kolay değildi.

 10 Dolar'lık paketin ne kadar olacağını bile bilmiyordum.

 Bu çok garip bir durum.

 86'daki kıtlığı hatırlıyor musunuz?

 Kimsede mal yoktu.

 İnsanlar aylarca pipolarındaki artıkları içti.

 Bu piliçte çok mal vardı ve satmam için bana yalvarıyordu.

 Ona, artık satıcılık yapmayacağımı ama çok yakın dostlarıma biraz satabileceğimi söyledim.

 Ona hafta sonu yardım edersem karın% %10'unu ve ayrıca kendim için de mal vereceğini söyledi.

 O hafta sonu bir kutu mal satacaktı ama tek başına gitmek istemiyordu.

 Genellikle ağabeyiyle birlikte giderdi ama onu içeri tıkmışlardı.

 Hangi suçtan?

 Trafik cezasını ödemediği için.

 Yolunu kesip üzerinde faturaları buldular ve onu götürdüler.

 Bütün o otla tek başına ortalıkta dolaşmak istemiyordu.

 Bunu yapmak istemiyordum.

 İçimde kötü bir his vardı ama bana yalvarıp durdu.

 Sonunda sıkılıp evet dedim.

 Adamı almak için tren istasyonuna gittik.

 Üzerinizde otla istasyona satıcıyı almaya mı gittiniz?

 Adamın acilen ihtiyacı vardı.

 Nedenini sorma.

 Her neyse, tren istasyonuna gidip adamı beklemeye başladık.

 Otu şu küçük el çantalarından birinde taşıyordum.

 Tuvalete gitmem gerekti.

 Ona tuvalete gittiğimi ve hemen döneceğimi söyledim.

 Tuvalete giderken bir de kimi göreyim?

 Dört Los Angeles şerifi ve bir de Alman köpeği.

 - Seni mi bekliyorlardı?

 - Hayır, sadece konuşuyorlardı.

 İçeri girdiğimde hepsi konuşmayı bırakıp bana baktılar.

 Çok zor dostum.

 Gerçekten de çok zor bir durum.

 Alman köpeği havlamaya başladı.

 Bana havlıyordu.

 Bana havladığı çok açıktı.

 Her bir sinir ucum, tüm duygularım, damarlarımdaki tüm kan oradan uzaklaşmam için bana haykırıyordu.

 Bir anda panikledim.

 Şok olmuştum.

 Panik halinde orada kalakalmıştım.

 Şerifler bana bakıyordu ve kesinlikle biliyorlardı.

 Köpek kadar onlar da kokusunu alıyordu.

 Üzerimdeki kokuyu almışlardı.

 Kapa çeneni!

 Sonra silahımı çıkarıp adama doğrulttum ve "Olduğun yerde kal!

" dedim.

 Aptal herif suratıma baktı ve kafasıyla onaylayarak "Biliyorum, biliyorum.

" dedi.

 Bu sırada sağ elini torpido gözüne doğru götürüyordu.

 Ona bağırdım.

 "Aşağılık herif, hemen kafanı havaya uçuracağım!

 Ellerini havaya kaldır!

" dedim.

 Hala suratıma bakıp kafa sallıyordu.

 "Biliyorum dostum, biliyorum.

" dedi.

 Bu arada eli hala torpido gözüne doğru gidiyordu.

 Ben de dedim ki; "Dostum, ellerini hemen kaldırmazsan suratına ateş edeceğim!

" Sonra adamın seksi kız arkadaşı gelip "Chuck!

 Chuck!

 Ne yapıyorsun?

" Diye bağırmaya başladı.

 "Polisin dediğini yap!

 Ellerini havaya kaldır!

" dedi.

 Sonra hiçbir şey olmamış gibi vazgeçip ellerini havaya kaldırdı.

 - Elini neden torpidou gözüne uzatıyordu ki?

 - Ruhsatını almak için.

 Dalga geçiyorsun!

 Hayır!

 Aptal adam, kafasını uçurmama ne kadar az kaldığının farkında değildi.

 Bu kadar kalmıştı dostum.

 Aptal herif bu civarda dolaşıyor.

 Bu durumun üstesinden nasıl geleceğini biliyordun.

 Altına işeyip, dalış yapar ve yüzersin.

 Bana Cabot'dan bahset.

 Bilemiyorum.

 Soğukkanlı biri.

 Bilemiyorum, komik biri.

 Komik bir adam.

 Mükemmel dörtlüyü hatırlıyor musun?

 Evet, görünmez fahişe, alev ve pislik.

 Yaratık.

 Lanet olası herif aynen yaratığa benziyor.

 - Evet?

 - Gösteri zamanı!

 Ceketini kap.

 Dışarıda bekliyorum.

 Hemen iniyorum.

 Hemen iniyor.

 Sakın korkma.

 Bilmiyorlar.

 Hiçbir şey bilmiyorlar.

 Yaralanmayacaksın.

 Sen bir polissin.

 Söylediğin her kelimeye inanıyorlar çünkü çok soğukkanlısın.

 Bizimki gidiyor.

 Gizli bir ajan olmak için kafayı yemiş olmak gerek.

 - Bunlardan ister misin?

 - Evet, bana ayı pençesini ver.

 Neden söz ettiğimi biliyorum.

 Siyah kadınlar, beyaz kadınlar gibi değildirler.

 Aralarında küçük bir fark vardır.

 Çok komik.

 Ne demek istediğimi biliyorsun.

 Beyaz fahişelerin katlandıkları şeye, siyah fahişeler bir dakika bile katlanamazlar.

 Bir sınırları vardır ve sen o sınırı geçersen canına okurlar.

 Bu konuda Pembe'ye katılıyorum.

 Buna şahit oldum.

 Pekala "Bay Uzman", eğer bu doğruysa neden tanıdığım her zenci, karısına bir pislik gibi davranıyor?

 Eminim ki halkın önünde kıçlarını açan o zenciler evde, karılarının yanında kuzu gibi oluyorlar.

 - Onlar değil.

 - Evet, onlar da öyle.

 Size bir hikaye anlatacağım.

 Baba'nın kulüplerinden birinde, Eıois isminde siyah bir kokteyl garsonu var.

 - Elois mi?

 - Evet, Elois.

 E-Lois.

 Ona Bayan E diyoruz.

 Nereliydi?

 Comptonlı mı?

 Ladera Heightslı.

 Ladera Heights.

 Siyahların Beverly Hills'i.

 Hayır, siyahların Beverly Hills'i değil.

 Siyahların Palos Verdes'i.

 Her neyse, Bayan E, çok büyüleyici bir kadındı.

 Onu gören her erkek büyüleniyordu.

 Kime benziyordu biliyor musunuz?

 Christie Love'a benziyordu.

 Christie Love'ı hatırlıyor musunuz?

 Siyah bir kadın polisti ve her zaman "Tutuklusun şekerim.

" derdi.

 Christie Love'ı kim oynuyordu?

 - Pam Grier.

 - Hayır, Pam Grier değildi.

 Pam Grier diğeriydi.

 Pam Grier filmi yaptı.

 Christie Love, Pam Grier'sız, bir Pam Grier televizyon gösterisi gibiydi.

 - Öyleyse Christie Love kimdi?

 - Nereden bileyim?

 Harika.

 Beni çok aydınlattın.

 Kim olduğu önemli değil.

 Tıpkı Elois'a benziyordu.

 Anne Francis.

 Hayır.

 O Honey West'ti.

 - Anne Francis beyaz.

 - Kapa çeneni.

 Burada bir hikaye anlatmaya çalışıyorum.

 Tıpkı Eıois'a benziyordu.

 Her neyse, bir gece kulübe girdim ve içeride barmen Carlos vardı.

 Eşcinseldi.

 Benim bir arkadaşımdı.

 Onai "Carlos, Bayan E bu gece nerede?

" Diye sordum.

 Bayan E, pisliğin tekiyle evlenmişti.

 Adam gerçek bir hayvandı.

 Ona bir şeyler yapmıştı.

 Ne gibi şeyler?

 Ne yapmış olabilir ki?

 Onu dövdü mü?

 Ne yaptığını bilmiyorum.

 Sadece bir şeyler yaptı, tamam mı?

 Her neyse, bir gece adama bütün yaptıklarını ödetmiş.

 Adamın iyice sarhoş olmasını beklemiş.

 Adam kanepede uyuyakalınca onu sessizce soyup, penisine tutkal sürmüş ve adamın karnına yapıştırmış!

 - Olamaz!

 - Aman Tanrım!

 Ciddiyim dostum.

 Çok ciddiyim.

 Bıçakla ayırması için doktor çağırmak zorunda kalmışlar!

 Utancından yerin dibine girmemiş mi?

 Amuda kalkarak işemek zorunda kalsaydın, nasıl hissederdin?

 Şakalaşıp eğlenmeyi çok seviyorsunuz değil mi?

 Liseli kızlar gibi kıkırdıyorsunuz.

 Size bir fıkra anlatayım.

 5 adam, San Quentin'de hapishanede, oraya nasıl geldiklerini düşünüyorlar.

 "Nerede hata yaptık?

 Ne yapmalıydık?

 Neyi yapmadık?

 Senin hatan, benim hatam, onun hatası.

" Şeklinde konuşuyorlar.

 Sonunda birinin aklına bir fikir geliyor.

 "Durun bir dakika bu işi planlarken tek yaptığımız, oturup şakalaşmak oldu.

" Mesaj alındı mı?

 Dostlarım, size kızmak istemem.

 Bu iş bittiğinde ve başarılı olacağımıza inandığımda Hawai Adaları'na gideriz ve hep birlikte gülüp eğleniriz.

 Orada benim farklı bir karakterimi görürsünüz.

 Ama şu an, bir işin ortasındayız.

 Eddie ve ben hariç herkes bu işte takma isim kullanacak.

 Ne olursa olsun, hiçbirinizin birbirinize gerçek isimlerinizle hitap etmesini istemiyorum.

 Ve kimsenin, kimliği hakkında konuşmasını istemiyorum.

 Buna; nereli olduğunuz, karınızın ismi, nerede zaman geçirdiğiniz ve Petersburg'da hangi bankayı soyduğunuz da dahil.

 Eğer konuşmak zorunda kalırsanız sadece yapacağınız şeyi konuşun.

 Bu, işi kolaylaştırır.

 İşte isimleriniz.

 Bay Kahverengi.

 Bay Beyaz.

 Bay Sarışın.

 Bay Mavi.

 Bay Turuncu.

 - Ve Bay Pembe.

 - Neden ben Bay Pembe oluyorum?

 Çünkü sen bir homosun!

 - Neden renklerimizi kendimiz seçemiyoruz?

 - Olmaz.

 Olmaz.

 Bunu daha önce denedim, işe yaramıyor.

 Sonuçta herkes Bay Siyah olmak için dövüşmeye başladı.

 Hiçbiri birbirini tanımadığı için kimse birbirine yardım etmek istemedi.

 Olmaz.

 Ben seçiyorum ve sen Bay Pembe'sin.

 Bay Sarı olmadığına şükret.

 Evet ama Bay Kahverengi, Bay Pislik'e çok yakın.

 Bay Pembe, Bay Kedi gibi duruyor.

 Ya Bay Mor?

 Bu kulağa hoş geliyor.

 Ben Bay Mor olurum.

 Sen Bay Mor değilsin.

 Başka bir işte başka biri Bay Mor'u kullanıyor.

 Sen Bay Pembe'sin!

 İsminin ne olduğu kimin umrunda?

 Senin için söylemesi kolay.

 Sen Bay Beyaz'sın.

 İsmin kulağa çok hoş geliyor.

 Bay Pembe olmak senin için sorun değilse değiştirmek ister misin?

 Kimse ismini değiştirmiyor.

 Bu lanet olası bir şehir konsey toplantısı değil!

 Şimdi, beni dinle Bay Pembe.

 Bu işte iki seçeneğin var.

 Ya varsın ua da yoksun.

 Ne diyorsun Bay Pembe?

 Tanrım, Joe.

 Unut gitsin.

 Sadece bana yakışmadı.

 Tamam, ben Bay Pembe'yim, haydi devam edelim.

 Canım ne zaman isterse o zaman devam ederim.

 Hepiniz anladınız mı?

 Beni o kadar kızdırıyorsunuz ki güçlükle konuşabiliyorum.

 Haydi işe koyulalım.

 Tekrar edelim.

 Sen nerede olacaksın?

 Dışarıda kapıyı gözetleyeceğim.

 Kimsenin girip çıkmasına izin vermeyeceğim.

 - Bay Kahverengi?

 - Bay Kahverengi arabada bekleyecek.

 Yolun karşısında park edecek.

 İşaret verdiğimde ön tarafa gelecek.

 Bay Sarışın ve Bay Mavi?

 Kalabalık kontrolü.

 Müşteri ve çalışanlarla ilgilenecekler.

 - Şu kızın poposu?

 - Kucağımda oturacak.

 Ben ve Bay Pembe?

 Siz, müdürü arkaya götürüp, ondan elmasları alacaksınız.

 O taşlar için orada olacağız.

 Vitrinleri kırmayacağımız için de alarmlar çalmayacak.

 İki dakika içinde çıkacağız.

 Bir saniye bile fazla kalmayacağız.

 Ya müdür, elmasları size vermezse?

 Konu böyle bir dükkan olduğunda, kapana kısılırlar.

 Sana karşı direnemezler.

 Kendini Charles Bronson sanan bir müşteri ya da çalışanla karşılaşırsan silahınla burnunu dağıt.

 Bu onları yere düşürür ve herkes havaya sıçrar.

 O da burnundan kanlar fışkırarak ve bağırarak yere düşer.

 Bu herkesi çıldırtır.

 Sonra kimse tek bir laf edemez.

 O sırada seninle konuşmaya çalışan bir fahişe olabilir.

 Ona, onun da burnunu dağıtacakmışsın gibi bir bakış fırlat.

 Çenesini kapadığını göreceksin.

 Müdürler daha farklıdır.

 Müdürler seni aldatmayı daha iyi bilirler.

 Böyle bir şey olursa muhtemelen kendini kovboy sanacaktır.

 Onu iki parçaya ayırman gerekir.

 Öğrenmek istediğin bir şeyi söylemezse parmaklarından birini kes.

 Küçük olanı kes ve sıradakinin baş parmağı olduğunu söyle.

 Bu aşamadan sonra sana kadın iç çamaşırı giydiğini bile söyleyecektir.

 Ben acıktım.

 Gidip taco yiyelim.

 Haydi!

 Lanet olsun!

 Tanrım!

 Kör oldum dostum.

 - Kör oldum.

 - Kör olmadın.

 Sadece gözlerine kan girdi.

 Öldü mü?

 Öldü mü, ölmedi mi?

 Gidelim.

 Dur!

 Dur!

 Arabadan in!

 Üzgünüm!

 Üzgünüm Larry!

 Beni vurduğuna inanamıyorum!

 Bu kimin aklına gelirdi?

 Şu saçmalığı hemen kes!

 Yaralandın.

 Çok kötü yaralandın ama ölmüyorsun!

 Bu kanlar beni çok korkutuyor Larry.

 Öleceğim, biliyorum!

 Ne oldu?

 Polisin yüzünü dağıttı, kulağını kesti ve onu canlı canlı yakacaktı.

 Ne?

 Duymadım.

 Dedim ki Sarışın çıldırdı.

 Polisin yüzünü dağıttı, kulağını kesti ve onu canlı canlı yakacaktı.

 Bu polisin mi?

 Bu şekilde mi çılgına döndü?

 Daha mı iyiydi, daha mı kötüydü?

 Eddie, ortalığı ateşe verecekti.

 Polisi ve beni öldürecekti.

 Buraya girdiğinizde sizi de öldürüp elmasları alıp kaçacaktı.

 Ben sana ne söyledim?

 O hasta herif, psikopatın teki!

 Polisi öldürmeseydin ona sorabilirdin.

 Onu parçalarken, yapacaklarından söz ediyordu.

 Buna inanmıyorum.

 Bu çok saçma.

 Bana çok anlamlı geliyor.

 Sen orada değildin Eddie.

 Nasıl davrandığını görmedin.

 Biz gördük.

 Kulağını kestiği doğru.

 Konuşmama izin verin çünkü bunun artık kafamda netleşmesini istiyorum.

 Bay Sarışın'ın seni ve biz geri döndüğümüzde bizi de öldürüp, elmasları alıp kaçacağını mı söylüyorsun?

 Doğru söyledim değil mi?

 Bize söylediğim bu, değil mi?

 Annemin ruhu üstüne yemin ederim ki böyle oldu.

 Az önce öldürdüğün adam hapisten yeni çıkmıştı.

 Çalıntı mallarla dolu bir depoda yakalanmıştı.

 Çıkıp gidebilirdi.

 Tek yapması gereken babamın ismini vermekti ama çenesini kapalı tuttu.

 Erkekliğini gösterip, cezasına razı oldu.

 Bizim için dört yılını hapiste geçirdi.

 Bay Turuncu, bana babam için dört yıl hapiste yatan ona tüm yaptıklarına rağmen, bizi dört yıl boyunca yarı yolda bırakmayan ve hapisten yeni çıkmış olan dostumun bizi dolandırmaya kalkacak kadar aşağılık olabileceğini mi söylüyorsun?

 Neden bana gerçekten neler olduğunu anlatmıyorsun?

 Ne için?

 Daha fazla saçmalamış olur.

 Bu adam bizi tuzağa düşürdü.

 Baba, üzgünüm ama neler olduğunu bilmiyorum.

 Sorun değil Eddie.

 Ben biliyorum.

 Sen neden söz ediyorsun?

 Bu pislik LAPD ile çalışıyor!

 Joe neden söz ettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok!

 Joe, Joe bildiğini sandığın şey yanlış!

 Adım gibi eminim.

 Joe, bu konuda bana güven.

 Hata yapıyorsun.

 O iyi biri.

 Kızgın oluşunu anlıyorum.

 Hepimiz şaşırdık ama yanlış şeyin peşindesin.

 Ben bu adamı tanıyorum.

 O öyle bir şey yapmaz.

 Hiçbir şey bilmiyorsun!

 Polislere haber verdi ve Bay Kahverengi'yle Bay Mavi'yi öldürttü!

 - Bay Mavi öldü mü?

 - Dillinger kadar ölü.

 Bütün bunları nereden biliyorsun?

 Yüzde yüz güvenmediğim tek adam oydu.

 % % % 100 emin olmamama rağmen onu bu işe verdiğim için kafayı yemiş olmalıyım.

 - Kanıtın bu mu?

 - İç güdülerin olduğunda kanıta ihtiyacın yoktur.

 Daha önce bunu görmezden geldim ama artık öyle yapmayacağım.

 Sen aklını mı kaçırdın?

 Korkunç bir hata yapıyorsun.

 Bunu yapmana izin vermeyeceğim.

 Haydi çocuklar, kimse böyle olmasını istemiyor!

 Profesyonelce davranmamız gerekiyor!

 Larry bak, seninle uzun zamandır çalışıyoruz.

 Buna gerek yok dostum.

 Haydi silahlarımızı indirelim ve konuşmayı deneyelim.

 Joe, o adamı öldürürsen sıradaki sen olursun.

 O adamı öldürürsen sıradaki sen olursun Larry, biz arkadaşız ve babama saygı duyuyorsun.

 Ben de sana saygı duyuyorum ama kurşunlarımı kalbine boşaltırım.

 O lanet olası silahı hemen indir!

 Canın cehenneme Joe.

 Beni bunu yapmaya zorlama.

 Larry, silahını babama doğrultmayı bırak!

 Üzgünüm evlat.

 Görünüşe bakılırsa bir süre burada bekleyeceğiz.

 Ben polisim Larry.

 Üzgünüm.

 Çok üzgünüm.

 Ben polisim.

 Üzgünüm, üzgünüm Larry.

 Çok üzgünüm.

 Çok Olduğun yerde kal!

 Silahını at dostum!

 - Hemen!

 - Silahını indir!

 - Yapma!

 - Silahını at dostum!

 - Yapma!

 - Lanet olası silahı at!

 Yoksa seni vururuz!

||

Ro. Go. Pa. G. (VV. DD. , 1963)

25500||6868478||Kendilerini dünyanın sonunun eğlenceli başlangıcını anlatmakla sınırlandırmış dört yazardan dört hikaye.

 Modern insan çoğunlukla açıklanamaz bir ızdırabın altında ezilir, günlük problemlerle kendi bilinçsiz aklının önerdiği kurtarıcının yardımıyla yüzleşmeye çalışır.

 Bu kurtarıcı onu zamanında koruyan ve besleyen anne rahminden başka birşey değildir.

 Kişiliğini kaybeden bu insan için aşk bile, koruyucu rahmi bulma yolunda acıklı bir arayıştır.

 İnişe geçiyoruz.

 Bayanlar ve baylar, Bangkok, Don Muang havaalanına iniyoruz.

 Ne harika bir pagoda!

 (Pagoda: Budist tapınağı) Yarın fotoğraflarını çekmeliyim.

 Zamanın olacak, aşağı yukarı iki aylığına Sidney ve Tokyo arasında olacağız.

 Ah, sen miydin?

 Hala hazır değil misin?

 Şehirde bir tur atacağız.

 Gelip bizimle bir tur at.

 Hayır, burada kalıp erkek arkadaşıma mektup yazmalıyım.

 Daha sonra yaz.

 Bizimle gel.

 Eğleniriz.

 - Burada kalmayı tercih ederim.

 - Nasıl istersen.

 Bana bir iyilik yapar mısın?

 - Biraz film çeker misin?

 - Nasıl çekiliyor?

 Oldukça kolay, buradan bak.

 Bunu gördün mü?

 Buraya bas.

 Beni çekebiliyor musun?

 Bu kadar yeter mi?

 Hayır, biraz daha lütfen.

 Bu kadar yeter.

 Teşekkürler.

 Neyi, kimi görürsem herşeyin görüntüsünü çekerim.

 Şimdi de sen, pencerenin yanına geç.

 Nasıl göründüğüne bakayım.

 Bekle bir dakika.

 Tanıştığım herkesin fotoğrafını çekerim.

 Bu şekilde, ben uzaktayken sevgilim hayatımı görebiliyor.

 - Ya benim çektiklerim?

 - Bunu ona göndereceğim.

 - Ya o?

 - Neredeyse her gün bana yazıyor.

 - O da kendisi hakkında filmler gönderiyor mu?

 - Evet, onu görmek ister misin?

 İşte o.

 - Biraz daha zayıflaması gerektiğini düşünmüyor musun?

- Onu şişman mı buluyorsun?

 Onu seviyorum.

 Çok yakışıklı.

 Fena değil, ama biraz iri.

 Onu görmeme izin ver!

 Hayır, istemiyorum.

 Ona her şeyi anlatıyor musun?

 - Ne iş yapıyor?

 - O bir avukat.

 Babası bir yargıç.

 Birbirleriyle geçinemedikleri için devlet işini tercih etmedi.

 - Güneyli mi?

 - Evet, Kalabriyalı.

 Bu Caputi ve Fambri olmalı, aşağı geldiğimi söyle.

 Tokyo için kalkış anonsu.

 Yolcuların uçağa binmeleri rica olunur.

 Bayanlar ve baylar.

 Belirttiğimiz gibi, 9800 metre yükseklikte uçuyoruz.

 Basınçlandırma sistemi çökerse önünüzdeki bölme otomatik olarak açılır.

 Ve oksijen maskesini ayırdığınıza, burası bağlı kalır, düzenli nefes almak için yüzünüze bastırın.

 Oksijen sağlanırken, sigara içmeyin.

 Teşekkür ederim.

 Hayır, teşekkürler.

 Başka bir şey ister misiniz?

 Susadım.

 Ne istersiniz?

 - Hayır, pek sanmıyorum.

 - Farklı bir şey mi?

 - İyi fikir.

 - Portakal suyu?

 Hayır, ne istediğimi biliyorum, bira.

 - Rheingold birası.

 - Evet, bira.

 Bir bira.

 - Nedir o?

 - Bira.

 Ben, bir Rheingold birası istedim, Rheingold birasını biliyor musun?

 Haklısınız, özür dilerim.

 Hemen değiştiririm.

 Şu yolcu Rheingold istiyor.

 Bizde var mı?

 Hayır.

 Boşver, ben idare ederim.

 Üzgünüm ama Rheingold'umuz yok, Buyurun şarap listemiz.

 Bana, buzsuz, biraz su ile duble viski ver.

 Emniyet kemerleri - İniyor muyuz?

 - Hayır, bir rüzgar var.

 Senin gibi bir kızın Rheingold birasını bilmemesi garip.

 İçki içmem.

 - Rheingold'u bilmesi gereken bir tipsin.

 - Neden ?

 Açıklayım.

 Biz, ABD'de her yıl, evlenmek isteyen her delikanlı ve annesi ideal kızı Rheingold biraya göre seçeriz.

 Bugünün kahramanı kayak yapabilen, yüzebilen, gezip tozabilen ama aynı zamanda evde duran kişidir.

 Karmaşık yemekleri değil, hamburger ve sosisli sandviç yapmayı becerendir.

 Araba sürebilen ve belki de araba yıkamaya yardım edebilendir.

 - İlginç.

 - Senin gibi biri Rheingold için ideal olurdu.

 Ben araba yıkamam.

 Biraz şampanya ister misiniz?

 Kendimi toplamak için bir şeye ihtiyacım var, neden biliyor musun?

 Bu Doğu felsefesi seni deli ediyor.

 Bu insanları anlayıp, temsil ettiğim televizyonu düzenlemek için deli gibi bu ülkelerde dolaşıyorum.

 Buradaki milyonlarca insanın kültürel standartları yok, burası az gelişmiş bir dünya.

 Televizyon yararlı olabilirdi, ama geri kalmışlar, geleneklerine göre yaşıyorlar.

 Onları anlamıyorum.

 Programlarımızı biliyor musun?

 Hangisini tercih edersin?

 Hatırlamıyorum, ben çalışıyorum The Perry Como Show, I Love Lucy, Perry Mason?

 - Hepsi de muhteşem!

 - Evet, harikalar, afedersiniz.

 Bayanlar ve baylar, Bangkok Don Muang havaalanına iniyoruz.

 Lütfen motorlar durdurulana kadar yerinizden kalkmayın.

 Teşekkürler.

 Biraz daha ver.

 Ben tamam diyene kadar.

 Bunlar kim?

 Alitalia personeli.

 Onları duymuşsunuzdur.

 Burada mı kalıyorlar?

 Evet.

 Ayda bir rota değiştirirler.

 Teşekkürler.

 - Ben yatmaya gidiyorum.

 - Bekle, biz de geliyoruz.

 Çılgın, ben buyum.

 Büyük çılgın bir aptal.

 Kahrolası bir aptal!

 Balık yakalamak için kancaya yem takmalısın.

 Altı kural var: başkalarının sorunlarına ilgi duy Ben bunu yapmadım.

 Gülümse.

 Gülümsemedim.

 PBir erkek veya kadın için kendi adını duymaktan daha tatlısı yoktur.

 Ona adının ne olduğunu sormadım.

 Dinlemeyi öğren, başkalarının kendileri hakkında konuşmasına izin ver.

 Ben her zaman kendimden bahsettim.

 Muhatabınla etkileşime geçmeyi öğren.

 Ne söylediğimi anlamadı.

 Önemli olduklarına inandırmak için başkalarına yardım et.

 Yaptım mı?

 Sanırım yaptım.

 Ama işe yaramadı.

 Şimdi bizi nereye getirdin?

 Yüzen pazar demiştin.

 - Biraz daha kımıldayamam.

 - Biraz açılın.

 Tanrım kokuya bak!

 Ne yapıyorsunuz?

 Geliyor musunuz, gelmiyor musunuz?

 Bak, yorgunuz, geri dönüyoruz.

 Seni bir daha göremeyeceğim diye korkuyordum.

 Bu şeyi çok iyi kullanıyorsun.

 Çok zor değil.

 Belki de senin için kolay, Rheingold kızı her şeyi yapar.

 Her zaman yanlış yapıyorum.

 Netliğimi mi kaybediyorum?

 Hayır, ama seninkine bir bakayım.

 Harika bir kamera, çok parlak lensleri var.

 Ne filmi kullanıyorsun?

 - Benimkiyle aynı.

 - Bana neler oluyor?

 Bilmiyorum.

 İşte.

 Bakalım İşte, oraya bak.

 - Böyle mi?

 - Bakalım.

 Öyle değil, bu ışıkta 16.

 diyafram gerekir.

 İşte bu kadar.

 Şimdi dene.

 Dene, görüntüle İşte şu deve bak.

 Dikkat et.

 Sonsuzluk optiğini ayarla.

 Bekle bir dakika!

 Bu arada, adın ne?

 Anna Maria Güzel bir isim.

 Geç oldu.

 Gitmeliyim.

 Hoşçakal.

 Otele mi gidiyorsun?

 Hangisi?

 Ne tesadüf!

 Ben de oradayım.

 Seni götüreyim.

 Hayır, arkadaşlarım burada bekliyor, teşekkürler, hoşçakal.

 - Çekebilir miyim?

 - Eğer istiyorsan Gerçekten gitmeliyim, geç oldu.

 Garson, bir bira daha.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Yatmaya.

 - Biraz daha kal.

 - Bira sipariş etmemiş miydin?

 Önemli değil.

 Benden ne istiyorsun?

 - Tüm kadınlar aynıdır, Marianna.

 - Yeni mi öğrendin?

 Her neyse, benim adım Annamaria.

 Umurumda değil.

 İkisi de aynı.

 Hayır, lütfen beni affet.

 Ne yapıyorsun?

 Belki çok fazla içtim, beni affedecek misin?

 Evet, ama o zaman gitmeme izin vermelisin.

 Önce beni affettiğini söyle.

 Tamam.

 Seni affediyorum.

 Eğer affedildiysem, neden gidiyorsun?

 Çünkü yorgunum, uykum var ve uyumak istiyorum.

 O zaman eşarbını bana bırak.

 Al!

 Seni sevdiğimi anlamıyor musun?

 Ne dediğini bilmiyorsun, lütfen beni rahat bırak.

 Sana aşığım Maria Bırak beni!

 Lütfen rahat bırak beni!

 Bırak beni!

 Kalkmaya çalış, hadi.

 Uslu dur, sakin ol.

 Sessiz ol, herkesi uyandıracaksın.

 Hadi, uslu ol.

 Kalkmayı dene, hadi.

 İşte böyle, aferin.

 Sana yardım edeyim.

 Yüzünü yıkamalısın.

 İşte böyle, iyi çocuk Uslu dur Uslu dur Ceketini çıkar.

 İşte böyle Ellerimi bırak Tamam, seni affediyorum, ama sakin ol.

 Yarın görüşürüz, git yat.

 Bunu yarın konuşuruz, uslu bir çocuk olmaya devam et.

 Ne yapıyorsun?

 Kalk hadi.

 Yardımına ihtiyacım var.

 Kendimi çok kötü hissediyorum.

 Bana yardım et.

 Gürültü yapma, herkesi uyandıracaksın.

 Tamam, sana yardım edeceğim, sakin ol.

 Sana yardım edeceğim.

 - Nasıl hissediyorsun?

 Daha iyi mi?

 - Çok daha iyi.

 İşte böyle, sabit dur.

 Burada kalacağım, uyumayı dene.

 Dinlen biraz.

 Gitmeyeceğim, burada kalacağım.

 Şunun yüzüne bak!

 Ne yapıyorsun?

 Bırak bakayım, yoksa anlayamam.

 Şimdi git.

 Haydi, çabuk.

 Kokuşmuş domuz!

 İşte, bitti.

 Bu şey nasıl durdurulur?

 Bitti!

 Carlo!

 - Gel.

 - Onu gördün mü?

 - Tekrar görmek ister misin?

 - Hayır, bu kadar yeter.

 Bu Amerikalının bir psikopat olduğunu hemen fark ettim.

 Ben ona "pis fikirli" derdim.

 Psikopatların çeşitli türleri vardır, sen kendi kendinesin.

 Bu Joe ise Domuz!

 Hayır, Joe'dan bahsediyorum.

 Bitirmeme izin verir misin?

 Anladığım kadarıyla, bu Joe isimleri karman çorman etmiş, belirgin değil.

 Az ama kesin bir belirti var.

 Sonra eşarp var, adam tipik bir fetişist.

 Sonra; arabası, bir omzunun diğerinden daha düşük olması, davranışları, Rheingold kızı, ağlaması, şiddeti.

 Kısacası, tanı kesin Oidipus Kompleksi olan bir psikopat.

 - Bir seks manyağı mı?

 - Evet, orijinalini elde etmek - yerine film izlemeyi tercih ediyor.

 - Muhtemelen tam şu anda.

 Doğal olarak, sarhoş olup ağlayacak, hiç şüphesiz kendi tekniği var.

 - Onu öpebilir!

 - Yoksa onu ellerimle bile boğarım.

 Amerika ve İngiltere tuhaf manyaklarla dolu.

 Hatta aramızda bile varlar!

 Arkadaşları onu korumaya almak zorunda.

 - Yoksa - Ama hayır!

 Asla böyle bir şey yapmaz!

 Böyle bir şey yapmak yerine ölmeyi tercih eder.

 Ne yapacağım ben?

 - Bir şey yapabilir misin?

 - Sanırım evet.

 Hala zamanımız var - Ahlaki mi?

 - Tabii ki ahlaki!

 Bana bir şans verirsen, anlatacağım.

 Şimdi; o, Amerikalı utangaçlığı, temizliği, dürüstlüğü, anaçlığı yüzünden Annamaria'ya aşık olmuş Açıkçası, hosteslik işi buna kesinlikle katkıda bulunmuş.

 Şefkat, koruyucu güvenlik.

 - Büyükelçiden yardım isteyebiliriz.

 - Neden B.

M'ye başvurmayalım?

!

 Burada; Annamaria görünüşünü değiştirip, saç şeklini ve saç rengini değiştirirse, ve kıvrımlarını gösteren sıkı elbiseler giyerse, anladın mı?

 Vücuduyla gösteriş yapmak mı?

 Asla!

 - Ama kesinlikle, bu çok önemli.

 - Yani!

 Zavallı kız, çok çekingen, çok nazik her şeyden önce seninle olması bir suç değil Ama iffetli görünümünü, fiyakalı anaçlığını kaybederse - O zaman onu terk ederim!

 - Joe korkup toz olacaktır.

 Sence adamı Annamaria'nın saflığı mı çekti?

 Evet, tıpkı senin gibi!

 Annamaria!

 Ne yaptın sen?

 Hep aynı yüzden bıkmıştım, hepsi bu!

 - Daha iyi görünüyorsun!

 - Çok güzel görünüyorsun, gerçekten.

 Söyle, saklanıp ne yapıyorsun?

 Bir dakika.

 Kız kayışı koparmış.

 Kalabriyalı nişanlısı onu, böyle görünce ne olacak?

 Nasılsın, Joe?

 Bir sigara alabilir miyim?

 Bu gün hava sıcak, değil mi?

 Bir içki ister misin?

 Dansa ne dersin?

 - Ne yaptın?

 - Sana sonra söylerim.

 Yanımda kal lütfen.

 Ben bir aptalım.

 Sen de bir fahişesin.

 Bu absürd hikaye; belki de çoktan başlamış olan, absürd ve öngörülemez olan atom çağının sonuçlarını anlatmaktadır.

 Bunlar kimsenin farkına varmadan anladığı etkilerdir.

 Korkunç galeyanlar insanları sinsice dönüştürüp birdenbire bizi de kirletmiş olabilir.

 Kaçınılmaz olarak bizi yok edecek, küçük değişiklikler olacak.

 Şehir değişmedi, ama Alessandra değişti.

 Ve ben bunu henüz bilmiyordum.

 Korku dolu bir yıl olmuştu, insanlar korkuya dair en yoğun duyguları yaşadılar.

 Yeryüzünde bir adım yok.

 Karada ve denizde, beklenmedik, harika ve sıradışı pek çok olay yaşandı.

 Ama ikinci kez düşününce şehir değişmişti.

 Ve ben bunu fark etmemiştim.

 Değişikliği fark etmem tabii ki zaman alacaktı.

 Ama basitlik ve mantık hala önemli bir şeyse, gerçekleri basit ve mantıklı bir sırayla anlatalım.

 Alessandra'yı deliler gibi sevdim.

 Onunla birkaç ay önce tanışmıştım.

 Bu tanışmadan sonra, tutkum ölümcül oldu.

 Bütün tatlılığına rağmen, Alessandra bir süre bana karşı koydu.

 Nihayet, Kasım sonunda bir akşam, dondurucu soğuk bir rüzgar vardı, o akşam sakin bir sesle, Alessandra beni sevdiğini itiraf etti.

 Günlerdir gözümü kırpmamıştım.

 O akşam, iki gün süren derin bir uykuya daldım.

 PARİS'İN 120,000 METRE ÜZERİNDE BÜYÜK BİR ATOMİK PATLAMA Bu kötü haberden sonra, korku ve panik içinde Alessandra'ya telefon ettim.

 Ama o sakindi ve on beş dakika içinde buluşmaya karar verdik.

 Bütün sabah onu bekledim.

 Ona tekrar telefon ettim, ama o havuza gitmişti.

 Yavaş yavaş kıskanç biri oldum, aklımın nasıl durduğunu açıkçası şimdi anlıyorum.

 Bunun tüm dünyanın sonu olduğunu anlamış olmam gerekirdi.

 Sessizce eve gittik.

 Akşam yemeğini hazırlarken sakin görünüyordu.

 Bir şey onu değiştirmişti.

 Ama ayrılmadan önce beni gerçekten sevmemesinin, nedenini bilmek isterdim.

 Sence bu normal görünüyor mu?

 İstersen biraz Coca Cola var.

 Neden gelmediğini bana söylemeyecek misin?

 Gelmedim mi?

 Hayır, gelmedin.

 Gerçekten, Alessandra, neler oluyor, anlamıyorum.

 Neler oluyor?

 Ben, sana soruyorum.

 Sana, anlamıyorum diyorum.

 Bir şey söyleyebilirsin.

 İstersen biraz Coca Cola var.

 Neden gelmediğini bana söylemeyecek misin?

 Sana, havuza gittiğimi söylemiştim.

 Ama söylemedin.

 Bilmiyordum.

 Neyi bilmiyordun?

 Randevuyu mu havuzu mu?

 Neyi bilmiyordum?

 Ben de bunu söylüyorum.

 Evet, sen de bunu söylüyorsun.

 Neler oluyor?

 Çıldırdın mı?

 Canını acıtmak istemedim.

 Canımı acıttın.

 Artık beni neden sevmiyorsun?

 Seni eskiden seviyordum.

 Havuz başındaki adam kimdi?

 Kollarımdan tutan mı?

 Tanımıyorum, onu daha önce hiç görmedim.

 Yarın sabah meşgul müsün?

 Hayır, işim yok.

 O zaman burada kalır mısın?

 Kesinlikle.

 Neden "kesinlikle"?

 Başka birisi "elbette" der.

 Elbette mi?

 Bu ne anlama geliyor?

 Açık, mantıklı.

 Mantıklı?

 Bu ne anlama geliyor?

 Ya sen Benim için eski aşkını hissediyor musun?

 Evet.

 Alessandra yine benimle oldu, yakın ve çekici.

 Benim için önemli olan da buydu.

 Ve bu yüzden her şeyi sonraki gün açıklamaya karar verdim.

 Bu yüzden Alessandra'nın mahmurluğundan yararlanarak bazı meseleleri düzenlemek için erkenden dışarı çıktım ve geri dönüp yanına uzandım.

 Ve bu şehrin nasıl değiştiğini fark ettim.

 Ama Alessandra'yı ne değiştirmişti, patlamaya ne neden olmuştu, ne kadar zarar meydana gelmişti, tam olarak fark etmemiştim.

 Şehre, caddelere, kafelere garip bir şey dokunmuştu.

 İnsanlar gizemli bir histeri tarafından ele geçirilmişti.

 Büyük miktarda ilaç tüketmeleri kesinlikle zararlı olmuştu.

 Her şey aynı kalmış gibi görünüyor olsa bile karanlık ve korkunç bir hastalığın yavaş yavaş insan aklını bozduğu o kadar belliydi ki.

 Sevdiğim kişide, her ahlaki anlam aniden gitmişti, ya da daha kötüsü, son insanda var olan özgürlük duygusu yok olmuştu.

 Kalkalı çok oldu mu?

 Kesinlikle.

 - Yapman gereken bir şey var mı?

 - Evet, dışarı çıkmam gerek.

 Dün gece yok demiştin ATOMİK PATLAMADAN SONRA TEHLİKE YOK Nereye gidiyorsun?

 Havuza mı?

 Hayır, bugün gitmiyorum.

 Birlikte öğle yemeği yiyelim mi?

 Ne arıyorsun?

 Rujumu.

 Gelecek misin?

 Bilmiyorum.

 Ama önceden evet demiştin.

 Ne yapacaksın?

 Elisabetta'yı görmem lazım.

 Sana inanmıyorum.

 Onu ara, anlarsın.

 Merhaba Elisabetta, bir dakika, Alessandra burada.

 Operada mı?

 Belki, tamam.

 Daha sonra birlikte yemek yiyebilir miyiz?

 Ne?

 O gelecek ama geleceğini bile bilmiyor mu?

 Hoşçakal, görüşürüz.

 Evet eski aşkım.

 Ve şimdi iyi bir haber.

 Her şey, hiçbir şeyin değişmediğini umut etmemize yol açıyor.

 Bilgi bir sonraki bültenimizde verilecektir.

 Yeni bir Dünya kuruldu.

 Ve bir mucize beni kurtardı.

 Ama korkunç mekaniklikten mantığın ölümüyle kirlenmiş olabilirim.

 Bu yüzden bu deftere bu sözleri yazdım.

 Bir gün, özgürlüğün dünyasının sonunu merak edenler bunları okumuş olacaklar.

 Lanet olsun.

 Ateşin mi var?

 Stracci, işin bitti.

 Evet, elbette.

 Dün gece dışarıda yattım.

 Beni çöpçü uyandırdı.

 O zaman yemek yemiyor musun?

 Yemiyor muyum?

 Evet.

 Öğle yemeğini saklasan iyi olur, yoksa ben de yerim.

 Ne dedin sen?

 Bu bana karın ve çocuklarının yemeğe gelişini hatırlattı.

 Kim bilir, aziz bana yardımcı olur.

 Bu gün burada seçeneğin bol.

 Tüm bu azizlerle etraf müze gibi.

 Azizler ile ilgili yanlış bir şey mi var?

 Beslemek için köpeği Tanrı'dan çalan, Aziz Sly var.

 Nasıl yiyor baksana: havyar, biftek Azizler, Son Akşam Yemeği'nin hepsini yediniz mi?

 Ben yoksul ve aç bir adamım.

 Hiç birşey bırakmadınız mı?

 Hepsini yediniz mi?

 Kapa çeneni, yoksa seni aforoz ederim.

 Taç.

 Taç!

 Herkes yerlerine!

 Hazırız!

 Kayıt!

 Bunu değil!

 Sen, haçın dibinde doğranmış insanlardan daha kötüsün!

 Vergi tahsildarları!

 Kafirler!

 Scarlatti kaydı!

 Kamera!

 2050, çekim bir.

 Oyun!

 Hadi, suflör.

 İşini yap.

 Üzgün ruh.

 Şaşkın annenin oğlu.

 Umutsuz annenin oğlu.

 Şehit oğul.

 İffetli, gül pembe oğul.

 Eşsiz oğul.

 Hayır, Valentina!

 O surat ne öyle?

 Bu, bir Fransız Komedisi değil!

 Oyun!

 Üzgün ruh.

 Şaşkın annenin oğlu.

 Şaşkın annenin oğlu.

 Şehit oğul.

 Defol oradan, zenci!

 Sonia, İsa'nın ayaklarının altında olduğunu unutma!

 Köpeğin hakkında düşünmeyi bırak!

 Kamera!

 2,050, çekim üç.

 Oyun!

 Suflör, uyan!

 Üzgün ruh Yarım akıllı!

 Şimdi her şeye yeniden başlamak zorunda kalacağız!

 Sonia, lütfen dışarı çık.

 Tekrar başlamalıyız.

 - Kamera.

 - 2,050, çekim dört.

 Oyun!

 Amorosi, burnunu çekmeyi bırak ve pozisyonunu al!

 Giovanni, biraz öğle yemeği getirdin mi?

 İşte burada.

 Silip süpürün.

 - Peki ya sen?

 - Ben mi?

 Her zamanki gibi şanssızım.

 Ne yapabilirsin ki?

 Keyfini çıkarın.

 Sağol, Giovanni.

 Bu akşam görüşürüz.

 - Nereye gidiyorsun?

 - İşim var.

 Fazladan bir iş bulacağım.

 - Sen nereye gidiyorsun?

 - Benim de işim var.

 Her şey çoktan bitti mi?

 Ne iştah ama!

 Terracina'ya gitmek istiyorum Ve ovada öğle yemeği yemek istiyorum.

 Tüm bir ineği ve yünlü bir koyunu yerim.

 Babam gibi görünüyorsun.

 Aptal.

 Hey, seni piç!

 O benim yemeğim.

 Seni lanet olası!

 Yemeğimi bırak, yoksa boğarım seni, seni pis hırsız!

 Piç!

 Bunun hoş bir şey olduğunu mu sanıyorsun?

 Bir yıldıza ait olduğun için benden daha iyi olduğunu mu düşünüyorsun?

 Bir şey söyleyebilir miyim?

 Afedersiniz.

 Rahatsız etmiyorum umarım.

 Ben bir gazeteciyim.

 Devam et.

 Küçük bir röportaj yapmak istiyorum.

 - Dört sorudan fazla yok.

 - Teşekkürler.

 Önce: Bu yeni çalışma ile neyi ifade etmek istiyorsunuz?

 Benim samimi, derin, kadim Katolikliğimi.

 İtalyan toplumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 En cahil kitle ve Avrupa'daki en cahil burjuvazi.

 Ya ölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

 Bir Marksist olarak, hiç dikkate almıyorum.

 Dördüncü ve son soru: Büyük yönetmenimiz Federico Fellini için ne düşünüyorsunuz?

 Dans ediyor.

 Dans ediyor.

 Teşekkür ederim, tebrikler ve hoşçakalın.

 "Ben geçmişten gelen bir gücüm " Bu bir şiir.

 İlk bölümde şair, artık hiç kimsenin anlamadığı bazı tarihi ve antik kalıntıları ve herkesin anladığı o bazı iğrenç modern binaları açıklıyor.

 Sonra şöyle sürdürüyor: "Ben geçmişten gelen bir gücüm Gelenek benim tek aşkım.

 Kardeşlerimizin yaşadığı Alplerin eteklerinden, Appeninos'taki unutulmuş köylerden, kalıntılardan, kiliselerden, sunak parçalarından geliyorum.

 Tuscolana Yolu'nu bir deli gibi, Appian Yolu'nu sahipsiz bir köpek gibi yürüyorum.

 Sabahları Roma üzerindeki, Ciociaria üzerindeki Dünya üzerindeki, alacakaranlığı seyrediyorum, eski çağın ilk eylemleri gibi, gömülü çağın en yüksek ucundan, ayrıcalığın doğumuna şahitlik ediyorum.

 Ucube, ölü bir kadının bağırsaklarından doğmuş bir adamdır.

 Ve ben, yetişkin cenin, herhangi bir modernden daha modern, kardeşlerini arayan kimse yok artık.

" Bir şey anladın mı?

 Tabii, bir sürü.

 Tuscolana Yolu'na yürüyorsunuz Sana söylediklerimi yaz.

 Ortalama bir adam olduğun için hiçbir şey anlamadın, değil mi?

 Şey, evet.

 Ama ortalama bir adamın ne olduğunu da bilmiyorsun.

 O bir canavar.

 Tehlikeli bir suçlu.

 Düzen adamı, sömürgeci, ırkçı, köle tüccarı, bir bayağılık!

 Kötü bir kalbin mi var?

 Hayır, Tanrı'ya şükür.

 Çok kötü, çünkü burada düşüp ölseydin, film için iyi bir tanıtım olurdu.

 Zaten sen yoksun.

 Sermaye, sadece üretime hizmet ettiği sürece emeğin varlığını kabul eder.

 Ve benim filmimin yapımcısı, aynı zamanda senin de gazetenin sahibidir.

 Hoşçakal.

 - Çiçekleri toplayıp ne yapıyorsunuz?

 - Yapacak başka bir şey yok.

 Yapacak başka bir şey yok.

 - Ya siz ne bekliyorsunuz?

 - Bizim işimiz bu.

 İşiniz.

 Ne hoş köpek.

 Cinsi ne?

 Cinsi ne?

 Pomeranya mı?

 Çok sevimli.

 Adı ne?

 Piç.

 Çok sevimli.

 Konuşabilseydi, mükemmel olurdu.

 Onu sevdin mi?

 Çok!

 - Bir anlaşmaya var mısın?

 - Ne tür bir anlaşma?

 Onu sana satarım.

 Üzerimde çok fazla yok.

 Çek kabul eder misin?

 Bana bin liret ver, ödeşmiş oluruz.

 Bin liretim var.

 İşte.

 Peynirci!

 Elindekilerin hepsini alıyorum!

 Pişmanlık duyan hırsız!

 Onu çarmıha gerin!

 Buradayım.

 Hadi, köleler.

 Beni çarmıha gerin!

 Tanrım, çok fazla yedim.

 Midem patlamak üzere.

 Tıka basa doydum!

 Sen yemek yedin mi, Stracci?

 Bu ne biçim bir soru?

 Yemedim.

 İşte, Stracci, bir lokma al.

 Susadın mı?

 Bir içki ister misin?

 Natalina!

 Bir dakika buraya gel.

 Ne istiyorsun?

 Yaygara yapma.

 Gel buraya.

 Dinle, bize bir iyilik yap.

 - Bizim için striptiz yap.

 - Delisin sen!

 Bizim için değil, Stracci için.

 - Kaybedecek neyin var?

 - Hayır.

 Sana para öderiz.

 Hadi.

 Geliyorum, bekle!

 Bize bir melodi ver.

 - Korkma, hadi!

 - Hayır.

 - Bu oldukça hızlı.

 - Hayır.

 Hadi!

 Daha canlı!

 Müzisyen, enstrümanını yutma!

 Defol, dişi şeytan!

 - Doğunun çiçeği!

 - Ali Baba'nın metresi!

 Soyun!

 Haçları yukarı taşıyın.

 Şu haçlarla çabuk olun!

 Bu sabah sümüklü böcekler gibisiniz!

 Bize bir kırbaç lazım!

 Çalışın!

 Hadi, çalışın!

 Kaydı başlatın lütfen.

 Benimle gel.

 Ettore, sen bir meleksin!

 Ne yapıyorsun?

 Deneyebilirim, değil mi?

 Neden kanatlarını açıp uçmayı denemiyorsun?

 Striptiz yapması gereken kişi o.

 Ne sahnesi kuruyorsunuz?

 Dinle, canım, benim sahnemi çek yoksa devam etmiyorum.

 Adalet adalettir.

 Haklısın.

 Unutmuşum.

 Diğer sahneyi yapın.

 Onları çarmıha gerilmiş bırakın.

 Sakin ol!

 Açım.

 Küfretmeye başlayacağım.

 Açım.

 Küfretmeye başlayacağım.

 Küfret ve yemek yemene izin vereyim.

 Sen iyi bir İsa'sın.

 Şikayet etmeye hakkım var mı sanıyorsun?

 Keyfin bilir, ama seni Cennetin Krallığı'na almayacağım.

 Ben Yeryüzünün Krallığı'na razıyım.

 Özellikle şu an senin partin iktidarda olduğundan böyle.

 Sanki seninki daha mı iyi?

 Hepsi aynı.

 Seni anlamıyorum.

 Her zaman açsın, yine de seni aç bırakanlarla kalıyorsun.

 Bir kaçı birini çağırıyor, diğerleri bir başkasını.

 Benim çağrım açlık için olmalı.

 Yerlerinize, lütfen.

 Kaybedecek zamanımız yok.

 Terziyi oradan alın!

 Plağı koyun.

 Hayır, onu değil, sizi barbarlar!

 Onu değil!

 Unutmayın, yönetmen tamamen hareketsiz durmanızı istiyor.

 - Kamera.

 - 442, çekim bir.

 Oyun!

 Hayır, öyle değil.

 Tekrar yap.

 Daha fazla coşku, daha fazla dindarlık.

 Hayır, size kıpırdamayın demiştim.

 Şu kollarını sallamayı bırak.

 Kes!

 Kes!

 Sen sunak parçasındaki bir figürsün.

 Anladın mı?

 Kes!

 Kafanızı dağıtırım, sizi aptal korkaklar!

 Hiç saygınız yok, kafirler!

 - Evet, bayan.

 - Tekrar başlayalım.

 Kamera!

 Yalvarıyorsun, duydun mu?

 Ve kımıldamayın!

 - 442, çekim iki.

 - Oyun!

 Güneş gidiyor.

 Elveda, Phoebus.

 Çivileri çıkarın.

 Ne kadar komik!

 Bu, "Stracci Show"!

 Ona yiyecek bir şeyler verin!

 Bunları içine çek!

 Civcivlere dikkat et!

 Bir domuz gibi ye!

 İşte, ağzını çalkala.

 Hadi, kırmızı olan yerini!

 Bu kadar meze yeter.

 Biraz spagetti al.

 Stracci, kim tutar seni!

 Şimşek ve gök gürültüsü!

 Çabuk ol, seni aptal!

 Hadi şimdi biraz gök gürültüsü yapalım!

 Şimdi de rüzgar!

 Nihayet bu çölde bizi buldun!

 Hey, Stracci, sıranı hatırlıyor musun?

 İşi sakın berbat etme şimdi!

 Tüm Roma basını burada!

 Yapımcı burada!

 Anladın mı?

 Politikacılar, aktörler ve aktrisler, gazeteciler Hadi.

 Cümleni duyalım.

 "Tanrım, Cennetin Krallığı'na geldiğim zaman beni hatırla."

Bir kez daha!

 Hadi!

 Neyi bekliyorsun?

 "Tanrım, Cennetin Krallığı'na geldiğim zaman beni hatırla.

" Sessizlik.

 Sessizlik!

 Çekiyoruz!

 Kamera.

 2150, çekim bir.

 Oyun!

 Oyun!

 Hadi, Stracci.

 "Tanrım, Cennetin Krallığı'na " Oyun!

 Oyun!

 Onun derdi ne?

 Ölmüş.

 Zavallı Stracci.

 Hayatta olduğunu bize hatırlatmak için ölmesi gerekiyormuş.

 Kazığı taşın ortasına ne kadar hızlı oturtursan, günahlarından o kadar hızlı kurtulursun.

 Günaydın.

 Ben kongre üyesiyim.

 Prof.

 Pizzorno, Prof.

 Allen'ın ünlü bir iş arkadaşıdır.

 İtalya'da, tüketim reklam sektörüne yönelik bir Uygulamalı Sosyoloji Merkezi açmayı planlıyor.

 Konferansının konusu, "Üretimi geliştirme ve tüketimde artış.

" Yeni bakış açıları, tüketicinin gizli egosunun bilgisine sunuldu.

 Kendisini ifade etmesini engelleyen, ses tellerindeki geçici rahatsızlığa rağmen davetimizi kabul ettiği için ona minnettarız.

 Ve şimdi, huzurlarınızda Prof.

 Pizzorno.

 Ortalama tüketici kimdir?

 İtalyan ekonomik mucizesi, bir kaç yıl içinde, gelirini ve tasarrufunu ikiye katladı ve psikolojik engelin üstesinden geldi.

