Hayatın Kahramanı İnsan Kavramı
| |
(1961)
Çeviri:
Ümid Gurbanov
“Hatırladığım
kadarıyla hep aynı felsefeye tutundum. Yıllar boyunca çok şey öğrendim.
Ayrıntılara, belirli sorunlara, tanımlamalara, tatbiklere dair bilgimi
genişlettim ve genişletmeye devam etme niyetindeyim ancak temel görüşlerimi
asla değiştirmek zorunda kalmadım. Felsefemin özünde, hayatının ahlaki amacı
kendi mutluluğu olan asil uğraşlar ile başarılı sonuçlar elde eden ve tek
mutlağı mantık olan kahramansı bir varlık olarak tasvir ettiğim insan kavramı
yatmaktadır.” — Ayn Rand, 1961.
Rand Hanım, demin hayat felsefenizin temellerinden bahsettiniz.
Sanıyorum ki her romancının bir filozof olduğu bir bakıma doğrudur. Ancak çok
az romancı sizin gibi tutarlı bir felsefi sistem geliştirmek için zaman ve
enerjisini bu işe adamıştır. O yüzden şu soruyla başlayayım: Kendinizi
öncelikle bir romancı olarak mı yoksa filozof olarak mı görüyorsunuz?
Eşit derecede ve aynı sebeplerden ötürü, öncelikle her ikisiyim de
derim. Hem edebiyattaki hem felsefedeki temel ilgi ve amacım, insanın
olabileceği ve olması gereken belirli somut görüntüsü bulunan ideal insan
imgesini tanımlamak ve sunmaktır.
Yazmaya başladığımda, edebiyattaki görevime giriştiğimde ve
felsefe öğrenmeye başladığımda var olan tüm felsefeler ile derin bir uyumsuzluk
yaşadığımı, özellikle ahlak öğretileriyle ters düştüğümü fark ettim. Bu yüzden,
kendi düşüncemi geliştirmek zorundaydım. İdeal insanı oluşturacak fikir ve
öncülleri keşfetmek, onları açığa çıkarmak ve ne tür inançların ideal insanın
karakteriyle sonuçlanacağını tanımlamak için kendi felsefi sistemimi inşa etmek
zorundaydım.
Bence amaçladığınız şekilde romanlarınız felsefe ve kurgunun
başarılı bir birleşimini açıkça ortaya koyuyor.
Teşekkür ederim.
Bazı romanlarınızda şöyle bir şeye işaret ediyorsunuz: Sadece
sanatta değil, edebiyatta, ahlakta, politikada ve ekonomide profesyonel
entelektüel olarak adlandırdığınız kimseler tarafından kültürel liderlik
yapılması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Profesyonel entelektüeller derken neyi
kastettiğinizi açıklayabilir misiniz? Kimdir mesela onlar?
Profesyonel entelektüeller, aslına bakılırsa, başları ya da
komutanları filozof olan bir ordunun saha ajanlarıdır. Bir kültürün asli ve
temel fikirlerini tanımlayan filozof, tarihi belirleyen kişidir. Aynı zamanda
profesyonel entelektüeller, uzmanlık alanları fiziksel bilimlere karşı
insanları konu alan beşerî bilimler olan kimselerdir. Farklı uzmanlık
alanlarıyla profesyonel entelektüeller kültürün ve toplumun geri kalanını ileri
taşır, filozof tarafından tanımlanan fikirleri, yani felsefi öncülleri bir yere
vardırır. Bu bağlamda onlar, iletişim kanallarıdır. Bir kültürün hedeflerini,
değerlerini ve yönünü belirleyenler onlardır.
Her kültür için geçerli midir bu? Nerede olduklarının bir önemi
yok mudur?
Medeni her kültür için geçerlidir, ancak tarihsel olarak şunu
unutmayın: Entelektüele kıyasla yeni entelektüel, yakın zamana dair bir
fenomendir. Sanayi Devrimi ve kapitalizmin doğuşundan evvel profesyonel
entelektüel şeklinde bir fenomen yoktu. Bundan evvel insanlar hayatını böyle
geçindiremezdi, profesyonel olarak entelektüel bir iş yapamazlardı. Akıl, idrak
ve mantık önceki kültürlerde bir değer taşımıyordu. Yalnızca kapitalizmin ve
özgür toplumun doğuşundan bu yana insanlar tarihte ilk kez fikirlerle uğraşmak
suretiyle yaşamlarını sürdürme şansını elde ettiler. Akıl, ilk kez kullanışlı
bir mesele haline geldi ve 19. yüzyılda zirveyi gördü.
