Print Friendly and PDF

Translate

Ölümsüz Aşk (2015) The Age of Adaline

|

 

 


 112 dk

Yönetmen:

Lee Toland Krieger

Senaryo:

J. Mills Goodloe, Salvador Paskowitz

Ülke:

ABD   Kanada

Tür:

Dram, Fantastik, Romantik

 Vizyon Tarihi:

05 Haziran 2015 (Türkiye)

Dil:

İngilizce, Portekizce, İtalyanca

 Oyuncular

    Blake   Lively

    Michiel    Huisman

    Harrison Ford

    Ellen  Burstyn

    Kathy   Baker

Özet

Bir çağ değişirken doğmuş olan bir kadın, geçirdiği bir kaza sonucu hiç yaşlanmamakla 'ödüllendirilir'. Yıllar boyunca insanlardan uzak, izole bir hayat süren kadın sonunda ölümsüzlüğünü kaybetmeye değecek bir adamla tanışır...

 

Yönetmenliğini Lee Toland Krieger'in üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Blake Lively, Ellen Burstyn ve Harrison Ford yer alıyor.

Altyazı

31 Aralık 2014'te San Fransisco boyunca bir taksi ilerledi.

  Çin Mahallesi'nden Merrill'e kadar.

  Araba tek bir yolcu taşıyordu.

  Bir kadın.

  Doğum ismi Adaline Bowman.

  Şu anki adı Jennifer Larson.

  Bu, onun hikayesinin ilk ve son bölümleri.

  Kusura bakma, 5 dakikası kaldı.

  Babam uyuyor, gece çalışıyor da.

  Dün gece dijital baskıdaki renk sınırlarını hallettim.

  İnternetten line art çekip kusurları tab ettim.

  Bir nevi sırrım sayılır.

  Bu flu izler, solukluk.

  Milyon yıl boyunca başka birinin detaylar hakkında bir fikri olmayacak.

  Neden 29?

  Yani senin yerinde olsaydım birkaç yıl daha atardım   kesinlikle renk vermezdin.

  Çok kibarsın Tommy.

  - İyi iş çıkarmışsın.

  - Seninle iş yapmak benim için bir zevkti.

  - Arkadaşlarının da bir şeye ihtiyacı falan olursa.

  - Neden yapıyorsun bunu?

  - Anlayamadım.

  - Akıllı çocuksun, sahtecilik ağır bir suçtur.

  250.

 000 dolar ceza, 6 yıl hapis.

  Kahretsin.

  Polis misin?

  Hayır, hukuki yaptırıma sen kadar uzağım.

  Sadece potansiyelini ziyan etmeni görmekten nefret ediyorum Jeff.

  - Tony, ismim Tony.

  - Odandaki beyzbol topları   Jeff adına imzalanmış.

  Dağınık olma.

  İnsanın tökezlemesine küçük şeyler neden olur.

  Tatlım, ben geldim.

  Reese?

  Merhaba!

  Gel bakalım!

  Bu yeni çiftlik evine bayılacaksın.

  Temiz hava, hektarlarca orman ve yabani bir dere.

  Kendini yeniden köpek yavrusu gibi hissedeceksin!

  Büyük, büyük, büyük annenin sadece birkaç şehir ötede doğduğunu biliyor muydun?

  Ben de öyle!

  Aynı zaman diliminde değil tabii.

  İşe gitmem lazım.

  Kent arşivi lütfen.

  - Biraz zaman alacak, navigasyon takılmış.

  - O zaman lütfen Kaliforniya'dan Hyde'a gidelim.

  - Hyde'ta inşaat var.

  - Neden şu güzergahta gitmiyoruz   buradan Golf'e, Golf'ten Bush'a, Bush'tan Polk'a oradan da Grove'a   sonra da beni marketin köşesinde bırakırsınız.

  - İşimde gözünüz mü var?

  - Kim bilir.

  - Günaydın Jenny.

  - Günaydın.

  - Günaydın.

  - Merhaba Kenneth.

  - Yılbaşı arifesi olduğundan   bugün gelmezsin diye düşündük.

  Yine de günlerden çarşamba.

  Eğlence geceye kadar başlamaz.

  - Biraz heyecana var mısın?

  - Tabii, neymiş?

  En sevdiğin, makara haber kayıtları.

  Sonunda dijitale çevriliyor.

  - Sevke hazırlanması için biraz yardıma ihtiyacımız var.

  - Seve seve.

  Adaline Marie Bowman, 1 Ocak 1908'de gece 12.

 01'de   San Fransisco'daki Çocuk Hastanesi'nde dünyaya geldi.

  Faye ve Milton Bowman'ın tek çocuğu.

  16 Haziran 1929'da, Adaline Bowman ve annesi Golden Gate Köprüsü'ndeki   inşaatın 3 yılın ardından bitmesiyle   köprünün genişliğine hayranlık duymayı bıraktıklarında   genç bir mühendisin alışılmamış bir nezaket sergilemesine tanık oldular.

  87 gün sonra Adaline San Fransisco'daki St.

  Marys Katedrali'nde   Clarence James Prescott ile evlendi.

  3 yıl sonra Adaline bir kız çocuğu dünyaya getirdi.

  Çocuklarına Adaline'in babaannesinin adı olan Flemming ismini verdiler.

  17 Şubat 1937'de Golden Gate Köprüsü   inşaatı sırasında yapı iskelesinin   emniyet ağı boyunca düşmesiyle 8 işçi ve 2 mühendis hayatını kaybetti.

  Ölenlerin arasında Adaline'in kocası da vardı.

  Kocasının ölümünden 10 ay sonra arabasıyla   5 yaşındaki kızının da orada annesini beklediği   kuzeye, ailesinin kulübesine gidiyordu.

  Tam o anda oldukça tuhaf bir şey cereyan etti.

  Neredeyse büyülü bir şey.

  Kaliforniya, Senoma Şehri'ne kar yağdı.

  Buz gibi suda batması Adaline'in vücudunun   anoksik bir refleks göstermesine neden oldu.

  Aniden nefes alışı durdu, sonrasında kalp atışı yavaşladı.

  2 dakika içerisinde Adaline Bowman'ın   çekirdek sıcaklığı 87 dereceye kadar düştü.

  Kalbi atmayı bıraktı.

  8:55'te aracına yıldırım düştü   ve yarım milyar voltluk elektrik boşaltıp   60. 000 amperlik akım üretti.

  Bunun üç farklı etkisi oluştu.

  İlk olarak, elektrik yükü Adaline Bowman'ın kalbini çalıştırdı.

  İkinci olarak, oksijensiz kaldığı için sarsılması   ilk nefesini 2 dakika sonra almasına neden oldu.

  Son etki de 2035 yılında   keşfedilecek olan Von Mymen'ın   deoksiribonükleik asitlerdeki elektron basıncı ilkesine dayalı.

  Adaline Bowman bundan böyle zamanın açtığı yıkımlara karşı bağışık olacak.

  Asla bir gün bile yaşlanmayacak.

  Adaline Bowman, geçen yıllara rağmen görüntüsünün değişmemesini sağlıklı beslenme,  spor, kalıtım ve iyi şans birleşimine bağladı.

  - Adaline?

  - Mariam, merhaba.

  Tanrım!

  Zerre kadar değişmemişsin!

  - Bunu söylemen ne büyük incelik.

  - Flemming?

  Kocaman kız olmuşsun!

  Ben de durmadan anneme bunu söylüyorum.

  Ama bana inanmıyor.

  Özür dilerim ama gerçekten gitmeliyiz  - Kız kardeş gibi görünüyorsunuz!

  - Dursan iyi olur yoksa başım arşa değecek.

  - Nasıl mümkün olabilir ki?

  - Paris'ten gelen yeni bir yüz kremi.

  - Kraliçe arı için arı sütünden yapıldı.

  - Tamam hayatım.

  Görüşürüz.

  Seni görmek harikaydı!

  Bir şeyler yapılmalıydı.

  Birkaç hafta sonra, kenar bir mahallede yaşarken   Adaline'in arabası küçük bir trafik ihlalinden kenara çekildi.