 Örneğin, numune, öykünme, tanıtım, satın alma imkanı en belirgin teşvikler tarafından uyarıldı.

 Bu ortalama tüketici, mevcut düzeyini korumak ve onları başarıyla aşmak için bu havuz sürekli kontrol edildi, araştırıldı, incelendi teşvik ve tahrik edildi.

 On dokuz.

 Yirmi.

 Yirmi bir.

 Yirmi iki.

 Yirmi üç.

 Ve yirmi dört.

 Size güveniyorum.

 İçiniz rahat olsun, en başarılı modellerden biri.

 Beni yakaladın!

 Bugün kimsin?

 Sheppard?

 Nembo Kid?

 Maskeli haydut.

 - Buffalo Bill?

 - O kim?

 Pekala, pes ediyorum.

 Ben, Pasolini'yim!

 - Bu harika.

 - Çalışmıyor.

 - Neden çalışmıyor?

 - Sadece sesi duyabiliyorsun.

 Dokunma demiştim.

 Uzaktan kumanda ile denedin mi?

 Şunu keser misin, lütfen?

 Teşekkürler.

 Görüyor musun?

 Muhteşem.

 Yeni bir dizi tanıtımı izleyip sonra da uyuyalım.

 Şunu yerine koy.

 Eskisine ne kadar verdiler?

 Otuz bin.

 Ama neredeyse yeni gibiydi!

 Aldıklarına memnun bile olabiliriz.

 Topo Gigio!

 Anne, amma soğuk.

 Bu büyük şehir evinde uyuyamazsın.

 Bizimki gibi olmadığını görüyorsun.

 Ben büyük bir evde yalnız kalmak istemiyorum, çevresi benim için çok geniş.

 Ben gidiyorum.

 Kira kontratını iptal edeceğim.

 Hazır!

 Topo Gigio kendini yaraladı.

 - Ne denemeydi!

 - Hayır, bak!

 Ayağa kalktı!

 İşte, şimdi durum farklı.

 Yapacak.

 Biraz küçük ama çok rahat.

 Hayır, burada kalamazsın.

 Ne diyorsun sen?

 Hayır, kimse sana yeni süper televizyon satın almadı.

 Yirmi dört taksit!

 Taşıması kolay, ultra ince!

 Bu yüzden panoramik ve devasa Süper TV 33'le yetinmek zorundasın.

 Zavallı Topo Gigio Ona ne yaptıklarına bak.

 Kırlardaki sevimli küçük evim.

 Lütfen çocuklar, bana yardım edin Ben daha küçük bir ev istiyorum.

 Baba, Topo Gigio'ya ne yaptıklarına bak.

 Dinlemeyin, o bir aptal.

 Ürünün psikolojik yaşlanması belki de sanayimizin ana müttefikidir.

 Günümüzdeki gibi bir konjonktürde, tüketicilerin çok büyük bir kısmı tam bir fazlalık tehlikesini temsil ediyor.

 Üretimdeki düşüşü her ne pahasına olursa olsun önlemek için endüstrinin bir numaralı sorununu görmezden gelmek tehlike anlamına gelmektedir.

 Bu yüzden beyler, yeni arzular ve yeni ihtiyaçlar uyandırmak ve tüketicinin hoşnutsuzluk halini kışkırtmak için sistematik olarak yeni kampanyalar yapmaya devam etmelisiniz.

 Bir kutu "Tide" alırsanız cildiniz mutlu ve gösterişli olacak.

 Ne?

 Çabuk olun!

 Deponuzu "Shell"le doldurun.

 Ağrıdan kurtulmak için "Harpic" kullanın.

 "Kraft" seçmektir.

 Kızdıran bir şey varsa beni, bir yudum "Lysol" sakinleştirir beni.

 Kapa çeneni, tamam mı?

 Hadi, duyamıyoruz.

 İşte burası.

 Ya bu da ne?

 Şuna bak!

 Aptal, salak!

 Cehenneme gidin, potansiyel katiller!

 Dilerim paramparça olurlar.

 Belki de kendilerini öldürmezler Araba zaten bozuk.

 Ömür boyu sakat kalırlar.

 İşte!

 Kızdığın şey, 1800.

 Bunu ne kadara takas edebilirsin?

 Üç yüz bin.

 Eh, bununla bir milyon Yeterli değil.

 1800, bir milyon yedi yüze mal olur.

 Sekiz yüz otuz yolda.

 Üstelik.

 Düşün.

 Sonra da araziye peşinat olarak bir milyon ödemek istiyoruz.

 Neden onu geçemiyorsun, seni hödük!

 Arazi sence o kadar eder mi?

 Öğle yemeğinden sonra ona bakmak için kimse bizi durduramaz.

 Acele et!

 Bir 1800'le yürüme hızında gidiyorlar, ona gösteririm.

 Geçemeyeceğine eminim.

 Sinyal bile vermiyor!

 Yaşlı canavar!

 Araba kullanamayan tipik yaşlı bir aptal!

 Huzurevine git!

 Aptal moruk.

 Önüne geçmemiz gereken çok araba var.

 Ya o ne istiyor?

 Şimdi geçemezsin.

 Doktor beni geçmen için emir mi verdi?

 Olduğun yerde kal.

 Yanında.

 Bırak geçsin yoksa ölecek.

 Ne istiyorsun?

 İlerle!

 Geçmene izin verene saldırdın!

 Aman Tanrım!

 Bakma, sakin ol, şimdi gidiyor.

 Peki ya çocuklar?

 Onlar gördü mü?

 Neden bakmıyorsun?

 Ne?

 Genç miydi?

 Tipik bir bisikletçi.

 Ölmüş olmalı.

 Onu almaya cesaret bile edemezdim.

 Yapmak zorundasın.

 Yardım etmemiz gerekir Ya kan?

 Su ve sabun kanı plastik koltuklardan çıkarır.

 Mercedes'in koltukları kumaştan yapılmıştır.

 Ona zararı öderler.

 Ödemelerine gerek yok.

 Bunu gönüllü yaptı.

 Ceset Kurban diyebilir ki: "Bunu yapmanı söyledim mi?

" Bunlar aptalca şeyler ama önemliler.

 Neyse ki bir restoran var.

 - Bugün kimsin, Nembo Kid mi?

 - Superman!

 Daha önce Drakula'ydı.

 Oğlumuzun deli olduğunu düşünmüyor musun?

 Ne diyorsun!

 - İşte lokanta.

 - Yer vardır umarım.

 - Aç mısın, Ricky?

 - Evet açım.

 İşte boş bir masa.

 Afedersiniz, şu masa boş mu?

 Buradan giremezsiniz, efendim.

 Bu bir kapı değil mi?

 Hayır, diğer taraftan gelmek zorundasınız.

 - Ama bu masa boş.

 - Hayır, efendim, bu taraftan olmaz.

 - Ama neden?

 - İşareti görmüyor musunuz?

 - Ne işareti?

 - Bunu bilmiyor musunuz?

 Kim takar Yalova işaretini?

 Tamam, hadi.

 Umarım bu taraftan gidebiliriz.

 Sanırım kafayı oynatmışlar.

 Bunu inşa eden adamı görmek istiyorum.

 Tüm binayı dolaşıp o kapıya gitmek zorundasın, çıldırmışlar.

 Ne oluyor?

 Ona bir türlü bıraktıramıyorum.

 Olay çıkarma.

 Satın alıp daha fazla bundan konuşmayalım.

 Ben de bir şeyler istiyorum.

 Peki, bir şey al ama çabuk ol.

 Hadi, hepsinden alalım.

 Bunu Ve bir tane de bademli.

 Makineli tüfek!

 Ben de bir hediye alabilirim.

 Araba sürmek için fena değiller.

 Kendine bir şeyler al.

 Bu ne?

 Belki de ekmeklik veya meyvelik.

 - Bu güzel.

 Alıyorum.

 - Belki de bir müzik aleti.

 Hepsini almak zorunda mısın?

 Aracı veya satıcının fiziksel eksikliği, öncelikli seçim ihtiyacını ortadan kaldırdığı ve tüketicinin bilinçdışı dürtülerine, sınır tanımaz bir ortam sağladığı duygusal özgürleşme ve mutluluk duygusu meydana getirmesinin talebi arttırdığı ve ilgisini fazladan gereksiz ve yararsız alımlara çevirdiği tespit edilmiştir.

 Belki de kasada yine sağduyu hakim olur ama çok geç olmuş olur.

 Ne kadar?

 Bitirmedin mi?

 Bir dakika.

 Bisküviler için 15.

000 liret ödedik.

 Gelip bana yardım et.

 Çocuklarla mı?

 Bak, tamamen tereyağı içindesin!

 Üst katta, yıkayalım!

 Nereye koyayım?

 İğrenç!

 - Kararınızı verdiniz mi?

 - Sadece menü aldım.

 - Neyse, bir şey anlamıyorum.

 - İki kombinasyonumuz var, efendim.

 1 Numara: kuşkonmaz, jambon, kavun, pişmiş et, şarap, ekmek, meyve ve karamel.

 2 Numara: İki kızarmış yumurta, şarap, ekmek, meyve, karamel.

 - Yumurta, çiftlik tavuklarından mı?

 - Bilimsel olarak yetiştirilenlerden, efendim.

 Eğer sakıncası yoksa, siz karar verirken başkalarına hizmet edeyim.

 Baba, çiftlik ne demek?

 Tavuk çiftliği nedir?

 Şimdi açıklayayım.

 Çiftlik tavuğu özgürdür, köyde standartları yokmuş gibi yaşar.

 İstediği zaman yer, istediği zaman uyur.

 Az kaldı.

 O kadar bilimsel değildir.

 Bir kafeste yaşar, ve her gün o kadar büyür.

 Neden çiftliği tercih ediyorsun?

 Daha lezzetli.

 Belki de daha iştahlı yediği içindir, ne isterse onu yer, pislik bulduğunda bile yer.

 Ve eğer yemek istemezse yemez, yoksa tıkınıp durur.

 Ayrıca başına buyruk bir tavuktur, koşar, diğer tavuklarla dolaşır, gagalar ve kaçar.

 Bir çakal gibi mi?

 - Bir çakal gibi mi?

 - Evet, bir çakal gibi.

 Kısacası, onun özgür iradesi onu daha lezzetli yapar.

 Bilimsel olarak yetiştirilen tavuk öyle değildir.

 Şimdi bir düşün, küçük bir civcivken, kafese konur ve disipline alışır.

 Artık hiçbir şeye karar veremez, kendine söyleneni yapar.

 Kırmızı ışık: uyan, yeşil ışık: ye.

 Zil: bu kadar yeter.

 Vesaire vesaire, anlıyor musun?

 Ama onun hayatı güvence altındadır ve bilimsel olarak şişmanlar.

 Çalışan onun bilinçaltıdır.

 Anlamıyorsun.

 Yine de karar verilmiyor.

 Belki bu yüzden daha az lezzetli.

 Karar verdiniz mi?

 Evet, ikinci kombinasyon ama bir yumurtalı.

 İki yumurta.

 Peki, bana bir tane getir.

 İkinci kombinasyon iki yumurtalı.

 İki yumurta parası ödeyeceğim, bana bir yumurta getir.

 Üzgünüm ama iki tane getirmeliyim.

 Peki o zaman, birini masanın altına at.

 Çok iyi, efendim.

 Ondan hiç hoşlanmadım.

 - İleride değil mi?

 - Buralarda olmalı.

 Burada başka bir İsviçre ve Lombardiya olduğunu sanmıyorum.

 KONUT MERKEZİ SATILIK SON ARSALAR Bak, zenciler!

 -Nerede?

 -Orada - Ya göl nerede?

 - Dağın arkasında.

 Sorunca öğreniriz.

 Afedersin, bu araziler üzerindeki göl nerede?

 Bir kısmı Bay Cotto'ya mı ait?

 Bir görebilir miyiz?

 İğrenç, sahibi o mu?

 Bekçi, buralardan olmadığını anlayabilirsin.

 İyi günler, Bay Cotto?

 Belki de bu onun arabası, acaba o nerede?

 Onu kendimiz mi aramak zorundayız?

 Böyle satışları kesinlikle arttıramaz.

 Çocukları burada bırakalım.

 Dinle, burası çocuklar için tehlikeli mi?

 Başını iki yana salladı.

 Burada kalın, uslu durun ve uzaklaşmayın.

 Beni bekle!

 Bacaklarımı böyle bükerim Bacaklarımı böyle bükerim Ben twist dansı yaparım.

 Benim ellerimin seninkilerden neden daha beyaz olduğunu biliyor musun?

 Çünkü onlar "Omo" ile yıkandı.

 O zaman onayınızı bekliyorum, güle güle.

 Cotto!

 Arsalar için mi geldiniz?

 Arazi 28,000 metrekarelik bir alanı kaplıyor ve 1000, 1100 ve 1200'lük 24 parçaya ayrılmıştır.

 Yol, su, ışık, elektirik tüm bu imkanları sunacağız.

 Ama nereye gittiniz?

 Fiyatlar: metrekare başına 8, 9, 10 bin, en aşağıdakiler 8,000, ortadakiler 9,000, en yukarıdakiler 10,000.

 Ödemeler nakit, bizim çıkarlarımız ve tüm müvekkillerimizin tercihi böyle.

 Kolaylıklar: Üçte biri hemen, üçte biri imzada.

 Geri kalanı da Onu bir dakika durdur lütfen.

 Makineli tüfek yutmuş olmalısın.

 Evet, Milano hedeflenmiştir.

 Burada bir bayan var.

 Cotto, iyi günler, bayan.

 Tapu masrafı, damga vergisi faiz ve ipoteği kapsıyor.

 Kullanılabilirlik: sınırlı.

 Şu an arsalar peynir ekmek gibi gidiyor, orman yangını gibi yayılıyorlar.

 Çam ağaçlarının olduğu yerde yarım arsa var.

 1000 metrelik arsa kazıklarla işaretli.

 Ama bakın, bin metreyi kimse almıyor ve size tavsiyem, bin metreyi almayın, bayan!

 Neden?

 Çünkü hep üç, beş ve altı bin aldılar.

 Ama paraya ihtiyacınız var!

 Bu psikolojik bir sorun, yarın bin ile .

 huzursuz ve hoşnutsuz olacaksınız.

 Şuraya bakın, Prof.

 Sanvittorio, altı bin satın aldı, harika bir arsa!

 Çam ağaçlarının arasında satılmamış iki parsel var.

 İki tane mi?

 Gidip bakalım.

 Bir milyonla vergileri kapatamayız!

 Neden hiçbir şeye yeterince para ayıramıyoruz?

 Bunun çam ağacı mı olduğunu sanıyorsun?

 İki parseli birleştirebilirsiniz ve özel manzaralı, ağaçlıklı bir yolunuz olur.

 Buranın 30 yıl içindeki ihtişamını bir düşünün.

 Bu tarlalarla bir cennet olacak!

 Evet, ama ödeme yöntemi Bilmiyorum, örneğe bakabiliriz, bir milyon şimdi ve ve belki de kalanı Evet, geri kalanı imzaya.

 Hayır, bir milyon şimdi ve kalanı küçük taksitlerle.

 Şirketin bu teklifi kabul edeceğini sanmıyorum.

 Bakın, müşterilerin seçmesi için, kendi çıkarları uygun olanlar var.

 Bir milyon peşinat ile, buradaki herhangi bir arsa size hitap edebilir.

 Gerçekten buna karşı uyarıyorum.

 Planlama yüzünden bugünkü eğilime aykırı.

 Bilirsiniz, biri satmak zorunda, yatırım, yatırım, devalüasyona yol açar.

 Günümüzdeki insanlar, korkuyorlar, para ellerini yakıyor!

 Prof.

 Sanvittorio'nun yaptığına bakın.

 Kırk milyonunu bir çırpıda çıkardı!

 Tamamı peşin!

 Tabii ki, onun gibi bir profesörün 10 milyonluk bir çek yazması senin veya benim gibi birinin bir milyonluk yazması gibi olur.

 Size bir arsa göstereyim.

 Ona neden sadece bir milyonumuz olduğunu söylemiyorsun?

 Çıldırmışsın.

 Bize inanmayabilir.

 Profesörü tanıyor musun?

 Belki siz onu daha iyi tanırsınız.

 Bayan, devam edin.

 Zührevi hastalıklar uzmanı Birinci sınıf bir durumda, ne kadar isterse kazanıyor.

 Çok zengin müşterileri olduğunu duydum.

 Önemli insanlar, profesyonel adamlar, büyük isimler!

 Tamamı frengili!

 Günümüzde yeni yasayla, bu genel hastalık bazı şeyleri azaltmak yerine arttırdı.

 Onun için tamamı para.

 Kim bu Profesör?

 Kesinlikle benden daha çok kazanan bir adam!

 - Tanrıya Şükür!

 - Evet, Tanrıya Şükür!

 Dünyada para var, nasıl kazanıyorlar bilmiyorum.

 Onlar çalıyor veya ben deliyim.

 Burası buz gibi.

 Önceden nasıl olduğunu unuttun mu?

 Ya paralar nereye gidiyor?

 Tamam, biliyorum - Ne demek istiyorsun?

 - Aklındaki ekonomiye.

 Yani bu benim suçum, öyle mi?

 Hesap yaptığın zamanki kadar, dikkatli olmadığını kabul etmelisin.

 Onunla ne yapıyorsun?

 Senin taksitlerin devam ediyor!

 Üstündeki kürk ceketi unutma.

 Bu taraftan.

 İşte, göle bakın.

 Muhteşem.

 Rüzgar var.

 Bir esintiden başka bir şey değil.

 Burası, Profesörün yazlığını inşa edeceği yer.

 Ne, burayı ekiyorlar mıymış?

 Anlamayı reddediyor, ekip biçmeye deli oluyor.

 Lanetli bekçi beni sabote ediyor.

 Profesör gelirse ona ne derim?

 Ne oldu?

 Arsası yerine bir sebze bahçesi bulduğunda ona ne derim?

!

 O tembel vahşiyi defedeceğim!

 Suçlu!

 Tembel köylü!

 Domuz!

 Bak ne kadar güzel.

 Ne yazık Ürünü kimin için toplamış?

 Doktorun arsasına kara lahanaları eken kişi.

 Bunun nesi yanlış?

 12,000 liretlik arsaya kara lahana ekildiğini düşün.

 Ama henüz bina yapmamışlar.

 Boş ver, gerçek kendi içinde.

 Tarihsel anlam karşısında, buraya kara lahana ekmenin hiçbir anlamı yok.

 Ekonomik mucizenin, çağımızın gelişiminin bir şeyi yok.

 Bizim dönemimizde yaşamayan bir adam.

 Ona, işçiye ihtiyaç duyulan bir fabrikada iş bulalım.

 Ve o zaman bu lahanalar Sibirya'dan geliyor, ne var bunda?

 O zavallı adam bunları dikmek için nasıl da yorulmuş olmalı?

 Ona rezil bir oyun oynamış, bu lahanalar umurunda mı?

 Ya bizim milyonumuz?

 Peki, ona neden nanik yapmıyoruz?

 Evet, arsayı ona bırakalım, göl, ipotek, yazlık, tarım kredisi kimin umurunda?

 - Ama sen ciddi misin?

 - Elbette ben ciddiyim.

 Neden?

 Doktorun yaptıklarını mı yapayım?

 Kimin umurunda!

 Frengi tüccarının göl kenarında dört arsası olması kimin umurunda!

 Pazar günümüzü neden mahvedelim?

 Ve bu bin metrekarelik pis, aşağılık, kokuşmuş, bataklık, çürümüş, frengili arsa için.

 Kimin umurunda?

 Kimin umurunda?

 Diyorum.

 Evet, istediğin kadar konuş.

 Ya şimdi, ona kim söyleyecek?

 Ben değil, sen.

 Hayır, elbette değil.

 Ona zaman kaybettirdikten sonra yapamam.

 Kafayı yiyecek.

 Gel benimle.

 Fark etmemiş gibi yap.

 Gidelim buradan, görmesine izin verme.

 Onu tanımıyoruz ve bir daha görmeyeceğiz, kimin umurunda?

 Gezinme, koş.

 Çabuk ol!

 Çabuk!

 Hadi, gel!

 Hadi, gidiyoruz.

 Ricky, orada hala ne yapıyorsun?

 Ricky, hadi!

 Bugün kimsin, Nembo Kid mi?

 Yüz metre uzunluğundaki kanatları ve alevli gözleriyle, gölden geldiğini gördüm ve uçup gitti.

 O kim?

 Tanıyor musun?

 Kim?

 Çiftlik tavuğu.

 Tüketici dürtülerinin sadece bir karışım olduğu asla unutulmamalıdır, ve bilinçsiz tüketim motivasyonları uçlara doğru yönlendirilmelidir.

 Genellikle bilinçsizliğe çok fazla güvenerek, bilinç, akıl, sağduyu, tevazu, duygusallık gibi birinci dereceden faktörlerden olan sağduyuyu hafife alıyoruz ve anlayamadığımız hatalarla karşı karşıya kalıyoruz.

 Bu durumda ancak, bir kurbanın karamsarlığa düşmesi yanlış olur ve her zaman tüketicinin kendini şartlandırdığını aklımızda tutmalıyız, ve artık egosu onun doğasının bir parçasıdır ve yüksek, daha yüksek hedeflere onu uyarmamız ve rekabetçi dürtüyü topluma empoze etmemiz gerek Ağlıyor musun?

 Ne?

 Seni görebiliyorum.

 Kötü müsün?

 O zaman neden ağlıyorsun?

 Kötü değil misin?

 Ağlarken nasıl göründüğünü unutmuşum.

 Ağlayalı ne kadar oldu?

 Beş ya da altı yıl mı?

 Hatırlamıyorum.

 Bir keresinde yok yere ağlamıştın, ve beni de çok üzmüştün.

 - Şimdi eskisinden daha iyi oldu.

 - Belki de.

 Ağlama nedenimiz bu muydu?

 İnsanlar tam tersini düşünüyor, ama değil.

 Sana bir şey söylersem sadist olduğumu söylemez misin?

 Ağlamana sevindim.

 10.

000 metrekare.

 İmzada bir milyon.

 Göl manzarası.

 Milano eteklerinde yetmiş at.

 Buisa manzarası.

 İçiniz rahat olsun, yılın en başarılı modeli.

 Kahrolası Topo Gigio.

 Farlarını kıs!

 1800 süper ışık.

 Saçma sapan şeyler için 300,000 liret harcanmaz.

 1800 süper ışık.

 Süper ışık.

 Süper ışık!

 Süper ışık!

 Almanya Konsolosu.

 Tebrikler.

 Tüketici yakında konsolide edilecek.

 Oh, belki, belki Profesör Bilesa.

 Onur duydum.

 Kont Cegagna.

 Memnun oldum.

 Mühendis Corina.

 Onur duydum Çeviri: ÜÇ SALAKŞÖRLER (TONGUÇ-EMİR-HAKAN)||

sprinter-films2010

52493||6080630||SOSYALİZM FİLMİ - Para halkın refahınadır.

 - Aynı su gibi.

 Aynen öyle.

 Beyaz Cezayir.

 Mireille Balin Pépé le Moko'yu terk ederken, biz de, bir kez daha, Afrika'yı terk etmiş olduk.

 Constance, elinden bir şey gelmezdi.

 Güney'e indikçe, enlem ölçülerinin negatifleştiğini herkes bilir.

 Kuzey'e dek de böyle devam eder, değerli insan, değerli dostum.

 Saat hâlâ sende.

 Cinayetlerden, dökülen kandan usandım.

 Kigali'den usandım.

 Yaşasın tatil!

 Mathias Amca, niçin "bu saat altın değerinde" dedin?

 Saat çalışmıyor ki.

 BUNUN GİBİ Henri Déricourt Bir saniye Evet, biliyorum.

 Ama Richard Christmann Bilmiyorum.

 Biliyorum, ateş Ama bir önemi yok Ta kendisi, ta kendisi.

 Anlaşıldı Savaş savaştır; ama suç, suç olarak kalır.

 Lütfen Alice'e bakmaya devam edin.

 İki "M" ve bir "N" ile.

 Bizans çok uzakta kaldı.

 Önümüzde ise imkânsız bir tarih uzanıyor.

 Sıfır noktasıyla yüz yüzeyiz.

 Bir keresinde hiçlikle karşılaşmıştım.

 İnsanların tahayyül ettiğinden çok daha muazzamdı.

 Hayfa, 1948 Siz de biliyorsunuz ki, maddi bir dünyada yaşıyoruz.

 ŞEYLER Kesinlikle haklısın, hiçbir milleti sevmiyorum.

 Ne Fransızları, ne Kuzey Amerikalıları, ne de Almanları.

 Ne Yahudi milletini, ne de Siyahi insanları.

 Çekik gözleriyle Yalnızca dostlarımı seviyorum.

 Dolarlar Sinemaskop 16:9 Sen, ufaklık!

 Bu saati kimden çaldın?

 Seni ilgilendirmez.

 Ver onu bana, yoksa seni ihbar ederim.

 Vermem, bu saat benim.

 Vay, demek Almanca da konuşuyorsun?

 İşime yarayabilirsin, evlat.

 Evet, ama Ne kadara?

 Dersine de çalışmışsın.

 Ludovic'e bakın hele, asrın keşfi.

 İsmimi kimden öğrendin?

 Her şeyi biliyorum.

 Bay Obersturmbannführer Goldberg.

 1943'de, Avenue Foch'da ne işiniz vardı?

 Git başımdan, menfur velet.

 Fizik kanunlarının sonucu olmayan bütün yüzey hareketleri ya bir İmparatorluk kuran ya da turizme el atan birisinin mekansal olumlamasıdır.

 İnsanlar istediklerini yapabiliyorlar, bu da Tanrı'nın olmadığını gösteriyor.

 Bugünlerde değişen şey ise, bütün dallamalar samimi davranıyorlar.

 A - L - I - S - S - A Her şeyden kuşkulanmayı bırak.

 Ludovic'in bize söylediklerini düşünüyorum.

 Tamam Neyi mesela?

 Genç kızla yaşlı adam.

 Kaptan'la konuşurken gördüm onları.

 Tamam Ee?

 Ee'si, şirketin en büyük hissedarının ismi Goldberg.

 Altın Dağı.

 Evet Yaşlı adamın ismi.

 Pekâlâ Gemiyi terk edin, gemiyi terk edin, gemiyi terk edin!

 Gürültü yapma, Alissa, gürültü yapma!

 Eski Mısırlılar kedilerini Miyav diye çağırırlarmış.

 Ağzından çıkan her kelime canımı sıkıyor.

 Sessiz ol, Alissa.

 Müttefik bombardıman uçaklarının akınları III.

 Reich'i yerle bir ediyor.

 Luftwaffe yeni ve korkunç bir stratejiye başvurarak üstünlük kazanmaya çalışıyor.

 Alman pilotlar kendi uçaklarını düşman bombardıman uçaklarına çarpacaklardı.

 Ah, Almanya.

 Kamikaze kelimesinin, Japonca'da kutsal rüzgâr - anlamına geldiğini biliyor muydun?

 - Bilmem mi!

 Binbaşı Kamenskaia.

 Vaftiz annenizin bir arkadaşıyım, Alexandra Irinivna.

 Evet, aynen, eski Moskova Polis şefi.

 Birkaç kitap okumuştum Yazdıklarıyla ilgili birkaç kitap okumuştum.

 Ne diyeceğim Bence konuşmamız lazım.

 Hayfa'ya gittim mi orada kalırım, diyorsun yani?

 Bakacağız artık.

 Geri dönüş hakkım var, diyorlar.

 Benim içinse, dönmekten ziyade Kaçış olacak.

 Stanford'da, ne okuyordun?

 Seminer düzenliyorum.

 Mali oluşum ve edebi oluşum üzerine.

 Bugün bile Moskova'da kendilerine soruyorlar İspanya İç Savaşı.

 Cumhuriyetçiler Komintern'e, İspanya Bankasındaki altınları almalarını söylüyorlar.

 France-Navigation Şirketi vardı.

 Odessa'ya vardıklarında, üçte biri veya dörtte biri civarı kayıplara karışmıştı.

 Üçte bir kadarı daha Moskova'da kayıplara karıştı.

 İlk üçte birine istinaden, fikir yürütebilirim.

 Son üçte biri içinse Komünist arşivleri didik didik etmeniz gerekecek.

 Sanat ve de bıçak.

 Savaş.

 Yani Kendi fikrimi duymak ister misin?

 AIDS kıtadaki bütün siyahları yok etmekte kullanılan bir araç sadece.

 Işık niye var?

 Çünkü karanlık var.

 BUNUN GİBİ İnsanların birbiriyle göz teması kurmak zorunda kalmamaları için para icat edildi.

 Yine sıfıra geri döndük, dostum.

 Neyse ki, sıfırı Araplar buldu.

 Telif hakkı için para vermek zorunda bile değiliz.

 Negatif sayılar Hindistan'da bulundu.

 Hatta İtalya'ya yola çıkmalarından önce, Arabistan'da da kullanıldılar.

 Fibonacci onları ilk kullanan oldu.

 İngilizler İsrail'i terk ettiklerinde, Filistin Bankasındaki altınlarla tam olarak ne yapmıştınız?

 BUNUN GİBİ ŞEYLER Daima derler ki, bir şeyi ancak karşılaştırılabilir olanla karşılaştırabilirsin.

 İşin aslına gelirsek, ancak karşılaştırılamaz olanla karşılaştırılamazı karşılaştırabiliriz.

 Geçti artık, hepsi.

 Stalin.

 Hitler.

 Hayır.

 Anlamsızca şamata yapıyorsun.

 Yeter, kes.

 Artık ben de, Fransızlarla işbirliği yapmayı ben de öğrendim.

 Ben de sana bir şey öğreteceğim.

 Napolyon'la ilgili.

 Moskova Yangını sırasında, Comédie-Française'in kurulması için buyruk vermişti.

 Anlamıyorum.

 Anlamıyorum.

 Anlamak, Bay Goldberg, zor zanaattır.

 İzini kaybettirdiğiniz İspanyol altınları umurumda değil.

 Geri kalanını bulmam gerek, o kadar.

 Moskova'dan korkmanıza gerek yok artık.

 Biricik gerçek görevim, Bay Krewitzky Ah, ne servetmiş ama.

 Büyükannem olsa, bunu Evet ya da Hayır'la söylerdi.

 Yüzümde bir gülücükle Avrupa'yı tekrar görmeden, "Rusya" ve "Mutluluk" kelimelerinin kemer tokası gibi bir kez daha birbirlerine tutturulduklarını görmeden, ölmek istemiyorum.

 Tanrı yardımcın olsun.

 Heil Hitler!

 Napoli, orası tamam.

 Ama İskenderiye, Hayfa, Odessa Cezayir'den Barcelona'ya kaçmak?

 - Kimse bunu asla - Sükut altındır.

 İstanbul, Doğu'da mı yoksa Batı'da mı?

 Gidelim.

 MISIR Bir keresinde, 1942'de yani, hiçlikle karşılaşmıştım.

 İnsanların tahayyül ettiğinden çok daha muazzamdı.

 Olmak ya da olmamak.

 Bir Yahudi.

 Evet, söylemişlerdi Ailem Nedir yani!

 Söylemek ne zaman yeterli olmuş ki!

 Öz olarak geometri.

 Öz insanların her defasında döndükleri yeri ifade etmektedir.

 Onlarca yıldır, özellikle Matematik'te Geometri'nin geri dönüşü söz konusu olmuştur.

 Geometri'nin kendi özüne dönmesinden değil de, daha çok, bizim Geometri'ye öz olarak dönüş yapmamızdan ve Geometri'nin dönüşüne iştirak etmemizden bahsetmekteyim.

 Zavallı şeyler.

 Sahip oldukları isimler onlara uygun gördüklerimizden ibaret.

 Bir metinden daha inandırıcı bir şey yoktur.

 Kitapların içine ancak kitapları koyabiliyoruz.

 Peki, ya kitapların içine gerçeği koymamız gerekiyorsa?

 Ve gerçeği de gerçeğin içine koymak zorundaysak?

 GÖRMEYEYİM DİYE YÜZÜMÜ ÇEVİRDİM Geometri hâlâ geçerliliğini koruyor ve mamafih gelişmeye de devam ediyor.

 Bu yepyeni biçimlerin ikamet yeri ise la géométrie.

 Do-Re-Mi-Fa-So-La.

 Husserl "la"yı özellikle vurguladı la géométrie.

 Bütün yeni biçimlerde die Geometrie.

 Bunu kabul edemem.

 Bu gece gönderirim.

 Şimdi çalışmam gerek.

 Bayan Alissa Bayan Alissa!

 Bir süreliğine kısık sesle konuşmaya devam ettiler, .

.

böylece genç kız onları duyamayacaktı.

 Ama aldıkları bu önlem lüzumsuzdu.

 Düşünceler yoluyla birbirleriyle konuşmuşlardı.

 Bir yere kadar, bu parçaların tümü veya bir miktarı her daim reddeder.

 Bir yere kadar, her parça dikkate aldığımız parça miktarını içinde barındırır.

 Bir yere kadar, bu parça reddeder.

 Bir yere kadar, bir miktar parça, tekrardan müşterek bir oluş sürecine dahil olup birbirine eklemlenen bu parçaların bütünü haline gelir.

 Diyalektik düşünce analitik düşünceyi basitçe kullanma yoludur.

 Bir yere kadar, parça bütünün parçasıdır.

 Bir yere kadar, bu bütünü reddeder.

 Bir yere kadar, bütün parçayı kapsar, koşullar ve reddeder.

 Bir yere kadar, neticede, bütüne göre, ikisi de hem pozitif hem de negatiftir.

 Bir yere kadar, bütüne göre, hareket şekli yıkıcı ve koruyucu olmalıdır.

 Bak şimdi… Arago'nun Bilimler Akademisinde Daguerre adına düzenlediği resepsiyonun ardından, devasa bir İngiliz donanması, Lord Balfour'un Deklarasyonun daha yıllar öncesinde, Filistin'e yelken açmıştı.

 Bu da Hayfa Körfezi'nin çekilen ilk fotoğraflarından biri.

 FİLİSTİN GİRİŞ REDDEDİLDİ HELL AS Demem o ki… Pasaportlarında yazdığına göre, Otto Goldberg, Leopold Krewitzky, hatta Moishe Schmücke.

 Ben Richard Christmann'dan bahsediyorum… Almanlar adına karşı casusluk yaptığından dolayı, Fransızlar iyi tanırlar onu.

 İspanya'daki Yabancı Lejyon'la başladı, sonra da Abwehr hesabına, işgal edilen Paris'teki direniş ağına katıldı.

 Almanlar'ın yenilmesinin ardından sonra bile, onun yeri Gehlen Örgütü'nden geriye kalanların yanıydı.

 Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi… Son olarak ise, Tunus, Bayer ve Rhône-Poulenc'in temsilcisi.

 Çeşitli suikast girişimleri.

 İki defa beraat etti.

 Henri Déricourt gibi.

 Henri Déricourt gibi.

 Hayır, o başka konu.

 Savaş suçlusu, ya da değil… Ama biliyorsundur… Alice Simone.

 Sen nereden biliyorsun?

 Roger Faligot'un kitabı.

 NKVD arşivleri.

 İspanyol altınlarının niçin yalnızca üçte ikisinin Odessa'ya ulaştığı belli oldu, ama Moskova niçin üçte birini aldı, orası muallak.

 İnsanlık Müzesi Grubu.

 Germaine Tillon… Alice Zihin, besinini temin ettiği ana duyuları ödünç alır.

 Zihin, besinini temin ettiği ana duyuları ödünç alır.

 Zihin, besinini temin ettiği ana duyuları ödünç alır.

 Zihin, besinini temin ettiği ana duyuları ödünç alır.

 ve özgürlüğüne tesir etmiş bir hareket biçimi şeklinde o duyuları geri verir.

 Şu zavallı Avrupa.

 Acı çekerek arınmadılar, ama bozuldular.

 Özgürlüğü yeniden fethederek daha da büyümediler, ama küçüldüler.

 Bir çöl hayal edin.

 NAPOLİ Duydun mu, bütün mali cennetleri lağvetmişler.

 Ne yapacağız?

 O zaman… Cehennemde dinleniriz.

 İtalya bizi de şu son iki yüzyılda bayağı telaşlandırdı.

 Fransızlar'a göre, resim İtalya'yla eş anlamlıdır.

 Bütün yolculuklarımızın varış noktası İtalya, İtalya'daki müzeler.

 Her ne kadar Alman Rönesans tablolarını çok etkileyici bulsam da… Tavsiyen için teşekkürler.

 Demek bir şeyler yapacaksın.

 Nihayetinde bir işe yaramayan şu başarısız kararnameler… Birleşmiş Milletler 1948'den beri bölünük hâlde.

 Suçu boşver… Dostlarım, kara kutuyu buldum.

 Bu yüzden Hollywood'a sinemanın Mekke'si diyorlardı.

 Peygamberin kabri.

 Bütün gözler aynı yöne dikili.

 Sinema salonu.

 Evet, ama… İlginç olan şu ki, Hollywood'u Yahudiler kurdular.

 "BUNUN GİBİ" Adolf Zucker, William Fox, David Selznick "ŞEYLER" Samuel Goldwyn, Marcus Loew, Karl Laemmle vesaire.

 

Hayat güzeldir, göreceksin

 

O kadar derde tasaya rağmen

 

Arkadaşlar edinecek, âşık olacaksın

 

Arkadaşlar edineceksin

 AVRUPA NEREYE GİDİYOR Bugünlerde, daha önce yaptığımı iddia edebileceğim tek bir hareket var mıdır şu dünyada?

 Benzin istasyonunu, yani işimi satmak istiyor Catherine.

 Arkadaşı satın almak istiyormuş.

 Onların bundan haberi vardı, ama benim yoktu.

 Muhasebe biliyorum, evet.

 Fransa, tarihindeki en büyük riskle karşı karşıya şu an.

 İnsanlar "Ben" demeden önce, "Biz" demeyi öğrenmeliler.

 Ortada bir dram varsa, bu dramın sonunu umutla getirebiliriz.

 Ya trajedide?

 Çok zor.

 Her şey değişmeden kalır.

 Her şey aramızda kalır.

 Birbirimizi görmezden geliyoruz.

 Son elli yıldır, her yerde savaş var.

 Aynaya bakar gibi, kendimizi savaşta görüyoruz.

 Vakit kazanabiliriz.

 Düşünmek cesaret ister.

 Komşunu sev mi?

 Saçmalık.

 Komşuna kötülük yapmamak için, önce kendinizi olabildiğince sevmelisiniz.

 Bugünse, bu dediğim imkânsız hale geldi.

 Yasalara uysanız da çiğneseniz de… Böyle konuşma, baba.

 Ben de size soruyorum: Niye bizi sevmiyorsunuz?

 Fikirler bizi ayırır, ama rüyalar birleştirir.

 Hayır, kâbuslar.

 Çünkü babalarımızın kanında hem aşk hem de gurur var, ve dolayısıyla da nefret var.

 Peki, bugün, bizi kızdıracak ne buldunuz?

 Önce şunu diyeyim, kardeşimi seviyorum.

 Kardeşlik nedir, onu tartıştık geçenlerde.

 - Bir de özgürlüğü.

 - Özgürlük önceydi.

 Eşitlik vakti bir gelsin, size boktan bahsedeceğim.

 Peki, Flo.

 Ama niye bizi sevmiyorsunuz?

 - Bakar mısınız, Bayan… Bayan, merhaba… - Bakar mısınız?

 Cote d'Azur'a gitmek istiyoruz da.

 Doğru yönde miyiz?

 Cote d'Azur'a bu taraftan mı gidiliyor?

 Dümdüz mü?

 Sola mı?

 Sağa mı?

 - Akıl alır gibi değil.

 Kodumun Fransızı!

 - Kodumun Fransası!

 Ah, Almanya.

 - Gidiyoruz, anne.

 - Gidiyoruz, anneciğim.

 Evet, zaman mekânın bütünlüğünü korumak adına, yalan söyledim.

 Onları hep ihmal ediyorum.

 Biraz insafsızca.

 Biraz insafsızca.

 Ama bana kalırsa, işleri böyle hallediyorum sanki.

 - Durmadan başka bir yerde olduğum aklıma geliyor.

 - Unut gitsin.

 - Durmadan başka bir yerde olduğum aklıma geliyor.

 - Unut gitsin.

 - Ve de hiçbir özel anın bir önemi olmadığı aklıma geliyor.

 - Unut gitsin.

 Başka bir şey var mı?

 Bir figür var, anne.

 Bir hayatı var mı yok mu, fark etmiyor onun için.

 En baştan, bir hayatımızın olmasını gerçek olarak dikkate alırsak tabii.

 Hâlâ hayatta mıyım acaba diye kendine asla sormaz, hem de bir kere bile.

 Niçin ve nasıl var olduğunu kendine soracak bilinçten daima yoksun olacaktır.

 Sonuçta, bu figürün ta kendisi olduğunun farkında değildir, çünkü katiyen, bir anlığına bile, rolünden kopmamıştır.

 Böyle bir rolde olduğunun farkında değildir.

 Annenin kanı, nefretle dolu… sever ve değişmeden kalır.

 Burası Martin Benzin İstasyonu mu oluyor?

 Burası Martin Benzin İstasyonu mu oluyor?

 Burası Martin Benzin İstasyonu mu oluyor?

 Burası Martin Benzin İstasyonu mu oluyor?

 Flo, onlara ne diyeyim?

 "Olmak" fiilini kullanan insanlarla konuşmuyoruz.

 - Burada mı çalışıyorsun?

 - Evet, ama anlaşmalı çalışmıyorum.

 Ailenle görüşelim.

 BALZAC "KAYIP HAYALLER" Ben gidiyorum.

 Midi'ye döneceğim.

 Ya yoldaşlarımız?

 Ya yoldaşlarımız?

 Karar verecek olan onlar.

 Gelecekler.

 Seçimler için.

 - Kameraya çekiyorum.

 - Unut, canım, unut.

 - Onlarla görüşmemiz var.

 - Unutun, hanımefendi.

 Bildiriye iki üç dakika kaldı.

 - Kim sunacak?

 - Ama unutun, unutun.

 Ama ailen görüşme ayarlamıştı.

 - Ne ailesi?

 - Uyduracak halimiz yok ya.

 Hayır, şöyle demek istedi: Ne tür bir aile?

 Bay ve Bayan Martin, anne baban oluyorlar, değil mi?

 Lütfen, "olmak" fiilini kullanma.

 Hiçbir şey anlamadım.

 - Yanıt vermiyorlar.

 - Ne oldu?

 Ver bana.

 Hepsinde "şu an burada değilim" diyen telefonlardan olması şaşırtıcı değil.

 Yanlış oldu… "Şu an vaktim yok" diyenlerden.

 Sahiden bir sorun yaşıyorlar gibi.

 Nihayet "Yaşamak" filminin kullanımı.

 Fransa'da her şey daha iyi olacak.

 Bunu Balzac'tan mı öğrendin, Flo?

 Florine.

 Balzac'la alay edeyim deme, canına okurum.

 - Lütfen, Bayım… Yalnızca iki üç soru.

 - Olmaz.

 - Lütfen, iki soru o zaman.

 - Olmaz.

 Bir buçuk saat geciktim.

 Bu tasarı en başta planlandığı gibi gerçekleştirilmiş miydi?

 Hiç şüphesiz, kitapların dijitizasyonu dolayısıyla, Fransa'ya daimi bir avantaj kazandırabilirdi.

 Gel gör ki, hızla batmakta.

 Bayım… Sizi bekleme mi ister misiniz?

 Hayır…Prens'i havaalanından al ve büroya geri dönün.

 Yani?

 Yani?

 Yanisi la présidence olacak.

 "la.

" "le" değil.

 - Görürüz.

 - Görüldü zaten.

 Pek sayılmaz.

 Toplantımız ne olacak?

 Bugün Ağustos'un dördü.

 Flo haklı.

 Az daha beklemeliyiz.

 Gösteri akşam yedide.

 Düzenleme yapmamız gereken yerler var hâlâ.

 On dakika.

 Ben hallederim.

 Beklerken, kameraya çekebilir miyim?

 Tabii.

 Seçimlerde niye kendimizi takdim etmiyoruz?

 Florine'le ben.

 Annemle babam yerine.

 Hayal görüyorlar.

 Bölgesel seviyede dahi, çocukların seçimlere katılma hakkı yoktur.

 İyi, iyi, iyi… ama çocuklar da halkın bir parçası.

 Halkın iradesi denen şey de su götürmez bir gerçek.

 Fransa'nın borcunun yüzde otuzunu biz ödedik.

 Çünkü sizler yaşlandınız.

 Sigorta şirketlerinin borçtan kazandığı kâr miktarı.

 Elbise güzelmiş, kameraya çekeyim mi?

 Evet, neden olmasın Dinliyorum.

 Bugün pek de güzel değil.

 Unutmuşum.

 İkisi de aynı gün doğmuşlar.

 Her doğum gününde, Jean-Jacques'la, onlarla demokratik ilkelere dayalı bir tartışma yapmayı kabul ederiz.

 Tartışmayı onlar mı yönetiyor?

 Aşağı yukarı.

 Anlaşma imzaladık.

 Bak işte, bu harika.

 Bunu filme çekmeli.

 Geceleri çalışıyoruz.

 Elimizden geleni yapıyoruz.

 Varımızı yoğumuzu ortaya koyuyoruz.

 - Ne kadar sürecek?

 - 24 saat.

 Onların en doğal hakkı.

 Şimdi, ya beklersiniz ya da yarın yine gelirsiniz.

 Bekliyoruz.

 Bekliyoruz.

 Catherine'in arabayı ödünç alıp hemencecik döneceğim.

 İstasyon'a sahip çıkmalıyız.

 Hay aksi!

 Dikkatli ol, anne.

 Evet… Hepiniz… Sizi perişan edebilirim.

 Bir gün Güneş bana saldırırsa, ben de ona saldıracağım.

 Yüreğim ağzıma gelmedi.

 Ee?

 Amerika'ya falan mı taşınıyoruz?

 Hayır, İngiltere'ye.

 Tam 400 yıl önce.

 Yüreği ağzına gelmemişti.

 İyi, tamam.

 Ama şimdi, bizi seviyor musun, sevmiyor musun?

 Kendi kendime konuştuğum zaman, başkasına ait laflar ediyorum.

 Kendi kendime konuştuğumda.

 Kendi sesimizi duyduğumuzda… O ses nereden gelmekte?

 - Hayır, baba… Buradan.

 - Evet.

 Ne olmuş?

 - Televizyona bakacağım.

 - Hayır, anne… Gitme.

 Diğeriyse kendisi.

 Kendisi de diğerinin içinde.

 - Bunlar da üç figür işte.

 - Biz dördüz.

 Yasalar var.

 Ama haklarınız da var.

 En kibar şekilde söylersek.

 Yeni bir çağa giriyoruz, dijital çağa.

 Bazı nedenlerden dolayı, insanoğlu, kendisine ifade etme lüksünü ona sunmayacak olan sorunlarla karşılaşacak.

 Benzin İstasyonu hususuna gelirsek, örneğin, taşınmazlar yeniden dağıtılmalı.

 Söylemek gerek.

 Devrim… Kardeşlik… St. Agustin.

 Varlığımı değil de eylemlerimi onaylamayanları arkadaştan sayarım ben.

 Hâlâ gülümsüyorum, fakat uzun zamandır bu gülümseyişimin bir nedeni yok.

 Kelimelerim giriyorlar içeri… Dağıtıyorlar ortalığı.

 Aynen yerimde kalıyorum.

 Yeterince çektim.

 Dil giriyor içeri… Ağız kapanıyor, bir düz çizgi haline geliyor.

 Bitti.

 Görüntüyü elde ettim.

 Neredeyse hepsi, matematik, televizyon… Hemen hemen var olan sayılar kadar çoklar.

 Anlamıyorum… Neden televizyon?

 Bugünlerde, sinir sistemi bir doğal kaynak haline geldi.

 Naçizane fikrime göre, Afrika'nın yine şansı yok.

 Ama daha yok olmadı.

 İnsanlar böyle düşünmeye alışmışlar.

 Ama bu, her daim dallamalar olacağı gerçeğini değiştirmiyor.

 Bugünlerde değişen şey ise, bütün dallamalar samimi davranıyorlar.

 Avrupadakiler buna içtenlikle inanıyorlar… Eskiden Avrupa demek Alman müzisyenler, Fransız yazarlar, İtalyan şarkıcılar demekti… Ah, evet… Figaro'nun düğünü.

 Emredersiniz!

 Yaptığımız şey çok acınası.

 Dağıtımla uğraşıyoruz, ama asıl üretmemiz gerekiyor.

 Nasıl yapılacağını bilirdik.

 Şimdi, şu insanlar da varken, bir şeyler üretmeyi deneyeceğim.

 Ne dersin bu işe?

 Flo sandviç getirmedi mi size, Flo, Flo?

 Alo?

 Evet… Evet, evet, akşam beşte.

 Uzun sürecek mi?

 Birazdan.

 Söylediğim gibi, elimden bir şey gelmez.

 Duydun.

 Akşam beşte.

 Hallolur bir şekilde.

 - Jean-Jacques sana yer bırakacak mı?

 - Umarım.

 Planı var mıymış, sor.

 Peki ya sendikalar?

 Onlar ne diyor?

 Onlar ne diyor?

 Göreceğiz.

 haklı olduğunu söylüyorlar, ama bir şey yapmayacaklarmış.

 Neyse artık, diyecek bir şey kalmadı.

 En mühimi "göstermek.

" mümkün olanı göstermek.

 Hepsi bundan ibaret.

 Mesela neyi?

 Okunabilir hale getirerek değil de göstererek.

 Daha çok güç mü istiyorsun?

 Güç falan istediğim yok.

 Bir toplum istiyorum, devlet değil.

 Kusura bakma, Florine.

 Anlamadım.

 Devlet hayali ilk sırada olacak.

 Birey hayali ise ikinci sırada.

 Haydi, kımıldayın!

 Ne diyor?

 Mücadele ettiğin şey konusunda zihnini toparla, çünkü başarma olasılığın var.

 Hikâye nedir?

 Dikkatli ol, baba!

 Sen de annem gibi g-string mi giyiyorsun?

 - Lucien!

 - Merak ediyorum işte.

 Yaşamak ya da söylemek… Seçme şansımız yok.

 Söyleyeceğim.

 8 Ağustos 1789 gecesi.

 Bütün bireysel ayrıcalıkların kaldırılması.

 Fransa'da yaşayan herkesin tabi olacağı tek, umumi bir hukuk olacak.

 Bireyle yasalar arasındaki bağı hiçbir şey perdeleyemeyecek.

 Yaratıldığım külden ve onun seninle konuşmasından nefret ediyorum.

 Bravo… Saint-Just… 1789.

 Yirmilik güzel vücutlar.

 Hanımefendi… Geceye gözlerini diken bu onlarca göz de ne ola?

 Beyefendi… Aniden, aniden merakımı cezp etti.

 Ortada kimse yok, ama hâlâ seninle konuşuyorum.

 Cevap verdiğine göre de, beni duyabiliyorsun.

 Beyefendi… Bu görüntüler de nedir?

 Ne kadar özgür olsalar da kilit altındalar.

 Bu muazzam düşünce… Figürlerin gelip geçtiği, renklerin parıldadığı… Hanımefendi… Uzaydan bahsediyorsunuz.

 Uzay ölüyor.

 - Tek kelime, bu kadar yeter.

 - Biliyorum… Hem güzellik hem de güç, sen de ikisinden de bolca var.

 Ben de sana şunu söyleyeyim… Artık birbirimizi sevmiyoruz.

 Genel Konseyler O kadar basit değil.

 Basit seçim diye bir şey yoktur.

 Bir programa ihtiyacımız olacak.

 Evet, orası bariz… Bir program.

 Var mı sende?

 Yirmi yaşında olmak.

 Haklı olmak.

 Umudunu korumak.

 Haklı olmak.

 Hükümetin hatalı olduğuna göre.

 Yazmayı öğrenmeden önce görmeyi öğrenmek.

 Harika, değil mi?

 Hayatım… Hiç dinlemiyorsun ki.

 Ama öyle ya da böyle, onun bilgisi olmadan, nihai adımı atmış ve bilinmeyen bir ülkede ilerlemeye koyulmuştu bile.

 Kadim cennetinin sınırlarının ötesi.

 Yalnız, o küçük kızdan daha yalnız.

 Farklı ağızlardan… korkusuzca… …çıkan seslerin birliği karşılıklı gelişimin önüne geçer.

 Durdurun hırsızı!

 Durdurun hırsızı!

 Şapkamı gören oldu mu?

 Selam, minik beyaz… Bir şey gördün mü?

 - Hey!

 - Görmedim, Bayan.

 Yakaladım seni, fırlama!

 Dikkat etsene!

 Ne yapıyorsun?

 Eski bir manzaraya yardım ediyorum.

 Eski bir manzaraya yardım ediyorum.

 Yok artık!

 Renoir bu!

 Evet, aynen.

 Güzel şeyler var, mesela şu hayvan.

 Şu ikisi, annenle baban mı?

 Biri soracak olursa, bilmediğini söylersin.

 Tablonun ismini anlayamadım.

 "Night and Day" Gece ve Gündüz.

 Sorun değil, İngilizce biliyorum.

 Mısır'dan geldi.

 El Amarna'da, bir firavunun mezarında buldular.

 Ama o zamanlar saatle alakalı bir şey yoktu.

 Evet, ama vakit vardı.

 Gece vakti.

 - Bir de gündüz var, kim karar veriyor?

 - Saatin kendisi.

 Hiçbir şey hareket etmiyor.

 Evet, çünkü düşünüyor.

 Düşünmesi çok uzun sürerse, çekip giderim.

 Sonra?

 Gizem.

 Ne düşünüyorsun?

 Ya sen?

 Sırtını.

 Gerçekten ilgini mi çekti?

 Yorumsuz.

 Yeter bu kadar!

 ve onları tekrar göreceksiniz evet, ilk seçim iptal edilince, çocuklar şimdi bekliyorlar ki Danıştay bir karara varsın.

 babalarının Midi'de küçük bir arsası var.

 ilk seçimler hususunda, Danıştay'ın verdiği karar doğruydu.

 Florine ve Lucien soyadlarını korudular.

 Halk egemenliği intizamsız bir şekilde ifade edildi bu sefer, yalnızca ilk isimleriyle oyların yüzde doksan üçünü aldılar yani, kazanacaklar o zamanlar, Direniş sırasında, Toulouse yakınlarında küçük bir grup vardı.

 "Mücadele" hareketinin bir parçasıydılar.

 "Martin ailesi" sloganları ise şuydu: özgürleştir ve birleştir İNSANLIĞIMIZ MISIR FİLİSTİN ODESSA YUNANİSTAN NAPOLİ BARCELONA İNSANLIK Sudan'dan gelen altın tozunun, Mısırlı kölelerle birlikte, Sahra'daki ticaretin başını çektiğinden haberimiz var.

 Ama, bu altının, yüzyıllar boyunca, Batıdaki İslam'ın belirleyici silahlarından biri olduğunu kimse görmez.

 Güneş ve ölüm hiçbir zaman doğrudan birbirlerine bakmazlar.

 Bakın… İşte… İki kadın altın arayıcısı, Golden League buluşmasındalar.

 Görüntü ise… Tarihçiler aramazlar, bulurlar.

 Bütün bu görüntüleri dilden korumak demek onlardan gerçekten faydalanmak demektir.

 Çünkü çölde bulunuyorlar.