Günümüzde bu değeri kaybediyoruz ve buna ihanet edenler
entelektüellerin ta kendisidir.
Öyleyse, Amerikan entelektüel liderliğinin çöktüğünü mü
düşünüyorsunuz?
Evet, çökmüş durumda ve sorumluluğundan kaçınıyor.
Entelektüellerin yapmaları gerekip de başarısız oldukları şey
nedir? Sorumluluklarını nasıl yerine getiremediler?
Varoluşlarını mümkün kılan en önemli öncüle ihanet ettiler: Aklı
inkâr ettiler. On yıllardır entelektüeller, aklın aciz olduğu, insanın hiçbir
şeyi kesin olarak bilemeyeceği, usun güvenilmez olduğu ve insanın gerçekliğin
niteliğini kavrayacak güçte olmadığını giderek artan bir oranda vaaz ediyor ve
savunuyorlar. Kendilerini entelektüel olarak tanıtan bu kişiler, aklın hükmünü
geçersiz kılmakla uğraşıp duruyorlar. Bir nevi intihardır bu.
Günümüzde doğru düzgün felsefe bile denemeyecek Zen Budizmi ya da
Varoluşçuluk gibi açıkça mistik ve anti-entelektüel doktrinlerin yükseldiğini
görüyoruz. Bu öğretileri kabul edenler, entelektüel iflaslarını itiraf etmiş
oluyorlar. Bir grup insan arasında kökeni M.Ö. 5. yüzyıla dayanan Zen Budizmi
gibi bir teori aklın son sözü haline geliyorsa, onları kınayan ben olmuş
olmuyorum, onlar kendi davranışlarıyla kendilerini kınamış oluyorlar. Vazgeçmiş
oluyorlar. Entelektüel iflaslarını duyuruyorlar ve Orta Çağ'ın mistisizmine
geri dönüyorlar.
Sizce neden bunu yaptılar?
Sebebi şu: Entelektüel uğraşının temel öncüllerini gerçek anlamda
belirleyenler filozoflar olduğundan, Batı dünyasının felsefeleri Rönesans'tan
beri giderek daha fazla mistisizme doğru ilerliyor.
Rönesans, bir başarıydı. Orta Çağ'ı yok eden ve Rönesans yolunu
açan Aristotelesçi etkinin Aristoteles felsefesinin etkisinin entelektüel
sonucuydu. Fakat o zamandan bu yana, genel anlamıyla kültür Aristotelesçi
etkiye dayanarak 19. yüzyılda inanılmaz bir ilerleme katederken Immanuel
Kant'tan sonraki entelektüeller giderek daha fazla usa karşı çıkar oldular.
Elbette ki bu eğilim Kant'tan önce başlamıştı ama Kant'ı çok
önemli bir muhrip ve dönüm noktası olarak görüyorum. Usun hükmünün altını oyan
filozof oydu. Tam anlamıyla bir başarı yakalamadı ama onun sistemi, aklı
felsefe sahnesinden dışarı etme hususunda en hünerli olandı. Aynı zamanda öteki
filozoflara ve entelektüellere göre temel öncüllerini daha fazla kabul
ettirmişti. Öyle ki, o zamandan beri en mistik olan dünyaya, yani
"Numen"e ilerliyorlar.
Kant'tan bahsettiniz. Aristoteles'ten ve Rönesans üzerindeki
etkisinden bahsettiniz. Rönesans öncesi dünya kimin etkisi altındaydı?
Rönesans'tan, Orta Çağ'dan önce mistisizm, yani din ve felsefe
hüküm sürüyordu. O zamanlar felsefe, teolojinin beslemesiydi. Hâkim olan
felsefi etki Platon'undu, ondan sonra felsefi olarak Platoncu olan Plotinus ve
Augustine vardı.
Aristoteles'in zaferi, Aristoteles felsefesini, özellikle de en
önemli bölümlerini, yani epistemolojisini, mantığını, usunu yaşama döndüren
Thomas Aquinas ile başladı.