  Hanımefendi burada 1 Ocak 1908 doğumlu olduğunuz yazıyor.

  - Doğru.

  - Bu da sizi 45 yaşında yapar?

  - Evet.

  - Bu bende kalacak.

  Almak için karakola uğrayabilir misiniz?

  Lütfen doğum belgenizi de getirin.

  - Memnuniyetle, memur bey.

  Yarın sabah uygun mudur?

  - Tabii.

  Çok geçmeden Adaline San Fransisco'ya geri taşındı   ve tıp fakültesinde büro işi aradı.

  Orada, durumunu araştırmak için her fırsattan yararlandı.

  1 yıllık yoğun çalışma sonucunda Adaline Bowman durumunun   hiçbir bilimsel açıklaması olmadığıyla yüzleşmek zorunda kaldı.

  Komünist Partinin bir üyesi misiniz?

  Ya da hiç Komünist Partiye üye oldunuz mu?

  Adaline?

  Özür dilerim, yanlış kişiyi durdurdunuz.

  Federal Araştırma Bürosu'ndanız Bayan Bowman.

  Sakıncası yoksa birkaç soru sormak isteriz.

  Neden?

  Yanlış bir şey yapmadım ki!

  Ben iyi bir vatandaşım.

  Ne cüretle iş yerimde beni rahatsız edersiniz?

  Bunun bir faydası olmaz efendim.

  Varlığınıza dair hiçbir kaydımız yok.

  Bu taraftan lütfen.

  Endişelenecek bir şey yok Bayan Bowman.

  Üzerinizde birkaç test yapacağız sadece.

  Biri seninle irtibata geçerse   tatil için Avrupa'ya gittiğimi ve bir daha dönmeyeceğimi söyle.

  Bir dahaki görüşmemizde yeni bir kimliğim olacak.

  Her zaman annen olacağım.

  Sadece beni arkadaşın olarak tanıtmak zorunda kalacaksın.

  Anne, hayır.

  Böyle olmak zorunda.

  Al  Kızının ve kendinin özgürlük ve güvenliğini garanti altına almak için   Adaline on yılda bir taşınmaya,  ismini, evini ve görünüşünü değiştirmeye ant içti.

  Ve hiçbir canlı ruhla kaderi hakkında   tek kelime etmedi.

  7 hafta içerisinde Jennifer Larson sonsuza dek kaybolup   Susan Flietcher Ashton, Oregon'da uzak bir çiftlik evi için oturma izni aldığında   Adalien Bowman, bir anlık zayıflığı dışında   yaşadığı 60 yıl süresince ettiği yeminini tutmuş olacaktı.

  - Merhaba, Ray sen misin yine?

  - Amanda beni ekmeyeceksin, değil mi?

  Hayır, o geçen yıldı.

  Neden güvenmiyorsun bana?

  - Daha iyi bir teklif almamış olmana inanamıyorum.

  - İmkanı yok!

  8'de alırım seni.

  Aslında aramamın bir diğer sebebi de bu.

  Knob Hill Grand Otel bana bir araba gönderecek.

  - Bak sen!

  - Daha önce yeni yıl için oraya gitmiş miydin?

  - Sadece bir kere, yıllar önce.

  - Epey savurganlar sanırım.

  İşe koyulsam iyi olur o zaman.

  Görüşürüz, hoşça kal Ray.

  Acıktın mı?

  Hayır mı?

  Bu gece benimle dışarı çıkmak istiyorsun, değil mi?

  Kusura bakma dostum, bu gece kızlar gecesi.

  - Avery elini dizimden çekmezsen  - İki elim de masanın üstünde!

  Addison?

  Teşekkür ederim.

  - Mutlu Yıllar!

  - Amanda, alkışlayan sendin değil mi?

  Nereden tahmin ettin?

  - Tam bir hanım efendisin.

  - Bir ikimiz kaldık!

  Bir bardak versene!

  - Söyle bakalım, ne kaçırdım?

  - Çok şey değil, birkaç neşeli laklak sadece.

  Çok komik.

  Ne kadar yaşlanırsan yaşlan yeni yıl arifesi her şeyin mümkün olacağı   tek geceymiş gibi hissettiriyor.

  - Önerin nedir?

  Her zamanki şey, gerçek aşk.

  Ya seninki?

  Bu seneyi son senemmiş düşüncesiyle yaşamak.

  Kim bilir, belki mümkündür.

  Bizim yaşımızda, kesinlikle evet.

  Yaşayalım.

  Saat 3 yönündeki bekara dikkat!

  Arzuyla bizi istiyor.

  - Nasıl biri?

  - Kahverengi saç, buz mavisi gözler, abayı yakmış  Nasıl oluyor da seninleyken hep oltaya çıtırlar düşüyor?

  - Geldi.

  - İyi akşamlar bayanlar.

  Cucuta'ya hoş geldin!

  Biliyorum!

  28 yaşında göstermiyoruz.

  - Çok kibarsınız.

  İsminiz nedir?

  - Dale Davenport.

  - Dale bir ressam.

  - Öyle mi?

  Açlıktan ölen sanatçılardan esasen çünkü varlıklı ailesinin yardımını kabul etmiyor.

  Özür dilerim.

  Daha önceden tanışmış mıydık?

  Hayır, hayır, hayır.

  Sadece Cartier kol saatiniz ilk üretilenlerdendir.

  Varlıklı büyük babanız tarafından verildiğini varsayıyorum.

  Büyük, büyük babam.

  Resim yaptığımı nereden anladınız?

  Elleriniz boyayla kaplı.

  Gayet kolaydı.

  Peki o zaman Picasso!

  Otur bakalım!

  - Bir içki ısmarlayalım.

  - Tabii.

  - Mutlu yıllar.

  - Mutlu yıllar.

  Teşekkürler.

  6, 5, 4, 3, 2, 1  Mutlu yıllar!

  Alo?

  Teşekkür ederim tatlım.

  Hayır, hayır, şarkı söylemene gerek yok.

  Hayır, lütfen söyleme.

  Yeterince doğum günü geçirdim zaten.

  Neredesin?

  Dışarı çıkmadın mı hiç?

  Seni suçlayamam.

  Yarın buluşuyor muyuz?

  Güzel, tamam o zaman uyu hadi.

  Seni seviyorum.

  İyi geceler.

  Her kimse o, berbat bir bahanesi olmalı.

  Özür dilerim.

  Korkutmak istememiştim.

  Şöyle bir gelenek falan yok muydu, yeni yıl arifesinde yalnızsan   bir yabancıyı öpmen gerekiyor gibi?

  - Kahretsin!

  Daha önce de söylendi.

  - Sadece bir kere, genç Bing Crosby   tipinde biri.

  Mutlu yıllar.

  - Bunun için çok yaşlıyım.

  - Hayır!

  Gitme.

  Yarın ararım.

  Kaçırdığım her şeyi anlatırsın, seni seviyorum.

  Görüşürüz canım!

  Bana ait olmayan bir yere elimi koymamayı öğretecek.

  İçimden bir ses aksini söylüyor.

  Aslında riskli bir hareketti.

  - Ne?

  - Gitmeden önce kendinizi tanıtmamanız.

  Bendeniz dare devil.

  Ben Ellis, tanıştığımıza memnun oldum.

  - Ada olan mı?

  - Kimse yalnız var olamaz.

  - Ben Jenny.

  - Şiir olan mı?

  Hayır mı, hani  "De ki yorgunum, de ki üzgün   de ki yaşlanıyorum ama bir de Jenny öptü beni.

 " - Kim yazmış?

  - Romantiklerden birinin sanırım  - Emin değilsiniz.

  - Aslında öyleyim ama  Bilmiş biriymişim gibi bir izlenim yaratmak istemem.

  Ne yazık, bilmişlere hayranlık duyarım.

  Nereye gidiyorsunuz?

  Daha güzel yemekleri olan bir yere, daireme.

  - Peki siz?

  - Partiye geri döneceğim.

  Sadece 27 katı sizinle birlikte geçirmek istedim.

  - Riskli bir hareket olmuş.

  - Efendim?

  Kız arkadaşınızı yukarıda bırakmak.