 Onları da orada aramalıyız.

 1839'da, Filistin ilk fotoğrafçısını karşıladı.

 Çemberin tümlevi Einstein'in hayatı boyunca aradığı ünlü x + 3 = 1 metaforuyla tamamlanmıştı.

 Belirsizlikten gelen netlik.

 1926 yılının sonunda, Kudüs'te Gershom Scholem, Berlin'de bulunan Franz Rosenzweig'e şöyle yazıyordu: Bu ülke tam bir yanardağ.

 Bir gün gelecek, dil onu konuşanlara düşman olacak.

 İşte bu yüzden, genç kızlar seni seviyor.

 Beni yürüyüşe çıkar, peşinden koşmamı sağla.

 Kral davet ediyor beni odasına.

 Bir aşk tutsağı.

 İkinci melek tasını denize boşalttı.

 Deniz, ölü kanına benzer bir kana dönüştü.

 New York'taki Özgür İleri Araştırmalar Okulundaki ikinci dersinde, Roman Jakobson, 1942-43 kışı sırasında, sesle anlamı birbirinden ayırmanın imkânsızlığını ve de bu sırrı ancak fonem kavramının çözebileceğini göstermişti.

 İki ses için beste yazmak ancak dezonansların ortak bir nota ile okunmasıyla mümkündür.

 

Söyleyin, nerede askerler?

 

Nerede yaşadılar?

 

Söyleyin, nerede askerler?

 Neler oldu?

 İshak babasına dedi ki

Söyleyin, nerede askerler?

 "Ateş burada," "Bıçak burada,"

Mezar taşlarının üzerinden esiyor rüzgâr

 "Peki kuzu nerede?

"

Ne zaman farkına varacaklar?

 "İbrahim yanıt verdi:"

Ne zaman farkına varacaklar?

 "Kuzuyu Tanrı'nın kendisi sağlayacak.

" YAHUDİ Haçlı seferleri ve Kudüs ismi birçok şeyi açıklıyor.

 "MÜSLÜMAN" Eğer ortada bir intikam arzusu varsa, intikam alacak kişi İsa Mesih'ti.

 Filistin.

 ÖPSENE BENİ APTAL ODESSA Merdiven kelimesi, Rusça'da dişildir.

 Şahsi görüşüme göre, saça sapan konuşuyor.

 Ama başka bir konu vardı.

 Zavallı Vakulinchuk.

 Gösteri neşe ve mutlulukla doluydu.

 Alın size iş… Sizin sıranız… Askerler ateş etmeye başladılar… gösteri dolayısıyla.

 Gösteride "el" kelimesi geçiyordu.

 Bir ideal, evrenin tamamını etkileyen bir gülücük.

 YUNANİSTAN Perikles ve Sofokles sayesinde, demokrasi ve trajedi evlenmişlerdi Atina'da.

 Tek bir çocuk: iç savaş.

 Yunan'ın trajik kahramanı.

 Dilden yoksun bir bedenin imkansız bir beyanatla ölümcül yakınlaşması.

 TRAJEDİNİN İLKELERİ "Ismene, benim canım kız kardeşim" "Nedir bu hastalık, var mıdır bir haberin?

" Odysseus'u yolculuğundan dönüşünde, onu tek tanıyan köpeği olmuştu, o da kokusundan dolayı.

 Ama o sabah, Atalante'yle omuz omuza durduğunda savaşın, hayatının merkezinde olacağını anlamıştı.

 Fransız Haberleri olarak, bugünkü ilk haberimizi parçalanmakta olan bir ülkeden bildiriyoruz.

 Niçin kahin lütfüne sahip olmayı dileyecektim ki?

 - Cassandra, mantıklı ol!

 - Hayır!

 - Tanrılarıın planını onaylamıyor musun?

 - Hayır.

 - Ama uslu duracaksın.

 - Hayır.

 Napoli.

 Süre tekrar belirleniyor.

 Yaşamın temel yapılarından çok daha kayda değer olan, o yapıların yıkıldığı noktalar, sertlikleri ve bozulmalarıdır.

 İşin trajedi kısmı ise, insanların Eski Akdenizlilere kadar uzanan aynı modeli taklit etmeleridir.

 Şefkat eskilere dayanan bir olgudur.

 Kendi kokusuyla boyanmıştı, renkleri ve olumlamaları Batı dünyasındaki hayatın tümü.

 Şefkat olmasaydı, evrim mümkün olmayacaktı.

 1 Ekim 1943'te, Napoli'de veba patlak verir.

 Müttefiklerin girip de bu şanssız şehri kurtardığı günle aynı günde.

 Özgürlük pahalıdır.

 Ama onu ne altınla ne de kanla satın alabilirsiniz; ancak korkaklık, fahişelik ve ihanetle.

 Kuzey Amerikalılar halkları kurtarıyormuş gibi yapıp, aynı anda da onları yenilgiye uğramış gibi hissettirebilirler.

 Barcelona.

 Ölme olasılığınızın olduğu bir durumda, İspanya hiç kıtlığın olmadığı bir ülke haline gelir.

 Hatta umutlarımız bile.

 Yine de, hiç şüphesiz, bir diktatörün ne düşündüğü önemli değildir.

 Savaşı ancak bir kez keşfederiz.

 Hayatı ise onlarca kez.

 Güvenilir gerçekler, demeli ki, elle teslim edilenlerdir.

 Plaza de Toros'taki boğa güreşi.

 Herkes oradaydı.

 Hemingway, Dos Passos, Orwell.

 Ya sonra?

 İnfazdan sonra, torerolar ve izleyiciler cepheye katılmaya gittiler.

 Kadınlar.

 Şehrin kenar mahallelerinde barikatlar inşa ederken saldırıyı bekleyenler gibi.

 Simone Weil, Franco'nun zaferi sonrasında, Almanların Paris'i işgal ettiği haberini aldıktan sonra, şöyle diyecekti: "Indochina için harika bir gün olacak." İşte, "olmak" fiili sayesinde, gerçeklik eksikliği aşikâr hâle geliyor.

 Mesela: Yakında, Barcelona'da olacağız.

 Şöyle dense, daha iyi olurdu: Yakında, Barcelona bizi karşılayacak.

 Saat kaçı gösteriyor?

 Her daim doğru saati.

 GİBİ ŞEYLER YASALAR HATALI OLDUĞUNDA, ADALET YASAYI ARKAYA İTER YORUMSUZ Grenouille GokkhanJeen@gmail.

com||

un. metteur. en. ordre-robert. bresson(TV. s1966)

2||3724605||İyi Seyirler Çeviri: neco_z Dedikodu Paris'in dört bir yanına saman alevi gibi yayıldı.

 Eşsiz bir film Au hasard Balthazar sinemalara geliyor.

 Dedikodu buydu işte.

 Fransız halk televizyonunda bir akşamüstü adı geçmişti sadece.

 Bir şeylerin sinema sanatına dönüştüğünü hissettiğimizden Roland Darbois ve ben bu programı Robert Bresson'un filmine adamaya karar verdik.

 Üstelik bu şekilde hissedenler bir tek biz değiliz.

 Bayan Marguerite Duras kadar eşsiz bir yazarın ya da Louis Malle, Jean-Luc Godard ve François Reichenbach gibi Bresson'dan farklı film yönetmenlerinin fikirlerini veya daha açık olmak gerekirse hislerini programımızda sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

 Bay Jean-Luc Godard.

 Ben tam bir filmkoliğim, sinemaya deli oluyorum bu yüzden biraz abartabilirim ama Pascal'ın Aşk Arzusu Üzerine Söylev filmini bu filme kıyaslayabilirim.

 Film, Pascal'ın arzular üzerine yazdıkları kadar beni etkiledi.

 Bay Louis Malle.

 Bana öyle geliyor ki nihayet sinema daha önce üzerinde neredeyse hiç durulmayan belirli bir bölgeye girmiş oldu.

 Bu tam olarak doğru sayılmaz.

 Bazı muhteşem filmler bunun üzerinde durmuştu zaten.

 Bayan Marguerite Duras.

 Bence Bresson günümüz sinemasına son derece yeni bir bakış getirdi ki bu şey de düşüncedir.

 Hemen bir anda ortaya çıkan bir şey değildi bu.

 Dramanın altında ezilmiştim ama ne var ki gördüğüm şeyin üzerine parmak basacak durumda değildim.

 Bu, Bresson'un kendiyle diyaloğudur.

 Bu filmi bu kadar muhteşem yapan da budur.

 Bresson'u karakterize etmek isteseydim bir röportajımda da söylediğim gibi benim için o bir Mahkeme Yargıcı'dır.

 Karıştığı risk ve şiddete rağmen insanoğlunun derinliklerine nüfuz edebilen biri.

 Engizisyon üyelerinin aksine siyasi ya da dini ingizitörler kadar tehlikeli değildir.

 Çünkü onun aracı sinemadır sinema da yaşamı ve insanoğlunu ele aldığı için onu hümanist olarak tanımlamak daha doğru olur.

 Bu yüzden Bresson hem bir hümanist hem de bir mahkeme yargıcı olma fırsatı ve ayrıcalığına kavuşmuştu.

 Bu, Balthazar'da çok belirgin.

 Dünyanın ve içindeki kötülüğün korkunç görünüşünü konu alan bir film ama aynı zamanda bunu bir Hristiyan ılımlılığıyla yaşıyoruz.

 Asıl olağanüstü bulduğum şey de bu işte.

 Bay François Reichenbach.

 Bresson'un filmlerindeki tonu her zaman sevmişimdir ancak bu sefer her zamankinden daha çok heyecanlandım ve her zamankinden daha az kelime vardı.

 Çünkü her kelime bir şok etkisi yaratıyordu ama bu şok tam da olması gerektiği gibiydi.

 Her şeyden önce ben bir müzisyenim bu yüzden bir müzisyen olarak filmi beğendim.

 Sesi ortaya çıkaran sessizliğini sevdim ki bu da müziğe katkıda bulunmuş ve müzik de kelimelerin dile gelmesine olanak sağlamış.

 Bence yalnız Chaplin ya da Jacques Tati'nin filmlerini izleyen ya da yılda bir kez sinemaya giden insanların görmesi gereken bir film.

 Büyükbabam da böyle biriydi.

 Asla sinemaya gitmez ve Chaplin ya da Tati'nin filmlerini izlemezdi.

 Bu film dünyanın kendisi.

 90 ila 100 dakikada çocukluktan ölüme ve bu ikisi arasında kalan dünyayı seyrediyoruz.

 Bence son derece inanılmaz.

 Bresson minimalizm ve efektler açısından hiçbir zaman aşırıya kaçmadı.

 Filmin zamanının çok ötesinde olduğunu söylemek mümkün.

 Aynı şekilde zamanla sınırlı aştığını söyleyebiliriz.

 Her durumda çok önemli bir şey.

 Bresson için hayati önemi vardı.

 Daha önce sadece şiir ve edebiyatla dile getirilmiş ne varsa Bresson bunu sinema aracılığıyla gerçekleştirdi.

 Ondan önce sinemanın bir parazit olduğunu söylemek mümkün.

 Diğer sanatlardan ayrı gelişti.

 Onunla birlikte film kendini buldu.

 Kendi ayakları üstünde durmayı başardı.

 Sinemaya gitmeye başladığımdan beri gördüğüm tüm filmler içinde evet gördüğüm tüm filmler içinde yalnızlığa ve neticede gerçekliğe yaratılışa en çok benzeyen film bu.

 Rastgele Balthazar Başlık, eşeğe İncil'de geçen bir isim verme arzumdan ileri geliyor.

 Bu yüzden ben de Üç Bilge Adam'dan birinin adını verdim ona.

 Başlığın kendisi kendilerini Mage Balthazar'ın varisleri olduklarını iddia eden Baux asillerinin sloganı.

 Sloganları: "Au hasard Balthazar.

" Başlıktaki kafiyeyi seviyorum, üstelik konuyla da çok alakalı.

 Rastgele Balthazar tümüyle mütevazı, tümüyle kutsal olan yaşayan bir canlıyla yüzleştiğimizdeki kaygılarımız ve arzularımız hakkındadır ve bu durum bir eşekle gerçekleşiyor: Balthazar.

 Bu kibirdir, aç gözlülüktür acı çektirme ihtiyacıdır, şehvettir.

 Bunların hepsi pek çok efendisinde olan şeylerdir ve onların yüzünden acı çeker ve sonunda ölür Bu karakter Chaplin'in ilk filmlerindeki Serseri'ye benzer ama yine de bir hayvan, bir eşektir.

 Erotizmi çağrıştıran bir hayvan olarak kalmaz aynı zamanda Hristiyan mistisizmine dayalı tinselliği de çağrıştırır.

 Çünkü eşek Antik Roma Kiliselerimizde olduğu kadar Eski ve Yeni Ahit'te önemli bir yere sahiptir.

 Balthazar aynı şekilde kesişen yollar hakkında.

 Bazen birbirine paralel giden bazen de birbirini kesen yollar.

 Birinci yol: Bir eşeğin yaşamında bir insanınkindeki benzer safhaları görüyoruz.

 Şefkat dolu çocukluk sevgi gösterileri hem insan hem de eşek için çalışarak geçirilmiş yetişkinlik yılları.

 Bir süre sonra, yetenek ve dahilik göstergesi ve son olarak ölümden önce gelen mistisizm evresi.

 Yolun diğer tarafında Balthazar'ın acısına ve ölümüne sebep olmuş çeşitli kötülüklerin timsali olan farklı sahiplerinin merhametine kalmış bir eşek.

 Bu filmi çekerken endişelerimden bir tanesi de her zaman mevcut olmayan ama her zaman ana hikâye çizgisinde olan, zaman zaman gördüğümüz ama yine de orada bir varlığı bulunan ana karakterin bir eşek olması.

 Eşeğin ana hikâye, ana karakter olduğunun anlaşılması gerekiyordu.

 Bunu başarmak için, onun yanında gerçekleşmeyen ya da göz ucuyla şahit olduğu tüm olaylar ondan uzaklaşıyor.

 Diğer karakterlerin nereden geldiğini söylemek zor.

 Bana öylece geldiler.

 Onları tam olarak açıklayamam.

 Onları gördüm.

 Sonra portreler gibi çizildiler.

 Bir romancı gibi onları tasvir edemem.

 Bana göre bu aslında kibirle ilgili bir film.

 Neredeyse tüm karakterleri harekete geçiren şey kibirdir.

 Durumları ve yakınları konusunda, hatta dünya hakkında kendilerinin ne olduğuyla alakalı bir çeşit kendini beğenmişlik.

 Çevrenizdeki insanlara tam olarak bakarsanız bu kibi esasında iyi ve yararlı bir şey mi?

 Kendimizden gurur duymasak halimiz ne olur?

 Bu kadar boş ve kuru bulduğunuz insanlık Bunu anlaşılması daha kolay, insanlık kadar çok sevimli görmüyorum.

 Çık dışarı!

 Hemen!

 Sana söylüyorum!

 Marie filmin başında küçük bir kızdır ve sonunda hâlâ küçük bir kızdır.

 Asla büyümeyen asla kendi kararını veremeyen ya da düşünüp taşınmadan hareket eden biridir o.

 Tümüyle içgüdülerine göre hareket ediyor.

 Etrafta itilip kakılıyor.

 Ya babasına ya da Gérard'a boyun eğiyor.

 Benim fikrime göre mutlak ilgisizliği yüzünden ta en başından kaderine terk edilmiş biri.

 Gérard'a boyun eğiyor mu yoksa onu Marie mi seçiyor?

 Bence ona boyun eğiyor.

 Öyle düşünüyorum.

 Ama araba sahnesinde ona boyun eğiyor.

 Sanırım daha en başından ona boyun eğiyor.

 İlk buluşmalarında.

 Yani bir bakıma onu seçiyor.

 Gérard için Marie onun bilmediği başka bir dünyadandır.

 Onu tam olarak anlayamaz, aslında hiç anlayamaz.

 Ama sanırım onu yok etmek için onu arzuluyor.

 Onu arzuluyor çünkü o nispeten saf ve temiz biri ve onu gerçekten yok edebilmeyi istiyor.

 Bence buna dayanılmaz bir istek duyuyor.

 Kız ona hiç dokunmamış.

 Kız tarafından dokunulacak kadar hassas olduğunu düşünmüyorum.

 Çok aptaldır.

 İkisinin de birbirini sevdiğini düşünmüyorum.

 Aşk kendi yolunu bulur ama bu tensel bir aşktır.

 Sahne şehvetle ilgilidir.

 "Erotizm" demiyorum çünkü bu terim o kadar çok kullanıldı ki artık anlamsız hale geldi.

 Bana göre bu sahne aşktan ziyade daha çok şehvetle ilgili.

 Mevsim bahardır ve kuşlar şarkı söyler.

 Bu genç adamın onun tarafını tutması ve kızın kendisinde bir şeyler uyandırması hayatımızdaki pek çok şeyde olduğu gibi bütünüyle şans eseri gerçekleşiyor.

 Tensel aşk o anda doğar.

 Belki bu aşkın özellikle Gérard için olduğuna inanıyordur ama pekâlâ başka biri için de olabilir.

 Bu sahne, senaryoda ayrıntılı bir şekilde yazılmış mıydı yoksa çekimler sırasında doğaçlama mı yapıldı?

 Hayır, senaryoda vardı ama bir filmi yazmakla oynamak arasında dünyalar kadar vardır.

 Bana göre bir filmin en önemli kısmı sahip olduğu ritimdir.

 Her şey ritimle dile getirilir.

 Ritim olmadan hiçbir şey olmaz.

 Biçim olmadan hiçbir şey olmaz ama ritim de olmadan hiçbir şey olmaz.

 Benim için bu, iki karakteri ve davranışlarını almak ve aradaki bağlantıyı bulmakla ilgili.

 Ama olduğunu söylediğiniz her şey çekimler sırasında değil montajlama kısmında oldu.

 Bu şeyleri oluşturan, ortaya çıkaran şey montajlamadır.

 Kameranın görevi sadece kaydetmektir.

 Kesin ve ön yargısızdır.

 Kamera son derece kesindir.

 Drama montaj odasında oluşturulur.

 Görüntüler yan yana konduklarında ve ses eklendiğinde "aşk patlaması" denen şey yaşanır.

 Marie'yle Balthazar arasında son derece sıkıntılı esrarengiz ve müphem bir ilişki var.

 Ortada açık şekilde tanımlanmamış bir nesne olmadan yaşanan aşk var.

 Ergenler son derece belirsiz, adı konmamış bir şeye âşık olabilirler.

 Aşkın bir nesnesi olmalıdır.

 Aşkının nesnesi eşek değildir.

 Eşek sadece bir aracıdır.

 Ben böyle düşünüyorum.

 Bence hassasiyet gösterimi belki aşk bile olabilir.

 Ne de olsa sevdiğimiz bir hayvanı çiçeklerle süslemek sıradan bir şeydir.

 Ama gecenin ortasında değil.

 Uyanıksanız neden olmasın?

 Zorluk şudur ki tüm sanat dalları aynı zamanda hem soyut hem de imalıdır.

 Her şeyi gösteremezsiniz.

 Gösterirseniz bu sanat olmaktan çıkar artık.

 Sanat telkinler üzerinedir.

 Film yapımcıları için en büyük zorluk olayları tam olarak gösterememeleridir.

 Aslında hiçbir şeyin de gösterilmemesi gerekir ama bu imkânsızdır.

 Yani olaylar farklı açılardan izleyiciye gösterilmeden sadece tek bir açıdan gösterilmeli.

 İzleyicinin yavaş yavaş hayal etmesine hayal etmek istemesine izin vermeli ve onları sürekli bir beklenti içinde tutmalıyız.

 Bu, sebebi sonuçtan sonra gösterme konusunda daha önce de söylediğim şeye varıyor.

 Gizemin kalmasına izin vermeliyiz.

 Hayat gizem doludur ve bunu ekranda görmemiz gerek.

 Olayların sonuçları her zaman sebeplerinden önce gösterilmeli.

 Gerçek hayattaki gibi.

 Şahit olduğumuz pek çok olayın sebebinin farkında değiliz.

 Sonuçları görürüz ama o da sebepleri keşfettikten sonra oluyor.

 Burası çok berbat bir yer.

 Tam da ölmek için bir yer.

 Gözün arkada kalmayacak.

 Ölmekten kim bahsetti şimdi?

 Ben.

 İnandığın bir şey yok mu?

 Sahip olduğum şeylere inanırım ben.

 Parayı seviyorum.

 Ölümden nefret ederim.

 Herkes gibi sen de öleceksin.

 Hepsini gömeceğim.

 Yaşlısın.

 Onlar kadar değil.

 Çirkinsin.

 Bırak bir şeyler yiyeyim yaşlı pinti!

 Açlıktan öldüm.

 Ayakkabında para ve altın sakladığını söylüyorlar.

 Bunun sana ne yararı var ki?

 Al bunu!

 Zenginsin ama elektriğin yok.

 Hiçbir şeyimiz kalmadı.

 Ne ev ne de bahçe artık bizim.

 Babam, sahip olduğu her kuruşu alacaklılara ödedi.

 Onuru her şeyin üzerinde tutarsan bu olur işte.

 Baban hayatını yükümlülükler altına girerek harcadı.

 Peki ne için?

 On kişiden biri bile onun masum olduğuna inanmıyor.

 Yükümlülüklerim var mı?

 Ben özgürüm, sadece çıkarlarıma hizmet eden yükümlülüklerim var.

 Kâr getirenler, özellikle de iyi kâr getiren yükümlülükler.

 Hayat panayırdan başka bir şey değildir.

 Senin kelimelerine bile ihtiyacı olmayan bir pazar yeri.

 Bir banknot yeterli sanırım.

 İnsanlara para vermek seni yükümlülüklerden kurtarabilir.

 Daha iyisi, onları parasız çalıştır.

 Herkes olayları benim gördüğüm gibi görmez.

 İstediğini yapabileceğini çabucak öğreniyorsun ve yine de saygı görüyorsun.

 Cüret ve cesaretle ilgili bir şey.

 Sende kalsın.

 İhtiyacım olan şey para değil, bir dost.

 Evet, bir dost.

 Bana nasıl kaçacağımı söyleyebilecek bir dost.

 Hep bunu yapmak istemişimdir.

 - Kaçmayı mı?

 - Çekip gitmeyi.

 Marie o adamın evinde saklanır çünkü orası onun nihai sığınağıdır.

 Ona zevk verecek kadar akıllı, becerikli ve kurnaz olmuştur bu yüzden samanlıkta uyumasına izin verecektir.

 Diğerleri için daha da ileri gider çünkü artık iyice tecrübe kazanmıştır.

 Yine de bundan sonra ona küçümseyici bir edayla yaklaşır.

 O gece aralarında ne oldu?

 Nihayetinde kızın mutlak dürüstlüğünün galip geldiği son derece belirli çelişkili eğilimler söz konusu.

 İlk önce ihtiyacı olduğunu için parayı kabul eder.

 Ya da belki parayı paragöz tarafından dolandırılan ve meteliksiz kalan babasına vermek istiyordu.

 Paragözün kendisini son derece mutsuz eden kötümser konuşmalarını duyduktan sonra paranın onun iddia ettiği gibi büyük bir şey olmadığını fark eder ve böylece parayı iade eder.

 Bu onun muhteşemliğini gösteren bir andır.

 Bundan sonra olanlara gelince sizin tahmininiz de benimki kadar iyi.

 Geceyi paragözle mi yoksa sandalyede öylece gün doğumunu bekleyerek mi geçirdi onu bilmiyorum.

 Marie sizi görmeye geldiğinde hiç mi duygulanmadınız?

 Savunmanızın ya da çirkefliğinizin yok olmasını sağlamadı mı?

 Bir anlığına kesinlikle öyle oldu.

 Aşk sizi şehvete düşürmeden ve kötü yola sevk etmeden önce bunda kesinlikle insan olmakla ilgili karşı konulamaz bir istek vardır.

 Üstelik bu önemli anla ilgili olarak ne olacağını ve ne olması gerektiği konusunda en ufak bir fikrimiz yok.

 "Ne olduğunu bilmiyoruz.

" Bu cümleyi biraz da açalım.

 Ertesi gün anne baba tüccarı ziyarete gittiklerinde şöyle derler: "Bir saat önce buradaydı.

" İzleyici tam olarak neler olduğunu bilmez.

 Robert Bresson'un bu konu üzerinde durmaması da benim açımdan takdir edilecek bir şey.

 Sizin için Marie kimdir?

 Marie'nin modern kadınları temsil ettiğini söyleyemem.

 Bana göre filmde göründüğü şekliyle o kendisine pusu kurulmuş çok hassas ancak buna rağmen saf kalmayı başarabilen biri.

 Umudunu yitirmiş.

 Teskin et onu.

 Bir Taşra Papazının Günlüğü'nden Balthazar'a kadar Tanrı'yı açık bir şekilde görürüz.

 Tanrı orada bağışlayandır.

 Balthazar Tanrı'nın olmadığı, Tanrı'yla işi olmayan bir dünyanın izlenimini veriyor.

 Öncelikle, sırf Tanrı'dan bahsetmek ya da "Tanrı" kelimesini ağzımıza almamız O'nun var olduğunu işaret etmez.

 Bir insanı, bundan kastettiğim sadece sallanan bir kukla değil ruhu olan birini göstermek için bir film yapımcısının araçlarını kullanırsam eğer insan varsa Tanrı da vardır.

 Tanrı'nın adını telaffuz etmek onun var olması için yeterli bir sebep değil.

 Hayır, bildiğime göre bir karakterin, örneğin Marie'nin babasının Tanrı'yı inkâr ettiği ilk filminiz bu film.

 Madem Tanrı'yı reddediyor o halde Tanrı gerçektir ve bu yüzden Tanrı vardır.

 Ama birden artık Tanrı kötüdür.

 İnsanoğlundan elini eteğini çekmiştir, bunu şimdiye kadar hiç söylemediniz.

 Az önce verdiğim sebeplerden dolayı Tanrı'nın filmde olmadığı izleniminizi paylaşmıyorum.

 Sizin filmlerinizde kelimelerin ne tür bir işlevi söz konusu?

 Bence sözler bir resmin söyleyemeyeceği her şeyi söyleyebilir.

 Karakterleri konuşturmadan önce her şeyden önce gözleriyle, vücut diliyle belirli etkileşim türleri ve davranış kurallarıyla ifade edebilecekleri her şeyi incelememiz gerekiyor.

 Kelimeler, olayların içine daha fazla müdahil olma ihtiyacı hissettiğimizde kullanılmalıdır.

 Kısacası fikirler filmde uygun sesleri ve görüntüleri kullanarak ifade edilmeli ve diyalog da ancak son çare olarak kullanılmalı.

 Teknik hakkında konuşmaktan hoşlanmıyorum.

 Tekniğimin de olduğunu sanmıyorum.

 Bu daha çok görüntüleri düzleştirmekle ilgili bir takıntı.

 İyi de bir sebebim var.

 İnandığım şey, aslında şu konuda eminim ki değişim olmuyorsa sanat da olmuyordur ve görüntü başka bir görüntü haline gelmiyorsa sinemadan konuşmak anlamsızdır.

 Görüntü eğer beyaz perdede tam da filme alındığı gibi yalıtılmış olarak kalıyorsa eğer diğer görüntülerle yan yana konduğunda değişmiyorsa dönüşüm de olmuyor demektir ve buna da sinema diyemeyiz.

 Bunu gerçekleştirmek için Tiyatro sanatının izini taşıyan görüntüler değişime uğrayamaz çünkü onlar bu mühürle damgalanmışlardır.

 Daha önce bir kere oyulmuş ahşap bir masa gibi.

 Masa oyularak bu şekle gelecektir.

 Görüntüleri, diğer görüntülerle ve sesle bağlanmak suretiyle değişime uğrayabilmesi için tüm sanatlardan ayrı tutmanız gerek özellikle de tiyatro sanatından.

 Sinemanın en büyük zorluğu .

.

"sinema" diyorum çünkü onu "film"den ayırt etmek istiyorum.

 "Film"den kastım, kameraya alınmış oyunlardan başka bir şey olmayan yani geleneksel olanlar.

 Yönetmen aktörleri alır, onlar da oynar, o da filme alır.

 Bana göre sinema tümüyle farklı bir şey.

 Görüntünün görüntüyle, görüntünün sesle ve sesin sesle bir araya konmasıyla doğan bağımsız bir sanat.

 İşte bu olan bir şeyi tekrar yaratma değil gerçek bir oluşumdur.

 Aktörleri bir oyunu sahnelerken filme aldığınızda kamera sahnenin bir kopyasını çıkartır, onu yaratmaz.

 Acaba kendimi yeterince açık ifade edebiliyor muyum?

 Evet, gayet açık.

 Tiyatroda sahnesinde ya da filmdeki ya da her ikisindeki aktörlerden bir eseri icra etmelerini isteriz.

 Bir hikâyeyi oynarken onları filme alıyoruz.

 Bana göre aynı şey değil.

 Görüntü ve sesle ilgili.

 Diğerleriyle yan yana konduğunuzda başkalaşan görüntüler.

 Ama görüntülerin nötrlük adını verebileceğimiz belirli bir mahiyeti olmalı.

 Bundan kaçınmak çok zor ama çok fazla dramatik anlam taşımamaları gerek.

 Dramatik anlam sadece diğer görüntülerin yan yana konmasıyla ortaya çıkmalı.

 Bu da son derece zor.

 Diğer görüntülerle etkileşime girmesine izin vermek için bir görüntünün nasıl ve hangi açıdan çekileceğini bilmek önemlidir.

 Bay Ghislain Cloquet, görüntü yönetmeni.

 Bu film üzerinde çalışırken teknisyenler olarak tüm filmi baştan sonra Bresson'un tek bir lens kullanarak çekmekten ibaret olan yöntemini görme şansımız oldu ki dahası bu son derece sınırlı olmakla birlikte 50mm'lik uzun odak mesafesi olan bir lens ve çok keskin sınırları zorlayarak süregelen diğer tüm kurallar gibi bu temel kural da kesinlikle beklenmedik harikulade sonuçlar ortaya çıkardı.

 Aktörlere ilgili söyledikleri şeylere benzer bir sürpriz bu.

 Onları yorduğunuzda büyülü bir şey ortaya çıkıyor.

 50mm'lik bir lens kullanma konusundaki çarpıcı şey aslında sahnelemeyi aklında hiç tasarlamadığıdır.

 Bunu yapsaydı 50mm'lik lensler çekim için en iyi görüntüyü yakalardı.

 Bunun yerine sahneyi 50mm'lik lenslerden bakarak düzenler ve bu da ona aradığı cevabı veriyor çünkü bu onun tek seçeneği.

 Bundan düzenleme stili ortaya çıkıyor bir hikâye anlatma stili; bu çok homojen ve çok akıcı.

 Mesela kameraman açısından düşünecek olursak bu filmde kameraman ben değildim.

 Ekibimdekilerden biriydi ama çalışması inanılmaz derecede durağan ve son derece tutarlı oldu.

 Tiyatro, harici ve dekoratif bir sanat olmasından dolayı ki bu benim için hiç de bir hakaret sayılmaz aynı şekilde sinemanın hedefi sinemanın nihai amacı özellikle "sinema" diyorum, "film" demiyorum sinema sanatını kastediyorum tabii böyle bir şey varsa sinemanın amacı içselleştirme, kişisellik, soyutlama hakkındadır.

 Başka bir deyişle en derinlerdeki duygulardır.

 Elveda zavallı kadim dostum.

 Geçip giden hep aynı ahmakları seyrederek tüm günlerini burada geçirmeye mahkûm oldun.

 Elveda kadim dostum.

 Sana da dostum.

 Bana göre sinema her şeyi yerli yerinde bulma sanatıdır.

 Bu anlamda diğer tüm sanat dallarına benziyor.

 Johann Sebastian Bach'ın bir öğrenciye çaldığı esnada aralarında geçen bir olaydaki gibi.

 Çocuk coşkuyla atılır ama Bach şöyle der: "Bunda takdir edilecek bir şey yok.

" "Tek yapman gereken notaya doğru zamanda basmak gerisini org halleder.

" Filmlerinizde ses gerçekçi değil.

 Ses efektlerini kullanmıyorsunuz ama sesi abartıyorsunuz.

 Diyalog seslerini düşürüyor ama nesnelerin seslerini abartıyorsunuz.

 Bazen sesi kısıyorum.

 Bazı zamanlar da tersini yapıyorum ve önemini abartıyorum.

 Bu, içgüdüsel olarak ne hissettiğimle ya da filmin ne şekilde geliştiğiyle alakalı bir şey.

 Başka bir şey.

 Aktörlerinizden kendilerini vücut diliyle ifade etmelerini istiyorsunuz.

 Ancak aynı zamanda bu unsurları da kısıtlıyorsunuz.

 Tekrar teknik konusunda ya da daha doğrusu mekanik davranış takıntım hakkında konuşmaya başlıyoruz.

 Bana göre jestlerimizin bir çoğu ve hatta sözlerimiz bizden bağımsızdır.

 Eliniz dizinizdeyse onu oraya koyan siz değilsinizdir.

 Montaigne bu konuda ellerimizin gitmelerini söylemediğimiz yere gittikleri hakkında harikulade bir bölüm yazmıştı.

 Ellerimiz bağımsız çalışır.

 Jestlerimiz, kollarımız neredeyse bizden bağımsız çalışırlar.

 Bizim emrimiz altında değildirler.

 Sinema böyle bir şeydir.

 Sinema jestlerimizi ya da sözlerimizi düşünme yeri değildir.

 Ne söyleyeceğimizi düşünmeyiz.

 Kelimeler düşündüğümüz şekliyle gelir ve belki düşünmemizi onlar sağlar.

 Bu bağlamda tiyatro gerçekten ve doğallıktan uzaktır.

 Filmlerimde yapmaya çalıştığım şey gerçek olan ne varsa ona dokunmak.

 Belki gerçekliği kafaya fazla takıyorum.

 Başka bir şey.

 Karakterleri, kendi başlarına olmalarını istedikleri kişiler değil de kendi istediğiniz şekle dönüştürüyorsunuz.

 Tuhaf bir karışım.

 Onlarla benim bir karışımım.

 Aramızdaki bir enerji transferi.

 Yönetmenliğim ya da yönlendirmemden değil bir tür önseziden, ortaklaşa bir değerden pek çok konudaki arkadaşlıktan edinilen bir çeşit karışım bu.

 Kesinlikle aktörleri yönetmekten ya da olayları sahnelemekten gelmiyor.

 "Sahneleme" uygun bir ifade.

 Bugünün filmlerinin bir kez daha film ve sinema arasındaki farkın altını çiziyorum bugünün filmleri kameraya alınmış oyunlardır.

 Bunu bir kez daha yenilediğim için özür dilerim.

 Kendinizi bir yönetmen olarak görmüyor musun?

 Aynen öyle.

 Sinemasever bile değilim.

 Robert Bresson'un mesleği nedir?

 Bir keresinde birisi benim "emirler yağdıran biri" olduğumu söylemişti.

 Bu tabiri sahnedeki bir "yönetmen"e tercih ederim çünkü hiçbir yerde sahne göremiyorum.

 O halde oyuncularınıza neden doğaçlama yapmalarına izin vermiyorsunuz?

 Doğaçlama yapıyorlar ama sizin düşündüğünüz şekilde değil.

 Bundan şunu kastediyorum aslında.

 Zihnin gelişen olaylara dahil olmamasını sevmiyorum.

 Akıl, diyaloğa ya da jestlere müdahale etmeyinceye kadar gerektiğinde dizeleri 50 kez tekrar ediyoruz.

 Her şey otomatik hale geldiğinde aktör filmin hareketine dahil olur ve aktörün her dizeyi ezberlediği her dizeyi ve jesti düşündüğü tiyatro oyunculuğundan yüzlerce kere daha gerçek, hiç beklenmedik şeyler ortaya çıkar.

 Gerçek gibi görünmesinin hiçbir yolu yok.

 Bu yöntemi kullanırken aktörleriniz zaman zaman beklenmedik şeyler yaptıkları oluyor mu?

 Her zaman.

 Bahsettiğim doğaçlama bu işte.

 Yaşamı taklit edemeyiz.

 Onu taklit etmeden tekrar oluşturmanın bir yolunu bulmamız gerek.

 Yaşamı taklit edersek bu gerçek olmaz.

 Sahtedir.

 Bence böyle bir mekanizma kullanmak canlı gibi ve hatta gerçek bir şeye yol açabilir.

 Eşek herhangi bir probleme sebep oldu mu?

 Eşek büyük bir sorun teşkil ediyordu çünkü oyunculuk gösteren bir eşek istemiyordum.

 Filmi kaleme alırken bile eğitilmiş bir eşek kullanma konusunda ihtiyatlıydım.

 Bayanlar ve baylar çağımızın en büyük dehasını sunmaktan onur duyuyoruz.

 Birisi bana üç haneli bir sayı söyleyebilir mi?

 772.

 834.

 Şimdi 2 ila 9 arasında bir sayı.

 Şimdi matematikçimiz hesabını yapacak.

 Bunun profesyonel olmasını istemiyordum.

 Eşeğin matematik numaraları yaptığı sirk sahnesi diğerlerinden çok daha sonra çekildi.

 Çünkü eğitmenin eşeği matematik konusunda eğitebilmesi için zaman gerekiyordu.

 Eşek, eğitimden tümüyle çıksın ve yapaylıktan arınsın diye bu sahneyi çekebilmek için iki ay bekledim sonra da filmin geri kalanına ilave ettim.

 Ama bu, eşeğin umduğumuz şeyi hiç yapmadığı bir durumu ortaya çıkardı.

 Bana öyle geliyor ki oyuncularınızdan yapmalarını istediğiniz şey insanların sık sık sanata dönüştürmeye çalıştıkları "psikodrama" dediğimiz psikiyatrik bir uygulamaya benziyor.

 Onları bir olayın içine sokuyorsunuz ve onlardan dayanabildikleri son ana kadar kendilerini göstermelerini istiyorsunuz.

 Beni ilgilendiren şey ne gösterdikleri değil ne gizledikleridir.

 Gizledikleri şeyi çekmeyi başarabiliyor musunuz?

 Şu olağanüstü araç sayesinde kamera adını verdikleri mucizevi makine.

 İşin gerçeği beni şaşırtan şey gözümüzün ya da daha doğrusu zihnimizin göremediklerini kaydedebilen böylesine inanılmaz bir cihazın bize sadece hileleri ve yapmacık şeyleri göstermek için kullanılıyor olması.

 Beni şaşırtan bu işte.

 Profesyonel oyunculuğun bu hilelere ve yapmacık hareketlere katkı sağladığına inanıyor musunuz?

 Ne de olsa Les Dames du Bois de Boulogne'dan bu yana artık profesyonel oyuncularla çalışmıyorsunuz.

 Elbette çünkü bir aktörün doğasını değiştirmek zor ve hatta imkânsızdır.

 Chateaubriand'ın 17.

 yüzyıl şairleri için söylediği bir şey var.

 Aynen şu şekilde: "Onlarda doğallık eksik değil.

 "Onlarda doğa yok.

 Tiyatroda doğal olmak, duygu hallerini dikkatlice gözlemlemeye dayalı öğrenilmiş bir beceridir.

 Hayat hayattır.

 Bu yüzden çabalıyoruz.

 Ham maddemiz budur.

 Sinemada ham madde aktör değil, kişidir.

 Kimseyi zor durumda bırakmadan doğal olan birkaç aktörün adını vermek istiyorum.

 Mesela Fransa'da Michel Simon.

 Çok doğal.

 Evet ama bir kez daha biraz haddimi aşarak soracağım.

 Lütfen devam edin.

 Oyunculuk hakkında aklımda geçenleri söylemek istiyorum.

 En basit tabirle oyunculuk bir yansımadır.

 Bir aktör kendini hayal ettiği karakterde gösterir ve aynı zamanda da kendini izler.

 Filmde de bu aynı şeydir.

 Aktör kendini başka bir yerde gösterirse geriye ne kalır?

 Hiçbir şey.

 Karakter boştur.

 Bunu yakın çekimlerde sık sık görebilirsiniz.

 Aktör orada değildir hatta kendi görüntüsü bile yoktur.

 Kendilerini daha az izleyen ve hiçbir şeyin etkisi altında olmayan aktör olmayan kişileri kiraladığınızda netice daha mı gerçekçi?

 En büyü maharet ve en büyük zorluk günlük hayatta adına yaygın olarak "cazibe" dediğimiz şey değil midir?

 İnsanlar cezbedicidirler ama bu cazibelerinin farkında değiller.

 Aradığım şey tam olarak bu: Gerçek cazibe.

 Sinemanın ihtiyacı olan şey budur.

 İşte bu yüzden sinema her ne kadar psikolog ya da psikanalist olmasam da psikoloji ve psikanalizin derinliklerine inebilir.

 Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum ama duyduğuma göre oyuncularınıza tüm senaryoyu vermiyormuşsunuz.

 İçine atılacakları hikâyeyi bilmiyorlarmış.

 Bu tam olarak doğru değil.

 Ellerinde bir metin var elbette.

 Bilmedikleri şey ise sahnede nasıl oynadıklarıdır.

 Genel olarak filmlerde yapılanların aksine filmlerimde önceki günün telaşı onlara hissettirmem.

 Ne yaptıklarını onlara asla göstermem bu yüzden aynadaki gibi kendilerini sahneden izlemez ve tüm aktörlerin yaptığı gibi kendilerini düzeltmeye çalışmazlar.

 "Burnum sağa doğru çok yamuk.

" diye düşünüyorlar.

 "Bir dahaki sefere sola döneceğim.

 Böylesi daha iyi olacak.

" Ne demek istediğimi anlıyorsunuz.

 Oyuncularınızdan dizelerini ne şekilde ezberlemelerini istiyorsunuz?

 Diyalog için ne gibi girdilere sahip olmaları gerekiyor?

 Onlardan dizelerini anlamlarına bakmadan, sanki bir anlamları yokmuş gibi sanki kelimeler hecelerden ibaretmiş gibi öğrenmelerini istiyorum.

 Cümleler kelimelerden değil de hecelerden oluşmuş gibi.

 Anlam, az önce tarif ettiğim anda onları filmde serbest bıraktığımda üzerlerine bir anda çöküverir.

 Dizelerini yabancı dilde öğrenirler ancak tercümesini aldıkları anda kendileri serbest kalır.

 Evet, madem öyle diyorsunuz Kendilerini ifade edebilmelerini sağlamak için uzun sahneler kullanır mısınız?

 Bana göre sinemanın maddesi jestler ve replikler değildir.

 Jestler ve replikler tarafından oluşan etkidir.

 Bundan dolayı bu benden ve hatta onlardan tümüyle bağımsızdır.

 Tamamıyla bilgileri dışında meydana geliyor.

 Jestlerin ve sözlerin ortaya çıkardığı davranışlarında ve yüzlerinde okuduğumuz şey budur.

 Montaigne'nin dediği gibi: "Kendimizi jestlerimizle ifşa ederiz.

" Bay Louis Malle.

 Evet, aslında bence Balthazar profesyonel aktörlerle çekilseydi bilemiyorum ama filmin havasına uymayan bir ton olacaktı sanırım.

 Oyuncuların oyunculukla herhangi bir bağlarının olmaması gerekir.

 Bresson'un eserlerinde müstesna bulduğum bir şey ve özellikle de bu filmde sinemanın tiyatro ile arasındaki tüm köprüleri yakmış olmasıdır.

 İç dünyamızın bir sineması.

 Bunu pek çok şeyle bağdaştırabiliriz.

 Müzik, resim gibi şeylerle bağdaştırabiliriz.

 Bence hepsinden önemlisi düşüncelerin ifade edilişi.

 Genellikle film yapımcıları bir filme başladıklarında bu düşüncenin ifade edilmesi konusunda oyunculara profesyonel aktörlere bel bağlarlar.

 Bu insanlar kendi tekniklerini, yöntemlerini ve hünerlerini kullanırlar.

 Bana göre problem hünerlerinde saklı.

 Bresson'un, tüm saflığını muhafaza etme düşüncesinin önüne geçme ve bunu engellemesi kesin gibi.

 Bu, onu saptırma, etkileme ve hatta belki zenginleştirme riskini taşır.

 Oyuncuların filmi zenginleştirmesi ihtimal dahilindedir ancak bu durum yine de filme zarar verebilir.

 Açıkçası tanınmamış kişilerle çalışmayı seçtiğinde şekilsiz bir kile şekil vermiyor.

 Açıkçası bu durum onun film fikrinin değişmeden kalmasına imkân sağlıyor.

 Bence onun durumunda biri için bu su götürmez bir şey.

 Biraz da senaryodan bahsedelim.

 Hayranlık uyandırıcı şekilde inşa edilmiş ama eksiltilerle ve soru işaretleriyle dolu.

 Örneğin bir sahnede polis Gérard'ı çağırıyor.

 Kimsenin neden çağrıldığını bilmediğini fark ettiniz mi?

 Ben de bilmiyorum.

 Şaka yapıyorum.

 Ama hikâyenin ardındaki tüm detayları elemek istiyorum.

 Eğer birisi polis tarafından çağırılıyorsa neler olacağını görürüz.

 Ama sanırım bu her zaman sebepten önce ki her ne kadar kuralların çiğnenmek için olduğunu düşünsem de sonucu göstermenin iyi bir yolu bu.

 Sebep, tutkulu bir şekilde arzu edilmeli ki görüntüler ve film izleyicinin ilgisini çekebilsin.

 Bu genç adam çağırılmış ve biz nedenini bilmiyoruz.

 Şöyle olduğuna inanıyoruz: Birisi öldürülmüş.

 Ama cinayeti kimin işlediğinin bir önemi yok.

 Onun yaptığını düşünüyoruz ve sonra yanıldığımızı görüyoruz.

 Serseri Arnold yaptı diyoruz ama o da değil.

 Hikâye için önemli değil.

 Belki ne olduğunu asla bilemeyecekler.

 Belki bir cinayet değildi, belki sadece bir kazaydı.

 Ancak ister cinayet ister kaza olsun hikâyemizle kesinlikle hiçbir ilgisi yok ve ben de her zaman kategorilere ayırıp neyin önemli neyin önemsiz olduğunu elemeye çalışıyorum.

 Bence Belki sanatın düşüşte olduğu konusunda yanılıyorumdur.

 Hepsi günümüzdeki her şey gibi belki aşırı özgürlükten belki de inanılmaz derecede yaygın olmalarından dolayı ölüyor.

 Bence filmler, radyo ve televizyon sanatın her türlüsünü katlediyor.

 Ama işin tuhafı şuna da inanıyorum ki bu sanatlar belki tümüyle farklı bir biçimde de olsa tekrar doğacak ve bu da kesinlikle sinema, radyo ve televizyon sayesinde olacak.

 "Sanat" kelimesi artık kendi anlamını bile taşımıyor.

 Ama bana öyle geliyor ki hâlâ bir umut var.

 Sinemanın gerçekte henüz daha tam olarak idrak edemediğimiz tümüyle yeni bir sanat olduğuna inanıyorum.

 Sinemanın büyüsüne inanıyorum.

 Degas söyle demişti: "İlham perileri birbirleriyle konuşmazlar.

 Birlikte dans ederler.

" Aslında sinemanın tümüyle bağımsız bir sanat olduğuna ya da çok yakında öyle olacağına inanıyorum ve hayal edildiği gibi öyle değilse de diğer sanatların bir sentezidir.

 Tümüyle münferit ve bağımsız bir sanattır.

 Başlangıcını basit bir eğlence unsuru olmasının sinemayı kısıtlanacağını düşünüyor musunuz?

 Sinemanın aksine filmlerin var olmaya devam etme olasılığı çok yüksektir.

 Filmlerin eğlence olarak devam etmemesinin hiçbir sebebi yoktur.

 Ama sinemanın ciddi bir sanat olduğu inancına sıkı sıkıya bağlıyım.

 Sinemayı eğlence olarak değil tam tersine olaylara daha derin bir bakış açısı sunan kendimizi keşfetmek ve içimizdeki dünyayı derinlemesine incelemek için insanoğluna yardımcı bir araç olarak görüyorum.

 Çeviri: neco_z@hotmail.

com||

Une. femme. est. une. femme. 1961

20169||5003900||11.

 Berlin Film Festivali Jürisi, Özel Ödül'ü özgünlüğü, gençliği, cüretkarlığı ve küstahlığıyla klasik komedi sinemasının normlarını yıkan "Kadın Kadındır"a vermiştir.

 En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü, yeni bir aktriste nadir görülen umut verici niteliklere sahip Anna Karina'ya vermiştir.

 Bir varmış Bir yokmuş Işık Kamera Aksiyon!

 KADIN KADINDIR Merhaba!

 Bol sütlü bir kahve.

 Sert bir kahve.

 Saat kaç?

 Beş buçuk.

 Çok sıcakmış.

 Zamanım yok.

 Merhaba, nasılsınız?

 "Bebek bekliyorum" "Uyuyan Güzel" Ya bu?

 Daha seksi bir şey yok mu?

 Gidelim çocuklar.

 Selam.

 Hala öfkeli misin?

 - Hayır, hazinem.

 - Demek beni seviyorsun?

 Evet hazinem!

 Baksana

Ne güzel bir kartpostal, Emile.

 Neden ağlıyorsun?

 Çünkü aynı anda o iki sarı hayvan birden olmak isterdim.

 Hep imkansızı istiyorsun.

 İyi, ben de buradan çekip gidiyorum.

 Merhaba, Angela.

 Çok üzgün görünüyorsun.

 Hiç de değil.

 Konuşmamız lazım.

 Neden Trocadero'ya gidip orada mıyım diye bakmıyorsun?

 Bu ciddi, Angela.

 Ama zamanım yok.

 Geç kaldım.

 Ne düşünüyorsun?

 Hiçbir şey.

 Var olduğumu düşünüyorum.

 Gidiyor.

 Nasılsın?

 Çabuk, Angela, Merhaba tavşancıklar!

 Doğmama gününüz kutlu olsun.

 - Fal için bana France- Soir aldın mı?

 - Evet, al.

 Benimkine de baksana, başak - Önce Daniel'e uğrayacakmışsın.

 - Ne sebeple?

 Bilmiyorum, Luciano' ya sor.

 - Bir paket Gitanes.

 - 10,5 frank.

 Sonra ödeyeceğim.

 - Dominique hastaneden çıktı mı?

 - Evet, senin şeyi getirecekti.

 Bu da ne?

 Çok hoşmuş.

 Lafayette'ten aldım.

 Gerçekten çok güzel.

 France- Soir'daki falı okudun mu?

 "Başak Aşk: Pek yakında mutlu bir olay!

" Dalga geçiyorsun.

 Bu harika!

 - Yeni numaramı gördünmü?

 - Hayır.

 Bak.

 Harika.

 Baksanıza Bayan Angela, Champs Élysée'ye gittiniz mi?

 - Hayır - Neden hayır?

 Çünkü.

 - Bu da ne demek?

 - Çünkü daha önemli şeyler var.

 Çabuk olun Angela.

 Sıranız geldi.

 Angela!

 - Evet, buradayım.

 - Senin şeyi getirdim.

 - Nasıl kullanılıyor?

 - Çok kolay.

 Çekmeceye koyuyorum.

 Peki, oldu.

 "Ayıyı gören adamı gören adamı gören adamı gören adama dönüşeceksiniz" Sanat yapıtları.

 Bunlar, doğanın görkemli yaşamının 40 günüdür.

 "Eyfel Kulesi'nin uzunluğuna herkes hayrandır Ama ben 'Angel- a'nın ölçülerini tercih ederim" Çok merak edilir, neden herkesin benim için çıldırdığı, işte gerçek ortada.

 Gerçek apaçık gözlerinin önünde Çok güzel memelerim var, "ve ametist rengi gözlerim" Küçük bir denizci yakası "ve böyle bir külot" Ne kadar nefret ederim sabahları erken uyandırılmaktan.

 Ama bayılırım sırtımın okşanmasına.

 Birisi bana gel tatlım dediğinde daima evet derim.

 Çünkü erkeklere asla tavır koymamak gerekir.

 Ben uysal biri değilim.

 Çok zalimim.

 Ama hiçbir erkek sesini çıkaramaz Çünkü ben çok güzelim.

 - Ben de deneyeceğim!

 - Evet, haydi.

 Harika.

 Nasıl çalışıyor?

 Ben hava durumu yöntemini uyguluyorum.

 - Sahi mi?

 - Cherie'nin çocuğu bu sayede oldu.

 Onu dinleme, bu bilimsel.

 Bianchini Marsilya için kızlar istiyor.

 40.

000 frank maaş verecek.

 - Burayı imzala.

 - Ütümü de getirebilir miyim?

 - Nerede oturacağız?

 - Otelde.

 - Çamaşırlarımızı yıkayabilecek miyiz?

 - Elbette.

 - Siz de geliyor musunuz Angela?

 - Hayır, içimden gelmiyor.

 Zaten Cote d'Azur'den nefret ederim.

 Kırmızı çorap, mavi çorap.

 Haydi, görüşürüz!

 Sen, Angela, zamanın yok mu?

 Ben, Angela, zaman yok.

 52.

000 frank.

 - Ben mi?

 - Evet siz.

 Bikini otele 52.

000 frank borcunuz yok mu?

 - Benim mi?

 - 9 temmuz'da Ücreti ödemeden gittiniz.

 Bir dakika, açıklayayım.

 Her yaptığımı buraya not ederim.

 Ekim, Eylül Temmuz 20 Temmuz İşte, 9 Temmuz.

 Yanlışınız var, bakın.

 "Sabah on: Popol'ü kağıt oynamak için ara.

 Öğle Strasbourg Sokağı'ndaki kafede öğle yemeği ye.

 5:30 " Haklısınız.

 Bikini Otel'den hesabı ödemeden ayrıl.

 Peki ödeyecek misiniz?

 Hayır, asla.

 Aptal.

 - Zavallı.

 - Onun bunun çocuğu!

 - Gerizekalı.

 - Boş herif.

 - Serseri yahudi.

 - Faşist.

 İ.

 Ne!

 Neden beni beklemedin?

 Çünkü yapacak önemli işlerim var.

 Sana kur yapmamı önemli bulmuyor musun?

 Ne garip, değil mi?

 Şu an bir saat öncesinden daha karanlık.

 Garip bir şey yok.

 Peki, hiç garip değil.

 O zaman neden garip olduğunu söyledin?

 Bilmiyorum.

 Biraz üzgünüm.

 Sen garip bir kızsın.

 Agnes nasıl?

 Doğurdu mu?

 Bilmiyorum.

 Artık onunla ben ilgilenmiyorum.

 Sen garip bir çocuksun.

 Sana kur yapmamla gerçekten mi ilgilenmiyorsun?

 Fransızcada eğer sıfat kelimeden önce değil de sonra gelirse anlam aynı kalır mı?

 Nasıl yani?

 Örneğin "Mutlu bir olay" "olayın mutluluğu" ile aynı mıdır?

 - Bu yüzden mi üzgünsün?

 - Hayır.

 Neden?

 Çünkü bir müzikalde oynamak istiyorum.

 Başrollerde Cyd Charisse ve Gene Kelly.

 Koreografi Bob Fosse.

 - Angela!

 - Yine ne var?

 Bana hoşçakal demedin.

 Kendimi tutamadım!

 Neden seni değil de Emile'i sevdiğimi sormuştun.

 Çünkü o yakışıklı ve kurnaz.

 Ama sen değilsin.

 Ben çok kurnazım.

 Gerçekten mi?

 Bahse girerim benim yaptığım her şeyi yapamazsın.