Peki, Kant'ın felsefe sisteminin hangi kısmı sizin bugün felsefede
gördüğünüz bu eğilimden sorumlu?
İnsanın aklını ve zihnini gerçeklikten ayıran, algıladığımızın
yalnızca kendi zihnimizdeki bazı özel kategoriler ve algı biçimlerince
yaratılan bir yanılsama olduğunu ilan eden çok hantal, çok karmaşık, çok yanlış
ve düzmece bir sistem. Şeyleri asla olduğu gibi göremeyeceğimizi iddia etmek ve
sözde bunu ispatlamak algılanan her nesnesin yanlış olduğu anlamına gelir. Bir
nesnenin algılanması, algımızın yanlış olduğu anlamına gelir.
Aslında burada bilinç kavramına bir saldırı vardır. Sadece insan
bilincine değil, her türden bilince yönelik bir saldırı. Algımızın
gerçekliğinin veya değerinin inkarıydı bu.
Pekâlâ, içinde bulunduğumuz mesele bizi başka bir noktaya
götürüyor. Mistisizm eğiliminden bahsettiniz, ancak son kitabınızda sadece
mistisizmden bahsetmediğinizi biliyorum. Mistisizm, izini sürdüğünüz eğilimin
sadece bir parçası hatta hatırladığım kadarıyla mistiklere Büyücü Hekim
diyorsunuz. Aynı zamanda gücün egemenliğinden, iktidar sahiplerinden, dünyanın
Atilla'larından bahsediyorsunuz. Peki bunlar sizin sisteminizin neresindeler?
Aslına bakılırsa akıl, insanın gerçeği algılamadaki tek yetisidir.
Akıl, insanın gerçeklik bilgisine ulaşmasının tek yoludur. Tabii ki akıl ile
kastettiğim, insanın duyularının sağladığı materyali algılayan, tanımlayan ve
bütünleyen yetidir. Bu açıdan akıl, insanın gerçekliği algılama yetisidir.
Ancak akıl, kendiliğinden çalışmaz. İnsanın karar vermesi, istemesi, düşünmesi
ve algılaması gerekir. İnsan kendiliğinden duyusal verileri alabilir veya
duyuları algılarla birleştirebilir ancak kendiliğinden kavramlar veya
soyutlamalar oluşturamaz. Bu noktada insan bilincinin istemli bir işlevi
olmalıdır.
Düşünürleri tarafından yönlendirilen çoğu insan düşünmeyi
istemediğinden, düşüncenin ve aklın tehlikeli, yetersiz veya fazla çaba
gerektiren bir şey olduğu kanaatinde olduğundan, oldukça nadir istisnalar
dışında çoğu insan kültürü, Büyücü Hekim dediğim kimselerce yönetiliyor.
Büyücü Hekim, düşüncesini değil ve fakat duygularını biliş aracı
ve gerçeklik kılavuzu olarak kullanan kişidir. İman yoluyla çalışır. Özü
itibariyle arzularından başka bir şey olmayan kör inançlar temelinde hareket
eder. Arzuları ve hevesleri ile yönlendirilir kendisini gerçeğe götürecek
kılavuz olarak ele alır bunları.
Bu kişiyi hangi seviye bir kültürde gözlemlerseniz gözlemleyin
böylesi biri, psiko-epistemoloji anlamında zihnini kullanma anlamında bir
Büyücü Hekim'dir. Bu kişinin başkalarıyla başa çıkması gerektiğinden duyguları
kullanarak gerçekle veya insanlarla başa çıkılamayacağından Büyücü Hekim'in
doğal müttefiki daima Atilla olarak adlandırdığım kimseler olacaktır.
Atilla ile kastım şu: İlkel, vahşi ve kabile şefi olan biridir. Bu
kişi, sadece anlık kararlarla, anlık duygusal algılarına göre hareket eder.
Fikirleri, ilkeleri ve soyutlamaları küçümser, bunları dikkate almayı reddeder.
Gerçeklikle ve diğer insanlarla başa çıkmak için kaba kuvvet yoluna başvurur.
Atilla ya mafyadır ya diktatördür ya da militer fatihtir veyahut
gücün kullanışlı olduğuna inanan, düşünmeyi reddeden ve başkalarını
yağmalamayı, köleleştirmeyi veya zorlamayı arzulayan biridir.