  Umarım değmiştir.

  Neyden bahsediyorsunuz?

  Hadi ama!

  Maviler içinde bir kadın.

  İsmi "kova"yla mı bitiyor?

  Hayır.

  İsmi Agnus Bogs.

  Amcası şef.

  Yemeklerini sevdiğinizi söylerim.

  Ayrıca kız arkadaşım değil.

  - Taksi, hanımefendi.

  - Evet lütfen, teşekkür ederim.

  İyi geceler.

  - Sizinle bekleyeceğim.

  - Böylece nerede yaşadığımı öğrenebileceksiniz?

  Çiçek göndermem için epey kolaylık sağlayacak.

  Peki.

  Teşekkür ederim ama iyiyim böyle.

  Hoşça kalın, sizinle tanışmak serüvendi benim için.

  Teşekkür ederim.

  Bir dakika.

  Bakın yine!

  Size ait olmayan bir yere elinizi koyuyorsunuz.

  - Nasıl haberleşeceğiz?

  - Mutlu yıllar Ellis.

  Çok teşekkür ederim.

  - Geç mi kaldım?

  - Her zamankinden fazla değil.

  - Mutlu yıllar anne!

  - Teşekkür ederim canım.

  Seni gördüğüme çok mutlu oldum.

  Halen daha kart vermek zorunda değilsin.

  - Seni seviyorum.

  - Ben de seni.

  Ne zaman taşınıyorsun?

  - Şubat'ın 3.  haftası.

  - Planlandığı gibi.

  Pek tabii!

  Bakıyorum da sodyum hakkındaki küçük konuşmamızı çoktan unutmuşsun.

  Hayır, sadece görmezden gelmeyi seçiyorum.

  Esasen  Ben de taşınmayı düşünüyorum.

  - Ama yaşadığın yeri seviyorsun.

  - Öyle ama korkulacak çok fazla şey var.

  Geçen hafta Kayle Fonso düşüp kalçasını kırdı.

  Doktor hastaneden bir daha çıkamayabileceğini söyledi.

  Baya sonra, Molly Andrews beni arayıp   Arizona'daki muhteşem emekli evinden bahsetti.

  Geçen bahar taşınmış ve söylediğine göre hayatında hiç bu kadar mutlu olmamış.

  - Sorun ne?

  - Oregon civarında yaşıyorum ki sana yakın olabileyim.

  Uzun süreli ziyaretler için gelebiliyorsun baksana.

  Önünde sonunda bana taşınacaksın.

  Liseden beri birlikte yaşamadık.

  Ama gençleşmiyorsun.

  Ya Arizona'ya taşınırsan ve orada başına bir şey gelirse?

  Ya hastalanırsan?

  Umarım gelip benimle ilgilenirsin.

  - Ya geç kalırsam?

  - Hayır, hayır!

  Bunu yapamayız.

  Doğum gününde olmaz.

  Bugün tatil!

  - Sonunda iki ayağımın üstüne düştüm!

  - Ne saklıyorsunuz?

  Büyük haber, Bay Jones bu kütüphaneye klasiklerin 50 bin dolar değerindeki ilk nüshalarını bağışlıyor.

  Hangi kitaplar olduğunu biliyor musunuz?

  Çok yakında öğreneceğiz.

  Ofisinden arayıp kitapları bizzat getireceğini söylediler.

  - Merhaba.

  - Olamaz!

  - Ben Ellis.

  - Ne güzel!

  - Hoş geldiniz Bay Jones!

  - Teşekkür ederim.

  San Fransisco Miras Topluluğu adına cömert hediyeniz için   minnettar olduğumuzu belirtmek isterim.

  Paketimi eşya kabule bıraktım ama eminim getireceklerdir.

  Sorun olmazsa kitapları bağışlarken fotoğrafınızı çekmek isteriz.

  Evet.

  Evet, tabii.

  Bana bir saniye verebilir misiniz?

  Selam.

  Benim.

  - Bilmiş.

  - Ne yapıyorsun burada?

  Senin için de bir şeyler getirdim.

  Birkaç çiçek.

  Henry James'ten Daisy Miller, Ray Bradbury'den Dandelion Wine,  Janet Fitch'ten White Oleander.

  Çok akıllıca.

  Burada çalıştığımı nereden öğrendin?

  Listeye baktım sadece.

  Toplantıdan çıkarken seni görmüştüm.

  Asansörde bundan bahsedebilirdin.

  Daha yüksek bir binada karşılaşmış olsaydık   telafi edecek vaktim olurdu.

  Seni bilmem ama ben birkaç şey bağışlamak için hazırım.

  Harika.

  Orada olacağım.

  Daha neler, kitapları kütüphane adına senin almanı isterim.

  - Hayır, hayır, hayır.

  Bunu yapamam.

  - Evet, elbette yapabilirsin.

  Hayır, hayır.

  Fotoğraf çektirmeyi sevmiyorum.

  Merak etme.

  Nefes kesici görünüyorsun.

  Mevzu gösteriş değil.

  Ben sadece insanların fotoğrafımı çekmesini sevmiyorum.

  Sen bilirsin.

  Kabul etmezsen kitapları bağışlamam.

  - Bunu yapamazsın.

  - Bir tanesini yakabilirim bile.

  Fotoğrafımın çekilmesini sevmiyorum Ellis.

  Tamam, iyi.

  Peki.

  Başka bir alternatif daha.

  Yarın seni dışarı çıkarmama izin ver.

  İmkansız.

  Tamam.

  Öyle olsun, ben kitapları toplayayım o zaman.

  Nereye?

  Hiç gitmediğin bir yere.

  - Bu şehirdeyse şayet pek olası görünmüyor.

  - Bir şans ver.

  İşin bittiğinde çizmeleri ön tarafa bırakabilirsiniz.

  - Ben hemen dışarıdayım.

  - Tamam, sağ ol Tom.

  Tamam.

  Peki.

  Pes ediyorum.

  Altına hücumun ilk yılında   yaklaşık 60.

 000 kişi gemiyle San Fransisco'ya geldi.

  Arayıcıların çoğu tepelere doğru iz sürdü.

  Tabii teknelerini arkalarında bıraktılar.

  Yüzlerce tekne kıyıda öylece kaldı.

  - San Fransisco'nun merkezi bunların üzerine inşa edildi.

  - Bilmiyordum.

  Şehir hizmetleri şebeke hattı için kazı yaparlarken bunu buldular.

  - Tanrım.

  - Çok iyi değil mi?

  - Bu  - Evet, bir tekne.

  İnanılmaz!

  Elbette hemen kazı işlemlerini durdurduk.

  Bunu halka arz etmek istiyoruz.

  - Durdurduk derken?

  - San Fransisco Tarihi Koruma Derneği.

  Tahmin edeyim.

  Sen de dernektensin.

  Evet, bu sıralar herkesin girmesine izin veriyorlar.

  - Servetini nasıl kazandın?

  Miras mı?

  - Şans.

  Kolejdeyken branşım matematikti   ve boş zamanımda iklim bilgilerini çözümleyecek bir algoritma geliştirdim.

  Oda arkadaşım ekonomik tahmin için de kullanılabileceğini keşfetti.

  Böylece yurt odasında bir şirket açtık.

  Birkaç yıl sonra sattık ve o, kendi yarısıyla Fiji'de emeklilik yaşıyor.

  Ben de kendi yarımla bu işi yapıyorum.

  Senin işin de para saçmak.

  Evet, doğru.

  Ancak bu dünyada gerçek bir farklılık yaratmak istiyorsan   durum göründüğünden çok daha zor.

  Peki sen Jenny?

  Benim de köpeğim var.

  - Peki.

  - Gitmem lazım.

  Ama yemek yiyeceğiz.

  Çok geç oldu Ellis.

  Bir saatim vardı sadece.

  Peki.

  En azından seninle birlikte yürüyeyim.

  Her şey için teşekkürler.

  Ama taşınacağımı bilmelisin.

  Tamam.

  Bir fikrim var.

  Bir fıkra anlatacağım.

  Gülersen  Taşınmadan önce bir kere daha benimle çıkmak zorundasın.