 Yap bakalım!

 Rosto için teşekkürler.

 Birşey değil bayan Récamier.

 Angela!

 Angela!

 Sana birşey söyleyeceğim!

 Şimdi olmaz.

 "Madam bu gösterge, doğurganlık günlerinizi bilimsel bir kesinlikle saptamanızı sağlar.

 "Bilimsel bir kesinlikle" "Beyaz halkayı sol elinizin parmakları arasında tutun.

 Siyah silindiri sağ elinize alın Üçgen sıfırın karşısına gelene kadar döndürün.

 " Üçgen sıfırın karşısına İşte, sıfır "Hamile kalabileceğiniz günler silindirin üzerindeki pencerede gözükecektir.

 " 10 kasım.

 Bugün ayın kaçı?

 Merhaba!

 O atkı da ne?

 Kendime erken bir noel hediyesi.

 Sana Marie- Claire aldım.

 - Maç bitti mi?

 - Ne maçı?

 Lanet olsun Angela!

 Real Madrid - Barselona maçı!

 Radyodan kaydetmeni söylemiştim.

 Her şeyi benim yapmam lazım!

 Yine ne var?

 Yine ne var?

 Temsilimizi oynamadan önce, seyircileri selamlayalım.

 Ne var?

 Beni sevmiyorsun.

 Şu aptalın dediğine bakın!

 Şu beyinsize bakın!

 Senden başkasını sevmiyorum!

 İyi misin sen?

 Sadece seni seviyorum.

 Gözlerin, boynun, omuzların Endamın.

 Ayakların.

 Emile Biraz temizlik yapar mısın?

 Aptalca davranmak yerine.

 "Sadece seni seviyorum Top Di Stefano'da, Di Stefano topla ilerliyor, Sağ kanattan aynı Mathews'u andıran bir stilde atak yapıyor!

 Bu inanılmaz.

 Bu resmen Shakespeare.

 Muhteşem Alfredo, Futbolun Julius Sezar'ı!

 Del Sol'a ortaladı, Del Sol'dan Puskas'a Puskas'dan Del Sol'a Del Sol'dan Di Stefano'ya, Di Stefano'dan Del Sol'a.

 Ağlıyorum çünkü Real Madrid bugün harika!

 Del Sol ceza sahasına giriyor.

 Del Sol, Ramaletts'le karşı karşıya.

 Şut ve gol!

 Bitirmedin ki pis herif!

 Yemek yiyecek miyiz?

 Evet, evet Yanmış Akşam yemeğinde balık mı yoksa et mi istersin?

 Balık.

 Peki ya et istemiş olsaydın Ne tercih ederdin?

 Bilmem ki.

 Dana.

 Eğer dana yerine sığır isteseydin, biftek mi tercih ederdin rosto mu?

 Biftek.

 Peki rosto deseydin Çok pişmiş mi isterdin kanlı mı?

 Kanlı.

 Üzgünüm tatlım şansın yokmuş.

 Çünkü sığır rostom biraz fazla pişmiş.

 Kızdın mı?

 Hayır, bunun için kavga edilir mi?

 Yazık.

 Çünkü ben çok sinirlenmiştim.

 Gérardin'i görmeye gittim.

 Pazar günü için olur dedi.

 Öyle mi?

 Başta hayır dedi, ama sonra fikrini değiştirdi.

 Harika.

 Parc de Prince'te.

 Toplantıdan önce.

 Baksana, bunun yerine haşlanmış yumurta ister misin?

 Tabii hazinem.

 Ama bir şartla.

 Ne?

 Çocuk istiyorum.

 Çocuk mu?

 Evet.

 Pekala, çok iyi.

 - Tamam Angela.

 - Şaka yapıyorsun!

 - Kesinlikle emin misin?

 - Tabii ki, öküz değilim.

 Evlenir evlenmez yapalım.

 Öyleyse evleniyoruz.

 Kopenhag'dan doğum belgelerimi isterim.

 Zamanımız var.

 Anlamıyorum.

 Eğer çocuğumuz olsaydı, evlenirdik.

 Ama yok ki.

 Ama ben istiyorum.

 Bakarız.

 Peki ya Kabare Lido'daki adam ne dedi?

 Gitmedim.

 Ama neden, aptal mısın sen?

 Lido çok önemli.

 Zodiac'tan çok daha iyidir.

 Niye bu kadar acımasızsın?

 Ne yaptım?

 Ne yaptım?

 İşte bunu.

 Neymiş o?

 Benimle bu şekilde konuşma.

 Peki nasıl bir şekilde?

 Daha alçak sesle.

 Kulaklarımı patlatacaksın.

 Benim gayet alçak bir sesim var.

 Kesinlikle değil.

 - Sessiz konuşmuyor muyum?

 - "Sessiz konuşmuyor muyum?

" Daha R' leri bile telaffuz edemiyorsun.

 Evet edebiliyorum.

 İçler acısı!

 Neden hep kadınlar acı çeker?

 Çünkü acı çektiren kadınlardır Ya da kadın acı çektirendir.

 Çünkü fransızcada iki şekilde de söylenebilir.

 Öyle de, böyle de.

 Kes zırvalamayı.

 Suratına bir şey yapıştırırım, ağzını bir daha açamazsın.

 - Sabah gazetesini aldın mı?

 - Sana yumurta yapacağım.

 Gözümde bir hiçsin.

 Al şunu pis komünist.

 Rica ederim kes artık Angela!

 İşte yine Güleyim mi, ağlayayım mı Bilmiyorum.

 Ağlayan kadınları çok çirkin bulurum.

 Bence öyle değil.

 Aksine.

 Agnes'in dediği gibi.

 Ağlayan bir kadın çok güzeldir.

 Ağlamayan kadınları boykot etmek lazım.

 Modern kadınları aptal buluyorum.

 Ne zaman sınırlarını Neyse.

 Neyse.

 Ağlamayan kadın bence aptaldır.

 Erkekleri taklit etmeye çalışan şu modern kadınlar.

 Zaten hepinizden bıktım.

 Kendi başının çaresine bak.

 Hepimizden mi?

 Yemeğini kendin yap.

 Hepimizden mi?

 - Bu ne demek?

 - Dünyadaki tek erkek sen misin?

 - Yani ne demek?

 - Bir bebek istiyorum.

 Zamanımız var.

 Ne yani, gerçekten, nedir?

 - Yani ne?

 - Kesinlikle, 24 saat içinde bebek istiyorum.

 İnanılmazsın, Angela.

 Tour de France'da yarışan Anquetil'i hatırla.

 Karısı ne zaman onu görmeye gelse, ertesi gün başarısız oluyordu.

 Ve ben pazar günü formda olmalıyım.

 Madem öyle, ben gidiyorum.

 Madem öyle, ben gidiyorum!

 - Aynen öyle.

 - Aynen öyle.

 Deli olduğumu düşünüyorsun ama değilim.

 Deli olduğumu düşünüyorsun ama değilim!

 İIk uçakla Kopenhag'a dönüyorum.

 İIk uçakla Kopenhag'a dönüyorum.

 İyi, ne istiyorsan yapacağım.

 İyi, ne istiyorsan yapacağım.

 - Ben bebek istiyorum.

 - Ben Şimdi nereden çıktı birdenbire?

 Çünkü, hemen!

 Söylüyorum çünkü beni sevdiğini sanıyordum Ama madem sevmiyorsun, bu çok kolay.

 Karşıma çıkan ilk adamdan isteyeceğim.

 - Bahse girerim yapamazsın.

 - Bahse girerim yaparım.

 Baksana.

 Haydi sen bak.

 Polis.

 Bir terörist yakına bir bomba attı.

 Bir göz atabilir miyiz?

 Emile!

 Bayım L'Humanité mi okuyorsunuz?

 Bravo, devam edin.

 Güle güle beyler.

 Kimseye soramayacağını biliyordum.

 Hani yumurta yapacaktın?

 Bana bir bebek verecek misin?

 Hah, ilk karşına çıkana Alfred'i çağıracağım.

 Gideyim mi?

 Beni sinir ediyorsun.

 - Hadi git!

 - Tamam.

 Gidiyorum.

 EMİLE ANGELA'Yl CİDDİYE ALIR ÇÜNKÜ ONU SEVİYOR ÇÜNKÜ ONU SEVİYOR ANGELA TUZAĞA DÜŞER ÇÜNKÜ ONU SEVİYOR Pekala!

 Alfred burada mı?

 Gel!

 Gel!

 Neden?

 Gel, gel!

 Ona ne diyeceksin?

 - Bir bebek istediğimi.

 - Aptal.

 - Ona gelmesini söyledim.

 - Ampul aldın mı?

 - Unuttum.

 - Aptal.

 - Bazı sınırlar vardır.

 - Neymiş onlar merak ettim?

 Özel bir şey yok, neyse o işte.

 Kaçamak cevap verme.

 Ne sınırı?

 Aynı senin gibi davranıyorum.

 Kadınların kaçamak cevap vermeye hakkı vardır Bay Emile.

 Erkeklerin yoktur.

 - Sebep?

 - Çünkü Bana güzel birşey söyle.

 Beni rahat bırak.

 - Lütfen.

 - Ben de Iütfen.

 EMILE VE ANGELA İÇİN HERŞEY KÖTÜYE GİDECEK ÇÜNKÜ BİRBİRLERİNİ SEVİYORLAR.

 ÖLÜMSÜZ AŞKLARl SAYESİNDE ÇOK İLERİ GİDEBİLECEKLERİNE İNANMA YANILGISINDALAR - Merhaba Angela!

 - İyi akşamlar.

 - Sorun ne?

 - Emile'in sana söyleyeceği bir şey var Benim değil, Angela'nın var.

 Hayır, Emile söyleyecek Hayır, Emile söyleyecek Kesinlikle hayır.

 Kesinlikle hayır.

 Nedir bu?

 Emile söyleyecek.

 Kararınızı verin, bu akşam tvde Nefes Nefese var.

 Kaçırmak istemem.

 - Evet Angela?

 - Evet Emile?

 Evet, Angela ve Emile?

 Buradaki hanımefendiyle bir çocuk yapabilir misin?

 Bu da ne?

 Trajedi mi komedi mi?

 Kadınlar sözkonusu olunca asla bilemezsin.

 - Benimle banyoya gelir misin?

 - Gidebilir miyim?

 - Rahatsız olursan ona söyle.

 - Hayır, ben çok memnunum.

 Bunu neden yapıyorsun?

 Bilmem.

 - Kalmamı ister misin?

 - Evet.

 - Gitmemi ister misin?

 - Evet.

 - Hep evet diyorsun, bu aptalca.

 - Evet.

 İsa Matta'ya demiş ki, "Tramvaydan in de lastiğimi şişir".

 Bizimle oynadığını görmüyor musun?

 Neyse, ben Marcel'de yiyeceğim.

 Ben de.

 Görüşürüz Angela.

 Beni bekleyin.

 Hayır, sen kafamızı ütülüyorsun!

 Ne haliniz varsa görün, sersemler!

 Ya ben?

 Neyim ben?

 Siz gitmediniz mi hala?

 Benimle mi geliyorsun onunla mı?

 Evet kesinlikle erkekler kadınlar kadar meraklı.

 En sıradışı şeyi kim yaparsa onunla.

 - Evet?

 - Bence bu çok ucuz bir tiyatro.

 İkiniz de kötüsünüz.

 Asla dalga geçilmez.

 - Haydi, kadınları hor görelim!

 - Biz gidiyoruz.

 Seni seviyorum.

 Seni seviyorum.

 Seni seviyorum.

 Ne dedin Angela?

 Seni sevmiyorum.

 Tamam Angela, bu harika!

 Harika, kafeye gidelim!

 Angela!

 Emile!

 Elveda Camille.

 Manastırına geri dön.

 Bütün erkekler yalancı, sahtekar, geveze, ikiyüzlü ve kibirli.

 Aşkta sık sık aldatılıyoruz, İnciniyoruz, ve mutsuzuz Ama seviyoruz.

 Ve mezarın kenarında Geri dönüp bakıyor ve diyoruz ki çok çektim, sık sık yanıldım, ama sevdim.

 Bunları ben yaşadım, gururumun ve can sıkıntımın ürettiği hayali bir varlık değil.

 "Kız çıkar.

 " "Güzel kızlar" Hemen döneceğim.

 Neden erkekler hep hemen döneceğim diyerek ayrılırlar?

 Çünkü korkaklar.

 Kadınların kötü kalpli olmasıyla denge sağlıyor işte.

 Madem öyle ben de surat asarım.

 İşte surat asıyor.

 Umarım küstüğümü fark edersin.

 Hayır, görmezden geliyorum.

 Yapamazsın!

 O zaman surat asmamın anlamı kalmaz!

 Hayır, ben surat asmıyorum.

 Böylece sen surat asmak isteyeceksin.

 Erkekler daima son sözü söylemek istiyorlar.

 Kadınlar daima kurbanı oynuyorlar.

 Madem öyle, artık surat asmıyorum.

 Madem öyle, o zaman ben surat asarım.

 - Ne yapalım?

 - Sen ne istersen.

 Sana Zodiac da katılırım.

 Madem beraber yatacağız, sizleri çırılçıplak gömek istiyorum.

 - Değil mi?

 - Elbette.

 Neden?

 Daha sonra Neptuna'da buluşuruz.

 - Vera Cruz oynuyor.

 - Filmde arkadaşım Burt Lancester var.

 Hayır, Zodiac'a gideceğiz.

 - Hayır!

 - Evet.

 - Hayır!

 - Evet.

 - Bütün kızlar çırılçıplak olacak!

 - Hayır!

 Evet!

 Nereye oturuyoruz?

 Cheri Bibi Cheri Bibi ile Amazon'un tüm vahşi zevklerini keşfetmek üzeresiniz!

 Rezillik!

 Ama bu arkadaşlarının hatası.

 Ne bekliyorsun ki?

 - Ne zaman devam ediyorsunuz?

 - 15 dakika içinde.

 Angela'ya bak.

 - Buraya sık gelir misin?

 - Çok sık değil - Gösteriyi beğendin mi?

 - Evet, evet.

 O sütlü çikolata.

 Bu sömürge politikası.

 Midemi bulandırıyorsun.

 Komedide, trajedide olduğu gibi, 3.

 perde sonunda Kahraman tereddüt eder.

 Kaderi dengededir.

 Yaşlı Corneille ve genç Moliere in dediği gibi Kararsız lık.

 Pijamalı giymemi mi tercih edersin yoksa gecelik mi hayatım?

 Pijama.

 Gece elbisemi giyeceğim.

 Daha rahat.

 Daha rahat.

 Yine ne yaptın?

 Ben mi ne yaptım?

 Sabun sırılsıklam.

 Hayır değil.

 - Evet öyle.

 - Hayır değil.

 Hiç de, sana diyorum ki Hem zaten Bir dahaki sefere düşünüyorum da - Anlaştık mı?

 - Anlaştık hayatım ama bence Aptal.

 Artık seninle konuşmuyorum.

 Ben de seninle konuşmuyorum.

 Konuşmuyor muyuz?

 Hayır, konuşmuyoruz.

 Popom üşüdü.

 Uyu artık.

 Lütfen Emile, popom üşüdü.

 Konuşmuyoruz demedik mi?

 CANAVAR GİT KENDİNİ DÜZDÜR TAŞ YÜREKLİ PERU MUMYASl YANKESİCİ SARDALYE BÜTÜN KADINLAR DARAĞACINA Ne dedin?

 Hiçbir şey duymuyorum!

 - Ne var?

 - Madam Recamier'ye telefon.

 Teşekkürler, geliyorum.

 Kalbimde bir çarpıntı var Ellerim sallanıyor Kimse benden daha mutsuz olamaz - Teşekkürler.

 - Rica ederim.

 Arayan kim?

 Arayan benim.

 Ne şakası?

 Hayır, şaka yapmıyorum dedim.

 Hayır, seni affetmedim.

 Seni elbette affettim.

 Ne?

 - Neden yaptın?

 - Yapmadım ki Ama hayır Yaptın Madem yapmışım Brrrommm, bromm, bromm Sana bebek için yalvardığımda Ben de bırrrr oldum.

 Emile, şimdi aklıma geliverdi de Beni delirtiyorsun!

 - Sorun mu var bay Recamier?

 - Aman, kendine yumurta hazırlasın o.

 Emile Alfred Saçlarım kirli Ama güzel bir popom var Madam Recamier Yine ne var?

 Telefon.

 Geliyorum.

 Alo Alfred?

 Bir saniye.

 Evet, seni gayet ciddi dinliyorum.

 Şey Çok önemli birşey oldu.

 Evet, dün gece.

 Dün gece.

 Ne şaka yapması?

 Hiç.

 Şaka yapmıyorum dedim.

 Hayır, hemen değil.

 Çünkü.

 Hemen değil.

 Yarım saat sonra Marcel'in yerinde.

 Peki, yarım saat sonra Marcel'in yerinde.

 Ne?

 "Okey" dedim.

 Fransızca anlamıyor musun?

 "Zafer günü geldi.

 " Nasılsın?

 Ya siz, Jules ve Jim'le nasıl gidiyor?

 Orta karar.

 Ah, Suzanne.

 İyi gidiyor mu?

 Hayır.

 Seni görmek istemiştim.

 O kitap ne?

 "Piyanisti vurun"?

 Filmini izledim.

 Aznavour harika.

 Çok mutsuzum, Simca'dan çıkarıldım.

 Bildiri dağıttığım için.

 - Dün gece bunun için mi aradın?

 - Evet.

 Sence Zodiac da geçici iş bulabilir miyim?

 Parti yardım edemez mi?

 Onlar da beni sokağa attı.

 Şaka yapıyorsun?

 Çünkü pazarları L'Humanite'yi dağıtmak için çok geç kalkıyordum.

 - Streptayz işinde para nasıl?

 - Striptiz.

 Hayır, streptayz.

 İngilizce değil Amerikanca.

 - Ah, öyle mi?

 - Tabii ki, emin ol.

 İnsanların önünde soyunmaktan rahatsız olmaz mısın?

 Hayır, bütün insanları küçük görüyorum.

 Ben de.

 - Ücret ne kadar?

 - Günde 30 frank.

 Sence deneyebilir miyim?

 Luciano'yu bir gör.

 Ya da Bianchini'yi.

 Marsilya'ya kız istiyormuş.

 O Marsilya işi nedir biliyorum.

 Arkadaşım Lola oraya gitti.

 Sonra Buenos Aires'te ortaya çıktı.

 Bu durumda Luciano ile konuş.

 Kahretsin.

 Söylemeyi unuttum.

 Emile seni takip etmemi istedi.

 - Neden?

 - Bilmem.

 Alfred'le birlikte olmandan korkuyor.

 - Alfred'le ayrılmamış mıydınız?

 - Biraz pişmanım.

 - Omuzlarını beğenirdim.

 - Ben Emile'in dizlerini seviyorum.

 - Dizler neye yarar ki?

 - Sıkıştırmaya!

 Bay Luciano.

 - Kim bu?

 - Havuzdan çıkan kızlara bakıyor.

 - İyi şanslar.

 - Zevkti.

 Geç kaldım.

 Merhaba, Angela.

 Uzun zamandır mı buradasın?

 Hayır, 27 senedir.

 Ne alırsın?

 Bir Dubonnet.

 Neden konuşalım?

 Bilmem.

 Korkuyorum.

 Ben de.

 Korkuyorum.

 Bu sabah seni aramama şaşırdın mı?

 Ben de bunu kendime soruyorum.

 Seni mutlu etti mi?

 Ben de bunu kendime soruyorum.

 Neden konuşalım peki?

 Bilmem.

 Düşünüyorum.

 Bu sabah Paris Jour'da ilginç bir makale vardı.

 Ne?

 İki adama birden aşık bir kız hakkında.

 Adamlara pnömatik posta göndermiş.

 Buluşma ayarlamış.

 Birincisiyle kuzey garında, İkincisiyle iki saat sonra Porte d'Italie'de.

 İkisine de mektup göndermiş.

 Ve tam gönderdikten sonra Zarfları karıştırdığını fark etmiş.

 "Sevgili Paul" diye başlayan mektup, Pierre'in zarfının içinde ve öbürü de aynen tersi Panik olmuş.

 İIk adamın evine koşmuş.

 Pnömatik posta daha varmamış.

 "Sevgilim, bir mektup alacaksın, içinde yazanlara inanma" demiş Ardından da her şeyi anlatmak zorunda kalmış.

 Sonunda, başka bir erkeğin olduğunu öğrenen adam, onu kapı dışarı etmiş.

 Kız demiş ki, Birini kaybettim ama hala diğerini kurtarabilirim.

 Bütün Paris'i kat edip diğer adamın evine varmış.

 Ama mektup çoktan gelmiş.

 Ama bu ikinci adam hiç de sinirlenmemiş.

 Tam tersine.

 Kadın ona, "Ne olur beni affet" demiş.

 Adam şaşırmış ama sessizliğini bozmamış.

 Kadın olayı anlatmış.

 Adamın kendisini affetmeden önce küçük düşüreceğini düşünmüş, Ama bu adam da onu kapı dışarı etmiş ve kıza mektubu göstermiş.

 Kız anlamış ki, aslında mektupları karıştırmamış.

 Ya sonra?

 Hiçbir şey.

 Sen de biraz onun gibisin.

 Ben mi, hiç de değil.

 Hikayeyi kastetmedim.

 Ama Bilmem Kişiliğin.

 Sürekli aldananbir kız.

 Şaka yapıyorsun.

 Neden bana öyle bakıyorsun?

 Çünkü seni seviyorum.

 Hadi oradan.

 Gerçekten seviyorum.

 Dün gece uyumadım.

 Ve bunu anladım.

 - Tek başına mı?

 - Elbette.

 Bu doğru değil.

 Seni rahatsız mı ediyor?

 - Ne?

 Doğru olmaması mı?

 - Evet.

 Bilmiyorum.

 Evet, bu doğru.

 Neyin doğru olup olmadığını bilmiyorum.

 Hep aldanıyorum.

 Ama bunu bilmek imkansız.

 Mesela, bana bir yalan söyle.

 - Yağmur yağıyor.

 - Şimdi de gerçeği.

 Hava güneşli.

 Ne oldu?

 İfaden hiç değişmedi.

 Yani?

 Ama yalanla gerçek arasında bir fark olması gerekirdi.

 Ne olmuş yani?

 Sadece bilmek gerekiyor.

 Sen biliyorsun.

 Ama başkaları sana inanmak zorunda değil.

 Ve bu çok kötü.

 Böylece her koyun kendi bacağından asılır.

 İnsanlar hep bir yolunu bulur.

 Evet, doğru.

 Bu çok üzücü.

 Seni sevdiğime neden inanamıyorsun?

 Çünkü emin olmak istiyorum.

 Ben de.

 Emin bile değilsin Alfred!

 Kendim hakkında değilim.

 Ama senin hakkında eminim.

 Öyleyse her şey tamam.

 - Hayır değil.

 - Ama benim için önemi yok ki, seni sevip sevmediğimin "Bu iki köre acıyın" Hayır, bana olmaz.

 Pardon.

 Bu kara gözlüklerle Hiçbir şey görülmüyor.

 - Çav!

 - Çav!

 Kim bunlar?

 Onları daha önce hiç görmedim.

 İki yıl önce beraber bildiri dağıtırdık.

 Mavi pardesülü Albert.

 Onu severim.

 Geçen sene dahiyane bir numara bulmuştu.

 Mahalledeki bütün hamilelere, "Bana 1000 frank gönderin, kız mı erkek mi söyleyeyim" yazan mektuplar yolladı.

 Eğer yanılırsam paranız iade.

 Yüzde elli tutturuyordu tabii ki.

 Dahiyane bir numara.

 Bu bence iğrenç.

 Hayır, yanlış bir şey yapmıyordu.

 Yanıldığı yüzde ellinin parasının geri gönderiyordu.

 Hiçbir şey fark etmez.

 Benim midemi bulandıransa, Bir erkekle birlikte iken, diğerini düşünenler.

 Bence de neden bahsettiğini bilmeyen biri susmalıdır, Bay Alfred.

 Ne dediğimi çok iyi biliyorum.

 Emile'i düşünüyorsun.

 Hiç de değil.

 Seni sevdiğime ikna olman için ne yapabilirim?

 Sende 20'lik banknot var mı?

 Bir plak seçmemi ister misin?

 - Evet!

 - Tamam.

 Hangi şarkı olsun?

 Ltsy - Bitsy?

 - Hayır.

 Charles.

 - Aznavour?

 Evet.

 Şu fotoğrafa bak.

 Bu fotoğraf da ne?

 Bir fotoğraf.

 Kız kim?

 Anlaşılmıyor mu?

 Belli.

 Soruma cevap vermedin.

 Ne sorusu?

 Seni sevdiğimi kanıtlamak için ne yapabilirim?

 Evet, ne yapabilirsin?

 Haydi.

 Eğer kafamı duvara çarpsam inanır mısın?

 Acaba "Tabii ki" mi demeliyim?

 Ya da "Belki" mi?

 Yapacağım.

 Sana inanıyorum.

 Peki.

 13:30.

 Gitmeliyim.

 Hay aksi.

 300 frank.

 Çıkmıyor.

 Bende de hiç yok.

 Gel, bir fikrim var.

 Size bir soru soracağım, sadece evet yada hayır diye cevaplayabilirsiniz.

 - Geliyor musun?

 - Geliyorum.

 Cevap evetse size 10.

000 frank veririm, Ama cevap hayır ise siz bana verirsiniz.

 Tamam.

 İşte soru: Bana 10.

000 frank borç verebilir misiniz?

 Öyleyse bana borçlusunuz.

 Ben de size gelecek hafta veririm.

 Neden beni hiç beklemiyorsun?

 Çünkü yemeği hazırlamalıyım.

 Emile'e mi?

 Angela, Emile'e mi hazırlıyorsun?

 Düşünüyorum.

 Ama Angela, haydi, nasıl yani, gerçekten Eğer beş dakika sonra tente hala kapalıysa, Tekrar geleceğim demektir.

 Ya açıksa?

 Gelmeyeceğim demektir Emile ile barışmışım demektir.

 Ve mutluyum demektir.

 Yalnız kalmak istiyorum.

 Çince mi söylemem lazım?

 - Ya bu fotoğraf?

 - O çok eskiden kalma.

 Kendini affettirmek için "Öp beni" diyebilirsin.

 Öp beni.

 - Bir bebek istiyorum.

 - Yine başlama şuna.

 Başlamıyorum.

 Devam ediyorum.

 Devam etme.

 Devam etmiyorum.

 Yeniden başlıyorum.

 Aptal!

 Bebek istiyorum.

 Edepsizleşme Angela.

 Acımasız olma Emile.

 Bu ekose etek sana yakışmıyor.

 Çok iyi.

 Kimsenin hoşuna gitmeye niyetim yok.

 Ben bebek istiyorum.

 Aptallığı bırak.

 Zodiac'a gidiyorum.

 Git 36 kişinin önünde soyun, beni iğrendiriyorsun.

 Zavallı aptal.

 Senin 25.

000 frankınla mı yaşayacaktık?

 - Korkağın tekisin, Emile.

 - Aptal olmaktan iyidir.

 Bebek istemek neden aptallık oluyormuş?

 Kesmezsen gideceğim.

 Nereye gideceksin?

 Bilmem Meksika'ya.

 - Deli.

 - Hayır, sensin deli.

 Ben bebek istiyorum.

 Affedersiniz, rahatsız ediyorum Bu kadını hamile bırakmak için onunla yatar mıydınız?

 Şu an hiç müsait değilim.

 Bugün hiç vaktim yok.

 - Selam!

 - Merhaba!

 Angela burada mı?

 Dominique'in peşinden gitti.

 - Ne alırsınız?

 - Angela sonra mı çıkacak?

 Hayır.

 - Neden olmasın?

 - Gitti.

 Lanet olsun!

 - Aptal bunak!

 - Sensin!

 NE KADAR KÖTÜ KAALE ALMAMASl İnsanlar istemeden haksızlık yapıyor, istemeden kötü oluyorlar.

 En azından istemeden oluyormuş gibi görünüyor.

 istemeden kötü oluyorlar.

 - Telefon etmeliyim.

 - Elbette.

 Görüşürüz canım.

 Merhaba bayım, ben Emile Recamier.

 Acaba Alfred Lubitsch evinde mi?

 Ona Meksika'ya gittiğimi söyleyin.

 Neden Meksika?

 Hiç adil değil.

 Beraber olamadığımız zamanlar aslında beraber olduğumuz zamanlar.

 Ve tam tersi.

 Bu ne demek?

 Meksika'ya gidiyorum demek.

 France-Soir isteyin!

 Paris-Presse, Le Monde İsteyin!

 Marie-Claire isteyin!

 Le Figaro Litteraire isteyin Ben uysal biri değilim.

 Çok zalimim.

 Ama hiçbir erkek sesini çıkaramaz Çünkü ben Çok Güzelim.

 Ne diyeceğimi bilmiyorum.

 Sadece gerçeği söyle.

 Alfred'in evindeydim.

 Onunla yattım.

 Sana inanmıyorum!

 Sana inanmıyorum!

 Sana inanmıyorum!

 Evet.

 Ama neden, Tanrı aşkına?

 Bebek sahibi olmak için.

 Sen istemedin.

 Beni işletiyorsun Angela.

 Belki de.

 Bu komedi mi yoksa, trajedi mi bilmiyorum.

 Ama bir şaheser.

 Şu Aznavour şarkısını çaldı.

 Şu benim çok sevdiğim.

 Şöyle başlıyor Hayır şöyle Hayır böyle Hayır şöyle Lütfen Emile.

 Yatıyorum.

 Lşıkları kapatayım mı?

 Kapat.

 Ne üzücü.

 Evet üzücü.

 Beni affet canım.

 Artık seninle konuşmuyorum.

 Okumayı biliyorsun, salak.

 Beni sevmesen de, ben seni seviyorum.

 Ya hamileysen?

 Evet, çok kötü olur.

 Aklıma birden bir şey geliverdi.

 Benim de.

 Çok basit.

 Daha uzun süre hamile miyim bilemeyeceğiz, Bundan emin olmak için Benimle bebek yapmayı teklif et.

 Böylece babasından emin oluruz.

 Haydi, başlıyoruz!

 İŞ BİTTİĞİNDE ANGELA IŞIKLARI YAKTI Sıcak bastı.

 Komik olan ne?

 Çünkü Angela - Çok rezilsin.

 - Ben mi?

 Ben rezil değilim.

 Ben bir kadınım.

||

Une. Femme. Mariee. 1964

24722||5718000||EVLİ BİR KADIN Bu film 101 Film 101 Çevirmen Etkinliği adı altında çevrilmiştir.

 Bilmiyorum.

 Beni sevdiğini bilmiyor musun?

 Ne diye sürekli konuşuyorsun?

 Çok güzel.

 Orada ne var?

 Küçüklüğümden kalma bir şey.

 Bir gün deniz kenarında iken düştüm.

 Sonuçta sevgi ile fazla ilerleyemezsin.

 Efendim?

 Anlamadım.

 Birini seversin, kucaklarsın.

 Ama sonunda ayrılırsın.

 Asla içine girmediğin ev gibi.

 Ancak seni seven biri ile anlaşabilirsin.

 Evet, lakin, insanların arasına düşüncesizce karıştığın ya da önemsiz gördüğün zamanlarda bu dediğin oluyor.

 Seni seviyorum.

 İtalyan filmlerindeki kadınlar gibi yapmalısın.

 Onları hiç gördün mü?

 Koltuk altlarını kesmiyorlar.

 Amerikan filmlerini, Hollywood'ı, tercih ederim.

 - Sevimli buluyorum.

 - Evet ama daha az heyecan verici.

 - Güzel kaşların var.

 - Öyle mi düşünüyorsun?

 Japonya'da çok önemlidir.

 Neden sana bakmama izin vermiyorsun?

 Senden çocuğum olmasını isterdim.

 Zaten bir tane çocuğum var.

 - İlk evliliğinden olduğunu söylemiştin.

 - Evet.

 Kocan uzun süre evli kaldı mı?

 Hayır, karısı iki ay sonra onu sepetledi.

 Djibouti'dan gazino müdürü ile kaçtı.

 Tüm çiçekler nereye gitti?

 Uzun zaman geçti.

 Uzun zaman önce.

 Ne zaman birlikte yaşayacağız?

 Üç ay oldu.

 Sana söyledim, boşanmadan olmaz.

 Böyle şeyler zaman alıyor.

 - Onunla konuşacağına söz verir misin?

 - Evet.

 Dişlerini seviyorum.

 Üzerini çıkar.

 - Hayır.

 - Evet!

 Üşüdüm.

 Dur sana bir bakayım şöyle.

 - Seni seviyorum.

 - Ben de.

 - Seni seviyorum.

 - Ben de.

 - Beni seviyor musun?

 - Evet.

 Evet Evet Evet Evet Fransa'da genel bir göç var.

 Denizin ve güneşin büyüsüne kapılan 12 milyon Fransız şehirleri terk etti.

 Kitlesel göçü denetlemek için 200,000 polis devlet tarafından sevk edildi.

 Tatilin ilk gününde elimize geçen, geçici bilgilere göre saat 2:30 itibari ile 1,723 ölü ve 132 yaralı var.

 Trafik uzmanları yolların unutulmaz bir günü yaşadığını açıkladı.

 O kim?

 - Moliere mi?

 - Evet.

 1964 yılında Bossuet, Komedi Üzerine Özdeyişler ve Yansımaları yayınladı.

 "Tutkuların memnun edici ve hoşa giden tasvirinin, " günahın esasını oluşturan tasavvur ile şehveti methedip, azdırarak, " " kaçınılmaz olarak günaha yönlendirdiğine dair yoğun kanıtlar mevcuttur.

" Moliere tiyatronun günahları engellediğini ve arındırdığını buldu.

 Bayan Moliere'den ayrıldığında, gözyaşını tutamadı ve ona uzun uzun sessizce baktı.

 İri mavi gözleri hafif bir sitem, kırılmış, acı çeken ve sebebini anlamayan bir çocuğun sitemi ile karışık nezaketten başka bir şey yansıtmıyordu.

 Hatta dizleri üzerinde emekleyen bir çocukken bile derin baktığı için kimse ile göz göze gelmiyordu.

 O zamanlar prenses ne yapardı?

 - Giyinmem gerek.

 - Zamanımız var, Charlotte.

 Yok, ayrıca daha fazla canım istemiyor.

 Bu gece dönecek mi?

 Hayır ama hizmetçi izinli.

 Çocuğu okuldan almam gerek.

 - Peki daireyi beğendin mi?

 - Gidip bir bakayım.

 Pahallı mıydı?

 1.3 milyar ama hepsi ödendi.

 Pahallı olduğunu düşünüyorum, bir de hiç boş alan yok.

 Çatıya çıkabilirsin.

 Nereden?

 Buradan mı?

 Koridorun sonunda merdiven var.

 Charlotte, ne yapıyorsun?

 Delirdin mi, etrafta böyle gezinir mi?

 - Fantômas'ı bilmiyor musun?

 - Derhal buraya gel.

 - Beni çıplak görünce beğendiğini sandım.

 - Asla öyle demedim.

 Zaten bir kocam var, onun gibi davranmana gerek yok.

 Git ve giyin.

 Bir de ondan bahsetmeyi bırak.

 - Ben değil, sen bahsettin.

 - Peki, kusura bakma.

 Aynadakiler kim?

 Dullin ve Louis Jouvet.

 Bu da mı aşk?

 Hayır, ahlaksızlık.

 Ama önemli değil.

 Tıraş makinemi kullandıktan sonra asla temizlemiyorsun.

 Pasaklı olduğumu sakın söyleme.

 Öyle bir şey demedim.

 Yardım et, takamıyorum.

 Gitmem gerekirse benim suçum değil.

 Salı günü sen de.

 Tabii ki, provam var.

 Çocuğu almam gerektiğine inanmıyor musun?

 Hayır, inanıyorum.

 - Dikkat et.

 - Bir dakika.

 Bu kadar.

 Bu ne?

 İsveçliler tarafından geliştirilen Fransız bir icat.

 Vücudunun üst tarafını düzene sokuyor.

 Dinamometre bu şekilde ayarlanır ufak bir yanlış durmada ya da hafif bir basınçta hemen alârm veriyor.

 Çok güzel.

 Kullanabilir miyim?

 Özel tutkunu itiraf etmeye cesaretin yok.

 Fazla var.

 Lyon'dan işadamı tanıyorum KADINLARIN ÖNÜNDE ve tiyatroda birkaç insan ile tanışıyorum zaman zaman bana reklamların neticesini soruyorlar.

 Daha küçük yapmıyorlar mı?

 Yapıyorlar, ama bu üst model.

 EV HANIMI Alabilir miyim?

 Evet, ücreti 7,000 frank.

 Yarın getiririm.

 Eğer dik durmak için geliştirilmişse, göğsü de geliştirmesi gerekir.

 Evet.

 Çoraplarımı nereye koydum?

 Öpmek, okşamak.

 Sessiz kaldık.

 Yazdı.

 Belki unutulmuştu.

 Hasret.

 Ne zaman dönüyor?

 Bu elbise oldukça çekici.

 Bak sana ne diyeceğim.

 Tehlikeli.

 Beni dinlemiyorsun.

 Özgürlük, zevk.

 Hiçbir şeyi görmeden.

 Neden bu soruyu soruyorsun?

 Geç kalacağımdan korktum.

 Genel olarak hayatta.

 Neyi düşünüp duruyorsun?

 Onunla tekrar konuşman gerektiğini biliyorsun.

 Belki sana inanmıyor.

 Ne zaman dönüyor?

 Ne istiyorsan onu istiyorum.

 Bunu biliyorsun.

 Tamam o zaman hallet şu işi.

 Bak, bu ne?

 Volkswagen'in sağa dönmüş hâli.

 Cumartesiden önce olmaz.

 Eğer cuma günü gelirse o gün de olmaz.

 Bu da diğer üç gün olabilir demek.

 Üç aydır dayanıyorsun, üç gün daha bekleyebilirsin.

 - Çok fazla pudra sürüyorsun.

 - Ne istersem onu yaparım.

 Komik, kadınlar erkekler için yaşarlar ama bir şey yapmazlar.

 Hemen gitmeliyiz.

 - Uzağa mı park ettin?

 - Büfenin önüne park ettim.

 Orada park etmek yasak.

 Ceza almaktan korkmuyor musun?

 - İptal ederim.

 - Yapamazsın.

 Yaparım.

 Her zaman polise rüşvet verilecek bir yol vardır.

 Koridorun ortasında.

 Ümit.

 Genç kızın görüntüsü.

 Kimim ben?

 Hiçbir zaman gerçekten emin olamadım.

 "Takip etmek" eylemi.

 Diğer nedenler.

 Eskiden böyleydim.

 Burada değil.

 Bir yıl önce.

 Bir defa idi, değil mi?

 Onun suçuydu.

 Her zaman.

 Hayal ve gerçeklik.

 Acı bir memnuniyet.

 Yarın geri geleceğim.

 Cuma ya da cumartesi.

 Benden korkmuştu.

 Beni sevdiğini biliyorum.

 Zor.

 Tatildeyim.

 Günler geçiyor.

 DÜN, BUGÜN VE YARIN Birbirimize çarpıyoruz.

 Mutluluk.

 Bilmiyorum.

 Benimle görünmekten utanıyor musun?

 Hayır.

 Neden sordun, Robert?

 O zaman dik otur.

 Böyle rahatım.

 Sinemaya giden kimse için uygun bir pozisyon.

 Bu gece ne yapacaksın?

 Bu gece mi?

 Bulaşıkları yıkayacağım, mutfak dolabını düzenlemeliyim.

 Nicolas yatakta olduğu zaman, televizyon seyredebilirim, bilmiyorum.

 Mükemmel bir cihazımız var.

 "Televizyon hizmetindeki havacılık tekniğine: Télé-Avia denir.

" - İstersen seni ararım.

 - Hayır.

 Telefonda her zaman ağlıyorsun.

 Aramanı istemiyorum.

 Yağmurdan sonra Paris çekilmez oluyor.

 Yağmur kadar çekilmez bir şey var mı?

 - Ne tarafa doğru gidiyorsun?

 - Place de la Nation tarafına.

 Mükemmel.

 Printemps mağazasının önünde bırak.

 Printemps, I'Opéra'da.

 Oraya da Printemps açmışlar.

 Bilmiyor muydun?

 İç çamaşır bölümü sevimli sutyen satıyor.

 - İstiyorsan seninle geleyim.

 - Gelmek zorunda değilsin.

 Saat 5'e kadar müsaidim.

 Olmaz dedim.

 Daha önceden evlendin mi?

 Fazla değil.

 Neden sürekli bunu bana soruyorsun?

 Merak ediyorum.

 Eğer evli olduğumuzda seni aldatırsam takip etmesi için özel dedektif mi tutacaksın?

 Tanıdığın tüm erkeklerin aşağılık olması benim öyle olduğum anlamına gelmez.

 Mahvolmuş hayaller.

 Ben lisede iken.

 Önemli değil.

 Yarın öğleden sonra sinemada görüşür müyüz?

 - Evet mi?

 - Evet!

 Taksi!

 BOŞ Burada durun, lütfen.

 - Burası Champs-Elysées değil.

 - Sorun değil.

 - Burası mı?

 - Evet.

 Katibe olduğum zaman, onu aradım.

 Nasıl yalan söylendiğini bilmiyorum.

 Hayır, imkansız.

 Evet, yarın Madeleine kilisesinin yanında.

 Ara sıra filmlerde.

 Sıkıcı buluyorum.

 Bunu yapmayı seviyorum.

 İzin ver de öpeyim seni.

 Ne olursa olsun.

 Dikkat et, Nicolas!

 - Merhaba.

 - Merhaba tatlım.

 Beni öpmeyecek misin?

 - Nasılsın?

 Canın mı sıkkın?

 - Tabii ki hayır.

 Yolumuzdan bayağı saptığımızdan Berlin'e de uğradık.

 - Bay Leenhardt, eşim.

 - Ne var ne yok?

 Çocuğunuz mu?

 Yolundan sapmak zorunda mıydın?

 Auschwitz'den beni almasını istedim.

 Duruşmayı görmek istedim.

 - Auschwitz'ı hiç duydun mu?

 - Evet, talidomid Tam değil.

 Yahudilerle alakalı bir öykü.

 Haklısın, Hitler!

 Şu anda Almanya haksızlık hakkında konuşuyor.

 Öyküyü sana özetleyeceğim.

 İki Yahudi arasındaki konuşma Dédé, sağ kanadı kontrol edebilir misin?

 - Uzun sürmez değil mi?

 - Yarın sabaha yetişir.

 Neden öyle söyledin?

 Almanya'da sokakta birine sordum "Farz edelim yarın tüm Yahudileri ve berberi öldürdük.

" Adam cevapladı: "Neden berber?

" Evet, neden berber?

 - Arabanız var mı?

 - Taksi çağıracağım.

 - Olmaz, bizimle gelmelisiniz.

 - Çok nazik bir davranış.

 - Paris üzerindeki hava temizlendi.

 - Beni özledin mi?

 Evet, fena halde.

 Ben de.

 Doğru mu, Pierre?

 Her zaman saçma sapan sorular soruyorsun.

 - İyi misin?

 - İyiyim.

 - Ehliyetini aldın mı?

 - Hayır.

 Umarım kendi kendine çalışırsın.

 - Bu da ne demek şimdi?

 - Bir şey değil.

 Sana yazabilirdim.

 Ama nerede olduğunu bilmiyorum.

 Nereye gittiğimi bilmiyorum ki.

 Bugün ne yaptın?

 Raymonde ile bulaşıkları yıkadım, çünkü bulaşıklar birikmişti.

 Daha sonra dolapları düzenledim.

 Başka ne yaptım?

 Gazetedeki Jeannette'yı aradım.

 Nicolas!

 - Para istiyor musun?

 - Evet.

 Anahtarları ver bana.

 - Akşam yemeğine gelecek misin?

 - İlk önce otele gitmeliyim.

 Beni hiç düşündün mü?

 Pierre, bunun ne olduğunu biliyor musun?

 Şey?

 Volkswagen'in sağa dönmüş hâli.

 - Biliyor muydun?

 - Hayır ama çözdüm.

 Hadi ama, acele et.

 Onu davet etmemeliydin.

 - Neden?

 Çok kültürlü biri.

 - Öyle olmadığını söylemedim.

 Ama onu davet etmemeliydin.

 Bayan Céline'nin de sinemaya gitmesini söylememeliydin.

 Başka bir hizmetçi bulman lazım.

 Le Figaro'yu getirmen gerekliydi.

 Onun yerine sen gitmelisin.

 Tamam, gideceğim.

 Ne alacağım, pırasa mı?

 Radyoda kolesterol seviyesini düşürdüğünü söylediler.

 Peki, pırasa al.

 Geliştirilmiş yeni iç çamaşır.

 Aynılar.

 Diğerleri Amerika askeri donlarına benziyordu.

 Amerika mı?

 Önceden Rusya'dı.

 Oyuncunun seninle tekrar kur yaptığını gördün mü?

 Neden soruyorsun?

 Bittiğini ve ciddi bir şey olmadığını biliyorsun.

 Öylesine sordum.

 Çünkü seni seviyorum, Charlotte.

 - Yapma.

 - Anlamadım?

 Şimdi olmaz.

 Öp beni.

 Dedektifler takip ettiği zamandan beri, bunu bilmeliydin.

 Üç ay önce bir defa oldu.

 Biliyorsun.

 Seni aldatsam bile, buna hakkın yoktu.

 Bu bana güvenmediğin anlamına geliyor.

 Evet, haklısın.

 İyi geceler, Nicolas.

 İyi geceler.

 Büyüdüğümde, ne olacağını biliyor musun?

 Avustralya, Amerika ve İngiltere'ye gideceğim.

 - Tabii ki gideceksin ama şimdi uyuma zamanı.

 - İskoçya.

 İyi geceler, Nicolas.

 İyi geceler.

 Bugün nereye gidiyorsunuz?

 Beyefendiyle akşam yemeği yiyeceğiz, daha sonra uyuyacağız.

 İyi uykular.

 - İyi geceler.

 - İyi geceler.

 "Modaya uygun göğüs kaç beden olur?

" "Göğsünüzün büyüklüğünü ölçüp, ideal göğüs için " profil ile karşılaştırmalısınız.

" "Göğüs bedeni için altın oran vardır.

" "İdeal meme için, Venus de Milo'ı örnek alın.

" "Memesi kollarının arasındaki " yatay doğrultudan 1 cm aşağıda duruyor.

" "Ölçüm aletinizi dirsek ile koltuk altı arasında bir yerden gerin.

" "Çıkan sonuçtan 1 cm çıkarıp ikiye bölün.

" - Bayan Céline, gidip pırasa alsana.

 - Karın sinemaya gidebileceğimi söyledi.

 Pırasa almam için sana ihtiyacım var.

 "Bu kilonuz için ideal göğüs bedenidir.

" "Ölçüm aletinizle boynunuzun başladığı yerden " sağ meme ucu arasında mesafeyi ölçün.

" Boynun başladığı yerden, sağ meme ucuna doğru.

 20 cm olmalı.

 "Hayali bir çizgi ile boynunuzun başladığı yerden " sol meme ucuna doğru ölçün.

" Hayali bir çizgi 20 cm.

 "İki meme ucu arasındaki uzaklığı ölçün.

" 20 cm.

 "Bu ölçümün bir eşkenar üçgen çizmesi gerekir.

" - Pierre, "eşkenar" ne demek?

 - Bilmiyorum.

 - Kahverengi mi, yeşil mi?

 - Yeşil.

 - Odana bırakacağım.

 - Tamam.

 Bir saniye izin ver.

 Karım giyiniyor.

 Lütfen rahat ol.

 Hemen döneceğim.

 Sana söyledim benim Philips'ı kullanma.

 Bacakların için kullanmışsın.

 Ben yapmadım.

 Nicolas oynamış olmalı.

 Hayır, ben değildim.

 Annem idi.

 Ben değildim, annemdi.

 - Gördün mü?

 Yalan söylüyorsun.

 - Neden yalan söyleyeyim?

 Bazen söylüyorsun.

 Sana güvenmiyorum.

 Bunu söylemeye hakkın yok.

 Neyden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsun.

 Öyle görünüyor ki beni affetmemişsin.

 Hak ettin.

 Attığım tokadın arkasındayım.

 Hiç de bile, tam tersi.

 Şimdi tekrar ödeştik.

 Buraya gel.

 - Seni incitmeyeceğim.

 - Bizi bekliyor.

 Nereden başlayacaksın?

 Ne tarafımdan başlamak istersin?

 Bir başka deyişle, gerçeklikle olmak istediğimi nasıl ayırt ediyorsun?

 Gözlerimi neden kaçırdığımı bilmek zorundasın.

 Neden kaçırıyorsun?

 Geziden her döndüğünde anlaşılması güç sorular soruyorsun.

 Seni seviyorum, belki aşk anlaşılması güç bir şeydir.

 Ben de seni seviyorum, Pierre.

 İnandığın şeyler her zaman olmaz, ama samimi oldukların olur.

 Hadi, gitmeliyiz.

 Apartmanınızı böyle hayal etmemiştim.

 Paris'den döndüğünde 20 dakika içinde kültürel çevre bekleyemezsin.

 Bazı yerler zamanla hasar görmüyor.

 Başkentin telaşından kurtulmak bir hayal.

 Doğallığı takip edebildiğin kadar zaman gerçekliğini yitiriyor.

 Ağaçlar ve bitkiler için, para zamanı geri getiremez.

 Apartman, insan ölçeği üzerine inşa edilmeyi isteyen, bir kaçış yeri olduğunu açıklıyor.

 Görkemli Marly ormanlarının önünde bulunan gitgide Seine'nin aşağısına inen üç parkın etrafına dağılan apartmanları fark ettin mi?

 İnsanlık haline uygun olduğu düşünmüyor musun?

 Her gün olağanüstü anlar yaşıyorsun.

 Patiska üzerine sekiz pencere açılmış.

 Gece bahçene bakmak birkaç adımını alıyor.

 Hayatta gerçek mutluluklar vardır.

 Buradaki her şey kalitelidir.

 Bina cephelerini birleştirmek için mozaik ve maun kullanıldığının farkına vardın mı?

 Sana banyoyu göstereyim.

 Sıcaklığı ayarlanabilir musluk var.

 Ve kadınların geçmek bilmediği elbise dolabı.

 - Bir mi iki mi şeker?

 - Kullanmıyorum.

 Yeni televizyon setini fark ettin mi?

 Hayır, vay Télé-Avia!

 Televizyon hizmetindeki havacılık teknikli televizyon.

 Dusseldorf to Reims'da otomatik pilot kullandım.

 - Yeni mi?

 - Evet.

 Otomatik varsa neden oradasın?

 Hafızası benimkinden daha iyi.

 İnanılmaz, makineye öğreteceğin ilk şey hafızadır.

 Geçmişi kaybetmek için.

 Geçmiş zevkli değil, şu an daha önemlidir.

 HAFIZA Benim için hafıza en önemli şeydir.

 Almanya'da olduğum zaman birkaç gün Auschwitz'in duruşmasına katıldım.

 Binlerce insanın ölümüyle suçlanan kişi olmasına rağmen hiçbir şey hatırlamıyorlar.

 Onlardan bazıları savunma taktiğini kullandı.

 Diğerleri ise tamamen unutmuş gibi bakıyordu.

 Bay Rossellini ile Yunanistan'a gittiğim zamanı hatırlıyor musun?

 Bay Rossellini bana bir hikaye anlatmıştı.

 Çok komik bir hikaye olduğunu sanıyordu.

 Bir gün Champs-Elysées'de iken toplama kampına giden esirleri görmüş.

 Bu arada kampa gidenlerin tamamı aynı çizgili pijamadan giymişti.

 Ama bu on yıl önceydi.

 Tabii onlar Dachau ya da Mauthausen'deki kampa gidenler kadar zayıf değillerdi.

 Besleniyorlardı, paraları vardı.

 Bizim gibi bir yaşam sürdürüyorlardı.

 Kilo bile alıyorlardı.

 Elbiseleri kendilerine olmuyordu.

 Bay Rossellini bu insanları komik buldu.

 Çünkü yanlış düşünüyordu.

 Onlar birbirine benzediklerini hatırlamıyordu.

 Benim için hafıza Ne yaparsam yapayım, unutamam.

 Her şeyi hatırlıyorum.

 Uçakla ilk uçtuğum zamanı ilaveten Brittany'daki tatilimde seninle tanıştığı mı.

 Hatırladın mı?

 Her şeyi hatırlıyorum, hatta senin giydiklerini bile.

 Tabii bunları unutmayı tercih ederim ama ŞİMDİKİ ZAMAN Hafızaya ihtiyacımız yok.

 Yaşadığımız anı tercih ederim.

 Daha heyecan verici.

 Müziği seviyorum, zarar görmüş şeyler gibi.

 - Çiçekleri - İyi hatırlattın.

 Aşk Sevgilin ile yaşamak zorundasın, şu anda da.

 Eğer şimdiki zaman yoksa hayatta kalmak değildir bu, ölmektir.

 Benim için en önemli şey bana olacak şeyleri idrak etmek.

 Bana olacak şeyleri anlamam için neye benzediğini görmeye çalışıyorum.

 Daha önceden bildiğim şeyler, yada gördüğüm.

 Şu anda olması çok zor.

 Şimdiyi bundan dolayı seviyorum.

 Çünkü şimdi, düşünecek zamanım yok, düşünemiyorum.

 Affedersiniz?

 Hayır, anlamıyorum.

 Şu anı anlamıyorum.

 Bu beni aşıyor.

 Sevdiğim ve ilgi duyduğum şeyler beni kendimden geçiriyor, ve şu anı kontrol edemiyorum.

 Bundan dolayı seviyorum.

 Kontrol etmek istiyorum çünkü düşünüyorum.

 Yardım edemem, hayvan değilim.

 Bazen öyle olmak istiyorum.

 Hayvanlar çok şirin ve doğal.

 Hayvanlar her zaman tatlıdır.

 Ama biz insanlar anlamak zorundayız.

 Mutlu muyum?

 Hayır, mutlu değilim çünkü Doğruyu söylüyorum, şu anda yaşamıyorum.

 Kendimden eminim Beni hayrete düşürecek hiçbir şey olmuyor.

 Yaptığım onca şeyden dolayı mahcubum.

 Onlar olduğu an, nasıl hazırlayacağımı bilmiyordum.

 Hayır, utanmak sonradan geldi.

 Çünkü onun yanlış olup, olmadığının idrakine varmamıştım.

 Şu anda olmuyor.

 Bundan dolayı seviyorum.

 Çünkü şu anda yapamıyorum.

 Beni kendimden geçiriyor.

 Ne oluyor, bilmiyorum.

 Şu an senin çıldırmanı engelliyor.

 AKIL Sürekli duyduğun kelimelerin tam anlamını öğrendiğinde senin için hiçbir önem taşımaması nasılda tuhaftır.

 25 yıl önce Vichy'de kalabalığın ortasında arkadaşımın dediği bir cümleyi düşünüyorum.

 Direnişe ilk katılanlardan cesur, yürekli ve esprili bir adamdır kendisi.

 Ama kendini teslim etmeden önce, Vichy'e gitmek istedi.

 "Müdafaaya geçmeden önce " " anlayan biri olmak istiyorum" dedi.

 Emmanuel adında güzel biri tarafından terk edildi ki bana hiç benzemiyordu.