Tarih boyunca birkaç istisna dışında bütün büyük kültürler iman
temsilcisi olan Büyücü Hekim ile güç temsilcisi olan Atilla'nın ittifakı
tarafından yönetildi. Büyücü Hekim, Atilla'nın dünyaya dayatacağı hedefleri,
değerleri ve ahlaki tasdiki sağladı.
Günümüz dünyasında, aynı fenomeni görüyorsunuz ancak sözde medeni
terimlerle. Yine de özü aynı şekilde duruyor: Atilla olma görevini üstlenen bir
diktatör, misal Kruşçev, ve onun politik teorisyenleri: Modernistler, solcular,
liberaller, sosyalist entelektüeller ki bunlar, felsefi olarak Atillaistlerdir.
Bu kişiler, Atilla ve kaba kuvvetin iktidarı için sözde "mistik
olmayan", yani sözde felsefi bir gerekçe sunuyorlar. Bunlara
"neo-mistik" diyorum ben çünkü onlar da hakiki kabile büyücüleri gibi
aklın geçerliliğine karşılar.
Mistik veya neo-mistiklerin ilişkileriyle Atilla'lara ne
verebileceklerini anlayabiliyorum ama mistiklerin neden Atilla'lara ihtiyacı
olsun ki? Bundan çıkarları ne?
Çünkü bir mistiğin ilk ve motive edici itkisi, fiziksel
gerçeklikten korkmaktır. Duygularını gerçekliğin üzerinde tutan, duyguları ile
gerçeklik olguları arasındaki bir çatışmada duygularını seçecek ve gerçekliği
terk edecek veya reddedecek olan biri olduğundan gerçeklik ile hiçbir biçimde
başa çıkamaz. Onun mistisizmi gerçeklikle veya olguyla uğraşma gerekliliğinin
bir kaçış biçimidir. Bu nedenle bir koruyucu olarak Atilla'ya ihtiyaç
duymaktadır. Kendisini maddi geçim kaynağı sağlamak için olgularla uğraşma
gerekliliğinden kurtarması ve kurbanlara hükmünü dayatması için Atilla'ya
ihtiyaç duymaktadır.
Öncesinde, her kültürün kendi filozofuna sahip olması gerektiğini
ve sonrasında da entelektüellerin az veya çok felsefeyi eyleme geçiren kimseler
olması gerektiğini söylediniz. Bana öyle geliyor ki, bu meselenin başka bir
yanı daha var. Peki, ya bilim?
Bilim, oldukça yeni bir fenomendir. Bilim, elbette ki,
kapitalizmin, özgür toplumun ürünüdür. Şimdi, nadiren tarihin veya herhangi bir
toplumun yöneticisi olan üçüncü bir insan tipinden bahsetmem gerek. Bu, tarihin
unutulmuş veya kullanılmış kişisidir.
Bu kişi, akıl yoluyla liderlik eder. Bu kişi,
psiko-epistemolojisinde, anlık algıları veya duygularıyla değil, mantığıyla,
kavramlarıyla ve aklıyla hareket eder. Bu kişiye "üretici" diyorum
ben. Sadece insanların maddi değerlerini değil aynı zamanda ve en önemlisi
entelektüel ve felsefi değerleri de üretir bu kişi.
Kelimenin en doğru anlamıyla tarihteki ilk üretici Aristoteles
olmuştur ki kendisi, ilk rasyonel filozoftur. Bilim insanları, kesinlikle
üretici olmalıdır. Bununla mükellef olan bu kimseler, mesleklerinin doğası
gereği aklı kullanarak gerçekliği araştırmakla uğraşmak zorundadırlar.
Ne yazık ki günümüzde, bu kimselerin çoğu, sınırlı meslek
alanlarının ve laboratuvarlarının dışına çıktıklarında diğer insan gruplarından
daha mistik bir hale bürünüyorlar. Hata, kısmen kendilerine ait, ancak
ağırlıklı olarak filozofların hatasıdır bu. Hiçbir biçimde felsefi bir
rehberlik olmadığı için bugün birçok bilim insanı kendi başlarına birer Büyücü
Hekim'e dönüşüyorlar.
Üreticilerden bahsettiniz. Bizlere entelektüel ürünler sunan
insanları bir kenara koyarsak, iş insanlarına ne diyorsunuz? Kapitalizmden
bahsettiniz. İş insanının bundaki rolünü merak ediyorum.