  Gülmezsen, farklı olduğumuzu kabul edip memnuniyetle vazgeçeceğim.

  - Berbat bir fıkra olmalı.

  - İnsan tarihinin en komiği.

  Ama biraz çözümü zor, çok yönlü.

  Bu yüzden muhtemelen anlamayacaksın.

  - Evet, muhtemelen.

  - Beyzbol sever misin?

  - Evet, bayılırım.

  - Güzel.

  Bir gün Fenway Parkı'nda  Ted Williams  Kim olduğunu biliyor musun?

  Ezici.

  Sopa ile vuruş ortalaması 344, değil mi?

  Ne?

  Evet.

  O Ted Williams.

  Neyse, Fenway'da dolaşıyor işte   ve bir at gelip Sox için oynamak istiyorum diyor.

  - Gerçek at?

  - Gerçek at.

  O da neler yapabilirsin diye soruyor.

  At da senin gibi vururum hatta çok daha iyisini diye karşılık veriyor.

  Dişleriyle bir sopa alıyor ve Ted o anda "Tamam" diyor.

  Vuruş yapıyor ve hakikaten de   topu açık tribüne uçuruyor.

  Ted şaşıp kalıyor tabii.

  Başka ne yapabilirsin?

  Kısa vuruşlar da yapabilirim diyor at.

  Ted birkaç yerden top atıyor.

  Ve gerçekten de.

  Elektrik süpürgesiymiş.

  Evet!

  Ted diyor ki; "Ne yani atış yapabiliyor musun?

 " At da ona bakıp şöyle karşılık veriyor;  "Atış mı?

  Bir atın atış yaptığını kim duymuş ki.

 " Evet!

  İşte bu!

  Bayanlar baylar, hanımefendi fethedildi.

  Hayatımda duyduğum en kötü fıkraydı.

  - Teşekkür ederim.

  - İltifat etmedim.

  Akşam yemeği.

  Salı günü, benim evimde.

  303-18 sokak.

  - Saat 8'de.

  - Peki.

  Günaydın Bayan Larson.

  Sizi yeniden görmek ne güzel.

  - Günaydın.

  - Sizin için ne yapabilirim?

  Hesabıma başka bir imzacı eklemek istiyorum.

  - Nedenini sorabilir miyim?

  - Bir süre seyahat edeceğim.

  Seyahat mi?

  Evrak işlerini halledeyim.

  Hemen dönerim.

  Bütün bu şirketler gözdemiz konumunda.

  Bu ne?

  Haloid Fotoğraf Şirketi?

  50 yıldır varlar.

  Fotoğraf kağıtlarını ve ekipmanlarını yapıyorlar.

  Elektrofotografi diye bir şey geliştiriyorlar.

  Sektörde devrim yaratabilir ancak anında bir geri dönüş alamazsın.

  - Birkaç yıl sürebilir.

  - Peki.

  Zaman ve paranın sınırlı olduğunu görmekten nefret ediyorum.

  - Ben sabırlıyımdır.

  - Ne var biliyor musun?

  İsimlerini değiştirmişler.

  Şimdiki adları  Bu ne?

  Z ile başlıyor.

  - Yunanca.

  Zeroks diye okunuyor.

  - Zeroks mu?

  İmza kartıyla işe koyulabiliriz.

  - İmza yetkisi olacak diğer kişinin adı ne?

  - Susan Fleisher.

  Susan F-l-e   i-s-h-e-r.

  Sana somon yaptım.

  İyi bir çiftlik köpeği olmak istiyorsan saçma şeyleri yemeği bırakacaksın.

  Her bir parçasını yemeni istiyorum.

  Anlıyor musun?

  Tamam.

  İşte böyle.

  Kimse yok mu?

  Ellis?

  - Bölüyor muyum?

  - Selam.

  - Cesaret edemedin diye korkuyordum ben de.

  - Hayır, taksi çevirmekte sorun yaşadım.

  - Ceketini alabilir miyim?

  - Olur.

  - Evin biraz şey  - Bitmemiş mi?

  - Evet!

  - Orası aşikâr da.

  Sanatsal bir seçim mi?

  - Hayır.

  Boya ve sıva yapmam, tesisat işlerini halletmem lazım   ama hepsini kendi başıma yapıyorum.

  Bu yüzden vakit alacak.

  Yemek yanıyor sanırım.

  - Rahatına bak.

  Otur, gevşe.

  - Peki.

  Ne pişiriyorsun?

  Açıkçası herkesin damak zevkine uymayan enfes bir yiyecek.

  Umarım beğenirsin.

  - Hazır mısın?

  - Trampet efekti ister misin?

  Voilà.

  Ya bu olacaktı ya da doldurulmuş bıldırcın.

  Lütfen hayal kırıklığına uğradığını söyleme.

  - Baya mutlu oldum aslında!

  - Evet!

  - Gömül bakalım.

  - Peki.

  - Ee?

  - Harika da müzik can sıkıcı.

  - Caz sevmez misin?

  - Hayır, severim.

  Ama bu başka bir şey.

  Annem Maine'de büyümüş.

  Gerçek bir New Englandlı'dır.

  Tatlı lakin epey zor biridir.

  Diğer bir yandan babamın   başı yıldızların arasında dolanır.

  Kelimenin tam anlamıyla.

  Gök bilimcidir.

  Stanford'tan yeni emekli oldu.

  Olağandışı bir kuyruklu yıldız keşfiyle ün sahibi oldu.

  Nasıl yani olağandışı?

  Matematiksel olarak kanıtlanmış bir perijeydi.

  Bu yüzden hesaplamalarına göre 1981 yılının kışında Dünya'dan geçecekti.

  - Geçti mi?

  - Hayır.

  Hayır, geçmedi.

  Ama bu, her yıl onu aramasına mani olmadı.

  Olanlara dair sahip olduğumuz bir çeşit ritüel gibiydi.

  Hâlâ araştırıyor.

  Fazladan bir bardak şarapla çakırkeyif oluyorum.

  Hayır, hayır teşekkür ederim.

  Lütfen.

  Yapma.

  İtalyanların bir sözü vardır.

  Anni, Amori e bicchieri di vino, run contano is mai.

  Yıllar, aşıklar, şarap bardakları  Yıllar, aşıklar, şarap kadehleri   insana karşı asla merhamet göstermezler.

  Tahmin bile edemezsin.

  - Manzaranı sevdim.

  - Teşekkür ederim.

  - Ben de kitap okuma şeklini seviyorum.

  - Efendim?

  Toplantıdan çıkıp da seni ilk gördüğümde kitap okuyordun.

  Saçların arkadan toplanmıştı ve mavi bir elbise vardı üzerinde.

  Braille alfabesinde bir kitaptı.

  Seni izlemek için yavaşladım.

  Ne kadar süre izledin?

  Kör olmadığını anlayana kadar.

  Seninle tanışmam gerekiyordu.

  Ne zaman ya da nasıl bilmiyordum ama olacağını biliyordum.

  Sanırım ben  Sanırım o günü hatırlıyorum.

  Evet, kitap Norveççeydi.

  Bütün o çift noktalar, sesler yüzünden   idrak etmek gerçekten imkansızdı.

  - Dalga geçiyorsun.

  - Evet.

  - Dalga mı geçiyorsun?

  - Evet, elbette.

  Yeni başlayanlar için braille alfabesi kitabıydı.

  Çocuk şiirleri miydi neydi.

  Bana istediğin her şeyi söyleyebilirsin ki inanırım.

  - Hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum.

  - Böylesi çok daha iyi.

  Hayır, değil.

  Tutunup bir daha asla bırakıp gitmesine izin vermeyeceğim bir şey söyle.

  Bırak gitsin.

  Günaydın.

  Kolunu çek.

  Bazılarımızın yaşamak için çalışması gerek.

  Tamam, anlıyorum.

  Beni rehin tutuyorsun.

  Geri gelecek misin?

  İngilizce ya da İspanyolca konuşan birinin olmadığına emin misin?

  Hayır, hayır.

  - Gitmem lazım.

  - Bekle, bekle.