 Şaka gibi alıntıladığım esprileri bir slogan olmaya başlıyordu ama benim için aklın anlamı çok önemlidir.

 Akıl, iddia etmekten önce kavramak demektir.

 Sınırları, ters düşenleri ve sonuç olarak da diğerlerini anlamak için bir düşüncenin ötesini araştırmak demektir.

 Karşı tezler arasındaki farkları da araştırmak demektir.

 Özellikle bugünlerde sempatik aklın ahlakını kimse bulamıyor.

 İnsanlar koyu renk gibiler.

 Aynı beyaz ve siyah arasındaki ince gri mat rengi gibi.

 Bunun aşırı tutucu, dogmatik olduğunu düşünen biriyim.

 Ne söyleyeceklerini biliyorsun.

 Oysa ki insanlar kuşkucu olmamasına rağmen paradokslara düşkünlükleri eğlencelidir.

 İçindeki tezatlık belli olmasına rağmen, paradoksun özünü araştırmak gerekir.

 Bugün ayrıca "uzlaşma" kelimesine ihtiyacımız var.

 Uzlaşma cesur entelektüel eylemler arasındaki en güzel şeydir.

 Aşağılayıcı kelime oluyor, ki bunun anlamı "ilkelerden yoksun" demektir.

 Ama her şeye rağmen, uygun birleşim üzerindeki araştırmayı düşünmeye devam edeceğim.

 Dünya'nın bu kadar basit olduğunu ve tamamen anlamsız olduğunu söylüyorum.

 Tam olarak aklın ortaya çıkarmak istemekteki görevi saçmalığa neden olan evreleri bulmaktır.

 Saçların açık kahverengi olmasına rağmen Apollinaire'nin şiirindeki "Sevimli Kızıl"ı hatırlatıyorsun bana.

 "O Sun, tam zamanıdır " Güzel ve büyüleyici bir görünüme sahip kızıl saçlı şiir tarafından uzun zamandır bekletmesinin nedeni bu.

 Kadınların yüzündeki entelektüel farkındalık ifadesi onlara bir çeşit güzellik katıyor.

 Sözde kadının güzelliği olağanüstüdür.

 Fransızcadaki muhtemelen nedeni, tüm büyük fikirlerin kadınsı olmasıdır.

 Önemli heykellerin adları: La Vertu, La Républlque, La France.

 Bu felsefi konuşmayı bu gece yapmamın yersiz olduğunun farkındayım, ama öncelikle içtenliğime inanın lütfen, ayrıca bu zihinsel ihtiyatın açıklamasını yapma nedenim gittikçe yaşlanıyor olmam da değil.

 20 yaşımda iken, çok daha fazlasını da açtım.

 Şu anda, 60larda, bazen düşünmek istemiyorum.

 İnsancılık ana akım olmaya başlıyor, ve aptalmış gibi hissediyorsun.

 İdare edebilir miyim bilmiyorum ama bilge gençleri ve yaşlı aptalları sevenlerin olacağını düşünüyorum.

 ÇOCUKLUK Halledilmesi gerekenler.

 1) Ev sahibi ol.

 2) Çaresine bak.

 3) Herkesi uyar.

 4) Bunu yap.

 5) Boya satın al.

 6) Her şeyi kontrol et.

 7) Boya.

 8) Yeniden her şeyi kontrol et.

 9) Üzerinde biraz daha çalış.

 10) İşin üstesinden gel.

 Bu kayıtlarda ne?

 Burada bulunan NATO'daki arkadaşı için Batı Berlin'de biri bana verdi.

 - Birini dinlemek isterim.

 - Olmaz, bizim değiller.

 - Charlotte, hayır!

 - Zarar vermez onlara.

 Dinle.

 Susadım.

 - Bir tane daha koyacağım.

 - Hayır, yeter.

 Evet!

 Sana bizim olmadıklarını söyledim.

 - Kayıtları bırak yoksa ırzına geçerim.

 - Delisin sen!

 - Hayır, sen çok güzelsin.

 - Kafayı yemişsin!

 Bunun için beni kovalamak zorundasın.

 - Senin sorunun ne?

 - Sana bizim olmadıklarını söyledim.

 - Peki bu ne?

 - Bilmiyorum.

 Geçmişten gelen müzik.

 - Bunu koyabilir miyim?

 - Evet, istiyorsan.

 - Tamam.

 Seni seviyorum.

 Yüksek sadakat.

 Ondan nefret ediyorum.

 Beni özledin mi?

 Özür dilerim.

 Karanlık.

 Kaygılıyız.

 Neden?

 Yavaş.

 Çok karışık.

 Korkuyorum.

 Aşkım.

 Üzgünüm.

 Su çok soğuk.

 Gözlerimi kapatıyorum.

 Çünkü.

 Evet, hatırlıyorum.

 Her zaman bunun gibi.

 Gözlerimin içine bakıyor.

 Ayrıca senin suçun.

 Küçük detaylar var.

 Yeni elbise aldım.

 Hiçbir şey söylemiyor.

 Bir hafta sonra.

 Öldüğümüz zaman.

 Bacağımdan ve iç çamaşırımdan bıkkınlık geldi.

 Önemli değil.

 Her zaman bir hüzün.

 Bunun gibi olma.

 Seni seviyorum.

 Zayıflık.

 Gerçek.

 Sana açıklamak istediğimi bilmek istiyorum.

 Süratle ayrıldı.

 Aksine.

 Burada.

 Söz veriyorum.

 Yeniden.

 Önceki gibi.

 Pişman olmak.

 O gece.

 O gece.

 Hiçbir şey değişmedi.

 Sevgi.

 Sonsuz üzüntü.

 Sevgi bir gün gibidir.

 O giderse, sevgi de gider.

 Bir gün gibi.

 Sonsuz şefkat.

 Sevgi bir gün gibidir.

 O geri gelirse, sevgi de gelir.

 Bir gün gibi.

 Bu yıl tatile gidelim mi?

 Yerine göre.

 Henüz emin değilim.

 Geçen salı Club Med'de tanıştığın adamı gördüğümü söyledim mi?

 - Kanadalı olanı mı?

 - Evet.

 Tam bir puşt.

 Sana sarkmıştı.

 Seninle tanıştığım zaman, ilk değil, ikinciydin.

 Mutlu görünmüyorsun.

 İyiyim.

 Erkekler, kadınlar için kabul etmedikleri şeyleri kendileri için kabul ederler.

 Benim ırzıma geçmene veya popoma vurmana gerek yok.

 Bu insanların sana iyi davranması için çok zorlu bir yoldur.

 Beni bağışla.

 Her zaman bağışlanmak istiyorsun ama asla bağışlamıyorsun.

 Bu seferlik, evet.

 Uçağındayken çok hızlısın.

 Duygularla bulunmak gibi değil bu.

 - Peki.

 - Abartma.

 Tamam.

 Eğer kusurlarının ne olduğunu sorsaydım, ne söylerdin?

 Neden benim vasıflarım?

 İlgi duyduğum kusurların.

 Kibir, tahammülsüzlük.

 Sevgim senin için.

 Benim için miskinlik, yalan söylemek.

 Hayır, tam olarak miskinlik değil.

 Ayrıca irade sahibi değilim.

 Geceliğini çıkart.

 Hayır, üşüyorum.

 Benim için kibar olacağını söylemiştin.

 Sana baktığım zaman bana bakmayacak mısın?

 "Bakmak" gerçekten ne demek?

 Bakmak Bilmiyorum.

 Anlamı gözlerin ile süzmek.

 - O zaman kıymetli olması gerekir.

 - Evet.

 - Birdenbire suratın düştü.

 - Evet.

 - Benden dolayı mı?

 - Hayır.

 - İnsanlardan dolayı.

 - Nasıl?

 İnsanları tanımıyorum.

 Sokaktaki insanları.

 Tanımak Hepsini tanımak isterdim.

 Onu, onu, onu.

 Belki içlerinden biri yarın ölecek.

 Kendini öldürmeden önce telefon bekliyordur.

 Ama hiç kimse aramıyor.

 Böylece kendini öldürüyor.

 Suçlu olan biziz.

 Her zaman burada olacağım.

 Hangi filmde küçük bir kız ve denizci vardı?

 Kollarına aldı ve etrafında döndürdü.

 - Çok ama çok yavaştı.

 - Evet, yavaş hareket ediyordu.

 Bilmiyorum.

 Çok güzeldi.

 Bunu nasıl yapıyorsun?

 Bilmiyorum ama sinema çok gizemli bir şey.

 - Ne zaman bir çocuğumuz olacak?

 - Zaten bir tane var.

 Evet, ama senden de olmasını isterim.

 Uzun zamandır bunun üzerinde mi düşünüyorsun?

 Seni tanıdığımdan beri.

 Mutluyum Mutluyum Mutluyum Mutluyum Olmak Alo.

 Evdeyken beni aramanı yasaklamıştım.

 Marseilles'de misin?

 Orada ne yapacaksın?

 Bérénice mi?

 Orly'de sinema yok ki.

 Tamam 4:30, 5 gibi Orly'deki sinemada.

 Koltuk numarası 12, tamam.

 Öptüm seni.

 Alo, doktor Desotteux mu?

 Bayan Giraud.

 Yanınıza saat 3:30 gibi gelebilir miyim?

 Bugün çalışıyorum.

 Saat üçte biteceğini düşünmüyorum.

 Tamam, teşekkürler.

 Sonuçlar çıktı mı?

 Sağ olun, doktor.

 Görüşürüz.

 ya da olmamak.

 Sana!

 Dışarıya çıktığımı söyle.

 Kocan arıyor.

 Ne istiyor?

 Söz verdiği gibi kaldırdığını, ve yemeğe gelmek istediğini soruyor.

 Ayrıca fazla zamanı olmadığını, ve erken kalkacağını da.

 Bu gece onu alacağımı ve ona sevgilerimi yolladığımı söyle.

 "Eşkenar" ne demek?

 Dergilerimi ve eşyalarımı ellememeni söyledim.

 İlk adımla çağırmamanı ve bana Mme Frégier demeni söyledim.

 Ben de insancıl oluyorum.

 Dün filmimi kaçırdım.

 Söylenmeye başlayacağım.

 Tamam, kusura bakma.

 Yapacak işlerim var, beni oyalıyorsun.

 Bayan Leroy ararsa eğer, yüzme havuzuna gittiğimi söylersin.

 "Eşkenar" ne demek bu arada?

 Neden?

 - Meraklı mısın?

 - Evet, öyleyim.

 Ama çok güzel göğüslerin var!

 Bunu Peruvian serumuna borçluyum.

 - Ne o?

 - Dur, sana göstereyim.

 "Şahsi rehber: nasıl göğüslerinizi iki kat büyütürsünüz?

" "Cevabı Peruvian serumu.

" "Güzel göğüslerin sırrı keşfedildi, ama kim tarafından?

" "Bu çılgın keşfin arkasında Perulu doktorlar var.

" "Göğüslerinizin biçimi veya yaşınız ne olursa olsun " " Perulu doktorlara çok teşekkürler.

" "Göğüsünüz şaşırtıcı derecede büyüyecek.

" "Şekilleri yeniden biçimleniyor, aynı oluyor.

" "Ayrıca eşiniz için büyük bir zevk olacak.

" VALS Kocan keyif aldı mı?

 Felaketti.

 Erkekler, tüm gece boyunca, sabaha kadar istediler.

 Senin inanmadığın gibi haykırdılar.

 Nankör domuzlar!

 Sonra ben de altına girdim, tam benim karşımdaydı.

 Adam etine dolgun biri.

 Gözde pozisyondayım.

 Beni huşunetle yatağa fırlattı.

 Kemiklerimin oynadığını hissediyorum.

 Serbest kalmaya çalıştım.

 Kıvrandım ve burkuldum.

 Pisliğin içinde kendi başıma süründüm.

 Göğüslerim darmadağın oldu.

 Ve havalandırma deliğini bulamadı.

 Onun vahşi öpücükleri altında ezildim.

 Ön sevişme ve titremek.

 Gıcırdamasını durdurabilmek için dilimi onun boğazına kadar ilerlettim.

 Yeri geldiğinde de konuşmasını engelledim.

 Elimden gelenin en iyisini vermek için uğraştım.

 Her yolu denedim.

 Ama bunaldım.

 Tutkulu yolculuk için kendi kendini hazırlıyor.

 Kocaman elleriyle popomu yakalıyor.

 Hareket etmemesi için onu sıkıştırmak istiyorum.

 Sonunda bitti!

 Kahretsin!

 Sevgiyle kala kaldım.

 Bir de güzelliğiyle.

 Ahenk!

 Dünya'daki tek mutluluk tek hüküm, tek gerçeklik!

 Ahenk!

 TAKSİTLE ÖLMEK Ahengi bulun.

 DENİZ Filmlerdeki gibi.

 Gökyüzü mavidir.

 RUH Geçmişi terk edin.

 Ruj sürün.

 Ne düşünüyorsun?

 Tereddüt ediyorum.

 Ertesi sabah.

 Bilmiyordu.

 Bulutların üstünde.

 Çırılçıplak olmak.

 Senin yerinde olsaydım gitmezdim.

 Ertesi gece.

 Salı öğleden sonra.

 Çabucak.

 Birkaç gün için.

 64'ün Ocak Ayı.

 Beni eğlendiriyor.

 Zaman.

 Ümitlerinden arınmış.

 Hiçbir şey değişmemiş.

 Son bir kez.

 Yeni bir bina.

 Telefon çalıyor.

 Hava mükemmel.

 Ne o ne de başkası.

 Ne için?

 Nereye istiyorsan oraya gidiyoruz.

 Fazla yağmur yağmadı.

 Hiçbir şey duymadık.

 Seçmek zorundasın.

 Başlangıçta hiçbir şey söylemedim.

 Sorun nedir?

 Hassasiyet, apaçık.

 Tüm olasılıklar berbat.

 Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış.

 Saçlarımı okşa.

 Susuyorum.

 Etrafa bak.

 - İyi değil misin?

 - Hayır.

 - Başka yok, değil mi?

 - Yok, bu kadar.

 Acele edin.

 - Seni bırakayım mı?

 - Nereye gidiyorsun?

 - Uniphoto'ya.

 - Beni Trocadero'da bırak.

 - Çok fazla telefon görüşmesi yapmam lazım.

 - Boş ver, bekleyemem.

 Yarın saat 11'de görüşürüz.

 Leos'ın yanındayken dikkat et.

 Güneş, Uranüs ve Satürn gelecekteki önemli planların için yardım edecek.

 Küsmüş veya ihanete uğramış birinin kıskanmasına dikkat et.

 Çekingen tavrını kabul et.

 Bu durum karışık ve belirsiz.

 Doyumsuzluk merakının üstesinden gelmelisin.

 Umutsuzluk ve bunalımla mücadele etmelisin.

 Alabilir miyim?

 Sağ ol.

 - Bu kızın bikinisini gördün mü?

 - O ne?

 Üst kısmı olmayan kadın mayosu.

 Göğüsleri görebiliyorsun.

 - Bunu giymesi için yanıyor olması lazım.

 - Güzel olduğunu düşünüyorum.

 - Hiç giydin mi?

 - Hayır.

 Modaya uygunsa neden olmasın?

 Şu anda böyle elbiseler üretiyorlar.

 Evet, ayrıca göbek deliğine çiçek koyuyorlar.

 - Üst olmadan mı?

 - Evet, Elle'de gördüm.

 Sutyen giymek yerine, boynuna eşarp saracaksın üstü varmış gibi.

 Güzel, değil mi?

 Hayır!

 Birkaç seneye herkesin bunları giyeceğine eminim.

 Edepsizler.

 - Ne zaman tatile çıkıyorsun?

 - Bu ayın sonunda.

 - Nereye?

 - Balear Adaları'na.

 Kimle?

 Ailem bu yıl gelemiyor, bundan dolayı Patrick'le gitmeme izin verdiler.

 - Patrick ile mi?

 - Evet, biz süreceğiz.

 Fakülteden mezun olduğundan dolayı araba satın aldı.

 Ailem ile gideceğim.

 Aile güzel ama geceleri dışarı çıkamıyorsun.

 Her gece dışarı çıkma özgürlüğüm olacak.

 Saat 10'a kadar dışarıda olacağım.

 Ama eğlenebileceğin vakit saat 10'dan sonra başlıyor.

 Evet, ama tüm gün ve gece çocuğa katlanmalısın Bu gece parti var.

 Benimle gelmek ister misin?

 Gelemem, arkadaşımı görmem lazım.

 - Film izlemeye mi gidiyorsunuz?

 - Hayır, evine gidiyoruz.

 Gelecek seneki sınava girecek misin?

 - Hangi okula gideceksin?

 - Pontoise.

 Her kadının bilmesi gereken şeyler burada.

 Biliyor Bilmiyor - Onun ne yapacağını bilmiyorum.

 - Ben de bilmiyordum.

 - İlk seferde bunu nasıl biliyorsun?

 - Ne yapacak?

 İlk önce seni öpecek, daha sonra ikiniz yatakta uzanacaksınız.

 Biriyle uyudum.

 Seni okşamaya başlayacak.

 Ne yapıldığını bilmiyorum.

 Işıkları kapatmak zorunda mısın?

 Seni öpmeye başladığı zaman, kendisi kapatacaktır.

 Seni öpecek.

 Habersiz olacaksın.

 Seni okşayacak.

 Başta çıplak mı olacaksın?

 Hayır, seni öpecek ve okşayacak.

 Daha sonra elbiseni çıkaracak.

 Işıkları kapatacak.

 Onun önünde çıplak olduğunda korkmayacak mısın?

 Çıplak olmanı isteyecek.

 Korkacak bir şey yok.

 Karanlıkta ikiniz de çıplak olacaksınız.

 Tamamen çıplak olacak.

 Çıplak göreceğimden korkuyorum.

 Karanlıkta görmeyeceksin, onu hissedeceksin.

 Tamamen çıplak olacağım, ama bu utanç verici.

 Ortam olacak.

 Bunu düşünmeyeceksin.

 Karanlık.

 Ne olacağını bilmiyorum, ondan dolayı korkuyorum.

 Vakit yok.

 Seni öpmeye başlayacak, daha sonra o her şeyi yapacak.

 Korkacak hiçbir yok.

 Daha fazla düşünme.

 Ama zerre kadar bir şey bilmiyorum.

 Ortam Ben de bir şey bilmiyordum.

 Kendi kendine ışık kapansın diyeceksin ve olacak.

 Hâlâ korkuyorum.

 İkimizde mi çıplak olacağız?

 Göğüslerimi görecek.

 Evet, sarılacak ve öpüşeceksin.

 Ama Tek başıma sinemaya gittim.

 Aktüalite filmi yeni yayına girdi.

 Kol kola olan en iyi arkadaşım, yetişti.

 LÜTFEN Beni görmeden yanımdan geçtiler.

 LÜTFEN Önümde oturdular.

 GERÇEK GÜZELLİK Öpüştükleri zaman öldüğümü düşündüm.

 Karikatürün ortalarında, ağladım.

 Rezalet Film hüzünlü olduğu zaman ağlıyorum.

 Film hüzünlü olduğu zaman.

 Biliyorum, ama güce tüm aldatmalara inanmak istiyorum Korkularının tüm detaylarını unut.

 Beni ağlatıyor.

 Diğerleri?

 Asla onları sevemedim.

 Hızlıca eve gittim.

 Kotex iki kat korunmanızı öneriyor.

 Gençler tercih ediyor Ağladıklarımı gören ailem, bana sorular sordu.

 Kıskanç olma Sen de arzuladığın genç gibi modern olacaksın.

 Onlar için yatmak zorundaydım.

 Jeunesse'den "eloquence" sutyeninden giyin.

 Film hüzünlü olduğunda onlara anlat.

 Beni ağlatıyor "Star" özel tasarım sutyen.

 Film hüzünlü olduğu zaman.

 Beni ağlatıyor Film hüzünlü olduğu zaman.

 Onu sev Beni ağlatıyor "Zayıf ve dengeli olman, kaslarının yenilenmesini sağlıyor.

" Film hüzünlü olduğu zaman.

 Beni ağlatıyor "Bir kadın nereye kadar aşık olabilir?

" Nereye?

 - Doktor birazdan yanınızda olur.

 - Sağ olun.

 - Merhaba.

 - Merhaba, doktor.

 Endişelerin doğruymuş.

 Laboratuar sonuçları olumlu.

 Üç aylık hamilesiniz.

 Mayıs ayında büyük ihtimalle doğurursunuz.

 Bu mutlu haber sizi sevindirmişe benzemiyor.

 Endişeliyim, doktor.

 Korkuyorum.

 Ağrısız doğum yapacak mıyım?

 Bu sadece bir dışavurum.

 HAZ ve BİLİM Hastanın doğum için yalnızca psikolojik olarak hazırlamak bu yöntemin asıl amaçlarından biri olarak düşünülmelidir.

 Bu önemli olayın halk arasında büyük bir ısdırap olduğu da söylenmektedir.

 Her zaman sormak istediğim bir soru var.

 Gebelikten korunma hakkında ne düşünüyorsun?

 Bugünlerde iyice araştırılması gereken en önemli sorulardan bir tanesidir.

 Ay'a roket göndermek üzere olduğumuz şu gün ve şu çağda inkâr edilemez bir gerçek var ki o da Taş Devri’ndeki gibi kürtaj yaptığımızdır.

 Bu anlayış genelde doğal olmayan ve kötü koşullarda meydana geliyor.

 Hayvanlar ve bitkiler için bilimin gelişimi, en iyi hayvanların seçildiği ve bitkilerin en iyi sonucu elde etmek için ideal koşullara koyulduğu yeni bir yaklaşıma sebep oldu.

 İnsan ırkı için de tam tersi doğrudur.

 Er ya da geç bu anlayışı bir şekilde kontrol etmek zorunda kalacağız.

 Sorunum var.

 İki erkek arasında kala kaldım.

 Şu anda hamileyim, ve hangisi babası bilmiyorum.

 Fiziksel hazzın bir delil olduğunu mu düşünüyorsunuz?

 Bunun zor kabul edilen bir şey olduğunu anlıyorum.

 Aslında bazı özel durumlarda belirli sayıda suni dölleme gerçekleştirerek müdahale etmek zorundayız.

 Bu durumda, şimdiye kadar bir müdahalede bulunulmuş hasta, senin istediğin fiziksel hazzı yerine getirecek bir denek değil.

 Ama Haz ve aşk aynı şey değiller mi?

 Haz ve aşk birbirinden farklı şeylerdir.

 Haz Fiziksel haz yanlış bir şey mi?

 İstenilen zevke öncelik verilirse fiziksel haz genelde yanlış değildir.

 Korkuyorum.

 HAYALLER NE OLACAK Taksi!

 KARARINI VER!

 MELEK GEÇİT / AKILSIZ BURADAN Bir bilet, lütfen.

 Teşekkürler.

 Sessiz bir kır, hatta kuzgunların uçtuğu, ekin ve çimen ateşleriyle bir çayır, hatta kağnıların, çiftçi ve çiftlerin dolaştığı bir yol, hatta eğlence parkı ve çan kulesiyle bir tatil köyü bile, bir toplama kampına dönüşebilir.

 Stutthof, Oranienburg, Auschwitz Neuengamme, Belsen, Ravensbruck, Dachau Banyosu olan bir oda, lütfen.

 KARARINI VER!

 Bir çözüm bul Tüm erkekler aynı.

 Dikkat çekici mavi gözler.

 Görünüşünü muhafaza et.

 Uygar Yaşam Her şeyi unut.

 Seni seviyorum.

 Seni seviyorum.

 "Hanımefendi, eğer kocanızı seviyorsanız " Neden bunları yapıyoruz?

 Bazen haklı olduğumuzu kanıtlayamayız, ama hatalı olduğumuzu kanıtlarız.

 - Marseilles'e uçarak kaç saat?

 - Bir saat.

 - Sigorta primi aldın mı?

 - Bir saat için vermiyorlar.

 Bir saat içinde kaza olabilir ve ölebilirsin.

 Uçakta ölürsen sorun olmaz.

 Hem yalnız değilsin hem hızlı.

 - Marseilles'de kiminle oynadın?

 - Racine ile.

 - Çağdaş ölü olduğu doğru mu?

 - Evet.

 - Boşanacağım zaman, evlenecek misin benimle?

 - Tabii ki.

 - Senden olmasa bile bir çocuğum varsa, onu benimser misin?

 - Evet, benimserim.

 Neden bunları soruyorsun?

 Kaç defa tartıştık bunları.

 - Sesin tuhaf geliyor.

 - Şimdi ne oldu?

 Hayır, hep böyle.

 Günün hızlı geçiren birinin normal sesi.

 Korkak sesi gibi ama!

 - Sorun ne?

 - Hiçbir şey, aptallaşıyorum.

 Çünkü seni seviyorum.

 - Soyunacak mısın?

 - Evet, ya sen?

 Uçağım yarım saat içinde kalkacak.

 - Dün gece ne yaptın?

 - Hiçbir şey.

 Televizyon izledim.

 - Cihaz için para getirdin mi?

 - Evet.

 Buyur.

 Ayrıldığımızdan beridir ilk defa yaptığımızın farkına vardım.

 Haklısın.

 İlk defa ayrıldık.

 - Olması gerekiyordu.

 - Üzülme.

 Bois de Boulogne'yi hatırlıyor musun?

 O kız gibi her zaman sorun çıkartan birini söylüyordun neydi onun adı?

 Amerikan romanındaki mi?

 - Scarlett O'Hara mı?

 - Evet.

 Sensiz beş gün çok kötü olacak.

 Peki ya sen?

 Ben de, çünkü seni seviyorum.

 Her neyse, sonunda kavuşacağız.

 SİNEMA VE AŞK Robert her zaman gerçekten kim olduğunu merak etmişimdir.

 Güzel soru.

 Ben de kim olduğumu bilmiyorum.

 Ben Ben de diğerleri gibi biriyim.

 Sıradan erkek.

 Diğerleri gibi kusurlarım var - Sanatçı olduğunu söylemiştin.

 - Evet, ne oldu?

 Ne aktörüydün?

 Sahneye çıkan ve rol üstlenen bir aktördüm.

 Bazen bazı sahneleri oynamaya çalışan bazen de karakterleri tanımlamaya çalışan ve kendisinin ötesinde fikirlerini, duygularını yaşayan biriydim.

 Nedeni bu, değil mi?

 Aynı zamanda mevkiini mi koruyordun?

 Evet, aynı zamanda mevkiimi korumaya çalışıyordum.

 Mevkiimi korumaya çalışıyordum.

 Genel anlamda aktör olarak konumum ve bir erkek olarak konumum.

 Kolay değil.

 O kadar kolay değil.

 Rol ile gerçek arasındaki farkı nasıl anlıyorsun?

 Yanlış hatırlamıyorsam, gerçekte hayatta rol yapmadım.

 Bir sahneyi oynuyormuşum gibi hissetmedim.

 Bazılarının sürekli rol yaptığını görüyorsun.

 Numara yapıyorlar, hava atıyorlar.

 Yapacağımı düşünmüyorum, ama hatalı olabilirim de.

 Sahne çekiminde iken var olduğunu mu hissediyorsun?

 Yoksa makine olduğunu mu?

 Bu soruyu cevaplamak çok zor.

 Sanırım her ikisini de hissediyorum.

 Evet, inkar etmiyorum biz makineyiz.

 Bir makineyim ve Eğer ikisi varsa, o zaman hayat gibi olur.

 Yaşam ve sinema arasında hiçbir fark yok.

 Tabii ki farklılar.

 Bir soru sordun ve cevapladım.

 - Aklımdan ne geçiyorsa söylüyorum.

 - O zaman bu bir sinema.

 Hayır, değil.

 Sinema farklıdır.

 Orada bir senaryo var.

 Kelimelerin arkasına saklanıyorsun Madem ki bana şu anda sorular soruyorsun.

 Ben de cevaplama çalışacağım.

 Ama senaryo ve düşünceler bana ait.

 Sinema gibi değiller.

 Farklılar.

 Şu anda rol yaptığımı söyleyebilirsin çünkü Örneğin benimle seviştiğin zaman, senin için bu sinema mı?

 Hayır, kesinlikle hayır.

 Sinemayla bir alakası yok.

 O zaman senin için eğlenceli değildir.

 - Neden?

 - Sinemayı sevdiğinden dolayı.

 Hem sevişebilirim hem rol yapabilirim.

 Birbiriyle alakalı şeyler değiller.

 Birinin diğeri ile alakası yok.

 İkisi de farklı şeyler.

 - Zorunda olsaydın hangisini seçerdin?

 - Sevişmeyi.

 Sevişmeyi.

 İlginç, her zaman rol yaptığından korkmuşumdur.

 Hayır, seni temin ederim ki Samimi olarak söylüyorum, seni çok seviyorum.

 Rol yaptığını veya samimi olduğunu nasıl bilebilirim?

 Sana sevgimi kanıt gösteriyorum.

 Somut şeyler var.

 İkimiz arasında var olan şeyler.

 Gerçekten.

 Bunların hepsi oyunculuğun ötesinde.

 Senin için sevgi nedir?

 Senin için hissettiğim duygudur.

 Cevabını vermeden önce üzerinde düşün.

 Sevgi - Temin ederim ki - Senin için gerçekten ne olduğunu düşün.

 Gerçekten sevgi Senin için hissettiğim şey Senin için, içimde hissettiğim her şey sevgidir.

 Gerçek sevgi.

 Benim hakkımda konuşma, kendi hakkında konuş.

 Ama sevgi hakkında konuşmak, iki kişi arasında ilişkiyi konuşmaktır.

 Sevgi kendin ile bir başkası arasında ilişkidir.

 İlişki için Bilemiyorum.

 Senin vasıflarının ne olduğunu sorsaydım, bana ne söyledin?

 Vasıflarım mı?

 Neden kusurlarım değil?

 Hayır, ilgi duyduğum senin vasıfların.

 Zeki, kuşkulu.

 - Kuşkulanmak vasıf mı?

 - Evet.

 - Bu kadar mı?

 - Samimiyet.

 - Beni sevdiğin gerçeği yok mu?

 - Evet, o da var.

 - Peki sen ne söylerdin?

 - Ben mi?

 Merak etmene gerek yok.

 Pierre, Dusseldorf'dan aradı.

 Bu gece dönüyor.

 Onunla sevişiyor musun?

 Eğer isterse, belki.

 Ne demek "belki"?

 İki kızı aynı anda öpebilir ve onları okşaya bilirmisin?

 Seçim yapmak zorunda kalırım.

 "Hanımefendi, biçare prensi küçümseme.

 "Burada, ikimizde kendimizi kaptırmaya izin vermemeliyiz.

 Diğer kısmı oku.

 "Kaçındığım şey bu.

 Kaçınıyorum ama parmağım ın olmadığı " " bu acımasız tartışma için çok geç.

" Sıra sende.

 "Burada senin sesini duymak istedim.

" "Hiçbir şeye kulak asmayacağım.

 Sonsuza dek "elveda" diyorum.

 "Her şeye rağmen ne söylemeliyim?

" "Hep bakan ama asla görmeyen, boş gözlerinden kaçınıyorum.

" "Elveda.

 Gidiyorum, kalbim tamamen seninle doluyken.

" "Benim için seni sevmek ölümdür.

" "Korkma sakın Madame, gözün görmediği bir ızdırap bahtsızlığımın çınlayışlarıyla doldururken evreni.

" "Yakardığım ölümün yalın sesi hayatta olduğumu söyleyecek yine sana.

" "Sonsuza dek!

 Ah, Milord!

 Bu acımasız sözcük insan sevince nasıl da korkunç olur değil mi?

" "Ne kadar acı çekeceğiz Milord, bir ay mı, bir yıl mı, onca deniz beni sizden ayırırken?

" "Günler yine başlayacak, yine sona erecek, Titus Bérénice'yi bir daha asla göremeyecek - Ağlıyor musun?

 - Hiç de bile.

 - Neden böyle söylüyorsun?

 - Gözlerin sulanmış.

 Evet, ağlıyorum.

 Buraya kadar, gitmem gerek.

 Evet, buraya kadar.

 Çeviri: ismuta twitter.

com/ismutaa||

Vivre. Sa. Vie. 1962

49055||5008999||HAYATINI YAŞAMAK Oniki Tablodan Oluşan Bir Film "Her şeyini başkalarıyla paylaşsan da özünü hep kendine sakla" MONTAIGNE BİR KAFE - NANA PAUL'DEN AYRILMAK İSTER - TİLT MASASI Onu gerçekten seviyor musun?

 Bilmiyorum.

 Ne düşündüğümü ben de merak ediyorum.

 - Onun benden daha mı çok parası var?

 - Bunun ne önemi var?

 Bunun ne önemi var?

 Bunun ne önemi var?

 Bunun ne önemi var?

 Sorun nedir?

 Hiçbir şey.

 Sadece dürüst davranmak istedim.

 Bunu söylemenin en iyi yolunun ne olduğunu bilmiyorum.

 Ya da biliyordum ama artık bilmiyorum.

 Verecek hiçbir cevabım yok.

 Bu sana hiç olmadı mı?

 Kendinden başka hiç kimseyi düşünmezsin, öyle değil mi?

 Çok acımasızsın.

 Acımasız değilim Nana, üzgünüm.

 Üzgün değilim Paul.

 Acımasızım.

 Sözlerimi papağan gibi tekrarlama.

 Burası bir sahne değil.

 Asıl sen benim düşüncelerimi umursamazsın.

 Hep sana uymamı beklersin.

 Her neyse, bıktım artık.

 Ölmek istiyorum.

 - Boş laf.

 - Ciddiyim.

 Seni sevmek çok yorucu.

 Bir şey istediğimde sana yalvarmak zorunda kalıyorum.

 Benim de bir hayatım var.

 Bana zalim diyorsun ama asıl zalim sensin.

 Bunu da nereden çıkardın?

 Ne zaman?

 Pazar akşamından mı bahsediyorsun?

 Ne zaman olduğunu biliyorsun.

 Sana, beni o adamla tanıştırman için yalvardım.

 Bunu kasıtlı olarak yaptın.

 Evet, doğru.

 Sana acıyorum.

 Belki de sana ihanet etmeliydim.

 Bunu bir daha söyleme.

 Seninle konuşmamızın önemli olduğunu sanmıştım ama yanılmışım.

 Belki tekrar bir araya gelebilirdik.

 Ama konuştukça, kelimeler anlamlarını yitiriyor.

 Burası bir sahne olsa, bu bir teşekkür konuşması olmazdı.

 Hayatta her şey oyunculuktan ibaret değildir.

 Sen de mi!

 Neden böyle söylüyorsun?

 İstediğim şey buysa, seni ne ilgilendirir ki?

 Pekâlâ günün birinde biri beni keşfedebilir.

 Doğru, vazgeçmemelisin.

 Ben müzik konusunda hiç vazgeçmedim.

 Senin İngilizce derslerinin aksine.

 Ben vazgeçmedim.

 Yakında benim resimlerimi çekecek.

 Belki filmlerde oynayacağım.

 - Tek derdin bu, değil mi?

 - Çok acımasızsın Paul.

 Gerçekten öylesin.

 Hep aynı şey.

 Beni sevdiğini söylüyorsun ama sevmiyorsun.

 Senin için hiç de özel biri değilim.

 Bense artık seni sevmekte zorlanıyorum ama yine de hâlâ özel biri olduğunu düşünüyorum.

 Bunu söylemek seni üstün mü kılıyor?

 Bence herkes aynıdır.

 Yaptığım hiçbir şeyi desteklemiyorsun.

 Sahneni dürüstçe oynamıyorsun.

 - Beni terk ediyorsun çünkü zengin değilim.

 - Madem öyle düşünüyorsun, belki.

 Telefonda bahsettiğin resimleri getirdin mi?

 Tamamen unuttum.

 Hafta sonuna hazır olurlar.

 O iyi mi, yemeklerini yiyor mu?

 Kulağında bir ağrı vardı ama doktor hiçbir şeyi olmadığını söyledi.

 - Pathé-Marconi'de ne iş yapıyorsun?

 - Kaset satıyorum.

 - Bana 2,000 frank borç verebilir misin?

 - Söz konusu bile olamaz.

 Ailen ben gittiğim için çok mutlu olmalı.

 - Hiç de değil.

 Seni sevmişlerdi.

 - Eminim öyledir!

 O bakış ne anlama geliyor?

 Hiçbir şey.

 Yine tartışmayalım.

 - Bir oyun oynayalım mı?

 - Tamam.

 Bozuk paran var mı?

 Bende sadece bir tane kalmış.

 Devam et, sen başla.

 Babamın öğrencilerinin hazırladıkları şu ödevler Ne olmuş onlara?

 Dün akşam yemeğinde bize en güzellerinden birkaç tane okudu.

 Çocukların ödevi en sevdikleri hayvanı tarif etmekmiş.

 Bir kız çocuğu en sevdiği hayvan olarak kuşu seçmiş ve onu şöyle tarif etmiş: "Kuş bir içi ve bir de dışı olan bir hayvandır.

 Dışını kaldırırsanız, içini görürsünüz.

 İçini kaldırırsanız, ruhunu görürsünüz.

" KASET DÜKKANI - 2000 FRANK - NANA HAYATINI YAŞIYOR Maalesef kalmamış.

 Judy Garland?

 Peki bir gitar kaydı var mı?

 Roméo'nun Neydi adı?

 Raphaël Romero.

 - Raphaël Romero'nun gitar kaydı.

 - Arkadaki raflarda.

 - Rita yine mi gelmedi?

 - Sanırım Perşembe günü dönecekmiş.

 Bana 2,000 frank borcu var.

 - Bana 2,000 borç versene.

 - Maalesef beş parasızım.

 - Önemli bir durum mu?

 - Hayır, önemli değil.

 Güzele benziyor.

 Aptalca bir hikaye ama çok güzel yazılmış: "Yıldızlarla kaplı gökyüzüne baktı ve sonra bana döndü: "Bu şekilde yaşayan biri olarak, bana yaptığın işin mantığını " Hemen sözünü kestim: "Her şeye mantıksal bir açıklama getiremezsin" Birkaç saniyeliğine kendimi mutluluğun keskin sarhoşluğuna bırakırken, güçlüymüş gibi görünme çabamı unutup, kırık kalbimin acısını duymazdan gelmeyi tercih ettim.

 Evet, içinde bulunduğum ikilemden kaçmanın en kolay yolunu seçmiştim.

" KAPICI - PAUL - JEANNE D'ARC'IN TUTKUSU - GAZETECİ - Lütfen anahtarımı verin.

 - Olmaz.

 Peki, öyle olsun.

 Bırak, ver şu anahtarı!

 Resimleri getirdim.

 Bana fazla benzemiyor, sana daha çok benziyor.

 Akşam yemeğine gelir misin?

 Hayır, gitmeliyim.

 Yemeğe gidelim.

 Aç değilim.

 Hem izlemek istediğim bir film var.

 Hoşçakal.

 Seni idama hazırlamak için buradayız.

 Bu kadar çabuk mu?

 Nasıl bir ölüm?

 Kazıkta!

 Hâlâ Tanrı tarafından gönderildiğine nasıl inanabiliyorsun?

 Tanrı bizi nereye yönlendireceğini bilir ve biz de onun gösterdiği yolda ilerleriz.

 Evet, ben O'nun çocuğuyum.

 Peki ya büyük zafer?

 Benim şehitliğim olacak!

 Peki ya kurtuluş?

 Ölüm!

 Ölüm.

 Hoşçakal deme vakti geldi.

 - Sinema biletini ben aldım ama.

 - Yazık sana.

 - Bir randevumuz yok muydu?

 - Evet.

 Ben de merak etmeye başlamıştım.

 Neden, geç mi kaldım?

 Biraz ama merak etmemin sebebi bu değildi.

 Aslında çok dakik biriyimdir.

 Buluşmak için geç bir saat.

 Ben de senin unutabileceğini düşünmüştüm.

 Ne alacaksın?

 - Alkollü bir şeyler var mı acaba?

 - Maalesef.

 Kahve olsun o zaman.

 Erkek arkadaşlarından biri miydi?

 Hayır, erkek kardeşimdi.

 - Başka erkek kardeşlerin var mı?

 - Beş erkek ve üç de kız kardeşim var.

 Şaşırdın mı?

 Ama gerçek bu.

 - Çarşambadan beri neler yaptın?

 - Pek bir şey yapmadım.

 - Dışarıdaki kırmızı araba senin mi?

 - Evet.

 Markası ne?

 Bir Jaguar mı?

 Hayır, bir Alfa Romeo.

 Arabalarla ilgilenir misin?

 Hayır, haklarında hiçbir şey bilmem.

 Fotoğraf çekimini ne zaman yapabiliriz?

 Dediğim gibi, bu işi istiyorum.

 Ama ben sadece pazar günleri boş olurum.

 Pazar günü Londra'da olacağım.

 O halde, bilemiyorum.

 Şimdi olabilir mi?

 Tabii yorgun değilsen.

 Hayır dersem, tam bir baş belası olduğumu düşünmezsin, değil mi?

 Hayır, hiç de değil.

 Gerçekten filmlerde oynayabileceğime inanıyor musun?

 Elbette.

 Bak, incelemen için sana bir katalog getirdim.

 Buna benzer bir çalışma yapmak istiyorum.

 Bu ne için olacak?

 Sinema işindeki insanlara gönderirsin.

 Belki onlar da birkaç gün içinde ararlar ve bu şekilde keşfedilmiş olursun.

 - Soyunmak konusunda biraz utangaçımdır.

 - Büyütülecek bir şey değil, alışırsın.

 - Bana 2,000 frank borç verebilir misin?

 - Verirdim ama bende de yok.

 Kalkalım artık, çok yorgunum.

 Fotoğraf işi ne olacak?

 Bende kal o zaman.

 POLİS - NANA SORGULANIYOR Nana Soy ismini kodla.

 K-L-E-I-N F-R-A-N-K-E-N-H-E-I-M.

 Doğum tarihi: 15 Nisan 1940.

 Doğum yeri: Flexburg / Moselle.

 Sabit adres yok.

 Doğru mu?

 Peki.

 Anlat neler oldu?

 Ben sadece sokakta yürüyordum.

 O sırada büfeden dergi alan bir kadın gördüm.

 Çantasından biraz para çıkardı.

 Ama oradan ayrılırken parasının bir kısmını düşürdüğünü fark etmedi.

 Daha sonra ben de bir dergi alacakmış gibi oraya yaklaştım.

 Ve ayağımı onun düşürdüğü 1,000 frankın üzerine koydum.

 O gitti ve Ve sonra fark etti, öyle mi?

 Evet.

 Bana doğru geldi ve gözlerimin içine dik dik bakmaya başladı.

 Bu yüzden ben de ona parasını geri verdim.

 Peki neden böyle bir suçlamada bulundu?

 Bilmiyorum.

 Çok acımasız biriymiş.

 Paris'te yanında kalabileceğin kimsen yok mu?

 Arkadaşlarım var.

 Erkek mi?

 Bazıları.

 Neden çalıştığın yerden biraz avans istemedin?

 Daha önce birçok defa istemiştim.

 Şimdi ne yapacaksın?

 Bilmiyorum Ben Sanki başka biriyim.

 BULVARLAR - İLK ADAM - ODA Gidelim mi?

 Burası değil mi?

 - Buraya daha önce geldin mi?

 - Evet.

 Kimse yok mu?

 Oda 27 mi, 28 mi?

 27.

 - Sigara?

 - Teşekkürler, hayır.

 Hiç kül tablası koymazlar.

 Ne kadar istiyorsun?

 Bilmiyorum, sen söyle.

 Bilemiyorum.

 4,000 Frank?

 - Bana 1,000 frank borçlusun.

 - Hiç bozuğum yok.

 Boşver, sende kalsın.

 Gerçekten yok; bunu daha fazla para almak için söylemedim.

 - Üzerindeki her şeyi çıkar.

 - Tamam.

 Neden dudaklarını kaçırıyorsun?

 YVETTE İLE KARŞILAŞMA - BANLİYÖDE BİR KAFE RAOUL - SOKAKTA PATLAYAN SİLAHLAR - Nana!

 - Yvette, nasılsın?

 Bir an için tanımakta güçlük çektim.

 Nasılsın?

 - Geçinip gidiyorum.

 - Aferin.

 - Neden?

 - Sandım ki Neden buradasın?

 Dansa mı gidiyorsun?

 Bir şeyler içmeye gidelim mi?

 - Raymond nasıl?

 - Anlatırım sonra.

 Ne oldu?

 Hayat öyle zor ki.

 Buralardan uzaklaşmak, kaçıp gitmek istiyorum.

 Kaçmak tatlı bir hayal.

 Gerçek hayat ise bu.

 Bir dakika içinde döneceğim.

 Anlat haydi.

 Bir gece Raymond, eve Brest'e tren biletleriyle geldi.

 Bir iş bulduğunu söyledi, biz de toplandık.

 Sonra bir otelde kalmaya başladık.

 Onu hiç göremez oldum.

 Sürekli çalışıyordu.

 Ben de çocukları dışarı çıkarıyor, onlara dondurma falan alıyordum.

 Üzgündüm.

 Çünkü onun nasıl para kazandığını bile bilmiyordum.

 Bir gece, evden ayrılalı üç hafta olmuştu.

 Artık kendi başımın çaresine bakmam gerektiğini anladım.

 Çocukları da yanıma alarak orayı terk ettim.

 Fahişelikten başka seçeneğim yoktu.

 Zamanla da alıştım, alışması kolaydı.

 İki yıl sonra, bir gece sinemaya gittim.

 Bir Amerikan filminde oynuyordu.

 - Ya şimdi?

 - Her şey yolunda.

 Ama pek memnun olduğun söylenemez.

 Hayır, hayat çok kasvetli.

 Ama bu benim suçum değil.

 Bence yaptığımız her şey bizim sorumluluğumuzda.

 Özgürüz.

 Elimi kaldırıyorum - Ben sorumluyum.

 Başımı çeviriyorum - Ben sorumluyum.

 Üzgünüm - Ben sorumluyum.

 Sigara içiyorum - Ben sorumluyum.

 Gözlerimi kapıyorum - Ben sorumluyum.

 Bazen sorumluluğumu unutsam da, hayat bu!

 Ve dediğim gibi, ondan kaçış yok.

 Yine de her şeye rağmen yaşamak güzel.

 Sadece hayatın tadını çıkarmaya çalışmalısın.

 Sonunda her şey olacağına varıyor.

 Mesaj mesajdır.

 Tabak tabaktır.

 Erkek erkektir.

 Ve hayat hayattır.

 Az önce selamlaştığım çocuk seninle tanışmak istiyor.

 Sakıncası var mı?

 Sakıncası yok.

 Benim bebeğim bir film yıldızı değildir.

 O, fabrikada çalışan sıradan bir işçidir.

 Tek göz odada yaşarız, demiryolunun karşısında.

 Sahip olduğumuz tek manzara bir eşya deposundan ibaret olsa da.

 Riviera'da geçmez bizim tatillerimiz.

 Ya da yoktur ziyaretine gideceğimiz bir ailemiz.

 Ama bana bebeğimin gözlerinde parlayan ışık yeter.

 O ışık, benim için gökyüzündeki yıldızlara bedel.

 Ve ne zaman şehrin kalanı, şekerleme yapmaya başlar.

 Bizim penceremizde akşam güneşi ışıldar.

 Dört duvarımızın mahremiyetinde fısıldaşırız birbirimize.

 Ve sevişiriz durmadan, karanlık gecelerde.

 Kolay bir kız mıdır?

 Aşağıla onu.

 Sinirlenirse şansını zorlama; gülümserse denemeye değer.

 Göreceğiz.

 Yvette'in bir arkadaşı mısın?

 - Seni daha önce de görmüştüm.

 - Hiç sanmıyorum.

 - Üç ay önceydi.

 - Hayır, sanmıyorum.

 Sen Cermen Bulvarında fotoğraflara bakıyordun.

 Bu doğru.

 Neden önce inkâr ettin?

 Çekindiğin bir şey mi var?

 Çok gülünçsün.

 Neden bana öyle bakıyorsun?

 Şu an tam bir sersem gibi görünüyorsun ve saçların da berbat.

 Bekle, sana söyleyeceğim bir şey var.

 Gözlerim.

 MEKTUP - YİNE RAOUL - ŞANZELİZE Sevgili Madam, adresinizi daha önce sizin için çalışan bir arkadaşımdan aldım.

 Oraya gelmek ve sizin için çalışmak istiyorum.

 22 Yaşındayım.

 Güzel olduğumu düşünüyorum.

 Boyum 1 metre 69 cm Saçlarım kısa, ama çabuk uzar.

 Size bir resmimi gönderiyorum ve Yine mi sen?

 Klasik mektup.

 Evet, yine ben.

 Beni nasıl buldun?

 Seni izledim.

 Arabamdaydım ve seni buraya girerken gördüm.

 Çok cüretkârsın.

 Yine gülünç mü görünüyorum?

 Hayır, çok güzelsin.

 - Önceki gün bir anda ortadan kayboldun.

 - Ne zaman?

 Haydutlar etrafa ateş etmeye başladıkları zaman.

 Haydut olduklarını sanmıyorum, siyasi bir mesele olmalı.

 Her neyse Yanlış anlama, korkak olduğunu imâ etmeye çalışmıyorum.

 Sadece konuşma olsun diye söyledim.

 Benim hakkımda ne düşünüyorsun?

 Çok iyi biri olduğunu düşünüyorum.

 Gözlerine bakınca ne kadar iyi biri olduğunu görebiliyorum.

 Anlıyorum, saçma bir soruydu.

 Neden?

 Senden politik bir cevap beklemiyorum.

 Demek istediğim şu: Sence, ben özel bir kadın mıyım?

 Özel olmak mı istiyorsun?

 Neden?

 Nedeni yok.

 Bana göre, dünyada üç tip kız vardır.

 Kimi, tek bir ifadeye sahiptir, kimi iki, kimi üç.

 Adresi Yvette'ten mi aldın?

 - Bu konuda ciddi misin?

 - Evet.

 - Neden?

 Daha fazla para kazanmak istiyorum.

 - Para kazanabilmen için yardımcı olabilirim.

 - Sahi mi?

 Keşke yapabilsen.

 Neden filmlerde oynamayı denemiyorsun?

 Denedim.

 İki yıl önce, kendimi ilk olarak sahnede kabul ettirmek istedim.

 Châtelet'te Pacifico'da oynadım.

 Daha sonra ise Eddie Constantine'in oynadığı bir filmde rol aldım.

 Sana hayat hikayemi anlatıyorum.

 Ne acınası!

 Hiç de değil.

 Biz arkadaşız.

 - Haydi gülümse.

 - Hiç havamda değilim.

 - Sana eşlik edebilir miyim?

 - Tabii.

 Ne zaman başlıyorum?

 Şehir ışıkları yükseldiği zaman, fahişenin sonsuz yolculuğu başlar.

 AKŞAMÜSTLERİ - PARA - DÜŞÜŞ - ZEVK - OTELLER İşler nasıl yürüyor?

 Fahişe, cazibesini kullanarak, kazançlı koşullar oluşturmak ve müşteri sayısını artırmak için çalışır Güzel olmak zorunda mıdır?

 Hayır, güzellik bir fahişenin kariyerinde önemli bir faktör olmasına rağmen, fiziksel çekiciliğin kârın en önemli kaynağı olması pezevenginin onun üzerindeki baskısını artıracaktır.

 Kaydı olmalı mıdır?

 13 Nisan 1946'da çıkarılan bir yasayla, tüm fahişeler tıbbi muayeneye tabi kılındılar.

 Bu yasa ve 5 Kasım 1947'de kabul edilen kanunun 2253.

maddesi uyarınca, fahişeliği, bir yaşam biçimi olarak kabul eden tüm kadınları, kayıt altına almak amacıyla, Ulusal sıhhi kayıt sistemi kabul edildi.

 Peki nasıl davranmalıyım?

 Prosedür her yerde aynıdır.

 Makyajı, kıyafetleri ve duruşu, fahişenin değerini belirler.

 Bazen o, kanun karşısında dosdoğru müşterisine başvurur.

 Müşteriden ne kadar alacağım?

 Birkaç dakika ile bir saat arası süren işlerde, fiyat 300 franktan 15,000 franka kadar çıkabilir.

 Tüm gecelik işler ise 5,000 frank ile 50,000 frank arası değişir.

 İstediğim her yere gidebilir miyim?

 Bu konuda belli kısıtlamalar var.

 Örneğin Paris'te, 25 Ağustos 1958'de hayata geçirilen bir polis düzenlemesi, belli saatler arasında, Bois de Boulogne ve Şanzelize civarında, malûm maksatla vakit geçirmeyi yasaklar.

 Kazanacağım tüm parayı tutabilir miyim?

 İki tarafın da payı bellidir.

 Örneğin Şanzelize civarının günlüğü, 20,000 ile 30,000 frank arasında değişir.

 Haftalık olarak ödenir.

 Odalar nasıl olacak?

 Oteller genellikle sadece havluları değiştirir, çarşafları değil.

 Çoğunlukla yataklarda sadece bir alt çarşafı bulunur.

 Ya polis?

 Baskınlarda bulunur, sorguya çekerler.

 Yönetmeliklere aykırı davrandığı tespit edilenler tıbbi testlere yollanır.

 Arasıra bir kafeye gidip, bir şeyler içebilir miyim?

 Bir rezalet çıkarabileceği endişesi yüzünden, hiç kimse sarhoş bir fahişenin sorumluluğunu üstlenmek istemez.

 Ya hamile kalırsam?

 İnsanlar fahişelerin sürekli kürtaj yaptırdığını sanır.

 Bu doğru değildir.

 Onlar, kimyasal ya da diğer yollarla gebelikten kaçınmaya çalışırlar.

 Ama gebelik durumunda, kürtaj kaçınılmazdır.

 Her müşteriyi kabul etmek zorunda mıyım?

 Fahişe her zaman, müşterinin kontrolü altındadır.

 Parasını ödeyen herkesi kabul etmek zorundadır.

 Günde kaç müşteri ile beraber olunur?

 Sıradan bir fahişenin günlük müşteri sayısı, beş ile sekiz arasında değişir.

 Günde 4,000 ile 8,000 frank arası kazanır.

 Ama bundan daha fazlasını kazananlar da vardır.

 Örneğin, tatil günlerinde altmış müşteriye kadar ulaşanlar bile olur.

 BİR GENÇ ADAM - LUİGİ - NANA MUTLULUĞU SORGULUYOR Ya tatil günleri?

 Genellikle sağlık kontrollerinin ardından, adamı onu dışarı çıkarır.

 Varsa, çocuğunu görmeye gider.

 Daha sonra ise bir restorana ya da sinemaya giderler.

 - Luigi burada mı?

 - Yukarıda.

 - Beş dakika içinde dönerim.

 - Film zaten başladı bile.

 Sigara var mı?

 - Ne çeşit?

 - Sadece bilmek istedim.

 - Sigaranız var mı?

 - Aşağıda satıyorlar.

 - Nasıl gidiyor?

 - Şöyle böyle.

 - Sorun nedir?

 - Geç kalmasaydık, sinemaya gidecektik.

 Seni neşelendireceğim.

 Şimdi balon şişirmeye çalışan bir çocuk taklidi yapacağım.

 Benim erkeğim sen olmalısın.

 Şimdi biraz konuşmamıza izin verecek misin?

 SOKAKLAR - BİR ADAM - MUTLULUK EĞLENCE DEĞİL Müfettiş Fleytoux bir BMW almış.

 - En azından iki sandalye koyabilirler.

 - Her zaman böyledir.

 - Ne kadar?

 - 3000.

 Eğer soyunacaksam 5000.