İş insanı da entelektüel kadar yeni bir üründür. Kapitalizmin
doğuşundan önce profesyonel iş insanları ve profesyonel entelektüeller yoktu.
Hem zihin hem de maddi üretim ile ticaret Atilla'lar ve Büyücü Hekim'lerin
çeşitli kombinasyonları tarafından köleleştirilerek hüküm altına alınmıştı.
Bunu da güçlü bir hükümet veya mutlakiyetçi bir yönetim ile
gerçekleştiriyorlardı. Söz konusu bu yönetim, bazen feodal bir mutlakiyetçilik
oluyordu, bazense Rönesans sonrası dönemde Avrupa'da bulunan mutlak monarşiler
oluyordu.
Her halükârda, maddi mal üreticileri, yani tüccarlar ve fikir
üreticileri yani resmi bir mevkileri veya uğraşları olmayan öğretmenler,
filozoflar ve ilk bilim insanları tamamen siyasi yöneticilerin merhametine kaba
kuvvetle yönetimin insafına kalmışlardı. Sanayi Devrimi'nden ve özgür toplumun
kapitalizm toplumunun doğumundan sonra içlerinde özgür mal üreticilerinin, iş
insanlarının, sanayicilerin olduğu yeni bir insan sınıfı ortaya çıkabildi.
Tabii ki kelimenin en gerçek anlamıyla üreticilerdir veya böyle
olmalıdırlar ancak günümüz toplumunun en büyük kurbanlarıdırlar. Modern
entelektüellerin ihanetine uğramışlardır ve bu anlamda hem iş insanları hem de entelektüeller
birbirlerini yok ederek intihara teşebbüs etmektedirler ve entelektüellerin
hatasıdır bu.
İş insanı, aklını gerçekle başa çıkmak, gerçekleri incelemek,
maddi mallar üretmek için kullanmak zorunda olan kimsedir. Bilimsel keşifleri
taşıma görevi gören ve bilimin ürünlerini toplumun her kademesine ulaştıran
kimsedir. Teorik bilim insanlarının veya bir mucidin icadını alan, onları
faydalı ürünlere dönüştüren ve seri üretime sokan, toplumun her kademesine
ulaştıran kimsedir.
İş insanı, 19. yüzyılda insanlığın yaşam standardında muazzam ve
tarihsel olarak mucizevi bir yükseliş gerçekleştiren kimsedir. Üretici ve
rasyonel yaratıcı insan rolüne ulaşmayı başaran kimsedir ancak entelektüeller
ona hakkını teslim etmemişlerdir. Onu bir Atilla'ymış gibi değerlendirmiş,
Sanayi Devrimi'nin başlangıcından beri özgür fikir pazarına karşı
entelektüelleri koruyacak bir nevi Atilla arayışına girerek kendi
özgürlüklerinden korkmuşlardır.
Modern entelektüellerimizin iflasından bahsediyorsunuz. Son çıkan
kitabınızın "Yeni Entelektüeller" adını verdiğiniz bir grup için
gerçek anlamda bir manifesto olduğunu biliyoruz. Kendi ifadenizle bunların
kimler olduklarını ve eski tip entelektüellerden ne kadar farklı olduklarını
söyleyebilir misiniz?
Şu an varlığını sürdüren eski tip entelektüeller, aklı terk ederek
kendi iflaslarını ilan etmişlerdir. Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, yeni
entelektüeller dediğim kimselerdir.
Bunlar, düşünmeye ve anlamaya istekli olan erkek veya kadınlardır.
Bunlar, insan yaşamının duygularla, arzularla, heveslerle veya mistik
ilhamlarla değil, akılla ve usla yönlendirilmesi gerektiğini bilen erkek veya
kadınlardır. Bunlar, hayatına değer veren ve bugünün umutsuzluk, sinizm ve
iktidarsızlık kültüne teslim olmak istemeyen ve dünyayı karanlık çağlara ve
kolektivist vahşilerin yönetimine bırakmaya niyeti olmayan erkek veya
kadınlardır.
O halde Yeni Entelektüel'in oldukça yeni bir fenomen olduğunu
düşünüyorsunuz. Geçmişten bu tipte birini gösterebilir misiniz?
Yeni Entelektüel olarak kimi mi görüyorum?