  Bir dakika ver, olur mu?

  Sadece bir dakika, şu işi Portekizce halletmeye çalışıyorum.

  Yapamam.

  - Ne söylemeye çalışıyorsun?

  - Yağmur ormanları vakıf fonunun 5.

 000 ar almak istediğini.

  - Söylediğinle alakası dahi yok.

  Al.

  - Sağ ol.

  - İşe geç kaldım.

  - Bir dakika.

  Bu kadar mı?

  - Bırak gitsin.

  1. 5 dolar tuttu bayan.

  - Bayan?

  - Fikrimi değiştirdim.

  Lütfen sürmeye devam edin.

  Nasıl arzu ederseniz.

  Reese.

  Reese?

  Bebeğim iyi misin?

  İyi misin?

  İdrarındaki albümin oranı çok yüksek.

  Bu da böbreklerinin iflas ettiğinin habercisi.

  Vücudunu saran toksinler yüzünden yaşamaya devam edemez.

  - Acı çekiyor mu?

  - Söylemesi güç.

  Benim yerimde olsaydınız siz ne yapardınız?

  Ne kadar harika bir hayat yaşadığını düşünürdüm.

  Birbirinizi bulduğunuz için ne denli şanslı olduğunuzu.

  - Onunla bir dakika yalnız kalmama müsaade edebilir misiniz lütfen?

  - Tabii.

  Jenny!

  Ben Ellis.

  Birkaç kez aramayı denedim.

  Umarım mesajlarımı almışsındır.

  Beni ara.

  - Jenny!

  - Ne yapıyorsun burada?

  - Aramayı denedim ama  - Adresimi nereden buldun?

  Kütüphaneden.

  Hadi, sinirlenme.

  Başka ne yapacağımı bilemedim.

  Köpeğimi ben

 - Hayatına son vermek zorunda kaldım.

  - Bunu duyduğuma çok üzüldüm.

  Aramam için beklemeliydin.

  - Jenny ben 

- Adresimi vermememin bir nedeni var.

  - Özür dilerim, ciddiyim.

  - Bu iş yürümeyecek, taşınıyorum ben.

  Ciddi misin?

  Merhaba.

  Senin için.

  Barbara Ireland, Florida'ya taşınmadan önce bütün kitaplarını elden çıkardı.

  Bu kitabı daha önce veremezdim şayet  Görünüşe göre eskileri özleyen tek ben değilim.

  Harika bir hayat yaşadın.

  Ben de öyle düşünmek isterdim.

  Dilerdim ki sen de  Daha fazlası için sen de yanımda olabilseydin.

  Ben de öyle.

  Bunu hatırlıyor musun?

  1954'te, kolejin 3.

  yılında.

  Bendeki son fotoğrafın.

  - Ha birine bakmışsın ha hepsine.

  - Doğru.

  Ne oldu?

  Sorun ne?

  Kaçmaktan öyle yoruldum ki.

  İyi insanlara yalan söylemekten.

  Dur öyleyse.

  Kimse düşmüyor peşine artık.

  Şüphelendikleri herkes uzun zamandır ölü.

  Sonsuza dek yalnız kalmak zorunda değilsin.

  Aşık olduğun birine sahip olmayı özlemiyor musun?

  Uzun zaman oldu.

  Geleceğin olmadığında aynı tadı vermiyor.

  Neden bahsediyorsun?

  Gelecekten başka neyin var!

  Birlikte bir gelecekten, birlikte yaşlanmaktan bahsediyorum.

  Bu olmadan aşk kalp kırıklığından ibaret.

  Herkes için geçerli bu.

  - Benim kalbim kaç kere kırıldı?

  - Çok.

  Senin görünüşün, enerjin bende olsaydı yarın aşık olurdum.

  Vallahi.

  - Biriyle tanıştım.

  - Ne?

  Yeni yıl arifesinde.

  Asansörüme atladı.

  - Neden söylemedin?

  - Böyle bakacağını biliyordum çünkü.

  Çok heyecanlanma.

  Peşimi bırakmasını söyledim.

  Korkunçtum.

  Zalim.

  Üzgün olduğunu söyle.

  Hata ettim de.

  - Yapamam.

  Gidiyorum.

  - Oregon'a taşınıyorsun, Timbuktu'ya değil.

  Yapma.

  Kendin için yapmıyorsan benim için yap.

  N'olur?

  Merhaba.

  Yardım edebilir miyim?

  Ellis Jones'u görmeye geldim.

  Geleceğimden habersiz.

  Bakalım ne yapabiliriz?

  - Tabii siz de?

  - Ziyadesiyle üzgünüm.

  Bay Jones bir misafiriniz var.

  - Eminim bir adınız vardır.

  - Jennifer Larson.

  Lütfen, beni görmek istemezse anlayacağımı söyleyin.

  Sadece üzgün olduğumu söylemek için geldim.

  Ve tahmin edebileceğinden de uzun zamandır   inanılmaz bir hayat sürdürdüğümü.

  Geçen gün çok hassastım.

  Ve  Bana karşı nasıl o denli kibar olduğunu daha yeni anlıyorum.

  Bunu kabul edemeyecek kadar aptaldım sadece.

  Ama şimdi daha iyi anlıyorum   ve bu yüzden ona ne kadar üzgün olduğumu söylemek istedim.

  - Tamam.

  - Aşağıya gelebilir mi diye de sorarsanız?

  Bu gece onunla dışarı çıkıp aramızı düzelteyim.

  Lütfen.

  Jennifer Larson.

  Anlayışlı olacağını söylüyor şayet  Duydun mu?

  Tamam, güzel.

  Nereye götüreceğini bilmek istiyor.

  Daha önce gitmediği bir yere.

  - Merhaba.

  - Merhaba Jenny.

  Gel.

  Gerçekten ilk kez "chop shop" gördüğümü sanmıyorsun, değil mi?

  Sessiz ol.

  Bakışlarının değdiğinden çok daha fazlası var.

  Burası önceden şehrin en popüler film evlerinden biriydi.

  - Sinema yani?

  - Evet.

  1930'larda Mary Elizabeth Woods adında bir kadın   Camden, New Jersey'de arabada sinemayı yaratan   makine sermayedarıyla alakalı bir yazı okudu.

  Doğal olarak bir tane de kendine ait San Fransisco'da olsun istedi.

  Herkes deli olduğunu düşündü, kaçık olduğunu.

  Ki öyleydi!

  Kocası olsun ya da olmasın epey kişiyle birlikte oldu.

  Herkesten çok daha iyi varis dizerdi.

  Aslında  Her neyse.

  Bölgesel yönetmeliklerden ötürü açık hava tiyatrosu açamadı.

  Bu yüzden bütün arabaları buraya getirdi.

  Ekran şu, tam şurada!

  Olağan üstüydü.

  Tahminimce.

  - En iyi kısmına hazır mısın?

  - Tabii.

  Peki.

  Yukarı bak.

  Işıklandırma ve lamba tellerinden kurulu bir fotoğraf vardı elinde.

  Takım yıldızlarını oluşturmak vakit aldı.

  Güzel değil mi?

  Evet.

  - Ne yapıyorsun?

  - Gel.

  Şerefe.

  Bütün bunların ardındaki muhteşem paradoks gösteriyor ki   araçlarımız geliştiği kadar ileriyi görebiliyoruz.

  Ama geleceği değil geçmişi.

  Açıklığa kavuşan olaylar daha bizlere ulaşmadı bile.

  Tarihle neden bu kadar az insanın ilgilendiğini hiç anlayamayacağım sanırım.

  Geleceğin de kendine ait cazibesi var.

  Bizimkinden bahsedebiliriz.

  - Ellis.

  - Uzak gelecekten değil.

  - Bu haftadan mesela.

  - Ne var aklında?

  Annemle babam 40.

  evlilik yıl dönümleri için parti veriyorlar.

  Buradan birkaç saat uzaklıkta sadece.

  Benimle gel.

  Tamam.

  Arabayı ben sürebilir miyim?

  Tanrım!

  Daytona 500'de pek fazla Saab görmezsin.

  Bunun bir nedeni var.