 - Bir tane daha alayım.

 - Bana da biraz kalmalı.

 O zaman şunlardan olsun?

 Küçük olan.

 Çok iyi bir kız olacağım.

 Buraya sık gelir misin?

 - Daha önce tanışmamış mıydık?

 - Belki.

 Adın ne?

 Dimitri.

 Hoş bir isim.

 Evet, ismimi severim.

 - Mesleğin ne?

 - Reklam filmleri çekiyorum.

 - Sinema filmleri gibi mi?

 - Hayır, daha basit şeyler.

 Daha önce Eddie Constantine'in bir filminde oynamıştım.

 "Acımak Yok".

 İzledin mi?

 Fazla konuşmuyorsun.

 Duygusal biri misin?

 Eğer biraz daha verirsen, kalabilirsin.

 İkinci bir kız daha mı istiyorsun?

 Bir bakayım.

 - Gidiyor musun?

 - Evet.

 - Beş dakikanı paylaşabilir misin?

 - Monique'e sor, 41 numarada.

 - Ne vardı?

 - Yok bir şey.

 Asla çalışmaz.

 Salı günü görüşürüz.

 Beş dakikanı paylaşır mısın?

 - Ne kadara?

 - Ona sor.

 - Tamam.

 - 45 Numara.

 Onunla anlaşın.

 - Adın ne?

 - Elizabeth.

 İngiltere Kraliçesi gibi.

 - Ben de striptiz yapayım mı?

 - Hayır, gerek yok.

 - Yani hiçbir şey yapmayım mı?

 - Sen bilirsin.

 PLACE DU CHÂTELET - BİR YABANCI - KASITSIZ FİLOZOF NANA - Bakmamın bir sakıncası var mı?

 - Hayır.

 - Sıkılmış gibisiniz.

 - Hayır, iyiyim.

 - Ne yapıyorsunuz?

 - Okuyorum.

 - Bana bir içki ısmarlar mısınız?

 - Elbette.

 - Buraya sık gelir misiniz?

 - Bazen, geçerken uğrarım.

 - Neden okuyorsunuz?

 - Benim işim bu.

 İlginç.

 Birdenbire söyleyeceklerimi unuttum; bu bana çok sık olur.

 Ne söylemek istediğimi bilirim.

 Neden söylemek istediğimi bilirim.

 Ama konuşma zamanı geldiğinde, konuşamam.

 Bu herkesin başına gelir.

 - "Üç Silahşörler"i hiç okudun mu?

 - Hayır.

 Ama filmini gördüm.

 Neden?

 Çünkü, orada bir Porthos vardır.

 Aslında "Yirmi Yıl Sonra"dan bahsediyorum.

 Porthos, uzun boylu, güçlü, biraz da aptal biridir.

 Hayatı boyunca hiçbir şeyi düşünmemiştir.

 Bir mahzene orayı havaya uçurmak için bomba yerleştirmesi gerekmektedir.

 Bunu yapar.

 Bombayı yerleştirir, fitili ateşler.

 Sonra da elbette koşarak uzaklaşır.

 Ama o an, birden düşünmeye başlar.

 Koşarken adımlar birbirini bu kadar seri bir şekilde nasıl takip etmektedir?

 Belki bunu daha önce sen de düşünmüşsündür.

 Bu düşünce yüzünden donar kalır.

 Hareket edemez, ilerleyemez.

 Bomba patlar ve mahzen üzerine çöker.

 İlk etapta güçlü omuzlarıyla direnmeye çalışsa da, bir ya da iki gün içinde, ezilerek hayatını kaybeder.

 Bana bu hikayeyi neden anlattınız?

 Nedeni yok, sadece konuşma olsun diye.

 Neden insanlar sürekli konuşmak zorunda?

 Belki de bu kadar çok konuşmamalı, hayatı sessizce yaşamalıyız.

 Ne kadar çok konuşursak, kelimeler de anlamlarını o kadar yitiriyor.

 Belki.

 Ama bu mümkün mü?

 Bilmiyorum.

 Bence konuşmadan yaşayamazdık.

 Ben konuşmadan yaşamak isterdim.

 Evet, güzel olurdu, değil mi?

 İnsanların birbirlerini daha çok sevmeleri gibi.

 Ama maalesef mümkün değil.

 Ama neden?

 Sözcükler sadece insanların düşüncelerini ifade etmeli.

 Bize ihanet etmemeli.

 Doğru ama biz de onlara ihanet ediyoruz.

 İnsan kendini ifade etmeliydi.

 Ve o bunu, yazarak yaptı.

 Düşün, Plato gibi biri hâlâ anlaşılıyor - anlaşılabiliyor.

 O, Eski Yunan'da yaşamıştı, 2500 yıl önce.

 Şu an kimse o dili bilmiyor, en azından tam olarak.

 Buna rağmen, hâlâ bizlere ulaşıyor.

 İşte bu yüzden kendimizi ifade ediyoruz.

 Ve etmek zorundayız.

 Neden?

 Birbirimizi anlamak için mi?

 Düşünmek zorundayız ve düşünmek için de sözcüklere ihtiyacımız var.

 Çünkü düşünmenin başka bir yolu yok.

 hayatın gereklerinden biri de bu.

 Evet ama bu çok zor.

 Bence hayat kolay olmalı.

 Sizin "Üç Silahşörler" konuşmanız iyi bir hikaye olabilir.

 Ama korkunçtu.

 Evet ama bir işaret noktası vardı.

 Bence, insan ancak bir süre yaşamdan feragat ettiği zaman konuşmayı öğrenir.

 Bedel budur.

 Yani konuşmak ölümcül müdür?

 Konuşmak neredeyse bir yeniden doğuş demektir.

 Bir anlamda, yaşamın diğer boyutudur.

 Yani bir insan konuşabilmek için, yaşamının konuşma olmayan bölümünden geçiş yapmalıdır.

 Söylemek istediğim şeyi net olarak ifade edemiyor olabilirim ama İnsanı, düzgün bir şekilde konuşmaktan alıkoyan şey, yaşamdaki bu ikilemin farkında olmayışından kaynaklanmaktadır.

 Ama insan günlük yaşamını sürdüremez.

 Bilemiyorum, bu Ayrımla!

 Dengeyi kendimiz kurarız.

 Sessizlikten, sözcüklere geçişimizin sebebi de budur.

 Bu ikilemin arasında gider geliriz çünkü hayatın devinimi bunu gerektirir.

 İnsan bu şekilde, günlük yaşamdan daha üstün bir yaşama yükselir: Düşünce yaşamına!

 Ama bu yaşam da, insana, günlük yaşamından tamamiyle sıyrılmasını şart koşar.

 O halde, düşünmek ve konuşmak aynı şey midir?

 Öyle, öyle.

 Bu konuda Plato'nun şöyle bir sözü vardır: "Hiç kimse düşünceyi, onu ifade eden sözcüklerden ayıramaz.

" Düşüncenin zorlayıcı şartı, onun ancak sözcükler vasıtasıyla kavranmasıdır.

 Peki insan, yalan riskini de üstlenmeli midir?

 Yalanlar da maceramızın bir parçasıdır.

 Hatalar ve yalanlar birbirlerine benzer.

 Tabii burada sıradan yalanlardan bahsetmiyorum.

 Birine gideceğine dair söz verirsin; ama canın istemez ve gitmezsin.

 Görüyorsun ya, bunlar basit şeyler.

 Ama incelikli bir yalan hatadan biraz daha farklıdır.

 İnsan bazen düşünür ama bir türlü doğru sözcüğü bulamaz.

 Bazen ne söyleyeceğini bilemeyişinin sebebi budur.

 Doğru sözcüğü bulamamaktan korkarsın.

 Tek açıklaması bu.

 İnsan, doğru sözcüğü bulduğundan nasıl emin olabilir?

 Çalışması gerekir.

 Gayret etmelidir.

 Kişi, kendini doğru bir şekilde ifade edebilmelidir.

 söylenmesi gerekeni söylemeli, yapılması gerekeni yapmalıdır; incitmeden, zarar vermeden.

 Her insan doğruyu bulmaya çalışmalı.

 Biri bana şöyle demişti: "Her şeyde bir doğru vardır, hatalarda bile.

" Bu doğru.

 Fransa 17.

yüzyılda bu gerçeği göremedi.

 Onlar, insanların hatalardan kaçınabileceklerini düşündüler.

 Ve dahası, insanların doğru yolu kolayca bulabileceklerini sandılar.

 Bu mümkün değildir.

 Buna karşılık, Kant, Hegel ve Alman Felsefesi ise bizlere, doğruya ulaşmanın tek yolunun hatalardan geçtiğini gösterdi.

 Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?

 Onun da üstesinden gelinmeli.

 Leibnitz, hayattaki anlamlı rastlantılara dikkat çekti.

 Ne de olsa, hayat kimi zaman tesadüfi, kimi zamansa zaruri gerçeklerin bir bileşkesidir.

 Alman felsefesi ise bize şunu gösterdi: Hayatta her insan hatalarıyla yaşar.

 Önemli olan bunlarla baş edebilmektir.

 Aşkın, hayatın tek gerçeği olması gerekmiyor mu?

 Bunun için, aşkın hep aynı gerçeği işaret etmesi gerekir.

 Bu güne kadar hiç aşık olduğu şeyin ne olduğunu bilen birine rastladın mı?

 Hayır.

 Yirmili yaşlarında bunu bilemezsin.

 Yaptığın tek şey, keyfi seçimlerde bulunmaktır.

 "Seviyorum" kelimesi çoğu zaman fütursuzca sarf edilir.

 Neyi sevdiğinden emin olmak için ihtiyacın olan şey ise, olgunluktur.

 Doğruyu aramak!

 İşte yaşamın gerçeği budur.

 Ve aşk eğer gerçekse, ancak o zaman bir çözüm olur.

 AYNI GENÇ ADAM - OVAL PORTRE - RAOUL NANA'YI TAKAS EDER Bugün ne yapalım?

 Bilmiyorum.

 Luxembourg'a gidelim mi?

 Sanırım yağmur yağacak.

 Parlak ışıkta, daha önce hiç fark etmediğim bir resme takıldı gözlerim.

 Kadınlığa henüz adım atmaya başlayan bir genç kızın portresiydi bu.

 Portreye şöyle bir bakıp, içgüdüsel bir hareketle kapadım gözlerimi.

 Biraz düşünme fırsatı bulmak için, gözlerimin beni yanıltmadığından emin olmak için ve hayal gücümü dizginleyip, daha sakin ve net bir şekilde yeniden bakabilmek için Bir süre bekledikten sonra resme bu kez uzun uzun baktım.

 Söylediğim gibi, bir genç kızın portresiydi bu.

 Sully'nin ünlü baş portrelerinin stiline yakın duran, teknik tabiriyle "vignette" denilen tarzda çizilmiş, yalnızca baş ve omuzlardan ibaret bir portre.

 Gövde, kollar ve hatta o parlak saçların uç kısımları bile arka planı oluşturan derin karanlığın gölgesinde eriyip gitmiş.

 Sanatsal anlamda belki de hiçbir şey bu portre kadar takdire şayan olamazdı.

 Ancak beni bu kadar etkileyen şey, ne eserin yapılış tarzı, ne de o çehrenin sonsuz güzelliğiydi.

 Hele ki portredeki yüzü ilk etapta canlı bir insan sanışım, ancak hayal gücümün bana karşı oynadığı bir oyun olmalıydı.

 Sonunda, üzerimdeki etkisinin sırrını çözdüğümü düşünerek, tekrar yatağıma uzandım.

 Portrenin büyüsünü, sanki gerçekmiş izlenimi veren ifadesinde bulmuştum.

 - O kitap senin mi?

 - Hayır, burada buldum.

 Bir tane alabilir miyim?

 Bu bizim hikayemiz: Aşkını resmeden bir ressam.

 - Devam edeyim mi?

 - Evet.

 Portreyi görenler aslına olan benzerliğinden adeta bir mucizeden bahseder gibi bahsediyor ve bu benzerliğin sadece sanatçının kudretinin değil, resmini yaptığı güzele karşı beslediği aşkın da bir kanıtı olduğunu konuşuyorlardı.

 Ama sonunda, verilen emeklerin karşılığı alınmak üzereyken, artık kuleye kimse kabul edilmez olmuştu.

 Ressam, yaptığı işin tutkusuyla öyle vahşileşmişti ki, gözlerini tuvalden, karısının yüzüne bakmak için bile ayırmaz hale gelmişti.

 Ve maalesef o, tuvalin üzerine yaydığı renklerin yanında oturan karısının yanaklarından uçup gittiğini göremiyordu.

 Böylece haftalar geçip gitti.

 Artık portre tamamlanmak üzereydi.

 Geriye sadece vurulacak bir fırça darbesi, kondurulacak son bir renk kalmıştı ki, karısının ruhu bir kez daha lambanın içindeki alev gibi titredi.

 Ve son fırça darbesi vuruldu, boya son kez sürüldü.

 İşte o an ressam, eserinin önünde büyülenmiş gibi kalakaldı.

 Sabit bir şekilde portreye bakmayı sürdürürken, titremeye başlayarak, bir anda haykırdı: "Bu şey sanki gerçekten canlı!

" Sonra sevgilisinin tepkisini görmek için ona döndü.

 Ama o, çoktan ölmüştü.

 Louvre'a gitmek istiyorum.

 Hayır, resimlere bakmaktan zevk almıyorum.

 Neden?

 Sanat ve güzellik, yaşamdır!

 Sana tapıyorum.

 Seni çok seviyorum.

 Neden gelip, benimle birlikte yaşamıyorsun?

 Tamam.

 Raoul'a her şeyin bittiğini söyleyeceğim.

 Bırak da en azından paltomu giyeyim!

 Aptal olma.

 Neyi yanlış yaptım?

 Parasını ödeyen herkesi kabul etmelisin.

 Herkesi kabul edemem.

 Bazıları iğrenç oluyor.

 İşte yanlışın bu.

 Hafta içi sinemaya gitmek için çok meşgul oluyoruz; Pazarları ise, böyle kuyruk oluyor.

 - Nereye gidiyoruz?

 - Onların arabasına.

 Ben neden geliyorum?

 Onlarla birlikte kalacaksın.

 Pekâlâ, gidiyor musun?

 Önce kız.

 Önce para.

 Parayı getir.

 100,000 eksik.

 Sırf kızı vurmamak için ateş etmeyeceğimi sanma.

 Sen vur.

 Ben doldurmayı unutmuşum.

 Altyazı Çeviri: Bob le Flambeur||

Vladimir Et Rosa.1970

60480||5554799||İyi Seyirler Çeviri: neco_z Bu sekans pratik ve teorik olarak pratikte ve teoride filmin ne konuda olacağıyla ilgilidir.

 Teori ve uygulama arasındaki doğru bağlantıları bulabilmek adına Lenin'in iki resmiyle başlıyoruz.

 Parantez içinde, Vladimir.

 Fotoğraflardan birinde yazarken, diğerindeyse konuşurken görülüyor.

 Bu fotoğrafların her birine "teori" kelimesi eklenmiştir.

 Sonra "pratik" kelimesi.

 Önce teori, sonra da pratik.

 İki görüntü daha ekleyelim: Biri kamera, diğeri ses kayıt cihazının görüntüsü.

 Aynı zamanda bir ses işitiyoruz, Karl Rosa'nın sesi Fotoğrafların sekansını ya da bu grubu düzenliyor.

 Parantez içinde: Lenin, "teori" ve "pratik" kelimeleri.

 Kamera, Nagra; Parantezi kapat.

 Ses bize geldiği yeri anlatıyor.

 Bir filmden.

 Peki ama hangi filmden?

 Peki bir önceki film neydi?

 Önceki film Filistin üzerineydi.

 Bu yüzden ses kendini, kısmen ve mükemmel olmayan bir şekilde algılayıp kontrol ettiği belli bir süreç içine yerleştirir.

 Ses kendine "Vladimir ve Rosa" denen bu filmi neden yaptığını sorar ve Filistin konulu bir filme para ödemek için ekonomik gereksinimlerden dolayı olduğunu cevaplar.

 Filistin konulu bir filme para ödemek için.

 Ancak ses aynı zamanda bir film yapmanın ekonomik gereksinimin daha büyük bir hareketin bir parçası olmasını gereksinimini engellemediği görüşünde.

 Daha büyük bir hareketin parçası: Siyasi bir hareket.

 Devrim niteliğinde olmaya çalışan bir süreç.

 Ses, bir üretim biçimini suçlamakta ve duruşmanın nasıl gideceğine şahit olmaktadır.

 Bir filmin yapımında rol almakla ilgili.

 Bu film sözde ve komplo yüzünden tutuklanan burjuva adaleti tarafından radikallere isnat edilen suçların arkasındaki anlamın politik bir analizini amaçlamaktadır.

 İsyanlar ve komplo.

 Ses, muhafazakârlığa karşı savaşmaya adanmış devrimci bir hareket olduğunu biliyor.

 Filmin asıl başlığı şu şekilde olmalıdır: karşı suçlamaların amacı karşı suçlamaların amacı O halde film açıkça hem kuramsal Radikallerin emperyalist ülkelerdeki duruşmalarının anlamı nedir?

 hem de uygulamalı olacak: Böylesine bir davanın tasviri yansıması --ses ve görüntü kaydı olarak-- en doğru şekilde nasıl mümkün olabilir?

 Yani, film uygulamada nasıl çekilir?

 Film, kendisini izleyecek olan insanlara teoride yardımcı olmak için --örneğin filmin oynatıldığı sırada-- nasıl çekilmeli ve kaydedilmelidir?

 Hareket noktasının gerçek bir temele dayandırılmasına karar verildi.

 Amerikan emperyalizminin kendi evlatlarına dava açtığı Chicago duruşması.

 Hâlâ şiddete karşıyım!

 Hâlâ şiddete karşıyım!

 Hâlâ şiddete karşıyım!

 Hâlâ şiddete karşıyım!

 Hâlâ şiddete karşıyım!

 Benim!

 Julian!

 Ama bana onlarla gitmemi söyledin!

 Benim!

 Julian!

 Bana onlarla gitmemi söyledin!

 Hükümet kendi soruşturması için bir rapor hazırladı: İsyan polis tarafından düzenlendi.

 Hükümet aynı zamanda, Amerikan halkının üçte ikisinin polis şiddetine göz yumduğunu gösteren kamuoyu yoklaması sonuçlarını ele geçirdi.

 Böylece bir taraftan 8 polisi diğer taraftan 8 radikali suçladılar.

 Polis memurlarının duruşması gizli kapaklı yapıldı.

 Radikallerin davası tüm kamuoyunun dikkatini çekti.

 Sanıklar çok dikkatli bir şekilde seçildiler.

 Yves, Berkeley'den devrimci bir talebe.

 Anne, Kadın Özgürlüğü Cephesi'nde aktif rol alan bir kişi.

 Ve ben Friedrich Vladimir.

 Danny'nin bir dostuyum.

 Komünist Danny.

 Moskova Sirki'nde beraberdik.

 Tabii o zaman sirkin en güzel günleriydi.

 Hayır, yine ben.

 Karl Rosa.

 Barışsever doktor David vardı.

 Gerçek bir Komünist Juliet de vardı.

 Weathermen'la birlikteydi ve sanırım Japonya'da Mao yanlısı öğrencilerle birlikteydi.

 Paris'in kenar mahallelerinden "uyumsuz" bir işçi Jacky.

 Ve Kara Panterler'den Bobby.

 Bir, iki üç, dört, beş Hayır, yine ben.

 Karl Rosa.

 Altı, yedi sekiz.

 Hayır, hâlâ ben.

 Karl Rosa.

 Gazeteler bunun "Komplo Duruşması" olduğunu yazdı.

 Bobby'nin davası biraz farklı.

 Gösteriden önce bir mitingde söz aldı sonra dağıldılar.

 Ancak hükümet duruşmaya bir zenci çıkarma eğilimindeydi.

 Bu yüzden burada.

 Kefaretle salınmayan tek kişi o: Bir polisi öldürmekle suçlanıyor.

 Hükümet onu 2,800 kilometre uzaklıktaki bir hapishaneden aldı ve buraya getirdi ve tekrar hücreye koydu.

 2,800 kilometre!

 2,800 kilometre!

 Neden ve hangi sebeplerle emperyalizm bu Sekiz'i yargılıyor?

 Size az önce söyledik: Hükümetin kendi şiddeti 8 polisi tutuklatıp onları yargılamaya mecbur etti.

 Sonsuz adalet.

 Ve böylece, dengeyi sağlamak için hükümet her radikal kesimden bir temsilciyi suçlama kararı aldı.

 Sınıf adaleti.

 Eyalet hattını isyana teşvik niyetiyle geçmek yasaya aykırıdır.

 Yasa 3 Mart 1968'e dayanıyor.

 İsyana teşvik değil, bunun niyetine girmek.

 Ya da niyetin niyetine girmek.

 Her iki şekilde de kanun buna "komplo" adını veriyor.

 Rosa'ya bu hikâyeyi anlatmasını söyledim.

 Zira hükümet olayı karartmıştı.

 En iyi yaklaşım, tüm topları aynı anda havaya fırlatıp yakalama umuduyla kuş bakışı görünümünü elde etmek.

 Bu pek çok şeyi dışarıda bırakmak demektir.

 Pis ağzını kapalı tutması için Bobby'nin kulağına dayatılan bir silah gibi.

 Ama kuş bakışı görünüm en azından bulutlar toplanmadan yağmuru konuşmakla aynı anlama gelecektir.

 Filmlerde genelde bunun tersi olur.

 Karışık bir hikâye; ama radikaller olarak işimiz diğerlerine, bunu basitleştirerek hizmet etmektir.

 Cimri yoldaşlarımız buna "halka hizmet" diyorlar.

 Dava makamının jüriye soruları var mı?

 Hayır, Sayın Yargıç!

 Bana iyi ve dürüst bir jüri gibi görünüyor!

 Sorunuz var mı, Bay Kunstler?

 Oldukça, Sayın Yargıç!

 Vietman'daki savaşa karşı oldukları için taslağa direnen genç adamların korkak ve hain olduklarını düşünüyor musunuz?

 Bir "sınır komşuluğu"ndan dışarı edildiğiniz oldu mu?

 Archie Shepp ya da Eric Clapton'ı duydunuz mu?

 Servan-Schreiber ve Billy Graham'a hayranlık duyuyor musun?

 Bu sorular yersiz.

 Jüri seçilmiştir.

 Şunu açıkça belirtmek istiyorum ki uzun saçlı ve garip kıyafetli yerinde ve usulünce kibarca ve düzgün konuşamayan her kim olursa sanıklara katılacaktır.

 Şahitler, yıkıcı örgütün ne demek olduğunu tanımlayacaklar mı?

 Şehir ya da ülke için sorun çıkaran örgüt demektir.

 İtiraz ediyorum!

 Cevap belirsiz ve alakasızdır.

 İtiraz reddedildi!

 Açık ve uygun bir tanımdır.

 O halde bir futbol takımı bir saha bulamaz ve şehir için sorunlar çıkarırsa o zaman o da yıkıcı bir örgüt demektir.

 İtiraz ediyorum!

 İtiraz kabul edildi!

 Şahide polis gücünün neden sözde güvenlik planı düzenlediğini sormak istiyoruz.

 "Sözde" diyorum; çünkü öğrendiğimize göre bu gösterinin bildirilmesinden iki ay önce düzenlenmiş.

 İtiraz ediyorum!

 Bu yönlendirici bir soru!

 İtiraz kabul edildi!

 Meslektaşım haklı: Siyasi bir duruşmada, tüm sorular bir yere çekilir!

 Sayın Yargıç, itirazın reddedilmesini rica ediyorum.

 İtiraz kabul edildi.

 Şahit soruya cevap verecektir.

 Bu siyasi bir dava değil.

 Bildiğim kadarıyla bir suç davası.

 Baş suçlu Hitler'in siyasi eylemci G.

 Dimitrov'a söylediği sözler bunlar.

 Siyasi Bu kelimeden bıktım usandım!

 Söyler misiniz, siyasi demekle neyi kastediyorsunuz?

 Sanırım buna zaten cevap veriyorum, efendim.

 Sanığın söyledikleri kayıtlara geçsin.

 "Sanırım buna zaten cevap veriyorum.

" Sanırım buna cevap vermiyorsunuz.

 Sayın Yargıç, müvekkilimin ifadesi dinler ve akabinde sorular yöneltirseniz bu durum savunmasını sunmada kendisine kolaylık sağlayacaktır.

 Eminim Sayın Yargıç da Yves Alfonso'nun adil yargılanmasını yürekten istiyorlardır.

 Beni tanıyorsunuz Bay Kunstler ve bu yüzden bu duruşmanın demokratik bir şekilde idare edileceğini de biliyorsunuz.

 Pekâlâ, kabul ediyorum.

 Anayasanın güvence altına aldığı hakları işçi sendikası haklarını ve aynı zamanda gelecekteki toplumunuzun haklarını tartışmanızı istiyorum.

 Sözü geçen bir uzman olarak bazılarına göre suç sayılan çeşitli hareketleri inceleme hususunda burada davada bulunuyorum.

 "Bazılarına göre!

" Meselenin özü burada işte!

 Kitleler karşı çıktığından gelen özgürlüklerinin habercisi olan eylemleri alkışlarlar.

 Yorumdaki farklılık sınıf mücadelesinin özünde vardır.

 Nazilerin 1944'te Avrupa'da astıkları "devrimci eylemcileri" terörist ve suçlu gibi ifşa eden posterleri unutmayın.

 Brecht'in Üç Kuruşluk Opera'sı burjuvanın ahlak anlayışını yer altı ifadeleriyle tasvir eder.

 Bunlar bugün bile geçerliliğini korur çünkü aramızda güç yapısını ellerinde tutan bir avuç serseri var: Polis, ordu televizyon gazeteler ve kanun.

 Bu zengin gangsterler alenen kitleleri yağmalıyorlar ve kasten cinayet işliyorlar.

 Bu yüzden isyancılara suçlu damgasını vurmak onlar için en mantıklı şeydir.

 Şiddeti telkin ettiğim için suçlanıyorum.

 Ancak kapitalizm, şiddeti günlük bir olay haline getirdi.

 Çünkü kapitalizm büyük bir çoğunluk için sömürü, aşağılanma ve baskı anlamına geliyor.

 Ulusal Güvenlik'ten ben mi sorumluyum?

 Üçüncü dereceyi mi kullanıyorum?

 Hayır!

 Gerilla eylemlerini ben icat etmedim.

 İsyanı ya da halk ayaklanmasını da ben icat etmedim.

 Amerikan Bankası'nı yağmaladıklarında zengin toprak sahiplerinin elma ağaçlarını kestiklerinde ya da ücretini ödemeden metroya doluştuklarında bunu icat eden insanlardı.

 Demokrasiden söz ediyorsunuz!

 Yöneten sınıfın her daim ihtiyaç duyduğu sistemi vardır ve sistem demokrasiyi maskaraya çevirir.

 Mahkemeler kitleler için değildir.

 Adalet de insanlar için oldukça pahalıdır.

 Avukatlar bir servete mâl olur!

 Hukuki yardım alan avukatlar her zaman bir anlaşmaya varmaya çalışırlar: Büyük bir suçtan aklanmak karşılığında küçük bir suçu kabullenme.

 Fakir kesimin kefarete gücü yetmez.

 Başvurular çok pahalıdır.

 Başvuru için istenen evrak fakirin alamayacağı kadar pahalıdır.

 Ayrıca: fakir, siyah ya da radikal hiç kimse jüriden adil bir yargılama beklentisi içine giremez.

 Üyeler telefon rehberinden yöre halkından, mal mülk sahibi olanlardan ve seçmen pusulaları, toplumun değişmez değerlerinde çıkarı olan sınıflardan seçilir.

 çelişkili o halde başka bir şeyi ele alalım Çelişkileri ortaya çıkartabilecek bir şeyi.

 Bize baskı yapan durumu aydınlatmak için nasıl çalıştığımızı gösterelim.

 Ne söyledik?

 Nasıl bir Sürekli bir baskı durumu içerisindeyiz ve şimdi size davayı yasal bir duruşmayı dağıtmaya çalışan bu baskının bazı kurbanlarını göstereceğiz ki bu da ki bu da oldukça iyi olacak.

 Şimdi neden seçtiğimizi biliyorum.

 Bir işlem: Çünkü bir sürece bulaştık.

 devrim niteliğinde bir süreç ve filmlerde top atışlarıyla, şeker kaplı mermilerle karşı karşıya kalırsın ama sonuçta hepsi aynı ve ölümcüldür.

 Bu da tüm zorluklarımızı açıklamaktadır.

 Teori ve uygulama arasındaki çelişkiyi bile konuşmamızın sebebidir.

 Örneğin Jacky'nin davasını ele alalım.

 Onda beni en çok ilgilendiren şey Eylemleri bireysel olabilir Aynı zamanda tümüyle doğal.

 Bazen onlara, cehenneme kadar yolu olduklarını söyleyerek ya da metro ücretini ödemeyi reddederek sistemi çiğniyor.

 Çünkü saat 8'e kadar işte olabilmek için 6'da kalkmaktan bıkıp usanmıştır.

 Tümüyle kendiliğinden ve bireysel olan bir şey ama patronu döven adam o.

 Onu aşan bir isyan.

 Diğerleri için bir örnek.

 Sonra yanına daha fazla adam buluyor.

 Ama elinden geldiği kadar hâlâ tek başına mücadele ediyor.

 Filmde ve gerçek hayatta bu yüzden bu kadar az konuşuyor.

 Orada bir şeyler şekilleniyor ama henüz netlik kazanmış değil.

 Dave Dellinger için ayrılış başka bir şey: O farklı Washington Üniversitesi mezunu.

 53 yaşında.

 Barış yanlısı.

 İlk kez İkinci Dünya Savaşı'nda hapis yatan bir CO.

 İlahiyat Birliği'nde bir seminere katıldı.

 Papaz olarak seçilmesi tasarlanıyordu.

 Gitmeyi reddetti, orduyla ilgisi olan hiçbir şey yapmak istemedi.

 Bir yıl bir gün hapiste yattı.

 Çıktı, gitmeyi tekrar reddetti, hapse geri gönderildi.

 Gandi ya da Martin Luther King gibi bir adamdı.

 Yürüyüş yaptı, oturma eyleminde bulundu.

 Gösterilerin yüz tanesinde tutuklandı.

 Ve hâlâ devam ediyor.

 Onu bir gösteride gördüğünüzde korkup korkmadığını anlayamazsınız.

 Polisler kendisini sürükleyip götürürken ya da gerçek bir bela olduğunda kişisel olarak müdahale ettiğinde yüzündeki o inatçı ifadeyi saymazsak odun kadar duyarsız biri.

 Bu, polis copu karşısında atlayacak cesaret örneği değildir.

 Peki onca zaman dilekçe yazmak Yararı ne?

 Rosenbergler'e bir faydası dokunmadı, değil mi?

 Stockholm başvurusu da pek bir işe yaramadı.

 Bu yüzden ayrılışı da farklı bir şekilde yapmalı.

 Boşa emek!

 Üçüncü celsede Yves'ın cevaplandırdığı Evet, ama yargıcın yüzüne söylemiyor.

 Yaptığı konuşma gerçekten çok sert.

 Ama dinleyiciler içindeki insanlar bu sert konuşmanın sertliğini kaybettiğinin farkına vardılar mı?

 Bence varmadılar Rosa.

 Çünkü bu sahne Yargıç Himmler tarafından çekildi.

 Sen de öyle düşünmüyor musun, Rosa?

 Evet, bu doğru.

 Sanırım baştan başlamalı ve bu eylemcilerin önceki yaşamlarının ve her şey tarafından nasıl şartlandırıldığını göstermeliyiz.

 Onları mahkeme salonundan kapı dışarı edin.

 Evet, bu doğru.

 resmi genişlet Yargı sistemini içten çökertmek o kadar kolay değil.

 Ve asıl sorun parçalamak.

 Ama resimlerde parçalanmayı nasıl gösterebilirsin?

 Gerçekten bilmiyorum.

 Öncelikle, bize zulmeden kişileri tanımamız lazım ki onları yok etmeyi öğrenelim ve sonra ve sonra Misal Juliet; mücadele veriyor, cesaretle savaşıyor.

 Polis dayağını çoktan yedi bile.

 Çoğunlukla doğru olan bir çeşit dil kullanır.

 Tamam, ama bir de gerçekçi taraftan bakalım: Nasıl yaşıyor?

 Burada bir çeşit topluluk içinde.

 Bu grup toplandı ve bir topluluk oluşturdular.

 Ama buna neden olan sebepleri düşünmeye çalışmadılar bile.

 Neyse, peki bu topluluk daha öncekilerden ne açıdan farklı?

 Hâlâ oldukça belirsiz.

 Bu görüntü ve siyasi olması beklenen kaskını ve sopasını ele geçirdiği görüntü arasında korkunç bir farklılık söz konusu.

 İkisi birbirleriyle uyuşmuyor gibi.

 Ve işte avukat John Kunstler.

 Elbette, iyi birisi.

 Ama güzel bir dairesi ve büyük bir arabası var ve acemi bir aktör gibi konuşmalarını prova yapıyor.

 Elbette devrimcileri savunuyor.

 İnsan Hakları'ndan alıntılar yapıyor.

 Ancak bunun burjuva icadı bir adalet olduğunun farkında değil.

 Moncada'daki Castro gibi ellerini sallıyor ama Castro kaskatı bir durumdaydı.

 Dimitrov da öyleydi.

 Cezayirli Ulusal Özgürlük Cephesi esirleri de öyleydi.

 Savaş esirleri olduklarından Fransız oyununu oynuyorlardı --ilan edilmemiş bir savaş-- ama gerçek devrimci onlardı.

 Burada John konuşuyor ve ellerini sallıyor: Fedakârlık dolu.

 ama o da hayatını değiştirmesi gerektiğinin farkına varmalı.

 Başkalarının hayatlarını değiştirmek istemen doğal ama önce kendi hayatını değiştirmekle başlamalısın.

 Radikaller içeride Burjuva adaletince radikal davranışlarından dolayı hapse tıkıldılar.

 Davalarını aynı şekilde bir tür direniş eylemine dönüştürmeliler.

 Üniversitelerde, liselerde ve fabrikalarda polis karşıtı olayların bir devamı ve bu o kadar kolay değil.

 İlk bakışta bu duruşmadaki konumumuz gülünç ve garip görünebilir.

 Evet, bir kukla gösterisi.

 Evet, ama Şikago'da Amerika'yı uykusundan uyandırdılar.

 Abbie Hoffman ve Jerry Rubin Evet, çünkü sırada Açıklamaya çalışacağımız şey Savunma makamının sırası.

 Adın ne?

 Bunu söylemek zor.

 Bu mahkemede içimize sızmaları için hükümet tarafından kiralanan çok sayıda ihbarcı ve polis casusu var.

 Öyle ki artık ne söylediğime ben bile inanamıyorum.

 Acaba ben de onlardan biri değil miyim diye düşünmeden edemiyorum!

 Bu doğru, o bir Finkorton adamı!

 - Sessiz!

 - Bu doğru, şimdi de Bir ispiyon makinesi olabilirim.

 Bayan Country Joe MacDonald 12.

 toplantıda söylediğiniz şarkıyı söyleyin bize.

 - İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç!

 - İtiraz kabul edildi.

 - Jüriyi etkilemeye çalışıyor!

 - Sanık sözleri okuyabilir ya da melodiyi mırıldanabilir, ama ikisi aynı anda yasak.

 Varoş mahallelerde ya da yarı boğucu metroda uyuyarak geçirdiğin saatleri çıkarırsan Aynı koşuşturmaca, sabah akşam, yağmur çamur.

 zaman akıp gidiyor.

 - Dün, bugün, yarın.

 - Her gün, alarm 5'te çalar.

 - 6'daki trene yetiş İşe gitmek, işten çıkmak.

 Giriş kapıları açılır ve binlerce robot kâbus gibi bir fabrikaya aceleyle 10 saatline doluşur üzerlerine tonlarca çelik kokusu siner ve yağdan yapış yapış olmuşken - Zenginler en güzel rüyalarını görüyorlarken Bu cehennem gibi saatler dışında hiç hayat kalıyor mu?

 Pazar sabahları yüzme havuzu.

 Genelev kulüplerinde piç kuruları için yönetim organizeli boş zamanlar.

 - Ama bir mücadele var.

 - Bu daha yeni başladı: Sizden başka hiç kimse adaletin anlamını bulamaz.

 Yoldaş, alın terinizin meyvesi sizindir.

 Yoldaş, kanla ödedikleriniz sizindir.

 Korkudan titreyin, imtiyazlı pislikler!

 Rüyanız bozuldu ve kâbusunuz bizim ziyafetimiz olacak!

 Bay Rosa, işçilerin 5 sentlik bir artışın tadını çıkardıklarında bu grevin sebebini bana açıklar mısınız?

 5 sentlik bir artışın "tadını çıkarmak" ne anlama geliyor?

 Demek istediğim, daha fazla paraları var ve bu sebeple neşeleri de daha büyük.

 Demek hükümet size saatte 5 sent verse erekte oluyorsunuz, öyle mi?

 Kesinlikle!

 Mahkemeye itaatsizlik!

 Mahkemeye büyük itaatsizlik!

 Sessiz!

 Sessiz!

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç!

 Sanık konuyu saptırıyor.

 İtiraz kabul edildi.

 Sanık soruları doğrudan cevaplamalı.

 Sonuçları belli olsun diye sözlerimi sarf ediyorum.

 Diğer bir deyişle söylenen bu sözler konuşmacıyı tatmin edebilir ya da kızdırabilir.

 Ve böyle sözler bizi de kızdırabilir ya da tatmin edebilir.

 Bu durum filmlere bakmayı daha da zorlaştırıyor.

 İkinci bir izlemeye kadar birinci etki genelde ortaya çıkmıyor.

 Sessiz!

 - Kimsin?

 - Tercihe göre pis bir zenci.

 Adın ne?

 Götten çıkma!

 Annem ne idiği belirsiz bir askerle düzüşmüş.

 - Adres?

 - Dope-City.

 - Hangi kasaba?

 - Aklın kasabası.

 Ulusum yabancılaşmış bir gençlik.

 Sioux'un yaptığı gibi biz de bunu fikirlerimizde saklıyoruz.

 Sessiz!

 Bu kadar yeter.

 Wint felsefesine ilişkin kaynakçaları savunmayacağız.

 Sessiz!

 Sessiz!

 Basına, örgütünüzün su tankına LSD koyacağını söylediğiniz doğru mu?

 Kendilerine başka bir yerde ihtiyaç duyuluyorken güvenlik güçlerini hayvanat bahçesine konuşlandırmak amacıyla aslanlar için özgürlük hareketi sergileyeceğinizi Japon televizyonundan bir muhabire anlattığınız doğru mu?

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 İtiraz ediyorum.

 Sanık aynı soruları sormaya devam ediyor.

 İtiraz ediyorum.

 Davacı cevaplarımı soru olarak kullanıyor!

 Sanık davacının sözlerini tekrarlıyor!

 Neyse, sözlerimi dinleyicilerin önünde söylüyorum.

 Duydukları geçmişte kalacak.

 Ağzımdan çıkan her söz belirli bir yol izliyor ve dinleyicinin kulağında yer ediyor.

 Bekliyor ve dinliyorum: Tecrübelerimizin aynı olmadığını ve farklı zamanlarda vuku bulduklarını biliyorum.

 - Sessiz!

 Sessiz!

 Amerika.

 Sieg Heil.

 Fransa.

 Sieg Heil.

 Sovyetler Birliği.

 Sieg Heil.

 İsrail.

 Sieg Heil.

 Ve şimdi sizlere copun kullanımıyla ilgili usule göre bir gösteri sunacağız.

 Bir, iki, üç.

 İtiraz ediyorum!

 Bu film İtiraz ediyorum!

 Bu film Vladimir ve Rosa'nın ruh halini mahkemeye göstermede en iyi yoldur.

 Tecrübeye dayalı sonuçlar genelde aynı şekilde birbirlerine bağlanmaz.

 Çünkü tecrübenin ardından gerçekler gelir.

 Daha basit ifade etmek gerekirse sonuçlar dayandıkları gerçeklerin tam bir görüntüsünü vermez.

 Pek çok sonuç birbirine bağlandığında uç uca gerçeklere gerisin geriye atıfta bulunmak çoğunlukla çok zordur.

 Görüntüyü oluşturan tüm dünyadır ama görüntü tüm dünyayı temsil etmiyor.

 Sonuçları bağlamak daha önemlidir tecrübe etmek diğer sonuçlardan diğer sonuçlardan Hele de bu sonuçlar gerçek şeyleri öğrenmeyi amaçlıyorsa.

 Lenin eksiksiz olan dünya-imajları oluşturma fikrine karşıydı.

 Unutmayın Sayın Yargıç akli durum kanunda "niyet"le ifade edilir.

 Sanıklar devletin güvenliğine karşı komplo kurmakla değil komplo kurma niyetiyle ya da niyete niyetlenmekle suçlanıyorlar.

 3 Haziran 1968'de senato oyuyla kabul edilen kararnamede 23.

 fıkra 5.

 paragraf.

 Çok ilginç, Bay Chrysler.

 Kunstler!

 Çok ilginç, Bay Tobler İtiraz reddedildi.

 Bay Vladimir ve Bay Rosa'nın filmleri sahnelenmeyecek.

 Bay Vladimir, Bay Bobby X'in sürekli şahsıma atıfta bulunduğu "ırkçı" kelimesinin anlamını açıklar mısınız?

 Size bir görüntüyle izah edeyim.

 Dışkı yiyen birçok fakiri işçiyi gözünüzde canlandırın.

 Şimdi ona şunu sorun: Dışkı yemek zorunda kalsa beyaz adamın kıçından mı yoksa siyahi bir adamın kıçından mı yemeği tercih eder?

 Beyaz adamın dışkısını tercih ederse o zaman bu işçi lanet olası bir ırkçıdır.

 Diyalektik materyalizm, sınıf liderleri ve onların ideolojileri için bir skandal ve menfur bir şeydir.

 Çünkü nesneleri oldukları biçimde algılamak aynı zamanda onların mutlak olumsuzluk ve gerekli tahribatı bilgisini de içine alıyor.

 Çünkü tüm formların geçici bir düzenek içinde olduğu hareketin kendisini bilmek Hiçbir şey buna karşı gelemez.

 Çünkü bu son derece kritik ve devrimci.

 Bu sekans, mahkeme dışında olan diğer hepsi gibi diğer bir deyişle, ikisinden biri genel temayı işaret eden Vladimir ve Rosa tarafından anlatılıyor.

 Buradaki tema "Cinsellik ve Parçalanma".

 Anne, Yves ve kendisinin görüntüsünün olaylar bu hale gelmişken --bu ne faşist ne de anarşist-- burjuva seks ideolojisinden gerçekten vazgeçtiğini inandırıcı bir şekilde göstermenin neredeyse imkânsız olduğunu söylüyor.

 Onun bir görüntüsü bile Bu da çok zor Kadın özgürlüğü ya da Ulusal Özgürlük Cephesi ve emekçiler için mücadele ediyor olsa bile.

 - Anne?

 - Evet?

 Bu sebeple, şimdi size Anne, Yves'e bir kadın tarafından yazılan yazının --bu durumda, Güney Afrikalı bir kadının yazdığı bir metin-- bir erkek tarafından okununca nasıl tamamıyla farklı bir metine dönüştüğünü gösteriyor.

 KÜRTAJ, SERBEST, YASAL, ÜCRETSİZ ZENGİNLER İÇİN KLİNİK FAKİRLER İÇİN ÖRGÜ ŞİŞİ KÜRTAJ BİR SINIF SORUNU "Günümüzde hayatın her kesiminden kadınlar zulüm gördüklerini biliyor ve özgürlüğümüzün dizginlerini ellerine almak için bizi ezen kapitalist sisteme ve bizi esir eden ideolojilere karşı evde, işte ve caddelerde ayaklanıyorlar.

 Savaşmaktan korkmayın.

 Birleşin.

 Kadınların özgürlüğü, Yıl Sıfır.

 Kötü sayılmaz.

 Bunu Juliet'le tartıştık.

 Bunu mahkemeye anlatamaz.

 Bir kadın hapishanesinde olduğunda bağlantıyı görecek.

 O farklı.

.

 Heyecan elbette gerekli ama jürinin bayan üyeleri böyle bir şeyi duysalar bunu anlamazlar.

 Ne de olsa bir başlangıçtı, değil mi?

 Evet, belki yanlış bir başlangıç.

 İlk olarak diğerleriyle konuşmalıyız.

 Sen de öyle düşünmüyor musun?

 Diğerleri senin gibi.

 Anladıklarını söylüyorlar ama anlamıyorlar.

 "Biz kadınlar aynı iş için erkeklerden daha az ücret almayacağımız ve kocalarımızın sırtından geçinmeyeceğimiz bir gün için mücadele ediyoruz.

" "Ücreti olmayan ama toplumsal olarak önemli bir iş olan ev işlerini yürütüyoruz.

" Bunu anlıyorum.

 "Bedenlerimiz sömürülüyor çünkü kürtaj üzerindeki yasaktan ve seks yaşamımızdaki ahlaki baskılardan dolayı çocuk sahibi olup olamamayı seçme hakkımız yok.

" "Takdir kazanmak için reklamlar tarafından dayatılan kadınsı normlara boyun eğmeliyiz.

" Bunu herkes anlamalı.

 Hepimiz 2 yıl yediğinde hiçbirimiz artık sevişemeyecek, bu kesin.

 2 yıl içerde kaldığında şunu açıkça ifade edebiliriz ki artık sevişme falan olmayacak.

 Ama bunda anlaşılmayacak husus ne?

 Evet, Yves.

 Ama sevişme sadece bir konu.

 Eminin senden ya da hücre arkadaşlarından farklı konuşacağım.

 Juliet bile kadınların düşüncelerinin toplumdaki durumları tarafından şekillendirildiğini görecektir.

 Juliet bile kadınların sosyal varoluşunun düşüncelerini şekillendirdiğini anlayacak.

 Elbette biz erkek siz de kadınsınız.

 Kahretsin!

 Tamam, sanırım anlamıyorum.

 Lanet olsun.

 Tamam, anlamıyorum.

 Dinliyorum Sadece dinleyeceğim.

 Tamam, anlamıyorum.

 Dinliyorum.

 Anlamadığın şey anlamadığın şeydir!

 Nedir bu?

 Bu, siyahi bir kadın tarafından yazıldı, bir Afrikalı.

 2 Temmuz 1970'de Kara Panter gazetesinde yayımladı.

 Üçlü Zulüm "Kadın Özgürlük Cephesi şunu beyan eder:" "Mücadelemiz her açıdan çalışan sınıfınkiyle bağlantılıdır.

" "Hem kölelik karşıtı hem de kadın hakları hareketleri aynı sebeplerden ötürü kurum için hâlâ bir tehdittir.

" "Hem siyahlar hem de kadınlar daha az ücret alıyor.

" "Her ikisi de eşit düzeyde organize olana kadar ve aralarındaki fark ortadan kalkana kadar işçi sınıfı cephesinde zayıf bir nokta olacaklar.

" "Siyahlar elbette daha çok sömürülüyor.

" "Üstelik her sınıf seviyesinde.

" "Pek çok siyahi kadın üç kere sömürüye maruz kalır.

" "Siyah, kadın ve işçi oldukları için.

" "Kadınlar, meslek gruplarında bir dereceye kadar az ücret alıyorlar.

" "İşsizlik dönemlerinde hizmetçilik dışında iş bulma şansları genelde yoktur.

" "Güney Afrika'da, siyahi bir kadın, hizmetçi olarak çiftlik işçisi olarak ya da bir fabrikada çalışabilir: halihazırda en ucuz iş gücüdür.

" "Güney Afrika ve İngiltere'de çalışan pek çok kadın da vasıfsız işçi ya da hizmetçidir.

" "Kadın işçiler, eşleri ve kapitalizm yüzünden iki kez sömürüye maruz kalıyorlar.

" "Sistemin sömürdüğü bir işçi eşiyle olan ilişkilerinde onunla işbirliği içindedir.

" "Anlaşsalar da anlaşmasalar da erkek eşini her halükârda sömürür.

" "Mal artışıyla birlikte kadınlar birer sömürü aracı olmuşlardır.

" "Köle, serf ya da ücretli çalışan olsun kadınlar her zaman fevkalade birer hizmetli olmuşlardır.

" "Orta sınıf kadınları da sömürülüyor.

" Hatta orta sınıf meslek sahibi kadınlar bile.

 Çünkü erkeklerin kontrolündeki işte etkinliklerini kanıtlamaya isteklidirler bu yüzden daha az bir ücret karşılığında daha çok çalışıyorlar.

 Bunu yapıyorlar çünkü işlerini rekabetçi bir sahada tutmak istiyorlar.

 Kendilerine, saldırganlık ve zor bir kişiliğin kadını güzel göstermediği söylenmiştir.

 İşte bu yüzden "bir kadının yeri evidir" gibi eski ön yargılardan kurtulamıyorlar.

 Kim olursa olsun bir erkeği cezbetmemek kaçırılmış bir "iş fırsatı" olarak algılanacaktır.

 Bu sebepten dolayıdır ki mesleğindeki kızgınlık her zaman kadınlığın yitirilişi olarak algılanmıştır.

 Örneğin, radikal erkekler radikal feministlere sık sık onların kendilerini hadım etmek ve iktidarsız hale getirmek istediklerini söylerler.

 Şu tarz saçmalıkları dinlemek zorundayız: Bırak konuşayım.

 Bırak bitireyim: "Erkekleri azarladığında babasının evine döner.

" "Clarendon Binasını işgal eden Kuzey Vietnam'daki Ulusal Özgürlükçü Cephesi'ndeki kadınlardan ve Oxford'lu kız öğrencilerden mesajlar geldi.

" Çaba göster, bu şekilde okuma.

 Çalış, dinliyorum, lanet olsun Clarendon Binası ve Leeds'teki grevden kadın işçiler.

" "Ama içlerinde en elle tutulanı örgüt ve isim listelerindeki bilgilerin paylaşımı ve İngiltere'nin her köşesinde düzenlenen kadın toplantılarıydı.

" "Vietnam'da kadınlar erkeklerin yanında ülkelerini sosyalizmden kurtarmak için savaşıyorlar.

" "ABD'de Vogue ve Newsweek dergilerinin ofislerini işgal ettiler.

" "Güzel görünsün diye onları gösterilerde ön sıralara koyan Hareket'teki kişilerin adam kayırıcılığına çok sinirlenmişlerdi.

" Sevgilim, birlikte çalışmak istiyoruz.

 Çünkü birlikte düşünmek zorundayız.

 Bir kez olsun benim sesimle düşün.

 Düşüncelerimiz bir olsa bile, bizim ne kadar farklı olduğumuzu göreceksin.

 Dimdik ayağa kalk.

 Cepheyi Kadın Özgürlük Cephesi acil ihtiyaçlarımız için sadece sadece verilmesi gereken bir mücadele gerektirmiyor aynı zamanda kadın ve erkeğin içinde olduğu insanoğlunun yarattığı bu sömürü sistemine bir son vermek için işçilerle omuz omuza omuz omuza işçilerle birlikte dövüşmeyi gerektiriyor.

 SINIF MÜCADELESİ kadın ve erkeğin içinde olduğu bu sömürü sistemine bir son vermek için ATAERKİL DÜZEN Bu sekans bir karartı ile ayrılmış iki görüntüden oluşuyor.

 Öncelikle Bobby'nin ilk görüntüsü.

 Yorum kısmında 4.

 sekans anlatımı yok edemeyeceğini izah etmiş oldu.

 Rosa, kararın burada siyah bir fotoğrafı göstermek değil bilakis bir Siyah Panter için ayrılığın farklı bir anlamı olduğu gerçeğinden kışkırtılan siyahi birinin fotoğrafını göstermek olduğunu izah eder.

 Irkçı baskılar ve kendilerini adadıkları mücadele Panterler'in emperyalist burjuva toplumundan bağlarını koparmalarına neden oldu.

 Toplumla bağları kopardıktan sonra toplum onları yargıladığı zaman ayrılığı sürdürmenin yolu burjuva adaleti oyunun kurallarını çok sıkı bir şekilde uygulanmasını istemektir.

 Bu basit talep sayesinde siyahi radikaller, sözde demokrasisini ve iyi, eski liberal tarafsızlığı açığa çıkararak sistemin çelişkilerini koyulaştırıyorlar.

 Bobby Seale tarafından Şikago'da kullanılan savunma yöntemine şahit olun: Ayrı bir avukat tarafından savunulmasını talep etti.

 Ancak yargıç buna izin vermedi.

 Sonra kendisini temsil etmek istedi kendisinin avukatı olmak istedi ve bu da yargıç tarafından reddedildi.

 Başka sorum yok.

 Tanığı çapraz sorguya çekmek istiyorum.

 Avukatınız bunu yaptı.

 Bobby X müvekkilim değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır.

 Avukatım burada değil.

 Mahkeme tarafından gayet açıktır ki sanık Bobby X federal adalet sistemini kasten sabote ediyor ve engelliyor.

 Yalan bu!

 İnsan Hakları Sözleşmesi adına kendimi savunmak istiyorum.

 Kayıtlara göre sanık mahkemenin uyarılarına rağmen terbiyesini takınmayı reddettiğini Kayıtlara göre Bobby X haklarını savunuyor!

 Kanunen şunu ifade etmeliyim ki sanık uyarılarımızı dikkate almamaya devam ederse mahkemeye itaatsizlikten suçlu bulunacaktır.

 Anayasal haklarım adına konuşmaya hakkım var!

 Umarım her şey anlaşılmıştır.

 Tüm söyleyeceklerim bu kadar.

 Savunmam için neyin gerekli olduğunu söyleyeceğim.

 Çapraz sorguya çekebilir miyim?

 Kayıtlara göre Bobby X'in ses tonu çığlık atar ve masaya vurur gibiydi.

 Bu daha sonra ele alınacaktır.

 Ama Bobby o gün bağırmıyor ya da vurmuyordu.

 Sonrasında, bir tanığı çapraz sorguya çektiğinde ve yargıç onu durdurduğunda sakin bir şekilde caza kanunundan alıntı yaptı.

 Birleşik Devletler ceza kanununu bölüm 1892, paragraf 42'yi alaycı bir sesle okumuştur.

 Hâkim apaçık kızgın olmasına rağmen X başından sonuna dek sessizliğini muhafaza etmiştir.

 Mahkemenin kendi savunmamı yürütme hakkımı reddetmeye hiçbir hakkı olmadığı görüşünü hâlâ destekliyorum.

 Avukatınız Bay Kunstler Bobby X müvekkilim değildir.

 Bay Kunstler'dan beni savunmasını istemedim.

 Sessiz!

 Bay X, adaleti engellemekten vazgeçecek misiniz yoksa polis memurunu çağırmak zorunda Kendimi savunmak için haklarımı gözden geçirmek istiyorum!

 Dava ileri bir tarihe ertelenmiştir!

 Memur bey, sanığı dışarı çıkarın ve onunla nasıl ilgilenilmesi gerekiyorsa öyle ilgilenin.

 "Son mücadele.

" Dava makamı tanığı sorgulayabilir.

 Kız, siyah bir güç sembol yumruğu giyiyor muydu yoksa giymiyor muydu?

 Siyah güç işareti.

 İnsanların işaretinin gücü!

 Şimdi başka bir tane ırkçı ifadede bulundunuz.

 İtiraz ediyorum!