Evet.
Genel anlamda tarihsel birkaç örneği belirtmem gerekirse,
Aristoteles, kelimenin tam anlamıyla tarihteki ilk entelektüel olarak kabul
edeceğim kişidir. Kurucu Babalar, Amerika'nın ilk entelektüelleridir çünkü
onlar düşünür olmanın yanında girişimcilerdir de. Aklın insanı gerçeğe
götürecek kılavuz olduğunu, insanın akıl aracılığıyla yeryüzünde ideal bir
yaşam tarzına ulaşabileceğini, insanın kendi yargısına ve zihnine rehberlik
edebilmek için özgürlüğe ihtiyaç duyduğunu ve insanların birbirleriyle şiddet
ve cebirle değil, ticaret ve ikna yoluyla ilişki kurması gerektiğini
biliyorlardı.
ABD'de tarihin ilk ve tek özgür toplumunu kuranlar Kurucu
Babalar'dır ve Amerikan siyasi sisteminin doğal sonucu olan ekonomik sistem,
kapitalizmdi, yani külli, düzenlenmemiş, "bırakınız yapsınlar
kapitalizmi" sistemiydi. Amerikan yaşam tarzının veya Amerikan siyasi
sisteminin temel ilkesi buydu. Ancak pratikte henüz uygulanmamıştır.
Baştan itibaren hükümet ve ekonomi arasında tam bir ayrım tesis
edilememişti. Prensip olarak ima edildi, ancak Amerikan düzeninde ve Amerikan
Anayasası'nda kolektivist etkilerin Amerikan yaşam tarzını baltalamasına olanak
sağlayan bazı yasal boşluklara veya çelişkilere de izin verildi ve günümüzde
pratik anlamda bir çöküş yaşanıyor.
Bugün geriye tanımlanmamış bir gelenek dışında hiçbir şey kalmadı.
Şu anda toplumumuzun aktif entelektüel yönü, Amerikan karşıtlığı ve entelektüel
karşıtlığıdır. Diktatörlüklerin ilkel mistisizmine ve zorba yönetime geri
dönülmektedir. Bu nedenle, Yeni Entelektüeller şu iki temel değeri savunacak
kişiler olmalıdır: Kendi yaşamlarının, devredilemez haklarının, özsaygılarının,
bağımsızlıklarının değeri ile insanların birbirlerine karşı güç
kullanmadıkları, zorba olmayan özgür bir toplumun değeri.
Yeni Entelektüel'in felsefesini anlattığınız son kitabınızda,
Kurucu Babalar'ın mutluluk arayışından bahsettiniz. Bunun gerçekten önemli
olduğunu düşünüyor musunuz?
Bundan daha önemli ne olabilir, bilmiyorum. Tabii kavramlara doğru
anlamını vermek koşuluyla.
Mutluluk arayışı, bir insanın kendi hedeflerini belirleme,
değerlerini seçme ve onlara ulaşma hakkı anlamına gelir. Mutluluk,
değerlerinizin elde edilmesinden kaynaklanan bilinç durumu anlamına gelir. Bu
durumda, mutluluktan daha önemli ne olabilir?
Ancak tabii ki mutluluk, sadece anlık zevkler veya bir çeşit
sersemce vurdumduymazlık anlamına gelmez. Mutluluk; derin, masum, rasyonel bir
özgüven duygusu ve kişinin kendi başarısından gurur duyması anlamına gelir.
Yalnızca rasyonel bir insanın rasyonel ahlak kuralları çerçevesinde sürdürdüğü
bir yaşamdan zevk alması anlamına gelir.
Bu kurallarının ne olduğunu kısa bir röportajda size anlatabilmem
mümkün değil ama buna ilgi duyanlar kitaplarıma bakabilirler, özellikle de
Atlas Silkindi'ye.
Bu konudaki duygularımızda masum olmamızın önemli olduğunu
düşünüyor musunuz?
Masum olmanın önemli olup olmadığı şeklindeki bir soruya nasıl
cevap vereceğimi bilemiyorum. Kendi terimlerimle ifade etmem gerekirse, ahlaklı
olmanın önemli olduğunu söyleyebilirim. Olumsuz olanı değil, olumlu olanı
vurgulardım.