  Muğlak surette şuradaki kare metale   ara sıra ayağınla dokunmak isteyebilirsin.

  Neden bahsettiğini inan bilmiyorum.

  Yok artık!

  Kusura bakmayın!

  Neyin var senin?

  Bana bir iyilik yap.

  Durup şuradaki kızı arabaya al.

  - Bıçaklanmamayı tercih ederim.

  - Kendisi kız kardeşim olur.

  Özür dilerim.

  - N'aber kedicik?

  - Binmek ister misin?

  Sence?

  Nasılsın?

  Merhaba.

  Çık dışarı!

  Hâlâ Saab kullanıyorsun, ha?

  Ben de seni gördüğüme sevindim.

  Kikki, bu Jenny.

  Jenny, kız kardeşim.

  - Memnun oldum.

  - Ben de öyle.

  Otobüse bineceğini haber vermeliydin.

  - Duraktan alırdık seni.

  - İki ay önce telefon kullanmayı bıraktım.

  Belirli bir nedeni var mı?

  Telekom firmalarının ileri teknolojili silah üretimine dahil olmalarını protesto etmek için.

  Kikki, Berkeley mezunu.

  Yenisi, ha?

  Yatağa attın mı bari?

  Evet, 10 dakika önce tam olarak oturduğun yerde.

  Bu kızın olayı neymiş peki?

  Orada mı çalışıyor?

  Ellis'in anlattığı her şeyi söyledim.

  - Teşekkür ederim.

  - Güzel bir kız   halk kütüphanesinde çalışıyor.

  Belki de kitapları ve sessizliği seviyordur.

  Ya da belki internetten Ellis'i araştırdı   ve yaptığı cömert bağışları gördü   sonra da orada çalışmaya başladı ki ona kancasını takabilsin.

  Kesin öyledir.

  - Şimdiye gelmiş olmaları gerekmiyor muydu?

  - Masayı sen topla.

  - Geldiler!

  - Peki, peki.

  - Nasıl görünüyorum?

  - Çok güzel.

  - Sonunda geldiniz.

  - Selam anne.

  - Canım!

  Harika görünüyorsun.

  - Bak, yoldan kimi aldık.

  - Selam.

  - Merhaba bebeğim.

  - Bu Jenny.

  - Merhaba.

  - Tanıştığımıza memnun oldum.

  - Ben de öyle.

  Yolculuktan sonra çok yorulmuş olmalısınız.

  Hayır, esamesi bile okunmadı.

  18 dakika falan sürdü zaten.

  Ben hiç eğlenmiyorum.

  Hız yapmandan nefret ettiğimi biliyorsun.

  Ben değildim, Jenny yaptı.

  Yemin ediyorum dokuz canlı olduğunu düşünüyor.

  - Ceketini alayım.

  - Tabii.

  Nerede kaldınız?

  Yaşadığınız yeri unuttunuz mu?

  Hayır.

  Bu babam, William.

  - Baba, bu  - Adaline.

  Jenny aslında.

  - Baba iyi misin?

  - Özür dilerim, ben  Eski bir arkadaşıma o kadar çok benziyorsun ki.

  Adaline Bowman'a.

  Kendisi annem olur.

  Şaka yapıyorsun.

  Gerçekten mi?

  - Evet.

  - Tanrım.

  Onu tanıyor muydunuz?

  Evet!

  Evet!

  Çok yakındık.

  - Londra'da tanışmıştık.

  - Evet, 60'lı yıllarda orada yaşamış.

  Paris'e taşınıp babamla tanışmadan hemen önce.

  İnanılmaz!

  Şansa bakın!

  İnanılmaz derece benziyorsun.

  Sürekli duyuyor olmalısın.

  Hatırlayabildiğim süre zarfında.

  Çok yakındık.

  Bunu zaten söylemiştin hayatım.

  Ondan bahsetmemiş olmana inanmıyorum.

  - Hayır, bahsettim.

  - Hayır, hayır.

  - Yakın arkadaşlarını hatırlıyorum.

  - Neler yapıyor?

  Vefat etti.

  6 yıl önce.

  Olamaz.

  Gerçekten mi?

  Çok üzüldüm.

  Fevkalade bir kadındı.

  Evet, aile geleneği olsa gerek.

  - Hadi içeri gelin.

  Bir şeyler yemek ister misiniz?

  - Evet.

  Evet, cheesecake yaptım.

  Biraz yorgunuz aslında.

  - Yukarı çıkacağız, tabii size de uyarsa?

  - Ben de.

  - Öyle mi?

  Tamam.

  Seni arka odaya yerleştireceğim.

  Arka taraftasın.

  - Görüşürüz.

  - Görüşürüz.

  Tanıştığımıza çok memnun oldum.

  - Baba.

  - Selam.

  Hoş geldin bebeğim.

  Hanımefendi.

  Hanımefendi.

  Böyle yapmaya devam ederseniz motoru gaza boğacaksınız.

  Teşekkür ederim.

  Faydalı tüyonuz için sağ olun.

  Elinize hiçbir şey geçmese de berbat bir esmerlik elde edeceksiniz.

  Özür dilerim.

  Şu şeyi çalıştırabilmek için her şeyi yaptım.

  Ama olmuyor.

  Tek gereken arabayı vurdurmak.

  Freni serbest bırakın, ben de iteyim.

  - Debriyaja basıp gidebilirsiniz sonra.

  - Tamam.

  Teşekkür ederim.

  - Hazır mısınız?

  - Ben hazırım, ya siz?

  - Tamam.

  - Tamam.

  Debriyajı kavrayıp basın.

  Teşekkür ederim.

  Önemli değil.

  Sonraki beş haftayı birlikte geçirdiler.

  Ve Adaline asla yapmayacağım diye yemin ettiği bir şeyi yaptı.

  - Hâlâ daha isminizi söylemediniz?

  - Adaline Bowman.

  - Ama arkadaşlarım Della der.

  - Güzel isim.

  Teşekkür ederim.

  3 hafta sonra sömestr sona erdikten sonra   William evine, Amerika'ya döndü.

  Adaline de onunla gitti.

  - İyi uyudun mu?

  - İyi.

  Güzeldi.

  Dün gece için özür dilerim.

  Seni utandırmak istememiştim  - Aklımı kaçırıyor olmalıyım.

  - Dert değil.

  - Ne zaman geldin odaya?

  - Çok geç değildi, bir şeyler okudum.

  - Günaydın bebeğim.

  Jenny nerede?

  - Az sonra iner.

  Bütün gece uyumadı, bir o yana bir bu yana döndü durdu.

  Nasıl tanıştığınızdan bahsetmediniz hiç.

  Yeni yıl arifesinde asansörde tanıştık.

  - Kahve ister misin?

  - Hayır, teşekkür ederim.

  Ama ben onu daha öncesinde bir kere görmüştüm.

  Günaydın.

  Kütüphanedeydi, braille alfabesinde bir kitap okuyordu.

  - Kendine has biri olduğunu biliyordum.

  - Al bebeğim.

  Annesi de öyleydi.

  - Nasıl tanıştınız onunla?

  - Londra'nın dışında.

  Arabası bozulmuştu, ben de tamir etmesine yardımcı olmuştum.

  - İngilizdi yani?

  - Hayır, hayır.

  Fransızca okumak için gitmiş.

  - 4 dil falan konuşuyordu?

  - Sanırım.

  - Evet.

  - Jenny de dil konusunda inanılmaz.

  - Öyle mi?

  Tanıştığınızda kaç yaşındaydın?

  Yaklaşık   tıp fakültesinde ikinci sınıftaydım desek, 26 yaşındaydım.

  Fakülteyi bırakmak istiyordum.

  Sıkılmıştım.

  Ama  Sil baştan başlamak için çok yaşlıyım diye korkuyordum.

  Adaline'a bundan bahsettim ve suratıma baka baka güldü.

  Göreyim seni, aptallık etme dedi.

  Hayat çok kısa.

  O olmasaydı muhtemelen ne astronomiyle ne de fizikle tanışacaktım.

  Benden birkaç yaş büyüktü sadece ama çok bilgeydi.

  Ve çok kültürlü.