 Bana ırkçı demeye devam ediyor!

 İtiraz kabul edildi!

 Emperyalizm kahpedir!

 Burada siyahi olmak altı patlar bir silahla Rus ruleti oynamak gibidir.

 Neyi eline yüzüne bulaştırdığının bir önemi yok.

 Sessiz!

 - X'in istisna - Sessiz!

 - İddiasına bakarak - Sessiz!

 Görüş açısını dikkatlice devam ettirdiğinden hukuki yardım alma hakkı inkâr edildi.

 Kunstler bir tanığı çapraz sorguya çekene kadar bekleyecekti ve sonra kalkıp sorularını soracaktı.

 Yargıç onu durduracaktı.

 Öfke patlamaları mahkemenin kayıtlarına bir kez daha geçecektir.

 Arada sırada, onu oturmaya zorlayacaklardı.

 Bir daha hiç davayı bölmedi.

 Zaman zaman Kunstler X'in avukatı olmadığını yargıca hatırlatacaktı.

 Bazen, Bobby'nin doğum günündeki gibi her şeyi başlatan davacıydı.

 Bobby duruşmalar arasında hücredeyken --o cinayet suçlaması-- diğerleri onu sadece mahkemede gördüler.

 Bu yüzden Kunstler, diğer sanıkların mahkemeye X'e bir doğum günü pastası getirmeleri için yargıcın iznini istedi.

 Himmler doğum günü pastası getirilmesine müsaade etmeyeceğini söyledi.

 Diğer sanıklar kapının hemen dışındaydılar.

 İçeri teker teker girerlerken pastayı Vladimir taşıdı.

 Pastayı hapse atabilirsiniz ama devrimi asla!

 Sessiz!

 Pekâlâ kardeşler.

 Şimdi sakinleşelim.

 Emirleri burada ben veririm!

 Irkçı bir yargıca itaat etmeyecekler.

 Görevli memur, ona davranılması gerektiği gibi davran.

 Şimdi, siyahi bir liderin Vladimir ve Rosa'nın açıkladığı sırada Bobby'nin "yasal" savunması toplumla bağlarının koparmasının bir sonucudur.

 Sanığın arkadaşları, isyanında Bobby'ye katılmak için her biri kendi bildiği şekilde ya da kendince kanun karşıtı bir yol benimsemeli.

 Bu yüzden size şiddet karşıtı ideolojisinden vazgeçip ve Bobby'ye yapılan muameleye karşı çıkmak için yargıca sakin bir şekilde hakaret ettikten sonra yüzüne yumruk yerken serinkanlı kalmak yerine aslında mücadele eden bir barışseverin bir görüntüsünü göstermeye karar verdik.

 Bu bölüm tam 10 saniye sürecek.

 Düşman bayrağıyla alay etmenin mahkeme salonunda bir kişinin yapabileceği en çılgınca şey olduğunu gördüm.

 Memur bey, şu bayrağı yok et!

 Güneydoğu Asya'nın savaş alanlarındaki şehitler için bir dakikalık sessizlik!

 Konuşmanı yasaklıyorum!

 Kayıtlara geçeceği üzere bu adam - David Dellinger.

 Cümlelerini bitirmeni yasaklıyorum sana!

 İddia makamı devam edebilir.

 Mahkemeye ne gördüğünüzü anlatın.

 Dağılma emri verildikten sonra bu adamın ve diğerlerinin koşup bağırdığını gördüm.

 - Saçmalık!

 - "Herkes Hilton'a!

" Sayın Yargıç, kariyerim boyunca, mahkemede böyle bir iğrençlik hiç duymadım!

 - Asla burada duruşmada olmadınız ve saçmalayan, hükümet tarafından para yedirilen yalancıları dinlemek zorunda kalmadınız.

 Bu ne cüret avukat!

 Bu ne cüret avukat!

 Onu dışarı atın ve gerektiği şekilde onunla ilgilenin.

 Davadan sonra her sabah bir basın toplantısı verdik.

 Çünkü Connecticut'taki cinayet suçlamasından dolayı Bobby dışında hepimiz kefaretle serbest bırakılmıştık.

 Her basın toplantısı sırasında problemimiz şuydu: John, emperyalist adalete karşı verdiğimiz günlük mücadeleyi muhabirlere anlatırken Vladimir ve Rosa emperyalistleri TV kameralarını varlığımızdan ziyade Bobby'nin yokluğunu çekmelerine zorluyordu.

 Başka bir deyişle kameraları düşmanı - düşmanı siyasi olarak siyasi bir gerçeği çekmeye zorlamak biz radikallerin yüzlerinde ki çok daha önemliydi - ki çok daha önemliydi Tüm gün polisle mücadele edersek aynı zamanda polis basınıyla da mücadele etmeliyiz.

 Mantıklı.

 Mantıklı.

 Oturumu açın.

 Sayın Yargıç içeri girmeden önce Bobby X ayağa kalktı ve bu odadaki siyahlarla konuştu.

 - Haklısın.

 - Dedi ki, eğer Anayasal haklarıma dayanarak konuştum.

 Bunu yapmaya hakkım var ve kendim için yapabildiğim ne varsa yaparım!

 Ve dışarıdaki o insanlara dediği Bunun kayda geçmesini - İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 - İtiraz reddedildi!

 Onların yaptığı bir saldırıyı dile getiriyordu ve dedi ki Pis bir yalancı!

 Onlardan değil, onlara bir saldırı Domuzların bir saldırısı!

 Karşılık verin dedim!

 Kokmuş ırkçı bir domuzsun!

 Yalancı bir faşist!

 Pis bir yalancısın.

 Yalancı faşist domuz.

 Saldırıya uğrarlarsa karşılık vermeye hakları olduğunu söyledim.

 Yalan söylüyorsun!

 Onlardan değil onlara bir saldırı!

 Domuzlardan!

 Onlara kendilerini savunmalarını söyledim.

 Irkçı!

 Sen tam bir yalancı faşistsin.

 Yalancı pis bir yalancı faşist domuz.

 Karşılık vermeye hakkımız var!

 Umarım kayıt altına alınmıştır ve Nixon'un davacısını ortaya çıkarır.

 Çünkü yalancı o!

 Karşılık vermeye hakkımız var!

 Bana saldırırsan karşılık veririm!

 Söyledikleri bunlar.

 Aynen söylediği gibi.

 Nasıl?

 Fiziksel saldırı açısından O lanet olası polislerin saldırısı dedim!

 Saldırıya uğradıklarında insanların karşılık verme hakkı doğar!

 KÜÇÜK KAVGALAR BÜYÜK İSYANLARI DOĞURUR Bisikletim bozuldu!

 Bu araba o kadar kötü değil.

 - Onu nereden çaldın?

 - Evimin arkasındaki caddeden.

 Hırsızlık seni hiç değiştirdi mi?

 Elbette, şimdi daha ileriye gidiyorum ve daha hızlı geri döneceğim.

 O fabrikada üç yıl çalıştım.

 Şarkımı açtığımda sanki hâlâ orada çalıştığımı hissediyorum.

 Çünkü, ne de olsa oradaki insanlar için yapılmış tek müzik.

 Orada çalışıp onu açtığım için.

 Sadece Tom Jones'u sevdiklerini düşünmüştüm.

 Rock umurlarında bile değildi.

 Evet Artık değil.

 Çünkü radyoyu dinledikleri her gün beyinleri yıkanıyor.

 Gün boyunca tek duydukları en son burjuva saçmalıkları.

 O müzik onların mücadelesi değil.

 Hayali bir müzik.

 Unutmalarını sağlıyor öyle ki tüm gün aptal gibi radyolarının başında oturuyorlar.

 Onlara Mustangler kenar mahalleler ve Blighted Love'dan bahsediyor.

 Ama benim müziğim öyle değil.

 Benimki günlük hayatlarından bahsediyor.

 Metroya beleşe binme polislerin onları ölesiye dövmesi.

 Beni dövme biçimleri.

 Polisler beni dövüyor çünkü o müziği açıyorum.

 Ve polisler de bunu biliyorlar.

 Çürümüş kapitalizmin çelişkileri en çok gençleri, özellikle de dört alanda vuruyor.

 Eğitim, iş; asker alımı ve ordu.

 Polisler ve adalet.

 İlki: okul hapishanelerine gençler ırkçı, şovenist jingoist, komünist karşıtı ve işçi sınıfı karşıtı yalanlarla tıkıştırılmışlardır.

 Gitarımla yapmak istediğim şey bir tiz haykırış, büyük bir haykırış, bir çığlık.

 "Haykırış" çok güçsüz, gerçekten.

 İstediğim, o hapishane gibi fabrikada o askeri hapishanede tüm gün kilit altında tutulan tüm insanlar için bir çığlık, bir haykırış.

 Çünkü onlar insan.

 Seni durduran ne?

 Tüm elektronik aygıtlar elinin altında!

 Neden yapmıyorsun?

 Çünkü şu anda kimse bir çığlık duymak istemiyor ve tepedeki insanlar diğerlerinin duymasını engellemek istiyorlar.

 Çünkü onlar da hep birlikte haykırmaya başlamaktan korkuyorlar!

 İkincisi: gençler arasındaki işsizlik ülke ortalamasının üç katı.

 Gitgide çok daha iş, otomasyon tehlikesiyle karşı karşıya kaldığından özelleşmiş sanayilerin çöküşünden sendikalar zaten işi olanların işini garantiye almak yönünde hareket ediyorlar.

 İş gücü piyasasına yeni gelenler iş bulamadıkları için işsizlik artıyor.

 --artan ürün normların-- ve azalan güvenlik standartların --benzer bir etkisi var-- Gitarım dile geldiğinde insanların sabah ilk şey bunu duymalarını istiyorum.

 Kulaklarında çınlamasını istiyorum, tüm gün onlarla olmasını istiyorum.

 Neden mi?

 Bu sayede uyanmak zorunda kalacaklar!

 Kulaklarında bir çığlık varken rahat uyumazsın.

 Onu duymalarını istiyorum.

 Tüm gün, her gün.

 - Neden mi?

 - Bu sayede devrimi başlatacaklar.

 Pazar gecesi diye bağırdı: "Sokaklar insanlara ait".

 "Domuzları kovalım!

" - Kalabalık nasıl tepki verdi?

 - Neşelendiler.

 - Kötü dil çok kullanıldı mı?

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 Sanığın konuşma alışkanlıklarının davayla bir ilgisi yok.

 Konu dışı.

 Kötü dil yüzünden mahkemeye çıkmadı.

 Reddedildi!

 Konuyla oldukça ilgili.

 Anlamaya başlıyorum.

 - Ne dedin?

 - Anlıyorum dedim.

 İddia makamı söz alabilir, siz değil!

 Pekâlâ, sessiz olacağım.

 Şimdi bir anlığına geçmişe gidelim ve Jacky Martin'in ahlak anlayışına biraz ışık tutalım.

 Polis onu zaten biliyor.

 17 yaşında, 15 yaşındaki kız kardeşiyle birlikte oldu ve 7 ay hüküm giydi.

 Avukat, daha kötü bir cezadan kurtulması için ona suçunu itiraf etmesini söyledi.

 Sadece bir battaniyemiz vardı, işte bu yüzden!

 Ve yargıç bana kendimi öldürmem gerektiğini söyledi.

 Yaratıkların yok edilmeleri gerektiğini söyledi.

 Sanık, mahkemenin talimatları görmezden gelmeye devam ederse mahkemeye itaatsizlikten suçlu bulunacak.

 Tamam, anlıyorum.

 Susuyorum.

 Tamam, anlıyorum.

 Susuyorum.

 Sessiz olur musunuz?

 İngilizce anlıyor musunuz?

 İngilizce anlıyor musunuz?

 Sessiz olur musunuz?

 Olacak mısınız, evet mi yoksa hayır mı?

 Evet mi, hayır mı?

 Evet, seni lanet olası faşist, kapitalist piç kurusu!

 Bu siyah geçiş sırasında Vladimir ve Rosa, genç işçilerin vahşi isyanı ve siyahi devrimci hareketi arasındaki nesnel bağları göstermek için kamerayı Jacky'den Bobby'ye ve tekrar gerisin geriye çevirmenin iyi olacağına karar verdiler.

 Daha sonra bu adamın kalabalığı parka sevk ettiğini ve polisi saldırmaya kışkırttığını kanıtlayacağız.

 - Ne maskaralık ama!

 - Kim söyledi bunu?

 - Bilmek istiyorum.

 - David Dellinger Yaptım, savcının şerefsizliği beni mağlup etti!

 İtiraz ediyorum!

 - İtiraz kabul edildi!

 - Himmler, söylemek isterim ki - "Yargıç Himmler" size!

 - Eşitliğe inanıyorum.

 Bu ülkenin yasalarıyla alay etmekten seni menediyorum!

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Kızlar arabadan çıktılar onu yere çaldılar ve soydular üzerinde tepindiler ve karnına vurdukları tekmelerle onu bayılttılar.

 Angelo'nun iyileşmesi iki gün sürdü.

 İhtiyacı olan Yaşasın Kadın Özgürlük Cephesi, Sıfır Yıl!

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Durun efendim, durun!

 Şiddetten bahsedeceğim.

 Hareket'in yandaşları olan bizler iki seçeneğin olduğunu düşünüyoruz.

 Devrimci savaşta asker olmak ya da burjuvalarımızın çukuruna batıp komünist karşıtı domuzlar olmak.

 En büyük devrimci potansiyeli genç insanlarda vardır.

 Çünkü imtiyazları kurumsallaşmadı ve Batı Beyaz çalışma sınıfının en yabancılaşmışları da onlardır.

 Tek bir söz solcuları devrimci yapmaya yetmeyecektir.

 Sadece eylem ve sözler bir olunca bunu başarabilir.

 Bu, tek başına yetmez, çünkü genç beyaz bir kişi beyaz teninden dolayı her daim bir burjuva bolluk ve ayrıcalık deliğine geri dönebilir.

 Her zaman, tabii insan kendini sadece fikirleriyle değil yaşam biçimiyle de tümüyle devrime kaptırmazsa.

 Alo?

 El Al Havayolları mı?

 İyi günler Benim fikrime göre şu an Tel Aviv'den Washington'a uçan 2,5 kilo gelen şey ne?

 Şu noktada silahlı mücadele sadece sabotaj eylemleri olarak değil nerede ne şekilde olursa olsun emperyalizmin tüm güçlerine karşı aleni saldırılar şeklinde yaygınlaşıyor.

 Pekâlâ, hepimiz lümpen proleterleriz.

 Lümpen proleterleriz.

 Kapitalist kuruluşlarda ve üretim araçlarında kazanılmış bir hakkımız yok.

 Üretim araçları ve bunların kuruluşlarıyla alakalı da hiç bir güvenliğimiz söz konusu değil.

 Lümpenler her daim yedekte olan yedekte bir işçi sınıfı oluşturuyorlar.

 Asla çalışmadılar ve çalışmayacaklardır da.

 Ne vasıfları var ne de kabiliyetleri.

 Yerlerini makineler, otomasyon ve sibernetik aldı.

 Yönetim, onları yeni teknikler için eğiterek onlara yardım yapmayı reddetti.

 Yardım kuruluşlarından ve sosyal güvenlikten aldıkları yardımlarla yaşıyorlar.

 Kışkırtma çok mu karmaşık?

 Hayır!

 Tam hedefe yönelik açık broşürler çıkar.

 Her yere asabileceğin afişler.

 Ama her iki durumda da savaş hileleri gereklidir.

 Patron sırtını dönerse bir sonraki atölyeyi de karıştır.

 Sırtını dönmezse eğer o zaman sırtını duvara yasla ki istediğin gibi kendini acındırasın.

 Sadece biraz cesaret ve dayanışma gerektiriyor.

 Makinelerin egemen olduğu bir ekonomide yüksek seviye üretimini sadece işçi sınıfına atfedemezsin.

 Bilgisayarlar işçi sınıfının bir parçası değildir.

 Ancak işçi sınıfı adına konuştuklarını iddia eden ve özellikle belirli "Marksist-Leninistler"in makineler ya da bilgisayarlar gibi davrandıkları görülüyor.

 Bir atölyenin amaçlarını ve acil hedeflerini saatlerce tartışmak da neyin nesi?

 Geleceğe odaklanma.

 Sadece uygulamaya dayalı tartışmalar faydalıdır.

 Ya da patronlarla savaşma yollarındaki birlik.

 Organize olmaya işte böyle başlarsın.

 Çok kolay.

 Lümpen proletarya kendi hayatları üretim araçları ve sosyal kurumlarla olan özel ilişkileri açısından kendi isyancı güçlerini oluşturmalı.

 Devrim yoluna set çekmeye çalıştığında kendi sınıflarındaki sağ kanat da olmak üzere etraflarını saran tüm yapılara saldırmalılar.

 Bay Kunstler, tanığı çapraz sorguya alabilirsiniz.

 Bu tanığın ifadesi sadece Bobby X'i ilgilendirir üstelik ben onun avukatı değilim.

 Tanığı çapraz soruya çekmek istiyorum.

 Hayır!

 Bu mesele kapanmıştır!

 Oturun!

 Neden beni takip ettin?

 Otur, zenci!

 Siyah Panterler'e sızmayı hiç denediniz mi?

 Bir Kara Panter öldürdüğün oldu mu?

 Bu mahkeme, Bobby X'i 7, 9 ve 13.

 celselerde mahkemeye saygısızlıktan suçlu buldu ve kendisini belirtilen her bir suçtan 16 aylık hapis cezasına çarptırmıştır.

 Kararlar ardarda uygulanacaktır.

 Üstelik, Bobby X'in komplo davası sanık arkadaşlarınınkinden ayrı tutulacaktır.

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 Savunma ve vekillere hükmü bir tiyatro havasıyla okudukları için bir hakaretti.

 Tanrı'nın bana verdiği sesle konuşuyorum.

 Filistinliler Tanrı'nın kendilerine vermediği uçakları kaçırıyorlar!

 Bu siyah kısmın anlamı ne?

 Elimizde Bobby'yi temsil etmeyi reddeden Kunstler'in bir görüntüsüyle Bobby'yi mahkemeye saygısızlıktan kovan yargıçlardan birinin görüntüsü var.

 Bu siyah parça, siyahi radikal Bobby'nin ortadan kaybolduğu anlamına geliyor.

 Bu yüzden bir kez olsun bu siyah ekran bir anlam taşıyor.

 Bobby'nin yokluğu.

 Bizim için Vladimir ve Rosa film yapımında büyük bir zafer.

 Çok uzunca bir süredir bu siyah kareleri yanımızda taşıyorduk.

 Mayıs 1968'den beri sapı ve ağzı olmayan bir bıçağı saklamak.

 Başlarda, bu siyah kareler çekemediğimiz karelerdi.

 CBS'e ait olduklarını ve onları satın alamadığımızı söyleyecektik.

 Bu yüzden yerine siyahi bir lider koyduk.

 Sonra bu siyah karelerin ne şekilde çekeceğimizi bilmediğimiz kareler olduklarını fark ettik.

 Burjuva ideolojisi ve emperyalizm kareleri hiç de siyah değildi.

 Herhangi bir Fames Bond filmi gibi renkliydiler.

 Böylece biz, siyah-beyaz görüntüleri, yapım ilişkilerini aramaya başladık.

 İlişkileri tanımlayan görüntüler.

 Sorunumuz burjuvazi ve emperyalist filmlerdeki renk farklılığını göstermek için siyahla başlamak.

 Şimdilik, Yves'in, jürinin, Vladimir, Rosa ya da Juliet'in görüntüsünden sonraki siyah görüntü Bobby'nin gittiğini, dolayısıyla da en sonunda zaferi işaret ettiği anlamına geliyor.

 Gerçek bir zafer, Proust'un hizmetçisi gibi değil "Zafere Doğru" mahiyetinde bir zafer.

 Filistin mücadelesine bir katkı.

 Sayın Yargıç, bu bir hükümet hilesi.

 Bu mahkemede hükümete karşı hakaretleri hoş göremem!

 Dikkatli olun, Bay Kunstler.

 Bırakalım iki kişilik bir komite meseleyi incelesin.

 Birini hükümet, diğerini savunma makamı seçsin.

 Burada yetkili benim ve kendi soruşturmamı yürütecek kadar yaşım var.

 Bayan Russel.

 Bu mektupta ne var?

 "Dikkat edin, sizi izliyoruz.

" İmza: Kara Panterler.

 Daha önce bu mektubu gördünüz mü?

 Hayır, asla.

 Artık gördüğünüze göre, söyle evladım: Bu jürinin bir üyesi olarak hâlâ tarafsızlığını koruyabilir misin?

 - Hayır, efendim.

 İtiraz ediyorum!

 Jüri üyesi mektubu asla görmemişti.

 Sayın Yargıç mektubu ona gösterdi ve artık tarafsız olmadığını söylemesine sebep oldu.

 İtiraz reddedildi!

 Her zamanki gibi, Yargıç efendi.

 Ne?

 Bu da neydi?

 Ne?

 Ne?

 Ne?

 Savunmanın her zamanki gibi itiraz edildiğini söyledim.

 Yargıç efendi.

 Bu tahammül edilemez oluyor, Bay Kunstler Jürinin son olaylardan ya da mahkemenin çılgınca soytarılıklarından etkilenip etkilenmediğini test edelim.

 Bu son olacak!

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 Savunma makamının bu edepsizliğinin eşi benzeri yoktur.

 Yöntemlerim davacı makamınkiyle aynı.

 Seni ibne solcu avukat!

 Seni komünist!

 Sessiz!

 Savunmanın isteği reddedildi çünkü açıkça belirtilmemiştir.

 Açıkça belirtebilir miyim?

 Hayır, bin kere hayır!

 Bana kurnazlık yapmaya çalışmayın, Bay Kunstler.

 Ona geri dönelim.

 Nedir isyan?

 1 Mayıs 1968 tarihli yasaya göre üç ya da daha fazla şahıs tarafından işlenen suç halkın huzurunu bozan bir davranıştır.

 Birlikte oldukları sürece üç kişiden hangisinin şiddet eylemini işlediğinin bir önemi yoktur.

 Yatakta yatan üç insanı ele alalım ve dördüncüsü camdan kül tabağını düşürdüğünü varsayalım.

 Yasal olarak bu bir isyandır.

 Burada ayrıca şiddetin bir tanımı var.

 Sadece bir şahıs değil mal da hedef alınabilir.

 Lastik parçalayan üç çocuk Bu bir isyandır!

 Başka bir deyişle polis memurları Yves Alfonso'nun lastiklerinin kesildiğini doğruladılar ve ifade kimin tarafından yapıldığını gösterdi.

 Bu sebeple suçlamayı tersine çevirebiliriz: İsyanın suçlusu şehir polisidir.

 Bu odada üçümüzden başkaları da var.

 Bu yüzden bu oturum bir isyan ve sen de bundan sorumlu kişi olduğunu söylüyorsun!

 Daha fazla tanık çağırmak istiyor musunuz?

 Evet, Sayın Yargıç.

 O halde acele edelim.

 Zaman harcamayalım.

 Tatil geliyor.

 Bir tatili hak ediyorsunuz.

 Son tanığım, "Sekizlinin davası" olarak bilinen davayı düzenlemek amacıyla hükümet tarafından tayin edilen Chicago Mahkemesi Kurulu Başkanı Yargıç Ernest Adolf Himmler.

 ve şimdi sekiz eksi bir.

 Üçüncü celsede şahit açık olmadığı halde neden bir ifadeyi "açık" buldu?

 İtiraz ediyorum, Sayın Yargıç.

 Kabul edildi.

 Sayın Yargıç, cevap vereyim mi?

 Şahit cevap vermek zorunda değil.

 7.

 duruşmada, savunma makamının bir teklifi reddedildi.

 Çünkü dava vekili dört saatlik ihbarnamesini vermedi.

 İki dakika sonra adli takibat önerisinde bulundunuz.

 Neden?

 Neden?

 İtiraz ediyorum!

 Kabul edildi!

 Cevap vermeli miyim?

 Hayır, muhterem tanık.

 Soruya cevap vermeniz gerekmez.

 Dört buçuk aydır burada elinde fıstık, yaşlı bir maymun gibi haksız, saçma sapan itirazlarınızı izliyorum.

 Artık biliyorum ki bu faşist bir duruşma.

 Bunu tüm kalbimle söylüyorum.

 Barodan ihraç edilsem ya da hapse girsem bile Çünkü barodan ihraç edilmek ya da hapse girmek için daha iyi bir neden göremiyorum.

 Devam et.

 Devam et.

 Ülkenin geleceği, artık bir avuç milyonerin çıkarlarına ya da tek taraflı hesaplanmış kârlarına bırakılmasına izin verilmemelidir.

 PATRON ÖDEYEBİLİR Devam et.

 Devam et.

 Bu mahkeme salonunda adalet diye bir şey yok.

 Bu dava anlamsız.

 Bu insanları hapse atmak linç etmenin yasallaşmış bir halidir.

 İnsan Hakları Sözleşmesi eğer hükümet insan haklarını ihlal ederse başkaldırmanın kutsal bir hak aslında bir zorunluluk olduğunu söyler.

 Bir şahıs mutlak gücü eline geçirdiğinde bize giydirdiğiniz zincirlerden başka kaybedecek bir şeyi olmayan özgür kişilerce öldürülmeli.

 Özgür insanlar olarak bizler, seni ölüme mahkûm ediyoruz.

 Mahkeme, jürinin karar üzerinde tartışırken sanıkların uzun saçlarına tuhaf giysilerine kötü tavırlarına, siyasi kanaatlerine ya da şiddet dolu konuşmalarına karşı hissedebileceği herhangi bir kişisel düşmanlıktan etkilenmemesini bildiriyor.

 Tanrı yardımcın olsun.

 Hitler haklı olabilir: "Toplumumuzdaki vahşi yaratıklar yok edilmeli.

" Dinleyiciler arasındaki yoldaşlar ve dostlar.

 Birkaç dakikaya karar okunacak.

 Ne olacağını önceden biliyoruz.

 Çünkü radikaller olarak bir işimiz de gelecekte ne olacağını öğrenmek ve yarın ve ondan sonraki gün ne şekilde hareket edeceğimizi bilmek için geçmişte ne olduğunu günümüzde analiz etmektir.

 Yoldaşımız Bobby X hükümleri okuyacak ve akabinde mahkemeden kendi sonuçlarını çıkaracak.

 Komplo suçlaması, Şikago 8: suçsuz.

 Lumumba yasa değişikliği olarak da bilinen 11 Temmuz 1969 tarihli kanunun 8.

 fıkrasının ihlali suçlamasında bu yasayı bir eyalet sınırını isyana teşvik niyetiyle ya da isyana teşvik niyetinin niyetiyle geçerek bu yasayı çiğnediğinden Anne Wiazemsky ve Jacky Martin, suçsuz.

 Friedrich Vladimir, Karl Rosa, David Dellinger Juliet Berto, Yves Afonso ve ben Bobby X, suçlu.

 Kanunun öngördüğü maksimum ceza 5 yıl ve 10 bin dolardır.

 Cüce Himmler bize karşı çok acımasız olmayacak.

 5 yıl ve 5 bin dolarla yırtarız.

 İlaveten, mahkemeye itaatsizlikten sanıkların aldıkları cezalar şu şekildedir: Yves Afonso: 1 yıl 2 ay, 14 gün 22.

 suçlama.

 Anne Wiazemsky: 9 ay, 17 gün, 23.

 suçlama.

 David Dellinger: 2 yıl, 5 ay 5 gün, 14.

 suçlama.

 Juliet Berto: 2 yıl, 1 ay 18 gün, 32.

 suçlama.

 Jacky Martin: 1 yıl, 8 ay 4 gün, 17.

 suçlama.

 Friedrich Vladimir: 2 yıl, 6 ay 3 gün 57.

 suçlama.

 Karl Rosa: 2 yıl, 2 ay 16 gün, 62.

 suçlama.

 John Kunstler: 4 yıl, 13 gün 47.

 suçlama.

 Ben, Bobby X: 4 yıl, 18 gün, 237.

 suçlama.

 Burjuvazi bizi sadece haydutların ve gangsterlerin belirli özgürlük yöntemlerini kullandıklarına ikna ediyor.

 Sadece burjuvazinin güç kullanmaya "hakkı" var.

 Şerefini korumak için her kim güç kullanırsa burjuva kontrolü altındaki kitle iletişim araçları o kişileri hemen kötülüyor.

 Kara Panter Partisi Yüce Divan'a ana fikri ölüm cezasının sadece fakirlere ve teni renkli insanlara uygulandığını belirten bir mektup gönderecek.

 Bu, elektrikli sandalyeye giden ölüm sırasında kolayca görülebilir.

 Orada, hücreleri sadece fakir beyazlar, siyahlar Araplar ve diğer renkten insanlar işgal ediyor.

 Ölüm cezası bir sınıf silahıdır.

 Birilerinin kana susamış delilerle ve insanların arasında sıraya girmesinin zamanı geldi.

 Adalet sistemini sadece burjuvazinin gücünü koruyan yozlaşmış bir kurum değil aynı zamanda hain canilerin ellerinde bir çeşit tezgâh olarak görüyoruz.

 Polisin burjuvazinin ve büyük patronların temsilcisi olduğundan artık açıktır ki güç yapısına karşı savaş vermek için sıradan polis memurlarına yönelik günlük mücadelemizi yürütmeliyiz.

 Çünkü onlar burjuvazinin yardımcılarıdır.

 Amerikan emperyalizmini genel olarak yenmek için Vietnamlılar da özellikle her Amerikan askerine karşı savaşmalıdırlar.

 Benzer şekilde öğrenciler, aynı zamanda emperyalizmin askerleri olan sıradan profesörlerle de savaşmalılar.

 Bizimkisi bir Vanguard Partisi.

 Ama gücü kitlelerin güvenine dayanıyor.

 Ayakkabı yapacağız.

 Hapishanede şunun farkına vardım ki pek çok tutuklu ayakkabı yapımında ustalaşmış.

 Her türlü ayakkabı.

 Tutuklular tarafından giyilmiş ve aynı zamanda hükümet organlarına satılmış.

 Tutuklulara saatte 2 sent ödeniyor.

 Tamam.

 Kendi halkımız için ayakkabı yapacağız.

 Harlem'de, Watts'da, Philadelphia'da pek çok evladımız yalın ayak geziyor.

 Sınıf sistemine ve birkaç kişinin ayrıcalıklarına bir son vermek istiyoruz.

 Bu, kültürel farklılıklara bir son vermek anlamı taşımıyor.

 Farklı kültürlerin birleşmesinin bir buket çiçek gibi olabileceğine inanıyoruz.

 Bu vizyon dünya şimdikinden daha iyi bir yer olacaksa önemlidir.

 Yoldaşlar!

 Yoldaşlar!

 Hepimiz burjuvaziye karşı bir çeşit ayaklanma içindeyiz.

 Sıradan ve siyasi mahkûmlar arasındaki fark yapaydır ve bizi bölmek için tasarlanmıştır.

 "Onlar" sizinle iletişime geçmemizi istemiyorlar.

 Ama parmaklıklar devrimci fikirleri durduramaz.

 Neden hapistesiniz, yoldaşlar?

 Çünkü burjuvazi için çalışmayı reddettiniz.

 Çünkü patron ceplerini alın teriniz pahasına doldururken siz üç kuruş maaşla sömürülmek istemediniz.

 Ford, Mercedes, Renault gibi yerlerde kendinizi öldürmek niye?

 Burjuvaziden çalmanız daha yerinde olur.

 Haklısınız, yoldaşlar.

 Haklıydınız.

 Burjuva gücüne karşı isyan etmek her zaman doğrudur.

 Bir bakıma haklıydınız.

 Ama anlamalısınız, yoldaşlarım.

 Anlamanız lazım: Her şeyi tek başına yapmaya çalışmak uzun vadede çok fazla şeyi değiştirmeyecek.

 Küçük çapta bir hırsızlık 2 silahlı soygun, 3 ev soygunu, 4 gasp 5 cinayet burjuvaziyi bizi sömürmekten alıkoyamayacak.

 Yoldaşlar, birleşmeliyiz!

 O gün Argenteuil'de ayaklanma başladı.

 Sonrasında bunu Ivry, Bagneaux ve Maxe Ville izledi.

 İşçilerle, fakir çiftçilerle, sıradan askerlerle ve devlet memurlarıyla, taksi şoförleriyle ve öğrencilerle birleşmeli ve onlar siz tutuklularla birleşmeli ve siz de onlarla birleşmelisiniz.

 Hepimiz birleşmeliyiz, derhal.

 Hemen burada, bu hapishanede.

 Birleşmeliyiz.

 Bu gece, hücrelerinize döndüğünüzde.

 Bu hayattan bıktınız!

 Biz de.

 O halde birleşelim ve isyan edelim!

 Hemen burada bu hapishanede, hücrelerimizde, avluda.

 Başlayalım.

 Şimdi hemen burada, hücrelerimizde kantinde başlayalım.

 Örneğin, bir süre sonra günde bir dolar için tekrar şeye döndüğünüzde, ne bileyim ampul telleri yapmaya ya da bisiklet gidonlarını tamir etmeye döndüğünüzde sendika ücretini talep edin!

 Bu, Mazda için çok önemli bir şey olacaktır!

 Yoldaşlar Suç, onu geride bırakabilmek şartıyla ihtilale yol açar.

 Yoldaşlar, bu hapishane onların olduğu kadar da sizindir!

 Yoldaşlar ve dostlar bu direniş çağrısı bize sınıf farklılıklarını unutturmamalı.

 Sonuçlar bir araştırmanın başında değil, sonunda ortaya çıkar.

 Bir durumu anlamanın tek yolu onu sınıf gerçekliği açısından incelemekten geçer.

 Liderler, Marksist bakış açısından detaylı incelemeleri sürdürerek kendilerini birkaç kasaba ya da şehirlere adamalılar.

 Sınıf analizi.

 Bu, bir durumu anlamadaki başlıca yoldur.

 Komünistler devrimin aynı zamanda gücü ve gayesidirler.

 Çeviri: neco_z@hotmail.

com||

Week.End.1967

42673||6245825||18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER İÇİN SAKINCALIDIR COPERNİC FİLMS TAKDİM EDER EVRENDE BAŞIBOŞ DOLANAN BİR FİLM - Kim arıyor?

 - Ofisten arıyorlar.

 Sonra anneni arayıp kliniği doğrulat.

 - Aradığımı söyledim ya.

 - Yanlış anlamış o zaman.

 Bizi öğle yemeğinden sonra bekliyor.

 Babanı klinikten eve getirirken Roland bir kaza geçirip ölse güzel olurdu.

 ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM - Frenleri tamir ettirdi mi?

 - Hayır, ona unutturmayı becerdim.

 Geçen Pazar günü Evreux Kavşağı'nda 7 kişi ölmüş.

 Çok harika olurdu.

 HAFTA SONU Çeviri: daedalus Peki sen ne yapacaksın?

 Onlarla dönmem; bir yalan uydurup bronşit oldum, derim.

 Ne geçiyor aklından?

 Roland benden şüpheleniyor mu sence?

 Birkaç kez gözlerini dikip baktı bana.

 Yok, canım.

 Onu sevdiğimi sansın diye, onunla birkaç defa yattım.

 Bir daha burayı arama, tehlikeli.

 Farını kıran adamın birini dövüyordu ötekisi.

 Bir an için adamın öldüğünü zannettim.

 Evet, ölen aslında o karı olsaydı daha güzel olurdu.

 Hayır, önce para.

 Dinle, bunu seni sevdiğim için söylüyorum.

 Dikkat etmem gerek.

 Uyku hapları ile gazdan sonra Süzme salaktır, ama eninde sonunda anlar.

 Esas önemli olan, babasının geberip gitmesi.

 Corinne parayı aldıktan sonra onun da icabına bakarız.

 Evet, seni seviyorum.

 Evet, gayet iyi bildiğin gibi sen benim muhteşem cadımsın.

 Pazartesi görüşürüz.

 Baştan başla.

 Ne zaman oldu?

 Salı Salı günü, havuzdan sonra.

 - Bana evvelki gün demiştin.

 - Yanlış söylemişim.

 Salı olduğuna eminim, çünkü Çarşamba günü son hapı aldım.

 Olanlardan sonra korkum azaldı zaten.

 Niye korkuyordun?

 İlk defa olmuyordu zaten.

 Kadın dergilerindeki romantik hikayelere benzemez.

 Bilemiyorum, bakışları çok vahşiydi.

 Ağzı, sözleri Mercedes'te başladı.

 Ondan çok hoşlandığımı, kısacık bir seks yaşamak istemediğimi söyledim.

 Başka bir yerde buluşmalıydık.

 Bu arada, arabada seks gerçekten sıkıntı vericiymiş.

 Beni eve götürmesini, onu öğleden sonra arayacağımı söyledim.

 Sevişmek istiyordum ama beklemeyi tercih ettim.

 O ne dedi?

 Benim vücudumdan ve onu nasıl tahrik ettiğinden bahsetti o kadar kaba sabaydı ki.

 - Beni de düşündün mü?

 - Tabii ki düşündüm.

 Seni evine kadar götürdü.

 Doğru anladım, değil mi?

 A N A L İ Z Sonunda, Molitor Sokağı'nda durduk ve park yerinde uzun uzun öpüştük.

 Bir eli bacaklarımın arasındaydı, diğeriyse boynumu kavramıştı.

 Orada öyle durdu, hiç kıpırdamadan.

 Peki sen?

 Ben de kıpırdamadım.

 Üşümüştüm.

 İçki istediğimi düşünüp St.

 Lazare'a götürdü beni.

 Tüm kafeler kapanmıştı.

 Pasquier Sokağı'nda yaşadığı için yakındaki St.

 Lazare'a gitmeniz normal.

 Yorulmuş ve üşümüştüm.

 Şimdi fark ediyorum ki; hiç de sarhoş olmamışım.

 Beni hemen becermesini istedim.

 Yer fark etmezdi, asansörde bile olurdu.

 Ama hiçbir şey söylemedim.

 Asansör kapısını kapatırken bir omzu göğsüme sürtündü.

 - Neden?

 - Sürtündü işte.

 Daha sonra Monique gelip kapıyı açtı.

 Çok şaşırmıştım.

 Çünkü; şu tasarımcı var ya, onunla İspanya'ya gittiğini sanıyordum.

 - Tanımıyorum.

 - Sinema kuyruğunda görmüştük ya.

 Ha, tamam.

 Ama onun o adamın karısı olduğunu bilmiyordum.

 İki aydır evliler.

 Sonra?

 Bizi içeri aldı.

 Paul ceketini çıkardı.

 İçmek için sıcak bir şey olup olmadığını sordu.

 Monique, sadece viskiyle ucuz kırmızı şarap olduğunu söyledi.

 Sonra da buna güldü.

 Birden, Paul'un suratı kıpkırmızı kesildi.

 Ben de kahkahalar atmaya başladım.

 İkimize baktı ve içeri gidip üstünü değiştireceğini söyledi.

 Monique ile ikimiz onun odasına gittik.

 Fena değildi.

 Şömine vardı.

 Montumu çıkardım.

 Monique bana baktı.

 Neden titrediğimi sordu ve şayet üşüdüysem soyunabileceğimi, utanmanın lüzumsuz olduğunu söyledi.

 - Sonra da bana yardım etti.

 - Ne için?

 Eteğimle kazağımı çıkartmak için.

 Üstümde sadece sütyenimle külodum kalmıştı.

 Ateşe doğru ilerledim.

 Sırtım, Monique'e dönüktü ama beni izlediğinden emindim.

 Neden konuşmadığını sordum.

 Bana cevap vermeyince arkamı döndüm.

 Pencerenin kenarında sırtı bana dönük duruyordu.

 Ona baktığımı hissetti.

 Sabahlığını çıkardı.

 Çırılçıplaktı.

 Kalçalarının büyük olup olmadığını sordu, büyük olmadıklarını söyledim.

 Yüzünü döndü, bacaklarını açtı ve onları tarif etmemi istedi.

 Bembeyaz kalçaları olduğunu ve kıllarının simsiyah bir karaltı oluşturduklarını söyledim.

 Paul'ü çağırdı.

 Ve kendisi de arkama geçti.

 Neden?

 Sütyenimi çıkarmak için.

 Paul içeri geldi.

 Pijama giymişti, gömleğinin önü açıktı.

 Elinde viski şişesi vardı.

 Bana içirdi.

 Monique'e devam etmesini söyledi.

 - O ne yapıyordu ki o sıra?

 - Göğüslerimi okşuyordu.

 Sonra?

 Paul de soyundu ve aletini bana gösterdi.

 Monique'e külodumu çıkarmasını söyledi.

 Beni dizlerimin üzerine çöktürdü ve kafamı Monique'in bacak arasına soktu.

 Şimdi, sırtım Paul'e dönüktü.

 Monique kalçalarımı ayırdı, diye hatırlıyorum ve Paul de sürekli onlara bakıyordu.

 Sonra daha da yaklaşıp onları ellemeye başladı.

 Şişenin içinde kalanlar sırtımdan aşağı döküldü.

 Viskinin kalçalarımın arasına doğru aktığını hissettim.

 Paul diz çöküp kıçımı yalamaya başladı.

 Nahoş değildi, bayağı zevkliydi.

 Monique'in kıllarını boynumda hissettim.

 Kılları saçlarıma karışmıştı.

 Kocası kalçalarımı öperken benim ellerimi kendi kalçalarına koydu ve yeniden göğüslerimi okşamaya başladı.

 Kalçalarının, parmaklarımı içine almak için açıldığını anladım ve onları yakınlaştırdım.

 Ya sen?

 Bunun hakkında konuşmamı istediler.

 Duygularım onları daha da heyecanlandıracaktı.

 Gitanes mı var sadece?

 Amerikan sigarası yok mu?

 Var.

 Ceketimde.

 Kalmamış.

 - Gitanes iç.

 - Onu da hiç sevemiyorum.

 Hepsi bu kadar mı?

 Bir süre sonra Paul, Monique'ten benimle yer değiştirmesini istedi.

 - Dizlerinin üstünde mi?

 - Evet.

 Kız benim vajinamı yalıyordu, ben de Paul'e onu becermesinde yardım ediyordum.

 Bu kadar mı?

 Sonra üçümüz de mastürbasyon yaparken birbirimizi izledik.

 Sonra Paul birden bağırdı: "Mutfağa, karılar!

 Mutfağa!

" - Neden mutfak?

 - Anlatıyorum, dur.

 Buzdolabında kedi için bir tabakta süt vardı.

 En yukarıda duruyordu.

 Monique birden soruverdi: "Bulaşıklara oturabilir miyim sence?

 Var mısın?

" "Bence oturamazsın", dedi Paul.

 Buzdolabı hizasına gelmek için lavaboya çıktı ve oturdu.

 Gözlerini bizden hiç ayırmadan, ikimize mastürbasyon yapmamızı emretti.

 Bitti mi?

 Ben tam boşalmak üzereyken Paul durmamı ve lavaboya çıkmamı söyledi.

 Ve sonra da Monique'in önünde diz çökmemi.

 Buzdolabından bir yumurta aldı.

 Monique'in süt içindeki kadınlığını yalarken ben, yumurtayı kalçalarımın arasına koydu.

 Ben tam boşaldığımda yumurta kırıldı ve bacaklarımdan akmaya başladı.

 - Gerçek mi, yoksa bir kabus muydu bu?

 - Bilmem.

 Sana aşığım, Corinne.

 Beni tahrik ediyorsun.

 CUMARTESİ CUMARTESİ SABAH 10 Acele et yoksa trafiğe yakalanırız.

 Söylesenize bayım, bu hurda ne marka?

 Ben biliyorum, ben biliyorum.

 Külüstür bir Facel marka bu!

 Karınız gibi külüstür.

 Külüstür bir Facel!

 PARİS YAŞAMINDAN BİR KESİT Anne, Dauphine'e çarptılar!

 - Özel bilgilerinizi vermelisiniz.

 - Patlatacağım bir tane senin bilgine!

 Anne!

 - Para ister misin?

 Hadi, sus bakalım.

 - Teşekkür ettim.

 Hey, 8805!

 Durun!

 - Arabama ne yaptığınızı gördünüz mü?

 - Arabanızın hiçbir şeyi yok.

 Tamponu içeri göçmüş.

 - Zaten göçüktü.

 Vurduğum için olmadı.

 - Hayır, vurduğunuz için oldu.

 Sırf, kayınpederiniz apartman sahibi diye gidemezsiniz.

 Siz de Chez Dolores elbiseniz var diye kendinizi bir şey sanmayın.

 Hadi gel!

 - Bagajdan şu boya aletini versene.

 - George!

 George!

 - 16 numaradaki kancık seni!

 - Durun, yapmayın!

 Köpek!

 Bok kafa!

 Komünist!

 CUMARTESİ SABAH 11 HAFTASONU CUMARTESİ SABAH 11 HAFTASONU CUMARTESİ SABAH 11 HAFTASONU Hadi, ara.

 Hadisene, Oinville'i ara.

 Daha hızlı kullansaydın bu kadar geç kalmazdık.

 İstediğim gibi kullanırım.

 Babamı klinikten almalıyız, annemi düşünmemize gerek yok.

 İşe yaramaz iki bunak.

 Biliyorum ama babam eğer Japon kayıt cihazına yeni bir vasiyet kaydederse Geçerli olmaz ki.

 Belki de olmaz ama kış iznini Meksika'da yapma şansı riske atılmaz.

 Sonumuz hapiste biter sonra.

 Tabii ki bitmez.

 Merak etme, plana uygun gidecek.

 Öyleyse, her Cumartesi yemeğine zehir katmaya neden beş yıldır devam ediyoruz?

 Gidip ara.

 Trafiğin tıkandığını ve bizim de gecikeceğimizi söyle.

 Triumph ne hale gelmiş baksana.

 Annemle babam olmasaydı hiç gelmezdim.

 Sizi gidi burjuva köpekleri!

 Seni gidi köylü müsveddesi!

 SINIFLARIN ÇATIŞMASI Sevdiğim adamı öldürdün!

 Niye gidip ahırında yaşamıyorsun?

 Sen niye o kadar hızlı sürüyorsun?

 Burası Île-de-France.

 St.

 Tropez değil.

 Senin cebin delikken bizim paramız olmasını çekemiyorsun, değil mi?

 Biz rivieralarda, kayak merkezlerinde sevişiyoruz, diye çekemiyorsun!

 Sen harcayamazken biz bir yıl boyunca paramızı harcıyoruz, diye çekemiyorsun!

 Baharda Yunanistan'a gidiyoruz, senin gibi cahil köylüler dilerim, bu boktan traktörleriyle hapse girmiş olurlar!

 Traktörüme hakaret etmenize gerek yok, Matmazel.

 Eminim, senin bile değildir.

 İğrenç bir sendikanın ya da onun ufacık kooperatiflerinden birine aittir.

 Yabancı marka arabanız!

 Kesin çalmışsınızdır!

 Onunla yattığım için onu bana Robert fabrikalarının varisi vermişti.

 Siz iktidarsızlar düzüşmeyi de beceremezsiniz!

 Hükümet hepinizi de traktörlerinizi de siksin!

 Ben ve traktörüm olmasak Fransa açlıktan kırılırdı.

 Bana ne!

 Bana ne!

 Paul öldü!

 Bana ne!

 Bana ne!

 - Öncelik ondaydı.

 Şimdiyse o bir ölü.

 - Nereden belli onda olduğu?

 Öncelik ondaydı.

 Yakışıklıydı, gençti, zengindi.

 Herkese göre önceliği vardı; şişmanlara, fakirlere, yaşlılara Bunu demeye hakkınız yok.

 Seni sefil, pislik yuvası seni!

 Seni küçük orospu seni!

 2.

 el traktörünü al da git buradan!

 Alın teriyle çalışan biri için çok da pahalıdır o traktör.

 Ya benim Triumph'um?

 Hurdaş oldu.

 Hiç umursamıyorsun ama, değil mi?

 Ve o da öldü işte!

 Bundan öyle kurtulabileceğini sanıyorsun, değil mi?

 Kurtulamayacaksın ama!

 Görgü tanıklarına soralım!

 Geçiş hakkı bendeydi, değil mi Madam?

 Kusura bakmayın, ama hiç vaktimiz yok.

 Böyle gidemezsiniz.

 Hepimiz kardeşiz, Marx'ın dediği gibi.

 Yahudiler!

 Aşağılık Yahudiler!

 SAHTE RESİM - Şu kestirmelerin hem zamanımızı - Karışma bana!

 hem de paramızı boşa harcıyor.

 - Karışma bana, Corinne.

 Medeniyet ne zaman başlayacak?

 Niye soruyorsun?

 Umurunda mı gerçekten?

 Hayır, manzarası için sordum.

 - Her halükârda yine de anlamıyorum.

 - Neyi?

 Ne dediğini duymadın mı?

 "Hepimiz kardeşiz, Marx'ın dediği gibi.

" Marx değil ki, başka bir komünist söylemiş o lafı.

 İsa Peygamber söylemiş.

 Bilemiyorum ama sana tamamen katılıyorum.

 Doğru bile olsa beni enterese etmiyor.

 Orta Çağ'da değiliz artık.

 Saat kaç?

 CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA 3 CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA 4 Ben senin karını becerip onu dövsem o zaman da basit bir çizik der miydin?

 Çiğne geç şunları!

 Sence yağmur yağar mı?

 Evet, yağmur yağacak.

 Sanmam.

 Güneş var çünkü.

 Başlatma şimdi.

 Yağmur yağacak diyorum.

 CUMARTESİ CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA 5 Beni de götürebilir misiniz?

 - Mantes la Jolie'ye mi gidiyorsunuz?

 - Hayır, orası arkamızda kaldı.

 - Dönün o zaman.

 - Dönmüyorum.

 - Dönün, diyorum!

 - Hayır, dönmüyorum ben de!

 Fazla uzatma!

 Döneceksin.

 İşte o kadar!

 Hadi, hadi, hadi!

 Çabuk ol!

 Çabuk ol, çabuk!

 Dön!

 Dur!

 Ağır ol, ağır!

 YOK YOK EDİCİ YOK EDİCİ MELEK - İmdat!

 - Bütün bu resimler işe yaracak ileride.

 Sükût edin!

 Tanrı'yı bile denetleyen biri vardır.

 Korkacak bir şeyiniz yoksa bunu ispat edin.

 - İmdat!

 İmdat!

 - Susun, dedim!

 Susun!

 İspat edin!

 Susar mısınız artık?

 Nasıl ispat edelim?

 Biz evliyiz, aramızdaki ilişki yasal.

 Eminim, siz ikiniz evli değilsinizdir.

 Aynen öyle!

 Pekâlâ, bana isminizi söyleyin Madam.

 Ben mi?

 Corinne Durand.

 Hayır, Durand eşinizin soyadı.

 Sizinki ne?

 Kızlık soyadım mı?

 Corinne Dupont.

 - Hayır, Dupont da babanızın soyadı.

 Sizinki ne?

 - Ne bileyim ben, canım!

 Ne kadar güzel!

 Daha kim olduğunuzu bile bilmiyorsunuz.

 Hıristiyanlık kendini tanımayı reddetmektir.

 İfade yeteneğinin ölümü demektir.

 Susun, dedim!

 Susun, kapatın şu çenelerinizi!

 Sakin olur musunuz artık?

 - Sizin isminiz nedir peki?

 - Joseph Balsamo.

 - İlk defa duyuyorum.

 - Ben de.

 - Yardım edin!

 - Susacak mısınız siz?

 Bu bakış açınız beni şaşırtmadı; Reader's Digest bakışı bu sizdeki.

 Bana, André Breton öldükten sonra ülkeye getirilmesini istemeyenleri hatırlatıyorsunuz.

 Size anlatayım.

 Joseph Balsamo.

 Tanrı ile Alexandre Dumas'nın oğluyum.

 Herkesin bildiği gibi Tanrı eski nonoşlardandır.

 Vakti zamanında Dumas'yı becermiş ve ben olmuşum.

 Sonuç: Tanrı benim.

 Bu doğru, Tanrı'yım, çünkü miskinin tekiyim ben.

 - Deme öyle, bir tanem.

 - Yardım edin!

 İmdat!

 Susacak mısınız?

 Dinle, Marie-Madeleine, kapa çeneni.

 Güzel kız ama hiçbir şeyden anlamaz.

 Miskinlik, Tanrı Beni dinleyin.

 Susun artık ya, rica ediyorum!

 Sıktınız ama!

 Güzel kızdır.

 Miskinliği anlar.

 Tanrı'yı da anlar.

 Bana itaat eder.

 Buradaki amacınız nedir sizin?

 Modern Zamanların Dilbilgisel Devri'nin sona erdiğini haber vermek ve Mübalağa'nın tüm alanlarda; özellikle de sinemada başladığını söylemeye geldim.

 Yeterince dinledim.

 Duruyorum.

 Olmaz ki ama, dinleyin.

 Efendi olun.

 Size bir teklifim var.

 Beni Londra'ya götürün, ne isterseniz sizin olsun.

 Kafayı oynatmışsınız siz!

 Yok, yemedim.

 Torpido gözüne bir bakar mısınız?

 Bakın, lütfen.

 Kahretsin!

 Bir mucize!

 Bir tavşan.

 Gördünüz mü?

 Ne dilerseniz, ama beni Londra'ya götüreceksiniz.

 - Ya bir Mercedes, büyük bir spor Mercedes?

 - Tabii.

 - Yves St.

 Laurent marka bir tuvalet?

 - Evet.

 Miami Beach'te bir otel?

 Beni sarışın, gerçek sarışın yapın.

 Mirage IV filosu.

 Yahudiler'in Ortadoğulular üzerinde kullandıkları türden.

 James Bond ile bir hafta sonu.

 Ona ben de gelirim.

 - Hep hepsi bu kadar mı?

 - Evet, yetmez mi?

 Kahrolsun!

 İkiniz de satılmışsınız.

 Zırnık vermem size.

 Çabuk bir mucize göster bize, seni dolandırıcı.

 Sizin gibi iki tane kıçı kırık için mucize yaratır mıyım sanıyorsunuz?

 - Madem öyle, in aşağıya!

 - Hadi!

 Çık dışarı!

 Çık dışarı, orospu!

 Seni bir koşturacağım ki!

 Sükût!

 Vade retro!

 Vade retro!

 Geldiğiniz yere dönün!

 Gördün mü güneş açtı işte.

 Çantam!

 Hermès marka çantam!

 FRANSIZ DEVRİMİ'NDEN GAULLİST HAFTA SONLARINA Bağımsızlık zorbalıktır!

 Cinayet gibi!

 Anlaşılıyor ki; ahlaksızlık meziyeti Yastığın altındaki bir bıçak mı?

 esarete karşı can havliyle savaşmaktadır.

 Hayır, ordusuyla savaşmaktadır.

 Bu mücadele uzun sürecek, fakat özgürlük kendini yok edecektir.

 İnsanoğlunun uyumsuzluğu önceden tasarlanmış olabilir mi?

 Ne çıkarı olabilir?

 Bir topluluğu yönetenlerin mesut ve makul olmak için yönetmeleri olacak iş midir?

 Hayır!

 Akıl sağlığının yitimi, daha çok tabiat bilgisinin kayboluşudur.

 Orduda da.

 Sefilleri oynamak ve yapmacık olmayı arzulamaktadır.

 Benim tek görebildiğim altın, kibir ve kana bulanmış bedenler ve hiçbir yerde o tatlı insancıllığı ve ılımlı yaklaşımı görememekteyim.

 Onlardır ki; toplumun işleyişindeki ana temeller olmak zorundadırlar.