O halde, bahsettiğiniz bu Yeni Entelektüeller, uygarlık krizine
yönelik çözüm olabilecek şeyleri formüle etme sorumluluğunu üstlenmeliler. Akla
hemen şu soruyu getiriyor tabii bu: Yeni Entelektüel olmak isteyen biri nereden
başlamalıdır? Yeni Entelektüeller'in başlama noktası neresi ve nasıl
çalışıyorlar?
Her şeyden önce bütüncül, tutarlı ve kapsamlı bir yaşam
felsefesine ihtiyaç duyacaklardır. Yeni bir felsefeyi kabul etmek, tanımlamak
ve hatta onunla hemfikir olmak oldukça uzun bir süreçtir ve çok dikkatli
düşünmeyi gerektirir çünkü bir entelektüel, böyle bir şeyi inançla veya keyfi düşüncelerle
kabul etmeyecektir.
Yeni bir felsefe edinmek uzun bir süreçtir ve eğer biri bu
meseleyi ciddiye alıp da Yeni Entelektüel olmak istiyorsa uygarlığın asgari
temeli olarak adlandırdığım iki öncülü kabul ederek işe başlamalıdır. Bunlar
aksiyom değillerdir, fakat kişi bunları kendine kanıtlamalı, kendini buna ikna
etmelidir. Ondan sonra zihni, felsefenin devamını veya diğer sorunlarını
düşünmekte özgür olacaktır. Ancak önce iki şey vardır ki, ilerlemeden önce bunu
kendince tanımlamalıdır kişi: Aklın duygularla ilişkisi ve insanlar arasındaki
cebrin kötülüğü.
İlk öncül, yani aklın duygularla ilişkisi, entelektüel olmak
isteyen bir kişinin düşüncesini ve muhakemesini duygulardan, arzulardan,
umutlardan, korkulardan ve heveslerden nasıl ayırt edeceğini öğrenmesi
gerektiği anlamına gelir. Kişi, hislerinin ve duygularının biliş aracı
olmadığını, duygularının öncüllerinin ürünü olduğunu, bunların gerçeklik için
kılavuz olmadığını, bilgi ve algı biçimi olmadığını öğrenmelidir. Bu nedenle,
entelektüel olmak isteyen bir insanın kabul etmesi gereken ilk şey, insanın
akıl tarafından yönlendirilmesi gerektiği gerçeğini ve yalnızca akıl temelinde
diğer insanlara yaklaşıp onlarla tartışabileceğini, işbirliği yapabileceğini
veya onlarla hareket edip başa çıkabileceğini tam olarak anlamaktır. Duygu
temelinde kaldıkça, kör bir güce başvurmak durumunda kalacaktır çünkü duygular
irrasyonel veya kanıtlanamazdır. Duygularına göre hareket eden iki kişinin
iletişim yolu yok demektir.
Duyguların yeri doğru tayin edildiğinde, yani aklın öncüsü değil
de neticesi olduğu kabul edildiğinde insanların ortak bir kelime dağarcığı,
ortak bir anlayış aracı ve ortak bir referans ve hakem çerçevesi olur ki bu da
gerçektir.
Peki ya cebir ve cebir kullanımı?
Şöyle ki, bir entelektüelin kabul etmesi gereken temel bir
sosyal-ahlaki ilkedir bu: Hiç kimse bir başkasını zorlamak için fiziksel güç
uygulama hakkına sahip değildir. Hiçbir bireyin böyle bir hakkı yoktur.
Modern Amerikan toplumundaki entelektüel krizle ilgili bir
tartışmayı dinlediniz. Bugünkü programımızın özel konuğu, meşhur Amerikalı
romancı ve filozof Ayn Rand hanımefendiydi.
Uygarlığın asgari
temelini kabul edecek olanlar, günümüz entelektüel boşluğundaki geniş açık
alanlarda yeni bir kültür inşa etme yolunda ilk adımı atmış olacaklardır.
Şimdiki konumumuza uygun düşen eski bir slogan vardır: "Kral öldü, yaşasın
Kral." Aynı bağlılıkla gelecek için şöyle diyebiliriz:
"Entelektüeller öldü, yaşasın entelektüeller!" Ondan sonra bu onurlu
unvanın bir zamanlar ifade ettiği sorumluluğu yerine getirmeye devam
edebiliriz. — Ayn Rand, 1961.
« Prev Post
Next Post »