  O  - Ne oldu?

  Hayatım!

  - Yeter William!

  Ne, sorun ne?

  Komik mi sence?

  Ne demek istiyorsun?

  Ne yaptım ki?

  Çok yakındınız, çok yakındınız.

  İki kere söyledin.

  Ondan bahsederken yüzünü görmelisin.

  Lanet hafta sonu boyunca özlem duyduğun geçmişini canlı mı tutacaksın?

  Bak, sadece  Annesine o kadar çok benziyor ki hatırladığımdan dahi haberdar olmadığım   şeyleri anımsıyorum.

  İkinci seçenek olduğum hissinden nefret ediyorum.

  - Ne demek bu?

  - Özellikle de bu hafta.

  - İkinci seçenek mi?

  - Evet.

  - 40 yıl bebeğim.

  Hadi ama  İkinci seçenek mi?

  Hayır, hayır.

  Hayatım, aşırı tepki gösteriyorsun.

  - Öyle mi?

  - Kıskanıyor musun?

  Evet, işin aslı öyle.

  Bak, bak bana.

  Kısa süren bir şeydi, önemsizdi.

  Kulağa bundan daha fazlasıymış gibi geliyordu.

  - Seni seviyorum.

  - Ben de seni.

  - Gel buraya.

  Geldim!

  Çok romantik bir hafta sonu olmadı.

  Desteğin için teşekkürler.

  Elbette, söz veriyorum telafi edeceğim.

  - Babamın kusuruna bakma.

  Çok utanç verici.

  - Tatlı aslında.

  - Evet, annen epey mana yüklü biri olmalı.

  - Evet, öyleydi.

  Kikki!

  - Tamamdır millet.

  - Bilmiyorum.

  Babam elinde 47 oyunluk galibiyet serisini tutuyor.

  Bütün parayı eğitimine harcadım.

  Daha zorlu yarışmalar bekliyordum.

  - Daha önce oynadın mı?

  - Hayır, hiç.

  - Kiki, hadi!

  - Zorunda mıyım?

  - Evet!

  - Evet!

  Mevzu bu pullardan yeterince biriktirmen.

  - Tart!

  - Onlar peynir.

  Pullar!

  Kazanman için merkezde bu pullardan yeterince olması lazım.

  - Tamam mı?

  - Soruların çoğu dehşet-i vahşet.

  Kıyıda köşede kalmış daha uygun bir kelime.

  Neyse!

  Mesela bir örnek vereyim.

  22 Haziran 1938'de bu Amerikalı boksör   ilk roundta Max Schmeling'i tartakladıktan sonra   ağır sıklet şampiyonluğundan alıkoyulmuştur.

  - Zor bir soru.

  - Biliyorum, sence kimdir?

  - Sony Liston?

  - Joe Louis.

  - İyi tahmin aslında.

  Evet, kadınlar ve boks.

  Sevimliymiş.

  Pardon?

  Ne var biliyor musun?

  Peki bayanlar.

  Biz de varız.

  - Hadi, ölümüne at.

  - Başlıyoruz.

  - Tamamdır, atıyorum.

  - Kadınlar pembe olsun.

  Kadınlar pembe mi olsun?

  Amerika Birleşik Devletleri'nin hastanede doğan ilk başkanı kimdir?

  Jimmy Carter.

  - Jimmy Carter.

  - Hızlı oldu.

  - Acemi şansı.

  - Hiç sanmıyorum!

  Bir daha dene.

  Hula hula hoop çıkışını hangi olayda yaptı?

  1956'da Schenectady, New York'taki Dünya Fuarı.

  1956 Schnecdady, New York Dünya Fuarı.

  Hadi canım.

  Güzeldi!

  - Peynir.

  - Tart.

  Pul.

  Tamam, hadi.

  Devam edelim.

  - Ne oldu, çok fazla baskı mı var?

  - Bir koku alıyor musun?

  Galibiyet serinin duman olması gibi bir koku?

  Önceden şöyle bir aile esprimiz vardı.

  Hangisi önce gerçekleşecek?

  Ya babam "trivial pursuit" oyununda yenilecek   ya da Della sonunda cemalini gösterecek?

  - Della mı?

  Evet.

  Babamın keşfettiği kuyruklu yıldızdan bahsetmiştim ya hani.

  Ona Della C 1981 adını verdi.

  Adele teyzem anısına.

  - Tamam, hadi.

  - Evet.

  - Hadi baba.

  - Başlıyorum.

  Jenny.

  Galibiyet için.

  1952 yılında hangi ülke Albert Einstein'a başkanlık teklifinde bulundu?

  İsrail.

  İsrail.

  Önemli değil.

  Seni hâlâ seviyoruz.

  - Nasıl hissettiriyor?

  Üzgün müsün?

  - İyiyim.

  İkinci sayfaya baksana.

  3.  bölüm, paragraf H.

  - Özür dilerim.

  - Sorun değil.

  Yürüyüşe çıkıyorum.

  - Tamam.

  Evet, 10'a bakalım bir de.

  Galaksimizde kaç tane yıldız vardır sence?

  Bilmem.

  500 milyon.

  200 milyar.

  Plato her ruhun ölümden sonra geri döndüğü   bir eş yıldızı olduğuna inanırdı.

  Şayet ölümlü bir hayat yaşasaydı.

  Buna inanıyor musun?

  Hayır, hayır.

  Ben bilim adamıyım.

  Plato filozoftu.

  Şairdi.

  Kuyruklu yıldıza neden annemin ismini verdin?

  Hatalı çıkan hesaplamalarım doğru olsaydı   dünyaya en yakın kuyruklu yıldız olacaktı.

  200 yıl içindeki ilk kuyruklu yıldız.

  Diğer bir deyişle aynı annende olduğu gibi ramak kalmıştı.

  Ne demek bu?

  Ona evlenme teklif edecektim.

  Cebimde  Cebimde nişan yüzüğünü taşıyordum.

  Beni ekti.

  Ramak kalmıştı.

  İyi geceler.

  William.

  O da seni seviyordu.

  Daha yeni tanıştık, değil mi?

  Biliyorum.

  Tamam, muhtemelen çenemi kapalı tutmalıyım.

  - Konuşmayacağım.

  - Hadi ama ne oldu?

  - Ne var?

  - Ben gerçeği söyleyemem.

  Hayatımı sensiz hayal bile edemiyorum.

  Bunun duymak istediğin şon şey olduğunu biliyorum.

  Ama sana aşık oluyorum Jenny.

  Mani olamıyorum.

  Ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

  - Bunu beklemiyordum.

  - Lütfen hiçbir şey söyleme.

  Sadece neler hissettiğimi bil istedim.

  - Merhaba.

  - Jenny.

  Herkesin nerede olduğunu biliyor musun?

  Evet.

  Kathy ve Kikki markete, Ellis de koşuya gitti.

  - Peki.

  - Bir dakika!

  Saçında böcek var.

  - Önemli değil.

  - Neymiş?

  - Uğur böceği.

  - İyi şans getirdiğini söylerler.

  - Aldın mı?

  - Aldım.

  - Teşekkür ederim.

  Lütfen Ellis'e yürüyüşe gittiğimi söyle.

  Della iyi misin?

  - Sızlayacak.

  - Tamam.

  - Merak etme, seni iyi edeceğim.

  - Tamam.

  Affedersiniz.

  Merhaba.

  - Fotoğrafımızı çeker misiniz?

  - Tabii.

  Gerek yok, istemiyorum.

  - Harika olacak ama hadi.

  - Fotoğraflardan hoşlanmıyorum.

  - Hoşuna gidecek.

  - Pozları boşuna harcıyoruz.

  - Tabii ki de hayır.

  - Çok utangacımdır.

  Üç, iki, bir.

  Biliyorum.

  Kim olduğunu biliyorum Adaline.

  - Ne?

  - Yara.

  Aynı yara izi.

  Ben diktim bunu.

  N'olur.

  Gerçek.

  William.

  Aklımı kaçırdığımı sandım.

  Nasıl?

  Nasıl mümkün olabilir bu?

  Bilmiyorum.

  Ben  Ben normaldim.

  Sonra bir gün öylece durdum.

  Sana söylemeyi o kadar çok istedim ki.

  Ama yapamadım.

  Bana yapacaklarını biliyorsun.

  Ben  - Ne olacağımı biliyorsun.

  - Merak konusu.

  - Örnek bir model.

  - Evet.

  Bu yüzden mi terk ettin beni?

  Bu yüzden mi kayboldun ortalıktan?

  Ne kadar acı çektiğimi hayal edemezsin.

  Sanırım  Sanırım edebilirim.

  Hiç kimseye söylemedin mi?

  Hayır.

  Söyleseydim bu kişi Ellis olurdu.

  Yapma, kaçma.

  Bir daha kaybolma, lütfen.

  Ellis için.

  - Adaline.

  - Lütfen.

  Bunca yıl boyunca yaşadın ama hiçbir zaman bir hayatın olmadı.

  Lütfen kendin için, Ellis için.

  Kal Adaline.

  - Nasıl olacağını bilmiyorum.

  - Kaçma Adaline!

  Adaline!

  Adaline!

  Adaline yapma, yapma.

  Hayır.

  Adaline lütfen.

  Lütfen yapma bunu.

  Adaline gitme.

  Ellis'i düşün, lütfen!

  Adaline lütfen!

  Adaline!

  Ellis çok üzgünüm.

  Bunu yapamam.

  Açıklayamam.

  Jenny.

  Baba!

  Baba!

  Baba anahtarların nerede?

  Gitti.

  Dönmeyecek.

  Ne oldu?

  Ne, bu ne?

  - Baba ne söyledin ona?

  - Hiçbir şey.

  - Açıklayamaz sana.

  - Lütfen ne anlattığını söyle.

  - Muktedir değil.

  - Neye?

  Değişmeye.

  Onu seviyor musun?

  Evlat?

  Dinle beni.

  Onu seviyor musun?

  - Evet.

  - Nereden biliyorsun?

  - Baba, ben  - Gayet basit bir soru.

  Nereden biliyorsun?

  Çünkü o olmayınca hiçbir şey mantıklı gelmiyor.

  Alo?

  Canım özür dilerim.

  Uyandırmak istememiştim.

  - Her şey yolunda mı?

  - Evet, evet.

  Bir şey söylemek istedim sadece.

  - Neymiş?

  - Haklısın.

  Daha fazla kaçmak yok.

  - Anne?

  - Yarın arayacağım, tamam mı?

  - Bunu duyduğuma çok sevindim.

  - Seni seviyorum.

  - Ben de seni.

  - Görüşürüz.

  Görüşürüz anne.

  Dünya'nın yüzeyinde olanların çoğundan Ay sorumlu.

  1178'de başıboş bir meteorit Ay'a çarptı.

  Oluşan sarsıntı Arjantina, Tierra del Fuego'da   her yarım ay evresinde devasa gelgitlere sebebiyet verdi.

  O gecelerde gelgit aralığındaki %23'lük yükseliş   Pasifik kıyısında 2000 millik bir fırtına meydana getirdi.

  Bu da atmosferdeki moleküler iyonizasyon oranını artırdı.

  78 yıl içinde ilk defa   Sonuma şehrinin bu bölgesine kar yağdı.

  Hipoterminin erken aşamasında   vücut, titreyerek ısı ürütmeye çalışır.

  Bundan sonuç alamadığında el ve ayaklardaki kan akışını azaltır.

  Metabolizma oldukça yavaş çalışır.

  Ölüyorsunuzdur ancak bunun farkında olmazsınız.

  Son aşamalarda kurban dakikada sadece bir ya da iki kere nefes alır.

  Ertelenmiş canlılık durumu.

  - Jenny!

  - 10:07'de   Bowman Adaline'in çekirdek sıcaklığı 87 dereceye düştü.

  Kalbi atmayı bıraktı.

  Sonunda 107 yaşına kadar yaşayan   Adaline Bowman tabir-i caizse öldü.

  Tam olarak 10:09'da   sağlık görevlileri, Adaline Bowman'ın göğsüne iki tane defibrilatör yerleştirdi.

  750 voltluk elektriği vermeden önce   kural gereği beşe kadar saydılar.

  - Nasıl o?

 - Birkaç test yaptık sadece ve uzun süreli bir hasarla karşılaşmadık.

  - İşin aslı oldukça dikkat çekici bir durum.

  - Uyandı mı?

  Görebilir miyim?

  Bitkin bir halde ama birkaç kelime etmek için girebilirsiniz.

  Peki, teşekkür ederim.

  Merhaba.

  Jenny?

  Selam.

  Selam!

  - Neden kaçtığını biliyorum.

  - Öyle mi?

  Dün gece seni sevdiğimi söylediğim için, değil mi?

  Seni sevdiğimi söyledim.

  - Sen de korktun  - Gel buraya, seni seviyorum.

  Ben de seni seviyorum.

  Başka bir nedeni var.

  Ne?

  Ne var?

  İlk olarak adım Jenny değil.

  Tanrım.

  Ne oldu?

  Yok bir şey, yok bir şey.

  Kaza sadece, iyiyim ben.

  İyiden de öteyim.

  Tamam mı?

  - Bu Ellis.

  - Merhaba.

  - Merhaba.

  - Sana bahsettiğim adam.

  Tanıştığımıza memnun oldum.

  Ben Jenny'nin büyük annesi.

  - Ne?

  Ne var?

  - Biliyor.

  Biliyor!

  Merhaba millet!

  Eğlenceyi mahvetmek niyetinde değilim   ama bir şeyler söylemek istiyorum.

  Öncelikle teşekkürler.

  Kathy ve ben buraya kadar geldiğiniz için hepinize minnettarız.

  Bizimle olmanız ve evliliğimizin ilk 40.

  yılını   kutlamamıza katkıda bulunmanız   bizim için çok şey ifade ediyor.

  Eskiden   bu güzel bayanla tanıştığımda   işimde ne yapmak istediğim konusunda çok iyi bir fikrim vardı   ama yetişkin olduğumda   bir erkek olarak ne yapmak istediğimi   gerçekten bilmiyordum.

  Olur da çocuklar da büyürse diye.

  Ancak karımın evliliğimize   aileme ve bana olan sadakati  Aşkının sadakati   öyle bir şeyi anlamama neden oldu ki!

  Onun için mümkün olabilecek en iyi koca olmaktan   daha büyük bir hırs yok hayatımda.

  Hâlâ daha üstünde çalışıyorum.

  Kathy'e, hayatımın aşkına   ruh eşime, güzel çocuklarımın annesine.

  Kathy'e.

Bir yıl sonra Yeniden Times Meydanı'nda canlı yayındayız.

  Beklenen ana birkaç dakika kaldı sadece.

  Top 2014 için düşecek.

  Al bakalım.

  Aferin kızıma.

  Millet.

  Acele etseniz iyi olur yoksa davete geç kalacaksınız.

  - Ben 10 dakikadır hazırım.

  - Çok yakışıklı olmuşsun.

  - Teşekkür ederim.

  - Ben de hazırım.

  Fermuarımın çekilmesi lazım.

  Bizimle gelmek istemediğine emin misin?

  Kesinlikle.

  Benim randevum var, hemen burada.

  Gel bakalım bebeğim.

  - Seni seviyorum.

  - Ben de.

  Çantamı alayım  Bir de kameramı.

  - Bıyıkları çok uzun.

  - Evet.

  Adaline iyi misin?

  Evet.

  Harikayım.

  Adaline'in şu anki kalbi ,kalp ritmi düzenleyici sayesinde atmaya başladı.

  Genlerindeki telomer yapısı esnekliklerine yeniden kavuştu.

  Yaşlanma sürecinin doğal yoluna girmesine vesile oldu.

  William haklı çıktı.

  Della C 1981 kuyruklu yıldızı sonunda döndü.

  Yarım yüz yıl gecikmeyle.

  Ancak tahmin ettiği kadar parlak ve görkemli bir şekilde.

 

Önceki Yazı
« Prev Post
Sonraki Yazı
Next Post »

Benzer Yazılar