 PAZAR Boşlukta bağırdım.

 PAZARTESİ ÖYKÜSÜ Toplumun işleyişi.

 PAZAR Boşlukta bağırdım.

 PAZARTESİ ÖYKÜSÜ Boşlukta bağırdım Gecemin bir yarısı seni çağırdım Acele et biraz.

 Kelimelerim gidecekti süratli Bugüne varmış mıdır hepsi?

 Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?

 Orada acaba havalar güzel mi?

 Burada, yağmur altında bile Kokun peşimde, sanki biraz Esterelle Kulübenin içindeyim Cam bir kafesle çevrelenmişim Hayalimde ise sen Denize açılmışsın bir gemiylen Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?

 Laurent, Jean-Luc ve Joelle iyi mi?

 Anlat bana, dostların yine Balık avlamaya gittiler mi sahile Etti bizden dört ünite Sayıldı artık her sözümüz de Sesleniyorum habire Söyle bana, neler oldu orada?

 Ne saklıyorsun sesinde?

 Bu gece kimle danstasın acaba?

 Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?

 Duyuyor musun?

 Yuttun mu dilini?

 Alo, sesin çok aşağılarda Kalacaksın aşağılarda, anımsadığımda seni.

 Artık kapatmam gerek Dışarıda insanlar sabırsızlanıyor Konuştum çabucak Sana söyleyeceklerim neredeyse bitiyor Alo, Alo, duyuyor musun sesimi?

 Dışarıda bekleyenler bastırıyor Bu çılgınlık denizinin içinde Parçalanmış bir aşk dünyayı sarmalıyor - Elleme arabamı!

 - Bu vites kutusu orijinal mi?

 Hayır.

 Sana ne bundan!

 Hadi, çık dışarı!

 Bizi en yakın otogara bırakabilir misin?

 Tek kişilik yer var.

 Oraya da karın oturur, size olmaz.

 - Ben de arkaya otururum.

 - Olmaz, arabanın tentesini bozarsınız.

 Yapmayın!

 Kıracaksınız!

 Hadi, kalkın!

 Kalkın oradan, yoksa ağzınızı patlatırım!

 Başka yere gidin!

 Hadi!

 Başka yere!

 Ama sizinle gelebileceğimi söylemiştiniz.

 Siz gelebilirsiniz ama sen defol!

 Çabuk ol!

 Gel!

 - Bırakın beni!

 - Tamam, tuttum!

 Bırakın beni!

 Ben çalıştırırken sen de onu tut!

 - Çık arabadan!

 - İmdat!

 Yakınlarda bir otogar var mı, biliyor musun?

 Oinville bu tarafta mı?

 Bu salaklar ölmüş.

 Şurada birileri var.

 Buralardan mısınız?

 Bu civardan?

 - Sağır mısınız?

 - Kör müsünüz?

 Los Angeles'taki bir hırsızlık mağduru, düşleri tamamlayan biri.

 Kendim gibi bir yabancı tarafından işlenen bu hırsızlığı örtbas ettim.

 Tüm şiirlerimi okumuş biri.

 Korkum şudur ki; bu kahramanlığı hayvanlar üstlensin.

 - Mersi, Matmazel Brontë.

 - Rica ederim, sevdiceğim.

 - Affedersiniz, Matmazel ama - Oinville ne tarafta, biliyor musunuz?

 Şiirsel bir anlatım mı, yoksa maddesel bir anlatım mı istersiniz?

 - Oinville, buradan mı, buradan mı?

 - Soru açık.

 O taraf mı, bu taraf mı?

 Maddecilik henüz var sayılmaz, sadece ferdî fiziksel bilimler mevcut.

 Ne boktan bir film.

 Önümüze hep hasta tipler çıkıyor.

 Senin hatan.

 Kabul etmekten başka çare yok.

 Bir ihtimal, kader her şeye kadirdir, ama bu kudretini hor kullanıyor olabilir.

 Mutluluğu duraksatarak yedi yılda verir, sonra bunun iki yılını geri alır.

 - Mersi, Emily.

 - Rica ederim, sevdiceğim.

 Matmazel, lütfen!

 - Nedir bu?

 - Çakıltaşı.

 LEWIS || LEWIS CARROLL | LEWIS CARROLL YOLU Zavallı çakıltaşı.

 Mimari, heykeltraşlık, mozaik ve mücevhercilik seninle hiç ilgilenmemiş.

 Gezegenin başlangıcından, hatta bazen başka bir yıldızdan gelirler.

 Uzayın burgularını üzerinde taşır, sanki felaket düşüşünün lekeleri gibi.

 İnsandan evveldir.

 Ve insan ne sanatına ne de sanayisine onu dahil etmemiştir.

 Yaşamın avam, sefih ya da tarihi süreçlerinde insanoğlu onu üretmemiştir.

 Taş, kendine has anılardan başka bir şeyi idame ettirmemektedir.

 Sakın yanılgıya düşmeyin.

 Minerallerin ne bağımsızlıkları ne de duyarlılıkları vardır.

 Bu sebepledir ki; onları kışkırtmak için çok fazla şey gerekir.

 Lehim lambasının ateşi mesela ya da bir elektrik kaçağı, deprem, volkan patlamaları.

 Zamanın baş döndürücülüğünü de unutmayalım.

 Oinville ne tarafta diyoruz size!

 Oinville ne tarafta?

 Oinville ne tarafta?

 - Ben de size bunun ne olduğunu sorayım.

 - Ot.

 Hayır.

 Poa nemoralis.

 - Oinville, diyoruz?

 - Bu tarafta mı, o tarafta mı?

 Ya bu?

 - Kestane ağacının dalı.

 - Hayır.

 Castanea sativa.

 - Yeni başlayan günün sabahı - Hayır!

 Yeter be!

 kerkenezler uzak sahillere doğru - Yettin ama!

 tek sıra halinde sessizce kanat çırparlar.

 - Mersi, Matmazel.

 - Rica ederim, sevdiceğim.

 Size yalvarıyorum, Matmazel.

 Kaza geçirdik ve bekleyenimiz var.

 Sorunun çözümünü bulmak için ben de size yalvarıyorum.

 Bu da nedir böyle, lanet olası?

 Bir: Balıkları seven bir kedi yavrusu doğru yolda demektir.

 İki: Kuyruğu olmayan bir kedi yavrusu, bir gorille oynamaya hazır değildir.

 Üç: Bıyıkları olan kedi yavruları, balıkları her zaman sever.

 Dört: Çalışmayı seven hiçbir kedi yavrusunun yeşil gözleri yoktur.

 Beş: Bıyığı olan hiçbir kedi yavrusunun kuyruğu olmaz.

 - Evet, sonuç?

 Sonuç?

 - Nereden bileyim ben!

 Bir de bu var.

 Bir: Hiçbir köpekbalığı tam teçhizatlı olduğundan şüphe etmez.

 İki: Menüet dansı yapamayan bir balık tam anlamıyla bir yüz karasıdır.

 Üç: Ağzında üç sıra diş bulunmayan bir balığın tam teçhizatlı olduğu kesin değildir.

 Dört: Köpekbalığı haricindeki tüm balıklar birer çocuktur.

 Beş: İri olan hiçbir balık menüet dansını bilmez.

 Altı: Ağzında üç sıra diş bulunan bir balık tam anlamıyla bir yüz karasıdır.

 - Sonuç?

 Sonuç?

 - Nereden bileyim ben!

 ACINASI B.

B.

'YE KARŞI SİNEMAYI İYİ AMAÇLA KULLANANLAR Matmazel Emily, ufak suçları cezalandırmayın.

 Asıl suç kendiliğinden yok olacaktır.

 Bu karanlık geceye kafa yorun, bu gözyaşı ve dehşet vadisine.

 - Ama günümüzün büyük hırsızlarını yok edin.

 - Sus!

 Sus!

 - Onlardır bu soğuğun, bu gecenin sebebi.

 - Kapa çeneni!

 - Onlardır, dünyaya korku salan.

 - Yetti artık!

 Siyah olsun ya da beyaz; timsahın, günlük katilin ölmesini istiyorum.

 Yeter artık!

 Bir romanın içinde değiliz.

 Bu bir film ve film hayatın kendisidir.

 Tüm çiçekleri ateşe verin, saçlarını okşayın, onlara okumayı öğretin Ateş çıkartmak gerek tabii!

 Ateş çıkartmak lazım!

 Ne kadar zalimiz, değil mi?

 Filozof da olsa, onu yakmaya hakkımız yok.

 Hayali bir kahraman o.

 - Neden ağlıyor öyleyse?

 - Ben nereden bileyim.

 Hadi gidelim.

 Bundan daha iyisini yapabilirdik aslında.

 Kendime şöyle dedim: Onlarla konuşmak neye yarar?

 Bilgeliği satın alsalar, bu sırf onu geri satmak içindir.

 Onların istediği; bilgeliği ucuza kapatıp daha pahalıya okutmaktır.

 Kazanmak isterler.

 Zaferlerini engelleyecek hiçbir şeyi bilmek istemezler.

 Sindirilmek istemezler, zulmetmek isterler.

 İlerleyişi istemezler, birinci olmayı isterler.

 Kanun yapacak herhangi birine boyun eğdirirler.

 Onlara ne diyeceğimi düşündüm.

 Ve kararımı verdim.

 İşte şunu diyorum: 100 YIL SAVAŞLARI'NDAN BİR SALI GÜNÜ Hiçbir şey bilmiyoruz.

 Tabiatımız hakkındaki cehaletimiz kati.

 Şu solucanın varlığı hakkındaki cehaletimizin katiyeti kadar.

 İkimiz de bir muammayız.

 Ve bunun aksini söyleyen, dünyadaki cühelanın en cahilidir.

 Ve bunun aksini söyleyen, dünyadaki cühelanın en cahilidir.

 İnanmıyorum!

 Eddy'nin Pantalonları'ndan biri.

 - Kaç gün oldu, dört mü?

 - Evet, bugün Perşembe.

 Senin ihtiyar gebermiştir şimdiye.

 Pazartesi'ye kadar ancak dayanmıştır.

 Annenden fırça yiyeceğiz.

 Canım sıkılıyor.

 Bu hiç adil değil.

 Eminim, o kancık, babamın vasiyetini değiştirecektir.

 Bizimle paylaşmaz.

 Ufak bir işkence onun kararını değiştirir.

 Cezayir'de teğmenlik yaptığım sıralar bize birkaç numara öğretmişlerdi.

 Buraya doğru gelen bir kamyon var mı?

 Çabuk ol, çabuk!

 Pantolonu çıkarıp yola uzan!

 Dizlerini kaldır!

 İyice açsana bacaklarını, salak!

 Oinville'e gidiyor musunuz?

 - Alıyor mu?

 - Evet ama konserinde ona yardım edeceğiz, yardımcısı bir kuşla kaçmış çünkü.

 MÜZİKLİ OYUN MÜZİKLİ OYUN OYUN MÜZİKLİ OYUN İki tarz müzik vardır: Dinlenecek müzik, dinlenmeyecek müzik.

 Mozart'ı dinlersiniz en nihayetinde.

 Garibin günümüzde alacağı telifi bir düşünsenize.

 Dinlemeyeceğiniz müzikse; modern müzik, ciddi müzik olarak tanımlanabilir.

 Konser salonuna gitmezsiniz.

 Sahici modern müzikse; paradoksal olarak Mozart ezgilerine dayanmaktadır.

 Mozart'tan nağmeler duyarsınız.

 Dario Moreno'da, The Beatles'ta, The Rolling Stones'ta duyabilirsiniz.

 Özünde Mozart'ın armonisini içermektedir.

 O halde, "modern ciddi müzik" başka bir şeyin arayışındadır.

 Sonuç olarak, muhtemelen sanat tarihinin en büyük felaketidir.

 Sonata devam edeyim, bu konuşma sizi sıkıyor belli ki.

 Hayır, baştan başlayayım.

 En iyisi baştan başlayayım.

 Şu zarafete bakın!

 Olağanüstü!

 Bir düşünün.

 Zavallı öldüğünde çöplüğün tekine atılmış, sanki bir köpek gibi.

 O melodik hassasiyeti düşününce ne kadar da üzücü.

 Unutmayın, ne mutlu ki tüm Viyana onun cenazesine katılmış.

 Çıkan bir kar fırtınası onları püskürtmüş.

 Köpek sürüsü gibilermiş.

 Hayal bile edemezsiniz.

 Nerede kalmıştım, küçüğüm?

 Orası değil, burasıydı.

 Bilmelisin.

 İyi çaldığımı zannetmeyin, iyi değilim zira.

 Harikulâde Schnabel'i savaş öncesi dinlediyseniz.

 Benim ustamdı, vefat etti.

 Piyanist diye ona derler, bense boktan çalıyorum.

 Domuzun tekiyim ben.

 Mazur görün.

 Şayet onu dinlediyseniz mucizevi bir şarkıydı.

 Nadiren de olsa Mozart'a sataşırdı.

 Şöyle demiştir: Mozart yeni başlayanlar ve küçükler için çok kolay, virtüözler içinse çok zordur.

 Şu sıçtığımın sigarası yüzünden yanlış nota basıyorum.

 4 PERŞEMBELİ HAFTA Şuradan düz gidin.

 - Hoşçakalın, teşekkürler.

 - Teşekkürler.

 Sıra sende.

 'DEN UZAKTA BİR CUMA Ne yapıyor bunlar?

 Yapımda çalışan İtalyan aktörlermiş.

 ROBİNSON VE MANTES LA JOLIE'DEN UZAK BİR CUMA Geliyor musun?

 Bıktım artık!

 Filmde misiniz gerçek hayatta mı?

 - Filmde.

 - Filmde mi?

 Fazla yalancısınız.

 Gel hadi.

 Eninde sonunda yolu buluruz.

 Hayır, artık yetti.

 Uykusuzluktan geberiyorum.

 Geber o zaman!

 - Ateşiniz var mı?

 - Yok.

 - Burada bir yavru yatıyor.

 - E, ne olmuş?

 Sizin yavrunuz mu?

 İmdat!

 İmdat!

 Oinville'e mi gidiyorsunuz?

 Hangisini tercih edersiniz; Mao'nun sikini mi yoksa Johnson'unkini mi?

 Elbette ki Johnson'unki.

 Devam et, Jean.

 Faşist herif seni!

 Allah belanızı versin, belanızı!

 Allah belanızı versin!

 Oinville'e mi?

 FOOTİT VE ÇİKOLATA - İlk kim saldırdı: İsrail mi Mısır mı?

 - Yere batası Mısırlılar.

 Kara cahil sen de!

 Sıra sende.

 1.

 2.

 3.

 4.

 5.

 6.

 7.

 8.

 9.

 10.

 Sıra sende.

 1.

 2.

 3.

 4.

 5.

 6.

 7.

 8.

 9.

 10.

 - Oinville'e mi gidiyorsunuz?

 - Evet, atlayın.

 - Siktir!

 - Dikkat et!

 Bacaklarını kapat.

 Hadi!

 Sadece bir lokma.

 Biraz daha lütfen.

 Benim sandviçime kıyasla o parça, A.

B.

D.

'nin kendi bütçesinden Kongo'ya verdiğiyle aynı oranda.

 - Tabii, tabii.

 Roland, bana yardım et!

 Beyefendi, karnım aç.

 Öpün beni!

 Öpün beni!

 Yetmedi mi be!

 Büyük petrol şirketlerinin Cezayir'e uyguladığı kanunu uyguluyorum.

 Ne kanunuymuş o?

 "Önce sik sonra vur kıçına!

" kanunu.

 3.

 DÜNYA Siyahi arkadaşım kendi düşüncelerini söyleyecek.

 Günümüzde Afrika'daki iyimserlik doğanın kudretinden doğan ve Afrikalılar'a faydası dokunan bir iyimserlik değildir.

 Bu iyimserlik, orayı müşahade altında tutan kıdemli zalimin daha insancıl veya daha müşfik davranmasından kaynaklanmamaktadır.

 Afrika'daki iyimserlik devrimci, politik/askeri hareketin doğrudan sonucudur.

 Genelde her ikisi aynı anda.

 Afrikalı kitleler.

 İnsanlığın çok büyük bir kesimi patlak veren bir ideoloji sayesinde tepeden tırnağa sallandı.

 Nazizm, eski çağlardan kalan işkence ve soykırım yöntemlerini yeniden canlandırdı.

 Nazizm tehlikesiyle gözleri derhal korkan ülkeler ittifak oluşturdular ve sadece işgal edilen topraklarını kurtarmak için değil aynı zamanda Nazizm'in belini kırmak ve musibetin çıktığı deliği kapatmak için aralarında anlaştılar.

 Tepeden inme tüm rejimleri yok edeceklerdi.

 Afrikalılar'ın hatırlaması gereken; onlar da bir tür Nazizm ile yaşadılar.

 Bir tür sömürü, maddi ve manevi likidasyon.

 Fransa, İngiltere ve Güney Afrika'nın bilinçli ve istemli dahiliyetleri yüzünden bu belaya meydan okunmalıdır hemen, ne zamanki bu bela Afrika'yı terk edene dek.

 Biz, Afrikalılar bir asırdır diyoruz ki; iki yüz milyon Afrikalı'nın yaşam değeri çok ucuz ve kabul edilemez bir şekilde sürekli ölümle anılıyor.

 Biz şunu diyoruz; Emperyalistlerin iyi niyetine güvenmek zorunda değiliz.

 Ancak, metanet ve mücadelecilik ile kılıç kuşanmak zorundayız.

 Zaruri kaynakların mekanize gelişimi Afrika'yı özgür kılmayacaktır.

 Daimi bir özgürlüğün diyalektiğini başlatmak Afrikalılar'ın ellerinde ve beyinlerindedir.

 Ancak bu şartlar altında iyimser olabiliriz.

 Arap kardeşim benim adıma konuşacak.

 Cehennemin dibinde aradığınız özgürlüğümüzün saati geldi.

 Sakin ve barışsever insanları bulmayı dileme zamanı.

 Acıya dayanıklı ve fakat zorbalıktan da uzak insanları.

 Benim aradığım bu değil.

 Bir siyahın hürriyetinin, beyazın hürriyetine eşit olduğunu savunuyorum.

 Siyah adamın kendi özgürlüğünü kazanmak için diğerlerinin yapacakları her şeyi yapma hakkı olduğunu savunuyorum.

 Sizin ve benim kazanacağımız özgürlük asla barışçıl, sabırlı ve sevgi dolu yollardan olmayacaktır.

 Özgür olmayı hak edenlerin; kendi hayatını feda edebilecek ve başkalarını öldürebilecek kişiler olduklarını ve sizinle benim de onları örnek almaya hazır olduğumuzu tüm dünyaya anlatana kadar özgürlüğümüze kavuşamayız.

 Biz, Siyahlar Amerika'yla ve onun dostlarıyla savaştayız.

 Ama onlarla adilce dövüşemeyiz.

 Topumuz tüfeğimiz yok.

 Zaten silahlarımız olsaydı bile onları kullanmasını bilmezdik.

 Üstüne üstlük, sayıca azınlıktayız.

 İster istemez gerilla savaşını seçmek zorundayız.

 Bizim açımızdan daha avantajlı ve uygulaması kolay bir taktik.

 Ülkelerin stratejik noktalarını hedef alırız: Fabrikaları, tarlaları, beyazların evlerini.

 Tek el ateş etmeden ve hiç zarar görmeden kolaylıkla kundaklayabilir ve yakabiliriz.

 Mesela; telefon hatlarını, tren yollarını, havaalanlarını, elektrik ve elektronik tesisatlarını patlatabiliriz.

 Garp'ın tüm şehirlerinde yaşam elektronik sistemlere tâbidir, o sistem felç olursa şehir de felç olur.

 Şehir şehir Garp'ı dizlerinin üzerine çöktüreceğiz ekonomik yönden çökerteceğiz.

 Aynı zamanda kanlı eylemlerde de bulunacağız.

 Bize ilham veren Vietkong gerilla tekniğini laf olsun diye çalışmadık.

 Vietnam'da beyaz Amerika için çarpışan siyah dostlarımız modern gerilla teknikleri konusunda çok değerli dersler çıkartmışlardır.

 Aramıza geri döndüklerinde son derece faydalı olacaklardır.

 Öldürmekten çekinmeyen askerler olarak değil, gerilla ustaları olarak.

 Pek tabii, kanlı eylemler için akıllardaki asıl soru silahlardır.

 Ancak tüm siyahların evinde ya bir tüfek ya da bir altıpatlar vardır.

 Molotof kokteylini yapmak da basittir zaten.

 Öte yandan, gerekli silahları edinmek için bildiğimiz yollar vardır.

 Daha fazlasını söyleyemem ama bildiğimiz yollar var.

 GARP "Medenileşmek" toplumun bir sınıfına, çelişkili bir gerçekliğe müdahil olmak demektir.

 Gelişen üretim güçlerinin, insandan insana gelişen kas gücüne gereksinim duyduğu bir sınıf.

 Kölelik, serflik, ücretlilik.

 Medeniyetin üç büyük döneminde karakterize edilmiş esaretin farklı üç hali.

 Engels'e göre; sosyal toplum anlayışı ve sınıflar arası bağların oluşması Batı tarihinde Yunanlılar ile başlar ve Endüstriyel Kapitalizm ile sonlanır.

 Şu üç öğe; özel mülkiyet, tek eşlilik ve devlet bir toplumun potasında eritildiğinde barbarlıktan medeniyete ve sınıfsız toplumdan sosyal topluma geçiş yapılmış demektir.

 Bu noktaların altını çizelim.

 Morgan ki; Engels de ondan faydalanmıştır, klanlardan aşiretlere geçildiğinde insanlığın üst kölelikten ast barbarlığa geçtiğini söyler.

 Ferdi aşiretlerden, aşiret konfederasyonu olmaya geçildiğinde insanoğlu, ast barbarlıktan vasati konuma ilerlemiştir.

 Vasati konumdan üst barbarlığaysa aşiret konfederasyonundan militer demokrasiye geçildiğinde ulaşılmıştır.

 Epik Çağ'daki insanlar medeniyete, sosyal topluma girişin eşiğindelerken kendilerini militer demokrasi içinde örgütlenmiş buldular.

 Kahramanlar devrindeki Yunanlılar'ın, kralların zamanındaki Romalılar'ın "Gentes" tarafından boylar ve kavimler boyunca geliştirilen yaşadıkları militer demokrasi gibi.

 Aristokrat soylular biraz toprak kazanmış olsa da, vasiler yavaş yavaş imtiyazlar edinmiş olsalar da bunların hiçbiri, anayasanın esasi yapısını değiştirmemiştir.

 Yunanlılar aşiretten konfederasyona, oradan da militer demokrasiye geçmişlerdir.

 Bu evrim sürecini anlamak için çıkış noktasını idrak etmek gerekmektedir.

 "Gens" topluluğu.

 Engels, Morgan'ı takiben Amerikan "Gens"lerinin el değmemiş "Gens" tipi olduğunu oysa ki; Greko-Romen tipinin sonradan türetilmiş olduğunu düşünür.

 İroquois yerlilerinin ve bilhassa Seneca yerlilerinin ilk "Gens"ların klasik bir örneği olduğunu söyler.

 Ayrıca, İroquois yerlileri 19.

 yüzyıldaki aşiret konfederasyonuna kadar gelişmiştir.

 İroquois'nın analizi, Garp'ın ilk çağlarını anlamak için çıkış noktası olacaktır.

 Bu sırada, Morgan ve Engels'e göre İroquois konfederasyonu Amerikan Yerlileri'nden çıkan en gelişmiş sosyal örgüt değildir.

 Böylelikle; Kolomb-öncesi büyük medeniyetler: İnkalar, Mayalar, Aztekler özerklik devirlerini, Yunanlılar'ın kahramanlık çağını bitirdikleri dönemde tamamlamış ve sosyal toplum dönemine başlamışlardır.

 Siktir!

 Dur, dur!

 Kaldır kıçını hadi!

 - Oinville'e geldik!

 Yıkanacağım!

 - Önce ben!

 HAFTA SONU Önce ben!

 HAFTA SONU Baban öldüğünde burada bulunmamamız bizim hatamız değildi.

 - Tam olarak ne söyledi?

 - Yarı yarıya paylaşmayacak.

 Tüm bu zahmet bir hiç içinmiş.

 - Bu kitap nedir?

 - Bana ödünç verdi.

 "Hipopotam yaşarmış bir yerlerde.

 Ormanlar Kralı'nı bulmaya gitmiş.

" "Suda yaşamak için onun iznini istemiş.

" Bu iş böyle gitmez!

 "Kral onu terslemiş.

 Hipopotam sormuş nedenini kızgınlıkla.

" "Çünkü canavardan farkın yok, diye yanıtlamış Kral.

" Garanti ederim, bu iş böyle gitmez.

 "Bütün hayvanları ve balıkları yersin.

" "Hayır, diye çıkışmış Hipopotam.

 Bir tanesini bile yemem, yemin ederim.

" "Böylesi bir canavara kim inanır, demiş Kral.

" Böyle gelmiş böyle gitmez, Roland.

 "Hipopotam içinden düşünmüş ve nihayet konuşmuş:" "Size bir teklifim var.

 Suda yaşamama izin verirseniz her sıçışımda kuyruğumu kaldırıp hiçbir kılçık olmadığını gösteririm.

" "Kral bu anlaşmayı makul bulmuş.

" "Ve Hipopotam'ın suda yaşamasına izin vermiş.

" HAYATI Corinne, Roland, çabuk olun!

 "Bu yaratık gün içinde çok farklıymış.

" "Gece onun çirkinliğini, patlak gözlerini, devasa ağzını gizler, şekilsiz cüssesini, ince bacaklarını ve manasız kuyruğunu saklarmış.

" "Belki de Hipopotam'ın gördüğü manzara, Güzellik'in geldiği son noktaymış.

" TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT "Ama ben bir hipopotam değilim.

" "Ben onu dünyanın en çirkin yaratığı olarak tasavvur ediyorum.

" TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT Dinlesene beni, Roland!

 ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM EVRENDE BAŞIBOŞ DOLANAN BİR FİLM ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM EVRENDE BAŞIBOŞ DOLANAN BİR FİLM ÇÖPTE BULUNMUŞ BİR FİLM " bu kadar iğrenç bir hayvana yeterince dayanamam şayet ki; bu hayvanın, en rezil öğesi olması gerçeği üzerine kurulu ortak yaşamı kölesel bir şekilde kabul etmeye inandırılmazsam.

" - Bak bana Roland, bir şeyler düşünmeliyiz.

 - Düşünmeliyiz, düşünmeliyiz, düşünmeliyiz!

 TAŞRALI HAYATI'NDAN BİR KESİT Mösyö Flaubert!

 Bir tavşan bulun!

 - 60'a 40, güzelim?

 - Söz konusu değil!

 - 70'e 30?

 - Söz konusu değil!

 - 80'e 20?

 - Hayır, söz konusu değil!

 Yapmayın ama, anlayış gösterin.

 90'a 10?

 Olmaz ki ama!

 Elimize sadece 5 milyon geçiyor.

 Mümkünatı yok!

 - Ne yapacağız?

 - Doktor Petiot'nun yaptığı gibi yapsak?

 Olmaz, komşular dumanı görür.

 - Doktor Goudron ve Profesör Plume yöntemi var.

 - Olmaz.

 - Arabanın bagajına atalım?

 - Dönüş yolunda bir kaza yeri buluruz.

 - Parçalara ayırırız.

 - Arabayı da kül olana dek yakarız.

 Harika!

 - Mükemmel bir plan.

 - Biz mutlu yaşarız.

 50 milyonla beraber!

 - Seni seviyorum.

 - Ben de.

 Her tarafına benzin döktüm.

 - Beni bekle, eşek herif!

 - Çabuk ol!

 Versailles'a buradan mı gidiliyor?

 Neler oluyor?

 Yves, araba!

 Claude, yemek!

 Hatunla siz ikiniz, yere!

 Yat yere, babalık!

 Herkes sessiz olsun!

 Acele et, Yves!

 Yat yere!

 Babalık, yat yere!

 - Ne tatlı bir yer!

 - Sessiz ol!

 - Paramız var.

 Söyledik size.

 - Sessiz ol!

 Dinler misiniz bir saniye?

 Deli misiniz siz?

 Bankada 50 milyonum var diyorum!

 Bizimle gelin, yarısını size verelim.

 Buldun mu yani?

 Sağolasın.

 Ne yapıyorsun, Gérald?

 - O kim?

 - Bir arkadaş.

 Etiyopya Savaşı'nda birlikte çarpıştık.

 - Nelerimiz var?

 - İki orta yaş, bir genç kız.

 Göreceksin.

 Ernest'e.

 Yemeden önce düzebilirsin, eğer istersen.

 SEINE-ET-OISE'IN KURTULUŞ CEPHESİ Potemkin Zırhlısı, Çöl Aslanı'nı arıyor.

 Cevap ver, Çöl Aslanı!

 Burası Çöl Aslanı.

 Sizi dinliyoruz Potemkin Zırhlısı.

 Burası Çöl Aslanı.

 Sizi dinliyoruz Potemkin Zırhlısı!

 1964'te Trocadero Köprüsü'nün altı.

 Hava inanılmaz soğuk.

 Ünlü 1964 kışını bir hatırlasanıza!

 Alphonsine'in elleri buz tutmuştu.

 Isınmak için benim alete sarıldı ve sıvazlamaya başladı.

 Hava o kadar soğuktu ki, her şey donmuştu.

 Alphonsine şöyle söyledi: "Aletin amma da kocamanmış!

" Ben de ona dedim ki: "Hayır, gerizekalı.

 Sıçıyorum.

" TOTEM VE TABU TOTEM VE TABU Hırka!

 Hadi!

 Etek!

 Çabuk, çabuk!

 Dizlerinin üstüne!

 Sütyen!

 Külot!

 Hazır ve nazır!

 Yat yere!

 TOTEM VE TABU TOTEM VE TABU Balık!

 AĞUSTOS IŞIĞI Gidiyorlar.

 30 saniye içinde başlıyoruz.

 Yok, yok!

 Çabuk, hadi!

 Yürü!

 THERMIDOR - Bağırsaklarını niye çıkardınız?

 - Çünkü en iyisi öyle olur!

 Korkunç bir şey bu.

 Burjuvazinin korkunçluğu bunun korkunçluğunu aşar.

 EYLÜL KATLİAMI EYLÜL KATLİAMI PLUVİÔSE - İyi misiniz, Matmazel Gide?

 - İyiyim.

 Birazcık da siyah eklersen çok güzel olacak.

 Biraz turuncu.

 Johnny Guitar Gösta Berling'i arıyor!

 Johnny Guitar Gösta Berling'i arıyor!

 Cevap ver Gösta Berling!

 Johnny Guitar Gösta Berling'i arıyor!

 Cevap ver!

 Burası Gösta Berling.

 Sizi dinliyorum, Johnny Guitar.

 Tamam!

 EKİM LİSANI Şunu ifade etmek isterim ki; EKİM LİSANI duygusuz bir ses tonuyla aşağıdaki ciddi ve sıkıcı satırları okuyacağım.

 Sözlerimi dikkatlice dinleyin.

 Çarpık hayal güçlerinizdeki yaratacakları acı dolu etkilere hazırlıklı olun.

 Sakın ola sanmayın; alnıma henüz yazılmamış ecel yüzünden ben ölmek üzereyim.

 Ruhu bedenden ayrılmakta olan, can veren bir kuğuyla beni karıştırmayın.

 Size yüzünü dönmüş olan beni bir canavar olarak görün ki; daha çirkin olan ruhuma bakmamış olun.

 Bu arada, ben bir katil değilim.

 Bu kadar konuşmak yeter!

 Ah kadim Okyanus!

 Verdiğin ilk intiba bir kederin iç çekişidir.

 Çarpık ruhlar arasında dalgalanıp silinmez izler bırakan o tatlı meltemin gibi.

 Aşıkların, İnsanoğlu'nun kendisini bazen habersizce terk etmeyen ıstırabın vahşi uyanışını hatırlasınlar.

 Selam olsun sana, kadim Okyanus!

 Bana göre, insan kendi güzelliğine sırf kibirinden dolayı inanmaktadır ve aslında güzel olmadığından kuşkulanmaktadır.

 Neden?

 Öteki türlü, niye kendi simasını bu kadar hor görsün?

 Selam olsun sana, kadim Okyanus!

 Ey Okyanus, kendi kendime sorarım çoğu zaman hangisine inanmak daha kolaydır diye: Okyanus'un derinliğine mi, insandaki yüreğin derinliğine mi?

 Okyanus ne kadar derin olursa olsun insan yüreğinin derinliğiyle mukayese kabul etmez, diye düşünürüm.

 Felsefe'nin daha alacak çok yolu var.

 Selam olsun sana, kadim Okyanus!

 Kadim Okyanus!

 Esrarengiz, karanlık derinliklerinden çekersin dalgalarını o sual olunmaz ebedi gücünle.

 Heybetli maneviyatın, bitmeyen suretin Felsefe'nin imgeleri, bir kadının sevgisi, bir kuşun tapılası güzelliğine benzer.

 Cevap ver bana, kadim Okyanus; benim ağabeyim olur musun?

 Saklı kaderini bilmem, seninle ilgili her şeydir benim ilgimi çeken.

 Şeytan'ın makamında mısın?

 Anlat bana, Okyanus; bana anlatmak zorundasın.

 Zira, insana bu kadar yakın olan o cehennemi bilmekten memnuniyet duyarım.

 O halde, seni bir kez daha selamlıyor ve sana elveda diyorum.

 Kadim Okyanus, devam etmeye takatim kalmadı.

 İnsanın gaddar dünyasına dönme zamanının geldiğini hissediyorum.

 Bize büyük bir güç, dünyevi görevimizi ve kaderimizi yerine getirmek için akıl ver!

 Selam olsun sana, kadim Okyanus!

 İyi misin?

 - Yalvarırım.

 - Kapa çeneni!

 - Beni bırakmayın.

 Sizinle geleyim.

 - Çok geç.

 - Beni bekleme.

 Hoşçakal, Valérie.

 - Hoşçakal, Isabel.

 ARİZONA JULES ARİZONA JULES Bir anlasan Nasıl mesut ederdin beni Seni Terk ediyorum bu gece Her şey bitmiş Gibi görünmesi ne acı Başkaları halinden memnun ama Kalbim yaralı Gülümse yine de Bu acıya kayıtsız kal ama Son sözler Yazılmak zorunda Kötü sonla Bitene kadar roman UYUMSUZLUK UYUMSUZLUK UYUMSUZLUK VENDé MİAİRE Bir kurbağaya basıp ayağın kayarsa tiksinme duygusu yaşarsın.

 Ama bir insanın tenini hafifçe sıyırıp geçersen parmağındaki deriler, çekiçle dövülmüş mikanın pulları gibi kesilir.

 Öyle mi?

 Evet.

 Nasıl ki, öldükten sonra köpekbalığının kalbi bir saat çarpmaya devam ediyorsa bizim bağırsaklarımız da aşk yaptıktan sonra titremeye devam eder.

 Niye peki?

 Anlamadım.

 Çünkü insan da hemcinslerinin korkularını ziyadesiyle solumaktadır.

 Belki de bu dediklerimde yanılıyorumdur ama belki de yanılmıyorumdur.

 İnsanın tuhaf karakteri üzerinde uzun uzun düşünüp küstahça bakan gözlerden daha berbat bir hastalık olduğuna karar verdim.

 Ama hâlâ aramaktayım.

 Evet, Ernest?

 - Fena değil.

 - Öyledir.

 İngiliz turistlerden arta kalanlarla domuz etini karıştırdı.

 - Rolls-Royce'takiler mi?

 - Evet.

 İçinde, kocandan da biraz olacak.

 Sonra bir parça daha alacağım, Ernest.

 SON ||| SON KONT ||| SON SİNEMAT ||| SON SİNEMATOGRAFİK KONTROL DAMGASI |||||

ADİEU AU LANGAGE

Bu eksik hayal gücü gerçekte düşünülmeyen, kirlenmiş düşüncelere sığınmaktadır.

Bugüne kadar en iyisi bu seferdi.

Tecrübelerimiz değil ama sessiz azmimizle onları gücendirdik.

 Afrika hakkında bir kavram üretmek mümkün müdür?

 Solzhenitsyn'in romanının bir altyazısı vardır.

 Google'da araştırmaya gerek yok.

 Solzhenitsyn hepsini tek başına buldu.

 "Edebi Soruşturma Deneyi".

 Ne işe yarar?

 Anlamıyorum.

 Başparmak.

 Ne işe yarar?

 Daha önce ne yaptı?

 Bu yüzden küçük başparmaktır.

 Bu koymanın bir yolu.

 - Ve izleri işaretlemek için mi?

 - Çakıl Taşları.

 Ogre nerede?

 Şunu gördün mü?

 "Edebi Soruşturma Deneyi".

 Sınav zamanı.

 Ogre elimizden tuttu.

 Hepimizin elindne tuttu.

 1993'te, bir Rus, Zworykin televizyonu icat etti.

 1933 bir şeyler anımsatıyor mu?

 Hitler demokratik olarak seçilmişti.

 Ben şüpheliyim.

 Hitler'in söylediği her şeyi o gerçekleştirdi.

 Silah zoruyla fethedilen bir kişinin politik olarak fethini yönetmek için silah kullanması ilk defa olmuyor.

 Örneğin Devrim orduları fethedilmişti.

 Ancak, onlar bütün Avrupa'ya Cumhuriyet fikrini taşıdılar.

 Ne yazık ki, Potsdam müttefiklerini ilan etti  Savaşı getirdiğimiz gibi barışı da getireceğiz.

 Şimdi ne görüyoruz?

 Devlete mutlak güç veriliyor.

 1945, Jacques Ellul Hepsinin olacağını görmüştü.

 Neredeyse.

 Atomik güç.

 Reklamcılık.

 Devlet hepsini alır.

 Nanoteknolojiler.

 Terörizm.

 Bu Hitler'in ikinci zaferiydi.

 Devlet'in her şeyi yapmasına alışmıştık ve ne zaman bir sorun olsa  Devlet'i suçlardık.

 İşsizlik.

 Bütün ulusun hayatını sorumluluğuymuş gibi almasını istedik.

 Tepki göstermek şu anlama gelir ekonomik politikaya karşı polise karşı refaha karşı tepkimiz olmasıdır.

 Tüm ulusun bize karşı ayaklandığını görüyoruz.

 Aslında, Hitler bir şey icat etmedi.

 Uzun bir gelenek bu krize yol açtı.

 Machiavelli, Richelieu, Bismarck.

 Ve Terör, Alain?

 1993'te terör boyunca Medeni Kanun sözleşmesi üretildi yeni takvim, ondalık sistem Hitler'in zaferi, çocuklar.

 Çelik üretimi devlet muhasebesi Müzik Konservatuarı.

 Bayım, Afrika hakkında bir kavram üretmek mümkün müdür?

 Kendi şiddetini reddeden yasa, aldatmacadır.

 Bir devlet aygıtına dönüşmeyi reddeden yasa, aldatmacadır.

 Kendi kendini meşrulaştıran yasa, iki kez aldatmacadır.

 Bence ilkel toplumlarda durum böyle değildi.

 Peki ya savaş boyunca?

 Bu bir savaş, ama Devlete karşı toplum var.

 Umurumda değil.

 Emrinizdeyim.

 Son geldiğinde, ben yaşamalıyım.

 Ve bu kolay değil.

 Ağız kapanıyor 

Zaman artık dümdüz gitme zamanı.

 Görüntüyü ben yaptım.

 Neler oluyor?

 Bu dünyanın sonu mu?

 Başka bir Dünya'nın ortaya çıkışı mı?

 Net bir ismi olmaması durumunda ne olur peki?

 Veda etmeye geldik.

 Amerika'dan mı ayrılıyorsunuz?

 - Ucuz bir şeyler var mı?

 - Sadece biraz felsefe.

 Onlara felsefenin ne olduğunu söyle.

 Felsefe bir varlıktır kalbinde kendi varlığının sorusu olan bu ölçüde kendisinden başka varlık varsayılan bir varlıktır.

 Avrupa'da mutluluğun yeni bir düşünce olduğunu düşünmüyor musun?

 Ben Afrika'lıyım.

 İyi şanslar! - Tekrar merhaba.

 - Polisi arayacağım.

 O hasta.

 Sadece bir soru.

 Tatil zamanı.

 Eylül ayında tekrar başlayacağız.

 İki soru.

 Toplum işsizlikle mücadele anlamına gelen cinayeti kabul etmeye istekli midir?

 İkinci soru.

 Bir fikir ile bir metafor arasındaki fark nedir?

 Trendeki Atinalılara sor.

 İç deneyim genel olarak toplum tarafından özellikle istenerek artık yasaklanmış halde.

 Cinayetten bahsettin.

 Günümüzde cinayet olmanın görüntüleri nelerdir?

 Günümüz garip bir canavar.

 Umurumda değil.

 Gerçeği al.

 Plato güzelliğin, gerçeğin ihtişamı olduğunu söyler.

 Şimdilerde bir fikir var.

 Gerçeğin metaforu  Bak.

 Bir çocuk zarla oynuyor.

 Emrinizdeyim.

 Bir kızmı bir kadın mı?

 Göreceksin.

 Hiç onun değiştiği gibi yapmayı beceremedim.

 Onunla ilk tanıştığın zaman neredeydi?

 Kinshasa'da.

 Nehirde bir kıvrımda.

 Bu bana bir şeyler hatırlattı.

 Bir kitabın başlığı.

 Nobel Edebiyat ödülü.

 Resim için Nobel olmamıştı.

 Ya da müzik.

 Hangi bankada çalışmıştı?

 Ne yazık ki.

 Burada kalmamalısın.

 Bu tehlikeli.

 Ben korkmuyorum.

 Bugün herkes korkuyor.

 Chikawa kabilesinin Apaçi yerlileri dünyaya Orman derler.

 Bu sabah bir rüya.

 Her bir kişi diğerinin hayalperest olduğunu düşünür.

 Bir kadın zarar veremez.

 O, sizi rahatsız edebilir, sizi öldürebilir, artık.

 Sizin hepinizin mutlulukları beni iğrendiriyor.

 Bu hayatı ne pahasına olursa olsun sevmeliyiz  Başka bir şey için buradayım.

 Hayır demek için buradayım.

 Ve ölmek için.

 Ben de gitmeliyim.

 Acele et! Buna eşitlik diyemezsin.

 Rodin'in heykeli, düşünen adam  Bunu biliyor musun?

 Bilemiyorum.

 Eşitlik görüntüsü.

 Bir fonksiyon, bir pozisyon.

 Zaman ve mekana ait herkes eşitliğin yalnızca yapıtaşından bir tanesidir.

 Çünkü bu durumda herkesin düşüncesinin yerini kıçları aldı.

 Sen gençsin.

 Güzelliğinin ve gücünün zirvesindesin.

 Öleceğim.

 Senden ayrılmak istemiyorum.

 Seni geri kazanmak istemiyorum.

 Hiçbir şey istemiyorum.

 Dizlerimin üzerine çöktüm, yenildim.

 Hiçbir şey konuşmuyoruz.

 Bana zarar verdin ve rahatsız ettin.

 Sana bunu da söylemiştim.

 Birbirimizi artık sevmiyoruz birbirimizi hiç sevmedik.

 Efsaneler anlatılırken, suya batırılan kahramanın doğumu rüyalara tezahür eden temsillerine benzerdir.

 Bir şey duyamıyorum.

 Onun öldüğünü söylüyor.

 O zaman bırak ölsün.

 2030 yıldan beri evrensel hayvan hakları beyannamesi yayınlanmış haldedir.

 On adet makale içerir.

 1789'dan 200 yıl sonra hazırlanmıştır.

 Başkasının gözlerinde kilitli olan birisinin hiçkimse özgür biçimde düşünemez.

 Bakışlar kilitlendikçe ikimiz diye bir şey olmayacaktır.

 Yalnız kalmak zorlaşıyor.

 Kör olan hayvanlar değil.

 Vicdan tarafından kör edilen insanlar dünyayı görme yeteneğinden yoksundur.

 Rilke'in yazdığı, dışarıda olan sadece bir hayvanın bakışları üzerinden bilinebilir.

 Ve Darwin, Buff'ı gerekçe göstererek yaşayan canlılar içinde sizi kendisinden daha çok seven tek canlının köpek olduğunu savunuyor.

 Tanrı'nın gölgesi.

 Kendi erkeğini seven bir kadın olmaz mı?

 Varoluştan beri herkes Tanrı'yı durdurabilir, ama kimse bunu yapmaz.

 Üzgünüm.

 Bu noktada dile gelen bir hikaye bile yok.

 Onların birlikte olmasının nedeni onlar tersini iddia etseler bile onların herhangi bir geleceğinin olmamasıdır.

 Onlar kasvetli bir bölgeye girdiler.

 Bak.

 Hadi, çık! Hoş görünüyor.

 Bu bize iyi gelecek.

 Burada uzun süredir yaşıyor musun?

 Neden "uzun"?

 Burada "yeteri" kadar yaşıyor musun.

 Yüz yüze olmanın dili icat edilirse  Sağ ve sol icat edilmişti ancak alt üst edilmedi.

 Neden?

 Gaz odasına girdiğinde bir çocuk annesine "Neden" diye sordu.

 Bir SS subayı bağırdı  Nedenler yok! Laurent-Schwarz-Dirac eğrisi eğitimini hatırlıyorum.

 Her noktada sonsuzluk, bir tanesi hariç, sıfır.

 Ya da tam tersi.

 İki harika icat sonsuzluk ve sıfır.

 Hayır.

 Seks ve ölüm.

 Sadece özgür varlıklar birbirlerine yabancı olabilirler.

 Onlar özgürlüğü paylaştılar ama bu onları ayıran şey.

 Dört yıl önce, beni bıçakladın.

 Sen unutuldun.

 Seninle konuşabilmem için bir şey yap.

 Ne yapmalıyım?

 Beni duyduğuna ikna et.

 Zar zor bir kelime söyleyeceğim.

 Ben dildeki yoksulluğu arıyorum.

 Nereye gidiyorsun lan?

 Sana göstereceğim.

 O bizleri alçakgönüllü yapamazdı.

 Kim?

 Ya da yapamazdı.

 Ya da yapamadı.

 Bu yüzden o bizleri aşağıladı.

 - Kim?

 - Tanrı.

 Burada.

 Frankenstein'ı görmeye gideceğiz.

 Geri döneceğiz.

 Ormanların, tepelerin vadilerin, sirkinizde soluk benizli, karanlık taburları harmanlandı.

 Emrinizdeyim.

 - Nereye gidiyorsun?

 - Gitmem gereken yere.

 Kinshasa'da bir gazeteci bana Mao Tse-Tung hakkında bir hikaye anlattı.

 89 Devriminin etkisini sormuştu.

 En kısa sürede bileceğini söyledi.

 Rusça'da kamera hapishane anlamına gelir.

 Rus sigaraları Amerikan sigaralarından daha sağlıklıdır.

 Neden öyle?

 Çünkü neredeyse hiç tütün içermiyor.

 Rusya Avrupa'nın bir parçası olmayacak.

 Eğer Ruslar Avrupalı olurlarsa, asla tekrar Rus olamazlar.

 Hiç bu açıdan düşünmemiştim.

 Yeşilde yavaşlama yok.

 Geçen yılki formülü kullan.

 Neden buradasın?

 Çünkü burada hiç büyük yok.

 Afrika'da neyden geliyordun?

 Sessizlik.

 Orada tonlarca ses var.

 Savaş var.

 Hayvanlar var.

 Sonra, sessizlik başka bir ülkeye geliyor.

 Kapıdalar.

 Size konuşuyorlar.

 Dille birlikte, bir şeyler oluyor.

 Dünyayla ilişkimiz konusunda garip bir şey var.

 Saf özgürlüğe karşı hareket ediyor.

 Konuyu ben konuşuyorum.

 Burada kalmamalıyım.

 Nesneyi dinliyorum.

 - Her şeyden vazgeçtin.

 - Bir adım daha ileri götür.

 Özgürlüğün kendisinden vazgeç ve her şey sana geri dönsün.

 Bize bir tercüman gerekli.

 Neden böyle dedin?

 Yakında herkesin bir tercümana ihtiyacı olacak.

 Sözcüklerin kendi ağzımızdan geldiğini anlamak için.

 - Kocan ne yapıyor?

 - Olayları organize ediyor.

 O sadece bir birey.

 Benim cevap sıram değil.

 Benden daha iyi tanıyorsun.

 "Emrinizdeyim" derken tam olarak ne demek istedin?

 Artık onların bir önemi yok.

 Söz konusu olan sonsuzluk çok ciddi.

 Basit düşünceler ve basit bakışlar değil.

 Yaz geldi ve sen hâlâ cevap vermedin.

 Orada benim sesim vardı.

 Proleteryayı kralın şeyleri olarak adlandırmak istiyorum.

 Uyum meselesi, o zaman.

 Ne hakkında?

 Diğer aşka izin vermek için.

 Hâlâ resim çekiyor musun?

 Bir orman göstermek, kolaydır.

 Ama yakınında bir orman olan bir odayı göstermek 

Böylece yıllar geçti  Hepiniz mutluluklarınızla beni iğrendiriyorsunuz.

 Evet buraya hayır demeye geldim.

 Bu sabah bir rüya.

 Her biri başkasının rüya gördüğünü düşünüyor.

 Bir kadın zarar veremez.

 Rahatsız edebilir.

 Öldürebilir.

 Artık değil.

 Ben çocukken, Kızılderilileri oynardık.

 Apaçiler benim en sevdiklerimdi.

 Onlar dünyaya orman diyorlar.

 Acele et, beklemek istemiyorum.

 Eşitlik hakkında konuşuyorum ve sen de her seferinde kıçın hakkında konuşuyorsun.

 Çünkü orası eşit olduğumuz yer.

 Neye baktığını biliyorum.

 Evet, bir utanç, artık orman yok.

 Artık savaş yok, demiştik.

 Tanrı'ya dua et, hepsi affedilir.

 Şimdi git.

 Giderkenki gibi gülümsemeye çalış.

 Paramparça anılardan sakın.

 Polis geliyor.

 Gitmelisin.

 Kelimeler.

 Onlar hakkında bir şey duymak istemiyorum.

 Doğada çıplaklık yok.

 Hayvanlar çıplak değillerdir, çünkü onlar çıplaktır.

 Ben savaş görmüştüm eğer bitmiş olsaydı herkesin şunu soracağını bilirdim cesetlerle ne yapacağız?

 Muhtemelen savaş sadece onlar için bitti.

 Bir filozof başkalarının varlığından endişelenir işaretlerin devrimci gücünü algılamaktan.

 Su onlarla derin, ciddi bir sesle konuştu.

 Böylece Roxy düşünmeye başladı.

 Benimle konuşmaya çalışıyor çağlar boyunca insanların konuşmaya çalışması gibi.

 Dinleyecek kimse yokken, kendisiyle konuşurdu.

 Ama çalışırken daima yeni birileriyle iletişim kurmaya çalışırdı.

 Bazıları nehirden kesin bir gerçek öğrendi.

 Nehir hâlâ sisli bir rüyada uyuyor.

 Onun kendisini gördüğünden daha iyi görmüyoruz.

 Nehir zaten burada.

 Ama orada, artık görünmüyor.

 Tüm gördüğümüz uçurum.

 Sis daha ileriyi görmemizi engelliyor.

 Tuval üzerindeki bu noktada gördüğümüz boya değil, bir şey görmüyoruz ya da göremiyoruz sadece gördüklerimizi boyalamalıyız.

 Ama görmediklerimizi boyayamayız.

 Claude Monet.

 Karakterlerden nefret ederim.

 Doğumundan beri başka biri için yanılıyoruz.

 Onu ittiriyoruz, onu çekiyoruz  Onu bir karaktere girmesi için zorluyoruz.

 Yaşamak için ya da söylemek için.

 Evet.

 Başka bir seçenek olmadığını söylüyoruz.

 Aynaya bak.

 Orada ikisi de var.

 Yani dört tanesi.

 Aslında yaptıklarımızı tercüme etmiyor ama henüz yapmadıklarımızı.

 - Çocuklarımız olacak.

 - Henüz değil.

 Eğer istiyorsan, bir köpek.

 Hâlâ küçük bi çocuk olduğunu düşün.

 Bulut şekillerine bakardık.

 Bir kız olarak  Tüm köpekleri görüyorum.

 Mavi olarak mı beyaz mı?

 Birlikteyiz, ikisi de var.

 Çocuklara ihtiyacımız var.

 Emin değilim.

 Bir köpek, evet! Bu köpeğin anlattığı bir hikaye.

 Ateşler ocağı yakarken ve kuzey rüzgarı eserken aile ateşin etrafında oturur.

 Yavrular dinler ama tek kelime etmezler.

 Ve hikaye bittiğinde çok soru sorarlar.

 İnsan nedir?

 Bir şehir nedir?

 Savaş nedir?

 Başkalarının düşündüğü şeyleri bilebilirim ama kendi düşündüklerimi bilemem.

 Bir şey yap, ben de konuşabileyim.

 Başkasının düşündüğü şeyleri bilebilirim ama kendi düşündüklerimi bilemem.

 Bir şey yap, ben de konuşabileyim.

 Bu tam olmuş çünkü bu nezaket doğum için gerekli ağrıdır ve dahası, geri gelir zaman zaman onu sakinleştirir erkekler başkalarıyla samimi olabilir ve hatta kendileri ile zafer kazandıkları zaman bir karının iyiliği onlara doğru gelir.

 Onların irtibat dolaşımının kalbinde, sürekli olarak gizlice diğerlerine beyan edilmeden veya farkında olmadan sorularla, soruşturmalarla ortaya çıkan acı verici bir endişe.

 Ama bu nezaket olmadan ortaya çıkmış olamaz.

 Onlar hep zamanında gelmek isterler.

 O nereden geliyor?

 Onlar birinci olmak istiyor.

 - Bir Alman matematikçi  - Başka bir Alman! Asal sayılar ile ilgili olarak Riemann her noktanın müzik olduğu bir manzara ile geldi.

 Deniz boyunca sıfır çizgisi.

 Frankenstein'ın burada doğduğunu hayal edebilirsiniz.

 Hayal edebilirsiniz.

 1816'ta, Lord Byron ve Shelley, İngiltere'den kovuldu Cenevre Gölü tarafında sığınak aradılar Mary Shelley bir korku hikayesi yazmaya başladı.

 Bu hikayede trajik bir taraf yok.

 Devlerin kahkahası olmadan kayıtsız hiçbir detay yok kendi acıklı aşk hikayelerini anlatıyor.

 Siz yataktasınız, profesör.

 Siz uyuyorsunuz sadece rüyada değiliz.

 - Bilmiyor musunuz?

 - Hayır, bilmiyorum.

 Size inanmıyorum.

 Aşağı doğru geliyorum.

 Evet, çok derin.

 Bence sizin artık aşağı inmeye başlamanız gerekiyor ve daha sonra yüzeye çıkmanız.

 İki sorum var, büyük olan ve küçük olan.

 Derinliğin içine düzlüğü sığdırma konusunda zor olan nedir?

 Acı.

 Başka bir dünya.

 Bu o.

 Derin bir ses kullanın.

 Benim kelimem.

 Sen burada ne yapıyorsun?

 Ben çok üzgünüm! Dışarı! Depresif görünüyor.

 Marquesas Adalarının hayalini kuruyor.

 Jack London romanı gibi.

 Kesinlikle.

 Marlborough savaş bıraktı! Ne zaman geri döneceğini bile bilmiyorum!||

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar